You are on page 1of 3

FATİH CAMİSİ VE KÜLLİYESİ, KONSTANTIN VE IUSTINIAN MOZOLELERİ

Constantinus’un İstanbul’u başkent yapmak istediği zaman şehirde yoğun inşaat


çalışmaları başlatılmış, bu inşaat çalışmaları ile birlikte Byzantion’un mevcut merkez şehir
sınırları genişletilmiş ve günümüze kadar kısmen varlığını korumuş olan Constantinus surları ile
şehir çevrelenmiştir. Fatih Külliyesi bu surların hemen doğusunda bulunmaktadır. Constantin
dönemimde yapılan (324-337), günümüzde Fatih Külliyesi olarak bildiğimiz bu alanın en alt
katmanında Constantinus’un anıt mezarı bulunmaktadır. Daha sonra Constantinus’un anıt
mezarının yerine ikincil bir katman olarak İustinianos’un Havariyun Kilisesi inşa edilmiş,
İstanbul’un fethine kadar bu yapı varlığını korumuş, fetihten hemen sonra da II. Mehmet kiliseyi
Ortodoks patrikliğine tahsis etmişken çeşitli nedenlerden dolayı bu binada barınmayan patriğin
1455’te taşınması üzerine, kilisenin yerini kendi adına yaptırdığı külliyeye tahsis etmiştir.
Günümüze kadar da çeşitli tamirat ve yeniden yapımlarla birlikte varlığını koruyan son katman
olarak Fatih Külliyesi bulunmaktadır.
Fetihten sonra, Eyüp İmareti inşaatını izleyerek büyük bir sosyal ve kültürel etkinlik
merkezi olan Fatih Külliyesi’nin kurulması (1463-1470), Külliyeyle beraber saraçların ve
demircilerin çalıştığı büyük saraçhane çarşısının ve Şehzadebaşı’ndaki yeniçeri odalarının yapımı
bu bölgede yeni mahallelerin gelişmesine neden olmuştur. Fatih Külliyesi, İstanbul’a Türk
döneminin karakteristik görünümünü kazandıran büyük külliyeler dizininin ilk halkasıdır. Bine
yakın çalışanı ve çevresindeki çarşılarla, bu külliye kentin bundan sonraki gelişmesinde etkili
olan yeni bir ağırlık merkezi yaratmıştır.
İstanbul’un fethinden sonra Ortodoks patriğine tahsis edilen Havariyun Kilisesi Ortodoks
patriğinin kiliseyi terk etmesiyle Sultan II. Mehmed’in kendi adına yaptırdığı külliyeye tahsis
edilmiştir (1455) ve daha sonra buraya Fatih camisi inşa edilmiştir (1463/1470). Her ne kadar K.
Wulzinger, Fatih camisinin Havariyun kilisesinin temelleri üzerine inşa edildiğini iddia etse de bu
iddianın hiçbir sağlam dayanağa sahip olmadığı görülmektedir. Fakat Havariyun kilisesinden
alınan bazı yapı parçalarının Fatih camisi inşaatında kullanıldığı, avlu döşemesinde işlemeli
yüzleri tersine çevrilerek kullanılmış bazı mermerlerin bu kilisenin parçaları olduğu
bilinmektedir. Fatih Camisinin ve Külliyesinin mimarı Atik Sinan’dır. Cami külliyenin
merkezinde bulunmaktadır ve külliye simetrik bir düzende tasarlanmıştır. Külliye bünyesinde;
caminin kuzeyinde Karadeniz Medresesi, güneyinde Akdeniz Medresesi, Karadeniz Medresesinin
doğusunda darüşşifa, Akdeniz Medresesinin doğusunda tabhane ve bunlarından başka; türbeler,
kütüphane, kervansaray, çarşı ve hamam bulunmaktadır. Külliyenin merkezi olan camii tertibi,
Türk mimarlığının doğal gelişim aşaması olarak görülmektedir. Fatih camii Edirne’deki Üç
Şerefeli Cami ile Beyazıt ve Süleymaniye camileri arasında, Türk büyük cami mimarisi
gelişmesinin bir halkasıdır.
Fatih camii günümüze kadar deprem, yangın gibi çeşitli etkilere maruz kalmıştır. 1509
büyük depreminde Fatih Camii kubbesinin hasara uğradığı, hatta sütun başlıklarının parçalandığı
ve kubbenin çarpıldığı, külliyenin darüşşifa, imaret ve medrese gibi yapılarının da özellikle
kubbelerinde büyük zararlar olduğu bilinmektedir. 1557 ve 1754 depremlerinde yeniden hasar
gören cami onarılmışsa da, 1766 depremine dayanamamış, büyük kubbesi tamamen çöktüğü gibi
duvarları da onarılmayacak derecede yıkılmıştır. III. Mustafa (1757-1774) önce türbe ve külliye
binalarını yaptırmış daha sonrada Fatih camisinin yeni bir plana göre inşaatı 1767 yılında Sarım
İbrahim Efendi sonrada İzzet Mehmed Bey yönetiminde girişilerek 1771’de tamamlanıp açılışı
yapılmıştır. Yeni yapılan Fatih camii ilkinden tamamen farklı bir plan şemasına sahiptir. İlk Fatih
camisinin ortada bir büyük kubbesi ile mihrap tarafında bir yarım kubbesi ve yanlarda daha alçak
üçer küçük kubbeli bölümleri bulunduğu eski resimlerden anlaşılmaktadır. Cami, etrafı
revaklarla çevrili bir iç avluyu takip eden bir son cemaat yerine sahipti. Mukarnaslı bir taç
kapıdan girilen ana mekanı, ortada büyük bir kubbe örtüyordu. Bu mekanın iki yanında üstü üçer
adet küçük kubbeyle örtülü mekanlar bulunuyordu. Caminin mihrabında ise orta mekanın yarısı
boyutlarında yarım kubbe bulunmaktaydı. İlk Fatih Camisinin bu düzeni ondan hemen sonra inşa
edilen Atik Ali Paşa Camisinin büyük çaplı bir benzeriydi. Bu plan düzeni Konya’daki Selimiye
Camisinde de tekrarlanmıştır.
1766 depreminden sonra yaptırılan ikinci Fatih Camisi bütünüyle değişik bir düzende
tasarlanmıştır. Avluyla son cemaat yerini ayıran cami kuzey duvarı ilk Fatih camisinden kalmış
olup, cami kıble duvarı biraz daha ileri alınıp cami iç mekanı daha da genişletilmiştir. Caminin
esas mekanı, merkezi bir kubbe ve bu kubbeyi destekleyen dört yarım kubbe düzeninde
oluşturulmuştur. Bu düzen evvelce Şehzade, Sultan Ahmed ve Yeni Valide camilerinde
uygulanmıştır. Dört kemerin desteklediği bu örtü, ortadaki dört payeye bindirilmiştir. Düzen
klasik mimariye uymakla beraber payelerin yarım yuvarlak köşe pahları, kemer ve yarım kubbe
başlangıçlarını ayıran kademeli profil silmeleri barok üslubunun etkilerini göstermektedir.
Caminin iç yüzeylerini kaplayan kalem işleri nakışlarda barok üsluptadır. İlk Fatih Camii’nden
bugüne kadar gelen kalıntılar arasında üstünde kakma tekniğinde renkli taşlarla bezenmiş bir taç
kısmı olan dış avlu kapısı, cümle kapısı duvarı ve buna köşelerinden bitişik iki minarenin kürsü,
pabuç hatta gövdelerinin başlangıçları ve iç avluda görülen iki pencere alınlığını süsleyen bir çift
pano bulunmaktadır. 19. yy.a kadar tek şerefeli olan minarelere bu yüzyıl içerisinde birer şerefe
eklenerek minareler yükseltilmiş, aynı yüzyıl sonlarında da bunların külahları taştan olmak üzere
yenilenmiş ise de, 1966-67’de bunlar tekrar kurşun kaplı ahşaba çevrilmiştir.

Türbe: Fatih Külliyesinde, camiinin önünde iki adet türbe mevcutdur. Hemen mihrap
duvarının önüne konumlandırılmış birinci türbede Fatih Sultan Mehmed’in mezarı, bu türbenin az
ilerisinde daha ufak ölçülerde Fatih Sultan Mehmed’in zevcesi olan Gülbahar Hatun’un türbesi
bulunmaktadır. Bir iddiaya göre Sultan II. Mehmed’in türbesi de, 1766 depremiyle beraber
yenilenen caminin mihrap duvarının ileriye alınmasıyla birlikte daha ileriye taşınmış ve Sultan II.
Mehmed’in mezarı ikinci Fatih Camii’nin mihrabının altında kalmıştır, Fatih’in cesedi, türbeden,
caminin mihrabı altına kadar uzanan bir dehlizin sonundaki mezar odasında bulunmaktadır.
Türbe sekiz köşeli bir plana göre yapılmış olup üzeri tek kubbeyle örtülmüştür. Giriş
kısmında kapı üstünde saçağı taşıyan iki sütunlu barok üslubunda hareketli hatlar taşıyan ve geç
bir devirde ilave edilmiş olan sundurması bulunmaktadır. Türbe genel anlamda kütle doluluk
boşluk oranları ve pencere formları açısından klasik Türk yapı sanatı geleneğine bağlı görünse de
dış cephedeki payeleri, kademeli profil süslemeler barok üslubunun etkilerini göstermektedir.
Gülbahar hatun türbesi daha yalın hatlara sahip olup, klasik Türk mimarisine sadık kalmakla
beraber, dairesel üst pencere sırasının 1766 depreminden sonra ki yapılan onarımdan etkilendiği
görülmektedir.19. yy.da külliyeye, II Mahmud’un annesi Nakşidil Sultan’nın kabrinin bulunduğu,
barok üslubunda etkiler taşıyan; dalgalı hatları, oval pencereleri, kademeli profil süslemeleri ve
akantus yaprağı kabartmaları bulunan bir türbe eklenmiştir.

Medreseler: Havariyun Kilise’sinin kuzeyinde ve güneyinde bulunan Pantokrator


Manastırı’nın keşiş odaları Fatih Külliyesi çalışmaları bünyesinde dönüştürülerek medreseye
cevrilmiştir. Bu medreseler kısa sürede Türkleşen İstanbul’un en önemli öğretim merkezi olarak
bu şehirdeki üniversitelerin başlangıcı olmuştur. Kuzey taraftaki medrese grubuna Karadeniz
Medreseleri, güney taraftaki medreselere ise Akdeniz medreseleri denilmektedir. Her bir
medresede 19 hücre ve bir adet büyük kubbeli dershane mescit bulunmaktadır. İç kısmında
revaklarla çevrili avlu bulunmaktadır. Bu büyük medreselere ek olarak külliye bünyesinde
“Tetimme” denilen hazırlık medreseleri inşa edilmiştir. Tetimme medreselerinin mimarisi
bilinmemekle beraber iç avlularının bir çatıyla örtülü oldukları tahmin edilmektedir. Menderes’in
imar faaliyetleri bünyesinde Tetimme medreseleri yıktırılmıştır. Eğimli araziye yerleşen Akdeniz
Medreseleri de oturduğu arazinin yan taraflarının boşaltılmasıyla tehlike altına girmiş,
günümüzde çeşitli desteklerle ayakta tutulmaya çalışılmaktadır.

Tabhane: Akdeniz medreseleri’nin hemen doğusunda bulunan bu mekan medrese


mimarisine sahiptir. Misafirhane olarak Külliye bünyesinde kullanılmıştır. Ayrıca içerisinde,
külliye çalışanları, medrese öğrenciler ve tabhane misafirleri için bir aşhane bulunuyordu. Eğimli
bir araziye oturduğu için alt kısmı kervansaray olarak değerlendirilmiştir. İç kısmında revaklarla
çevrili bir avlusu ve hücreleri bulunmaktadır. Tabhane işlevini yitirdikten sonra bir süre medrese
olarak kullanılmıştır.

Darüşşifa: Tabhanenin simetriğinde, Karadeniz medreselerinin doğusunda bulunan


medrese mimarisinde İstanbul’un Türk dönemine ait ilk hastanesidir. Darüşşifa mütevellisi
Osman Ağa, 1766 depreminde bir hayli zarar gören bu yapının yıktırılıp arsasının da satılmasını
önermiştir. II. Mahmud darüşşifanın yenilenip hana çevrilmesinin daha uygun olduğu
düşüncesiyle hassa mimarı Mustafa Ağa’yı gerekli incelemeri yapmak üzere görevlendirmiştir.
Mütevelli Osman Ağa ile aynı kanaate varan Mustafa Ağa’nın raporuyla birlikte hücreler ortadan
kaldırılmış yalnızca mihrap kısmı ileri çıkıntı yapmış olan kubbeli mescit yıkılmadan
bırakılmıştır. Fakat 1908 yangınında çevresindeki ahşap evlerle beraber yıkılmış ve bir daha
onarılmayan bu kısımla beraber darüşşifa binası yok olmuştur.

Hazire: Fatih camii haziresi özellikle son devirde, tamamıyla mezarlarla doldurulmuştur.
Bu kabirlerin arasında tarihte önemli yeri olan kişilerde bulunmaktadır.

Kervansaray: Tabhanenin eğimin altında kalan kısmında bulunmaktadır. 1980’li yıllarda


restore edilip kullanıma açılan kervansaray vakıflar İdaresi tarafından önüne yapılan yeni
dükkanlarla birleştirilmiştir.

Çarşı: Fatih Külliyesinin güney tarafında birçok dükkandan meydana gelmiş büyük bir
çarşısı bulunduğu bilinmektedir. 1918 yangınından sonra şu anda Fevzi Paşa caddesi üzerindeki
Dülgerzade Camii’ne komşu bir iki kagir dükkan hücresinden başka bir çarşı kalıntısı
kalmamıştır.

You might also like