You are on page 1of 24

. . . .

INSAN BILIMLERI ARAŞTIRMALARI


YENIHARRAN

çEVRESı
SAHİBİ ve YAZı İŞLERİ
MÜDÜRÜ

Veda Ederken
M. Rami AYAS
Kazım SARIKAVAK
İbrahim DÜZEN
A. Yılmaz SOYYER
Nurettin ÖZTÜRK
Psikanaliz ve Egebiyat
Mustafa GüLER
Nurettin OZTURK
GülGüLER
Hüseyin AYKUT
Rahmi KARAKUŞ
Yakın Dönem Türk Felsefe
Tarihinin Yazılmasına Dair
Rahmi KARAKUŞ
ÖZDAL Ltd. Şti.
TLF : 313 29 34 Şanlıurfa
Keldaniler
çev. Kadir ALBAYRAK

ÖZAL Matbaası
Bektaşilik Araştırmaları
TLF: 5206058 İSTANBUL
A. Yılmaz SOYYER
HABERLEŞME
ADRESİ
Urfa'daki Taşı!).maz Eski Eserler
Hakkında Bir On Araştırma
Tekel Cad. 2. Sok.
Halil ÇAL 49
Çalışkan Apt. Nu. 4
Bahçelievler / ŞANLIURFA
TLF: (414) 3145686
Kitap Tanıtımı: ..
31457 18
Postmodernism, Reasion and Relıgıon
Kazım SAR/KAVAK 71
* Yazıların her türlü sorumlu-
luğu yazarlarına aittir.

* Yayınlanmak üzere gönde-


rilen yazılar yayınlanmadığı
takdirde iade edilir.
GıRış
Büyük Fransız tarihçisi Jules Michelet (1798 - 1874) XVIII. yüzyıl için "Büyük
Yüzyıl" diyordu. Gerçekten de xıx. yüzyılda yaşayan birinin gözüyle geçmişe bakıl-
dığında en önemli yüzyılın Aydınlanma çağı da denilen XVIII. yüzyılolduğu açıkça
görülür. Kimler yok ki bu dönemde. XiX. yüzyılı ve sonrasını kuran düşüncelerin sa-
hipleri; Hume, Berkeley, Diderot, Voltaire, Montesquieu, Rousseau, Vico, Herder ve
1804 yılında ölümüyle aynı zamanda bir çağı da kapatan KanLhep orada.
XX. yüzyılda yaşayan birisi için en önemli yüzyıl hangisidir acaba? Bu sorunun
karşılığı da yalın ve kolay: XiX. yüzyıl tabii ki. Günümüzü kuran bütün büyük dü-
şünceler bizden önceki yüzyıla aiL Bizden sonraki yüzyılda yaşayanlar için XX. yüz-
yılın yıkımlar ve kuruluşlar çağı olacağı kesin elbette. Ama düşünürler yüzyılı olma-
yacağı da açık. Oysa bizden önceki iki yüzyılın da en belirgin özelliği, yazar ve düşü-
nürler açısından zenginlikleridir. Hatta XiX. yüzyıl bu konuda XVIII. yüzyıldan daha
ileride ve daha zengindir. Dünkü yüzyılın düşünce evrenini üç deha aydınlatmaya baş-
lar: Goethe, Hugo ve daha da çok HegeI. Anlatı türü belki de altın çağını bu arada ya-
şamıştır. Dostoyevski, Tolstoy, Gogol, Flaubert, Balzac, Dickens, Zola oradadır-
lar. Felsefe ve bilimler de bağımsızlık doruğuna bu yüzyılda tırmanır: Darwin, Comte,
Marx, Engels, Feuerbach, Schopenhauer, Netzsche, Kierkegaard, Schelling, "Avrupa
dehasının son büyük adı" Bergson ve nihayet Bergson gibi bir XiX. yüzyıl adamı sa-
yılması uygun düşecek olan Freud. Gerçekte bu yüzyılı bitiren olay Birinci Savaş'tır.
XiX. yüzyılda batı düşüncesinin üç doruk yarattığından söz edilir. Marks, Niet-
zsche ve Freud(l). Aslına bakılırsa Nietzsche'nin bu üçlü arasında yeri pek yok gil:>idir.
Yüzyılın başında yaşayan Hegel diğer iki düşünürün yanına daha çok yakışır. Çünkü
Hegel, Marks ve Freud, görünen -gerçeğin arkasında yöneten- gerçeğin olduğu görü-
şünü değişik alan ve boyutlarda araştıran ve söyleyen düşün ür olmak bakımından bir-
birine çok benzer. Onlar, bir açıdan bizim eski zahir/batın almaşık yumağının sonucu
olarak Hamit'in söylediği "dışı sükun ile zahir, derunu mahşerdir" dizesinin kapsam ve
yönelişini konu olarak seçmişlerdi. Hegel Geist (Evrensel Ruh) ve onun nesnelleş-me-
sini kavramlaştırarak düşüncesinin merkezine koymuştu. Marks da alt-yapı/üst-ya-pı
diyalektiğini tarihı ve toplumsal alana uygulamaya girişmişti. Freud ise Hegel'in Ge-
ist'ına, Marks'ın alt-yapısına (under-bau) karşılık bilinçaltı (unconscious) kavramını
bütün düşüncesinin temeline yerleştirmiş ve bir bakıma "bilinçaltının kaşifi" olmuş-
tur. Bu üç düşünür de sırasıyla evren-toplum-birey sürekliliğinde makro incelemeden
mikro incelemeye doğru varlık ve bilgi sorununa yaklaşım geliştirmeye çalışmış-Iar-
dır. Böyle bir yaklaşım aslında yapısalcılığın da düşünsel çerçevesini oluşturmak-ta-
dır. Berna Moran, bundan dolayı yapısalcılığı anlatmaya başlarken Hegel'den söz et-
memekle birlikte Marks ve Freud'un görünen-gerçeğin arkasındaki yöneten-gerçeği ir-
delediklerini belirtir :
"Kendi alanlarında yapısaıcı bir yaklaşımı başlatmış iki önemli düşünürden söz edilir bu konuda :
Marx ve Freud. Bilindigi gibi Marx"ın ana ilkelerinden birine göre hayatı belirleyen bilinç degil, bilinci belir-
leyen hayattır. Insanların düşüncesi, içinde bulundukları hayat koşulları tarafından belirlenir. Bu koşullar
her şeyden önce üretim araçlarının, biçiminin ve ilişkilerinin oluşturdukları alt yapıdır. Bir toplumun huku-
kunu, sanatını, ahlak felsefesini vb., yani üst yapısını ins(ln kafası bagımsız olarak kendi başına yaratmLlz;
bunlar alt yapının belirledigi şeylerdir. (...) Beri yandan Freud da insan bilincinin belirleyicisini bUlmLlya ça-
lışmıştı; (. ..) o da insan düşüncesinin bagımsız olmLldıgını iddia eııi, amLl belirleyici olarak ekonomik alt
yapıyı degil bilinç altını gösterdi. Davranışlarımız, görüşlerimiz için gösterdigimiz nedenlerin gerçek ne-
denler olmLldıgını, gerçegi bUlmLlk için bilinç altına inmemiz ve bu mekanizmanın yasalarını keşfetmemiz ge-
rektigini söyledi. Kısacası Freud da, yüzeydeki fenomenlerin altında yatan ve onlara anlam kazandıran,
onları açıklayan bir alt yapı sistemini ortaya çıkarmaya çalışmıştP).
İşte bu çalışma, Freud'un bilinçaltının derinliklerine dogru yaptıgı araştırma
gezisini anlatma amacıyla yapılmaktadır ve çalışmanın başlangıcını da sonunu da be-
lirleyen eksen, psikanalizin öyküsü ve edebiyatla ilgisidir.
PSİKOlOJl ve PSİKANAL1ZİN TARİHÇESİ
Psykhe, (ruh, nefes, zihin) ve logos (söz, bilgi) sözlerinin birleşiminden adını a-
lan psikoloji, bir uyaran karşısında insan ve hayvan organizmasının verdigi gözlemle-
nebilir tepki ve davranışları inceleyen deneysel bir bilimdir.
Psikolojide kullanılan bellibaşlı yöntemler; dogal ortamda gözlem, biyografik
gözlem, görüşme, test, laboratuvar ve istatistik yöntemi biçiminde sıralanabilir.
Psikoloji tarih içinde iki dönem geçirmiştir. Artik Çag'dan XiX. yüzyıla kadar ki
döneme klasik psikoloji, bu yüzyıldan günümüze kadarki döneme ise sistematik psi-
koloji adı verilmektedir. Modern psikolojinin kurucusu olarak kabul edilen psikolog,
1870 (1879) yılında leipzig'de ilk psikoloji laboratuvarını kuran Wilhelm Wundt'tur
(1831 - 1920). Psikolojinin vazgeçilmez ortamları olarak görülen psikoloji laboratu-
varıarı Amerika'da 1883, İngiltere'de 1913 ve Türkiye'de 1915 tarihinde açılmıştır.
Her bilim gibi psikolojinin de kendi içinde dalları bulurmaktadır. Bu bilimin bu-
günkü başlıca dalları şunlardır:
ı. Sosyal Psikoloji
2. Psiko - Patoloji
3. Genetik Psikoloji
4. Pratik Psikoloji
Burada bizi ilgilendiren psikoloji dalı ikinci sıradaki bilim dalıdır. Psiko - pa-
toloji ya da psikiyatri, bir kurumda bakılacak kadar akıı saglıgı bozulmamış, olagan -
dışı davranışlar gösteren insanları iyileştirmeye çalışır. Tıbbı psikoloji de denilen bu
dalın kuucusu olarak Freud gösterilmektedir.
Psikoloji de değişik ekol/akım/çıgırlarınve anlayışların yer aldıgı bir bilimidir.
Sistematik psikoloji döneminde ortaya çıkan ve izleri günümüze dek süren psikoloji
akımlarından bazıları şunlardır:
ı. Strüktüralizm (YapısalcılıkjBilinç Psikolojisi ya da Zihin yapısıyla ilgili psi-
koloji) akımının temel yöntemi "içebakış"tır. Yukarıda anılan Wundt bu akımın en
önemli temsilcisi idi. Davranışları ikinci plana atan Strüktüralistlere daha çok aşagıda
sözü edilecek olan Behavyoristler eleştiri yöneltmişlerdir.
2. Fonksiyonalist (Zihin görevleri ile ilgili) Psikoloji akımının en önemli temsil-
cileri William James (1842 - 1910) ile John Dewey (1859 - 1953) dir. Bu akım bir
bakıma Pragmatizmin psikolojideki uzantısıdır.
3. Behavyorist (Davranışçı) Psikoloji akımının kurucusu J. B. Watson (1878 -
1958) dır. Bu akım psikolojiyi bir doga bilimi gibi görür ve davranışları esas alır.
4. Gestalt (Bütünlük) Psikolojisi akımı, davranışları bir bütünlük içerisinde in-
celer. Bu akımın en önemli temsilcileri K. Koffka (1889 - 1941) ve W. Köhler (1887 -
1967)dır. Bu akıma göre bütün, parçaların toplamından daha fazla bir anlam taşır(l).
5. Psikanaliz ya da Derinlik Psikolojisi denilen akımın kurucusu ise Freud'dur.
En önemli bulgu ve kavramları "bilinçaltı"dır. Freud'a göre bilinçaltı bir buzdagı gi-
bidir. 9/8'i su altında saklı yüzer, 9/1 'i göze görünür. Düşler bilinçaltının özgürce, ama
simgeselolarak su yüzüne çıktıgı alandır. Ve yine düşler, bilinçaltına götüren kral yo-
ludur. O yüzden psikanaliz için var olmak, Descartes'ın önermesindeki gibi düşünmek
degil düş gönnektir, Özgürlük de Spinoza'nın dedigi gibi zorunlulugun bilinci bilinci
ve onun kavranması degil bilinçaItının doyurulmasıdır.
Psikanaliz nasıl, ne zaman ve hangi ortamda ortaya çıkmıştır, ,~ir yöntem ve bir
çıgır olarak gelişim aşamaları nedir? Varlıgını kimlere borçludur? Onemi nedir? Bu-
nun gibi bir yogun soruya karşılık verebilmek için, konuya ilgi duyan bir kişinin önün-
de iki türlü bilgi kaynagı bulunmaktadır. Bunlardan biri, psikanaIizle ilgili monografi
ve çözümleme çalışmaları; diğeri de doğrudan psikanalize emek vermiş ve ona katıl- .
mış kişilerin, özellikle de Freud'un yazılarıdır. Biz bu ikinci yolu seçeceğiz. Ancak
Freud'un psikanaliz üzerine anı, bilgi ve savunma yüklü yazılarına geçmeden, onun ya-
şayışı ve yazdıkları üzerine bilgi vermek, bu akımla kişiliği heryönüyle sarmaş dolaş
olan Freud'un anlatımlarına zemin olacağından, bir gereklilik ve hatta zorunluluk
olarak görünmektedir.
Sigmund Freud semitik kökenli orta halli bir yün tüccannın oğlu olarak Moravya'da (Çekoslovakya)
dünyaya gelir (6.5.1856). Freud daha dört yaşındayken, ailesi Viyana'ya taşınır ve oraya yerleşirler. Avus-
turya onun için entellektüel kimliğini kazandığı mekan olmuştur. Çünkü bütün eğitim aşamalannı bu kentte
geçirir. l873'te tıp öğrenimine başlar, değişik enstitü ve hastanelerde çalışır. l88l'de doktor, l885'te nöro-
patoloji doçenti olur. l885-1886'da, Paris'te Dr. Jean Martin Charcot'un yanındadır. Böylece Charcot'nun u-
yutum yöntemini (hipnoz) tanır ve ondan önemli ölçüde etkilenir. Klasik yöntemlerden oldukça farklı olan
bu yolla yaşantıda cinsellik ve bilinç-dışının önemini kavrar, Charcot ve çevresi uyutumla aşılama(telkin)yı
birlikte kullanıyorlar ve özellikle histeri iyiletiminde kullanıyorlardı. Viyana'ya dönen Freud, orada Josef
Breuer'in uyutumu aşılama için değil anlattırma için kullandığını görür. Breuer, histeri üzerine ilgisinin çok-
luğunu görünce, bu konuda Freud'la çalışmaya başlar. Freud bu arada sonradan psikanalizde önemli bir kav-
ram olacak olan ve Aristoteles'in Poetica'sında kullandığı katarsis (anndırma/boşaltma/rahatlama) sürecini
tanır. Serbest çağnşım ile katarsis arasında ilgi kurarak, histeri iyiletiminde aşılama ve anlattırma yerine u-
yutumsuz konuşmayı kullanmaya yqnelir. 1902'de profesör olur. i909'da ABD'ne gider. Massachussettes
eyaleti Worchester kentindeki Clark Universitesi'nin rektörü psikoloji profesörü G. Stanley Hall'in, üniversi-
tenin kuruluşunun yirminci yıldönümü için konferans vermeye çağırması üzerine gittiği Amerika'da beş kon-
ferans verir. Bu arada Freud'a onur doktorası verilmesi ve Amerika'da gördüğü ilgi kendisi için kıvanç ve u-
mut verici olmuştur. Yine Amerika'da iken, ölmek üzere olan William James'in Freud'a psikolojinin gelece-
ğinin kendisine bağlı olduğunu söylemesi de Freud'u onurlandmr. Dönüşünden 1939'a kadar ki devre psika-
nalizin başan ve yayılma devresidir, 1933'te Naziler kitaplannı yakar, yükselen anti - semitizm dalgası ve A-
vusturya'nın 1938'de Hitler ordulannca işgali karşısında Londra'ya gitmek zorunda kalır. Son yıllan, bu ne-
denle semitik duygulannın güçlendiği birdönemdir. 23 Eylül 1939'da Londra'da çene kanserinden ölür.
Freud'un başlıca eserlerini şöylece sıralayabiliriz:
Studien über Hysterie (Histeri Üzerine Incelemeler, Josef Breuer ile birlikte, 1985); Traum.deutung
(:Düş Yorumu, 1900); Zur Psychopathologie des Alltagslebens (: Günlüle Yaşayışın Psikopatolojisi Uzerine,
1904); Drei Abhandlungen zur Sexual theorie (:Eşeylik Kuramı U.zerine Uç Deneme, 1905); Totem und Tabu
(1913); Zur Einfuhlung des Narzissmus (:Narsizmin Eşduyumu Uzerine, 1915); Zeitgemasse über Krieg und
Tod (:Savaş ve Olüme ılişkin Çağdaşlık, 1915); Vorlesungen zur Bin:führung in die Psychoanalyse
(:Psikanalize Giriş Dersleri, 1916); Jenseits des Justprinzips (:Haz llkesinin Otesi, 1920); Massenpsychologie
und !Ch - Analyse (: Kitle Psikolojisi ve Kişilik Çözümlemesi, 1921, 1921); Das !ch und das Es (: Bilinç ve
Bilinçaltı, 1923); Selbsdardarstellung (:Kendini Sunuş, i925); Der Untergang des Odipuskomplexes (:
Oidipus Kompleksinin Ortadl!n Kalkışı, 1924); Zur Geschichte der Psychoanalystichen Bewegung
(Psikanaliz HareketininTarihi Uzerine, 1924); Die Zukunft einer lllusion (:Bir Yanılsamanın Geleceği
Uzerine, 1924); Hemmung, Symptom und Agst (:Bastırma, Belirti ve Kaygı, 1926); Das Unbehagen in der
Kultur (: Uygarlıktı! Bunalım, 1930); Neue Folge der Vorlesungen zur Einführung in die Psychoanalyse
(:Psikanalize Giriş Uzerine Yeni Dersler, 1933); Warum Krieg? (: Savaşmak Niye?, 1933); Der Mann Moses
und die Monotheistische Religion (Musa ve Tek - Tanncı Din, 1937)
Freud'un eserleri ölümünden bir yıl sonra toplu olarak da basılmıştır: Gesammelte Werke (: Toplu
Eserler, 1940)
Yukarıda belirtilen eserleri dışında Freud'un pek çok küçük yazısı vardır. Psi-
kanal iz üzerine Beş Konferans (Eylül, 1909), Psikanalizin Tarihçesi (1923), Psycho -
Analysis (1926) ve Psikanalize Toplu Bakış (1938) adını taşıyan yazıları bunlardan
birkaçıdır ve psikanalizin geçmişi ile ilgili pek çok önemli bilgi bu yazılarda bulun-
maktadır. Bu yazılar içinde konumuz açısından en önemlisi 1923 tarihli olandır.
Bununla birlikte, hem bu yazıdan, hem de diğer yazılardan yararlanarak psikanalzin ta-
rihçesini özetlemeye çalışacağız(2).
Uyutumla aşılama ve uyutumla anlaturmadan yola çıkarak serbest çagrışım
yöntemini geliştiren, katarlik yöntemden bir psikanalitik psikoterapi yöntemi yaratan
ve aynı zamanda psikanaliz teriminin de bulucusu olan Freud, hiçbir zaman psikanalizin
her yönüyle kendi buluşu oldugunu ileri sürmemiş, tam tersine, her denk düşürdükte
bu işin öncesinin ve öncülerinin oldugunu vurgulamıştır. Kendisinin de belirttigi gibi
"psikanalizin gökten zenbiIIe indigini sanmak dogru olmaz." Psikanalizin geçmişini
yazmak isteyen bir kişi onun kaynağındaki etkileri ve ondan önceki dönemleri de ele
almalıdır. Freud bu konuda kendinden önce çalışan iki kişiyi özellikle belirtir : Dr.
Charcot ve Dr. Breuer. "Psikanalizi bu/up ortaya koymak bir yararlıksa söz konusu ya-rarlıgın şerefi
bir başkasına (Breuer) aittir. Bu bilim dalının ilk gelişim evresine benim bir katkım olmamışıır. Breueı:. ve
ben katarıik iyiletime ilişkin araşıırmaya başladıgımızda, dogrudan Charcol'nun etkisi altındaydık." Ote
yandan pek çok filozof psikanalize öncülük etmiştir. Bunlar arasında bilinçsiz istem de-
yimine psikanalizdeki libidoya benzer gözle bakabilecegimiz Schopenhuer başta gel-
mektedir. Bunun yanında Freud çocuk cinselligi konusunda da Dr. Stanford Bell'in
öncülüğünü belirtir. Uyutumun da tıp bilimine l880'li yıllarda Liebault, Bemheim,
Heidenhain ve Fore! gibi hekimler aracılıgıyla girdigini söyler. Mustafa Şekip Tunç, bi-
linçaltı kavramını Freud'un bulmadıgını, ondan önce Pierre lanet ve Leibniz'in bilinçal-
tından söz ettiklerini, ancak kavramın içerigine ilk deginenin Freud oldugunu bildirir.
Buna karşılık Freud "psikanaliz hiçbir bakımdan lanet'in çalışmaları üzerinde temellenmiş degildir"
der(3). Gerek Freud, gerekse psikanaliz üzerine çalışanlar, Breuer'le Freud'un 1895'te
yayınladıkları ortak çalışma "Histeri ÜzerineIncelemeler" ve Freud'un 1900'de yayın-
lanan "Düş Yorumu" adlı eserine psikanalizin başlangıç evresinde yer almaları bakı-
mından özel bir önem verirler. Breuer, ortak çalışma yayınladıktan sonra uzmanlık
alanı olan dahiliyeye döner ve gerçekle bagı bir ölçüde kopmuş kişilerin konu alındığı
nevratik incelemelerden uzaklaşır. Buna koşut olarak Freud da Breuer ve Charcot'nun
uyutum yöntemini bırakır. Bu üç kişinin aşamalı katkılarıyla psikolojide organik ve
fonksiyonel bozukluklardan başka bozukluklar olmadıgı ve iyiletim için de duygusal
degil organik girişimlerin sonuç verecegi yolundaki anlayış artık geride bırakılır.
Dogaldır ki Freud bu konuda en büyük katkıyı saglayan kişidir. Böylece psikanaliz,
XiX. yüzyılda oldukça yaygınlaşan organik-fonksiyonel psikopatoloji anlayışına tepki
biçiminde ortaya çıkmış olmaktadır.
Gerçekte Freud'un ortaya koyduğu düşüncelerin temelinde katarsis kavramı var-
dır. Katarsis kavramı düşünce tarihinde degişik alanlara uygulanmıştır. Antik Çağ'da
Platon ölümü katarsis olarak görür. Platon için ölüm geçici evrenden ve bedenden ger-
çek evrenine geçiş sırasındaki "arınma"dır. Kişi ölmekle geçici evrenden ve bedenin-
den arınır. Bu anlayış sonradan mistik-metafizik öğretilerin "tasfiye-i dertın" işlemine
kaynak olmuştur. Aristote!es de katarsis kavramını Poetika'sında kullanır. Sanat kura-
mı konusunda bir ilk eser olan Poetika'da yalnızca bir kere altıncı paragrafın ikinci
cümlesinde geçen katarsis, Aristo'ya göre ruhu tutkulardan arındırmaktadır; bu işi de
tragedya gerçekleştirir : 'Tragedyanın ödevi, uyandırdıgı acıma ve korku duygu/arıyla ruhu lu/ku/ar-
dan temiz/emeklir(4). Klasiklerden Fransız tragedya yazarı Racine'in katarsise bakışı da tut-
kulardan arındırma ile ilgilidir. Toplumbilirnde katarsis, toplumsal baskıdan kurtulma
biçiminde kendini gösterir. Diger bilim dallarında da buna benzer tanım ve yaklaşım-
lara konu olan katarsis, psikanaliz için temel psikoterapik amacı 0Iuşturur(5). Breuer'in
ünlü hastası Anna O.nun "baca temizliF' ya da "konuşma kürü" adını verdigi katar-
sis'in saglanması için Freud serbest çagrışım yöntemini geliştirmiştir. Bu yöntemle bir-
likte düşler ve günlük yaşayıştaki kimi davranışlarımız da katarsis'e ulaşmamızı sağ-
lar. O yüzden, Freud'un düş yorumuna, hekim-hasta konuşmasına ve günlük yaşayı-ş-
taki ilginç ve istemsiz davranışların anlamlandırılmasına verdiği önem, ancak katarsis
çevresinde ve onunla ilgilendirildigi ölçüde önem ve deger kazanır. Belki de bütün psi-
kanaliz katarsisten ibarettir diyebiliriz. Tabii burada katarsisten söz ederken, arındır-
manın karşıtını ve nedenini, yani bastırma, geri gönderme, ket vurma, tıkıştırma, sı-
kıştırma, röfülman (refoulement) gibi adlarla dile getirilen repression ve bastırmamn
gerçekleştigi kişilik katmanlarını (id, ego, süper ego) da özenle anmalıyız. Ancak bu n-
lardan ileride ayrıca söz edecegimizden dolayı, psikanalizin yöntem açısından gelişi-
mini artık bir yana bırakıp, zaman içerisindeki evre, yayılma ve tepki sorunlarına dön-
mek gerekiyor.
Freud profesör olduktan sonra, "Çarşamba Toplantıları" diye anılan oturumlar
düzenlemeye başlar. Bu oturumlara ilk katılanlar Alfred Adler, Max Kahane, R. Reitler
ve Wilhelm Stekel olur. Aralarında psikanalitik sorunları tartışırlar. 1907'de aralarına
güçlendirici bir katılma olur, İsviçreli psikiyatristler Bleuler ile Jung ve çalışmalardan
etkilenen Sandor ve Ferenczi, Karl Abraham gibi geleceğin ünlü psikanalistleri top-
luluga girerler. Söz konusu toplantılara katılan yirmi iki kişi, 1905'de Viyana Psika-
naliz Enstitüsü'nü kurar. Enstitü 1920'de Uluslararası Psikanaliz Birligi'ne dönüşür.
i900'lerin ilk on yılında psikanaliz aşagı yukarı yalnızca Freud çevresinde işlenirken,
ikinci on yılından başlayarak bir topluluk çalışmasına ve akıma/çığıra yol açar.
Freud'un ilk çalışmalarından beri psikanaliz ilgi odağı olmuştur, tepkiler al-
mıştır. Ancak anılan ilk on yılda bu tepki bütünüyle olumsuz niteliktedir. Bu olumsuz
tepkiyi Freud psikanalizin özüne bağlar. Çünkü ona göre "psikanaliz, uygar insanlıgın
önyargılarını en etkilenebilecek yerinden yaralıyordu. Uygarlık yüzünden bilinç dışına
bastırılmış olan şeyleri ortaya çıkarması dolayısıyla psikanaliz her bireyi bir tepki gös-
termek durumunda bırakıyor ve böylece çağdaşlarının çözümleyici tedavi altında he-
men karşı koyma durumuna geçen hastaları gibi davranmalarına yol açıyordu. Bundan
başka psikanaliz teorilerinin dogruluğuna iyice inanmanın ve psikanalizin tekniği hak-
kında bilgi edinmenin güç olduğunu da kabul etmek gerekir"(6).
Freud'un sözünü ettiği bu karşı koyma ve güçlüklere karşılık psikanaliz ikinci
on yılından başlayarak bir akım/çığır durumuna geçmiş ve baglıları bir topluluk oluş-
turmuşlardır. Psikanaliz akımının en önemli kişileri olarak şu adlar gösterilmektedir :
- Karl Abraham (1877 - 1925) çocuk cinselliği üzerinde durmuştur.
- Alfred Adler (1870 -1937) Bireysel Psikoloji Okulu'nun kurucusudur.
- Erik Erikson (1902 - ) ego psikolojisini incelemiş, toplumsal değişmenin birey üzerindeki et-
kisini vurgulamıştır.
- Anna Freud (1895 - ) Freud'un kızıdır. Çocuk psikanalizi üzerinde çalışmıştır.
- Erich Fromm (1900 - 1980) psikanalizi marksizmle uzlaştırmaya çalışmıştır. Ancak marksistlerce
benimsenmemiştir.
- Karen Homey (1885 - 1952) kişilikte güvence kavramı üzerinde durmuştur.
- Emest Jones (1879 - 1958) psikanalizi sanat, edebiyat ve folk1ora uygulamıştır. Freud'un
biyografıdır.
- Cari Gustav Jung (1875 - 1961) Analitik Psikoloji Okulu'nu kurmuştur.
- Melanie KJeine(l882-1860) çocuğun oyun la iyiletimi yöntemini geliştirmeye çalış-mıştır.
- Jacques Lacan (1901 - i 98 i) yapısal dilbilimini psikanalize uygulamıştır, kastrasyon fobisi (organ
kesilmesiyle ilgili korku) ve dil arasındaki ilişkileri ele almıştır.
- Ono Rank (1884 - 1939) doğum travmasının psikolojik etkileri üzerinde durmuştur.
- Wilhelm Reich (1897 - 1957) Biyolojik Enerji Kuramı diye tanınan "Orgon Teorisi"ni ortaya at-
mış, 1942'de Orgon Enstitüsü'nü kurmuştur. 1956'da bir ABD mahkemesi altı ton kitabını yaktı. Reich tutu-
kevinde öldü.
1940'larda yine ABD'de Yeni-Freudçuluk akımı ortaya çıkmıştır. Yukarıda anı-
lan Homey ve Fromm'la birlikte Frank Aleksandr, Abram Kardiner ve Harry Stock Sul-
livan bu akımın başlıca savunucularıdu. Akımın en önemli özelligi psikanalitik veri-
lerden toplumbilimsel çıkarsamalar yapmaya çalışması ve başta marksizm olmak üze-
re toplumbilim kuramlarının "eksiklerini gidererek" yeniden yaşar kılmaktır. Ne var ki
bu tutum salt yararcı gerekçelere dayandığı için ne psikanalizcilerce ne de marksist-
lerce benimsenmiştir.
Psikanaliz bütün beşeri bilimler ve sanatlar, hatta felsefe akımları üzerinde (ör-
nekse Existansiyalizm) etkili olmuşsa da, bir türlü tıp biliminin yapısı içerisinde özüm-
senememiş ve genelde bu alandan kopuk kalmıştır. Freud bile bir ara psikanalizi
tıptan bütünüyle bağımsız bir alan q!arak tanımlamayı düşünmüştür. Psikanaliz ancak
1944'te Sandor Rado'nun Columbia Universitesi'nde kurdugu Psikanalitik Enstitü ile ilk
kez bir üniversite çatısı altında yer almıştır(/).
Psikanaliz akımı çeşitli yayınlarda da etkisini göstermiş ve savunulmuştur. Bu
yayınlarla ilgili bilgileri de Freud'un 1923'te yazdıgı "Psikanalizin Tarihçesi" adlı ya-
zıdan aktaralım :
"Freud ve Bleuler yönetiminde Jung'un yayınladıgı ve Birince Dünya Savaşı çıktıgında yayını dur-
durulan Jahrbuchfiir psychoanalytische und Psychopatologische (Psikanaliz ve Psikopatoloji Araştırmaları
·Yıllıgı (1909-1914) Adler ve Stekel'ce yönetilen Zentralbla/l für Psychoanalyse (Psikanaliz Temel Dergisi-
1911). Bu derginin ye-rine daha sonraları Internationale Zeilchrift für Psychoanalyse (Uluslararası
Psikanaliz Dergisi-1913) yayınlanmaya başlamıştır. Psikanalizin manevı bilimlere uygulanması amacıyla
Rank ve Sach'ın kurdugu lmago 1912'den beri yayınlanmaktadır. Anglo-Amerikan doktorların psikanalize
duydukları ilgi Psycho - Analytic Review'in (Psikanaliz Dergisi) 1913'te kurulmasıyla belli olmuştur. 1920'de
1nlernational Journal of Psycho- Analysis (Uluslararası Psikanaliz Dergisi) Ernest Jones yönetmenliginde ya-
yınlandı. Bu dergi Ingiliz okurlara yönelikıi.lnternationaler Psycho-analytischer Verlag ve (Ingilizce'de) onu
karşılayan The lnternational Psycho-Analytical Press (Uluslararası Psikanalistik Yayınlar), fnter-nationale
Psychoanalytische Bibliothek (Uluslararası Psikanaliz Kitaphgı) adı altında konuyla ilgili yayınlar yapmıştı.
Psikanalizle ilgili yazıların genelolarak psikanaliz toplulukları tarafından desteklenen bu dergilerden başka
yerlerde bulunmadıgını söylemek yanlıştır. Psikanalizle ilgili yazılar, daha birçok bilim ve edebiyat yayınla-
rında da yer almıştır. Psikanalize ilgi gösteren Latin dergileri arasında Lima'da(Peru)H. Delgado tara-
fından yayınlanan Rivista de Psiqiatria'yı saymak gerekir,,(B).
PSİKANALİZDE TEMEL KA VRAMLAR VE GÖRÜŞLER
Libido:Bizce libido psikanaliz kavramlarının başında gelir. Çünkü onun anlaşıl-
ması ya da yanlış anlaşılmasının önlenmesi, psikanalizin anlaşılmasıyla doğrudan
bağlantılıdır. Libido, Freud'a göre psikanaliz ile elde edilmiş verileri incelemeye yara-
yan "varsayımsal kavramların en önemlisi"dir. Belli bir nesneye çevrilmiş cinsel istek-
lerin gücü demektir. Freud bu tanımda geçen "cinsel" terimi üzerinde özellikle durur.
Ona göre "cinsel" terimi libido tanımı içerisinde, günlük anlamındakinden daha geniş
bir anlamda kullanılmıştır, Psikanalizin yalnızca katıksız cinsel güdüleri ele aldığı sa-
vının temeli işte bu cinsel sözünün dar anlamda kullanılmasından kaynaklanan bir ya-
nılgıdır. Böylece psikanalizi bir pan-seksüalizm kuramı olarak tanıtanlara da Freud kar-
şılık vermekte, saptırmayı önlemeye çalışmaktadır. Ancak bunun yanında libido kura-
mının heniz dört başı mamur olmadıgını ve genel bir içgüdüler kuramı ile libido kura-
mı arasındaki ilişkilerin de açıkça ortaya konulamamış bulundugunu belirtir. Freud li-
bido kuramının fızyolojideki kimyasal süreçlerle ilgisi olduğuna da değinmekle birlikte
kesin temellendirmelere gidememiştir. Bunun sonucunda "libido teorisini şimdilik sa-
dece felsefi yollardan geliştirebiliriz" demek zorunda kalmıştırO). Aynca libido kura-
mının, Jung'un genel psişik içgüdü enerjisi ile, Bergson'un yaşama atılımı (elan vital)
ile ve Reich'ın biyo-psişik enerjisi (orgon) ile bir tutulmaması gerektiğini de belirtelim.
Yine de libido kuramının günlük dildeki "cinsel"likle ilgisiz, daha geniş bir kavram i-
çerdiğini vurgulamak ve yanlış anlamanın yukandaki diğer kuramlarla kanştırmaktan
daha yanlış sonuçlara götürebileceğini söylemek gerekir. Bu nedenle belki libidoyu ki-
şinin öz niteliklerinden biri ve "derin tutkulu istek" diye açıklamak yerinde olur. Freud
belli bir nesneye yönelmiş olan bu derin tutkulu isteği nesne - libidosu diye adlandınr.
Eğer bu istek gerçekleştirilme yolundan alıkonursa o zaman narsistik - libido ya da di-
ğer bir deyişle ego-libidosu durumuna dönüşebilir. İşte bu doyurulma-mış derin tut-
kulu istek, kişinin çevreyle uyumunda sorun yaratabilecek düzeye geldiğinde, yani ho-
meostatis bozulduğunda, -eğer libido kuramını yanlış anlamamışsam- kişi bu uyumu
ve kendi içinde bulunan kişilik katmanlarındaki dengeyi yeniden sağlayabilmek için sa-
vunma düzeneklerine başvurur. Bu savunma düzenekleri şöyle sıralanmaktadır:
Savunma Düzenekleri :(2)
a. Bastırma (Repression, Refoulement) : tık olarak Freud'un ortaya attığı bas-
tırma kavramı, çağdaş dinamik ruh hekimliğinin gelişmesinde de temel kavramlardan
biri olmuştur. Bastırma bütün öbür düzeneklerin de temelidir. Kısaca isteklerin bilin-
çaltına atılması ve yok sayılmaya çalışılmasıdır. Ancak bu istekler hiç bir zaman yok
edilemez, değişik davranış süreçleri biçiminde yeniden ortaya çıkarlar. Unutkanlık,
atlama, erteleme, yanlış anlatma gibi davranışlar bastırma belirtileridir.
b. Bastırma ile çok benzeşen ve birçok durumda ondan ayırdedilmeyen bir sa-
vunma düzeneği de yadsımadır (inkar, deial, denegation). Bu durumda bilinçaltına
atılıp bastırılan olgu bilince çıkar ve bilinçli olarak yok sayılır. Yadsıma, bir bakıma
devekuşu felsefesi uygulamaktır.
c. Yansıtma (Projektion): Kişinin kendi istek ve durumunu açıkladıgında olum-
suzlanacagı kaygısıyla kendi içinden geçenleri karşısındakinin ist~k ve durumlan imiş
gibi göstermesi yansıtma düzenegi olarak adlandırılmaktadır. Omegin çevresinden
nefret eden birinin "çevrem benden nefret ediyor" biçiminde açıklama yapması böyle
bir durumdur.
d. Içe atım (lntrojektion) : Bir nesnenin yok edilme ya da benlik içinde yaşa-
tılma amacıyla benlige alınması ve onun sanki ayrı bir nesne imiş gibi içeride tu-
tulması, gerekirse yaşatılması, gerekirse yok edilmesi ilkel bir savunma düzenegidiro
e. Bölünme (Splitting) : Içe atılan nesnenin iyi ve kötü yanlarının ayrı tutulmaya
çalışılması ve egonun bu ayrı tutma karşısında ilgisiz kalarnayarak bölünmesidir.
Şizofreninin temelinin bu bölünme oldugu düşünülmektedir.
f. Çözülme(Dissociation) : Unutma, bayılma, uykuda gezme gibi belli davra-
nışların açıklanmasında yararlanılan bu kavram, kişinin tanınan kişiliginden bagımsız
olarak, sanki başka bir kişilikmiş gibi, ama otomatikçe davranışlar göstermesi diye ta-
nımlanmaktadır. Çift yada çogul kişiciliğin açıklanmasında kullanılmaktadır.
g. Yer Degiştirme (Displacement, Dcplacement) : Bir dürtünün asıl nesnesinden
başka bir nesneye yönelmesidir. "Eşeğini dövmeyen semerini döver".
h. Kendine Yönelme (Tuming toward one's selt) : Gerçek nesnesinde gerçekleş-
tirilemeyen tutku ve istekleri n kişinin kendi üstünde gerçekleştirilmesidir. Intihar bu
kavramla açıklanmaktadır.
ı. Karşıt-Tepki Kurma (Reaction - Formation) : Yasak ve olumsuz sayılan dürtü
ve egilimler bireyi sıkıştırdıgında bunlara karşı geliştirilen olumlu davranışlar bu dü-
zeneğin sonucudur. Bu düzenekte, insanın bir bakıma kendisiyle savaşı söz konusudur.
i. Kavranırlaştırma (lntellectualisation) : Bu düzenek daha çok okumuşlarda gö-
rülür. Kişi kendi sorunları yerine evrensel sorunları dile getirir, genel eleştiriler yapar,
ama anlattıklarının kendi bunalımlarıyla ilgisini yadsır. Bölünme ve çözülme ile de
ilgili bir düzenektir.
j. Yalıtma (Isolation) : Yaşantılarımızın bilişsel ve duygusalolmak üzere iki
yanı vardır. Işte bu yaşantılar sonradan anımsanırken bu yanlardan biri bastırılır ve bu
yana duyarsız kalınırsa bu düzenege yalıtma denir. .
k. Ussallaştırma (Rationalisation) : Açıklanması sıkıntı veren olayları daha usa
yatkın biçimde açıklama düzenegi. "Düşmeseydim zaten inecektim."
ı. Döndürme (Conversion) : Saldırganlıkla sonuçlanabilecek bir bunaltının orga-
nizmada geçici işlev bozuklugu yaratarak atlatılması. Böyle bir savunma yalnız bunaI-
tının yatıştırılmasına degil, aynı zamanda bireyin bir hasta olarak görülmesine ve
sorumluluklarından bir süre uzak tutulmasına da yarar.
m. Somutlaştırma (Concretisation) : Açıklanması zor olan örtük ve soyut ol-
guları somut nesne ve olgular gibi varsayarak düşünmenin saglanması.
n. Yap - Boz (Undoing) : Düşüncede bir olay kurguladıktan sonra bunu gi-
dermek için önlemler almak ya da yadsımak.
o. Saplanma (Fixation) : Kişinin büyüme ve kişiligin gelişme aşamalanndan
birinde yaşanan olay ya da davranış ın ilerideki yaşantılarında da yinelenmesi.
ö. Gerilme (Regression) : Ulaşılmış bir dönem kişi için ileri düzeyde bunaltı
doguracak olursa, daha önceki bir döneme gerileme kişinin başvurabilecegi bir sa-
vunma yoludur.
p. Düş Kurma(Fantasy Formation, Day Dreaming) : Kişinin gerçek yaşantıla-
nnda doyuramadıgı istek ve dürtülerini düşler kurarak doyurmaya çalışması da en sık
görülen savunma düzeneklerindendir. Çocugun oynadığı oyun bir düş kurma ve düşsel
dünya yaratma oldugu gibi ömegin özeloda düzenleme, tiyatro, anlau türünde kurulan
dünya ve ütopyalar da bu savunma düzenegiyle ilgilidir. Bilim - kurgunun da altında
düş kurma vardır.
r. Özdeşim (Identification) : Başka bir kişinin özelliklerini, duygu ve davranış
biçimlerini, degerlerini ve inançlannı benimseyerek, kendi benligimize sindirip kişili-
gimizin bir parçası, bir özelligi durumuna getirmek anlamına gelen özdeşim, her insa-
nın çocukluktan yetişkinlik çagına dek kullandığı bilinçdışı bir olgunlaşma ve savun-
ma düzenegidir. Toplumsallaşmanın da temelidir. Erkek çocuk babaya, kız çocuk an-
neye benzemeye çalışır ve onlarla özdeşlik kurmaya çalışır. Bu arada özdeşim nesne-
si ile yaşanan çatışma ve uyumsuzluklar Oidipus ve Elektra kompleksine yol açabilir.
s. Yansıtmalı Özdeşim (Projective Identification) : Özdeşim nesnesini oldugu
gibi değil özledigi gibi görme. Bunun sonucunda önemli sarsıntılar geçirilebilir ve agır
bir düş - gerçek çatışması yaşanabilir.
ş. YüceItme (Sublimation) : Çocukluk çagında var olan bir takım dürtü ve istek-
lerin yavaş yavaş başka alanlara aktarılması ve daha yüksek amaçlara çevrilmesi.
Psikiyatri açısından normalolan tek savunma düzenegi budur. Bilim ve sanatların teme-
linde de yüceıune vardır.
Kişilik Kaunanlan : Freud 1923'te yayınladıgı Das Ich und das Es (Bilinç ve
Bilinçaltı) adlı eserinde kişiliği belirli katmanlara ayırmıştı. Bu katmanlar için Freud
buzdagı benzetmesini kullanıyor ve kütlenin 9I8'ini içeren su alundaki bölüm le bilin-
çaltını, 911 'ini içeren su üstündeki görünür bölümle de bilinci dile getirmek istiyordu.
Ona göre bu iki katmanın da üstünde, Durkheim'in kollektif bilincine denk düşebilecek
üst - bilinç bulunuyordu.
Bu üç katmanı Freud hiçbir zaman beyinde degişik işlevler yüklenen bölgeler
oldugunu ileri süren beyin-bölge kuramı(location teorisi) ile bir tutmamıştır. Ona göre
katmanlar varsayıma dayalı bir yapının bölmeleridir. Beyinde bir yere karşılık gelmez-
ler. Onlan organik-fonksiyonel yapılan ayrı bir yerde, davranış, duygu ve düşünceler
yumağında aramalıdır. Freud'un bu kuramı insanı anlamada önemli bir adım ve katkı
olmuştur. Gerçi daha önce bilinçaltı kavramından söz edenler olmuştur, ama, Freud'un
kişilik katmanları kuramı bir dizge bütünlügü taşımak ve kendi içinde tutarlı olmak ba-
kımından kendinden önceki bir-bölümcü(particulariste) çalışmalardan bütünüyle ayn-
lır. Burada söz konusu katmanların Türkçe'deki karşılıkları sorununa da değinmek ya-
rarlı olacaktır. ıd ego ve süper egoyu karşılarken kullanılan sözler genellikle şunlar o-
luyor: Ben, benlik, bilinç, şuur, alt, üst, dış ve dışı. Bu on sözcükle kurulabilecek kom-
binezonlar/diziltiler de şöyle sıralanabilir: Alt-ben/alt-benlik/alt-bilinç, bilinç-aıu/a1t-
şuur/şuur-altı/şuur dışı/dış-şuur (bunlara gayr-ı şuuru da ekleyebiliriz); benlbenlik,
bilinç/şuur; üst-bilinç/bilinç-üstü/dış-bilinç ve bilinç-dışı (bunlara fevka'ş-şuunı da
ekleyebiliriz) ...
Görüldügü gibi Freud'un var saydıgı kişilik katmanlannı adlandırmak için dili-
mizde pek çok karşılık bulunmaktadır. Sürekli diğer diller karşısında özellikle dilbilgi-
sel bağlan ve terimleri gösterme yetenegi eleştirilen ve üzülerek söyleyelim ki küçüm-
senen dilimiz için bu durum mutluluk kaynagı olarak görülebilir. Ne var ki tek türden-
ligin olmaması nesnenin kavramlaştırılması ve kavramın adlandırılması sürecinde ön-
ce ad, sonra kavram kargaşasına yol açmakta ve sonuç nesnenin yanlış algılanması bi-
çiminde ortaya çıkabilmektedir. Onun için biz id, ego ve süper ego kavramlarını sıray-
la bilinçaltı,bilinç ve üst bilinç adlarıyla karşılamayı yegliyoruz."ben" sözcügünün adıı
(zamir), a1t-ben/alt-benlik ve alt-bilinç söz öbeklerindeki alt sözcügünün de burada bir
tür ön ek ve niteleme önadı(sıfatı) görevinde olması, bizi böyle bir seçime götürmek-
tedir. Sondan eklemelilik hem ön eki, hem de adıla getirilen önadı güzel görmemizi en-
gellemektedir. Oysa bilinçalu ad tamlaması ve sonuçta birleşik ad, bilinç de eylem-den
yapılmış ad olarak dilimize daha uygun görünmektedir. Burada neden bilinç-üstü degil
üst bilinç adlandırmasının yeglenöigi, sıraladıgımız gerekçelere baglı ve haklı olarak
sorulabilir. Bizce bilinç-üstü, dış-bilinç ve bilinç-dışı adlandırmaları parapsikoloji ve
duyu üstü konuları içerisinde kullanıldıgında daha uygun düşecek gibi görünüyor.
Freud'a göre bilinçaltı kişilik katmanlarının ilki ve en eskisidir. Kalıtım ve be-
densel isteklerin izlerini de üzerinde taşır. Bütünüyle bilinç denetiminin dışındadır,
yani bilinç dışıdır. Kuralsızlıklar ve karşıtlıklar yumagı olarak sürekli bilince zorlama-
larda bulunur, bilinç yardımıyla libidinal dürtüleri tasarıdan eyleme geçirebilir.
Bilinç ise bilinçaltının fizyolojik ve toplumsallaşmayla ilgili gelişim sürecinin
belli bir aşamasında ortaya çıkardıgı bir türevdir ve dolayısıyla bilinçaltının bir parça-
sıdır. Bu yüzden bilinçaluyla üst bilinç arasında uzlaştırıcı, denge ve uyum saglayıcı
(horneostatik) bir işlevi vardır. Bilinçaltının libidinal dünülerini uygun ortamlarda ger-
çekleştirerek onun boşaıımını ve katarsisi sagladıgı gibi, üst bilinçten bilinçaltına yö-
nelen saldırı ve baskıları da uygun savunma düzenekleri ile savuşturur ve bilinçaltını
korur. Bilinçaltının acıdan kaçma ve tada yönelme dürtülerini gerçeklik ilkesine baglı
olarak erteleyebilir, degiştirebilir, bastırabilir. İşte Freud sonrası psikanalizin temel yö-
nelişlerinden biri, bilincin bu işlevinin aşırı işlenmesi ve beslenmesi olmuştur ki bu
da Freudizmden yararlanmacı bir sapmadır.
Üst bilince gelince; nasıl bilinçaltından bir bölüm gelişip özerkleşerek bilinci
dogurmuşsa, bilincin bir bölümü de yine toplumsal degerler dog-rultusunda gelişip
özerkleşer~k üst bilinci dogurmuştur. Ust bilinç bilince göre daha özerk ve daha sınır-
layıcıdır. Ust bilincin oluşmasında bilincin ilettigi olumluluklar ve olumsuzluklar çi-
zelgesinin özel bir önemi vardır. Anarşizmin ve saldırganlıgm psikolojik kökeni üst
bilincin toplumsal degerleri aşırı yasaklayıcı imiş gibi algılaması (ya da gerçekten
öyle olması) ve bunun sonucunda bastırmanın yetersiz kalmasıdır.
Gerçekte kişiligin ..böyle alttan üste dogru üç düzeyde kavranışı Platon ve
Aristoteles'te de görülür. Omegin Platon'a göre ruhun bölümleri bayagıdan yüceye, aşa-
gıdan yukarıya dogru şöyle sıralanır: (3)
- Epithymetikon : Gereksinimler ve başıboş istekler.
- Thymoeides : Tutkuları ve başıboş istekleri dizginleyen bölüm.
- Logistikon : Mantık, düşünce, sagduyu ve anlayış.
Aristoteles de geçen yüzyılda sistematik psikolol! ortaya çıkıncaya dek klasik
psikolojide etkili olan Peri Psyke (Lat. De Anima: Ruh Uzerine) adlı eserinde ruh kat-
manlarını ilkel ve bayagıdan yetkine dogru bitkisel, hayvanı ve insanı diye üç aşamada
ele alır. Aristoteles'in Freud'la birleştigi bir diger konu da insanı ruhun başta gelen
işlevi ve yetisi olan usu organik - fonksiyonel yapıdan bagımsız olarak nitelemesidir<4).
Çocukluk Döneminin Önemi, Çocuk Cinselligi, Oidipus Kompleksi ve Elektra
Kompleksi: Freud çocuk cinselligi konusunda bir öncü durumundadır. Bunu kendisi de
bilmektedir. Çocukluk dönemi ve ve çocuk cinselligi konusundfl yazdıg.~ en önemli
yazı, Drei Abhandlungen zur Sexual theorie (: Eşeylik Kuramı Uzerine Uç Deneme,
1905) adlı eserinin ikinci denemesidir. Bu denemenin başlangıcında Freud çocuk cin-
selligi konusundaki genel bilgisizlige deginir. Aynı durum bilginler için de geçerlidir.
Freud bu konuda şöyle der:
"Benim bildigim, hiçbir bilgin çocukluk çagında cinsel içgüdünün normal birşeyoldugunu kabul et-
memiştir. Çocugun çeşitli gelişmelerini inceleyen binlerce yazıda 'Cinsel Gelişme' bölümü atlanarak
geçilmiştir. ,,(5)
Bilginlerin yetişkin davranışlarında kalıtıma çokça önem vermelerine karşılık
bu davranışlarda çocuklugun etkilerini gözönünde tutmamaları ilgi çekicidir Freud'a
göre. Birinci Dünya Savaşı'ndan önceki durumu yansıtan bu yargıları Freud sonradan o
kadar aşırı bulur ve kendi düşüncesinden kuşkulanır ki, bu konudaki eserlere bir kez
daha göz atmayı gerekli görür. Ancak vardıgı sonuç degişmez : "Çocuk cinselligininftzik ve
incelenmesi henüz emek/eme çagındadır"(6). Bununla birlikte G. Stanley'in
psişik fenomenlerinin
"Adolescence, lts Psychology and Its Relation to Physiology, Antro-pology, Sociology,
Sex, erime Religion and Education" (İki cilt New York, 1908) adlı eseri çıktıktan son-
ra bu yargının doğru sayılamayacağını da bilimsel bir tutumla açıklar(7).
Freud'a göre çocukluk döneminin ve çocuk cinselliğinin incelenmesinde görülen
gecikmenin altında herkesi kapsayan çocuk amnezisi bulunmaktadır :
"/şte bu yüzden herhangi bir kimsenin çocukluk çagına sanki bu çag bir tarih - öncesiymiş gibi bak-
masına ve cinsel hayatının başlangıçlarını bu kimsenin gözünden saklamaga yol açan çocukluk amnezisinin
cinsel hayatın gelişiminde çocukluk çagına önem ve deger verilmemesine sebep olduguna inanıyorum,,(8).
Bu sözlerden anlaşıldığına göre kişilik gelişimini tarih-öncesi ve tarih dönemi
ya da yine F~~ud'un adlandırmasıyla üreme-öncesi dönem ve üreme dönemi diye ikiye
ayırabiliriz. Ureme - öncesi dönem de kendi içinde bastırmasız ve örtük aşamaları
içerir. Ortalama 5 - 12 yaşları arasındaki örtüklük dönemini ergenlik ve yetişkinlik,
yani üreme dönemi izler. Ancak çocuk cinselliği dendiğinde psikanalizde amaçlanan,
beş yaşına dek süren bastırmasız aşamadır. Bu aşama da oral (ağız ile ilgili), anal
(sindirim ve boşaltım organlarıyla ilgili), ve nesne seçici devrelerden oluşur. Oral
devrede ağız etkindir ve çocuk edilgindir, ya da diğer bir deyişle bağımlıdır, çünkü
emme işlemi yüzünden annesine gereksinimi vardır. Anal devrede dışkılama, otoe-
rotizm ve sadizm eğilimleri belirgindir. Bunu izleyen nesne seçici devrede çocuk
kendisi ile karşı cins arasındaki karşıtlığı üremeyle bağlantılı bir dişilik - erkeklik de-
ğil de kaslara bağlı bir etkenlik - edilgenlik durumu olarak tanır. Freud erkek ve dişi te-
rimlerinin üç ayrı alanda üç ayrı anlama geldiğini söyler. ıık anlamda eylem, yani
etkenlik ve edilgenlik, ikinci de sperm, sperma ve kaslarla ilgili olarak biyolojik,
üçüncü anlamda ise toplumbilimsel davranışlar ön plandadır. Psikanaliz açısından er-
kek ve dişi terimleri biyolojik ve etken - edilgen yönleriyle ele alınmaktadırlar.
Psikanaliz bu terim ve kavramların toplumbilimsel anlamına bu aşamada ilgi duymaz
(9). Freud böyle bir ayrımdan sonra libidonun "erkekçe bir öze sahip olduğunu" söyler.
Çünkü libido edilgin bir amaca çevrilmiş olsa bile her zaman etkendir<lO).
Psikanalizin libidoya "erkekçe" bir öz yüklernesi kendisini nesne seçici devrede
de göstermektedir.Bu devrede özdeşim sorunları öne çıkmaktadır.Oğlan çocuğu babay-
la, kız çocuğu anayla özdeşleşmeye çalışmaktadır. Libido bu devrede oğlan çocuğun-
da baba yerine geçme ve anneye sahip olma, kız çocuğuna da anne yerine geçme ve ba-
ba tarafından sahip olunma yönündedir. Oğlan çocuğu bu derin tutkulu isteği yüzünden
kastrasyon (iğdiş) fobisi içindeyken kız çocuğunda iğdiş korkusu yerine phallus özlemi
vardır. Oğlan çocuğu bu korkuyla bastırmaya yönelir ve baba cezasından kurtulur,
babayı seçtiği için anneye beslediği nefretten de uzaklaşır ve verili düzeni olumlar. Kız
çocukta daha sarsıntısız bir olumlama görülür. Bu iki yaşantı içinFreud tragedyadan
yararlanır ve oğlan çocuğun babalaşma sorunsalını Oidipus, kız çocuğun analaşma so-
runsalını da Elektra kompleksi olarak adlandırır. Bu tragedya kahramanlarından ve
özellikle de Oidipus'tan Freud sık sık söz eder. Ona göre üst bilinç Oidipus komplek-
sinin bir mirasıdır(ll).
Freud Oidipus kompleksine merkezi bir önem vermektedir. Elektra kompleksinin
de Oidipus kompleksine karşı bir konumda değilonun kapsamında yer aldığını, hatta
Oidipus kompleksi ile iki kompleksin de birden kastedildiğini belirttikten sonra
Freud'un Oidupus kompleksinin önemine ilişkin sözleriyle bu ara başlığı kapatabiliriz:
"Oidipus kompleksinin bütün nevrozların temel kompleksi oldugu ve nevrazıarın muhtevasında ana
bölümü teşkil ettigi söylenebilir. Oidipus kompleksi daha sonraki etkileri ile yetişkinin cinselligini kesin bir
biçimde etkileyen çocuk cinselliginin en yüksek noktasıdır (dorugudur). Her insanın karşılaştıgı ve yerine
getirmesi gereken ödev, Oidipus kompleksini egemenlik altına almaktadır. Bunu yapamayan bir nevroza tu-
tulmaga mahkumdur. Psikanaliz çalışmaları ilerledikçe Oidipus kompleksinin önemi artlı ve bu kompleksin
kabul edilmesi ya da edilmemesi, psikanalizi tutanlara ona karşı çıkanları ayıran bir mihenk taşı niteligi ka-
zandı ,,(12) •
Bilinçaltını İnceleme Yöntemleri:
a. Serbest çağrışım: Bu yöntemde kişi hekim ile karşılıklı konuşur ve iletişim
kurar. Belli bir aşamadan sonra hekimi bir yakını olarak görmeye başlar, bu duruma
transferans adı verilir. Hekimin buna olumlu karşılık vermesi ile kontr - transferans
adıyla anılır. Transferans sürecinde kişi bilinçaltı üzerindeki bilinç baskısını ve süz-
gecini kaldırır, böylece bilinçaltına atılan bir yıgın gizli duygu ve düşüncenin dışa
çıkması saglanır. Bir sanat ve edebiyat akımı olan Gerçeküstücülügün (Surrealizm)
kullandıgı yömem budur.
b. Düşlerin Yorumu: Psikanalizin en önemli ögretilerinden biri düşlerin yoru-
mudur. Freud'un bu konudaki çıgır açan eseri Düş Yorumu (Die Traumdeutung, 1900,
Ing. The Interpretation of Dreams) düşlerin ilk bilimsel inceleme girişimidir. Kitabın
yayınlanmasından otuz bir yıl sonra bile Freud bu eserinin ve içeriginin, gerçekleş-
tirmek mutluluguna eriştigi bütün buluşlarının en degerlisi oldugunu söyler. Bu eserde
Aristoteles'in düşle ilgili görüşleri önemli bir yer tutar. Aristoteles'e göre düş uyuyan
kişinin ruhunun bir etkinlik biçimidir. Freud da böyle bir anlayıştan yola çıkar. Ona
göre de düşler hekimi bilinçaluna götüren kral yoludur. Bastırılan Iibidinal istekler
düşlerde ortaya çıkar. Bu nedenle düşleri katartik işlemin bir parçası olarak görme-
lidir. Yine de bilinç ve üst bilinç baskısı düşte tümüyle kalkmaz. Bilinçaltı buna kar-
şılık katarsisi saglamak için sembollerle düşe yansır. Düşlerin bu açıdan iki anlamı
vardır: Örtük anlam ve açık anlam. Yorumcu açık anlamdan, sembolleri yorumlayarak
örtük anlama gitmelidir. Bu niteligiyle düşlerin ve sanat eserlerinin psikanaliste göre
birbirinden farkı yoktur.
c. Uyutum: Uyutum da Charcot ve Breuer'den psikanalize geçen yöntemlerden
biridir. Uyutumda kişiye aşılanan bir amaç unutturularak uyanıkken yaptıgı davranış-
larda bu aşılamanın etkileri gözlenir. Böylece bilinçten bagımsız olarak bilinçalu kod-
lanabilmekte ve kişiler robot gibi programlanabilmektedir. Ancak bu yönüyle
uyutumun psikanaliz dışında uygulandıgı belirtilmelidir.
d. Günlük Yaşayıştaki İstemsiz Yanlış Davranışlar : Freud'un Zur
Psychopathologis des Alltagslebens (: Günlük Yaşayışın Psikopatolojisi, 1904) adlı
eserinde bu konu incelenmektedir. Buna göre gündelik olaylar arasında unutma, dil ve
davranış yanlışları gibi görünüşler bilinçaltı dürtüler etkisinde ortaya çıkmaktadır.
e. Olagan dışı davranışların incelenmesi
f. Uyuşturumla Çözümleme (Narkoanaliz)
g. YansllSal Ölçerler (ProjektifTest1er)<13).
EDEBİY AT ve PSİKANALİZ
Edebiyat ile psikanaliz arasında baştan beri sıkı ilişkiler kurulmuştur. Bu sıkı
ilişkileri kronolojik açıdan aşagıdaki aşamalarda ele alacagız.
- Psikanalizin edebiyat eserleriyle gerekçelendirilmesi
- Bir edebiyat ve eleştiri kuramı olarak psikanaliz
- Edebiyat akımı oluşturan bir kaynak olarak psikanaliz
Psikanalizin Edebiyat Eserleriyle Gerekçelendirilmesi: Freud psikanalitik bulgu-
larını klinik verilere ve varsayımlara dayandırmakla yetinmemiş, edebiyat eserlerinin
yorumundan da yararlanmıştı. Ancak onun ve izleyicilerinin edebiyat eserleriyle ilgili
yorumları edebi bir amaç taşımaz(l). Onların amacı edebi yorum aracılıgıyla pskana-
lizin desteklenmesi ve dogrulanmasıdır. Bu nedenle psikanaliz açısından eserin biçerni,
dili, konusu ve estetik başarısından çok, kahramanların ve eseri yaratan sanatçının ki-
şiligine yönelik yorumlar önem taŞır.
Freud Traumdeutung (: Düş Yorumu, 1900) adlı eserinde Oidipus kompleksine
ilk örnek olarak Sophokles'in Kral Oidipus tragedyasını ele alır. Ana işlegi (leit - mo-
tiv) Oidipus kompleksi olan Hamlet (Shakespare), Rameau'nun Yegeni (Diderot), Kara-
mazof Kardeşler (Dostoyevski) gibi yapıtları da Freud degişik yazılarında örnek ola-
rak kullanır ve yorumlar(Z). Freud'un Oidipus, Hamlet ve Dimitri (Kararnazof Kardeş-
ler) üzerine toplu ve karşılaştırmalı yorumlar getirdigi bagımsız bir yazısı da bulun-
maktadır : "Dostoyevski ve Baba KatiIIigi"(3l. Söz konusu kompleks, kuşkusuz Freud
onu adlandırmadan ve bilimselolarak ele almasından önce de vardı. Freud en başanlı,
gerçekçi ve açık anlamlı örnegini edcbiyatta ve Kral Oidipus'ta buldugu için bu komp-
lekse Oidipus Kompleksi adını vermiştir. Aiskhylos ve ~uripides ile birlikte en büyük
üç Grek tragedya yazarından biri olan Sophokles'in (1. O. 496 - 405) yazdıgı Oidipus
Tyrannos'un konusu şöyledir<4l.
Olay yeri iki kenttir : Thebai ve Korinthos. Thebai kenti kralı Laios ile kraliçesi Iokaste'nin bir
oğullan olur. Kahinler bu çocuğun büyüyüp babasını öldüreceğini ve annesiyle evleneceğini bildirirler.
Bunun üzerine çocuk Kithairon Dağı'na bırakılır. Bir çoban çocuğu bularak Korinthos Kralı Polybos ile kra-
liçesi Merope'ye verir. Çocuk dağda ayaklanndan yere çivilendiği için ayaklan şişmiştir. Bu nedenle adına
Oidipus (şiş ayaklı) denir. Oidirus Polybos ile Merope'yi kendi ana-babası bilerek büyür. Bir şölende çağn-
hlardan biri içki itkisiyle Oidipus'un uydurma evlat olduğunu söyler ve o-na sataşır. Gerçeği öğrenmek için
Delphoi tapınağına giden Oidipus'a burada babasını öldürüp annesiyle evleneceği ve babasının yerine ge-
çeceği söylenir. Oidipus da bu yaz-gıdan kaçmak için yaya olarak yollara düşer. Thebai yakınlannda bir üç
yol kavşa-ğında karşısına çtkan arabanın sürücüsü ve arabadaki yaşlı yolcu ona kızıp yoldan çe-kilmesini
söyleyince Oidirus yaşlı adamın başına vurmak istediği değneği alarak onu ve adamlarını öldürür. Thebai
kentini o sırada Sphinks adlı bir canavar tehdit etmekte-dir. Sorduğu soruya karşılık alırsa kenti rahat bıraka-
caktır. Dişi canavarın sorusu şu-dur: Sabah dört, öğleyin iki, akşam üç ayaklı bir yaratık vardır, bu yaratık
çok ayaklı iken en güçsüz ve yavaş anındadır, nedir bu yarattk? Oidipus bilir: İnsan ... Halk onu kurtancı
gibi karşılar. Kral Laios'u soyguncuların öldürdüğü bildirildiği için Oidipus'u Kral yaparlar. Oidipus, krallığı
gerçekte dayısı olan geçici kral Kreon'dan devralır. Kendi annesinden dört çocuğu olur: Eteokles, Polyneikes,
Antigone ve hmene. Bir sü-re sonra Thebai'de veba salgını başlar. Kahinler vebanın bir lanet olduğunu ve
eski kralın katilinin bulunmasıyla bu lanetin kalkacağını bildirirler. Gerçek katilin Oidipus olduğunu ise ka-
hin Teiresias açtklar. Soruşturma sonunda Teiresias'ın doğruyu söyle-diği anlaşılınca Iokaste kendini asar,
Oidipus da gözlerine mil çeker ve kızı Antigone ile birlikte kenti terk eder. Bundan sonraki olaylan
Sophokles Oidipus Kolonos'ta adlı tragedyasında anlatırsa da konumuz o değildir.
Hamlet de Freud'un Oidipus kompleksini buldugu bir eser olmuştur. Ancak
Shakespare'in bu ünlü tragedyasına psikanalizi uygulayarak ünlü bir inceleme ortaya Çı-
karan kişi Ernest Jones olmuştur(S). Jones, Hamlet and Oedipus adını taşıyan inceleme-
sinde özellikle Hamlel'in kararlarını ertelernesi üzerinde durur. Bu dogrultu da
Hamlel'in öyküsü şöyle sunulabilir :
Hamlet'le ilgili sorunlar dolayısıyla HamlelOlogy diye bir bilim uydurulmuş olduğu öncelikle belirtil-
melidir. Bu terim Hamlet sorunsalının büyükıÜğünü gösterir. Hamlet Danimarka kralının oğludur. Babası öl-
müş, amcası Claudius tez elden annesi Gertrude ile evlenmiştir. Aynca seçimde hile yaparak Hamlet'in
yerine kralolmuştur. Hamlet sürekli olarak, ölmek ve öldürmek sorunlan ile boğuşmakta, bir türlü karar ve-
rememektedir. Bu bağlamda Freud'un insandaki iki temel tutkuya değindiğini söyleyelim. Eros (aşk) ve
Thanatos (ölüm) tutkusu olarak adlanan iki temel güdü, insanda daha ilk özdeşim döneminde ortaya çtkar,
hatta köken bakımından bilinçaltının acıdan kaçma ve tada yönelme dürtüleriyle bağlantılıdır. Hamlet ba-
basını amcasının öldürdüğünden kuşkulanmakta, ancak bu kuşkusunu kesinleyemediği için eyleme geçeme-
mektedir. Ote yandan bu eylemsizliğin nedeni olarak amcasına yönelik Oidipik duyguların da etkisi vardır.
Hamlet babasına karşı beslediği rekabet duygularını daha önce yenmiştir. Ancak amcaSı annesiyle evlenince
bu duygular yeniden canlanmıştır. Bu-nunla birlikte amcası kendisinin derin tutku.lu isteğini gerçekleştirdiği
için, tutkulanyla özdeştirdiği amcasına karşı bir suçluluk da duymaktadır. Sonuçta amcası kendisine yar-
dımcı olur, öldürülmesi için bir ferman yazıp Hamlel'in eline tutuşturur ve iki muhafızla (Rosencrantz ve
Guildenstem) İngiltere'ye yollar (dördüncü perde). Gemide gece uyuyamayan Hamleı kalkar, fermanı açıp
okur, amcasının Ingiltere kralından Hamlet'in gelir gelmez başının kesilmesini istediğini öğrenir. Kendindeki
babasının eski mührünü kullanarak muhafızlann öldürülmelerini isteyen bir mektup yazıp eskisinin yerine
koyar ve çocukluk arkadaşlan da olan bu iki muhafızı ölüme yollar. Bir yoruma göre iki muhafız bu ikinci
fermanın içeriğini bilirler. Ancak "biz küçük insanlanz, bu işlerin içyüzünü bilemeyiz; krallann, hatta ka-
derin tasarladtklarını önlemeye çalışmak bizim haddimiz değildir," diyerek fermana boyun eğerler. Artık
Hamlet eyleme geçmiştir. Döndüğünde, annesiyle konuşurken amcası sanarak perde arkasından kendilerini
dinlediği için öldürdüğü Polonius'un oğlu Laertes ile bir eskrim karşılaşması yapmak zorunda kalır.
Laertes'in kılıcı (meç)nın ucu zehirlidir. Amcası buna rağmen Hamlet kazanırsa kutlamak için ona vereceği
şaraba da zehir katmıştar. Böylece Hamlet'in ölmesi için korkunç bir kumpas kurulmuştur. Karşılaşma sü-
rerken anne (Gertrude) yanlışltkla bu içkiden alır ve ölmeden önce tuzağı anlayarak Hamlet'i uyanro
Hamlet'in yaraladığı Laertes de tasarı.lannı açtklar, meçle yaralanmış olan Hamlel'e yanm saaılik yaşama
süresi kaldığını söyler. Bütün bunların sorumlusunun da Claudius olduğunu ekleyince Hamlet duraksamak-
sızın atılır, amcasınıkılıçla yaralar, kalan zehirli içkiyi de boğazına zorla akıtır. Can çekişirken, ölümü "tam
bir mutluluk" olarak niteler, psikanalitik açıdan ölme ve öldürme tutkusu (Thanatos) sarhoşluğu içinde,
bundan sonrası sessizliktir" (the rest is silenre) diyerek ölür.
Freud'un Oidipus kompleksi baglamında degindigi bir başka eser, Diderot'un
Rameau'nun Yeğeni adlı bir felsefi romanıdır. Diderot (1713 - 1784) bir kahvede ünlü
müzisyen Rameau'nun yegenine rastlar ve romanın konusunu onunla yapugı konuş-
malar 0Iuşturur(6). Yeğen burada bir tip olarak çizilmiştir. Bu kişi iyi vekötü yönleri
çok belirgin biçimde özünde taşıyan, yüzsüz, yaltakçı, her konuyla ilgili, kötü yanlarını
hayasızca açığa vuran biridir. Diderot'un onunla ilgili yargısı şöyledir:
"Eger küçük vahşi kendi başına terk edilseydi, tüm budalalık/arını korusaydı, beşikteki çocugun o
azıcık ak/ıyla 30 yaşındaki insanın tutkun şiddetini birleştirseydi, babasının boynunu büker, anasıyla
yatardı ,,(I).
Freud Goethe'nin eserlerinde de psikanalitik veriler bulmuştu. Goethe'nin
Leipzig'de geçirdiği bunalım, hatta nevrotik nöbetler ve eserlerindeki içten anlaumlar
Freud'un ilgisini çekmiştir. Burada Diderot ile Goethe arasındaki bir benzerliğe de
dikkat çekelim. Her ikisi de çocukluklarından başlayarak antik ve modern birçok dili
öğrenmek zorunda bırakılmış, öğretim süreçlerinde babaları tarafından yönlendiril-
mişlerdir. Sanırım her iki yazarın da yaşantı ve eserlerindea ikili değerlere önem ver-
melerinin altında bu durumun etkisi vardır(8).
Freud'un Oidipus kompleksi ve nevroz (sara nöbeti) açısından üzerinde önemle
durduğu bir yazar da Dostoyevski'dir. Nietzsche Dostoyevski için şöyle der:
"Dostoyevski'yi keşfetmek benim için Stendhal'i keşfetmekten daha önemli oldu. Psikolojide bana bir
şeyler ögreten tek adam odur,,(9).
Freud'un da Nietzsche'ye hayran olduğunu biliyoruz. Hatta bizce Freud Niet-
zsche'nin yapmak istediklerini yapan kişidir. Bu açıdan Freud'un oluşumunda Dosto-
yevski'nin varlığı açıktır. Freud için Dostoyevski'nin iki özelliği ilgi çekici olmuştur :
Daha on sekiz yaşındayken babasının öldürü!üşü ve geçirdiği şiddetli sara krizleri.
Freud Dosto'nun sanatsal yaratmasının altında bu iki temelolguyu görür. Dostoyevski
ve Baba Katilligi başlıklı yazısında büyük yazarın gerçek yaşantısı ile Karamazof
Kardeşler arasında dolayımlar kurmaya çalışmasından anlıyoruz ki Freud Karamazof
Kardeşler'e otobiyografik açıdan yaklaşmaktadır. Dostoyevski (1821 - 1881)'nin
Karamazof Kardeşler adlı eserinin ana konusu şöyledir:
Skoıoprigonyevski kentinde yaşayan Fiodor Karama7.0fun üç oğlu vardır. Dimitri ilk kansından, A-
leksi ile ıvan ikinci kansındandır. Sorumsuz bir baba olan Fiodor anneleri öldükten sonra çocuklarıyla hiç il-
gilenmez. Dimitri annesinden kalan mirası elde etmenin yollarını ararken çılgın bir yaşantı sürmektedir. ıvan
din-karşıtı düşüncelerini savunurken en küçük çocuk Aleksi (ya da cici adıyla Alyoşa) bir ortodoks rahibi
olmuştu. Mali nedenler üç çocuğu da doğdukları kente çeker ve babalanyla bir araya gelirler. Peder Zossima
arabuluculuk yapmaktadır. Fiodor Karamamv'un evlilik dışı oğlu Smerdiyakof da Piodor'un evinde kalmak-
tadır ve sara hastasıdır. Fiodor'un oğlu olduğu gizlenmektedir ve evde uşak gibi çalışmaktadır. Mali konu-
larda anlaşma yolu daraldıkça Dimitri ve Ivan babalarını öldürebilecekleri biçiminde sözler söyler ve mek-
tuplar yazarlar. Bu arada baba öldürülür. Suç Dimitri'nin üstünde kalır. Ancak gerçek katil dışlanmış oğul
olan Smerdiyakoftur. Aleksi Dimitri ile birlikte Dimitri'nin cezasını çekeceği Sibirya'ya gitmeye karar verir.
Freud'a göre dünya edebiyatının en büyük üç eserinin (Kral Oidipus, Hamlet ve
Karamazof l\!U'deşler) aynı konuyu, yani baba katilliğini ele alması rastlantı olarak a-
çıklanamaz. Ustelik bu üç eserde de söz konusu davranışın kaynağı, yani bir kadın yü-
zünden doğan cinsel düşmanlık açıkça ortaya konulmuştur. Bunların en açığı Oidipus
tragedyasında dile gelir. Burada suçu işleyen oyun kahramanının ta kendisidir. Ham-
Iet'te durum daha dolaylı biçimde dile getirilmiştir. Suçu işleyen kahramanın kendisi
değildir. Suçu başka biri işlemiştir ve Hamlet baba katili sayılmaz. Ancak başkasının
işlediği suç Hamlel'in Oidipus kompleksini ortaya çıkarmaya yaramıştır. Bu yüzden
Hamlet suçluluk duygusu çekmektedir. Onu kararsız ve kıpırdayamaz duruma getiren
de budur. Karamazof Kardeşler'de bir adım daha atılır. Bu romanda da suç başka biri
tarafından işlenir. Ama bu başkasının öldürülen kimseyle olan bağlantısı, romanın
kahramanı olan Dimitri'ninki gibi bir baba-oğul bağlanusıdır. Dimitri ile Fiodor ara-
sında da cinsel rekabet vardır. Her ikisi de düşük bir kadın olan Gruşenka'yı istemekte-
dirler. Dimitri'nin eyleme geçmesinde Gruşenka ile ilişkisinin büyük önemi vardır.
Gruşenka baba ile ogul arasında paylaşılamayan kadındır ve yazar bir insest (aile içi
yasak ilişki) nesnesi olarak gördügü Gruşenka'yı düş,ük biri olarak göstermekle bir ba-
kıma Oidipus kompleksine de uygun davranmıştır. Ote yandan Dostoyevski saralı ya-
nını Smerdiyakora yükleyerek bir bakıma bagımsız yanını yani Dimitri'yi aklamak is-
ter gibidir. Bu tutumuyla yazar kişiligini eserinde bölmüştür. Mahkemede Dimitri'nin
suçlu bulunması ise bir bakıma yazarın vicdanını rahallatmak içindir. Çünkü Dimitri
gerçekten babasını öldürmek için istemiştir ama babasını istedigi yer ~e zamanda bula-
madıgı için öldürememiştir, yani gerçek katİlden farkı yoktur. Oyleyse cezalan-
dırılmalıdır<10).
Elbette bunca önemli çözümlemelerin sınırları belli ve amacı başka olan böyle
bir çalışmada genişçe ele alınması zordur. O nedenle biz yalnızca sorunların varlıgını
göstermekle yetiniyoruz.
Freud bu deri~. çözümlemeler dışında çeşitli nedenlerle edebiyat eserlerine gön-
dermeler yapmıştır. Ornegin amacın nesne üzerinde gerçekleştİrilemedigi durumlarda
görülen fetİşizm için Faust'tan şu sözleri aktarır.
"Koynundan bir mendil gelir bana,
Gelir sevdigimin çorap bagını"(1I).
Mazoşizm bağlamında ise Rousseau'nun itirafları'ndan beri bütün eğitimcilere
göre, kabaellere acı vererek uyarmanın mazoşizmin kaynagı oldugunu belirtir(l2).
"tnsan yaradılışının keskin gözlemcisi" olarak niteledigi Emile Zola'nın,la Joie
de Vivre (:Yaşama Oyunu) adlı kitabındaki bir genç kızı da özveri ve gaddarlık duygu-
larının yumağı olarak örnek gösterir(3).
Bir Edebiyat ve Eleştiri Kuramı Olarak Psikanaliz : Freud'un kişilik ile ilgili gö-
rüşleri ve edebiyat eserleri üzerine yaptıgı yorumlar, yirminci yüzyılda oldukça etkili
bir edebiyat ve eleştiri kuramının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Sanatsal yaratmada
çocukluk döneminin, kişilik katmanlarının ve kişilik katmanları arasında doğan geri-
limin, bastırmanın düş kurmanın ve yüceltmenin etkisi büyüktür. Katmanlar arasındaki
gerilim kimi kişilerde sanat eseri olarak nesnelleşmektedir.
Burada özeIlikle belirtilmelidir ki, Freud sanatçıya ruh hastası olarak bakmaz.
Nevrotik olmak ruh hastası olmak demek değildir. Ruh hastalıgı psikiyatrinin iyiletimin
gerektirir, nevroz ise yaratma ile katartik bir sona ermek te ve psikanalitik çözümleme-
nin konusu olmaktadır. Öte yandan nevrotik olmak ruh hastası olmak gibi ahlaki dcger
yüklü bir kavram değildir. Konuyla ilgili bir başka nokta da nevrozun sanatsal yarat-
mada tek etken olmadığıdır. Okuma yazma bilmeyen birinin, ya da sıradan bir kültürü
olan kişinin sanatkar olması, edebiyat şaheseri yazması söz konusu olamayacağına
göre, ne Freud ne de psikanaliz için nevroz yaratmanın ilk ve tek nedeni olabilir.
Psikanalitik sanat kuramı yaratmada dış esin yerine kişilik katmanları ara-
sındaki gerilimi koyar. Bunu bir bakıma confession (günah çıkarma) işlemine benzete-
biliriz. Sanat eseri bir itiraf, bir günah çıkartmadır. Ancak dinleyen/alıcı artık rahip
değildir. Konfesyonun ortamı kapalı oda degildir. Konuda din açısından işlenen yan-
Iışlıklardan oluşmaz, bütün bir yaşantılar toplamıdır. Böylece sanatsal yaratma din -
adamından - ilgisiz (laik) ve dünyevi (seküler bir konfesyon (günah çıkarma ve itiraf)
durumuna dönüşmüştür.Bu yorum belki de Poppergil "açık toplum" ile dogugil "te-
settür toplumu" almaşıgını da bize vermektedir. Ayrıca "bizde trajedi", "bizde roman",
sorunlarına yaklaşım geliştirme seçenekl~ri sunuyor. Peygamber Cebrail ile ötelik.: de-
neyimini yaşadıktan sonra ne demişti? "Ortün beni", Necip Fazıl da öyle diyor: "Ortün
üstüme, örtün, serin karanhkları". "Open" toplumla "Closed" toplum arasındaki bu
serbest çağrışım küründen sonra diyebiliriz ki psikanaliz açısından sanatsal yaratma
otobiyografik bir katarsistir. Buradan yola çıkarak, psikanalizin estetik değer sorununa
nesnel bir ölçü getirme kaygısı taşımadığını söyleyebiliriz. Sanat eserini ve yazarım
daha iyi anlarnamıza önemli katkılar saglayan bu yaklaşım değer biçme düzeyinde su-
sar. Anlamak değer açısından çok önemli ise de psikanaliz değerle uğraşmaz, değerli
eserleri yorumlamaya yönelir.
Edebiyat Akımı Oluşturan Bir Kaynak Olarak Psikanaliz : Freud ve psikanaliz
baştan beri sanat ve sanatçılar üzerinde etkili olmuştur. Bu etkiyi kişiler üzerinde ve
akımlar üzerinde olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Freud ve psikanalizden etkilenen edebi-
yatçıların en önemlilerinden birkaçı şunlardır:
Federico Garcia Lorca (1898 - 1936) İspanyol edebiyatında ay, güneş, at ve
boğa sembollerini çok kullanan bir şairdir. Onun Libro de Poemas (Şiirler
Kitabı)'ındaki şiirlerden büyük bir bölümünün konusu aşk, ölüm ve engellenmiş cinsel
arzulardır(\4).
Alman edebiyatında Stefan Zweig (1881-1942), Hermann Hesse (1877-1962) ve
Thomas Mann(1875-1955) Freud ve psikanalizden etkilenen kişiler olarak anılabilir(\5).
Ancak bu etkinin hiçbir zaman tek başına olmadığını, bu yazarların bütün bir Avrupa
ve hatta dünya kültürünü sindirdiklerini belirtelim. Zweig Freud okulunda kendini ye-
tiştirir ve eserlerinde daha çok bilinçaltını işler. Hesse geçirdiği psikanaliz iyiletimin-
den sonra 1919'da yazdığı Demian adlı romanda kendi kişiliğini çözümlerneye çalışır.
Der Steppenwol[ (:Bozkır Kurdu, 1927) Hesse'in psikanaliz incelemelerini sanat katına
yükselttiği bir romandır. Kültür kötümserliği içerisinde yazılmış olan eserde çağdaş
yabancılaşma sorunu Avrupacı bir gözle incelenir. Kitabın ana gerilimi (bence) Vater-
land-Kinderland çekişmesinde yitirişin bunaltısıdır. Ayrıca Hesse hemen bütün yazar-
lığından olObiyografik davranır. Mann Goethe, Schopenhauer, Nietzsche ve Freud gibi
düşünür ve yazarları entellektüel atası sayar. Onun Freud ile ilgisini göstermek için tek
örnek yeter: 1936'da Viyana'da yayınlanan Freud und die Zukunft (Freud ve Gelecek)
adlıeser. (1947'de New York'ta Freud and the Future adıyla İngilizce yayınlanmıştır.)
Psikanaliz ve Freud'dan etkilenen akım ise Gerçeküstücü!er (Surrealistes) olarak
anılmaktadırlar. 1924'te Andre Breton'un Gerçeküstücülük Bildirgesi ile bir akım ola-
rak ortaya çıkan gerçeküstücülüğe üye sanatçıların en ünlüleri şunlar: Pierre Reverdy
(1889-1960), Paul Eluard (1895-1952), Philippe Soupault (1897 - ), Robert Desnos
(1900-1945), Jacques Prevert (1900-1977), Rene Char (1907 - ), Dylan Thomas (1914-
1953). Gerçeküstücüler Freud'un serbest çağrışımını sanatsal yarauna yöntemi olarak
benimsemişlerdi. Onları diğer akımlardan ayıran, modem psikolojinin verilerine da-
yanmaya çalışmaları idi. Ne ki bütün topluluklar gibi onlarda da aşınııklar ve ve po-
litize oluşlar ve onlara yönelik yersiz saldırı ve suçlamalar görüydü. Sözcük uydurma
ve sözdizimini bozma suçlaması Breton'ca yalanlanmıştır. Cinsel ahlaksızlık suç-
laması ise cinselliği son tabu olarak gören ve gerçeküstücülerin özgürlük anlayışını
kavrayamayan süper ego tutsaklarınındır. Gerçeküstücü1ük özgürlük ve mutluluk ah-
lakını benimser. Bir "[ısk u fücur cümbüşü" Öngörmez. Sartre bunun için gerçeküstücü-
lüğün insan özgürlüğüne katkıda bulunduğunu söyler. Gerçeküstücülük 1935'ten sonra
önce Belçika, sonra İngiltere ve tüm dünyaya, hatta Japonya'ya dek etkisini götür-
müştür. Orhan Veli de "bizim arzumuza en çok yaklaşan sanat akımı sürrealizm akı-
mıdır" diyerek akımın bizdeki etkisini gösterir(ı6).
Son olarak gerçeküstücülüğün politika dışı ve politika üstü kalmasında ve hiçbir
ideolojinin hizmetine girmemesi gerektiğinde, onun kurucusu Breton'un sonuna kadar
direndiğini belirtelim.
Bütün bu anlatımlardan çıkan sonuç şudur: Hiç bir bilim adamı edebiyat üze-
rinde Freud kadar güçlü ve yaygın bir etkide bulunmamıştır, Einstein bile ...
TÜRK EDEBİY ATINA PSİKANALtTİK YAKLAŞıM
Psikanaliz gerek bir psikoloji akımı, gerek sanat kuramı ve eleştirisi olarak ülke-
mizde oldukça eski ve köklü bir etkiye sahiptir. Bununla birlikte burada ilk önce,
Cumhuriyet dönemi Türk şiirine yalnızca değilse bile ağırlıklı biçimde psikanaliz
ışığında bakan Mehmet Kaplan'ın yorumları ele alınacaktır.
Gerçekten de Türk edebiyatına psikanalitik açıdan yaklaşma konusunda en ve-
rimli ve en uygun örnek Mehmet Kaplan'dır. Onun Şiir Tahliııeri adlı eserinin
"Cumhuriyet Devri Türk Şiiri" alt başlığını taşıyan ikinci cildinde(l) Freudizmin ve
psikanalizin ilkeleri birçok şiirin çözümlenmesinde, anlamlandırılmasında ve yorum-
lanmasında temel gerekçe olmuştur.
Kaplan'a göre Cahit Sııkı Tarancı, Hey Gidi Güneşli Uyku/ar adlı şiirinde Freud'un Ödip kompleksi
ile izah el/iği cinsı arzularla annesine bağlılık duygusunu apaçık anlaıır"(s,l14), "Bu şiirde Cahiı Sııkı'nın
duygularını gizlemeden orıaya koyması Freud nazariyesinden aldığı cesareıle izah olunabilir." (s.1l5) "Biz
(allın Dağ şiirinde Orhan Veli'nin) yıkanarak rahala kavuşması ile rüya-sında yıkanan lağımcı arasında hir
münasebeı buluyoruz. Bunlar belki de onun ilk çocukluğunda, annesi ıarafından yıkanması ile ilgilidir. Şairin
içinde kaynaşmak, yok olmak istediği ve cinsı arzular duyduğu deniz lemi ile birleştirilecek olursa, Freud na-
zariyesine uygun bir izah ıarzına varılır." (s. 139). Fazıl Hüsnü'nün Bir Aımosfer başlıklı şiirinin "üçüncü
parça (sı) Freud ve Jung 'un nazariyeleri hakkındaki biraz fikri olanların kolayca anlayabilecekleri hir
manayı haizdir. Doğum lemi ile birlikle kullanılan paleı, şişe, mum ve havuz kelimelerinin ıaşıdıkları cinsı
semboluk manayı belirlmeğe lüzum yoklur." (s. 167). "Freud, Jung ve daha başka psikologlar insanların dış
alem karşısında almış olduklarııavırlar üzerinde sosyal çevrenin tesirini, kabul eımekle beraber, gayrişuurı
amillerin bilhassa cinsı ıemayüllerin büyük bir roloynadığını ileri sürerler. Bu görüşe dayanarak hiz öyle sa-
nıyoruz ki /lhan Berk'in aslı lemayülünü ıayin eden başlıca amil, su unsuru, yahuı onun ıekabül el/iği anne
imagosu veya anima archelype'idir."(s.205). Behçeı Necaıigil'in "1960 yılında çıkan Dar çağ ağlı şiir kila-
bında Töre başlıklı şiiri Freud'dan gelen bir mana laşır." (s.220). AI/ila ılhan'ın ::ölüm sarhoşluğundan bık-
madım, mısraı şairin ruhuna hakim olan haşka hir ıemayülü açığa vuruyor: Olüm arzusu' Başla Freud
olmak üzere birçok psikologlar bazı insanlarda yaşama içgüdüsüne ıamamiyle zll bir ıemayülün bulun-
duğunu ıesbil eımişler ve bunun birlakım komplekslerle ilgili olduğunu ileri sürmüşlerdir. Meraklı olan ların
psikoloji kitaplarına bakarak öğrenebilecekleri bu fikirleri bir yana bırakarak biz sadece vakuıyı belirımekle
iklifa edyoruz." (s. 255). "Bütün duyguları aşırı olan Aııila ılhan'ın cinsı arzuları da son derece ıaşkındır.
Marksist şairlerin çoğunda olduğu gibi onda da cinsı arzular ihtilalci ıemayüllerle bir aradadır. Pek muhte-
me.ldir ki Freud'un libido adını verdiğifizyolojik ve psikolojik enerji her ikisini de beslemiş olsun." (s. 262).
"Uvercinka şairi (Cemal Süreyya) nın şiirlerinde ele aldığı konular cinsı cephesi fazla kuvveıli aşk duygusu
ile sosyal /em/erdir. Bunlar yirminci yüzyılda büıün dünya edebiyatına derinden ıesir eden Freud ile
Marx'lan gelir. "(s.276). 'Topraklan ve insanlardan nefrel duygusu şairi yazarak yok olma arzusuna kadar sü-
rüklüyor. Freud'un ölmek içgüdüsü adını verdiği, bazı psikologların anne karnına dönüş ile izah el/ikleri bu
arzuya birçok şairlerde rasılanır." (s.349). "Freud insanlarda yaşama içgüdüsünün yanı Sıra bir de ölme ve
öldürme içgüdüsünün bulunduğunu ileri sürer. Ayhan Kırda"ın şiirinde ölüm arzusu birçok şairlerde olduğu
gibi saf ve ıemiz kelimeleriyle ıavsif edeceğimiz soydan değildir." (s.373). "Ayhan Kırda"ın güneşi bir fahişe
gibi görmesi öyle zannediyorum ki babasını hakir görme duygusuyla ilgilidir." (s.380). Ulkü Tamer için de
Freud'un ölme ve öldürme içgüdüsünden yararlanarak çözümleme yapan yazar üzerine söylenecek en kısa de-
ğerlendirme şudur: Yazar şiirleri Freudizmin vulgarize bir biçimini kullanarak yorumlamakla, böylece
Freudizmi (viıı-seksüalizme indirgemelaedir.
Biz Türk edebiyatının bir takım verimlerine psika~?litik uygulanabileceğini, her
türlü yanılgıyı baştan üstlenerek, yine de ileri sürebiliriz, Orneğin babası Kara Han'ı öl-
dürüp onun yerine geçen Oğuz Kağan, babası ölünce annesi ile evlenerek tahta geçen
amcasını duasıyla yerin dibine gömen Satuk Buğra Han, Hamlel'teki Rosencrantz ve
Guildenstern gibi kendi ölüm fermanına tam bir teslimiyetle boyun eğen ve Niş Bey'ine
"Padişahımın emrini yapmaYqp asilerin başını ben keserim" diyerek Hamlet gibi mutlu
bir biçimde başını kestiren Omer Seyfettin'in Ferman öyküsünün kahramanı Tosun
Bey, baba kaLiııiği ve Oidipus kompleksi ile değerlendirilebilecek davranışlar sergiler-
ler. Necati Tosuner'in Sancı., Sancı.. romanı ile Emine Işınsu'nun Sancı'sı ise yazarla-
rının karşı cinsten oluşu, yazarların karşı düşüncede oluşu ve kahraman - yazar öz-
deşliği konularında incelenebilir. Yeni Türk edebiyatında önemli bir yer tutan masal-
ların da çocukluk dönemimizin özlem, engeııeme ve düş kurma yaşantıl.arıyla ilgili ol-
mak bakımından psikanaliz için önemli ipuçları içerdiği belirtilmelidir. Omer Seyfettin,
Ahmet Hamdi Tanpınar, Sait Faik Abasıyanık, Yaşar Kemal, Onat Kutlar, Orhan Duru,
Feyyaz Kayacan, Bilge Karasu, Adnan .Qzyalçıner, Sevgi Soysal, Sevim Burak, Leyla
Erbil, Ferit Edgü, Selim tıeri, Demir Ozlü, Tomris Uyar, Nazlı Emy, LaLife Tekin,
Murathan Mungan, Ayla KuL1ugibi yazarlarımız masalın kurmaca dünyasından, ütopik
imkanlarından, dilinden, yapısından ve tekniklerinden yararlanarak eser veren kişi-
lerdir(2). Bir tür düşe çağrı anlamı da taşıyan masaHar çağdaş bir kimliğe bürünerek bi-
lim-kurgu biçimine de dönüşebilmektedir. İnsanlar fantazilerini böylece masal, bilim-
kurgu ve ütopyaların kurmaca dünyasında gerçekleştirmeye çalış-maktadırlar. Bu ba-
kımdan onlara çoluk-çocuk işi değil gereksinimlerimizin aynalarından biri diye bak-
makta yarar bulunmaktadır.
PSİKANALİZ VE FREUDİZMİN SONU MU?
Böyle bir başlık ve bölümü esinleyen belli başlı yazılar bulunmaktadır. Örneğin
Ş. Mardin ideoloji kavramını bilimsel bir yaklaşımla incelediği eserinin son bölü-müne
"çağımızda İdeoloji-İdeolojinin Gerilemesi Savı" adını verir. İdeolojinin sonu ile ilgili
temel çalışmaların da tanıtıldığı bu bölümde, 195ü'lerde kimi bilim adamlarının ideo-
lojinin sonunun geldiğini öne sürmeleri ve buna karşı çıkanların da ideolojinin so-
nunun geldiği görüşünün ta kendisinin bir ideoloji olduğu yolundaki savları sergilenir
(l). Burada ideolojinin, bütün aldatıcı duygu ve düşünceleri kapsadığını belirtelim.
Aynı konuda Fransız toplumbilimci ve düşünür Raymond Aran'un görüşleri de "İde-
oloji çağının Sonu mu?" adlı başlıkla ve yazarın Aydınların Afyonu adlı kitabında yer
alır{2). Anılan eserde de konu son bölümü oluşturmaktadır. Aran bu bölümde özeııikle
hoşgörünün yaygınlaşmasına gözlerimizi çevirmeye çalışıyor ve kesin inançlılık yeri-
ne kuşkuculuğun gelmesini yeğlediğini belirterek sözlerini bağlıyor. Mardin'deki bi-
limsel tutumun yerini Aran'da izlenimcilik almıştır. Aynı konuda bilgi veren ve düşün-
celer ileri süren iki yazar daha vardır: Cemil Meriç ve Sadettin Elibol(3). Meriç kıvrak
kalemi ile ideolojinin sonu savının da ideoloji olduğu görüşüne yaklaşırken, Elibol bi-
çemindeki Meriç etkisine karşılık ideolojinin sonunun geldiği görüşüne
yaklaşmaktadır.
Şimdi, ideolojinin sonu savı ile psikanalizin ve Freudizmin sonu arasında ne gibi
bir ilişki olduğu sorulabilir. İşte bu aşamada, bir zamanlar Resimli Ay'da başlatılan
"Putları Kırıyoruz" başlıklı kampanyayı andıran bir yazıyla karşılaşıyoruz : "Bir
Putun Daha YıkılıŞı: S. Freud ve Teorisi tıe lIgili Bazı Gerçekler"(4). Yazara göre
Marksizim arkasında kanlı ihtilaller, savaşlar, zulümler, yoksulluk ve sosyal çöküntüler
bırakarak yeryüzünden silinmektedir. Freud'un psikanalizi de benzer bir tarihı sürece
girmiş görünmektedir. "Bu sürece katkıda bulunmanın amaçlandığı bu makalede aynı
zamanda Türk fikir hayatında umumiyetle tek taranı anlatılmış olan Freudizmin diğer
yanını göstererek bir dengenin sağlanmasına da teşebbüs edilmektedireS). Yazar böyle-
ce Marksizm ile Freudizmin yazgılarını ilgilendirdikten sonra, yukarıdaki sözleriyle,
Freudizmin çöküşüne katkıda bulunmak için yazdığını belirttiği yazısıyla Freudizme
karşı yerini de belirlemiştir: Diğer yan ya da anti Freudizm. "Yan"la bilimselliğin bağ-
daşamayacağı açık. Ama yazar yine de Marksizm ve Freudizm gibi teorilere karşı in-
sana saygının, bilimin, çağdaşlığın ve gelişmişliğin gerekliliğini koyuyor. Bu çerçe-
vede Freud'u betimlerken, insana saygının, bilimin, çağdaşlığın ve gelişmişliğin de ör-
neklerini veriyor(!?) Ona göre Freud hiç de dengeli bir kimsenin prototipi olma özellik-
lerini taşımaz. lIeri derecede nevrotik, depresif mizaçlı, çevresine karşı aşırı duygular-
la yaklaşan, diktatörce muamele eden, tenkitte bulunmaya cesaret edenleri psikanaliz
camiasından ihraç eden, kokainman, insanın yabancılaşmasına katkıda bulunan, Oi-
dipus Kompleksini baldızıyla kurduğu yasak ilişki üzerinde temellendiren, doğru bilgi
üretmeye daima engelolan ilmı bağnazlığın tipik bir örneği, bilimdışı saçmalıklar
manzumecisi, aldatmaca ve sözde bilimselliğin abidevı örneği olan "Freud patolojik bir
yalancıdır"(6) .
Böylece Daniel Beıı'in 196ü'larda verdiği ideolojinin sona erdiği müjdesine
benzer biçimde yazar da tez elden Freudizmin ve psikanalizin sonunun geldiğini müjde-
liyor. Gerçi her "izm" gibi Freudizm de eleştiriImiştir ve fanatizme yol açan bütün eği-
limler eleştirilmelidir. Ancak yeni bir fanatizme düşmeden yapılmalıdır bu eleştirrne.
Freud'u ve görüşlerini eleştirenlerin ~aşında Marksist ve maıeryalisılerin geldiğini
görmek, bu noktada ilginç olacaktır. Orneğin felsefeci Rosenthal ve Yudin Freud'u
şöyle eleştirir:
"(Freud) rruıleryalisl dünya görüşünden larruımen sapmış, zihinsel faaliyeıi inceleyen objektif me-
lodları inkar eımiş ve indf bir subjektivisı teori yaratmıştır."(7).
Bilim tarihçisi Bernal de aynı dogrultuda olmak üzere Freudizmi felsefi düz-
lemden politik düzleme çeker ve orada eleştirir:
"Bugün psikanaliz neredeyse bir miktar saygınlık kazanmış, kiliseyle dahi anlaşmış, sekslen bo-
şalan yeri de anıi-kamünizmle daldurmuştur. ,,(8).
Marks ve sonrası diyalektik materyalizmin Freud'u yerleştirdigi alan felsefi ide-
alizm içerisinde geç burjuva felsefe akımlarının yanındadır. Geç burjuva felsefe ve ide-
olojisinde psikanaliz, pozitivist-bilimselci, biyolojist ve akll-dlŞlcl kültür kötümserligi
çizgileri arasında yer alır(9).
Psikanalizin ve Freudizmin fanatik Marksist ve materyalistlerce hiç benimsen-
medigini bu örnekler yeterince göstcrir. Bununla birlikte Türk düşüncesi ..psikanalizi
materyalizm içinde degerlendirmiştir. "Tarihi Maddecilige Reddiye" yazan Ulken'dc bu
tutum çok belirgindir(10). Düşünce temellerinin ve kuramlarının k~ynak ve alan açı-
sından ayrılıkları, hatta karşıtlıkları bir gerçek olmakla birlikte, Ulken'le aynı bag-
lamda S. Topçu'nun Marksizm ve Freudizmin yazgısını birbiriyle ilgilendirmesi ve
ikisine de aynı yazgıyı uygun görmesi çok yerindedir. Yazgıları açısından her iki akım
da bir çöküş içindedir. Onların yanına Darwinizmin ırkçı ve eşitsizci yorumunu da ka-
tabiliriz. Bir kere Darwin dogal ayıklanma kuramını, yani dogadaki canlılardan müca-
deleyi kazananların yaşayacağını, yitirenlerin yok olacagını belirten hayat mücadelesi
görüşünü toplumsal alana uygulamadığı halde sonradan bu yapılmış, "üstün ırkın ve
üstün insanların yaşama ve öldürme hakkı" Sosyal Darwinizme dayandırılmıştı.
Halbuki Darwin'in Sosyal Darwinizmle (hatta maymuncu Darwinizmle) hiç ilgisi
yoktur.
Öte yandan Marks da kuramlarının kiliseleştirilecegini önceden görse mutlaka
"ben Marksist degilim" derdi. Freud'un durumu da onlarınki gibidir. Bugün ortalıkta
Freudizm olarak bilinen akım varlıgını Freud'dan çok onun izcilerinin aşırı genellerne,
erken soyutlama ve Freudizmden egonun güçlendirilmesi için yararlanarak politik alan-
da etkili olma egilimine borçludur. Bundan ötürü S. Topçu'nun anılan akımların yazgı-
lan nı benzeştirmesi yerindedir. Ama bundan sonrasında yazar yergi yaparken, kendi
koyd"!1;u öncülün olagan sonuçlarını görmemekte, psikanalitik verilerden yararlanarak
psik~inalizi çökertmeye çalışmaktadır. ışte bu aşamada Louis Althusser'in Freud ve
Freudizm üzerinde degerlendirmeleri devreye girmektedir.
Althusser de S. Topçu gibi Marksizmle Freudizmin yazgılarını benzeştirir. Nasıl
Marksizm sulandırılarak revizyonizme ve kiliseleşerek ortodoks Marksizme yol aç-
mışsa, Freudizm de gün geçtikçe degişik ellerde ve alanlarda aşırı uygulamalarla çar-
pltılmıştır. Böylece, şimdiki durumuyla bize sunulan Freudizm olarak görülmemelidir.
O aldatıcı bir revizyonizm kompleksidir. Althusser şöyle diyor:
"Freud'un buluşu kendisine yabancı bilgi da/larına indirgenmekle yetinilmemiş, birçok psikanalizci
bu revizyonizmin suç ortağı olmakla kalmamış, dahası bu revizyonizmin kendisi psikanalizi kanu edinen ve
ona gadreden olağanüstü sömürüye nesnelolarak hizmet de etmiştir. "(I i).
Althusser psikanalitik revizyonizmin ideolojik (: aldatıcı) niteligine değinirken
de şunları söyler:
"Gerçekten de ideoloji derekesine düşüş, psikanalizin biyolojizme, psikalojizme ve sosyolojizme
(yani bu alanlarda tek-nedene indirgemeciliğe) düşmesiyle başlamıştır.',(l2).
Öyleyse pseudo-psikanaliz(x)den fundamental-psikanaliz(xx)e dönerek psikanalizi
kavrayabilir ve doğru eleştirisini yapabiliriz. Althusser, Freudist fundamentalizmi yine
bir psikanalistin, hem de yapısaıCı ve dilbilimci bir psikanalistin kuramsal çalışmaları
ile özdeşleştiriyor: Jacques Lacan(xxx). Althusser'e göre Lacan Freud'un çocukluğuna
değil gençlik ve olgunluğuna dönüşü önerir. Lacan, pratikte Freud'a dönüş için üç katlı
bir psikanalitik-idcolojik eleştirinin gerçekleştirilmesini istemektedir:
1. Pseudo-psikanalizi bir yana atmak yetmez.
2. Onun ince kavram karışıklıklarına da düşmemeli
3. Freud metin/erini yeniden ele alarak Freud'un kavramları ile bu kavramların içerikleri arasındaki
epistemolojik ilişkiyi ortaya çıkarmak için ciddi bir tarihsel· kuramsal eleştiriye girişmeiP3).
Lacan'a kalırsa, demek ki, Freud'un sonundan değil pseudo - Freudizmden ve
pseudo-psikanalizden söz eunek gerekir. Eleştirilecek olanlar da bunlardır. Freudizmin
sonculuk (finalizm) ve çöküşçülük (dekadizm) ile ilgisi konusunda son olarak psiki-
yatride otuz yılı aş~ın bir meslek yaşantısı olan E. Geçtan'ın görüşlerine ve deneyim-
lerine yer verelim. Once görüşleri:
"Psikanalizdeki çöküntü için iki temel neden düşünülebilir. Ilkin yaşayan bir süreç olan insanın psi-
kanalizden geçtiginde rekıifiye edilmiş bir otomobil gibi degerlendirilemeyecegi görülememiştir. Böylece bir
iyiletme yöntemi olarak psikanaliz gelenekseitababet çerçevesinde degerlendirilmişıir.lkinci neden ise hızlı
şişme olgularının çogu kez kaçınılamayan yazglSıyla ilgili. Yanlış uygulama ve kitle üretimi biçiminde psi-
kanalisı yetiştirilmesi buna yol açmıştır. Bunların sonuı:unda psikanaliz demode bir yöntem olarak görüldü.
Amerika'da bir dergi 'Psikanaliz Ölüyor mu? başlıklı bir kapakla yayınlandı ,,(I 4) •
Geçtan, görüldüğü gibi psikanalizin kökeni ile ilgili bir çöküş belirlemesi yap-
mıyor, psikanalizin zaman içindeki macerasına yönelik bir belirlemede bulunuyor, uy-
gulayıcılar sorununu vurguluyor. Bir uygulayıcı olarak kendi deneyimlerini de şöyle
dile getirir Geçtan :
"Freud ve Jung'un dahiyane buldugum kişilik kuramları ya da Erikson'ın gelişim kuramını bilmeden
tedavilerini üsılendigim kişilerin davranışlarının gerisindeki dinamik güçlerin nasıl işlemekıe oldugunu ge-
regince kavrayabilecegimi sanmıyorum"(lS).
SONUÇ
Bu çalışma psikanalizin yükseliş, etki ve çöküş sorunlarını kendisine merkez
seçmişti. Şimdi geriye dönüp bakıldığında, çalışmanın Freud ve metinleri ile ondan
sonrasını özenle ayırma kaygısı da taşıdığı görülmektedir.
Psikanaliz doğuş evreleri açısından bir XIX. yüzyıl ürünüdür. Ne var ki ortaya
attığı sorular ve yaraııığı sorunlar açısından XX. yüzylHa hesaplaşmak zorunda kal-
mıştır. Bir savaşlar ve devrilişler yüzyılı olan XX. yüzyıl psikanalize hiç de sıcak bak-
mamıştır. Bu sıcak bakmayışta doğrud~n psikanaliz içinde olduğu var sayılan kişi ve
anlayışlarm da etkisi büyük olmuştur. Ulkemizdeki yazgısı da aynı yönde gelişmiştir.
Başta Freud olmak üzere psikanalistlerin birçoğu psikanalizi anlamanın da uygula-
manın da zorluğuna değinmişlerse de, kısa zamanda büyük bir yayılma gücü gösteren
psikanaliz, erken gelişmenin sancılarıyla sarsılmış, büyük ölçüde "yanlış anlaşılma
nesnesi" durumuna gelmiştir.
Oysa Freud'un betimlediği biçimiyle Eros dürtüsü evrensel bir hümanizm in özü
olabilecek nitelikler taşımaktadır. Saptırmalardan uzak olarak ele alındığında psikana-
lizin insanın anlaşılması yönünde son yüzyılda atılmış en büyük adım olduğu
söylenebilir.
Çalışmada psikanalizle edebiyat ilişkileri önce iki ayrı alanda ele alınmıştır.
Birinci olarak psikanalizin genel edebiyat ile ilişkileri üzerinde durulmuş ve üç yar-
gının gerekçeleri sergilenmiştir.
ı. Freud psikanalizi edebiyat eserlerini yorumlayarak gerekçelendirmiş ve bu,
klinik verilerle spekülatif sonuçlar yanında önemli bir dayanak olmuştur.
2. Psikanaliz bilimsel temelli bir sanat ve eleştiri kuramının, esere ve sanatçıya
dönük eleştirinin de gelişmesini sağlamıştır.
3. Son olarak psikanaliz akım yaratan bir etki oluşturarak gerçeküstücülük de-
nen akımın ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Psikanalizin Türk edebiyatına uygulanmasından şimdilik olumlu sonuçlar
alındığı söylenemez. Pek çok Türk sanatçısı ve edebiyatçısı psikanalizden etkilenmiş
olmasına karşılık, psikanalitİk eleştiriyi gereği gibi kullanan bir eleştirmen yetişme-
miştir. Ortadaki örnekler, vulgarize psikanalizle ve edebiyat dışı amaçlarla yapılmış
çalışmalar görünümündedir. Yine de iyimser olmak için nedenler tükenmiş değildir.
Psikanalizle ilgili en önemli soru onun gelecegi ile baglantılıdır. Bizce, psika-
naliz ve Freudizm diye sunulan dizgeden kuşku duymak ve konunun kökenine inmek,
doğruları hazır formüllerden değil kendi emeğimizin sonuçlarından çıkarmak bu soruya
verilecek karşılığın temeli olacaktır. Yani ister yüceltilsin, ister yerin dibine geçirilsin,
önümüzdeki nesneden ve onun üzerindeki kanılardan kuşku duymalıdır. Bundan sonra
ana kaynağa yönelmelidir. Biz bu nedenle hemen hemen yalnızca Freud'un anlatım-
larına dayandık. Burada da çeviri sorunu ana kaynağın doğru yansıtılmasında ortaya
çıkmaktadır.
Latin şairi Horatius'un kendisi için söylediği sözleri Freud'unmuş gibi okuyarak
sözümüzü bağlamak istiyoruz:
"Tümden ölmeyecegim."

NOTLAR:
GtR.IŞ
1. Yorumsamacılık konusunu inceleyen Paul Ricoeur, iki tür yorumsamacılıktan söz eder. Biri anlamın dü-
zeltilmesi, diğeri yanıltma ve aldatmacanın ortaya konması. Ricoeur aradaki fark1ara rağmen Marks,
Nietzsche ve Freud'un ikinci anla)'lşa uygun yorumsamacılar olduklarını söyler. Ona göre Marks ideo-
lojide, Nietzsche ahlakta, Freud rüya konusunda aldatıcı görünüşlerin iç yüzünü ortaya koymuştur. Bkz.
Selahattin Hilav, Felsefe. Ist. Gerçek Ya)'lnevi, 1981, s.148, 149; Paul Rabinow, William Sullivan,
Toplumbilimlerinde Yorumcu Yaklaşım, (çev. T. Parla) tst. Hürriyet Vakfı Yayınlan 1990 s. 1-15,27-
45; Saffet Murat Tura, "Antipsikiyatri - Psikiyatri, Bilimlerin Simgesel Düzeni Uzerine", Yazko Felsefe
Yazıları. 7, Kitap içinde,lst. Yazko Ya)'lnlan, 1983, s. 8Tde şöyle der: Geçen yüz)'llda Batı aklı üç
semptom verdi: Marks, Nietzsche, Freud". Gerçekte bizim seçtiğimiz üç düşünür, yani Hegel, Marks ve
Freud'u birleştiren, metafizikle ilgileridir. Hegel varlığın ve tarihin, Marks toplumun, Freud bireyin ve bi-
lincinin "öte"sini araştırmıştı. Hatta o yüzden Freud daha 1896'da yapacağı işlere ad. olarak "metapsi-
koloji" terimini koymuştu. Bkz. H. Stuart Hughes, Toplum ve Bilinç, (çev. Güzin Ozkan), ıst. Metis
Yayınlan, 1985, s.60, 111; Octave Mannoni, Freud, (çev. V. Atayman - T. Kurultay) Ist. Alan Ya)'lncılık,
1992, s. 168. Sırf bu meta - ontolojik (Hegel), Meta - sosyolojik (Marks) ve meta - psikolojik (Freud) yön-
temleri açısından onlan Platon'a ve ünlü "Mağara Benzetmesi"ne bağlamak olasıdır. A. N. Whitehead bel-
ki de bu yüzden, tüm batı felsefesinin yalnızca Platon'a düşülmüş dipnotlar olduğunu söylüyor. Bkz.
Bryan Maggee, Yeni Düşün Adamları, (haz. Mete Tunçay),lst. MEB Devlet Kitaplan, 1979, sAl3
2. Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, Ist. Cem Ya)'lnevi, 181, s. 176 - 177; Freud'un bilin-
çaltını işleyen diğer düşünürlere, yani Nietzsche ve Bergson'a hiçbirşey borçlu olmadığı konusunda
bkz.Hughes, 1985, s.94, 110, 120.
PSIKOLOrt VE PSIKANALlZlN TARIHÇESI
1. Bu bölümün yazılmasında aşağıdaki eserlerden yararlanılmıştır.
a. Selman Erdem, Psikoloji, ıst. Fil Yayınlan, 1986, s. 5 - 15
b. S. Özbaydar - B. Özbaydar - E. Güngör, Psikoloji,lst. MEB Devlet Kitaplan, 1976, s, 9 - 20
2. Bu yazılardan "Psikanalizin Tarihçesi" şu eserdedir: S. Freud, Cinsiyet ve Psikanaliz, (çev. S. Hilav),lst.
Varlık Yayınlan, 1981, s. 197-225; diğer yazılarda şuradadır: S. Freud, Kitle Psikolojisi ve Psikanaliz,
(çev. K. Şipal), ıst. Cem Ya)'lnlan, 1990.
3. Krş. : Freud, 1981, s.200; Hayrani Altıntaş, M. Şekip Tunç, Ank. Kültür Bakanlığı Yayınlan, 1989, s.
43; Şükrü Günbulut, Küçük Felsefe Tarihi, Ank. Maya Yayıncılık, 1983. s.80
4. Aristoteles, Poctika, (çev. ı. Tunalı), lst. Remzi Kitabevi, 1987, s.22, yaprak: 1449 b; Aristoteles bu
terimi müzik için de kullanır, bkz. Ismail Tunalı, Grek Estetik'i,lst. Remzi Kitabevi, 1983, s.115;
Politika'dan sonra yazılmış olan Poetika'da katarsis terimi bir kez geçmesine karşılık Aristoteles
Politika'da katarsisi Poetika'da daha aynntılı inceleyeceğini söyler. Katarsis Politika'da da temizleyici!
arındıncı niteliği ile anılır. Katharsis ton pothematon. Bkz. Aristoteles, Politika, (çev. M, Tunçay), lst.
Remzi Kitabevi, 1983, s.245. ısmail Tunalı'ya göre katarsisi yalnız tragedya ve müzik değil bütün sanatlar
için vanlması gerekli bir erek olarak anlayabiliriz. Tunalı, 1983, s.116. Bu görüş psikanalizin sanat anla-
yışının da temelidir.
5. Katarsisin edebi yaratmayla ilgisine en güzel örnek Sait Faik'in Haritada Bir Nokta adlı öyküsünün son pa-
ragrafıdır: "Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka
ne idi? (... ) Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kağıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollannda ge-
zerken canım sıkılırsa küçük değnekler yonımak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi
yonıtum. Yonttuktan sonra tutturn öpıüm. YAZMASAM DEU OLACAKTIM." Sait Faik Abasıyanık,
Havuz Başı - Son Kuşlar,lst. Bilgi Yayınevi, 1983, s.174.
6. Freud, 1981, s.212
7. Engin Geçtan, Varoluş ve Psikiyatri,lst. Remzi Kitabevi, 1990, s.l 7
8. Freud, 1981, s. 213
PSİKANALtzDE TEMEL KA VRAMLAR VE GÖRÜŞLER
1. S. Freud, Cinsiyet ve Psikanaliz, (çev. S. Hilav),1st. Varlık Yayınlan, 1981, s.141
2. Savunma düzenekleri konusunda ana kaynağımız şu eser oldu: Orhan Öztürk (Yayın Sorumlusu), Ruh
Sağlığı ve Hastalıkları, Ankara, Türkiye Sinir ve Ruh Sağlığı Demeği Yayını, 1983, s.45 - 63
3. Kurt Schilling, Toplumsal Düşünce Tarihi, (çev. No önol), İsı. Varlık Yayınlan, 1971, s. 79
4. Mahmut Kaya, Aristotdes ve Felsefesi,İsı. Ekin Yayınlan, 1983, s.182 - 185
5. Freud, 1981, s.94
6. Freud, 1981, s.181
7. Freud, 1981, s.182
8. Freud, 198 I, s.96
9. Freud, 1981, s.! 88
10. Freud, 1981, s.188; Bu açıklama ışığında Freud ve Psikanalizi "erkekçilik" ve anti-feminizimle suçlamak
yergi olsun diye yergi yapılmıyorsa en azından anlamamışlığı gösterir. Freud açıkça erkek vedişi kavram-
Iannın toplumbilimsel anlamını kuııanmadığını söylerken şu yoruma kaıılınamaz : "Freud'un teorisi
erkeği kadına göre üstün bir mevkie koyarak erkekliği kadınlığa göre ideal kabul eden görüşlere katılmak-
tadır. Bkz, Sedat Topçu, "Bir Putun Daha Yıkılışı: S. Freud ve Teorisi İle lIgili Bazı Gerçekler", Türk
Yurdu Dergisi, Mart 1991, Sayı: 43, s.31
i I. Öztürk, 1983, s.83
12. Freud, 1981, s. i91; Freud'un verdiği büyük öneme karşılık Oidipus kompleksi sonradan bilimsel eleşti-
rilere uğramış, buna bağlı olarak psikanalizin çocukluk dönemi ve çocuk cinselliğine verdiği önem de Karl
Abraham, Anna Freud, Melanie Kleine ve Louis Corman gibi çocuk psikanalizi ile ilgilenenlercedaha
görgü! dayanaklarla işlenme yoluna gidilmiştir. Oidipus kompleksine yönelik en sağlam eleştiri bir sosyal
antropolog ve etnolog olan Bronislaw Malinowski (1884 - 1942)'den gelmiştir. Malinowski Yeni Gine'nin
doğusunda yer alan Trobriand Adalannda doktora çalışmalan yaparken (1915 - 1916) bulduğu verilerle
yazdığı Father in Primitive Psychology'de (1927), Trobriand yerlilerinin anaerkil olduklan için Oidipus
kompleksine sabip olmadıklannı göstermiştir. Oidipus kompleksine yapılan ikinci önemli eleştiri bir psi-
kanalistindir. Erich Fromm, Freud'un insanı değişmez sandığını, Oidipus kompleksinin içinde bulundu-
ğumuz uygarlığın ürünü olduğunu ve babanın her yerde aynı konumda bulunmadığını söyler. Bu eleştiri
Malinowski'nin eleştirisinin yanında spekülatif kalmaktadır. Bununla birlikte psikanaliz, yukanda da be-
lirttiğimiz gibi çocukluk sorunsalını daha görgül dayanaklarla desteklemeye yönelmiştir. Louis Corman
bizce bu yönelişin günümüzdeki en önemli sözcüsüdür. Corman psikolojik ve fizyolojik gelişimi kOŞUlve
birbiriyle ilişkili bir biçimde ele alır. Böylece psikanalize yöneltilen o "tek boyutlu ruh çözümlemesi" eleş-
tirisi temelsiz kılınmak istenir. Yazar çocuk gelişiminde dönüşsüz bir süreç olan büyümeyi iç içe ve ge-
nişleyen halkalar biçiminde ve anakucağı - çocuk odası - ev ve bahçe - okul ve sokak - ev dışı yaşantılar
doğrultusunda anlatır. Corman, Freud'un başlattığı çocuk davranışını büyük psikolojisinden bağımsız ele
alma tutumunu sürdürdüğü gibi; bilinçaltı, bilinç ve üst bilinci de karşıtlann birlikteliği ve etkileşimi biçi-
minde yorumlamaya çalışır. Onun Oidipus kompleksine yaptığı önemli bir katkı. 'Tersine Oidipus komp-
leksi·'dir. Corman'a göre aşın bastırmaya bilinçaltmın göstereceği tepki, çocuğun cinsel kimliğinde tersine
dönüşe yol açar ve oğlan çocuklan kız, kız çocuklan oğlan gibi davranabilir. Bkz. Louis Corman,
Psikanaliz Açısından Çocuk Eğitimi, (çev. H. Portakal), İsı. Cem Yayınevi, 1988, s.23, 125 vb.
13. Öztürk, 1983, s.27-28
EDEBİY AT VE PSİKANALlZ
1. J. C. Cariavi - 1. C. FiIlox, Edebi Eleştiri, (çev. A. H. Çakmaklı), Ank. KTB Yayınlan, 1985, s.88
2. R. Wellek - A.Warren, Edebiyat Bitiminin Temelleri, (çev. A. E. Uysal), Ank. KTB. Yayınlan, 1983,
s.l03
3. Freud - Jung Adler, Psikanaliz A;;ısından Edebiyat, (çev. S. Hilav), Ank. Dost Kitabevi, 1981, s.7 - 32
4. Bkz. Güler Çelgin, Eski Yunan Edebiyatı, İsı. Remzi Kitabevi, 1990, s. 78 - 87; George Thomson, İlk
Filozotlar, (çev, M, H, Doğan), İsı. Payel Yayınlan, 1988, s. 336 - 341
5. Bkz. Mina Urgan, Shakespeare ve Hamlet, İsı. Altın Kitaplar, 1984, s,530; Mina Urgan, İngiliZ
Edehiyatı Tarihi, İsı. Altın Kitaplar, 1986, C.I, s.281; Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri,
İsı. CemYayınevi, 1981, s.126; Shakespeare, Hamlet, (çev. S. Eyüboğlu),İsı. Remzi Kitabevi, 1965; T. S.
Elıot, Denemeler, (çev. A. Göktürk), Isı. Afa Yayınlan, 1987, s. 52 - 60; Krş. T. S. Eliot, Denemeler,
(çev. H. Çakır), İs!.. Remzi Kitabevi, 1988, s. 69 - 77
6. Bkz. Berke Vardar, Aydınlanma Çağı Fransız Yazım, Ank.; Kuzey Yayınlan, 1985, s. 61 - 68
7, Louis Corman, Psikanaliz Açısından Çocuk Eğitimi, (çev. H. Portakal), İsı. Cem Yayınlan, 1988, s.
119
8. Gürsel Aytaç, Yeni Alman Edebiyatı Tarihi, Ank. KTB. Yayınlan, 1983, s.134 - 170
9. Andre Gide, Dostoyevski, (çev. S. Tiryakioğlu), İsı. Varlık Yayınlan, 1968, s.102
10. Freud - Jung - Adler, 1981, s. 22 - 25
11. Sigmund Freud, Cinsiyet ve Psikanaliz, (çev. S. Hilav), İsı. Varlık Yayırılan, 1981, s. 74
12. Freud, 1981, s. 113
13. Freud, 1981, s. 192; Freud bu konuda aynca şunlan yazıyor: "Psikanaliz bir edebiyat irtidadının psiko-
loji ve patoloji sahasına intikalinden başka birşey değildir. (...) Zaten kültürümün temelinde edebiyat bu-
lunduğunu, Goethe, Griııparzer, Heine ve daha başka şairlerden boyuna misaller verişim gösterir." Bkz.
Cahit Kavcar,II. Meşrutiyet Devrinde Edebiyat ve Eğitim, Malatya İnönü Üni. Eğt.Fak.Yay. 1988, s. 17
14. Ertuğrul ÖOalp, ıspanyol Edebiyatı Tarihi, Ark. Onur Yayınlan, 1988, s. 180
15. Gürsel Aytaç, Çağdaş Alman Edebiyatı, Ank. KTB. Yayınlan, 1983,66,100,235
16. Gerçeküstücülük için bkz. : Türk Dili Yazın Akımları Özel Sayısı, Ocak 1981, Sayı: 349, s. 262 ve öte-
si; S. Kemal Karaalioğlu, Edebiyat Akımları, İst. lnkilap ve Aka Kitabevleri, 1983, s. 273 ve ötesi; H.
Fethi Gözler, Edebiyat Akımları Yardımcısı, İst. Damla Yayınevi, 1976, C. III, s. 93 ve ötesi; Yvonne
Duplessis, Gerçeküstücülük, ı.
(çev. Yerguz - E. Çamurdan), ıst. 1letişim Yayınlan, 1991
TÜRK EDEBİYA TINA PS!KANAL1TIK Y AKLAŞL\1
ı. Metindeki sayfa numaralan şu baskındandır: Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri, İst. Dergah Yayınlan,
1988, C. II. Tanpınar'ın şu eseri psikanalitik eleştirinin son sayfalara doğru ağırlık kazandığı ve başanyla
uygulandığı bir çalışmadır; ancak Tanpınar bu işi Freud'dan bir kez bile söz etmeden Bachelard'ın yardı-
mıyla yapar: Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, Isı. Dergah Yayınlan, 1982, s. 191 v, d. Orhan Ok ay
ise "Ahmet Hamdi Tanpınar ve Rüyalar Hikayesi" adlı yazısında Tanpınar· Freud bağlantılannı başanyla
sorgular. Bkz. Orhan Okay, Sanat ve Edebiyat Yazıları, İsı. Dergah Yayınlan, i 990, s, 2 i 9 - 229
2. Bkz. Varlık Dergisi, "Masallar, Söylenceler ve Çağdaş Edebiyatımız" Özel Sayısı, Şubat 1991, Sayı :
1001
PSİKANAL1Z VE FREUDızMlN SONU MU?
i. Şerif Mardin, Ideoloji, Ank. Turhan Kitabevi, 1982, s. i 7 I· i 8 i
2. Raymond Amn, Aydınların Af yonu, ıst. Tur Yayınlan, 1979, s.382 - 405
3. Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa, Isı. Ötüken Yayınevi, 1979; Cemil Meriç, Kırkambar, İst. Ötüken
yayınevi, 198; Sadettin Elibol, Ilim ve Ideoloji, ıst. Birlik Yayınlan, 1980; aynca şu çalışma konu bakı-
mından Türkçe ve çağdaş Türk düşüncesi açısından bir şanstır: Ufuk Uras,Ideolojilerin Sonu mu? İst.
Sarmal Yayınevi, 1993. Oldukça yararlı bir kaynakçası da olan kitap kabaran anti-entellektüalist dalgaya
karşı "theoria"nın ve "homosapiens"in güçlü bir savunusudur.
4. Sedat Topçu, "Bir Putun Daha Yıkılışı: S. Freud ve Teorisi 1le 1lgili Bazı Gerçekler", Türk Yurdu
Dergisi, !vlart 1991, Sayı: 43, s. 29
5. Topçu, 1991, s.29
6. Topçu, 1991, s.32
7. M. Rosenthal - P. Yudin, Materyalist Felsefe Sözlüğü, (çev.A. Çalışlar), ıst. Sosyal Yayınlar, 1980, s.
179,393394; Aynca bkz. Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü, İst. Remzi Kitabevi, 1982, s.122, 357;
"Freud'un kuramı içgüdüler üzerine kurulmuş, kesinlikle biolojici-psikolojici nitelikte bir kurarndır.
Freud'un psikoanaliz kuramının felsefi temeli ve özellikle toplumbilimsel görüşleri Platon, Kant, Hartman,
ı.
Schopenhauer, Nietzsche ve Bergson'un idealist felsefe görüşlerinden kaynaklanır. "Bkz, V. Dobrenkov,
Erich Fromm'un ve Yeni· Freudçuluğun Eleştirisi, (çev. O. Tangör-L. Küey), İst. Sorun Yayınlan,
1979, s. 12, 18. J, D. Bemal, Materyalist Bilimler Tarihi, (çev, E. Marlalı) İst. Sosyal Yayınlar, 1976, C.
II, s. 754
9. Eichom, Klaus, Buhr-Lange, Aleksander, Çağdaş Felsefe, (çev. A. Çalışlar), İst. Altın Kitaplar, 1985, s.
104. Gerçekte marksizm-freudizm ilişkileri özelolarak incelenmesi gereken geniş bir konudur.
Psikanalitik metodoloji ile marksist sosyolojinin birbirini bütünleyiciliği ve karşılıklı işlevselliği konu-
sunda şimdilik bkz. Wilhelm Reich, Psikanaliz ve Diyalektik Materyalizm, (çev. Y. Omürsuyu), İst.
Logos Yayınlan, 1990
i O. Hilmi Ziya Ülken, Tarihi Maddeciliğe Reddiye, İst. İstanbul Kitabevi, i 98 i, s. 137, 144, 148
i ı. Louis Althusser, "Freud ve Lacan", (çev. S. Hilav), Yazko, Felsefe Yazıları· ı. Kitap, İst. 1982, s. ıo8
12. Althusser, 1982, s.l09
13. Althusser, 1982, s.109
14. Engin Geçtan, Varoluş ve Psikiyatri, İst. Remzi Kitabevi, 1990, s.l09
15. Geçtan, 1990, s.i LO
(x) - (xx). Bu kavramlaştırma bize aittir. (N. Ö.). Anlatım kolaylığından yeğlediğimiz bu kavramlardan ilkini
sahte, ikincisini asıl psikanaliz için kullandık.
(xxx). Jacques Lacan (13 Nisan 1901 - 9 Eylül 1981) tıp ve psikiyatri okudu. 1951'de Paris Psikanaliz
Derneğini kurdu. i 964'de demekte bölünmeler oldu. Bu bölünmelere bağlı olarak Freudçu Okul kuruldu.
Lacan'a göre pseudo-psikanaliz temelde egonun güçlendirilmesi çözümüne sanlmışt •. Oysa gerçek çözüm
ve iyiletim bilinçdışının dilsel bir metin gibi çözümlenmesine ve yorumlanmasına bağlıdır. Böylece Lacan
Ricoeur aracılığıyla Giriş'i andığımız Freudçu hermeneutic (yorumsamacı) yöntemine de dönüş yapmış
olmaktadır. (bkz. Saffet Murat Tuna, Freud'dan Lacan'a Psikanaliz, İst. Aynntl Yayınevi, 1989, s. 63 ...)

You might also like