You are on page 1of 194

ِ‫ﺑِﺴْﻢِ اﻟّﻠﮫِ اﻟﺮﱠﺣْﻤﻦِ اﻟﺮﱠﺣﯿﻢ‬

-1-

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Baskı:
Enes Matbaacılık

HAS-EN YAYINCILIK
Batı Mah. Ihlamur Sok. Çadırcı İş Merkezi
No.: 18/15
Pendik - İstanbul

-2-

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
İSLÂM’DA EDEB
VE
AHLÂK

Muhammed Hikmet Tuzkaya

-3-

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
‫اﻟَّﻠﮭُﻢَّ أَﺳْﺄَﻟُﻚَ ﻣَﺎ ﺗَﺴْﺄَلُ ﻣِﻨِّﻲ‬
“Allah’ım ne istiyorsan benden onu istiyorum senden”

-4-

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
İÇİNDEKİLER

Âdabın mahiyeti
Nefis ve edeb
Dili muhafaza etmeye dair hadisler
Edebin fazileti
Allah’a karşı edeb
Peygambere karşı edeb
İslamın kutsal saydığı şeylere karşı edeb
Nefsine karşı edeb
Ana babaya karşı edeb
Akraba ve Komşulara karşı edeb
Ailede edeb
Umuma karşı edeb
Adâlet
Selam adâbı
Ziyaret adâbı
Toplantı adâbı
Konuşma adâbı
Seyahat ve Yolculuk adâbı
Uyku adâbı
Oturma adâbı
Giyinme adâbı
Sofra adâbı
Tarikat adâbı
Müridin şeyhiyle olan adâbı
Müridin nefsiyle olan adâbı
Meşihat adâbı

-5-

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Bâtını Edebler
İslam kardeşliği adâbı
Kardeşliğin fazileti
Allah’ın Peygamberimizi Kur’an’la edeblendirmesi
Hadîslerle Peygamberimizin güzel ahlâkı
İslamda Karabet
İhvanı Dine nasihat
Lügatçe

-6-

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
MUKADDİME

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla


Rahmeti hudutsuz, inayeti sınırsız, merhameti sonsuz
bizlere hidayet ve saadet bahşeden, Cennet ve Cemâlini
ikram ve ihsan eden bilcümle alemin haliki, rezzakı ve
mürebbisi olan yevm-i kıyametin Mâliki ve Meliki Allah-u
Zül Celal vel Kemal Hazretlerine hamd ve sena ederiz.
Herkesin gözü O’nun lütuf ve keremindedir.

Kitabı kâinata bak, meâli kibriyayı gör


Bedâyı-i cihana bak, Cemâli kibriyayı gör
Şevahiki cibâle bak, Celâlı kibriyayı gör
Zemine bak, semâya bak kemali kibriyayı gör.

Kainatın efendisi Hz.Muhammed (s.a.v) alemin ebedi


hükümdarı manevisi kevneynin şeyhin şâhı daimisi, hayrü’l
beşer, imam sakeleyn, hâtemünnebiyyin ve seyyidül
mürselindir. Hak ve tevhid akidesinde en açık beyanda
bulunan, örnek hayatıyla insan oğluna İslâm yolunu,
hidayet ve sermedi saadeti gösteren iki cihan serveri Hz.

-7-

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Muhammed ve onun ezvacı tahiratına, ehl-i beytine,
ashabına ve etbaına salatü selam olsun.

Âlem diler senden medet


Ey mahremi sırrı Ahmed
Hem mazhar-ı ferdü’s samed
Bâbındadır bu derd-i mend

Allah-u Teala Hazretleri, ilk olarak Peygamberimizin


nurunu kendi nurundan halk etmiştir. Ne kadar ilahi fazilet,
kutsi meziyet ve mümtaz vasıflar var ise insanı kamil
olarak en güzel hasletler onda toplanmıştır. O yüce yaratan,
Habibini insanlık âlemine rehnümâ, hidayet mürşidi ve
hayrü’l enam olarak göndermiştir.
Evet bütün ehli kemal, kemali ve feyzi O’ndan
almışlardır. O’nun nurunun girmediği gönüller gafil, O’nun
sevgisinden mahrum kalan kalpler karanlık, O’nun
şefkatinden mahrum kalmış insanlar da bedbahttır.
Allah (c.c.) Hz. Muhammed (s.a.v.) ve halifelerini (r.a.)
insanlık alemine İslâm’ı tebliğ ve irşad için bir hidayet
güneşi olarak göndermiştir.
Allah-ü Teala insanı milyonlarca mahluk içerisinde
mümtaz, mükemmel ve mükerrem olarak yaratmıştır.
Mü’minler bu güzel vasfı idrak ederek Allah’ın kelamına
ve Resulünün beyanlarına kulak verip bunları ihlasla
yaparsa muhakkak felaha erer, saadet-i uzmaya nail olur.
Cenab-ı Hakkın Meleklere karşı iftihar ettiği mükerrem
insanlar zümresine dahil olur.
Yâ Rasûlullah (s.a.v)... Sen kainatın feyz ve bereketi,
lütuf ve âtıfeti bütün zerratı cihana şamil bir sahibi nimet ve
bir naşiri rahmet Nebiy-yi Zîşansın. Sen, seni seven âşık ve

-8-

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
muhibbanın uzaktan, yakından şefaatini dileyerek ravzasına
koşuşup geldikleri mürşid-i enam, peygamberi âhir
zamansın. Dünya seninle teşerrüf edince zulumat-ı küfrün
burçları yıkıldı ve karanlık gönüllerin âfakı hidayet
güneşinin nurlarıyla baştan başa aydınlandı.
Gönüllerimizdeki zulumat nurunla silinsin. Derdimizin ilacı
ancak sana vasıl olmaktır.
Rabb-ı zül Celalimizin varlıkların efendisi ve
mahlukların en şereflisi olarak yarattığı insan için hakkı
sevmek, hakka hizmet etmek ve akibette Cemâl-i Hakk’a
ermekten daha büyük hazz-ı manevi yoktur.
Zerrelerden kürrelere kadar bütün kainat insanın emrine
muti ve musahhar kılınmış, adedi yüz binleri aşan
peygamberler insanların hidayeti için gönderilmiş, içindeki
irfan desdeleri ile nur kaynağı ilahi kitaplar insanların
önüne ve yönüne ışık tutsun diye indirilmiştir. Allah
dostları da her devirde insanlara nur saçmışlar, ışık
tutmuşlar, kâmil insanlar yetiştirmişlerdir.
Beşeriyyetin saadetini temin için mutlaka din lazımdır.
Gerek fertlerin ve gerek cemiyetin huzuru, ahengi, intizam
ve terakkisi ancak ilm-i nâfi sayesinde mümkün olur. İlm-i
nâfide ancak ilmiyle âmil bir mürşid-i kâmilin irşadıyla
mümkündür.
Allah-u Teala şöyle buyuruyor:

ٌ‫ن اﻟّﻠﮫَ ﻋَﺰﯾﺰ‬


‫ﻋﺒَﺎ ِد ِه اﻟْ ُﻌﻠَﻤﺆُا اِ ﱠ‬
ِ ْ‫ِاﻧﱠﻤَﺎ ﯾَﺨْﺸَﻰ اﻟّﻠﮫَ ﻣِﻦ‬
ٌ‫ﻏَﻔُﻮر‬

-9-

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
....Kulları içinden ancak âlimler, Allah'tan (gereğince)
korkar. Şüphesiz Allah, daima üstündür, çok
1
bağışlayandır.”
Peygamber Efendimiz ise: Kim ki varisi nebi ise ancak
âlim odur.2 buyurarak hak dostları olan alimlerin sıfatlarını
açıklıyor.
İnsanı yoktan var eden Allah-u Teala, onun her türlü
ihtiyaç ve saadetini de ne ile ve nasıl temin edileceğinin en
iyi bilendir.
İşte ezelî olarak insanlık alemine her kavmin istidadına
uygun bir peygamber ve ilahi hükümleri ihtiva eden
mukaddes bir kitab göndermesinin hikmeti de budur.
İnsanın ve bilhassa müslümanın dünya ve ahiret
saadetini elde etmesi için, Allah nizamı olan İslâm dinine
ve şeriat-ı garraya uymak, peygamber efendimizin nurlu
sünnetine tabi olmaktan daha güzel ne olabilir.
Allah-ü Teala şöyle buyuruyor:

‫ﻋَﻠﯿْﻜُﻢْ ﻧِﻌْﻤَﺘﻰ‬
َ ُ‫َا ْﻟﯿَﻮْمَ اَﻛْ َﻤ ْﻠﺖُ ﻟَﻜُ ْﻢ دﯾﻨَﻜُﻢْ وََاﺗْﻤَ ْﻤﺖ‬
‫ﺳﻠَﺎمَ دﯾﻨًﺎ‬
ْ ِ‫وَرَﺿﯿﺖُ ﻟَﻜُﻢُ اﻟْﺎ‬
“...... Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi
tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim...”3
Bunun içindir ki, mü’minlerin güçlerinin yettiği ölçüde
Kur’an ve hadisleri öğrenmeye ve anlamaya cehd ve gayret
ettikleri görülür. Yağmur damlaları yeryüzüne indiğinde
arzı ihya ettiği gibi Kur’an’ın nur kelimeleri ve onların
lâhûtî manaları gönüllere nüfus edince, insana hakiki

1
Fatır Sûresi, Âyet 28
2
Hadis Buhâri
3
Maide Sûresi Âyet, 3
- 10 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
hayatın manevi zevkini tattırır. Gerçek İslâm kitaba inkiyat,
sünnete ittibadır. Saadet asrını haliyle, kaliyle yaşamaktır.
Hakiki müslümanlık da budur. Hak ehli olan usûlü va’z
eder gayeyi gösterir. Hak aşığı ise evvela usulü bulur, sonra
gayeye ulaşır.
Şeriat-ı garra ve sünnet-i seniyyeyi bihakkın yaşamak
nefis tezkiyesi ve kalb tasfiyesiyle mümkündür. O da
manevi bir yola sülük etmekle elde edilir ve de lazımdır.
On dört asırdan beride böyle olagelmiştir. Günümüzde de
buna şiddetle ihtiyaç vardır. Böylece müslümanlar Kur’an-ı
Mübinde ve sünnet-i seniyyede tarif edilen izzet ve
şereflerine kavuşabileceklerdir. Biiznillah ehlullahın
sohbetiyle mürde ve gafil gönüller bahar günleri gibi
yeşerir ve hayat bulur. Onun içindir ki Allah’ın velileri
ölmez diridirler. Onlar Allah’ın Hayy ismine mazhar
olmuşlardır. Bu veli kullar dar-ı dünyadan berzah alemine
imanlı olarak geçiverirler.
O veli kullar ki dünya zevkini ehline, ahiret zevkini yine
ehline bırakıp Allah ile beraber olmuşlardır. Onlar cennet
ve cehennemi unutup ancak Allah için ibadet ederler.
O’nunla bulundukları an iki cihanda cennet, O’ndan ayrı
oldukları an iki cihan da cehennem olur. Ancak O’nu
bilirler. Başkalarına gaib olan onlar tarafından bilinmiştir.
Vücudları bir yerde iken gönülleri arşta, kürside sohbette
bulunurlar. Onlar vücudlarıyla miraç etmezler. Fakat
ruhlarıyla miraç ederler. Cenab-ı Hakk’ı gözleriyle
görmezler, fakat esrarıyla müşahede ederler. Onlar dinar ve
dirhemsiz ağniya, taleb-i ilimsiz ümeradırlar. Onların
akvâli, nebevi; ef’ali, melekî; ahlâkı ilâhîdir. Onlar iki
cihan nurunun maiyyetinde gönüllü kurbanlardır. Hakiki
zakir ve veliyyi kamil, şeriat, tarikat, hakikat ve marifet
mertebelerine müstenit İslâm dininin cihan şumul vahdet
akidesini bihakkin taşıyan onu bizzat yaşayan ve tatbik
- 11 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
eden zattır. Onun için ariflerin sohbeti aynî ibadet ve
tevhiddir.
Bu makam velilerin hali olup, kesret aleminde vahdet
müşahede eden evliyayı muhakkıkîn bu sermedi zevki söze
sığdırmak, tarif etmek için hususi bir lisanla
konuşmuşlardır ki onun adına tasavvuf denir.
İslâm ve hakikat bilgisi, saadet ve selamet yolu, huzur ve
beka duygusudur. Bu kitap buna ermenin usûlünü gösterir.
Her işde usûl vüslâtın miftahıdır. Vasıl olamayış usûlü
bilmeyiştendir. Yani vüsulsuzlük usûlsüzlüktendir.

Tevfik ve hidayet Allah’tandır.

Seyyid
Muhammed Hikmet Tuzkaya
Erenköy-İstanbul
Yevmü’l Cuma 1994

- 12 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
ÂDABIN MAHİYETİ

Edeb aklın dışından, huzur ise içinden görünüşüdür.


Ehlullah indinde edeb mâfevkini çok görmemek
mâdûnunu tahkir etmemektir. Hâlıkından ötürü mahlûkatı
sevmek ve hürmet eylemek lazımdır. Herkesi haliyle hoş
görüp Hâlik’ının hatırı için mahlûka merhamet edip onları
sevmektir. Yaratılışta her mevcudun bir kıymeti vardır,
takdir edip kadrini bilmekle mükellefiz. Hüsnü zan etmekle
memuruz. Zira Hâlik’a hüsn-ü zandan yüksek bir ibadetle
ibâdet olunmamıştır. İnsanın esas kıymeti edebiyle ölçülür.
İnsanlara hüsnü zan etmek ahlâk-ı hamîdenin başıdır.
İnsanlara su-i zan etmek ise ahlâk-ı zemîmenin başıdır.
Cenab-ı Allah hadis-i kudside buyuruyor ki: “Yine Ebû
Hüreyre (r.a)’dan rivayete göre, Resûlullah (s.a.v) şöyle
buyurmuştur: Azîz ve Celîl olan Allah buyurur ki: Ben
kulumun zannı indindeyim (iradem kulumun beni
anlayışına göre, taalluk eder). Kulum beni andığı zaman
muhakkak onunla beraber bulunurum. O beni gönlünde
gizlice zikrederse, ben de onu bu sûretle anarım. Eğer o
beni bir cemaat içinde zikrederse ben de onu cemaat
efradından daha hayırlı bir cemiyet içinde yâd ederim. O
kulum bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın
yaklaşırım. Kulum bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir

- 13 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse, ben ona
koşarak varırım.”4
İslâm dini, iman, ilim, amel, ihlas ve cihad üzerine
müesses bir dindir. Sâliki olan insanlara tevhidi hakikiyi, iç
ve dış temizliği ile hakk’a ibadet-i adl ve ihsan üzere
muameleyi güzel ahlâk ve edeble hüsn-ü muaşereti, hiç
ölmeyecekmiş gibi dünyaya ve yarın ölecekmiş gibi ahirete
çalışmayı, yakınlarına şefkat ve merhameti, vatan ve
milletine karşı sadakat ve fedarkarlığı ve bütün bunlardan
asıl gaye olan Allah’a vuslatın çare ve yollarını kamil
manada gösteren tek dindir. İslâm dini insanı insan etmekle
hikmet ve ahlâki fazileti esas kabul etmiştir.
Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v): “İslâm
güzel ahlâktır” buyurmuştur.5
Yüce dinimizde ahlâk-ı hamidenin, terbiye ve edebin
mevkii yüksektir. Edeb ve ahlâkda en yüksek olanınız;
imanda en kâmil bulunanızdır.
Resul-ü Ekrem (s.a.v.) Efendimiz: “Ben ancak güzel
ahlâkı ve yüksek edebi tamamlamak için gönderildim”
buyuruyor.6
Allahu Teala şöyle buyuruyor:

‫ﯾَﺎ َاﯾﱡﮭَﺎ اﻟﱠﺬﯾﻦَ ا َﻣﻨُﻮا ﻗُﻮا َاﻧْﻔُﺴَﻜُﻢْ َواَھْﻠﯿﻜُﻢْ ﻧَﺎرًا َوﻗُﻮ ُدھَﺎ‬
َ‫ﻏﻠَﺎظٌ ﺷِﺪَادٌ ﻟَﺎ ﯾَ ْﻌﺼُﻮن‬ ِ ٌ‫اﻟﻨﱠﺎسُ وَاﻟْﺤِﺠَﺎ َرةُ ﻋََﻠﯿْﮭَﺎ ﻣَﻠﺌِ َﻜﺔ‬
َ‫اﻟّﻠﮫَ ﻣَﺎ اَﻣَ َﺮھُﻢْ َوﯾَﻔْ َﻌﻠُﻮنَ ﻣَﺎ ﯾُﺆْﻣَﺮُون‬
“Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve
taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız,

4
Hadîs-i Kutsi, Buhâri,Tevhid: 15
5
Hadis, Ramûz-ül Ehâdîs
6
Hadis, Müsned, 2/381, Muvatta:Hüsnü’l hulk:8
- 14 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
güçlü, Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve
emredildiklerini yapan melekler vardır.”7
İbni Kayyim-i Cevziyye bu âyete şöyle mana vermiştir:
“Ey iman edenler nefsinizi ve ehlinizi edeb öğrenerek ve
edeb öğreterek cehennem ateşinden koruyunuz. ”Âyet-i
kerimenin şerhinde ise şöyle buyurmuştur: “Demek oluyor
ki edeb-i saadete ermek ve korktuğunuz sonsuz elemli
cehennem ateşinden selamete kavuşmak da güzel huylarla
bezenmiş olmamıza bağlıdır. Ve esasen cennet, seçilmiş ve
sevilmiş insanların mukafat yeri; Cehennem ise, aşırı giden,
ahlâk ve fazilet yoksullarının ceza diyarı değil mi?”
Fahr-i kâinat Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i nebevilerinde:
“Evladın ana ve baba üzerindeki hakkı: ona güzel bir isim
vermek, helal ve temiz süt emzirmek, en üstün terbiye ve
edeble yetiştirmektir. ” buyuruyor.8
Muhterem Peygamberimiz Hazreti Muhammed (s.a.v.):
“Çocuklarınızı üç haslet üzerine bilhassa terbiye ediniz.
Peygamber sevgisi, ehl-i beyt sevgisi, ve birde onlara
Kur’anı Kerim okumayı ve ezberlemeyi öğretiniz. Çünkü
Kur’an-ı Kerim’in lafzına hamil hükümleriyle amil ve
hikmetiyle kâmil olanlar kıyâmet gününde kimsenin
himayesi olmayacağı anda Allah-ü Teala’nın taht-ı
himâyesinde ve arşının gölgesinde olurlar”, buyuruyor.9
Peygamberi sevmenin onun yolunda yürümeyi temin
edeceği, ehlullahı sevmenin onların halini örnek alarak
öğütlerini tutmayı, onlara hürmet etmeyi telkin edeceği
aşikardır. İlim ve bilginin ulviyeti edeble bilinir. Amelde,
ilim ve irfanla kabule şayandır. Ve insan, güzel amelleriyle
dünya ve ukba muradına nail olur. Demek oluyor ki edebe

7
Tahrim Sûresi, Âyet 6
8
Hadis, Münâvî Feyzül Kadir
9
Hadis, Münâvî Feyzül Kadir
- 15 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
ve yüksek terbiyeye mukarrin olmayan bilgi, hiçden
ibarettir, sahibini kurtaramaz. Ulu kişi, arif bir insan,
Rabbına karşı edebini bırakırsa mutlaka helâk olur. Hangi
kimse âdab-ı şer’iye ve sünnet-i seniyeden birini ihlal
etmişse; o bu hareketiyle bir mekruh işlemiştir. Mekruhatı
itiyat eden, zamanla harama yeltenir. Haramı irtikab eden
kimseden de hak ve hakikat yolunda ebediyen hayır
gelmez. Bize faidesiz çok bilgiden ziyade edeb ve yüksek
terbiye lazımdır. Ahlâkın en mükemmeli, edebin en üstün
yeri dinde olan edebdir. Bir müslüman için gâye olan
mertebeye ulaşmak ancak yaratanın emirlerine itaat ve
Hazret-i Muhammed’in edeb ve sünnetine ittiba ve iktida
iledir.
İmam-ı Rabbani (k.s.) buyuruyor ki: “Ey din
kardeşlerim, bizim ve sizin üzerinize lazım olan şeyin
birincisi: Ehl-i Hak âlimlerinin anladıkları şekilde kitab ve
sünnetin müktezasına göre akaidimizi tashih etmektir. Eğer
bizim ve sizin anlayışımız evliyaullahın anlayışlarına
uymazsa muteber değildir. Zira, nice dalalet ve bid’atte
bocalayan kimseler vardır ki, batıl hükümlerini kitab ve
sünnetden aldıklarına itikat etmişlerdir. ”
İkincisi: Helal, haram, farz, vacip olan ahkâm-ı
şer’iyyeyi bilmelidir.
Üçüncüsü: Bildiğinin müktezasıyla amel etmelidir.
Dördüncüsü: Sofiyye-i kiram kaddesallahü esrarehüm
hazeratına has olan tezkiye ve tasfiye yolunda, sahih akaid
üzerine sülük etmeli. Akaid-i sahiha olmadıkca ahkâm-ı
şer’iyeyi bellemenin faydası yoktur. Onları bilip,
öğrenmedikçe de amelinden menfaat görmez.
Bu dörd rükün ki: Sağlam itikat(akide-i sahiha), şer-i
şerifi bilme, ilim ile amel ve tezkiye-i nefsdir. Bu dörd

- 16 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
erkanla beraber, mâlayani kabilinden olan şeylerin de terki
lazımdır.
Peygamber-i Zişan (s.a.v.) Efendimiz: “Lüzumsuz söz
ve fiili terk eylemek insanın müslümanlığının güzelliğine
delildir”, buyurmuştur. 10
Edeb şu esaslar üzerine bina edilir:
1- Her türlü zan ve şüpheden ari, dalâlet ve bid’attan
hali, burhan ve hüccetlerle kavi bir imanla hakka
bağlanmak.
2- Halis bir niyete sahip olmak, şeriat ilmini bilmek,
bildikleriyle de amel etmek.
3- Cenab-ı Hakk’a sevgili bir kul olmanın yolu ancak
onun emirlerini tutmak, nehiylerinden kaçmak ve habibine
ittiba etmekle mümkündür.
4- Farz ibadetlerini muhafaza edip nafile ibadetleri
çoğaltmak.
5- İlmiyle amil alimlerle edebte Resul-ü Kibriyaya tam
taabi olmuş mübarek insanlar ile sohbet etmek ve öğütlerini
tutmak. Ahlâkı bozuk fasık alimlerden son derece kaçmak.
6- Her iş ve edebten asıl maksat ve gayenin Hakk rızası
olduğunu bilmektir.
Kişi Cenab-ı Allah ile olan işini sıdk üzerine kurmalıdır.
Bu sıdk işin hem özü hem de usuludur. Hakk ehli olan
edebi vaaz eder sonra gayeyi gösterir. Hakk aşıkı olan
edebi bulur. Sonra gayeye varır. Bir çoklarının vusülden
mahrum olmaları usulu bilmemelerindendir. İnsana lazım
olan bir çok edebler vardır; Nefsin terbiyesi ise her edebin
esası ve temelidir. Bu tam olmadıkca diğer edebler birer
riyakarlıktan ibaret kalır.

10
Hadis, Tirmizî, Zühd: 11, İbn Mace, Fiten:12
- 17 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
NEFİS VE EDEB

Allah-u Teala şöyle buyuruyor:

‫ن اﻟﻨﱠ ْﻔﺲَ ﻟَﺎَﻣﱠﺎ َرةٌ ﺑِﺎﻟﺴﱡﻮءِ ِاﻟﱠﺎ‬


‫وَﻣَﺎ ُاﺑَﺮﱢئُ ﻧَﻔْﺴﻰ اِ ﱠ‬
ٌ‫ﻣَﺎرَﺣِﻢَ َرﺑّﻰ اِنﱠ َرﺑّﻰ ﻏَﻔُﻮرٌ رَﺣﯿﻢ‬
“(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum.
Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp
korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek
esirgeyendir.” 11
Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Âgâh
olunuz, cismin içinde bir lokmacık et (parçası) vardır ki o
iyi olursa bütün cesed iyi olur, o bozuk olursa bütün cesed
bozulur. İşte o (et parçası) kalbdir.12
İnsan kendi nefsini tezkiye etmeye evvela ciddi bir
şekilde niyet etmelidir. Kendi ayıbımızı görmek başkasının
ayıbını görmeye perde olmalıdır. Kişinin kendi kusurunu
düzeltmedikten sonra diğerlerinin kusurlarını söylemeye ne
hakkı vardır nede selahiyeti. Edebli olmaya niyet eden
kimse evvela kendi ile uğraşır. Zira biz önce nefsimizi ve
ehlimizi ateşten korumak mecburiyetindeyiz. Bu ilahi
mecburiyeti bilip amel ettiğimiz gün hepimiz birer birer
kendiliğinden felaha ereriz. Yakını bırakıp uzağa
gitmeyelim başkasıyla uğraşıp nefsimizi ve ehlimizi terk
etmeyelim. Her kişi kendi yuvasının ıslâhına, ihlâsına,
11
Yusûf Sûresi, Âyet 53
12
Hadis, Buhâri, İman: 39
- 18 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
ahlâkına çalışırsa bütün yuvalar saadet bulup huzurlu ve
neşeli olur. Tekâmülde usül budur. Kendimizi düzeltirsek
herkes düzelir. Doğru çalışalım, tenkitte kendimizle
uğraşalım, iyilerle düşüp kalkalım, sabırlı olalım.
Nefsinde edeb arzu eden kimsenin şunları mutlaka
yapması lazımdır.
1- Mâlâyaniyi terk etmek, faidesi olmayan şeyle meşgul
olmamak. Edebin güzelliği bununla başlar.
2- Hatalarına bir daha işlememek kasdıyle halisane tevbe
etmek.
3- Kul haklarını eda etmek, helalleşmek, suizanı bırakıp
insanlara hüsnüzan etmek.
4- Kalbi ALLAH muhabbetiyle dolu bulundurmak, mal
hırsına, mevki hırsına kapılmamak.
Hülâsa, sabırlı olmak, metin olmak, halis olmak ve
alemlere rahmet olanın yolunda yürümek. Allah’ın boyası
ile boyanıp, büyüklerin halleriyle hallenmek, edeb yolunda
yegane usuldür.
Cenab-ı Hak buyuruyor:

ُ‫ﺻﺒْ َﻐﺔً وَﻧَﺤْﻦُ َﻟﮫ‬


ِ ِ‫ﻦ اﻟّﻠﮫ‬
َ ِ‫ﺻﺒْ َﻐﺔَ اﻟّﻠﮫِ وَﻣَﻦْ اَﺣْﺴَﻦُ ﻣ‬
ِ
َ‫ﻋَﺎﺑِﺪُون‬
“Allah'ın (verdiği) rengiyle boyandık. Allah'tan daha
güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O'na kulluk ederiz
(deyin)”.13
Mükerrem olarak yaratılan insanoğlunun kerameti etle
kemik külçesinden ibaret olan cismiyle değildir. Onun,
diğer varlıklara karşı yücelik ve üstünlüğü ruhen
yükselmek ve edebiyle kemâle ermekle olacaktır.
13
Bakara Sûresi, Âyet 138
- 19 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Nefsine dön ve onun faziletlerini ikmale çalış. Çünkü
sen sadece cisminle değil ruhunla da insansın. Bu günkü
beşeriyetin bütün sıkıntı ve ızdırabı, içine düşdüğü tüm çile
ve felaketlere sebep, manevi boşluk, ahlâk ve edeb
düşüklüğüdür. İlahi disiplin ve vicdani mesuliyet tanımayıp
başıboş gezen kitle ve toplulukların âtisinden saadet ve
terakki beklemek hayal peşinde koşmak olur. Bugünkü
dünyamızda bunun misalleri sayılamayacak kadar çoktur.
Ahlâkı yıkılmış bir milletin hiç bir şeyi sağlam
kalmamıştır. Bu, inkarı kâbil olmayan bir hakikattır.
Tarihde güzel isim yapmış, asırlar boyu insanlık alemine
önderlik etmiş büyük milletlerin en üstün vasıfları; mazbut
bir ahlâk ve sağlam bir kararektere sahip olmalarıdır.
Şerefli ecdadımızın diğer eserleri yanında bilhassa
öğülmeye değer mirasları da yüksek İslâm ahlâkı olmuştur.
Eğer bırakılan bu kutsi mirastan evlad ve ahfâd olarak
bizler, haz ve nasip alabildiysek bahtiyarız. İnsanı mertebe-
i kemâle vâsıl eden, Cenab-ı Hakk nezdinde izzet ve
hürmete mazhar kılan, halk içinde sevilip sayılmaya liyakat
kazandıran ahlâk ve edeb olduğuna göre dünyaya
gelmekteki aksal gayemiz kesbi kemal ve seyri cemâl
içindir. Edebin en faydalısı dinin hakikatlarını bilmek,
dünyanın geçici zevklerine aldanmamak ve marifetullah
tahsil etmektir. Edeb insan için mutlak bir fazilet
kaynağıdır. İnsanlık ancak onunla kâimdir. Eğer
Ademoğlunun edebten nasibi yoksa kamil insan değildir.
İnsanla hayvan arasındaki fark edebtir.
Edeb ile insan-ı kamil olmada üzerimize lazım olan,
evvela hakikat alimlerinin fehm ettiği (anladığı ) şekilde
kitap ve sünnetin muktezası veçhile itikadımızı tashih
etmektir. Eğer fehmimiz ve düşüncemiz ehli hakkın
anlayışına muvafık olmazsa kıymeti yoktur. Zira nice
dalalet ve bidatta koşmakta olan kimseler vardır ki batıl
- 20 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
hükümlerini ve zanlarını senetsiz te’villerle kitap ve
sünnetten aldıklarını iddia etmişlerdir. Helal, haram, farz,
vacib, hayır, şerr gibi İslâmi ahkâm-ı esasiyeyi bilmek
lazımdır. Bu bilgilerle, sıdk ve itina ile, ihlasla amel etmek
icab eder. Hal, edeb istikamet ve ilim cihetlerinden her
vechile ehlullah nezdinde terbiye görmek lazımdır.
Herkesin istidadına göre faydalı ilim tahsili tezkiye-i nefs
ve tasfiye-i kalb için bu şarttır. Bu olmazsa benliğe düşülür,
feyizsiz kalınır. Edeb yolunda bu esaslara hakkıyla riayet
edilmedikçe gerçek manada yetişme mümkün olamaz.
Bunlardan birinin eksik oluşu insanı tehlikeye düşürür.
İlahi emre müstenid ilerleme yolu ancak bu esaslara riayet
ve ihtimamla muhafaza edilir ve insanlık şeref ve saadetine
bunlarla erilir.
Mâlâyani: faidesiz ve luzümsuz sözdür. Bu kalbi ifsad
eder. Gönüle kasved verir. İnsanın şerefini düşürür. Onun
için ehli hak “hikmetsiz kelam zillettir, ibretsiz nazar
boşdur” derler. Tekellümde tasarruf(az konuşmak)
edebtendir.

Edeb bir tac imiş nûr-u hudâdan


Her kim ki giydi ol tacı kurtuldu her belâdan

Lisan kalbin tercümanıdır. Sözde ya maddi yada manevi


bir faide veya zaruret olmadıkça konuşmamalıdır. Afât-ı
lisan çoktur. Gıybet, nemime (kovuculuk), yalan, iftira,
istihza v. s. gibi. Bunlar ahlâka sığmaz insana yakışmaz,
söyleyeni yakar. Lüzumsuz söz söylemektense sukût etmek
insanlık vakarına daha uygundur. Her hikmetin başı sukût
olduğuna hükema ittifak etmişlerdir.

Kelâmın fızza ise sükût et ki olsun zeheb


- 21 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Kemal ehli, Kemâlatı sükût ile buldular hep
Hülâsa; hikmetsiz, lüzumsuz, faidesiz sözde nedamet,
sükût da ise selamet vardır. Yerinde sükut etmeyi bilmek,
söz söylemekten daha mahirâne bir harekettir. Bir hadise
karşısında insan için ya sükut vardır, ya söz. Sen o anda
hangisi hayırlı ve muâfık ise onu ihtiyar et. Zira Hadîsi
şeriflerde:” Sukût ahlâkın başıdır. Kemalin, kelamının
altındadır, buyuruluyor. Bir şeyin ne olduğunu bilmek için,
ne olmadığını bilmek lazımdır. Kaidesine göre söz adâbına
uymayan, kardeşliği, muhabbeti sarsan, edebi bozan ve
İslâma yakışmayan afât-ı lisandan sakınmak gerekir.
İstihza: Bir kimseyi hafif görmek, eğlence yapmak ve
alay etmektir.
Cenab-ı Hakk buyuruyor ki:

ْ َ‫ﯾَﺎ َاﯾﱡﮭَﺎ اﻟﱠﺬﯾﻦَ ا َﻣﻨُﻮا ﻟَﺎ ﯾَﺴْﺨَﺮْ ﻗَﻮْمٌ ﻣِﻦْ ﻗَﻮْمٍ ﻋَﺴﻰ ا‬
‫ن‬
‫ﺧﯿْﺮًا ِﻣﻨْﮭُﻢْ َوﻟَﺎ ﻧِﺴَﺎءٌ ﻣِﻦْ ﻧِﺴَﺎءٍ ﻋَﺴﻰ اَنْ ﯾَﻜُﻦﱠ‬ َ ‫ﯾَﻜُﻮﻧُﻮا‬
ِ‫ﺧﯿْﺮًا ِﻣﻨْﮭُﻦﱠ َوﻟَﺎ َﺗﻠْﻤِﺰُوا َاﻧْﻔُﺴَﻜُﻢْ َوﻟَﺎ َﺗﻨَﺎﺑَﺰُوا ﺑِﺎﻟَْﺎﻟْﻘَﺎب‬
َ
َ‫ِﺑ ْﺌﺲَ اﻟِﺎﺳْ ُﻢ اﻟْﻔُﺴُﻮقُ ﺑَﻌْ َﺪ اﻟْﺎﯾﻤَﺎنِ وَﻣَﻦْ ﻟَﻢْ ﯾَ ُﺘﺐْ ﻓَﺎُوﻟﺌِﻚ‬
َ‫ھُﻢُ اﻟﻈﱠﺎﻟِﻤُﻮن‬
“Ey mü’minler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya
almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler.
Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar
kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın,
birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra
fasıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte onlar
zalimlerdir.”14
Bu âyet-i celileden:
14
Hucurat Sûresi, Âyet 11
- 22 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
1- İnsanların yek diğerine hüsnü muaşeret ve edeble
muamele etmeleri icab ettiği.
2- Dostluğu kardeşliği ihlal edecek her türlü
muameleden sakınmaları gerektiği.
3- Kişi mü’min kardeşini kendi nefsi gibi gözetip
kendine layık görmediği bir şeyi ona da layık görmemesi
lazım geldiği.
4- Bir kimsenin gerek yanında gerekse gıyabında
sevmediği bir sözü söylemenin caiz olmadığı.
5- Eğer böyle bir şey yapmışsa derhal tevbe etmesi icab
ettiği anlaşılır.Aksi halde zalimlerden olacağı
anlaşılmaktadır.
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

‫ﺧﻠَﻮْا اِﻟﻰ‬
َ ‫َواِذَا ﻟَﻘُﻮااﻟﱠﺬﯾﻦَ ا َﻣﻨُﻮا ﻗَﺎﻟُﻮا ا َﻣﻨﱠﺎ َواِذَا‬
َ‫ﺴﺘَﮭْﺰِؤُن‬
ْ ُ‫ﺷﯿَﺎﻃﯿﻨِﮭِﻢْ ﻗَﺎﻟُﻮا ِاﻧﱠﺎ ﻣَﻌَﻜُﻢْ ِاﻧﱠﻤَﺎ ﻧَﺤْﻦُ ﻣ‬
َ
“(Bu münafıklar) mü’minlerle karşılaştıkları vakit "(Biz
de) iman ettik" derler. (Kendilerini saptıran) şeytanları ile
başbaşa kaldıklarında ise: Biz sizinle beraberiz, biz onlarla
(mü’minlerle) sadece alay ediyoruz, derler.”15
Cenab-ı Hak buyuruyor:

َ‫ﻦ اﻟﱠﺬﯾﻦَ ا َﻣﻨُﻮا َﯾﻀْﺤَﻜُﻮن‬َ ِ‫ن اﻟﱠﺬﯾﻦَ اَﺟْﺮَﻣُﻮا ﻛَﺎﻧُﻮا ﻣ‬


‫اِ ﱠ‬
َ‫( َواِذَا ﻣَﺮﱡوا ﺑِﮭِﻢْ َﯾﺘَﻐَﺎﻣَﺰُون‬29)
“Şüphesiz günahkârlar, (dünyada) iman edenlere
gülerlerdi. Onlarla karşılaştıklarında kaş göz hareketiyle
alay ederlerdi.” 16
15
Bakara Sûresi, Âyet 14
16
Mutaffifin Sûresi, Âyet 29-30
- 23 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Görülüyor ki, bir mü’min kardeşini her ne suretle olursa
olsun fakirdir, zayıftır, cahildir veya kusurludur diye alay
eden bir mü’minin dünyada ve ahirette muhakkak istihza
(alay) olunacağını bu âyet-i kerime işaret buyuruyor.
Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor:
İslam garib geldi garib gidecektir. O gariblere müjdeler
olsun. 17
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

ُ‫( َاﻟﱠﺬى ﺟَ َﻤﻊَ ﻣَﺎﻟًﺎ وَﻋَﺪﱠدَه‬1) ٍ‫ﻞ ھُﻤَ َﺰةٍ ﻟُﻤَ َﺰة‬
‫َوﯾْﻞٌ ﻟِﻜُ ﱢ‬
“ Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi âdet
edinen herkesin vay haline! . O ki, mal toplamış ve onu
sayıp durmuştur.” 18
Hümeze: Eliyle, kaşıyla, gözüyle, müstehziyane işaret
etmektir. Yahut bir kimseyi sevmediği lakabıyla
çağırmaktır.
Lümeze: Lisanıyla zemmetmektir. Yahut iki kimse
arasında sözcülük, koğuculuk etmektir. Hülâsa, bir insanı
ta’n etmek ve ayıbını açığa çıkarmakla gıybet etmek Allah
tarafından büyük bir azap ve helâka davet eder. Her
ikisinde de mü’min kadeşlerine hakaret mevcud
olduğundan ve insanlar arasındaki intizam ve bağlılığı
bozacağından bu gibi kötü ahlâk üzere hareket edenleri
Cenab-ı Hak büyük bir Helâk ile tehdit buyurmuştur.
İnsan nefesini kibrit-i ahmerden kıymetli bilmeli,
nefesini zayi etmeyerek işe yarayan şeylere sarf etmelidir.
İkincisi: Halkın ayıbına bakmamalı ve görmemelidir.

17
Hadis, Müslim,İman:232, Tirmizi, İman: 13 İbn Mace, Fiten: 15, Ebu Davud,
Rikak: 42
18
Hümeze Sûresi, Âyet 1-2
- 24 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Üçüncüsü: Ne kadar terakki ederse etsin kendini en aşağı
bilmelidir.
Şah-ı Nakşıbendi (k.s) hazretlerinin vasiyetlerinde buyu-
rulmuştur ki: “Bir sâlik sülûkunde en yüksek mertebeye
vasıl olsa dahi, kendi nefsini fir’avundan yüz derece aşağı
görmesi lâzımdır: Eğer böyle bilmezse sülûkünde nasibi
yoktur.”
Nitekim Sultan-ı Enbiya (s.a.v.) Efendimiz: “Üç şey
vardır ki kurtuluştur (münciyat), üç şey de vardır ki helâk
edicidir (mühlikat)” buyurmuşlardır. 19
Münciyat: Gizli ve aşikarda Allah’dan korkmak, rıza ve
gadab halinde Hakk’ı söylemek, zenginlikde, fakirlikde
iktisada riayet etmektir.
Mühlikat: İttiba-ı heva (nefsin arzularına tabi olmak) ve
şuhhu-u mutâ (hasisliği tabiat edinmek) dir. Ve icab-ül
mer’i bi nefsihi (kişinin kendini ve ibadetini beğenmesi)dir.
Bu üçüncü hal hepsinden fenadır. Cenab-ı Hak hepimizi
münciyatına uygun mühlikâtından uzak olan ameller
işlememize muvaffak buyursun. Âmin
Mübtedilere bidayette ameline itimat, vehim ve hayal
arıza olur. Bu vehimden ancak halkın amellerini halk
edenin Cenab-ı Feyyaz-ı mutlak olduğunu keşif nuru hasıl
olursa kurtulur. Sâlike marifetullah nasib olursa amelinin
azlığına, çokluğuna bakmaz.

19
Hadis, Acluni, Keşfü’l Hafa:2661
- 25 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Su-i zan, tecessüs:

Cenab-ı Hak buyuruyor ki:

‫ﺟ َﺘ ِﻨﺒُﻮا ﻛَﺜﯿﺮًا ﻣِﻦَ اﻟﻈﱠﻦﱢ اِنﱠ‬ ْ ‫ﯾَﺎ َاﯾﱡﮭَﺎ اﻟﱠﺬﯾﻦَ ا َﻣﻨُﻮا ا‬


ْ‫ﺑَ ْﻌﺾَ اﻟﻈﱠﻦﱢ ِاﺛْﻢٌ َوﻟَﺎ ﺗَﺠَﺴﱠﺴُﻮا َوﻟَﺎ ﯾَ ْﻐ َﺘﺐْ ﺑَ ْﻌﻀُﻜُﻢ‬
‫ﺤﺐﱡ اَﺣَﺪُﻛُﻢْ اَنْ ﯾَﺎْﻛُﻞَ ﻟَﺤْﻢَ اَﺧﯿﮫِ ﻣَ ْﯿﺘًﺎ‬ ِ ُ‫ﺑَ ْﻌﻀًﺎ َاﯾ‬
ٌ‫ن اﻟّﻠﮫَ ﺗَﻮﱠابٌ رَﺣﯿﻢ‬ ‫ﻓَﻜَ ِﺮ ْھﺘُﻤُﻮهُ وَاﺗﱠﻘُﻮا اﻟّﻠﮫَ اِ ﱠ‬
“Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü
zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu
araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin.
Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte
bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz
Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.”20
Zan şeytan tarafından kuruntu yolu ile gelen bir haldir
ki mü’minin bundan uzak olması lazımdır.
Hasan Basri hazretlerinin âdeti, hiç bir kimseyi
kendisinden aşağı görmez ve hiç bir su-i zanda bulunmazdı.
Fakat bir gün Dicle kenarında abdest almaya vardığında
orada bir erkekle bir kadının birşeyler yeyip içtiğini gördü
ve su-i zanna kapılarak içinden şöyle geçirdi; “Acaba
bunlar kimler içki içip günah mı işleyecekler?” Kendisi bu
minval üzere iken nehre kazaen iki kişi düştü. Su-i zann
ettiği kişi hemen yardım için nehre atladı ve boğulmak
üzere olan iki kişiyi de kurtardı. Hasan Basri’ye dönüp “Ya
seyidi, niçin kalbine sahip olmazsın bu kadın anam,
içtiğimiz de sudur.” dedi. Hazret hemen hatasını anladı ve o
kişiden özür diledi ve su-i zan ettiğinden dolayı da Allah’a

20
Hucurat Sûresi, Âyet 12
- 26 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
tevbe etti. Bir daha mahlukattan hiçbir mahluku
kendisinden aşağı görmemeye ahd eyledi.
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: “Müslümanların
ayıplarını kusurlarını araştırmayın. Zira mü’minlerin
kusurlarını araştıran kimseleri velev ki evlerinin içinde
olsun onları Allah-u Teala rüsvay edinceye kadar
kusurlarına tâbi olurlar.21 Yani başkalarının kusurunu
araştıranın kendi kusurları araştırılır. Başkalarını
ayıplayayım derken kendi rüsvay olur. Binaenaleyh
başkalarının ayıbını arayan kendi ayıbını arar.
Gıybet: Âyet-i kerimede “Birbirinizi gıybet etmeyin
çekiştirmeyin” buyuruluyor. Rasulullah (s.a.v.) ‘den
gıybetin neden ibaret olduğu sorulduğunda cevaben:
“Gıybet mü’min kardeşinin sevmediği bir sözü arkasından
söylemendir. Eğer isnad ettiğin şey onda varsa gıybet etmiş
olursun ve eğer isnad ettiğin şey onda yoksa bühtan ve
iftira etmiş olursun”, buyurmuşlardır.
Gıybet edilen kimse kendi hakkında söyleneni işitince
incinir. İşte bu incinme ve üzülme gıybetin haram
olmasının sebebi hikmetidir.
Hucurat suresi, ayet 12’nin tefsirinde Kadi Beyzâvi’nin
beyanı veçhile, gıybet eden kimsenin işlediği fenalığı
Cenab-ı Hak bir kaç veçhile temsil buyurmuştur.
1) Gıybeti ölü etine benzetmekle bunun en başta gelen
kötülüklerden biri olduğunu bildirmiştir.
2) Gıybeti sevip ona mübtela olan kimseleri şiddetle men
için muhabbet kelimesi ile ifade buyurmuştur. Çünkü bu
kadar kerih bir şeyi insanlar seve seve nasıl yapabilirler?
Demek gıybet eden kimseyi korkutmaktır.

21
M. Hamdi Yazır, Hak dini Kur’an dili c.6 s.4473

- 27 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
3) Gıybeti; gıybet eden kimsenin ölü kardeşinin etini
yemeyi teşbih buyurmakla bunun insana layık olmayan çok
kötü bir mâsiyet olduğunu beyan edip ve bunu yapanları
şiddetle azarlamıştır.
Hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Din kardeşini ayıp şeylerden biriyle ayıplayan kimse o
ayıbı bizzat kendisi yapmadıkça ölmez. “22 Diğer bir hadis-
i şerifte: “Gıybetten hazer ediniz. Zira gıybetin bir kısmı
zinadan eşeddir.” 23 Başka bir hadîsi şerifte: “Gıybet
edenler dinleyenler günahta beraberdirler.”24 buyuruluyor.
Fena İsnad; söz atmak: Bir hadis-i şerifte: “Bir kimse
diğer bir kimseyi fisk-u fücur ile isnad edemez. İsnad
etmesi halinde o fisk-u fücur veya küfür, isnad edilen kişide
yoksa isnad eden kimsenin söyledikleri kendi üzerine
döner.”25 Buna göre bir mü’mine haksız yere, fena bir iş
veya küfür isnad eden kimsenin tevbe ve istiğfar ederek söz
attığı kimse ile helalleşmesi lazımdır. İsnad ettiği söz velev
ki o kimsede mevcut olsa bile yine İslâm adâbı icabı bir
mü’minin kusurunu teşhir ve ilan etmek ve bu suretle ona
eza vermek de haramdır. Amma bir insan ki diğer mazlum
mü’minleri aldatıyorsa onun şerrinden mü’minleri korumak
amacıyla hile ve şerrini söylemek caizdir. Yalnız bir kusur
görüldüğünde hüsn-ü niyetle nasihata muktedir ise ve sözü
müsbet tesir edecekse münâsib bir şekilde nasihatta
bulunmak icab eder. Bir kusura karşı şiddetli hareket etmek
kabahatli kimsenin hiddetini ve cürümde israrına artırır ki
bundan kaçınmak lazımdır.
Nitekim bir âyet-i kerimede:

22
Hadis, Münâvî Feyzül Kadir
23
Muhtar-ul ehâdis-ün Nebeviyye h.no.396
24
M.Sami Ramazanoğlu Musâhabe 5
25
Hadîs, Buhâri, Ebu Davud, Sünne: 15
- 28 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
‫ﻓَﻘُﻮﻟَﺎ َﻟﮫُ ﻗَ ْﻮﻟًﺎ َﻟﱢﯿﻨًﺎ ﻟَﻌَﱠﻠﮫُ َﯾﺘَﺬَﻛﱠﺮُ اَوْ ﯾَﺨْﺸﻰ‬
“Ona yumuşak söz söyleyin. Belki o, aklını başına alır
veya korkar.”26
Yine bir Buhâri hadis-i şerifinde İbn-i Ömer’den
rivayetle: “Bir müslüman diğer bir müslümanın din kardeşi
olup o müslüman kendi kardeşine zulüm ve eza etmez,
zulüm ve eza eden kimseye de onu teslim etmez. Kim bir
müslümanın gam ve kederini giderirse Allah’da kıyamet
gününde o kimsenin gam ve kederini giderir. Ve kim ki bir
müslümanın kusurunu örterse Allah’da kıyamet gününde
onun kusurlarını örter buyurulur. ”27
Yine Buhâride Ebu Hureyre (r.a.)’dan rivayetle: “Allah
Teala’ya ve ahiret gününe iman eden bir kimse misafirine
ikram ve ihtiram etsin ve Allah Teala’ya iman eden kimse
ya hayır söylesin ya da süküt etsin buyuruluyor. ”28
Kötü söz sövmek, küfr etmek, insanın iyi amellerini silip
götürdüğü gibi şeref ve itibarını da düşürür. Çok büyük
günahtır, azaba düçar eder. Bilhassa çocuklarımızı küçük
yaşlarında, sıkı bir murakebe altında bulundurarak terbiye-i
ahlâkiyyelerine dikkat ve ihtimam ederek kendilerine fena
söz söylemek, sövmek ve küfr etmek gibi lisan afetlerinden
korumak başta gelen vazifemizdir. Öfke ve gadap anında
ağızından bir kelime-i küfür çıkan kimsenin hemen hiç
vakit geçirmeden sıdk-u ihlas ile tevbe etmesi îmanını hatta
nikahını yenilemesi icab eder.
Öfke, gadâb: insanı bir anda helâka sevk edebilir.
Nitekim bir Hadîs-i şerifte: “Sirkenin balı ifsad ettiği gibi
gadab da imanı ifsad eder. 29

26
Ta’ha Sûresi, Âyet 44
27
Hadîs Buhâri,Mezalim: 3, Müslim, Birr: 58
28
Hadîs, Buhâri, Edeb: 31, İbn Mace, Edeb: 4
29
Keşfül Hafâ,1804
- 29 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Yani insanın lütuf, şefkat, merhamet ve hilim gibi güzel
sıfatlarını giderir. Bir anda bir musibet neticesi dilinden bir
kelime-i küfür çıkacak olursa o zamana kadar işlediği güzel
amelleri hep birden heba olur, yanar. Tevbe etse de mahv
olan amelleri artık geriye dönmez.
Gadap yani öfke iki sebepten dolayı olur: Harici sebebler
ve dahili sebebler.
Harici Sebepler: Arzumuza göre vuku bulmayan
hadiselerdir.
Dahili Sebepler: İçimizdeki meşru ve gayri meşru
arzuları körükleyen ve çok defa bizi helâka sürükleyen
nefsimizdir. İşte bu en büyük düşman olan nefsimizle
mücahede ederek ibâdet ve taatla onun salâhına gayret
etmemiz lazımdır.
Yalan, Kizib: Yalan hakikatın hilâfına söz söylemektir.
Hadis-i şerifte: “Yalandan hazer ediniz zira yalan ile
iman cem olmaz”. 30 “Yalan söyleyen mel’undur”. 31
“Yalan insanın yüzünü karartır” iki şahsın arasını ifsade
çalışmak da kabir azâbını intac eder. Hataların en
büyüklerinden biride dilin yalanıdır. Keza, âyet-i celilede
Cenab-ı Hak yalancıları lânetle anmaktadır:

ْ ُ‫ﻦ اﻟْﻌِﻠْﻢِ ﻓَﻘ‬


‫ﻞ‬ َ ِ‫ﻚ ﻓﯿﮫِ ﻣِﻦْ ﺑَﻌْﺪِ ﻣَﺎ ﺟَﺎءَكَ ﻣ‬ َ ‫ﻓَﻤَﻦْ ﺣَﺎﺟﱠ‬
ْ‫ﺗَﻌَﺎﻟَﻮْا ﻧَ ْﺪعُ َا ْﺑﻨَﺎ َءﻧَﺎ وََا ْﺑﻨَﺎءَﻛُﻢْ َوﻧِﺴَﺎ َءﻧَﺎ َوﻧِﺴَﺎءَﻛُﻢ‬
‫ﻋﻠَﻰ‬
َ ِ‫ﺴﻨَﺎ وََاﻧْﻔُﺴَﻜُﻢْ ﺛُﻢﱠ َﻧ ْﺒﺘَﮭِﻞْ ﻓَﻨَﺠْﻌَﻞْ ﻟَ ْﻌ َﻨﺖَ اﻟّﻠﮫ‬ َ ُ‫َوَاﻧْﻔ‬
َ‫اﻟْﻜَﺎذِﺑﯿﻦ‬

30
Keşfü’l Hafâ, 1919
31
M. Esad Erbili, Kenzül İrfan
- 30 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda
çekişenlere de ki: Geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak
üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımızı, siz
kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı çağıralım,
sonra da dua edelim de Allah'tan yalancılar üzerine lânet
dileyelim.32
Gerek mü’minleri aldatmak gerekse şahsi bir menfaat
için yalan söylemek en kötü sıfatlardandır. Mü’min’e asla
yalan yakışmaz.”
Yalanın caiz olduğu yerler:
1) Karı koca arasındaki anlaşmazlığı düzeltmek ve
aralarını bulmak için söylenen yalan.
2) İki mü’min arasındaki anlaşmazlığı, dargınlığı,
soğukluğu gidermek ve iki tarafı teskin ve teselli edip
gönüllerini almak için söylenen yalan.
3) Harp esnasında düşmana yalan söylemek caizdir. Zira
mü’minlerin hayatı bahis mevzudur. Hadis-i şerifte “Harb
hiledir”. Buyurulmuştur 33
Lânet: Bir mü’mine veya mahlukata “lânet olsun”
demek katiyyen caiz değildir. Buhâri, hadis-i şeriflerinden
birinde: “Her kim ki bir mü’mine lânet ederse o lânet tıbkı
o mü’minin katli mesabesindedir. Ve her kim ki mü’mine
küfür ile iftira ederse bu da o mü’minin katli
mesabesindedir.”34 buyuruluyor.
Yani, bir mü’mine lânet eden kimse sanki o kimseyi
öldürmüşcesine ahiretde azab görecektir. Keza bir mü’mine
küfür isnad ederek iftira eden söz atan kimsede o mü’min-i
öldürmüşcesine azaba çarptırılacaktır.

32
Ali İmran Sûresi, Âyet 61
33
Hadîs, Müslim, Cihad: 18, Buhari,Cihad: 157
34
Buhari
- 31 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Diğer bir hadîs-i şerifte: “Lânet ediciler kıyamet
gününde şefaat olunmazlar,” buyuruluyor. 35
Lânet demek, rahmeti ilahiyeden uzak, mahrum olan
demektir. Buna göre hiç bir mü’min hakkında lânet etmek
asla caiz değildir. Zira her mü’min mutlaka Rahmet-i
İlahiyeye mazhardır.
Başka bir hadis-i şerifde: “Lânet eden kavmin söylediği
lânet sözü kendisine iade olunur”. 36
Buna göre lânet sözünü dile almaktan son derece
sakınmalıdır. Değil insanlara, hayvanlara cansızlara bile
lânet etmek yasaktır, mezmumdur. Hiç bir mü’mine belâ
veya beddua etmek caiz değildir. Eğer muhatabı sükût eder
cevap vermezse belâ söyleyene döner. Şu halde kızgınlık
halinde bile karşısındakinin salâhına dua etmelidir.
Mâlâyani (lüzumsuz söz): İnsanların başına gelen
belâların çoğu dilindendir. Dili muhafaza etmek lazımdır.
Buhâri’de bir hadis-i şerifte: “Allah Teala’nın
kullarından bazısı, hakkın rızasına muvafık bir söz söyler o
söze kendisi de dikkat etmez. Halbuki Allah-u Teala o söz
sebebiyle o kimsenin derecesini yükseltir. Ve kullarından
bazısı da rıza-i ilahiye muhalif olarak gadâbı İlahiye mücib
bir söz söyler ve hem de söylediği söze zerre kadar
ehemmiyet vermeyerek laubali olarak söyler. Halbuki
Allah-u Teala o kimseyi söylediği o fena söz sebebiyle
cehennemin dibine indirir” buyuruluyor.37
Mü’minler söyledikleri sözleri velev ki latife olsun
laubali olarak söylemeyip sonunu teemmül ederek
söylemeleri icab eder.

35
Riyâzus-sâlihîn
36
Hadîs, Ramûz-ül Ehâdîs
37
Hadîs Buhâri
- 32 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Râmuz’daki bir hadis-i şerifte: “İnsanların ekserisinin
Kıyamet gününde günahları dillerinden çıkan mâlâyani
sözdendir ve yine her duyduğu sözü söylemek günah olarak
insana kâfidir” buyuruluyor 38
Hikmetin başı sükût olduğunda hükema ittifak
etmişlerdir. Bu hususta, Fudayl-i İyaz (k.s) buyuruyor ki:
“Dili tutmak, hacca gitmek, hudud’da nöbet beklemek ve
Cihad etmekten daha zordur.” Büyükler buyuruyorlar ki;
“Eğer sözün gümüş ise sükûtun altındır”. Abdullah İbn-i
Mübarek buyurur ki: “Bunun manası şöyledir: Cenab-ı
Hakka ta’at ile kelam gümüşten ise, masiyyetten sükût de
altındır. Masiyyetten sakınmak taat ve amelden efdaldir.”
Dil kalbin tercümanıdır. Zelleden selameti kalbin sebatını
istilzam eder.
Zünnûn-ı Mısrî (k.s.) ’ye sormuşlar ki, “Nefsini en
ziyade muhafaza eden kimdir?” Cevaben: “Dilini en ziyâde
kim tutarsa odur” demişlerdir. Büyükler, dili yırtıcı aslana
benzetmişlerdir; eğer aslanı bağlamazsanız üzerinize
hücum eder.
Hz. Ebu Bekir (r.a.) nefsini konuşmaktan men etmek
için ağızlarına küçük bir taş koyarlarmış. Ehl-i hikmet
demişler ki: “Allah-u Teala Hazretleri her şey için bir kapı
yapmıştır. Dil için iki sıralı iki kapı yapmıştır. (birincisi
dudaklar, ikincisi dişler) Zira dilin muhafazası çok güçtür.
Bazı salih kimseler dillerini lüzumsuz sözden muhafaza
için nefislerini cezaya tabi tutmuşlar her bir mâlâyani söz
için iki rekat namaz kılmayı kararlaştırmışlardır. Bu nefse
kolay gelmiş. Bu defa da mâlâyani kelime için bir gün oruç
tutmayı kararlaştırmışlar. Bu da kolay gelmiş ve yine
mâlâyani söylemekten kurtulamayınca bu defa her
lüzumsuz söz için fakirlere bir miktar para vermeyi va’ad

38
Hadis, Ramûz-ül Ehâdîs
- 33 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
etmişler. Nihayet parayı vererek mâlâyaniden kurtulmaya
muvaffak olmuşlar. Ne mutlu, elhamdulillah. ”
Dili muhafaza etmeye dair bazı hadis-i şerifler:
“Cenab-ı Hakk’ın en çok sevdiği amel dili mâlâyaniden
hususiyle yalan ve gıybetten, sövmek küfr etmek gibi nehy
olunan şeylerden hıfz eylemektir. ” 39
“Sadakaların en faziletlisi mâlâyaniden ve haram olan
sözlerden dili muhafaza eylemekdir” 40
“İnsanoğlunun başına gelen günahların ekserisi
lisanındandır. ” 41
“Hikmet ondur. Dokuzu uzletde (yalnızlıkta) biri de
sükûtdadır. Yani mâlâyaniden dili muhafaza eylemektir. ”42
“Haram şeylerden sakınan oruçlunun sükutu tesbih,
uykusu ibadet, duası makbul, amel ve ibadeti muzaaf
(artırıcı, katlanıcı) olur. ”43
“Söylemeye şer’i lüzum olmazsa sükut etmek, alimleri
tezyin eder, cahillerin ayıbını örter. ”44
“Sükut ahlâk-ı hamidenin başıdır”45 Mâlâyaniden sükut
eden zat her iki alem de tehlikelerden kurtuldu demektir.”46
“Selameti arzu edenler dillerini muhafaza etsinler. ”47
“İnsanın İslâmiyetinin güzelliğine delil, lüzumsuz söz ve işi
terketmesidir. ”48

39
Buhari, Tirmizi
40
Kenz-ül Ummal
41
Kenz-ül Ummal
42
Kenz-ül Ummal
43
Deylem-i Müsned
44
Deylem-i Müsned
45
Deylem-i Müsned
46
Keşfül Hafâ
47
Buhari, Tirmizi
48
Hadîs, Münâvî Feyzül Kadir
- 34 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
“Çok söyleyenlerin hataları çok olur. Hataları çok
olanların ise günahları çok olur. Günahları çok olanlara da
kıyamet gününde lâyık olan azaptır”49
“Cehennem ehlinin ekserisi dilleri yüzünden azaba
müstehak olanlardır. Diğer günah ehli bunun yarısını teşkil
eder” buyuruluyor. 50
Hangi şey ki adâb-ı muaşerete muhaliftir, o aynı
zamanda şeriat-ı İslâmiyye’ye de muhaliftir. Halbuki şeriat
emirlerinden her bir emir karşılığı Cennet’te bir makam
vardır. O makama ancak bu amel ve edeble vasıl olunur.
Mahşerde böyledir. İnsanlar dünyada ettikleri her kötü
hareket ve fena işin mukabilinde bir güçlük ve felaket
göreceklerdir. Şu halde, bilcümle ahval ve ef’alimizin
hesabını vereceğimiz o dehşetli günde selâmetimiz,
bugünkü istikametimizle alakalıdır. Ahiretin ekin tarlası
sayılan bu dünyada ne ekersek, unutmayalım ki orada onu
biçeceğiz. Ve iş görecek olan da iyi huy ve güzel ameldir.
Cenab-ı Hak şöyle buyurmuşlardır:

َ‫ﯾَﺎ َاﯾﱡﮭَﺎ اﻟﱠﺬﯾﻦَ ا َﻣﻨُﻮا اﺗﱠﻘُﻮا اﻟّﻠﮫَ وَﻛُﻮﻧُﻮا َﻣﻊَ اﻟﺼﱠﺎدِﻗﯿﻦ‬


“Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sadıklarla
beraber olun.” 51
Sadıklarla beraber olanın iyiliğinden ve iyi olacağından
şüphe edilmez. Kişi arkadışının meşreb ve mezhebi
üzerinedir. Ehli mâna ve erbâb-ı irfanla beraber otur. Hem
yiğit olasın ve hemde oradan atâ ve izzet bulasın.

49
Hadîs, Tabarâni el evsad, Feyzül Kadir
50
İhyâ Ulumiddin c.3
51
Tevbe Sûresi, Âyet 119
- 35 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Allah-ü Teala buyurmuşlardır ki:

‫ﺴﻨُﻮا اﻟْﺤُﺴْﻨﻰ وَ ِزﯾَﺎ َدةٌ َوﻟَﺎ ﯾَﺮْ َھﻖُ وُﺟُﻮھَﮭُ ْﻢ‬


َ ْ‫ِﻟﻠﱠﺬﯾﻦَ اَﺣ‬
َ‫ﺠﱠﻨﺔِ ھُﻢْ ﻓﯿﮭَﺎ ﺧَﺎﻟِﺪُون‬ َ ْ‫َﻗﺘَﺮٌ َوﻟَﺎ ِذﱠﻟﺔٌ اُوﻟﺌِﻚَ َاﺻْﺤَﺎبُ اﻟ‬
“Güzel davrananlara daha güzel karşılık, bir de fazlası
vardır. Onların yüzlerine ne bir toz (kara leke) bulaşır ne
de zelil olurlar. İşte onlar cennet ehlidirler. Ve onlar orada
ebedî kalacaklardır.” 52
Görülüyor ki muhterem kardeşlerim, yücelik, büyüklük,
izzet ve şeref ne mal iledir, ne kal (söz) iledir, ne sâl (yıl,
yaş) iledir ve nede şan ve nam iledir. Ancak ve ancak edeb
ve kemâl iledir.
“Nefsinde edeb arzu eden kimse mâlâyâniyi terk ederek,
hatalarına hâlisâne tevbe edip kul haklarını eda edip kalbini
hak muhabbetiyle doldurması lazımdır” denilmiştir.
Hatalarına halisane tevbe etmek demek şerden hayra
dönüşdür. Tevbe günahdan sevaba geçiştir. Tevbe
karanlıkdan nura çıkıştır. Tevbe yıkanıştır. Tevbe Hakka
rücudur.
Tevbe:İşlemiş olduğu bütün günahlara pişman olup bir
daha yapmamak niyetiyle Allah’tan af ve mağfiret taleb
etmek.
Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor;

...‫ﯾَﺎ َاﯾﱡﮭَﺎ اﻟﱠﺬﯾﻦَ ا َﻣﻨُﻮا ﺗُﻮﺑُﻮا ِاﻟَﻰ اﻟّﻠﮫِ ﺗَﻮْ َﺑﺔً َﻧﺼُﻮﺣًﺎ‬
“Ey Îman edenler! Nasuh tevbesiyle sizde Allah’a tevbe
ediniz.” 53

52
Yunus Sûresi, Âyet 26
53
Tahrim Sûresi; Âyet:8
- 36 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
ْ‫َوﺗُﻮﺑُﻮا ِاﻟَﻰ اﻟّﻠﮫِ ﺟَﻤﯿﻌًﺎ َاﱡﯾ َﮫ اﻟْﻤُﺆْ ِﻣﻨُﻮنَ ﻟَ َﻌﻠﱠﻜُﻢ‬
َ‫ﺗُ ْﻔﻠِﺤُﻮن‬
“Ey Mü’minler! Hepiniz Allah’a tevbe ediniz ki, felah
bulasınız.” 54
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: “Günahlarına
tevbe eden kimse hiç günah işlememiş gibidir.”55
“Bir kimse kalben ve lisanen istiğfara devam ederse;
Cenâb-ı Allah o kimsenin üzüntülerini sevince, darlığını
genişliğe çevirerek umulmadık bir taraftan kendisini
rızıklandırır.” 56 Bu itibarla tevbe etmek edebdendir. Zira
beşer de şerre meyil olabilir. Bundan kurtulmak için tevbe
kapısından geçip felaha dahil olmak icab eder. Gerek
gizlide gerek açıkta işlenilen bilcümle günahlara,
kabahatlere suç ve masiyetlere tevbe edilmelidir.
Tevbenin sahih olabilmesi için zihinde şu üç marifetin
teşekkül etmesi lazımdır:
1- İşlediği günahları Cenab-ı Hakkın bildiğini bilmek.
2- Günah işlediği vakit, kendisinin ismetden hali
kaldığını idrak etmek.
3- Günahı terk edince ferahlandığını hissetmek.
Tevbenin kabul olabilmesi için şu üç şartın yapılması
icab eder:
1- Nedamet: işlediği günaha işlediğinden dolayı pişman
olmak.

54
Nur Sûresi; Âyet:31
55
Ebu Davud, İbn Mace
56
Hadîs Kenz-ül Ummal

- 37 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
2- İ’tizar: İşlediği günahdan dolayı Cenab-ı Hakk’a ve
taallûku olan mahlukâta karşı özürünü beyan etmek, afv
dilemektir.
3- Tecrid: İşlediği günahdan bir daha işlememek üzere
uzaklaşmakdır.
Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor: “Tevbe ve istiğfarla
büyük günahlar affolunduğu gibi mükerreren işlenen küçük
günahlar da büyük günah olarak yazılır.”57
Tevbenin devamının temini için şu üç hakikatı bilmesi
lazımdır:
1- İşlediği günahını büyütmek
2- Tevbesini töhmetlemek, o günaha karşı bu tevbeyi az
görmek, tevbede ısrar etmek.
3- Hulki özürlerini talep etmek, noksanlarını ikmale
gayret etmektir.
Tevbenin hakikatının sırları da üçtür:
1- Takvasını izzetten temizlemek kendini en iyi
bilmemek.
2- Günahını nisyandan halâs etmek, suçunu unutmamak.
3- Daima ettiği tevbesine de tevbe etmek.
Tevbenin esrarının letaifi de şunlardır:
1- İşlediği günahı cinayet gibi büyük günah olarak
bilmek.
2- Cenab-ı Hakk’ın bu meseledeki murad-ı ilahisini
anlamak.
Cenab-ı Hakk’ın kulunu günahıyla terbiye kılmasında iki
mana vardır.

57
Buhari, Muslim.
- 38 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
1- Kulun Hak celle ve ala hazretlerinin kazasında
izzetini, sırrında ihsanını, özürünü kabulde, kerem-i
mafiretinde fazlını kulun bilmesidir.
2- Hakk’ın kulu üzerindeki adlini, hüccetini ikame edip
kul günah işlediği takdirde hücceti ile ikâb etmesidir.
Tevbe yapan kimse nasuh tevbesi gibi bütün zerreleri
titreyerek salâha meyl ettiğini ve bir daha işlememeye azm-
i cezm ve kasdeyleyerek tevbe etmelidir. Nasuh’un tevbesi
şöyle olmuştur: Vaktiyle Nasuh isminde, köse, kadına
benzer, bir adam vardı. Saçlarını uzatarak kadın elbisesi
giydi ve kendisine hizmet ehli bir kadın süsü vererek
kadınlar hamamına gitti. Hamamda hem tellaklık vazifesini
ifa ediyor hem de bu kadınları seyretmek şenaetini irtikab
ediyordu ve çok iyi hizmet ettiğinden dolayı da herkes
ondan memnundu. İyi kalbli bir hatun olduğunu
söylüyorlardı. Kendisi de bu halinden memnun olmakla
beraber vakit vakit irtikab ettiği günahın büyüklüğünü
düşünüyor ve tevbe etmek istiyordu. Fakat bir türlü tevbeye
yanaşamıyordu. Nefsin gayrı meşru arzusu akla, hayaya
galip geliyordu. Bununla beraber Allah korkusu da içini
zaman zaman dağlıyordu.
Birgün, zamanın hükümdarının kızının düğün hamamı
olacaktı. Beldenin bütün mükellef hanımları Nasuh’un
bulunduğu hamama geliyorlardı. Bütün memleket
hanımlarını seyredecekti. Düğün hamamı başladı. Derken
hükümdarın kızının çok kıymetli olan yüzüğü hamam
içerisinde kayboldu. Önce sathî bir arama yapıldı,
bulunamadı. Sonra saray erkânı tarafından, “Hamamın
bütün kapıları sıkıca kapatılsın, hiç kimse dışarı
bırakılmasın, bütün hanımların mahrem yeri bile
aranacaktır!” emri verildi. Bu sırada Nasuh elindeki işi
bırakıp bir köşeye çekildi, başını kurtarma çaresini
düşünmeye başladı. Kendisi köse bir erkekti. Bunca
- 39 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
zamandır kadın kıyafetinde çok büyük ailelerin mahremi
esrarı olmuştu. Nasuh yüzüğü almamıştı fakat kendisininde
aranması icab ediyordu. Bu muayenede erkek olduğu
meydana çıkacaktı. Bunun vereceği rezalet, hayasızlık ve
edebsizlik endişesine ve kendisini iyi kalpli bir hâtun tellâk
bilenlerin bu muayeneden sonraki hayretini infialini ve
hücumlarını düşündükçe aklı oynuyordu. Elbette bu iş onun
kafasına mâl olacaktı. Şimdi kime iltica edecekti? İşte, ta
evvelinden beri vâkıf olan yalnız Hazret-i Allah’tı. Vakit
vakit onun havfi içini dağlıyordu. Fakat bugün zevkininde
günahınında âşikar olacağı bir anda hiç kıpırdayamayacak
şekilde yakalanmıştı. Nasuh tevbeye baş vurdu. Aman, ya
Rabbi bir daha yapmam, aman ya Rabbi beni halâs et.
Aman, ya Rabbi beni rüsvay etme. Tevbeler olsun, diye
yalvararak gözyaşı dökerken yüzük bulundu haberi ortalığa
yayıldı. Herkes memnun ve mesrur oldu, Nasuh da terler
içinde hamamdan çıktı, tevbesinde kararlı oldu. Artık
bundan sonra meşru ve hayırlı işlerle uğraşmaya başladı.
“Bir kimse Cenâb-ı Allah’ı zikreder de korku ve
dehşetten göz yaşları yere dökülürse Cenâb-ı Hakk,
kıyamette onu azaba uğratmaz.” 58
Din-i celil-i İslâmdaki vüs’ati, nizamlardaki hakkaniyeti,
tekâmüldeki sonsuz mükafatı beyan için şu hadis-i şerif
beşeriyete ne büyük kurtuluş yolu açmaktadır, ve de nasıl
insani saadet ve huzur deryasına gark etmektedir.
“Günahından tevbe eden hiç günah işlememiş gibidir.”
Elhamdülillah. 59
Nefsin arzuları, heva ve hevesleriyle biraz az dost ol.
Çünkü, seni Allah yolundan ayıran odur. İnsan kendi
nefsini ıslah ve terbiye etmeye ciddi bir şekilde

58
Hadis, Tirmîzi, Buhari
59
Ebu Davud, İbn Mace
- 40 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
çalışmalıdır. Nefsani arzularına hakim olamayan insanlar,
hayatta çok büyük bir çile ve musibetlerle karşılaşırlar. Zira
bütün şer ve rezaletlerin menbaı odur. Nefsin mezmum
sıfatları üç şekilde mütalâa edilir.
1- Nefsin behîmi sıfatları vardır. Aşırı şehvet, hudutsuz
zevk ve eğlence, fuhuş, sefahat, ölçüsüz yemek, içmek,
ihtiras, menfaatperestlik, tul-i emel, cehalet ve Hak’dan
gaflet gibi.
2- Nefsin vahşet ve yırtıcı sıfatları vardır. Öfke, azgınlık,
tecavüz, kin, buğz, zulüm, merhametsizlik, saygısızlık, söz
ve nasihat dinlememek, şımarıklık gibi.
3- Nefsin şeytani sıfatları vardır. Hile, hud’a aldatmak,
kibir, gurur, hased, riya, ahde vefasızlık, sözünde
durmamak, hıyanet, iki yüzlülük gibi.
Bütün bunlar tedaviye muhtaç, manevi ve derunî
hastalıklardır. İslâm hastanesinde hâzik tabib Hz.
Muhammed (s.a.v.)’e teslim olup, O’nun Kur’an-ı Hakim
vasıtasıyla vereceği reçetelerdeki müessir ilaçlara devam ve
sebat etmedikçe ruhen sıhhat bulmamıza imkan yoktur.
Şehveti, hırsı, gadâbı terk etmek mertliktir. Peygamberlik
damarıdır. Bu mertliği gösterenler, kalplerini tasfiye,
nefislerini te’dip ve terbiye edenler de Rabbanî sıfatlar
zuhura gelir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
Kalbi îman ve ibâdet nuruyla aydınlatıp, kalbî
sıkıntılardan kurtulmak. İslâm nimetinin kadrini bilerek
Allah’ın emirlerini harfiyen tutup, nehy ettiği haramlardan
sakınmak. Geçmişde işlemiş olduğumuz bütün günahlara
tevbe ederek Allah’a dönmek, bir daha onları işlememeye
gayret etmek.
Kendimiz için sevdiğimiz şeyi, bütün din kardeşlerimiz
içinde sevmek. Kendimize yapılmamasını istediğimiz bir

- 41 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
hareketi kimseye karşı yapmamak. Gönül kırmamak,
kimsenin hatırını rencide etmemek.
Allah’ın bizim için taksimi olan helal ve temiz rızka
kanaat edip, kimsenin mal ve servetine göz dikmemek.
Rabbimizin üzerimizde bulunan sayısız nimetlerine karşı
şükr edip nankörlük etmemek. İlmin, servetin, sıhhatın
hakkını vermek. Allah’ımızı ve sevgili Peygamberimizi
evladımız, ailemiz ve nefsimizden daha çok sevmek, yüce
tutmak.
Ecdadımızın kutsal emanetlerine karşı vefakar ve
muhafazakar olmak. Her yerde ve her işimizde Mevlamızı
anmak, O’nun nusret ve inayetinden kuvvet alıp ismini
dilimizden, fikrini gönlümüzden bırakmamak.
Millet ve vatan aşkını, umumun menfaatini, şahsi
işlerimizden mutlaka üstün tutmak. Çocuklarımıza İslâm ve
imanı küçükten aşılamak, istikamet ve karekterleri üzerine
titremek.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki: “Agâh
olunuz; herbiriniz çobansınız, ve sürülerinizden
60
mes’ulsünüz.” İlim ve irfana layık olduğu değeri verip,
milletimizin önüne ışık tutacak münevver, ahlâkı mazbut
âlim ve ârif kişiler yetiştirmek.
Hülâsa olarak, bütün ef’al ve hareketlerimizde büyük
kurtarıcımız, tek halâskârımız Hz. Muhammed (s.a.v.)
Efendimizi rehber edinmektir. Bilmeliyiz ki, herkes kendi
sürüsünden mes’üldür. Devlet reisinden mahalle bekçisine
kadar. Yakını bırakıp uzağa gitmeyelim. Bir serçe kadar
yok muyuz, yuvamızı mamur edelim. Bir arı kadar
değilmiyiz hazırlığımızı tamamlayalım. Bir karınca

60
Hadis, Buhâri, Nikah: 81, Tirmizi, Cihad: 27, Müslim, İmare: 20

- 42 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
himmetine sahib değilmiyiz ahiret tedarikini görelim,
kendimizi düzeltelim. O zaman herkes düzelir. Olduğumuz
gibi görünelim, göründüğümüz gibi olalım, felah buluruz.
Ruhumuz ham dururken, suretimizin zîneti ve lüksü ile
ömrümüzü öldürmeyelim. Unutmayalım ki bir gün
muhakkak Rabbımızın huzuruna varacağız. Burada şunu
kuvvetle ve katiyetle söyleyebilir ve temin ederiz ki: bu
günkü insanlık âlemi, şu saydığımız esaslarla amel etsin, şu
ahlâk ve edeb kaidelerini kendinde tatbike koyulsun, herşey
yoluna girecek ve beşeriyet içinde bulunduğu derin
ızdırablardan biiznillah kurtulacaktır. Bütün buhranlar hal
yoluna girecek. Saadet güneşi ufkumuzda doğacaktır.
Efendi bilmiş ol ki; edeb, insanın bedeninde ruhtur.
Efendi, edeb Allah adamlarının gözünün ve gönlünün
nurudur. Adem, alem-i süfliden değil, alem-i ulvidendir.
Yani beden ile haaki ise de ruhuyla eflakîdir. Bunu anla. Şu
dönen feleğin dönüşündeki letafet de edebdendir. İman
nedir diye akıldan sordum. Akıl kalbimin kulağına eğilerek
“Îman edebtir” dedi. O edeb manzumesinin bazı satır ve
beytleri şunlardır:
İlahi emirlere imtisal, nehiylerden ictinab. Ahlâk-ı
hamide, zikre devam, mahlukata şefkat ve merhamet,
sükun-i kalb hulus-i niyet, muhabbetullahi kesb, amel-i
salihaya devam, havf ve reca arasında bulunmak. Zâhir ve
bâtını isyanla mülevves etmemek. Taatıyla sevinmek,
cürmünden dolayı mahzun olmak. Mevlaya tevekkül ve
itimad etmek, nimete şükür, kazaya rıza, belâlara sabır, sıdk
ile kulluk, hasenatı Hak’dan, seyyiatı nefsinden bilmek.
Allah’ın verdiğine kanaat etmek. İslâm ve imanın şartlarına
sadık kalmak, günahta ısrar etmemek ve tevbeye
mülazemet eylemektir.

- 43 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
EDEBİN FAZİLETİ

İslâm dini fazilet ve edeb dinidir. Hidayeti neşreder


dalâleti ise izale eder. İslâm dini haiz olduğu nâssa
müstenid muazzam kudret ve nüfusuyle insaniyetin
mekârim-i ahlâk ile ahlâklan-masını sinelerin ruus ve
rezailden asûde ve mâsun kalmasını emir ve talim eder.
Nefisleri ahlâk-ı hâmide ile terbiye edip kötülüklerden
muhafaza eder.
Allah (c.c.) buyurmuştur:

ِ‫ﺖ اﻟْﺠِﻦﱠ وَاﻟِْﺎ ْﻧﺲَ ِاﻟﱠﺎ ِﻟﯿَ ْﻌﺒُﺪُون‬


ُ ‫ﺧﻠَ ْﻘ‬
َ ‫وَﻣَﺎ‬
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler
diye yarattım.”61
İbn Abbas (r.a.) bu ayete “illa li ya’rifun” marifetime
ersinler diye de mana vermiştir.
Muhyiddin Arabî ise, gayemiz kesb-i kemal seyr-i
cemaldir. Yani dünyada kemale erip ahirette cemalullahı
müşahe etmektir, buyurmuştur.
İns ü cin peygamberi iki cihan güneşi alemlerin seyyidi
Peygamber Efendimiz (s.a.v) mekârim-i ahlâkı
tamamlamak üzere gönderilmiştir. İslâm dininde namaz,
oruç ve cümle ibadetler dini birer vazife olduğu gibi fezaile
riayet, insanlara tatlı söz ve güler yüz göstermek de en
mühim vazifelerdendir. İslâm dininde insan, hakka ibadet
etmekle mükelleftir. İslâm mahluka karşı da bir çok
vazifeleri emir ve tavsiye eder.

61
Zariyat Suresi, Âyet 56
- 44 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Allah’a ta’zim, mahlukuna şefkat islâm ahlâkının
esasıdır.
İslâm dini Allah’a, peygambere, nefse, ebeveyne, evlad
ve iyale ve bütün insanlığa karşı ifası gereken ahlâki
vazifeleri öyle beyan etmiştir ki, bunların dışında bir
hakikat aramak muhali temenni etmek ve beyhude
yorulmaktır.
Nefislerin arınıp temizlenmesi hususunda İslâm dini
muhtelif terbiye usul ve yolları tertib eder. Bu usül ve
yollardan bazılarıyla nefislerin terakkisi ahlâkın
güzelleşmesi ve akılların olgunlaşması temin olunur.
İslâmdaki ibadet, sadaka, emanet, ahde vefa, vâdinde
durmak, sabır, secaat, hakkı kabul etmek, hilim, tevazu,
yardımlaşma gibi faziletler bu cümledendir.
Diğer bir terbiye usûlüyle de cemiyetin sıyaneti ve hüsn-
ü nizamı temin olunur. Umûmun menfaatine ait bütün
hususları yapmak, ferdin cemiyete karşı yapmak
mecburiyetinde olduğu bütün vazifeler bu kısma girer ki
ukûbet ve cezalarda bu cümledendir. Felah ancak nefislerin
cümle kötülüklerden temizlenmesiyle mümkün olacağından
İslâm dini bu hususa fazlasıyla ehemmiyet vermiştir.
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de:

‫( َوﻗَﺪْ ﺧَﺎبَ ﻣَﻦْ دَﺳّﯿﮭَﺎ‬9) ‫ﻗَﺪْ َا ْﻓﻠَﺢَ ﻣَﻦْ زَﻛّﯿﮭَﺎ‬


“Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir.Onu
kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.”62
İslâm dininin ahlâka ait emir ve talim ettiği vazifelerin
hepsine birden Âdab-ı diniyye veya İslâm adabı denir.
Diğer dinlerin hiç birinde âdab bahsi böyle müstakil bir

62
Şems Sûresi, Âyet 9-10
- 45 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
bahis ve mevzû olarak ele alınmamışdır. Peygamber
Efendimiz (s. a.v) bir hadis-i şeriflerinde “İmanın kemâli
güzel ahlâktır, buyurmuştur. 63
İnsana lazım olan bir çok edebler vardır ki, bunları şöyle
sıralayabiliriz.
Allah’a karşı edeb
Peygambere karşı edeb
İslâmın kutsal saydığı şeylere karşı edeb
Nefsine karşı edeb
Ana-babaya karşı edeb
Akraba ve komşularına karşı edeb
Aile’de edeb
Umuma karşı edeb

Allah’a karşı edeb

Allah’a hâlisane ve layıkı veçhile ibadet etmekdir.


Allaha karşı edeb amele ve kavle göre ikiye ayrılır.
Allah’a karşı olan edebin amele ait olan kısımları:
1. Allahın emirlerine ve nehiylerine ittibâ, ibadet ve
taatda ihlas
2. Allah’a yaklaşmanın sebeb ve vesilelerini bilmek
3. Nefsi emmareye karşı cihad.
Allah’a karşı edeb, kulun amellerini murakabe ve nefsini
muhasebe etmesidir. Nitekim âyet-i kerimede, mü’minlerin
kıyamet gününde muhasebeye çekilmeden önce henüz
dünyada iken kendilerini nefis muhasebesine tabi tutmaları
emir ve tavsiye olunur.

63
Hadis Deylemî Müsned
- 46 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Halıka karşı olan edebin kavle ait olan kısmı ise, akl-ı
selim, kalb-i halim sahibinin yani müslümanların, Cenab-ı
Hakk’a karşı olan hitaplarında daima güzel tabir ve sözleri
kullanmalarıdır.
İbadet: Allah’ın emirlerini tam bir teslimiyetle, harfiyen
yerine getirmek ve kulluk vazîfesini îfâ edip şükrünü edâ
etmek.
İhsan: Herkese iyilik yapmak ve Allah’ı görür gibi
ibâdet etmektir. Hidayet-i hakikiye nail olmak; bu duygu ve
sûrur içinde bulunmaktır. Bütün hayatını bu inanca göre
tanzim etmek, her an Allah ile beraber olup surûra
ermektir.
İhlas: Samimi ve halis bir niyetle Allah’ın rızâsını
istemek ve buna hiçbir şeyi karıştırmamaktır. Daima ihlas
üzere ol. Her an sana halkın değil Hâlikin nazar etmekte
olduğunu düşün.
Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor:

َ‫ﻋﺒَﺎدَكَ ِﻣﻨْﮭُ ُﻢ اﻟْﻤُﺨْﻠَﺼﯿﻦ‬


ِ ‫ِاﻟﱠﺎ‬
…..“Ancak içlerinde ihlas sahibi kullarım müstesna” 64
Peygamber-i Zîşan Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:
“Dininde ihlâs üzere ol, az amel seni ihyâ eder.” 65
Hasan-ı Basrî Hazretlerinden rivayet ediliyor ki:
Allah’ın Rasûlü buyurmuştur ki: Cenâb-ı Hakk ferman
ediyor: “İhlas, benim sırlarımdan bir esrardır, onu
kullarımdan sevdiklerimin kalblerine koyarım.” 66
İlim okumak tohum, amel etmek ziraat, bunların suyu ise
ihlastır.
64
Sâd sûresi, Âyet: 83
65
Ebû Nuaym Hilye
66
Hadîs-i Kutsî, Kazvîni
- 47 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
İnsanlar görmesin diye ameli terk etmek riyâdır, insanlar
görsün diye amel etmek te şirktir, ihlas ise; Allah’ın seni bu
felâketlerden korumasıdır.
Elhubbu fillâhi ve’l buğzu fillâhi minel iman: Hz.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur “Allah
için sevmek ve Allah için buğzetmek imandan bir şûbedir.”
67

Tahdis-i nimet: Cenâb-ı Hakk’a karşı, vermiş olduğu


nîmetlerin şükrünü edâ edebilmek için, kul âzamî derecede
ubûdiyyet vazifesini îfâ etmekle mükelleftir.
Takva: Allah’tan en çok korkan, takva sahibidir.
Kader: Kula ezelde takdir edilen şeylerin Allah’tan
geldiğine inanıp, teslim olması.
Tevhid: Lisanen ikrar ve kalben tasdîk ile İslâm’ı tesis
eden iki cümle-i şerîfedir. Lâilâhe illallah İslâmın etemmi;
Muhammedürrasûlüllah mütemmimidir. Biri ikrarı vahdet
diğeri ise tasdik-i risalettir.
Hakk: Doğru, gerçek. Vâcib ve lâzım olan. Mutlak Hak,
kendi zât-ı ile var olan hakiki mevcuttur ki, her hak olan
mevcûd da hakikatini O’ndan alır.
Buna göre sözlerin en doğrusu ve en hak olanı “Lâilâhe
illallah, Allah’tan başka ilah yoktur.” sözüdür. Çünkü gayr-ı
için değil Allah’ın zâtı için bu söz ezelî ve ebedî olarak
doğrudur ve haktır. Sıddîkler ise O’ndan başka hiçbir şeyi
görmezler. Bunun için O’nun varlığına ve kudretine yine
O’nu şahit ve delil gösterirler.
Teslim ve itikat: Allah’ın takdîrine teslîmiyetle râm
olmak, sıdk ve ihlasla gönülden tasdîk ederek Cenâb-ı
Hakka inanmak ve iman etmektir.

67
Buhari, İman: 1, Ebu Davud, Süne: 2

- 48 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Tefekkür: Cenâb-ı Allah’ın kâinatta yaratmış olduğu
şeyleri düşünmek.
Allah’a tevekkül: Her kim Hakk’a tevekkül ederse
Allah ona kâfî ve nâfidir, en çok menfaat verendir. Sebebe
tevessül tevekküle mâni değildir. Râsûlullah (s.a.v.)
Efendimiz Hazretlerine bir a’rabî gelerek ‘Yâ Muhammed
(s.a.v.) ! Devemi bağlayıpta mı Hakk’a tevekkül edeyim;
yoksa bırakıpta mı tevekkül edeyim?” diye sorduğunda
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de, “Evvelâ deveni bağla
sonra Hakk’a tevekkül et,” buyurdular.
Huşû: Cenâb-ı Hakk’ın haşyeti ilâhiyesinden gelen,
manevî bir zevktir. Bu da ibadetin âdabına riayet etmekle
zuhûr eder.
Recâ: Mü’min me’yûs ve mahzûn olmayıp Cenâb-ı
Hakk’ın rahmetinden ümîdini kesmemelidir. Nitekim
Cenâb-ı Allah hadis-i kutsî’de, “Rahmetim gadâbımı
geçmiştir.” buyurdu.
Şükür: Cenâb-ı Hakk’ın vermiş olduğu âzâ ve
cevahiriyeni, mâ-hulika lehu, sarf etmektir. Yani, Allah’ın
sana verdiği cesette görünen veya görünmeyen bütün
uzuvlarını, Yaratanın rızası yolunda kullanmandır.
Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor; “Şükrederseniz, ben de
nimetimi ziyade ederim.”
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyuruyor; “İman
iki şûbedir: Bunların birisi; günahların işlenmesinden
sakınmak için sabırdır, diğeri; itaat-i ilâhiyeden ibaret olan
şükürdür.”
Şükrün üç şûbesi vardır: Namaz kılmak, oruç tutmak,
zekât vermek, hacca gitmek, cihad etmek, abdest almak
gibi bedene taallûk eden bedenin şükrü; Kur’an okumak,
istiğfar etmek, salât u selâm getirmek, dua etmek, Allah’ın
emrini tebliğ etmek gibi lisana taallûk eden lisanın şükrü;
- 49 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
bunlardan daha mühim olan kalbin şükrü vardır ki, bir
lahza gaflete düşmeden Allah’ı zikretmektir. Bu da kalbin
zikridir.
Sabır: Sabır üç nev’îdir:
1. Belâlara sabır: Allah (C.C.) ’dan gelen belâ ve
musibetlere ancak sabretmekle muvaffak olunur. Sıkıntı ve
meşakkatlere karşı sabredemeyen helâk olur gider.
2. Mâsiyetlere sabır: Bir mü’min kendisini, günahlar
karşısında ancak sabırla koruyabilir. Sabır ve tahammülü
olmayan günahlara dalar gider.
3. İbadete sabır: Bir müslüman ancak sabır etmekle
ibadet yapabilir. İbadet ve taatı olmayanın sabrı da yok
demektir.
Sabır acıdır, meyvesi tatlıdır. Cenâb-ı Allah (C.C.)
Kur’an-ı Kerîm’inde şöyle buyuruyor: “Muhakkak Allah
sabredenlerle beraberdir.” Peygamber (s.a.v.) Efendimiz,
“Sabredenler zafere ulaşır.”, “Sabır cennet hazinelerinden
bir hazinedir.”, “Sabır ve tahammül, rahatlık ve sevincin
anahtarı olduğu gibi, dünyaya rağbet etmeyip kanaat
etmekte zenginliktir.” buyurmuşlardır.

- 50 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Peygambere karşı edeb

Cenâb-ı Hak (C.C.) şöyle buyurmuştur:

ُ‫ﺤ ِﺒﺒْﻜُﻢُ اﻟّﻠﮫ‬


ْ ُ‫ن اﻟّﻠﮫَ ﻓَﺎﱠﺗﺒِﻌُﻮﻧﻰ ﯾ‬
َ ‫ﺤﺒﱡﻮ‬
ِ ُ‫ﻗُﻞْ اِنْ ُﻛ ْﻨﺘُﻢْ ﺗ‬
ْ ٌ‫َوﯾَﻐْﻔِﺮْ ﻟَﻜُﻢْ ُذﻧُﻮﺑَﻜُﻢْ وَاﻟّﻠﮫُ ﻏَﻔُﻮرٌ رَﺣﯿﻢ‬
“Rasûlüm de ki, Eğer Allah’ı (C.C.) seviyorsanız bana
uyunuz ki Allah’da (C.C.) sizi sevsin ve günahlarınızı
bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”
68

1) Rasulü Ekrem (s.a.v.)’in her kavli ve fiilini


başkalarının kavline ve fiiline tercih etmek.
2) Peygamber Efendimizin davet ve emirlerine halisane
bir şekilde icabet etmek.
3) Ehli beytine ve cümle sahabelerine hürmet ve tâzimde
bulunmak.
Allah tarafından getirdiği şeylere mütabaat edip
hükmüne razı olmak.
4) Sözleri, amelleri, zâhiren ve bâtınen ona uymak ve
onu kendisi için en güzel numune addetmek.
Cenâb-ı Hak (C.C.) şöyle buyurmuştur:

‫ﻄﻊِ اﻟﺮﱠﺳُﻮلَ ﻓَﻘَﺪْ َاﻃَﺎعَ اﻟّﻠﮫَ وَﻣَﻦْ ﺗَﻮَﻟّﻰ ﻓَﻤَﺎ‬


ِ ‫ﻣَﻦْ ُﯾ‬
‫ﻋَﻠﯿْﮭِﻢْ ﺣَﻔﯿﻈًﺎ‬
َ َ‫ﺳ ْﻠﻨَﺎك‬َ ْ‫اَر‬
“Her kim Peygambere itaat ederse muhakkak Allah
Teâlâ'ya itaat etmiş olur. Ve her kim yüz çevirirse

68
Âl-i İmran Sûresi, Âyet 31
- 51 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
(aldırma), çünkü seni onların üzerine muhafız
göndermedik. ” 69
Allah-ü Teâla Hazretleri, Rasûlüne itaatı, kendisine
yapılan itaatinin aynısı kıldı. Bu sevgi ve hürmeti
birbirinden ayırmamak lâzımdır.
Cenâb-ı Hak (C.C.) şöyle buyuruyor:

َ‫ﯾَﺎ َاﯾﱡﮭَﺎ اﻟﱠﺬﯾﻦَ ا َﻣﻨُﻮا اَﻃﯿﻌُﻮا اﻟّﻠﮫَ َواَﻃﯿﻌُﻮا اﻟﺮﱠﺳُﻮل‬


‫ﻰءٍ ﻓَﺮُدﱡوهُ ِاﻟَﻰ‬ ْ َ‫ﻋﺘُﻢْ ﻓﻰ ﺷ‬ ْ َ‫َواُوﻟِﻰ اﻟْﺎَﻣْﺮِ ِﻣﻨْﻜُﻢْ ﻓَﺎِنْ َﺗﻨَﺎز‬
ِ‫اﻟّﻠﮫِ وَاﻟﺮﱠﺳُﻮلِ اِنْ ُﻛ ْﻨﺘُﻢْ ﺗُﺆْ ِﻣﻨُﻮنَ ﺑِﺎﻟّﻠﮫِ وَاﻟْﯿَﻮْ ِم اﻟْﺎﺧِﺮ‬
‫ﺧﯿْﺮٌ َواَﺣْﺴَﻦُ ﺗَﺎْوﯾﻠًﺎ‬ َ َ‫ذﻟِﻚ‬
“Ey iman edenler Allah’a ve rasulüne itaat edin ve
sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şey hakkında
ihtilâfa düşerseniz onu Allah’a ve Peygamberine dönderin,
o hususta Kur’an-ı Kerîm’e ve sünnet-i seniyyeye müracaat
edin. Eğer Allah’a ve Âhiret gününe inanıyorsanız bu sizin
için hem hayırlı hem de netice îtibarıyla daha güzeldir.”70
Ebu Hureyre (r.a)’dan rivayete göre, Rasulullah (s.a.v)
şöyle buyurmuştur: “Canım kudret elinde olan Allah’a
yemin ederim ki, hiç biriniz ben, ona anasından,
babasından ve çocuklarından daha sevgili olmadıkca iman
etmiş olamaz.”
Hazret-i Ömer (r.a) bu hadisi şerifi işittikten sonra: “Ya
Rasulallah sen bana canımdan başka her şeyden daha
sevgilisin” demişti. Rasulullah: “Ya Ömer, canından da
sevgili olmalıyım” buyurması üzerine Hazret-i Ömer:

69
Nisâ Sûresi, Âyet 80
70
Nisa Sûresi, Âyet 59
- 52 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
“Canımdan da daha sevgilisin” deyince, “İşte şimdi oldu ya
Ömer” buyurdu.”71
Kadı-ı İyaz, bu hadisin şerhinde şöyle buyurmuştur:
“Peygamber (s.a.v)’i sevmek, onun sünnetine tâbi olmak,
onun getirdiği şeriata sahip çıkmakla ve malını, canını bu
uğurda feda etmekle mümkündür.
Hadis-i şerifte Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
“Sünnet-i seniyeme tabi olmayan benden değildir.”72

Sünnet-i Peygamberî

Sünnet; Peygamber (s.a.v.) Efendimizin, Allah’ın


emirlerine uygun hareket etmek maksadıyla seçip yaşadığı
hayat nizâmı ve gittiği yol; sözleri, işleri ile terkettikleri
veya uygun gördükleri amellerdir.
Sünnet, herhangi bir müslümanın kendisinden müstağnî
kalamayacağı bir kaynaktır. İslâmî ahkâmın (hükümlerinin)
anlaşılması sünnete bağlıdır. Hadis ise sünnetin esası ve
temelidir. Hadis-i şerif; Kavlî, fiîlî ve takrîri olmak üzere
üçe ayrılır. Hadis-i kudsi de, kavlî olana dahildir.
Sünnet ise vahyin bir çeşit sözden çıkarılan manası
olduğundan dolayı vahiydir. Fakat lafz olarak vahiy vasfına
sahip değildir. Bu sebebden O’na vahy-i gayr-i metluv
(okunmayan vahiy) denilmiştir.
Mefhar-ı kâinat Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz
buyurdular: “Evet, size iki şey bırakıyorum. Onlara sıkı
sarıldığınız müddetçe yolunuzu şaşırmazsınız. Bunlar
Allah’ın (C.C.) Kitab’ı ve benim sünnetimdir.” 73

71
Hadîs, Buhari
72
Hadîs, Buhari, Muslim
73
Hadîs, Ebû Davud
- 53 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Ehl-i Beyte Muhabbet: Hz. Peygamberi (s.a.v.)’in
kendisi ile beraber, kızı Hz.Fâtıma validemiz, damadı
Hz.Ali ve torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (R.A.)’dan
müteşekkil zevat-ı kiram hazretleridir. Peygamberi Zîşan
(s.a.v.) Efendimizin sülâlesi tâhiresinden yetişenler ve
sünnet-i seniyesinin menbaı ve muhafızı ve bîhakkın
sünnete ittiba ve O’nu idame ettiren, mümtaz ve şerefli
seyyid mü’minlerdir.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz buyurmuşlardır:
“Şefaat-i mahsûsam (Özel şefaatim) ümmetimden ehl-i
beytime muhabbet edenler içindir.” 74
Malum ola ki, ehl-i beyte gerçek muhabbet onların
hâliyle hallenip süluk ettikleri yola tabi olmaktır. Yoksa
sadece ‘Seviyorum’ demek boş sözden ibarettir.
Şefaat: Âhirette günahkar ümmetin, af ve mağfiret
olunmaları ve mü’minlerinde terfi-i derecat etmeleri için
Peygamberân-ı izâm, sahabe-i güzin, evliya-yı kiram
hazerâtının, Cenâb-ı Allah’a niyaz ve istirhamda
bulunmaları.
Nebî-i muhterem (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri
buyurmuşlardır: “Şefaatim ümmetimin büyük günahları
içindir. 75 “Kabrimi ziyaret eden kimseye şefaatim vacib
olur” 76

İslam’ın Kutsal Saydığı Şeylere Karşı Edeb

Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor:

74
Süyutî, El-Camiü’s-sağir.
75
Hadis, Tirmizi, Kıyamet: 11, İbn Mace, Zühd: 37
76
Hadîs İbni Hacer el metâlibul âliye, 1,371.
- 54 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
‫ن اﻟّﻠﮫَ ﯾَﺎْﻣُﺮُﻛُﻢْ اَنْ ﺗُﺆَدﱡوا اﻟْﺎَﻣَﺎﻧَﺎتِ اِﻟﻰ اَھْﻠِﮭَﺎ َواِذَا‬ ‫اِ ﱠ‬
‫ﻦ اﻟﻨﱠﺎسِ اَنْ ﺗَﺤْﻜُﻤُﻮا ﺑِﺎﻟْﻌَﺪْلِ اِنﱠ اﻟّﻠﮫَ ﻧِﻌِﻤﱠﺎ‬ َ ْ‫ﺣَﻜَ ْﻤﺘُﻢْ َﺑﯿ‬
‫ﯾَ ِﻌﻈُﻜُﻢْ ﺑِﮫ اِنﱠ اﻟّﻠﮫَ ﻛَﺎنَ ﺳَﻤﯿﻌًﺎ ﺑَﺼِﯿﺮًا‬
Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve
insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle
hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler
veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi
görücüdür.77
İslam’ın her kutsal saydığı şey müslümanlara
emanettir.Her emaneti korumak ihanet etmemek,
mü’minler üzerine görevdir. Ayrıca Kur’an-ı Kerîm’i
ezberleyip unutmamak da, Müslümanlara hep birer emanet-
i ilâhiyedir. Emin olan kişilere emanet tevdî edilirse ehil
olan insanlarda emaneti zâyî etmez.

77
Nisâ Sûresi, Âyet 58
- 55 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Nefsine karşı edeb

Allah-u Teâla buyuruyor ki:

‫ن اﻟﻨﱠ ْﻔﺲَ ﻟَﺎَﻣﱠﺎ َرةٌ ﺑِﺎﻟﺴﱡﻮءِ ِاﻟﱠﺎ‬


‫وَﻣَﺎ ُاﺑَﺮﱢئُ ﻧَﻔْﺴﻰ اِ ﱠ‬
ٌ‫ﻣَﺎرَﺣِﻢَ َرﺑّﻰ اِنﱠ َرﺑّﻰ ﻏَﻔُﻮرٌ رَﺣﯿﻢ‬
(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü
nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp
korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek
esirgeyendir.78
Nefsi emmare yaratılanın en cahili, en büyük düşman
olup yaşı kemâle ermemiş yollarda oynayan tıfıl bir çocuk
gibidir. Arzu ve gayreti kendi nefsini helâk etmek içindir.
Nefsin en büyük emeli nimetler veren Hz. Allah’a (C.C.)
isyan ve kendisine düşman olan şeytana da itaattir.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Hz.’leri “Gerçek mücahid
nefs-i emmaresi ile cihad eden kimsedir.” buyurmuşlardır.
79
Edeb, kalbi ve vücûdu kötülüklerden men ederek, islâmi
ahlâk ile ahlâklanmaktır. Artık böyle bir kimseden ne kötü
ve ayıp bir iş ve ne de şeref ve haysiyyetini düşürecek bir
hal vaki olur. O kimse mümtaz bir mü’min ve örnek bir
insandır. Söylerse doğru söyler, va’ad ederse ifâ eder.
Kendisine emanet edilirse hıyanet etmez. Elinde her türlü
imkân ve fırsat mevcut olduğu halde hiç bir kötülüğe
yanaşmaz, kötü bir işi görürse yerine göre onu eliyle,
diliyle kalbiyle def etmeye çalışır Allah’ın sevdiklerini
sever, yerdiklerini yerer, faziletli insanlarla hemhal olur,
sefihlerden uzak durur. Böylece, bakılması memnu olan
şeylere bakmak, yalan söylemek ve yalan dinlemek gibi
78
Yûsûf Suresi, Âyet 53
79
Tirmizi, Fedailü’l cihad: 2, Müsnedu İbn Hanbel: 6/20-22
- 56 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
âzâya müteallik fenalıklar ile hased, kin, bâtılda ısrar,
fenâlığı gizlemek gibi kalbe ait kötülüklerden çekinerek,
halis bir müslüman yani örnek bir insan olmuş olur. Nefse
karşı edebin hülâsası: Nefsin ilimle tehzîbi (temizlenmesi,
ziynetlenmesi) Salih amellerle te’dibi (edeblenmesi)
yüksek ve ulvi fikirlerle te’lîfi esaslarında toplanır. İnsanlık
için yegâne çıkar yol bu ahlâk ile ahlâklanmak ve bu edeb
ile edeblenmektir. Temenni edelim ki, beşer kendini bu
ahlâk ve âdâba uydursun; bütün sapık fikirler bir anda
eriyecek, asırlardır beşeri huzursuz bırakan terakkiden
alıkoyan zümre ve hizb mücadeleleri bir anda sona erecek
ve dünyada hakikaten bir cennet hayatı yaşanacaktır.
Kâzimu’l ğayz: Gadabı hazmetmek veya yenmek
demektir. Gadab; Hiddet, öfke, dargınlık.
Cenâb-ı Hakk şöyle buyurmuştur:

َ‫َاﻟﱠﺬﯾﻦَ ُﯾﻨْﻔِﻘُﻮنَ ﻓِﻰ اﻟﺴﱠﺮﱠاءِ وَاﻟﻀﱠﺮﱠاءِ وَاﻟْﻜَﺎﻇِﻤﯿﻦ‬


‫ﺐ اﻟْﻤُﺤْﺴِﻦ‬
‫ﺤ ﱡ‬ِ ُ‫ﻦ اﻟﻨﱠﺎسِ وَاﻟّﻠﮫُ ﯾ‬
ِ َ‫اﻟْ َﻐ ْﯿﻆَ وَاﻟْﻌَﺎﻓﯿﻦَ ﻋ‬
O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için
harcarlar, öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah
da güzel davranışta bulunanları sever. 80
Gadabda beş büyük felâket vardır:
1. İnsanın küfrüne sebeb olur. İmansız gitmesiyle de
bütün ameli mahvolur.
2. Allah-u Teâlâ azze ve celle’nin gadâbına, helâkına
maruz kalmak tehlikesi vardır.
3. Gadabda adavet husûle gelir. Gadablanan kişi düşman
kazanır, onun korkusundan huzur ve rahatı kaçar.

80
Al-i İmran Suresi, ayet: 134
- 57 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
4. Gadab anında iradesini kaybeden insan şiddete
başvurur ve neticede cinayete bile sebebiyet verir.
Hapishanelerdeki alel ekser mahkumlar, öfkelerinin
kurbanı olmuşlardır.
5. Hülâsa gadab; insanoğlunun aklını başından alır,
imanını ifsad eder, helakına sebep olur ve o kimse imansız
olarak yıkılıp gider.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri buyuruyorlar
ki: “Sirkenin balı ifsad ettiği gibi, gadab da imanı ifsad
eder.” 81 Yani merhamet, lütüf şefkat ve hilim gibi evsaf-ı
cemilesini zevale erdirir.
Gadabı yenmenin beş büyük faidesi vardır :
1. Cennetin kendisine müheyya kılınması.
2. Gadabı terkeden kimseye cennette hûru’l ıyni
beğenmesi kendi arzusuna bırakılması.
3. Cenâb-ı Hakk, gadab ve öfkesini yenen insanlar için,
cemi yaratılmışlar huzurunda muhayyer kılıp ona; “Hangi
hûriyi dilerse onu alsın.” denilir.
4. Allah-u Teâla Hazretlerinin, hıfz ve emanında rahmet-
i ilâhiyesine nâil ve mazhar olur.
5. Cenâb-ı Hakk gadabını yutan veya muhafaza eden
kimseye muhabbet eder.
Peygamberi Zîşan (s.a.v.) Efendimiz buyurmuşlardır:
“Kendi gadabını def edenlerden Cenâb-ı Allah azabını ref
eder.”82 Gadabın en ehveni geç gelip çabuk geçenidir. En
zararlısı da tez gelip zor geçenidir.
Gadab başlıca tekebbür, hırs, riyaset, mansıb, ucûb,
enaniyet ve haset gibi sebeblerle husûle gelir.

81
Hadîs, Deylemî Müsned
82
Hadis Kenzül Ummal
- 58 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Gadabın sebeblerinden biride kibirdir. Lâyık olan,
tevazu edip öfkeyi yenmektir.
Diğer sebebi de cehalettir. Cahil insan tehevvürü bir
mertlik, dilaverlik, bir cür’et ve hüner zanneder. Gadab
noksan akıldan zuhûr eder, kalbde bir marazdır.
Nitekim gadab hâli, hasta ve yaşlılarda sağlıklı
insanlardan daha fazla zuhûr eder. Ayrıca kadınlarda da
asabî hâl daha çok görülmektedir.
Bir gün Peygamber-i Zîşan (s.a.v.) Efendimize bir arbî
gelir ve “Hüsn-ü hulk (güzel ahlâk) nedir.” Diye sorar.
Efendimiz (s.a.v.) “Gadablanmamak” buyurur. Arabî bu
suali Efendimiz’e (s.a.v.) sağından, solundan, arkasından
gelerek mükerreren sordu. Nihayet Peygamberi (s.a.v.)
Efendimiz, “Gadablanmamaktır dedik ya !” buyurdular.83
Mütekebbire tekebbür: Kibirlenmek Allah’ın mü’min
kulları üzerinde sevmediği bir vasıftır. Ancak büyüklük
taslayana sen de kibirli davranabilirsin.

Ana babaya karşı edeb

Allah (C.C.) buyuruyor:

‫ﺻ ْﯿﻨَﺎ اﻟِْﺎﻧْﺴَﺎنَ ﺑِﻮَاﻟِﺪَ ْﯾﮫِ ﺣَ َﻤَﻠ ْﺘﮫُ اُ ﱡﻣﮫُ َو ْھﻨًﺎ ﻋَﻠﻰ‬


‫وَ َو ﱠ‬
‫َوھْﻦٍ َو ِﻓﺼَﺎُﻟﮫُ ﻓﻰ ﻋَﺎ َﻣﯿْﻦِ اَنِ اﺷْﻜُﺮْ ﻟﻰ َوﻟِﻮَاﻟِ َﺪﯾْﻚَ ِاﻟَﻰﱠ‬
ُ‫اﻟْﻤَﺼﯿﺮ‬
“Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye
etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak
taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte

83
Hadis Buhâri 2000
- 59 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
bunun için) önce bana, sonra da ana-babana şükret diye
tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır.”84
Ana babaya karşı edeb, in’am ve ihsan etmekte toplanır.
Şu kısımlara ayrılır:
1) Şeriata uygun olan emir ve nehiylerine, bilhassa
edebe, hayaya, iyi yol ve gidişe, güzel huy ve muaşerete,
temizlik, iffet, namus ve emanet gibi ahlâkı faziletlere ait
olan emirlerini tutmak, onlara eziyet veren hatırlarını kıran
ve gadaplarını davet eden şeylerden üf bile demeksizin
sakınmak.
2) Anne baba huzurunda edeb ve sükûn ile oturmak,
onlara karşı tevazu kanatlarını açmak.
3) İhtiyarlıklarında veya zarurete düşdüklerinde daima
onlara in’am ve ihsanda bulunmak.
4) Vefatlarından sonra onlar için dua ve istiğfarda
bulunmak, ahidlerini yerine getirmek, dostlarına ikram
etmek.

Akraba ve komşulara karşı edeb

Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Kerim’de buyuruyor ki:

ِ‫ﺷﯿًْﺎ َوﺑِﺎﻟْﻮَاﻟِﺪَﯾْﻦ‬
َ ‫ﻋﺒُﺪُوا اﻟّﻠﮫَ َوﻟَﺎ ﺗُﺸْﺮِﻛُﻮا ﺑِﮫ‬ْ ‫وَا‬
ِ‫اِﺣْﺴَﺎﻧًﺎ َوﺑِﺬِى اﻟْﻘُﺮْﺑﻰ وَا ْﻟ َﯿﺘَﺎﻣﻰ وَاﻟْﻤَﺴَﺎﻛﯿﻦِ وَاﻟْﺠَﺎر‬
ِ‫ﺠ ْﻨﺐِ وَاﺑْﻦ‬َ ْ‫ﺣﺐِ ﺑِﺎﻟ‬ ِ ‫ﺠُﻨﺐِ وَاﻟﺼﱠﺎ‬ ُ ْ‫ذِى اﻟْﻘُﺮْﺑﻰ وَاﻟْﺠَﺎ ِر اﻟ‬
َ‫اﻟﺴﱠﺒﯿﻞِ وَﻣَﺎ َﻣﻠَ َﻜﺖْ َاﯾْﻤَﺎﻧُﻜُﻢْ اِنﱠ اﻟّﻠﮫَ ﻟَﺎ ﯾُﺤِﺐﱡ ﻣَﻦْ ﻛَﺎن‬
‫ﺨﺘَﺎﻟًﺎ ﻓَﺨُﻮرًا‬
ْ ُ‫ﻣ‬
84
Lokman Sûresi, Âyet 14
- 60 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
“Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın.
Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın
komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya,
ellerinizin altında bulunanlara (köle, cariye, hizmetçi ve
benzerlerine) iyi davranın; Allah kendini beğenen ve daima
böbürlenip duran kimseyi sevmez.”85
Ebû Şüreyh radiyallahu anh'den şöyle dediği rivayet
olunmuştur. Nebî Sallallahu aleyhi ve sellem (arka arkaya
üç kere yemîn ederek) Vallahi iman etmiş olmaz, vallahi
iman etmiş olmaz, vallahi iman etmiş olmaz! Buyurdu.
(Mecliste hazır bulunanlar tarafından): Yâ Resûlallah! Bu
iman etmiş olmayan kimdir? Diye soruldu. Resûli Ekrem:
Kim olacak, şu komşusunun zulmünden, şerrinden emîn
olmayan kişi, diye cevab verdi.86
Sıla-i Rahim: Hısım, akraba ve mü’minleri ziyaret
etmek, kusur ve hatalarını görmemek, alâkayı kesmeyip
devam ettirmektir.
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri hadis-i
şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Sıla-ı rahim ömrü uzatır. Gizlice verilen sadaka Cenâb-ı
Hakk’ın gadabını söndürüp rızasını kazandırır.”87 Sıla-i
Rahim vaciptir, terki ise mesûliyeti mûcibtir. Bu hususta
mü’min hiç olmazsa anne ve babasının hısım ve akrabasını
yakınlık derecesine göre ziyaret etmelidir. Karşılıklı sohbet
ve görüşmeler esnasında selâm, iltifat veya yardım, hizmet
ve muavenet, gönüllerini almak gibi onlara iyilik ve
ihsanda bulunmak İslâm’ın vecîbelerindendir.
Peygamber-i Zîşan (s.a.v.) Efendimiz:

85
Nisa Sûresi, Âyet 36
86
Hadîs, Buhâri, Edeb:29, Müslim, İman: 73
87
Hadîs, Tirmîzi
- 61 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
“Sıla-ı rahîmi kesen, akraba ile bağını koparan ve anaya
babaya isyan eden de büyük günahkârlardandır.” 88
Rasûlüllah (s.a.v.) buyuruyor; “Cenâb-ı Hakk azze ve Celle
buyuruyor ‘Ben Rahmân’ım. Şu sıla-i rahîm için, kendi
ismimden bir isim yapıverdim. Şüphesiz sıla-i rahîmin
hukûkuna riayet eden bir kimseyi hedefine ulaştırırım. Bu
sıla-i rahîmi kesen bir kimseyi de mahrum ederim.”89
Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri Kur’an-ı
Kerîminde buyuruyor ki;

‫ن اﻟّﻠﮫَ ﯾَﺎْﻣُﺮُ ﺑِﺎﻟْﻌَﺪْلِ وَاﻟْﺎِﺣْﺴَﺎنِ وَاﯾﺘَﺎئِ ذِىﺎﻟْﻘُﺮْﺑﻰ‬ ‫اِ ﱠ‬


ْ‫ﻦ اﻟْﻔَﺤْﺸَﺎءِ وَاﻟْ ُﻤﻨْﻜَﺮِ وَا ْﻟﺒَﻐْﻰِ ﯾَﻌِﻈُﻜُﻢْ ﻟَ َﻌﻠﱠﻜُﻢ‬
ِ َ‫َو َﯾﻨْﮭﻰ ﻋ‬
َ‫ﺗَﺬَﻛﱠﺮُون‬
“Muhakkak ki Allah, adâleti iyiliği, akrabaya yardım
etmeyi emreder. Çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da
yasaklar. O düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” 90
Âişe radiya'llahu anha'dan rivayete göre, Nebî (s.a.v)
şöyle buyurmuştur: Cibrîl hiç durmaz komşu hakkına
hürmet olunmasını bana vasiyyet ederdi. (Bu vasiyyet bir
derece tevalî etmişti ki) hatta ben yakında (Allah'ın emriyle
komşuyu) komşuya mirascı kılacak sandım.” 91
Komşuya ikram: En yakın komşundan başlayıp
diğerlerine de hürmet ederek güler yüzle karşılayıp onlara
taltif ve ikramda bulunarak gönüllerini almak.
Davete icabet: Davete icabet vaciptir. Müslümanlarla
beraber olmak İslâm’ın emridir. İman kardeşliği olan yerde

88
Hadîs; Buhârî, Tirmîzi
89
Hadîs; Buhârî, Müslim
90
Nahl Sûresi, Âyet: 90
91
Hadis, Buhâri, Edeb: 28
- 62 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
sevgi, ülfet, muhabbet, huzur, sürûr ve saadet zuhur eder;
gaye ve arzûlar tahakkuk eder ve hedefe ulaşır.
İstemeden vermek: İsteyipte vermek her insanın kârı;
istemeden vermek ariflerin hâlidir.
İstiksar: Başkalarının az bir iyiliğini çok görmek.
İhtigâr: Yaptığı iyiliği az ve küçük görmek.
Beşaret: Müjdeleyip sevindirici haber vermek.
Beşaşet: İnsanlara karşı tebessüm ve güleryüzlü olmak.
Tevazû: Alçak gönüllü mahviyet sâhibi olmak, hiç
kimseyi hor ve hakir görmemek.
Ademoğlu topraktan yaratılmıştır. Tevazû sahibi ol ki,
Allah mütevazi ve mahviyet sahibi olanları çok sever ve
yüceltir. Her kim kendisini kıymetli bilirse onun tevazudan
nasibi yoktur.
Peygamber-i Zîşan Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: “Bir
kimse Allah için mütevazi olursa, Cenâb-ı Hak onu insanlar
arasında yüceltir.”92 Sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz
bir hadisi şerifinde buyurdular ki: “Kötü komşudan Allah’a
sığının ki, o sizden hayır görürse setr eder, şer görürse ifşa
eder. ”93

Aile’de edeb

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz buyuruyor ki:


"Evlenin, çoğalın, ben sizin çokluğunuzla diğer
ümmetlere karşı iftihar edeceğim"94
İslâm dininde nikah müessesiyle kadının tabi haklarına
tam bir muvaffakat verilmiştir. Zevc ve zevcenin birbiri

92
Hadis Tirmizi
93
İhyâ Ulumiddin c.2
94
Kütüb-ü Sitte
- 63 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
üzerine hukuk ve vazifeleri vardır. Zevciyyet hukuku,
erkeğin güzel muâmele ve muâşerete riâyeti, ehline infâkı
ve onları himaye etmesidir. Zevcenin vazifesi de şeriata
uygun emirlerde itaatıdır. İslâm’da aile hayatının esası
karşılıklı yardım ve merhametden ibaretdir. Zevcin en
mühim vazifesi hayrı tavsiye yani irşaddır. İslâm âdâbına
göre aile saadeti şu esaslara bağlıdır:
1) Kadının erkeği aile reisi olarak tanıması ve bunu dînî
bir akide olarak kabul etmesi.
2) Yaşantılarında, fikir ve ahlâklarında, İslâm-i Âdab ve
esâsa uygunluk.
Mâişette mülâyim olmak: Bir mü’min, aile efrâdının
rızkını temin etmek için haramlardan kaçınıp, helâlinden
kazanmalıdır. Bu helâl kazançtan da bir kısmını hayır
yollarına infak etmelidir.
Tesmiye etmek: İsim koymak. Çocuklarımıza mümkün
olduğu kadar İslâm büyüklerinin güzel isimleri
konulmalıdır.
Peygamberi Zîşân Efendimiz (s.a.v.) “Bir kişinin üç
erkek çocuğu olurda birinin ismini “MUHAMMED”
koymazsa bana ezâ etmiş olur.” buyurdular.95 Mürid hiç
bir zaman zengin olmak için değil, ancak sünnet ve
muhafaza-i iffet için evlenmelidir. Bunda da gücünün
yettiği kadar kifâyet miktarıyla yetinmelidir. Zevcesi
takatının fevkinda şeyler teklif ederse o zevcesini
muhayyer kılmalı benim takatım bu kadarına müsâit,
(fazlasını istersen ayrılmakta serbestsin) demelidir. Cenab-ı
Hak, kadınların muhayyerliği hakkında şu âyet-i inzal
buyurdu:

95
Hadis Hakim Müstedrek
- 64 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
َ‫ن اﻟْﺤَﯿﻮة‬
َ ْ‫ﯾَﺎ َاﯾﱡﮭَﺎ اﻟﱠﻨﺒِﻰﱡ ﻗُﻞْ ﻟِﺎَزْوَاﺟِﻚَ اِنْ ﻛُ ْﻨﺘُﻦﱠ ﺗُﺮِد‬
‫اﻟ ﱡﺪ ْﻧﯿَﺎ وَزﯾ َﻨﺘَﮭَﺎ َﻓﺘَﻌَﺎَﻟﯿْﻦَ اُ َﻣﺘﱢﻌْﻜُﻦﱠ َواُﺳَﺮﱢﺣْﻜُﻦﱠ ﺳَﺮَاﺣًﺎ‬
‫ﺟَﻤﯿﻠًﺎ‬
“Ey Peygamber! Eşlerine şöyle söyle: Eğer dünya
dirliğini ve süsünü (refahını) istiyorsanız, gelin size
boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle
salıvereyim.”96
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizde, ezvacı tahirâtı
muhayyer kıldılar. Evvela, Hz. Aişe (r.a.) dan başladılar.
Hz. Aişe, “Allah’ı ve Resulünü isterim” dediler ve diğer
ezvâcı tâhirat (r.a.) hüma da Allah’ı ve Rasûlünü istediler.
Cenab-ı Hak bunları senâ etti ve:

ْ ِ‫ﻟَﺎﯾَﺤِﻞﱡ ﻟَﻚَ اﻟﻨﱢﺴَﺎءُ ﻣِﻦْ ﺑَﻌْﺪُ َوﻟَﺎ اَنْ َﺗﺒَﺪﱠلَ ﺑِﮭِﻦﱠ ﻣ‬


‫ﻦ‬
َ‫ﺴﻨُﮭُﻦﱠ ِاﻟﱠﺎ ﻣَﺎ َﻣﻠَ َﻜﺖْ ﯾَﻤﯿﻨُﻚَ وَﻛَﺎن‬ ْ ُ‫ﺠﺒَﻚَ ﺣ‬َ ْ‫اَزْوَاجٍ َوﻟَﻮْ اَﻋ‬
‫ﻰءٍ رَﻗﯿﺒًﺎ‬ ْ َ‫اﻟّﻠﮫُ ﻋَﻠﻰ ﻛُﻞﱢ ﺷ‬
“Bundan sonra artık başka kadınlarla evlenmen, elinin
altında bulunan cariyeler hariç, güzellikleri hoşuna gitse
bile, bunların yerine başka hanımlar alman sana helâl
değildir. Allah her şeyi gözetler.” buyurdu.97
İradenin bir şartı da mübaha meyl etmemekdir. Zira bu
vaktin ziyanıdır. İmam-ı Gazali Rahimehullah İhyada zikr
etmiştir ki, müridin iptida halinde nefsini izdivaçla meşgul
etmesi doğru değildir. Zira bu sülûke manidir. Çünkü,
zevce ile ünsiyet Cenab-ı Hakk’dan uzaklaşmağa sebeb
96
Ahzab Sûresi, Âyet 28
97
Ahzab Sûresi, Âyet 52

- 65 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
olur. Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz Hazretlerinin kesreti
nikahı bu meselede mü’minler için ölçü değildir. Sultan-ı
Enbiya’nın kalbini hiçbir şey Cenab-ı Hakk’dan
alıkoyamazdı. Hakiki müridliğin şartı mârifetullah zuhur
edinceye kadar evlenmemektir. Ancak bu şehveti galip
olmayanlar içindir. Eğer şehvet galib olursa, çok oruç
tutmak lazımdır. Eğer oruçla da şehvetini yenemezse o
vakit nikah evlâdır.
İslâm dininin adâb kısmı da, hiç bir dinde mevcud
olmayan, nâssa müstenid âlemşümûl mânâda en mükerrem
varlık olan insana yakışır ve yaraşır şekilde, gâyet ince
nezaket kaidelerini hâvi ve kabil-i tatbik bir terbiye
mecmuasıdır.
İffet: Nâmus, hayâ, edeb demektir. Her mü’min ve
mü’minenin takvâ ve kıymetini artıran lütf-i İlâhîdir. İffet
sâhibi müslüman nefsin arzûlarını men ederek helâle râzı
olup haramlardan kaçınır.

Umuma karşı edeb

Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: “Allah kulunun


üzerinde nimetinin eserini görmek ister.” 98
Hazreti Ali efendimiz bu hadîs-i şerif-i şöyle şerh
etmiştir:“
Şu zümrelerin üzerinde nimetin eseri bulunur.
1. Ülemâyı âmilîn: İlmiyle amel edip, dünyâ menfaati
gözetmeksizin, hakkı söyleyip insanları irşâd eden âlim;
2. Ümerâyı âdilîn: Makam mansıp gözetmeksizin,
insanlara eşit muâmele eden, adâletli idareciler.

98
Tirmizi, edeb 54
- 66 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
3. Ağniyâyı şâkirîn: Kur’an’a ve sünnete göre ihtiyaç
sahibi kimseleri gözetip Allah’ın kendisine verdiği maldan
bol bol infak eden zengin kimse.
4. Fukarâyı sâbirîn: Allah’ın vermiş olduğu nîmetlere
şükredip, hâline sabreden ve Ümmet-i Muhammed’e duâ
eden fakir.
Eğer bu dört zümre yani Ulemâyı âmilîn, ümerâyı âdilîn,
ağniyâyı şâkirîn ve fukarâyı sâbirîn üzerlerindeki nimetin
eserlerini muhafaza ederlerse, mü’minler bu zümrelere
hürmet, itaat, hizmet ve ikrâm etmekle mükelleftirler.
Yok eğer bu dört zümre arz üzerinde tefessüh eder,
şirâze bozulursa, bunları düzeltecek Mücâhidi Sâlihin’lere
ihtiyaç vardır.
Mücâhidi Sâlihin: Allah için yiğit ve cesur olur. Korkulu
anlarda îman kuvveti ile cesâretini muhâfaza eder.
Şecâatlidir, Hakk yolunda canını fedâ eder; vazîfesi
olmayan işe de karışmaz.
Adâlet: Dünyada her kim olursa olsun insanlara
Allah’ın emrettiği şekilde âdil olarak davranıp haklarını
vermektir.
“El’adlü esâs’ül mülk”
“Adâlet mülkün temelidir.” Adâlet zulüm etmemek, hak
sâhibine hakkını vermek, haksızları terbiye etmektir.
Mülk kelimesi ise İslâm karargâhı demektir. Yâni adâlet
hürriyetin baş şartıdır. Hürriyet olacaksa adâlet de olması
lâzımdır.
Hürriyet adâletle devam eder. Bir devlette adâletsizlik
oldu mu, insanlar mahvolur, anarşi zuhur eder. Bir
cemiyetin yönetimine hâkim olmanın şartı adâletle
hükmetmektir.Adâlet, dünyada her kim olursa olsun
insanlara Allah’ın emrettiği şekilde âdil olarak davranıp
haklarını vermektir.
- 67 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Adâlet uygulamada müsbet ve menfî olmak üzere iki
türlüdür. Müsbete karşı adâlet hak sâhibine hakkını
vermektir. Menfiye karşı adâlet ise haksız olanların
karşısında durup cezâlandırmaktır.
Gerçek adâlet-i İlâhiyenin tam mânasıyla tecellî etmesi
için, Hâkimi Mutlak Allah; müdde-i’yi Umûmiyesi de
Rasûlullah olan Haşr’e ve Mahkemeyi kübrâya lüzum
vardır ki, haklı olan mükafâtını görsün, suçlu ise cezâsını
çeksin.
Fukâraya, küçüklere, hayvanâta ve hastalara merhamet
etmek: Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bir Hadîs-i
Şeriflerinde “Yerdekilere merhamet edin ki göktekiler de
size merhamet etsin.” buyurdular. 99
Eytamı gözetmek: Yetimlere, kol kanat germek
Sehl İbn-i Sa'd es-Sâidî radiya'llâhu anh'den rivâyete
göre Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem: "Ben, yetim
işine bakan kimse ile berâber Cennet'te şöyle bulunacağız!"
buyurmuş ve şahâdet parmağıyla orta parmağını biraz
açarak işâret etmiş (ve ashabına göstermiş) dir. 100
Afüv: Mü’min, mahlûkata karşı merhametli olmalı,
insanların hatalarını araştırmayıp affetmelidir.
Fahr-i Cihan Peygamberi (s.a.v.) Efendimiz “İntikama
kâdir olduğu halde kendine zulmedeni affeyleyen kimseyi
Cenâb-ı Allah kıyâmet günü affeder.”101
Îsar: Kendisi muhtaç olduğu halde başkalarına yardım
etmektir.
İhtiyârı ile iftigâr: Yoksul ve fakîr kimselerin tevâzû ve
alçak gönüllü olması. Mecbur olmayan şeylerde insanın
kendi isteğine bırakılması.
99
Hadîs Tirmîzi
100
Hadîs Buhâri 1838
101
Hadîs Kenzül Ummal
- 68 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Kanâat: İslâm Dîni’nde Kanâat; Mü’min çalışacak,
bulunduğu hâle râzı olacak ve elde edemediği şeylerden
müstağnî bulunacak, kimseden bir şey beklemeyecek,
helâlinden kazanmaya gayret edecek ve gayr-ı meşrû
kazancı da arzû etmeyecek.
Peygamberi Zîşan (s.a.v.) Efendimiz buyurmuşlardır:
“Cenâb-ı Hakk’ın verdiği rızka kanâat eden mü’min
cennete girer.” 102
“Kanâat tükenmez bir hazînedir.” 103
İslâm örfüne göre kanâat ; Halkın elindeki nîmet ve mala
tamah etmemek, aç gözlü olmayıp, nasîbinden fazlasına
göz dikmemek, Allah’ın (C.C.) verdiği nîmetlere kanâat
edip hamdetmektir.
İslâh-ı zâtül-beyn: İnsanların aralarındaki kırgınlığı
kaldırarak, onları barıştırmak.
Cenâb-ı Hakk Âyeti Kerîmede şöyle buyuruyor:

‫ِاﻧﱠﻤَﺎ اﻟْﻤُﺆْ ِﻣﻨُﻮنَ اِﺧْ َﻮةٌ ﻓََﺎﺻْﻠِﺤُﻮا َﺑﯿْﻦَ اَﺧَ َﻮﯾْﻜُﻢْ وَاﺗﱠﻘُﻮا‬
َ‫اﻟّﻠﮫَ ﻟَ َﻌﻠﱠﻜُﻢْ ﺗُﺮْﺣَﻤُﻮن‬
“Mü'minler, muhakkak ki, kardeştirler. Artık
kardeşlerinizin arasını ıslah ediniz ve Allah'tan korkunuz,
tâ ki siz rahmete nâil olasınız.” 104
İmâmetül ezâ: İnsanlara eziyet veren şeyi kaldırmak;
Yolda ki bir taş dahi olsa. Bu da imandan bir şubedir.
Buhâri ve Müslim’de buyurulur ki “Gerçek müslüman
odur ki, müslümanlar onun elinden ve dilinden emin olan
kimsedir.” 105

102
Hadîs, Tirmîzi
103
Hadîs, Deylemî, Müsned
104
Hucûrat Sûresi :10
- 69 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Yine Buhâri’de buyurulur ki “İki kişi arasındaki
düşmanlığı izâle ve ıslah etmek sadakaların efdalidir.” 106
İnfak: Fakir, fukara ve yoksullara yardım etmek.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz buyuruyorki: “Gerçekten
tasadduk, Cenâb-ı Hakk’ın gadâbını söndürür ve insanı
saâdete götürür, son nefeste îmansız gitmekten muhâfaza
eyler.” 107
“Yâ Bilâl ver ve doyur, mallarının noksan olacağından
korkma. Cenâb-ı Hakk eksikliğini tamamlar.”108
Evet, İslâm âdab-ı muâşereti ve buna ait hükümler bir
kerre tetkik olunsun, görülür ki; yardımlaşma, ülfet,
dostluk, kardeşlik, birlik, bağlılık, sulh, selamet, afiv,
kerem, sabır, hâyâ tevâzû, hüsn-ü zann ve daha bunun gibi
nice güzel hasletler, sırf islâma mahsus fazilet ve
mefhumlardır. İslâm adâbının baş taraflarda saydığımız ana
hatlarından başka pek çok şûbeleri vardır:
Selam âdabı, ziyaret adâbı, toplantı adâbı, konuşma
adâbı, seyahat ve yolculuk adâbı, uyku adâbı, oturma adâbı,
giyinme adâbı, sofra adâbı, tarikat adâbı, müridin şeyhiyle
olan adâbı, müridin nefsiyle olan adâbı, meşihat adâbı.

Selam adâbı

Allah-u Teala Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

‫ﺤﯿﱡﻮا ﺑِﺎَﺣْﺴَﻦَ ِﻣﻨْﮭَﺎ اَوْ رُدﱡوھَﺎ اِنﱠ‬


َ َ‫ﺤﱠﯿﺔٍ ﻓ‬
ِ َ‫ﺣﯿّﯿﺘُﻢْ ِﺑﺘ‬
ُ ‫َواِذَا‬
‫ﻰءٍ ﺣَﺴﯿﺒًﺎ‬ ْ َ‫اﻟّﻠﮫَ ﻛَﺎنَ ﻋَﻠﻰ ﻛُﻞﱢ ﺷ‬
105
Hadîs, Buhâri, Müslim
106
Hadîs, Buhâri
107
Hadis Tirmizi
108
Hadis Camiu’s Sagir
- 70 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
“Bir selam ile selamlandığınız zaman siz de ondan daha
güzeli ile selamlayın; yahut aynı ile karşılık verin. Şüphesiz
Allah, her şeyin hesabını arayandır.”109
Peygamber Efendimiz buyurmuştur ki:
Abdullâh b. Amr (i'bni'l-Âs) radiyallâhu anhümâ'dan:
Şöyle demiştir: Resûlu'llâh salla'llâhu aleyhi ve sellem'e
biri: "İslâm’da güzel şey hangisidir?" diye sordu. "Yemek
yedirmen ve tanıdığına, tanımadığına selâm vermendir."
cevâbını verdiler.110 Herşeyden önce birbirleriyle karşılaşan
iki müslümandan birinin diğerine her iki alemde de selâmet
ve saâdet sizin üzerinize olsun, Allah size ömür ve afiyet
ihsan buyursun, Allah’ın selamı, nusreti, muvaffakiyyeti ve
emniyeti sizin üzerinize olsun manasında olan Esselamü
Aleyküm hitabıyla selam vermesi İslâm âdabındandır.
İslâmda selam vermek için dostluk ve tanışıklığın uzun
zamandan beri devam ediyor olması şart değildir. Bir
müslüman, bildiği olsun veya olmasın rastladığı her
müslüman kardeşine selam vermesi gerekir. Kendisine
selâm verilen zât da o selamı, ya daha güzel bir selam ile
alır veya benzeriyle iktifa eder. “Ve aleykümselam”
veyahut ve “aleykümselam verahmetullahi ve berekatüh”
gibi. İslâmda selamlaşma o kadar mühimdir ki bir
müslüman diğer bir müslüman ile yolda giderken aralarında
ağaç gibi bir engel zuhur etse hem ayrılırken hem de tekrar
buluşurken biri diğerine selam verir. Yalnız başına bu kaide
bile İslâmda karşı tarafı düşünmenin ne kadar esaslı ve
mühim bir gaye olduğunu izaha kafidir. Selam âdâbını
hülâsa olarak şöylece sıralayabiliriz. Selamlaşan iki
kimsenin selam alıp verme seslerini birbirinin duyması

109
Nisa Sûresi, Âyet 86
110
Hadîs Buhâri 12

- 71 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
lazımdır. Bir müslüman tanısın tanımasın rastladığı bir
müslüman kardeşine selam vermekle mükelleftir. İslâmda
selamın hükmü selâmı vermek sünnet, verilen selâmı
almaksa vâciptir. Vesâitte gitmekte olan, yaya yürüyene
selam verir. Yaya yürüyen, oturana selam verir. Sayısı az
olan yolcular, sayısı çok olan yolculara selam verir.
İslâmdaki bu ülfet ve muhabbet hiç bir din ve şeriatta
yoktur. Elhamdülillah !
İfşâ-i Selam: Tanıdığın ve tanımadığın her müslümana
selâm vermek.

Ziyaret adâbı

Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor:

َ‫ﺞ ا ْﻟ َﺒ ْﯿﺖ‬
‫ن اﻟﺼﱠﻔَﺎ وَاﻟْﻤَﺮْ َوةَ ﻣِﻦْ ﺷَﻌَﺎﺋِﺮِ اﻟّﻠﮫِ ﻓَﻤَﻦْ ﺣَ ﱠ‬ ‫اِ ﱠ‬
َ‫ﻋﻠَ ْﯿﮫِ اَنْ َﯾﻄﱠ ﱠﻮفَ ﺑِﮭِﻤَﺎ وَﻣَﻦْ َﺗﻄَ ﱠﻮع‬ َ َ‫ﺟﻨَﺎح‬ ُ ‫ﻋﺘَﻤَﺮَ َﻓﻠَﺎ‬
ْ ‫اَوِا‬
ٌ‫ن اﻟّﻠﮫَ ﺷَﺎﻛِﺮٌ ﻋَﻠﯿﻢ‬‫ﺧﯿْﺮًا ﻓَﺎِ ﱠ‬
َ
Şüphe yok ki, Safa ile Merve Allah'ın koyduğu
nişanlardandır. Her kim Beytullah'ı ziyaret eder veya umre
yaparsa onları tavaf etmesinde kendisine bir günah yoktur.
Her kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa şüphesiz Allah
kabul eder ve (yapılanı) hakkıyla bilir.111
Cenâb-ı Hakk Hadîsi Kudsisinde:
Benim için birbirlerini sevenlere, benim için
ziyaretleşenlere, benim için birbirlerine ikramda
bulunanlara ve benim için birbirlerine itimad edip dost

111
Bakara Sûresi, Âyet 158
- 72 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
olanlara, benimde muhabbetim tahakkuk etmiştir.
Müjdesini vermiştir.112
Ziyaret edilecek yerlerin başında muhakkak ki beytullah
(Kâbe) gelir. Derece itibarıyla sonra Ravza-i Mutahhara ve
Mescid-i Aksâ gelir. Kişinin anasını babasını, ilmiyle âmil
âlimleri, Allah dostlarını ziyaret etmesi de ziyaret
âdabındandır. Hastaları ziyaret de islam edebindendir.
İnsanların birbirini ziyâreti, muhabbet sebeblerinin en
kuvvetlisi dostluk bağlarının en sağlamı muhabbetin
devamının en mühim âmiridir. Ziyareti terk etmek,
dostluğun kayıp olmasına muhabbetin kesilmesine sebeb
olur. Bu sebebledir ki islâm dini ziyâret adâbını ve buna ait
örnek kaideleri vaaz etmiştir. Bir kimse bir eve veya bir
odaya girmek için herşeyden önce sahibinin iznini almak
mecburiyetindedir. Sonra güler bir yüzle selam vererek
girer. Şâyet evde sahibi bulunmazsa veya ev sahibi
tarafından girmesine izin verilmezse eve girmek caiz
olmaz. Teessüre kapılmakta îcab etmez. Hem hâne sahibi
hem de misâfir birbirinin hukûkuna âzamî derecede riâyet
etmelidir. Henüz buluğa ermemiş çocuklar ile hizmetçiler
şu üç vakitte yani sabah namazından önce, kaylûle vaktinde
ve yatsı namazından sonra ebeveynlerinin odasına ancak
müsaade ile girebilirler. Bu üç vaktin dışında evin çocukları
ve hizmetçiler izinsiz girebilirler. Fakat baliğ olmuş iseler
her vakit girmek için izin almaları lazımdır. Annenin,
babanın, ailenin, en samimi ve teklifsiz olduğu bir kimsenin
dahi odasına girerken müsaade ve izin taleb etmek
İslâmdaki ziyaret adâbının en başta gelen kaidesidir.
Ziyaret âdâbı hasta için olursa, hastalığın vehametine ait
korku ve vehim hâsıl etmemekle hülâsa olunur. Bu
sebebledir ki hasta üç günden sonra ziyaret edilir. Hastanın

112
Hadîs, Tirmîzi
- 73 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
yanında teselli edecek sözler söylenir, endişe verecek
sözlerden kaçınılır.

Toplantı adâbı

Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri Kur’an-ı Mübînde


şöyle ferman buyuruyor:

َ‫ﯾَﺎ َاﯾﱡﮭَﺎ اﻟﱠﺬﯾﻦَ ا َﻣﻨُﻮا اﺗﱠﻘُﻮا اﻟّﻠﮫَ وَﻛُﻮﻧُﻮا َﻣﻊَ اﻟﺼﱠﺎدِﻗﯿﻦ‬


Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sâdıklarla beraber
olun.113
Resûlullah (s.a.v) Efendimizin şöyle buyurduğu rivâyet
olunmuştur: Allah'ın bir sınıf melekleri vardır ki,onlara
seyyahun denir. Bunlar arz üzerinde ehl-i zikri (Zikir
meclislerini) ararlar, melekler Azîz ve Celîl olan Allah'ı
zikreden bir cemâat bulunca biribirlerine: Aradığınıza
geliniz, diye seslenirler. Ehl-i zikri dünyâ semâsına kadar
kanatlarıyla kuşatırlar. Cenâb-ı Hakk onları pek iyi bildiği
halde meleklere: - Kullarım ne söylüyorlar? Diye sorar.
Onlar da: -Seni tesbîh ve tekbîrle anarak, Sana hamd-ü senâ
ediyorlar, diye cevab verirler. Cenâb-ı Hakk: - Bu kullarım
Beni gördüler mi ? Diye sorar.- Hayır,Yâ Rab seni
görmediler, derler.-O kullarım ya beni görselerdi nasıl
olurlar? Buyurur.- Onlar seni görselerdi ibâdet,istiğfar,zikir
ve tesbîhleri daha fazla olurdu, derler. Cenâb-ı Hak:-
Benden ne diliyorlar? Diye sorar. Melekler:- Cennet
istiyorlar, diye cevab verirler. Cenâb-ı Hakk:- Onlar
Cennet'i gördüler mi? - Hayır, onlar Cennet'i görmediler.-
Ya onlar Cennet'i görselerdi?- Eğer görselerdi, Cennet'e

113
Tevbe Sûresi, Âyet 119
- 74 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
karşı arzuları daha fazla olurdu. Cenâb-ı Hakk: - O kullarım
niçin bana sığınırlar ? Melekler:- Cehennemden sana
sığınırlar ! - Cehennemi gördüler mi?- Hayır Ya Rabbî
görmediler.- Ya görselerdi nasıl olurlardı? - Ondan daha
çok kaçınırlardı, korkuları daha çok olurdu. Bunun üzerine
Cenab-ı Hak meleklere: - Ey melekler! Sizi şâhid kılarım
ki, ben bu zikreden kullarımı mağfiret ettim, buyurur.
Meleklerden birisi: - O zikredenlerin arasında filân kişi
vardı ki, o, zikredenlerden değildir; bir hâcet için oraya
gelmiş oturmuştu, der. Cenâb-ı Hak: - O mecliste oturanlar
şakî olmaz, cevâbını verir. 114
Topluluk adâbına riâyet etmek şahıslar arasındaki
dostluk ve samimiyetin artmasına, anlaşmazlık ve
çekemezlik gibi hallerin giderilmesine sebeb olur. Şöyle
hülâsa olunabilir; temiz giyinmek, güzel koku sürünerek
sohbet meclislerine gelmek, güler yüzlü olmak, mâlayâni
konuşmamak, söz hakkı olmadıkca sükût etmek, meclise
sıkıntı vermemek, oturanlar tarafından yer gösterilirse
oraya, gösterilmezse en geniş gördüğü yere oturmak, iki
kişinin arasına oturmak lazım gelirse mutlaka o iki zatın
izin ve müsaadelerini rica etmek, meclise girene yer
vermek, ev sahibi için misafirlerini uğurlamak edebtendir.
Toplantıda ayrı olarak ve gizli şekilde konuşup
görüşmemek, toplantıda imkan nisbetinde öksürmemeye
gayret etmelidir. Bu gibi hususlar islâmdaki toplantı
adâbının başlıca kaideleridir. Meclislerde toplananlara
sıkıntı vermemek hususu hadîsi şeriflerde mükerreren
buyurulmuştur.
Müdârâtın-nâs: Herkesle hoş geçinmek, edeb ve sulh
üzere bulunmak. Meşrû bir sûrette ve iyi bir netîce için
yapılan müdârâ makbuldür.

114
Hadîs, Buhâri ve Müslim
- 75 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Hüsn-ü muâşeret: Mü’minlerin sünneti seniyye
dâiresinde birlik ve berâberlik içinde İslâm kardeşliğini en
güzel münâsebetlerle yaşamasıdır.
Tenzîlünnâs-i menâzileh: Herkesin kadir ve kıymetine
göre itibar etmek.

Semmül hıyâtı maal ahbâbu meydânun


Hudrul cinânu maal a’dayu nîrânun
(Kişi iğnenin deliğin de olsa da Allah dostlarıyla bir
olunca orası meydan olur, Allah düşmanlarıyla cennet gibi
bahçelerde olsa bile orası nîran olur.)

Konuşma adâbı

Nebiyy-i Mükerrem salla'llâhu aleyhi ve sellem buyurdu


ki:Şu dört sıfat her kimde bulunursa hâlis münâfık olur. Her
kimde bunların bir parçası bulunursa onu bırakıncaya kadar
kendisinde münâfıklıkdan bir haslet kalmış olur. Söz
söyleyince yalan söyler, emanete ihanet eder, vaad
ettiğinde vaadinden döner, husûmet zamânında da hakdan
ayrılır. 115
Konuşma adâbı şöyle hülâsa edilir. Dünya ve ahirete
faidesi olmayan sözü söylememek. Acele ile huzursuzluğa
sebebiyet verebilecek meseleleri konuşmamak. Hakkı îzah,
batılı iptal, hikmeti neşir, ni’meti zikir için hâcet ve zarûret
olanı söylemek. Başkasının sözünü kesmemek. Herkes ile
mertebesine göre konuşmak, avama havas gibi, havasa
avam gibi hitab etmemek. Bilhassa üç şeyden yani;
yalandan, gıybetten, koğuculuktan sakınmak. Medh
etmede, hakka tecavüzde, zemde israf etmemek.

115
Hadîs,Buhâri
- 76 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Büyüklerin huzurunda yüksek sesle ve fazla konuşmamak;
edebli olmak. Söz söylerken güzel söylemek, latîfe
yapmak, şiddeti terk etmek, yer ve zamana uygun olarak
konuşmak gerekir ki, kalplerdeki kin, düşmanlık ve buğz
bertaraf olsun.
Nitekim âyet-i kerîmede:

َ‫َواِذْ اَﺧَ ْﺬﻧَﺎ ﻣﯿﺜَﺎقَ ﺑَﻨﻰ اِﺳْﺮَاﺋﻞَ ﻟَﺎﺗَ ْﻌﺒُﺪُونَ اِﻟﱠﺎ اﻟّﻠﮫ‬
ِ‫َوﺑِﺎﻟْﻮَاﻟِ َﺪﯾْﻦِ اِﺣْﺴَﺎﻧًﺎ وَذِى اﻟْﻘُﺮْﺑﻰ وَا ْﻟ َﯿﺘَﺎﻣﻰ وَاﻟْﻤَﺴَﺎﻛﯿﻦ‬
‫ﺴﻨًﺎ َواَﻗﯿﻤُﻮا اﻟﺼﱠﻠﻮةَ وَاﺗُﻮا اﻟﺰﱠﻛﻮةَ ﺛُﻢﱠ‬ ْ ُ‫َوﻗُﻮﻟُﻮا ﻟِﻠﻨﱠﺎسِ ﺣ‬
َ‫ﺗَ َﻮﱠﻟ ْﯿﺘُﻢْ ِاﻟﱠﺎ ﻗَﻠﯿﻠًﺎ ِﻣﻨْﻜُﻢْ َواَ ْﻧﺘُﻢْ ﻣُﻌْ ِﺮﺿُﻮن‬
“Vaktiyle biz, İsrailoğullarından: Yalnızca Allah'a
kulluk edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere,
yoksullara iyilik edeceksiniz diye söz almış ve "İnsanlara
güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin" diye de
emretmiştik. Sonunda azınız müstesna, yüz çevirerek dönüp
gittiniz.” buyurulmaktadır116
İdhâlis surûr-i alel mü’mini: Mü’minin gönlünü
sevindirip mesrûr etmek.

Seyahat ve yolculuk adâbı

İslamda sefer Batıni ve zahiri olmak üzere iki kısımdır:


1- Batıni sefer
Kişinin Hakk yolunda yapmış olduğu seferlerdir. Hacc
ve umre için Beytullaha, ziyaret için Medine-i
Münevvereye, Mescidi Aksaya yapılan seferler

116
Bakara Sûresi, Âyet 83
- 77 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
bunlardandır. Ayrıca sâlikın seyri sülük yolundaki Allah’a
olan seferi de Batınî seferlerdendir.
Cenab-ı Hakk’ın Kur’an’daki şu Âyeti bunun delilidir

ِ‫ﺳﯿَﮭْﺪﯾﻦ‬
َ ‫َوﻗَﺎلَ ِاﻧّﻰ ذَا ِھﺐٌ اِﻟﻰ َرﺑّﻰ‬
"Ben Rabbime gidiyorum. O bana doğru yolu
gösterecek". 117

2- Zahiri sefer
Kişinin siyasi, ticari ailevi ve ictimai sebeblerden dolayı
uluslararası ve şehirler arası yapmış olduğu seyahatlardır.
Bu seyahatın da kendine has adab ve kuralları vardır.
Peygamber-i Zîşân Efendimiz buyuruyor ki: “Sefere
çıkın ki sıhhat bulursunuz ve rızkınız artar.” 118
İslâmiyette vakti boşa geçirmek yoktur. Bu cümleden
olmak üzere lüzumsuz ve menfaatsiz seyahatler de yoktur.
Her türlü rezâlet ve gayri meşru fiiller için ihtiyar olunan
seyahatları islâm hoş görmez. Boşa sarf edilen her
dakikanın ve her kuruşun üzerinde memleket ve ümmetin
hakkı vardır. İslâmiyette yolcu, yolculuk müddetince İslâm
adâbına riâyet eder. Seyahata çıkmadan önce borçlarını
öder. Emanetlerini sahiblerine iade eder. Nafakası üzerine
lâzım olanların nafakalarını temin eder. Yol için helâl para
hazırlar. Yola çıkmadan önce sünnet olan iki rek’ât sefer
namazı kılar. Yol için “Evvelen refîk, sümme tarîk”
kaidesince kendisine uygun salih bir arkadaş bulur ve yola
revân olur. Ailesine, dostlarına, arkadaşlarına vedâ eder. Üç
istiğfâr, üç salavât-ı şerîfe, bir fâtiha, kısa yolculukta yedi;
uzun yolculukta yetmiş âyet-el kürsî ve sefer duasını
117
Saffat Sûresi, Ayet 99
118
Hadîs Kütüb-i Sitte
- 78 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
okuyarak yola çıkar. Yolculuğunu selâmetle ve sıhhatla
başarmak için Cenab-ı Hakk’dan yardım taleb eder.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor: “Üç kişi
sefere çıktığı vakit içlerinden birini emir tâyin etsinler.”119
Seyahata üç kişi veya daha fazla kişiyle çıkılıyorsa yol
emîri seçilir.

Uyku adâbı

Allah-u Teâlâ buyuruyor ki:

َ‫َوھُ َﻮ اﻟﱠﺬى ﺟَﻌَﻞَ ﻟَﻜُﻢُ اﱠﻟﯿْﻞَ ﻟِﺒَﺎﺳًﺎ وَاﻟﻨﱠﻮْمَ ﺳُﺒَﺎﺗًﺎ وَﺟَﻌَﻞ‬


‫اﻟﻨﱠﮭَﺎرَ ﻧُﺸُﻮرًا‬
Sizin için geceyi örtü ve uykuyu istirahat kılan, gündüzü
de dağılıp çalışma (zamanı) yapan, O'dur.120
Hadis-i Şerifte ise;
Hüzeyfe İbni'l-Yemân radiya'llahu anh'den şöyle dediği
rivâyet olunmuştur: Nebî (s.a.v) gece yatağına girince (sağ)
elini (sağ) yanağının altına kordu. Ve: "Bismike'llahümme
emûtü ve ahyâ' = Allah'ım! Sen'in adını anarak ölürüm ve
dirilirim (uyurum, uyanırım)" der idi. Uykudan kalkınca da:
"El-Hamdü li'llâhi'llezî ahyânâ ba'de mâ emâtenâ ve
ileyhi'n-nüşûr = O Allah'a hamd ederim ki beni öldükten
sonra dirilten O'dur. Öldükten sonra (ba's için) dirilmemiş
de (böylece) O'na âitdir"121 İslâmiyette uyku esnasında
edeb ve terbiyeye aykırı olabilecek hallerde bulunmak nehy
olunmuştur. Bu cümleden olmak üzere yatağa çıplak
yatmak yoktur. Uykuya yatmadan önce dişler temizlenir ve
119
Hadîs, Sünen Ebû Dâvud
120
Furkan Sûresi, Âyet 47
121
Hadis Buharî 2144
- 79 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
abdest alınır. Abdesti varsa yenilemek nur üstüne nurdur.
Kıbleye karşı ayaklar uzatılmaz ve yatağın yönü buna göre
tertiblenir. Kıbleye karşı sağ tarafa yatılır. Yatmadan yedi
Âyet-el Kürsi veya üçer defa ihlas, felak ve nâs sureleri
okunur ve dua edilir. Uykudan kalkar kalkmaz besmele
çekmek, dişleri misvakla temizlemek, abdest almak ve
ancak bundan sonra herhangi bir şeye dokunmak olabilir.
Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Benim gözlerim
uyur, lâkin kalbim uyumaz. (Yani zikrullahtan bir an gâfil
olmaz.)122

Oturma adâbı

Oturulacak yerin güzel ve temiz olması İslâm


adâbındandır. Esasen hadîs-i şerifte “Temizlik Îmandandır”
buyurulmuştur 123
Müslüman fikren, ruhen ve bedenen temiz insandır.
Temizlik üçe ayrılır. Vücud temizliği: bu su ile olur. Fikir
temizliği:güzel, meşru faideli eserleri okumakla yada
dinlemekle olur. Ruh temizliği ise Kur’an okumak, İstiğfar
etmek, zikr etmek ve İslâmi emirlere tam riâyetle olur.
Müslüman bu üç temizliği örnek olacak şekilde nefsinde
cem etmiş kişidir. Nefside, ehli ve cemiyeti için faideli ve
lüzümlü bir uzuvdur.

Giyinme adâbı

Allah (c.c) Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurur:

122
Hadis Buhâri, Müslim
123
Hadîs, Buhâri
- 80 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
ْ‫( َو ِﺛﯿَﺎﺑَﻚَ َﻓﻄَﮭﱢﺮ‬3) ْ‫وَ َرﺑﱠﻚَ ﻓَ َﻜﺒﱢﺮ‬
“Ve Rabbini büyüklük ile an. Ve elbiseni temizle.” 124
Muhammed İbnu Yahya İbnu Hibban anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Sizden biri bolluğa erince iş elbisesinden başka bir de
cum'a elbisesi edinirse üzerine (bir vebal) yoktur." 125
Güzel ve temiz giyinmek İslâm adâbındandır. Erkeğin
kadın, kadının erkek elbisesi giyinmesi İslâmda kabih
addedilmiştir. Bazı gafil ve perişan adı müslümanların
halini görüpte İslâma dil uzatmak nasipsizlerin,
nesepsizlerin ve gayri meşru yaşayanların kârıdır. Yoksa
insan ismine layık her ferd, İslâmın uluvvu himmetini,
kadri bâlasını anlayacak fıtratdadır, ve fıtrat üzere
yaratılmıştır. İslâm bütün fazilet ve adâbı kendisinde cem
etmiş bir dini celildir. Onun hakiki sâlikleri de bütün bu
meziyetlere sahiptirler.
“Her yaptığın işte maksûdun Hakk’a yaklaşmak olsun. ”
“Geçirilen her dakikanın hesabını mutlaka Allah’a
vereceğiz.”

Sofra adâbı

Allah-u Teala şöyle buyuruyor:

‫ﺤﺐﱡ‬
ِ ُ‫وَ ُﻛﻠُﻮا وَاﺷْ َﺮﺑُﻮا َوﻟَﺎ ﺗُﺴْ ِﺮﻓُﻮا اِ ﱠﻧﮫُ ﻟَﺎ ﯾ‬
َ‫…اﻟْﻤُﺴْﺮِﻓﯿﻦ‬
124
Müddesir Sûresi, Ayet 3-4
125
Ebu Davud ve İbnu Mace
- 81 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
“...Yeyin, için, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf
edenleri sevmez.” 126
Resûlullâh (s.a.v): "Hiç bir kimse kendi elinin emeğini
yemekten daha hayırlı, bir lokma yememiştir. Allâh'ın
Peygamberi olan Dâvud aleyhi's-selâm da kendi elinin
emeğini yerdi" buyurmuştur. 127
Hakk Teala hazretleri yeryüzünde mevcut olan rızıkların
helal olanlarından yemeyi insanlara mübah kılmıştır.
Fahri razinin beyanı vechile taâm yemekte hüküm
dörttür
1- Nefsini ölümden kurtarmak için yemesi “farzı ayn”
dır
2- Nefsini zafiyet gibi zarardan muhafaza için yemesi
“vacib”tir
3- Misafirin sıkılmaması için onunla birlikte yemesi
“sünnet”tir
4- Kişinin bunlardan hariç yemesi de “mübah”tır
İslam dini insan hayatının bütün merhalelerini bir bir
tanzim etmiştir. Yemek ihtiyacı insanlar için zaruridir.
İslam yeyip içmenin adablarını şöyle hülasa eder:
Kazanç muhakkak helal olmalı, nisab miktarına
ulaşmışsa zekatı verilmeli, yeyip içerken israf edilmemeli,
Allahın bize rızık olarak verdiği nimetlerde fakir ve
fukaraların da hakkı olduğu unutulmamalı .
Yemeye besmele ile başlayıp sağ elle kendi önünden
yemeli.Yemenin miktarında sünnet olan acıkmadan
yememeli tam doymadan sofradan kalkmalı. Sokaklarda,
umuma açık yerlerde yemek, içmekten sakınmalıdır. Ev
sahibi ise misafirleri sofradan kalkıncaya kadar eşlik

126
Arâf Suresi, Âyet 31
127
Hadis Buhari
- 82 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
etmelidir. Ev halkına helalinden getirdiği rızkın amel
defterine sadaka olarak yazılacağını bilmelidir.
Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
Sol elle yemek yemeyiniz,çünkü şeytan sol eliyle yer ve
içer.128
Hz. Enes (r.a) anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v) Sa'd İbnu
Ubâde'nin yanında ekmek ve zeytinyağı yemişti. Sonunda
şöyle bir dua buyurdu:“Sofranızda oruçlular iftar etsin,
yemeğinizden ebrarlar yesin, üzerinize melekler salatu
selam getirsin ve Allah (c.c) da sizin isminizi kendi
kurbundaki melekler yanında zikretsin. 129
Ebû Dâvud'un Hz. Câbir (r.a)'den kaydettiği diğer bir
rivâyette şöyle denir:"Ebû'l-Heysem bir yemek hazırladı,
Resûlullah (s.a.v) ve Ashâbını (r.a) dâvet etti. Hz.
Peygamber yemekten kalkınca: "Kardeşinizi
mükâfaatlandırın!" buyurdu. Ashâb: "Mükâfaatı da ne?"
diye sordular. Efendimiz: "Kişinin evine girilip yemeği
yendi, içeceği içildi mi ev sâhibi için dua edilir. İşte bu
onun mükâfaatıdır" cevabını verdi." 130

Tarîkat Âdâbı

Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor:

…‫ﻋﺔً وَ ِﻣﻨْﮭَﺎﺟًﺎ‬
َ ْ‫ﻟِﻜُﻞﱟ ﺟَ َﻌ ْﻠﻨَﺎ ِﻣﻨْﻜُﻢْ ﺷِﺮ‬...

128
Hadis, Müslim, İbn-i Mâce
129
Ebû Dâvud
130
Hadîs Ebû Dâvud
- 83 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
...Her birinize bir şerîat ve bir yol verdik...131
Fahri Râzi tefsiri Kebîrinde “Şir’adan murad
şeriattır.Minhac’dan maksat nurlu bir yoldur oda
tarikattır”der.
Şah-ı Nakşibendi (k.s) buyuruyor ki:“Tarikat ve hakikat
şeriat’ın hadimleridir.”
Tarikatın birinci şartı: Kalbi Allah’tan gayrisinden
tamamen temizlemektir.
İkincisi: Namazda tahrîme makamına kaim; mecrasına
cari olan kalbin zikrullah ile istiğrakıdır.
Üçüncüsü: Cenab-ı Hakk’ın muhabbetinde tamamen fâni
olmakdır.
Dördüncüsü: Zaruret olmadıkça konuşmamaktır. Zîrâ
Afât-ı lisan pek çoktur; gıybet, nemîme, hümeze, lümeze,
kizib, iftirâ, istihzâ gibi.
Müride lazım olan, zaruretinden gayri dünyadan
alakasını kesmesidir. Evvela kalbini, mal ve makam
sevgisinden temizlemeye çalışmalıdır. Çünkü mal ve câh
insanı Hak’dan uzaklaştırır. Bir müridin yanında, halkın
kabul ve reddi müsavi olmadıkça, tarîkde bir şeye nail
olamaz. Hatta mürid için en zararlı şey “Halk beni sevip
bana hürmet ediyor mu?” diye düşünmektir. Bu fikirde olan
müridin henüz iradesi sabit ve sahih olmamıştır. Eğer
mürid mal ve câh sevgisinden kurtulduysa, yine de dünyada
zâhid olmanın kendisinde tevlid edebileceği riya ihtimali
baki demektir. Çünki halk zâhidler için mütevazi olup
ellerini öperler ve onlarla teberrük ederler. Böylece zâhid
de halkın ikbal ve teveccühünden hoşlanır da kendini bu
âfetten kurtaramazsa onun telefinden korkulur.

131
Mâide Sûresi,Ayet 48
- 84 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Şeyh Muhammed Mağribi (k.s) buyururlar ki: “Bir kul
üç menzili kat etmedikçe seyr-i ilâllaha ayağını koymak
sahih olmaz. Bu menzillerden biri; Dünya nimetlerini,
ikincisi; Ahiret nimetlerini gönülden çıkarmak, üçüncüsü
de; Kemiklerini kıracak derecede bir belâ ile imtihan olsa
dâhi, Cenab-ı Hakk’dan râzı olmakdır. Ancak bu
mertebeden sonra mübtedi mürid, tarik da seyr-i ilâllaha
başlar”.
Tarikat edeblerinden biri de; öyle itikad etmeli ki
kendinin tariki eşref tarikidir. Eğer böyle itikat etmezse
müridin nefsi başka bir tarika meyl eder. Halbuki Nakşî
tarikinden şereflisini bulamaz.
İmam-ı Gazalî rahimahullah hazretleri buyururlar ki:
“Ulûm-ü Zahirenin tahsilin den sonra tarik-i sofiyye’ye
ikbal eyledim. Tariki ilahiyyeye sâlik olanlar ancak
sofiyyedir”.
Sofiyye’nin sîretleri ve tarikleri ahsen, ahlâkları güzel
ahlâkdır. Eğer farazâ, bilcümle, ukalâ, hükemâ ve ulemâ
ittifak ederek, ehl-i tarîkin sîret ve ahlâklarını tebdile
uğraşsalar, asla ona muvaffak olamazlar. Zira, sofiyyenin
bütün harekat ve sekenâtı, zahiren ve batınen mişkâtı
nübüvvet nurundan alınmıştır. Yeryüzünde nübüvvet
nurunun ötesinde bir nur yoktur ki, o nur ile ziyâlanmasın.
Bunun için Şeyh Ebü’l Mevâhib Muhammed Şâzelî
rehimehullah buyurdu ki, “Bir kimse sofiyye’nin adâbı ile
teeddüb etmezse edîb olamaz. ”
Tarîkat adâbı ise şöyle mülâhaza edilir. Kötü arkadaştan
kaçınmalı. Fakat sâlik bundan evvel kendi fena huylarından
sıyrılması icabeder. Asilerin yüzüne bakmak dâhi basar-ı
basîreti perdeler, kalbe kasvet verir. Ehl-i salâh ise bunun
aksinedir. Bu sebeple küffar yüzüne bakmadan, şarap
içilen, gadab edilen yerlerde ve zalimlerin kabirleri olan
mevkilerde de her türlü mâsiyet işlenen mekanlarda
- 85 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
bulunmakdan sizleri tahzir ederim. Şâyet yolunuz bir
zaruretle oralara düşerse koşarak geçmenizi tavsiye ederiz.
Adâb-ı tarîkdan biri de, kendi zamanındaki salihler zikr
olunursa, tenkid etmeyip hayırla yâd etmelidir. Kendi nefsi
için başkalarından gelen noksan işlere isyan etmeyip,
tahammül etmeli ve zararlarına ve fukaralığa sabır
etmelidir. Eğer bu hallerde razı olmazsa, maâzallah
maksûdu elinden gider ve tarîkdan yüz çevirir.
İmam-ı Şâzeli (k.s) buyururlar ki: “Bir müridin kalbinde
şehvet olursa melekût ve marifet kapısının açılması
muhaldir. Nefsâni hazzına talip ve meyl olan mürid
yalancıdır. Eğer bir mürid ahvâline riâyetten ve kalbini
muhafazadan gaflet ederek marifetullaha işaret ederse o
mürid kezzabdır. Eğer bir mürid medh ile zemmin, kabul
ile reddin arasında fark gözetirse ve bununla da
Marifetullahı iddia ederse ona inanılmaz.
Cüneyd-i Bağdadi (k. s) buyurdular ki: “Eğer zikr
olunan alametler olmasaydı, herkes sülûk davası yapardı.
Zîra Cenâb-ı Hakk Kur’an-ı Kerim’inde habibine hitaben:

ْ‫َوﻟَﻮْ ﻧَﺸَﺎءُ ﻟَﺎَرَ ْﯾﻨَﺎﻛَﮭُﻢْ َﻓﻠَﻌَ َﺮ ْﻓﺘَﮭُﻢْ ﺑِﺴﯿﻤﯿﮭُﻢْ وََﻟﺘَﻌْ ِﺮ َﻓﻨﱠﮭُﻢ‬


ْ‫ﻦ اﻟْﻘَﻮْلِ وَاﻟّﻠﮫُ ﯾَ ْﻌﻠَﻢُ اَﻋْﻤَﺎﻟَﻜُﻢ‬
ِ ْ‫ﻓﻰ ﻟَﺤ‬
“Biz dileseydik onları sana gösterirdik de, sen onları
yüzlerinden tanırdın. Andolsun ki sen onları konuşma
tarzlarından tanırsın. Allah işlediklerinizi bilir.”
buyurdu.132
Tarikat edeblerinden biri de, günahlardan tevbe etmek
lazımdır. Zira tarikat temizdir, kazurat ile mülevves olanı

132
Muhammed Sûresi, Âyet 30

- 86 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
kabul etmez. Gerek gizli ve aşikar her türlü zelleden tevbe
etmek lazımdır ve eğer üzerinde kul hakkı varsa, vermeli
eğer alacaklı öldüyse veresesine ödemelidir. Böyle
yapmazsa bu tarikden kendisi için istediği kapı açılmaz.
Adâbı tarikden biri de, mürid geçirdiği vakitleri
muhasebe etmeli, sabah olunca, gece Hakk’a yarar ne iş
yaptığını, akşam olunca da gündüz rızây-ı bârîye muvafık
ne ameller işlediğini düşünmeli, zâyî olan vakitler ve
hataları için derhal, lisan-ı müftekir ve kalb-i münkesir ile
istiğfar ederek Cenab-ı Hakk’dan hıfzını ve mağfiretini
istemelidir.
Adâbı tarikden biride, kibir ve ucûbü terk etmelidir.
Ebû Ali Ruzbâri (k.s) buyurdu ki: “Senin fevkinde olan
kimseye hücum etmen sırf levm dir. Senin dengine hamle
etmek sûi edeb dir. Mâdûnuna hücum etmek de acizlikdir,
kişinin ucbu, aklının fesadının aslıdır. ”
Cenab-ı Hak Azze ve Celle Kur’an-ı Kerim’inde
buyurur ki:

‫ا‬‫ﻋﻠُﻮ‬
ُ َ‫ﻚ اﻟﺪﱠارُ اﻟْﺎﺧِ َﺮةُ ﻧَﺠْ َﻌﻠُﮭَﺎ ِﻟﻠﱠﺬﯾﻦَ ﻟَﺎ ﯾُﺮﯾﺪُون‬ َ ْ‫ِﺗﻠ‬
َ‫ﻓِىﺎﻟْﺎَ ْرضِ َوﻟَﺎ ﻓَﺴَﺎدًا وَاﻟْﻌَﺎ ِﻗ َﺒﺔُ ِﻟﻠْ ُﻤﺘﱠﻘﯿﻦ‬
“Şu ahiret yurdunu (cenneti), biz yeryüzünde ne bir
zulüm ne de bir fesad istemeyen kimselere veririz. İyi akıbet
(Cennet, Allah’ın razı olmadığı şeylerden)
133
sakınanlarındır.”
Aliyy’ül-Havvâs (k.s) buyurdu ki: “Bir haslet vardır ki, o
hasleti kul kendine tahsis ederse, Cenab-ı Allah Azze ve
Celle indinde ve mahlukat yanında herkesden aşağıdır o
haslet ise kişinin nefsini ilimde ve salâhda akranından

133
Kasas Sûresi Ayet 83
- 87 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
yüksek bilmesidir. Eğer bu kimsenin üzerinde Cenab-ı
Hakk’ın fazlı olmasaydı, hali onlardan daha kötü olurdu.
Hatta kendi halinin bir fasıkdan daha güzel olduğuna îtikad
ve tahatturdan bile sakınmalıdır. Nerede kaldı ki; Kendini
ehl-i hayır ve salâhdan fazla beğenmek ? Velhasıl nâsı
tahkir etmek, tedavi kabul etmez büyük bir hastalıktır.
Adâb-ı tarikden biri de, her namaz vakti yaklaştıkca
zâhir ve bâtın kusurlarını araştırıp, kibir, hased, gıybet,
mekr, hubb-ü dünya gibi sıfat-ı hâbise ve ef’al-i kabihadan
temizlenmek için namaza kıyamdan evvel tevbe ve istiğfar
etmek lazımdır.
Luzûmuttahâre: Dâima abdesli bulunmak.
Kalb-i selim ve beden-i tahir ile Rabb’ına münacat et ki
meleklerin de o namaza dühûlu mümkün olsun. Zira
melekler, hazreti hüdanın kapısında dururlar, eğer namaz
kılan kimsede bâtın-ı maraz bulunursa o namaza dühûl
etmezler.
Ebû Bekr-i Kettani Rahimehullah buyurur ki: “Bir
mürid kalbinde iki arzuyla sabaha dahil olursa, ben o
şahısdan uzağım. Bu iki şeyden biri me’asi, diğeri malın
hemmi (kaygısıdır).
Sâlikin rabbi huzurunda kalbi selim ile durup cesedi ile
beraber kalbininde namaz kılması lazımdır. Kalbinde
Allah’ın sevmediği bir illet bulunarak namaz kılan bir
kimse kalbi selim ile huzuru ilahiye durmuş değildir.
Ancak bu kişinin durumu şeriat noktayı nazarında hadd-i
şer’îden kurtulmuş olur, o da namazı kıldığı için. İşte
namazın zahirine önem veripte bâtınının ihmal edenin hali
budur.

Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor:

- 88 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
ْ‫ِاﻟﱠﺎ اَنْ ﯾَﺸَﺎءَ اﻟّﻠﮫُ وَاذْﻛُﺮْ َرﺑﱠﻚَ اِذَا ﻧَﺴﯿﺖَ وَﻗُﻞْ ﻋَﺴﻰ اَن‬
‫ﯾَﮭْ ِﺪﯾَﻦِ َرﺑّﻰ ﻟَِﺎﻗْ َﺮبَ ﻣِﻦْ ھﺬَا رَﺷَﺪًا‬
“Ancak Allah dilerse (yapacağım de). Unuttuğun zaman
Allah'ı zikr et ve "Umarım Rabbim beni, doğruya daha yakın
olana eriştirir."de.”134
Adâbı tarikden biri de, huzuru ilahiye tekarrubu
derecesinde ayıplarını düşünmeyi artırmaktır. Halbuki
bazılarının ilim ve ameli arttığı nisbette nefslerinde kemal
davaları da artar. Ehlullahın ilimleri ise kalb ve
ruhlarındadır. Bunların ilimleri arttıkca tevazuları da o
nisbette artar. Ehl-i zâhirin ilimleri çoğaldıkca, kalplerinde
zulmetde çoğalır. Selefde geçen ulemanın ilmi artarsa havfi
ilahi de o nisbette artardı.
Bunun için hadîsi şerifte varid olmuştur ki: “Cennette
birtakım saraylar vardır. Dışından içi, içinden de dışı
görünür. Allah-ü Teala onları, daima hakkı konuşan kelam
sahibine, ihtiyaç sahibini doyuranlara ve oruç tutanlara
bütün insanlar uykuda iken gece namaz kılanlara
hazırladı.”135
Sözün yumuşağı takdim kılındı; buda tevazua işarettir.
Sonra it’am-ı taâmda kereme işâretdir. Bunlardan sonra
salatı ve sıyamı zikr ettiler. ”
Adâbı tarikden biri de, sülûk devam ettiği müddetce
nefsine çokca muhalefetdir. Makamı kemale vasıl olunca
nefsine hayır ile emr eder. O vakit Cenab-ı Hakk’ın
sevdiğini sever, sevmediğini sevmez. Bu mertebeye gelince
nefsine muvafakat caiz olur.

134
Kehf Suresi, Ayet 24
135
Kütub-i Sitte.
- 89 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Şeyhül İslâm Zekeriyya (k. s) (şerhi münferice)’de
beyan eder ki: “Ulema, ‘muhalefeti nefs’ ilmin başı
demişlerdir. ”
Şeyh Abdülkadir Cebeli (k. s)’de: “Efdal-û â’mal,
nefsine ve arzuya muhalefetdir ve masivadan ırâz ile
beraber Allah-ü Teala Hazretlerine Teveccühün devamıdır”
buyurdular.
Adâbın şartından biri de makâmâtı tarikde seyr-i
ilallahtır. Bakabillah makamına varıncaya kadar
makamattan hiç bir makamda durmamakdır. Leylanın
çadırına vasıl olmadığı müddetce sâlikin seyri cisim ile
olur. O zaman ruh cisme tabi olur. Vüsulunden sonra
sâlikin seyri ruh ile olur. O zaman cisim ruha tabi olur. Bu
yüzden bazan da sâliklerden o arife talebe olmuş, henüz
salih olmamış birini arif üzerine takdim ederler. Zira sâlik-
i, ibâdette çok mücahede eder görürler. Arif ise amelini
göstermeye yaklaşmaz. Arifin ‘kalbî ameline’, Cenab-ı
Haktan başkası müttali olamaz. Onun için arifin amelinin
zerresini kantarlar çekemez.
Şeyh Aliy-y’ül-Havas (k. s): “Halkın çoğu nefs ile seyr
ederler, lâkin bunlardan bazısı seyrini bilir, bazısı bilmez”
dediler.
Şeyh İbrahim Dussûki (k. s) buyurdular ki: “İki nefesin
hiç olmazsa biriyle zikrullah ile meşgul olmayan evladlar
benim evladım değildir. ”
Ehl-i tasavvuf üç tabaka dır. Birincisine mürid-i talip
denir, sahibi vakittir. İkincisine müridi mütavassıt denir,
Sahib-i haldir, üçüncüye müridi müntehi denir, sahibi
nefesdir. Ehli hal katında eşyanın efdalı enfası saymaktır.
Mübtedi mürid sülûk de kendinin vücudunu ve amelini
görür muradını talepde zahmet çeker.

- 90 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Mutavassıt ise, adâb menzillerine talib olmakla beraber
hali mütelevvindir. Yani bir tecelliden diğer tecelliye
geçmekten ibaretdir.
Müntehiye vasıl olan mürid ise seyri sülûkünü
tamamlamıştır. Zira müntehi, kavim indinde keşfi hakikinin
devamından ibaretdir. Zira, Cenab-ı Hakk’a yakınlık
sebebiyle kendisinden itminân-i kalb hasıl olmuştur.
Ahvalinde tegayyür olmadığı gibi, zahmet ve
meşakkatlerinin de kendisinde tesiri olmaz. Müntehinin
makamı sahf (uyanıklık hali) ve temkindir. Onun için
şiddetde, rahatda, men’de, atâda, cefada, vefada icabet hali
müsavi olur. Yemesi, yememesi; uyuması, uyumaması
gibidir. Nefsani hazlarda fani hukuku bâkidir. Zahiri halk
ile bâtını hak iledir. bu ahvalin cümlesi nebiyyi Zişan
(s.a.v.) Efendimizin ahvalinden ve ashâb-ı kiramın
hallerinden menkuldur.
Sultan-ı Enbiya (s.a.v.) Efendimiz gârı Hırâda tehalli
ettiler. Sonra halk ile oldular. Ashab-ı Suffede temkin üzre
olduklarından ümera, vüzera oldular. Eshab-ı Suffe’ye de
halkla ihtilat zarar ve tesir etmedi.
Şeyh İbrahim Ed-Dussûki (k. s) buyurdular ki:
“Tarikatta nefsini teşhir edip, tarikatın hakkını vermeyen ve
bizi istihza edenlerin hasmı Cenab-ı Hakk’dır. Bu tarikde
hıyanet yapan kimse fayda görmez. Bizim sözlerimizle
ittihaz etmeyen bize yaklaşmasın ve bizi levm etmesin,
tarika fenalık etmesin, yaptığını ihlas ile yapsın ki, halas
ola. Tarikımızı zem edip bulandırmasın. İyi bilin ki bu
emirler benim değildir. Rabbimizin emirleridir. Eğer
ahdinizi bozarsanız, bu ahd Allah’ın ahdidir. Bizim size
ihtiyacımız yoktur. ” Buyurdular.
Fahri Alem (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri çok vakit aç
olurlar, mübarek karınlarına taş bağlarlardı. Bilhassa gece
namazlarında, o derece kıyamda dururlardı ki, mübarek
- 91 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
ayakları şişerdi. Ekâbir-i sahâbe (r.a.)’da, Rasulullah
(s.a.v.)’e ittiba ederlerdi. Ebu Bekri Sıddîyk (r.a.) teneffüs
ettiği vakitte ağızından pişmiş ciğer kokusu gibi koku
gelirdi. Bu mübarek zat malının hepsini Fisebilillah infak
etmiştir.
Ömer bin Hattab (r.a.) hak yolunda çok zahmet çekti.
Hatta esvabını deri parçalarıyla yamardı başının sarığı bir
bez parçasından ibaretdi.
Osman-ı Zinnûreyn (r.a.) ayakta olduğu halde, her gece
Kur’anı Kerim-i Hatm ederdi.
Hz. Aliyyel mürteza (r.a.) Sahabe-i kiramın
zahidlerinden ve mücahidlerindendi. Feth edilen beldelerin
çoğunu bu mübarek zât feth etmiştir.
İşte bu zikr ettiğimiz havâss-ı sahabe rıdvanullahı
aleyhim ecmain hazratı Resulullah (s.a.v) Efendimiz
Hazretlerinin akrabaları oldukları halde, bunların
içtihadlarını, zühdlerini, açlıklarını şeriat ve hakikate ne
derece ehemmiyet verdiklerini iyi bilmeli ve bizim
halimizle onların halini kıyaslamalıyız. Eğer bu muhterem
zevâta iktida etmek istersek onların halleriyle hallenmemiz
lazımdır. Ancak bu yolda olursak şeriat denizinde hakîkat
cevherini bulabiliriz.
Adâbı tarikden biride, halkın gösterdiği hürmet ve
iltifata da teklif ettikleri câh ve mansıba iltifat
etmemektedir. Ancak Cenab-ı Hakkın emirlerine riâyet
etmektir. Hâlık-ı zülcelâli herşey üzerine tercih ve isrâr
etmedikce mârifetullah nûru, bir kalbten bir kalbe girmez.
Ebu Abdullah ibn-i Menazil rahimehullah: “Eğer bir
kulun kendisinden riyasız, şeksiz bir nefes “Allah” lafz-ı
sahih olduysa, dehrin âhirine kadar (dünyanın sonuna
kadar) o kula yeter” buyurdu.
İttibâ: Kitab ve sünnete tâbî olmak, itaat etmektir.
- 92 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
İstikâmet: Hattı hareketi doğru ve namuslu, diyaneti
İslâmiyeden ayrılmamak.
İktisat: Her hususta îtidâl üzere bulunmak, lüzûmundan
fazla veya noksan sarfiyattan kaçınmak, vasattan
ayrılmamaktır.
İnsaf: Haklı veya haksız olduğunda istikâmetten
ayrılmayıp doğruyu söylemek, merhametli olmak.
Teennî: Bir işe ihtiyatlı ve düşünerek başlamak. Teennî
rahmânîdir; acele etmek şeytânîdir.
Tedbir: Bir şeyde muvaffak olmak için daha evvel
yapılan hazırlık.
Ehemmi mühimme tercih: Çok kıymetliyi kıymetli
olana tercih etmek.
Ezâya tahammül: İnsanın başına Allah’tan gelen her
musîbete sabır ve tahammül etmesidir.
Teksîr-i ihvan: İhvan kardeşinin adedini onları
incitmeden rıfk ile edebe riâyet ederek çoğaltmaya gayret
etmeli.
Sebat etmek: Îman ve islâmiyete hizmette Allah’a
ibâdet ve tâatta sabit ve berkarar olmak. Savaşta düşman
karşısında sebat etmek, sözünde durmak, ahde vefâ etmek
herhangi bir işte sıdk-ı ihlasla onu sonuna kadar devam
ettirmek.
Töhmet yerinde bulunmamak: Gayr-ı meşrû kötülük
işlenen yerlere gitmemek. Şâyet gidecek olursa o kimsenin
izzet ve şerefi nâmus ve haysiyeti zedelenir. İnsanlar
arasında bunlara itibâr edilmez hor ve hâkir olur.
Mesâlihi celbetmek: Herhangi bir maslâhatı,
dünyeviyye ve uhreviyye için gerek ilmî gerekse ticârî
meseleleri mü’minlerle karşılıklı görüşmekte fayda ve
menfaat vardır.

- 93 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Hilm: Allah’ın kuluna bahşâyışıdır. Doğuştan olan
yumuşak huyluluktur. Şiddete tahammül, sıkıntıya sabır,
eziyetlere katlanmaktır.
İtibarlı olmak: İnsanlar arasında şerefli ve haysiyetli
söz sâhibi olmak, her şeyden ibret almak.
İlim: İlim bizâtihî hâdi değildir. Vahyin irşâdına
muhtaçtır. Hakkın tevfiki ile ilim ya vehbî, ya da kesbî
olur. Vehbî olan nâdirdir. Kesbî olan çoktur. O da niyet,
azim, çalışmak ve hizmetle elde edilir. Bunda da usûl
lâzımdır. En güzel usûl de ihlâs ve istikametten
ayrılmamaktır.
Gayret: Dikkatle ve sebatla çalışmak. Din, îmân, vatan
ve nâmus gibi kıymetlere tecâvüz edenlere karşı müdâfa
etmek veyâ harekete geçmek için gayreti dîniyye ve
cesâreti medeniyye vasfına sâhip olmak lâzımdır.
Gıpta: İmrenmektir. Mü’min kimsenin güzel bir hâlin
kendisinde de olmasını arzu etmesidir.
Mü’min islam ahlakıyla edeplenmeli.
Ey ihvanı din kemale ermek istiyorsan okunan bu
vasıflarları kendine şiar edin. Halis ol salâh bulasın, Salih
ol ki halas olasın.

- 94 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Müridin Şeyhiyle olan Adâbı

İbn-i Hâcer-i Heytemi buyurdu ki: teberrük için ayrı ayrı


şeyhlere inabe etmekde bir sakınca yoktur. Fakat sülûk için
olursa mahzurdan salim değildir. Mürid şeyhinin
terbiyesinde, gassal elindeki ölü gibi olmalıdır. Eğer şeyhin
hali o müridi cezb etmezse, verâ ve takvâda, şeri’at ve
hakikatın ahkamına daha ziyade arif olanı arasın. Eğer
evsaf-ı hakıkıyye ile mevsuf bir şeyhe evvelce intisab
ettiyse, ikinciyi aramak ve ona intisab haram olur.
Eğer mürid şeyhin huzur ve gıyabında su-i edebde
bulunursa, feyzine mani olur. Nûru zulmete ve hicaba,
manevi uzaklığa ve zarara tebeddül eder. Öyle ki, şeyhin
ta’bında tagayyür bulunsun, bulunmasın müsavidir.
Nitekim, nakl olundu ki, İmam-ı Züfer rahımehullah abdest
alıyordu. İmam-ı A’zam rahımehullah, İmam-ı Züfer’in
üzerine geldi. İmam-ı Azamın talebesi İmam-ı züfer
ta’zîmen ayağa kalkmadı. Bu sebebden İmamı Züferin
mezhebte rivâyeti zayıf oldu. Halbuki mumaileyh İmam-ı
A’zam’ın en yakın ashabından idi.
“Adâb”da beyan olduğuna göre, mürid için başlıca lazım
olan şartlardan biri: Kalbinde şeyhin ef’ali üzerine itiraz
etmemesidir. Böyle bir durumda kalırsa te’vil etmeli,
değilse nefsinde olan kusuruna haml etmelidir.
Hazret-i Musa ile Hızır aleyhisselam kıssasına iktidaen,
şeyhe itiraz çok çirkindir. Mu’teriz ma’zur olamaz.
İtirazdan neş’et eden hicabın ilacı yoktur. Bu i’tirazın

- 95 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
zararı, mürid üzerine cari olan feyzin kapanmasıdır. Ey
kardeş, devası olmayan bu derdden çok sakınmalısın.
Şartlardan biri de: Mürid, kendi halini şeyhine
arzetmelidir. Zira, şeyh tabib gibidir. İlacı onun elindedir.
Şeyhin keşfi var diye güvenerek ahvalini izharda lakayd
kalmamalıdır. Çünkü keşif bazan televvün eder, bazan da
hata eder. Evliya katında hatây-i keşfî, hatây-i içtihadî
menzilesindedir. Şu kadar var ki, hatây-i keşfî, sahih olsa
bile onunla amel edilemez.
İstişâre: Pişman olmamak için herhangi bir meseleyi en
güzel şekilde büyüklerle müşâvere etmek.
Cenâb-ı Hakk Âyeti Kerîmesinde şöyle buyuruyor:

ْ‫وَاﻟﱠﺬﯾﻦَ اﺳْﺘَﺠَﺎﺑُﻮا ﻟِ َﺮﺑﱢﮭِﻢْ وََاﻗَﺎﻣُﻮا اﻟﺼﱠﻠﻮةَ َواَﻣْ ُﺮھُﻢ‬


َ‫ﺷُﻮرى َﺑ ْﯿﻨَﮭُﻢْ وَﻣِﻤﱠﺎ رَ َز ْﻗﻨَﺎھُﻢْ ُﯾﻨْﻔِﻘُﻮن‬
“Ve o kimseler için ki Rablerine icabette bulundular,
namazı dosdoğru kıldılar. Onların işleri, aralarında
istişâre iledir. Kendilerini merzûk ettiğimiz şeylerden
infakta bulunurlar.”136
İstihâre: Yapılacak herhangi bir işin sonunda mahrum
olmamak için, sâlih bir kişinin, o iş hakkında rüyâya
yatması.
Peygamber-i Zîşan Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:
“İşlerinde istihâre edenler, zarara uğramazlar; istişare
edenler de pişman olmazlar. Yaşantılarında israf etmeyip
îtidalli olanlar fakru zarûrete düşmezler.”137
İhtirâm: Büyüklere karşı tâzim hürmet ve saygı
göstermek.

136
Şûra Sûresi 38.
137
Hadîs, Kenzü’l ummal
- 96 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
İstirşâd: Hakk yolu taleb etmek.
İrşad: Velî bir zâtın, bir kimsenin hidayete ermesine
vesîle olması ve ona Hakk yolu göstermesi.
Müride lazım olan şartlardan biri de: Şeyhin emrettiği
şeyleri tevil etmiyerek ve geciktirmeyerek yapmalıdır. Zira,
tevil ve gecikdirme manevi kesintiye sebeb olabilir.
Şartlardan biri de: Şeyhin telkin ettiği zikri, teveccüh ve
mürakabe ile amel edip, terk ettirdiği evradı bırakması
iktiza eder. Zira, feraset-i şeyh Cenab-ı Hakk’ın
nurundandır.
Şartlardan biri de: Mürid nefsini yaratılmışların
cümlesinden hakir görüp, nefsi için bir kimsenin üzerinde
hak görmemelidir. Her hususda şeyhine son derece hürmet
ve ta’zimde (telkin ettiği zikirde, kalbini tamirde, gafleti ve
havatırı tardda) kusur ve hıyanet etmemelidir.
Şartlardan biri de: Zât-i ehadiyyetten başka, dünyevi ve
uhrevi bir arzusu olmamalı, hatta halden, makamdan, fena
ve bakada bir muradı olmalıdır. Eğer hakdan başka bir
arzusu olursa, o mürid nefsinin kemaline ve ahvaline
talibtir.
Şartlardan biri de: Mürid şeyhinin emrine mut’i ve
münkad olmalı, hülafaya ve kendisinden kıdemli olan
müridâne itaat etmelidir. Her ne kadar kendinin ilmi ve
ameli, onların ilim ve amelinden fazla dahi olsa. Hiç
kimseye gadâb etmemelidir. Çünkü gadap zikrin nurunu
söndürür. Münazara, mubahasa ve cidali terk etmek
lazımdır. Münazara, nisyanı keder ve kaygıyı arttırır. Şâyet
bir gadab vaki olur veya biriyle mübahasa ederse istiğfar
etmelidir ve o kimseden özür dilemelidir. Her ne kadar
kendisi haklı dahi olsa, bir kimseye hakaret nazarıyla
bakmamalı, belki gördüğü kimseye Hızır (a.s.) veya bir
veliyullah sanıp ondan dua taleb etmelidir.
- 97 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Adâbdan biri de: Şeyhinin sevmediği ve tab’an kerih
gördüğü şeylerden kaçıp, şeyhinin hüsnü ve hilmine mağrur
olup da sevmediği şeyleri irtikab etmemelidir.
Bir de müridin, keşif ve rüya vakıalarının tabirine
muttalı olmaması evladır. Eğer ıttıla’ı zahir olursa rüyasını
şeyhine arz ile talebsiz cevabına intizar etmelidir. Şeyhe bir
kimse bir meseleden sual ettiğinde, mürid, şeyhin
huzurunda cevaba girişmekten kaçınmalıdır. Bir de, şeyhin
meclisinde sesini kısarak konuşmalıdır. Zira ekabir indinde
yüksek sesle konuşmak su-i edebdir. Şeyh ile olduğu
zaman sözünde ve fiilinde laubali olmamalı ki, bu inbisat
müridin kalbinden şeyhin intişamını izale eder, füyuzattan
mahrum olur. Bir de, ketmi vacip olan şeyin esrarını
muhafaza etmekdir. Lakin Cenab-ı Hak’kın ihsan ettiği
küşufat ve hallerden hiç birini şeyhinden gizlememelidir.
Bir de, nasın yanında şeyhin sözlerinden nakl etmemeli,
ancak halkın anlayabileceği ve akıllarının erebileceği kadar
söylemelidir.
Bir de şeyh müridi kabul edince, seve seve ve rağbetle
hizmet etmeli ki, o mürid için şeyhin indinde kabul tam
husule gelsin. Şeyh, müride bir şey telkin ettiğinde,
devamlı, olarak onunla meşgul olmalı ve kalbine hayır ve
şer havatır getirmemelidir.
Adâbdan biri de: gayrın selamını şeyhine emaneten
tahmil etmemelidir ki, bu da sû-i edebdir. Bir de şeyhin
meclisinde insanların dikkatını celbedecek hal ve
hareketlerden kacınmalıdır. Huzurunda farzlardan gayri
namaz kılmakla meşgul olmamalı, şeyhi kılarsa birlikte
kılmalıdır.
Bizi Allah-ü Teala edeblendirdi. Hem de terbiyemizi ne
güzel yaptı! Aynı zamanda nezdinden bize bol bol rızık
ihsan etti.

- 98 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Müridin nefsiyle olan adâbı

Şeyh Abdülvehhab Şâ’rani Hazretleri (Nefahat’ül


Kudsiyye)sinde İbrahim Desûkî (k.s)den naklen buyururlar
ki: “Bir mürid hafiyen Allah’ıyla muamelesinde sadık
olursa Cenab-ı Hak (azze vecelle) o müridi gizli ve aşikar
olan şeylere vasıl kılar. Akisdan salim olursa nüküsden
salim olur. Eğer bir mürid, nazif ve şerif olmazsa, o benim
evladım değildir; sulbümden dahi olsa. Bir mürid, tarika,
dine, zühde, verâ ve kıllet-i ta’ama riâyet ederse, o benim
evladımdır. ”
Yine İbrahim Desûki (k.s) buyuruyor ki: “Müridin
amelden farzını, vacibini ve nafileyi edada, eksik ve
yanlışlık yapmaması için gerekli farzı ayn ilimleri
öğrenmesi vacibdir. Fesahat ve belâgat ile iştigal doğru
değildir. Çünkü matlubuna mani olur. Mürid-i sadıkın
alameti, şeriatta ve hakikatta münakaşa ve cidalı terk
etmekdir. ”
Yine buyurdu ki: “Sadık müridin alamet ve şartındandır
ki, tarika ilk girişinde, nefsinden ve hazlarından alakasını
kesip, vasata razı olmalıdır. Zira bunlarsız felah ve
matlubuna ermek mümkün olmaz. Ancak zafer, hazzı terk,
ezaya sabır, şer ve hayra tahammül ile mümkündür”
Yine buyurdu ki: “Sadık mürid, bedeni ve kalbiyle amel
eder. Az konuşur. Zamanımızın müridleri şakşakayı alıb,
ameli terk ettiler” (lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil
aliyyilâzim)
Ve yine buyurdu ki: “lokmada helalını aramalıdır. Dili
haramda oldukça ameli vefa etmez. Ameli harama bulaşmış
olan dilini temizleyemez. ”
- 99 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
“Sadık müridin alametlerinden biri de: Nâsın kendisini
tezkiye etmesine iltifat etmez. Belki nefsini teftiş ile
tezkiyeye dikkat eder.”
Yine buyurdu ki: “Müridin sadakati malum olmak için
ölçü şudur. Cenab-ı Hak’ka vasıl eden yol, sadık müridin
cildini ifna eder, ciğerini yaralar, cesedini zayıf kılar,
uykusunu kaçırır, kalbini hasta eder ve gönlünü eritir. Sadık
müridin sermayesi, muhabbet ve teslimiyyettir. İnadlık
asasını, muhalefet sevdasını bırakıp, şeyhin emri altında
sükunettir. Tarika muhabbet ve şeyhine teslimiyeti artan
mürid, tarikde kalmaktan emin olur. ”
Mürid, ihvanında zahir olan kusurlara bakmaz ve sebkat
eden kusurlarını nazar-ı itibara almaz. Eğer ihvanının böyle
bir kusuruna bakıp çok görürse, bir gün o hale kendisinin
de düşdüğünü görmek ihtimali vardır.
Arifler demişler ki: Bir mürid ki, nâsın ayıplarından biri
kendisine münkeşif olursa, böyle olan keşif şeytanidir. Bir
kimse halkın kusurunu görüp de onun kötü yolda olduğuna
hamle-derse, o kimsenin nef’ı az olur, sırrı da harab olur.
İhvanına karşı müridin adâbındandır ki, cenab-ı Hakdan
kendisine bir fütuhat olacağı vakitde nefsine ve ihvanına
infak etmelidir.
Müridin edebinden biri de, hayırlı vakitlerde, seher
vakti, Cum’a gecesi, Bayram ve Kadir geceleri gibi
mübarek gecelerde, ihvanını ikaz edip dua etmelidir.
Müride layık olan ihvanından evvel uyanıp ibâdet ederse
hiç bir suretle nefsini onlardan efdal görmesin. Hatta
onların uykusunu kendi ibâdetinden üstün ve halis görsün.
Zira uyuyana kalem cari olmaz. Her meşakkatli amelde
ihvanından ileri gitmesi müridin vazifelerindendir. İhvanın
biri diğerine zulüm edince, mazlumu zalimin elinden

- 100 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
kurtarmak ve sabır tavsiye ederek teselli etmek de
vazifelerindendir.
Müridin edebinden biri de: kalbinde kardeşlerinden
birine karşı bir değişiklik olduysa, onu gidermeye çalışsın
ve din kardeşine daima hüsnüzanda bulunsun, su-i zandan
sakınsın. Bir de gece kalkdığında ihvanı için mağfiret ve
duayı unutmamalıdır. Yazıcı melek de dua eder. Bir de
ihvanının mühim ihtiyaçlarını ve hizmetlerini ifayı, nafile
ibâdete takdim etmelidir. İhvanından birine veya şeyhine
su-i edebde bulunduysa, derhal nedâmet ederek kusurunun
affını mütezellilane istemeli ve ben size zulm ettim diye
itirafla beraber Cenab-ı Hak’ka karşı da istiğfar etmelidir.
Müridin edeblerinden biri de, ihvanına sünneti tavsiye
etmelidir. İhvanını ma’sıyette görürse, nasihat etmeli ve o
ma’siyetten kurtarmağa çalışmalıdır.
İmam-ı Şafi’î (r.a.) buyurdular ki: “bir kimse din
kardeşine gizlice nasihat ederse onun nasihatı halis olur.
Eğer aleni nasihat ederse, onu rezil ve ona hakaret etti
demekdir. ”
Hz. Ömer’ül-Faruk (r.a.)’ın Şamda bir dostu varmış.
Şam’dan gelen bir kimseye onu sormuş. O da şeytanın
kardeşidir deyince. Hz. Ömer (r.a.) o adamı azarlamış ve:
“Sus, çok büyük günah mı işledi?” demiş bunun üzerine şu
mektubu yazmış: “Bismilla-hirrahmanirrahim, “Hâmîm, bu
kitabın, indirilişi aziz, alim olan günah bağışlayan, tevbe
kabul eden, azabı şiddetli olan ihsan sahibi Allah’dandır ki,
O’ndan başka hiçbir ilah yoktur, dönüş ancak O’nadır” bu
mektubu alan arkadaşı okuyunca ağlamış ve tevbe etmiş.
Ebu’d Derda (r.a.) buyurdular ki: “Eğer ihvanın halinde
bir değişiklik görürsen, hali değişti diye onu terk etme. ”
Zira; ihvanlarda beşerdir, bazan düşer, bazanda kalkar.

- 101 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Eğer ihvanına bir keder ve afet isabet ederse onu
bırakmamalı, kurtarmak için gayret etmelidir.
Bir zamanlar birbirini çok seven iki ihvandan biri yolunu
şaşırıp günaha dalmıştı. Bu hali görenler, diğerine: Bu
kardeş yolunu şaşırdı, hala onu bırakmayacakmısın? O,
cevaben dedi ki: “İhvanlık böyle günde belli olur. Onun
elinden tutup, eski haline gelmesi için ona dua etmezsem
benim arkadaşlığım neye yarar? Ezasına katlanıp onun
kusurlarını af ile, doğru yola gelmesine yardım etmem
lazımdır. ” demiş ve arkadaşlığa vefanın ne demek
olduğunu güzelce belirterek onlara bir ders vermiştir.
Arif-i Şa’rani (k. s) Hukuk-u İslâm adlı kitabında der ki:
İhvanın zellesi için yetmiş kadar mazeret ve ihtimal bulmalı
ve eğer kalbi o mazeretleri kabul etmezse, o zaman kendi
nefsini levm ederek: “Ey nefis, muannid sensin” demelidir.
Musannif rahımehullah buyurur ki: “Şimdi öyle bir
zamandayız ki, bizden yetmiş türlü iyi amel sadır olsa da,
bir tek fasid amel muhtemel olsa, yetmiş iyi ameli bir tarafa
atarlar da bir tek muhtemel olan fasid ameli dillerine
dolarlar ve tahkir için bunu bir fırsat sayarlar ve ganimet
bilirler. Bu ise şeytan aleyhilla’nenin teşvikidir. ”
Cenab-ı Hak buyuruyor:

ِ‫َاﻟﱠﺬﯾﻦَ اِذَا َاﺻَﺎ َﺑﺘْﮭُﻢْ ﻣُﺼﯿ َﺒﺔٌ ﻗَﺎﻟُﻮا ِاﻧﱠﺎ ﻟِّﻠﮫِ وَِاﻧﱠﺎ ِاَﻟ ْﯿﮫ‬
َ‫رَاﺟِﻌُﻮن‬
“O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: Biz
Allah'ın kullarıyız ve biz O'na döneceğiz, derler.”138
Sultân-ı Enbiyâ (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri buyurdular
ki: “Bir kul, Allah için kardeşiyle karşılıklı muhabbete

138
Bakara Sûresi, Âyet 156
- 102 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
muvaffak olduysa Cenâb-ı Hak o kimseye Cennette bir
derece halk eder.” 139
İbni Mübarek (k.s) buyurur ki: “Asıl fütüvvet, ihvanın
zellesini affetmekdir. ”

139
Hadis, Münâvî Feyzül Kadir
- 103 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
MEŞİHAT ÂDABI

Muhakkıkîn katında şeyh üç kısımdır. Sohbet şeyhi,


zikir şeyhi, Hırka şeyhidir.
Şeyhe layık olan niyyeti halis olmak ve halkın kendisine
tabi olmasına muhabbet etmemektir. Zira insanın cibilliyeti
bundan hoşlanır. Nitekim sallahü aleyhi vesellem
efendimiz buyurdular ki, “dağ yerinden ayrıldı derse
inanın, fakat bir kimse ahlâkını değiştirdi derlerse
inanmayın” Çünkü insan ne huyda yaratıldıysa onu terk
edemez, müstesnası pek azdır.140
Şeyh irşad olmak için kendisine gelen bir kimseye
hemen zikir telkininde bulunmamalı, ve onun sıdkının zahir
olması için teenniyle davranmalıdır. Bir müddet onu
tecrübe ettikten sonra talibin istidadına göre talimi tarikat
tarif eder. Eğer Cenab-ı Hak o kimseye istidad vermemişse
zikir telkin etmek caiz değildir.
Hoca Ubeydullah ahrar (k. s) buyurdu ki, bir şeyh ki,
evvel nazarda müridin istidadını bilemez ve hangi hal ve
makama varacağını anlamazsa ona şeyhlik caiz değildir.
Şeyhlik adâbından biri de; Şeyh için müridin malından
tenzih lazımdır. Müridin malından bir şeyde tama’ı
olmamalı ve mala mülke asla iltifat etmemelidir. Müridin
hizmetiyle de alakanmamalıdır. Zira makam-ı irşad her
makamın fevkindedir. Sadık bir mürid gelir de malının
tamamını infak etmek isterse, şeyh ona izin vermemelidir.

140
Hadis, Münâvî Feyzül Kadir)

- 104 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Cüneyd-i Bağdad (k. s)nın yanına bir mürid geldi.
Malının cümlesinden sıyrılmak istedi. Cüneyd (k. s) onu
men ettiler. Vaktaki o müridde hal ve kuvvet hasıl oldu, o
vakit buyurdu ki: “Evvelce senden emin değildim, eğer
şimdi malının cümlesini tasadduk etmek istersen sana bir
şey lazım gelmez.” Eğer sadık müridin himmeti âlî olursa
bu uğurda malının cümlesini tasadduk caizdir.
Ebu Bekr’i Sıddîk ve Ömer-ül Faruk (r.a) hümanın
yaşayışlarına bakılırsa meşihat adâbından biri de, (İsâr) dır.
Yani infak edip dağıtmaktır. Şeyhin infak ehli olması
müridin sadakatını artırır. Bu hali gören müridin hüsnizannı
artar töhmet akideleri çözülür. Feyz kapısı müride
kapanmaz.
Şeyhin vazifelerinden biri de, emri bil ma’ruf yani
(iyiliği emretmek) ve nehy-i anil münker yani (kötülükten
nehy etmek) tir. Müstehabbat ve mekruhat şeyhin nefsinde
tahakkuk etmediği takdirde, bunların biri ile emr
etmesi,veya nehy etmesi şeyh için layık değildir. Çünkü
kendi nefsinde olmayan şeyle emr etmenin tesiri olmaz.
Risali-i Kuşeyri’de zikr edildiğine göre; Hallac-ı Mansur
(k.s)’a fakirlikten sual olunmuş. Cevab vermeden hemen
evine girmiş ve çıkmış, ondan sonra fakirliği tarif etmiş.
Demişler ki, “Ya şeyh, önce niçin cevab vermedin?”
deyince: “Önce bir miktar paraya malikdim. O vakit benim
fakirlik hakkında sohbet etmem yerinde olmaz diye eve
girdim. Malik olduğum miktarı tasadduk ettim, şimdi
fakirlikten bahsetmek benim için mübah oldu” demişlerdir.
Meşihat adâbından biri de, tarikin zayıflarına rıfk ile
muamele etmek lazımdır. Müridin halinde ülfeti terk ve
nefse muhalefet gibi hallerde, kadir olamadığını ve zafını
görürse müsamaha eder. Tarikden red etmez. Bu gibi
müridlere ruhsat ile ameli emr eder. Onu meşakkatli
riyazattan men eder ki, sü’adâ zümresinden nefret etmesin.
- 105 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
O müridi lütuf ve kerem ile sü’adâ ile oturtup, onlarla
sohbet ve ünsiyet sebebiyle muhabbet hasıl olur ki, ibâdet
ve mücahedeye tahammül edebilsin.
Meşihate müteallik vazifelerden biri de, müride telkin-i
zikr ettiği vakitte, müridin kalbinde olan hicabların zevaline
niyyet etmelidir. Müridin kalbine hal ve varidatın vürudu
niyetiyle teveccüh etmemeli ki, belki o halde tahammül
edemez ve müridin karşısında oturur ki, İsti’dâd ve
kâbiliyetine göre müridin kalbinde hal ve feyz intiba eder.
İsti’dâd’lı müridin süratle sülûkünu men ile isti’dâdını
gölgeleyip sülûkunu tehir ederse, daha ahsen ve evla olur.
Şeyhe layık olan zaruret olmadıkça dizlerinin üzerine
edeb ile oturmaktır ve edeb ile tekellüm edip, mâlâyâniden
ve heva ve hezelden ârî olarak fuzulî sözlerden tevakki
etmek lazımdır. Şeyh, müride hitabında, Cenab-ı Hakk’dan
fehim ve idrak taleb eder. Eğer şeyh gadab ederse, mürid
bunda bir mana murad olunduğunu teemmül etmelidir.
Şeyh Muhammed Ma’sûm (k.s) gadab ettiği zaman
(Yahribullahu beyteke) buyururlardı. Bunun manasını
soranlara “Cenab-ı Hakk enaniyetinin harab etsin demektir”
derlerdi.
Ali İbn-i Hamid der ki; Seriyy-i Sakatî (k.s) yi ziyarete
gittim kapısında durdum: Allahım, beni senden meşgul
eden kimseyi sen kendinle meşgul etki, beni bıraksın”
dediğini işittim bu dua bereketiyle Cenab-ı Hakk bana
tevfikinı ihsan etti de, Haleb’den kırk kere Hacc’a gittim.
Nitekim Âyet-i Kerimedeki (Fahla’na’leyk)den murad;
“Dünya ve Ahiretten muhabbetini çıkar.” demektir.
Şeyhe layık olan müridin kelamına müsamaha
yapmamak ve itiraz da etmemektir ki, Mürid de her taraftan
yeis ve inkisar hasıl olmasın. Eğer bir mürid’de masiyet
zahir olursa, Şeyh ona işaret ve kinaye ile nasihat eder ki,
- 106 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Şeyhin muhabbeti müridin kalbinden zail olmasın. Yalnız
Müridin itikadı sadık olursa, Şeyh masiyetini sarahatan zikr
ederek itab eder.
Şeyhe lazım olan hâl galebesiyle zahir amelleri terk
etmemektir. Belki salih amellerle evkatını muhafaza etmek
lazımdır. Yoksa “amele ihtiyacım yoktur” diye tehayyül
etmemelidir. Çünkü zahirde evkatını zai etmek batınında
tehavün ve keselâ husule getirir. Tarikatı Nakşibendiye’nin
itikatı ehli sünnet velcemaat itikadıdır. Ubudiyetin ve
huzurun devamında tariklerin hepsi birdir yalnız fark
surettedir.
Resulullah (s.a.v) Efendimiz Hazretlerine tabi olmadan
sünnetine ittiba etmeden devam-ı ubûdiyet ve huzur
mümkün değildir. Şeyhe layık olan nefsinin hukukunda
insanlara müsamahakar davranmalıdır, yani tazim ve
hürmet gözetmemelidir. Fakat müride layık olan hizmetini
ifada kusur etmemektir.”Ben Şeyhime şöyle hizmet ettim.”
Diye hatırına bir şey getirmemeli ve bütün hallerde zahir ve
batınından gaflet etmemelidir. Şeyh müridi bazan
keyiflendirir, bazan da kederlendirir. Müridin bütün
esrarına muttali olur. Rüyalarını ve hallerini dinler, fakat
makamatta bildiği şeylerin hepsini izhar etmez. Bazan da
teşvik için izhar eder ki Cenab-ı Hakk’ın nimetlerine
şükrünü artırsın.
Allah (C.C.) buyuruyor

ْ‫َواِذْ ﺗَﺎَذﱠنَ َرﺑﱡﻜُﻢْ َﻟﺌِﻦْ ﺷَﻜَ ْﺮﺗُﻢْ ﻟَﺎَزﯾ َﺪﻧﱠﻜُﻢْ َوَﻟﺌِﻦْ ﻛَﻔَ ْﺮﺗُﻢ‬
ٌ‫اِنﱠ ﻋَﺬَاﺑﻰ ﻟَﺸَﺪﯾﺪ‬

- 107 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
“Hatırlayın ki Rabbiniz size: Eğer şükrederseniz, elbette
size (nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç
şüphesiz azabım çok şiddetlidir! diye bildirmişti.”141
Şeyh için bu hal evvelki halinden güzeldir” demek caiz
olur. Bir halde daimi kalmak uzaklık ve hicabdır. Havf ve
reca de edeb müsavidir. Bu tarikde kalbin inkisarı ve aczi
gerektir.
Şeyhe layık olan Hakk’tan gayriye, hâle ve makama
teveccüh etmemektir. Bunlardan hiçbirini arzu etmez.
Ancak Cenab-ı Hakk’ı murad eder. Nitekim Şah-ı
Nakşibend (k.s) Hazretlerinden ahval, makam ve
mükâşefeden sorulmuş, buyurmuşlar ki:” Ben (lâ)
kelimesiyle cümlesini nefyettim. Şimdi maksud ve
matlubum hakk Teala’dan başka yoktur. Ancak zat-ı ilahi
kaldı.” Talibe layık olan mükaşefette zahir olan şeylerin
hepsini nefyetmeli, dünya ve ahirette yalnız maksûdu,
ehadiyet sıfatıyla mevsuf olan vahid-i kahhar Cenab-ı Hak
azze ve celle olmalıdır.
Allah (C.C.) buyuruyor:

ُ‫ﻗُﻞْ ِاﻧﱠﻤَﺎ َاﻧَﺎ ﻣُﻨْﺬِرٌ وَﻣَﺎ ﻣِﻦْ اِﻟﮫٍ ِاﻟﱠﺎ اﻟّﻠﮫُ اﻟْﻮَاﺣِ ُﺪ اﻟْﻘَﮭﱠﺎر‬
“(Resûlüm!) De ki: Ben sadece bir uyarıcıyım. Tek ve
kahhâr olan Allah'tan başka bir tanrı yoktur.” 142
Hafız habibullah der ki: “Hoca Muhammed Bâki
(k.s)’nin yanına halvette iken izinsiz girdim. Maksadım bir
rüyamı söylemekti. Hoca (k.s) buyurdu ki: (Ya Hafız benim
indimde ne hal var ne makam var !) hemen çıktım fakat
ahval ve zikirden bende bir şey kalmadı, belki kalbimden
zikir de zail oldu” Mürid şeyhin kerem ve lûtfuna itimad

141
İbrahim Sûresi, Âyet 7
142
Sad Sûresi âyet, 65
- 108 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
etmemeli, hatta bir yabancı gibi korku ve edeb ile hizmet
etmesi lazımdır. Fakat zamanımızda böyle müridlerin
bulunması, kibrit-i ahmerden daha nadirdir.
Himmet: Allah indinde makbul ve mübârek bir
kimsenin mânevî yardımıyla, birisine himâye veya yardım
etmesidir. Bu, Allah’ın himmet sâhibi olan velî kullarının,
arz üzerinde bulunan bütün insanlara şefkât ve
merhametleri îcâbı, dünyâ ve âhiret saâdetlerini
kazanabilmeleri için fî-sebîlillah muâvenet ederler. Hiç
kimseden de menfaatleri karşılığı hiçbir şey beklemezler;
niyet ve arzûları da Hakk rızâsı içindir.
Ârif-i billah: Mürşidi kâmil, Hakk’ın nûru ile Cenâb-ı
Hakk’ı bilen evliyâsıdır.
Rikkat-i Kalb: Allah’ın nazarı mü’minlerin kalbinedir.
Tecellîside mü’minlerin sadrınadır. Kalb, nazargâhı
ilâhîdir. Mü’mini kamilde rikkat-i kalb, yufka yürek, acıma
hissi, merhamet duygusu ve şefkat ile dopdolu olan bir
gönül vardır.
Sohbet-i şeyh zikirden ahsendir. Amma edebe ve hukuka
riâyet edilirse. Fakat edebe ve hukuka riâyet edilmediği
takdirde zararı faydasından çoktur. Eğer mürîdin kalbinden
şeyhin hürmeti sâkıt olacağını şeyh bilirse, o müridi
yanından uzaklaştırmalıdır. Şeyh üzerine vacib odur ki
müridi, şeriat ve ibâdetle meşgul etsin.
Râzi rahimehullah der ki:”Mürşid olan şeyh daimi
surette evliyaullah içinde mestûrdur. Bu sebeple avamdan
mahfî olacağı daha açıkdır. Bunları ancak bâtın erbabı bilir.
Nitekim hadîs-i kutside Cenab-ı Hak, (Velisini ondan
başkasının bilemeyeceğini başkalarından gizlediğini) beyan
buyurmuştur. Kümmelîn (evliyaların seçilmişleri)
mertebesine yükselememelerinin sebebi, tâliblerin sıdkının
azlığındandır.

- 109 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Râzî rahimehullah yine buyurdu ki:”Malik ibni Dinâr
(k.s)’a bir adam: “dün gece seni cennette gördüm” salına
salına gidiyordun” demiş. Mumâileyh cevaben: “Şeytan
seninle benden başka maskara edecek kimse bulamamış mı
ki:” buyurmuş ve ilave etmiş: “Cenab-ı Hak bizi bu fena
zamanda yerin dibine batırsa müstehakız.” Demiştir. Yine
Rahimehullah buyururlar ki: “Bu asırda meşihat davası
yapan kimselerin çoklarının sohbeti semmi katildir
(öldürücü zehirdir). Yalnız Cenab-ı Hak’dan ilham ile
yahut ehli tarikden sadıkların şehadeti ve sıdkının
emmaresi zâhir olursa, onunla musahabet de fayda olur.
İzinsiz şeyhliğe başlayan kimsenin ifsâdı, islahından çok
olur. Bu gibi şeyhlere Kuttâ-ı târik-ı (yol kesici) günahı
yazılır. Böylelerinden kaçınmak lazımdır. Çünkü bunlarda,
insan kılığında şeytanlık vardır ki onu bilmek çok zordur.
Babadan veya dededen miras, müteşeyyih evlatlarla,
ilimsiz ve amelsiz şeyh kisvesine bürünmüş kimselerle
musâhabet (sohbet etmek) caiz değildir. Her kim ki, Cenab-ı
Hak ile “Sıdkım hâlısdır, Hakiki rütbeye erdim” diyerek
şeriat-ı garraya tabi olmazsa ve tekalifi şer’iyye’nin
kendinden sakıt olduğunu iddia ederse, iyi bilsin ki, böyle
olan kimseler zındıktır. Böyleleriyle ünsiyetten sakınıp
bunların sohbetinden derhal uzaklaşmak lazımdır. Böyle
echel müteşeyyih müsvetteleri bilmelidirler ki, şeriat,
hakikat tohumunun kabuğudur. Kabuk yardım etmezse tane
nema bulmaz ve büyümez. Halbuki, ehl-i hakikat ittifak ve
ittihad ettiler ki, bir hakîkat ki, şeriat o hakikatı red ederse,
o hakikat değildir;zındıkadır. Her kim ki tekalif-i ilahi ipini
boynundan atarsa bâtıla ve dalalete düşer.
Cüneyd-i Bağdadî (k.s) buyurdular ki: “Bir kimse
havada bağdaş kurup otursa dahi iltifat etmeyin ancak şeriat
ve sünnet üzere ise o başkadır.

- 110 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Şeyh Rabb’ıyla ünsiyet için kendine özel bir vakit
ayırmalıdır ve huzurun kuvvetlerinden kendisi için husûle
gelen hâle itimat etmemelidir.
Resulullah (s.a.v) Efendimiz Hazretleri buyurdular ki:”
Benim için bir vakit var ki, ben o vakitte Cenab-ı Hakk
ileyim. Başkalarıyla meşgul olamam”.143
Huzûr halinin istimrârı, zâhir ve bâtında (masivallahü
Tealayı ) terke kuvvet husûle getirir. Sonra nefsinde, yine
adetine rücû eder. Buna binâen şeyh kendisinde olan
temkin hâlini her gün teftiş etmezse aldanmış olur.
Şeyh muhyiddin (k.s) buyurdu ki: “Çok şeyhleri gördüm
ki, kendi hallerini teftiş etmedikleri için kendi
mertebelerinden düşmüşlerdir.
Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de buyurdu:

‫ﺴﮫُ اﻟﺸﱠﺮﱡ ﺟَﺰُوﻋًﺎ‬‫( اِذَا َﻣ ﱠ‬19) ‫ﻖ َھﻠُﻮﻋًﺎ‬ َ ‫ن اﻟِْﺎﻧْﺴَﺎنَ ﺧُِﻠ‬


‫اِ ﱠ‬
‫ﺨﯿْﺮُ َﻣﻨُﻮﻋًﺎ‬
َ ْ‫ﺴ ُﮫ اﻟ‬
‫( َواِذَا ﻣَ ﱠ‬20)
Gerçekten insan, pek hırslı (ve sabırsız) yaratılmıştır.
Kendisine fenalık dokunduğunda sızlanır, feryat eder. Ona
imkân verildiğinde ise cimri kesilir.”144
Bu âyette Cenab-ı Kibriya, nefisde olan her rezaili cem
etmiştir ve şunuda izhar etmiştir ki, nefsin hilkatında
mevcut olmayan faziletleri, nefsin kazanmasını izhâr
buyurmuştur. Öyle ise nefsi terbiye etmek lazımdır ve
nefsin cibilliyetinden korunmak vacibdir vesselam. Ve yine
(k.s) buyurdu ki: “Şeyhe mahsus bir zâviye ister ki
kendisinden başka gerek mürid ve gerekse başkası
girmemelidir. Yalnız yanında olan havâs girer. İkinci bir

143
Keşfül Hafâ
144
Meariç Sûresi, Âyet 19-21
- 111 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
zâviyede eshabı ile içtima etmek için lazımdır.Kendi esrâr
ve harekâtını izhar etmemek şeyh için vacibtir.
Resulullah (s.a.v) bir hadîs-i şeriflerinde şöyle
buyurdular: “Bir kimse Kur’an okur İslâm fıkhını bilirde,
sonra sultandan bir menfaat olur amacıyla sultanın kapısına
varırsa, kaç adım attıysa o adımlar kadar cehennem’e adım
atmıştır.”145
Bir mürid, tarika ilk adımını attığında dünyadan ve
helalinden, zühd etmesi lazım gelir. Şüpheliden ve
haramlardan sakınmalıdır. Zira haram ve şüpheli şeylerden,
avâmın bir kısmı da kaçınır. Nerede kaldı ki, sâdât-ı kirâm,
tarîkına sülük eden sakınmasın. Muvaffak olan için bu
kadar kâfidir.
Nas içinde manevi mertebe ruhani hal ve keramet iddia
edenlerin, bizce ölçü mi’yarı belli olmuştur. Kim Allah ve
O’nun Rasulüne daha çok edeb ve itaatte bulunuyorsa
ancak o kimse kamil mü’mindir.
Ya Resulullah senin gibi dayanak ve desteği olunca;
ümmette gam, keder kalır mı? Kaptanı Nuh olan geminin,
denizin dalgalarından korkusu olur mu? Cananın kapısında
sailliği, dünya saltanatına değişmem. Çünkü bu kutsi kapı
sayesinde kişi,fazilette fezaya erişir. Ey zuhuru ile hayata
gençlik getiren Efendim; yeryüzü senin barigahına saha
olduğu için kıymet kazanmıştır. Semalar, senin karargâhına
damını öpebildiği için ulvîdir.Yedi cihet, senin nurunla
aydınlanmıştır. Türk, tacik, arap senin kölendir.Cihanda
hayat güneşini parlattın, köleleri efendilik mertebesine
yükselttin. O’nun medhiyelerini bu uslübla ebediyyete
kadar devamlı, durmadan söylesem yüzlerce kıyamet geçer.
Ben sözlerimle haşa ki Efendimi medh edemem. Ancak

145
Hadîs, Deylemî Müsned

- 112 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
O’nu senâ etmekle sözlerimi kıymetlendirip
değerlendirdim.
Sad bin Hişam Fahri Kâinatın dârı ahirete intikalinden
sonra, Hazreti Aişe (r.a)’ye Resulullah’ın edeb ve
ahlâkından sormuştu. Hazreti Aişe (r.a) validemiz cevaben:
“Siz hiç Kur’an-ı Kerim okumadınız mı?
- Okudum
- Resulullah’ın edeb ve ahlâkı Kur’an’dan ibarettir” Evet
o, edeb ve ahlâkı Kur’an âyetlerinden almıştı. Mevlayı
Müteâlimiz onun ahlâkını Kur’an’da medhediyor.
Cenab-ı Hak Hazretleri: “Sen,şüphesiz pek büyük bir
ahlâk üzerindesin”buyuruyor.
Allah kelâmı ile edeb ve ahlâkı tebcil edilen bir
peygambere ümmet olmak şerefine mâlikiz.
Elhamdulillah...
Peygamber-i Zîşan Efendimiz buyuruyor ki: “Beni
Rabb’im terbiye etti de edebimi ne güzel eyledi”
Şu halde bizim salâh ve felahımız onun ahlâk ve edebini
bilip ona uymakla olacaktır.Burada bilmünasebe Cenab-ı
Peygamber Efendimizin güzel ahlâklarından bir nebze
bahsedelim:
Resulü Ekrem Efendimiz (s.a.v): “İnsanların en
şecaatlisi, en adili, en iffetlisi idi. İhsan ve keremde
nebatlara can veren sabâ rüzgarına benzerdi. Altın ve
gümüş yanında sabahlamaz; fakirlere, muhtaçlara dağıtırdı.
Cenab-ı Hakkın lûtfettiği dünyalıktan ancak ehline yetecek
kadarını alırdı. Hayatı boyunca istiyeni mahrum etmemiş,
el uzatanı boş çevirmemiştir. Yoksulları terslemezler;
“Velev ki yarım hurma ile de olsa nefsinizi ateşten
koruyunuz” buyururlardı. O’nun cömertliği şöyledir.
Şahadet kelimesinin (Lâ) sından başka, ömründe bir şey

- 113 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
isteyene (Lâ) yani yok demedi. Evet demesiyle de lûtüf ve
ihsanı coşardı.
Sahâvet: Cömertlik, ihtiyaç sâhiplerine infak ve ihsânda
bulunmak.
Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor:

‫ﻋَﻠﯿْﻚَ ھُﺪﯾﮭُﻢْ وَﻟﻜِﻦﱠ اﻟّﻠﮫَ ﯾَﮭْﺪى ﻣَﻦْ ﯾَﺸَﺎءُ وَﻣَﺎ‬ َ َ‫َﻟ ْﯿﺲ‬
ِ‫ﺟﮫ‬
ْ َ‫ﺧﯿْﺮٍ َﻓﻠَِﺎﻧْﻔُﺴِﻜُﻢْ وَﻣَﺎ ُﺗﻨْﻔِﻘُﻮنَ اِﻟﱠﺎاﺑْﺘِﻐَﺎءَ و‬
َ ْ‫ُﺗﻨْﻔِﻘُﻮا ﻣِﻦ‬
َ‫ﻈﻠَﻤُﻮن‬ْ ‫ﺧﯿْﺮٍ ﯾُ َﻮفﱠ ِاَﻟﯿْﻜُﻢْ وََا ْﻧﺘُﻢْ ﻟَﺎ ُﺗ‬
َ ْ‫اﻟّﻠﮫِ وَﻣَﺎ ُﺗﻨْﻔِﻘُﻮا ﻣِﻦ‬
“Hayır olarak harcadığınız kendi iyiliğiniz içindir.
Yapacağınız hayırları ancak Allah’ın rızâsını kazanmak
için yapmalısınız. Hayır olarak verdiğiniz ne varsa karşılığı
size tam olarak ödenir ve aslâ haksızlığa
146
uğratılmazsınız.”
Muhtelif Âyet-i Celîlelerde ve Hadîsi Şeriflerde yapılan
iyilik, infâk ve ihsânın hiçbir zaman karşılığının zâyî
olmayacağı beyan olunmuştur.
Dünyâda Allah için ihlasla verilen hayır ve hâsenâtın
mükâfât ve semeresinin, âhirette mutlakâ görüleceği ve
mü’minlerin mahrum bırakılmayacağı bildirilmektedir.
Peygamber Zîşan Efendimiz (s.a.v.) buyurmuşlardır:
“Cenâb-ı Allah kerîm’dir, kerem sâhiblerini, âl-i cenab ve
cömertleri sever. Denî ve düşük tabiatta bulunanlardan
ikrâh eder.”147
“Cömertlik ve ihsan; Cenâb-ı Allah’ın azim sıfatlarının
büyüklerindendir.”148

146
Bakara Sûresi; Âyet: 272
147
Hadîs, Tirmîzi
148
Câmi-ûs-sagîr
- 114 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Bir kimsede sehâvet sıfatı varsa ki o ne güzel haslettir.
Cenâb-ı Hakk onları sıkıntılardan kurtarır ve ummadıkları
yerden merzûk eder.
Server-i enâm aleyhis’salâtü ve’s-selâm Efendimiz
(s.a.v.) buyurmuşlardır: “Velev ki bir hurmanın yarısı da
olsa, sadaka vermekle kendinizi Cehennem ateşinden
koruyun. Ona da mâlik değilseniz, insanların gönüllerini
mesrur edecek güzel bir sözle de olsa onları
sevindiriniz.”149
Sadaka, yapılan iyilik ve hayrın adıdır. Sadaka vasfına
sâhip olan herşey, hatta bir yarım hurma veyâ güzel bir söz
de başlı başına bir iyilik ve insanı Cehennemden koruyan
bir kalkandır. Bu sebeble hayrın azı çoğu değil, iyilik
olarak yapılmış olması esastır. Yapılan hiçbir iyilik de
küçük görülmemelidir. İnsanı Cehennem azâbından
koruyacak olan yaptığı hayır ve hasenâtıdır.
Şu halde yapılan iyiliklerin ihlaslı bir niyetle Allah için
yapılmış olması da şarttır.
Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurmuşlardır:
“Gerçekten tasadduk, Cenâb-ı Hakk’ın gadâbını söndürür
ve insanı saâdete ulaştırıp sû-i hâtimeden muhâfaza
eyler.”150
Yine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Mü’min kimsenin
sadakası, ömrün artmasını gerektirdiği gibi, sû-i hâtimeden
muhâfaza eder.” buyurmuştur.151
Peygamber Efendimiz aşırı hürmet ve ta’zimi hoş
görmezler, çok zaman elini öptürmeye müsaade etmezler,
bir toplantıya geldiklerinde bulundukları yere otururlar,
ayağa kalkarak ta’zimde bulunulduğun da yüzleri kızarır,

149
Hadîs, Buhârî, Müslim
150
Hadîs Müslim, İbn-i Mâce
151
Hadîs Tirmîzi, Ahmed bin Hanbel
- 115 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
pek memnun olmazlardı. En büyük şiarları tevazû idi. Bir
acûze bir iş için müracaat etse işini bitirinceye kadar onunla
yakından alakalanırlar;” Müslüman kardeşinin işini görüp,
yardım edene Allah yardım eder; sıkıntıdan kurtaranı, Allah
kıyamet gününde sıkıntıdan kurtarır; ayıbını örtenin Allah
ayıbını örter” buyururlardı. Herkese layık olduğu kıymeti
verir, hakkı olan iltifatı yaparlardı. Akraba ve yakınları
ziyaret ederler. Misafirlerine bizzat hizmeti vazife
bilirlerdi.
Dilin afetleri: Sükûtu tercih etmek sükûttan istifade
etmektir. Hakikat Tâlibi zaruret olmaksızın
konuşmamalıdır. Arkadaşı veya tanımadığı bir kimse ona
bir şey sorduğu zaman kifâyet mikdarı cevap verir. Dilin
afetleri çoktur. Gıybet: Kardeşinin arkasından o duyduğu
zaman hoşuna gitmeyecek şeyler söylemek. Nemime: İki
kişi arasında laf götürüp getirmek. Hemz: Fesad çıkaracak
söz söylemek. Lemz: Ayıplamak, gözüyle, kaşıyla işaret
edip birbirinin aleyhinde fısıldamak. Kizb: Yalan
söylemek. İstihza: İnsanları alaya almak, eğlence konusu
yapmak. Dinin bazı hükümlerini yalanlamak, bazı kimseleri
medihde ileri gitmek güzel konuşmak suretiyle
arkadaşlarına sitem ederek onların arkasında kendini
gösterme arzusunda bulunmak dilin afetlerindendir.
Bilinmelidir ki, mâsiyetten sakınmak bütün ibâdetlerden
efdâldir. Bu manada büyükler: “Ey insan dilini tut ki seni
sokmasın çünkü sahib olmassan o bir yılandır. Kabirlerinde
dili yüzünden ölen nice insanlar vardır. Nice kahramanlar
onun karşısına çıkmaktan korkarlar.” Demişlerdir. Susmak
selamettir. Asıl olanda budur. Yoksa insan düşünmeden
söylediği bir sözden her zaman pişmanlık duyabilir. İnsan
bir konu üzerinde konuşmaya mecbur edilirse şeriatın emir
ve yasaklarını dikkate alarak konuşmalıdır. Yerine göre
sükut etmek Allah’ın kullarının özelliklerindendir. Yerine
- 116 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
göre konuşmak nasıl bir fazilet ise hataya düşmemek içinde
sükut etmek de aynı şekilde bir fazilettir. Yeri geldiği
zaman gerçeği meydana koymak en şerefli hasletlerden
birisidir. Bir münkere mâni olmak için ister kendisinden
çekinilen ister bir iyiliği umulan kimseye hakkı söylemek
için konuşmak güzel haslettir. İbn-i Abbas (r.a) dilini
tutarak: “Ya hayır söyleyerek hayra nail ol, yahut şerri
söylemekten sakın selamet bul demiştir.
Dili muhafaza etmek her yerde ve her zaman en mühim
işlerdendir. Çünkü dil kalbte bulunanların tercümanıdır.
Dilin hatadan uzak kalması ise kalbe bağlı kalmasıyla
mümkündür. Bazı büyükler demişlerdir ki: “Sükûtu
ganimet bilmeyen ve sükûtun faziletini anlamayan kimse
konuştuğu zaman boş ve lüzumsuz şeyler konuşur. Onun
için dili muhafaza etmek gerekir.
Sözünde tefekkür: İnsanoğlunun günahlarının ekserisi
lisanındandır. Belâlar insana, lisanından gelir. Buna göre
her kim sözlerini tefekkür ederek ve düşünerek söylerse,
kurtuluşa erer.
Hizmetin güzelliği edeb iledir. Her kim veliler
mertebesine ermek isterse helal lokma yeye, dünya ve
ahirete düşkün olmaya, Allah’tan başkasına bel bağlamaya.
Allah’ın zatından başka hiçbir şeyi murad etmemeli, dünya
ve ahiret müridin muradı olmamalıdır. Yine mürid makam,
fenâ, beka gibi şeylerle meşgul olmayıp nefsini
temizlemeye ve hallerini sünnet-i seniyyeye uyarak
düzeltmeye çalışmalıdır. Bunun için de mürşidin emir ve
irşadı karşısında gassal elindeki meyyit gibi olmalıdır,
şeyhin sözünü reddetmemelidir. Kendi bildiği doğru bile
olsa. Ayrıca bilmeli ve şöyle inanmalıdır ki, şeyhin hatası
müridin doğrusundan hayırlıdır. Halıka isyanda mahluka
itaat caiz olmadığını da bilmelidir. Mürşidi sormadıkça
mürid hiçbir şeyi ona tarif etmeye, anlatmaya
- 117 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
kalkışmamalıdır. Şeyhin halifelerinin ve onların
hizmetlerini gören ve kendilerinden önce tarikata girmiş ve
şeyhe sadakatle bağlı müridlerin emirlerini de yerine
getirmelidir. Zahiren diğer müridlerin amellerinden kendi
ameli fazla bile olsa kendine bu sebeple varlık
vermemelidir. İhtiyacını şeyhinden başkasına açmamalıdır.
Eğer şeyhiyle aynı yerde bulunmuyorsa ve çok zaruret
içinde kalmışsa ancak cömert ve müttaki bir salihden
yardım istemelidir. Gadab etmekden sakınmalıdır. Çünkü
gadab yani öfke zikrin nurunu söndürür. Şeriatı layıkıyla
bilen ve hakikata ermiş bir mürşidi buldu ise onu
terketmesi haramdır. Mürid mürşidine bedenî, malî ve kalbî
hizmetinin âdab ve şartlarına riayet ederek yapacağı
hizmetinde kusur etmemeğe çalışır. İster onun huzurunda
olsun, ister ondan ayrı bulunsun her zaman edebini
muhafaza etmelidir. Eğer edebini nuhafaza etmezse
bereketinin zevaline, nurunun zulmete çevrilmesine,
kalbinin perdelenmesine ve manen uzak düşmesine sebep
olur. Mürşid, beşeri tabiat ve merhameti icabı müride olan
muamelesini ister değiştirsin, ister değiştirmesin bir şey
farketmez.
Bunlar müridin, mürşidin huzurunda ve gıyabında riayet
etmesi gereken adâbın topluca ve kısaca izahıdır. Diğer
bazı edebler de bunların içindedir. Bunlar ilahi terbiye ile
elde edilir. Zevkine varmakla hakikatleri anlaşılır ve gizli
olan şeyler de kendisine zuhur eder. Allahu Teala
cümlemizi bu edeblerle en güzel şekilde terbiye etsin. Bu
edeblere riayet sayesinde bizleri de aksal gayemiz olan
menzil-i maksudumuza kavuştursun. Kâinatta abes hiç bir
şey yoktur ve bütün kemâlat edebledir. Nitekim hazreti
Ahmet er-Rufâî: “Her zerrede bir nur ve her katrede bir
zuhur vardır. O da edebe riâyet etmek ile elde edilir,”
buyurmuştur.
- 118 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Bahaeddin-i Şah-ı Nakşibendî (k.s.) buyurmuştur:

Men vasale illa bil edeb


Men sakate illa bi’t-terkil edeb
(Kim Hakka ulaşmışsa ancak edeble ulaşmıştır.
Kim de makamından düşmüşse, ancak edebi terk
etmesindendir.)

Şeyh Abdülkadir Geylanî Hazretleri buyurdu ki: “Ey


ihvan-ı din! Biz Cenab-ı Hakk’a kıyamü’ l-eyl (geceleri
namaz kılmakla), sıyamu’n-ehar (gündüzleri oruç tutmakla)
ve tedrisi ilim ile vasıl olmadık. Lâkin Cenab-ı Allah’a
kerem, tevazü ve selâmet-i sadr ile vasıl olduk. İnsanları
mevlasından ayıran dünya sevgisi ve nefstir. Dünyaya
muhabbetten ziyade azam hicab yoktur. Terakkide kerem
ve sehavet esastır. Tevazu ise sâlikin manen yükselmesine
sebebtir. Bu iki şey tamam olunca selâmet-i sadır ile de
kalbden mâsiva zail olup sâlik mevlasına vasıl olur” .
Şeyh İbrahim Dussûkî Hazretleri buyurdular ki: “İki
nefesin hiç olmazsa biriyle zikrullah ile meşgul olmayan
mürid benim evladım değildir.”
Ey ihvan-ı din: Lisanına sahip ol. Lisanın seni ejderha
olup sokmasın.
Kabirde lisanı yüzünden nice maktul vardır ki- şecaatlı
olan kimseler dahi korkularından yanlarına varamazlardı.
Elhasıl sükutta selâmet vardır. Ademi sükûtte nedamet
olduğu gibi. İnsan bir konu üzerinde konuşmaya mecbur
edilirse şeriatın emir ve yasaklarını dikkate alarak
konuşmalıdır. Yerine göre sükût etmek Allah dostlarının
özelliklerindendir. Yerine göre konuşmak nasıl fazilet ise
hataya düşmemek için sûküt etmek de aynı şekilde İslâm
edebindendir. Yeri geldiği zaman gerçeği meydana koymak
- 119 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
en şerefli hasletlerden birisidir. Bir münkere mani olmak
için ister kendisinden çekinilen ister bir iyiliği umulan
kimseye Hakk’ı söylemek için konuşmak güzel haslettir.
Her halinde vuslata ulaşmak için yegane istinatgâh, insanın
aksal gayesi, Allah’a kavuşmak arzusu, teslimiyet ve
edebledir.
Sâlikin riayet etmesi gereken edebler çoktur. Bir
meselede ülema arasında ihtilaf olmuş ise ahvat olanla amel
etmelidir. Mesela, alimlerden birisi bir gıda maddesi
hakkında helaldir demiş, diğer bir alimde mekruhtur demiş
ise ikincisinin sözü ile amel edip o gıda maddesini
yememesi lazımdır ki şüpheliden kurtulmuş olsun. En
mühim meselelerden biride şudur ki: Sâlik seyr-i sülûkunu
tamamlayıp kemâle erinceye kadar nefsine, nefsinin
isteklerine muhalefet etmelidir.
Şeyhu’l-İslâm Zekeriyye’l Ensârî (k.s) Şerhi
Münferice’de der ki: “Ulema, nefse muhalefet etmek
ibadetin başıdır demişlerdir.”
Seyri sülûk tamamlanıpta kemale erdiği zaman nefsin
istekleri Hak rızası doğrultusunda olur, o zaman muhalefet
etmeğe lüzum kalmaz. Sâlikin edeblerinden biri de gönlünü
mal ve dünya sevgisinden temizlemelidir. Zira bir kalbde
iki sevgi birleşemez, masivâ sevgisinin bulunduğu kalbe
Allah sevgisi girmez. Allah sevgisinin yerleştiği kalbe de
masivâdan hiç bir şeyin sevgisi yaklaşamaz.
Bir kimsenin kalbine Allah sevgisi yerleşmedikçe de o
kimse manevi terakkide asla yol alamaz. Ebû Nuaym
İsbihanî’nin hılyesinde Urve b. Zübeyr (r.a), Hazreti Aişe
(r.anha)’dan nakline göre, Hz.Aişe buyuruyor ki: “Bir defa
yeni bir gömleğim vardı da onu giymiştim. Hoşuma gitti,
ona bakmaya başladım. Bunu gören (babam) Ebû Bekir
(r.a) buyurdu ki: Neye bakıyorsun, muhakkak ki Allah-ü
Teala şu anda sana rahmet nazarı ile bakmıyor. Bende: ey
- 120 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
baba bu nedendir? Dedim. Buyurdu ki: bilmiyormusun, bir
kul dünya zîneti hoşuna gider de onunla ucbe düşerse o
dünya zînetini terk edene kadar Allah azze ve celle o kula
buğz eder. Hz. Aişe (r.anha) der ki: “O gömleği hemen
çıkarıp tasadduk ettim. Babam da buyurdu ki: “Ola ki bu
sadakan senin o günahını affettirir”.
Ümmetin en büyüğünden peygamberlerden sonra en
yüksek kulluk rütbesine ermiş bulunan Hz.Ebû Bekir
(r.a)’dan bu rivayet gösteriyor ki; Allahu Teala’nın
sevmediği dünya zînetlerini kullarının sevmesini de
sevmiyor. Şu hale göre sâlikin yolunu kesen en büyük
mania dünya ve dünya zînetlerinin sevgisidir. Bundan
şiddetle hazer etmek lazımdır. Bir kimse tarıkata girer de
bununla beraber Cenab-ı Hakk’ın rızasından başka bir şeye
iltifat ederse o kimse tarikatle istihza ediyor demektir.
Ehlullah buyuruyor ki: Allahu Teala ve tekaddes
hazretleri ile adab-ı zahirenin başlıcaları şunlardır; Evvela
mürid daimi surette evâmir-i şer’iyye (şeriatın emirleri) ile
kaim (amel eder) olup ve devamlı taharet üzere abdestli
bulunmalıdır. Bununla beraber;
Kalbin Tahareti: Allahu Tealanın gayrisinden berîdir.
Sırrın Tahareti: Rü’yet ve müşahededir.
Ruhun Tahareti: Haya ve heybettir.
SadrınTahareti: Reca ve kanaattır.
Batnın Tahareti: Helal yemek ve iffettir.
Elin Tahareti: Vera ve ictihaddır.
Ma’siyetin Tahareti: Hasret ve nedamettir.
Lisanın Tahareti: Zikir ve istiğfardır.
Taksirin Tahareti: Havf ve hatemedir.
Ehlullah buyurmuşlardır ki, kadın hayız halinde iken
temiz olmadığı için namazdan ve diğer ibadetlerden men
- 121 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
edilmiştir. Mâsiyet ve günah necasetine bulaşmış olan
kimse de ibadetlerinin Hak Teala tarafından kabul
olunmamasından korkmalıdır.
Sâlikin dilinden hiç istiğfar eksik olmamalıdır. Her türlü
hatasından, gafletinden meydana gelen günah kirlerini
tevbe ve istiğfar ile hemen temizlemeye çalışmalıdır. Hz.
Peygamber (s.a.v) Efendimizin ahlâkı ile müteallik edebleri
ile müeddeb olmalıdır. Evliyaullah hazaratı hep böyledirler.
Evliyaullahın huzurunda yüksek sesle konuşmamalı,
onlar konuşurlarken sözlerinin arasına girilmemeli, ancak
bir şey sorduklarında cevabı verilmelidir.
Evliyaullahın kerih gördükleri kerih görülmeli, istihsan
edip güzel gördükleri de güzel görülmeli ve onların
hanelerinde elbiselerine, eşyalarına bakılmamalıdır.
Onların huzurlarında, “Başka bir şeyhe gitsemde feyz
alsam” diye hâtırdan bir şey geçirmemelidir. Zira bu,
perişanlığa sebeb olabilir.
Hülâsa; insan tab’ında olan nefsanî şeylerin tamamından
ictinab etmelidir. Ey sâlik, kalbinde Hak’dan başka hiç bir
şey bulundurma, daima Hak ile ol. Gaflete yol verme.
Sâlike sülûk esnasında elvan ve eşkâle (renklere ve
şekillere ) bakmak, hatta kitab mütalaa etmek dahi (hal
zamanına göre) havatır verir.
Şeyh ile sohbetten saadet-i maiyyet-i ruhani husule gelir.
Cem’iyyet ve huzur melekesi, bereketi ile huzûr-u tam hasıl
olur. Tarikatın birinci şartı, kalbi mâsivadan (Allah’dan
başka herşeyden) temizlemektir. İkinci şartı, namazda
tahrime tekbiri ne ise tarikatta kalbin zikri odur.
Binaenaleyh kalb Allah’ın zikrine müstağrak olmalıdır.
Üçüncü şartı, Allah’ın muhabbetinde tamamen fâni
olmaktır. Allah sevgisi sâlikin benliğini sarmalıdır. Mühim
olan şartlardan biri de, zaruret olmadıkca konuşmamalıdır.
- 122 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
İftira, istihza, yalan, nemime, gıybet, hemz ve lemz gibi
afetleri çoktur.
Lisan kalbin tercümanıdır. Lisanın günahlardan salim
olması: Kalbin itminana kavuşmasını sağlar. Edeb
şartlarından biri de sâlik her nefesini en kıymetli sermaye
bilmeli ve hiç bir nefesini boşa harcamamalı, her nefesini
Allah’ın zikri ile, Allah Teala’nın rızasını tahsil etme
yolunda harcamalıdır. Edeblerin en mühimi olan ve asla
unutulmaması lâzım gelen ikisi de şunlardır.
1) Sâlik, tarikatda ne kadar ilerlerse ilerlesin kendini
yolun başında bilmelidir.
2) Sâlik, kendi nefsini herkesten aşağı görmelidir.
Bu iki edebe riayet edilmediği taktirde Allah korusun-
mühlikâttan olan ucbe düşülmesi tehlikesi ve korkusu
vardır. Ahkâm-ı şeriyyeye güzelce riayet ederek amel
ettikten sonra riayet edilmesi lazım olan bazı prensibler
vardır. Seyr-i sülûkte o prensiblere riayet edilmeksizin yol
almak müyesser olmaz. O prensibler şunlardır: Yeyip
içmeyi azaltmak, orucu çok tutmak, Kur’an-ı Azimüş’anı
manasını düşünerek okumak, Allah-ü Teala’yı devamlı zikr
etmek, gece namazı kılmak, salihler ile sohbet, tefekkür,
uzlet, az uyumak. Aslında bu prensibler ahkam-ı şeriyyenin
dışında olan şeyler değildir. Ne var ki, sâlikin içine düşmüş
olduğu gaflet neticesinde unutup, ihmal ettiği bu
vazifelerini yerine getirerek Allahu Teala’ya takarrub
edecektir.
Burada yeri gelmişken şunu da hatırlatmadan
geçmeyelim. Ashab-ı kiram ve selef-i sâlihin hayatlarında
bu zikredilenleri ve daha fazlasını tatbik ediyorlardı.
Edeb envar-ı ilahiyeden bir taçtır. Onu başına koyda
istediğin yere git. İnsanı mahbube’l-kulub eden edebdir.

- 123 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Seyyid Aliyyi Havvas Hazretleri mescidinin önüne gelir,
içeride kimse yoksa cemaati bekler, onlarla beraber
girerlerdi. Sebebi sorulunca: “Bizim gibilerin huzur-u
ilahiyeye yalnız girmesi su-i edebdir.” derdi.
İmam-ı Şa’râni der ki: “Bir gün farkında olmadan
tesbihime bastım. Bu halime üzüntümden adeta eridim .
Çünkü ben o tesbihle Hakk’ı zikreder, evradımı okurdum.
Ashab-ı Rasülullah, Peygamberimiz (s.a.v) Efendimizin
huzurunda adeta başlarının üzerinde uçacak bir kuş varmış
gibi edeb ve vakarla bulunurlardı. Enbiya ve evliyalar nice
meşakkatler ve musibetler çektikleri halde, “Mevlaya karşı
su-i edebdir”diye katiyen hallerinden şikâyet etmezlerdi.
Şedaid: Âfat, meşakkatli haller, şiddetli musibetlerdir.
Peygamberi (s.a.v.) Efendimiz buyurmuşlardır:
“Vallahi ben cümlenizden ziyade Cenâb-ı Allah’ı (C.C.)
bilirim ve cümlenizden ziyade ondan korkarım.”152
Hilaf-i edeb küçük bir hata zuhurunda senelerce gözyaşı
döker, istiğfarda bulunurlardı. Allah’ın haklarına riayet et
Allahda sana riayet eder. Her an Allah’dan kork. O’nu her
an yanında bulursun. Sıkıntılı zamanlarında Allah’ı nasıl
hatırlıyorsan, rahatlık zamanında da Allah’ı unutma.
Marifetullah’a ermeye çalış. Yani Allah’ı tanımaya çabala.
Tek muradın Allah olsun. Yardım isterken ancak Allah’tan
iste. Dünyada başını ne gelecekse hepsi hakkında kalem
kırılmıştır. Eğer bütün insanlar Allah’ın senin için
yazmadığı bir şeyle sana fayda vermek için bir araya
gelseler buna güç yetiremezler. Aynı şekilde sana zarar
vermek için bütün insanlar bir araya gelseler Allah o zararı
senin için yazmamışsa yine sana zarar veremezler. Eğer
yakînen sadakate ermek, her yaptığını sadıklara mahsus

152
Hadîs, Buhârî, Müslim
- 124 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
kalbi yakınlıkla yapmaya gücün yetiyorsa derhal yap. Eğer
bunu yapamıyorsan istemediğin sabırda senin için rahatlık
vardır. Bil ki, Allah’ın yardımı sabırladır. Ferahlık
sıkıntıdan sonra gelir. Her zorluktan sonra bir kolaylık
vardır. Yapmak isteyenlere bu kadar tavsiye yeter.
Şüphesiz ki, Allah dilediğini hidayete erdiren, dilediğini
dalâlete düşüren ve dilediğini mutlaka yapandır.
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

َ‫َرﱠﺑﻨَﺎ ﻟَﺎﺗُ ِﺰغْ ُﻗﻠُﻮ َﺑﻨَﺎ ﺑَﻌْﺪَ اِذْ ھَﺪَ ْﯾ َﺘﻨَﺎ َو َھﺐْ ﻟَﻨَﺎ ﻣِﻦْ ﻟَ ُﺪﻧْﻚ‬
ُ‫رَﺣْ َﻤﺔً ِاﻧﱠﻚَ َا ْﻧﺖَ اﻟْ َﻮھﱠﺎب‬
“(Onlar şöyle yakarırlar:) Rabbimiz! Bizi doğru yola
ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından
rahmet bağışla. Lütfu en bol olan sensin.”153
O halde edeb, zımnen ve tebean zikr olunanların dışında
istikamette ve güzel ahlâktadır. Edeb şimdiye kadar
saydığımız ahidlerin hepsine vefadır. Yani Allah’ın
ahidlerine ve insanların ahidlerine vefa göstermektir.
Adalete, işlerin hepsinde vasat halli olmaya devamlılık
göstermektir.
Allahu Teala Kuran-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır:

ُ‫ﺳﺘَﻘِﻢْ ﻛَﻤَﺎ اُﻣِ ْﺮتَ وَﻣَﻦْ ﺗَﺎبَ ﻣَﻌَﻚَ َوﻟَﺎ ﺗَﻄْﻐَﻮْا ِاﱠﻧﮫ‬
ْ ‫ﻓَﺎ‬
ٌ‫ﺑِﻤَﺎ ﺗَﻌْ َﻤﻠُﻮنَ ﺑَﺼﯿﺮ‬
“O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte
emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü
O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.”154

153
Al-i İmran Sûresi, Âyet 8
154
Hud Sûresi:112
- 125 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Bu işlerin en çetinidir. Ebu Ali el-Sulemî,
Peygamberimiz (s.a.v)’i rüyada görmüş ve sormuş: “Sizden
Hud Sûresi benim saçlarımı ağarttı”, dediğiniz rivayet
olundu. Ya resulallah o sureden sizin saçlarınızı ağırtan
nedir? Pegamberlerin kıssaları ve ümmetlerin helâkimidir?
Buyurdular ki;
-Hayır, fakat emr olunduğun gibi istikamet et (dosdoğru
ol) sözüdür.”

İstikamet beştir:
1- Lisanın zikir ve senâ üzerine istikameti
2- Nefsin haya ile beraber taat üzere istikameti
3- Sırrın tazim ve vefa üzerine istikameti
4- İstikametlerden biri de edebdir.
5- Bu vasat yolla hadden tecavüz etmenin zararını
bilmekle işte bu hadden tecavüz ile cefanın arasındaki
haddi korumaktır.
Münâvi, “Rabbim beni te’dib etti” hadisinin şerhinde
şöyle diyor: “Yani, bana nefs riyazetini zâhir ve bâtın
ahlâkın güzelliklerini öğretti. Edeb nefs için hasıl olan
güzel ahlak ve kazanılmış ilimlerdir. –Te’dibimi de güzel
yaptı- demek, bana beşerden hiç kimseye verilmeyen
şeylerden lütfetmesiyle bunu yaptı demektir. Rabbi onu
ubudiyet âdabıyla tedib etti.
Edeb aklın sûretidir. O halde senin aklını nasıl dilersen
öyle şekillendir. Fazilet akıl ve edeb iledir, haseb ve neseb
ile yani (soy sopla) değildir. Çünkü edebini terk eden kimse
nesebini zayi eder. Kimin aklı saparsa aslı da sapar. Hüsn-ü
edeb nesebin çikrinliğini örter. İlim edeb ile anlaşılır. Amel
ilim ile salah bulur, amel ile matluba nail olunur.

- 126 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Ebû Hafs el-Nişaburi’l-İrakî geldiğinde, ona Cüneyd
geldi ve onun ashabını başı ucunda emirlerine riayet eder
bir vaziyette durduklarını gördü. Ona: “Ashabını meliklerin
edebiyle edeblendirmişsin dedi!” O da: hayır dedi, fakat
zâhirdeki hüsn-ü edeb bâtındaki hüsn-ü edebin
göstergesidir.
Ârif bin Abdusselam şöyle anlatır: “Ayağımı kâbe
cihetine uzattım. Âriflerden biri bana geldi ve şöyle dedi:
Şüphesiz sen ehl-i ilimdensin, ancak edeb ile otur, yoksa
ismin yakınlar divanından silinir”.
Sırri-i Sakati diyor ki: Bir gece mihrabda ayağımı
uzattım, bana şöyle nida olundu: Meliklere karşı böyle
oturuyor musun? Ben de dedim ki: Senin izzetine yemin
ederim ki, bir daha ebediyen ayağımı uzatmam.”
Ve ayağımı gece ve gündüz uzatmadım.
Bir görüşe göre edeb: Söz ve fiil olarak beğenilen şeyi
kazanmaktır. Başka bir kavilde ise meklârim-i ahlâkı almak
ve öğrenmektir. Güzel görülen şeylerle birlikte durmaktır.
“Edeb, güzel görülmüş şeylerle birlikte durmaktır”,
sözünün manası, Allah’a karşı gizli ve açıkta edebli olursan
bu takdirde acemî olsan bile bir edib olursun. Harîriden
nakledildiğine göre o şöyle dedi: “Yirmi seneden beri
yalnız başıma oturduğum vakit ayağımı uzatmadım. Çünkü
Allah ile birlikte edeb daha evladır”.
Yahya b.Muaz’dan nakledilen görüşte ise şöyle denildi:
“Arif, bilgisiyle birlikte edebini terkettiği zaman helâk
olanlarla birlikte helâk olmuş demektir.
Yahya b. Muaz’dan nakle göre ise: Kim Allahu Teala’nın
edebiyle edeblenirse Allah’ın muhabbet ehlinden olur.
İbn-i Mübarekten nakledildiğine göre: Bizim çokça ilme
muhtaç olmaktan daha ziyade edebe ihtiyacımız vardır.

- 127 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
İbni Ata, birgün arkadaşları yanında ayağını uzattı ve
şöyle dedi: ”Ehl-i muhabbet yanında edebi terketmek
edebdir denilir”.
Cüneyd’den nakledildiğine göre: “Muhabbet sahih
olduğu zaman edebin şartları düşer. Ebu Osmandan
nakledilende ise: ”Muhabbet sahih olduğu zaman muhabbet
eden kişi üzerine edebe bağlı kalması te’kid kazanır.”
Sevrî’den nakledildiğine göre de: ”Vakit için edebli
davranmayan kimsenin vakti hiddetli olur”.
Ebû Nasr’dan şöyle nakledilmiştir “Edeb üçtür:
1- Dünya ehlinin edebi, bunlar; Fesahat ilimleri,
meliklerin isimlerini ve arabın şiirlerini ezberleme gibi
edeblerdir.
2- Din ehlinin edebi. Buda nefislerin riyazeti, dış
uzuvların terbiye edilmesi ve hadleri hıfz etmek ve
şehvetleri terk etmek gibi edeblerdedir.
3-Ehl-i Husûsun edebi, bu da; Kalbleri temizleme,
sırlara riayet etme, ahidlere vefa ve vakti hıfz etme, hatıra
gelen şeylere az iltifat, taleb mevkilerinde, huzur
vakitlerinde ve kurbiyet makamlarında hüsn-ü zan gibi
edeblerdir.
Feraset:Ahkâm-ı hamîdeden biri de ferasettir. Bu, hatıra
gelen bir şeydir ki, îmanın kuvvetinden neşet eder, kalb
üzerine hucum eder ve kendisine zıd olan şeyleri yok eder.
Kurayşi Ebû Said’den naklettiği hadis-i şerifte
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Mü’minin ferasetinden
sakının. Zira kalbindeki nûr-u ilahi ile bakar da esrarınızı
keşf eder.” 155
Feraset, kalblerdeki şeylere muttali olmaktır. Bir kavle
göre ise yakînin keşf edilmesi ve gaybın gözle

155
Hadîs, Tirmizi
- 128 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
görülmesidir. Başka bir görüşte ise kalbte parıldıyan
kendileriyle manaların idrak edildiği bir takım nurların
yükselmesidir.
Feraset insanın duruş, şekil ve renkleri ile ahlâk-ı
faziletleri ve rezileleri üzerine istidlâldır.
Nitekim Allahu Teala’nın şu kavlinde olduğu gibi:

‫ﻈﻠُﻤَﺎتٍ ﻓﻰ ﺑَﺤْﺮٍ ﻟُﺠﱢﻰﱟ ﯾَﻐْﺸﯿﮫُ ﻣَﻮْجٌ ﻣِﻦْ ﻓَ ْﻮﻗِﮫ‬ ُ ‫اَوْ َﻛ‬


ٍ‫ﻇﻠُﻤَﺎتٌ ﺑَ ْﻌﻀُﮭَﺎ ﻓَ ْﻮقَ ﺑَ ْﻌﺾ‬ ُ ٌ‫ﻣَﻮْجٌ ﻣِﻦْ ﻓَ ْﻮﻗِﮫ ﺳَﺤَﺎب‬
ُ‫ﻞ اﻟّﻠﮫُ َﻟﮫ‬ِ َ‫اِذَا اَﺧْﺮَجَ ﯾَ َﺪهُ ﻟَﻢْ ﯾَﻜَﺪْ ﯾَﺮﯾﮭَﺎ وَﻣَﻦْ ﻟَﻢْ ﯾَﺠْﻌ‬
ٍ‫ﻧُﻮرًا ﻓَﻤَﺎ َﻟﮫُ ﻣِﻦْ ﻧُﻮر‬
“Yahut (o kâfirlerin duygu, düşünce ve davranışları)
engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibidir; (öyle bir
deniz) ki, onu dalga üstüne dalga kaplıyor; üstünde de
bulut... Birbiri üstüne karanlıklar... İnsan, elini çıkarıp
uzatsa, neredeyse onu dahi göremez. Bir kimseye Allah nûr
vermemişse, artık o kimsenin aydınlıktan nasibi yoktur.”156
Feraset iki nevidir. Biri, hatırdan hâsıl olan, sebebi
bilinmeyen tüluattır. Bu, ilhamdan kaynaklanmaktadır. Biri
de uyanıklık veya uyku halinde ilham ile hasıl olan
varidattır. Burada maksat, “Çünkü o Allah-ü Teala’nın
nuruyla bakar” sözünün karinesiyle bilinmesidir. Yani
Allahu Tealanın nuruyla aydınlanmış kalbinin gözüyle
görür. Kalbin nurlanmasıyla da feraset sahih olur. Gözünü
haramlardan sakınan ve nefsini şehvetten men eden ve
bâtınını mürakebe ile tamir eden, helal kazanıp helal
yemeye çalışan kimsenin feraseti hata etmez.

156
Nur Sûresi, Âyet 40
- 129 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
İbni Ata diyor ki: “Bazı evliyanın bazı gayblara muttali
olması caizdir. Bundan dolayı nurun hasıl olması için gözü
haramlara bakmaktan men etmeyi şart kıldılar. Çünkü kul
bakışını serbest bıraktığı zaman uzunca nefesini kalbinin
ayinesine alır. Onlarda onun nurunu yok ederler.
Allahu Tealanın şu kavlinde olduğu gibi:

ُ‫ﺖ اﻟْﺎَ ْرض‬


ُ ‫ﻖ اﻟْﺎَزْوَاجَ ُﻛﻠﱠﮭَﺎ ﻣِﻤﱠﺎ ﺗُﻨْ ِﺒ‬َ ‫ن اﻟﱠﺬى ﺧََﻠ‬
َ ‫ﺳﺒْﺤَﺎ‬
ُ
َ‫وَﻣِﻦْ َاﻧْﻔُﺴِﮭِﻢْ وَﻣِﻤﱠﺎ ﻟَﺎﯾَ ْﻌﻠَﻤُﻮن‬
“Yerin bitirdiklerinden, insanların kendilerinden ve
henüz mahiyetini bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri
yaratan Allah'ı tesbih ve takdis ederim.”157
Şah-ı Kirmani, keskin ferasetli idi. Onun feraseti hata
etmezdi. O şöyle derdi: “Gözünü kim haramlardan yumar,
sakındırır, nefsini şehvetlerden tutar. bâtının mürakebenin
devamı ile zâhirini sünnete tabi olmakla kâmil eder, helal
yemeyi alışkanlık haline getirirse onun feraseti hata etmez.
Ahmet b. Asım da diyor ki: “Ehlüllah ile oturup
kalktığınızda, sıdk ile oturup kalkınız. Çünkü onlar
kalblerinize vakıftırlar. Sizin kalblerinize girerler ve
çıkarlar siz ise onun farkında olmazsınız. Kalbinize sahip
olursanız, safa bulursunuz.”
Ebû Hafs anlatıyor ki: “Hiç bir kimse için feraset iddia
etme hakkı yoktur. Fakat başkasından olan ferasetten
sakınır. Çünkü peygamberimiz (s.a.v) “Mü’minin
ferasetinden sakınınız”, dedi. “Feraset gösteriniz” demedi.
Ferasetten sakınma mahallinde olan bir kimsenin, feraset
davasında bulunması nasıl sahih olur.

157
Yasin Sûresi, Âyet 36
- 130 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Zübeyr’den nakledildiğine göre: “Bağdad’ın mescidinde
fakirlerden bir cemaat ile birlikte idim. Bana birkaç gün
birşey getiren olmadı. Ben de havasdan bir kimseye gittim
ki ondan birşey isteyeyim. Onun gözü bana ilişince dedi ki:
“Hacetin’i Allah biliyor mu, bilmiyor mu? Ben de dedim
ki: Tabi biliyor. O da: “Sus ve onu hiç bir mahluka açma
dedi. Ben de döndüm ve çok geçmedi ki, bize yeterinin
üstünde bir şeyle kapılar açıldı.”
Edeb ve tefekkür:Ahlâk-ı hamidelerden biri de, kişinin
nefsi hakkında tefekkürüdür. Acaba o bir masiyetle mi
muttasıftır? Ki ondan tevbe etsin. Veya masiyete maruz
kalacak durumda mı dır? Ki ondan kaçınsın veya masiyetle
muttasıf değil midir? Ki Allah’ın yardımı üzerine şükr
etsin. Ahlâk-ı hamidelerden biri de, taatlarda düşünmektir.
Acaba onlardan bir şeyi terk mi etti, yoksa ihlal mi etti.
Onlardan fevt edileni, ihlal edileni tedarik ve telafi etsin,
onların terk edilmesinden sakının. Taatten hasıl olan şeyden
dolayı Allahu Teala’nın tevfiki üzerine şükretsin. Hülâsa
olarak tefekkür ya masiyetler hakkında olur veyahut her
günün sabahında yedi uzvu, hatta bedeninin hepsini hesaba
çeker. Eğer bir masiyete bulaşmışsa, tevbe eder ve pişman
olur.
Niyetine masiyet ve günah işlemeyi koyan kişinin
bundan kurtulabilmesi için tefekkür ederek hakka yönelirse
Allah’ın lütfü ilahisi de umulur ki, kendisine yetişir. Ve
tevbe istiğfar eder o kötülükten kurtulur.Taatlardaki
tefekküre gelince, evvela farzlara bakar ki onları nasıl
ikmâl etmiştir. Veya onların noksanlarını nafilelerle nasıl
tamamlamıştır? Sonra her bir uzvu Allah’ın sevdiği, razı
olduğu şeylere sarf edip etmediği hakkında teftiş eder.
Şehvet, gadab, cimrilik, kibir ve benzerleri gibi
mahalleri kalb olan kulu helâk edici sıfatlarda tefekküre
gelince, yukarıda zikri geçen mühlîkat hakkında teemmül
- 131 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
etsin ve kalbini imtihan edip yoklasın, alâmetlerle şahid
getirsin ve nefsin mühlîkattan uzaklaştığı iddiasına iltifat
etmesin, sonra yukarıda geçenlerle onun ilacına baş vursun.
Tevbe, pişmanlık, sabır, şükür gibi münciyata tefekküre
gelince, her gün kalbinde Allahu Teala’ya yaklaştıran bu
sıfatlardan onu kurtuluşa erdiren şeylerde tefekkür etsin.
Onlardan bir şeye muhtaç olduğu zaman bilsin ki, onlar
birtakım hallerdir. Onlardan başkası semere vermez.
İlimler’de ancak tefekkürle semere verirler. Bunda işlerin
en menfaatlisi tedebbür ve tefekkürle Kur’an tilavetidir.
Tefekküre muhtaç olduğu âyeti defalarca yüz kere olsa dahi
tekrarlar ve bir tek gecede dahi olsa teemmülde durur.
Çünkü, Kur’an’dan her bir kelimenin altında
sayılamayacak kadar sırlar vardır. Hadisler de böyledir.
Çünkü Rasûlu Ekrem (s.a.v) cevami’ül, kelim ile geldi.
Onun kelimelerinden her biri hikmet denizlerinden bir
denizdir. Şayet âlim onu hakkıyla teemmül etse, ömrü
boyunca onda nazarı ve düşüncesi kesilmez. Tefekkürün
yolu işte budur. Layık odur ki, mübtedi vaktini bu fikirlerle
kaplasın, ta şerefli makamlara ulaşmış olsun. Bu tefekkür
sair ibadetlerden efdal olmasıyla birlikte matlub ve
maksadın sonu olmayıp sıddîkların matlub ve
maksadlarından perdelenmiştir.
Sıddîkların matlubu ise, Allah’n celâl ve cemalinde
kendisinden geçecek şekilde müstağrak olmaktır. Vahid-i
Hak’da fena bulmak (kendinden geçmek) ise maksad ve
matlubların en yücesidir ve bâtınının mamur kılınmasıdır.
Hülâsa olarak, ibadetlerle zâhirin tamiri kişinin iç huzurunu
sağlamaz ve semere vermez. Bâtını münciyatla tamiri ise
lika (kavuşmak) için hazırlıklı olma meyvesı verir.
Tarik-i Hakk’a sâlik olmak isteyenlere beşer aklı kâfi
gelmediğinden, talibi matluba ulaştıracak bir mürşid-i
kâmil ve müeddib-i hazik (mâhir terbiyecinin) rüsumu
- 132 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
hakkında, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz hazretleri: “Beni
Allahu Teala terbiye buyurdu ve terbiyemi güzel eyledi”,
buyurmuşlardır. Ayrıca (men sebete nebete) demekle de,
sebat edenin muvaffak olacağına işaret edilmiştir. Ashâb-ı
güzinden Avf ibni Mâlik (r.a) buyururlar ki: “Bir kaç kişi
Rasûlullah (s.a.v) efendimizin yanında idik. Bize hitaben:
Allah ve Rasûlüne biat etmez misiniz? Buyurdular. Biz de:
Ya Rasûlallah sana biat etmedik mi? dedikse de kelâm-ı
şeriflerini tekrarladılar. Biz de elimizi uzatarak: Ne üzerine
biat edelim? diye sorduk. Buyurdular ki: Allah’a ibadet
edesiniz, şirkten sakınasınız, beş vakit namazı kılasınız, hak
sözü dinleyip itaat edesiniz ve kimseden birşey
istemeyesiniz. Râvi der ki: Cemaat o akd ve biata o kadar
ehemmiyet verdi ki, birinin at üzerindeyken elinden bir şeyi
düşse kimseden alıvermesini istemedi.
Mürid, mürşidinden sırrını saklamayıp, buyurduğu
emirden başka şeyle ve telkin ettiği zikirden gayri zikirle
meşgul olmaya, bulunduğu tariki en hayırlı tarik itikad
edip, adâbına riayette ihtimam ede. Açlığa, susuzluğa,
uykusuzluğa, sükûnete ve halkdan uzlete devam ede.
Cüneyd-i Bağdadî, sülûkden fayda tahsili için sekiz şart
koşmuştur.
1- Daima abdestli olmak
2- Halvete devam
3- Oruca devam
4- Sükûnete devam
5- Zikre devam
6- Hayır ve şer bütün havatıratı gidermek
7- Temiz itikad ve tam bir teslimiyet ile kalbini mürşide
bağlamak
8- Allah’a ve mürşidine itiraz terk edip kabz ve bastı
Hâlık’tan bilerek teslimiyet göstermektir.
- 133 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Mürid, halvet ve inkiyad vaktinde kimseye kapı
açmamalı, sohbet ve ziyaretten son derece sakınmalıdır.
Necmeddin-i Kübra der ki: “Aynayı düşünelim. Onun
yapacak âlât ve esbab hazır olsa da ustası olmasa o ayna
vücud bulmaz. Kezalik, Cüneyd-i Bağdadî’nin dediği gibi,
müridde yedi şart bulunsa da mürşidine rabt-ı kalb olmazsa
o müridin kalbi safâ bulamaz, yani matlubu hasıl olmaz.
Efendimiz (s.a.v) Hazretleri ibtidai hallerinde, Hak ve
ünsiyet için halktan ayrılıp Hira Dağında inzivaya
çekilirlerdi..
Talib, mücahede va azimet yoluna teveccüh etmeli,
müsade ve ruhsat tarafını tutmamalıdır. Zira terakkiden
kalır. Haklı dahi görünse müridin üstazına itirazı haramdır.
Ahkâm-ı şeriata hıyanet eden, esrar-ı ilahiye emin olamaz,
yani layık olamaz. Kerahetten keramet zuhur etmez. İmam-ı
Ali (k.s) Efendimiz buyurdular ki: “Kulları Hakk’a götüren
bütün yollar kapalıdır, ancak Rasûlullah (s.a.v)’in izi
üzerine gidenler müstesnadır”.
Kâmil olan insanlar herşeyi yerli yerinde yaparlar. Tarik-i
Hak, mücahede ve muzâyaka yoludur. Yoksa tarik-i
müsaade ve rahat yolu değildir. Zira seferdir. Seferse ateş
azabından bir parçadır. Adaba riayet etmeyenin sohbete
hakkı yoktur. Vecd alameti şudur ki, ne nefsini ne
meclisini, ne de söylediğini bilmez ve işitmez ola. Dilini
gıybetten, kötü sözlerden ve bilhassa faydasız sözlerden
sakına. Zira zikrullahın yeri olan kalb ve dil mâlâyani
sözlerle kirlenmemeli ki zikrullahdan mahrum olmasın.
Cenab-ı Allah buyurmuştur ki: “Bir kul benim zikrimle
meşgul olmasından dolayı kendi ihtiyaçlarını taleb etmeyi
unutursa ben, o kuluma kendisi istemezden evvel
nimetlerimi ihsan ederim.”158

158
Hadîsi Kudsî, Tirmizi
- 134 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
“Ebû Mûsâ (el-Eş'arî) radiyallâhu anh'den: Şöyle
demiştir: "Yâ Resûlallah, müslümanların hangisi efdaldir?"
diye sual ettiler. "Müslümanlar; dilinden, elinden selâmette
kalandır." cevabını verdiler.”159
Ebû Bekir (r.a) da çok zaman mübarek ağızlarına çakıl
taşları koyar: “Bunlar benim fazla konuşmama mani
olurlar”, derlerdi.
“Dilini boş ve lüzumsuz sözlerden koruduğun gibi,
gözlerini mübah olan şeylere bakmadan dahi o derece
korumak lazımdır”, denilmiştir.
Allah dostları, sözlerinde sadık olmakla beraber
yalandan son derece sakınırlar ve “Günah olarak insana her
duyduğunu nakl etmesi kâfidir”, derlerdi. Nefislerini
temizleyip, ahlâk-ı hasene ile tezyin ederlerdi. Nefisleriyle
mücahede edip, açlığa, susuzluğa ve sair buna benzer
şeylere sabr ederler, kimseye su-i zan etmezler ve hakaret
gözüyle bakmazlardı. Nefsin hoşlandığı kötü yerlere
gitmekten ve arzularına uymakta son derece sakınırlardı.
Cûd ve sehâ, bezl ve ata sahibidirler. Yani çok cömert olup
iki cihanı kalblerinden çıkarırlar, ödünç para isteyen ihtiyaç
sahiblerine geri almamak niyyeti ile verirler . Yolda bir şey
düşürseler (ister para ister kıymetli mal) dönüp almazlar,
ancak düşen şeyin zayi olma ihtimali olursa, orada bir
müddet beklerler, ilk geçen bir fakire “Bunu al” diye
emrederler, bu suretle düşen malı geri alıpda kendi
mallarına katmazlar ve ayrılırken de arkalarına dönüp
bakmazlardı.
Fakr ve zillet, meskenet, huzû, huşu ve tevazu sahibi
olarak daima ve her işte adaleti gözetirlerdi. Münkirlerle
oturmazlar, onlardan giyecek,yiyecek ve para kabul
etmezlerdi. Vazifelerini tam vaktinde ifa ederlerdi. Yarın

159
Hadîs Buharî 11
- 135 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
kaygısıyla evlerini bakkal dükkanına çevirmezlerdi. Hatem-
i Es’am Hazretlerine, birisi geçimini nasıl temin ettiğini
sormuş, cevaben buyurmuşlar ki:
Allah (C.C.) buyuruyor:

ِ‫ل اﻟّﻠﮫ‬
ِ ‫ﻋﻨْﺪَ رَﺳُﻮ‬
ِ ْ‫ھُ ُﻢ اﻟﱠﺬﯾﻦَ ﯾَﻘُﻮﻟُﻮنَ ﻟَﺎ ُﺗﻨْﻔِﻘُﻮا ﻋَﻠﻰ ﻣَﻦ‬
‫ﻦ اﻟﺴﱠﻤﻮَاتِ وَاﻟْﺎَ ْرضِ وَﻟﻜِﻦﱠ‬ ُ ِ‫ﺣﺘّﻰ َﯾﻨْ َﻔﻀﱡﻮا َوِﻟّﻠﮫِ ﺧَﺰَاﺋ‬
َ
َ‫اﻟْ ُﻤﻨَﺎﻓِﻘﯿﻦَ ﻟَﺎﯾَﻔْﻘَﮭُﻮن‬
“Onlar: Allah'ın elçisinin yanında bulunanlar için hiçbir
şey harcamayın ki dağılıp gitsinler, diyenlerdir. Oysa
göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Fakat münafıklar
bunu anlamazlar.”160
Ma’rûf-u Kerhî Hazretleri de bir imama iktida ettiler.
Namazdan sonra imam efendi, bunlar tasavvuf ehli
oldukları için hususi bir gelirleri yoktur, düşüncesiyle
mûmaileyhe “Nereden yersiniz?” diye sorunca cevaben:
“Yazık, senin arkanda kıldığım namaza! diyerek, namazı
iade edeyim buyurmuştur.
Adâbına göre bir müddet uzlet et. Zamanın durumunu ve
ihvanını iyi tanı, onlara lâyık oldukları şekilde muamele et.
Halk ile çok düşüp kalkma. Yalnızlığı ganimet bil,
Allah’dan gelecek füyuzata kendini arzeylemek, her an onu
gözetlemek suretiyle bütün uzuvlarını lüzumsuz işlerden
muhafaza et. çünkü Allah’ın sana her gün nazarı vardır. O
teveccühü gözet, ehl-i dünya arasına karışma. Onlardan yüz
çevir, onlara kırıcı olmayan, güzel, idare yollu sözler
söyleyerek kendini onlardan uzak tut, muhasebeye
çekilmeden evvel kendi kendini sorguya çek. Büyük ceza
gününden önce onu (nefsini) layık olduğu kadar cezalandır.

160
Münafikûn Sûresi, Âyet 7
- 136 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Lezzetleri gideren ölüm gelmeden önce salih amellerle
hazırlık yap.
Edeb ve Temizlik: Bir mürid-i sadıkın her an şeriatın
emirlerini yerine getirmek ve sünnet-i seniyyeye ittiba
gayreti içinde olması lazımdır. Mürid her zaman abdestli
bulunmağa gayret etmelidir.
İmam Nişaburî Hazretleri edebleri şöyle özetlemiştir.
Kalb Temizliği: Kalbin Allah’dan başka herşeyden
temizlenip nurlanması.
Sırrın Temizliği: Müşahade ehli olmak bundan sonra
başlar.
Sadrın Temizliği: Bu da her an reca ve kanaat
hasletlerine sarılmakla olur.
Ruhun Temizliği: Haya ve vekarı muhafaza ile olur.
Batnın Temizliği: Helal lokmaya dikkat etmekle ve
iffetli olmakla kazanılır.
Bedenin Temizliği: Azami şekilde İslâmın emrettiği
gibi cesedi ve cesedin ihtiyaçları olan elbiseleri temiz
tutmanın yanında, şehvetleri terkedip heva ve hevesleri
kırmakla olur.
Sonundan korkmak: Cenab-ı Hak’tan halis bir niyetle
ümidini kesmemekle olur.
İki Elin Temizliği: Haramlardan sakınmak ve hayra
koşmakla olur.
Masiyetten Temizlik: Günahlardan üzüntü ve pişmanlık
duymakla olur.
Dilin Temizliği: Zikir ve istiğfara devam etmekle olur.
Selef-i salihîn gibi olmaya, onlar gibi hayra koşmaya
hazır olmak.

- 137 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
BATINİ EDEBLER

Gafillerin düşüncelerinden, duygularından kalbi


muhafaza etmek. Bunlar ister hayır olsun ister şer.
Gafillerin hangi ameli olursa olsun bu yolun sâlikine hicab
olmakta müsavidir.
Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimizin adâbı iyi tetkik
edilirse bu neticeye varılır. Allah dostları buna riayet
etmişlerdir.Onların meclislerinde bulunduğun zaman
kalbine sahib ol. Meclislerinde bulunduğun müddetçe
nafile ibadetlerle meşgul olma. Onlarla beraber namaz
kılarken dikkat et, onlar konuşurken konuşma. Onlar sana
sormadıkça birşey söyleme. Eğer seni Allah’a vasıl
edeceğine inandığın şeyhinin huzurunda bir başka şeyhin
terbiyesine girmek sevdasına tutulmuşsan bu senin
tefrikaya düşmene sebeb olur. Özet olarak şunu bilmelisin
ki, insan tabiatına uymayacak herşeyi terk et, mürşidlerin
huzurunda su-i edebte bulunmak yolu uzatır, feyzi keser.
Bunun için kalbini muhafaza et, hakka bütün varlığınla
dön.
KÜN MAALLAH VE LA TÜBÂLÎ
(Her an Allah ile beraber ol.)

Gaflet sana yol bulmasın. Ne güzel söylemişler:


“Hak’dan gafil olduğun anda gizli küfür içindesin”. Bu da
zor fark edilir. Eğer bu hal üzere devam edersen İslâm ile
arana bir çukur kazmış olursun. Gafillerin havatırına maruz
kalmak, bir sürü şekillere resimlere bakmadan lüzumsuz
kitabları okumaktan gafillerle arkadaşlık etmekten hasıl
- 138 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
olur. Sâlike gerekir ki, gafillerle arkadaşlık etmeye
mücahede ehli olan bir şeyhin sohbetine devam ile huzur ve
saadete nail olursun. Huzura erenin Hakk’a rıza ve
teslimiyeti artar. Rıza ve teslimiyet ise ibadet ve ubudiyetin
kemalidir. Müslümanlığın kemali teslimiyettir. Teslimiyet
ehli olanın boynuna lânet halkası vurulsa bile Hakk’ın
kazası olması bakımından buna da rıza gösterir. İmana ve
İslâma rıza gösterdiği gibi. Çünkü sadık kul Hakk’ın
kazasına razıdır. Kendi takdirini yazmak kulun elinde
değildir. Sadık bir talib mekruh işlediği vakit nefsine köle
olmuştur. O anda uyanıp istiğfar ederse Rabb’ın kulu olur.
Her işin esası da budur. Bunun için ey sâlik; her an O’na
kul ol. Nasıl Rabb’in her an senin Rabbin olmakta devam
ediyorsa sen de yalnızca O’na kul olmaya devam et.
Büyükler demişlerdir ki, insanların seni methetmeleri ile
zemmetmeleri arasında fark görüyorsan dikkat et, nefse esir
olmuşsundur. Bütün tarikat büyükleri bu noktada ittifak
ederler.
Adbülkerim Ceylî de el-Esfar’ında derler ki: “Akıl ve
idrak sahibi insanın kendi içindeki emredici olan nefs-i
natıka zikir anında Allah’ın huzurunda olduğunu kabul
ederek O’na yönelir. O durumdan kurtulup Allah ile halvet
âdâbına riayet ile teveccüh ve murakabe sayesinde zulmanî
sıfattan kurtulur ve mele-i âlâya yükselir.
İmam-ı Rabbanî Hazretleri buyurdular ki:”Benden sâdır
olan ilimler velâyet sınırlarının dışında olup nübüvvet
nuruna mensubdur. İkinci bini, Rasûlü Ekrem’in isr-i
pâkine uyarak yeniledim. Çünkü bu, alimlerin ilminin ve
evliyanının mârifetlerinin ötesindedir. Şu görünen ilimler
bu ilme nisbet edilirse kabuk oldukları görülür. Cenab-ı
Hakk bize şeriatına esas kıldığı ilmin özünü öğretmiştir.
Bizim ilmimiz, zat ve sıfat ilminin özüdür. Allah onu bize
nasip etmiştir.”
- 139 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
İmam-ı Rabbanî buyurdular ki:” Nakşibendiye, Kadiriye
ve diğer silsile meşayıhının makamâtının cümlesine vasıl
oldum. Bundan önce Hazret-i Hızır alehisselamın
ruhaniyetinden ilm-i ledünne nail oldum. Bunların cümlesi
bize Allah’ın bir lütfü olarak hasıl olmuştur”.
İmam-ı Rabbanî Hazretleri buyurdular ki: “Tarikattan
maksad şeriat ilimlerinde ilerleyip burhandan kurtularak
keşfe geçmektir. İlmel-yakîn delilleri görmek aynel-yakın
Hakk’ın delil ile bilindiğini bildikten sonra müşahade yani
fenafillahtır. Hakkal-yakîn ise yakîne erenin aradan
çıkmasından sonra Hakk’ın müşahedesidir. Buna beka-
billah denir.Cenab-ı Hakk bunu: “Böyle bir kulu benimle
işitir, benimle görür”, kudsî hadîsiyle beyan buyurmuştur.
İmam-ı Rabbanî Hazretleri buyurdular ki:”Sufiyenin
ilimlerinin ve marifetlerinin seyr-i sulüklerinin sonu şeriat
ilimlerinden başka birşey değildir. Bunun etrafında bir çok
ilim vardır.Fakat bir yere kadardır. Ondan sonra biter.
Şeriat dünya ve ahiret saadetine kefil olmuştur. Hiçbir
murad ve maksut yoktur ki onu tahsilde şeriattan başka bir
şeye muhtaç olunsun. Tarikat ve hakikat ise şeriata hizmet
ederler. Tarikat ve hakikatı tahsil etmek, şeriatı iyi anlamak
içindir. Aradaki fark şudur: Ulemanın ilimleri nazaridir ve
delile dayanar, bizimki ise keşfe dayanır ve zaruri
ilimlerdir.
İmam-ı Rabbanî yine buyurdular ki: “Kalbin selameti
Allah’dan başkasına yönelmemektir. Kalbin ilacı ise oradan
masiva muhabbetini temizliyeci olan cila ile yani Resulü
Ekrem (s.a.v)’e ittiba cilasıyla cilalanmaktır”.Tevhid
hakkında buyurdular ki:
”Tevhid iki kısımdır:
a- Tevhid-i şuhûdî
b- Tevhid-i vucûdî.
- 140 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Bilinmesi lazım gelen Tevhid-i Şuhudîdir. Fena bahsi
bundandır.Tevhid-i şuhudî, akıl ve şeriata muhalif düşmez.
Tevhid-i vucudî ise akıl ve şeriata muhalif düşer. Şu misal
bunu açıklamak içindir; Güneş doğup da yıldızlar
görünmez olduğu zaman birisi, gökyüzünde güneşden
başka bir şey yoktur, dese bu söz doğrudur. Aklî ve şer’i
ölçülere muhalif düşmez. Çünkü böyle bir kimse gözlerinin
zaafından dolayı o anda ancak güneşi görebilmektedir.
Şâyet gözleri güneşle beraber yıldızları da görecek kadar
keskin olsaydı yıldızları da görecekti. Eğer güneş
doğmadan gökte güneş vardır dese, bu söz hem akla hem
şeriata muhalif olur.
Meşayih-i kiramın tevhid konusundaki sözlerini, şuhudî
kısmına yüklemek lazımdır ki şeriata muhalif düşmesin.
Tevhid-i vücudî ilmel yakîn mertebesindedir. Burası da
hayret makamıdır. Hallac’ın, “enel hakk”, Beyazid’in
“sübhanî” sözleri buraya girer. Çünkü bu sözleri söylerken
aynelyakîn makamında idiler. Burayı geçip de hakkalyakîn
makamına vasıl oldukları zaman bunları söylemekten
sakındılar. Müceddit hazretleri, vücudî-hakk
Peygamberimizin Peygamberliği ve Allah katından
getirdiği hakkında buyurdular ki: “Hakk’ın varlığının ve
birliğinin, Muhammed (a.s)’ın Allah’tan getirdiğinin delile
ihtiyacı yoktur. Bunlar üzerinde nazariyatla ve fikir
yürütmekle meşgul olmak, gözde ve kalpte hastalık
bulunduğu müddetçe devam eder. Kalb hastalıktan kurtulup
gözden perde kalkınca her şey meydana çıkar. Meselâ,
safra hastalığına mübtela bir kimse, bu rahatsızlığı devam
ettiği müddetçe balın tatlı olduğuna dair delil arar. Şaşı bir
kimse, biri iki görür . Böyle bir kimse mazurdur. Çünkü bir
hastalığa tutulmuştur. Ne denilse kulağına girmez. Onun
delil kabul etme yolu dardır. Delil yolu ile varılacak olan
yakîne varması mümkün değildir. Bunun için kalbindeki
- 141 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
hastalığı tedaviye çalışıp, yakîn derecesindeki bir iman-ı
elde etmesine çalışmak lazımdır. Safra hastalığına mübtela
bir kimsenin, safra illetini yok etmeye çalışmak balın tatlı
olduğuna delil kabul ettirmekten daha önemlidir.
Binaenaleyh önce hastalığı gidermeğe çalışmak lazımdır.
İşte nefs-i emmare de bizzat şeriatın hükümlerini inkâr
eder. Zaten tabiatı buna müsaiddir. Delil arayan kimsenin
vicdanı içinde bir inkarın mevcudiyetinden dolayı bu kimse
hükümlerin gerçek olduğuna yakînen inanamaz. Bunun için
de nefsi tezkiye lazımdır. Nefsi aradan çıkarmadan yakîne
erdirmek mümkün değildir.
Bu sebeple Allahu Teala:

‫( وَﻗَﺪْ ﺧَﺎبَ ﻣَﻦْ دَﺳّﯿﮭَﺎ‬9) ‫ﻗَﺪْ َا ْﻓﻠَﺢَ ﻣَﻦْ زَﻛّﯿﮭَﺎ‬


“Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir.Onu
kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.”161
İmam-ı rabbanî hazretleri yine buyurdular ki: Vusül için
iki yol vardır. Cezbe ve sulük, bir diğer ifadeyle tezkiye ve
tasfiye. Sulükden önce gelen cezbe matlup değil,
tezkiyeden evvel yapılan tasfiyede matlup değildir. Sulük
tamamlandıktan sonra gelen cezbe matlubdur. Cezbe ile
yapılan tasfiye sâlikin sulükunu kolaylaştırmak içindir.
Çünkü sulük yapılmadan matluba erilmez. Birçok menziller
kat edilmeden mahbubun cemali görülmez. İlk cezbe
ikincisine göre suret hükmünde kalır. Hakikatte aralarında
münasebet yoktur. Bu yolun sonunun başında toplanmış
olması demek, sonunun ne olacağını başında görülmesi
demektir. Yoksa sonunun başında tahakkuk etmesi
mümkün olmadığı gibi, beşer takatının,da üstündedir.

161
Şems Sûresi, Âyet 9-10
- 142 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
İSLAM KARDEŞLİĞİ ADÂBI

İslam kardeşliği, müminlerin birbirinde fani olmasıdır.


Buna da “fenâ’fil ihvan” denir. Kemalâta ermenin ilk
mertebesi de budur. Allah’ın Rasûlü (s.a.v) buyurmuştur:
“Kişi dostunun dini üzeredir. Binaenaleyh, sizden herhangi
biriniz kiminle dostluk yaptığını iyice düşünüp tetkik etsin.
162

Sadâkat: Doğrulukta kalben ihlâslı ve samimi olmak,


İslâm kardeşliğinde ise sebat ve vefâdır.
Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:

ِ‫ﻋَﻠ ْﯿﮫ‬
َ َ‫ﻦ اﻟْﻤُﺆْﻣِﻨﯿﻦَ رِﺟَﺎلٌ ﺻَ َﺪﻗُﻮا ﻣَﺎ ﻋَﺎھَﺪُوا اﻟّﻠﮫ‬ َ ِ‫ﻣ‬
‫ﺤ َﺒﮫُ وَ ِﻣﻨْﮭُﻢْ ﻣَﻦْ ﯾَ ْﻨ َﺘﻈِﺮُ وَﻣَﺎ ﺑَ ﱠﺪﻟُﻮا‬
ْ َ‫ﻓَ ِﻤﻨْﮭُﻢْ ﻣَﻦْ ﻗَﻀﻰ ﻧ‬
‫َﺗﺒْﺪﯾﻠًﺎ‬
“Mü’minlerden öyle erler var ki, Allah’a verdikleri ahde
sadakat gösterdiler. İşte onlardan kimi, sözünü yerine
getirip, o yolda canını vermiştir, kimi de (şehitliği)
beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini)
163
değiştirmemişlerdir.”
İslâm dîni üç temel üzerine tesis edilmiştir:
Hakikat, doğruluk ve adâlet:
Hakikat, azâlar üzerinde;
Adâlet, kalbler üzerinde;
162
Hadîs. Ebu Davud, Tirmizi
163
Ahzab Sûresi:23
- 143 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Doğruluk da akıllar üzerinde tahakkuk eder.
Mü’minler, bu güzel hasletleri kendilerine şiar edinip
yaşayarak gâye ve arzûlarına mazhar olurlar.
Doğruluk üç kısımdır; Tevhidde, ibadette ve mârifette
doğruluk,
Tevhidde doğruluk, bütün mü’minler içindir.
İbadette doğruluk, ilim ve takvâ ehli içindir.
Mârifette doğruluk, yeryüzünde velâyet sahibi, kutbu’l-
aktâb olan seçilmiş ârifler içindir.
Peygamberimiz (s.a.v.):
“Doğruluk hayra, hayır da cennete götürür. Muhakkak
ki, mü’min kişi doğru söylerse Allah katında doğru olarak
yazılır. Yalan, fısk ve fücura sürükler, isyan ve günah da
cehenneme sürükler. Muhakkak yalan söyleyen kimse
Allah katında, çok yalan söyleyen kişi olarak kaydedilir”,
buyurur.164
Kulun Allah’a yöneldiği en güzel hâli doğruluktur.
Allah’a (C.C.) karşı en kötü durumu da, yalan söylediği
anıdır. Şu halde, doğruluğu kendine binek, Hakk’ı kendine
kalkan et, Allah’ı da gönlünde zikret ve O’na yönel.
Edinilecek dost, mutlaka bir çok haslet ve vasıflara sahip
biri olmalıdır.
Allah (c.c) buyurur ki:

ِ‫ﺐ اﻟﱠﺬﯾﻦَ ا َﻣﻨُﻮا وَﻋَ ِﻤﻠُﻮا اﻟﺼﱠﺎﻟِﺤَﺎت‬


ُ ‫ﺴﺘَﺠﯿ‬ ْ َ‫َوﯾ‬
ٌ‫ﻀﻠِﮫ وَاﻟْﻜَﺎﻓِﺮُونَ ﻟَﮭُﻢْ ﻋَﺬَابٌ ﺷَﺪﯾﺪ‬
ْ َ‫َوﯾَﺰﯾ ُﺪھُﻢْ ﻣِﻦْ ﻓ‬

164
Hadîs, Buhârî ve Müslim
- 144 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
“Allah, iman edip iyi işler yapanların tevbesini kabul
eder, lütfundan onlara, fazlasını verir. Kâfirlere gelince,
onlara da şiddetli bir azap vardır.”165
Sohbet ve arkadaşlığını istediğin bir kimsede beş haslet
bulunmalıdır:
1) Akıllı olması
2) Güzel ahlâklı olması
3) Fâsık olmaması
4) Takva sahibi olması
5) Dünyaya fazla düşkün olmamasıdır.
Bil ki, İslâm kardeşliği (uhuvvet) iki şahsın arasındaki
manevi bağdır. Arkadaşının senin üzerinde malda, nefsde,
dilde ve kalpte hakkı vardır. Onu affetmek ona duada
bulunmak, ona karşı ihlaslı olmak, vefakâr olmak, kolaylık
göstermek, tekellüf ve teklifi terk etmek vazifendir. Bu
vazifelerden kısaca bahsedelim.
Birinci hak: Maldadır.
İki kardeşin hali iki elin durumu gibidir; birisi diğerini
yıkar. Allah’ın Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) iki kardeşi el ve
ayağa değil iki ele benzetmiştir. Çünkü iki el aynı hedefte
yardımlaşmakta oldukları gibi kardeşler de yardımlaşırlar.
Kardeşler aynı maksatta kardeşlik yaptıkları zaman
kardeşlik de tahakkuk eder. Onlar bir yönden bir kişi
gibidirler. Böyle olmaları onları sıkıntıda da genişlikte de
ortak olmalarını gerektirir. Malda ve halde müşterek
olurlar. Özellikle nefsin tercihi ortadan kalkar.
Arkadaşlarla beraber malda takip edilen yol üç
mertebeye ayrılır.
1) O mertebelerin en küçüğü, arkadaşın yardım
bakımından, kölen ve hizmetçin yerinde sayıp, malın fazla
165
Şûra Sûresi, Âyet 26
- 145 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
kısmından onun ihtiyacını gidereceksin. Onun ihtiyacı
göründüğü zaman senin de ihtiyacından fazla malın varsa o
istemeden vermelisin. Onu istemeğe mecbur etmemelisin.
Eğer onu istemeğe mecbur edersen ona karşı hata etmiş
olursun.
2) İkinci derece, onu kendi nefsinin yerine koyacaksın.
Malında onunla ortaklığa razı olacaksın. Onu kendi
nefsinin yerine koyacaksın ki malının yarısını ona vermeğe
nefsin razı olsun. Hasan-ı Basrî (r.a) buyurdu: Bizden
evvelki müslümanların herhangi birisi peştemalını ortadan
ikiye böler bir kısmını kardeşine verirdi.
3) Üçüncü derece ki, derecelerin en yücesidir. Kardeşini
kendi nefsine tercih etmen ve onun ihtiyacını kendi
ihtiyacından evvel görmendir. Bu derece sıddıkların
derecesidir. Derecelerin en son varılanıdır. Kardeşinin
nefsini kendi nefsine tercih etmen de bu derecenin
meyvelerindendir. Nitekim rivâyet edildi ki, dervişlerden
bir cemaatin meliklerden birine ihbarı yapıldı. Melik,
boyunlarının vurulmasını emretti. O gurubun içinde Ebû
Hasan en-Nurî de vardı. Bu zat bütün arkadaşlarından evvel
celladın önüne çıktı. Tâ ki ilk öldürülen kendisi olsun.
Bilâhare kendisine neden böyle yaptığı sorulduğunda dedi
ki: “Ben şu lahzada kardeşlerimi hayat bakımından nefsime
tercih etmek istiyorum”, Onun böyle yapması diğer
arkadaşlarının kurtuluşuna da vesile olmuştur.
Bir hadis-i şerif: “Kötü zandan sakınınız. Çünkü zan
konuşmanın en yalanıdır.”166
Kötü zan insanı tecessüse ve hakkında zan edilen adamı
diğer duyarlarla kontrol altına almaya davet eder. Halbuki
Allah’ın Rasûlü (s.a.v) bir hadis-i şerifinde: “Tehassus
(duyu organlarıyla başkasını murakebe etmek) ve tecessüs

166
Hadîs Müslim ve Buhâri
- 146 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
(başkasının gizli taraflarını araştırıp meydana çıkarmak için
çaba sarf etmek) etmeyiniz. Aranızdaki bağları
koparmayınız. Birbirinize sırt çevirmeyiniz. Ey Allah’ın
kulları kardeş olunuz.” 167
Tecessüs: başkasının hakkındaki haberleri düşünmek ve
araştırmak demektir.
Tahassüs: Göz ve kulak ile başkasını murakebe etmek
demektir.
Madem ki Allah’ın yüce Rasûlü (s.a.v) bu hareketleri
yasaklamıştır. O halde mü’minlerin ayıplarını örtmek,
onların ayıplarından gafil kalmak ve bilmezlikden gelmek
iyi kimselerin ahlâkındandır. Mü’minin güzel ahlâkını
söylemek, kötü ahlâkını örtbas etmek hususundaki kâmil
mertebe ve dereceye Cenab-ı Hakk’ın, Peygamber-i
Zişanın lisanından varid olan bir duada bu sıfatlarla
sıfatlanılması senin için en büyük delildir. Nitekim denildi:
“Ey iyiliği izhar eden ve kötülüğü örten Allah…” Allah
nezdinde en makbul kul Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmış
olan kuldur. Çünkü Cenab-ı Hak ayıpları şiddetle örten,
günahları mübalâğalı bir şekilde affeden, kulun
kusurlarından vaz geçendir. İhvanın kusur ve kabahatlarını
teenni ile kendisine ikaz sadedinde söylemek kardeşlik
vazifesidir.
Hadis-i Şerif: “Her kim ki kardeşinin ayıbını örterse
Allah da dünya ve ahirette onun ayıbını örter.” 168
Başka bir hadis-i şerifte şöyle varid olmuştur:
“Müslüman kardeşinin ayıbını örten bir kimse, sanki diri
diri gömülen bir kız çocuğunu diriltmiştir.”169

167
Buhari,Nikah:45,Edep:57-58 Müslim,Birr:28
168
Hadîs, İbn-i Mace- Müslim ve Buhâri
169
Hadîs, Ebû Davud, Nesei ve Hakîm
- 147 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Başka bir hadisi şerif: “Kişi herhangi bir konuşmayı
yaparken dönüp etrafına bakınırsa, onun o konuşması
emanettir, (İfşası haramdır).”170
Allah’ın Rasûlü (s.a.v) bir hadis-i şerifinde mü’minlere
şöyle hitab ediyor: “Birbirinize sırt çevirmeyin. Birbirinize
buğz etmeyin. Birbirinizi kıskanmayın. Aranızdaki sevgi ve
muhabbeti kesmeyiniz. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olunuz.
Çünkü müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez.
Onu yardımlarından mahrum etmez. Onu mahcub etmez.
Müslüman kardeşini tahkir etmek, şer babında kişiye yeter
de artar”171
Ebû Umame el-Bahili’nin rivayet buyurduğu hadis-i
şerifte şöyle buyurulmuştur: “Allah’ın Rasûlü biz bir
birimizle mücadele ederken çıkageldi. Bu durumumuzu
müşahede eden Rasûl-i Ekrem (s.a.v) kızarak buyurdu: Ey
ashabım! Mücadeleyi, hayrı az olduğu için bırakınız.
Mücadeleyi bırakınız. Çünkü o arkadaşlar arasında
düşmanlığı körükler.“172
Hasan-ı Basrî (r.a) buyurmuştur: ”Bin kişinin sevgisi
için bir kişinin düşmanlığını satın alma .”
İbni Abbas, Allah’ın Rasûlünden rivayet ediyor ki,
Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdu:” Sakın
kardeşinle mücadele etme! Ona, yerine getiremeyeceğin bir
sözü de verme.” 173
Arkadaşlık, kötü şeyler söylemeyi iktiza ettiği gibi,
sevimli şeylerin söylenmesini gerektirir. Belki sevimli
şeyler söylemek, daha güzeldir. Çünkü sûkut ile kanaat
eden bir kimse kabir ehline arkadaş oluyor. Zira insanlar,

170
Hadîs-i Ebû Davud ve Tirmizi
171
Müslim, Birr:23,24 Buhari, Edep:57,58
172
Hadîs, Tabarâni
173
Hadîs,Tirmizi
- 148 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
birbirinden faydalansınlar diye arkadaş edinirler.
Binaenaleyh, kişiye düşen vazife, diliyle arkadaşına
kendisini sevdirmek, arkadaşı tarafından sevilen durumları
araştırıp, sormaktır. Meselâ: Arkadaşında peyda olan bir
hal sebebiyle meşgul olmak, sıhhatinin durumunu sormak
gibi… arkadaşının hoşlanmadığı bütün durumlarını lisan ve
fiilleriyle hoşlanmadığını arkadaşına belirtmesi gerekir.
Arkadaşının hoşuna giden bütün hallerini diliyle belirtip
onunla hoşlanmakta ortak olduğunu bildirmesi lazımdır.
Arkadaşlığın manası, kolaylıkta ve zorlukta, sıkıntıda ve
genişlikte bütün durumları paylaşmak demektir. Nitekim
Allah’ın Rasûlü (s.a.v) buyurmuştur: “Sizden herhangi
biriniz arkadaşını sevdiği zaman ona: - Seni Allah rızası
için seviyorum, diye haber versin”.174
Allah’ın Rasûlü (s.a.v) buyurmuştur: “Ya Ebû Hirra !
Sana komşu olanla iyi komşuluk yap. Bu takdirde hakiki
Müslüman olursun. Sana arkadaşlık yapanın arkadaşlığını
güzel yap. Bu takdirde hakiki mü’min olursun.”175
Dikkat edilsin ! Allah’ın Rasûlü bu hadis-i şerifde
arkadaşlığın mükafatını iman olarak zikretmiştir. İslâmı da
komşuluğun mükâfatı olarak göstermiştir. Zira iman fazileti
ile İslâm fazileti arasındaki fark, tıpkı komşusunun hakkını
yerine getirmekteki zorluk ile arkadaşlığın hakkını yerine
getirmekteki zorluk arasındaki fark gibidir. Çünkü
arkadaşlık daimi bir şekilde mütenasib ve yakın durumlarda
bir çok hakları istemekdir. Arkadaşlığın hukukundan birisi
de öğretmek ve nasihat etmektir. Unutulmasın ki,
arkadaşının ilme muhtaç olmaklığı, hiçbir zaman mala
muhtaç olmaklığından daha az değildir. Eğer sen ilmen
zenginsen faziletinden onun ihtiyacını gidermelisin. Din ve
174
Hadîs, Ebû Davud, Tirmizi
175
Hadîs, Tirmizi ve İbni Mace

- 149 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
dünya için ona menfaatlı olanla onu irşad etmelisin. Eğer
sen ona öğrettiğin ve irşad ettiğin halde, o ilmin isteğiyle
hareket etmezse, bu sefer ona nasihat etmek sana gerekir.
Yaptığı çirkin hareketleri terk ettiği takdirde faideleri ona
zikr edeceksin. Onu dünya ve ahiret meselelerinde
uyaracaksın. Bütün bunları o çirkin fiilinden vazgeçsin diye
yapmalısın. Onun ayıplarına dikkatini çekmelisin, kötüyü
onun gözünde kötü göstermeli, iyiyi de kendisine iyi
göstermelisin. Fakat bunları yaparken hiç kimsenin bunlara
muttali olmamasına dikkat edeceksin. Zira cemaat
huzurunda yapılan tenkidler, azarlamaktan ve rezil
etmekten başka bir şey değildir. Gizlice yapılan tenkidler
ise, şefkat ve nasihattır. Çünkü Allah’ın Rasûlü
buyurmuştur: “Mü’min mü’minin aynasıdır.”176
Allah’ın peygamberi (s.a.v) buyurmuştur: “Her kim ki,
arkadaşı kendisinden özürünün kabulünü isterse, o da onun
özürünü kabul etmezse, sultan yardakçılarının zulmen
tacirlerden aldıkları vergiden dolayı yüklendikleri günah
gibi, günah yüklenmiş olur.”177
Başka bir hadis-i şerifte: “Mü’min geç kızar, çabuk razı
olup barışır.”178
Dikkat edilirse, Allah’ın Rasûlü: “Mü’min kızmaz”
dememiştir. Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor:

َ‫َاﻟﱠﺬﯾﻦَ ُﯾﻨْﻔِﻘُﻮنَ ﻓِﻰ اﻟﺴﱠﺮﱠاءِ وَاﻟﻀﱠﺮﱠاءِ وَاﻟْﻜَﺎﻇِﻤﯿﻦ‬


َ‫ﺐ اﻟْﻤُﺤْﺴِﻨﯿﻦ‬
‫ﺤ ﱡ‬
ِ ُ‫ﻦ اﻟﻨﱠﺎسِ وَاﻟّﻠﮫُ ﯾ‬
ِ َ‫اﻟْ َﻐ ْﯿﻆَ وَاﻟْﻌَﺎﻓﯿﻦَ ﻋ‬
“O muttakîler ki bollukta da darlıkta da Allah yolunda
harcarlar, kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların

176
Hadîs, Ebû Dâvud
177
Hadîs, İbni Mâce, Ebû Dâvud
178
Hadîs, Irakî, Tirmizi
- 150 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
kusurlarını affederler. Allah da böyle iyi davrananları
sever.”179
Cenab-ı Hak, “Mü’minler öfkesizdir.” dememiştir.
Çünkü tabii olarak insanın yaralanıp elem duymaması
mümkün değildir. Belki insanoğlu elem duymasına rağmen
ona karşı sabır gösterip, mütehammil olabilir. Bu bir
dereceye kadar varır. Nasıl ki, yara ile elem duymak
bedenin tabiatı ise, öfkenin sebeplerinden elem duymak da
kalbin tabiatlarındandır. Bunu kalpten söküp atmak
mümkün değildir. Ancak iman sayesinde onu zapt-u rapt
altına almak, iyi tanımak ve onun hilafına çalışmak
mümkündür. Çünkü insan ister ki, öfkelendiğinde intikam
almak ve karşılık vermek suretiyle yüreğini rahatlatsın.
Nitekim şair buyurmuştur: “Eğer kusuruyla kabul
etmezsen, hiçbir dost edinemezsin. Hangi kişidir ki,dört
başı ma’mur olsun, tam temiz bulunsun?”.
Vefânın manası, sevgide ölünceye kadar sebat etmektir.
Ölümden sonra da dostunun evlât ve dostlarına aynı sevgiyi
devam ettirmektir. Zira sevgi ancak âhiret için istenir. Eğer
ölümden evvel sevgi kesilirse, o sevgiden elde edilen amel
yanar. O mevzuda yapılan sa’yu gayret boşa gider. Bunun
için Allah’ın Rasûlü (s.a.v), Allah tarafından kıyamet
gününde arşın gölgesine alınan yedi sınıfın arasında Allah
için sevişenleri de saymıştır. Selefden biri şöyle buyurdu:
Ölümden sonra gösterilen azıcık vefakârlık, hayatta iken
gösterilen çok vefakârlıktan daha hayırlıdır. Bunun için
rivayet ediliyor ki:“Cenab-ı Peygamber (s.a.v), huzuruna
gelen bir ihtiyar kadına ikramda bulundu. Rasûlullah’tan:
Ya rasulullah, neden bu kadına bu kadar ikram ediyorsun?
diye sorulduğunda buyurdular ki: Bu kadın, Hatice

179
Âl-i İmran, Âyet 134
- 151 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
zamanında bize gelip gidiyordu. Abdin keremi
dindendir.”180
Kişi, kendi nefsinin daha faziletli olduğunu gördüğü
zaman, arkadaşlarını hakir telakki etmiş olur. Böyle bir
anlayış ise bütün müslümanlar için kötü bir davranıştır.
Nitekim, Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyurmuştur:
“Müslüman kardeşini hakir görmek bir mü’min için şer
bakımından yeter de artar” 181
Her yapacağı iş hususunda arkadaşlarıyla müşavere edip
onların işaret ettiklerini kale almak, arkadaşlığın icabı
olarak terk edilmesi gereken tekellüf ve gösterilmesi lâzım
olan kolaylığın tamamlanmasındandır.
Cenab-ı Hakk buyurmuştur:

َ‫ﺎ ﻏَﻠﯿﻆ‬‫ﻦ اﻟّﻠﮫِ ﻟِ ْﻨﺖَ ﻟَﮭُﻢْ َوﻟَﻮْ ُﻛ ْﻨﺖَ ﻓَﻈ‬


َ ِ‫َﻓﺒِﻤَﺎ رَﺣْ َﻤﺔٍ ﻣ‬
ْ‫ﺳﺘَﻐْﻔِﺮْ ﻟَﮭُﻢ‬
ْ ‫ﻋﻨْﮭُﻢْ وَا‬
َ ُ‫ﻋﻒ‬ ْ ‫اﻟْ َﻘ ْﻠﺐِ ﻟَﺎﻧْ َﻔﻀﱡﻮا ﻣِﻦْ ﺣَ ْﻮﻟِﻚَ ﻓَﺎ‬
‫ﻋﻠَﻰ اﻟّﻠﮫِ اِنﱠ‬ َ ْ‫وَﺷَﺎوِ ْرھُﻢْ ﻓِﻰ اﻟْﺎَﻣْﺮِ ﻓَﺎِذَا ﻋَﺰَ ْﻣﺖَ َﻓﺘَﻮَﻛﱠﻞ‬
َ‫ﺐ اﻟْ ُﻤﺘَﻮَﻛﱢﻠﯿﻦ‬
‫ﺤ ﱡ‬
ِ ُ‫اﻟّﻠﮫَ ﯾ‬
“O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak
davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç
şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları
affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış.
Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven.
Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” 182

180
Hadîs Hâkim
181
Hadîs Müslim
182
Ali İmran Suresi, Ayet 159
- 152 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Rivayet ediliyor ki: Allah’ın Rasûlü (s.a.v), nezdinde
oturan herkese mübarek yüzünden bir nasip veriyordu.183
Rasûlullah’a kulak veren herkes zannederdi ki,
Rasûlullah’ın nezdinde kendisinden daha faziletli bir kimse
yoktur. Hatta Rasûlullah’ın meclisi, dinlenmesi, konuşması,
zarif soruları ve teveccühü kendisinin yanında oturan zâta
oluyordu. Habibullah’ın meclisi haya, tevazû ve emanet
meclisiydi. Rasûlullah, arkadaşlarının yüzüne gülüp
tebessüm etmek bakımından arkadaşlarının konuştuklarına
kulak vermek ve onları benimsemek yönünden insanların
en üstünü idi. Ashab-ı kiram, Rasûlullah’ın nezdindeki
tebessümleri sevgiden ibaretti. Bu hususta Rasûlullah’a
uymakta, ona tazim ve hürmette azami derecede gayret
ederlerdi.
Arkadaşlarının konuşmasına kulak verip onun
kelimelerinden sürurlanıp ve tasdik edecek şekilde onu
dinleyip konuşmasından memnuniyetini izhar etmelisin.
Onların konuşmasını mücadele ve itiraz etmek suretiyle
kesmemelisin. Eğer konuştukları esnada senin acil bir işin
baş gösterirse onlardan özür dileyerek konuşmalarını
kesebilirsin. Onlardan hoş görmediklerini dinlemekten
kulağını tıkamalısın. Arkadaşlarının arkasında yürüyen bir
kimsenin yürüyüşü ile yürümemelidir. Arkadaşlar kendisini
ne kadar öne verirlerse, o kadar öne geçmeli, kendisini ne
kadar yaklaştırırlarsa o kadar yaklaşmalı, arkadaşları
geldiğinde, onlara hürmet etmeli, ancak onlar oturduğu
zaman o da mütevazi bir şekilde oturmalıdır. İttihad
tahakkuk ettiği zaman, bu hakların bir takımı hafifleşir.
Arkadaşın önünde ayağa kalkmak, arkadaştan özür dilemek
ve arkadaşı övmek gibi. Çünkü bütün bunlar sohbetin
haklarındandır. Bunların zımnında bir nevi yabancılık ve

183
Tirmizi
- 153 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
külfet vardır. İttihad ve beraberlik tahakkuk ettiği zaman
külfet tamamen ortadan kalkar. Kendi nefsini yürüttüğü
gibi ancak arkadaşını yürütür. Çünkü bu zahiri edebler,
batın edeblerinin ve kalbin temizliğinin alametlerindendir.
Ne zaman ki, kalbler tasfiyeye kavuşursa artık
içindekilerinin izharı için tekellüf göstermeğe ihtiyaç
kalmaz. Bakışı halkın sohbetine doğru olan bir kimse,
bazen eğri bazende doğru hareket eder. Fakat Halık’a doğru
olan bakış sahibi zahir ve bâtında istikametten ayrılmaz. İç
alemini Allah’ın sevgisi ve ondan ötürü halkın sevgisiyle
süsler. Zahirini de Allah için ibadet, halk için hizmetle
süslendirir. Böyle yapmak Allah için yapılan hizmet
nevilerinin en alâsıdır. Zira bunlara ancak güzel ahlak ile
yetişilebilir. Kişi güzel ahlakıyla gece ibadet, gündüz oruç
tutan ve daha fazlasını yapan salihler derecesine yükselir.

- 154 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
KARDEŞLİĞİN FAZİLETİ

Bil ki, ülfet, muhabbet ve sevgi güzel ahlâkın


meyvesidir. Ayrılmak ise kötü ahlâkın semeresidir. O halde
güzel ahlâk, ulfet, muhabbet ve sevgi, anlaşma ve
birleşmeye vesile olur. Kötü ahlâkın neticesinde, fitne fesat
ve huzursuzluk zuhur eder. Ne zaman ki kök(soy) güzel ise
meyvesi de güzel ve tatlı olur.
Peygamber Efendimiz (s.a.v)’de: “İnsanların cennete
girmesine vesile olan takva ve güzel ahlâktır,”
buyurmuştur.184
Üsame bin Şureyk der ki: “Allah’ın Resulünden sordum:
İnsanoğluna verilen şeylerin en hayırlısı nedir? Allah’ın
Rasulü (s.a.v) “Güzel Ahlâktır” buyurdu.185
Başka bir hadis-i şerif: “Güzel ahlâkı tamamlamak için
gönderildim”186
Başka hadis-i şerifte ise şöyle denilmiştir: “İnsanoğlunun
terazisine konan en ağır şey güzel ahlaktır”187
Başka bir hadis-i şerif: “Ey Ebû Hureyre! Güzel ahlâka
yapış ve ondan ayrılma. Ebû Hüreyre (r.a): Ey Allah’ın
Rasulü güzel ahlâk nedir? Rasulullah (s.a.v): Sen sıla-i
rahmini kesen bir kimsenin sıla-i rahmini kesmeyeceksin,
sana zulm edeni affedeceksin, seni mahrum edip
vermeyene vereceksin.”188

184
Hadîs, Tirmizi, Hakim
185
Hadîs, İbni Mace
186
Hadîs, Ahmed b. Hanbel, Beyhakî ve Hakim
187
Hadîs Ebu Davud ve Tirmizi
188
Hadîs, Beyhakî. Şuabil- Îmanda

- 155 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
İyi ahlakın meyvesi, vahşetin ortadan kalkması, sevgi ve
dostluğun onun yerini almasıdır. Dal güzel oldukca verdiği
meyve de güzel olur. Nasıl böyle olmasın ki, ülfet ve
muhabbeti övmek hususunda çok hadisler rivayet
edilmiştir. Hele Allah için sevişenlerin arasındaki bağ, din
ve Allah sevgisi olursa bu husus hakkında kifayet eder
derecede âyet, hadis ve eserler varid olmuştur.
Cenab-ı Hak, ülfet nimeti ile halka büyük nimetini izhar
ederek buyurmuştur:

‫َوَاﱠﻟﻒَ َﺑﯿْﻦَ ُﻗﻠُﻮﺑِﮭِﻢْ ﻟَﻮْ َاﻧْﻔَ ْﻘﺖَ ﻣَﺎ ﻓِىﺎﻟْﺎَرْضِ ﺟَﻤﯿﻌًﺎ‬


ٌ‫ﻦ اﻟّﻠﮫَ َاﱠﻟﻒَ َﺑ ْﯿﻨَﮭُﻢْ ِاﱠﻧﮫُ ﻋَﺰﯾﺰ‬
‫ﻣَﺎ َاﻟﱠ ْﻔﺖَ َﺑﯿْﻦَ ُﻗﻠُﻮﺑِﮭِﻢْ وَﻟﻜِ ﱠ‬
ٌ‫ﺣَﻜﯿﻢ‬
“Ve (Allah), onların kalplerini birleştirmiştir. Sen
yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların
gönüllerini birleştiremezdin, fakat Allah onların aralarını
bulup kaynaştırdı. Çünkü O, mutlak galiptir, hikmet
sahibidir.”189
Başka bir âyeti celilede:

‫ﺤﺒْﻞِ اﻟّﻠﮫِ ﺟَﻤﯿﻌًﺎ َوﻟَﺎ ﺗَﻔَ ﱠﺮﻗُﻮا وَاذْﻛُﺮُوا‬ َ ِ‫ﻋ َﺘﺼِﻤُﻮا ﺑ‬ ْ ‫وَا‬
ْ‫ﺖ اﻟّﻠﮫِ ﻋََﻠﯿْﻜُﻢْ اِذْ ُﻛ ْﻨﺘُﻢْ اَﻋْﺪَاءً ﻓَﺎَﱠﻟﻒَ َﺑﯿْﻦَ ُﻗﻠُﻮﺑِﻜُﻢ‬ َ ‫ﻧِﻌْ َﻤ‬
َ‫ﺤﺘُﻢْ ِﺑﻨِﻌْﻤَﺘِﮫ اِﺧْﻮَاﻧًﺎ وَ ُﻛ ْﻨﺘُﻢْ ﻋَﻠﻰ ﺷَﻔَﺎ ﺣُﻔْ َﺮةٍ ﻣِﻦ‬ ْ َ‫ﺻﺒ‬
ْ ‫ﻓََﺎ‬
ْ‫اﻟﻨﱠﺎرِ ﻓََﺎﻧْﻘَﺬَﻛُﻢْ ِﻣﻨْﮭَﺎ ﻛَﺬﻟِﻚَ ُﯾ َﺒﯿﱢﻦُ اﻟّﻠﮫُ ﻟَﻜُ ْﻢ اﯾَﺎﺗِﮫ ﻟَ َﻌﻠﱠﻜُﻢ‬
َ‫ﺗَ ْﮭﺘَﺪُون‬

189
Enfal Sûresi, Âyet 63
- 156 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
“Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın;
parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani
siz birbirinize düşman kişileridiniz de O, gönüllerinizi
birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler
olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken
oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle
açıklar ki doğru yolu bulasınız.” 190
Allah’ın Rasulü başka bir hadis-i şerifinde şöyle
buyurdu: “Mü’min bir kimse sever ve sevilir. Sevmeyen ve
sevilmeyen bir kimsede ise hayır yoktur”.191
Diğer bir hadiste, dinde tahakkuk eden kardeşliğin
medh-ü senası şöyle yapılmaktadır: “Herhangi bir kimse ki,
Allah onun için hayır murad ederse ona salih bir dost nasib
eder. O unuttuğu zaman salih dostu ona hatırlatır ve ikaz
eder. Hatırladığı zaman yardımda bulunur”. 192
Başka bir hadis: “İki Müslüman kardeş buluştukları
zaman onların durumu tıpkı iki elin haline benzer. O ellerin
her biri diğerini yıkamaktadır. İki mü’min biraraya
geldiğinde muhakkak ki Cenab-ı Hak her birine
arkadaşından hayır nasip eder.”193
Bu söz üzerine Allah Rasûlünden ashab-ı kiram sordu:
“Ya Rasulallah, onların vasıflarını bize söyle (ki bizde
onlardan olmaya çalışalım). Rasulullah (s.a.v): Onlar Allah
yolunda sevişenler, Allah için bir arada oturanlar ve Allah
için biri diğerini ziyaret edenlerdir.194

190
Ali İmran Sûresi, Âyet 103
191
Hadîs, Ahmed b. Hanbel, Taberâni ve Hâkim
192
Hadîs, Ebu Dâvud
193
Hadîs, Deylemî Müsned
194
Hadîs, Nesei Sünen-i Kübra’da
- 157 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Başka bir hadis-i şerifte buyuruldu: “İki kimse Allah için
birbirlerini sevdikleri takdirde, arkadaşını en fazla seveni
Allah daha fazla sever”195
Allah yolunda kardeş olan iki kişiden birisinin makamı
diğerinin makamından daha yüksek olduğu zaman öbürü de
onunla beraber, onun makamına yükselir. Nasıl ki
zürriyetler ebeveynlerine (eğer dindar iseler) aile efradının
(dindarlık şartıyla) birisi diğerine iltihak ediyorsa, öylece
mertebece eksik olan kardeş mertebece yüksek olan
kardeşe iltihak eder. Çünkü Allah yolunda elde edilen
kardeşlik, doğum yoluyla gelenden az değildir.
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

‫وَاﻟﱠﺬﯾﻦَ ا َﻣﻨُﻮا وَاﱠﺗﺒَ َﻌﺘْﮭُﻢْ ذُرﱢﱠﯾﺘُﮭُﻢْ ﺑِﺎﯾﻤَﺎنٍ َاﻟْﺤَ ْﻘﻨَﺎ ﺑِﮭِ ْﻢ‬
ٍ‫ﻰءٍ ﻛُﻞﱡ اﻣْﺮِئ‬ ْ َ‫ذُ ﱢرﱠﯾﺘَﮭُﻢْ وَﻣَﺎ َاَﻟ ْﺘﻨَﺎھُﻢْ ﻣِﻦْ ﻋَ َﻤﻠِﮭِﻢْ ﻣِﻦْ ﺷ‬
ٌ‫ﺴﺐَ رَھﯿﻦ‬ َ َ‫ﺑِﻤَﺎ ﻛ‬
”İman eden ve soylarından gelenlerde, imanda
kendilerine tâbi olanlar (var ya)! İşte biz, onların
nesillerini de kendilerine kattık. Onların amellerinden de
bir şey eksiltmedik. Herkes kazandıklarına karşı bir
rehindir.”196
Cenab-ı Peygamber (s.a.v) de bir kutsî hadisinde:”
Muhakkakki Allah buyuruyor: Benim muhabbetim, benim
için birbirini ziyaret edene hak oldu. Benim için sevişenlere
benim muhabbetim hak oldu. Benim için yek diğerine
hediye verenlere muhabbetim gerekli oldu ve yine

195
Hadîs, İbni Hibban ve Hâkim
196
Tûr Sûresi, ayet: 21
- 158 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
muhabbetim, benim için birbiriyle yardımlaşanlara hak
oldu,” buyurdu.197
Allah kıyamet gününde şöyle der: Benim celâlim için
birbirini sevenler nerededirler. Bugün onları arşın
gölgesinde gölgelendiririm. Öyle bir gün ki gölgemden
başka gölge yoktur”. 198
Başka bir hadisde buyurulur ki: “Yedi sınıf insan vardır.
Allah onları arşın gölgesinden başka gölge bulunmadığı
günde arşın gölgesinde gölgelendirir.
1- Adaletle hükmeden devlet başkanı
2- Allah’a ibadet eden genç mü’min
3- Camiden çıktığı zaman camiye dönünceye kadar kalbi
cami ile bağlı bulunan kimse
4- Allah için toplanıp Allah için ayrılanlar
5- Tenha bir yerde Allah’ı zıkredip Allah korkusundan
ağlayan kişi
6- Soylu ve güzel bir kadın zinaya davet ettiğinde, “ben
Allah’dan korkuyorum” diye karşılık veren mü’min
7- Sadaka verdiğinde sol eli sağ elinin infak ettiğini
bilmeyecek kadar onu gizleyen kişi.”199
Başka bir hadis-i şerifte buyuruluyor: “Bir kişi Allah
yolunda başka bir kişiyi sevdiğinden ve onunla bir araya
gelip sohbet etmesini arzuladığından dolayı ziyaret ederse
arkasından bir melek kendisine şöyle seslenir: Sen güzel iş
yaptın, senin adımların da güzeldir ve Cennet te senin için
güzel oldu”.200

197
Ahmed b. Hanbel, Tirmizi
198
Müslim, Birr:38,Tirmizi, Zühd;53
199
Hadîs, Müslim, Buhâri
200
Hadîs,Tirmizi, İbni Mâce
- 159 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Başka bir hadis-i şerif: “Bir zat, Allah yolunda bulunan
bir kardeşini ziyaret etti. Cenab-ı Hak o zatın yolunda bir
meleği bekletti, melek ona: Nereye gidiyorsun? O: Filan
kardeşimi ziyarete etmeyi irade ediyorum dedi. Melek:
Onun yanında bir ihtiyacın mı vardır? O: Hayır, dedi.
Melek: Sana iyilik yaptığı için mi gidiyorsun? O: Hayır,
dedi. Melek: Ya niçin gidiyorsun? O: Ben onu Allah
yolunda seviyorum da ondan gidiyorum, dedi. Melek: -
Muhakkak Cenab-ı Hak beni sana gönderdi ve sana haber
veriyor ki, o ademi Allah için sevdiğinden Allah da seni
seviyor ve sana Cennet’i vacip kılmıştır”.201
Başka bir hadis-i şerifte: “İman kulpunun en kuvvetlisi
Allah yolunda sevmek ve Allah yolunda buğz etmektir”.202
İşte bunun için, kişinin Allah için buğz ettiği
düşmanlarının olması farzdır .Nitekim Allah için sevdiği
dost ve ihvanlarının olması farz olduğu gibi.
İsa (a.s) buyurdu: “Günahkârlara buğz etmek suretiyle
kendinizi Allah’a sevdiriniz. Onlardan uzak durmak
suretiyle Allah’a yaklaşınız. Allah’ın rızasını günahkârlara
kızmakta arayınız. Havariyyûn Hz. İsa’dan; Ey Allah’ın
emriyle gelen ruh! O halde biz kimlerle oturalım? diye
sordular. Hz. İsa:” Görünüşü size Allah’ı hatırlatan,
konuşması amelinizi artıran, ameli sizi ahirete daha fazla
iten bir kimseyle oturunuz,” buyurdu.
Geçmiş haberlerde rivayet ediliyor ki, Cenab-ı Hakk
kulu ve Peygamberi Musa (a.s)’ya şöyle vahyetti: Ey
İmran’ın oğlu! Uyanık ol! Nefsin için arkadaş ara. Her dost
ve arkadaş ki benim sevgim üzere sana yardımcı olmazsa
bil ki, o senin düşmanındır.”

201
Hadîs, Müslim
202
Ahmed B. Hanbel Müsned 4/216
- 160 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
ALLAH’IN PEYGAMBERİMİZİ
KUR’AN İLE EDEBLENDİRMESİ

Resûlullah (s.a.v) çokça yalvarır, çokça yakarır ve şöyle


güzel dua ederdi: “Ey Allah’ım! Benim yaradılışımı ve
ahlâkımı güzelleştir.” 203
Cenab-ı Hakk da onun duasını va’d-i ilahisini yerine
getirmek için kabul buyurdu. İşte va’di ilahisi:

َ‫ﺠﺐْ ﻟَﻜُﻢْ اِنﱠ اﻟﱠﺬﯾﻦ‬ ِ َ‫ﺳﺘ‬


ْ َ‫َوﻗَﺎلَ َرﺑﱡﻜُﻢُ ادْﻋُﻮﻧﻰ ا‬
َ‫ﺧﻠُﻮنَ ﺟَ َﮭﻨﱠﻢَ دَاﺧِﺮﯾﻦ‬ُ ْ‫ﺳﯿَﺪ‬
َ ‫ﻋﺒَﺎدَﺗﻰ‬
ِ ْ‫ﺴﺘَ ْﻜﺒِﺮُونَ ﻋَﻦ‬ ْ َ‫ﯾ‬
“Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim.
Çünkü bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar,
aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.”204
Cenab-ı Hak onun üzerine Kur’an’ı indirdi ve onu
Kur’an ile edeblendirdi. Zira onun ahlâkı Kur’an’dır.
Hişamın oğlu Said der ki: “Aişe validemizin huzuruna
girdim. Resulullahın ahlâkını kendisine sordum. Buyurdular:
“Sen Kur’an’ı okumuyor musun?” Ben: “Evet okuyorum.”
Aişe validemiz: “Rasulullahın ahlâkı Kur’andır,” buyurdular.
Ancak Kur’an onu şu âyetlerin benzerleriyle
edeblendirmiştir:
َ‫ﺧُﺬِ اﻟْﻌَﻔْﻮَ َواْﻣُﺮْ ﺑِﺎﻟْﻌُ ْﺮفِ َواَﻋْ ِﺮضْ ﻋَﻦِ اﻟْﺠَﺎھِﻠﯿﻦ‬
“(Resûlüm!) Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve
cahillerden yüz çevir.”205
203
A.Bin Hanbel, Müsned 1/404, 6/68-155
204
Gaafir Sûresi, ayet: 60
- 161 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
‫ن اﻟّﻠﮫَ ﯾَﺎْﻣُﺮُ ﺑِﺎﻟْﻌَﺪْلِ وَاﻟْﺎِﺣْﺴَﺎنِ وَاﯾﺘَﺎئِ ذِىﺎﻟْﻘُﺮْﺑﻰ‬ ‫اِ ﱠ‬
ْ‫ﻦ اﻟْﻔَﺤْﺸَﺎءِ وَاﻟْ ُﻤﻨْﻜَﺮِ وَا ْﻟﺒَﻐْﻰِ ﯾَﻌِﻈُﻜُﻢْ ﻟَ َﻌﻠﱠﻜُﻢ‬
ِ َ‫َو َﯾﻨْﮭﻰ ﻋ‬
َ‫ﺗَﺬَﻛﱠﺮُون‬
“Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım
etmeyi emreder; çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da
yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”206

ِ‫ﯾَﺎ ُﺑﻨَﻰﱠ اَﻗِﻢِ اﻟﺼﱠﻠﻮةَ َواْﻣُﺮْ ﺑِﺎﻟْﻤَﻌْﺮُوفِ وَا ْﻧﮫَ ﻋَﻦ‬


ِ‫ﺻﺒِﺮْ ﻋَﻠﻰ ﻣَﺎ َاﺻَﺎﺑَﻚَ اِنﱠ ذﻟِﻚَ ﻣِﻦْ ﻋَﺰْم‬ ْ ‫اﻟْ ُﻤﻨْﻜَﺮِ وَا‬
ِ‫اﻟْﺎُﻣُﻮر‬
“Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten
vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu
bunlar, azmedilmeye değer işlerdir.”207

َ ِ‫ﺻﺒَﺮَ وَﻏَﻔَﺮَ ِاﻧّﺬﻟِﻚَ ﻟَﻤِﻦْ ﻋَﺰْ ِم اﻟْﺎُﻣُﻮر‬


َ ْ‫َوﻟَﻤَﻦ‬
“Kim sabreder ve affederse şüphesiz bu hareketi,
yapılmaya değer işlerdendir.”208

ً‫ﺳ َﯿﺔ‬
ِ ‫َﻓﺒِﻤَﺎ ﻧَ ْﻘﻀِﮭِﻢْ ﻣﯿﺜَﺎﻗَﮭُﻢْ ﻟَ َﻌﻨﱠﺎھُﻢْ وَﺟَ َﻌ ْﻠﻨَﺎ ُﻗﻠُﻮﺑَﮭُﻢْ ﻗَﺎ‬
‫ﺎ ﻣِﻤﱠﺎ ذُﻛﱢﺮُوا‬‫ﺣﻈ‬ َ ‫ن اﻟْ َﻜﻠِﻢَ ﻋَﻦْ ﻣَﻮَاﺿِﻌِﮫ َوﻧَﺴُﻮا‬ َ ‫ﯾُﺤَ ﱢﺮﻓُﻮ‬

205
Araf Sûresi, Âyet 199
206
Nahl Sûresi, ayet; 90
207
Lokman Sûresi,Âyet 17
208
Şura Sûresi, Âyet 43
- 162 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
ْ‫ﺑِﮫ َوﻟَﺎﺗَﺰَالُ َﺗﻄﱠِﻠﻊُ ﻋَﻠﻰ ﺧَﺎﺋِ َﻨﺔٍ ِﻣﻨْﮭُﻢْ ِاﻟﱠﺎ ﻗَﻠﯿﻠًﺎ ِﻣﻨْﮭُﻢ‬
َ‫ﺐ اﻟْﻤُﺤْﺴِﻨﯿﻦ‬ ‫ﺤ ﱡ‬ ِ ُ‫ن اﻟّﻠﮫَ ﯾ‬ ‫ﻋﻨْﮭُﻢْ وَاﺻْﻔَﺢْ اِ ﱠ‬
َ ُ‫ﻋﻒ‬ ْ ‫ﻓَﺎ‬
“Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve
kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini
değiştirirler (kitaplarını tahrif ederler). Kendilerine
öğretilen ahkâmın (Tevrat'ın) önemli bir bölümünü de
unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir
hainlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme.
Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.”209
Başka bir âyet:

‫َوﻟَﺎ ﯾَ ْﺎﺗَﻞِ اُوﻟُﻮااﻟْ َﻔﻀْﻞِ ِﻣﻨْﻜُﻢْ وَاﻟﺴﱠ َﻌﺔِ اَنْ ﯾُﺆْﺗُﻮا اُوﻟِﻰ‬
ِ‫ﻞ اﻟّﻠﮫ‬
ِ ‫اﻟْﻘُﺮْﺑﻰ وَاﻟْﻤَﺴَﺎﻛﯿﻦَ وَاﻟْﻤُﮭَﺎﺟِﺮﯾﻦَ ﻓﻰ ﺳَﺒﯿ‬
ُ‫ﺤﺒﱡﻮنَ اَنْ ﯾَﻐْﻔِﺮَ اﻟّﻠﮫُ ﻟَﻜُﻢْ وَاﻟّﻠﮫ‬
ِ ُ‫َو ْﻟﯿَﻌْﻔُﻮا َوﻟْ َﯿﺼْﻔَﺤُﻮا َاﻟَﺎ ﺗ‬
ٌ‫ﻏَﻔُﻮرٌ رَﺣﯿﻢ‬
“İçinizden faziletli ve servet sahibi kimseler akrabaya,
yoksullara, Allah yolunda göç edenlere (mallarından)
vermeyeceklerine yemin etmesinler; bağışlasınlar; feragat
göstersinler. Allah'ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız?
Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.”210

َ‫ﺴﱢﯿ َﺌﺔُ اِ ْد َﻓﻊْ ﺑِﺎﻟﱠﺘﻰ ھِﻰ‬


‫ﺴﺘَﻮِى اﻟْﺤَﺴَ َﻨﺔُ َوﻟَﺎ اﻟ ﱠ‬ ْ َ‫َوﻟَﺎ ﺗ‬
ٌ‫اَﺣْﺴَﻦُ ﻓَﺎِذَا اﻟﱠﺬى ﺑَ ْﯿﻨَﻚَ َو َﺑﯿْ َﻨﮫُ ﻋَﺪَا َوةٌ ﻛَﺎَ ﱠﻧﮫُ َوﻟِﻰﱞ ﺣَﻤﯿﻢ‬

209
Maide Sûresi,Âyet 13
210
Nur Sûresi, Âyet 22
- 163 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
“İyilikle kötülük bir olmaz, Sen (kötülüğü) en güzel bir
şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan
kimse, sanki candan bir dost olur.”211

َ‫َاﻟﱠﺬﯾﻦَ ُﯾﻨْﻔِﻘُﻮنَ ﻓِﻰ اﻟﺴﱠﺮﱠاءِ وَاﻟﻀﱠﺮﱠاءِ وَاﻟْﻜَﺎﻇِﻤﯿﻦ‬


َ‫ﺐ اﻟْﻤُﺤْﺴِﻨﯿﻦ‬
‫ﺤ ﱡ‬
ِ ُ‫ﻦ اﻟﻨﱠﺎسِ وَاﻟّﻠﮫُ ﯾ‬
ِ َ‫اﻟْ َﻐ ْﯿﻆَ وَاﻟْﻌَﺎﻓﯿﻦَ ﻋ‬
“O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için
harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah
da güzel davranışta bulunanları sever.”212

‫ﺟ َﺘ ِﻨﺒُﻮا ﻛَﺜﯿﺮًا ﻣِﻦَ اﻟﻈﱠﻦﱢ اِنﱠ‬ ْ ‫ﯾَﺎ َاﯾﱡﮭَﺎ اﻟﱠﺬﯾﻦَ ا َﻣﻨُﻮا ا‬


ْ‫ﺾ اﻟﻈﱠﻦﱢ ِاﺛْﻢٌ َوﻟَﺎ ﺗَﺠَﺴﱠﺴُﻮا َوﻟَﺎ ﯾَ ْﻐ َﺘﺐْ ﺑَ ْﻌﻀُﻜُﻢ‬ َ ‫ﺑَ ْﻌ‬
‫ﺤﺐﱡ اَﺣَﺪُﻛُﻢْ اَنْ ﯾَﺎْﻛُﻞَ ﻟَﺤْﻢَ اَﺧﯿﮫِ ﻣَ ْﯿﺘًﺎ‬ ِ ُ‫ﺑَ ْﻌﻀًﺎ َاﯾ‬
ٌ‫ن اﻟّﻠﮫَ ﺗَﻮﱠابٌ رَﺣﯿﻢ‬ ‫ﻓَﻜَ ِﺮ ْھﺘُﻤُﻮهُ وَاﺗﱠﻘُﻮا اﻟّﻠﮫَ اِ ﱠ‬
“Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü
zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu
araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin.
Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte
bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz
Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.”213
Resulullahın, Uhud muharebesinde başı yaralandıkları
zaman mübarek yüzünün üzerine kan akmaktaydı. Bir
taraftan kanını silerken, diğer taraftan şöyle şikâyette
bulunuyordu: “Acaba peygamberlerinin yüzünü kana

211
Fussilet Sûresi, Âyet 34
212
Al-i İmran Sûresi, Âyet 134
213
Hucurat Sûresi, Âyet 12
- 164 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
boyayan bir kavim, nasıl felaha kavuşacaktır.? Halbuki o
peygamber kendilerini Rablerinin yoluna davet ediyor,
onun bütün yaptıkları bundan ibarettir”. 214
Bunun üzerine Cenab-ı Hak bir âyeti celilesini,
peygamberini bu sözden dolayı edeblendirmek için inzal
buyurdu.

ْ‫ﻋَﻠﯿْﮭِﻢْ اَوْ ﯾُﻌَ ﱢﺬﺑَﮭُﻢ‬


َ َ‫ﻰءٌ اَوْ َﯾﺘُﻮب‬
ْ َ‫ﻦ اﻟْﺎَﻣْﺮِ ﺷ‬
َ ِ‫َﻟ ْﯿﺲَ ﻟَﻚَ ﻣ‬
َ‫ﻓَِﺎﻧﱠﮭُﻢْ ﻇَﺎﻟِﻤُﻮن‬
“Ki bu işte senin yapacağın bir şey yoktur yahut
(müslüman olsunlar da) tevbelerini kabul etsin, ya da (ısrar
ederlerse) onlara azap etsin diye (Allah Bedir'de size
yardım etti). Çünkü onlar zalimdirler.”215
Bu gibi ilahi te’dibler, Kur’anda sayılmıyacak kadar
çoktur. Bu te’dip ve tezhibin ilk hedefi Hazret-i
Muhammeddir. Sonra ondan nur, bütün insanlık alemine
feyezan eder. Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerimle Peygamberini
edeblendirmişdir, o da Kur’anın adâbını kabul etmiş ve
onunla halkı edeblendirmiştir. Bu sırra binaen, peygamber-i
Zîşan buyuruyor: “Mekarimi ahlâkı (ahlâkın iyisini)
tamamlamak için gönderildim.”216
Bundan sonra Cenab-ı Peygamber; insanları güzel
edeblere ve ahlâka teşvik buyurdu. Sonra Cenab-ı Hak,
Habib-i Edibi Muhammed Mustafa’nın ahlâkı kemale
vardığı zaman onu medh-u sena ederek buyurdu:

ٍ‫َوِاﻧﱠﻚَ ﻟَﻌَﻠﻰ ﺧُُﻠﻖٍ ﻋَﻈﯿﻢ‬


214
Hadîs-i Müslim
215
Ali İmran Sûresi, Âyet 128
216
Muvatta, Hüsnü’l-hulk:8,İbn Hanbel,2/381
- 165 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
“Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.”217
Allah bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Şanı
yücedir. Kullarına vermiş olduğu nimetleri sayılmayacak
kadar çoktur. Sonra Cenab-ı Hakk’ın umumi lutfuna, büyük
faziletine dikkat et ki, nasıl veriyor ve verdiğini nasıl
övüyor. Peygamberi güzel ahlâk ile süsleyen o, sonra
lütfundan vermiş olduğu ahlâkı peygambere izafe ederek
buyurdu: “Muhakkak sen ahlâkça çok yüksektesin.” Sonra
Rasulullah halka belirtti ki: “Cenab-ı Hak, mekarimi ahlâkı
(ahlâkın iyisini) sever, ahlâkın düşüğüne buğz eder.”218
Hz.Ali (r.a) diyor ki: “Müslüman bir kişiye şaşıyorum
ki, Müslüman kardeşi bir ihtiyacı için kendisine geldiğinde
o ihtiyaç sahibine yardım etmek suretiyle kendini nasıl
hayrın ehli olarak görmüyor? İnsan yapacağı iyilikten
sevab beklemez ve yapmadığı takdirde herhangi azabdan
korkmaz bile. Yine de güzel ahlâka dayanarak iyilik etmesi
insanlık icabıdır. Çünkü böyle yapması kurtuluş yoluna
insanı iletir.”
Bunları söyledikten sonra Hz.Ali’ye zatın biri dedi ki:
“Sen bunun böyle olduğunu Rasulullahtan dinledin mi?”
Hz.Ali (r.a): “Evet ! dinledim!, hatta bundan daha
hayırlısını da dinledim. Şöyleki Rasulullah’a Tayy
kabilesinin esirleri getirildiği zaman, esirler arasında ayağa
kalkan bir cariye şöyle dedi: “Ya Muhammed! Ne olursun,
beni serbest bırak! Arab kabilelerine gülünç olmayayım,
çünkü ben kavmin efendisinin kızıyım, benim babam
himayesindeki insanları korur, esirleri bırakır, açları
doyurur, yemek yedirir, selamı yayar ve hiçbir ihtiyaç
sahibini mahrum çevirmezdi. Ben Hâtem-i Tai’nin
kızıyım”

217
Kalem Sûresi 4
218
Hakim, Tirmizi
- 166 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Bu sözleri işiten Rasulullah (s.a.v) şu karşılığı verdi: “Ey
cariye! Bu saydığın sıfatlar gerçekten mü’minin sıfatlarıdır.
Eğer senin baban Müslüman olsaydı biz ona rahmet
okuyacaktık. Ey ashabım! Cariyeyi serbest bırakınız !
Çünkü onun babası ahlâkların güzellerini seviyormuş,
Cenab-ı Hak da ahlâkların güzellerini sever.”
Bu esnada sahabilerden Niyar’ın oğlu Ebû Bürde ayağa
kalktı ve dedi ki: “Ey Allah’ın Resulu ! Demek Allah
ahlâkların güzelini sever.” Resulullah (s.a.v): “Benim
nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim, cennete
ancak ahlâkı güzel olan kimse girecektir.” 219
Güzel muaşeret, iyilik yapmak, yumuşaklık göstermek,
hayır ve hasenatta bulunmak, yemek yedirmek, selâmı
yaymak, müslüman hastayı ziyaret etmek, müslümanın
cenazesini teşyi etmek, her komşusuna güzel muamele
etmek, ihtiyar müslümana hürmet göstermek, yemeğe davet
edildiğinde icabet etmek ve bundan dolayı duada
bulunmak, müslümanı affetmek, insanların arasında ıslahat
yapmak, cömert olmak, şerefli olmak, müsamahalı olmak,
evvela selam vermek, öfkeyi yutmak, halkı affetmek,
İslâmın haram ettiği oyun ve batıllardan kaçınmak, haram
teganniden, lehv aletlerinin tamamından kaçınmak ve her
türlü telli aleti çalmaktan sakınmak, her hileli işten, gıybet,
yalan, cimrilik, başkasının arasını bozmak, başkasına
zahmet vermek, kovuculuk yapmak, müslümanların arasını
bozmak, sıla-i rahimi kesmek, kötü ahlâk, kibir, gurur,
gevezelik, fahiş konuşmak, müstehcen olmak, kindar
olmak, haset etmek, fal bakmak, zulüm, tecavüz ve
adaletsizlikten sakınmak, güzel ahlâk cümlesindendir.
Enes (r.a) der ki, Allah’ın Rasulü bizi her güzel nasihata
davet etti ve her güzel nasihatı bize emir buyurdu. Hiçbir

219
Hadîs Tirmizi
- 167 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
ayıp veya hile veya çirkinlik bırakmadı ki, bizi ondan
sakındırmasın ve onu bize yasaklamasın. Bütün bunların
yerine şu âyet yeter:

‫ن اﻟّﻠﮫَ ﯾَﺎْﻣُﺮُ ﺑِﺎﻟْﻌَﺪْلِ وَاﻟْﺎِﺣْﺴَﺎنِ وَاﯾﺘَﺎئِ ذِىﺎﻟْﻘُﺮْﺑﻰ‬ ‫اِ ﱠ‬


ْ‫ﻦ اﻟْﻔَﺤْﺸَﺎءِ وَاﻟْ ُﻤﻨْﻜَﺮِ وَا ْﻟﺒَﻐْﻰِ ﯾَﻌِﻈُﻜُﻢْ ﻟَ َﻌﻠﱠﻜُﻢ‬
ِ َ‫َو َﯾﻨْﮭﻰ ﻋ‬
َ‫ﺗَﺬَﻛﱠﺮُون‬
“Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım
etmeyi emreder; çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da
yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor”220
Muaz (r.a) der ki: Rasulullah (s.a.v) bana vasiyet ederek
buyurdu: “Ey Muaz, sana Allah’ın takvasını, doğru
söylemeyi, sözüne sahip olmayı, emaneti yerine getirmeyi,
hıyaneti terk etmeyi, komşuluk hakkını korumayı, yetime
rahmet etmeyi, yumuşak konuşmayı, selam vermeyi, güzel
amel de bulunmayı, dünyada tûl-i emeli kısaltmayı, imanın
eteğine yapışmayı, Kur’an’da anlayışlı olmayı, ahireti
sevmeyi, hesaptan kaçınmayı ve merhamette tevazuda
kanatları germeyi tavsiye ediyorum. Hâkime sövmekten
veya herhangi bir doğruyu yalanlamaktan veya herhangi bir
günahkara itaat etmekten, adil idareciye isyan etmekten
veya herhangi bir araziyi ifsad etmekten seni
sakındırıyorum.Sana her taşın, her ağacın, her toprağın
yanında Allah takvasını vasiyet ediyorum, her günah için
bir tevbe ihdas etmeni tavsiye ediyorum.”221
Birru teavun: Birr; pak tertemiz, günah işlemeyen,
amel-i sâlih yapan, in’am ve ihsan sahibi. Teavun ise,

220
Nahl Sûresi, Âyet 90
221
Hadîs Ebu Nuaym-beyhaki
- 168 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
hayırlı olan işlerde birbirine iyilikle muavenet edip
yardımlaşmaktır.
İşte böylece Cenab-ı Hak, kullarını edeblendirdi ve
onları ahlâkların güzellerine ve edeblerin iyilerine davet
etti.

- 169 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
HADÎSLERLE PEYGEMBER EFENDİMİZ’İN
GÜZEL AHLÂKI

Râvi diyor ki: “Allah’ın Resulü (s.a.v.), insanların en


halimi, en şeceatlısı,en adili, en afifi idi. Mübarek eli,
cariyesi olmayan veya nikâhında bulunmayan veya
mahremi olmayan hiç bir kadının eline değmemiştir.222
Rasulullah insanların en cömertiydi.223 O’nun yanında hiç
bir dinar ve hiç bir dirhem akşamlamazdı.224 Eğer onun
elinde fazla bıir mal olsa ve verecek bir kimseyi bulamazsa
ve gece de gelirse, onu muhtaç olan kimseye vermedikçe
evine gelmezdi.225 Cenab-ı Hakk’ın vermiş olduğu
nimetlerden ancak bir senelik nafakasını alırdı. Onu da
elindeki malın en kolayı olan hurma ve arpadan
alırdı,diğerlerini Allah yoluna harcardı. Kendisinden
herhangi bir şey istenildiği zaman muhakkak verirdi.226
Sonra senelik nafakasına döner, fakirleri nefsine tercih
ederdi. Hatta eline yeni birşey geçmezse senesi dolmazdan
evvel yeniden nafakaya muhtaç olurdu.227 Ayakkabılarını
pençeletirdi. Elbisesini yamalardı. Aile efradının
ihtiyacında hizmet yapardı.228 Onlarla beraber yemeklik et
doğrardı.229 Hayaca insanların en ilerisi idi. Mübarek

222
Hadîs, Ebû Şeyh, Müslim, Buhari, Tirmizi
223
Hadîs Taberani
224
Hadîs Ebû Davud
225
Hadîs, Müslim, Buahri
226
Hadîs, Tayalisi, Dâremi
227
Hadîs Tirmizi,Nesei, İbni Mace
228
Hadîs Ahmed
229
Hadîs Ahmed
- 170 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
gözünü hiç kimsenin yüzünde durdurmazdı.230 Gerek hür,
gerekse kölelerin davetine icabet ederdi.231 Bir yudum süt
veya bir tavşanın budu olsa dahi hediyeyi kabul eder ve
karşılık verirdi.232 Ve hediyeden yerdi. Fakat sadaka
yemezdi233 Bir cariyenin veya fakir bir kimsenin davetine
icabet etmekten geri kalmazdı234 Rabbinin ahkâmı için
kızardı. Fakat nefsi için kızmazdı235 Hakkı infaz ederdi.
Velevki, hakkı infaz etmek, onun nefsine veya ashabına
zarar getirse dahi... Kendisine müşriklerden, müşriklere
karşı yardım görmesi teklif edildiği zaman,
beraberindekilerin adedini çoğaltmak için bir tek insana
muhtaç olduğu halde bu teklifi kabul etmedi. Ve buyurdu:
“Ben hiç bir zaman Allah’a ortak koşan bir kimseden
yardım istemem.”236 Resûlullah bir ara açlıktan dolayı
karnının üzerine taş bağladı. Neyi hazır bulursa onu yer,
bulduğunu geri çevirmez, helal olan bir taamdan
sakınmazdı.237 Arka arkaya üç gün hiç bir zaman buğday
ekmeğinden doya doya yemiş değildi. Bu durumu, Allah’a
mülaki oluncaya kadar devam etmiştir. Bu durum,
fakirliğinden veya haşa cimriliğinden değil di. Başkalarını
nefsine tercih etmekli-ğinden ileri gelmekteydi.238 Velime
davetine icabet eder,239 hastaları ziyaret eder ve
cenazelerde bulunurdu. 240 Düşmanlarının arasında nöbetçisi

230
Hadîs,Buhâri, Müslim
231
Hadîs Tirmizi, İbni Mace, Hakim
232
Hadîs Buhâri
233
Hadîs Müslim, Buhâri
234
Hadîs Nesei, Hakim
235
Hadîs Tirmizi
236
Hadîs Müslim
237
Hadîs Müslim
238
Hadîs İbni Mace
239
Hadîs Taberani
240
Hadîs Tirmizi, İbni mace, Hakim
- 171 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
olmaksızın tek başına gezerdi.241 Tevazu bakımından
insanların en ilerisi idi. Sözü uzatmaksızın insanların en
beliği, güler yüzlülük yönünden insanların en güzeliydi.242
Dünya işlerinde onu korkutup ürkütecek hiç bir şey
yoktu.243 Bulduğunu giyerdi. Bazan Yemende imal edilen
bir kürk giyerdi. Bazan şemle tabir edilen bir elbise, bazen
yünden yapılmış bir cübbe giyerdi.244 Mübahlardan neyi
görürse onu giyerdi.245 Sağ elinin (bazan da ) sol elinin
serçe parmağına gümüş yüzük takardı. 246 Bir hayvana
bindiği zaman, bineğin terkisine kölesini veya başka bir
kimseyi alırdı.247 Eline geçen bineğe binerdi. Bazan ata,
bazan deveye, bazan kızıl bir katıra, bazan merkebe
binerdi. Bazan yayan, yalınayak, abasız, sarıksız ve
kalensüvesiz yürürdü.248 Medine’nin en uzak yerlerinde
olsa dahi hastaları ziyaret ederdi. Güzel kokuları severdi249
Kötü kokuları sevmezdi250 fakirlerle otururdu.251
252
Miskinlerle yemek yerdi. Ahlâkında fazilet ehli olan
kimselere ikramda bulunur, şeref ehliyle yakınlık peyda
eder, kendilerine ihsanda bulunurdu.253 Akrabalarına sılayı
rahim yapar, fakat onlardan daha üstün olan kimseye onları
tercih etmezdi.254 Hiç kimseye cefa vermezdi.255 Özür
241
Hadîs Taberani
242
Hadîs Dehhak
243
Hadîs Müslim, Buhâri
244
Hadîs Tirmizi
245
Hadîs Ahmed
246
Hadîs Buhâri
247
Hadîs Müslim, Buhâri
248
Hadîs Müslim
249
Hadîs Müslim, Buhâri
250
Hadîs Müslim, Buhâri
251
Hadîs Müslim, Buhâri
252
Hadîs Nesei
253
Hadîs Nesei
254
Hadîs Buhâri
255
Hadîs Tirmizi
- 172 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
dileyenin özürünü kabul ederdi.256 Şaka eder fakat hakikati
söylerdi.257 Kahkahasız gülerdi.258 Mübah oyunları görür,
yasaklamazdı.259
Rasulullah (s.a.v) konuşma bakımından insanların en
fasihi, kelam bakımından en tatlısı idi. Ve buyururdu ki:
“Cennettekiler orada Muhammed (a.s) lügatıyla
konuşurlar.260 Rasulullah az konuşurdu. Konuştuğu zaman
fazla uzatmazdı. Mübarek konuşması ipe dizilmiş inci
taneleri gibi intizamlıydı.261 Aişe Validemiz. (r.a) der
ki:“Sizin arka arkaya sürekli konuştuğunuz gibi Resûlullah
konuşmasında arka arkaya konuşmazdı. Onun konuşması
azdı. Siz ise kelamları konuştukça konuşuyorsunuz.262
Ashab-ı Kiram derler ki:“Resûlullah herkesden daha veciz
konuşur ve Cebrail (a.s) böyle konuşmayı ona Allah
tarafından getirmişdi. Fakat vecizlikle beraber istediği
bütün manaları konuşmasına sığdırırdı.263 Kelimelerin
manalarını derleyici konuşmalar yapardı.264 Gür sesliydi.
Nağme bakımından insanların en güzeliydi.265 Uzun zaman
sükût eder, ancak ihtiyaç anında konuşurdu.266 Münkeri
(kötü sözü) söylemezdi. İster normal anında ister öfkeli
anında olsun, hak sözden başkasını konuşmazdı.267 İyiliğin
gayrisini konuşan bir kimseden yüz çevirirdi.268 Kerih

256
Hadîs Hakim
257
Hadîs Ebu Davud, Tirmizi
258
Hadîs ahmed
259
Hadîs müslim, Buhâri
260
Hadîs Taberani
261
Hadîs Hâkim
262
Hadîs Taberani
263
Hadîs Müslim, Buhâri
264
Hadîs Dare Kutni
265
Hadîs Tirmizi, Nesei
266
Hadîs Tirmizi
267
Hadîs Ebu Davud
268
Hadîs Tirmizi
- 173 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
gördüğü nesneleri konuşmak mecburiyetinde kaldığı
takdirde kinaye yoluyla tabir ederdi. 269 Sustuğu zaman
yanında oturanlar konuşmaya başlardı. Yanında münakaşa
olmazdı.270 Ciddiyet ve nasihatla vaaz ederdi. 271 Bazı
zamanda mübarek ön dişleri görününceye kadar tebessüm
ederdi.272 Resûlullah (s.a.v) sarığın altında takke giydiği
gibi bazan da sarıksız takke giyerdi.273 Bazan da külahını
başından çıkarır, önünde sütre yapar, öylece namaza
kalkardı. Bazan da başında sarığı olmadığı takdirde
mübarek başına ve alnına mendilimsi bir şey bağlardı.274
Allah’ın Resûlu (s.a.v) insanların en cömertiydi.275
Mübarek ramazanda esen rüzgar gibiydi. Hiç bir şeyi
yanında tutmazdı. Hazret-i Ali, Resûlullah’ı
vasıflandırırken şöyle derdi. Vermek bakımından insanların
en cömerti, huzur bakımından da insanların en genişi, lisan
yönünden insanların en doğrusu, sözüne sahip çıkmak
yönünden insanların en sadığı, tabiatça insanların en
yumuşağı ve muaşeretçe insanların en şereflisi idi. İlk
olarak kendilerini gören, heybetinden korkardı. Onunla
marifet yönünden ihtilat eden onu severdi. 276 Resûlullah’ı
öven der ki: “Ne ondan evvel ne de ondan sonra, ona
benzer kimseyi görmedim. İslâmiyete muhalif olmaksızın
kendisinden istenilen şeyi mutlaka verirdi.277 Bir gün birisi
Resûlullah’a gelip ihtiyacını arz etti ve ondan birşeyler
istedi. Resûlullah da ona iki dağ arasını dolduracak bir

269
Hadîs Buhâri
270
Hadîs Tirmizi
271
Hadîs Müslim
272
Hadîs Müslim, Buhâri
273
Hadîs Müslim, Buhâri Enes’den
274
Hadîs Buhâri
275
Hadîs Müslim, Buhâri
276
Hadîs Tirmizi
277
Hadîs Müslim, Buhâri
- 174 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
koyun sürüsü bağışladı. O zat, kavminin yanına dönünce
onlara dedi ki: Teslim olunuz! Çünkü Muhammed fakr-u
zaruretden korkmayan bir kişinin cömertliğiyle veriyor.
Resûlullah’dan hiç bir şey yoktur ki, istensin de Resûlullah
da hayır desin.278
Resulullaha bir ara doksan bin dirhem ganimet getirildi.
Onu bir hasırın üzerine döktü, sonra kalkıp fakir ve
fukaraya taksim etti. Her gelip isteyeni boş çevirmedi. Ta
ki doksan bini bitirinceye kadar... Bir kişi gelip
Resulullahtan bir şeyler istedi. Buyurdu ki: Benim
nezdimde bir şey kalmadı. Fakat git, benim adıma borç et.
Eğer bir şeyler gelirse onu öderiz. Bu manzara karşısında
Hazret-i Ömer: Ey Allahın Resulü! Senin güç
yetiremediğini Allah sana yüklememiştir, dedi. Bu söz
karşısında, gelen kişi (Resulullah’a) şöyle dedi: Ey Allahın
Resulu! Allah yolunda infak et. Arşın sahibi olan Cenab-ı
Hak’kın seni fakir bırakacağından korkma. Bu söz üzerine
Resulullah tebessüm etti ve mübarek yüzünde sevgi
alametleri belirdi.279 Mekke’de Kureyşliler kendisinden
peygamberliğine dair bir alamet (mucize) istediği zaman,
parmağıyla işaret edince ay ikiye ayrıldı.280 Allah
Resulünün parmakları arasından su akmıştır. Askerler
susamış oldukları halde o mübarek sudan içtiler., bütün
ordu ondan aynı zamanda abdest de aldı, yine de su
bitmedi.281 İçinde su bulunmayan Tebük pınarına ve başka
bir zamanda da Hudeybiye kuyusuna Allah Resulünün
abdest suyu döküldü. İkisi de kaynayarak doldular. Bin
kişilik ordu kana kana Tebük çeşmesinden içti. Hudeybiye
kuyusundan ise, bin beş yüz kişilik bir ordu kana kana

278
Hadîs Müslim, Buhâri
279
Hadîs Buhâri
280
Hadîs Müslim, Buhâri
281
Hadîs Buhâri ve Müslim
- 175 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
içmiştir. Halbuki bu hadiseden önce Hudeybiye kuyusunda
su denen bir şey yoktu.282 Allahın Resulu (s.a.v) Hattabın
oğlu Ömer (r.a) ya dörtyüz süvariye bir devenin çökerek
işgal ettiği yer kadar bir yer tutan hurma yığınından azık
vermesini emir verdi. Hazreti Ömer, dörtyüz süvarisinin
hepsine azık verdiği halde hurmalar yine de bitmedi.283
Allah Resulü (s.a.v) bir avuç toprak alarak kocaman bir
düşman ordusunun gözüne serpti. Hepsinin gözüne
(Peygamberin bir mucizesi olarak) toprak giriverdi ve
gözleri görmez oldu. Kur’an bu hadiseyi bir âyet-i
celilesinde şöyle beyan buyurmaktadır:

َ‫َﻓﻠَﻢْ ﺗَ ْﻘُﺘﻠُﻮھُﻢْ وَﻟﻜِﻦﱠ اﻟّﻠﮫَ َﻗ َﺘﻠَﮭُﻢْ وَﻣَﺎ رَ َﻣ ْﯿﺖَ اِذْ رَ َﻣ ْﯿﺖ‬


‫ﺴﻨًﺎ اِنﱠ‬
َ َ‫ﻦ اﻟّﻠﮫَ رَﻣﻰ َوِﻟُﯿ ْﺒﻠِﻰَ اﻟْﻤُﺆْﻣِﻨﯿﻦَ ِﻣ ْﻨﮫُ َﺑﻠَﺎءً ﺣ‬ ‫وَﻟﻜِ ﱠ‬
ٌ‫اﻟّﻠﮫَ ﺳَﻤﯿﻊٌ ﻋَﻠﯿﻢ‬
“(Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü
onları; attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı
(onu). Ve bunu, mü’minleri güzel bir imtihanla denemek
için (yaptı). Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.”284
Cenab-ı Hak peygamber-i zişanı Muhammed
Aleyhisselamı göndermek suretiyle kehanet iptal olunup
sona erdi ve ortadan kalktı.285 Allahın Resulü kendisine
mimber yapıldığı zaman hutbe okumak için mimbere çıktı.
Daha önce sırtını dayayıp hutbe okuduğu hurma kütüğü
inledi, öyle ki ; Ashab-ı Kiramın hepsi deve sesine benzer

282
Hadîs Müslim
283
Hadîs Ahmed
284
Enfal Sûresi, Âyet 17
285
Hadîs El-Haraiti
- 176 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
bir inleyişi kütükten işittiler. Bunun üzerine Allahın Resulü
gelip kütüğü okşadı ve böylece sükûnet buldu.286
Bir mü’minin mertebe-i kemali din ve şeriat adâbına
ittiba ve riayeti kadardır. Ahsen-i takvim üzere, akıl, irfan
gibi nimetlerle bezenmiş olduğu halde her bakımdan
mükemmel olarak yaratılan biz insanlar,nereden
geldiğimizi, niçin geldiğimizi, yaratılışımızdaki hikmetin
ne olduğunu ve kimin huzuruna varacağımız düşünür, ebedi
saadet ve sermedi tecelliyata nail olmaklığımız için Resül-u
Kibriyaya ittiba edersek, rıza-ı Bariyi tahsil ile
umduğumuza mazhar ve korktuğumuzdan emin olarak
Rabbımıza kavuşuruz.

286
Hadîs Buhâri
- 177 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
İHVAN-I DİNE NASİHAT

Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur:

‫ِاﻧﱠﻤَﺎ اﻟْﻤُﺆْ ِﻣﻨُﻮنَ اِﺧْ َﻮةٌ ﻓََﺎﺻْﻠِﺤُﻮا َﺑﯿْﻦَ اَﺧَ َﻮﯾْﻜُﻢْ وَاﺗﱠﻘُﻮا‬
َ‫اﻟّﻠﮫَ ﻟَ َﻌﻠﱠﻜُﻢْ ﺗُﺮْﺣَﻤُﻮن‬
“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin
arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz.”287
Gerçekten mü’minler bir köke, bir asla bağlıdırlar ki, o
da ebedi saadet hayatını tahakkuk ettiren imandır.
Mü’minlerin haklarını korumak ve menfaatlerini
gözetmekteki din kardeşliğinizi, Allah’tan korkarak yapın.
Kardeşlik olan yerde, şefkat, muhabbet ve merhamet vardır.
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

ٍ‫وَاﻟْﻤُﺆْ ِﻣﻨُﻮنَ وَاﻟْﻤُﺆْ ِﻣﻨَﺎتُ ﺑَ ْﻌﻀُ ُﮭﻢْ اَ ْوﻟِﯿَﺎءُ ﺑَ ْﻌﺾ‬


“Mü’min erkeklerle mü’min kadınlar da birbirlerinin
velileridir...”288
Yani mü’minler tevhidde birleşmek suretiyle hem dünya
hem de âhiret işlerinde birbirlerinin yardımcılarıdır.
Şüphesiz ki dinî bağlılık, temeli toprak olan ailevi
akrabalıktan daha kuvvetlidir.
İslam’da karabet (akrabalık) üç şekilde tahakkuk eder.

287
Sure-i Hucûrat, Âyet 10
288
Tevbe Sûresi, Âyet 71
- 178 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
1- Din karabeti
2- Kan karabeti
3- Sıhriyet karabeti
Kan karabeti baba tarafına taalluk eder. Sıhriyet karabeti
ise, aile tarafına taalluk eder. Eğer iki tarafta dinen bağlılık
yoksa bunların her ikisi de izafîdir, kabire kadardır,
kabirden öteye gidemez. Amma din karabetine gelince yani
iman kardeşliği; ulvîdir, kutsidir, melekidir, imani ve
islamidir. Hayatta, mematta, haşirde ve neşirde daimidir.
Din karabeti yani dinen akrabalık diğer iki akrabalığın
fevkindedir. Kan karabeti ve sıhriyyet karabetiyle yakın
olan kişiler birbirlerine din karabetiyle de bağlıysa nûrun
alâ nurdur.
Cenâb-ı Hakk sadıklarla beraber olmayı şu emr-i
ilâhisiyle ferman buyurur:

َ‫ﯾَﺎ َاﯾﱡﮭَﺎ اﻟﱠﺬﯾﻦَ ا َﻣﻨُﻮا اﺗﱠﻘُﻮا اﻟّﻠﮫَ وَﻛُﻮﻧُﻮا َﻣﻊَ اﻟﺼﱠﺎدِﻗﯿﻦ‬


“Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sadıklarla
beraber olun.”289
Peygamber-i Zîşan (s.a.v) Efendimiz ise: Allah için
salihleri sevmek ve Allah için fasıklara buğz etmek farzdır. 290
Kur’an-ı Kerim; sadık bir dosttan mahrum kalmanın
hüzün ve hüsranını da şu âyet-i kerimede ne kadar açık
olarak beyan buyurur:
ٍ‫( َوﻟَﺎ ﺻَﺪﯾﻖٍ ﺣَﻤﯿﻢ‬100) َ‫ﻓَﻤَﺎ َﻟﻨَﺎ ﻣِﻦْ ﺷَﺎﻓِﻌﯿﻦ‬
“Şimdi artık bizim ne şefaatçilerimiz var. Ne de yakın
bir dostumuz.”291

289
Tevbe Sûresi, Âyet 119
290
Buhari İman:1
291
Şuarâ Sûresi, Ayet 100-101
- 179 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Allah için sadık bir dost kazanmak hem dünya, hem de
ahiret için mühim ve elzemdir. Tefsirlerin beyanına göre
kıyamet gününde hasenesi ve seyyiesi eşit (müsavi) olan bir
mü’min huzûr-u ilâhiye celb edilir. Allah (c.c): “Kulum bir
hasene getir de seni cennetime koyayım,” buyurur. Kul da
kederli bir halde anasına, babasına, kardeşlerine, gider ve
halini arzeder. Her kime gittiyse; benim de bir haseneye
ihtiyacım var, ne olacağım belli değil, derler ve vermezler.
Bir haseneye ihtiyacı olan kul kederli bir halde huzûr-u
ilâhiye celbedilir. Allah (c.c) bildiği halde sorar: Ne oldu
kulum, bir hasene vermediler mi. Kul da vermediler yâ
Rabbenâ der. O zaman; “ey kulum benim için dünyada
sadık bir dost kazanmadın mı, ona git” buyurur. Kul da
senin için sâdık bir dostum vardı ya Rabbenâ der. Bir
haseneye ihtiyacı olan kul gider, dünyada iken Allah için
dost olduğu kardeşini mahşerde bulur ve hâlini arzeder.
O’da, ey kardeşim bugün benim de ne olacağım belli değil,
madem ki sen bir haseneyle kurtulacaksın verdim, tek sen
kurtul der. Haseneyi aldıktan sonra Allah (c.c) kulunu
tekrar huzûr-u ilâhiyesine celb eder. Bildiği halde sorar, ne
oldu yâ kulum, o da mesrur bir halde, ya Rabbenâ kardeşim
bana merhamet etti de bir hasene verdi, der. Cenab-ı Hakk
celle ve âlâ hazretleri bugün fezerü’l ekber günüdür, kul
olduğu halde o sana merhamet edip acıyor, ben
erhamerrâhimîn olan Allah azîmuşşanım, seni de onu da
affettim, girin cennetime, buyurur.
Peygamberimiz (s.a.v), sadık dostun önemini şöyle
beyan buyurur:
Salih ihvana kardeş olmak, insanın saadet
alametindendir.292

292
Münavi-Künüzü’l Hakâik
- 180 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Ey ihvan-ı din, malumunuz olsun ki, islam kardeşliği
tüm kardeşliklerin fevkindedir.
Peygamberlerden sonra en faziletli insan olan Hz. Ebû
Bekir Sıddik (r.a) Efendimize Hz. Ali kerremallahuveçhe
Efendimiz sordu:“Her zaman bize tekaddüm ediyorsunuz
bu üstün fazileti kazanmanıza sebep nelerdir? Ebu Bekir
Sıddik (r.a) buyurdu ki:
1) İnsanları iki kısım gördüm bir kısmı dünya’ya talib
diğer bir kısmı da ahiret’e talib ben ise mevla’ya talibim.
2) Müslüman olduğum günden beri doyasıya yemek
yemedim. Marifetullah (Allah’ı bilmek) zevki bana dünya
taâmından daha lezzetli geldi.
3) Müslüman olduğum günden beri kanasıya su ve şerbet
içmedim. Muhabbetullah (Allah’ı sevmek) zevki bana
dünya şerbetlerinden daha lezzetli geldi.
4) Müslüman olduğum günden beri dünya ve ahiret
işleriyle karşılaştığım zaman dünyayı terkedip hep ahiret
amellerini tercih ettim.
5) Rasûlullah (s.a.v)’e mülazemet ettim. Onunla velevki
gârı sevr (sevr mağrası)’de dahi olsa herzaman beraber olup
feyz aldım.
Ey ihvânı din! Mâlumun olsun ki hazreti Ebû Bekir
Efendimizin yukarıda zikr ettiğimiz az yiyip içmesi yirmi-
otuz gün değil bir ömür boyu devam etmiştir. Hicaz
beldesinin sıcak günlerinde böyle yapması nefis terbiyesine
ne kadar itina ettiğini göstermektedir. Bu ne sabır! Hele
tasaddukda yiyeceğinin birini yiyor ikisini infak ediyordu.
Dine hizmet etmek ancak ve ancak bütün İslâm
alemindeki müslümanların aynı gaye etrafında birleşip aynı
duygularla Ümmet-i İslâm’ı ve şeriatlarını her türlü
tehlikeden korumak ve zafere ulaştırmakla mümkündür.
Müslümanlar kendi aralarında Allahu Teâlânın emrettiği
- 181 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
şekilde birleşmiyor ve Allah’ın gösterdiği yolun haricinde
bir yol takip ediyorlarsa, Allah muhafaza buyursun zilletin
çukuruna yuvarlanmış demektir. Bu takdirde dinlerinin
düşmanlarına boyun eğmek, onların kabzasına düşmek ve
istibdatları altında yaşamak mecburiyetinde kalırlar.
Hazreti Ömer (r.a) şöyle buyuruyor.
“Gece kaim, gündüz saim olan, malını mülkünü
tasadduk eden ve harplerde kahramanca çarpışan bir kimse,
eğer sevdiğini Allah için sevmiyor ve buğz ettiğine de
Allah için buğz etmiyor ise, yaptıklarından hiç bir fayda
göremez.
Hadisi Şerifte:
“Sizden herhangi biriniz şahsı için arzuladıklarını
mü’min kardeşleri için de arzulamadıkca, iman etmiş
olamaz.” buyurulmuştur.293
Yine bir hadisi şerifte:
“Allah için sevmek ve Allah için buğz etmek imandan
bir cüzdür.”294
Şu halde şer-i şerif’e uygun şekilde birbirlerine
acımak,birbirlerini sevmek, birbirleriyle yardımlaşmak,
İslâmiyetin haklarını korumak, ve İslâm dinini insanlara
tebliğ etmek, bütün müslümanların üzerine vacipdir.Ve bu
bakımdan mü’minler tek vücûd gibidirler.
Nefsimi yed-i kudretinde tutan Cenab-ı Allah’a yemin
ederim ki, iman etmedikçe Cennete giremezsiniz. Ve
birbirlerinizi sevmedikce (Kâmil) mü’min olamazsınız.
Size bir şey söyleyeyim mi, onu yaptığınız takdirde
sevişirsiniz! Aranızda selamı yayınız, buyuruluyor.295

293
Hadis Tirmizi, Kıyame:59., Buhari, İman:7,Müslim, İman:71
294
Hadis, Ebû Dâvud
295
Müslim, İman:93,Ebu Davud, Edep:131,Tirmizi, İstizan:1
- 182 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Peygamberimiz sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem
Efendimiz, bizleri diğer taraftan Allahu Teâlâ ve Tekaddes
Hazretlerinin şu hadis-i kudsileriyle müjdeliyor:
Benim için sevişenlere, benim için ziyaretleşenlere,
benim için birbirlerine ikramda bulunanlara ve benim için
birbirlerine itimad edip dost olanlara, benim de
muhabbetim tahakkuk etmiştir.296
Allah-u Teala şöyle buyurdu:

َ‫ﺻﻠِﺤُﻮا ذَاتَ َﺑ ْﯿﻨِﻜُﻢْ َواَﻃﯿﻌُﻮااﻟّﻠﮫ‬ْ َ‫ﻓَﺎﺗﱠﻘُﻮا اﻟّﻠﮫَ َوا‬


َ‫وَرَﺳُﻮَﻟﮫُ اِنْ ُﻛ ْﻨﺘُﻢْ ﻣُﺆْﻣِﻨﯿﻦ‬
“...O halde siz (gerçek) mü’minler iseniz Allah'tan
korkun, aranızı düzeltin, Allah ve Resûlüne itaat edin.”297
Yani; Allah’tan korkun ve Allah’ın gadabını celb edecek
anlaşmazlıklardan sakınarak, aranızdaki hoşnutsuzlukları
izale edin.
Birbirinize muhalefet ettiğiniz takdirde elbetteki
aranızda anlaşmazlık ve mücadele zuhûr edecek ve maksat
hasıl olmayacaktır.
Peygamber (s.a.v) Efendimiz buyuruyor ki: “Birbirinize
hased etmeyiniz, birbirinizi helâka sürüklemeyiniz,
birbirinize buğz etmeyiniz. Ey Allahın kulları kardeş
olun.”.298 Hakk Teâla Hazretleri şöyle buyuruyor:

َ‫ﺸﻠُﻮا َوﺗَ ْﺬ َھﺐ‬


َ ْ‫َواَﻃﯿﻌُﻮا اﻟّﻠﮫَ وَرَﺳُﻮَﻟﮫُ َوﻟَﺎ َﺗﻨَﺎزَﻋُﻮا َﻓﺘَﻔ‬
َ‫ﺻﺒِﺮُوا اِنﱠ اﻟّﻠﮫَ َﻣﻊَ اﻟﺼﱠﺎﺑِﺮﯾﻦ‬ ْ ‫رﯾﺤُﻜُﻢْ وَا‬
296
Hadîs, Tirmîzi
297
Enfal Sûresi, Âyet 1
298
Hadis, Buhâri, Edep:57,Müslim, Birr:24
- 183 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
“Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin;
sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de
sabredin. Çünkü 0 Allah sabredenlerle beraberdir.”299
Allah-u Teala, mü’minlerin kendi aralarında niza ve
ihtilâfa düşmelerini men etmekte, böyle bir tehlikenin
vukûunda şu iki neticenin zuhur edeceğini bildirmektedir.
1- Bu hâlin başarısızlık, zaaf, soğukluk ve korku husûle
getirmesi
2- Bu yüzden kuvvet ve azametin, şevket ve selâbetin
elden gitmesi
Şu halde, ancak kalbler ve gâyeler birleştiği zaman,
nusret ve selâmete ulaşıp, dilekler kemâliyle tahakkuk eder.
Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
“Kendisinde şu üç haslet bulunan kimse imanın lezzetini
tadar:
1- Allah-ü Teala Hazretleri ve Rasulullah (s.a.v)
kendisine herşeyden daha sevgili olması
2- Sevdiği kimseyi yalnız Allah için sevmesi
3- Allah’ın lütfuyle küfürden kurtulduktan sonra tekrar
küfre dönmeyi ateşe atılmak kadar kerih görmesidir.”300
Hak Teala Hazretleri mü’minlere şöyle buyurur:

ِ‫ﻋﻠَﻰ اﻟِْﺎﺛْﻢ‬َ ‫ﻋﻠَﻰ ا ْﻟﺒِﺮﱢ وَاﻟﺘﱠﻘْﻮى َوﻟَﺎ ﺗَﻌَﺎ َوﻧُﻮا‬ َ ‫َوﺗَﻌَﺎ َوﻧُﻮا‬
ِ‫وَاﻟْﻌُﺪْوَانِ وَاﺗﱠﻘُﻮا اﻟّﻠﮫَ اِنﱠ اﻟّﻠﮫَ ﺷَﺪﯾﺪُ اﻟْﻌِﻘَﺎب‬
...İyilik ve (Allah'ın yasaklarından) sakınma üzerinde
yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın.
Allah'tan korkun; çünkü Allah'ın cezası çetindir.301
299
Enfâl Sûresi, Âyet 46
300
Hadis, Buhâri
301
Mâide Sûresi, Ayet 2
- 184 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
İşte bunun içindir ki, Hak Teâlâ Hazretleri insanların
günde beş defa mescidlerde bir araya gelmelerini ve
haftada bir defa camide ve cumada toplanmalarını,senede
iki defa bayram münasebeti ile bir mekanda cem olmalarını
ve ömürlerinde bir defa hac vesilesiyle bütün beldelerden
gelip Beytullah’ın etrafında birleşip Arafatta hep birlikte
vakfeye durmalarını emretmiştir. Hak Teâlâ Hazretleri,
insanları Kur’an’a ve resulünun sünnetine ve din
kardeşliğinin ihya ettiği hakikatları korumak, söz ve kalp
birliği ile Muhammed ümmetinin bütün fertlerinin haklarını
emniyet altına almak suretiyle, kendisinin bilinmesi,
ubudiyetin tahakkuku ve rububiyet haklarının yerine
getirilmesi için yaratmıştır.
Böyle birbiriyle yardımlaşmak ve anlaşıp birleşmekteki
asıl gâye de budur.
Saadet-i Dâreyn: Mü’minin dâr-ı dünyadan, dâr-ı bakaya
kâmil imanla sefer etmesidir. İki cihan; dünya ve âhiret
saadetidir. Dünya saadeti, ibadet ve taatla, Allah’ın rızasını
kazanmak, surûr ve huzûra kavuşup, mesut ve bahtiyar
olmaktır. Ahiret saadeti ise büyük saadet, saadet-i
ebediyedir.
Dünya âhiretin ekin tarlasıdır. Dünyada ne ekersen,
âhirette onu biçersin. Dünya fanidir ama beka bu fanilikte
kazanılır. Bekanın tohumu faniliktedir. Faniyi fenaya
veren, bâkiyi de kaybeder.
Dünyanın maddesi fanî ise de, manası hayatiyeti bâkidir.
Cenâb-ı Hak, dünyayı da âhireti de mü’minler için halk
etmiştir.
Dünya mü’minler için imtihan mahallidir. Onlar ne
bahtiyar mü’minlerdir ki, bu dâr-ı fanî de, imtihan-ı ilâhîyi
kazanıp, saadet-i ebediyeye nail olmuşlardır.

- 185 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
Nitekim Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Keriminde şöyle
buyuruyor:
‫ﺧﺘَﺎ ُﻣﮫُ ﻣِﺴْﻚٌ وَﻓﻰ‬
ِ (25) ٍ‫ﺨﺘُﻮم‬ ْ َ‫ﯾُﺴْﻘَﻮْنَ ﻣِﻦْ رَﺣﯿﻖٍ ﻣ‬
َ‫ﺲ اﻟْﻤُ َﺘﻨَﺎﻓِﺴُﻮن‬
ِ َ‫ذﻟِﻚَ َﻓﻠْ َﯿ َﺘﻨَﺎﻓ‬
Kendilerine mühürlü hâlis bir içecek sunulur. Onun
içiminin sonunda misk kokusu vardır. İşte yarışanlar ancak
onda yarışsınlar.302
Peygamber-i Zîşân (s.a.v.) Efendimiz buyurmuşlardır ki:
“Dünya mü’minin cehennemi; kâfirin cennetidir.”303
Yani mü’min dünyada, ne kadar sayısız nimete gark
olsa, yine cennete nisbetle cehennemdedir. Bir kâfirde
dünyada, ne kadar belâ ve musibetlere dûçâr olsa,
cehenneme nisbetle cennettedir. Dünyada gayr-ı
müslimlerin görüp görecekleri, yiyip içmeleri, gezip
tozmaları, konuşup görüşmeleri, hep dünya içindir. Dünya
onlar için nefsanî arzularını tatmin edici bir eğlence
mahallidir. Âhirette ise, onlara, akılları durduracak, elîm bir
azab vardır.

Ey bâr-i hudâ bi hakkı hestî


Şeş çîz me râ meded firistî
İman û emân tendürüstî
İlm û amel û ferah-i destî

ALLAH’ım! Varlığın hakkı için senden altı şey


istiyorum. Bize bunları lutfet.
1- Bize iman ver, imanda sebat etmeye muvaffık kıl.
Zümre-yi sıddıkiyne dahil eyle.
302
Mutaffifîn Sûresi, Ayet 25-26
303
TirmîziZühd:16,İbn Mace, Zühd:3
- 186 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
2- Bizi emn-ü emanda daim eyle. Her türlü tehlike ve
günahlardan muhafaza buyur. Mü’min olarak likâna
kavuştur.
3- Seninle her an beraber olmak arzusu ile ibadet için
sıhhatlı bir beden,şükreden bir lisan, zikreden diri kalp
ihsan et.
4- Senin rızan için bize menfaat veren zahirî ve bâtıni
ilm-i ledün bahşet. Ancak bahşettiğin ilim ve ubudiyet
zevki ile bizi mağrur etme.
5- Bizleri sıdk ve ihlasla islâm yolunda amel-i salih
işlemeye muvaffak kıl.
6- Bizleri mukarrebûnun vasfına mazhar kıl, şu vasıfları
da bizlere lutfeyle.
* Derya misali cömertlik
* Güneş misali merhamet
* Toprak misali tevazu
* Gece misali kusurları örtmek
* Gassal elinde meyyit misali teslimiyet
* Olduğumuz gibi görünmek
* Göründüğümüz gibi olmak
Ya ilahe’l-alemin ve ya erhamerrahimîn.
Bizi ahlâk-ı Muhammediyye ile tahalluk eden, Sünen-i
Muhammediyye ile mütesennin olan, adab-ı Muhammediyye
ile teeddüb eden, şeriatı garra-ı Ahmediyye ile müteşerri
olan zümre-i sıddîkîne ilhak eyle. Âmîn.
Yarab! Tevfik ve hidayet sendendir.

َ‫ب اﻟْﻌَﺎﻟَﻤﯿﻦ‬
‫ن اﻟْﺤَﻤْﺪُ ِﻟّﻠﮫِ َر ﱢ‬
ِ َ‫وَاﺧِﺮُ دَﻋْﻮﯾﮭُﻢْ ا‬
Son duamız şudur

- 187 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
“...Bütün hamdler âlemlerin Rabbı olan Allah'a
mahsustur.”

- 188 -

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
189

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
LÜGATÇE

A CAH: Makam
ACUZE: İhtiyar kadın CARİ: geçerli, akan
ADAB: Edebler CEM ETMEK: Toplamak
AFAT: Afetler CEZM: Kesinlik
AFÜV: Af, affetmek Cibilliyet: Maya, tıynet, huy
AHLÂK-I HAMİDE: Güzel ahlâk CİDAL: Mücadele etmek
AHSEN: En güzel CÛD: Cömertlik
AHVAL: Haller
AKVAL: Sözler D
ÂMİL: Amel eden DALÂLET: Sapıtma, doğru yoldan
ÂRİ: Arınmış, beri ayrılma
ÂSUDE: Keder ve sıkıntıdan uzak, DÂREYN: İki cihan, dünya ve ahiret
mutlu DUN: Alçak
ATA: Vermek DÜÇAR: Müptela
AVAM: Halk
AZİMET: Yola çıkış E
EFDAL: En faziletli
B EHADİYET: Birlik
BAST: Manevi manada genişlik, EHL-İ MANA: Mana erleri,
rahatlık, hoşluk, açılma maneviyat sahipleri
BATIN: İç, yüz, derun EHLULLAH: Allah’ın bazı sırlara
BATIN-I MARAZ: Kalbin manevi erdirdiği kimseler, veliler
hastalıkları ELVAN: Renkler
BEKA: Sonsuzluk, ölümsüzlük ENVAR: Nurlar
BELİĞ: Veciz konuşan ERBAB-I İRFAN: Marifet ehli
BERİ: Beraat etmiş, arınmış, EVAMİR-İ Şer’i: Şer’i emirler
temizlenmiş EVKAT: Vakitler
BEZL: Cömertlik EVRAD: Virdler
BİD’AT: Dinde olmadığı halde dine EZVAC-I TAHİRAT:
mal edilmiş şeyler Peygamberimizin hanımları
BÜRHAN: Delil F
FACİR: Büyük günah işleyen
C FAKR: Fakirlik hali
190

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
FANİ: Geçici, ölümlü HÜSN-Ü NİYET: İyi niyet
FASİH: Güzel konuşan HÜSN-Ü ZAN: Güzel zanda
FENA: geçicilik, ölümlü bulunma, güzel yorum ve tevilde
bulunma
FESAHAT: güzel konuşma kabiliyeti
HUŞU: Allah’a karşı korku ve
FEVK: üst seviye
sevgiyle boyun eğme, bu duyguyla
FEZAİL: faziletler
meydana gelen hal
FIDDA: gümüş
İ
FÜZUYAT: feyizler
İCTİMA: Toplanma, bir araya gelme
G
İCTİNAB: Kaçınma
GASSAL: Ölü yıkayıcı
İFFET: Namus
GAYB: Görünmeyen, bilinmeyen
İFSAD: Bozulma bozma
H
İFTİTAH: Başlangıç
HALAS: Kurtuluş
İHLAL: Bozma, zarar verme
HALVET: Yalnızlık
İHSAN: İyilik
HAMAKAT: Ahmaklık
İHTİFA: Gizlenme isteği, gizleme
HAML: Yükleme isteği
HASENE: Güzellik, iyilik İHTİMAM: İncelik ve hassasiyet
HASLET: Huy gösterme
HAVF-ÜL HATEME: Nefeste iman İHVAN: Kardeşler
getiremeden bu dünyadan göçme İHTİYAR: İstek, irade seçmek
korkusu
İKTİDA: Uymak
HAZER: Korkutma
İKTİFA: Yeterlilik
HEMM: Yığma, biriktirme
İKTİSAB: Kazanma
HEVA: Hevesler, nefsi arzular
İKTİZA: Gerekme, lazım gelme
HIFZ: Muhafaza, ezberleme
İLLET: Hastalık
HILİM: İnce hikmetler
İLM-İ LEDÜN: Sır ilmi, maneviyat
HİCAB: Perde, örtü ilmi
HİLAF-I EDEB: Edebe aykırı İNKİSAR: Kırılma, kırılmış
HİLKAT: Yaratılış İNKİŞAF: Gelişme
HİTAB-I ŞER’İ: Şer’i emirler İNKİYAT: Bağlanma, boyun kırma
HULEFA: Halifeler İNTAC: Çıkma
HUDU: Sessizlik, sükunet İNTİKAL: Ulaşma, ulaştırma
HÜCCET: Delil İNTİZAR: Bekleme
HÜSN-Ü MUAŞERET: Etrafıyla İRTİKAB: İşleme, yapma
güzel muamelede bulunma

191

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
İSMET: Masumluk, günah işleme KİFÂYET: Yeterlilik
hali KUTTA-İ TARİK: Bilhassa tarikatta
İSTİDLAL: Delil getirme, delil kabul yol kesen kimseler
etme KÜMMELİN: Kamiller
İSTİĞRAK: Gark olma, bir şeyin
içinde erime, yok olma hali L
İSTİHZA: Alay etme, küçük görme
LEVM: Kötüleme
İSTİMRAR: Geçmek (zaman için)
LİKA: Kavuşma, mülakat hali
İTAB: Azarlama
İTMAM: Tamamlama
M
İTMİNAN: Mutmain olma, mânen
MAASİYET: İsyan, günah
doyma
MADUN: Aşağıdakiler, altındakiler
İTTİBA: Tabi olma
MEFEVK: Üsttekiler, üstündekiler
İTTİHAT: Birleşme
MAHBUB: Sevgili
İYAL: Aileler
MAHFİ: Gizli
İZHAR: Açıklama, açığa çıkarma
MAKSUT: Maksat, kast edilen
MAKTUL: Öldürülen
K
MALÂYÂNİ: Anlamsız şeyler, boş
KABİH: Kötü görme, kötü
şeyler
KABZ: Manevi yönden tıkanma,
MAMUR: İmar edilen
katılaşma, kararma
MANİA: Engel
KAİM: Yerine konan, ikame edilen
MASİVA: Allah’tan gayri olan her
KATRE: Damla
şey
KAVL-İ LEYYİN: Yumuşak söz
MASİYET: Günahlar
KAYLULE: Gündüz ve bilhassa
MATLUB: Taleb edilen
kuşluk vakti uyuyan uyku
MEDİH: Medhetme
KAZURET: Pislik
MEKR: Hile
KEMALET: Olgunluklar
MEKRUHAT: Mekruhlar
KEREM: İkram, cömertlik
MENZİL: Konaklanan, oturulan,
KESBİ KEMAL: Olgunluk kazanmak
hedef seçilen yer
KESR: Kırmak
MESKENET: Miskinlik
KETM: Gizlemek
MESTUR: Gizli
KILLET-İ TAAM: Yemeği az yemek
MEVSUF: Sıfatlanmış
KIYAM-I LEYL: Gece ibâdeti
MEYYİT: Ölü
KİBRİD-İ AHMER: Altın, altın
MEZMUM: Kötülenmiş
yapan sihirli madde
192

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
MUANNİD: İnatçı MÜŞAHEDE: Şahid olma, görme
MUATTAL: Atıl kalmış MÜTEHALLİK: Ahlâklanma
MUHAL: Gerçekleşmesi mümkün MÜTEHAMMİL:Yüklenmiş
olmayan MÜTEŞERRİ’: Şeriata uyan
MUHASAMA: Hasımlık MÜTEŞEYYİH: Yalancı şeyh
MUHİBB: Seven, muhabbet duyan MÜTEZELLİLANE: Zillete düşmüş
MUKARİN: Yakın bir halde
MUKAYYET: Kayıtlı, bağlı MÜYESSER: Kolaylaştırma
MUKTEZA: İktiza eden, gereken
MUMAİLEYH: Aadından N
bahsedilen, ismi geçen NAS: İnsan, insanlar
MUSAHABET . Sohbet, sohbet etme NASS: Kur’an hükümleri
MUTASAVVER: Tasavvur edilen NAZAR: Bakış
MUTEBER: İtibar edilen, geçerli NECASET: Pislik
MUTİ’: İtaatli NEDAMET: Pişmanlık
MUTTALİ: Farkına varan NEFY: Silmek, yok etme
MUTTASİF: Sıfatlanmış NEMA: Gelişme
MÜBAHASE: Bahsetmek NEMİME: İki kişi arsında laf getirip
MÜBTEDİ: Başlangıçta olan götürmek
MÜCAHEDE: Uğraşmak, cihad NESEB: Soy
etmek NİSYAN: Unutmak
MÜEDDEB: Edeblenmiş
MÜHLİKAT: Felakete götüren Ş
MÜKAŞEFE: Keşif hali ŞECAAT: Yiğitlik
MÜLEVVES: Kirli, pis ŞİAR: İşaret, alamet
MÜNAZAA: Ayrılık çıkarma, tefrika ŞÜBEHAT: Şüpheli şeyler
yapma
MÜNCİYAT: Kurtuluşa götüren
T
MÜNEZZEH: Tenzih edilmiş
TAB’: Yaratılış
MÜNKER: İnkar eden
TAHKİR: Hakaret etmek
MÜSAVİ: Eşit
TASFİYE: Temizleme, saflaştırma
MÜSTEĞRAK: Gark olmuş, manevi
TA’ZİM: Büyükleme, ululama
olarak bir şeyin içinde erimiş
TEBCİL: Yüceltme, saygı gösterme
MÜSTEHZİ: Alay eden, küçük gören
TEBEAN: Tabi olarak
MÜSTENİT: Dayanan
TEBEDDÜL: Değişme

193

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com
TE’DİP: Edeblendirme UKDE: Düğüm, halli zor mesel
TEDRİS-İ İLİM: İlim öğrenme ULVİ: Yüce
TEEMMÜL: Düşünme UZLET: Yalnızlık
TEGAYYÜR: Değişme
TEHALLUK: Ahlâklanma V
TEHZİB: Süsleme VASIL: Kavuşma, ulaşma
TEKALİF: Teklifler VAZAİF: Vazifeler
TEKARRÜB: Yaklaşma VECD: Şiddetli dini duygu ve
TEKAYYÜT: Kayıtlandırma, heyecan hali
bağlama VEHBİ: Hibe olarak bolca verilen şey
TELAFİ: Karşılama, dengeleme VEKAR: Ağır başlılık
TELEVVÜN: Renklenme, renkten VERA: Takva
renge girme VİKAYE: Koruma
TEMKİN: Mekan tutma, sabit yer VUSLAT: Kavuşma
tutma
TERAKKİ: Gelişme
Y
TEVAZU: Alçak gönüllülük
YAKİN: Doğru ve kuvvetli bilme
TEVECCÜH: Yönelme
TEVFİK: Muvaffak etme
Z
TEVKİR: Ağır başlılık
ZAHİR: Görünen
TEZANDUK: Zındıklaşma
ZAİL: İzale olan, kaybolan
TEZKİYE: Temizleme, pisliğini atma
ZAMİR: İç, yüz, batın
TEZKİYE-İ KALB: Kalbi temizleme
ZEHEB: Altın
işi
ZELLE: Kusur, küçük kusur, hata
TEZKİYE-Yİ NEFİS: Nefsi
ZEMİME: Kötü şeyler
temizleme işi
ZEMM: Kötülemek
TEZYİN: Süsleme
ZEVAL: Yok olma, zeval bulma
TİLAVET: Okuma, Kur’an okumak
ZIMNEN: Üstü kapalı olarak
TÖHMETLEMEK: Suçlamak
ZİLLET: Hor ve hakir olma
ZUHUR: Görünme
U
UBUDİYYET: Kulluk
UCB: Kişinin fazla ibâdetinden
dolayı kendine güvenmesi,
kendinde varlık hissetmesi
UKBA: Ahiret
194

This document was created by Print2PDF


http://www.software602.com

You might also like