You are on page 1of 11

İlk Fikrî Hareketler Devri

Asr-ı saadette ve ashâb-ı kiramın çoğunluğunun hayatta bulunduğu devirde müslümanlar


arasında akaid sahasında beliren her hangi bir ihtilâf, halledilememiş bir müşkil yoktu.
Fakat ashap devrinin sonlarına doğru akaid sahasında ihtilâf baş göstermiştir, İmam Müslim'in
kaydettiğine göre daha Abdullah b. Ömer'in (v. 73/692) hayatında kaderiyye (kaderi inkâr
edenler) zuhur etmiştir. Abdullah b. Ömer'e Ma'bed el-Cühenî'nin (v. 80/699} kaderi inkâr
ettiğini haber vermişler, o da kendisinin öylelerinden, onların da kendisinden berî olduğunu
söylemiştir1[6]. İslâm dünyasında akaid sahasının ilk ihtilâf konusunu teşkil eden kaderin
yanına sıfat bahsini de ilâve etmemiz gerekir. İbn Teymiyye'nin (v. 728/1328) de kaydettiğine
göre İslâmda Allah'ın sıfatlarını (kelâm sıfatı) ilkin inkâr yolunu tutan Ca'd b. Dirhem (v.
118/736) olmuştur. Bu görüşü kendisinden Cehm b. Safvan (v. 128/745 almış ve bîlâhara ona
nisbet edilmiştir (Cehmiyye)2[7].
a) İlk fikrî hareketlerin Hz. Peygamberin vefatından sonra başladığını ve hicrî birinci asrı
içine aldığını söylememiz mümkündür. Bilindiği üzere Rasul-i Ekrem (s.a.) in hemen vefatını
müteakip müslümanlar halife seçimi meselesi ile karşılaşmış ve bu mevzuda ihtilâfa
düşmüşlerdir. Devlet reisinin seçimi ilk bakışla fikhî (hukukî) bir mesele olarak göze
çarpıyorsa da Şîa tarafından bilâhare İslâmın rükünlerine idhal edilecek ve bir iman meselesi
haline getirilecektir.
b) İlk fikrî hareketlere tesir eden âmillerden biri de üçüncü halife Hz. Osman'ın şehid edilmesi
(35/656) ve ondan sonra Cemel Vak'-ası ile Sıffîn savaşının zuhur etmesidir. Müslümanlar
üzerinde büyük tesirler icra eden ve acı hatıralar bırakan bu iç s&vaştar çözümü zor bazı
akaid problemlerinin ortaya çıkışına vesile teşkil edebilmiştir. Ortada bir kati hâdisesi vardır.
Öldüren de, Öldürülen de müslü-mandır. Halbuki kati İslâmda büyük günahlardandır
(kebîre» cem'i kebâir). O halde büyük günah işleyen (mürtekib-İ kebîre) bir mü'mi-nin iman
bakımından durumu nedir? Dolayısiyle imanın tarifi ve sınırı ne olmalıdır? Sonra kati gibi bir
fi'li işleyen insan bu fi'li işlerken hür bir iradeye sahip midir, yoksa kadeH İlâhînin mecburî
bir tatbik çısı mıdır?
Görüldüğü üzere İslâm dünyasının iç bünyesinde zuhur eden ic-timâî ve siyasî bazı hadiseler,
neticede akaid sahasına te'sir eden âmiller haline gelmektedir.
c) İlk fikrî hareketlerden bahsederken önemli bir noktaya daha temas etmek lâzımdır.
İslâmiyet Hz. Peygamberin saadet asrında Arabistan yarımadasının dışına çıkmamıştı.
Halbuki hicrî birinci asrın sonlarında Suriye, İran, İrak ve Mısır gibi büyük ülkeler, İslâm
dünyasının sınırları içine girmiş bulunuyordu. Arabistan yarımadası sâkinlerinin, sâde bir
hayata ve pek karmaşık olmayan bir din anlayışına sahip olmalarına rağmen, müslümanların
fethettikleri yeni ülkeler eski din, kültür ve medeniyetlerin, bir çok inanış ve düşünüşlerin be-
şiği halinde idi. İslâm muhitine giren bu yeni insanların akaid sahasında yeni görüşler ortaya
atmaları, eski inanış ve kültürlerinin tesiriyle ayrı fikirler izhar etmeleri pek tabiî İdi.
d) İslâm dünyasında fikrî akımlara sebep teşkil eden hususlardan biri olarak İslâmın
bünyesinde mevcud olan fikir hürriyetinden de söz etmeliyiz. Kur'an-ı kerimin bir çok âyeti,
doğrudan veya dolaylı bir şekilde, okumayı, düşünmeyi ve böylece hakikati bulup kabul
etmeyi emrediyordu. İrtihâl-i Peygamberi ile vahiy kaynağının ortadan kalkmasından sonra
müslümanlar, Kur'an ve hadis metinleriyle karşı karşıya gelmişler, bunları izah ve tefsfir etme
mevkiinde bulunmuşlardır. İnsanların düşünüş ve anlayışları birbirinden farklı olacagına ve
bu sebeple de farklı neticeler ortaya çıkacağına göre kendiliğinden bir ihtilâf zemini belirmiş
oluyordu.
İşte Hz. Peygamber (s.a.) İn vefatından sonra içte hilâfet, dahilî savaşlar, nübüvvet nurunun

1
2
uzaklaşması, İslâm dînînin tanıdığı fikir hürriyeti gibi âmiller; dıştan da çeşitli dil, din, ırk ve
kültüre sahip insanların islâm dünyasına girişi ilk fikrî hareketleri hazırlamış oldu. 3[8]
C. Kelâm İlminin Doğuşu : Mu'tezîle
Tarihçiler, tabiînden Hasan-i Basrî'nin (v. 110/728} meclisinde vuku1 bulan bir hâdisenin,
Mu'tezilenin doğuşuna ve dolayısiyle kelâm ilminin zuhuruna sebep teşkil ettiğini kabul
ederler. Hasan-i Basrî' nin meclisine gelen bir zat; büyük günâh işleyen (mürtekîb-i kebîre)
müminin, bazılarının fetvasına göre kâfir olduğunu (Havâric), bazılarınca ise imanı üzere bakî
kaldığını (Mürcie) söyler ve kendisinin bu mevzua dâir ne hüküm vereceğini sorar. Hasan-i
Basrî henüz bir şey söylemeden tilmizlerinden Vâsıl b. Atâ (v. 131/748) ileriye atılarak cevap
verir: Mürtekib-i kebire ne mü'mîndir ne de kâfirdir, küfr ile iman arasında kalan bir
mertebeye haizdir. Yani fâsıkttr. [menzile beyne'l-menzileteyn Halbuki Hasan-i Basrî'ye göre
mürtekib-i kebire münafıktır. Vâsıl b. Atâ' bu hadiseden sonra üstadının meclisini terk eder
(i'tizal eder). Hasan-i Basrî'nin Vasıl bizi terkelmiş» demesi üzerine Vâsıl'e ve onun
etbâına Mutezile denilmiştir.4[9] Vâsıi b. Atâ ile etbâına Mu'tezile denilmesinin başka
izahları da yapılmaktadır.
Vâsıl b. Atâ', yine Hasan-i Basrî'nin tilîmizterinden Amr b. Ubeyd (v. 144/761) ile birleşir ve
mu'tezile mezhebini te'sîs eder. Mu'tezile mezhebi akaid nıes'elelerini İzah ederken nassı
kabul etmekle beraber akla da ehemmiyet verir. Akıl kaideleriyle tenakuz halinde olduğunu
kabul ettiği nakli başka mânâlara yorumlar, yani te'vil eder. Halbuki din sahasında hususiyle
akâid mevzu'lartnda aklın hakemliğini kabul etmek, zahiri üzere akılla izahı mümkün
olmayan nasslan {mü-teşâbihâtıj aklın ışığı altında te'vîl etmek Selefiyyenin asla tasvîbet
meyeceği şeydi. Mu'tezile'nin akaid meselelerini bu izah tarzına Kelâm Matodu denilmiştir.
Kelâm ilmi Mu'tezilenin elinde ve hicretin ikinci asrının başında doğmuş oldu.
Mu'tezile kaderi ve sıfât-ı ilâhiyyenin bir kısmını inkâr ediyor, mürtekib-i kebîrenin menzile
beyne'l-menzileteynde olduğunu kabul ediyordu. İlahiyata aklın rolünü ve hakemliğini
sokmuştu. İman esaslarını aklî deliller ve izahlarla te'yki ve tavzîha çalışıyordu. Aklî bir fırka
olan Mu'tezilenin Eski Yunan felsefesi ve yabancı kültürlerle temas ettiği kabul edilmektedir.

D. Ehli Sünnet Kelâmcıları

Mutezile ilm-i kelâmının zuhurundan bir birbuçuk asır sonra ehl sünnet (Selefyye)
âlimlerinden bazıları «iman meselelerini akü kaideleriyle te'yid etme» İhtiyacını hissederler.
Nihayet hicrî dördüncü asrın başlarında Ebu'l-Hasan el-Eş'arî zuhur etmiştir, (d. 260/874, v.
324/936) fş'arî kırk yaşma kadar Mu'tezile mezhebinde kaldıktan ve Mu'tezile bilginlerinin
mümtazlarından olduktan sonra dördüncü asrın başında «üç kardeş=ihve-i se-lâse»

3
4
mes'elesinden5 ötürü hocası Ebû Alî el-Cubbâî'den Ev. 303/916) ayrılmış ve yeni bir mezhep
te'sîs etmiştir.
Eş'arî, bundan sonra Mu'tezileyi ve diğer ehl-l bid'atı reddetmiştir. Bir taraftan teşbihi
reddederken diğer yönden Mu'tezilenin nefyettiği yedi stfatı (hayat, ilim, kudret...) isbat
etmiş, tenzihde selefe uymuş, nübüvvet ve âhiret mevzularını da akaide ilâve ederek klâsik
ehl-i sünnet kelâmını tesis etmiştir. Kelâm ilminin sonuna şia-nın İmamiyye kolunu redd için
imamet bahsini eklemiştir.
Eş'arî'den mezhepler ve dinler tarihine, ayrıca kelâm meselelerine dair eserler kalmıştır.
Meselâ «el-Luma' fî'r-reddi alâ ehli'z-zey-ğı ve'l-bida.» "el-İbâne an usuil'd-diyâ-
gibi- Onun İslâm mezheplerine dair plan «Makaalâtu'l-İslâmiyyîn- de meşhurdur. Bu kitap-
ların hepsi de matbu'dur.
Eş'arî yeni fikirlerini yayarken selef taraftarlarından bazı tenkid-lere ma'rûz kalmış olacaktır
ki «Risale fî İstihsâni'l-havd fî ilmi'l-ke-lâm» . (Kelâm metodunu kullanmanın cevazı
hakkında risale) adlı küçük risalesini yazmaya mecbur kalmıştır.
Ebu'l-Hasan el-Eş'arî Basra ve Bağdad'da yeni görüşlerini neşr ve i'lân ederken
Mâverâunnehr'de paralel bir cereyan yayılmaya başlamıştı. Çevresinde büyük bir tesir icra
eden Muhammed b. Muham-med Ebû Mansûr el-Mâtürîdî (v. 333/944), Eş'arî.gibi selefiyye
ile Mu'tezile arasında fakat Eş'arî'ye nisbetle selefe daha yakın bir yol tutarak ehl-i sünnet
kelâmının kurulmasına hizmet etmiştir. Matürîdi'nin kelâm bahislerine bolca yer verdiği
Te'vîlâtu'l-Kur'-ân adlı hacimli tefsirinden başka «Kitâbu't-Tevhid'i Eş'arînin eserlerinden
daha dolgun bir kelâm kaynağıdır.

Eş'arî ve Mâtürîdî'nin tesis ettiği ehl-i sünnet ilm-i kelâmı her şeyden önce kelâm metoduna
sahiptir. Yani ilahiyatta aklın rolünü kabul etmekte, iman esaslarını gerektiğinde aklî yollarla
izah ve te'-yid etmekte, te'vîle baş vurmaktadır. Demek ki ehl-i sünnet ulemâsı Mu'tezilenin
metodunu benimsemiş, fakat bazı meselelerde onlardan ayrı düşünmüştür.

E. Kelâm-Felsefe Münâsebetlerinin Başlaması

Ehl-i sünnet ilm-i kelâmının zuhurundan sonra islâm dünyasında akaid konularıyla alâkalanan
başlıca 4 cereyan göze çarpmaktadır:
1) Selefiyye
2) Mu'tezile ve diğer bid'at fırkaları (Havâric, Şta...)
3) Ehl-i sünnet kelâmcılart (Eş'arî, Mâtürîdî).
4) İslâm filozofları.
Daha Emevîlerin son devirlerinde Eski Yunan ilimlerini (ulûm-i kadîme) terceme faaliyeti
başlamış; çalışmalar Abbasî halîfelerinden eİMansür, Hârûn er-Reşîd ve el-Me'mûn (v.

5
Üç kardeş meselesi: Mu'tezileye göre kullar hakkında hayırlı (aslah) olanı yaratmak Cenâb-ı Hakk'a vaciptir. Bu görüşün doğruluğundan
şüphe eden
Varî hocası Ebû Alî el-Cübbâî el-mu'tezilî'ye sorar:
Biri kâfir, biri sâlih mü'min, biri de sabî iken ölen üç kardeş hakkında ne dersin?
Mü'min yüksek derecelere erişir, kâfir azabda kalır, sabî ist; ne sevaba «rdirilîr, ne de azaba duçar olur.
Sabî, mü'min-i sâlihin derecelerine gitmek istese izin verilir mi ?
Hayır. Ona şöyle denir: Senin kardeşin, bu yüksek derecelere taât ile ermiştir. Senin ise lâatın yoktur.
-Eğer çocuk: Ya Rab, kusur bende değil, sen beni yaşatmış olsaydın sana itaat ederdim... derse Cenab-ı Hak ne buyurur?
- Şöyle buyurur: Sen yaşamış olsaydın isyan edecek, azabıma dûçâr olacaktın. Bunu bildiğimden seni yaşatmadım, senin İçin hayırlı olanı
yaptım.
- Ya kâfir: Ey âlemlerin Tanrısı, ey acıyanların en çok acıyanı! Onun halini bildiğin gibi benim halimi de bilirdin, neden onun hayrına olanı
yaptın da benim hayrıma olanı yapmadın... derse?
- Vesveseye tutuldun.
- 'Hayır, ben vesveseye tutulmadım, Ne var ki şeyhimizin söyleyecek sözü kalmamış. (Eş'arî ile hocası Cübbâİ arasında vuku bulduğu rivayet
edilen bu münazaranın sahih olmadığını söyleyenler de vardır. Îbn'us-Subkî'nin bu konuda enteresan bir görüşü var: bk. et-Tabakat, III, 356).
218/833) devirlerinde ilerliyerek kemâle ermiştir. Nihayet üçüncü asrın birinci yansında ilk
islâm filozofu Ebu'l-hukemâ1 Ya'kub b. İshak el-KİNDÎ (v. 252/866 civarında) zuhur
etmiştir. Bir asır sonra Feylesûfu'i-İsiâm Ebu Nasr el-FÂRÂBÎ'yi [v. 339/950), ondanda bir
asır sonra er-Rîs Ebu Alî İBN SİNÂ'y W- 423/1037) görüyoruz. Bu üç filozofla islâm
felsefesi teessüs etmiş ve metafizik konulan içinde İslâm akaidini alâkadar eden görüşler
serdetmeye başlamıştır.
Mu'te^ile ilm-i kelâmının geliştiği zaman ve muhit içinde yetişen el-Kîndî, eski Yunan
ilimlerini okumuş, tercüme ve te'lifler vermiş olmasına rağmen kelâm ilminin tesirinden
kurtulamamış ve böylece tefekkür tarihimizde kelâmdan felsefeye intikal devresinin
mümessili mevkiini ihraz etmiştir. Asıl İslâm felsefesi Fârâbî ile kurulmuş, İbn Sînâ ile
tekemmül etmiştir. Ne var ki bu felsefe büyük çapta Yunan düşünüşünün tesiri altında kalmış,
Aristo (M.Ö. 384-322) ve Eflâtûn'u (M.Ö 427-347) itiraz kabul etmez birer üstad telâkki
etmiştir.
ilm-i kelâm, akla önem vermekle beraber vahyi hareket noktası kabul ediyordu. Sırf akla
dayanarak ilahiyat sahasında görüş beyan eden felsefenin sakat fikrleri islâm âlimlerinin
gözünden kaçmamıştır. Felsefenin amansız düşmanı olan Selefiyyenin yanında Mu'tezüe ve
ehl-i sünnet ke-lemctları da felsefî mesaili daima tenkid etmişlerdir. Bu sebepledir ki
felsefenin ortaya çıkışından sonra kelâm ilmi devamlı olarak onunla ilgilenmiştir.

Eş'arî'nin tarîkini kendisinden sonra kuvvetle müdafaa ve neşre-denlerin başında ei-Kaadi Ebû
Bekr el-BÂKILLÂNÎ [v. 403/1013) getir. Bâkıllânî Eş'arînin kelâmını ikmal ederek kelâm
delillerinin istinad ettiği mukaddimeleri (prensipleri) koydu. Yeni yeni aklî bahisler ilâve etti.
Bâkıllânî ayrıca in'îkâs-İ edilleyi kabul ediyordu. Yani bir meseleyi isbat eden delilin
çürüklüğü ortaya konuldu mu onun isbat ettiği mesele de gerçek olmaktan çıkar (Delilin
butlanından medlulün butlanının lâztm gelmesi). Bu prensip yüzünden Bâkıllânî delillerine,
İman gerçekleri imiş gibi sarılmıştı «el-İnsaf u»U;*t « adtı risale ile «Kitabu't-Temhîd » isimli
hacimli eser onun kelâma dair meşhur te'liflerindendir. Bu kitapların her ikisi de matbu'dur.

Eş'ri ile Mâtürîdî'nin tesis ettiği ilm-i kelâm ki buna mütekad-dlmîn ilm-i Mâmı denir- Hanefi,
Şâfî ve Mâliki mezheplerine bağlı çeşitli âlimlerin ve hükümdarların himmetiyle Irak, Şam,
Horasan, Türkistan, Mısır ve Mağrip ülkelerinde yayılma imkânı bulmuştur.

Mütekaddimîn kelâmcıiarınin sonuncusunu İrnâmu'l-Haremeyn Ebu'l-Maâli el-CÜVEYNÎ (v.


478/1085) teşkil eder. Şafii mezhebine mensûb olan Cüveynî Eş'ari kelâmını daha da inkişaf
ettirmiştir. Gaz-zâlî'nin (v. 505/1111) de hocası olan Cüveynî ak! İle bilinebilen sıfât-ı
iiâhiyyeyi isbat, nakl ile bilinen sıfatları (sıfat-ı haberiyye, Allah'ın eli, gözü, nefsinin...
bulunması) te'vîl etmiştir. Cüveynî kelâm sahasında evvelâ «eş-Şâmil'i » yazmış, sonra onu
ihtisar ede rek «el-İrşad'ı = At^ı » meydana getirmiştir. Bu eserler bil'âha-re gelecek
kelâmcıların önemli kaynaklarını teşkil edecektir.

F. Gazzâlî Ve Müteahhirin İlmi Kelâmı

Büyük âlim, mütekellim, filozof ve mutasavvif Huccetu'l-İslâm Ebû Hâmid Muhammed b.


Muhammed el-Gazzâlî (d. 450/1058, v. 505/1111) ile müteahhirîn ilm-i kelâmı başlar.

Gazzâlî devrine kadar ehl-i sünnet âlimleri (kudemâ-i mütekellî-mîn) bid'at fırkalanyla
mücadele ettiği halde Gazzâiî'den itibaren gelen kelâmcıfar {müteahhirîn-î mütekellimîn)
mücadelelerini islâm filozoflarına karşı yürütmüşlerdir.
Kelâm ilminde yeni bir çığır açan Gazzâlî bazı yenilikler getirmiştir.
1) Gazzâlî in'ikâs-ı edilleyi reddederek manttkı islâmi ilimlere idhal etti. Ona göre kelâm,
fıkıh, usûl-i fıkıh gibi ilimler için mantık zarurîdir. «Mantık bilmeyenin ilmine itimad
edilmez». Gazzâlî mantık sahasında «Mi'yâru'I-ilm » adlı kitabını te'lif etmiştir.
2) Gazzâlî'nin kelâm ilmi sahasında meydana getirdiği yeniliklerden biri de eserlerinde
felsefî bahislere yer vermiş olmasıdır. O, felâsifenîn hatalarını ortaya koymak
maksadıyla meşhur eserini kaleme almıştır: «Tehafutu'l-felâsife (filozofların
sürçmesi). Gazzâlî bu eserinde İslâm filozoflarından Fârâbî ve İbn Sînâ'ya cephe
almıştır. Eserin mukaddimesinde ve ayrıca «el-Munkı-zu mine'd-dalâl adlı risalesinde
filozofların iştigal ettikleri ilimleri taksime tâbi1 tutar. Mantık ve matematik gibi ilim-
ler kat'î delillere (burhanlara) sahibdir. Bu ilimleri red veya inkâr etmek bahis konusu
değildir. Filozofların bu sahalara ait görüşleri kat'î ve hatasız olabilir. Fakat ilahiyat
sahasındaki fikirleri zan ve tahminlere bağlıdır. Onlar bu alanda hatâ ve sapıklık
içindedir. Gazzâlî, Tehâfüt'ünde, Fârâbî ve İbn Sina'nın ilahiyata, kısmen de tabîiyata
dair hatalı görüşlerini yirmi mes'ele halinde ele alır. Bunların onyedisinde filozofların
hataya, üçünde de küfre düştüklerini İs-bata çalışır.
Tekfir noktaları şunlardır:
a) Âlemin kıdemi: Filozoflara göre kâinat mahlûk olmakla beraber yaratılışına zamana
sebkat etmemiştir. Yani âlem zaman bakımından kadîmdir. Halbuki kelâm âlimlerine göre
Allah'tan başka kadîm kabul etmek tevhide aykırıdır.
b) Haşrin cismânî olmıyacağı: Onlara göre âhiret dediğimiz ikinci hayat vardır, yalnız bu
tekrar diriliş, cismen değil rûhan olacaktır. Gazzâlî bu telâkkîyi apaçık olan naslara muhalif
görmüştür,
c) Allah'ın cüz'iyyâtı bilmediği: Yine islâm filozoflarına göre Allah, küllî eşya ve hâdiseyi
bildiği halde onun ilmi, cüz'î hâdiselere taallûk etmez. Meselâ, Allah insanların konuşma,
hareket etme... hasletlerine sahip olduklarını bilir, fakat benim şu anda konuşmakta olduğumu
veya yürüdüğümü bilmez. Bu telâkkî de Allah'a sıfatları bakımından nakîse getirir.

Gazzâli'den hemen sonra gelen feylesof İbn Rüşd {v. 595/1198) Tehâfutu'l-felâsife'de yer alan
tenkidlere cevap vermiş ve Fârâbî ile İbn Sina'yı müdâfaa ederek «Tehâfutu tehâfuti'l-felâsife
» adlı eserini kaleme almıştır. İbn Rüşd eserinin sonunda filozofların tekfîr edilemiyeceği
noktası üzerinde ısrar eder.
Sultan Fâtih devri ulemasından olup Hocazâde diye tanınan Bursa'lı Mustafa b. Yûsuf (v.
893/1488) da padişahın emriyle üçüncü bir tehâfüt kaleme almıştır. Bu eser, önce yazılan iki
tehâfütü muhakeme maksadıyla yazılmıştır. Eser 22 bölümden meydana gelmiştir. Hocazâde
Gazzâlİ'nin haklılığına meyletmektedir.
Kelam tarihi bakımından Gazzâiî hakkında yukarıdan beri anlattıklarımızı hülâsa edecek
olursak şöyle diyeceğiz Gazzâiî ile kelâm-cıların müteahhirleri başlıyor. Gazzâlî :
a) İn'ikâs-ı edilleyi reddetti.
b) Mantıki kabul fitti.
c) Felsefî bahislere ehemmiyet verdi.

Gazzâll, Tehâfüt ve el-Munkız'den başka, kelâma dair kaleme aldığı «el-İktisâd fî'1-i'tikad -»
adlı eserinde de filozofların görüşlerine temas eder ve kitabın sonunda tekfire tahsis ettiği bir
bâbda yine onların mezkur üç noktada küfre düştüğünü tekrar eder6[24]. Gazzâll, meşhur
«İhyâıı ulûmi'd-dîninin başında akaid konularına bir bölüm tahsis etmiştir. «Kttabu Ka-vaidi'l-
akaid adını taşıyan bu bölüm müstakil olarak da istinsah ve tab' edilmiştir. Ayrıca onun bu
ilmin çeşitli yön lerini konu alan muhtelif risaleleri vardır: Kelâm ilminin halk için faydalı
olmadığını, onunla ancak husûsî kültürüne sahip olanların iştigal edebileceğini ve selef

6
mezhebinin haklılığını konu edinen «İlcâ-mu'l-avâm an ilmi'l-kelâm»7[25], Allah'ın
varlığını, birliğini, kemal sıfatlarını konu edinen [el-Hıkme fî mahlû* katillahi azze ve cell»
risalesi 8[26]v.s.
İsiâmın varlığı İçin pek tehlikeli gördüğü Bâtıniy-yenin iç yüzünü ortaya çıkarmak
maksadıyla «Fedâihu'l-bâtıniyyesini te'lif etmiştir.

G. Felsefe İle Mezcedilmiş Kelâm Devri

Daha önce de belirttiğimiz üzere Endülüs ulemasından İbn Hazm ez-Zâhirî (v. 456/1064)
tarafından mantık, İslâmî ilimlere idhal edilmiş ve Gazzâlî (v. 505/1111) de aynı yolu
takîbederek mantık sahasında eserler vücûda getirmiştir. Gazzâlî ayrıca felsefe ile de
alâkalanmak suretiyle felsefî bahisleri İslâm ilimleri sahasına almıştır.
Felsefe ile kelâmı yan yana getirme tarzında Gazzâlî'nin açtığı çığır kendisinden sonra inkişaf
etmiş, felsefe ile kelâmın, kelâm eserlerinde bir araya gelmesi ve memzûc bir manzara
arzetmesi neticesini doğurmuştur. Kendisinden 40 yıl sonra vefat eden Şehristânî (v.
548/1153) bu meze işini ilk tecrübe edenlerden bir! olmuştur. Şehristânî, dinler, mezhepler
(ve felsefe) tarihi mevzuunda kaleme aldığı «el-Milel ve'n-nihal » inde sâdece bir nâkil duru-
munda olup, İbn Hazm'ın el-FasPında yaptığı gibi muhalif fırka ve ekolleri reddetmekle
meşgul olmamıştır.
Felsefe ile kelâmı en bariz bir şekilde birbirine mezceden Fah-reddîn er-Râzî (v. 606/1210)
olmuştur. Büyük bir kelâm ve, felsefe âlimi olmakla beraber müfessir, edîb, fakîh ve şâir olan
Râzî çeşitli mevzularda bir çok eser vermiştir. «Mefâtîhu'l-ğayb adlı 8 ciltlik hacimli tefsir
kitabında kelâm ve felsefe bahislerine geniş yer ayırdıktan başka bu ilimlerin her biri
için müstakil eserler meydana getirmiştir. «Kitâbu'I-erbaîn fî usûli'd-dîn» «el-
Mesâilu'l-hamsûn fî usûli'l-kelâm ve «el-Muhassal» adlı
kitaplarında kelâm ilmi île felsefeyi bir arada yürütmüştür. Sonuncu kitabı Hüseyin Atay
«Kelâma Giriş» adıyla tercüme etmiştir (Ankara, 1978).
Râzî'nin ayrıca felsefî eserleri de mevcuddur:
«el-Mebâhısu'l-meşnkıyye »
bn Sînâ'ya ait «el-lşârât»m: Aynı eserin ilâhiyyât kıs-
«Lübâbu'l-İşârât»tehzîbi.
«Şerhu'l-İşârât minin serhî.
Fahreddîn er-Râzî'nin yolunu, kendisnden sonra, Seyfeddîn el-Âmi-dî (v. 631/1233)
takîbetmiştir.
Memzûc metodu kullanan muasır âlimlerden bîri de el-Kadî el-Beyzâvî'dir (v. 685/1286). Yer
yer kelâmı izahlar ihtiva eden meşhur «Envâru't-Tenzîl ve esrâru't-te'vîl' adlı tefsirinden
başka mevzuumuzla ilgili olarak «Tavâlİu't-envâr»ımeydana getirmiştir.

H. Cem' Ve Tahkik Devri

Hicrî 8. yüzyılın ortalarından itibaren başlatabileceğimiz bu devir asrımızın başına kadar


devam eder. Altı asır kadar süren bu uzun devre içinde, daha önce gördüğümüz hacimli te'lif
eserleri yok değildir. Fakat bu devrin mümeyyiz vasfı evvelce meydana getirilen eserler
üzerinde çalışmaktır. Bu çalışmalar, ilm-i kelâm sahasında te'lif edilen kitaplar üzerinde
şerhler ve haşiyeler yapmak, ta'lîkat (notlar) eklemek, hülâsalar meydana getirmek veya bir
eseri tehzîb etmek (yeniden düzenleyip yazmak) tarzında yürütülmüştür. Ayrıca bu devirde,
mühim görülen bazı kelâm mes'eleleri hakkında müstakil risalelerin de meydana getirildiği
7
8
göze çarpmaktadır.
Cem' ve tahkik devri eserleri arasında Allâme Sa'duddîn et-Tef-tâzânî'nin (v. 793/1390)
«Şerhu'l-Akatd j«ile «Şer-hu'l-Makî<*sıd meşhurdur.
Bu devrin meşhur eserlerinden biri de «Şerhu'l-Mevâkıf „ tır. Kitabın metnini teşkil eden el-
Mevâkıf fî ilmi'l-kelâm'ın müellifi Adududdîn el-îcî'dır (v. 756/ 1355). îcî'nin ayrıca bir çok
şerh ve haşiyeleri yapılan el-Akaid'i mevcuddur. El-Mevâkıf üzerine yapılan şerhlerin en
meşhuru Seyyid Şerif el-Curcânî'ninkidir (v. 816/1413). Bu şerh bazı hâşiyeleriyle birlikte
basılmıştır (3 cild halinde, İstanbul, 1321 h.).
Cem' ve tahkik devri muhakkiklerinden biri de Celâleddtn ed-Devvânî'dir (v. 908/1502).
Cem' ve tahkik devri kelâmcıları felsefe ile mezcedilmiş kelâm metodunu devam
ettirmişlerdir. Bu devir, islâm tefekkür tarihinin kelâm ilmi sahasında bir duraklama ve
gerileme devri sayılabilir.
Müteahhirin kelâmcılarının, eserlerinde felsefeye bu derece yer vermelerinin iki önemli
sebebi zikredilebilir.
1) Felsefî meseleleri önce vaz' ve izah edip sonra islâm akaidine uymayan yönlerini
çürütmek.
2) Felsefenin islâm akaidine muhalif düşmeyen taraflarından aslî meseleleri isbat ve İzah
meyanında istifade etmek.

1. Yeni İlm-İ Kelâm Devri

Tam teslimiyet, kayıtsız şartsız iman devri olan asrı saadet ile ashab devrinden sonra, bir asır
boyunca islâm dünyası akaid bakımından önemli neticeler doğuracak ilk fikrî hareketlere
zemin teşkil etmiştir. Hicrî İkinci asrın başlarında köklü bir akaîd mezhebi olarak Mu'tezile
zuhur etmiştir. Mu'tezilenin akaid sahasında yaptığı
izah tarzına ilm-i kelâm der.iimiştir. İki asır sonra Eş'arî ile Mâtürîdî'nin elinde ehl-i sünnet i!
m-i kelâmı teessüs etmiştir. Eş'ariyye kelâmını dördüncü asrın sonralarında Bâkıllânî inkişaf
ettirerek derli-toplu bir ilim haline getirmiştir.
Gazzâlî (v. 505/1111) ile müteahhirîn ilm-i kelâmı başlar. Gazzâlî mantık ilmini islâmî ilimler
için lüzumlu görmüş, fakat felsefenin tabî i yy ât ve ilâhiyyât bölümlerinin islâm akaidine
uymayan yirmi maddesini tenkid etmiştir. Böylece felsefe kelâm ilmine İdhal edilmiştir.
Gazzâlî'den bir asır sonra Râzî, felsefe ile kelâmı birleştirmiş (mezcetmişî tir. Daha sonra
gelen Âmidî ve Kaadıy Beydaavî aynı metodu daha da geliştirmiştir. Hicri 8. asrın
ortalarından itibaren başlayıp 14. asrın başına kadar (milâdî 19. asrın sonu) devam eden uzun
devrede ise aynı yol takibedilmiştir. Bir duraklama ve gerileme vasfı taşıyan bu devrede daha
çok şerh ve haşiye üzerinde durulmuştur. Müteahhirîn İlm-i kelâmı felsefe ile mücadele
etmiştir.
İslâm tarihinde akaid sahasında meydana çıkan veya akaid konularıyla ilgilenen cereyanları
Rasûlüllah'ın akîde sünnetine en yakın olanından en uzak kalanına doğru bir sıralamaya tâbi'
tutmak ge* rekiyorsa şöyle diyeceğiz : Selefiyye - Mâtürîdiyye - Eş'ariyyenin mü-tekaddimîni
- Eş'ariyyenin müteahhirini - Mu'tezile - Felâsife.

1. Yeni ilm-i kelân cereyanını doğuran sebepler:

Gazzâlî'den itibaren 8 asır boyunca kelâm kitaplarımızda yer yer kabul, yer yer reddedilen
felsefe islâm filozoflarının te'sis ettiği felsefe idi. Bu felsefe büyük çapta eski Yunan
düşünüşüne istinad ediyordu. Batıda İngitiz filozofu Bacon (1561-1626) ile Fransız filozof
Descartes (1596-1650) in «metod» hakkındaki yeniliklerini ortaya koyduktan sonra felsefî
düşünüş yeni bir çığır almış ve bir çok kuvvetli filozofla kendisini yenüeştirmiştir. Bugün
islâm âlemi de dâhi! bütün dünyaya yayılmış bulunan yeni cereyanlar karşısında İlm-i
kelâmımız da metodunu değiştirmek mecburiyetinde kalmıştır.

Bugün te'sirlerini islâm dünyaysında da hissettiren Allah'ı inkâr edici cereyanlar çoğalmıştır.
Meselâ :
a) Materyalizm: Maddenin mekanik bir ha/eketle kendiliğinden oluştuğunu kabul eder.
Democrite'in bu görüşü Kari Marx (1818-1883) ve Engels'in (1820-1895) Tarihî
maddeciliğiyle kuvvet kazanmış ve komünizm yoluyla dünyaya yayılmıştır.
b) Tekâmül nazariyesi: Özellikle canlı varlıkların, daha önceki basit varlıkların değişme ve
gelişmesiyle oluşup meydana geldiğini kabul eder. Bu değişim ve gelişmede çevreye uyma
mücadelesinin rolü büyüktür. Darvvin'in (1109-1882) temsil ettiği bu görüşün kozmogoni
(hılket-i âlem, yaratılış) yönü, Avrupa'da çürütülmekle beraber, memleketimizde hâlâ
itibar görmektedir.
c) Pozitivizm: Dindarlığın, insan tefekkürünün ibtidâî devresini teşkil ettiğini, fikren
yükselen insan oğlunun ilim çağı olan 19. asırdan itibaren artık pozitif ilimlerden başka bir
şeye bağlanmıya-cağıni iddia eden bu görüş Auguste Comte (Ogüst Kont, 1798-1857)
tarafından ortaya atılmıştır. Avrupa'da modası geçen bu cereyan Türkiye'de hâlâ itibardadır.
d) Fröydizm: İnsanoğlunda görülen bütün davranışların, bu arada sanat, ahlâk ve din
gibi yüksek duyguların, aslında şuur altını istilâ etmiş bulunan cinsiyet duygusundan neş'et
ettiğini iddia eder. Görüşün sahibi Freud'dür (Fröyd, 1865-1939). Derinlik psikolojisinin
kâşifi kabul edilen tabip Freud'ün tıpla ilgili görüşleri değerli olduğundan, onun din, sanat ve
ahlâka dair sakat görüşleri de bu arada revaç bulmaktadır.
Yukarıda isimlerini sıraladığımız bu gibi cereyanlar asrımızın iman hayatına musallat olmuş
zararlı mikroplardır. Bu cereyanlara ait tenkid ve cevapları eski kelâm kitaplarımızda bulmaya
imkân yoktur. Yeni ilm-i kelâm, bu gibi cereyanları ele almak zorundadır.
yeni ilm-i kelâm çığırının ana vasıflarını şöyle ta'yin edebiliriz: Yeni iim-i kelâm bütün
şekilleriyla materyalizmi ve felsefî bir görüş olarak pozitivizmi reddeden, dine karşı yapılan
biyolojik ve psikolojik tenkidieri (Darvinizm, Fröydizm) cevaplandıran, yeni felsefî
cereyanları eleştirdikten sonra müsbet ilimden de istifade ederek Allah'ın varlığını isbat eden,
İslâmın akaid konularını isbat ve izah ederek mukaddesatı savunan bir ilimdir.

2. Yeni ilmî kelâm devri eserleri:

Yeni ilm-i kelâm devrinde kaleme alınan eserleri ikiye ayırmak mümkündür:
- Klâsik kelâm kitapları tipinde yazılanlar.
- îsbât-ı Vâcib hakkında yazılanlar.
a) Klâsik kelâm mevzu 'lar in i ihtiva eden kitaplar da ikiye ayrılır :
(1) Eski an'aneye bağlı, eskiden söylenenlerin tekrarı mahiyetinde olanlar. Meselâ :
1) Sırrî-i Girîdî, NakdıTI-kelâm fî akaidi'l-İslâm (İstanbul, 1310/ 1892),
2) Ömer Nasuhî Bilmen'im Muvazzah ilm-i kelâm dersleri (istanbul, 1342/1923) ile
3) Dr. Ali Arslan Aydın'ın İslâm inançları ve felsefesi (İstanbul, 1968) adlı kitapları yeni
mesele ve ihtiyaçlara temas etmekle beraber bir intikal devresi vasfına haizdirler.

(2) Yeni cereyanlar karşısında zuhur eden yeni problemleri ele alan eserler. Tesbit
edebildiğimize göre bu hususta basılan ilk eser şudur :
1) Abdullatif el-Harpütî, Tenkîhul-kelâm fî akaid-i ehli'l-İslâm ve Tekmilesi, (İstanbul,
1330/1911).
2) Şehbenderzâde Filibe'li Ahmed Hilmi, Yeni Akaid (Üss-i İslâm), (İstanbul, 1332/1913).
3) İzmirli İsmail Hakkî'nin Muhassalu'f-kelâm ve'l-hikme'si (İstanbul, 1336/1917) ile
4) Yeni ilm-i kelâm'ı (2 cild, İstanbul, 1339/1343) bu nevi' eserlerin en mükemmel
olanlarıdır.
5) Şeyh Muhammed Abduh'un Risâletü't-tevhîd'i İslâm akaidi hakkında sağlam
müdafaalar ihtiva eder.

b) İsbât-ı Vâcib hakkında yazılanlar. Bunların sayısı çok, muhtevaları değişiktir.


Umumiyetle mülhid cereyanları red gayesini ta'-kibetmişlerdir. Bazıları :
1) Cemaleddin ei-Efğânî, Tabiatçılığı red, trc. Aziz Akpınarlı [Ankara 1956, Diyanet işleri
reisliği neşriyatından).
2) Ferîd Vecdî, el-Hadîkatu'l-fikriyye (Mısır, 1901).
3) Ferîd Vecdi, el-İslâm fî asn'l-ılm (Beyrut, 1967).
4) Abbas Mahmüd el-Akkad, Allah (Mısır, 1964).
5) Filibeli Ahmed Hilmi, Allah'ı inkâr mümkün müdür? (İstanbul, 1327).
6) F. Ahmed Hilmi, Huzur-ı akıl ve fende maddiyyûn meslek-î dalâleti (İstanbul, 1323).
7) İzmirli İsmaü Hakkı, Muhtasar Felsefe-î ülâ (İstanbul, 1329).
8) M. Şemseddin (Günaltay), Felsefe-i ülâ, (İstanbul, 1341).
9) İsmail Fennî (Ertuğrul), Maddiyyûn mezhebinin İzmihlali (İst. 1928).
10) İ. Fennî, Küçük kitapta büyük mevzu'lar (İstanbul, 1934)
11) Ferid (Kam), İlm-u mâba'de't-tabîa (İstanbul, 1343).
12) Mehıned Ali Aynî, Reybîlik, bedbinlik lâilâhtlik nedir?Tev-fik Fikret'in Tarîh-i kadîmine
cevap (İstanbul, 1927).
13) Hilmi Ziya Ülken, Tarihî Maddeciliğe Reddiye, (İstanbul, 1951).
14) Alî Fuad Başgil, Din ve lâiklik, (İstanbul, 1962).
15) Süleyman Hayri Bolay, Türkiyede ruhcu ve maddeci görüşün mücadelesi, (İstanbul,
1967).
16) M. Rahmi Balaban (Derleyen), İlim -Ahlâk - İman, (Ank. 1969, Diyanet İşleri Başkanlığı
Yayınlarından).
17) Dr. Halim Bilsel, Allah Vardır (İst., 1966).
18) Muammer Sencer, Allah Neden Var (İst., tarihsiz).
19) Mehmet Aydın (derleyen), Müsbet İtim ve Atlah (İst., 1971).
20) Abdurrezzak Nevfel, trc. Akif Nuri Karcıoğlu, Allah ve Modern İlim (İst., 1972)
21) A. Cressy Morrison, trc. Bekir Topaloğlu, İnsan Kâinat ve Ötesi (İst., 1972).
22) 1 C. Monsma, (derleyen), Allahu yetecellâ fî asn'l-îtm, Arap-çaya trc. Dr. Demirdaş
(Kahire, 1968).
23) Allah'ın Varlığı, Bekir Topaloğlu (Ank. ts, D. İ. Başkanlığı Yayınları)

KELÂM İLMİNİN TA'RÎFİ, MEVZUU, GAYESİ

A. Akaid İlmi, Usûlü'd-din

Akaid, akîde kelimesinin cem'idir Düğüm bağlamak, düğümlemek mânâsındaki


«akd = » kökünden türeyen akîde : gönülden bağlanılan, kesinlikle karar verilen,
düğüm atmışcasına kat'iyyetle inanılan şey demektir. Gönülden bağlanmaya ve
kesinlikle karar vermeye «i'tikâd» denilir. «îman»da aynı mânâya gelir.
akaid ilmi iman esaslarını ihtiva eden bir ilimdir.
hangi devirde ve hangi metodia olursa olsun iman esaslarından bahseden ilim,
akaid ilmidir. Bu nevi' kitaplara da akaid kitapları denebilir. Fakat husûsî
mânâda «Akaid», iman esaslarından muhtasar olarak bahseden bir ilmin adı
olmuştur.
B. Tevhîd İlmi

Tevhîd : birlemek, bir şeyin bir ve tek olduğuna hükmetmek, onu böylece
bilmektir. Istılahta : Allah'ın zatını, akılların tasavvur edeceği ve zihinlerin
canlandırabileceği her şeyden tenzih etmektir.
Fırkaların ba'zıları Allah'ın sıfatlarını isbat ederken ifrata kaçıp teşbîhe düşüyor
(Müşebbihe), kimi de O'nu tenzîh ederken sıfatlarını nefyediyordu (Mu'tezlle).
Cebriyye, kulun elinde hiç bir İradenin mevcüd olmadığını söylüyor, Kaderiyye
ve Mu'tezile ise kulu kendi fiillerinin halikı kılıyordu. Hicretin ikinci ve üçüncü
asırlarında cereyan eden bu münakaşalara devirlerin ehl-i sünnet uleması
(Seiefiyye) kendi zaviyelerinden cevaplar veriyordu. Bu cevapları ihtiva eden
risalelere Tevhîd risaleleri ve bunların teşkil ettiği ilme de Tevhîd veya Tevhîd
ve sıfat ilmi denilmiştir. Çünkü bahis konusu edilen meseleler Allah'ın tevhîdi
ve sıfatlarıyla ilgili bulunuyordu. Bilâhare ehl-i sünnet ilm-i kelâmını te'sis eden
Ebu'l-Hasan el-Eş'arî (v. 324/936), Selefiyyenin bu ilm-İ tevhîdine nübüvvet ve
âhiret bahislerini de ilâve ederek ehl-i sünnet akaidini İkmâl eyledi.
Verilen bu izahattan anlaşılacağı üzere «Tevhîd İlmî» selef metoduyla islâm
akaidinden bahseden bir ilimdir.

D. Kelâm İlmi

Bilindiği gibi kelâm ilmi ilk defa Mutezilenin elinde zuhur etmiştir. Bu ehl-i
bid'at kelâmının zuhurundan iki asır sonra Eş'arî Ev. 324/936) ve Mâtürîdî Ev.
333/944) ile ehl-İ sünnet ilm-i kelâmı kurulmuştur.
a) Mevzuuna göre ta'rîfi : İlm-i kelâm Allah taâlârtın zâtından ve
sıfatlarından, nübüvvet ve risâlete dair meselelerden, mebde'
ve mead itibariyle yaratılmışların hallerinden İslâm kanunu
üzere bahseden bir Mimdir».
b) Gayesine göre ta'rîfi: İlm-i kelâm kesin deliller kullanmak ve vâki'
olacak şüpheleri izâle etmek suretiyle dînî akideleri İsbata
kudret kazandıran bir ilimdir.»

2. Kelâm ilminin mevzuu :


a) Başlangıçta kelâm ilminin iştigal ettiği en önemli mes'ele Allah'ın tevhidi ve
sıfatları idi. Bu sebeple bu ilmin mevzuu Allah'ın zâtı v© sıfatlarından ibaret
olmuştur.
b) Felsefenin islâm dünyasında yayılması karşısında aklî izahlara yer vermeye
başlayan kelâm ilmi, konusunu da genişletmiştir. Gazzâlî'nin (v. 505/1111) de
kabul ettiği bu görüşe göre kelâm ilminin konusu mevcûddur.
c) Kelâmın konusu Malûm dur. Yani bilinmek sânından olan, beşer tarafından
bilinebilen her şey kelâm ilminin konusuna girecektir.

You might also like