You are on page 1of 128

ISBN 975 - 405 -122-4

STEVEN SPIELBERG
Üçüncü Türle
Yakın İlişkiler

www.webturkiyeforum.com

by Ayhan

TÜRKÇESİ:

Nilgün Himmetoğlu
Bu kitap daha önce
Yayınevimizce BULUŞMA
adıyla yayınlanmıştır.

ÖNSÖZ

Kitabın Orijinal Adı CLOSE ENCOUNTERS OF Üçüncü Türle Yakın ilişkiler (Close Encounters of the Third Kind) adlı
THE THIRD KIND Yayın Hakları (c) DELL bu kitapta anlatılanların tümü yalnızca hayal ürünü olabilir mi? Bu
PUBLISHING CO. sorunun cevabı katin olarak «Hayımdır. Eğer elimizdeki sayısız rapor ve
KESİM AJANSI bilgilere inanıyorsak tabii...
ALTIN KİTAPLAR YAYINEVİ Tanımlanmamış Uçan Cisim Deneyimi (UFO Experience) adlı kitabın
Kapak Resmi ve Düzenlemesi SEDEF ŞEN onuncu bölümü Clost Encounters of the Third Kind adını taşımaktadır. Bu
Dizgi ve Baskı ALTIN KİTAPLAR BASIMEVİ bölümde, Tanımlanmamı) Uçan Cisimler ve sakinleriyle karşılaşan
EYLÜL 1989 insanların, gerçek deneyimler olduğunu ileri sürdükleri birçok olayın
öyküsü yer alır. Dünyanın dört bucağından gelen haber, mektup ve
Bu kitabın her türlü yayın hakkı
raporların bir derlemesi de diyebiliriz buna. Dolayısıyla bu kitapta anlatılan
Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince
olaylar, kısmen gerçek bilgilere dayanmaktadır. Romanda özellikle «bu
Altın Kitaplar Yayınevi'ne aittir.
dünyaya alt olmayan» görüntüler, bize gönderilen raporlardaki bu tür
Adres varlıkların tanımlanmaları temel alınarak çizilmiştir. Tanımlanmamış Uçan
Celâl Ferdi Gökçay Sk. Nebioğlu İşhanı Cisimler ve sakinleriyle ilgili on bir bin olayın yer aldığı bir katalogun
Cağaloğlu . İstanbul varlığı, romanın Üçüncü Türle Yakın İlişkiler adındaki «üçüncü» sözcüğünü
Tel: 522 40 45 açıklığa kavuşturmaktadır. Gerçekten de Tanımlanmamış Uçan Cisimlerle
526 8012 olan ilişkilerde, bu kitabın konusunu oluşturan üçüncü bir tür
sözkonusudur.
Aynı şekilde birinci ve ikinci türler de vardır. Birinci türde insanlar,
Tanımlanmamış Uçan Cisimlere yaklaşmış, ama ne İçindekileri görmüş,
ne de onlarla herhangi bir ilişkide bulunmuşlardır. İkinci türdey-
se Tanımlanmamış Uçan Cisimler varlıklarını belli edecek açık bir işaret
bırakmışlardır. Yer yer yanmış topraklar, dertop edilmiş bitkiler, kırılmış
ağaç dalları, hatta radyasyon etkileri gibi...
Bazen bu belirtiler hayvanlarda da görülebilir. Örneğin, Tanımlan-
mamış Uçan Cisimlerin etkisinde kalan ineklerin olaydan sonraki gün-
lerde süt vermedikleri olmuştur. Ya da cansız dünyanın da bu cisimlerden
etkilendiği görülmüştür. Hareket halindeki araçların motorları, parlak
ışıklar saçan cisim üzerlerinden ya da yakınlarından geçtiği zaman ansızın
durmuş, o cisim uzaklaşınca yeniden çalışmaya başlamıştır.
Yakın ilişkilerin ikinci türü özellikle bilimsel açıdan ilginçtir. Çünkü
bunlar la bora tu var çalışmaları yapabilmemizi mümkün kılmış, yani
etkilenmiş toprakları veya bitki Örneklerini, yanmış yaprakları ya da
dalları analiz edebilmemizi sağlamıştır.
BÎRÎNCÎ BÖLÜM
Tanımlanmamış Uçan Cisim fenomeni gerçekten vardır. Doğal cisim
ve olayların yanlış tanımlanmasına dayanan sahte bilgiler, şaka ya da alay
olsun diye verilen asılsız haberler bir kez ayıklandı mı, geriye, ciddi
Çölün kum ve kuru otlardan oluşan kör edici anafo-
bilimsel araştırmaya sağlam ve önemli bir temel oluşturan açıklanmamış
rundan yedi belirsiz şekil çıktı. Görüntüleri, her yönden
püsküren kum deryası içinde bir görünüp bir kaybolan yedi
bilgi ve raporlar kalmaktadır. Bunların yalnızca fizikçiler tarafından değil,
şekil... Küçük bir Kuzey Meksika kasabası olan
aynı zamanda sosyologlar ve psikologlarca, da bilimsel açıdan
Sonoyita'nın hemen dışında şaşkına dönmüş üç federal
incelenmeleri gerekmektedir.
polis bekleşiyordu. Katırları bağlı bulundukları yerde gitgide
Tanımlanmamış Uçan Cisimlerin araştırılması ve incelenmesi ger-
huysuzlaşarak yularlarını çekiştiriyor, çevrelerine çifteler
çekten çeşitli uzmanlık dallarının işbirliğini gerektiren bir konudur. Ve
atıyorlardı. Onlar da olağanüstü bazı şeylerin varlığını
Tanımlanmamış Uçan Cisimler Araştırma Merkezi İşte bu yaklaşımla Ta-
sezmişlerdi sanki... Yaklaşan şekiller şimdi çölün bu ıssız
nımlanmamış Uçan Cisimler sorununu çözmeyi amaç edinmiştir. Eğer biri
kavşağındaki İlk binayı belli belirsiz seçebiliyorlardı.
çıkar da, «Neden bu sorunu çözmek gerekiyor?» diye sorarsa, bilim tarihi
yüzyıllar boyu bu tür sorulara vermiş olduğu cevabı tekrarlar: Salt bilimsel
Tam tepedeki güneş vaktin öğle olmasına karşın kan
araştırmalar hemen her zaman insansoyunun ilerlemesine ve refahına yol
kırmızıydı. Tıpkı tuğlalarla çevrilmiş vaha Cantina' sında,
açmıştır. Bilgiyi araştıran yolun bizi nereye götüreceğini asla bilemeyiz
çok eskiden kalmış bir Coco-Cola reklamındaki güneş
ki...
gibi... Kum bulutundan çıkan ilk şekil uzun boylu biriydi.
Meksikalı polislere baştan savma bir selam verip
Dr. T. Allen Hynek
İspanyolcayı katlederek sordu. «İlk gelenler bizler miyiz?»
Tanımlanmamış Uçan Cisimler
Haki renkte bir elbise giymiş, Rommel gözlükleri takmış
Araştırma Merkezi Başkanı
olan adam yüzünü bir deri parçasıyla örtmüştü. Hangi
ulustan olduğu belli değildi. Okulda öğrenilen İspanyol-
casiyla, «İlk biz mi geldik?» diye sorusunu yineledi.
STEVEN SPIELBERG

Şaşkınlıktan dilini yutmuş gibi görünen polis başıyla ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKİN İLİŞKİLER
güneyi işaret ederek karşılık verdi. O yönden de sanki
yoktan varolmuşçasına başka bir kâşif grubu belirmişti. Laughlin bu soruyu gururla ve sözcükleri dikkatle se-
çerek yanıtladı.
Böylece 1973 yılının ortalığı kasıp kavuran kum fırtına-
sında, iki ekip Sonoyita"nın hemen dışında buluşmuş ol- «Ülkemin Fransızlarla birleştiği 1969 yılından bu ya-
na... Montsoreau görüşmelerine katıldım, hani Fransızla-
du. On dört kişi kısaca ve sessizce el sıkıştılar.
rın başarı kazandıkları o hafta vardı ya... Sizi kutlarırn,
«Fransız çevirmen yanınızda mı?» Yüzü örtülü ada- Bay Lacombe.» Lacombe gülümsedi. Bu arada ekip bun-
mın sesinden Amerikalı olduğu anlaşılıyordu. Şivesi taş- ca yolu teperek görmeye geldikleri şeye bir an önce ulaş-
ralıydı; Ohio - Tennessee'den olabilirdi. «Evet, efendim. mak için sabırsızlanıyordu. Bunu farkeden Lacombe hızlı
Fransızca bilirim ama mesleğim çevirmenlik değil.» Ko- hızlı yürümeye başladı. Bu arada Laughlin'le de elden gel-
nuşan ikinci grubun en kısa boylusuydu. Sesinden de hafif diğince hızlı konuşuyordu. Lacombe ekibin başka bir üye-
bir korku 'belirtisi seziliyordu. Rüzgârın uğultusunu sine el salladı. Lacombe'un fedaisi Robert Watts, birkaç
bastırmak için sesini yükselten David Laughlin, şimdi saniye içinde onlara yetişti.
daha bir önemsenir olmuştu. «Mesleğim topografyadır. «Robert, ecoute Mösyö Laugh-o-line.»
Yani harita çizerim.» «Peki, efendim.»
«İyi Fransızca bilir misiniz, efendim? İngilizceden «Size şimdi Fransızca söylediklerimi Robert'e İngi-
Fransızcaya, Fronsızcadan da İngilizceye çeviri yapabilir lizce olarak tekrarlayın, Bay Laugh-o-line. Alors.» Lacom-
misiniz?» be çabuk çabuk Fransızca bir şeyler söyledi, Laughlin de
«Eğer yavaş konuşur ve asıl işimin bu olmadığını dü- konuşulan her sözcüğü hemen ardından Robert'e İngilizce
şünürseniz, evet.» O sırada başka biri öne çıkarak araya olarak aktardı.
girdi ve haritacıya elini uzatıp Fransız asıllı olduğunu belli «Söyleyeceklerimi yalnızca çevirmekle kalmayacak,»
eden bozuk bir İngilizceyle konuştu. «Siz Mösyö... şey... diye tane tane konuştu Lacombe. «Duygularımı da akta-
Loog-oh-line?» «Şey... Laughlin,» diye kibarca düzelterek racaksınız. Her şeyin tam anlamıyla anlaşılmasını istiyo-
uzatılan eli sıktı Laughlin. Fransızın sesinde karşısındakini rum.»
yumuşak ve dikkatli cevaplar vermeye davet eden bir Meksikalı federal polisler ilerde, şimdi saatte yetmiş
hava vardı. kilometre hızla esen rüzgârın altını üstüne getirdiği böl-
«Ah, oui.» Fransız özür dilercesine kendi kendine ha- gede bulunan bir şeyleri işaret ederek bağırıp çağırıyor-
fifçe güldü. «Oui, oui, pardon,» diye Fransızca konuşma- lardı. Herkesin gözü toz toprakla o denli bulanıklaşmıştı ki,
sını sürdürdü. «Ne zamandan beri bizimle çalışıyorsunuz. arasıra görünüp kaybolan ilk cismi on, on iki metre kanat
açıklığı olan dev bir kızböceğine bşnzettiler. Adamlar
Bay Laughlin?»
yaklaştıkça, bu hayalet şekil yirmi dört saat önce söylenti
olarak işittiklerini doğrulamaya başladı.
Üzerinde tekerleklere, kanatlara, kuyruğa ve perva-
STEVEN SPiELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER
neye benzer şeyler olan garip bir cisim yolun üstüne otur-
muştu sanki. Yan taraflarında işaretler ve kanatlarında Florida. Ama en ilginç yanı üzerindeki tarihti.
numaralar vardı. Arkasında da kızıl rüzgârın kesilir gibi «Bay Lacombe,» diye bağırdı teknisyen. Keşfinden, do-
olduğu anlarda görülebilen, aynı cisimden altı tane daha layı soluğu kesilmişti. «Mayıs ayını gösteriyor bu.»
duruyordu. Bunlar İkinci Dünya Savaşından kalma. Deniz Lacombe söylenenleri çevirmesi için dosdoğru
Kuvvetlerine ait Grumman TBM İntikamcı tipi torpito Loughlin'in yanına gitti. Ama teknisyen daha çabuk dav-
bombardıman uçaklarıydı. ranmıştı. «Takvim 1945 mayısından aralık ayına kadar.»
. Keşif ekibi kalakalmıştı. Lacombe beş, on adım atarak Lacombe işte bu İngilizce sözleri çok iyi anlamıştı.
tozlanmış gözlüklerini alnına kaldırdı. Tuhaf bir huzur Laughlin'e dönüp sesini yükselterek konuştu. Laughlin de
içindeydi şimdi. Gördükleri onu pek etkilememiş gibiydi. söylediklerini herkese İngilizce olarak tekrarladı.
Fransızın yüzü seyrek kır saçlarına karşın genç görünü- «Bakın bakalım, yakıt var mıymış depolarda?.. Bir de
yordu. Burun deliklerinin iki yanından ağzına doğru inen benzinin yanıp yanmadığını kontrol edin.»
derin çizgiler vardı. Bu çizgiler ne yapacağına karar ver- Laughlin'in yanında duran fedainin şaşkınlıktan kol-
diği zamanlarda daha da derinleşirdi. Lacombe derin bir ları iki yanına sarkmıştı.
soluk alıp elinin tersiyle dilindeki tozu sildikten sonra, «Tanrım, bu yavrular oldukları gibi duruyorlar!» diye
eline sterilize edilmiş polietilen bir eldiven geçirerek La- güneyli şivesiyle haykırdı. Sesi zaferle çınlıyordu.
ughlin'e ilk emri verdi. Laughlin söylenenleri kısa bir süre «AE 3034567. Tanrı cezasını versin! AE 29930404. Yuh
dinledikten hemen sonra başıyla onayladı ve orada bulu- be! AE 335444536. Olur şey değil!» Laughlin aradaki söz-
nanlara bağırdı. cükleri atlayarak numaraları çevirdi yalnızca. Biri de
«Motor gövdelerinin üzerindeki numaraları istiyorum.» bunları kâğıt üzerine yazılı olanlarla karşılaştırıyordu.
Laughlin bir an için emri doğru çevirip çevirmediği konu- «Motor gövdeleri üzerindeki numaralar birbirini tu-
sunda kuşkuya düştü. Ama herkes ne yapacağını anla- tuyor. Kanat numaraları da.» Adamlardan beri Grumman'
mıştı. Birkaç saniye içinde on dördü birden kanatlara ve in iniş ışıklarını denerken, Lacombe'un gözleri parlıyordu.
kuyruğa tırmanıp, ellerindeki tornavida ve, benzeri alet- Işıklar tozdan yoğunlaşmış havada iki yarım daire oluş-
lerle kapakları açmaya başlamıştı bile. Hepsinin elinde turuyorlardı.
Playtex eldiven vardı. Teknisyenlerden biri pilot mahallinin «C'est possible? Mümkün mü bu?» Lacombe kolla-
camını geriye doğru kaydırarak açtı. Cam direnmeden rını iki yanına vuruyor, Laughlin de sarhoş olmuşçasına
kolayca açılıvermişti. Üzerinde kaydığı yataklar ve bilyalar Robert'i, fedaiyi dürtüyordu.
yeni gibiydi. Teknisyen polietilen eldivenli elinde tuttuğu «Beni kendime getirir misin?» Robert öne eğilip sır
ameliyat kıskacıyla kontrol tablosunun altına tutturulmuş verir gibi, «Uçuş numarası 19,» dedi.
olan bir takvimi çıkardı. Takvimin üzerinde bir tanıtma «Evet?»
yazısı okunuyordu: Trade Winds Bar, Pensacola, «Uçuş numarası 19. Hatırlamadınız mı? 1945'in ma-
yıs ayında manevralar için Pensacola'don hareket eden
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

filoydu bu. O günden beri onları bir daha gören olmadı. Bugüne
dek. Düşünebiliyor musunuz?» lemeye çalışıyordu. Sonunda birtakım anlaşılmaz İspan yolca
«Peki ama pilotlar nerede? Ya mürettebat?» Robert bu sözcükler mırıldanabildi. Gözyaşları da aynı anda boşanmıştı.
sorunun yanıtını bilmiyordu kuşkusuz. Tam omuzlarını silktiği «Qu'est-ce qu´il dit? Ne diyor?» diye sordu Lacombe soluk
anda anlaşılmaz bir bağırışma koptu az ötede. Lacombe fırladı. soluğa. Laughlin İspanyolca bilen Amerikalıya döndü. Ama o da
Laughlin de ardından. Meksikalı polisler birinin başına bir şey anlamamış olacak ki, ayaklarının dibinde yatan et ve
üşüşmüşlerdi. Birkaç metre ilerdeki binanın girişinde küçük bir kemik yığınını sarsarak soru sormaya devam etti. Adamın
şekil ikibüklüm olmuş duruyordu. Polislerin şamatayı kesmeye boğazından aynı anlaşılmaz guruldamalar çıkıyordu. Sidik
niyetleri yoktu. Paniğe uğramış gibiydiler. Lacombe yardım kokusu da dayanılmaz bir hal almıştı. Lacombe sabırlı bir
istercesine Laughlin'den yana baktı; o da gülümsemek zorunda adamdı ama Amerikalı her seferinde söylenenleri ısrarla
kalarak, «Je ne parle pas espagnol. Français et anglais kendine saklar gibiydi. Laugh lin araya girdi. «Ne söylüyor?»
seulement. İspanyolca bilmem. Yalnızca Fransızca ve Amerikalı kaşlarını kaldırarak içini çekti. Ve adamın sözlerini
İngilizce,» dedi. çevirdi. «Dün gece güneşin geldiğini ve ona şarkı söylediğini
anlatmaya çalışıyor!»
Bay Tennessee - Ohio konuştu. «Söylediklerine göre bu
adam buradaymış. İki gündür burada olduğunu söylüyorlar. Her
şeyi görmüş.»
Lacombe ve ötekilerin umabileceklerini aşıyordu bu.
Fransız bir dizinin üzerine çöküp son derece yumuşak bir
hareketle adamın çenesini sterilize eldiveniyle tuttu. Meksikalı
hemen başını kaldırdı. Adamcağız ağlıyordu ama Lacombe'u
asıl şaşırtan bu olmadı. Adamın yüzünün yarısı pancar gibi
kıpkırmızı ve alnından köprücük kemiğine kadar fiske fiskeydi.
Laughlin'in şimdiye dek gördüğü en korkunç güneş yanığıydı
bu. Hele Meksika'nın kızgın güneşine alışık köseleleşmiş ciltler
düşünülürse... Meksikalının elleri titriyordu. Lacombe'un
burnuna gelen pis bir koku, adamın kaskatı olmuş pantolonuna
bakmasına neden oldu. Bu pantolona bir süre önce işenmişti.
Meksikalı konuşmak için başını kaldırdığında, iradesi dışında
yeniden işemeye başladı. Gözlerinde acının ötesinde bir şeyler
vardı. Dudaklarını oynatıyor, konuşmak için soluğunu ses
tellerinden çıkmaya zorluyor, bir şeyler söy-
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLݧKİLER

İKİNCİ BÖLÜM da çalışmaya başlamış, Susam Sokağı adlı şarkıyı çalı-


yordu.
Barry gülerek ellerini çırptı. Sonra yataktan atlayıp
Dört yaşındaki Barry Guiler uykusunda huzursuzdu. açık pencereye koştu. Dışarda, uzaklarda bir yerde bir kö-
Yatak odasının yarı açık penceresinden esen hafif Indiana pek havlıyordu. Ama arka bahçe tümüyle karanlık ve ses-
meltemi perdeleri havalandırıyordu. Odada yumuşak ama sizdi.
sürekli bir uğultu vardı. Bu ses Barry'nin uykusunu Barry'nin yatak odası koridorun en sonunda bulunu-
bölüyordu. Ansızın hafif kırmızı bir ışık yüzünde dolaştı., yordu. Şimdi iyice meraklanan Barry koridoru geçerek
Barry gözlerini açtı. oturma odasına girdi. Oda küçük bir gece lambasının mayi
Yatağın yanındaki kerevetin üzerinde duran pilli oyun- ışığı dışında karanlıktı. Barry bir şeylerin her nasılsa farklı
caklardan biri hareket etmeye başlamıştı. Bu bir Fran- olduğunu, alışılmışın dışında bazı şeyler döndüğünü
kenstein canavarıydı. Kulaç atmak istercesine kollarını seziyordu. Oturma odasının bütün pencereleri açıktı ve ge-
kaldırınca pantolonu düşüyor, canavar kıpkırmızı kesili- cenin soluğu perdeleri çok garip bir biçimde havalandırı-
yordu. yordu. Ön kapı da ardına kadar açıktı; avludaki ışık ge-
Barry gözlerini Frankenstein'dan ayırmadan yatağın- cenin karanlığında daha parlak görünüyordu.
da doğruldu. Sonra oturup çevresine bakındı. Oda oraya Tüm bu gariplikler küçük çocuğu korkutmadı. Barry
buraya atılmış pilli oyuncaklarla doluydu: Bir tank, ro- eğlenceye hazırdı. Açık pencere ve kapılardan tuhaf bir
ketler, sireni ve tepesindeki trafik ışığıyla bir polis arabası, koku geliyordu. Hani fırtınadan sonra havayı saran o koku
bir Boing 747 uçak modeli, merdivenlere tırmanan gibi. Ama Barry öyle bir fırtına olmadığını biliyordu. Ne
itfaiyecileriyle yangın söndürme ekibi ve arabaları, sokak gökgürültüsü, ne de yağmur sesi duymuştu. Sakin bir yaz
lambasına dayanmış, elindeki şişeyi kafasına diken bir gecesiydi. Üstelik bunun niteliği de değişikti.
sarhoş... Tüm oyuncaklar harekete geçmiş, ışıklar ve uğul-
Barry bir de mutfağı kolaçan etmek istedi. Burada da
tular çıkararak çalışıyorlardı. Kendi kendilerine!
pencereler ardına dek açıktı, içeri dolan rüzgâr daha sert
Barry bu durumdan pek hoşlanmıştı. Bu arada pikap
esiyordu. Arka kapı da açıktı, zincirini tıkırdatıyordu. Bu
da önemli değildi. Ama Bingo'nun girip çıkması için
kullanılan kapının altındaki kapak menteşelerinden sökül-
müş olarak yerde duruyordu; köpek de buzdolabının ya-
nındaki yatağında yoktu.
Üstüne üstlük buzdolabının kapağı açıktı ve yerde süt
şişesi, tereyağ, peynir ve yemek artıklarından oluşan bir
yığın vardı. Yiyecek izleri buradan köpek kapısına
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

doğru gidiyordu. Barry yerden yarısı erimiş bir dondurma kaçını uçurdu. Yatağın başucundaki komodinin üzerinde
külahı aldı. Birden mutfakta başka şeyler de dikkatini bir sürü ilaç kutusu, burun damlaları, yarısı yenmiş bir
çekti. Barry ansızın döndü, elindeki dondur-ma külahı sandviç ve bir Coco-Cola şişesi duruyordu.
yere düşerek muşambaya yayıldı. Küçük çocuğun hızla Jillian gribin neden olduğu o garip ruh haliyle kendine
geri dönmesiyle buzdolabının kapağı kapanmıştı. Şimdi gelir gibi oldu. Yorgundu ama uykusu yoktu; düşü-
dikkat kesilmiş dış kapıya bakarak bekliyor, gözlerini nebiliyordu ama kafası bulanıktı; yapması gerekenleri bi-
diktiği yerden ayırmıyordu. Derken Barry Guiler liyor ama harekete geçemiyordu. Bornozuna sarınmış hal-
gülümsedi. Gözlerindeki utangaç, muzip ifade oyuna bir de yorganın altındaydı. Televizyon açık kalmıştı. Jillian
çağrı gibiydi. Bir karşılık bekliyordu. Bir süre daha önce işittiği kıkırtılı gülüşün televizyondaki bir programdan
baktıktan sonra kıkır kıkır güldü. Bakışlarını bir an başka geldiğini sandı. Ancak aynı gülüşü bir reklam sırasında da
bir yere çevirdi, sonra yeniden gözetliyormuş gibi yaparak işitince, nereden geldiğini anlayıverdi.
neşeli sesler çıkardı. Bir gülüş, bir kaçış daha. Yeni bir
oyun. Birden Barry ciddileşti. Topukları üzerinde maymun ***
gibi bir öne, bir arkaya sallanarak çevresinde döndü.
Sonra başını yavaşça bir sağa bir sola döndürerek horoz Barry dışarıda gördüğü şeyi taklit etmeye başlamıştı.
gibi dikleştirdi. «Böyle mi? Böyle mi?» Hiç korkmuyordu. Yüzünü şekilden şekle sokuyor, elleriyle gözlerini 'bir açıp
Cesurdu. «Moo» diye bağırdı. Yüzüne korkunç bir anlam bir kapıyordu. «Ce-e, Ce-e.» Kendi çevresinde bir topaç
vermeye çalışarak, «Bööö... böööö!» diyordu. «Hırrr... gibi birkaç kez döndükten sonra başını bir sağa bir sola
Gırrr!» doğru dikleştirdi.
Barry olanlardan hoşnut bir halde yüksek sesle gü-
lerken, kapıya, karanlığa doğru ilerliyordu. Kapıdan çıkar-
ken solgun, turuncu bir ışık yüzünü aydınlattı. Barry gü-
Jillian Guiler yatak odasında uyandı. Bir haftadır lerek kapıdan çıktı.
gripten yatıyordu. Kafası, yatağı ve odası darmadağınıktı. İşte giderek uzaklaşan bu gülüş, Jillian'ın uyanma-
Jillian'la Barry'nin yaşadığı bu küçük ev, Indiana'nın kırsal sına neden olmuştu. Bir de oyuncakların gürültüsü.
kesiminde, alçak bir tepenin doruğundaydı. Gerçi evin Jillian yarı uyanık yatarken, onu neyin uyandırdığını
idaresi kolaydı ama Jillian kendini iyi hissetmediğinden ev düşünüyordu. Derken yavaş yavaş gözlerini açarak yata-
işlerini bir süredir ihmal etmişti. ğın içinde doğrulurken, bir oyuncak polis arabası tepesin-
Yatak odası dağınık olmasına dağınıktı, ama hiç 'ol- deki trafik lambasından ışıklar saçarak odaya girdi.
mazsa aradığını bulabiliyordu. Evin öteki bölümlerini dola- Polis arabasının ardından topunun ağzından kırmızı
şan rüzgâr birden Jillian'ın odasına girerek, kâğıt men- alevler saçan bir tank geliyordu. Arkasından da uçuşa ha-
dilleri ve Barry'nin karakalem yapılmış portrelerinden bir- zır halde bir jumbo jet. Ve en arkada pantolonu düşmüş,

R:2
STEVEN SPIELBERG

kollarını öne uzatmış bir Frankenstein canavarı.


Şimdi Jillian tam anlamıyla uyanmıştı. Yorganı fırlatarak
yataktan kalktı. Başparmağının ucundan kıl payı geçen polis
arabası duvara çarpıp durmuştu. Onun ardından öteki
oyuncaklar birbirilerine çarparak üst üste yığılıp kaldılar.
«Barry?» diye seslendi Jillian.
Sonra işittiği o gülüşü anımsadı. Artık duyulmuyordu ama
anısı sessiz gecede asılı duruyordu hâlâ.
Yatağın başucundaki saat 10:40'tı. Bu saatte Barry ne
yapıyordu? Yatalı daha iki saat olmuştu. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Jillian sendeleyerek koridoru geçip Barry'nin yatak odasına
girdi. Yatak boştu. Pencereler de açıktı. Odadan koşar adım
çıkan Jillian yine koridoru geçip oturma odasına gitti. Çılgın gibi Yeryüzündeki tüm hava trafik kontrol merkezlerinin içi
çevresine, açrk pencerelere, sokak kapısına ve avludaki ışığa> gerçekdışı bir görünüm taşır. Birleşik Amerika Devlet-leri'nin
bakıyordu. orasına burasına serpiştirilmiş düzinelerle hava trafik kontrol
Şimdi yanılmasına olanak yoktu artık. Barry"nin gülüşüydü merkezi bulunmaktadır. Indianapolis yakınlarındaki yarı yarıya
bu ve evin dışından, gecenin karanlığında bir yerlerden toprağa gömülmüş olanıysa, birçoğu gibi pek bir özelliği
geliyordu. Jillian küçük bir çığlık attı, ardından hap-şırdı. olmayan tipik bir hava trafik kontrol merkezidir.
Gülüşü yeniden işitti. Giderek uzaklaşıyordu. Bu kocaman beton yapıların içinde yaratılmış olan yapay
Aman Tanrım, diye düşündü Jillian dehşet içinde. Sokak dünyayı seçebilmek için dikkatle bakmak gerekir. Çünkü ortalık
kapısından çıkıp avluda durdu. Işığın gerisindeki karanlığa loştur genellikle. Kapıların- nerede olduğunu belli belirsiz
gözlerini alıştırmaya, boş yere bir şeyler görmeye çalışıyordu. gösteren, üstleri siperlikli ve düşük vatlı ampullerden başka
Gözlerinden yaşlar boşandı boşanacaktı. Kendine hakim çevreyi aydınlatan ışık bulunmaz.
olmaya çalışarak, «Barry! Barry!» diye bağırdı. Bir yandan da İndiana uçuş bölgesini tarayan radar ekranlarının ışığı
karanlığın içinde, oğlunun gülüşünün kaybolduğu yöne doğru hakimdir odaya. Ne gecenin, ne de gündüzün belli olduğu,
ilerliyordu. yalnızca yukarıdaki gerçek dünyada olup bitenlerin elektronik
bir görüntüsünü yansıtan parlak radar ekranlarının yapay ışığı...
Ülkenin tüm hava trafiği burada gözden geçirilir, radarla
kaydedilir ve telsiz aracılığıyla sorguya çekilir. Kendini tanıtmak,
kimliğini doğrulamak, geçiş izni ve gerekirse tavsiyeler almak
yoluyla ya Indiana'ya iner ya da ço-
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

ğunluk saatte bin kilometreyi bulan bir hızla başka başka beş kilometre uzaktaydı. Bir başka yönde giden üçün-
yerlere doğru geçer gider uçaklar. cüsüyse, Aireast'ten oldukça uzakta kalıyordu. Ekranın
Bu loş dünya yapaymış gibi görünmekle birlikte asıl geri kalan bölümü boştu.
amaç, bütün hava trafik kontrolcularmın umduğu gibi Harry mikrofonuyla devreye girdi. «31 Aireast, uçuş
gerçek olaylara tümüyle uyabilen bir görünüm sağlaya- alanınızda iki uçaktan başka trafik yok. Bunlardan biri
bilmektir. Her kontrolcu ister bir jumbo jet, isterse alçaktan TWA'nin L-1011'i. Sizinle aynı yönde ve yükseklikte. Ar-
uçan dört kişilik özel bir uçak olsun, herkesin eyaleti sağ kanızda ve yirmi beş kilometre uzakta kalıyor. Bir de Al-
sağlim geçebilmesini sağlamak üzere gerekli düzenlemeleri legheny Şirketinin DC-9'u var. O da önünüzde ve sizinle
yapabilmeyi umar. aynı yükseklikte ama seksen kilometre kadar uzakta. Ay-
Ama umar yalnızca, çünkü bazen evdeki hesap çar- rılmayın. Bir de geniş alan taraması yapayım.»
şıya uymaz... Harry uzanıp bir düğmeye bastı. Radar ekranı dar
O hafta Harry Crain geceyarısı işbaşı yapıyordu. O alandan geniş alan taramasına başladı. Harry ekrana bir
saatlerde radar ekranlarının başında sadece beş, altı kişi göz attıktan sonra yeniden başka bir düğmeye bastı. Bil-
bulunurdu. Harry genellikle onların gerisinde bir aşağı bir gisayardan geçerek yansıyan görüntüye bakıyordu. Aire-
yukarı dolaşır, zaman zaman da yüksek bir taburede otu- ast'in dolayında işaret vermeyen bir uçak ya da başka bir
rurdu. Başındaki kulaklığı uzun, sarmal bir kabloyla telsiz hava aracı vardı gerçekten. Harry ekrana daha dikkatle
aygıtlarına bağlıydı. Tam ağzının önünde bulunan kıvrık baktı. Tam o sırada Aireast'in pilotu konuşmaya başlamıştı.
bir plastik boru, sesini mikrofon aracılığıyla yükseklerdeki «31 Aireast'in önünde ve beşle yedi kilometre uzağında
gerçek dünyaya iletiyordu. bir trafik var. Oldukça yüksekte ama alçalıyor.»
O gece dört trafik kontrolcüsü ilk vardiyalarını al- Kontrolculardan biri öne doğru eğilip ekrana baktı ve
mışlardı. Çifter çifter ve yanı yana radar ekranlarının önü- pilotun sözlerini onayladı hayretle.
ne oturdular. Hepsi de yakaları açık beyaz gömlek giy- «31 Aireast,» diye mikrofona konuştu Harry. «Evet, o
mişti. Gömleklerinin kolları da sıvalıydı. Başlarının üstün- konumda bir trafik ben de görüyorum. Ancak yüksek irtifa
deki hoparlörlerden hava trafiğinin alışılagelmiş telsiz vı- trafiğinde böyle bir şey olmaması gerek. Bir de alçak
zıltısı işitiliyordu. Vızıltılar şimdi seyrekleşmişti; çünkü In- irtifayı kontrol edeyim.»
dianapolis üzerindeki bölge, aşağıdaki hava trafik kontrol Harry iç haberleşmeyi sağlayan adamına döndü.
merkezindeki kadar karanlık ve hareketsizdi. «Aşağıdakileri ara ve bunun ne olduğunu bilip bilmedikle-
«Hava Trafik Kontrol,» diye bir pilotun sesi duyuldu rini öğren...»
ansızın. «31 Aireast'in uçuş alanında trafik var mı?» «31 Aireast'ten merkeze.» Pilot, Harry'nin devresini
Harry Crain ekranlardan birine dikkatle baktı. Veri keserek araya girdi yeniden. «Bu trafik alçak irtifada de-
bloklarından yalnızca üçü tümüyle, biri de kısmen, doluy- ğil. Kuzeydoğumuzda ve alçalmaya devam ediyor.»
du. Aynı yönde giden uçaklardan ikisi birbirlerinden yirmi «Ne tip bir uçak olduğunu söyleyebilir misiniz?»
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

Pilotun sesi olağan geliyordu. Şu anda rapor edeceği şeyi «Evet,» dedi pilot ihtiyatla. «Görüyoruz ve onu İzliyoruz.»
düşünüyor olmalıydı. «Olumsuz. Belirli dış hatları yok. Ook da «Ne yapıyor şimdi?»
parlak. Şimdiye dek gördüğüm en parlak ışık. Beyazdan «Tam Aireast'in bildirdiği gibi hareket ediyor.»
kırmızıya dönüşüyor. Renkler de çok çarpıcı.» 31 Aireast araya girdi. «Trafik şimdi beş yüz metre kadar
Şimdi öteki kesimlerin kontrolcuları da Harry'nin önündeki altımıza indi. Bekleyin bir dakika... Ayrılmayın... Tamam
ekrana bakıyor ve konuşmaları dinliyorlardı. Harry'nin merkez. Trafik sağa döndü ve tam üzerimize doğru geliyor. Biz
koordinatörü uzanıp bir düğmeye bastı, birini arayarak ağzının de sağa dönüyor ve üç-elli uçuş düzeyini terkediyoruz.»
içinde anlaşılmaz bir şeyler söyledi.
Harry Crain taburesinden fırladı. Loş odada hava ger-
Harry yüksek taburesinden radar ekranlarını izledi bir süre. ginleşmişti.
Sonra öteki uçakla bağlantı kurarak, «517 TWA, durumu
Koordinatöre dönerek, «Bana telefonda Wright-Pat-
bildirin,» dedi.
terson'u bul çabuk,» dedi. «Orada hangi Tanrının cezası deneyi
Hoparlörden değişik bir ses duyuldu bu kez. «Merkez, yapıyorlar acaba?»
burası 517 TWA. Sözkonusu trafik şimdi sanki çok parlak iniş
«31 Aireast,» diye seslendi Harry hemen ardından.
ışıkları yakmış gibi. Telsiz konuşmalarını duymadan önce
«Aiçalın ve üç-bir-sıfır uçuş düzeyini koruyun... Allegheny DC-
bunları Aireast'in iniş ışıkları sanmıştım.»
9, siz de derhal otuz derece sağa dönün... Aireast uçağı üç-bir-
O sırada Aireast'in pilotu konuşmaya başladı yeniden. sıfır uçuş düzeyine iniyor.»
«517 TWA, sözlerinizi tekrar edin lütfen.»
Aireast'in pilotu hâlâ sakin konuşuyordu. «Parlak ışıklı
TWA'nin pilotu ağır ağır ve net bir şekilde sordu. «31
trafik şimdi köşeli inişe geçti ve balistik olmayan bazı hareketler
Aireast, iniş ışıklarınızı yaktınız mı?»
yapıyor.)
«Hayır, yakmadık.»
Harry'yle koordinatör birbirilerine baktılar yalnızca.
Harry araya girdi. «517 TWA, İndianapolis Merkezi
«Tamam, merkez,» dedi Aireast'in pilotu. «Trafik şimdi son
konuşuyor. Aireast sizinle aynı yönde ve yirmi beş kilometre
uzakta, önümüzde, uçuş yüksekliği de aynı. Durumunuzu hızla geliyor. Aşırı parlak ve çok hızlı hareket ediyor.»
bildirin lütfen.» Harry koordinatöre dönerek, «Aireast kendisiyle «Burası 517 TWA,» diye bildirdi öteki pilot da. «Trafikten
aynı irtifada olağanüstü bir trafik olduğunu iddia ediyor. Ne uzaklaşmak için biz de biraz sağa kayıyoruz.»
olduğunu bilmiyorum.» «Tamam, 517 TWA.» dedi Harry Crain. «Sağa sapma
TWA'nin konumu ekranda belirmişti. Harry pilota Aireast'i onaylandı.»
görüp görmediğini sordu. «31 Aireast'ten merkeze. Üç-bir-sıfır düzeyine indik.
«Olumlu, görüyorum.»
«517 TWA, Aireast'in yakınlarındaki trafiği de görebiliyor
musunuz?»
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

Trafik kuzeybatımıza geçti ve dört yüz elli metre kadar uzakta. Harry'nin koordinatörü sordu. «Bu tür bir şey için kitap ne
Çok hızlı hareket ediyor.» diyor?»
Bu arada uçuş kulesi şefi loş odaya sessizce girmiş, «Allah kahretsin, nereden bileyim?» diye söylendi Harry.
Harry'nin tam arkasında duruyordu. İlk kez konuştu. «Sor «Hava Kuvvetleri otuz yıl önce yazmaya başlamıştı. Hele
bakalım onlara, resmi olarak rapor vermek istiyorlar mı?» bitirsinler de görelim.»
«Merkezden 517 TWA'ya,» dedi Harry. «Aireast'in ya-
kınındaki trafiğin bir Tanımlanmamış Uçan Cisim olduğunu
resmi olarak rapor etmek ister misiniz?»
Birkaç saniye parazitten başka bir şey duyulmadı. Sonra
cevap geldi. «Olumsuz... Rapor etmek istemiyoruz.»
Harry bu kez öteki pilota' sordu. «31 Aireast, yakını-nızdaki
trafiğin bir Tanımlanmamış Uçan Cisim olduğunu rapor etmek
ister misiniz?»
Parazitler çoğalmıştı.
«Olumsuz. Biz ou tür bir rapor vermek istemiyoruz.» «31
Aireast,» diye ısrar etti Harry. «Herhangi bir raporun resmi
kayıtlara geçmesini istiyor musunuz?» «Nasıl bir rapor
vereceğimizi bilmiyoruz ki...» Harry gülümsedi. Rahatlamıştı.
«Ben de bilmiyorum,» dedi. «Trafiği varacağı yere kadar
izlemeye çalışacağım.»
«Ve bize de üç-bir-sıfır uçuş düzeyinde yol gösterin,» dedi
pilot, sonra birden aklına gelmiş gibi ekledi. «Uçağın
arkasındaki görevli, trafiğin yakınından geçtiğimiz zaman
yolcuların resim çektiğini söyledi.»
Harry Crain bölüm şefine dönerek yavaşça, «Bunları
görmek İsterdim,» dedi. Sonra mikrofondaki konuşmasını
sürdürdü. «Allegheny J-8'i kesecek şekilde sağa dönün ve
normal rotanızı koruyun. TVVA'nın uçuş düzeyi üç-bir.»
Bölüm şefi yine geldiği gibi sessizce karanlıkta kayboldu.
Uçuş kulesindeki gerginlik de azalır gibi olmuştu.
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Neary'nin karısı Ronnie arasıra pingpong oynamak-


tan hoşlanırdı. Ancak Roy karısına dikkatli bir dille oğlan
çocuk yetiştiren ailelerde bu tür elektrikli bir tren takımının
Aireast 31, Roy Neary'nin evinin üstünden o gece bulunmasının ne denli önemli olduğunu anlatmıştı.
saat dokuz sularında geçti. Jetlerin gürültüsü evin içinde Karısı da, «Tren takımı baba için önemli olabilir,» kar-
pek duyulmadığından uçağın geçişi kimsenin dikkatini şılığını vermişti. «Pingpongun anne için olduğu gibi.»
çekmemişti. Roy bu çekişmeyi tren takımını haftasonları sökece-
Rey kent dolayındaki evinin oturma odasına elko- ğine söz vererek önlemeye çalışmış ama nedense bundan
yarak öyle bir döşemişti ki, gören buranın Kurtuluş Ordu- sonraki aylarda söküleceğine, tren takımına her gün yeni
sunun özel bir odası sanabilirdi. Duvarlarda çeşitli elek- bir parça eklenmişti. Şimdi her şeyi tamam olan bu oyun-
trikli araçlar asılıydı. Odanın her köşesinde de mekanik cağı çalıştırmak Neary'nin boş zamanlarının çoğunu al-
bir araç bulunuyordu. Bu odada bulunan yetişkin oyun- maktaydı.
cakları, bir çocuğu çocukluk döneminden yoksun bıraka- «Şu alt geçite kalkıp inen bir köprü koymaya ne der-
cak kadar çoktu. sin, baba?» diye sordu Brad.
Odadaki en dikkat çekici şey pingpong masasının üze- Neary'nin kaşları çatılmıştı. «Aklının ev ödevinde ol-
rine kurulmuş olan oyuncak tren takımıydı. Demiryolları, duğunu sanıyordum.»
yapma dağlardan, göllerden, köprülerden geçiyordu. Her «Aritmetikten nefret ediyorum.» Çocuk elindeki kur-
şeyiyle tam bir maketti bu. şun kalemini fırlatıp atarak gözlerini karşı koyucu bir ifa-
O gece Roy Neary'yle sekiz yaşındaki oğlu Brad otur- deyle babasına dikti.
ma odasında yalnız başlarına, yan yana oturuyorlardı. Neary sakin bir tavırla kalemi yerden alıp çocuğun
Roy oğlunun matematik ödevine yardım etmeye çalışıyor- eline tutuşturdu. «Diyelim ki,» dedi. «İstasyon şefi sana
du. Ama ayakları dibinde bir yığın aritmetik kitabıyla otu- on sekiz tane vagon verdi ve eşit sayıda vagonları bulu-
ran Brad, toplama ve çıkarmayla elektrikli trenlerden daha nan iki tren oluşturmanı istedi. Ne yaparsın?»
az ilgilenir gibiydi. Brad kalemini fırlatıp attı yeniden. Sonra elini arka
cebine sokarak küçük bir hesap makinesi çıkardı. «Bu,
hiç de zor değii.» dedi. «Hesap makinesiyle bulurum. Na-
sıl olsa yanımda her zaman bunlardan bir tane buluna-
cak.»
Roy içini çekerek tavana doğru baktı. Aralarındaki
uzun sessizlik altı yaşındaki Toby Neary'nin bir kasırga
gibi odaya dolmasıyla bozuldu. Toby odaya girerken önü- ne ne geldiyse devirmişti. Pek de öfkeli görünüyordu. İri
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

mavi gözleri çakmak çakmaktı. Kirli elinin parmağını Roy' «Hiç de değil,» dedi Roy. «Gözlerini aç da şuna bir
un yüzüne doğru uzatarak, «Fosforlu boyalarımı çalmış- bak.»
sın,» diye bağırdı. Ronnie gözlerini yavaşça açtı. Roy ne olduğu belirsiz
«Bir şeyini çalmadım ben.» bir şeyler mırıldanıyordu. Bu da halinden memnun ol-
«Ben senin şeylerini çalmıyorum ama.» Toby inatla duğunu gösterirdi. Neary tren takımının kontrol tablosun-
suçlamasını sürdürüyordu. da bir düğmeye bastı. Anneyle çocuklar küçük bir yelken-
O sırada odaya giren Ronnie, Roy'un dikkatini dağıttı. linin harekete geçerek aynaya benzeyen bir gölde dolaş-
Ronnie gözleri kapalı, ellerini öne doğru uzatmış, bir maya başladığını gördüler. Yelkenli o sırada üzerinden
uyurgezer gibi yavaşça yürüyordu. trenin geçeceği bir demiryolu köprüsüne yaklaşıyordu.
Uzun sarı saçlı, oval yüzlü, sivri çeneli ve de genel- Tren tam köprüye geldiği anda durdu. Köprü iki yana açı-
likle her şeyden çabuk bıkan bir kadındı Ronnie. Kızınca larak yelkenliye yol verdi. Yelkenli titrek hareketlerle köp-
gözlerini iri iri açardı. Kaşları da kocasının garip fikirleri rüden geçtikten sonra köprü kapanmaya başladı. Ama
karşısında her zaman havaya kalkmaya hazırdı. Şimdi göz- tam kapanmasına fırsat kalmadan, tren harekete geçip
leri görmeyen biri gibi, kollarıyla çevresini yoklayarak yü- köprü üzerinde ilerleyince, madeni bir ses çıkararak göle
rüyordu. Üç yaşındaki Sylvia da annesinin eteklerine tu- yuvarlanıverdi.
tunmuştu. Ayaklarını iyfce havaya kaldırıp sonra yavaşça Neary'nin gülümsemesi kaybolmuştu. «Hımmm.»
yere koyarak ilerliyordu. Onun da gözleri sımsıkı kapa- Ronnie gözlerini trenden ayırıp kocasının yüzüne di-
lıydı. kerek, «Aman Roy.» dedi. Sesi anlamsızdı. «Gerçekten
Neary hayretle, «Ronnie,» dedi. müthiş bir gösteriydi.»
Ronnie kocasına aldırış etmeden, «Brad,» diye ses- «Ama biraz önce böyle olmadı.»
lendi. Gözleri hâlâ kapalı, yüzü ifadesizdi. «Brad, işte sa- «Tabii, hiç kuşkusuz...» Gözlerini kocasından ayırma-
na bir aritmetik problemi. Eğer haftada yedi gün varsa ve mıştı. Şimdi Toby'ninkinden daha çakmak çakmaktı mavi
annen bütün bu günler evdeyse, annene gezecek kaç gün gözleri. «Bu demiryolu oyununa iki hafta daha tanıyo-
kalır?» rum,» dedi. «Ondan sonra doğu zemin katındaki elektrikli
, Bu kez Brad'ın hesap makinesine ihtiyacı olmadı. tenis ve tuvalet takımı, öteki şeylerin yanını boylayacak.»
«Sıfır.» «Ama bu haksızlık.»
«Ronnie,» diye yineledi Neary. Olanlardan hiç hoş- «Daha bitmedi,» diye homurdandı Ronnie. «Şu Tanrı-
lanmamıştı. «Aç gözlerini.» nın cezası çiftliği de takımıyla birlikte arka bahçeye ku-
"Ronnie sordu. «Neden açayım? Hiç ihtiyacım yok. rabilirsin.» Ronnie hırsla gazeteleri topluyor, ortalıkta eli-
Böyle bütün evi dolaşabilir, yatakları yapar, yemeğinizi pi- ne geçirdiği öteberiyi bir köşeye yığıyordu. «Tanrım, bu
şirip ortalığı temizleyebilirim. Hem de hepsini gözlerim ovde işten başka bir şey yok mu? Hizmetçiden beter ol-
kapalı yaparım. Toby'nin kafesteki sincabı gibiyim ben.» dum.»
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

«Geçen haftasonu dışarı çıkmıştık ama,» diye Neary


karısını yatıştırmaya çalıştı. yaşamın niteliği. Hayatta herhalde süpermarketlerin raf-
larında bir dolarlık tuvalet kâğıdı aramaktan başka şeyler
«İki sokak yürüyüp bir kahve içmek pek de eğlenceli de olsa gerek...»
sayılmasa gerek.»
Neary uzunca bir süre sesini çıkarmadı. Ronnie hiçbir
«Her gün Brad'i okula götürürken hava alıyorsun.» zaman kocasının yeterince para kazanamadığından yakın-
Neary yine alttan alıyordu. mamış ya da maaşının azlığını kafasına kakmamıştı. Dola-
«Anlaşılan Toby'yi okula götürmek ya da Sylvia'yla yısıyla Roy da her şeyin yolunda gittiğini* sanıyordu.
süpermarkete uğramak da o sayılı eğlenceler arasında. «Ocakta zam aidim,» diye ihtiyatla söze başladı.
Ya da ne bileyim, arabayı lâstik değiştirmek için garaja Ronnie başını sallayarak, «Yanlış anladın,» dedi. «Pa-
götürmek, ha?» radan söz etmiyorum. Dükkânlardan da özel şeyler satın
Neary içinin burkulduğunu hissederek, «Çok tatsız bir almak istemiyorum. Yaşamımda bazen özel şeylere sahip
tablo çiziyorsun,» dedi karısına. olmak benim için yeterli. Ve Roy,» diye ekledi. «Bilirsin
«O zaman bana başka bir fırça ver.» ben kolay mutlu olan bir kadınım.»
«Bak, eğer enerji şirketindeki işimin çok eğlenceli «Öyle mi?»
olduğunu sanıyorsan...» diye söze başladı Neary. Bir yan< «Acapulco'da bir haftasonu geçirmek istemiyorum.
dan da karısının ne denli öfkeli olduğunu anlamaya çalı- Yalnızca özel bir şey olmasına öyle ihtiyacım var ki... Söz-
şıyordu. Ronnie'nin öfkesinin hangi boyutlara ulaşabile- gelişi, bir gün bana bir çiçek getirsen dünyalar benim
ceğini çok iyi bilirdi. «Bak, dinle,» diye konuşmasını sür- olabilir. Bir tek gül...»
dürdü. «Bozuk bir transformatörü onardığın zaman tüm Neary'nin yine içi burkuldu. «Hep de unuturum.»
sistem düzelebilir.» «Eğer istediklerimi bir anlayabilsen her şey hallola-
Ronnie kocasına boş boş bakıyordu. Kafası başka yer- cak.»
deydi. «Herkesin sık sık sözünü ettiği yeni bir şey olsa ge- Canı sıkılan Tbby, «Babam fosforlu boyalarımı aldı,»
rek bu.» diye girdi araya. Dikkati kendince önemli olan şeye çek-
«Nedir o yeni .şey?» , mek istiyordu.
«Yaşam biçimi. Biz de yaşam biçimimizi değiştirsek Ronnie gazetenin sinema sayfasını katlayarak ko-
iyi olacak.» casına uzattı. «Şuna bir göz at.»
«O dediğin zenginlerin harcı, sevgilim,» dedi Roy. Neary o hafta oynayan film listesine baktı. «Hey!
«Onlar bir dükkâna bir telefon açıp kendilerine tümüyle Bakın ne var? Pînokyo gelmiş.»
yeni bir yaşam biçimi sipariş ediverirler.» «Kim?» diye sordu Brad.
«Belki de yaşam biçimi değildir bu,» diye mırıldandı Ronnie çantasını açmış, kapağındaki aynada yüzünü
Ronnie. «Belki de dergilerin sözünü ettiği şeydir... Yani inceliyordu. «Çok gülümsüyorum,» diye söylendi. «Ağzı-
mın yanlarında kırışıklıklar belirmiş.»
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER
«Pinokyo,» diye yineledi Neary. «Çocuklar, siz Pinok-
yo'yu hiç görmediniz. Şansınız varmış!» hayvanlar ve sihirli olaylar demektir.» Bir an umutsuzluğa
Brad kaşlarını çattı. «Ama bu haftasonu golf oyna- kapılarak, «Oya koyalım,» dedi.
yacağımıza söz vermiştin, baba.» Üç çocuk bir ağızdan, «Golf,» diye bağırdı. Neary
«Tamam, golfe söz vermiştin,» dedi Toby de. Bu kez alındığını belli etmemeye çalıştı. «Tamam, yarın golf
nasılsa bir şeyi onaylamıştı. oynuyoruz,» dedi. «Ama şimdi yatma zamanı. Hemen
«Ama Pinokyo çok ünlüdür,» dedi Neary. yatağa.»
«Dudaklarım da inceliyor,» diye Ronnie kendi ken- «Hayır, bir dakika,» diye karşı çıktı Toby. «Bu gece
dine yüksek sesle konuştu. «Ve de ifadesi aksileşiyor. TV'de On Emir filmini seyredebileceğimizi söylemiştin.»
Tıpkı anneminki gibi...» O sırada telefon çaldı. Ronnie yerinden kalkarak ce-
Brad içini çekerek, «Bebekler için yapılan o budalaca vap vermeye gitti. Telefonun alıcısını kaldırırken, «O film
miki filmini kim görmek ister?» dedi. dört saat sürüyor,» dedi. «Alo? O merhaba Earl.»
«Kaç yaşındasın sen?» diye sordu babası. Neary kendi kendine konuşur gibi, «On Emir'den be-
«Sekiz.» şini görebileceklerini söylemiştim onlara,» diye mırıldandı.
«Dokuz olmak ister misin?» «Bir dakika Earl,» dedi Ronnie telefona. «Bütün bun-
«Tabii.» ları aklımda tutamam ben. Sen en iyisi Roy'a söyle.» Te-
«O zaman yarın Pinokyo'yu seyredeceğiz.» lefonu kocasına uzattı. «Bak bir şeyler olmuş.»
Ronnie aynadaki görüntüsüne bakarak söylendi. «Ço- Neary yerinden kalkıp pingpong masasının çevresini
cukların kafasını çeliyorsun.» dönerken, «Çocuklarım Pinokyo'yu görmek istemiyor,»
«Şaka ediyordum,» dedi Neary. «Ama benim çocuk- diye söylendi. «Ne günlere kaldık.»
luğum Pinokya'yla geçti. Çocuklar her zaman aynıdır. Çok Roy telefonun yanına geldiğinde, Ronnie alıcıyı ko-
hoşlanacaklarından eminim.» Bir süre kendi kendine bir casının eline vereceğine bir eliyle onun kulağına tuttu,
melodi mırıldandı, sonra şarkının sözlerini söylemeye sonra sokulup öteki kulağını öptü. Neary karısının ani ruh-
başladı. «Yıldızlardan bir dileğin varsa... Ne olursa sal değişmelerine alışıktı. Eğilip kulağını öpmek için sabır-
olsun...» Neary durdu. Söylediklerinin ne karısı, ne de sızlanan Sylvia'yı da kucağına aldı.
çocuklar için bir şey ifade etmediğini anlamıştı. «Ne oldu, Earl?» diye enerji şirketindeki iş arkada-
«Siz haklısınız.» dedi ellerini açarak. «Kararınızı siz şına sordu.
verin. Kimseyi etkilemek istemem. Yarın minyatür golf «Enerji gönderim merkezinden telefon ettiler.» Earl'in
oynayabilirsiniz. Bu da sırada beklemek, ufak bir topu kü- sesi endişeli çıkıyordu. «Ana voltajda büyük bir kaçak
çük bir deliğe sokmak için çabalamak demektir. Ayrıca hiç var.»
de sayı yapmayabilirsiniz. Ya da Pinokyo'yu seyredersiniz. «Ana voltajda mı? Nasıl olur?»
Bu da ömrünüz boyunca anımsayacağınız müzik,
STEVEN SPIELBERG

«Gilmore İstasyonundaki transformatörlerin yarısı


devreden çıktı.» Earl mümkün olduğu kadar çabuk anlat-
maya çalışıyordu. «Her an elektrik kesilebilir. Onun için
elektrik varken üzerine bir şeyler giyip hemen gel.»
«Earl, neler oluyor?»
«Haydi çok konuşma, hemen Gilmore'a gel, Roy.»
Roy telefonu kapattığında hat çoktan kesilmişti.
«Duydun mu?» diye sordu karısına dönerek.
O anda ev karanlığa gömüldü ve her şey sustu. BEŞİNCİ BÖLÜM

Eğer yeryüzünde bir Moog Synthesizer (*) de karma-


şık değilse, başka hiçbir şey karmaşık değildir. Bu aygıt-
lardan hâlâ dünyada çok sayıda yok. Pek az kişi de bu ay-
gıtı yapmasını ve çalıştırmasını bilir. Yine daha az kişi
synthesizer'lerle ne yapılabileceğini ya da yapılamayaca-
ğını ve onun gücünü gnlayabilir.
Dolayısıyla iki yıl önce Stevie Wonder için yapılmış
oları bir synthesizer'i değiştirmek üzere acele emir gel-
diğinde, bu esrarengiz işlerden anlayan sakallı, bıyıklı,
gözlüklü bilim adamları biraz da şaşkın bir çabayla kolları
sıvadılar.
Şaşırmışlardı, çünkü Bay Wonder, daha önce müzik

(*) Moog Synthesizer: İlk kez Robert Moog adlı bir bilgin tarafından imal
edilmiştir. Yapısındaki ses titreşimlerini oluşturan audio-sinyal
endükleme bobinleri sayesinde her türlü basit sesi ve karmaşık tınıları
elektronik sentez yoluyla çıkaran bir aygıttır. Elektronik yapısı
bilgisayar tarafından da programlanmaya elverişli olduğundan çok
kar
maşı
k ve
seri
olar
ak
çalış
abili
r.
(Ç.
N.)
STEVEN SPIELBERG

dünyasında hiç adları geçmeyen bir gruba Moog'unu


ödünç ya da tümüyle vermişti. Peki ama, neden 'böyle
yapmıştı? Bu adamlar uzun menzilli nükleer başlıklı kıta-
lararası balistik bir füzeyle yapamadıkların! bir Moog
Synthesizer'le nasıl becereceklerdi?

ALTINCI BÖLÜM

Roy içeri girdiğinde, Ike Harris iki telefonla birden


konuşuyordu. Biri, şirket başkanı Grimsby'nin kapalı kal-
dığı asansörle, öteki de aynı derecede öfkeli olan dış
dünyayla bağlantılıydı.
Harris tam bir panik içindeydi. Bir yandan telefonda
Grimsby'ye, «Gilmor'dakl A 27-KV hattı gitti,» diyor, bir
yandan da Neary'ye durumu açıklıyordu. «Bütün devreler
açık, merkezde her şey normal ama yine de enerji var-
ması gereken yerlere ulaşmıyor. Sanki bir kaçak var. Dur-
madan enerji kaybediyoruz. Tolono karanlıkta. Crystal Gö-
lü de. Ne? Evet, efendim. Siz de karanlıktasınız.» Harris
bir an Neary'ye baktı, sonra gözlerini tavana kaldırarak
Grimsby'nin telefondan ona gönderdiği olumsuz titre-
şimleri Neary'ye aktarmaya çalıştı.
Grimsby'nin bağırmaları bir an için durunca, «Tamam,
anladım,» dedi Ike. «Öteki telefondan haberleri alıyorum.
890 megavatlık hat tümüyle gitmiş. Belediyenin elektrik
işlerinden onarım için yardım istedim. Ancak 500 KV'lık
kule yeniden çalışmaya başlayıncaya dek oraya kimseyi
gönderemiyoruz şimdilik. Efendim? Başüstüne.»
Harris telefonu eliyle kapatarak, «Neary, o bölgedeki
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

normal hat gerilimi ne kadardır biliyor musun?» diye sordu. karanlıkta olduğunu söylememiş miydi? Roy telsiz tele-
fona uzandı.
«Rüzgârsız havada hat başına normal gerilim on beş
«TR. seksen sekiz - on sekizden arıza şefine.» «Evet,
bin libredir. Birkaç yıl önce o bölgede bulunmuştum.» arıza şefi.» Ike'ın sesinden durumunun on beş dakika
Ike elini telefondan çekerek, «Oraya şimdi Neary'yi öncesinden farklı olmadığı anlaşılıyordu. «Ne isti-
gönderiyorum,» dedi. yorsun?»
«Öyle mi?» Roy şaşırmıştı. «Tolono'daki arıza giderildi mi?»
Harris boş olan eliyle Neary'ye kontrol odasından «Şaka mı ediyorsun? İlk karanlıkta kalan yer Tola-
no'ydu.»
çıkmasını işaret etti. «Çabuk davran. Fırla hemen. Hayır,
«Polis radyosundan Tolono'da ışıklar olduğunu duy-
hayır size söylemiyorum, Bay Grimsby.» dum ama.»
Roy kapıya doğru yürürken, Ike'ın öteki telefondan «Tanrım!» diye bağırdı Harris. «Böyle bir gecede po-
birine bağırdığını işitti. «Belediye başkanına söyleyin on lis konuşmalarını mı dinliyorsun? Her şey durdu, Neary.
dakikaya kadar enerji sağlanacak.» Tüm şebeke bozuk.»
On beş dakika sonraysa Neary kırsal kesimin karan- Harris'in konuşması birden kesilmişti.
lık' yolunda ilerliyordu. Karanlıkta yolun adını ya da nu- Neary yola çıktı yeniden. Birkaç dakika sonra ilerde
marasını göremediğinden, hemen hemen kaybolduğun- dönen sarı ışıklar görünce, içinin biraz rahatladığını his-
dan emindi. Arabası evindeki çalışma odasının küçük bir setti. Ama çok değil. Neyse kaybolmamıştı. Roy araba-
modeliydi. Haritayı direksiyona yaymış, ağzında tuttuğu bir sını onarım ekibinin arkasına çekip durdurdu. Aşağı indi.
el feneriyle yönünü belirlemeye çalışıyordu. iki ekip vardı. Durmuş kendilerine emir verecek bir yetki-
Bu durumda araba kullanması yeterince tehlikeliydi. linin gelmesini bekliyorlardı. Karanlıkta belli belirsiz gö-
Bir de uzun dalga radyosundan gelen polis konuşmaları rünen kulenin yanında, adamları yukarıya kaldıracak olan
dikkatini çekiyordu. sarı bir vinç vardı.
«Burası şerifin bürosu. Reva Yoluna yakın bir yerde Neary kendini rahatsız hissediyordu. Daha önce böy-
le bir hat onarım ekibine başlık etmemişti hiç. Bu adam-
devriye arabası var mı?»
ların çoğu tecrübeliydi işinde. Roy bir zamanlar, hat ona-
«Alo? Burası dağyolu altı-on devriye arabası. Re- rımında çalışmıştı ama buradakiler kendisinden en az on
va'ya gidiyoruz. Size yardım edebilir miyiz?» beş yaş büyük ve on kat daha tecrübeliydiler. Enerji sis-
«Teşekkür ederiz. Reva Yolunda iki - on birdeki ka- temini masa başından yönetmesi, bu adamlar için hiç
dını görün. Kapısının dışındaki ışıklara bir şeyler oldu- önemli değildi; ayrıca vereceği emirleri -eğer verebilirse
ğunu söyledi. Gidip neler olduğunu anlayın.» tabii- otomatik olarak yerine getirmeleri anlamına da
Polis radyosundaki konuşmalar kesilmişti. Neary ara- gelmezdi.
basını yolun kenarına çekip durdurdu. Reva Yolunun To-
lono'da olduğundan emindi. Ama Ike, Tolono'nun tümüyle,
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

Roy tanıdık bir yüz seçti. Zenci biriydi. Earl Johnson Earl'e haritayı uzattı. «Osborne'u bulsana. Bu haritalarda
ona daha önce telefon etmişti. bir şey bulamıyorum ben.»
«Merhaba Earl,» dedi Neary. «Ne oluyor?» Harris telefona gelmişti. «Neary! Ne oldu?» «Ben burada
«Neler olmuyor ki,» diyerek gülümsedi zenci. Sarı on numaralı kuledeyim. Bütün teller yok olmuş. On bir
ışıkta bembeyaz dişleri parlıyordu. «Sence adamın biri ne- numaralı kuleye giden teller yok. Tüm direkler boş.»
den iki mil uzunluğundaki bir nakil hattını çalar?» «Ne olursa olsun,» diye Ike sözünü kesti. «Bütün sis-
«Şaka ediyorsun.» temi bir saatte onarmalıyız.»
Earl cevap vereceğine elindeki altı voltluk feneri yu- Neary bağırdı. «Bir saatte mi? Aklını kaçırmışsın sen.
karı kaldırarak ışığını kulenin tepesine ayarladı. Sonra iki Burada kilometrelerce uzanan direkler var. Olanaksız bu!»
kalın bakır telin bulunduğu yere tuttu ışığı. Ama tel yoktu.
«Patronun asansörde kapalı kalınca olanaksız diye
«Tel kopmamış.» dedi Earl. «Tümüyle yok olmuş. İki
bir şey olmaz.»
direk arasında hiçbir şey yok.»
Roy bıyık altından gülerek, «Ike, Tolono'nun ışıklarını
«Şu işe bak...» Neary çok şaşırmıştı. «Belki bakır fi-
onardınız mı?» diye sordu.
yatlarının yüksekliği yüzünden çalınmıştır.»
Durumu rapor etmek için Neary'nin arabasına doğru «Sana söyiedim. İlk karanlıkta kalan yer Tolono'ydu.
Orası şimdi Grimsby'nin asansörünün içi kadar karanlık.»
yürüdüler.
«Olabilir,» dedi Earl. «Çalınan tel bir servet eder. Ben «Bir dakika,» diye dikkatle söze başladı Neary. «Beni
yetkililere kabloları toprak altına döşemeyi önermiştim.» iyi dinle. Polis Tolono'da ışıklar olduğunu rapor ediyor.
Eğer o hatlarda enerji varsa ve bu sizin veri tablonuzda
«O zaman kuşlar nereye konarlardı?» diye sordu
gösterilmiyorsa, terminalinizde biri bir hata yapıyor olmalı.
Neary. Gliroy olayını hatırlıyor musun?»
Arabanın içindeki telsiz telefona uzandı. Ama Ike
Harris'le bağlantı kurmadan önce polis radyosundan ge- «Ben ve iki bilgisayar, Tolono'nun senin kafanın içi
kadar kapkara olduğunu söylüyoruz,» diye bağırdı Harris.
len haberi dinlemek İçin durdu. «Tolono... dağ eteklerinde
bulunan devriye arabalarına... Bir ev kadını mutfağındaki Earl Johnson bu hakareti duymamış gibi davrandı.
lambanın garip ışıklar saçtığını rapor ediyor...» O sırada polis radyosundan konuşmalar duyuldu ye-
«Nerede dedi? Tolono'da mı?» diye sordu Earl. «Bu niden. «Güney Tolono bendine Noel süslemesi için takı-
Tolono'dan gelen ikinci haber,» dedi Neary de. «Tam lan ışıklar yanıp sönmeye başlamış.»
olarak anlayamıyorum.» Polis adresi almaya çalışıyordu. «Duydun mu? Noel ışıklarından söz ediyorlar.»
«Dört-bir beş-beş Osborne Yolu mu?» «Ama Tolono'da «Ne Noel'i yahu? Aralıkta değil mayıstayız.» Harris
ışık yok,» dedi Earl. eski neşesini bulmuş gibiydi. «Bu karanlıkta Noel şenliği
Roy telsiz telefonu alırken, «Belki...» diye mırıldandı. filan olamaz. Olsa olsa Azizler Günü kutlanır.» Roy'un ce-
«TR seksen sekiz - on sekiz, lke'la konuşmak istiyorum.»
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

vap vermesini beklemeden telefonu kapatmıştı Harris. Sonra kendisini meraklı gözlerle seyreden adamlara doğ-
Neary, Earl Johnson'a döndü. «Bu adama da ne olu- ru yürümeye başladı.
yor böyle? Gilroy olayında da yalıtıcılarda bir araza oldu- Earl ne söyleyeceğini bilmeden adamların önünde
ğu anlaşılmıştı sonradan.» durdu. Yeniden derin bir soluk alıp eliyle ilerdeki kuleyi
«Ne dediğini işittin, Roy,» dedi Earl. «Sana hattı onar- göstererek, «Onarın,» dedi yalnızca.
manı söyledi.»
«Tamam.»
Neary kendi kendine anlaşılmaz bir şeyler mırıldana-
rak bir süre durdu. Sonra Earl Johnson'a eğilip sır verir
gibi, «Söyle Earl, sen bu işi bir saatte yapabilir misin?»
diye sordu. Ama onun cevabını beklemeden, arabasına
bindi, kapısını kapatıp motoru çalıştırdı.
«Ben mi? Bu işi ben; mi yapacağım? Beni kim dinler?
Burada yetkili ben değilim. Beyaz bile değilim üstelik. Bu
işi böyle bırakamazsın, Roy. Seni başımıza onlar gönder-
di.»
«Earl, eğer Ike yanılıyorsa, Tolono'daki bazı adamla-
rımız ölebilir.»
«Eğer yanılmıyorsa da, seni o olmayan tellere ayak-
larından asarlar.»
Neary arabayı hareket ettirmişti. «Tolono hangi yol-
da?» diye sordu. «Altmış altı numaralı yoldan yetmiş nu-
maralı yola mı geçeceğim?»
Roy uzaklaşıyordu.
Johnson ne yapacağını bilmez bir halde Neary'nin
ardından bağırdı. «O zaman Clncinatl'ye gidersin. Yetmiş'
ten altmış altı'ya geçeceksin.»
Neary, Johnson'a el salladı. Yetmiş'ten altmış altı'ya.
Az sonra gece Roy'un arabasını yutmuştu.
Earl Johnson arabanın arka lambalarının uzaklaşa-
rak gözden kaybolmasını seyretti. İçini çekti derin derin.
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER
YEDİNCİ BÖLÜM
rinde ütülenmiş gibiydi. Adamların ikisinin güneş gözlük-
Aireast Havayollarının 31 uçuş numaralı uçağının te- leri vardı. Üçüncüsünün de kır bıyıkları, kısa, sarı saç-
kerlekleri gece saat 11:40'da pistin asfaltına değdi. İn- larıyla pek uyuşmuyordu.
dianapolis Havaalanının uçuş kulesi uçağa, pist üzerin- Terminalin elektrikli kapılarından koşarak çıkan dör-
deki üç dakikalık taksirut'u için her zamanki talimatını düncü bir adam yanlarına geldiğinde soluk soluğaydı.
veriyordu. «İndi!»
Hava limanının güvenlik polisi terminalin girişindeki «Ne zaman?»
pist kenarını çevrelemişti. Görevlilerin ellerindeki portatif «Bir dakika önce... Nerede kaldınız? 55A numaralı
telsiz kutularından gargara yaparmış gibi sesler geliyordu. park yerine doğru ilerliyor.»
Hoparlörlerden yankılı bir ses, beyaz şeritli yolların Dört adam açılmasına yetişemedikleri elektrikli kapı-
yalnızca uçaktan acil olarak indirilecek yolcular için kul- ları omuzlayarak ana terminale ek olarak yapılmış binaya
lanılacağını duyurmaktaydı. koştular.
Siyah lüks bir Lord LTD gecenin bu geç saatlerinde Yürüyen merdivenin basamaklarını ikişer ikişer atla-
toplanan kalabalığı hızla yararak hava limanı güvenlik dev- yarak yukarı çıkıyorlardı. Üs kata geldiklerinde en öndeki
riyesinin tam yanında durdu. Arabanın lastiklerinden du- adam bir kadına çarptı. Kadın onların geldiklerini görme-
manlar yükseliyordu. Bu durumda, arabanın neden oldu- mişti. Öteki üçü az kalsın blrbirilerlnin üzerine bindirecek-
ğu gürültü ve tehlike karşısında hangi polis olsa hemen lerdi. Tatsız bir kazadan kıl payı kurtulmuşlardı. Öndeki
ceza yazmak üzere defterine sarılırdı. adamın çarptığı kadın da gebeydi galiba. Ayağı kayarak
Ne var ki, bu kez güvenlik görevlilerinden biri araba- yere düşmüştü.
nın yanına koşarak arka kapısını açtı. Arabadan üç adam Adam binlerce özür sözcüğü sıralayarak kadının aya-
indi. Önemli bir şirketin yöneticileri kılığına girmiş spor- ğa kalkmasına yardım etti. Bir yandan da kadını bir şey
cular mıydı bunlar? Pahalı elbiseleri iri bedenlerinin üze- olmadığına inandrrmaya çalışıyordu. Şaşkına dönmüştü
kadın. Aceleyle arkadaşlarına yetişmeye çalışan adamın
ardından bakakaldı. Adamın boynundaki ince metal bir
zincirin ucuna asılı olan plastik kartta gördüğü yüzü anım-
samıştı.
Kadına çarpan adam arkadaşlarına yetişti. Hep bir-
likte güvenlik önlemi olarak konmuş metal detektörlerin
önünden geçip görevlilere boyunlarında asılı olan plastik tercesine uzun koridorda koşar adım ilerliyorlardı. Korido-
kartları gösterdiler. Şimdi yitirdikleri zamanı kapatmak is- run sonunda giriş - çıkış kapıları vardı.
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

Grup bu kapılardan çıkacak yerde üzerinde yalnızca küçük olayların baş sorumlusuydu Lacombe.
bir 6 sayısı olan kapının önünde durdu birden. Vurmaya filan Askeri jet ana pisti geçerek az kullanılan özel bir park
gerek görmeden daldılar içeriye. yerine gelip siyah bir Cadillac'ın yanında durdu. Jet motorları
Birkaç saniye sonra dört adam yanlarında üç havaalanı ıslıklar çalarak durunca, ön kapı açıldı, ince yapılı Fransız hızlı
görevlisi olduğu halde dışarı çıkmıştı. Görevliler şaşkın ama telaşsız adımlarla merdivenleri inip Cadıllac'a doğru
görünüyorlardı. Onların da boynunda fotoğrafları bulunan yürüdü. Az sonra Lacombe arabanın arka koltuğuna
plastik kimlik kartları vardı. Ama hiç de o sporcu görünüşlü kurulmuştu.
adamlara benzemiyorlardı. Önde asker üniforması giymiş sürücü ve sivil kıyafetli bir
Aceleci grup kızgındı ve görevliler ceplerini yoklaya-rak adam oturuyordu.
uçuş kulesinin girişindeki kapının anahtarını ararlarken Lacombe ağırbaşlı ve kontrollü tavrıyla yolculuğu ve
kızgınlıkları giderek artıyordu. benzeri konularla ilgili ön konuşmaları bir yana bırakarak
doğrudan sordu. «Hazırlar mı?»
*** «Evet, efendim,» diye cevap verdi sivil elbiseli adam.
Şoför arabayı yolcu terminalinin az ötesindeki bagajların
Bir 727 olan Aireast Havayollarının 31 uçuş numaralı toplandığı binaya doğru sürdü. Burada farları sönük, motorları
uçağı pist trafiği yüzünden otuz saniye duraklamak zorunda çalışır durumda park etmiş dört araba vardı. Cadillac önlerinde
kalmıştı. Şimdi 55A numaralı park yerine doğru ilerliyordu. durunca, arabalarda birinim kapısı açıldı, içinden genç bir adam
Uçak birden fren yaparak durmadan önce, öne doğru bir kez çıktı. Hızlı adımlarla Cadillac'a yaklaşıp sürücünün yanındaki
silkelendi. Sonra ön tekerlek hızla sağ tarafa doğru dönmeye pencereden başını uzatarak, «Mösyö Lacombe?» diye sordu.
başladı. Laughlin' di bu.
Uçağa yol gösteren yer görevlisi ışıklı işaret sopalarını
başının tam üstüne kaldırmıştı. Donmuş gibi bir süre o
konumda kaldı. Ama dev jet dönmeye devam ediyordu. Görevli
kaygıyla işaret sopalarını salladı. «Hey buraya! Buraya!» 31 Aireast'in içindeki yolcular artık şikâyet edemeyecek
Yer görevlisi çaresizlikle işaret sopalarını indirdi, pistin kadar bitkindiler. Bir yandan da bu uzun yolculuğun sonuna
kenarında bekleşenjere doğru omuzlarını kaldırdı. Şimdi gelmiş ve nihayet Indianapolis'e varmış oldukları için
herkesin gözü uçuş kulesindeydi. Herhangi bir işaret rahatlamışlardı. Yorgun gözlerle hostesin ön kapıyı açısını
bekliyorlardı. izliyorlardı. Altı iri yarı adam uçağa yanaştırılan merdivenden
O sırada alanın başka bir yerine Lacombe'un uçağı inmek çıkarak içeriye girdi.
üzereydi. Uçuş kulesiyle havaalanındaki bu garip karışıklıktan Adamlardan takım elbise giymiş olan ikisinin uçağa
tümüyle habersiz, ama yine de o olağanüstü girmesiyle pilot kabinine dalması bir olmuştu. Değişik renk
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

pantolon ve ceket giymiş öteki dördü, açık kapının tam ağzında, bir görevli tavrıyla, «Sizi daha fazla burada tutmak istemiyoruz,
sanki çıkışı engellermiş gibi duruyordu. Kravatlarının üzerinden inanın,» diye ekledi. «Sayın yolculardan yanlarındaki fotoğraf
sarkan plastik kimlik kartları vardı. makinelerini, banyo edilmiş ya da edilmemiş tüm filmlerini, ses
Şimdi kırk yolcunun gördükleri karşısında merakları alma aygıtlarını ve benzeri eşyalarını bize teslim etmelerini rica
yorgunluklarını bastırmıştı. Pilot kabinine giren takım elbiseli iki ediyoruz...»
adamın eşliğinde birinci ve ikinci pilot, telsizci, uçuş mühendisi İşte bu kez sözleri yolcularda ani tepkiler uyandırmıştı.
uçağı terk ediyorlardı. Pencerelere üşüşen yolcular uçuş Kızgın kızgın söyleniyorlardı. DeForest elini havaya kaldırmış,
ekibinin pistte beklemekte olan iki arabaya binerek onları susturmaya ve dikkatlerini yeniden üzerine çekmeye
uzaklaşmasını hayretle seyrettiler. Öteki dört adam çalışıyordu ama hostesten başka gören yoktu onu.
merdivenden çıkarak uçağa girdi yeniden. «Bunları geçici olarak alıyoruz kuşkusu,» dedi Jack
Adamlardan ikisi koltukların arasından arkaya doğru DeForest. «En geç iki haftaya kadar tekrar elinizde ola-, cak.
yürüyerek yolculara küçük kurşun kalemler ve IBM kartları Söz veriyoruz. Şimdi ellerinizdekl kartlara isim, adres ve Hava
dağıtmaya başlamıştı. Biri de hostesten bir mikrofon istedi. Kuvvetlerine verdiğiniz eşyanın cinsini yazıp bize verin. Bunları
Hostes mikrofonu getirip ona uzattı. Adam mikrofonun konuşma geri alacağınızdan da emin olun, lütfen.»
düğmesine basarak tam bir halkla ilişkiler görevlisine özgü Jack DeForest yolcuları, yakınmalarının sona ermesi için
yapmacık dostça tavrıyla konuşmaya başladı. kendi hallerine bıraktı. O sırada Lacombe uçağa girdi. Tam
«Sayın yolcular, ben Jack DeForest, Hava Kuvvetleri arkasında da Laughlin vardı. Yolcuların söylene söylene IBM
Araştırma ve Geliştirme Bölümü adına, bu beklenmeyen kartlarını doldurmalarını seyrediyorlardı.
gecikmeden dolayı özür diliyorum. Umarız, bu rötar özel Locombe, Laughlin'e dönerek Fransızca bir şeyler fı-
programlarınızı çok aksatmamıştır. Hepinizin elden geldiğince sıldadı.
çabuk yolunuza devam etmenizi gerçekten istiyoruz.» Laughlin, «Bay DeForest,» diye söze başlayınca, yolcular
Konuşmasına bir an ara verip sözlerinin etkisini ölçmeye gözucuyla onları izlemeye başladılar. «Uçak personeline
çalıştı. Kimsenin sesi çıkmıyordu. «Hiç kimsenin hatası değil söyleyin, uçuş raporunu tam olarak istiyoruz. Bir şey daha
bu,» diye konuşmasını sürdürdü Jack DeForest. «Uçuş var...»
sırasında, politunuzun ve Aireast Havayollarının bilmediği bir «Evet?»
hava koridorundan geçti uçağınız. Bu alan Hükümet ve Hava «Uçak temizlenmesin.»
Kuvvetlerinin özel deney bölgesidir.» Laughlin bu sözleri düşünmeden İngilizceye çevirmişti.
Yolcular arasından mırıldanmalar yükseldi. Bazıları, «Ben Ama yolcuların giderek artan endişe ve korkularını fark edince,
tahmin etmiştim zaten,» gibi laflar ediyordu. bunu uçuş ekibiyle özel olarak konuşmanın daha doğru olduğu
Jack DeForest yine yalnızca karşısındakileri düşünen kanısına vardı.
STEVEN SPIELBERG

Bir uçakta hiç kimsenin görmek istemediği bir ifade


belirmişti yolcuların yüzünde. Uçağın temizlenmemesi ko-
nusu birtakım kuşkulara yol açmıştı.
Kötü bir andı. Kimseden ses çıkmadı. Belki çok yor-
gundular. Belki de neler döndüğünü gerçekten bilmek is-
temiyorlardı. O gün olanlar yetmişti onlara anlaşılan.
Lacombe, Laughlin, DeForest ve öteki görevliler hiç
olmazsa iki, üç yolcunun ertesi gün olayı basına yansıta-
cağını biliyorlardı. Ancak bu tür, yalnızca gözleme da-
yanan haberlerin de önemli dergi ve gazetelerde yer al- SEKİZİNCİ BÖLÜM
mayacağından emindiler. Yine de hepsinin bildiği bir şey
vardı: Bu gece olanların önüne geçmenin, onları durdur-
manın hiçbir yolu yoktu. Ve sadece bir başlangıçtı bu. Roy arabadaki telsiz telefon bağlantısını kesti. Ike
Harris'in onu aramasını İstemiyordu. Tolono'ya doğru ka-
ranlıkta yol alırken, hendeklerden yükselen sise karşın,
gökyüzünü bir yorgan gibi kaplayan yıldızları görebiliyor-
du. Sakin bir ilkbahar gecesiydi. Farları alçaktan kalan
siste kayboluyordu.
Neary yalnız sayılmazdı. Polis radyosu ona eşlik et-
mekteydi.
«U-5. Memur Longly konuşuyor. Tamam.»
«Evet, devam et.»
«Cornbread Yolu 10-75 ile Middletown Pike'a gidiyo-
rum. Sokak ışıklarında bir gariplik olduğu rapor edildi.
Halk cumartesi gecesiymiş gibi sokaklara dökülmüş...
Ama pijamalarıyla...» diye Longly polis radyosunda göz-
lemlerini anlatmayı sürdürüyordu.
Neary'nın arka camında bir çift parlak ışık belirdi.
Önündeki haritayla meşgul olduğundan, otomatik olarak
yan pencereden kolunu uzatıp 'geç' işareti verdi. Araba
yanından geçerken, biri bağırdı. «Yolun tam ortasından gi-
diyorsun, sersem herif!»
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

Neary direksiyonun üzerine serdiği haritada Cornbread Longly bulunduğu yeri bildiriyordu. «Ingelside İlkoku-
ile Middletown'un yerini buldu. Sonra gaza basarak hız- lu'nu geçin, kuzeydoğu yönünde ilerleyin...»
lanınca, tekerlekler asfaltta acı acı öttü. Neary yine pencereden uzanarak, «Ingelside İlkokulu
Kasabaya girdikten beş dakika sonra Neary yolu kay- nerede? Hey, söyleyecek kimse yok mu?» diye telaşla
bettiğini anlamıştı. Ne yapması gerektiğini düşünerek ara- bağırdı.
basını yiyecek satan bir dizi karanlık dükkânın önüne çekti. «Kolay orası,» diye karşılık verdi bir adam. Elinde bir
Evlerinden çıkan halk park yerlerini istilâ etmişti. Neary' tüfek tutuyordu. «Yetmiş numaralı yola geri dön, sonra...»
nin üzerinde elektrik şirketinin, amblemi yazılı arabasını «Hayır, bir saniye bekleyin,» dedi Longly. «Daytona'
gören bir grup ellerinde fenerleriyle yaklaştı. ya doğru kuzeybatı yönünde gidin.»
«Işıklar söndükten sonra hiç yandığı oldu mu?» diye «Daytona nerede? Çabuk söyleyin!» diye Neary tü-
sordu Neary. fekli adama bağırdı.
«Sen mi bize soruyorsun?» diye terslendi saçları bi- «Orası daha da kolay.» Adam da heyecanlanmıştı.
gudili, önlüklü bir kadın. «Bu senin işin değil mi?» «Buranın güneyinde kalan herhangi bir yola gir. Çiftliklere
«Sokak ışıklarını soruyorum. Söndükten sonra hiç yan- gelinceye kadar durma. Sonra üzerinde 'Gelişmemizi Ba-
dığı oldu mu? Hani bazen yanar söner de...» ğışla Tanrım' yazılı bir tabela göreceksin...»
Çok bilmiş tavırlı bir çocuk el fenerini Roy'un tam yü- Neary arabayı geri vitese takıp arka arka giderken
züne tuttu. Elindeki feneri yakıp söndürerek, «Böyle mi?» adam anlatmasını sürdürüyordu.
diye sordu. Işık Neary'nln gözlerini almıştı. Beş dakika sonra Neary yeniden yolunu kaybetmişti.
«Evet, böyle.» Kırsal kesimdeki bir yoldaydı ve daha da yoğunlaşan o
«Hayır,» dedi çocuk muzipçe gülerek. uğursuz sis çevresini sarmıştı. Tekerlek izleri bulunan bir
Neary Bayan Bigudi'ye sordu. «Burası neresi? Tolo- kavşağa gelince durdu. Seyyar projektörünü yol levhasına
no mu?» tuttu. Allah kahretsin! Tekrar haritaya baktı. Tanrı belasını
O sırada polis radyosundan Memur Longly'nin sesi versin! Geri geri giderek arabayı yolun kenarına çekti. Bu
duyuldu. «Burada ışıklar yanıyor. Bu sokak lambaları... arada iki çukura da girip çıkmıştı. Motoru durdurup
sanırım cıva buharlı. Ama sabit yanmıyorlar. Rüzgârda dö- haritayı direksiyonun üzerine serdi, arabanın içindeki ışığı
nüyorlar sanki. Aşağı yukarı hareket ediyorlar. Bazen de en parlak durumuna getirdi.
biraz yana doğru kayıyorlar...» Neary arka pencereden gelen ışıklardan bir aracın
«Olur şey değil,» diye mırıldandı Neary. yaklaşmakta olduğunu anladı. Işıklar tam arkasında
«Longly, bize bulunduğun yeri söyle.» Karşı taraftaki durdu. Arabanın dikiz ve yan aynalarından yansıyordu
polisin sesinden canının sıkıldığı belliydi. ışık. Önündeki haritanın mikroskobik yazılarıyla uğraşan
Neary pencereden uzanarak, «Bana da bulunduğum Neary, ışıklara sinirlenerek başını kaldırmadan ko-
yeri söyleyin,» dedi.
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

lunu pencereden uzatıp arkadaki araca geçmesini işaret alıp takmayı başardı. Ancak gözlüklerin şakaklarında yot
etti. levhası gibi titrediğini farketti korkuyla ürpererek.
Bir an için hiçbir şey olmadı. Bir kamyonun uzun far- O anda torpito gözünün kapağı kendi kendine açıldı.
larını andıran ışık şimdi Neary'nin gözlerine giriyordu. Takırtılar çıkararak titriyordu. Birden madeni her şey bir-
Weary sabırsızca 'geç' işareti verdi yeniden. birine yapışmaya başladı. Bir ataş kutusu torpito gözün-
Hiç ses çıkarmadan yavaşça hareket etti ışıklar. 'Geç' den düşerek açılınca, bütün ataşlar Neary'nin başının et-
işaretine uyar gibiydiler. Sonra... sonra gökyüzüne doğru rafından uçuşarak arabanın tavanına yapıştı.
uzaklaşıp gözden kayboldular. Arkalarında yalnızca ka- Güneş gözlükleri de ısınmış, Neary'nin derisini yakı-
ranlık kalmıştı. yordu. Gözlükleri çıkarıp yan koltuğa bırakmak istedi..
Roy Neary haritayla meşgul olduğundan bunu gör- Ama gözlükler havalanarak tavana yapıştı. Neary yakıcı
medi. Bilinçaltı o parlak ışıkların artık kendisini rahatsız ışığa karşı gözlerini kapattı. Kül tablası arabanın dışından
etmediğini belli belirsiz kaydetmişti. Ancak bilincine yan- gelen bir hava akımı emmiş gibi kendi kendine boşaldı
sıyan duyduğu o garip ses oldu. Teneke tıkırtısı gibi bir ve...
sesti bu. Başını kaldırıp çevresine bakındı, sonra projek- Birden kızgın ışık kayboldu. Ataşlar tavandan Roy'un
törünü yol levhasına tuttu. başına yağmaya başladılar. Titreşimler de durmuştu. Ne-
Yol levhası o denli titriyordu ki, harfler çoğalıp bir- ary bir an gökyüzüne, yıldızlara baktı. O anda sanki dev
birine karışıyordu. Neary farkında olmadan bir 'uh' sesi bir tepsi kayar gibi gökyüzüne yükseldi. Kenarlarda ka-
çıkararak yeniden levhaya baktı. Sonra arabanın içindeki lanlar dışında tüm yıldızları örttü. Oval biçimde karanlık bir
ampul, kontrol tablosunun ön farların ışıkları zayıflayarak yuvarlak oluşmuştu gökyüzünün ortasında. O dev tepsi
amber rengine dönüştü ve birden hepsi sönüverdi. yeniden kayarak uzaklaşınca, yıldızlar görünmeye başla-
Ansızın çevresindeki bir dönümlük alan sessiz bir ışık dılar.
patlamasına uğradı. Aklın alamayacağı kadar parlaktı bu Uzaklardan duyulan bir tıkırtı Neary'nin başını pen-
ışık. Her taraf birden gündüz gibi olmuştu. Neary açık yan cereden içeri sokup arkasına dönmesine neden oldu. Bir-
pencereden dışarıya bakmaya çalıştı ama ışık o denli den arabanın ışığı, farlar ve projektörün ışığı geri gelmişti.
parlaktı ki, başını hemen içeriye çekmek zorunda kaldı. Yolun sonunda dört yol ağzını gösteren levha duruyordu.
Birden bir yanma hissetti yüzünde; pencere tarafında ka- İşaretler o denil şiddetle titriyordu ki, çevrelerindeki metal
lan yanağı karıncalanıyordu. Neary telsiz telefonun bağ- çerçevenin uçları kıvrılmıştı. Bir an için ortalık o yakıcı
lantısını taktı ama aygıt çalışmıyordu. Polis radyosu, da ışıkla aydınlandı. Ama ancak bir saniye kadar sürmüştü.
susmuştu. Sonra titreşimler de durdu.
Neary şimdi kımıldanamayacak kadar büyük bir deh- Şimdi her şey çok sakindi.
şet içindeydi. Yalnızca gözleri hareket ediyordu. Elleriyle Polis radyosu bîrden çalışmaya başlayınca, Neary
gözlerini kapatarak torpito gözünden güneş gözlüklerini korkuyla bir çığlık attı.
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

Radyodan şimşek çaktığı zaman duyulan parazite «Değeri neyse onu alırsın. Bunlar Detroit'te imal edil-
benzer sesler geliyor, Roy konuşulanları tam anlayamı- miyor.» Konuşan Longly'ydi.
yordu. «Şimdi yavaşlıyor. Neden yavaşladıklarını bilmiyo-
«Ben de bilmiyorum. Sana soruyorum. Bu gece do- rum, ama yaklaşıyoruz. Üç yüz metre var.»
lunay mı?» diye polisin biri sordu. «Yakalayabilir misin?»
«Hayır,» dedi karşı taraftaki. «Ayın on üçünde do- «Sanmıyorum. İki yüz metre kaldı. Bu av benim. Ace-
lunay.» le etmemeliyiz, diye düşünüyorum.»
«Bütün S-dönüşlerini, bütün yolları izliyor.»
«Haydi canım. Yanımdaki arkadaşımla Signal Tepe-
«Radar saatte elli kilometre hızla gittiklerim kaydetti.»
sinden gördük onu. Herkes çığlık çıglığaydı. Hiç kuşkusuz
«Allah kahretsin. Geçtikleri yer okul bölgesi.»
o ay...» Konuşma parazitle kesildi. «Dur bir saniye. Ta-
«Trafik ışıklarına bak. Tam yol ağzına geldiklerinde
mam. Şimdi hareket ediyor. Batıdan doğuya doğru.»
yeşil yandı.»
«Tolono polisi konuşuyor,» diye araya yeni bir ses
Bir sürü parazit...
girdi. «Onu biz de seyrediyoruz. Hiç kuşkusuz aydır bu.
«Evet efendim... Dosdoğru doğuya, Harper Vadisine
Ancak hareket etmiyor. Hareket eden arkasındaki bulut-
gidiyorlar.»
lar. Onlar ayı hareket ediyormuş gibi gösteriyor.»
Neary tünelden çıkmıştı. Saatte yüz elli kilometre hızla
«Siz nerede astronomi okudunuz, Tolono?» Roy ara- bir dönemeci alınca araba savruldu. Neary güçlükle di-
ya giren sesi tanıdı. Longly konuşuyordu. «Bulutların ayın reksiyona hâkim olarak dönemecin korkuluk demirine bin-
arkasında hareket ettiği duyulmuş şey mi?» dirmekten kıl payı kurtuldu. Sonra iki anayolu ayıran hen-
«Yerinizi bildirin,» diye merkez sordu. değe de dalmaktan kurtulup arabayı toparladı. Az sonra
«Telemar Ekspres Yolundan şimdi ayrıldık. Güneye, bir tabela çarptı gözüne. DOĞU HARPER VADİSİ ÇIKIŞI
Harper Vadisine doğru gidiyoruz.» — 4 KİLOMETRE yazıyordu üzerinde. Neary ayağını*
«Oh Tanrım!» dedi Roy Neary. «Orasını biliyorum.» Neary gazdan çekerek yavaşladı. Uzaktan Harper Vadisinin çı-
uzun ve karanlık bir tünele girerken, yüzünün yanında yine kışı görünmüştü.
o karıncalanmayı hissetti. Ve orada, yolun kenarında ne Neary frene basıp iyice yavaşlayarak çıkış yoluna
denli korkmuş olduğunu anımsadı. Şimdi onu böylesine girdi. Yol ilerde ikiye ayrılıyordu. Hangisine sapacağını
korkutan şeyin ardından gidiyordu. Aslında geri dönmeli ve düşünürken ilerde bir şey görür gibi oldu.
Earl'le öteki adamların yanına gitmeliydi. Ancak şimdi Bir çocuk!
Neary korkudan çok heyecan hissediyordu. Çocukluğuna Neary hemen fren yaptı. O anda da bir kadın koşarak
geri dönmüştü sanki. Artık duramazdı. Geç kalmıştı. Çok yola çıktı ve çocuğu yakaladı. Şimdi tekerlekler çılgınca
eğleniyordu. Polis de. kayıyor, Roy direksiyonla beceileşiyordu. Çocukla
«Işıklarını görüyorum, Charlie! Yakalayacağım onları!»
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKİN İLİŞKİLER

kadın yoiun ortasında donup kalmış, kendilerine her art du. Roy da kendi saçlarının aynı yöne doğru uçuştuğunu;
yaklaşan farlara bakıyorlardı. Doğru tekerleklerin altına
gireceklerdi. hissetmişti. Yüzünü çite çevirdi; şimdi rüzgâr çitte ıslıklar
çalıyordu.
Neary direksiyonu olanca gücüyle sola kırdı. Kadınla
İlerde, çite takılı duran arabadan polis radyosunun,
çocuğa değecek kadar yakından geçmişti. Araba yolun
kenarındaki bir çite girdi ve durmadan önce çiti de be- konuşmaları işitildi.
raberinde sürükledi. «Onlara yetişebilir misin?»
«...Belki yeniden arayı kapatabilirim.»
Uzunca bir süre kendi soluğunun dışında her şey sus-
muştu Neary için. Motoru durdurdu. Kol kasları titriyordu. «Yolu izledikleri sürece...»
Kapıyı açmak için üç hamle yapması gerekti. «Burası Randolph kesimi. Acil yayın dalgasından sizi;
Sonunda uzun otların içinden geçerek yolun dinliyorduk. Neler oluyor orada?»
«ortasına çıktı. Kadın çocuğa sarılmış, görmeyen gözlerle Neary yolun Mersinden bir şeylerin gelmekte olduğu-
Neary'e bakıyordu. Üzerlerine doğru gelen farların ışığından nu gördü. Alçaktan uçan bir kuş sürüşüydü bunlar. Bir
korumak istermiş gibi çocuğun gözlerini elleriyle ka- şeyden kaçıyorlardı sanki. Ufukta parlayan bir şeyden...
patmıştı. O sırada kulaklarını kısmış bir tavşan sürüsü koşarak
«Hanım,» diye başladı Roy. «Çocuğunuzu böyle yo- yanlarından geçti.
lun ortasına...» «İşte yine geldiler,» dedi yaşlı çiftçi.>>
Jillian Guiler birden patladı. «Saatlerdir onu arıyordum. Neary hızla dönerek yolun sonuna baktı.
Evden çıkıp gitmiş... Saatlerce aradım. İşte öyle •kaçıp «Tanrım,» diye mırıldandı kendi kendine. «Güzel Tan-
gitmiş... Saatler, saatler boyu onu...» «Anladım,» dedi rım...»
Roy. «özür dilerim ben...» «Çok tehlikeli bir dönemeçtir Ciğerlerinden soluğu emilmişti sanki. Derinden
bu,» dedi bir ses Neary' nin arkasından. gelen-
Neary arkasını dönünce eski bir kamyonetin içindeki
yaşlı çiftçiyle ailesini gördü. İki oğlu ve karısının ellerinde o gümbürtü göğüs boşluğunu doldurmuş, güm güm
dürbünler, küçük bir oğlan çocuğunun kucağında da oyun- atıyordu. Ansızın tüm gürültü salt sessizliğe dönüşmüştü.
cak bir teleskop vardı. Hiç ses çıkarmadan ve son hızla bir şey yaklaşıp geçti
«Tıpkı kasabaya bir sirkin gelişi gibi,» dedi yaşlı çiftçi üzerlerinden. Tıpkı gece saat ikide doğan bir güneş gibi
elindeki şişeden bir yudum alarak. «Gece geliyoriar... doğudan batıya doğru uçmuştu.
Kasaba halkını rahatsız etmemek için gece geç vakit ge- Roy düşünmeden bir eliyle yüzünü kapamış, öteki
diyorlar...» eliyle de kadınla çocuğu yakalamıştı. Jillian yüzünde ve
boynunda önce bir yanma, sonra da karıncalanma his-
Ani bir rüzgâr Jillian'ın saçlarını arkaya doğru uçur-
setti. Yaz gurubu gibi parlak, çeşitli renkler saçan o ışıltı
üzerinden geçtiğinde, üçü birbirine sarılmış duruyordu.
Renk ışıltılarından oluşmuş küremsi cisim yolun sonuna
doğru yavaşlamıştı. Işıktan parmaklarını uzatıp al-
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

tındakı yola dokunuyordu. Neary yanından başka bir polis otomobili geçerken.
Derken ikinci bir cisim daha yaklaşıp üzerlerinden Yaşlı çiftçi de polis arabasının arkasından, «Sarho-
geçti. Neary bunu Aleaddin'in Sihirli Lambasına benzet- şum ama onlar: izleyecek kadar değil.» diye bağırdı.
mişti. Çünkü çeşitli renklerden oluşmuş ışık mozaikinden Bary yine gülüyordu.
-çıkan her ışın birleşip uğursuz bir yüzü biçimlendiriyordu Neary arabasına bindi. Arka arka giderek arabayı çit-
hayal meyal. Ama cisimler durmadan biçim ve renk de- ten ve uzun otlardan kurtarmaya çalıştı. Önceleri teker-
ğiştiriyor, bunu insan beyninin algılayamayacağı bir hızla lekler boşa dönüyordu. Sonra yavaş yavaş araba çitten
yapıyorlardı. kurtularak yola çıktı.
İki cisim yan yana alçalıp yolu paralel olarak izlediler. «Neredeyiz?» diye Neary, Jilllan'a sordu.
Dönemeçte, sanki bir otomobilin stop lambaları gibi, «Harper Vadisinde.»
hepten kırmızıya dönüşerek üç kez yanıp söndükten Neary arabayı ilerletti.
sonra gözden kayboldular.
«Yalnızca oyun oynuyorlar,» diyordu Barry, annesinin
Neary'yle Jillian'ın gördükleri karşısında korkudan so-
eteğini çekiştirerek.
lukları tutulurken, küçük Barry sevinçle zıplıyor, «Ne gü-
zel! Ne güzel!» diye bağırıyordu gülerek. «Ne dedin Barry?»
Kamyonetin içinde oturan yaşlı çiftçi yerinden kıpır- «Çok güzel oyun oynuyorlar.»
damadan, olağan bir tavırla, «Tabii,» dedi. «Ayın çevre-
sinde istedikleri kadar tur atabilirler ama bu dağyolunda
bizim trafik kurallarımıza uymak zorundalar.»
Bu sözler Jillian'la Neary'nin tahammüllerinin ötesin-
deydi artık. Bakışları kilitlenmişti ama düşünemiyor, konu-
şamıyorlardı.
Neary bir şey söylemek, bir ses çıkarmak istermiş gibi
yutkundu. Yoldan bir şey daha geliyordu. Ani bir hamleyle
Jillian, Barry ve kendisini yolun kenarına attı. Tam
zamanında hareket etmişti. Çünkü saatte yüz seksen
kilometre hızla giden iki polis arabası yanlarından
uçarcasına geçip gitti.
Neary arabasına doğru yürümeye başladı.
«Buralardan ayrılma,» dedi yaşlı çiftçi Neary'ye. «Bir
saat önce görmeliydin cümbüşü sen asıl.»
«Koşun, koşun, belki yakalarsınız,» diyerek gülümsedi
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

DOKUZUNCU BÖLÜM vaşça turnikenin üzerinden geçti. İşte o zaman da kıya-


metler koptu. Otomatik alarm harekete geçerek kırmızı
ışıklar yanıp sönmeye başladı. Sirenlerin sesi sessizliği yır-
Gaz pedalı yere yapışmıştı. Neary kamburunu çıka- tıyordu. Uyuklayan nöbetçi birden uyanıvermişti. Serseri-
rarak ön cama doğru eğilmiş, yolun dönemeçlerini ve nin biri para ödemeden turnikeden geçeceğini sanmıştı
ilerde, yukardaki kırmızı parıltıları izliyordu. anlaşılan. Göz açıp kapayıncaya dek polis arabaları ye-
Dağyoluna girerken polis radyosunda konuşmalar tişti. Öndeki araba turnikeden yıldırım hızıyla geçip gitti.
başladı. Ama honüz görünürlerde polis arabaları yoktu. Arkasındakinin sirenleri ve tepesindeki trafik ışığı çılgınca
«Onlara yaklaşıyorum, Rob!». çalışıyordu. Üçüncünüyse Neary yakından izlemekteydi.
Şimdi Neary'nin başı neredeyse ön cama değecekti. «Arayı kapatıyorum,» diye konuştu polisin biri.
Biran geri çekilip hız göstergesine baktı: 180... 185... 190 «Çok hızlı gidiyor. Yola yapışmış sanki!»
kilometre. Önlerinde keskin bir dönemeç vardı. Kovalanan ara-
«... ilerde Ohlo'ya giriş turnikeleri var...» cın ışıkları ilk kez yoldan ayrılarak yükseldi ve yol korku-
Neary uzaktan en arkadaki devriye arabasının kırmızı luğunun üzerinden havalanarak uçup gitti. Az sonra bu
ve sarı ışıklarını görebiliyordu. Arabalar uzun dönemeçleri ışıkları izleyen en öndeki polis arabası da yol korkuluğu-
alırlarken Neary biraz hız kesti. İzlediği parlak ışıklar hâlâ nun üzerinden havalanarak uçtu. En az saatte yüz seksen
ondan çok uzaktaydı ve sanki yerçekimi yokmuşçasına kilometre hızla giden araba Ohio uzayında bir takla
kayarak ilerliyorlardı. attıktan sonra bir mısır tarlasının ortasına düşüverdi. Te-
İlerdeki turnike kulübeleri terkedilmiş gibi göründü kerleklerle kapıları yerlerinden fırlamıştı.
Neary'ye. Elektriklerin kesilmesi nedeniyle onların da ne- «DeWitt! Ne oldu? DeWitt! Nasılsın?» diye biri bağırı-
on lambalarının mavi ışığı sönmüştü. Gecenin bu saatinde yordu radyoda.
Indiana'yla Ohio arasında pek trafik yoktu. İkinci poiis arabası kulak tırmalayan ani bir fren ya-
Turnike kulübelerinin birinde nöbetçi taburesinde pınca birden yalpaladı ama devrilmekten kurtulmuştu. Roy
uyukluyordu. Daire biçimindeki iki parlak kırmızı ışık ya- arabadan fırlayan iki polisin korkuluğu atlayarak tersyüz
olmuş arabaya doğru koştuklarını gördü.
Neary'nin izlediği üçüncü polis arabası da durmuştu.
Öteki polisler de korkuluğun öte yanına geçtiler. Neary
gökyüzüne bakıyordu. Parlak ışık küreleri yükselerek bir
bulut kümeside girmişti. Bir an bulut kümeleri alev almış
gibi aydınlandı, sonra giderek sönükleşti. Doğal gece geri
gelmişti.
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

Neary geri dönerek Indiana yolunu tuttu. Yolun iki Tam o sırada odanın karşısındaki kapı yıldırım hızıyla
yanındaki turnikelerin fioresan lambaları göz kırpar gibi açıldı ve DeWitt topallayarak yüzbaşının odasından çıktı.
yanıp sönüyorlardı. Işıklar gelmişti anlaşılan. Ardından da kapıyı kapatmak istedi, ama yüzbaşı onu
Roy ufukta ışıktan bir gergef gördü. O uzak kent ye- iterek dışarı fırlamıştı.
niden geliyordu. Ama nereye? Tolono'ya? Harper Vadi- «İnsan sağduyusuna bir hakarettir bu!» Yüzbaşı oda-
sine? daki herkese hitap ediyordu. «Sıradan insanlar polisten bu
tür garip raporlar istemezler!»
** «Ama benimkisi Tanrı'nın Gerçeği,» diye kendini sa-
vunmaya çalıştı DeWitt.
Devriye Roger DeWitt'in durumu parçalanan arabasın- «Bu olay hakkında basına tek şey sızmasını istemiyo-
dan kat kat daha iyi sayılırdı. Kırık bir burun, pek çok yara rum.» Rasmussen daktilolarının gerisine büzülmüş olan
bere ve birkaç burkulmayla kolay sıyırmıştı paçayı. Ertesi Longly ve öteki polislere baktı. «Anlaşıldı mı?» Herkesi tek
gün karakola geldiğinde, belki bir saat her önüne gelene tek süzerek, «Eğer 'Uzay Yolu' raporunuzu bitirirseniz, ba-
dün gece olanları anlatmış, 'Tanrının Gerçeği'ni gördüğünü na getirin hemen!» dedi.
söylemişti. Şimdi de Yüzbaşı Rasmussen'in odasında Yüzbaşının kapısı hı/la kapanınca, odaya ölüm ses-
olanları sözlü olarak rapor etmekteydi. O sırada Devlet sizliği çöktü.
Dağyolu Devriye Karakolunda Roy Neary ile öteki polisler, «Acaba arabanın gelecek hafta taksiye çıkarılacağı-
olağanüstü gecenin raporunu hazırlıyorlardı. Öğleden na mı kızdı dersin?» diye polislerden biri DeWitt'e takıldı.
sonra saat üç buçuk olmuştu. Neary'nin yorgunluktan Ama DeWitt'in şakadan anlayacak hali yoktu hiç.
gözleri kapanıyordu. İnsan vücudunda ne çok depo Şaşkın olduğu kadar hakarete uğramış gibiydi. «Tanrım»
edilmiş adrenalin olmalı, diye düşündü. Canı bir fincan acı diye mırıldandı. «Ona her şeyi anlattım. Hiçbir şey sak-
kahve istiyordu ama bulanık bir çaya razı oldu. Karakolda lamadım. Yıldırım hızıyla geçen yıldızlar... O ışıklar... On-
yeterince daktilo olmadığından Neary raporunu kurşun ları ben uydurmadım ki... Sonra kalkmış bana... şey...
kalemle yazıyordu. Ağrıdan çatlıyordu başı da. veriyor...»
«Aspirini olan var mı?» diye sordu odadakilere. «Ne veriyor?»
Hiç kimse ona aldırmadı. «İki haftalık görevden uzaklaştırma cezası.»
«Eğer Longly benimle olmasaydı,» diyordu polislerden «Nee?» Odadaki tüm polisler işlerini bırakıp DeWitt'e
biri arkadaşına. «Dosdoğru bir psikiyatri uzmanına gider- diktiler gözlerini.
dim.» DeWitt topallayarak kapıya doğru yürürken, «Ne bi-
Longly sırıtarak, «Bu raporu dosyalamak değil, yayın- çim dünya bu?» diye söylendi. «Birine gerçeği söylüyor-
lamak isterim» dedi. sun sonuç olarak bütün gününü televizyon başında ge-
çirmek zorunda kalıyorsun.»
STEVEN SPIELBERG

Roy polislerin daktilolarına döndüklerini ve az önce


yazdıklarını okuduklarını gördü. Bazıları göz göze gelince
zoraki biçimde birbirilerine gülümsüyorlardı. Sonra birden
sanki görünmez bir kuklacının iplerini çektiği kuklalar gibi,
beş el daktiloların şarjörüne uzanarak 'beş kâğıdı çıkarıp
buruşturarak çöp sepetine attı.
«Evet, siz ne istiyorsunuz?» diye polislerden biri Roy'a
sordu. Bir yandan da boş boş bakarak daktiloya yeni bir
kâğıt takıyordu.
Neary kendine bir yandaş bulma umuduyla gözlerini ONUNCU BÖLÜM
odada dolaştırdı. Ve hemen durumu anladı. Ayağa kalka-
rak karakoldan çıktı.
Nary o gece eve vardığında saat dördü geçmişti.
Yeni .bir tür enerjiyle dopdolu olarak yatak odalarına giden
koridordan geçerken, «Ronnie! Ronnie!» diye bağırıyordu.
Kendini kontrol edemez olmuştu. Vücudundaki tüm kaslar
adrenalinin etkisiyle titreşim halindeydi. Heyecandan
midesi bulanıyordu. İkinci seslenişi Ronnie'yi yataktan
fırlatmıştı.
«Uyan, sevgilim!»
Ronnie'nin mavi gözleri korku dolu, uzun sarı saçları
karmakarışıktı.
«Ne var? Ne oluyor? Çocuklar... yangın mı...?»
«Bir şey yok. Çocuklar İyiler,» diye onu yatıştırdı Ne-
ary. «Sevgilim, inanmayacaksın ama...»
Ronnie soluğunu tutarak fosforlu saate baktı. «Doğ-
rusu beni gecenin bu saatinde uyandırdığına inanamıyo-
rum.»
«Neler olduğunu bir bilsen kulaklarına inanamazsın.»
«Seni dinlemiyorum,» diye kesin bir ifadeyle konuşan
Ronnie yorganı başına çekti.
«Tamam, dinlemek zorunda değilsin.» Roy'un soluk-
ları, Ronnie'ye küçük Toby'nin tatlıları aç kurt gibi yutu-
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER
şunu anımsattı. «Hiçbir gürültü çıkarmıyorlar. Yalnızca ha-
va akımı ve hafif bir hışırtı... Kırmızı... Küçük bir hışırtı... cak.»
Tanrım!»
Neary herkesi önüne katarak evden çıkarmaya çalı-
Ronnie bir süre yorganın altından Roy'un çıkardığı şıyordu. Mutfağa geldiklerinde, Ronnie buzdolabına doğru
hışırtılı sesleri dinledikten sonra, «Şirket seni arıyor,» de- yürüdü. Kapağını acık sebze ve meyva çekmecesini çekti.
di. «Seni bir türlü bulamamışlar.» Buzdolabının soluk yeşil ışığı hiç de iştah açıcı değildi.
«Tabii bulamazlar, telsiz telefonu kestim.» Ronnie artık «Bu yeşil ışık midemi bulandırıyor,» diye söylendi
iyice uyanmıştı. «Roy bunu yapmamalıydın. Seninle Toby>>
mutlaka konuşmaları gerekliymiş. Her şey arapsaçına «Üç kilo daha verdikten sonra değiştireceğim.» Ron-
döndüğü bir zamanda... Şimdi hatırladım. Hemen telefon nie bunu belki yirminci kez söylüyordu.
etmeni istiyorlar.»
Anlattıklarının etkisiz kaldığını gören Neary, karısını Neary onları evden çıkmaya zorladı yeniden. Kendisi
önden, hep birlikte çıktıkları zaman kullandıkları steyşin-
ellerinden tutup çekerek yataktan çıkarmaya çalıştı.
vagona doğru yürüyordu.
«Haydi, çık şu yataktan. Üzerine bir şeyler giy. Çabuk ol.
Güneş yıldızları söndürecek!» «Roy! Neden söz ediyorsun Neary bir an önce çocukları otomobile sokmaya ça-
sen?» «Boşver. Kendi gözlerinle görünceye dek hiçbir şey lışıyordu.
söylemeyeceğim. Ronnie, oh Ronnie. Bu öyle önemli ki... «Bu oyun burada bitse iyi olacak,» diye söylendi Ron-
Onu seninle birlikte görmem gerekli. Gerçekten şimdi sana nie ön kapıya gitmek üzere arabanın çevresini dönerken.
ihtiyacım var.» «Golf oynayacağımıza söz vermiştin,» dedi orta kol-
Ronnie kocasının yüzünden bütün bunların şakayla ilgisi tukta oturan Toby. Gözleri şimdiden kapanmaya başla-
olmadığını anlayınca, hemen tavrını yumuşattı. «Tamam mıştı.
gelirim ama çocukları yalnız bırakamayız.» «Gocuklar... Sonunda herkes yerine yerleşti. Ronnie kapısını ka-
evet, çocuklar... Gocuklar!» Ronnie ve çocuklar patmamıştı, arabanın İç ışığı yanıyordu. İşte o anda gördü.
giyinirlerken, Neary de eline geçirdiği fotoğraf makinelerini, Neary'nin yüzünün bir yanı kırmızıydı, hem de iyice «Roy,
dürbünleri, battaniyeleri topluyordu. ne oldu? Yüzün güneşten yanmış.» Neary dikiz aynasında
«Açık hava sinemasına mı gidiyoruz?» diye Brad sordu yüzünü inceledi. Gördüğü şey yüzünün daha da kızarmasına
yarı uykulu.
neden olmuştu. «Şu işe bak,» diye mırıldandı. «Sanırım
Toby, «Fosforlu boyalarımı çalmıştın,» diye hatırladı.
gece uyurken tatil yapmışım.»
«Boyalarını bulacaksın!» Neary çok neşeliydi. «Hem
de renklerin en parlağını. Her yer renk ve ışık dolu ola- «Ama yüzünün yalnızca bir yanı yanmış.» Neary cevap
vermedi. Arabayı park yerinden çıkarmakla meşguldü.
Kafası da heyecanının kaynağı olan o yerle...

Arabayı hızla sürerek birkaç saat önce gördüğü o ga-


STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

rip olayların olduğu yere geldi. Arabayı yolun kenarına çe- hı gibi değiidi gerçekten... Bir tür midye ya da istiridye
kerek yıkılan çitin önünde durdu. Yaşlı çiftçiyle ailesi git- gibi... böyle...» İki elini bitiştirip taklit etmeye çalıştı.
mişti. Durdukları yerde boş kutular ve şişeler vardı. «Böyle ama daha yuvarlak ve büyük... ve bazen... Şeye
Neary motoru durdurduktan az sonra Ronnie ve ço- benziyor... şeye... Hani dün yediğimiz francalalar gibi...»
cuklar uyuyakaidılar. Bu uyku senfonisinin arasında Roy «Pideler gibi mi?»
gözleri apaçık oturuyordu. Arada bir dışarı çıkıp temiz sa- «Hayır, akşam yemeğinde yediklerimizden değil.» Ne-
bah havasını içine çekiyordu. Ve bekliyor... bekliyordu. ary artık karısının onunla alay ettiğini ve sabrının da tü-
Ama neyi? O görüntünün yeniden gelmesini bekliyordu. kenmekte olduğunu anlamıştı ama her ne pahasına olursa
Ne olur yine gel, diye sessizce yalvardı. Bu denli korkunç olsun anlatmaya çalışıyordu inatla. «Sabah kahvaltıda ye-
bir şey, nasıl olur da böyle büyüleyici bir hal alabilirdi? miştik onlardan. Ne diyordun o francalalara? Hani uçları
Polis radyosu da susmuştu şimdi. Roy yalnızdı orada. kıvrıktı.»
Acaba tek başlarına bekleyen insanlardan daha mı çok «Yani ayçöreklerlnl mi söylemek istiyorsun?» diye
hoşlanırlardı? Öylesi daha mı kolaydı? bağırdı Ronnie. Sözcük bulmacası oynayan bir çocukla ko-
Bir şey Ronnie'yi uyandırmıştı. Arka koltuğa baktı. Ço- nuşur gibiydi.
cuklar birbirlerine sokulmuş uyuyorlardı. Roy da arabanın «Tamam!» dedi Roy. Tüm benliğini heyecan sarmıştı
çevresinde sinirli sinirli dolaşıyor, gözlerini gökyüzünden yine. «Ayçörekleri, evet ama ışık saçan ayçörekleri...»
ayırmıyordu. Ronnie dışarı çıkıp kapıyı yavaşça kapattı,
Artık Ronnie'nin sabrı İyiden İyiye tükenmişti. Pazar
kocasının yanına geldi.
çantasından bir havuç alıp hırsla yemeye başladı. Neary
«Burada ne işimiz var, Roy? Neyi beklediğimizi bana
ondan uzaklaşarak az ötede bir kayanın üzerine oturup
neden söylemiyorsun?»
gözlerini de gökyüzüne dikti. Ronnie kaygıyla kocasını sey-
«Gördüğün zaman anlarsın.» Neary'nin öyle kendin-
rediyordu. Roy'un olağanüstü bir şeyler yaşadığı kuşku-
den pek emin bir hali yoktu bunları söylerken.
suzdu. Onun anlayamadığı, belki de hiç anlayamayacağı
«Haydi, Roy,» dedi: Ronnie. «İşte buraya seninle bir-
likte geldim. Olanları anlayışla karşılıyorum. Şimdi bana bir şeyler... Ve bunlar Roy için çok önemli olmalıydı. Belki
anlat. Gördüğün şey neye benziyordu?» de kocasına haksızlık ediyordu.
Roy bir an durup bekledi, yolu bir aşağı bir yukarı Neary'nin yanına yaklaşıp sesine en yumuşak tonu
adımladı, uzunca bir süre gökyüzüne baktıktan sonra, «Bir vermeye çalışarak, «Bütün bunlara iyi dayandığımı dü-
tür şeye... dondurma külahına benziyordu,» dedi. şünmüyor musun?» dedi.
Artık bu kadarı Ronnie için fazlaydı. «Ne renk?» diye Roy cevap vermedi. Ama ayağa kalktı. Gözleri hâlâ
sordu masum görünen bir tavırla. giderek aydınlanmakta olan gökyüzündeki yavaş yavaş
Ama Neary onun sözlerini ciddiye alarak, «Turuncu,» parlaklığını kaybeden yıldızlardaydı,
diye karşılık verdi. «Turuncuydu... ve de dondurma külâ- Ronnie de gökyüzüne baktı ve hafifçe titredi. Nede-
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER
nini bilmediği hafif bir korku duyuyordu. Biraz garipti bütün
bunlar... Yok biraz değil hem de çok. sun?» diye bağırdı. «Bütün bunların anlamı nedir? Bizi
«Üşüdüm,» dedi Roy'a. sabaha karşı uyandırıp buralara getirdin... Her şeyi altüst
Neary kolunu karısının omzuna atarak onu kendine ettin. Şimdi çocuklar bütün gün uyuklayıp duracaklar.
çekti. Ronnie de kollarıyla Neary'nin beline sarılıp hafif Sylvia gece birden önce yatağa girmek istemeyecek. Bü-
hafif kulağını öpmeye başladı. tün bunlar niçin? Çünkü babaları gece uçan turuncu ay-
«Bu tür yerlere yalnızca birbirimizi seyretmek için gel- çörekleri görmüş de ondan.»
diğimiz zamanları anımsıyorum,» dedi kocasına. Ronnie soluklanmak için bir an durdu, sonra daha
Neary karısının yüzüne baktı. O da eski güzel günleri alçak bir sesle, «Bir daha sakın böyle bir şey yapmaya
hatırlamış gibiydi. Gülümsedi. Ronnie de ona gülüm- kalkışma,» diye tehdit etti kocasını. «Biz senin aileniz. Ve
seyerek dudaklarına bir öpücük kondurdu. Roy da ona kar- de bu davranışın hiç do normal değil.»
şılık verdi. Şimdi öpüşmeleri daha hararetlenmişti. Ama Ronnie bundan daha kesin bir şey söyleyemezdi;
Neary kendisini tümüyle veremiyordu bu sevişmeye, öpü- Neary bunu biliyordu. Tabii normal değildi. Ama Neary
şürken gözucuyla gökyüzüne bakmaktan kendini alamı- öyle bir keşfin eşiğindeydi ki, o güne dek gerçek olarak
yordu. Tüm düşünceleri, benliği oradaydı. O sessiz, parlak, bellediği normallik tanımı geçersizdi artık...
kızgın ve rengârenk ışık patlaması aklını başından al-
mıştı.
Neary uzakta kaybolan kırmızı ışıkları, görünce yerin-
den fırladı. Ama Ronnie bunların uzaklaşan bir treylerin
stop lambaları olduğunu biliyordu. Az sonra Roy da iste-
meyerek böyle olduğunu kabul etti.
Büyü bozulmuştu.
Ronnie kocasını denemek için, «Eğer o şeylerden biri
şimdi buraya gelse ve kapısı açılsa, içine girer miydin?»
diye sordu.
Roy bu varsayım karşısında kendinden geçmiş gibi,
«Tanrım, tabii,» diye bağırdı. Sonra Ronnle'nin alındığını
görerek, «Kim olsa binerdi,» diye ekledi.
Ama olan olmuştu. Ronnie kocasının kollarından sıy-
rılarak arabaya doğru yürümeye başladı. Roy hemen ar-
dından gidip ona yetişti.
Ronnie ona dönerek, «Bize ne yaptığını biliyor mu-
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIM İLİŞKİLER

ON BİRİNCİ BÖLÜM «Şunlara bak!» dedi Laughlin. «Binlerce!»


«On binlerce,» diye Lacombe düzeltti.
«Olağanüstü. Ben...»
Benares'e çabucak ulaşacak bir yol yoktur. Hindu-ların bu Lacombe pervanenin gürültüsünü bastıracak kadar yüksek
eski ve en kutsal kentine ancak imanla ulaşmak mümkündür. sesle ama kibarca Laughlin'in sözünü kesti. «Sa-du çok kutsal
Hele buraya askeri bir uçakla gelmek sözkonusu bile olamaz. bir kişidir. Aynı zamanda da iyi bir uygulamacı. O da bir cevap
Hindistan'ın havalarından geçecek olan herhangi bir savaş ve arıyor, yaşamı boyunca. Yıllardır dinliyordu. Ona göre sorun
bombardıman uçağı, yalnız tarafsızlığın militanları sayılan imanın da ötesinde. Sonuçlara bakıyor sadu.»
Hintlileri öfkeden çıldırtmakla kalmaz, daha da önemlisi planın Laughlin bu sözleri bir süre düşündükten sonra, «Ama
gizliliğini tehlikeye sokabilirdi. Hinduların başka bir yolu seçtiklerini sanıyordum,» diye bağırdı.
David Laughlin kendi kendine, eğer zaman olsaydı «Nirvana burada değil.»
Lacombe, Benares'e gerektiği gibi giderdi, diye düşünmüştü. Lacombe omuzlarını elikti.
Üzerinde bir peştamal, elinde bir değnek ve yalınayak yani... O sırada helikopter iki Mercedes turist otobüsünün
Bununla birlikte Laughlin Alsace Havayollarından kiraladıkları yanındaki boşluğa iniyordu. Pilot motoru susturdu, pervane de
on dört kişilik küçük Corvette jet uçağından memnundu. yavaşlayarak durdu. Çevrelerinde ayaklanan toz toprak
Paris'ten, Rangoon'a yarım günde varmışlardı. yatışmaya başladı. Lacombe helikopterden indik-ten sonra,
Uçaktan indikten yarım saat sonra da bir Vertol helikopteri Laughlin ve İki teknisyenle bir an durup parlak gurubu seyretti.
onları güneş batarken Benares'in kuleleri ve kubbelerinin Güneşin kan kırmızı ışınları şimdi hemen hemen yatay
üzerinden geçiriyordu. Aşağıda ağır ağır akan kutsal ırmağın olarak geliyordu. Bu alev alev yanan ateş küresinin ışınları, bir
suları bulanıktı. süre atmosferin sonsuz toz zerrecikleri tarafından süzüldükten
Dağ yamaçları kentten birkaç kilometre uzaktaydı. Pilot ve bozulduktan sonra batıdaki sıradağların ardında
helikopteri belirli bir yükseklikte dolaştırarak inecek yer kaybolacaktı.
arıyordu. Buraya iniş hiç de koiay değildi. «Haydi gidelim,» dedi Lacombe.
Laughlin teknisyenlere işaret edince, onlar da mikro-
fonlarını, Nagra teypi, pil çantalarını ve 16 mm.Iik Arrif-lex
kameralarını yüklendiler. Dört adam yavaşça hacı ka-
sabalığının arasından ilerledi.
İnsanlar küçük halıların üzerinde birbiriierine yakın yakın
oturmuşlardı. Yanlarında da yiyecek sepetleri duru-
STEVEN SPIEI.BERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

yordu. Tam bir aile olarak gelenler de vardı. Hatta çok Gözleri kapalı oturan Fransız, sırtının dimdik durma-
yaşlı görünen (ama herhalde kırk yaşından fazla olmayan) sına karşın gevşemiş, rahatlamış görünüyordu. Dudakla-
büyükbabalar da gelmişti. Hastalık ve açlık onları çabuk rını fazla oynatmadan Fransızca bir emir mırıldandı La-
çökertmiş olmalıydı. ughlin'e. O da teknisyenlerden birine dönerek, «Nagra'nın
Batılı grup sadu'nun oturduğu, çevresi boş alana doğ- muhafazaya alınmasını İstiyor,» dedi.
ru adımlarını sıklaştırdı. Sadu bağdaş kurmuş oturuyordu. «Neden?» diye sordu teknisyen. «Herhangi bir elek-
Gözleri kapalıydı. Ellerini bitiştirmiş, dirseklerini yana trik devresine yakın değiliz ki?»
doğru açık tutuyordu. Garip, düşünen bir kuş gibiydi. «Daha önce başına buna benzer bir olay gelmiş de.
Lacombe'un yaklaştığını gören beyaz takım elbise Teypinin motoru ansızın durmuş ve kayıt başlıkları da
giymiş, zayıf bir Brahmin ayağa kalktı. Teknisyenler alet- magnetikliğini kaybetmiş.»
lerini yerleştirirlerken, Laughin de çeviri yapmak için yan- «Şaka ediyor olmalı» dedi teknisyen. «Ama madem
larına geldi. öyle istiyor, dediğini yapalım bari.» Teknisyen alet kutu-
«Güneşin batışına yarım saat var,» dedi Brahmin sundan bakır bir muhafaza çıkararak Nagra teypin üze-
Lacombe'a. rine geçirdi. Muhafazanın bakır tellerinin uçlarını da top-
Adamın şivesi Laughlin'in dikkatini çekmişti. Gayet rağa soktu.
düzgün Oxonian İngilizcesi konuşuyordu. İyi parlatılmış Lauglin daha önce de düşündüğü gibi, bu garip yerde
deri çizmeler, beyaz muslinden gömlek ve keten bir ceket ne yaptıklarını, bu binlerce insanla birlikte neden... neyi
giymişti genç Brahmin. Bulunduğu yere aykırı düşen kent beklediklerini merak etti. Gelen raporda olayın inanıl-
soylu bir görünüşü vardı. Aşırı düzgün konuşması da bi- mazlığından söz ediliyordu Ancak Lacombe ona inanma-
raz yapmacıktı. Ancak en kutsal kişilerin bile bir menajere nın ve inanmamanın sınırlarını göstermiş, inanılmazlığa
ihtiyaçları vardır, diye düşündü Laughlin. açık olması gerektiği! söylemişti.
Sadu hiç kıpırdanmadan oturuyor, gözkapakları bile Laughlin arkasını dönerek alev küresinin alt ucunun
oynamıyordu. Çevresindekilerin farkında değil gibiydi. Dış batıdaki sıradağlara değişini seyretti. Çok kısa bir sürede
dünyadan tümüyle kopmuştu sanki. La combe bir an dü- güneşin yarısı kaybolmuştu. Sadu yavaşça yerinden
şünceli bir sessizlikle durdu, sonra kutsal adamın yanına kalktı.
bağdaş kurup oturdu. Ancak sadu'dan saygılı bir uzaklıkta Ondan sonra olanlar Laughlin'e ağır çekim bir film
oturmaya dikkat etmişti. gibi geldi. Sadu'nun açık dirseklerini göğüs kafesine doğru
kapatışını seyrediyordu. Avuçiçlerini bitişik tutan sadu,
Şimdi mikrofonlar hazırdı. Lacombe, Arriflex'in seh-
sadece parmak uçları birbirine değecek şekilde ellerini
pasına konmaması konusunda ısrar etmişti. Makinenin
yavaş yavaş ayırdı.
omuzda taşınmasının hareket eden şeylerin fotoğrafını
Kutsal adamın gözkapakları pencerelerden kepenk-
çekmede kolaylık sağlayacağını söylemişti.
lerin kalkması gibi ağır ağır açıldı. Yalnızca beyaz bir hal-
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

kanın çevrelediği bu gözler çok iri ve kapkaraydı. Beyaz halkayı Sadu arka arkaya üç nota daha seslendirdi. Şimdi Laughlin
da siyah gür kirpikler çevreliyordu. bu kadar çok sesin kulak tırmalayıcı uyumsuzluğu karşısında
Sadu'nun vücudu hareket etti, sanki hiçbir güç har- melodi duygusunu yitirmeye başlamıştı. Altındaki toprak
camıyormuşçasına yavaşça bağdaş durumundan ayağa kalktı. seslerin yoğunluğuyla titreşiyordu. Bu sesler Batılı kulaklara
Aynı anda da kentli 'Brahmin dizlerinin üzerine çöktü. Laughlin garip gelen melodisiz notalardı. Raporda yazılanlara göre, bu
de farkında olmadan oturmuştu. Sanki orada ayakta durmaya sesler dört gece önce yıldızlardan yeryüzüne gelmiş ve o
tek hakkı olan kişi sadu'ydu. Laughlin gözünün ucuyla andan beri sadu'yla müritleri her gece aynı sesleri
kameramanla ses teknisyenin de diz çöktüklerini gördü. Onların çıkarıyorlarmış.
ne yaptıklarının farkında olmadıklarından emindi. Notalar arasındaki perde farklarının hiçbir biçimde bir
Sadu'nun çıplak kolları ağırbaşlı bir kararlılıkla vücudunun bütün oluşturmadıklarını farketti Laughlin. Bunlar yarıya, çeyrek
iki yanına açıldı. Havalanmak için güçlü kanatlarını açan bir seslere bölünüyor, mikroton aşamalarını andırıyordu. Her
kuşa benziyordu. Arkasında kalan güneşin şimdi ancak üst ucu şarkıcı bir İnleyiş katarak notaları hafifçe değiştiriyordu. Sesler
bir çizgi halinde görünmekteydi. Derken o da kayboldu. Ortalık İlahi bir şarkı gibi gökyüzüne yükseliyor, üzerinde bulundukları
ansızın kararmıştı. toprağı ve soluk aldıkları havayı titreştiriyordu.
Sadu'nun uzun kolları şimdi omuz hizasında iki yana açık Şimdi tropik gecesi bastırmıştı. Nemli bir karanlık herkesi
olarak duruyordu. Sonra yavaş yavaş yukarıya kalkarak kırış kucaklıyordu. Sadu'yu artık görememelerine karşın binlerce kişi
kırış olmuş el üstleri başının üzerinde bitişti. Bu konumda da şarkıyı sürdürüyor, aiderek dayanılmaz bir yoğunluğa erişmeye
biraz durduktan sonra kollarını tıpkı bir orkestra şefinin hareketi zorluyorlardı.
gibi, birden aşağı indirdi. Yıldızlar da görünmeye başlamıştı. Laughlin çevresini
Aynı anda on, yirmi bin gırtlaktan alçak, melodik bir nota saran şarkının vahşiliğinden ve gücünden etkilenerek yıldızlara
duyulmuştu. Bu ses öylesine güçlüydü ki, bir anda Laughlin'in bakıyordu, özellikle Büyük Ayı'nın ucundaki yıldız dikkatini
beyninde çınladı. Lacombe'un gözlerini açtığını, yana dönerek çekmişti. Bir parlıyor, bir sönükleşiyordu. Bu parlama ve
teknisyenlere baktığını gördü. Laughlin işaret edince, teknisyen sönmelerin bir ritmi vardı. Sanki Mors alfabesiyle bir mesaj
Nagra'nın düğmesine bastı. Şimdi muhafazanın içinde yolluyordu. Ve yıldız birden patladı.
Nagra'nın bandlarının döndüğünü görebiliyordu Laughlin. Parlak kırmızı bir ışık başlarını göğe doğru kaldırmış olan
Sadu kollarını yeniden kaldırarak başka bir nota ses- kalabalığın yüzlerini aydınlattı. Şimdi Lacombe da ayağa
lendirdi. İlkinden daha yüksek perdedendi bu nota. İki ezgi tüm kalkmış, sadu'nun yanında duruyordu. Kameraman
dünyayı dolduruyordu sanki. Müritler bunları ya sırayla tek omuzundaki Arriflex'i gökyüzüne çevirmişti.
başlarına ya da ikisini birarada seslendiriyorlardı. Kırmızı ışık dönen bir sütun haline gelerek önce turuncu
oldu; sonra sarıya, sonra da soluk yeşile dönüştü. Gökyüzünde
dolaşıyordu. Ansızın beş nota duyuldu
STEVEN SPIEIBERG

gökyüzünden. Saf. Melodik. Net. Müritler sustu. Ve gök-


yüzü bir kez daha onlara aynı ezgiyi tekrarladı.
«Aman Tanrım!» dedi kameraman.
Ateş sütunu kayboldu, şarkı sona erdi.
Müritler yerlerine oturup yüzlerini toprağa koydular.
Sadu Lacombe'a döndü. «Gökyüzü,» dedi ince bîr sesle.
«Gökyüzü bize şarkı söylüyor.»
İki adam birbirine sarıldı. Fransızın yanaklarından ON İKİNCİ BÖLÜM
gözyaşları akıyordu. Heyecandan sesi boğuklaşmıştı.
«Hepimize söylüyor, dostum,» dedi.
O cumartesi sabahı geç vakit, Neary uykulu gözlerle
banyodaki aynaya bakıyordu. Traş olmaya başlamadan
önce kendine gelmeye çalıştı. Sonunda traş köpüğü tü-
pünü alarak sağ elinin ovucuna bir miktar sıktı. Avucunda
beyaz bir tepecik oluşmuştu. Elini otomatik olarak yüzü-
nün hizasına kaldırdı. Birden kafası karışmıştı.
Neary elindeki beyaz tepeciğe gözlerini dikmiş bakı-
yordu. Başını dikleştlrerek sabun köpüğünü göz hizasına
getirdi. Sonra sol elinin orta parmağıyla tepeciğe belli be-
lirsiz bir şekil vermeye çalıştı
«Hayır, böyle değil,» diye kendi kendine konuştu.
Aslında ne dediğinin ya da ne yaptığının pek farkında
değildi. Ama bu şekil ona bir şeyi anımsatıyordu; kafasının
erişemediği bir şeyi... Çıldırtıcı bir duyguydu bu. Neary bu
şekli çok iyi biliyor ama yine de bildiği şey ondan
milyonlarca kilometre uzaktaymış gibi bir duyguya
kapılıyordu. Umutsuzca gözlerini kırpıştırdı. Herkes böyle
bir duyguya kapılabilir, diye düşündü. Hani bir an bir şey
size çok yakın ve tanıdık gelir... Aslında hiç görmediğiniz
bir yüzü ya da hiç gitmediğinizi bildiğiniz bir yeri daha
Önce görmüş gibi bir duyguya kapılırsınız ya... Bazı
psikanaliz uzmanları bu tür duygulara dejâ vu derler. Ama
her şey birkaç saniyede olup biter. Neary'nin de bu
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKİN İLİŞKİLER

duygusu geçmeye başlamıştı. Ama gözleri hâlâ sabun kö- «Ben sadece neler olup bittiğini anlamaya çalışıyo-
püğüne dikiliydi.
rum,» diye Neary karısının ima ettiği anlamı kabul etti.
Banyo kapısında duran Ronnie'nin aynaya yansıyan Sağ avucundaki sabun köpüğünü hâlâ tutuyordu.
görüntüsü Neary'yi daldığı âlemden çekip çıkardı. Ronnie tartışmayı sonuçlandırır gibi, «İşte bu da ola-
«Ronnie,» dedi. «Bu sana neyi hatırlatıyor?» ğan şeylerden biri,» dedi doğal çıkmasına çalıştığı bir
Kadın onun elindeki sabun köpüğünü tümüyle gör- sesle.
mezden gelerek kesin bir tavırla konuştu. «Bu akşam par- «Hangi şeylerden?»
tide soranlara ultraviole lambasının altında sağ tarafına «Artık bundan söz etmek istemiyorum.»
dönmüş olarak uyuyakaldığını söyleyeceksin.» Toby sordu. «Onlar ayda mı yaşıyorlar?»
«Ne? Neden?» «Ayda üsleri var onların,» diye cevap verdi Brad.
«Toplantıda o saçma sapan şeylerden söz etmeni is- Konuya kendini iyice kaptırmış gibiydi. «Böylece geceleri
temiyorum,» dedi Ronnie. «Hiç olmazsa neden söz ettiğini pencerene gelip perdeleri çekiyorlar.»
bilene dek.» Ronnie gözlerini kapadı. «Bu saçmalıkları dinlemiyo-
Neary işi mantık açısından ele almaya çalışıyordu. rum artık. Tek kelimesini bile.»
«Eğer ondan söz etmezsem neyi bileceğimi nasıl anlarım?» «Geçen gece,» diye söze başladı Neary elinden gel-
«Böyle şeyleri işindeki arkadaşlarına anlat ama parti- diğince sakin görünmeye çalışarak. «Açıklayamayacağım
dekilere değil.»
«İş arkadaşlarımın hiçbir şeyden haberleri yok ki.» Bu bir şey gördüm.»
tartışma sırasında Brad ile Toby de banyoya gelmişlerdi. Ronnie gözlerini birden açarak öfkeyle aynadan Ne-
ary'ye dikti. Mavi gözleri hırstan irileşmişti. «Dün gece
«Baba, onlar gerçek mi?» diye sordu Brad. saat dörtte ben de öyle bir şey gördüm ki, gerçekten bunu
Ronnie sert bir dille, «Hayır, değiller,» diye kestirip
attı. açıklayamayacağım. Kocaman bir adam...»
«Böyle söyleme ona,» dedi Neary. Ronnie çocukların birden dikkat kesildiğini fark ede-
Brad ısrar ediyordu. «Ama anne, ben inanıyorum.» rek sustu.
«Hayır, inanmıyorsun.» «Bu gece oraya yine gideceğimi pekâlâ biliyorsun,
«Ama babam öyle diyorsa...» Ronnie. Hem de çok iyi.»
«Baban öyle demiyor,» diye çocuğun sözünü kesti Kadın arkasını dönerek gitmeye hazırlanırken, alçak
Ronnie. Sonra yalvarır gibi kocasına bakarak, «Öyle değil sesle, «Hayır, gitmeyeceksin,» dedi.
mi, Roy?» dedi. Neary'nin cevabı kesindi. «Evet, gideceğim.»
O sırada telefon çalmaya başladı.
Ronnie kocasına dönerek, bu kez şakacı bir tavırla,
«Hayır gitmiyorsun,» dedi. Sonra banyoya girip Ray'un
yanına geldi. Sağ bileğini yakalayarak avucunu onun yü-
S T E V E N S P IE L B E R G

züne bastırdı. Sabun köpüğü Neory'nin yüzüne bulaşmıştı


Bu haliyle palyaçoya benziyordu.
Roy aynadaki görüntüsüne dikti gözlerini. Yüzündeki,
beyaz köpük yanağının kırmızımsı rengini büsbütün belir-
ginleştirmişti. Traş köpüğünü yüzünün öteki yerlerine da-
ğıtırken, kendi kendine, «Allah belamı versin ki, ay yanığı
değildi.» diye mırıldandı.
Ronnie'nin görüntüsü tekrar aynaya yansıdığında,
Neary traş olmaya başlamıştı. Kadının yüzünde kötü bir
haber almış gibi bir ifade vardı. Kapı eşiğincfe durmuş tit- ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
riyordu. Gözleri dolu doluydu.
«R-Roy,» diye kekeledi. «Telefon eden Grimsby'ydi.»
«öyle mi?»
«İşten atıldığını söyledi.» Ronnie artık gözyaşlarını tu- Neary ertesi gece oraya gitti tabii. Ve hiçbir garip ci-
tamıyordu. Hıçkırarak kocasına sarılıp yanağını yanağına sim ya da renk görünmeyince, kendi kendine her şeyi
bastırdı. Gözyaşları sabun köpüğüne karışıyordu. unutacağına söz verdi. Ne var ki, bir sonraki gece yine
«Sen... seninle konuşmaya bile gerek görmemişler. oradaydı.
Şimdi ne yapacağız? Neden işten kovuldun? Neler olu- Neary artık oradaki İnsanları da tanımaya başlamıştı.
yor, Roy?» Eski dost gibiydiler. Birden kaynaşmışlardı. Yaşlı çiftçi elin-
Neary şaşkın bir halde, «Tanrım,» diyebildi ancak. Elinde den eksik etmediği viski şişesiyle eski kamyonetinde otu-
usturası, kendisine sarılmış ağlayan karısı, sabun ruyordu. Sailanan sandalyesini de birlikte getiren kadın
köpüğüne bulanmış yüzüyle öylece duruyordu. Aynadaki bu oturup beklerken, zamanını boşa harcamamak için örgü
görüntüye görmeden bakıyordu. «Roy, ne yapacağız örüyordu. Neyi beklerken? Artık herkes onlara 'gece olay-
şimdi?» ları' adını takmıştı. Başka yaşlı bir kadın onlar'ın fotoğ-
Neary taş kesilmiş, hiçbir şey duymuyordu. Gözleri raflarından bir albüm yapmıştı. Albümde başka yerlerdeki
boşluğa dikiliydi. Derken banyonun açık kapısından görü- 'gece olayları'nın resimleri vardı.
nen yatak odasındaki beyaz bir şeye bakışlarını yoğunlaş- Uzaklardan duyulan bir ses herkesin kuzey yönünde
tırdı. Yatağın üzerinde duran bir yastıktı bu. İki yanından gökyüzüne bakmasına neden oldu. Belki de çok uzaklar-
sıkıştırılarak bırakılmıştı bir yastık... Tıpkı az önce avu- dan geçen bir jetin gürültüsüydü bu.
cundaki sabun köpüğüne benziyordu. «Bütün gece de beklesek, burada olacağız,» dedi yaşlı
«Hayır,» dedi Neary. «Böyle de değil.» kadın.
Roy seksen yaşlarındaki kadının yanına diz çökmüş-
tü. «Bu gece gelecekler mi?» diye fısıldadı. Büyülü söz-
lerdi bunlar. Kadın birden gençieşmiş gibi gülümsedi. Neary
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER
ona yaşamın sırrını vermişti sanki. «Dilerim Tanrıdan gel-
sinler,» dedi. «Ya siz?» «Ben Roy Neary. Oldukça heyecanlı bir gece, değil
«Tüm kalbimle,» diye cevap verdi Neary büyük bir cid- mi?»
diyetle. «Kalabalık kolay dağılacağa benzemiyor.» Kadın
Yaşlı kadın onun içtenliğini anlamış gibi göz kırptı, Neary'nin yanağına dokundu. «Güneşten yanmışsınız.»
sonra deri kaplı albümü kucağında doğrultarak ilk sayfayı «Bu gece de öteki yanağımı yakmayı umuyorum.»
açtı.
«Benim de göğsüm ve boynum yandı.» Genç kadın
«Bunları kendim çektim,» dedi çok bilmiş bir tavırla. bluzunun düğmelerini çözerek göğsünün üst kıvrımını ve
«Mahalle okulundayken her gece gökyüzünü gözlerdim.» boynunun çukur yerini gösterdi. Ama Neary'nin kızardığını
Neary renkli resimlere baktı. Kâğıda sıçrayıp dağılmış görünce, «Özür dilerim,» diyerek bluzunun düğmelerini ka-
sarı boyayı andırıyordu fotoğraflardan biri. Bir başkası ya- pattı. «Sizi birden kendime çok yakın hissettim de... Tıpkı
rık gibi uzanan beyaz bir çizgiydi. Hayal meyal görünen çok eski bir dost gibi...» Güldü. «Böyle bir yaşantıyı pay-
mavi bir lekeyi gösteriyordu başka biri de. Ancak fotoğraf laşmak dost olmaya yeterli, değil mi?»
makinesi kullanmasını bilmeyen biri, ilk çektiği resimlerde Neary başıyla onayladı. Artık utanmıyordu. O sırada
bu tür hatalar yapabilirdi. kısa pantolonlu, güleryüzlü bir adam yanlarına gelip bir
Neary resimlerin hiçbirinde, olanları anlamak için ken- flaş parlattı. Parlak ışıkta yüzlerinin yanığı daha belirgin
disinin duyduğu o tutkuyu sezemedi. Bunlar bir seyircinin olarak görünmüştü. Bu adamın hoşuna gitmiş olacak ki,
gözlemleriydi. Tıpkı sirklerde alev yutan göstericiyi izleyen resimlerini çekti. Jillian göllerini kırpıştırarak adama dön-
ama bunu nasıl yaptığını merak etmeyen seyirciler gibi... dü. Ama kısa pantolonlu adam şimdi çitin yanında otur-
Seyretmek onlar için yeterliydi. muş bir çamur tepeclğlyle oynayan Barry'nin resmini çek-
'Gece olayları'nın görüldüğü gecenin bir sonraki ge- meye hazırlanıyordu.
cesi oldukça büyük bir kalabalık toplanmıştı. Neary'nin Jillian aceleyle amatör fotoğrafçının yanına gidip,
daha önce görmediği kimseler de vardı. Ve ilk kez o gece «Onu rahat bırakın,» dedi. «Böyle işlere karıştırılmak için
yolunun üzerine çıkan çocukla genç kadının orada oldu-
çok küçük daha...» Genç kadın kızmış görünüyordu.
ğunu gördü.
Adam özür diler gibi hafifçe öksürdü. Barry'ye baka-
Neary kalabalığın üzerinden genç kadını selamladı. rak, «Nereden o?» diye sordu.
Küçük oğlunun elinden tutan genç kadın Neary'nin yanına Jillian kızgın kızgın, «Yeryüzünden,» dedi. Bir yandan
geldi. «Bizi hatırladınız mı?»
da Barry'nin yüzündeki toz toprağı siliyordu. Çocuk ça-
«Nasıl unutabilirim ki?»
Genç kadın elini uzatarak, «Adam Jillian Guiler,» dedi. murları sıkıştırarak uzun, koni biçiminde bir tepecik yap-
«Bu da Barry.» makla meşguldü.
«Benim... şey... bu yaramazlardan üç tane var evde.»
dedi Neary.
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER
STEVEN SPIELBERG
lerine yerleştirdi. Tıpkı volkandan püsküren donmuş lavlar
Jillian, «Gördüklerinizi karınıza anlattınız mı?» diye gibi duruyorlardı taşlar.
sordu.
«Tabii.» «Şimdi daha iyi oldu,» dedi Neary. Garip ama çocuk-
la annesi Neary'nin davranışını çok doğal karşılamışlardı.
«Nasıl davrandı?»
«Anlayış gösteriyor,» dedi Neary biraz alaylı. Sonra Birden şaşıran Neary sordu. «Hey, bu sana neyi ha-
ekledi. «Tam bir anlayış.» tırlatıyor?»
Jillian da alaylı bir gülümsemeyle karşılık verdi. «Ben Jillian bir an derin derin düşündüyse de, bu şeklin
de anneme anlattım. Bütün bunların yalnız yaşamamın ürü- kendisine neyi anımsattığını bulamadı.
nü olduğunu söyledi.» Genç kadın bir an sustu. Neary onun Birden çevreye garip bir sessizlik çökmüştü. Gençler
utandığını hissetmişti. Tıpkı az önce Jillian'ın göğüslerini ve yetişkinler dürbünlerlylo fotoğraf makinelerini gökyü-
gördüğü an kendisinin olduğu gibi. züne doğru çevirdilör. Birinin el radyosundan Eagles'ın
«Tabii tümüyle yalnız sayılmam,» diye Jillian düzelt-meye söylediği, 'Desperado' adlı şarkı İşitiliyordu.
çalıştı. «Barry var, sonra komşular... Gerçekten tam Jillian, gökyüzünü işaret ederek, «işte orada!» dedi.
anlamıyla yalnız sayılmam.» «Ya Barry'nin babası?» Topluiğne başı kadar İki bulanık ışık öne arkaya,
«öldü.» Jillian susarak gözlerini Neary'den kaçırdı. aşağı yukarı hareket ediyor ve karanlıkta giderek parlak-
«Yaşasaydı, bütün bunları karınızdan daha iyi anlayaca- laşıyordu.
ğını sanmıyorum. Anlayış göstereceğini de...» Neary fotoğraf makinesini kaldırdı. «Bu kez hazırım.»
O anda Noary'nin aklına söyleyecek bir şey gelmiyor-
du. Barry'nin yanına çömelip çamurları sıkıştırmasına yar- Genç kadın elini Neary'nln koluna koyarak, «Titri-
dım etti. «Gecenin bu saatinde çok sıkı çalışıyorsun, oğul- yorsun,» diye fısıldadı.
cuk, ha?» «Biliyorum.» Neary aldırmazmış gibi güldü.
«Aslında çoktan yatmış olması gerekirdi.» Jillian'ın «Gözlerin yanmıyor mu?»
ses tonundan bir suçluluk duygusu seziliyordu. «Ama ön- «Hem de nasıl... özellikle İki gündür.»
ceki gece evden kaçtığından beri gözümün önünden ayır- «Benimkiler de.»
mak istemiyorum.» «Ama bir tür çılgınlık bu.» Neary'nin dişleri birbirine
Neary genç kadının sözlerini başıyla onayladı. Ama çarpmaya başlamıştı.
gözleri küçük çocuğun yaptığı çamurdan tepecikteydi. Eli- Şimdi ışıklar tüm şiddetleriyle onlara erişiyor, gitgide
ne ince bir dal alarak tepeciğin yamaçlarına yivler açmaya büyüyorlardı. Kör edici, acımasız, seyretmesi acı veren
başladı. «Hımm.» Yakındaki birkaç çakıl taşını alarak ışıklar...
Barry'ye uzattı. «Bir de bunlarla dene.» «Bu bir tehdit mi?» diye sordu Jillian.
Barry çakıl taşlarını koni şeklindeki tepeciğin etek- Neary kamerasını ayarlamıştı, ama o denli titriyordu
ki, doğru dürüst çekebileceğinden kuşkuluydu. Jillian'a dö-
nerek sordu. «Eğer o şeyler buraya gelir ve kapılarını açar-
SftVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER
larsa, içeri girip onlarla birlikte gider misin?» «Hiç
düşünmeden,» cevabını verdi Jillian. Neary, «Dinle,» dedi, Yol levhaları da titremeye başlamıştı. Neary bir süre
«Bu ses... dinle.» O garip ses havadan süzülerek bu titreşimleri seyrederek, geçen gece gördüklerini dü-
kulaklarına çarptığında, kalabalıkta bir hareket oldu. şündü. O gece de yol levhaları titremişti. Ama o kez daha
Rüzgâra karşı esen ritmik bir gürültüydü bu. Şimdi daha şiddetliydi titreşimler. Doğaüstüydü belki. O titreşimlere
da artmıştı. Ve birden giderek hızını da artırmaya başladı. belki de 'gece olayları' neden olmuştu.
Tüm tahminleri aşan bir çılgınlığa ulaşmıştı şimdi. Bir iç Oysa Neary şimdi yol levhalarının titreşimine, delice
patlamayı andıran bu gümbürtüyü anlamaya, manevralar yapan helikopterlerin oluşturduğu hava akı-
yorumlamaya hiç kimsenin gücü yetmiyordu. Korkuya mının neden olduğunu açıkça ve düpedüz görebiliyordu.
kapılmışlardı. Kör edici iki ışık dünyayı yuttu. Havanın Bütün bunlar tam orada, yüz tanığın önünde oluyordu.
niteliği değişmişti. Gökyüzü bir yaz günü öğlen vakti gibi Ve bu çılgın olayda, Neary ilk kez yalnızca görmüş
aydınlıktı. Birden aydınlığın içinden iki helikopter çıktı. olduklarından değil bu konuda tüm düşüncelerinden kuşku
Bunlar Hava Kuvvetlerine ait Huey helikopterleriydi. Sıcak duymaya başladı.
hava püskürterek kalabalığın üzerinden geçiyorlardı.
Hem de çok yakından. Tam bir paniğe yol açmışlardı.
Sarmal manevralar yapıp çok alçaktan geçtiklerinden,
oluşturdukları hava akımı bütün tabak çanağı yiyecekleri,
peçeteleri uçuruyordu. Az sonra alüminyum sandalyeler,
portatif masalar, battaniyeler de bu anafora kapılarak dört
bir yana saçıldı.
Neary şaşkınlık, kızgınlık ve biraz da tiksintiyle birkaç
metre üzerlerinde uçuşan Hava Kuvvetlerinin helikop-
terlerini seyrediyordu.
Yaşlı kadın albümden dağılan fotoğraflarını toplamak
için oradan oraya koşuşarak helikopterlere lanetler yağ-
dırıyordu. Resimler dört bir yana saçılarak uzaklara uç-
muşlardı.
Barry birden bir çığlık atarak koşmaya başladı. Jillian
çocuğu güçlükle zaptedebildi. «Barry, bunlar helikopter,
korkma,» diyordu.
«Evet bunlar bizden,» diye bağırıyordu Neary de, o
toz toprak ve gürültü karmaşasında.
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM depoyu andırıyordu. Bu çalışmalar başlamadan önce de


boş ve karanlık bir depoydu zaten.
İçerdeki faaliyetin ana merkezi, deponun tam orta-
Çölde yıldızlar büyük ve iri elmas gibi parlaktı. Ufka sındaki düz bir treyler üzerine yerleştirilmiş olan küp bi-
en yakın olanları, kumlardan yükselen yakıcı çöl sıcağının çiminde bir uzay araştırma aracıydı. Gömleklerinin kol-
etkisiyle kıvılcımlar saçar gibi parlıyordu. larını yukarıya kadar sıvamış iki düzine proje elemanı uzay-
California, Barstow'da geceyarısıydı. Goldstone Rad- dan alınan algıları bilgisayara programlayan araçların
yoteleskobunun parabolik dev kulağı gökyüzünü dinliyor- önünde harıl, harıl çalışmaktaydı. Telemetreler, kumanda
du. 14'üncü istasyon sözde onarım için sökülmüştü, ama tabloları, verici ve alıcı ünitelerin arasında onlara hiç uy-
asıl olayı gizlemek için bir bahaneydi bu. Çünkü uzay mayan bir aygıt vardı: Bir mini Yamaha syntheizer'i... Ve
araştırmaları İçin gerekli araçlar buraya taşınmışlardı. Vi- Claude Lacombe klavyede boş notanın egzersizini yapıyor-
king, Helios, Plonser, Mariner, Jupiter, Saturn ve Voyager du. Bir mesaj yollar gibiydi. Her ses birbirinden ayrı olarak
deneylerini izleyen ve denetleyen aynı araç burada derin tek başına çıkıyordu ama bunlar kuşku götürmez biçimde
uzay araştırması konumuna getirilmişti. Hindistan'daki Benares'de duydukları ezginin aynısıydı.
Gözleme binasının içine girer girmez şu yazı göze Gökyüzü müziği. Sonunda bu müzik varsayımsal amacına
çarpıyordu: VERİ GELİŞTİRME ÇALIŞMALARI. YALNIZ hizmet etmekteydi
GÖREVLİ PERSONEL GİREBİLİR. 5883 MC CORSCON'A Ve bir süre sonra karşılık geldi. Bilgisayardan met-
DANIŞIN. Elektronik düzenle açılıp kapanan kapının önün- relerce kâğıt çıkmaya başladı ve bir anda yerleri kapladı.
deki otomatik parmak izi aygıtı, girişi bir nöbetçi gibi ko- Tüm proje elemanları sıraya dizilerek kâğıt şeritleri oku-
rumaktaydı. maya çalışıyordu. Kâğıtlarda bir sürü sayı vardı. On beş
Özel bir geceydi bu. Endişe ve bekleyişlerin kol gez- dakika süreyle de birtakım noktalar görüldü. Titreşimler,
diği bir gece... Girişteki aygıta altı el basılmış ve parmak sonra duraklamalar, uzun aralıklar ve sonra yeniden çok
izleri tanımlandıktan sonra kapı tıslayarak açılmıştı. Bu- hızlı iletişimler. Lacombo bir tür haberleşmenin kuruldu-
rası görev denetimi yapan bir bilgisayar merkezinden çok ğundan emindi. Bilgisayarın önündeki sandalyeye otura-
rak avucunu alnma dayadı. Derin bir soluk alıp hafifçe tit-
reyerek ciğerlerindeki havayı boşalttı. Bu kapalı yerde ay-
gıtların gürültüsü bazı genç kulaklar için sağır edici gibi
gelebilirdi ama asıl gürültü kesilince, Lacombe'un kafası
umutsuzlukla uğulduyordu. iletişim yeniden başlayınca La-
combe sandalyesinin arkasına dayanıp gülümseyebildi an-
cak. «Tamam, beyler!» Konuşan operasyon danışmanıydı.
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKİN İLİŞKİLER

«İşte iletişim modeli burada. İki on beş dakikalık yayın cevap arıyorlardı. Laughlin sesini yükselterek, «Bir dakika
aldık. Yüz dört çabuk titreşim, son beş saniyelik ara. Kırk beni dinleyin,» diye yineledi.
dört titreşim ve beş saniyelik duraklama. Sonra otuz RP Birden oda sessizleşmişti.
ve altmış saniyelik ara. Bundan sonrakiler tümüyle farklı «Şey... Fransızca çevirmenlik yapmadan önce asıl
işaretler. Şöyle: Kırk artı beş. Otuz altı artı beş. On, sonra mesleğim haritaları okumaktı. Bu sayılar tona uzunluk
altmış ve duraklama. Sonra tekrar yüz dört titreşim-lik belirtir gibi görünüyor.»
başlangıç.»
Kimse yerinden kıpırdamadı. Anlamsız gözlerle Laugh-
Lacombe yeniden o beş notayı çalarak göndericiye lin'e bakıyorlardı. Çevirmen devam etti. «İki dizi üç sayı
verdi. Danışmanlardan biri hemen, «Buna karşılık ne ola- var, tamam mı? İlk sayının da üç aşaması. Son ikisi alt-
cak?» diye sordu. Lacombe ona bakarak omuzlarını silkti. mışın altında.»
Belki yarın bu notaların ne anlama geldiğini öğrenebile- Laughlin ayağa kalkarak Lacombe'un yanına gitti.
ceklerdi. Ama şimdi iletişim yarışı sürmekteydi ve yirmi Lacombe da ayağa fırlamış ve neredeyse 'Eureka' diye
dört proje elemanının çalışmayı, hiç aksatmadan saat gibi bağırmaya hazırdı. Odadakller şaşkın sessizliklerini sür-
yürütmesi gerekliydi. dürüyorlardı. Sonra herkes aynı anda buluşu kavrayıverdi.
Tekrarlanan sayıları ayıklayan adamlardan biri, «Bu Şimdi heyecan merkezi Laughlin ve Lacomb'du. Proje ele-
hiç de sosyal sigorta numaralarına benzemiyor,» dedi. manları onların çevresinde bir halka oluşturmuştu.
«Çok rakam var.» «Belki...» diye biri söze başladı. «Belki de bize gök-
Başka biri bu şakaya katıldı. «Belki McDonald Mağa- yüzündeki yerlerini anlatıyorlar, galaktik koordinatlarını ve-
zalarının geçen haftaki satış listesinin dökümüdür.» riyorlar.»
Lacombe'un dışında herkes güldü. Yapılan şakayı an- «Olamaz,» diye atıldı teknisyenlerden biri. «Çünkü
lamadığından Laughlln'o bakarak Fransızcaya çevirmesini bunlar bizim 'Büyük Kulak'ın yönüne uymuyor. Haritacı
bekledi. Ama çevirmen hiçbir karşılık vermedi. Laughlin iş- haklı. Biz uzay değil yeryüzü koordinatlar alıyoruz.»
verenine bakmıyordu bile. Kâğıt yığının İçine gömülmüş Şimdi herkes bir harita bulma telaşı içindeydi. Hep
şeritleri inceliyordu. Lacombe ona dikkatlice baktı. Laugh- birlikte tüm aygıtları işler bırakmış, operasyon başkanının
lin bir şeyle uğraşıyor, onu bulmak İçin ter döküyordu. odasına giden koridorda koşuyorlardı.
Çevirmen başını kaldırdığı zaman herkes başka yöne ba- Büronun içinde çelik ayaklığı üzerinde duran büyük
kıyordu ama Lacombe'un gözleri ondaydı. Fransız Laugh- bir yerküre vardı. Birden kapı açıldı ve koridorun ışığı içeriyi
lin'e başını sallayarak düşündüğü şeyi söylemesi için ce- aydınlattı. Proje elemanları Rand McNalIy'nin yerküresinin
saret vermek istedi. Laughlin de öyle yaptı zaten. başına üşüştüler. Çocuklar gibi heyecanlıydılar. Başkanın
«Bir dakika!» odasını altını üstüne getirdiklerinin farkında bile değillerdi.
O anda aralarında konuşuyor ve o büyük soruya bir Yerküreyi önce ayakiığıyla birlikte götürmeyi denedi-
STEVEN SPIELBERG
t

ler. Ama çok ağırdı. Sonra bir matematik uzmanı küreyi


omuzladığı gibi ayaklığından çıkardı. Hep birlikte koridora
taşıdılar.
Yerküre voleybol topu gibi elden ele taşınarak iletişim
odasına getirildi. Masanın üzerine konunca Laughlin ötekilerin
parmaklarını bir yana iterek Kuzey Kutbundan itibaren ölçüleri
uygulamaya başladı.
«Antartlka, okyanus... okyanus... okyanus... Easter Adasını
atlıyor, Sala-Y Gomes Adasını da geçiyor. Meksiko'daki
Landfall. Puerto Valarta'yı da atlıyor... New Mek-dika'dan
geçerek Carlsbad Cavern'lara ulaşıyor, ama devam ediyor ON BEŞİNCİ BÖLÜM
ve...»
Bir başka adamın parmağı da Birleşik Amerika'nın
ortasından geçerek batı yönüne doğru başka bir çizgiyi iz- Oyuncak ksilofonun akordu çok bozuktu. Bu yüzden Barry
liyordu. «Maine... New Hampshire... Great Lakes... Minnesota... aletiyle o beş notayı çaldığında, böyle garip sesler çıkarıyor
Güney Dakota...» olmalıydı.
Derken parmaklar bir eyaletin kuzeydoğu köşesinde Çocuk bu notaları bir anda çıkarmamıştı. Jillian yan
birleşti.
odadan onu dinliyordu. Barry bu ezgiyi buluncaya dek sürekli
«Wyoming?» Laughlin, Lacombe'o baktı. «Wyoming.» Bir süre
çalmış, sonunda istediğini elde etmişti.
uzayan sessizlik ekip liderinin Teksaslı şive-siyle bozuldu.
«Tamam, ne bekliyoruz artık. Bana Wyo-ming'in haritasını
getirin.»
. O arada Lacombe yerine oturarak kulaklıklarını takmış, o
J illian'ın kulağına bu ezgi çok garip gelse de, Barry' in
kendi kendine gülüşleri onun tatmin olduğunu gösteri-
yordu. Bulmuştu ve mutluydu. Bu beş notanın garip dizisi -böyle
beş notayı çalıyordu. Bunları büyük gönderici aracılığıyla şeyler çocukların nereden de akıllarına gelirdi?-tuhaf bir
gökyüzüne yayıyor, bekliyor ve dinliyordu. Karşılık yok. Yeniden biçimde insanı rahatsız ediyordu. Ama oyuncak ksilofonlar,
Yamaha'nın klavyesine dokundu. Yine bir şey yoktu. Lacombe kuşkusuz sesleri doğru olmaları gerektiği gibi çıkaracak kadar
öne doğru eğilerek dikkatini yo-ğunlaştırıp yeniden çaldı. Ancak hassas değillerdi. Bunlarla olağandışı sesler çıkarmak kolaydı.
bu kez de sesler yirmi dört proje elemanının İlk kesin Jillian bir önceki gün gibi, bugünü de pastel ve karakalem
başarılarını kutlamaları arasında kayboldu. Ama artık o sessizlik resimler yapmakla geçirmişti. Bitmez tükenmez kabataslak
perdesi yırtılmıştı. resimlerdi bunlar. Büyük kentlerden çok uzakta oturması, sanat
eğitimini bırakmasına neden olmuştu. Ancak bu alışkanlığından
vazgeçmesi zordu. Kendini, Bar-ry'nin, bir sandalyenin ya da
üzerinde kirli tabaklar, tuzluk
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

ve biberlik olan bir mutfak masasının resmini çizerken bulurdu ürpererek yağmurun gelip gelmediğini görmek için koşarak
zaman zaman. dışarı çıktı. Bulutlar batıda kümeleniyor, güçsüz güneşi sanki
Bugün Jillian manzara resmi, özellikle dağlar çiziyordu. kurşun yığınlarıyla örtüyorlardı. Jillian bulutların arkasında
Düzgün olmayan dişler gibi garip aralıklı dorukların uzaktan şimşekler çaktığını gördü. Esaslı bir fırtına yaklaşıyor olmalıydı.
görünüşü, nedense Jillian'a, Barry'nin ksilofonda ısrarla tekrar Gelgelelim şimşeğin ışıltıları sanki donmuş gibi uzunca bir süre
tekrar çaldığı ezgiyi anımsatıyordu. gökyüzünde kalıyordu. Uzaklarda, küçük ışık noktacıkları
Dağların bu görünüşü tümüyle rasgele bir seçimin en buluttan buluta atlıyorlardı.
katıksız biçimiydi. Volkanik patlama, yerçekimi ve yüzyıllar boyu Hava toplanan arıların vızıltılarıyla yoğunlaşmıştı. Şimdi
rüzgârın etkisi birleşerek olasılığa en saf biçimini vermişti. bulutlar aşağı doğru hareket eder gibiydiler.
Ve yalnızca rasgele bir seçim sonucu Barry bu beş notayı Evet, gerçekten aşağı ve Jillian'a doğru geliyorlardı.
bulabilirdi. Gelişigüzel seçmişti bunları. Ama bir kez de bulunca, İçlerinde renkli, garip ışıltılar bir buluttan ötekine sekiyordu.
onlara o denli bağlı kalmıştı ki, duyan bunların rasgele «Olamaz,» dedi Jillian alcak sesle.
varlığından kuşku duyardı. Sanki bilerek seçilmiş gibiydiler. Yuvarlanan dağları andıran bulutlar, yeryüzünden göğe
Yine de nasıl bir yaprağın damarları yalnızca o yaprağa özgü erişmek ister gibiydiler Bu koyu bulut yığını yükseldikçe
ve başka yapraklarda görülmezlerse ya da bir kumsaldaki her genişleyen bir sütunu andırıyordu. Tıpkı bir... bir kasırga gibi...
çakıltaşı nasıl büyüklük, biçim, renk ve özgüllük bakımından Jillian kendini savunmasız hissetti. Aynı The Wizard of Oz
ötekilerden farklıysa, Bu notalar da öyleydi. (Oz'un Büyücüsü) adlı kitapta dev bir kasırganın Kansas ufkunu
Ayrıca Barry'nin nolaları çalışında, bu gelişigüzellik kapladığı zaman Dorothy'nin kapıldığı duyguya benziyordu bu,
aracılığıyla bir mesai İletmek ister gibi bir anlatım vardı. Jillian kendi kendine, ama burası Kansas değil, diye
Jillian temizleme ve ayıklama amacıyla, çizdiği resimlerin anımsattı. Ve de buluttan buluta seken bu parlak ışıltılı şeyler
çoğunu atmıştı. Ancak bir tanesini, kendisine bir şey gerçek değildi. Yoksa gerçek olabilirler miydi? Ama kuşkusuz
anımsattığı için saklamıştı. Tam olarak neyi anımsattığını da gerçektiler İşte.
bilmiyordu aslında. Son derece uzun ve ince olan özel bir dağın Ansızın korkuya kapılan Jillian, «Hayır, olamaz,» diye
resmiydi bu. Kum ve rüzgarın bir volkan lavının çevresindeki bağırdı. Evinin ne denli korunaklı olabileceğini anlamak istermiş
yumuşak tabakayı aşındırarak oluşturduğu bir çöl minaresini gibi çevresine bakındı. Sonra yavaşça arkasını döndü, evin
andırıyordu. arka kapısına çıkan on beş basamak-Iık merdivene doğru
Dağın yamaçları derin ve dar oluklarla yarılmıştı. Bu yürüdü. Merdivenleri çok ağır çıkıyordu. O anda yeterince
terkedilmiş, ıssız çevrede, güneşin gözüne doğru suçlayıcı dehşete düşmüştü. Bir de koşarak panik yaratmak istemiyordu.
ifadeyle kaldırılmış bir parmak gibi yükseliyordu. Ağır çekim film gibi eve
Yakınlardan, bir gökgürültüsü duyuldu. Jillian hafifçe
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

doğru ilerleyip içeri girdi. Sonra yine istemli olarak yavaş Jillian çocuğu yana doğru iterek jaluziyi çekip indirdi. Sanki
hareketlerle dış kapıyı kapattı, kilitledi. buna tepki gibi, o anda ev korkunç bir gökgürül-tüsüyle
Jillian oturma odasına girerek jaluzileri, perdeleri ka- sarsıldı.* Perdenin arkasında çakan şimşeğin ışığı o denli
patmaya başladı. Odadan odaya geçtikçe hareketleri de is- yoğun bir turuncuydu ki, tüm duvar bir anda alev almış gibi
temeden hızlanıyordu. Önce yürürken sonra hızlı adım atmaya, oldu. Aynı anda yoğun bir vızıltı ortalığı sardı.
en sonunda da koşmaya başlamıştı. Son jaluziyi kapatırken
Jillian bu sesten ürkerek büzülmüştü. Ama Barry ellerini
artık tam bir panik içindeydi. Ellerine hâkim olamıyordu.
çırparak gülüyordu. Şimdi ev karanlıktı. Dışarda uğultuyla
Beceriksizleşmişti.
çakan şimşeğin ışığı zaman zaman aydınlatıyordu odayı.
Bir an hareketsiz durup neler olduğunu düşünmeye çalıştı.
(Gök gürüldemişti, değil mi? Şimşek de çakmıştı, Evet. O Jillian, Barry'nln elinden tutarak kendi odasına götürdü.
uzaktan duyulan arı kümelerini andıran vızıltının da fırtınayla bir Sonra rehberi alıp Roy Neary'nln telefon numarasını aramaya
ilgisi vardı. Sonra bulutlar üzerine doğru gelmeye başlamışlardı. başladı.
Jillian daha önce bulutların böyle hareket ettiğini görmemişti Numarayı tam bulduğu Hırada, turuncu bir ışık ve gök-
hiç... gürültüsü eve dev bir yumruk gibi indi Televizyon çalışmaya
Barry gülüyordu. Zaten en şiddetli fırtınalardan bile başladı. Pikap da. Elektrik lambaları yanıp sönüyorlardı. Jillian
korkmazdı. Jillian böyle olduğuna şükretti içinden. Ama şu anda uzaktan temi/İlk dolabındaki elektrik süpürgesinin de çalıştığını
gökgürültüsü camları zangırdatır, şimşekler odanın içinde alev duydu.
gibi parlarken, çocuğun kahkahalar atarak İçten gülüşü, onu Barry annesinin elinden kurtularak pencereye koşup
rahatsız ediyor, dayanılmaz geliyordu. Ama haksjzdı Jillian. perdeyi bir çekişte açtı. Bir yandan da sevinç çığlıkları atıyordu.
Çocuğun bu denli mutlu olmaya hakkı vardı. Derken garip bir sakinlik çöktü ortalığa. Televizyon ve pikap
Doğru Barry'nln odasına gitti. Çocuk ksilofon çalmayı susmuştu. Elektrik süpürgesi de çalışmıyordu artık. Hiçbir ses
bırakmış, evde perdesi açık kalmış tek pencerenin önünde yoktu, hatta rüzgârın uğultusu ya da arıların vızıltısı bile.
duruyordu. Büyük bir dikkatle gözlerini gökyüzüne dikmişti ve Sonra Jillian onu işitti. Bu bir pençe sesine benziyor
gördüğü şey ona neşe veriyor gibiydi. du. .
Derken Barry birden fırlayıp koşarak evi dolaşmaya,
Çatıdaydı. Kiremitlere tırmanıyordu. Yabani hayvan ya da
jaluzileri kaldırmaya, kapıları, pencereleri açmaya başladı.
yırtıcı kuş pençeleri... Uzun, keskin tırnaklar hızlı hızlı
«Hayır, Barry! Yapma!» diye bağırıyordu Jillian ardından
tırmıklıyordu.
koşarken. Bir yandan da çocuğun açtığı perdeleri, pencereleri,
Jillian tam üzerindeki tavana bakıyor, gözleri tırmık
kapıları kapatıyor, kilitliyordu.
seslerinin gittiği yönde hareket ediyordu. Sesler bacada
Çocukla annesi oturma odasında buluştular. Barry tam o
sırada jaluziyi açmıştı.
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

bir an durdu. Sonra bacadan aşağı doğru gelmeye başladı. «Evde yok,» dedi Ronnie gayet olağan bir sesle. «Ben
Jillian oturma odasına koşarak deli gibi baca kapağını karışıyım. Kim arıyor?»
aramaya başladı. Ne olursa olsun bacayı kapatması gerekliydi. O anda aydınlanma öyle şiddetliydi ki, odanın havası bile
Barry de Jillian'ın ardından dolaşıyor, neşeyle, «İçeri gelin, kızgın turuncu renkte aleve dönüştü; korkunç bir vızıltı sesiyle
içeri gelin,» diye bağırıyordu. birlikte ev elektrik çarpmış gibi oldu. Sanki binlerce volt elektrik
Jillian baca kapağını bulup odasına geldiğinde, pençe yüklü dev bir yüksek gerilim kulesi evin üzerine yıkılmış ve
sesleri de bacadan oldukça aşağı inmişti. Kapağı yerine takıp elektrik akımını ona geçirmişti.
iyice sıkıştırdı, Elektrik süpürgesi, hıicrede işkence gören bir mahkûm gibi
Aynı anda kulakları tırmalayan bir gürültü evi sarstı. dehşetle haykırıyordu. Hoparlörler titreşimlere dayanamayarak
Turuncu ışık odanın tüm köşelerini dolaştı.; Bütün jaluzi-ler ve patladı.
perdeler bir anda açılıverdi. Metal bir kültablası havaya yükselerek bir an ortalıkta
Jillian yere çökmüş, elleriyle kulaklarını tıkıyordu. Te- dolaştı. Korkunç bir sıcaklık saçıyordu. Jillian damda o pençe
levizyon sonuna kadar açık sesle çalışmaya başlamıştı. Pikap seslerini yeniden duydu
da dönüyor ve hoparlörlerden, 'Chances are' şarkısını söyleyen Artık neler olup bittiğinin ucunu kaçırmıştı genç kadın.
Johnny Mathis'in sesi aslan kükremesi gibi geliyordu. Telefon elinden düştü, kendisi de kayarak döşemeye yığıldı.
Jillian, Barry'yi de yanında sürükleyerek telefona koştu Barry neredeydi?
yeniden. «Barry!»
Korkudan gözleri İrileşmişti Neary'nin numarasını buldu, Elektrik süpürgesi kontroldan çıkmış bir robot gibi odada
alıcıyı kaldırıp kulağına götürdü. Ama alıcıdan düdük sesi çılgınca turlar atıyordu. Jillian'ın üzerine doğru gelmeye
yerine Barry'nln ksilofonla çaldığı o beş notalı ezgiyi duyuyordu. başlayınca genç kadın yerinden fırlayıp yana çekildi. Süpürge
Jillian düğmeye basarak telefonu kapatıp açtı, kızgın arıların gerileyip tekrar saldırıya geçti. Jillian önünden çekilerek
vızıltısı gibi bir ses alınca, Neary nin numarasını çevirmeye koşmaya başladı.
başladı. Çatırtı, gıcırtı, gümbürtü ve kör edici ışık patlamaları
Odanın ışıklarına bir şeyler oluyordu. Birden sönük- Jillian'ın aklını başından almıştı. Artık ne olduğunun farkında
leşerek bulanık bir kırmızıya, sonra parlayarak gözleri yakacak değildi. Tek düşünebildiği Barry'ydi.
kadar keskin mavi - beyaza dönüşüyorlardı. «Barry!»
Karşı tarafta telefon çalmaya başlamıştı. Jillian tüm gürültüye karşın uzaklarda bir yerden Barry'nin
Bir kadın sesi, «Alo?» dedi. neşeli kahkahalarını duyabildi. Mutfaktan geliyordu. Yürüyecek
«Roy?» Jillian'ın sesi korkudan kısılmıştı. hali yoktu Jillian'ın. Yerde yarı emekleyip yarı sürünerek
mutfağa doğru ilerledi.
Buzdolabı yoğun bir titreşim içindeydi. Kapısı açılmış
içindekiler şangırdıyor, elektriği yanıp sönüyordu.
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER
Derken Jillian oğlunu gördü. O da yerde emekleyerek
kapının altındaki köpeğin çıkış deliğine doğru ilerliyordu. sanki. Bir mısır tarlasının yerdeki saman yığını üzerine düştü.
Kapıya erişince, o dar delikten çıkmak için vücudunu kıvırıp Olduğu yerde büzülüp kendisine dolanan şeye baktı. İçi
bükülmeye başladı. saman dolu bir korkuluğun yüzünü gördü. Üzerine doğru
Jillian ileriye atılarak Barry'nin ayağını yakaladı. Sıkıca eğilmiş budalaca sırıtıyordu. Kolları da iki yanında sal-
tutup kendine doğru çekmeye çalıştı. Olanca gücüyle lanmaktaydı. Jillian bu kolları kendinden uzaklaştırdı.
asılıyordu. Barry muşambada ona doğru kaymaya başlamıştı. Jillian kaybetmişti.
Havanın madenimsi bir kokusu vardı ve elektrik yüklüydü. Barry yoktu artık.
Sonra bir şey Barry yi çekerek Jillian'dan uzaklaştırdı. Bir Genç kadın bir süre olduğu yere oturup öfke ve acıyla
güç onu evin dışına sürüklüyordu. ağladı. Sonra başını kaldırıp yıldızlara baktı. Başının üzerinde
«Bırak onu!» diye bağırdı Jillian çığlık çığlığa. yalnız bir yıldızın beyazdan maviye, sonra kırmızıya
Genç kadın dişlerini sıkarak Barry'yi kendine doğru çekti dönüştüğünü gördü.
yeniden. Çocuğun bedeni on beş, yirmi santim kadar öne ve Ve yıldız kayboldu.
arkaya doğru gidip geldi.
Jillian çocuğun ayağına tüm gücüyle yapışmıştı. Ve de
bırakmamaya kararlıydı. Tâ ki, bırakmadığı takdirde çocuğun
ayağının kopabileceğini anlayıncaya dek... Birden hıçkırmaya
başladı. Pençe halini almış elleri gevşedi ve Barry muşambanın
üzerinde kayarak ondan uzaklaştı. Sonra kapının altındaki
delikten dışarı çıktı.
Bir anda Barry yok olmuştu.
Jillian yerden doğrulup mutfak kapısını koparır gibi açtı.
Tökezlenerek avluya çıktı. Barry görünürde yoktu. Genç kadın
kasırga bulutu gibi bir oluşumun evin üzerinde durduğunu
gördü. Sanki oraya park etmiş, küçük ışık patlamalarıyla
aydınlatılmış gibiydi.
Az sonra bulut yavaş yavaş çökmekte olan karanlığa
doğru ilerlemeye başladı. Artık gerçekten ne yaptığını bilmeyen
ve hiçbir şeye aldırmayan Jillian da onu izliyor, ardından
gidiyordu. Derken sonsuz karaltı dev kollarıyla genç kadını
sardı. Jillian'ın tüm soluğu ciğerlerinden emiimişti
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER
ON ALTINCI BÖLÜM
«Çok uzak olmasına karşın buradan bile görünüyor.»
«Garajın damında ne yapıyordun?» diye Ronnie sordu. «Telefon eden kadın adını vermedi.»
Neary içeri girdikten sonra doğru banyoya gitmiş yı- «Kadın mı?»
kanıyordu. «Biraz marangozluk,» diye suyun sesini bastırmak «Ya da vermek işine gelmedi.» Ronnie ölçülü bir tavırla
için bağırarak cevap verdi. içini çekti. «Aradığı adamın karısıyla konuşmaktan çekiniyordu
Ronnie mutfak penceresine giderek garajın damına baktı. anlaşılan.»
Neary damın tam tepesine platform gibi bir şey yapmıştı, «Kim?»
üzerinde de açılır kapanır bir sandalye duruyordu. «Telefondan çok gürültü geliyordu... Sonra hat kesildi.»
«Bu bir gözetleme yeri, değil mi?» diye seslendi. Neary'nin kafası başka yerdeydi. Şöyle bir başını sal-
Ronnie arkasını döndüğünde, Neary'yi yüzünü havluya lamakla yetindi. Bakışlarını mutfak saatine çevirerek, «Fazla
gömmüş kurulanırken buldu. vaktimiz yok,» dedi. «Oraya gitmek zaten bir saat alır.
«Roy diyorum ki, böyle platform yapacağına...» Çocuklara bakacak kadın geldi mi?»
Sözünü bitiremedi. Susmayı yeğlemişti. İş bulması için «Geldi,» dedi Ronnie, yeniden ölçülü bir tavırla içini
kocasının başının etini yiyen bir eş durumuna girmek çekerek. «Roy, şey... anlayacığını umarım... Sen işsizken
istemiyordu. Ancak bütün gün ve gece damın üzerindeki çocuklara bakacak kadına filan para harcamasak daha doğru
platformdan gökyüzünü izleyerek o ayçöreğine benzeyen olmaz mı? Yalnızca sen iş buluncaya kadar...»
şeylerin gelmesini bekleyen bir koca da istemiyordu. Kom- Neary suçlu bir tavır takınacak kadar sağduyu ve iyiniyete
şuların diline düşmesiyse ayrı bir konuydu. sahipti. «Biliyorum, Ronnie. Bu konuda gösterdiğin anlayışa da
«Sana biri telefon etti,» dedi Ronnie. teşekkür borçluyum.»
Neary onu duymamış gibi yüzünden havluyu çekerek, «Ama bir şartım var.»
«Harper Vadisinin üzerinde büyük bir fırtına var,» dedi. «Nedir o?»
«Bu toplantı bittikten sonra artık her şeyi tümüyle
unutacaksın. Zaten Hava Kuvvetlerinin düzenlediği toplantının
amacı da bu değil mi?»

Yüz yirmi kilometrelik yolda zaman geçmek bilmedi. Neary


karısının canının pek konuşmak istemediğini fark etmişti. Hava dakika vardı. Toplantının günü ve
Kuvvetleri tesislerine vardıklarında, toplantının başlamasına on
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

saati, günlerdir radyo ve televizyonlardan halka duyuruluyordu. mezar taşları gibi donuk ve boştu.
Kapıdaki nöbetçileri geçtikleri sırada Ronnie koltuğuna «Bu çoktan öte tarafa geçmiş,» diye mırıldandı Ronnie.
iyice gömülerek Neary'ye, «Eğer burda tanıdık birine «Görünüşe aldanma.»
rastlarsak, seni ömrüm boyunca bağışlamam,» dedi. Tam o sırada Jllllan Guiler kapıdan girdi. Odadaki ga-
Roy nöbetçiye Sivil Haber Merkezinin yerini sormak için zeteciler canlanarak bir anda genç kadının çevresini almışlardı.
durakladı. «Büyük cam yapı,» dedi nöbetçi arabanın ön camına «Bize bir açıklamada bulunmayacak mısınız. Bayan
ziyaretçi kartı iliştirirken. «Yolunuzun üzerinde. Görmemeniz Guiler?» diye bir televizyon muhabiri sordu. Spotlar Jilli-an'a
olanaksız.» çevrilmiş, fotoğraf makineleri çalışmaya başlamıştı.
«Tabii bulurum,» dedi Neary de. Bina kocaman, düz ve Jillian şaşkın ve çok yorgun görünüyordu. Bir şey
inceydi. Bir kibrit kutusunu andırıyordu. Her yanı camla kaplıydı söylemedi.
ve pencere pervazları da anodize edilmiş ali-münyum «Polise anlattığını/ olay... şey... gerçekten soluk kesiciydi.
doğramayla süslenmişti. Televizyon programını altıya aldık. Çünkü on birde genç
seyircilerimiz yatmış oluyor.»
Neary eski bir çiftlik kamyonetinin yanına park etti. O
Jillian söylenenleri işitmemiş gibiydi.
kamyonette de ziyaretçi kartı vardı.
Bir gazeteci başka bir meslektaşına, «Bu o kadın, değil
Bir cam kuleyi andıran yapının bekleme odası çok büyük,
mi?» dedi. «Hani bulutlarda uçan kadın.»
uçsuz bucaksız gibiydi. Girişteki masada oturan sivil elbiseli bir
«Anladığımız kadarıyla fidye talebinde bulunulmamış,
kadın, Neary'nin adını kaydederek yakasına takması İçin
değil mi?»
üzerinde ismi yazılı bir kart verdi. İçerde otuz kadar ziyaretçi
Televizyon muhabir, konuşmayı sürdürmeye çalıştı.
oturuyordu.
«FBl'ın verdiği bilgi doğru mu? Çocuğunuz gerçekten kayıp mı?
«Bu insanlar,» diye fısıldadı Ronnie, Neary'nin kula-ğına. Poiise böylo rapor etmişsiniz. Bunu bir kez de televizyon
«Hepsi de baştan çıkarılmış.» seyircilerimiz için tekrarlar mısınız acaba?»
«Şişş.» Jillian paniğe uğramış gibiydi. Sorulan sorular kızdırıcı,
Yan yana iki kanepeye oturdular. kötüniyetli ve mantıkdışıydı. Genç kadın asansörlere doğru
Ronnie söylendi. «Böyle olacağını biliyordum zaten.» gelirken, odanın öte yanındaki Neary'yle göz göze geldi. Tam
Neary sert bir dille karısına, «Sen neden söz ettiğini asansör geldiğinde Jillian, Neary'ye bakarak, «Onu aldılar,»
bilmiyorsun,» diye fısıldadı. diyebildi.
Ronnie yine fısıltıyla, «Asansörlerin yanında duran şu «Ne dedin?» Roy kadının sözlerini işitmemiş, ama Ronnie
kadına bak,» dedi. «Gösterdiği kadın elli yaşını geçmiş biriydi. çok iyi anlamıştı. Asansörün kapıları açılıp Jillian'ı yutarak
Yüzüne özensiz bir makyaj yapmıştı; karmakarışık beyaz gözden kaybederken, Ronnie kocasını ödül alabi-
saçları omuzlarına dökülüyordu. Bakışları da eski
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

lecek kadar başarılı bir 'kötü bakış'la süzüyordu. mamış Uçan Cisim. Tıpxı bir tavaya benziyor, değil mi?»
Tepeden tırnağa üniformalı bir başçavuş odaya girdi. Herkes dikkat kesilmişti. Arada 'ah' ya da 'oh' diye sesler
Odada bulunanlara, «Tamam, şimdi içeri gelebilirsiniz,» çıkaranlar vardı. Kimisi de, «İşte benim gördüğüm şey bu,»
dedi. «3655 numaralı oda. Beni izleyin.» diyordu.
Neary ile Ronnie'nin önden gittiği Tolono grubu koridora Dinleyicilerin heyecanı yatıştıktan sonra, «Kalaydan
doğru yürümeye başladı. Bu kez televizyon kameraları onları yapılmış,» diye Benchley konuşmasını sürdürdü. «Üzerinde de
tam kapıların girişinde yakaladı. Reflektörlerin parlak ışığı 'Made in Japon' yazıyor. Çocuklarımdan biri arka bahçeye
yüzlerine çevrilmişti.
atmış. Sözlerime bu örnekle başlamamın nedeni, size ne denli
Ronnie sanki tutuklanmış biri gibi çantasını yüzüne
yanılabileceğinizi göstermek içindi. Değinmek istediğim başka
kapatarak, «Tanrı belanı versin, Roy» diye tısladı çantasının
bir nokta daha var. Geçen yıl Amerikalı vatandaşlar bu konuda
ardından.
yedi milyar resim çekti. Şimdi size sormak isterim, bunlardan
Otuz kadar sivil tanık odanın tavanına kadar yükselen hangisi acaba çevrede görmüş olduğunuz o olağanüstü
reflektörlerin parlak ışığı altında pek kılıksız görünüyordu. şeylerin ya da olayların tartışılmaz bir kanıtı olabilir?»
Hava Kuvvetleri grubu arkalarında gazeteciler, televizyon
muhabirleri ve fotoğrafçılarla odaya girince, Neary bu Tanıklar dillerini yutmuş gibi sessiz duruyorlardı. Ga-zetecilerden
toplantıdan ne ummuş olduğunu ve Hava Kuvvetlerinin halka biri atıldı. «O zaman şöyle bir soru da sorulabilir. Beklenmedik
neyi açıklamak İstediğini anlayıverdi. Öyle olsun. Bu kez o ve bir şey olduğunda, hangimiz tam zamanında kameralarımızı
askeri güç karşı karşıyaydı. Neary olanları tüm dünyanın ayarlayabiliyor ve olayı tümüyle saptayabiliyoruz? Kaç tane
bilmesini istiyordu. Birden kendini iyi hissetti.
gerçek otomobil ya da uçak kazası filme alınıp akşam
Ancak bu iyilik duygusu Hava Kuvvetleri sözcülerini haberlerinde gösterilebiliyor?»
görünce biraz bulanır gibi oldu. Adamlar sivil giyinmişler ve Tolono grubundan onaylayıcı sesler geldi. Aralarından aklı
odanın tabanından biraz yüksükçe bir platformdaki sünger başında görünen biri ayağa kalkarak söz aldı. «Ta-
koltuklarına rahatça yerleşmişlerdi. Arada biraz boşluktan sonra nımlanmamış Uçan Cisimlerle ilgili kanıtları reddetmek,
gönüllü tanık sandalyeleri platformu çevreliyordu. Tanıkların gördüklerimizden ya da yaşadıklarımızdan duyduğumuz
çoğu günlük iş ya da çiftlik giysileri içinde rahatsız, korkuyu yatıştırmayacaktır.»
kamuoyunun bu denli dikkatini çekmek için de hazırlıksız
«Ben mantıklı bir insanımdır,» diye söze başladı al-bümlü
hissediyorlardı kendilerini.
yaşlı kadında. Kucağında dağılan albümünden kalmış resimleri
«Ben Albay Benchley,» diye tanıttı kendini grubun en
tutuyordu. «Mantıklı ınsanımdır,» diye yineledi sözlerini. «Tüm
genç görüneni. «Ve bu da,» diye devam etti. Elinde boyaları
bildiğim, şimdiye dek görmüş olduğum şeyler benzemeyen bir
dökülmüş yuvarlak bir cisim tutuyordu. «Tanımlan-
şey gördüğümdür.»
Bir an kimse sesini çıkarmadı. Neary elini kaldırdı.
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

«Bırak başkası konuşsun,» diye fısıldadı Ronnie. Bir eliyle Buna artık herkes gülüyordu. Hava Kuvvetleri grubu,
de kolundan çekiyordu. siviller, basın ve tanıklar...
Ama Roy ayağa kalkmıştı. «Bakın efendim. Sizin işi Albay Benchley ortalığın sakinleşmesini bekledi. Sonra
niz gökyüzüyle ilgili, değil mi? Hiç bu yakınlarda gökyü anlatmaya başladı. «Hava Kuvvetleri yakın çevrede bazı
züne baktınız rnı? Geceleri gökyüzünde garip şeyler olu yüksek irtifa deneyleri yapmaktadır. Bunun da yüksek statik
yor.» .
elektriğe, dolayısıyla ısı ışınlarına neden olduğu bilinmektedir.
«Size tekrar ediyorum,» dedi albay. «Hava Taktik Ha- Ayrıca ısı dönüşmesi denilen bir hava tabakası kalır.»
beralma Örgütü ve Özel Araştırmalar Bölümünde on yıl
Neary çevresine bakınarak alaycı bir ifadeyle, «Siz bu
çalıştıktan sonra size kesinlikle söyleyebilirim ki, bu şeylerin
toplantıyı bize olağanüstü olaylarla ilgili açıklamalarda
fizik varlıklarını kanıtlayabilecek somut bir şekil yoktur.»
bulunmak için yaptıgınızı söylemiştiniz. Ama burada bütün
«Hangi şeylerin?» diye sordu Neary. öğrendiğimiz hava raporları oluyor.» «Siz neler duymak
Albay Benchley eğilerek meslektaşlarıyla bir şeyler fı- isterdiniz Bay Neary?» Ronnie elinden çekerek Neary'yl yerine
sıldattı. Sonra doğrularak Roy'un yakasındaki isme baktı. oturtmak istedi yine. Ama Neary elini kurtararak, «Birleşik
«Lütfen beni anlamaya çalışın Bay Neary. Sizin yalan söy-
Amerika Hava Kuvvetlerinin bildiklerini duymak ve onlara
lediğinizi öne sürmüyorum...»
inanmak isterdim,» karşılığını vardıktan sonra yerine oturdu.
«Şimdi beni bir yana bırakın da, bize sadece neler
«Toprağıma yapılan zararı kim ödeyecek?» Albay Benchley
olduğunu anlatın.»
göllerini kırpıştırdı. «Efendim?» «Bu insanlar her gece benim
«Tam olarak ne olduğunu bilmiyoruz. Ancak gördük-
toprağımda toplanıp oturuyorlar.» Bunları söyleyen Roy'un daha
lerinizin başka bir gezegenden gelen keşif araçları olmadığını
önce dikkatini çeken iyi giyimli, bir adamdı. «Şuradaki adam,»
söyleyebiliriz.»
dedi Neary' yi işaret ederek. «Geçenlerde çitimi yıktı.
«O zaman herhalde dünyadan gönderilen keşif balonları
da değildi.» Metrelerce tel parçalandı. Bu insanlar toprağımda bütün gece
Tanıklardan çoğu güldü. Ronnie gülmeyenler arasındaydı. kalıyorlar. Arkalarından ortalık çöplüğe dönüyor. Yemek artık-
ları, bira kutularından geçilmiyor. Bütün bunları kim ödeyecek?»
«Diyelim ki, bunlar yabancı teknoloji ürünleridir,» dedi
albay uzlaştırıcı bir tavırla. «Yabancı demekle neyi kastettiğimi Albay Benchley parmağıyla toprak sahibini işaret
biliyor musunuz?» Benchley başparmağıyla da gökyüzünü ederek, «Siz geceleri bir şey gördünüz mü?» diye sordu.
gösteriyordu. Adam güldü. «Bu topraklar seksen yıldır bizim ve
«Harika! Bilmez olur muyum hiç,» diye karşılık verdi orada oturuyoruz. Hiçbir Tanrının cezası şey görmedik.»
Neary. «Peki, diyelim ki, bunları Ruslar yaptı ve uçuruyor-lar,
Ama Indiana göklerinde ne arıyorlar dersiniz?»
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

Televizyon kameraları toprak sahibine dönmüştü hemen.


yoruz. Bu, duygusal bir tutumdur. Ve biz esrarengiz şeyler değil,
Neary toplantının yozlaştığını fark ediyordu. Eğer çabuk
somut cevaplar da aramaktayız.»
davranmazsa, konu büsbütün dağılacaktı.
Neary açılır kapanır alüminyum sandalyesine çöktü.
Yüksek sesle, «Durun bir dakika,» diyerek ayağa fırladı. «O zaman bize söyleyebilir misiniz?.. Hava Kuvvetleri
Ronnie'nin sabrının taştığını seziyordu ama aldırmadı. «Ben bir Toiono bölgesinde herhangi bir deney yapıyor mu? Bilirsiniz...
şey gördüm,» dedi. Şimdi: kameralar ona çevrilmişti. «Bu Hani şu gizil deneylerden?»
gördüğüm şey de işime maloldu. Durumun benim için ne denli Albay Benchley yeniden duraksadı, sonra doğrudan
ciddi olduğunu anlarsınız artık. Bana ve başkalarına bazı şeyler Neary'ye bakarak, «Size yalan söylemek kolay olurdu,» dedi.
oldu; bazı şeyler gördük. Bunların ne olduğunu bilmek «Bu sorunuza 'evof cevabı verebilirdim ve siz de ömrünüz
istiyoruz.» boyunca size yeterli olabilecek bir karşılığa kavuşmuş
Benchley, Neary son sözlerini söylerken 'konuşmaya olurdunuz. Ama olan bu değil. Ve sizi kandırmak istemiyorum.
başlamıştı. «Eğer kanıt yeterliyse, araştırma yapılacak ve konu Doğruyu söylemek gerekirse, ne gördüğünüzü bilmiyorum.»
halkın bilgisine sunulacaktır. Bu olağanüstü konunun ciddi Neary gülümsedi. «Bizimle aynı görüşü paylaşıyormuş gibi
olarak ele alınması için yeterli kanıt gerekmektedir.» davranarak inandırıcı olamazsınız ve bizi kandıramazsınız.»
«Kanıt bizleriz!» diye bağırdı Roy. «Ve de ciddiye alın- Herkes birden kahkahalarla gülmeye başladı. Neary
mak istiyoruz.» bir an için şaşırmıştı. Çünkü söylediğini şaka olsun diye
«Lütfen, Bay Neary.» değil, gerçekten ifade etmek istediği anlamda söylemişti.
«Lütfen Albay Benchley,» diye onu taklit etti. «Deli Benchley de gülüyordu. Scnra elini kaldırarak sessizliğin
olmadığıma inanmak isterdim. Bu odada benim gördüklerimi sağlanmasını İstedi, «Şimdi hepiniz beni çok iyi anlamalısınız,»
gören başka insanlar da var. Onlar da delirmedikle-rine diye söze haşladı. «Burada sözkonusu olan başka konular da
inanmak isterler. Bu, o denli mantık dışı bir istek mi?» var. Bir tür toplumsal isteri sözkonusu. Bazı okul çocuklarının
Albay uzunca bir süre sesini çıkarmadı. Yeniden söze ateşle oynarken ciddi şekilde yandıklarını hepiniz bilirsiniz. Bu
başladığında hazırlıksız konuşuyordu. «Sanırım, birçok şey akşam Harper Vadisinden bir kadın dört yaşındaki çocuğunun
vardır ki, onlara inanmak gerçekten eğlenceli olabilir. Örneğin, kaybolmasından o sizin gördüğünüz şeyleri sorumlu tutuyor.»
zaman içinde yolculuk etmek gibi. Ben de inandığımı görmek İşte bu noktada yaşlı çiftçi deneyimlerini ötekilerle
isterim. Evrende hayat olduğuna inandığımdan, yıllar boyu paylaşmaya karar verdi. «Bir keresinde Büyük Ayağı gör-
gökyüzünde bir şey görmek için çır-pındım durdum. Ama ne müştüm. 1951 yılında Sequonia Ulusal Park'taydı. Topuktan
yazık ki, bulgularımız hayat olduğuna ilişkin hiçbir ipucu başparmağa on metre vardı. Ömrümde bir daha hiç işitmediğim
vermedi. Uzayda hayat olması zaten birçok olasılıkları bulunan bir ses çıkarmıştı.»
bir varsayımdı. Şimdi biz sorunlarımızı çözecek bir mucizeye
kanıt bulmaya çalışı-
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKİN İLİŞKİLER

Elinde Gideon İncilini tutmakta olan mavi-beyaz saçlı bir adam görevini yapıyordu.
kadın lafa karıştı. «Üç bilge adamı İsa'ya götüren küçük Roy uzun duvardaki küçük bir aralığa bakmakta olduğunu
Bethlehem, yıldızına ne dersiniz, ya? Bu yıldız hiçbir zaman farketti. Coca-Cola'sını yudumlayarak duvardaki bu dolaba
astronomlarca tatmin edici bir biçimde açıklanamadı.» benzeyen girintinin önünde durup kapısını ardına dek açtı.
Televizyoncular için bulunmaz fırsattı bütün bunlar. Ama İçerde yüzlerce devre kesici aygıttan oluşmuş bir ana elektrik
toplantı sona ermişti. Kalabalık yavaş yavaş kapıya, doğru dağıtım kutusu vardı.
yürürken, Albay Benchley, Neary'nin yanına geldi. Dolabın kapağına da binanın elektrik şebekesini gösteren bir
Sağ elini uzatarak, «Bay Neary,» diye başladı. «Size şunu şema asılmıştı Noary'nin işaret parmağı şemanın üzerinde
söylemek isterim...» dolaşıyordu. Sonra çabuk hareketlerle bazı aygıtları kapattı,
«O gece neden helikopterleriniz hiçbir uyarıda bu- bazılarını açtı. Bir yandan şemaya danışıyor, bir yandan da
lunmadan kalabalığın üzerine geldi?» diye bağırdı Neary. «Bu binanın bazı odalarının ışığını söndürüp bazılarını da
rezaletin anlamı nedir?»
yakıyordu. «Roy!» Ronnie yanına gelmişti. Neary şimdi
«Roy!»
gülümsüyordu Dolabın kapağını kapattıktan sonra Ronnie'nln
«Neden söz ettiğinizi anlayamadım, Bay Neary. Ben
kolundan tuttu. Binadan çıkıp park yerine gittiler.
sadece size...»
«Roy, neyin var senin?»
«Size inanmıyorum,» diye patladı Neary. «Söylediğiniz
«Gayet iyiyim. Her şey yolunda, hem de nasıl,» Neary
hiçbir şeye inanmıyorum, Benchley!»
kendini çocuk gibi mutlu hissediyordu.
Benchley bu patlamaya şaşırmıştı. Çabucak arkasını
dönerek uzaklaştı. Motoru çalıştırdı, arabayı park yerinden çıkararak nöbetçi
kulübesine doflru sürdü. Burada bir dizi araba durmuştu.
Ronnie iki eliyle Neary'yi çekerek oradan uzaklaştırmaya
Sürücüler, askeri ve sivil ziyaretçiler arabalarından çıkmış, o
çalışıyordu. «Roy, yeteri Yeter artık!» Ronnie kocasını
kalabalığın gidiş yönünde sürükleyerek bir Coca-Cola yüksek cam yapıya bakıyorlardı. Neary frene basıp arabayı
makinesinin önünde bıraktı, kendi de geri dönüp albaydan durdurdu. Ronnie'yle birlikte onlar da arabadan dışarı çıktılar.
Roy'un adına özür dilemeye gitti. Neary'nin tam İstediği gibi olmuştu. Hava Kuvvetlerinin
Neary makineye bozuk para atıp bir Coca-Cola şişesi aldı. kilometrelerce uzaktan görünen cam gökdeleninin bütün ışıkları
Elinde tutarak koridorda bir aşağı bir yukarı dolaşmaya başladı. sönmüştü, ancak bazı pencerelerinde ışık vardı. Bunlar da o
Bir yandan kızgınlığını geçiştirmeye çalışıyor, bir yandan da şekilde düzenlenmişlerdi ki, Tanımlanmamış Uçan Cisimler
neden böyle davrandığını düşünüyordu. Çünkü kendisine sözcüklerinin baş harflerini oluşturuyorlardı.
saldırmayanlara karşı böyle davranmazdı. Bu ani patlayışının
sebebi neydi? Gerçekte Benchley ona kötü bir şey yapmamış,
söylemişti. Alt taraft
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

Gazeteciler, televizyon muhabirleri ve fotoğrafçılar kapının şimdi ormanın bir yerindeydi. Ölü olarak.
önünde duran bir haftalık açılmamış gazetelere, bozulmuş süt Ancak Jillian, Barry'nin kendi başına dolaşmaya çık-
şişelerine ve birbirilerine bakıyorlardı. Ön bahçeyi geçip Jillian madığını ve de kaybolmadığını biliyordu. Ölmüş olmadığından
Guiller'in evinin kapısını çaldılar. da emindi. Yalnızca bekliyor ve onlar'ın Barry'yi kendisine geri
Zile birkaç kez basıp bir hayli bekledikten sonra kapıyı getireceklerini umuyordu. Böylece bekliyor, umuyor ve dua
yumrukladılar. Yine bekleyip bir sonuç alamayınca bu kez ediyordu. İşte bu nedenle kapıları, pencereleri tahtalarla
pencerelerin dışından, perdelerin aralık yerlerinden içeriyi
kapatmış, telefonları prizden çekmişti. Kimseyle de konuşmak
gözetlemeye çalıştılar. Sonra arkaya dolanıp mutfak kapısını
İstemiyordu. Ne polis, FBI, basın,, komşular, ailesi, ne de
denediler. Ama hepsi yararsızdı. Ne var ki, Jillian'ın bu karanlık
milyonlar ve milyonlarca meraklıyla... Yalnızca bekliyordu.
evin bir yerinde olduğunu biliyorlardı. Yazı işleri müdürlerinin,
Barry'yi ve onunla ilgili herhangi bir işareti...
FBI ve polis kaynaklarından öğrendiğine göre Jillian evdeydi.
Bu bekleme dönemini sağlıklı bir biçimde atlatmak için
Sonunda uğraşmaktan vazgeçip gittiler.
resim yapması gerektiğini biliyordu Jillian. Çıldırma-rnası için
Jillian gerçekten içerdeydi ve tüm pencereleri tahtayla zorunluydu bu, Oturma odasının bir köşesine resim sehpasını
kapatmıştı. Yatak odaları gibi oturma odası da darmadağınıktı. ve boyalat im yerleştirmiş, yanına da ayaklı bir lamba
Mutfağı biraz toplamaya çalışmıştı ama öteki odalar gücü koymuştu. Işık pek iyi değildi ama bununla yetinmek
dışındaydı. Yatağını düzeltmesi bile ona olanaksız zorundaydı. Bir hafta boyunca harıl harıl resim yapmıştı. Günde
görünüyordu. Dolayısıyla ev Barry'nin kaçırıldığı geceki ve ertesi on altı »aat çalıştığı oluyordu.
gün polisle FBI görevlilerinin! didik didik aradığı gibi öylece Jillian aynı resmi tekrar tekrar yapmaktaydı. Bir tek dağın
duruyordu. Görevliler yalnızca evi aramakla kalmamış, bir ipucu resmini. Bu kez sıradağların değil, özel bir dağın resmini
buluruz umuduyla evin çevresindeki tarlaları ve ormanı da karış çiziyordu sürekli olarak. Dağın kat kat yamaçları ağaç ve
karış aramışlardı. Jillian evdeki tüm telefonları da prizden çalılarla kaplıydı. Jillian bu dağın resmini o ana dek yirmi, hayır
çıkarmıştı. Polis ve FBI görevlileri Jillıan'a hiçbir şey otuz kez değişik açılardan çizmişti. Bu davranışını saplantı
söylemiyorlardı. Zaten Barry'nin kaybolduğu geceden sonraki bir olarak değerlendirmiyordu genç kadın. Hatta ona garip bile
hafta boyunca söyleyebilecekleri bir şey de olmamıştı. «Çocuk gellmiyordu. 8u dağın resmini, olmasını istediği biçimde olde
fidye için kaçırılmış olsa, kaçıranlar bir iki gün sonra anneyle ilişki edinceye ya da Barry'yle ilgili' bir işaret alıncaya dek çizecekti.
kurarlardı mutlaka,» demişlerdi. Barry'nin 'başına neler geldiği
Böylece Jillian Guiler zillerin çalmasını, kapıların yum-
konusunda düşündükleri olasılıkları da söylemiyorlardı. Ama
ruklanmasını, pencerelerin tiklatılmazmı gerçekte hiçbir şey
Jillian onların ne düşündüğünü biliyordu. Barry gece evden çıkıp
işitmeyerek dinliyordu. Nasıl olsa bir süre sonra gideceklerdi.
uzaklaşmış, ya ayağı bir yere takılıp düşmüş ya da korkuya
Her zaman da öyle oluyordu. Ve Jillian o dağın resmini
kapılarak kaybolmuştu ve
yapmayı sürdürüyordu.
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

ON YEDİNCİ BÖLÜM Lacombe sorulan sorunun büyük bir bölümünü anla-


mıştı. Teşekkür eder gibi gülümsedi. Çevresindeki etkin
çalışmaları izliyordu. Laughlin bu ince yapılı Fransız için
Teksas'ın Huntsville yakınlarındaki terkedilmiş bir me- endişeliydi. Çünkü Lacombe otuz saattir gözünü kırpma-
tal levha fabrikasında kıyamet gibi bir faaliyet vardı. Fab- dan çalışıyordu.
rikanın boş zeminini dolduran treyler ve kamyonlara, işçiler «Tam içimde bir heyecan duyuyorum!» demişti La-
acele acele tahta kutular, kartonlar ve sandıklar yük- combe çevirmenine. «O heyecan son bulduğu anda uyku
lemekteydiler. Küçük parçalar taşıma kayışlarıyla, büyük- da bastıracak.»
leriyse küçük vinçlerle yükleniyordu. Bir köşede laboratu- Laughlin onun hakkında ne denli az şey bildiğini dü-
var önlükleri giymiş adamlar, metal kutuları içi köpük kaplı şürtüyordu. Bu gidişle Fransız doksan altı saat daha uyu-
ambalajlara yerleştiriyorlardı. Bunların üzerinde, 'Dikkat mayacak demekti.
Kırılacak Eşya' yazılıydı. Gürültülü çalışmalardan uzak bir köşede iki düzine
Fabrikanın dış kapısında bir dizi i ip bekliyordu; üzer- kamyon sürücüsü bir danışma masasının çevresinde top-
lerinde hiçbir işaret ya da yazı yoktu. Aynı şekilde monte lanmıştı. Kılıkları açısından karmakarışık bir gruptu bu.
edilmemiş ağ şeklindeki bir yapı iskelesinin yanında duran Kimisi askeri üniformalarını çıkarıp İş elbisesi ve kasketi
camyünü modüllerinin de üzerinde bir şey yazmıyordu. giymekle meşguldü, Danışma masasında duran yüzbaşı
Bir Volkswagen otobüs fabrikanın depo bölümünün elinde tuttuğu uzun bir bopayla Birleşik Amerika haritası
önünde durdu. İçinden Lacombe indi. Arkasından da La- üzerinde bir şeyler İşaret ediyordu. Sürücüler çevresinde
ughlin ve Robert. Adamlar koşup otobüsün arkasından bir- sık bir halka oluşturmuşlardı. Bazıları çiklet çiğniyordu.
kaç bavul indirdiler. «Siz ağır yük sürücüleri dosdoğru gideceksiniz. Size
«Bay Lacomb'un bavullarından istediği bir şey var mı verilen haritalardakl İşaretli kestirme yolları kullanın. Geri
acaba?» diye işçilerden biri Laughlln'e sordu. kalanlarınıza, yolunuzun üzerindeki tartı istasyonları hak-
«Mümkün olduğu kadar çabuk uçağa binmek istiyo- kında gerekli bilgiyi edinir edinmez, kullanabileceğiniz de-
ruz,» dedi Laughlin, ğişik yollar konusunda haber ulaştıracağız. Değişik yollar
izlemenizi istememizin nedeni, hepinizin varılacak yere
aynı anda gelmenizi önlemek içindir. İki şey daha eklemek
istiyorum. Birincisi CB antenli araçlardan uzak durun.
İkincisi programınızda olmayan yerlerde hiçbir nedenle
durmayın. Eğer sıkışırsanız, eh, ne yapacağınızı bi-
liyorsunuz artık.»
O gürültü patırtının yukarısında kalan bir yerde de ellerinde kahve fincanları ve sigaralar olan bir grup adam
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

birbirine bakıyordu. Kısa kollu gömlekler giymişlerdi. Yüzlerinde Spidel Twist-o-Flex'i on bir kez bükerek rekor denemesine
sıkkın bir ifade vardı. Binbaşı Walsh önlerindeki masanın girişmiş olan biri öksürerek söze karıştı.
çevresini dolaşarak yüklenen kamyonlara baktı. Walsh ana «Hastalık var desek? Bazı hastalıklar salgındır, bilirsiniz.»'
vatanda böyle sorumluluk taşıyan bir görev anlacağını Bu öneri piposunu temizlemekte olan birinin dikkatini çekti.
düşünmemişti hiç. Tanzanya, Zaire ve Angola' da gerek açık Temizleme İşine ara vererek, «Şiripençe çıbanı,» diye bir teklif
olarak, gerekse elaltından yürütülen Özel Kuvvet attı ortaya. «Wyoming'de sürüyle koyun var değil mi?»
Operasyonlarından döneli bir yıl olmuştu. Yapılacak iş Binbaşı Walsh bir Individuale sigarası yakarak yerine
konusunda kendisine her şeyin yeterince açıklanmamış oturdu. Sigaradan derin bir nefes çekip, «Fena fikir değil,» dedi
olmasına öfkeleniyordu. Böyle sorumluluk isteyen bir işde her dumanları üflerken. «Ama bu, herkesin bölgeyi terket-mesine
şeyi bilmesi gerekmez miydi? Önündeki çöp sepetine bir tekme yetmeyecektir. Bundan çok kuşkuluyum. Mutlaka içlerinden bir
atarak üzerinde kahve ve sigara bulunan masadan uzun bir
sivri akıllı çıkıp hastalığa bağışıklığı olduğunu iddia edecektir.
Chesterfield sigarası aldı.
Beş yüz elli kilometrelik alandaki her Hıristiyanın yaşadığı yeri
«Yer sarsıntısı olacağına dair bir uyarı aldık desek, onu da
terketmesi için yeterli korku yaratacak bir neden gerekli bana.»'
yutmazlar,» diye homurdandı Binbaşı Walsh. Parmaklarına dek
Aşağıdaki kargaşanın tam ortasındaysa, Lacombe birçok
yanmış sigarasından derin bir nefes çekerek, «Şimdiye kadar
işçinin dev levhaları treylerin gümüşî renkteki boş yanlarına
böyle bir şey olmamış çünkü,» diye söylendi. «Bunlar büyükbaş
doğru kaldırmasını seyrediyordu. Levhalarda, 'Piggly-Wiggly
hayvanlar... koyunlar, sığırlar ve kızılderililer. Sonra dağınık
Süpermarketleri 'Coca-Cola,' 'Kinney Ayakkabıları,' 'Folgor
yaşıyorlar.»
Kahvesl' ve 'Baskin - Robbins Baharatı' yazıyordu. Canı tatlı bir
Yorgun görünüşlü bir adamı kollarını ensesinde ka-
vuşturarak sandalyesinde geriye doğru gerindi. Esnemesi şey isteyen Fransız ağzına bir Listermint atarak Amerikan
arasında, «Ben sel felâketini tercih ederdim,» diye mırıldandı. yaşam tarzına gülümsedi kendi kendine. Derken terkedilmiş
Bir başkası sordu. «Peki, suyu nereden bulacaksın, fabrikanın çelik kapıları açıldı ve biri, «Haydi Batıya!» diye avazı
arkadaş?» çıktığı kadar bağırdı.
«Havza bölgesinde bendleri ve su depolarını inceleriz. Konvoy harekete geçmişti.
Sonra halka bunların taşacağını söyleriz.»
Binbaşı Walsh gömleğini pantolonunun içine sokarak
Disneyiand'ın ellinci yılından hatıra olarak aldığı kemeri
sıkıştırdı.
«Öyle inceleme falan yapacak zamanımız yok. Siz de
biliyorsunuz bunu. Bilmiyorsanız bile şimdi öğrenmiş ol-
malısınız.»
ON SEKİZİNCİ BÖLÜM
Ronnie başını sertçe 'evet' anlamında sallayınca az kalsın
«Hayır, anne, inan gerekmez,» diyordu Ronnie telefonda. telefon düşüyordu. Hemen yakaladı. Sonra Toby" nin hâlâ kapı
«Tek başıma idare edebilirim, sanıyorum. Yine de teşekkür eşiğinde durduğunu fark ederek, «Toby, sana ne söylemiştim?
ederim.» Babanı yemeğe çağır,» dedi. Sonra yine telefona konuştu.
Ronnie alıcıyı kulağıyla omzu arasına sıkıştırmış, bir «Sen de anne, bana hiç yardımcı olmuyorsun...»
yandan da fırının üzerindeki tencereyi karıştırıyordu. Genç kadın yavaş yavaş uzaklaşan oğlunun ardından
Sonra yarım dönerek serbest eliyle telefonun ağızlığını baktı.
kapatıp Toby'e, «Babana söyle yemek neredeyse hazır,» dedi. «Anne, şimdi telefonu kapamam gerek,» diyen Ronnie
Toby durak8adı. Mutfak kapısında öylece durmuş, an- karşıdan cevap beklemeden alıcıyı yerine koydu.
nesini seyrediyor, telefon konuşmasını dinliyordu. Toby'nin ince sesini evin dışından duyuyordu. Çocuk
«Bize hiç yardım etmiyorsun, anne,» diye sızlandı Toby. komşuların onu duymasından çekinir gibi sesini yükseltmemişti.
«Zaten hiçbiriniz etmiyor. Babam doktora gitmedi daha. Hiç «Annem yemeğin hazır olduğunu söylüyor, baba.»
kimseyle de görüşmüyor.» Ronnie pencereden çekildi. Toby'nin seslendiğini duy-
Ronnie başını çevirip mutfak penceresinden baktı. Roy mamış gibiydi Roy. Zaten bugünlerde kimseyi, hiçbir şeyi
garaj damının üzerine yaptığı platformdaki açılır kapanır işitmiyordu. Yan evdeki komşusu Bayan Harris arabasını bitişik
sandalyesine oturmuş, dürbünlerini de gözüne yapıştırmış, park yerine soknrak otomobilden indi. Roy ne arabayı fark
başını yavaş yavaş bir sağa bir sola çevirerek ufku tarıyordu. etmiş, ne de Bayan Harris'in onu her gözetleme yerinde
«Evet, hep bakıyor,» diye yakındı Toby annesine. Bütün gördüğü zaman çıkardığı o küçümseyici 'hıh' sesini işitmişti.
gününü orada dürbünle bakarak geçiriyor... Çalışacak yerde... «Lütfen, baba,» diye sızlandı Toby.
Değil mi anne? Tabii babam bizi seviyor ama...» Neary dürbünleri kucağına bırakarak yavaş yavaş loşlaşan
ışıkta en küçük oğluna baktı. Ronnie mutfak penceresinden bile
Roy'un yüzünün ıslak olduğunu görebiliyordu. Dürbünlerin
arkasında ağlamış olmalıydı. Genç kadın önce kocasının
yanına gitmek istedi ama sonra vazgeçerek ocaktaki
yemeklerin altını kıstı.
Bir süre sonra Neary aşağı inip eve girdi. Mutfağa geldi, bir
an karısına baktı. Ronnie onun kan çanağı gibi olan gözlerini
kurulamış olduğunu fark etmişti. Neary'nin birkaç gündür traş
etmediği sakalları da uzuyordu. Yılgın
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

bir görünüşü vardı. Roy tek kelime söylemeden karısının


yapacağını bilmezmiş gibi duruyordu. Gözleri tabağa dikiliydi.
yanından geçip yemek odasına gitmek üzere oturma odasına
girdi. Ronnie çocukların dikkatle babalarını izlediklerini farketti.
Roy çatalıyla tabağındaki patates püresini karıştırıyordu.
Neary minyatür tren takımının önünde durdu. Kır kesiminin Patatesleri küçük bir tepecik haline getirmişti. «Yeterince büyük
ortasına konmuş küçük, kahverengi bir dağa dikmişti gözlerini. değil,» diye mırıldandı Roy. Patates pü-resiyle oynarken somon
Çevresindeki birkaç küçük ağacı alıp dağın üstüne koydu. balığının bir parçası masa örtüsüne dökülmüştü.
Dağın yanlarını bastırıp yamaçları daha dikleştirdi; boyunu Çocuklar hayretten donmuş gibiydiler. Neary masanın karşı
yükselterek doruğu daha sivrileş-tirdi. Neary kafasındaki dağın köşesine uzanarak patates püresinin servis tabağını aldı.
görüntüsünü elde etmek için çalışırken, beyninin vücudundaki Tabağına bir kaşık dolusu daha koyup yaptığı tepeciği büyüttü.
tüm enerjiyi kullandığını ve içinin bayılacakmış gibi olduğunu Şimdi donmuş gibi tabağına bakıyordu. Hayır, daha olmamıştı,
hissediyordu. yeterince büyük değildi. Patates püresinden bir kaşık daha...
«Hayır, böyle değil,» diye kendi kendine mırıldanarak Yine yetmezdi. Neary böylece tüm patates püresini kendi taba-
odayı terketti. ğına boşalttı. Sonra çılgın bir çömlekçi gibi elleriyle işe girişerek
Yemeğin gecikeceğini anlayan Ronnie buzdolabını açıp patates püresine şekil vermeye çalıştı. Bileklerine kadar püreye
salata tabağını tekrar içeri koydu. Buzdolabına taktığı yeşil batmıştı ama aldırmıyordu bile.
lamba içerideki yiyecekleri iştah kapayıcı bir hale getiriyordu. Ronnie hızlanan soluğunu tutmaya çalıştı. Neary başını
Bu görüntü karşısında yüzünü buruşturdu Ronnie. Birkaç hafta tabağından kaldırınca Ronnie ve çocukların taş kesilmiş,
önce ona dâhice gelen bu buluş şimdi kocasının garip kendisine baktıklarını gördü. Roy onlarla konuşmak, derdini
davranışları karşısında o denli önemsiz ve budalaca geliyordu anlatmak, onlara dokunmak ve her şeyi düzeltmek istiyordu.
ki... Kendini zorlayarak gülümsedi. Sonra yaptığıyla alay eder
Ronnie çabucak buzdolabının kapağını kapadı. gibi bir ifade vermeye çalıştı yüzüne.
Neary sofraya geldiğinde ne yıkanmış, ne de üstünü «Artık hepiniz babanızın garip ve gülünç işler yaptığını
değiştirmişti. Ronnie çocukların ondan çekinerek uzaklaş- gördünüz,» dedi. Sanki yaptığı her şeyin farkınday-mış gibi
tıklarını hissediyordu. Ronnie masada her zaman Roy'un kendi haline gülüyordu. Sonra ciddileşti. «Ama kaygılanmayın
karşısında otururdu. Çocuklar da masanın yanlarında. Şimdi ben hâlâ aklı başında bir babayım.»
çocuklar sandalyolerini annelerinin oturduğu yere doğru Neary masanın üzerinden uzanarak Sylvia'ya dokunmak
yanaştırmışlardı. Roy masada bulunduğu sırada da seslerini istedi, ama küçük kız ondan daha da uzaklaşarak annesine
çıkarmayacak kadar tedirgin oluyorlardı. doğru yanaştı.
Ronnie yemeği tabaklara koyuyordu. Kocasına bir tabak
dolusu füme somon balığı, haşlanmış sebze ve patates püresi
verdi. Neary sanki tabağındaki yiyeceği ne
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

Bir kez daha denedi Neary. İçinde bulunduğu durumu Tekrar banyoya doğru yollanırken, çocuklara, «Yemeğinizi
çocuklarına açıklamak, anlatmak istiyordu. «Hani bazen size bitirin!» diye bağırdı.
de olur. Bir müzik parçasının ezgisini bilirsiniz de sözleri Ronnie yapacağı işi çok iyi biliyordu. Ne de olsa çocukların
hatırınıza gelmez. Ne düşündüğümü nasıl anlatayım bilmem zaman zaman yatak odası ya da banyoya girip kapıyı
ki...» Tabağındaki patates püresinden oluşmuş tepeciği kilitleyerek içerde kalmalarına alışıktı. Bıçağı kapıyla çerçevesi
gösterdi. «Bunun bir... bir anlamı var... Ve de çok önemli.» arasına sokarak yavaşça kilidi açtı. Sonra tokmağı çevirip
Ronnie'ye baktı. Genç kadın kendine hâkim olmaya itince, ardına dek açıldı kapı.
çalışıyordu. Roy'un ağzı oynadı. «Ben iyiyim,» diyordu ses- Banyo oldukça karanlıktı. Musluktan lavaboya su
sizce. «Bir şeyim yok.» Ama kelimeler sesli hale gelememişti. akıyordu. Banyo teknesi de yarı yarıya dolmuştu. Duştan akan
Sonra Neary ayağa kalkarak odadan çıktı. su şıpırtıiı sesler çıkarmaktaydı. Neary karanlıkta bir köşeye
Şimdi çocukların gözleri annelerine çevrilmişti. büzülmüş, elleriyle ağzını örterek hıçkırıklarını engellemeye
Ronnie durgun ve üzgün görünüyordu. Ama çocuklara sert çalışıyordu. Ronnie lavabonun musluklarını kapattı. Ama duşu
bir sesle, «Yemeğinizi yiyin,» diyerek önündeki tabaktan bir açık bırakmıştı.
çatal alıp ağzına attı. Neary karısına gülümsemeye çalıştı. Omuzlarının sar-
Şimdi hepsi duşun açıldığını duyuyordu. Su sesinin sılması yavaşlamıştı. «Bu... bu tıpkı hıçkırık gibi,» dedi alçak ve
arasında ağlayan bir erkeğin düzensiz hıçkırıklarını da çocuksu bir sesle. «Bir başladı mı durduramıyo-rum artık. Ne
işitmekteydiler. Boğulur gibi seslerdi bunlar. oluyor bana?»
Ronnie ayağa kalktı. Çocuklara, «Yerinizden kıpırda- Ronnie kendine hâkim olmaya çalışarak, «Sakin ol, Roy,»
mayın,» diye emir verdikten sonra odadan çıktı. dedi. «Annem sana yardımcı olabilecek birinin adını verdi. Bir
Genç kadın bir süre banyo kapısında durup içeriyi dinledi, doktor...»
sonra kapıyı yavaşça İki kez tıklatarak, «Roy... sevgilim, kapıyı «Cok korkuyorum...» diye mırıldandı Roy. «Ve nedenini
aç lütfen,» dedi yumuşak bir sesle. bilmiyorum.»
Cevap yoktu; yalnızca o tüyler ürpertici boğulur gibi Sonra ayağa kalkarak duşa doğru eğildi, başını suyun
hıçkırıklar duyuluyordu. Ronnie kapının tokmağını çevirdi. Ama altına tuttu. Bir süre öylece durduktan sonra geri çekildi. Ronnie
içerden kilitlenmişti kapı. Eli tokmakta öylece duruyordu orada. muslukları kapatarak kocasına bir havlu verdi. Aslında ona
«Ray!» diye seslendi bu kez daha yüksek sesle. «Roy!» sarılmak ve gözyaşlarını silmek istiyordu ama bunu
Neary karşılık vermedi. Belki de onu duymamıştı... yapamayacak kadar korkmuştu. Neary şimdi titriyor, gözyaşları
Ronnie birden ne yapması gerektiğine karar verdi. yanaklarından akıyordu. Bu sessiz ağlama krizinden sonra, ilaç
Mutfağa koşarak alet çekmecesinden ince bir bıçak kaptı. dolabının kapısını açarak bir kutu aspirin aldı. Titreyen elleriyle
kutudan iki aspirin çıkarıp ağzına atmayı becerdi nasılsa. Ama
aspirinleri yuttuktan sonra kutu elinden lavaboyu düşüp
parçalandı.
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

«Bak bana Roy,» dedi Ronnie sakin ve mantıklı gö- «Bütün bu saçmalık evimizi altüst etti» diye yakındı
rünmeye çalışarak. «Bu doktor ailece tedavi yapıyor. He- Ronnie. Ama bu sözlerin hiçbir yararı olmayacağını bili-
pimiz gideriz. Tek başına kalmayacaksın. Zaten belki de yordu.
bu yalnızca sana özgü bir hastalık değildir.» Neary karısının sağ eline sarılarak, «Korkuyorum,»
«Bazen belki bütün bunlar bir şakadan başka bir şey diye fısıldadı.
değildir, diye düşünüyorum,» dedi Roy. Bitkin ve umuts'uz Ronnie elini çekmeye çalıştı ama Roy bırakmıyordu.
görünüyordu. «Ama bu güldürmeyen, ağlatan bir şaka.» «Seni böyle görmekten nefret ediyorum,» dedi. Ron-
«Roy! Doktora gitmelisin. Söz ver bana gideceğine.» nie paniğe kapılmaya başlamıştı.
Ronnie bunları söylerken, birden kocasıyla da, çocuklarıy- Roy uzanıp onu yatağa, kendisine doğru çekti.
la olduğu gibi konuştuğunu farketti. Yanlış bir şey yaptık- «Sarıl bana.» dedi. «Bütün yapman gereken şey bu.
ları ya da hasta oldukları zaman çocuklarına da böyle Sarı! bana... Tut beni... Bana ancak böyle yardım ede-
davranırdı. «Söz ver bana, Roy.» bilirsin.»
Birden yarı aralık duran banyo kapısı ardına dek açı- Ronnie ondan uzaklaşmaya çalışıyordu. «Artık dost-
larak içeriye gürültü patırtıyla Brad girdi. «Sulugözsün larımız bile kapımızı çalmıyor,» diye yakındı kocasının yü-
sen!» diye babasına bağırdı. Neary'nin omuzları daha da züne bakmamaya çalışarak. «İşten çıkarıldın... Ve buna
çökmüştü. «Sulugöz! Sulugöz!» hiç aldırmıyorsun Roy. Seni anlamıyorum. Ne durumda ol-
Brad banyodan fırlayarak kendi odasına doğru koştu. duğumuzu görmüyor musun?» Ronnie artık kendini tuta-
Odasının kapısını menteşelerinden sökmek istercesine beş mıyordu. Panik içinde bağırdı. «Bizi felâkete sürüklüyor-
sun!»
kez çarptı.
«Biliyorsun, Brad sana kötü bir şey söylemek iste- Neary yeniden uzanarak karısına sarıldı. Tüm vücu-
medi, Roy. Sadece seni her zaman güçlü görmeye alışık du titriyor, Ronnie bu titreşimlerin kendi vücuduna geçti-
da...» ğini hissediyordu. Birden artık bu duruma dayanamaya-
Ronnie kocasının banyodan çıkmasına yardım etti. cağını hissetti. Dayanma sınırını aşmıştı gerçekten.
Şimdi Neary ağlamıyordu artık. Ama yataklarına çöker- «Oh, yapma,» diye hıçkırdı genç kadın. «Lütfen yap-
ken titremesi artmıştı. ma. Bırak doktora telefon edeyim. Oh Roy... Lütfen, de-
dim.»
«Benim doktora değil, sana İhtiyacım var,» dedi karı-
sına. Ama Neary onu duymamış gibi ellerini vücudunda
Ronnie bu sorun karşısında ne yapması gerektiğini dolaştırıyor, titreyen parmakları giysilerinin düğmelerini
çözmeye çalışıyordu.
bilmiyordu. Tam anlamıyla çaresizdi. Yumruklarını sıkıp
yatak örtüsüne vurdu. «Ben sana yardım edemem, Roy,» «Senden nefret ediyorum! Nefret ediyorum!» diye ba-
diye bağırdı. «Çünkü hiçbir şey anlamıyorum!» ğırdı Ronnie. Kocasının ona değmesinden tiksiniyor, böyle
«Ben de anlamıyorum.» bir yakınlaşma için hiç de hazır olmadığını hissediyordu.
STEVEN SPIELBERG

Neary bluzunu omuzlarına indirmiş, çıkarmak için çe-


kiştirmekteydi. Bluz yere doğru sarkmıştı. Ama kol düğ-
meleri açılmadığından tümüyle çıkmıyordu. Neary sutye-
nin askılarını omuzlarından aşağı indirdi. Ronnie'nin beline
düştü sutyen. Göğüsleri çırılçıplak meydandaydı.
Birden Neary'nin titremesi ve korkulu hali geçmişti.
Başını yana doğru eğerek göğüslerin yandan görünüşüne
dikti gözlerini.
Bu kez Ronnie titremeye başlamıştı. Dişleri birbirine ON DOKUZUNCU BÖLÜM
çarpıyor, tüm vücudu hıçkırıklarla sarsılıyordu. Çaresiz ve
dehşet içindeydi genç kadın. Ama Neary bu görünümden
kendince bir şeyler çıkarmaya çalışıyordu. Yapıcı bir şey- Denver'de akşam hava açık ve serindi. Koskoca trey-
ler! ler dağyolundan kuzeye doğru yokuş aşağı İnmeye başla-
Neary'nin kafası son hızla çalışıyordu. Bir çözüme mıştı. Rüzgâr CB anteninde ıslıklar çalıyordu. Akşam ka-
ulaşmamıştı ama yakındı. Şimdi aradığı şeye ne denli yak- ranlığı çökerken, dev treyler güneşin son ışıklarıyla bir an
laşmış olduğunu seziyordu. Ve birden Ronnie'nin çok gü- alev almış gibi kıpkırmızı kesildi. Alüminyum gövdenin yan-
zel bir vücudu olduğunu farketti. larında 'Folger Kahvesi' yazılı kocaman bir levha vardı.
Yine yanlarında 'Piggly-Wiggly Süpermarketleri' ya
zılı iki treyler de o anda Oakland'ın otuz beş kilometre do
ğusunda bulunuyordu. Giderek hızlanan treylerlerin önün
de altı yüz on metre yükseklikteki Altomont Geçiti vardı.
Güneş Denver'de olduğu gibi ufukta kaybolmamıştı
daha. Sürücüler gece olmadan Tracy'ye varmayı umuyor-
lardı. Oradan da yollarına güneşin batış yönünde devam
edeceklerdi. Önlerinde, dizel motorunun gürültüsü ve du-
manlarıyla dolu bir gece uzanıyordu.
Boise'nin güneydoğusundan geçen 80 numaralı eya-
letler arası yol ise şimdi iyice karanlıktı. Güçlü dizel mo-
toru arkasındaki treyleri saatte yüz kırk kilometre hızla
çekiyordu. Idao, Hammett ve Mountain Home'a doğru yol
almaktaydı. Treylerin yanında 'Kinney Ayakkabıları' yazı-
lıydı ve bir de ayakkabı modeli vardı. Ama yanından ge-
STEVEN SPIELBERG

çen araçların farlarının ışığı vurduğu zaman dışında ya-


zılar karanlıkta okunmuyordu.
Başka bir dev treyler yakıt almak için Montana Bil-
lings'in tam güneyindeki bir benzin istasyonunda durdu.
İki sürücü de. biraz durup bir fincan kahve içmek istiyordu
ama program dışı molaya izin yoktu. Custer Savaş Anı-
tı'ndan geçerek Sheridan'a. oradan da Wyoming'e varma-
ları gerekiyordu.
Treylere dizel yakıtı dolduran adam yandaki levhaya YİRMİNCİ BÖLÜM
bakarak, «Bu markayı da hiç duymamıştım,» dedi.
Sürücülerle benzinci bir an durup treylerin yanındaki
levhada yazılı olan 'Tidewater Homes of Virginia' sözcük- O gece Neary doğru dürüst uyuyamamıştı. İkide bir
lerine baktılar. Ronnie"yi de uyandırıp duruyordu. Sabaha doğru saat beş
sularında karısının solukları derlnleşince, Neary yavaşça
«Evden oldukça uzaktasınız, ha?» diye sordu ben- yataktan kalkarak oturma odasına gitti.
zinci. Kızarmış gözlerini odanın etrafında dolaştırıyordu.
Sürücülerden biri 'ne yaparsın,' gibilerinden kaşlarını Son birkaç gün içinde odayı gerçekten de yaymacı pa-
kaldırmakla yetindi. Oysa ikisinden, insanlarla daha çabuk zarına döndürmüştü. Gazetelerde Tanımlanmamış Uçan
ve rahat ilişki kurabilen oydu. Cisimlerle ve nedeni belirsiz elektrik kesilmeleriyle ilgili ne
bulduysa keserek duvarlara asmıştı. Şimdi odanın tüm
duvarlarının şurasından, burasından gozete kupürleri sark-
maktaydı.
Neary inleyerek bir sandalyeye çöktü. Dirseklerini üzen
rinde tren takımının kurulu olduğu pingpong masasına da-
yamıştı. Bu karmakarışık dünyasında tren takımı ne denli
ölçülü, ne denli düzenliydi. Orada durmuş, onu bekliyordu
sanki. Neary'nin yeniden yaptığı o garip tepe, dağdan çok
bir karikatüre benziyordu şimdi. Hantal ve biçimsizdi. De-
miryollarına, küçük vadi ve göllere uğursuz bir göz gibi
bakıyordu. Tehdit edici bir görünüşü vardı.
Neary gözlerini ondan ayırmadan 'başını sallayarak,
«Hayır, böyle değil,» diye mırıldandı.
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

«Baba...» Hop!
Neary arkasını dönünce küçük kızının kapıda durdu- Dağın doruk bölümü kopmuştu. Şimdi tepesi kesilmiş
ğunu gördü. Sylvia'nın gözleri uykuluydu. En gözde bebe- bîr ağaç gövdesini andırıyordu. Kopan bölüm bir tür plato
ğini de kolundan sürükleyerek birlikte getirmişti. Şu çiş oluşturmuştu.
edeni yani.
«Sylvia!» diye bağırdı Neary.
«Tatlım, daha çok erken,» dedi Roy. «Biraz daha uyu-
«Evet baba?»
malısın.»
Roy'un gözleri tepesi kopmuş dağa dikilmişti. «Sylvia,»
«Babacığım, bugün bizi yine azarlayacak mısın?»
diye bağırdı yeniden. «Şimdi oldu!»
Neary küçük kızın Saf ve dürüst gözlerine baktı. İşte
o babasını böyle görüyordu: Bir azarlama makinesi. Ve
de babasını çok sevdiği için onu azarlamasını kabullen-
meye hazırdı.
Neary içinin pişmanlıkla burkulduğunu hissetti. Neary'nin başkalarını ııyundırması olanaksızdı.
öne doğru eğilerek kızı kaldırıp kucağına oturttu. Ronnie geç uyumuştu zaten. O günün olayları genç
«Şimdi iyiyim, tatlı bebeğim.» Küçük kızını alnından öptü. kadını bitkin düşürmüştü. Roy'un sinir krizi, Ronnie'nin
Kendini tutmasa ağlamaya başlayacağını biliyordu. kocası için ağlanacak bir omuz olmaktan öteye bir şey
yapamaması yeterince hırpalayıcıydı.
Neary mutsuz gözlerle odanın acınacak haline baktı.
, Şimdi saat sabah on olmuştu. Ronnie çocukların tiz
«Bütün bunlara bir son vereceğim. Tanrı adına yemin
sesine ve bağırışmalarına uyandı. Bir an için öylece yatıp
ediyorum. Son vereceğim. dinlendi. Tüm aile neşeyle gülüyordu. Roy da. O sırada
Neary çocuğu kucağından indirip duvardaki gazete Ronnie bir dal parçasının yatak odasının penceresinin
kupürleriyle fotoğrafları klipslerinden çıkararak toplamaya önünden geçtiğini hayal meyal gördü ya da gördüğünü
başladı. «Bak, ne yapıyorum,» diyordu bir yandan da. Son- sandı.
ra hepsini çöp sepetine atarak, «İşte gördün mü?» diye Yorganı fırlatıp yataktan kalktı, üzerine bir sabahlık
sordu. geçirip yatak odasından çıktı. Hem yürüyor hem de ke-
Sylvia babasının neden söz ettiğini anlayamıyordu merini bağlıyordu. Tam mutfağa girecekti ki...
tabii. Ama babası mutlu görünüyordu ya, o da mutluydu.
«Oh, Tanrım.» Genç kadının soluğu kesilmişti.
Neary tren takımının ortasına yapmış olduğu o garip Oturma odasının pencereleri ardına dek açıktı. Per-
tepeyi yıkmaya başlamıştı şimdi. Önce biçimsiz doruğunu deler raylarından çıkarılmış, pencerenin önündeki duvara
eliyle sımsıkı yakalayıp koparmak için çekiştirdi. Ama dağ dışardan bir merdiven dayanmıştı. Ronnie öylece kalakal-
doruğunu vermemek için direniyordu sanki. Neary iki elini mış bakarken, pencereden içeriye üzeri toz toprakla kaplı
kullanarak yana doğru çekmeye başladı. bir ortanca fidanı atıldı. Yerdeki öteki dallardan, çalılardan
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

oluşmuş kocaman yığının üzerine düştü fidan. Her taraf onu başka biçimlerde de görebilirsen, tam anlamına kavu-
pislik, toprak içindeydi. «Roy!» şabilirsin.»
Ronnie mutfak kapısına koştu. Tam o sırada Brad'la «Yapma Roy! Bizi korkutuyorsun!»
Toby bir açalya fidanını köklemiş, babalarına götürüyor- Ronnie'nin böyle sert çıkması çocukları biraz korkut-
lardı. Roy da fidanı yüklenip merdivenlerden çıktı ve pen- muştu. Neary bir ıtır çiçeği fidanını çekiştirmekle meşgul-
cereden odanın içine attı. dü o sırada. Bir an durup sanki karısını ilk kez görüyor-
«Durun!» diye bağırdı Ronnie. muş gibi baktı. «Korkacak bir şey yok, sevgilim. Kendimi
çok iyi' hissediyorum. Her şey yoluna girecek artık, emir»
«Haydi, çocuklar.» Roy da oğullarına bağırıyordu. Ron-
ol.»
nie kocasını elektriklerin kesildiiğ o uğursuz geceden beri
Roy ıtır çiçeğini sökmekten vazgeçmişti. Şimdi alü-
böylesine mutlu gördüğünü hatırlamıyordu hiç.
minyumdan küçük açılır kapanır bahçe masasına bakir
Toby neşeli kahkahalarla pencereden içeriye avuç yordu. Sonra masayı kaldırdığı gibi oturma odasının pen-
avuç toprak atan babasına yardım ediyordu. ceresinden içeri attı. Masa düşerken ses çıkarmamıştı.
«Bu iş bittikten sonra benim odaya da toprak atabilir Odanın zemininde gürültüyü önleyecek kadar dal ve top-
miyiz?» diye sordu babasına. rak yığını vardı anlaşılan.
«Durun! Yeter artık! Durun!» Ronnie çılgın gibi bağı- Ronnie, «Bana her şeyin iyi olacağı masalını anlatma
rıyordu ama ona pek aldıran yok gibiydi. artık,» diye bağırıyordu kocasının ardından. «Hele bahçeyi
Genç kadın koşarak bahçeye çıktı. Bir yandan da odaya taşırken!»
komşuları Bayan Harrls'ln tüm olanları ikinci kattaki pen- Roy koşarak evin çevresini dönüp ön bahçeye gitti.
ceresinden seyrettiğinin farkındaydı. Yolun karşısındaki Otomobili park ettikleri yerin çıkışında iki tane büyük plas-
evde oturan bir başka komşu da elinde çim kesme maki- tik çöp bidonuna göz koymuştu. O sırada eve bir çöp kam-
nesi, bahçenin ortasında heykel gibi donup kalmış, ağzı yonu yaklaşıyordu ve iki çöpçü kamyondan atlamış, Ne-
bir karış açık olanları seyrediyordu. Ronnie, Toby'nin el- ary'nin çöp kutularını boşaltmaya hazırlanıyorlardı. Roy
lerindeki toprağı bir vuruşta yere atıp kocasının yanına hızlanarak çöp kutularına onlardan önce erişti ve kutuları
gitti. kaldırdığı gibi yolun kenarına boşalttı. Sonra hiçbir şey
«Eğer böyle yaparsan,» dedi Roy, avucundaki topra- olmamış gibi Ronnie ve çocukların yanından hızla geçerek
ğı pencereden içeri, atarken. «O zaman gerçekten bir dok- eve doğru koştu. Ardında bir ona, bir de yolun kenarındaki
tora ihtiyacım olur.» çöp yığınına bakan iki şaşkın çöpçü kalakalmıştı.
«Böyle yaparsam mı? Siz ne yapıyorsunuz peki?» Neary yüksek engelli koşuya girmiş bir yarışçı gibi
«Ronnie sonunda kafamdakini buldum. Eğer bir şeye dizlerini kaldırarak koşuyordu. Pencerenin altına erişince
sadece bir açıdan bakarsan, çılgınlık gibi görünebilir. Ama iki elindeki çöp bidonlarını içeriye doğru fırlattı. Bidonlar
daha önce içeriye atılmış olan alüminyum bahçe masa-
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKİN İLİŞKİLER
sına çarparak toprak ve fidan yığınının üzerinden oturma
odasının zeminine yuvarlandılar. «Roy, çocukları annemin evine götürüyorum.» Genç
Ansızın Roy'un aklına yeni bir fikir gelmişti. «Bahçe kadın ağlıyordu.
teli.» diye bağırdı. Neary ise artık son hızla çalışmaya girişmişti. Birden
Ronnie kocasının, arabalarını park ettikleri yerle yan öne doğru ilerlemesinin engellendiğini farketti. Ani bir du-
evi ayıran aiçak çiti çekiştirmesini seyrediyordu. Derken ruş yapmasaydı, Ronnle'yle çocukların üzerine düşecekti.
Roy'un gözü Harris'lerin açık garaj kapısının önünde du- «Çılgınlık bu,» dedi gayet mantıklı bir sesle. «Siz giyin-
ran tel rulosuna takıldı. Pencereden başını uzatmış, olan- memişsiniz ki...»
ları seyreden Bayan Harris'in meraklı bakışları altında, «Ne? Ne dedin?» diye avaz avaz bağırdı Ronnie. «Ne
Neary tel rulosunu kaptığı gibi taşımaya başladı. yapmamışız?»
«Ne yapıyorsunuz öyle?» diye Bayan Harris cıyak cı- Şimdi artık hızlı hareket etme sırası Ronnie'ye gel-
yak bağırıyordu. «Yaptığınız şey yasaya aykırı!» mişti. Sylvia'yı kucağına alıp oğlanları da ardından sü-
Ronnie umutsuzca kadını yatıştırmaya çalıştı. «Me- rükleyerek arabaya doğru yürüdü. Kararlılığı yüzünden
rak etmeyin, Bayan Harris. Geri getireceğiz.» belliydi.
Roy arkalarından giderken, «Durun!» diye bağırıyor-
Şimdi çocuklar annelerinin yanındaydılar. Genç kadın
hiçbir şey söylemeden, babalarına bu çılgınca işde yardım du.
etmelerinin son bulduğunu hissettirmişti onlara. Brad'la Genç kadın arabanın arka kapısını açıp çocukları
Toby biraz da korkmuş olarak annelerinin eteklerine sarıl- içeriye tıkıştırdıktan sonra Roy'a dönüp; «Bunu yapmak
mış, babalarını İzliyorlardı. gerek ve yapacağım da,» dedi. Sonra arabanın arka pen-
ceresini kapatıp kapının kilit düğmesine bastı. Kendi de
Neary, Bayan Harrls'e, «Merak etmeyin telinizin pa-
öne dolaşıp direksiyonun başına oturdu.
rasını ödeyeceğim,» diye bağırdı.
«Ronnie,» diye yalvarıyordu Roy kapalı camın ardın-
Bayan Harris elindeki saç kurutma makinesini bir ta- dan. «Lütfen gitme Ronnie. Şu anda terketme beni... Sa-
banca gibi Roy'a doğru tutarak, «Aman al, senin olsun!» na ihtiyacım var.»
dedi.
«Neden kalayırh?» Sesi kopalı camın ardından boğuk
Şimdi küçük Sylvia ağlamaya başlamıştı, ama Neary' çıkıyordu Ronnie'nin. «Senin deli gömleği giydirilip götü-
nin onu duyduğu filan yoktu. Elindeki tel rulosunu pence- rüldüğünü görmek için mi?»
reden içeriye attıktan sonra, bahçede başka yeni malze- Roy arabanın kapalı camlarıyla kapılarını yumruklu-
me bulmak için gezinmeye başladı. Orayı burayı karıştı- yordu. Ronnie motoru çalıştırarak geri vitese taktı.
rarak deli gibi aranıyordu. Ronnie çevresine topianıp ete- Neary kapıları yumruklamaktan vazgeçip, Ronnie arka
ğine sarılan çocuklarla birlikte Roy'un yolunu kesmeyi be- arka park yerinden çıkarken arabanın ön-çamurluğuna
cerdi. atladı. Araba çıkışın önündeki çöp yığınının üzerinden ge-
çerken şöyle bir sarsılınca, Roy düşecek gibi olarak an-
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKİN İLİŞKİLER

tene sarıldı. Çocukların korkudan irileşmiş gözlerle babalarının ki buna Neary'den başka tanık olan yoktu. Yemeden içmeden
kaputu yumruklayarak avazı çıktığı kadar bağırmasını dehşet bütün gün sürekli çalıştı durdu. Odanın bir köşesindeki
içinde izlediklerini de farkediyordu Neary. Ama arabayı televizyonun hafif açık sesinden başka insan sesi
bırakmaya niyeti yoktu. duyulmuyordu. Bütün gün dizi filmler, açık oturumlar, müzik
Ronnie bu sahneden tüm kalbiyle nefret ediyordu. Bir an programları, reklamlar biribirini izledi
önce Neary'den kurtulmalıydı. Park yerinden caddeye çıkarken Neary televizyonun açık olduğunun bile farkında değildi.
birden hızlanıp ansızın fren yaptı. Roy ön çamurluktan kayarak Orada, oturma odasında Neary için her şeyden çok daha
kaldırıma düştü. Ronnie tüm gücüyle gaza bastı; araba son önemli, günlük yaşamın sınırlarını aşan bir şeyler oluyordu.
hızia ileriye atılarak caddenin sonundaki dönemeçte kayboldu. Tam bir yapı mühendisi gibi işe koyulmuştu. Çöp bidonlarıyla
Neary toz toprak içinde, kirli pijamalarıyla kaldırımda bahçe masasını yaptığı şeye bir tür temel ya da destek olarak
yatıyordu. Bir yerine bir şey olduğundan değil, şaşkınlığından kullanıyordu.
ayağa kalkamamıştı. Ötesi berisi sızlayarak yavaşça ayağa Sonra Bayan Harris'in teliyie yapısının dış hatlarını
kalktı. Çevresine bakınınca, altı, yedi kadar arkadaşıyla belirledi. Bu iş destek yapmaktan daha karmaşıktı. Teli isteği
komşusunun tüm olaya tanık olduğunu fark etti ilk kez. Durmuş, biçime sokunca, çamurla sıvayarak yapıştırdı.
olayın nasıl sonuçlanacağını merak ediyorlardı. Neary ne Yine de tatmin olmamıştı. Bu kez eski gazeteleri ıslatarak
beklediklerini anlayamadı önce. Sonra elini sallayarak hepsine teli sıvadığı çamurun üstüne örttü. Böylece mukavva gibi sert
selam verdi. bir yüzey elde etmiş oluyordu. Sonra gazetelerin üzerine de
«İyi sabahlar!» çamur bulaştırarak modelini yapmakta olduğu o esrarengiz
Yavaşça dönerek uzun adımlarla çimenliği geçip mer- şeye benzetmeye çalıştı.
divenin dayalı durduğu pencereye doğru ağır ağır yürümeye Akşam üzeri saat beşe doğru «Hayır, olmadı daha,» diye
başladı. Bir an durup yolunun üstündeki bahçe hortumunu mutsuzca mırıldandı Neary.
yerden aldı, takılı olduğu musluğu açtı. Elindeki hortumla Yaptığı şey boyunu aşmış, neredeyse tavana değecekti.
birlikte merdivenleri tırmandı, hortumdan akan suyla kendini ve İki buçuk metre boyunda vardı. Çevresinden çamura gömülmüş
çevresindeki her şeyi ıslattıktan sonra pencereden içeri atladı, olan dal ve fidan kökleri çıkıyordu. Dorukta birleşen dik eğimli
ardından da merdiveni çekerek içeriye aldı. yamaçlar katmer katmerdi. Ama Neary yaptığı işten tümüyle
Roy içeri girdikten sonra sanki sarayın kapılarını ka- hoşnut olmamıştı; henüz tamam değildi.
patıyormuş gibi bir tavırla pencereyi kapatıp perdeyi çekti. Tren takımının manzara düzenine takıldı gözü. Minyatür
Komşular ve tüm dış dünyayla ilişkisini kesmişti böylece. ağaç ve çalılıkları yerlerinden aldı. Bir süre satranç taşları gibi
Şimdi oiay oturma odasında sürüyordu ama neyse elinde tutarak bunların durmaları gereken yerleri bulmaya
çalıştı. Evet, tam böyle. Şuraya da iki çam. Tastamam. Ve
buraya bir çalı dizisi. Evet, evet tam yeri burası.
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKİN İL5KİLER

Neary, «Tamam,» dedi sonunda. «İşte tam olması ge- ni buduyor ya da suluyordu. Gelip geçen arabalar... oyun
rektiği gibi.» oynayan çocuklar...
Aslında ne yaptığını durup düşünecek zamanı olmamıştı. Neary kirli parmaklarını saçlarının arasından geçirerek
Sözgelişi, yapmış olduğu bu modeli üç başarısız denemeden önünde yükselmekte olan dağa dikti gözlerini. Bunu o yapmıştı.
sonra gerçekleştirdiğini anımsamıyordu. Birincisinde traş Ama ne pahasına? Başarmıştı yine de. Ve bunun mutlaka bir
köpüğüyle, ikincisinde o gece Barry'nin yol kenarında yaptığı ve anlamı olmalıydı, değil mi?
kendisinin yeniden biçimlendirmeye çalıştığı garip, konik Ancak uğrunda bunca fedakârlık yaptığı şey işte önünde
tepeciği oluşturan çamurla, üçün-cüsündeyse tümüyle başarısız duruyor ve ona hiçbir şey açıklamıyordu. Tümüyle anlamsızdı...
olduğu patates püresiyle aynı şeyi yapmaya çalıştığının «Tanrım,» dedi Neary yüksek sesle. «Bir biiebilsem... Bu
farkında değildi. benim eşerim ve de her şey bende başlayıp bende bitiyor.»
Ama artık başarmıştı. Gerçek gibi, diye düşündü. Gazete Neary yaşamının en kötü noktasındaydı. Derken, sanki tier
kâğıtlarının üzerindeki çamur kuruyarak sert bir yüzey şeyi daha dayanılmaz hale sokmak istercesine, o budalaca ve
oluşturmuştu; oraya buraya serpiştirilmiş ağaç ve çalılarla yapay olarak yaratılmış normal dünyayı yansıtan reklam
gerçekten aslına benziyordu. programları başladı televizyonda.
Derin oluklu yamaçlar dik eğimle yükselip tepedeki Neary televizyonun sesini işitiyor ama dinlemiyordu. Bir
platoda son bulmaktaydı. Tepenin bir yanında bir kanyon vardı. koltuğa çökerek ona bunca şeye malolan şeyin tepesindeki düz
Bu kanyonun dibindeki sakin vadi tren takımının yeşillikleriyim platoya bakmaya başladı.
süslenmişti. Televizyonda saat başı verilen haber özetlerini de
dinlemiyordu. Televizyonu radyo gibi kullanıyor, küçük
Neary bütün gün canı çıkasıya çalışmıştı. Şimdi eserinin
hoparlörden çıkan ince insan seslerini duymak için açık
çevresinde ağır ağır dolaşıyor, iyice gözden geçiriyordu.
bırakıyordu onu.
İncelemesi olumlu sonuçlanıp hiçbir hata bulamayınca, ilk kez
Haber özetleri: Sığır hırsızları Ponderosa'yı işgal ede-
rahat bir soluk aldı. Ve yine bu şeyi yapmak ihtiyacı tüm
benliğini kapladığından, tüm düşüncelerini tutsak ettiğinden bu
rekyangın çıkarmışlardı... Mahkemede Perry Mason'un
yana ilk kez şimdi kendini huzura kavuşmuş hissediyordu.
iman vermeyen soruları karşısında sanık suçunu itiraf et-nişti.
Neary durup tepedeki platoya bir göz attı. Bu yapay Robert Young ışıklar kesildiği sürede başarılı bir açık kalp
tepenin arkasında kalan pencereden, komşuların dışarıda ameliyatı yapmıştı...
günlük yaşamlarını sürdürdüklerini görüyordu. Bir araba durdu, Saat dokuz sularında Neary yerinden kalkıp buzdolabına
içinden insanlar çıkıp karşj eve doğru yürüdüler. Ev sahipleri giderek bir şişe bira aldı. Kapağını açarken, karanlıkta başarıyla
onları kapıda karşılayarak içeri buyur etti. Öteki komşulardan yapılan kalp ameliyatını düşünüyordu. Bir an durup gözlerini
kimisi çimlerini biçiyor, kimisi bahçe çitleri- kırpıştırdı. Sonra elindeki kapağı açıl-
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

mış bira şişesini masanın üzerine bırakarak telefona gitti, bir dakikayı bekliyormuş gibi alıcıyı yavaşça yerine koydu. Sonra
numara çevirmeye başladı. yeniden numarayı çevirdi.
«Onunla konuşmak istiyorum,» dedi karşı taraf cevap Meşgul işareti... Ronnie telefonu fişten çıkarmıştı.
verince. Neary bira şişesini alıp oturma odasına geçti. On haberleri
Ronnie telefona geldi. Neary boğazını temizleyip dikkatle başlamıştı. Saçları kulaklarını kapatacak biçimde kabarıkça
konuştu. «Bunu yapman gerekli miydi Ronnie? Lütfen... bir taranmış genç bir adam kameraya doğru anlamlı bir bakışla
dakika... telefonu kapama... lütfen... dinle... lüt...» bakmaya çalışıyordu ama gözlerinin gidip gelişinden ilerdeki
Telefon kapanmıştı. ekranda yazılı haberleri okuduğu belliydi.
«Madge, çöreklerinin bu denli kabarmasının sırrını bana «İyi geceler! Bu gece en önemli haberimiz bir demiryolu
anlatır mısın?» kazasıyla ilgili!» Neary'ye spiker sanki söylediği sözlerden garip
bir zevk alıyormuş gibi geldi.
«İşte en çok terlediğim zaman bile kendimi bununla
«Hava Kuvvetlerine ait kimyasal gaz yüklü bir vagon
güvende hissediyorum.»
raydan çıkarak devrilmiştir. Gazın çok tehlikeli oluşu yüzünden
Neary yine televizyonu seyretmiyordu ama reklam
bölgenin tümüyle boşaltılması gerekmektedir. Silahlı
programlarının sesi kulağına daha az süzülerek geliyordu. O
Kuvvetlerin tehlikeli madde taşımacılığında meydana gelen bir
hâlâ yaptığı -ne dese?- dağı incelemekle meşguldü.
kaza nedeniyle yapılan en büyük boşaltma harekâtı olacaktır
«Kıtır kıtır ve yağsız olmalarını istiyorsanız bunu kullanın.» bu. Sözkonusu bölge Wyoming'in Şeytan Kulesi denilen uzak
Neary ayağa kalkarak telefona gitti yeniden. Ronnie' nin bir bölümündedir. Şu anda Charles McDonell size olay yerinden
annesinin numarasını çevirdi. «Ronnie'yi telefona verin lütfen.» bilgi verecek.»
«Roy, özür dilerim ama seninle konuşmak istemiyor.» Neary'nin gözleri dalmaya başlamıştı ama televizyon
«Siz çağırın onul» diye bağırdı Neary. ekranına bakmayı sürdürüyordu. McDonnel üzerinde bir
Ve beklemeye başladı. Hat açıktı. Ama telefona kimse trençkot, elinde bir mikrofonla duruyordu. Arkasında, uzakta
gelmiyordu, ne Ronnie, ne de annesi. Aslında telefondan bir kalan bir yoldan kamyonların gidip geldiği görülmekteydi. Daha
şey işitmek için kıvranıyordu Neary. Bir ses, bir tartışma bile... da geride gökyüzüne yükselen dağ dorukları vardı.
Ama yalnızca hat açıktı. Alıcının ağızlığına üfledi. Ses yoktu. «Şu anda Wyoming'in kızgın ufkunda güneş batmak
Böylece Ronnie'nin telefonu kapamadığı anlaşılıyordu. üzere,» diye söze başladı McDonnell. «Ve binlerce sivil yurttaş
Demek ki hâlâ umut vardı. Dakikalar geçti. Neary mutfak felâket bölgesini terketmektedir. Tehlikeli G-M sinir gazı yüklü
saatine bir göz attı: Ona bir vardı. Sanki bu yedi vagon, gazın kimyasal araçlarla güvenceli bir şekilde yok
edileceği yere giderken Walkash? Needles Kavşağında raydan
çıkarak devrilmiştir...
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

«Aslında Wyoming'in vahşi dağ eteklerinde kasabalar doğru dönerek Şeytan Kulesi'nin yapmış olduğu modeline
ya da büyük yerleşme merkezleri bulunmadığından, yal- baktı bir süre. Indiana'nın batısı buradan çok uzak, diye
nızca tatil kampları ve dağ evleri boşaltılmaktadır. Askeri düşündü. Çok yorucu bir yolculuk olacaktı. Hele yalnız hiç
kamyon ve helikopterler. Şeytan Kulesi diye bilinen dağın çekilmezdi, o bitmez tükenmez yollar...
doruğu merkez olmak üzere çapı yüz yetmiş metreyi Neary açık duran telefon rehberine boş boş bakıyor-
bulan bir alanı taramaktadırlar.» du. Sonra rasgele sayfalarını çevirmeye başladı. Birden
Kamera geriye çekilerek bir kamyon konvoyunu gös- dikkati yoğunlaştı ve Harper Vadisi bölümüne gelince artık
terdi. Sonra görüntü ansızın değişerek dağın uzaktan te- ne aradığını biliyordu. Gold. Gowland. Guber. Guiler, J.
leobjektifle görünüşü belirdi ekranda. Jillian'ın ev numarasını çevirdi. Daha önce Barry'yi
«Şeytan Kulesi'nin yalçın sırtları,» diyordu McDonnell. sormak için bir kez daha telefon etmiş ama telefon sürekli
«Dünyanın dört bucağından gelen dağcılar için iyi bir de- meşgul çıkmıştı.
ney alanı oluşturmaktadır ve...» «Özür dilerim,» dedi teype alınmış bir ses bu defa.
«Tanrım!»
«Aramakta olduğunuz bu numara bir süre için devreden
Neary ayağa fırlamıştı. Bir atlayışta gidip televizyon, çıkarılmıştır. Otomatik cevap vericiye bağlıdır.»
ekranının önüne diz çöktü. İşte az önce yapmayı bitirdiği
Neary telefonu kapatıp bir daha açtı ama yine oto-
dağ karşısında duruyordu. Orada, ekranda. Ve Neary'nin
oturma odasının içinde..." matik teyp cevap verdi kendisine.
Aynı derin ve dar oluklu yamaçlar... Aynı düz, pla-tolu Gerçekten uzun ve yorucu bir yolculuk olacaktı, ama
tepe... Ağaçlar bile aynı konumdaydılar. Neary bir ekrana, bunu yalnız başına yapmaktan başka çaresi de yoktu.
bir odanın ortasındaki kendi eliyle yaptığı modele
bakıyordu.
Yüzünde ağzını kulaklarına vardıran bir sırıtış vardı.
Evet, gerçekten yaptığı şey anlamlıydı demek. Bir Jillian Guiler bu günler süresince evden hiç çıkma-
çılgınlık ürünü değildi. Ancak henüz her şeyi tam anla- mıştı. Aslında yatıp uyumak, tuvalete gitmek, düzensiz
mamıştı. Yalnızca bu şeyi yapmak için duyduğu o korkunç olarak bir şeyler atıştırmak dışında, oturma odasından da
dayanılmaz arzunun bir anlamı olduğunu biliyordu. Bu çıkmamış, resim sehpasının başından ayrılmamıştı.
hasta bir beynin rasgele ürettiği bir şey değildi. Genç kadın iyi de görünmüyordu. Barry evden uzak-
Bir mesajdı bu. laştırıldığından beri hayli kilo kaybetmişti. Bunların da
Neary kendine hâkim olmaya ve yavaş hareket etme- ötesinde Jillian'ın gözlerinde akla gelebilecek en büyük
ye çaba göstererek numarayı doğru çevirdi. kayba uğramış ve onun acısını çeken insanlara özgü bir
Ve yine o meşgul işaretini alıyordu. hüzün vardı.
Yüzünden gülümsemesi silinmişti. Oturma odasına Tüm gün ve gecelerini geçirdiği oturma odasının o
STEV£N SPİEISERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

köşesi, düzensiz bir sanat galerisini andırıyordu. Karaka- taradı, yüzünü boyadı, bavulunu topladı ve evden çıktı.
lem ve yağlıboya resimler üstüste yığılmıştı. Hepsinde de Jillian, kendisini Barry'ye ulaştıracak yolda olduğunu uma-
Roy Neary'nin modelini yapmış olduğu dağın çeşitli gö- rak, dua ediyordu.
rüntüleri vardı. Öz aynıydı ama bakış açıları değişikti. Son-
ra Jiilian yağlıboya resimlerinde göz tırmalayan çiğ renk- ***
ler kullanmıştı.
Jillian da eve kapandığı o hafta boyunca, pek dinle- Neary birkaç gündür hiç uyumamış birinin böylesine
memesi ya da seyretmemesine karşın zaman zaman tele- uzun yola çıkmaması gerektiğini düşünüyordu. Ama da-
vizyonu açmıştı. Ama şimdi tüm dikkatiyle akşam haber- yanmak zorundaydı. Titreyen kaslarını kontrol altında tut-
lerini dinliyordu. Neary'ninkinden başka bir istasyon açıktı. maya çalışıyor, kendi kendine durumunun hiç de umutsuz
Derken Jillian o sihirli kutunun aracılığıyla ilk kez Şeytan olmadığını tekrarlıyordu.
Kulesi'ni gördü.
Cüzdanında yirmi doları vardı. Ronnie hırsızın aklına
«Silahlı kuvvetler ve jandarma birlikleri boşaltmaya gelmeyeceğini düşünerek buzluğun arkasına saklardı pa-
gözcülük etmektedir. Evlerinden barklarından edilen hal- ralarını. Bir yirmi dolar daha bulmuştu orada. Neary suç-
ka, tehlikenin yetmiş iki saat içinde ortadan kalkacağı luluk duygusuyla kıvranarak Brad'ın kumbarasını açıp
garantisi verilmiştir. Zehir yoğunluğunun bu süre içinde içindeki dört dolar ve bozuklukları da almıştı.
zararsız hale geleceği tahmin, edilmektedir. Bu durumda Saat sekiz buçukta bankaya giderek kırk iki dolarlık
bölge sakinleri haftasonunda evlerine dönmüş olacaklar- hesabından kırk dolar çekti. Saat dokuzdaysa başka bir
dır, ilgililer, çevrede yaşayan kasaplık hayvanların etleri- bankada, veznedara yüz dolarlık bir çek uzatıyordu. Vez-
nin hiçbir zarar görmeyeceğini garanti etmektedirler.» nedar hesap kartlarını kontrol ettikten sonra çeki Neary'ye
Araya reklamlar girince, Jillian resimlerinin başına geri verdi.
döndü. Sehpada duran resim, televizyon kamerasının gös- «Özür dilerim ama kredi görevlisini görmeniz gereki-
terdiği açıdan bakıyordu dağa. Jillian'ın resmiyle kame- yor. Kendisi şura...»
ranın gösterdiği görüntü arasında hiçbir fark yoktu; dağın Neary çeki küçük parçalar halinde yırttıktan sonra
eteklerindeki ormanlık bölgelerin üzerinde dolaşan askeri bankadan çıktı. Kötü şans işte... Derken yolun karşısın-
helikopterler dışında. Jiilian resme dalıp gitmişti. Kendine daki içki satan dükkânı gördü. Bir umut! Elinde tuttuğu
geldiğinde haberler çoktan bitmiş, müzikal bir film küçük kâğıt parçalarını konfeti gibi havaya savurdu.
oynuyordu. Genç kadın kendini toparlayarak yatak oda- Dükkân yöneticisi, kuşkulu bir nezaket ve görülme-
sına gidip gerekli şeyleri alarak banyoya girdi. Ne yapaca- miş bir ağırkanlılıkla Neary'nin yeni yazdığı çeki bozdu. Bu
ğını bilen birinin kesin tavrıyla hareket ediyordu. Bir saat davranışı aslında hiçbir şey yapmak istemeyişinden ileri
tamircisinin küçük, usta hareketleriyle duş yaptı, saçını geliyordu. Nezaket ve yavaşlığın kin dolu bir birleşimiydi
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

bu. Tek yakınması da, «Bütün yirmiliklerimi tükettiniz, Bay Neary'nin rezarvasyon bölümüne gidişini gözleriyle izlediler.
Neary,» oldu. İkisi de yerinden kıpırdamamıştı.
Dokuz on beşte kalkan otobüs, Neary'yi saat on birde Neary, istenilen kılığa girmek göründüğünden daha kolay,
Cincinnati'ye ulaştırdı. Neary havaalanına vaktinde yetişerek diye düşündü.
rezervasyon görevlisine danıştı. Görevli, Denver'e aktarmasız İşin parasal yanı da kolaydı. Neary traşın, temiz elbiselerin
bir uçuş sağlamak için iki rehber, üç liste karıştırıp şefine de ve kredi kartının, ödeme gücü konusundaki kuşkuları ortadan
danıştıktan sonra, Neary'nin rezervasyonunu yaptı. Ayrıca kaldırdığını öğrenmişti artık.
varacağı yerde Neary'ye bir de kiralık araba ayırtmıştı. Şimdi işin güç yanına sıra gelmişti. Neary biletini aldığı
Rezervasyon görevlisinin işi ağırdan aldığını Neary görevliden birkaç mektup kâğıdı ve pul istedi. Sonra bir köşeye
farketmemişti önce. Ancak kadının biraz gerisinde duran iki çekilerek oturdu. Nasıl başlayacağını bilmiyordu. Zarfa Brad,
nöbetçiye bakışını yakalayınca, bu yavaşlığın kasıtlı olduğunu Tobby ve Sylvia Neary'nin adlarını ve adresi yazarak oyalandı.
anladı. Bu adlar ona bir garip görünüyordu. Neary şimdiye dek
Neary nöbetçilere yüzünü döndü. Adamların halinden ne çocuklarına hiç mektup yazmamıştı.
yapacaklarına daha karar vermemiş oldukları anlaşılıyordu. 'Sevgili çocuklarım. Ben bir süre uzakta olacağım. Eğer
Bütün havaalanı güvenlik görevlileri gibi, bunlarda da geri gelir...'
tanımlama nesnel ölçülere dayanmaktaydı. Zararlı tipler şöyle Neary bir an durup düşündü, sonra 'eğer' sözcüğünün
giyinir, böyle bakar ya da şu şekilde konuşurlardı. Neary
üstünü karalayarak yazmaya devam etti. 'Geri döndüğümde
güvenlik görevlilerinin ona 'yankesici' ya da 'terörist' gibi
size anlatacak çok şeyim olacak. Şimdi gitmek zorundayım.
önceden belirlenmiş etiketlerden birini yakıştırmak üzere
Anlamam gereken şeyler var ve anlamanın tek yolu da bu.'
olduklarını farketmişti.
Görüşü bulanmıştı. Gözlerinin yaşlarla dolduğunu farketti.
Neary yeniden rezervasyon görevlisine dönerek, «Eş-
Brad'ın hakkı vardı; gerçekten sulugözün biri olup çıkmıştı.
yalarıma birkaç dakika gözkulak olur musunuz, lütfen,» dedi.
Neary kendisini seyreden biri var mı, diye çevresine bakındı.
«Şimdi dönerim.»
Neyse yoktu. Gözlerini silerek yazmaya devam etti.
Sonra el çantasını alarak en yakın tuvalete gitti. İki
güvenlik görevlisi Neary'yi izlemiş, ama peşinden tuvalete 'Oğullarım, annenize yardım edin. Siz iyi, güvenilir
girmemişti. Neary içerde yüzünü sabunlayarak çabucak bir traş çocuklarsınız ve...' Durdu. İçinden, babanızdan daha güvenilir,
oldu. Tişörtünü çıkararak mavi bir gömlek giyip koyu kahverengi diye geçirdi.
bir kravat taktı. Saçlarını özenle taramayı da ihmal etmemişti. 'Çok kısa bir zamanda yeniden evde olacağım ve...' Çocuklara
Tuvaletten çıkıp güvenlik görevlilerinin oldukça yakınından yalan söylemeye hakkım yok, diye düşündü. Onları
geçti. Adamlardan sadece biri onu tanımıştı. yeterince tedirgin ve huzursuz et-
mişti: Şu anda babalarından nefret ediyor olmalıydılar
ya da yakında edeceklerdi. Onlara her şeyi daha uygun
bir zaman ve durumda açıklaması gerekiyordu. En
azından onlara borçluydu bunu.
'Bütün bunların sizin için pek bir anlamı yok' diye
yazdı. 'Hatta anneniz için bile. Ama bu Jiminy Cricket'in
şarkısı gibi. Sizi Pinokyo filmine Sürmüş müydüm? Gi-
dip gitmediğimizi hatırlamıyorum.. YİRMİ BİRİNCİ BÖLÜM
Gözlerini ovuşturdu. 'Herkesigizli bir dileği vardır
Bunu açıklayamam. Bütün söyleyebileceğim, bu dileğin
her şeyden daha güçlü oluşudur, Yıldızlardan bir dileğin Birleşik Amerika Devletleri'nin bu bölgesindeki Hertz'
varsa...' in kiralık taksi istasyonlarında o alışılagelmiş sarı ve si-
Mektup dizinin üzerinden kayarak yere düştü. Neary yah renkli bir büro, içinde de yine sarılı siyahlı bir ünifor-
orada çaresizce oturuyor, gözyaşları sel gibi boşanıyor- ma giymiş, yüze gülen genç bir kadın yoktu. Wyoming'in
du. Mektuba sanki denizin dibindeymiş gibi umutsuzca bu kesiminde Hertz'ln bürosu Suggs'ın Garajında bulunu-
baktı. yordu ve gerçekten o ufak sarı siyah işareti görmek için
Sonra gücünü toplayarak eğilip yerden aldı. Tekrar çok dikkatle bakmak gerekliydi.
okumadan, 'Sevgilerimle, Babanız diye imzaladı Kâğıdı Motorlarla uğraşmanın dışında, Suggs bir garaj iş-
zarfa tıkıştırarak ayağa kalkıp posta kutusuna doğru yü- letmenin öteki işlerinin hepsinden nefret ediyordu. Benzin
rüdü. Yaşlı bir adam ya da ağır yükü olan bir dalgıç gibi
doldurmak, lastik değiştirmek, buji temizlemek ve Hertz
yavaş hareket ediyordu.
arabaları kiralamaktan hiç hoşlanmıyordu. Dolayısıyla
Mektubu kutuya attıktan sonra gözleri uzunca bir sü-
re kutunun üzerindeki yazıya takıldı. ABD POSTA ABD daha Roy Neary'yl görmeden çok önce ondan nefret
POSTA ABD POSTA ABD POSTA... etmişti.
Neary uçağının kalkışı hoperlörden duyurulduğu «Evet, sen Neary'sin.» dedi garajcı Roy'a yiyecekmiş
zaman hâlâ orada duruyordu. İkinci kez duyuru yapıldı- gibi bakarak. «Buraya gelmek için Tanrının belası yolları
ğında, yavaşça döndü, sırtını biraz dikleştirerek çıkış tepmiş olmalısın epey.»
kapısına, oradan da piste doğru yürüdü. «Bir jip ayırtmıştım.»
«Jip değil bir otomobil,» dedi Suggs kin dolu bir ses-
le. «Bu Tanrının cezası yerde jip filan kalmadı, Neary.
Yine de şanslı herif sayılırsın şu külüstürü bulduğun için.
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

Elimde kalan son araba o. Onu çoktan kiralamış olabilir- açık olan tali yolları düşünerek bir süre oyalandı. Sonra da
dim ya... Hatta son anda bile yirmi müşteri çıkardı.» arabaya atlayıp yola koyuldu.
Neary sordu. «Halk bu bölgeyi boşaltıyor, değil mi?» Reliance'da hava açık ve güzeldi; tam piknik yapıla-
Suggs onun sorusuna aldırmadan, «Depo dolu,» dedi. cak bir gündü.
«O külüstürü getirdiğinde ben burada olmayacağım. Anah- Bölgeyi boşaltan halk belirli yerlerde toplanmaktaydı.
tarları şuradaki tablaya bırakırsın.» Uzunca bir süredir araba kullanan Neary farkında olmak-
Suggs, Neary'nin bir şey söylemesine fırsat bırakma- sızın batı yönünde Terons'a doğru yol alıyordu. Doğuda
dan garaj kapısından çıkıp gitti. Neary tezgâhta duran kalan yollarda trafik sıkışıktı. Reliance'da yakıt alıp, yo-
anahtarları daha almamıştı ki, garafcı çoktan.eski Ford' luna devam etmeyi düşünüyordu ama ilk kez askeri bir-
una atlayıp ardında bir toz bulutu bırakarak gözden kay- liklere rastlamıştı.
bolmuştu bile. Demiryolu istasyonunun sağında kalan yolda bir ba-
Neary de bavulunu ve arabanın kira sözleşmesini ala- rikat vardı. Ulusal güvenlik askerleri sırtlarında tüfekleri,
rak dışarı çıktı. Kiraladığı araba garajın yan tarafında du- kızgın güneş altında oraya buraya koşuşarak istasyona
ruyordu. «Bir Vega,» diye söylenerek arabaya binip moto- toplanan halkı gruplara ayırıyorlardı. Yüzleri ter içinde
ru çalıştırdı. Sonra hemen radyoyu açtı. kalmıştı.
«... binlerce kişi evsiz barksız kalmıştır.» Neary rad- «Şimdi yalnızca mavi kart taşıyanlar trene binecek,»
yoyu açar açmaz karşısına bu haber çıkmıştı. Anlaşılan diye bağırıyordu bir çavuş elindeki megafona. «Mavi kartı
Wyoming'de boşaltma olayından başka bir şeyden söz olanlar acele etsinler. Kırmızı kartı olanlar da barikatın bu
edilmiyordu. yanında toplansınlar. Siz bir sonraki trene bineceksiniz.»
«ABD Silahlı Kuvvetleri Levazım Komutanlığı yeni kı- Çavuş boğazını temizlemek için durup konuşmasına
sıtlamalar getirmiştir. 25 numaralı eyaletlerarası otoyolun ara verdi. Sonra hak-tuu diye yere tükürdü. Elindeki me-
üzerinde ve Grovvher'ın kuzeyinde bulunan tüm arayollar, gafonu ağzından fazla uzaklaştırmomıştı. Çıkardığı sesler
Meestestse'nin batısına giden bütün yollar, Cody'nin ku- istasyon bölgesinde yankılandı. «Sırayı bozmayın! Hepiniz
zeyinde ve Burlington'un doğusunda ya da Yellowstone
bineceksiniz trene. Sıranızda bekleyin yalnızca. Şimdi mavi
Gölünün batısında kalan çakıllı yollar dahil tüm yollar ve
kartlılar biniyor...»
arayollar tehlikeli ve Kırmızı Bölge ilan edilmiştir. Herkesin
buralar...» Neary arabasında oturmuş, uzun boylu çavuşun onu
fark etmesini bekliyordu. Çavuş Neary'nin arabasını gö-
Neary radyonu kapatarak, Suggs görmeden garajdan rünce, yüzünde inatçı bir ifadeyle hantal hantal yürüdü
aldığı karayolları haritasını inceledi. Yeni yasaklanmış
ona doğru. Ama yanına yaklaşamadan barikatın öte ya-
yolların yerlerini saptadı ve onları Tetons'daki Şeytan Ku-
Jesi'ne dek izledi, nından gelen bir hayvan sürüsü yolunu kesmişti.
Sürüde koyunlarla sığırlar bir aradaydı. Çavuşun
Neary yasaklanmış yerlere gidebilecek, arada sırada Neary'ye doğru ilerlemesi olanaksızdı bu durumda. Orta-
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

lığı yoğun bir gübre kokusu sarmıştı. Sürünün arasındaki anlamıyor musun? Orada kimse kalmadı diyorum. Herkes
çobanlarla hayvan sahipleri birbirileriyle çekişiyorlardı. trene biniyor. Eğer ortalıkta dolaşan çopulcu olursa vur-,
Ortalık tam bir anababa günüydü. ma emri aldım. Kalın kafana girdi mi şimdi, Hennersdor-
Hava Kuvvetlerine ait bir helikopter geviş getiren sü- fer?»
rünün üzerinde dolaşarak hayvanların ürküp yolun sağına Neary budalaca sırıttı. «Görüşürüz,» diyerek arabayı geri
soluna kaçışmalarına neden oldu. Yol açıldıktan sonra geri yapıp oradan uzaklaştı. Ama gitmeden önce çavuşun
helikopter yükselen bir balon gibi dik açıyla gökyüzüne bir başka askerle konuştuklarını duymuştu. «Bir
çıkıp yüksek Tetons tepelerine doğru uzaklaştı.
çapulcu, ha?» diye sordu adam. Çavuş böbürlenerek,
Çavuş yanına geldiğinde, Neary gitmek için dayanıl-
maz bir arzu duyduğu yönde uzaklaşan helikopterin ar- «Tabii, nerede olsa alırım on-ların kokusunu,» dedi.
dından bakıyordu. Askerin dev gölgesi üzerince düşünce Neary demiryolu istasyonundan uzaklaşırken sırıtmı-
Neary irkildi. yordu artık. Adamların tahmin ettikleri gibi çapulcu ya da
«Tehlikeli bölgede bir akrabanız mı var?» diye sordu yağmacı değildi, ama orada bulunmasının asıl nedeni so-
çavuş. rulacak olsa ne cevap vereceğini de bilmiyordu. 'Araştır-
«Sue-Ellen adındaki küçük kardeşimi arıyorum.» «Soy macı' denilebilir miydi? Ya da 'meraklı biri?' Belki de o...
adı nedir?» Çavuş arka cebinden bir liste çıkardı. 'davetli bir konuk'tu.
«Hennersdorfer.» Evet, böylesi daha iyi, diye düşündü. Çünkü normal
Çavuş küt parmağını listedeki İsimler üzerinde dolaş- yaşamını altüst etmesine, sevdiklerini gücendirmesine ve
tırarak H harfi bölümünü gözden geçirdi. «Hennersdorfer Şeytan Kulesi'nin modelini yapmasına neden olan o çıl-
diye biri yok.»
«Tanrım', o zaman kızcağız hâlâ evde,» diye bağırdı; gınca güdüyü ve gücü kendisine kim veriyorsa, Neary'e
Neary. açık ve yalın bir mesaj gönderiyordu. Ona bütün bunları
«Dün öğleyin herkesi evinden çıkardık.» yaptıran gücün bir amacı olmalıydı. Ve bu mesajın bir
«Ama küçük Sue - Ellen kaldı.» amacı da onu Şeytan Kulesi'ne çağırmaktı.
«Olanaksız.» Çavuş kesin bir ifadeyle konuşuyordu. Şimdi bütün sorun oraya nasıl ulaşacağıydı. Şeytan
«Herkes dışarı çıkarıldı. Ev ev dolaştık. Küçük Sue-Ellen Kulesi'nden seksen kilometre uzakta bulunuyordu. Yürü-
falan kalmadı içerde.» yerek gitse kaybolma ya da vurulma tehlikesi vardı. Ay-
«O halde kendim gidip bakmalıyım,» dedi Nearry. rıca G-M sinir gazından nasıl kaçınacaktı? Bu konuda hiç-
«Annemle babam beni asla bağışlamaz, eğer tembellik bir bilgisi yoktu. Gaz taşıyan vagonların devrildiği doğru
edip Sue-Ellen'i evden almazsam...» muydu? Neary artık neye, kime inanacağını bilmiyordu.
«Hey,» diye onun sözünü kesti çavuş. «Sen İngilizce; Yalnızca önemli bir şeye ulaşmak üzere yola koyulmuştu
ve bilinçsizce ilerliyordu.
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

Neary arabasını park ederken, bir adam, «Sizi korkut-


mak istemiyorum,» diyordu çevresindekilere. dan bazıları para sayıyorlardı. Satıcının karısı da uzatılan
Sıska, kabak kafaiı biriydi. Sanki çok konuştuğunu paraları alıp kanarya kafesini veriyordu.
kanıtlar gibi kocaman bir ağzı vardı. Çevresine ufak bir «Kanarya almaya paranız yetmiyor mu?» diye yüksek
grup toplanmıştı. Ama Wyoming'in o bölgesinde paniğe sesle sordu satıcı. Sanki hiçbir çaba harcamadan konuşu-
kapılmanın eşiğinde olan halk için dünyada en kolay şey yor, sözcükleri ağzından kendiliğinden dökülüyor gibiydi.
toplanmaktı. «O zaman sizin için özel güvercinlerim var. Kanaryalar ka-
«Size zaten bildiğiniz bir şeyi anımsatmama izin ve- dar iyi değiller kuşkusuz ama size kırk beş dakika önce-
rin,» diye koca ağız konuşmasını sürdürüyordu. «G-M si- sinden uyarıda bulunurlar. Zaten fiyatları da elli dolar de-
nir gazı renksiz ve kokusuzdur. Ona dokunduğunuzun ya ğil, otuz dolar. Verin parayı, alın güvercininizi.»
da içinize çektiğinizin dünyada farkına varmazsınız. Ama Neary kafes yığının üzerinden uzanıp, «Bana iki ka-
az sonra...» Adam dinleyicileri kızıştırmak ister gibi söz- narya verin,» dedi.
lerine ara verdi. «Gözleriniz yanmaya, burnunuz akmaya Etkisi bir taneden daha iyidir. Güvercinse hiç yoktan
başladığı zaman kendi kendinize soracaksınız, 'Ah Tanrım, iyidir. Son olarak da tanesi yirmi dolara tavuklarım var.
neden onlardan bir tane satın almadım?' diye. 'O adam Sizi yarım saat öncesinden uyarırlar.»
bize bunların önceden uyarıda bulunduğunu söylemişti' Neary elini cebine sokup para çıkardı, kadına uzata-
diye dövüneceksiniz. Ama- o zaman yakınmanın hiçbir ya- rak öteki eliyle de içinde iki kanarya bulunan kafesi aldı.
rarı olmayacak. Son pişmanlık...» Kafesleri arabaya taşıdı ve tam binecekken birinin ona
Şimdi adamın çevresine otuz kadar insan toplanmıştı. seslendiğini işitti.
«... Ağzınızdan ve burnunuzdan salyalar akmaya başlayın- «Roy!»
ca,» diye anlatmaya devam etti adam. «Kaslarınız gev-
Hemen dönüp çevreyi araştırdı. «Roy!» diye sesleni-
şeyip pantolonunuzu ıslattığınızı görünce, bu basit önlemi
yordu bir kadın sesi. Trene binmek için rampada itişip ka-
almadığınıza pişman olacaksınız. Size garanti ediyorum
kışan kalabalığa baktı. Kuşkusuz ses oradan geliyordu
ki...»
ama...
Adam elindeki kafesi yukarı doğru kaldırdı. İçinde bir
«Roy!»
kamışa tünemiş, küskün duran bir kuş vardı. «Bu kanarya
Derken insan selinin ters yönünde kendine yol aç-
size bir saat öncesinden sinir gazının çevrede bulunup
maya çalışarak ona doğru ilerleyen Jillian'ı gördü.
bulunmadığını haber verecektir. Düşünün hele, güvenlikte
O anababa gününün tüm karabasanı ikisinin üzerine
olacağınız tehlikesiz bir saat... Bunu size Tanrı yollamış-
çökmüştü sanki. Aralarındaki uzaklğı kapamaya çalışıyor-
tır. Ve fiyatı elli dolardır.»
lar ama insan seli onları ayırıyordu.
Neary arabasından çıktı ve yoldan karşıya geçerek
Askerler megafonlardan bağırıyor, koyunlar oradan
kuş satıcısının çevresindeki kalabalığa karıştı. Adamlar-
oraya koşuşuyor, arabalar kalabalığı yarıp anacaddeye
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

ulaşmaya çalışıyor, kuş satıcısı son gayret avaz avaz ba- mışlardı. Bir yol ağzında Neary arabayı yolun kenarına çekti.
ğırıyordu. Yolun ağzında iki Ulusal Güvenlik görevlisiyle bir jip duruyordu.
Bütün bunların üstünde de güneş rahatsızlık verecek «Buradan dönemezsiniz,» dedi onlardan biri. «Yola
kadar kızgındı. devam edin.»
«Bu tarafa doğru gel». diye bağırdı Neary. Jillian tehlikede «Biraz dinleniyorduk,» diye görevliye cevap verdi Neary.
olduğunun farkında değildi. Kalabalık şimdi trene binememe Sonra Jillian'a dönerek, «Beni terkettiler,» dedi. «Ronnie
endişesiyle çılgınca itişip kakışıyordu. Onların ters yönünde çocukları alıp annesinin evine gitti. Onlar için bu dünyaya ait
ilerlemeye çalışan Jillian kalabalığın arasında düşüp çiğnenme olmamaya başlamıştım galiba.»
tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Jillian dudak büktü. «Evet, buna benzer bir şeyi bana
Neary kalabalığa doğru atıldı, önüne gelelileri yana iterek FBl'ın adamları söylemişti. Adamların söylediklerime inan-
kendine yol açmaya çalıştı. Jillian da yana çekilmeye madıklarını gözlerinden okuyordum.»
uğraşıyordu. Sonra yarı düşer gibi rampadan atladı. «Beni dinle, Jillian,» dedi Neary. «ikimiz de Wyoming'e
Neary onu tam zamanında yakalamıştı. İnsanlar, çocuklar, kadar bunca yolu, buradan geri dönmek için gelmedik.»
sığırlar, koyunlar, kuş kafesleri taşıyanlar, kucağında kedisiyle «Ama askerler yolları kapatmışlar.»
yaşlı bir kadın, kulağına yapıştırdığı transistorlu radyosuyla bir «Mutlaka başka yollar vardır. Çünkü büyük bir ülke
genç, yastığına sımsıkı sarılmış bir kadın iki yanlarından akıp burası...»
geçerlerken, Roy'la Jillian bir-birilerine kenetlenmiş Jillian bir süre sesini çıkarmadı. Sonra Neary'nin elini
duruyorlardı. Karşılıklı işitmedikleri şeyler söylüyor, anlamsız tutarak yanağına götürdü. «Yeniden birlikte olmamız öyle güzel
sesler çıkarıyor ve çılgınca gülüyorlardı. Sonra kalabalıktan ki...»
yavaş yavaş kurtularak kenara çekildiler. Kaldırımdan giden bir Ve Neary o anda aramakta olduğu tali yolu bulmuştu. Yol,
dizi koyunun yanında geçip Roy'un arabasına varabildiler boş arazi ve tarlalardan yalnızca dikenli bir telle ayrılıyordu. Bu
sonunda. tel de yor yor paslanmıştı. Neary arabayı geri alıp arazi vitesine
Jillian kendini ön koltuğa atarak eliyle gözlerini kapadı. taktı. Sonra gaz pedalına sonuna kadar bastı. Araba
Neary de direksiyona geçip arabayı çalıştırdı. Jillian'a, kükreyerek ileri atıldı, arka lastikler yerdeki tozu toprağı ayağa
«Kafesleri tut,» dedi eğimli yoldan aşağı inerken. «Orada zehirli kaldırdı.
gaz olduğuna İnanmıyorum. Ya sen?» Arabanın ön çamurluğu çite gömüldü. Dikenli teller kopan
«Roy,» diye inledi Jillian. «Seni gördüğüm için öyle gitar teli gibi bir ses çıkararak parçalandı.
mutluyum ki.»
«Ben de,» dedi Roy gülerek.
«Karın, çocukların nerede?»
Neary bu kez sesini çıkarmadı. Şimdi Reliance'dan
çıkmışlar, güneye doğru giden uzun araba dizisine katıl-
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

tan kulesi'ni görebiliyordu. Çevresine bakındı şöyle bir.


YİRMİ İKİNCİ BÖLÜM
Uzaklardaki doğyolunda güneye doğru ilerleyen uzun bir
araba konvoyu vardı. Dikenli teli kopararak çiti yıktığını
Şimdi Neary'nin arabası boş arazide sarsılarak iler- kimsenin görüp görmediğini düşünüyordu. Eğer biri
lemekteydi. Lastikler çukurlara, kemirici hayvanların açtığı görmüş olsa bile Ulusal Güvenlik görevlilerine rapor etme
deliklere,- küçük erozyon oluklarına girip çıkıyordu. Jillian zahmetine katlanır mıydı? İşte bundan kuşkuluydu.
güvenlik kemerini takmış, kanaryaların kafesini kucağında Şimdi o engebeli araziden daha düzgün görünen bir
tutuyordu. Yine de sallantıdan rahatsız olan kuşlar kafesin yere gelmişti. Neary frene basıp yine vites küçülttü ve
içinde çılgınca uçuşuyorlardı. başka bir çiti yıkarak geçti. Araba sarsılarak dosdoğru
Şeytan Kulesi'ne giden çakıllı bir yola çıktı.
«Polis Barry"yl bulmak İçin bütün ırmağı taradı,» diye
Neary bodur bir çam kümesinin gölgesinde durup
Jillian anlatmaya başladı. «Onlara Barry'nin ırmakta ola-
kanaryaları inceledi. Hayvanlar durgun görünüyorlardı ama
mayacağını, söyledim. Orada olmadığından eminimi Çev-
bu hallerinin sarsıntıdan mı, yoksa başka 'bir şeyden mi
redeki tüm evleri dolaşarak kilerlere kadar aradılar. Sonra
olduğuna karar veremedi.
-bana çevrede yabancı kişiler görüp görmediğimi sordular.
Araba çakıllı yolda daha düşük bir hızla ilerliyordu.
Ne büyük budalalık Tanrım!»
Yol şimdi daha yüksek bir zemine çıkmıştı. Oradan da de-
Neary çukurlara girmemek için direksiyonu deli gibi
vamlı yükselen dağ eteklerine doğru uzanıyordu.
sağa sola çeviriyordu, önünde uzanan engebeli araziyi da-
ha iyi görmek için de oturduğu yerden yarı ayakta durur Bir dönemeci aldıkları sırada, İkisi d© aynı anda gör-
gibi doğrulmuştu. dü. Araba sanki kendi başına yolun kenarına gidip duru-
Ama değil yol, hayvan sürülerinin açtığı patikalar bile verdi.
yoktu. Neary'nin tüm umudu, lastiklerin ve amortisörlerin Jillian'la Roy arabadan İndiler, yolun kenarındaki kor-
onları Şeytan Kulesi'nin eteklerine götürünceye kadar da- kuluğa dayanıp onu... yüksekliği iki kilometreyi bulan Şey-
yanabilmesiydi. tan Kulesi'ne baktılar.
«Güzel Tanrım,» diye mırıldandı Jillian.
Neary araya giren tepelerin arkasından yükselen Şey-
«Tam benim...» Neary durup dudaklarını yaladı. «Tam
benim düşlediğim gibi...»Yine durdu. Duygularını sözcük-
lerle anlatması çok zordu. Sonunda onu tam düşlediği gi-
bi bulduğunu ve her şeyin biraraya gelerek bir anlam ka-
zanmaya başladığını İfade edemiyordu. Belki de dile ge-
tirilmesi olanaksız bir sezgiydi bu.
İkisi de sessizce durmuş, bu huşu verici görünümü seyrediyordu. Dağın çevresindeki hiçbir şey tüm hayal-
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKİN İLİŞKİLER

lerini, benliklerini dolduran bu görüntüye benzemiyordu. helikopterdeki adamlardan biri Polaroid bir kamerayı on-
Şeytan Kulesi tek başına, benzersiz ve eşsiz olarak karşı- lara doğru tuttu. Adamın gözünde uçuş gözlükleri, ağzın-
larındaydı. O denli kendine özgü bir görünüşü/ vardı ki, da da bir solunum maskesi vardı.
Neary onun varlığını bile bilmeden bir modelini yapabildi- Neary omuzlarını silkerek adama doğru sırıttı. Fotoğ-
ğini düşündükçe arkasından doğru ürpermeler geliyordu. rafçı çok yakın bir zum yapabilmek için özel mercekleri
Boğazını temizleyerek, «Yolumuza devam etsek iyi ayarlıyordu galiba. Neary büfenin kapısından uzaklaşarak
olur,» dedi. «Yoksa bizi yakalayabilirler.» güneş ışığına çıktı. Elini cebine sokup bir on dolarlık çıkar-
Jiilian'ın bakışları bir an için dağdan uzaklaşarak da- dı ve helikoptere doğru salladı. Sonra benzin pompasının
ha aşağılarda gezindi. «Orada,» diyerek çakıllı yolun ile- üzerine koyup bir de taş yerleştirdi üstüne.
risinde bir yeri gösteriyordu. «Orası bir benzin istasyonu «Tamam mı?» diye de bağırdı.
değil mi?»
Karşılık olarak pilot fotoğraf çeken adamın koluna
Birkaç dakika sonra Neary arabayı terkedilmiş bir
şöyle hafifçe vurdu, sonra helikopteri balon gibi gökyü-
benzin istasyonuna soktu. Burada sandviç ve hatıra eşya
züne doğru yükseltti. Araç Şeytan Kulesi yönünde ilerle-
satan küçük büfeyle benzin pompasından başka bir şey
meye devam etti. O yöndn giden öteki helikopterler göz-
yoktu. Neary hortumu alarak pompayı işletti. «Elektrik var
den kaybolmuşlardı.
hâlâ,» diye mırıldandı. Depoyu doldurduktan sonra hortu-
mu yerine takarak, «Dokuz dolar ediyor,» dedi yine alçak «İşte bu kadar,» denli Neary. «Atla Jillian.»
sesle. Neary çakıllı yoklu (imhayı yüz onla sürüyor, döne-
«Roy.» Jllllan uzaklardan duyulan bir helikopter se- meçleri adeta iki tekorlok üzerinde dönüyor, gökyüzünde
sinin giderek yaklaştığını İşitmiş, Roy'u uyarıyordu. Neary bir helikopter belirdiği zaman da ağaçların altına siper alı-
genç kadını arabadan çıkardı ve ikisi birden büfenin ka- yordu. Bir seferinde Neary arabayı ağaçların altında dur-
pısını siper aldılar. Helikopterin onları fark etmeden uzak- durmuş, bir helikopterin uzaklaşmasını beklerken, yolda
laşacağını umuyorlardı. sırtüstü, ayakları havada yatan bir kuş gördü. Sessizce
Yolcu taşıyan helikopterlerden bir filo üzerlerinden Jillian'a kuşu işaret etti.
tehlikeli bir alçaklıkta geçmekteydi. İki yanda ve ötekiler- «Geri dönmemizi İster misin?»
den daha yüksekte uçan iki helikopterin altındaki yük ta- «Onu ne öldürmüş olabilir, Roy?»
şıma yerinden demet halinde bağlanmış kutular sarkıyor- «Kanaryalarımız sağlıklı görünüyorlar. Sana söyledim,
du. En arkada da Hava Kuvvetlerine ait bir Cheyenne var- bütün bu G-M sinir gazı olayı uydurma gibi geliyor bana.»
dı. Tüm filoya gözcülük eder gibiydi. «Öyleyse yolumuza devam edelim.»
Birdenbire Cheyenne yana doğru kaydı ve tam büfe- Jillian'Ia Neary bir süre konuşmadan oturdular. Sonra
nin damının üzerine ani, düşer gibi bir iniş yaptı. Neary ikisi de mendillerini çıkarıp burun ve ağızlarını örtecek bi-
kapıyı açıp Jillian'Ia birlikte içeri girmeye fırsat bulamadan. çimde bağladılar. Neary yineden arabayı hareket ettirerek
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

bu kez daha ihtiyatlı ve yavaş sürmeye başladı. Şeytan Sağ kolunda Kızıl Haç işareti olan altın giysili başka
Kulesi'nin eteklerine yaklaşıyorlardı. biri, arabanın penceresinden uzanarak Jillian'ın kucağın-
Keskin bir dönemeçte Neary frene bastı. Sonra aya- daki kuş kafesini aldı. Kanaryaların ikisi de sırtüstü, ha-
ğını frenden kaldırmadı, çünkü arka arkaya durmuş nefti reketsiz yatıyorlardı.
renkli dört kapalı kamyonet yolu kapatmıştı. Neary hemen Neary teslim olmuştu.
arabayı geri vitese takıp arkasını görmek için başını pen- Jillian'la Roy arabadan çıkar çıkmaz kendilerine birer
cereden çıkardı. Ama tam geri geri gitmeye başlamıştı ki, gaz maskesi verildi ve ayrı ayrı kamyonetlere bindirildiler.
dört kamyonet daha gelip arkasında durdu. Jillian'ın bindiği kamyonet hareket edince, Neary «Hey»
Jillian'la Neary hiç konuşmadan arabanın pencerele- diye bağırdı. Ama hemen sonra onun kamyoneti de ötekileri
rini kapatıp kapılarını kilitlediler. Bir süre bir şey olmadı. izlemeye başladı.
Sonra kamyonetlerin kapıları açıldı ve içlerinden birtakım Kamyonetlerin İçi seyyar tıbbi yardım araçları gibi
garip kılıklı adamlar inmeye başladı. Güneş ışığında öyle- donatılmıştı. Neary bu altın giysili adamların sağlık ekibi
sine parlıyorlardı ki, gören altından adamlar sanabilirdi. olduklarını düşünmeye başlamıştı şimdi. Çünkü bunlar gü-
Tek parça plastik lameden astronot tipi giysiler vardı venlik görevlilerinden çok doktor gibi davranıyorlardı. Kam-
üzerlerinde. Plexiglas"dan balon başlıklar ve sırtlarına da yonetin yanları kapalı olduğundan Neary'nin dışarıya bak-
solunum tüpleri takmışlardı. Her yanları metal taklidi par- masına olanak yoktu, Bir süre sarsılarak yol aldılar.
lak plastikle kaplanmış gibiydi. Neary onların, yemek pi- Sonunda yolculuk bitince, altın giysili adamlardan biri
şirmekte kullanılan alüminyum kâğıt reklamı yapanlara inip kamyonetin kapısını açtı. Neary güneşin batmakta
benzediklerini düşündü bir an. olduğunu gördü. Kum taşıma araçlarının konakladıkları
Adamlardan biri ihtiyatla ilerleyerek Neary'n'm ara- küçük bir kamp yerine gelmişlerdi. Çevrede yeşil çadırlar
basının önünde durdu. Elinde küçük bir karatahta tutu- ve az önce bindiklerinin eşi kapalı kamyonetler vardı.
yordu. Yukarı doğru kaldırınca Jillian'la Roy tebeşirle ya- Hava kararmaya başlamıştı. Neary uzakta birtakım
zılmış yazıyı okudular. adamların, büyük bir yarım daire oluşturan çok sayıda
«KENDİNİZİ NASIL HİSSEDİYORSUNUZ?» treyleri boşalttıklarını belli belirsiz seçiyordu. Ama daha
Sorunun anlamsızlığı Neary'nin çoktandır biriken ge- fazla bakmasına vakit yoktu.
riliminin patlamasına neden olmuştu. Yanındaki camı aça- Neary'nin doktor olduğunu tahmin ettiği altın giysili
rak, «Çok iyi,» diye bağırdı. «Ya siz palyaçolar?» adam, onu kolundan tutarak her tarafı kapatılmış treyler-
Altın giysili adam elindeki karatahtayı indirip eliyle on- den birine bindirdi. Başında balon başlığı olduğundan
lara arabadan çıkmalarını işaret etti. adam bir şey söylememişti. Neary de. Yandaki sıraya otu-
«Tanrı topunuzun belasını versin,» diye dişlerini gıcır- rup beklemeye başladı. Zaman geçiyordu. Neary saatine
dattı Neary. «Bu çevrede bulunan zehirli gaz sizin osuru- bir göz attı. Yedi olmuştu.
ğunuzdan başka bir şey değil.» Treylerin içindeki hava özel bir aygıttan sağlanıyordu.
STEVEN SPIEtBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

Girişte de kapıyla treylerin içindeki odayı ayıran bir boşluk «Ama yaşıyoruz biz. Gördüğünüz gibi hayattayım ve
vardı. konuşuyorum.»
Ansızın treylerin iç kapıları ardına dek açıldı. Maskeli iki Laughlin hızlı çevirisini sürdürüyordu. «Eğer rüzgâr doğu
kişi içeri girince, altın giysili adam hemen dışarı çıktı. Neary yönünden esmeye başlasaydı, bu konuşmayı yapamazdık.»
muyane sırasının ucunda oturuyordu. Adamlar maskelerini «Havada hiçbir şey yok,» diye inatla diretti Neary.
çıkarırlarken, Neary önce ince uzun, gri saçlı adama, sonra Fransız parmaklarını seyrek gri saçlarından geçirdi. Sonra
yanındaki daha genç olanına baktı. ceketinin cebinden bir kurşun kalem çıkardı, sıranın öteki
«Evet,» dedi Neary. «Anlaşılan patron sizsiniz.» ucunda duran bloknotu aldı. «Bazı sorularımız olacak. Bay
Kır saçlı adam kaşlarını çatarak yanındakine döndü. Neary. Bunlara bir itirazınız var mı?»
Fransızca olarak, «Bu adam kendini ne sanıyor?» diye sordu. «Ne tür sorular?»
Öteki adam sırıtarak, «Büyük lokma,» diye karşılık verdi. Lacombe bloknotun sayfalarına göz gezdirirken bir şeyler
Sonra Neary'e döndü. «Çok az zamanımız var, Bay Neary.» söyledi. Laughlin, «Örneğin, uykusuzluk çeker misiniz?» diye
Eliyle yanındaki adamı işaret ederek, «Bu, Bay Lacombe'dur.» çevirdi.
dedi. «Sizden çok dürüst, kısa ve öz cevaplar bekliyoruz.» «Hayır.»
«Ben de,» diye karşılık verdi Neary. «Jillian nerede?» «Başağrısı?»
«Hayır.»
«Arkadaşınız tehlikede değil,» dedi Laughlin.
«Hiç akıl hastalığı tedavisi gördünüz mü?»
Lacombe, Neary'nln karşısındaki sıraya oturmuştu. Mavi-
«Henüz değil.» Neary'nin hafif gülüşüne karşılık veren
yeşil gözlerini hafifçe kırpıştırıyordu. Neary bunu kızgınlıktan
olmadı. «Hayır.»
mı, yoksa şaşkınlıktan mı yaptığını kestireme-di. Lacombe
«Peki, ya ailenizden biri?»
Fransızca konuşuyor, hemen birkaç hece arkasından da
«Hayır.»
Laughlin ingilızceye çeviriyordu. «Sizin ve arkadaşınızın nasıl
Lacombe'un kalemi kâğıda işaretler koyuyordu.
bir tehlikeye atıldığınızdan haberiniz var mı?»
«Kâbus görür müsünüz?»
İngilizce ve Fransızca konuşmalardan Neary'nin kafası «Hayır.»
karışmiştı. Kime cevap verseydi? Fransızca konuşan yetkili «Son zamanlarda herhangi bir cilt rahatsızlığınız oldu
kişiye mi, yoksa İngilizce konuşana mı? mu?»
«Ne tehlikesi?» diye sordu. «Hayır. Tâ ki...»
«Bu bölgede zehirli gaz var.>> diye cevap verdi ikisi de. «Evet?» diye atıldı Fransız.
«Bir tür güneş yanığı. Yalnız bir yanağımda. Üstelik
güneşe de çıkmamıştım.»
O delici mavi-yeşil gözler bir an için düşünceli dü-
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

şünceli Neary'ye baktı. Laughlin Fransızın söylediklerini mak istiyorum. İnsanları delirtmeye hakkınız yok sizini
çevirdi. «Kâbus görüp görmediğinizi bir daha düşünmek is- Eğer bütün mesele zehirli gaz hikâyesiyse, o zaman hiç
ter misiniz?» buraya gelmediğim halde bu dağı tüm ayrıntılarıyla önce-
«Hayır. Ama...» Neary durdu. «Aklımda bir şey var... den nasıl bilebilirim?»
sürekli olarak...» Neary sihirli sözcükleri söylemişti. Bu kez kafasındaki
Lacombe'nin kalemi bekliyordu. «Daha somut konu- çan çaları Lacombe oldu.
şabilir misiniz, lütfen?» Fransız durup bu garip Amerikalıyı inceledi. Kapı vu-
Neary omuzlarını silkti. «Çok önemli değil gerçekten... ruluyordu. Kötü bir zamanlama. Kolunda Kızıl Haç işareti
Yalnızca bir fikir.» bulunmayan başka altın giysili bir adam girdi içeriye.
Fransız kaşlarını çatarak saatine baktı. Kalemi az aşa- «Kumanda merkezi bunları Reliance'daki boşaltma
ğıya kayarak öteki sorunun üzerinde durdu. «Hiç sesler bölümüne götürmemizi, oradan aa otobüsle evlerine yol-
duyduğunuz oluyor mu?» lanmalarını istiyor,» dedi balon başlıklı adam. Sonra trey-
«Hayır. Küçük yeşil adamlar da görmüyorum.» leri terketti.
«Bay Neary,» diye Lacombe yavaşça ve: dikkatlice sö- Lacombe yerine oturdu, Neary ile Laughlin'e de aynı
ze başladı. «Hiç olağanüstü ya da çok garip bir şeye rast- şeyi yapmalarını işaret etti. Şimdi Lacombe heyecanlan-
ladığınız oldu mu? Ya da böyle bir şeyle ilişkiniz?» mış görünüyordu. «Bana demiştiniz ki,» diye ağır ağır ve
İşte bu soru Neary'nln kafasında ufak bir çan çaldı. dikkatle İngilizce konuştu. «Bu dağın varlığından haberi-
Yarım yamalak gülümseyerek, «Siz kimsiniz?» diye sordu. niz bile olmadan önce görüntüsünü kafanızda canlandır-
Neary onlardan birkaç somut gerçek istiyordu. Kemiği on- dığınızı söylemiştiniz, tamam mı? Size bu hayal çeşitli bi-
ların elindeydi. Ama önüne parça parça atıyorlardı. çimlerde göründü. Duvardaki gölgeler, bazı fikirler, geo-
Lacombe başını kaldırdı ve bir parça daha attı. metrik şekiller size tanıdık geliyor, çok iyi bildiğiniz bir şeyi
«Kulaklarınız çınlıyor mu?» diye çevirdi Laughlin. «Si- anımsatıyor, ona doğru götürüyordu ama siz bunun ne
zi rahatsız etmeyen, hatta bazen hoşa giden bir çınlama. olduğunu bulup çıkaramıyordunuz, değil mi. Ray Neary?
Çok özel melodik bir ezgi ya da ezgi dizisi?» Bu da size sıkıntı, üzüntü veriyordu. Derken bütün bu
«Siz kimsiniz?» diye ısrar etti Neary. anlamsız görünen şeyler birden açıklanıverdi. Sonunda
Lacombe, Laughlin'e bir şeyler fısıldadı. Fransızca, aradığınızı bulmuştunuz!»
konuşuyorlardı. Neary İse kendini tecrit edilmiş gibi his- Neary gözyaşlarını zorlukla tutuyordu. Umutsuzca ba-
sederek orada öylece oturuyordu. şını evet anlamında salladı.
Birden bağırdı. «Bu mu? Bana bütün soracağınız bu «Ve siz...» Lacombe durdu. Tam sözcüğü arıyordu.
mu?» Son haftalarda duyduğu baskı artık taşıyordu için- Sonunda buldu. «İçinizde buraya gelmek için dayanılmaz
den. «Evet, şimdi... benim de birkaç Tanrının cezası so- bir istek duydunuz, değil mi?»
rum olacak! Siz buranın başı mısınız? Bir şikayette bulun- «Evet, böyle de diyebilirsiniz.» Roy bunları daha önce
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ * TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

sahip olduğunu bilmediği gizli bir alaycılıkla söylemişti. kopterine doğru götürdüler. Helikopterin motoru çalışıyor ama
Lacombe bunu anlamazlıktan geldi. David Laughlin' den pervanesi dönmüyordu.
bir zarf alıp içinden on iki tane kadar renkli Paloroid resim «Hayır, olmaz!» diye bağırdı Neary. «Geri dönmem. Hiçbir
çıkararak Neary'e uzattı. biçimde eve dönmüyorum!»
«Bu insanlar... hepsi de sizin gibi o dağa ulaşmaya Eldivenli bir el helikopterin kapısını açtı. Neary içerde
çalışıyorlardı. Onları tanıyor musunuz?» maskeli yedi ya da sekiz sivilin oturduğunu gördü. Jillian sanki
Roy bütün resimlere baktıktan sonra, «Hayır,» dedi elinde tüm enerjisi tükenmiş gibi bitkin bir tavırla elini kaldırdı. Neary
tuttuğu Jillian'ın resmini yukarıya doğru kaldırarak. «Biri dışında helikoptere bindi. Pilotlardan biri aşağıda durmakta olan
hepsi yabancı.» Laughlin'e bir tomar kâğıt uzattı.
Lacombe resimleri ondan alıp zarfa koyarak Laugh-lin'e Laughlin kâğıt ve kartonlardan oluşmuş tomarı şöyle bir
geri verdi. gözden geçirdikten sonra Lacombe'a verdi. «Görüyor
«Burada olduğunuza göre, ne bulmayı umuyorsunuz?» musunuz? Hepsi de buraya gelmeden önce Şeytan Ku-lesi'nin
diye Fransız sakin bir tavırla sordu. resmini düşledikleri gibi çizmişler.»
Neary onun sorusuna «Bunun bir tür delilik olduğunu Fransız resimleri İnceledi. Bazıları dalgınlıkla çizilmiş
düşünüyorsunuz, değil mi?» diye karşılık verdi. kabataslak resimlerdi, bazılarıysa renkli kalemle ya da keçe
Lacombe gitmek üzere ayağa kalktı. «Hayır, Bay Neary. uçlu kalemle dikkat ve özenle yapılmıştı. Uzunca bir süre sonra
Delilik değil.» Kapıya varınca çabucak dönüp Neary' ye, «Size Lacombe başını kaldırıp helikopterin açık kapısından
yalnız olmadığınızı söylemek isterim,» dedi. «Bunu bilmenizi içerdekilere baktı. Bakışlarını pilota çevirerek Laughlin'e
arzu ediyorum. Birçok arkadaşınız var ve... Sizi kıskanıyorum.» Fransızca bir şeyler söyledi.
Üç adam girişteki boşlukta durup başlıklarını taktılar. «Havalanmayacaksınız,» dedi Laughlin pilota kısaca.
Duvarın yanında duran masada beş, altı tane gaz maskesi, «Komutanlık bölümünden emir aldım ama, efendim.»
uzun lastik eldivenler ve bir de kuş kafesi vardı. Kafesin içindeki «Şimdi benden emir alıyorsunuz. Buradan ayrılmaya-
iki kanarya birbirine sokulmuş, köşede duruyor ve Neary'nin caksınız.»
hareketlerini aşırı parlayan gözleriyle seyrediyorlardı. Laughlin «Özür dilerim, efendim,» dedi pilot direnen bir sesle. Bu
treylerin dış kapısını açtı ve üç adam dışarı çıktı. özür dilemede tam tersini yapıyormuş gibi bir ifade vardı.
Gökyüzü batıda hâlâ kıpkırmızıydı ama başlarının 'Efendim' sözcüğünüyse küçümseyici bir hitap gibi kullanmıştı.
üzerindeki gök koyu kadife mavisine dönüşmüştü. Neary «Beş dakika bekleyin öyleyse!» diye uzlaştı Lacombe.
gökyüzüne kaldırdı başını. Salkım salkım yıldızlar hafif dağ Pilot yumuşayarak üç parmağını havaya kaldırdı.
havasında parlamaya başlamışlardı. Lacombe'la Laughlin, Şeytan Kulesi'nin yüz metre
Lacombe'la çevirmeni Neary'yi bir Huey saldırı heli- yakınında duran haberleşme aygıtlarının bulunduğu treylere
doğru koşarak uzaklaştılar.
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER
YİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Fransız, «Binbaşı Walsh,» diye söze başladıysa da, Walsh
onun sözünü kesti. «Buradan beş kilometre uzakta patron
Haberleşme treylerinin bir ucu radar görevlilerinin ekranları
izleyebilmeleri için karanlık bırakılmıştı. Öteki uçtaki sizsiniz. Tanrım, o üssü kurmak bize yeterince pahalıya
pencereden uzakta bekleyen helikopterler görünüyordu. maloldu. Milyarlarla bile ifade edilemez. Sizin borunuz orada
Lacombe'la çevirmeni içerde proje güvenlik görevlisiyle öter ancak. Burası benim bölgem.»
tartışmaktaydılar. «Anlamıyorsunuz,» dedi Laughlin iki addm arasında
Binbaşı Walsh, Lacombe'un yaşlarındaydı. Dave Laughlin giderek uzlaşmaz bir hal alan çatışmayı durdurmak için.
onun ellisine yakın olduğunu ya da kaç yaşında olursa olsun «Burada, aşağıdaki kampta ne yapıyorsanız hepsinin bir tek
öyle göründüğünü düşünüyordu. Binbaşı Walsh kısa boylu, amacı vardır, o da Bay Lacombe'un projesinin yukarıda
tıknaz ve gürültücü biriydi. Tekdüze, tatsız bir ses tonu vardı. programlandığı gibi yürümesini sağlamaktır.»
Sözcükleri de uzata uzata konuşuyordu. Ona göre, insanlar «Bunu anlıyorum.» Binbaşı Walsh'in yuvalarına gömülmüş
arasındaki yüz yüze konuşma bir tür sözcükler trafiğiydi. Belirli yarım ay biçimindeki gözleri, yüzünü buruşturunca hemen
bir düzeni vardı bu trafiğin, tıpkı yaklaşan bir uçakla uçuş hemen kapanmıştı gibiydi. «Ama siz de askeri disipline uymak,
kulesinin ya da NASA Görev Denetim Merkeziyle astronotların anlayış göstermek zorundasınız.»
arasındaki konuşmada olduğu gibi. «Bu insanların buradan uzaklaştırılmasını istemiyorum,»
«Onları geri gönderemezsiniz!» diye patladı Lacombe, diye yineledi Fransız.
çevirmenin şimdiye dek görmediği bir telaş ve öfkeyle. «Onları Binbaşı Walsh derin bir soluk aldı sabırla. «Üç haftadır bir
burada alıkoyma sorumluluğu bana ait.» kumanda zinciri uygulamaktayız,» diye yeniden derdini
«Mayflower'in bu kesiminde sizin" hiçbir sorumluluğunuz anlatmaya çalıştı. «Bu, kampa bir sızmadır, gizliliğe bir
yok,» diye cevap verdi Binbaşı Walsh hemen hemen otomatik saldırıdır... Hem bunların sabotajcı, terörist, anarşist ya da
olarak. başka bir amaca bağlı fanatikler olmadıklarını nereden
biliyorsunuz? Ancak bu kumanda zinciri sayesinde böyle bir
sızmayı engelleyebilir, gizliliği koruyabiliriz. Hoş, artık bunun
için de geç kaldık sayılır ya.»
«Bu insanlar küçücük bir grup,» dedi Lacombe. Cok yavaş
konuşuyor ve arasıra da Laughlin'e dönerek yardımcı bir
sözcük bekliyordu. Lacombe heyecanlandığı zaman Fransızca
sözcükler kullanır, Laughlin de bu sözcükleri duygu ve anlam
bakımından tam karşılayan İngilizce-lerini büyük ustalıkla pencereden beklemekte olan helikopteri göstererek, «Bu
anında bulup Lacombe'un yardımına koşardı. Lacombe insanlar ortak bir şeyi paylaşıyorlar,»
STEVEN SPIELBERG

dedi. «Ve neden buraya gelmek için dayanılmaz bir arzu ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER
duydukları da, hem onlar, hem de benim için bir sır.»
Binbaşı Walsh bir boğa gibi omuzlarını dikleştirmişti. «Bu dedi. «Bir büyükanne. Kocası da onunla beraber. Adam emekli.
sırrı açıklamak için de benim başımı belaya sokacaksınız.» Tatil yapıyorlar. Bütün bu insanları araştırdık. Hiçbirinin özel bir
Fransız cevap yerine binbaşıya elindeki kâğıt tomarını durumu yok. Birkaçının trafik suçu var ama ağır suç işleyene
uzattı. Resimlere şöyle bir göz atan binbaşı, «Neden bunlar rastlamadık.»
bana son dakika öncesine kadar gösterilmedi?» «Bu kim?»
Binbaşı Walsh resimleri maşanın üzerine yayarak bu kez «George Fender. Teksaslı. Bir garajda tamirci olarak
daha dikkatle inceledi. Şaşırmış görünüyordu. «İlginç,» diye çalışıyor. Eski asker. İkinci Dünya Savaşına katılmış.
mırıldandı. Guadalcanal'da yaralanmış.»
«Bu insanlar hakkında çok az şey biliyoruz,» dedi La- «Peki bu?»
combe. «Yalnızca sorularımıza verdikleri cevaplar kadar «Bunlara harcayacak zamanımız yok,» dedi binbaşı.
tanıyoruz onları. Ama gerçekte kim bunlar? Neden hepsi bu «Sözüme güvenin. Bu insanların gerçekten özel bir yanları
resimleri çizdi? Televizyonda Şeytan Kulesi'ni gördükten sonra, yok.»
neden buraya gelme zorunluluğunu duydular?» «Bu kim?» diye ısrar etti Lacombe.
Tıknaz adam omuzlarını silkti. «Rastlantı olmalı.» Ama «Elaine Connelly. Öğretmen. Maryland, Bethesda'da
kendi de bu cevaptan yeterince tatmin olmamıştı ki, küt oturuyor. Dul. Bir oğlu ve üç torunu var.» Binbaşı sabrı
parmaklarıyla resimleri karıştırmayı sürdürüyordu. «Bunlar tükenmiş gibi soludu. «Herhalde geriye kalan iki kişiyi de
rasgele biraraya gelmiş insanlar,» dedi. «Hiçbir özellikleri yok. öğrenmeden bu işden vazgeçmeyeceksiniz?»
Şu sizin konuştuğunuz Neary ukalanın teki. Yanındaki kadın da «Tabii!» diye Lacombe cevap verdi.
küçük oğlunu aradığını söylüyor. Doğru mu bakalım? Kimbilir?» «Bay ve Bayan Arthur Penderecki. Adres Michigan,
«Buna ne dersiniz?» diye sordu Lacombe daha büyükçe ve Hampramck. Adam kasap, kadın da sekreter. Balayında-lar.
ayrıntılı olarak çizilmiş bir resmi işaret ederek. Binbaşı resmin Kadın ayrıca pazar okulunda ders veriyor.» Binbaşı «Yeter!»
arkasını çevirip yapanın adını okudu. «Larry Fownen. Kim diye patladı sonunda.
olduğunu araştırdık. Los Angeles'den. Emlak alım satımı «Ama aralarında hiçbir ilişki yok,» dedi Fransız.
yapıyor. Eskiden kovboy filmlerinde rol almış. Hiçbir özelliği
«Olup olmaması umurumda değil. Benim görevim onları
olmayan biri.»
buradan uzaklaştırmaktır. Hem de hemen şimdi!»
«Peki, ya bu?» diye sordu Fransız. Binbaşı Walsh renkli kalemle
«Ama siz, kendiniz de söylediniz. Bunlar zararsız kimseler
yapılmış kargacık burgacık resme bakarak, «Kansas City'den
diye. Hiçbir özellikleri yok.»
Bayan Rosen»
«Görünüşte öyle» diye hatırlattı binbaşı. «Üstünkörü bir
araştırmadan elde ettiğimiz bu.»
«Bu dokuz kişi de aynı hayali kurmuş.»
«Öyle diyen sizsiniz.»
STEVEN SPIELBERG

«Hepsi de buraya gelmek için aynı şiddetli isteği duy-


muş.»
«Boşuna zaman yitiriyoruz,» diye kontrollü bir sesle
bağırdı binbaşı. «Yitirilen benim değil, sizin değerli zama-
nınız. Çünkü işin baş noktasında olan sizsiniz. Ama be-
nim sorumluluk bölgeme girdiğiniz an bu iş biter. Gidiyo-
ruz. Hemen şimdi.»
Lacombe uzunca bir süre sesini çıkarmadı. Bu tar-
tışma sırasında kır saçlı başı arkaya doğru gerilmişti. Şimdi
biraz rahatlamış görünüyordu. «Bu insanların buraya
gelmek İçin duydukları o şiddetli isteğin anlamını bulma- YİRMİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
lıyım. Neden buraya gelme zorunluluğunu hissettiler? Bel-
ki...»
«Bu iş bitti.» Büyük Huey helikopterinin içinde, kampın gizliliğine
saldırıda bulunmaya teşebbüs etmiş sayılan Neary, Jillian
«Neden binlerce insan içinde yalnız bunlar seçildi?
Neden yainızca bunlara böyle bir duygu aşılandı?» ve öteki siviller sessizce, uyuşmuş gibi oturuyorlardı. Yüz-
«Sadece bir rastlantı,» diye fikrinde ısrar ediyordu lerinde maske olduğundan, yalnızca gözleri başlarına neler
binbaşı. geleceğini anlamak istercesine bir oraya bir buraya ha-
«Hayır, bir toplumsal olaydır,» diye Fransız onun sö- reket ediyordu.
zünü düzeltti. «Hem de hayret verici ölçüde önemli. Bu Şimdi ne olacağı gün gibi açık, diye düşündü Neary.
insanların neden Wyoming'e geldikleri sorusuna cevap bu- Birkaç dakika sonra havalanacaklar ve bu da o tüm çıl-
labilirsek, bu, projenin tümünün gelişiminde belki de elde gınca olayın sonu olacaktı. Bu dağın ne anlamı olduğunu
edeceğimiz en önemli bilgi olacaktır.» asla öğrenemeyecekti Neary. Jillian da hiçbir zaman Bar-
«Bu konuşmayı sona erdiriyorum ben.» Lacombe'un kolu ry'sini bulamayacaktı. Ötekilerse bu konuda asla hiçbir
uzandı, parmakları Binbaşı Walsh' in ceketinin önünü şey bilmeyeceklerdi.
kavradı. «Şimdi teni dinleyeceksiniz. Binbaşı Walsh.» Ve bütün bunlar kampın ziyaretçilere kapalı olma stra-
Walsh'in gözleri büyüdü. Harp Akademisinden yüzba- tejisinin katılığı yüzündendi. Radyo ve televizyonlardan
şı olarak çıktığından bu yana, hiç kimse böyle ceketinin ilan edilen sinir gazı tehlikesi doğru olabilirdi. Silahlı Kuv-
önünü tutmamıştı. vetler aşırı kuşkulu insanları kandırmak için belki oraya
buraya biraz gaz püskürtmüştü. Bu da yabani hayvanları
öldürmeye yeterli olabilirdi... Yoksa yalnızca uyuşturmayo
mı? Neary treylerin girişindeki masanın üzerinde gördüğü
o ucuz türden kafesin içindeki kuşları anımsadı. Bunlar
kimindi? Onun kuşları mı? Ama ona kuşlarının ölmüş
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

olduğunu göstermişti o altın giysili adam. Yoksa ölmemiş-ler Dağlar adlı bir ansiklopediden buldum. Başkan Theodore
miydi?
Roosevelt'in bu dağı ülkemizin ilk ulusal anıtı olarak ilan ettiğini
Neary, Jillian'ın yanında oturuyordu. Genç kadının gözleri bilir misiniz?.. Şeyde... 24 Şubat 19...»
kapalıydı. Kalçaları birbirine değiyordu. Bunca uzun ve yorucu Kırk yaşlarında bir adam da ayağa kalkarak başlığını,
yolu boşuna geldi, diye düşündü Neary. Buraya ulaşmak için çıkardı. Bronz teni, uzunca saçları vardı. Halinden de paralı biri
hepsi neleri göze almıştı kimbilir?.. Ve şimdi her şey başladığı
olduğu anlaşılıyordu. Derin bir soluk alıp verdikten sonra,
gibi birdenbire sona erecekti.
«Tanrım, buranın havası Los Angeles'den daha temiz,» dedi.
Neary ayağa kalktı. Ötekiler ona bakıyorlardı. Jillian' ın da
gözleri açılmış, onun üzerindeydi. Bir adamla bir kadın daha ayağa kalkıp sinirli, titreyen
Neary yavaşça ve büyük bir dikkatle gaz maskesini çıkardı parmaklarıyla bağlarını çözerek başlıklarını çıkardılar. Yüzleri
yüzünden. Klipslerinden kurtulan lastik bağlar kurşun vızıltısı süzgün ve çöküktü; üzerlerinde aylardır toplumsal eleştiriye
gibi ses çıkarmışlardı. Neary maskeyi yüzünden sjyırarak yere uğramış insanların çekingenliği ve bezginliği vardı. Gözlerini
attı. Eğer bu yaptığı çok yürekli bir davranışsa, o denli de kolay dışarıya dikmiş, Neary ya da ötekilerin yüzüne bakamaz
bir şeymiş gibi gelmişti ona. gibiydiler.
Derin bir soluk aldı. Roy yüzünü tüm dostlarına döndü. Makinelerin gürül-
Ötekiler dehşet içinde kalmışlardı. Sonra Jillian da tüsünü bastırmak için yüksek sesle, «Kimler dönmek iste-
maskesini yüzünden çıkarıp attı. Neary'nin yanında durarak o miyor?» diye sordu.
da derin bir soluk aldı. Jillian elini kaldırdı. Sonra o Los Angeles'li adam. En son
«Zehirleneceksiniz,» diye yetmiş yaşındaki ufak tefek olarak da yaşlı çift. Ötekiler gözlerini kaçırdılar.
adam onları uyardı.
«Tamam,» dedi Neary. «Sizler arkamdan gelin ve çok hızlı
Neary yaşlı adama dönerek, «Havada hiçbir şey yok,»
dedi. «Yalnızca Silahlı Kuvvetler burada tanık istemiyor, o koşmaya çalışın.»
kadar..» O anda helikopterin kapısı kayarak kapandı. Roy kapının
Yaşlı adamın karısı titrek bir sesle, «Eğer ordu bizi burada kapanmasını önlemek için araya kolunu sokmuştu. Dışardaki
istemiyorsa, o zaman bizi ilgilendirmez bu iş,» diye karşılık nöbetçi neden kapanmadığını anlamak için kapıyı açınca,
verdi. içerdekilerin başlıklarını çıkarmış olduklarını gördü. Nöbetçi ne
«Biz yalnızca o dağı görmek istemiştik,» dedi yaşlı adam olduğunu tam anlamadan Los Angeles'li adam Neary'nin
Neary'den özür dilermiş gibi. «Dağın resmini çizmem de bir yanına doğru atıldı.
rastlantıydı... Kimse bize burada zehirli gaz olduğunu söylemedi «Haydi,» diye bağırdı Roy da. «Dağa doğru koşun!» Ötekiler
ki...» kapıyı iterek yarı açmışlardı ki, Neary dışarıya doğru bir hamle
«Burayı nasıl buldunuz?» diye sordu Jillian. yapıp ayağıyla nöbetçinin tam başlığının altına gelecek biçimde
«Hiç de zor olmadı. Güney Yarımküresindeki Ünlü boynuna vurdu. Roy, Jillian.
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

ve Los Angeles'li yerde yatan nöbetçinin üzerinden atlayıp Pencereye yaklaşıp üç kişinin ağaçlıklara doğru koştuğu-
ağaçlıklara doğru koştular.
nu gördü. Hiç sesini çıkarmadı ama belli belirsiz bir gü-
Ağaçların iki yanında 'Piggly-Wiggly Süpermarketleri' lümseme yayılmıştı yüzüne.
ve 'Baskin Robbins' levhalı treylerler duruyordu. Teknis- Artık iyice kararmıştı ortalık. Neary, Jillian'la Los An-
yenlerin treylerden boşalttıkları elektronik araçların ve geles'linin önünden dağın eteklerindeki çalılığa doğru ko-
sandıkların üstünde 'Lockheed ve Rocwell-Dikkat Kırıla- şuyordu. Oraya varınca yere yatarak soluklanmak ve ar-
cak Eşya' etiketleri vardı. Teknisyenler ne başlık takmış- kadaşlarının ona yetişmesini sağlamak için bekledi. Ya-
lar, ne de koruyucu giysiler giymişlerdi. Roy, Jillian ve Los
nına geldiklerinde, Roy üzerindeki uzay giysisini çıkar-
Angeles'li ağaçların arasından koşarlarken, bütün bunları
makla meşguldü. Onlara da aynı şeyi yapmalarını işaret
bir anda gördüler.
etti.
Yaşlı çift ve son anda kaçmaya karar veren ötekiler Neary eldivensiz, elini Loş Angeles'liye uzatarak,
nöbetçi tarafından kapıda durdurulmuşlardı. «Adım Roy,» dedi.
Tüm gücüyle koşan Neary ,son haftalarda yaşamının
«Benim de Larry Butler.»
her anına girmiş olan dağa baktı. Şimdi bu karabasanın
Hâlâ soluk soluğa olan Neary, «Burada kalamayız,»
sırnnı çözme olanağını bulabileceklerdi...
dedi. «İlerdeki şu ağaçlığa gidip beni bekleyin.»
*** Larry ile Jillian hemen hareket ettiler. Roy bir süre
daha durup soluklandı, bir yandan da aşağıya, kamptaki
çalışmalara bakıyordu. Sonra a da iki yüz metre ilerdeki
Haberleşme treylerinin içinde, Binbaşı Walsh'in ca- ağaçlığa doğru koşarak dağa çıkmaya başladı.
hilliği ve inatçılığı karşısında sabrı iyiden iyiye tükenen Karanlıkta bir siren sesi acı acı inliyordu. Projektörler
Lacombe bozuk bir İngilizceyle, «Siz yok anlamak,» dedi. de helikopterlerin iniş alanını taramaya başlamışlardı.
Sonra makineli tüfek hızıyla Fransızca konuşmaya başla- Haberleşme treylerinin kapısı ardına dek açıldı birden.
dı. «Bu dağ bir anahtardır. Ve Meksika çölündeki kalıntı Başlığının içinde soluyan bir nöbetçi girdi içeriye.
da bir ipucu. Bunlar bizim düşüncelerimizi açmamız ve «Kaçtılar, efendim!»
onları içeriye almamız içindir.» «Kaç kişi?» diye bağırdı Binbaşı Walsh.
Laughlin çeviriyi bitirirken, Lacombe'un aklına yeni bir «Üç. Üçü kaçtı, efendim, ötekileri durdurduk.»
düşünce gelmişti. Kendi kendine Fransızcadan tercüme Binbaşı Walsh masanın üzerinden bir dürbün kapıp
etti. «Onlar buraya çağırıldılar. Davet edildi onlar!» Lacombe'la Laughlin'e şöyle bir kötü bakış fırlattıktan
Bu sözcüklerin Binbaşı Walsh için bir şey ifade etme- sonra aceleyle treylerden atladı. Ötekiler de onu izlediler.
diğini Laughlin anlamıştı. Treylerin arka tarafında kalan üç helikopter güçlü
O sırada dışarda bir şey Lacombe'un dikkatini çekti. tarama projektörlerini yakarak havalanmaya başlamışlar
-
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

ve Los Angeles'ii yerde yatan nöbetçinin üzerinden atlayıp


ağaçlıklara doğru koştular. Pencereye yaklaşıp üç kişinin ağaçlıklara doğru koştuğu-
Ağaçların iki yanında 'Piggly-Wiggly Süpermarketleri' nu gördü. Hiç sesini çıkarmadı ama belli belirsiz bir gü-
ve 'Baskin Robbins' levhalı treylerler duruyordu. Teknis- lümseme yayılmıştı yüzüne.
yenlerin treylerden boşalttıkları elektronik araçların ve Artık iyice kararmıştı ortalık. Neary, Jillian'la Los An-
sandıkların üstünde 'Lockheed ve Rocwell-Dikkat Kırıla- geles'linin önünden dağın eteklerindeki çalılığa doğru ko-
cak Eşya' etiketleri vardı. Teknisyenler ne başlık takmış- şuyordu. Oraya varınca yere yatarak soluklanmak ve ar-
lar, ne de koruyucu giysiler giymişlerdi. Roy, Jillian ve Los
kadaşlarının ona yetişmesini sağlamak için bekledi. Ya-
Angeles'ii ağaçların arasından koşarlarken, bütün bunları
nına geldiklerinde, Roy üzerindeki uzay giysisini çıkar-
bir anda gördüler.
Yaşlı çift ve son anda kaçmaya karar veren ötekiler makla meşguldü. Onlara da aynı şeyi yapmalarını işaret
nöbetçi tarafından kapıda durdurulmuşlardı. etti.
Tüm gücüyle koşan Neary ,son haftalarda yaşamının Neary eldivensiz. elini Los Angeles'liye uzatarak,
her anına girmiş olan dağa baktı. Şimdi bu karabasanın «Adım Roy,» dedi.
sırrını çözme olanağını bulabileceklerdi... «Benim do Larry Butler.»
Hâlâ soluk soluğa olan Neary, «Burada kalamayız»
*** dedi. «İlerdeki şu ağaçlığa gidip beni bekleyin.»
Larry ile Jillian hemen hareket ettiler. Roy bir süre
Haberleşme treylerinin İçinde, Binbaşı Wafsh'in ca- daha durup soluklandı, bir yandan da aşağıya, kamptaki
hilliği ve inatçılığı karşısında sabrı iyiden iyiye tükenen çalışmalara bakıyordu. Sonra o da iki yüz metre ilerdeki
Lacombe bozuk bir İngilizceyle, «Siz yok anlamak,» dedi. ağaçlığa doğru koşarak dağa çıkmaya başladı.
Sonra makineli tüfek hızıyla Fransızca konuşmaya başla- Karanlıkta bir siren sesi acı acı inliyordu. Projektörler
dı. «Bu dağ bir anahtardır. Ve Meksika çölündeki kalıntı de helikopterlerin iniş alanını taramaya başlamışlardı.
da bir ipucu. Bunlar bizim düşüncelerimizi açmamız ve Haberleşme treylerinin kapısı ardına dek açıldı birden.
onları içeriye almamız içindir.» Başlığının içinde soluyan bir nöbetçi girdi içeriye.
Laughlin çeviriyi bitirirken, Lacornbe'un aklına yeni bir «Kaçtılar, efendim!»
düşünce gelmişti. Kendi kendine Fransızcadan tercüme «Kaç kişi?» diye bağırdı Binbaşı Walsh.
etti. «Onlar buraya çağırıldılar. Davet edildi onlar!» «Üç. Üçü kaçtı, efendim, Ötekileri durdurduk.»
Bu sözcüklerin Binbaşı Walsh için bir şey ifade etme- Binbaşı Walsh masanın üzerinden bir dürbün kapıp
diğini Laughlin anlamıştı.
Lacombe'la Laughlin'e şöyle bir kötü bakış fırlattıktan
O sırada dışarda bir şey Lacornbe'un dikkatini çekti. sonra aceleyle treylerden atladı. Ötekiler de onu izlediler.
Treylerin arka tarafında kalan üç helikopter güçlü
tarama projektörlerini yakarak havalanmaya başlamışlar-
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

di bile. Bir düzine kadar komando da yarı otomatik M-14 erişilmez gibiydi orası. Roy, Jillian ve Larry dik yamaca
tüfeklerini dolduruyordu. yorgun argın tırmanırlarken, ayakları çam iğneleriyle kaplı
Binbaşı Walsh dürbünüyle ağaçlıkları taradı. Askerler yumuşak toprakta kayıyordu.
helikopterlerin iniş alanının yanına alelacele kurulmuş olan Jillian bir ara tökezlenip yere düştü ve sırtüstü aşa-
karargâhı arıyorlardı. Binbaşıyla Lacombe iki sahra ğıya doğru kaydı. Ama bir ağaç köküne tutunarak kay-
telefonunun başındaydı. masını durdurdu çabucak. Larry Butler de düşmüş ama
Walsh, «Onları bir saat içinde dağdan uzaklaştırırım,» hemen ayağa kalkmıştı. Roy durup onların kendisine ye-
diye bağırıyordu elindeki telefona. tişmelerini bekliyordu. Derken artık işitmeye alışmış oldu-
Araya giren bir ses, «Kuzey yüzünün fotometrik ana- ğu gürültüyü duydu başının üzerinde.
lizi yapılsın. Kızılötesi ışık kullanın,» dedi. Sonra birden bulundukları yerin oldukça ilerisi, dağın,
«Bu emir verilmiş bulunuyor.» yukarı bölümleri aydınlanıverdl. Helikopterler yarı gizli kal-
«Saat 08'e kadar dağdan uzaklaştırılamazlarsa, ku- mış bölgelerin üzerinde manevra yapıyorlar, oralara par-
zey yüze E-Z Dört sıkın. Ve bana haber verin.» lak arama ışıklarını tutuyorlardı.
«Bu... E-Z Dört nedir?» diye sordu Lacombe telaşla- «Bize epey zaman tanıdılar,» dedi Larry soluk soluğa-
narak. «Dağdaki şu dar geçiti görüyor musunuz?» dedi Ne-
«Uyku veren bir püskürtücü,» diye açıkladı Binbaşı ary karanlıkta bir yeri işaret ederek.
Walsh. Birbirlerinden yüz metre kadar uzakta olmalarına Gerçekten de öteki tarafa doğru uzanan dar bir geçit
karşın telefonla konuşuyorlardı. «Hani çevredeki kuşları vardı.
ve yabani hayvanları uyuttuğumuz madde. Çok çabuk etki «Belki tam zamanında oraya ulaşabiliriz.» Neary, Jil-
yapar, çevreye dağılma tehlikesi yoktur, birkaç saat içinde lian'la Larry'yi umutlandırmaya çalışıyordu.
de zehirli etkisi kaybolur. Altı saat soğukta uyuyacak ve Butler bir hamle yapmaya hazırlandı. «Sporu hiç bı-
şiddetli bir baş ağrısıyla uyanacaklar.» rakmamalıyım,» diyerek sırıttı.
Fransız dikkatli bir İngilizceyle telefona konuştu. «Bu Helikopterlerin kırmızı ve yeşil ışıkları tepedeki plato-
yeri biz seçmedik. Zamanı da. Bu insanları buraya gelme- nun üzerinde dolaştıktan sonra gözden kayboldular. Butler
leri için biz zorlamadık. Şimdi onları durdurmak da bizim tam geçide doğru atılacaktı ki, Jillian onu durdurdu, «İşte
seçimimizin dışında kalıyor.» dört tane daha geliyor.» Genç kadın bir an durup düşün-
«Ama onlar pişmiş aşa su katıyorlar,» diye söylendi dü, sonra, «Tepeye çıkan dar ve derin bir dere yatağı da-
Walsh. ha var,» dedi duraksayarak. «Tırmanması da daha kolay-
«Onlar bizden çok buraya aitler,» dedi Lacombe hü- dır. Kuzeydoğu yönünden başlayıp...»
zünle. «İşe yaramaz,» dedi Neary kesin bir tavırla. «Tepede
Köknar ağaçlarının arasından, akşam göğüne yükse- birdenbire kırk metrelik sarp bir iniş yapıyor. Burayı aş-
len Şeytan Kulesi'nin doruğu görünüyordu. Üç kaçak için mak için tecrübeli dağcılar olmamız gerek. Şuradan gi-
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

deceğiz. Orası kademe kademe alçalarak öteki tarafa ge-


diyor.» Walsh alıcıyı yardımcısına uzattı. Biraz daha düşün-
dükten sonra, «Herkes kuzey yüzden çekilsin,» dedi. «Yu-
«Sence öteki tarafta ne vardır?» diye Butler sordu.
«Ağaçlarla çevrelenmiş bir kanyon var. Patikalardan karıya haber verin, püskürtücüyü kullanıyoruz.»
ilerleyebiliriz.» Lacombe haberleşme treylerinden çıktı. Elinde bir as-
Jillian, Neary'ye baktı. «Bunu hiç düşünememiştim. kıya asılmış, naylon bir torba içinde spor bir ceket tutu-
Dağın yalnızca oir yüzünü renklendirmiştim resimlerim- yordu. Alanı geçip beklemekte olan bir taşıma helikop-
de.>> terine doğru yürüdü. Laughlin de onu izliyordu. Fransız bir
«Benim çiziktirdiklerimde de kanyon yoktu,» diye an durup E-Z Dört yüklü helikopterlere emir veren Binbaşı
Larry de Jillian'a katıldı. Walsh'i seyretti. Kalkış durumuna geçen üç helikopterden
Neary, «Bir dahaki sefere maketini yapmayı dene- biri havalandı, sonra ötekiler teker teker onu izlediler.
yin,» dedi. Yanıp sönen kırmızı ve yeşil ışıkları karanlıkta uzaklaşarak
Açıktaki karargâhta, bir grup ordu mühendisi on ga- kayboldu.
ilonluk paslanmaz çelikten E-Z Dört tenekelerini, beklemek- Fransız binbaşıya kızgınlıktan çok kederli gözlerle ba-
te oian helikopterlere yerleştiriyorlardı. Uğuldayan perva- kıyordu. Sonra Laughlin ve sivil giyinmiş öteki görevlileri
nelerin altında sessizce çalışan adamlar, tenekeleri her an izleyerek helikoptere bindi. Kapı hemen kayarak kapandı,
yere düşüp İçindekiler etrafa saçılacakmış gibi dikkatle kargo helikopteri dik açıyla yükselerek karanlığın içine
tutuyorlardı. Binbaşı Walsh kenarda durmuş, çalışmaları daldı.
izliyordu. Saatine bir göz atıp dağa doğru baktı. Komando Öte yandan dağda Roy, Jillian ve Larry artık yorgun-
birliğinin -şimdi dağa tırmanmakta olduğunu biliyordu. luğun da ötesine geçmişlerdi. Hemen hemen dağın arka
Yardımcılarından biri telefonu uzattı binbaşıya. tarafına ulaşmış sayılırlardı. Neary'nin yapmış olduğu mo-
«Piramit'ten Bahama'ya.» delden anımsadığına göre kanyon uzakta olamazdı. Heli-
«Burası Bahama,» diye Walsh cevap verdi. «Devam kopterler hakkındaki tahmininde de yanılmamıştı. Dağın
edin.» bu kesimine ilaç püskürtmüyorlardı. Şimdilik.
«Orta istasyondan rapor edecek bir şey yok. Plato- İlerde bir açıklık vardı.
nun yanına ulaşırken, saklanacak binlerce yer bulabilir- Neary, «Orayı koşarak geçelim,» dedi Jillian'la Larry'
ler. Tüm çevreyi bir saatte kaplamak için bunun üç katı ye.
kuvvete ihtiyacım var.» Jillian soluğunu harcamamak için sadece başını sal-
Binbaşı Walsh bir an için telefonu kulağından uzak- ladı. Ama iyice soluğu kesilmiş olan Larry, «Siz gidin. Ben
laştırıp düşündü. Sonra çabucak, «Karargâha dönün,» di- yetişirim size,» dedi.
ye emir verdi.
«Tamam, açıklığın öteki yanında bekleriz seni.»
Roy ikibüklüm, yere sürünürcesine koşmaya başladı.
Jillian da arkasındaydı. Bir dakikadan kısa bir sürede açık
STEVEN SPIELBERG

alanı geçmiş, kendilerini öbür yandaki çam iğnelerinin


üzerine atmışlardı. Göğüsleri körük gibi inip kalkıyordu. mayacak kadar bitkin olduklarından emeklemeye
Çok da susamışlardı. Her yerlerinden ter damlıyordu; el-
başladılar.
leri, yüzleri dal ve çalı çizikleriyle doluydu. Ayrıca Neary'
nin helikopterin kapısına sıkıştırdığı koluyla omzu ağrı- Arkalarında, helikopter tam Larry'nin üzerinde uçu-
yordu. Kendini dinlediği zaman sancının hayli şiddetli ol- yordu. Larry olanlardan tümüyle habersiz gibiydi. Başpar-
duğunu hissediyordu. Artık o kolunu pek kullanamaz ol- mağını otostop yapan biri gibi helikoptere doğru uzatmış,
muştu. «Şunlara bakın ağaçları ilaçlıyorlar.» diye bağırıyordu ava-
Midelerinin üzerine yatarak Larry'yi gözlemeye baş- zı çıktığı kadar.
ladılar. Jillian'la Roy geçidin başına ulaşmışlar, aşağıda olan-
«İşte orada,» diye fısıldadı Jillian sol tarafı göstere- ları seyrediyorlardı. Larry Butler hâlâ yürüyordu ama vü-
rek. cudu kasılmalarla bükülmeye başlamıştı. Önce başı, sonra
Yüz metre aşağılarındaki ağaçlıklardan Larry'nin çık- kolları. Sendeliyordu.
tığını gördüler. Jillian ayağa kalkmış, tam Larry'ye doğru koşmaya
«Larry!» diye bağıdı Roy. «Bu tarafa!» hazırlanıyordu ki, Neary onu yakaladı. «Hayır, olmaz, Jil-
Ama sesini ani bir ses ve ışık patlaması örtmüştü. lian,» diye bağırdı. «Bakma aşağıya.» Genç kadın olduğu
Larry'nin az önce altında bulunduğu ağaç tepelerine sür- yere çöktü.
tünerek geçen helikopter, güçlü projektörlerini açıklığa Larry'nin yere düşüşünü, tekrar ayağa kalkmaya ça-
doğru tutuyordu. balayışını, açıklığın ortasında kıvranmasını ve sonunda
Şimdi Roy'la Jillian ayağa kalkmış, Larry'ye kendile- hareketsiz kalışını çaresizlikle seyrettiler. «Onu orada
rine doğru gelmesi için el sallıyorlardı. Gürültü giderek bırakamayız,» dedi Jillian. «Eğer uyuyorsa ha orada, ha
artıyordu ama yine de Neary bağırdı. «Dikkat açıktasın... burada olmuş farket-mez onun için.»
Seni yakalayacak!» «Ama ya ölüyorsa?» diye Jillian sordu. «Eğer ölüyorsa...»
Helikopterdekiler Larry'yi görmüş olmalıydılar. Neary derin bir soluk aldı. «Yapa.-cağımız bir şey yok.»
Larry hem helikopteri, hem de Neary'yi duymuştu. So- Jillian, Neary'nin koluna girerek başını öne eğdi. Yüksek
luğunun tüm gücüyle bağırdı. «Ne yapacak? Üzerime mi çam ağaçlarının arasından geçerek dar oluğa doğru
konacak?» ilerlediler. Neary'nin çamur, gazete kâğıtları ve telden
Helikopter Roy'la Jllllan'ın üzerinden geçip geri döndü yaptığı modelden aklında kaldığı kadarıyla, bu geçit
ve alçalarak açıklığa doğru inmeye başladı. Geçtiği kanyonun çevresini dolaşan üstü ağaçlarla korunan dar
yerlerdeki ağaçlardan kuşlar yere düşüyorlardı. Neary'yle bir balkon gibiydi.
Jillian aracın uyutucu ilaç sıktığını anlamışlardı. Şimdi ge- Geçide gelmeden önce, tam altından çok güçlü bir
çitten otuz metre kadar uzaktalardı. Başka bir şey yapa- ışığın geldiğini farkettiler. Karanlık gecede, temiz havanın
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

STEVEN SPIELBERG
Helikopter yükselerek geri dönmüştü. Neary terin bu-
içindeki su buharı damlacıklarından yansıyordu bu sürekli lanıklaştırdığı gözleriyle helikopterin uzaklaşmasını izledi.
ışık parıltısı. Geçidin kenarına yaklaştıkça karınlarının üs- İlaç püskürtülmemîşti. Şimdi kanyonun yakınında ve gü-
tüne yatıp sürünerek ilerliyorlardı. venlikteydiler.
Bir metreye yakın genişliği olan çok dik bir yokuştu Neary içini çekerek temiz havayı ciğerlerine doldurdu.
bu. Neary helikopterin dağın çevresini dönerek geri geldi- Sonra Jillian'la kanyonun ucundan öteye bakmak için iler-
ğini duyuyordu. Kendini yukarıya doğru çekmek için bir lemeye başladılar. Birlikte tepesi kopmuş platonun kena-
dala uzanıp tutunmak istedi ama başaramadı. rına erişip aşağıya baktılar ve gördüler. Beyinlerinin kav-
Yokuştan aşağıya kaydı. «Roy!» diye bağırıyordu Jil- rama gücünü aşıyordu aşağıdaki görünüm.
lian geçidin tepesinden. «Haydi, Roy! Yukarı gel! Yapa- «Tanrım!» diye soludu Neary.
bilirsin bunu!» «Güzel Tanrım!» diye bağırdı Jillian da.
Neary ter içinde kalmıştı; bacakları ağrıyordu. Par-
makları da kavrama gücünü yitirmiş gibiydi. «Lütfen, hay-
di, Roy! Helikopter yaklaşıyor.»
Neary yukarıya bir göz attı. Jillian yokuştan aşağıya
doğru uzanmış, elini yakalamak İçin bekliyordu. Neary
emeklemeye başladı. Bedenindeki her kas ona acı veriyor,
tüm çabasına karşın ancak santim santim yol alabiliyordu.
«Roy, biraz daha gayret... az kaldı... Sonra öbür ta-
rafa kayacağız.»
Helikopterin gürültüsü artmıştı. Neary alnından göz-
lerine akan terlorden önünü göremiyordu. Şimdi Jillian'ın
kendisine uzanmış elinden yarım metre uzaktaydı. Yalnız-
ca yarım metre...
Pervanenin gürültüsü çok yakındı; dev bir kuşun ka-
nat çırpmasını andırıyordu. Her an gazın ıslık çalan sesi
duyulabilirdi. Neary'nin tüm bedeni kasılarak gerildi, öne
doğru bir hamle yaptı. Jillian elini yakalamıştı.
Neary'nin kendini yukarıya çekmesine yardım etti Jil-
lian. Şimdi öteki taraftaki inişten aşağı düşe kalka ka-
yıyorlardı. Aşağıdaki kanyonun tam kenarında zorlukla du-
rabildiler.
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER
YİRMİ BEŞİNCİ BÖLÜM
metre uzunluğunda ve iki metre genişliğinde bir ses-renk
Doğanın yaratıcılığının son bulduğu yerde, insanoğlu tablosu vardı. Beş metre yükseklikteki ayaklar üzerinde
devralmıştı görevi. duran bu ses - renk tablosu, biraz aşağısındaki büyük bir
Bir hava limanına benziyordu. İnsanoğullarının yaptığı Moog synthetizer'e birçok kablo ve kanalla bağlanmıştı.
bir tür kozmik çağrı limanı... Ufka doğru uzanan sekiz ki- Neary gözlerini üsten ayırmadan, «Görüyor musun?»
lometrelik yol boyunca sıralanmış iniş ışıkları vardı. Bu diye sordu Jillian'a.
inanılmaz üssün tam ortasında, çevresi küçük ışıklarla do- «Oh, evet,» diye fısıldadı genç kadın da.
natılmış çok büyük bir iniş alanı bulunuyordu. Neary'ye «Çok şükür,» dedi Neary. Hayal görmediğini ya da en
burası, sanki bir şeyin üzerine konacağı varsayılarak ya- azından yalnız kendisinin hayal görmediğini kanıtlayan bu
pılmış gibi geldi. onaylama onu rahatlatmıştı.
Roy'la Jillian şimdi, kanyonu oyarak yapılmış, iki ucu
Dinamitlenip buldozerlerle düzieştirilen üs bölgesi
açık büyük stadyumun altmış, belki de seksen metre yu-
uzun metal direklerin üzerine yerleştirilmiş büyük stadyum
karısında bulunuyorlardı. Gözleri ve beyinleri aşağıdaki
ışıklarıyla çevrelenmişti. Bu parlak ışıklar altında, Roy'la
bu olağanüstü görünüme biraz alıştıktan sonra, ikisi de bir
Jillian bütün üssün iki metre yüksekliğinde çelikten bir du-
şey söylemeden biraz daha aşağıya inip daha yakından
varla çevrilmiş olduğunu görebiliyorlardı. İçerde üç düzey
bakmaya karar verdiler. Granit kayalardan on beş metre
vardı; her düzeyin üzerine de hepsinde iki kapı bulunan,
kadar aşağıya dikkatle inip çalılıkların mükemmel bir siper
bazıları büyük pencereli, bazıları penceresiz birçok müs-
oluşturduğu bir yerde durdular.
takil kübik modül yerleştirilmişti. Farklı büyüklükte ve yük-
Şimdi modüllerin çevresinde ve içinde çalışan teknis-
seklikte olan bu modüller, metal ayakların üzerinde oturu-
yenleri daha iyi seçebiliyorlardı. Hepsi de tulum giymişti.
yor ve merdivenle çıkılıyordu bunlara.
Tulumları beyaz olanların sırtlarında 'McDonnell -Douglas,'
Yerden biraz yüksekte bulunan kocaman bir arena-
mavi olanlarda 'Rockwell' 've kırmızılardaysa 'Lockheed'
nın tam ortasında da, sesleri renkle değerlendiren, on iki
yazılıydı. Modüller küçük birer laboratuvar gibi donatıl-
mıştı. Roy'la Jillian bütün bu donanımın ne işe yaradığını
bilmiyordu ama lazer aygıtını, biyokimyasal araçları, ısı ve
elektromanyetik ölçerleri, üçlü ayaklıkları üzerinde bazu-
kalara benzeyen iki tane spektrografik çözümleyiciyi tanı-
mışlardı. Ve daha ne olduğu belirsiz şeyleri ölçecek ve
denetleyecek birçok karmaşık aygıt vardı.
Modüllerden üçünün içinde askeri personel tarafın- yorlardı. Neary üsde şimdiye dek asker olarak yalnızca
dan korunan, siyah giysili, karagözlüklü adamlar oturu-
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKİN İLİŞKİLER

bu nöbetçileri görmüştü. Üssün çevresine yerleştirilmiş lünden konuşuyordu. Ama hayır, şimdi onu görebiliyorlar-
büyük radar antenleri sürekli çevreyi tarıyor, arasıra bir an dı.
duruyor, sonra yeniden hareket etmeye başlıyorlardı. Her Beyaz tulum giymiş bir adam elinde küçük bir mikrofon
yerde televizyon monitörleri vardı. En azından yüz kadar tutarak arenanın ortasına doğru yürümekteydi. «Baylar ve
film kamerası, elli tane sabit kamera ve fırdöndülerin bayanfar. Yerlerinizi alıp lütfen. Bu bir deneme değildir.
üzerine yerleştirilmiş yirmi beş tane de videoteyp TV Tekrar ediyorum, bu bir deney değildir. Arenadaki ışıkları
kamerası bulunuyordu. Belki otuz teknisyen bu kamera- yüzde altmışa indirebilir miyiz? Yüzde altmış, lütfen.»
larla ilgilenmekteydi. Geri kalanlarsa uzaktan kontrol edi- Stadyum ışıkları yavaş yavaş loşlaşırken, iniş ışıkları
liyordu ve izleyici radara bağlanmıştı. da güçlendi. Roy'la Jillian sekiz kilometre uzunluğunda sı-
Alan büyüklüğüne karşın hem dolu, hem de darma- ralanmış ufka doğru uzanan ışıkların parlayışını seyretti-
dağınıktı. Oraya buraya rasgele konmuş Coca-Cola ve ha- ler. Sonra modüllerin içindeki bilgisayar ve öteki aletlerin
zır yiyecek makineleriyle dolu küçük bir kantin vardı. Üze- ışıklarının beyazdan kırmızıya dönüştüğünü gördüler. Şimdi
rinde McDonnell - Douglas, Rockwell, Lockheed yazılı açıl- bütün modüllerden kırmızı çalışma ışıkları yansıyordu.
mamış bir sürü ambalaj, kâğıt bardaklar, peçeteler, tabak- Bir tören yöneticisi gibi davranan mikrofonlu adam,
lar, boş şişeler vb. gibi öteberiden geçilmiyordu yerler. Tu- «İyi, çok iyi.» dedi coşkun bir tavırla. «Bundan daha güzel
lum giymiş bazı İşçiler yerleri süpürmekteydi. Beyaz saçlı bir akşamı istesek de bulamazdık, değil mi? Şimdi herkes
bir adamın önderlik ettiği karagözlük takmış 'bir grup yö- hazırsa...»
netici çevreyi dolaşıyordu. Neary birkaç yüz bilim adamının ve teknisyenin bir sü-
Bir grup teknisyen de Moog synthetizer'in başına top- redir her gece tetikte beklediğini ve her gece de deneme
lanmıştı. İçlerinden biri ötekilerin ısrarı üzerine büyük klav- alarmı verildiğini anladı. Hiçbir şey olmamış, hiç kimse
yenin önüne oturup tek parmakla 'Moon River'i çalmaya gelmemişti. Şimdi Neary bütün radar antenlerinin durup
başladı. İnce, uzun sesler kanyonda yankılanırken, yukar- tek bir odak noktasına, tam kendilerinin bulunduğu yöne
daki dev tabloda da belli belirsiz renkli ışıklar yanıp sön- ayarlandıklarını farketti.
dü. Ama başka teknisyenler araya girerek bu konsere son «Bize bakıyorlar,» diye soluğu kesilmiş gibi fısıldayan
verdiler. Jillian önündeki kayanın ardına iyice büzüldü.
«Bunun ne olduğunu biliyorum,» dedi Neary. Jillian' «Bize değil, gökyüzüne bakıyorlar. Şuraya bak.»
dan çok kendi kendine söylemişti bunu. «Evet, biliyorum. Roy'la Jillian yüzlerini yıldızlara döndürdüler.
İnanılmaz bir şey!» Bir şey başlıyordu.
. Aşağıdan yumuşak ve uyumlu bir çan sesi duyuldu. Önce Neary'yle Jillian bunun ne olduğunu anlayama-
Sonra, «Baylar ve bayanlar...» diye bir ses işitildi ho- dı. Gözleri parlak stadyum ışıklarından zifiri karanlığa ya-
parlörlerden. Konuşan kişi modüllerden birinin içinde ol- vaş yavaş alışıyordu. Önce Samanyolunu, sonra Yay Bur-
malıydı; belki de bilgisayarların bulunduğu iletişim modü-
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER
STEVEN SPIELBERG
altüst etmişlerdi. Yıldızlar tam yüz seksen derece dönüş
cunun takımyıldızlarını gördüler. Daha önceleri sık sık yaptıktan sonra, her ışık noktası dört ayrı noktaya ayrıldı ve
gördükleri bu takımyıldızlara şimdi çok daha dikkatle bakmaya karanlık gökyüzünde geldikleri gibi yıldırım hızıyla kayboldular.
başlamışlardı. Stadyumdaki seyirciler çıldırmıştı sanki.
Yıldızlar hareket ediyorlardı. Roy'la Jillian birbirilerine baktılar.
Burcu oluşturan yıldızlar önce yavaşça, sonra hızla yer «Olanları gördün mü?»
değiştirdiler; daha sonra da burçtan uzaklaşmaya başladılar. «Evet.»
Neary gözleriyle gökyüzünü araştırdı, öteki ufukta bir «Güzel.»
başka Yay Burcu daha gördü. Ama gösteri daha bitmemişti. Aslında daha yeni baş-
«Asıl Yay Burcu bu,» dedi Roy, Jillian'a göstererek. lıyordu.
Sonra yeniden değişen takımyıldızlara baktılar. Şimdi burç Üssün üzerinden bir bulut geçti. Sıradan, tek başına
başka bir şekil almıştı; 'yıldızları' -artık yıldız olmadıkları açıkça gezinen bir buluta benziyordu. Ama içinde ona eşlik eden çok
anlaşılmıştı- sürekli olarak yer değiştiriyordu. Bazıları düzgünce parlak mavi iki nokta vardı. Sonra bu noktalar bulutun
kıvrılmış bir çizgi oluşturdular. Sonra ötekilerden üçü sanki bu çevresinde dönmeye başladılar. Bulut şeklini kaybederken,
yay tarafından çekime uğramış gibi son hızla ucuna eklendiler. noktalar gitgide daha hızlı dönüyorlardı. Sonunda gökyüzünden
Büyük Ayı takımyıldızı. yansıyan ışıklarla aydınlatılmış bulut parçası, bir sarmal nebula
Neary gülmeye başladı. Artık içindeki o korku geçmişti. oldu.
Yalnızca mutluluk duyuyordu. Mavi ışık noktalarından birisi nebulanın içine girerek onu
Aşağıdaki yüzlerce bilim adamı ve teknisyen havai fişekleri daha da parlaklaştırdı. Şimdi bulut, içinden aydınlatılmış
seyreden sıradan İnsanlar gibi 'oooh', 'aaah' gibi hayret gibiydi. Artık mavi değil, koyu amber rengine bürünmüştü. Işık
ünlemleri çıkarıyorlardı. 'Büyük Ayı' tümüyle tamamlanınca da noktalarından ötekisi de, sarmalın üst üç noktasına yerleşerek
çılgınca alkışlamaya başladılar. yanıp sönmeye başladı.
«Bütün bunları bilen yalnızca onlar,» dedi Neary. «Olanları Bu, olağanüstü bir görünümdü. Işıltılı ve dönen bu
gördün mü?» diye Jillian'a sordu. Gördüklerinin gerçek görüntünün bir anlamı vardı mutlaka ama kavrayabilenier için...
olduğunun onaylanmasını istiyordu. Hiç kuşkusuz bir şeyi göstermeye çalışıyordu. Ama neyi?
«Evet,» diye cevap verdi Julian. Yaşadığımız dünyanın kozmik galaksideki yerini mi? Evet...
«Güzel.» Belki de öyleydi. Gezegenimizin uzaydaki yeri! İnanılmaz!
Birdenbire batı yönünden yanan meteor gibi üç yıldız Roy'la Jillian konuşmuyorlardı. Soluklarını tutmuş, bu
göründü. Tam başlarının üzerine gelip fren yapmış gibi ansızın görüntüleri sindirmeye çalışıyorlardı. Öne doğru uzanmış bir
durdular. Bir anda bilinen tüm fizik kurallarını çıkıntının üzerine çömelmişlerdi. Arkalarında karanlık
STEVEN SPIELBERG

gökyüzünden başka bir şey yoktu. Ansızın arkalarından iki


ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER
yanlarına doğru bulutlar hareket etmeye başlamıştı. Bu-
lutlardan ısı şimşeğine benzeyen bir ışık parladı. Ancak
ışıltı sönmeyip gökyüzünün ortasında donup kaldı. üzerinden geçtiğini, bilim adamlarıyla teknisyenlerin bir ko-
Derken hâlâ bulutun bir bölümünde duran ışık giderek runak bulmak için koşuştuklarını gördüler. Fırdöndülerin
daha parlaklaştı. Sonra buluttan patlarcasına ayrılıp son üzerindeki kameralar arabaları izliyor, radar antenleri hızla
derece yoğun turuncu bir nokta haline geldi. Hızla kendi çevrelerinde dönüyorlardı.
yaklaşırken, ardından iki tane daha turuncu parlak nokta Parlak cisimler kendiierine ışıklarla iniş koordinatları
onu izliyordu. Bir anda ışıklar inanılmaz hızlarıyla onlara verilen alanın üzerinden geçtiler. Beton pistin yüz metre
doğru gelirken Roy'la Jillian ancak yüzlerini kollarıyla ör- kadar ötesine gidip kimsenin bulunmadığı bir yerde fren
tecek zaman bulabildiler. Cisimler yavaşlayarak tam baş- yapmış gibi duran cisimlerin parlak ve 'hemen hemen bak-
larının üzerinden geçtiler. ması olanaksız', renkli ışıkları değişmemişti. Şimdi ışık ara-
Bunlar geceler önce Indiana tepesinde gördükleri ci- baları pistin asfaltına inecek gibi sekiz metre kadar yük-
simlerdi. 0 yakıcı olanı, rengârenk ışıltılar saçanı ve Ale- seklikte duruyorlardı. Sonra birden elli metre yüksekliğe
addin'in Lambası'na benzeyen bir hayalet yüz... fırladılar. Yine alçaldılar. Sanki yerle oynaşıyor, onu yok-
Bu kanatsız, motorsuz, hatta fizik varlığı olmayan, luyor, tadına bakıyor, sonra korkmuş gibi kaçıp yükseliyor-
parlak renkli ışık arabaları, İnsanın güvenliğini, kendi var- lardı.
lığına ve yaşadığı dünyanın gerçekliğine olan inancını da Neary aşağı inip onları daha yakından seyretmek isti-
alıp götürmüştü. yordu ama Jillian'ın yerinden kımıldayamayacak kadar ak-
Araçlar büyük bir hava ve ısı akımına neden oluyor- lının başından gitmiş olduğunu farketti.
lardı. Başlarının üzerinden geçerken, Jillian'la Roy'un tüm O arada Neary bu tarihsel an için daha önceden
saçları her yöne doğru dikilmişti. Neary statik elektrik yü- planlanmış ve binlerce kez prova edilmiş bir şeyin başla-
zünden kollarındaki ve göğsündeki tüylerin diken diken ol- makta olduğunu gördü. Ağızlarının önünde bir mikrofon
duğunu hissetti. tutan başlıklar giymiş bir grup teknisyen synthetizer'in
O kavurucu sıcağı yeniden derilerinin üzerinde duy- çevresini almıştı. Arkalarından uçları bir tabloya takılmış
dular. Yine ciğerlerinden solukları emilmiş gibi oldu. Ci- olan mikrofon kablolarını sürükleyerek biraraya toplandı-
simler başlarının üzerinden geçerken soluk alamaz olmuş- lar. Ellerinde küçük bir fenerle aydınlatılmış yazı tahtaları
lardı. Korkunç, .insanüstü sesler duyuluyordu. Sanki mil- vardı.
yonlarca peri bir anda yas tutarak ağlıyordu. Bu sesler Ekip başkanı olduğu belli bir adam adeta dinsel bir
yoğun sıcaklığa karşın sırtlarını ürpertmişti. saygıyla, «Tamam, beyler. Başlayabiliriz,» dedi.
Jillian'la Roy, gözlerindeki yaş ve tozlar biraz temizle- Bir kulübede oturan ses teknisyeni önündeki mikro-
nince, parlak renkli ışık arabalarının alçaktan stadyumun fona, «TC stereo. Zaman ve direnç... Auto hazır,» diye
konuştu.
Başka bir teknisyen de, «Tamam. Başlayın!» dedi.
Beyaz tulumlar giymiş olan Lacombe'la Laughlln
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER
STEVEN SPIELBERG
erişilmez bir biçimde piste yaklaşıp uzaklaşarak oynaşı-
synthetizer'in ayar tablosunun yanında duruyorlardı. Çift yor, ışıltılar çıkararak göz kırpar gibi yanıp sönüyorlardı.
klavyenin önünde de William Shakespeare'e benzeyen Lacombe synthetizer'e doğru yaklaşıp, «Tekrar. Bir
genç bir adam oturmuştu. Sinirli olduğu halinden belliydi. kez daha,» dedi.
Sık sık alnında ve ellerinde biriken terleri mendiliyle sili- Beş notalı ezgi geceyi seslendirip yankılandı, beş renk
yordu. Korkunç sorumluluğunun tüm bilincindeydi. tabloda oynaşıp dans etti yeniden.
Tören başkanı ona yumuşak bir sesle, «Başlayabilir- «Konuş benimle, konuş bana,» diye yalvarıyordu ekip
siniz,» dedi. başkanı.
, Shakespeare ilk notaya bastı. Lacombe emretti. «Daha canlı, daha canlı.»
. Kulübedeki teknisyen önündeki mikrofona, «Renk tab- Shakespeare emri yerine getirdi. Bu kez renkler ve
losu, tamam,» dedi. notalar arenada çağladı.
Dev tabloda amber renkli bir ışık göründü. İlk nota Yüksekteki çıkıntının üzerinde Jillian Guiler bu beş
kanyonda yankılanıp hafiflerken, ışık da giderek sönük- notalı ezgiyi kendi kendine iki kez mırıldandıktan sonra,
leşerek gözden kayboldu. «Bunu biliyorum,» dedi Neary'ye. Tanrım, bu Barry'nin şar-
Tören başkanı «Tam tona çıkın,» diye emir verince kısı, diye düşündü. Gözleri yaşlarla dolmuştu ama Neary
Shakespeare ikinci notaya bastı. farketmedi.
Renk tablosu koyu pembe bir ışıkla aydınlandı. Aşağıda Lacombe, «Daha çabuk, Jean Claude,» di-
Üçüncü nota ve üçüncü renk. Bu kez menekşe ma- yordu. «Daha çabuk. Plus vite.»
visi. Şimdi Shakespeare'in alnındaki terler synthetizer'in
«Bir oktav düşün.» klavyesine damlıyordu. Notalar çok hızlı ve yüksek seste
Dördüncü nota yankılanırken, tabloda çok güzel koyu çalınıyor, tablodaki renkler amberden pembeye, mora, ma-
mavi bir renk oynaştı. viye, kırmızıya dönüşüyordu.
«Beşinciye çıkın.» Lacombe iniş alanının yüz, yüz elli metre kenarında
Son nota duyulup kaybolurken, renk tablosunda da duran ve hiçbir tepki göstermeyen cisimlere doğru yürü-
parlak kırmızı bir ışık ışıldayıp söndü. dü. Kulübedeki teknisyen Moog synthetizer'in sesini sonu-
«Hiçbir şey. Hiçbir şey olmadı,» dedi ekip başkanı. na kadar açmıştı, sesler kanyonun duvar gibi yükselen
Tören başkanı da «Tekrarlayın lütfen,» dedi Shakes- kayalarında uğulduyordu.
peare'e. Fransız da son derece sabırsızlanmıştı. «Qu'est-ce
Yine o beş nota ve renk tekrarlandı. qui se passe? Ne oluyor?» diye soruyordu cisimlere. «Al-
Kulübedeki teknisyen, «Re ikinciye, Mi üçüncüye. Do lez allez, allez. Allonsy. Haydi, cevap verin! Haydi!» La-
bire. Do bir buçuk bir. Sol beşe,» diye emir verdi. combe beş parmağını piyano çalar gibi oynatarak Moog'
Notalar ve renkler tekrarlanıp sona erdiği halde üç dan yana bağırıyordu.
cisimden hâlâ bir karşılık gelmiyordu. Işık arabaları sırrına
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

Lacombe ışık arabalarına ellerini salladı; müzisyene Birden arenada kıyamet koptu. Herkes çılgınca alkış-
de, «Plus vite, daha hızlı!» diye bağırdı. Sonra Moog synt- lamaya ve çığlıklar atmaya başlamıştı. O ağırbaşlı, soğuk-
hetizer'e doğru yürümeye başladı. kanlı bilim adamları ve teknisyenler yerlerinde zıplıyor, bir-
Shakespeare tüm gücüyle çılgın gibi çalıyor, renk birleriyle kucaklaşıyor, el sıkışıyor, birbirilerinin sırtlarına
tablosu ultraviole'den kızılötesi ve ikisi arasındaki tüm vuruyorlardı. Şimdi stadyumun ışıkları tam yanmıştı. Tu-
renkleri ışıldatıyordu. lum ya da sivil elbise giymiş adamlar modüllerinden çı-
Ve birdenbire cisimler karşılık verdiler. Ama sesle de- kıyorlardı. Her şey bitmiş gibiydi.
ğil renkle. Tablodaki renkleri tekrarlamaya başladılar. Her Kulübelerdeki teknisyenler de çıkmış, Lacombe'la
cisim tabloya doğru parlayan renkleri kendi başına çıka- ekip başkanını arıyorlardı.
rıyordu. Shakespeare durdu. Sesler kanyonda yankılanıp «Çok güzel,» dedi ekip başkanı. «Çok başarılı.»
susunca, tam bir sessizlik çöktü ortalığa. Uzunca bir süre Lacombe da İngilizce olarak, «Bu akşam çok mutlu-
kanyondan aşağı doğru esen rüzgârın sesinden başka bir yum,» dedi Laughlin'e.
şey işitilmedi. Ekip başkanı herkesin elini sıktıktan sonra, «Tebrik
Sonra Lacombe, Shakespeare'e işaret ederek, «Haydi, ler,» dedi. «Hepiniz çok iyiydiniz.»
durmayın, çalmaya devam,» dedi. Bu kutlama sahnesinin az ötesindeki kaya çıkıntısın-
Ekip başkanı da adamını gayrete getirmek için, «Hay- da, Roy göklerde uçuyordu; Jilîian da sevinç gözyaşları
di oğlum. Çöz şunların dilini,» diye teşvik etti. içindeydi. «Bu ezgiyi biliyorum,» diyordu boyuna. «Biliyo-
Mühendis-müzisyen çok ama çok hızlı çalmaya baş- rum, daha önce işitmiştim onu.»
ladı. Renk tablosuyla üç cisim şimdi tam bir senkron için- Aşağıda, radar iletişim modüllerinin içindeki gösterge-
de aynı renkleri çıkarıyorlardı. Herkes dikkat kesilmiş, bu ler hedefleri işaret etmeye başlamıştı. Radar antenleri sa-
karşılıklı renk iletişimini izlemeye çalışıyordu. İçleri mutlu- ğa sola dönmüyordu; Neary'yle Jillian'ın üzerindeki dağa
luk ve sevinç doluydu. Gerçekte mutluluktan da öte bir yönelmişlerdi. Şeytan Kulesi'nin ardında kalan gökyüzün-
şeydi bu... Daha önce hiçbir insanoğlunun yaşamadığı ya de bir şeyler oluyordu.
da tanımlamadığı olağanüstü bir deneyimdi. Çünkü bu, Arenadaki teknisyenlerden biri Fransızın yanına yak-
yazılı tarihte ilk ilişki kuruluşuydu, ilk buluşma... laşarak, «Bay Lacombe,» dedi parmağını yukarıya doğru
Ve ansızın cisimler karşılık vermeyi kestiler. Yalnızca kaldırarak.
uçup gitmişlerdi. Hepsi de ayrı yöne. Biri dosdoğru yük- Lacombe'la Laughlin biraz yürüyerek adamın göster-
selerek ışıkları büyük bir buluta girip görünmez oldu; öteki diği yöne, gökyüzüne baktılar.
ikisi kanyonun ucuna doğru gidip gözden kayboldu. «Nedir o?» diye sordu Laughlin. «Ne oluyor?»
Müzik de durmuştu. Renk tablosu karanlıktı. Sessiz- «Bilmiyorum.»
lik. Ve rüzgar. Şimdi Roy'la Jillian da dönmüş, aşağıdaki adamların
STEVEN SPIELBERG

işaret ettikleri yöne bakıyorlardı. Sonra onlar da gördüler.


. ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER
Dağın üzerindeki gökyüzünde büyük kümülüs bulut-
ları toplanmıştı. Bulutların içinde olağanüstü bir havai fi- hava akımı kanyonun üzerinde kükreyip gürledi, gümbür-
şek gösterisi vardı. Bu eiektrik fırtınası şimdiye dek gör- dedi.
düklerinden çok farklı, gürültü ve boyut açısından korku
Cisimler kendi başlarına gürültü yapmıyorlardı şimdi.
vericiydi.
Ama yerçekimini hiçe sayan manevraları, modüllerin içle-
Aynı anda Jillian'la Roy hiç konuşmadan gökyüzün- rindeki aletleri sarsan, birçok bilgisayarın kısa devre yap-
den uzaklaşmaları gerektiğine karar vererek tehlikeli yol- masına neden olan bir gümbürtü yaratıyordu. Sonra o ışık-
dan inmeye başladılar. Jillian çok korkmuştu. Işıltılar sa- lar ve ısı! Üsdekiler beyinlerinin kafataslarının içinde sar-
çan bulutlar ona Barry'nin kaçırıldığı o korkunç günü sıldığını hissediyorlardı. Işık arabaları çok alçaktan geç-
anımsatmıştı birden. tikleri zaman çöp sepetlerindeki kâğıtlar alev alıyordu.
Bulutlar alçalarak dağın tepesine çok yaklaşmışlardı. Oyun oynuyorlardı... İki cisim karşılıklı birbirilerine
Ansızın bulutlardaki kıvılcımlardan biri büyüyüp parlakla- doğru ilerlediler. Artık herkes tam çarpışmaları kaçınıl-
şarak arenanın üzerinden geçti ve daha önceki yerinde maz, diye düşünürken, iki cisim birbirinin içinde eriyerek
durdu. Sonra birden tümüyle kırmızıya dönüşerek üç kez yükseldi, sonra bir varilin yuvarlanması gibi alçaldı.
parladı. Derken elektrik ızgarasına benzeyen parlak kırmızı
Bu açıkça bir tür işaretti. yeni bir cisim çok yavaş olarak üssün üzerinde dolaşmaya
Bulut kümesinin en büyük bölümü de üç kez kırmızı başladı. Magnetik olarak boşlukta duran bütün metalleri
olarak parladı. Sonra beyaz ve mavi olarak üç kez daha. kendine çekiyordu. Yerden teneke kutular, kalemler, in-
Kısa bir ara oldu; teknisyenler birbirileriyle huzursuz- sanların gözünden gözlükler, teknisyenlerin başından ku-
ca bakıştılar. Şimdi sırada ne vardı? laklıklar, ceplerinden sigara tablaları, çakmaklar havala-
Derken gösteri başladı. nıyordu. Teknisyenlerden biri ansızın eliyle ağzını kapattı.
Gevşek bir diş dolgusu uçarak ızgaranın altına yapışmıştı.
Bulutlardan dışarıya doğru bir şey patladı ve hemen
Birdenbire ızgara biçimindeki cisimden mavi bir ışık
elli kadar toplu iğne başı gibi ışık küreciklerine dönüştü.
parladı ve üzerine yapışan her şey yere düşerek bir yığın
Bunlar yine çabucak içbükey şekiller ve göz kamaştırıcı
oluşturdu.
renkler oluşturdular. Bu olağanüstü gösteri araçları, seyir-
Lacombe cismin altına doğru ilerledi. Tam altına ge-
cileri için düşük düzeyli hünerlerini gösteriyor gibiydiler.
lince elini uzatıp bu garip cisme dokundu. Sıcak değildi
Üçü bir an havada durduktan sonra yere doğru düştü. ama Lacombe dokunur dokunmaz cisim sanki gıdıklanmış
Ama tam yere düşmelerinin büyük etkisi beklenirken, bir- gibi olduğu yerde sıçradı ve sıçramasıyla birlikte ellerin-
denbire durdular. Aşağı düşerken neden oldukları büyük de kamaraları ve ısıya hassas aletleriyle Lacombe'u izle-
yen teknisyenlerin dört bir yana dağılmaları bir oldu. Ve
cisim gökyüzüne doğru o denli hızlı uçtu ki, ardında bı-
raktığı gümbürtü, modüllerin camlarının kırılmasına
ve
STEVEN SPIELBERG

herkesin aklının başından gitmesine neden oldu.


Neary korkmaktan çok büyülenmiş gibiydi. «Daha ya-
kına gitmeliyim,» dedi Jillian'a.
«Yaklaşmak istediğini biliyorum,» diye karşılık verdi
Jİillian. «Ama bu yakınlık benim için yeterli.»
«Mutlaka aşağıya inmeliyim. Sen de biraz daha inmek
istemez misin?»
«Hayır, Roy. Ben seni burada bekleyeceğim.»
«Aşağıya inmem gerek,» dedi Roy yeniden, özür di- YİRMİ ALTINCI BÖLÜM
ler gibi.
«Biliyorum,» diye karşılık verdi genç kadın. «Gerçek-
ten biliyorum. Ne yapmak istediğini gerçekten biliyorum.» Neary dağın kenarından güçlükle aşağıya inerken,
Birbirilerine çok yakından baktılar üzgün gözlerle. Ve gösterinin son bulmuş olduğunu farketti. Sanki bir işaret
birbirilerini tanıdıklarından bu yana ilk kez öpüştüler. verilmiş gibi bütün cisimler geceye geri çekilmişlerdi.
Sonra ayrıldılar. Şimdi uzaklarda, alçak bulutların içinde yüzlerce ışık
Jillian yeniden yukarıya, daha korunaklı ve aşağıda- noktası kanyonun elli kilometre dolayında parlıyorlardı. İşık
kiler tarafından görülmesi daha zor olan o ağaçlıklı yere noktalarının en azından yirmi beş kilometre uzakta dur-
çıktı. malarına karşın, Neary'ye sanki bu ışık arabaları üssün
Neary uzun ve tehlikeli yoldan aşağıya inmeye baş- dolaylarını korumak için nöbet tutuyorlarmış gibi geldi.
lamıştı bile... Şimdi gökyüzüne yükseldikçe ışıkları da donuklaşmıştı.
Roy ışık noktalarının gerisindeki karaltıları zorlukla seçe-
biliyordu.
Ne var ki, her şey hâlâ bir garipti.
Aşağıdaki stadyumdaysa herkes bitkin düşmüştü ar-
tık. Şaşkınlıktan sersemlemiş, dillerini yutmuş gibiydiler.
Hepsi tam anlamıyla bir kültür şoku geçirmişti ve her biri
bunu kendince yorumlamaya çalışıyordu.
Şu anda kimsenin konuştuğu falan yoktu. Rüzgâr da
tümüyle durmuştu. Tam bir sessizlik hüküm sürüyordu.
Neary durmaksızın inişini sürdürmüştü; şimdi dağın
eteğinden üssün dolayına doğru ilerliyordu. Birden bilme-
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

diği bir duygu durmasına ve gökyüzüne bakmasına neden ket eden birer araçtı ve çeşitli renkler saçıyordu. Derken
oldu. binlercesi biraraya gelerek rengârenk bir ayaklık oluştur-
Dağın arkasından, bir bulutun içinden kapkara bir şey
dular. İki kilometre genişliğinde ve dört kilometre uzun-
çıkıyordu. Çok da kocamandı. Hatta o denli büyüktü ki,
Neary boyutlarını kavrayamadı. Bu dev kara şekil dağın luğunda olan dev hayalet bu ayaklığın üzerine yerleşti.
tepesinden geçip yaklaşırken, ayın ışığını tümüyle örttü ve Renkli ışınlar saçan ayaklık onu aşağıdaki iniş yerine ta-
gölgesi bütün kanyonu kapladı. Neary bir an için ken- şırken hafifçe yana yattı.
dinden geçeceğini sandı. Neary iki metre yüksekliğindeki çelik duvarı aşarak,
Üssün içinde tören başkanı, «Aman Tanrım,» diye gördüklerinden taş kesilmiş bilim adamlarıyla teknisyenle-
mırıldandı. rin arasına karışmıştı.
Laughlin ne söylediğinin farkında olmadan bîr küfür Ayaklık o dev kitleyi aşağıya indirirken, bir buçuk kilo-
savurdu.
metre boyunca uzanan İniş koordinatları veren ışıkları
Lacombe gözleri sabitleşmiş olarak, «Mon Dieu!» diye tuzla buz etti. O denli büyüktü ki, alana konduğu zaman
fısıldadı. Eğer bu şekli ölçebilseler, genişliği iki kilomet- bütün üssün üzerini bir dam gibi kaplıyordu.
reye yakın olabilirdi, uzunluğuysa tüm gökyüzünü kaplaya- Dev kitle negatif bir yerçekimi alanı yaratmıştı ve bir an
bilirdi, çünkü henüz sonu görünmemişti. içinde her şey, herkes ağırlığının yüzde kırkını yitirdi. Bu
Birden o kara şey öteki tarafını döndü. Bu yüzünü da herkesi neşelendirmişti. Zıplamaya, havada sallanarak
uzun, ince bir ışık şerltl çevriliyordu. Derken bir şey açıldı, dolaşmaya, daha atletik olanlar havada daireler çizmeye,
bir ışık dairesi patladı.
perendeler atmaya başladılar. Bazıları da bu inanılmaz
Bir kent büyüklüğünde, diye düşündü Neary. Tepesi şeyin resmini çekmek için zıplayarak koşuyordu. İlk
kocaman tankları, boruları ve her yerde yanan çalışma kendine gelenler Lacombe'la ekip başkanı oldu. Ama o da
ışıklarıyla bir petrol rafinerisini andırıyordu. Kanyonun üze- kısmen. Tekerlekli ayaklar üzerinde duran Moog
rine doğru kayan bu dev hayaletin eski ve pis bir görünüşü synthetizer'i dev kitleye yaklaştırmaya karar verdiler. Aleti
vardı. Sanki binlerce yıl gökyüzünde dolaşan eski bir kent yirmi beş metre kadar itmişlerdi ki, kendilerini hâlâ başka
ya da uçsuz bucaksız eski bir gemi gibiydi. Ne Neary, ne bir dünyada sanan ekip üyeleri yardıma koştular.
bilim adamları ya da teknisyenler, ne de yeryüzündeki her- Tören başkanı da elinden geldiğince sakin görünmeye
hangi bir insan, böyle bir şey görmüş, hatta hayal etmişti. çalışarak elindeki mikrofona «Bu evrede çalışan bölümler
Tam üssün üzerine geldiğinde kemer şeklinde çok bü- iki kez düdük çalsınlar,» dedi.
yük bir ışık patlaması oldu arka tarafında ve bu ışık ke- Düdük sesleri kanyonda yankılanarak sessizliği boz-
meri binlerce parlak ateşböceğine benzeyen küçük par- du.
çacıklara bölündü. Her 'ateşböceği' römorkör gibi hare- Kulübedeki teknisyen, «Ses çözümleyicisi hazır mı?»
diye sordu.
STEVEN SPIELBERG ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKİN İLİŞKİLER

Tören başkanı şimdi iyide kendine gelmişti artık, Müzisyen notaları çaldı.
«Eğer ayın bu karanlık yüzünde her şey hazırsa, beş no-
tayı çalabiliriz.» Gemi bu notaları tekrar ettikten sonra hiçbirinin daha
önce duymadığı yeni bir dizi nota çaldı.
Shakespeare çok yavaş olarak beş notayı çaldı.
Kulübedeki teknisyen, «Bize dört sekizlik verdi.» de-
Hayalet kitleden hiçbir karşılık gelmedi.
di. «Bir beş sekizlik gurubu. Bir dört yarım- sekizlik grup.»
«Encore,» diye emir verdi Lacombe.
Beş nota tekrar gecede yankılandı. Shakespeare geminin notalarını taklit etti.
Dev gemi bir ses çıkardı. Domuz homurtusuna ben- Gemi beş yeni nota ve değişik ışık daha ekledi.
ziyordu. Bilgisayar modellerindeki teknisyenler Nirvana'ya
«Bir anlamı olmalı,» dedi ekip başkanı sinirli sinirli. ulaşmışlardı artık. Gemi onlara kendi ses ve renk sözcük-
Mühendis - müzisyen yeniden çaldı. lerini öğretiyordu.
Bu kez de cevap yoktu. Bu karşılıklı değiş - tokuşun hızı ve karmaşıklığı gi-
«Tekrar,» dedi ekip başkanı. derek artınca bilgisayarlar görevi Shakespeare'den dev-
Shakespeare yeniden çalmaya başladı. raldılar. Mühendis - müzisyen ellerini klavyeden çekince,
Birden son iki nota hayalet gemi tarafından tamam- Moog synthesizer bilgisayarlar tarafından çalınmaya baş-
landı. Gürültü inanılacak gibi değildi. İnsanların topukları ladı. Tıpkı kendi kendine çalan bir piyano gibi.
üzerinde geriye doğru eğilmesine ve modüllerin tüm cam- Tören başkanı kulübedeki teknisyene. «Bu Hanım-
larının kırılmasına neden oldu. Kulübedeki teknisyenler kı- efendi"den her şeyi öğrenin,» dedi. «Verdiklerini nota no-
rılan camlardan korunmaya çalıştılar. Bazılarının orası bu- ta izleyin.>>
rası kesilmişti ama bunu farketmeyecek kadar meşguldü- Gemiden ses ve ışık patlamaları geliyordu. Bilgisayar
ler. ve renk tablosuna bağlanmış olan Moog, renk tablosu ve
Ekip başkanı ancak bir süre sonra, «Tamam,» diye- dev gemi bir tür kozmik ışık ve müzik gösterisindeymişler
bildi. «Yeniden çalın.» gîbi coşkunlukla birbirilerine kilitlenmişlerdi.
Moog synthesizer çaldı ve gemi cevap verdi. Bu kez Çok garip bir müzikti bu. Bir an melodik, sonra he-
gemiden renk tablosununklne uyan renkli ışıklar da çıktı. men atonal oluyor, bazen cazı sonra kovboy şarkılarını
Jillian Guiler bütün bunlara artık yalnız başına daya- andırıyor; hemen ardından da o denli garip, gülünç ve
namayacağını anlamıştı. Korkuyordu. Bu durumda aşa- müzik dışı oluyordu ki, dinleyenin kulaklarını tıkayası ge-
ğıya inip Neary'yi bulmasının daha iyi olacağına karar ver- liyordu.
di. Genç kadın Roy'un geçtiği yerleri izleyerek aşağıya Neary kendini kaptırmış gülümsemekteydi. O sırada
inmeye başladı. Jillian'ın kalabalığın arasından kendine yol açmaya çalış-
Tören başkanı, Shakespeare'e ve kulübedeki teknis- tığını farketmemişti. Teknisyenlerden bazıları alkışlıyor,
yene, «Ona altı sekizlik ver ve bekle,» dedi.
bazıları da başlarını tutuyorlardı. Lacombe'un yüzündeyse
dalgın, sersemlemiş bir ifade vardı.
STEVEN SPIELBERG

Dev gemi ansızın iletişimi kesti. Bir iki homurtu çı- ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER
kardıktan sonra sessiz kaldı. Bütün ışıkları da sönmüştü.
Üs birkaç dakika için derin bir sessizliğe ve karanlığa denizci ceketleri giymişlerdi. Hepsi çok gençti. Bazıları
gömüldü.
elinde deri başlıklar ve uçuş gözlükleri tutuyordu.
Sonra gemi açılmaya başladı. Tam bir şok içinde uyuşmuş gibi öne doğru yürüme-
Geminin tüm alt yanı önce ince ve uzun bir ışıkla
çevrelendi, sonra bir fırın kapısı gibi aralanıverdi. lerini sürdürdüier.
Herkes arkasını döndü. Karagözlüklerini takıp yeni- En öndeki adam durdu yarı selam verir gibi yaparak
den yüzlerini çevirdiler. Güneş gözlükleriyle bile bu parlak kendini tanıttı. «Frank Taylor. Teğmen. Birleşik Amerika
ışığa doğrudan bakmak zordu. Donanması. 064199.»
Açılan yer genişledi. Tören başkanı öne çıkıp adamın elini sıktı. «Teğme-
Aşırı güçlüydü ışık. Herkes hızla gerilemeye başladı. nim vatana hoşgeldiniz. Şöyle buyrun lütfen.»
Bir buçuk metre genişliğindeki bu kör edici ışıktan uzak- İki kişi teğmeni götürdüler.
laşmaya çalışıyorlardı. Neary bütün bunları anlamakta zorluk çekiyordu. İlk
Açılan yer genişlemeye devam ediyordu. kez üzerine yüz kadar siyah beyaz fotoğraf yapıştırılmış
Önce Lacombe, sonra Neary, daha sonra da ötekiler ışıklı bir tabioyu farketti.
yeniden öne doğru ilerlediler. Ama o beyaz ışık yoğun bir «Harry Ward Craig. Yüzbaşı. Birleşik Amerika Donan-
ısı çıkarınca durmak zorunda kaldılar.
Bu sıcak ışığın İçinde birtakım hareketler olduğunu ması, 043431.»
görebiliyorlardı. «Yüzbaşım, lütfen şöyle gelir misiniz?»
Işık o denli parlaktı ki, her yöne alevler saçıyor gi- Ekip başkanı, «Donanmaya hoşgeldiniz yeniden,»
biydi. Şimdi ışıktan sekiz farklı şekil oluşmaya başlamıştı. dedi.
Beyaz ışıkta bu şekiller tavan süpürgesini andırıyordu. Sivil giysili biri, «Craig, Harry Ward,» diye tekrarladı.
Sonra şekiller gemiden ve ışıktan uzaklaşıp öne doğ- Başka biri de elindeki kâğıtlara baktıktan sonra, «Yüz-
ru çıktılar. başı, Birleşik Amerika Donanması 043431,» diye ekledi.
Lacombe onlara doğru yürüdü. «Chicken kıyılarında kaybolmuş. Uçuş numarası 19.»
O ve ötekiler şimdi bunların... İnsan olduklarını gör-
müşlerdi. İlk konuşan sivil giysili fotoğrafların bulunduğu tablo-
«Ben Claude Lacombe'um,» dedi Fransız, dev gemi- ya giderek Craig'in resminin üzerine ufak bir band ya-
den çıkanlara. pıştırdı.
Adamlar da tam bir şaşkınlık içindeydiler. 1940'ların «Matthew McMichael. Teğmen. Birleşik Amerika Do-
nanması 0909411.»
«Teğmenim, geri döndüğünüze sevindik.»
Şimdi o yoğun ışıktan başkaları da çıkmaktaydı.
Sivillerden biri iyice afallamış bir halde, ekip başka-
nına, «Hiç yaşlanmamışlar,» dedi. «Einstein haklıymış.»
«Einstein da büyük bir olasılıkla onlardandı.»
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKİN İLİŞKİLER

STEVEN SPIELBERG «Bay Neary'nin durumunu konuşmamız gerek,» dedi


Fransızca olarak.
Dev gemiden inenlerin sayısı iki yüzü aşmıştı şimdi. Laughlin bu sözleri çevirirken, hepsi geminin altındaki
Gelenlerin çevresi hemen teknisyenler, tıbbi personel ve büyük açıklığın kapanmakta olduğunu farketti.
bazı sivil görevlilerce alınıyor ve penceresiz modüllere gö- Barry de görmüştü. «Gidiyorlar mı?» diye sordu an-
türülüyorlardı. Neary bu modüllerin üzerinde bir kancayla nesine.
halka bulunduğunu gördü. Herhalde bu modüller içinde- «Evet, gidiyorlar Barry. Sen benimle kalacak mısın?»
kilerle birlikte her şey sona erdikten sonra büyük askeri «Evet.»
helikopterler tarafından taşınacaklardı. «Büyüyünceye kadar ve her zaman mı?»
Neary arkasını dönünce, Jillian Guiller'in gemiye doğ- Küçük çocuk cevap vermedi, yalnızca neşeyle güldü.
ru koştuğunu gördü. Küçük bir şekil ışıktan koşarak çıkı- Lacombe, Laughlin ve Mayflower görevlileri hararetli
yordu. Barry'ydi bu. bir tartışmaya girişmişlerdi; hepsi aynı anda konuşuyordu.
Jillian çocuğun üzerine doğru atılırken, hem gülüyor, Laughlin susmalarını sağlamak için elini kaldırdı. «Bay
hem ağlıyordu. Barry'yi sımsıkı kucakladı. «Evet. 'Evet.'» Lacombe, bu olağan insanların olağanüstü koşullar altın-
Barry de annesine sarıldı. Neary onlardan az uzakta da olduğunu söylüyor. Onlar özel kişiler değil.»
heyecandan titriyordu. Lacombe hızlı hızlı Fransızca konuştu.
Jillian küçük oğlunu kucağında kenara götürerek al- Laughlin de çevirdi. «Bu insanlar hayatlarını tehlikeye
çak bir masanın üzerine oturttu. Barry, «Gökyüzüne git- sokarak, ailelerini terkederek onca yolu aşıp bu buluşma
tim, oradan bizim evi gördüm.» dedi. için geldiler buraya. Onlara bu yerin varolduğu bilgisi aşı-
«Ben de seni gökyüzüne giderken gördüm,» dedi Jil- lanmıştı. Bu güdü ve güven getirdi buraya onları. Şimdi
lian da. «Arkandan koştuğumu da gördün mü?» Bay Neary'nin mümkün olduğu kadar çabuk ve gönüllü
«Tabii..» olarak bu projeye katılması çok önemlidir.»
Roy Neary o ana dek kendisini farketmemiş olan La- Geminin açılan yeri tümüyle kapanmıştı..
combe'a doğru yürüdü. Fransız onu burada görmekten Barry ağlamaya başladı. «Güle, güle,» diye bağırıyor-
memnun olmuşa benziyordu. du. «Hoşçakalın.» Küçük ellerini gemiye doğru sallarken,
«Mösyö Neary,» dedi. «Ne istiyorsunuz?» Jillian da ağlamaya başladı.
«Gerçekte neler olup bittiğini öğrenmek istiyorum yal Lacombe önerisinde başarı kazanmış olacak ki, grup-
nızca.» tan ayrılarak yeniden Neary'nin yanına yaklaştı. Şaşkın
Lacombe ona doğru cevap vermesi gerektiğini dü- şaşkın duran Amerikalının elini sıktı. «Sizi kıskanıyorum,
şündü. Günkü Neary'nin bu tarihsel olayda can alıcı bir Bay Neary.»
etken olduğundan emindi. Neary'yi orada dey gemiyi sey- O anda dev gemi ses ve ışık patlamasıyla yeniden
rederken bırakıp Laughlin ve birkaç Mayflower Projesi gö- açıldı. Sanki 'dikkat, dikkat' demek ister gibi BİNG-BONG
revlilerinin toplandığı yere gitti.
STEVEN SPIELBERG

diye sesler çıkarıyordu. Bu sert sesten üsdeki tüm metal ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKİN İLİŞKİLER
şeyler takırdamaya başladı.
Yıldız gemisinin fırına benzeyen içinde bir şeyler kay- Tören başkanı «Bay Neary, sizden tam bir işbirliği
naşıyordu yine. Sarmal dönüşler yapan enerji patlamaları
bekleyebileceğimiz söylendi bana.» dedi. «Ne tür bir kanı-
birbirileriyle birleşiyor, giderek daha belirgin şekiller oluşj
turuyorlardı. nız var?»
Bir şekil belirginleşip durdu. Sonra bir başkası. Der- «Hiçbir fikrim yok,» diye cevap verdi Neary.
ken üçüncüsü. Tören başkanı Roy'u modüllerden birine götürdü. İçeri
Öne doğru bir adım attılar. Gemiden tek bir ses du- girdiler.
yuldu ama binlerce trampetin çalışı gibiydi bu. Üç şekil bir «Doğum tarihiniz?»
adım daha attı.
«4 Aralık 1945.»
Çok uzun, iki buçuk, üç buçuk metre boyundaydılar.
Son derecede ince. Bir insan vücudunun iç organları için «Difteri, kızamık gibi hastalıklara karşı aşı oldunuz
aşırı inceydiler. İnsanlara benzeyen yanları, bacak gibi mu? Ailenizde karaciğer rahatsızlığı olan var mı?»
şeylerle hareket etmeleri ve salladıkları şeylerin de kollara Jillian kucağında Barry'yle üsten çıkmıştı. Aşağıdan
benzemesiydi. yeni bir ses duyduğunda dağa tırmanıyordu. Durup geri
Jillian kendisine karşı koyan Barry'yi kucaklayarak dönerek aşağıya baktı.
üssün arka tarafına doğru götürdü çabucak. Bu kez işi Büyük uzay aracından çok yüksek tonda şakımaya
oluruna bırakmak, istemiyordu. Barry'ye kavuştuktan sonra benzeyen sesler çıkıyor, bulunduğu çevre enerjiden titri-
her şeye karş: koyabileceğini hissediyordu ama bu ya- yordu. Fırın gibi ağzından küçük şekiller çıkmaya başladı.
ratıklar ona fazla gelmişti artık. Bir metre boyundaydılar. Kol ve bacaklar gibi uzan-
Yaratıklar bir adım daha attıktan sonra durdular ve tıları ve balonumsu başları vardı. Ama bunları tam olarak
birbirlerine dokundular. Dokundukları anda da tepeden seçmek çok zordu. Çünkü ona aracın göz alıcı sarı - be-
tırnağa ışık saçmaya başlamışlardı. Orada duruyor, bir- yaz ışığa altında ancak siluetleri görülebiliyordu. Kolları ve
birilerine dokunuyor, sallanıyor ve ışık saçıyorlardı. Sonra bacakları da insanlarınkine oranla inanılmayacak denli es-
içlerinden biri o kola benzeyen uzantılarından birini Roy'a nekti.
doğru uzattı. Onu işaret ediyor gibiydi. Lacombe az sonra bunların sonsuzca uzayabilecek-
Neary ne yapacağını bilmez gibi kola benzeyen uzan- lerini keşfetti. Ufak ziyaretçilerden biri kolunu Lacombe'a
tıdan birkaç adım geriye çekildi. Ama uzantı onu izledi. dolamıştı, bu kol Fransızın tüm belini saracak biçimde uza-
Şimdi Roy'u işaret ettiği açıkça belliydi. yıp durdu.
Lacombe da cesaret vermek istermişçesine Roy'a ba- Önceleri ziyaretçilerde özel bir deneme merakı göze
şını sallayıp işaret etti.
çarpıyordu. Kendi şekillerini insanlarınkiyle karşılaştırır
gibiydiler. Ama insanların onlara gösterdiği tepkileri de
inceliyor, deniyorlardı.
Dokunuş anahtardı. Her yere, her şeye dokunuyorlar-
dı. Ancak dokunuş her insanda değişik tepkiler uyandır-
STEVEN SPIELBERG UÇUNCU TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER

dığından tulumlu teknisyenlerden bazıları ürkerek geri çe-


küçük bir fotoğraf makinesi çıkarıp resim çekmeye baş-
kilirken, kimisi daha dostça tepkiler gösteriyordu.
ladı. Barry küçük kahkahalar atarak annesine aşağıdaki
İçerisi küçük bir kilise olarak hazırlanmış büyük mo
arkadaşlarını anlatıyordu.
düllerden birinde garip bir ayin yapılmaktaydı. Sırtlarında
yaşam desteği araçları, ellerinde başlıkları bulunan on iki Lacombe şimdi bu insansı ziyaretçilerin ilgi ve yakın-
kırmızı tulumlu adam, beyaz tulum giymiş başka bir ada lık merkezi olmuştu. Çünkü tıpkı onlar gibi hareket ediyor,
mın önünde diz çökmüşlerdi. donulunca o da dokunuyor, okşanınca o da okşuyordu.
«Tanrıya her zaman şükürler olsun,» dedi rahip. Hem de gülüyordu. Yanındaki David Laughlin de aynı
«Tanrı yolumuzu açık etsin,» diye karşılık verdi şekilde meşguldü.
astronotlar da.
Kilisenin içindeyse rahip duasını sürdürüyordu. «Tanrı
«Tanrı bize sizin yolunuzu göstersin.» «Ve sizin yolunuzda size meleklerinin gözcülüğünü bağışladı. Siz, hacılara iyi
bize öncülük etsin.» Başka bir modülde Neary yolculuklar ihsan etsin.» Ne var ki, on iki astronotun
astronotlarınkinin aynısı olan kırmızı bir tulum giyiyordu.
dikkatini sık sık büyük pencere çekiyordu. Dışardaki ola-
Tören başkanı, «Bay Neary,» dedi. «Adamlarımız si-
zin imzanız gereken birkaç belge hazırladılar. Bunlardan il- ğanüstü olayları şöyle bir görüyor, işitiyorlardı.. Yıllarca bu
ki, Mayflower Projesi'nde kendi isteğinizle görev aldığınızı konuda eğitim görmüş olmalarına karşın yine de böyle bir
ve bu işbirliğine hiçbir baskı görmeden gönüllü olduğunu- şeye yeterince hazırlıklı değildiler.
zu belirtiyor.» Neary'nin modülündeyse tören başkanı hâlâ anlatı-
Dışarıda dokunuşlar artık genel olmaktan çıkmış, yordu. «Bu son belge sadece bir formalite. Artlarsınız ya,
özel ve belirli olmuştu. Ziyaretçiler insan eklemlerini, yüz- bu kanyon bölgesi dahilinde ve astronomimizin sınırları dı-
lerini ve sırtlarını yokluyorlardı. Eğer dokundukları kişi şında hukuki bir sorunla karşılaşabiliriz. Sizin... şey... tek-
bundan hoşlanmazsa, hemen onu bırakıp hoşlanan birine nik olarak söylemek gerekirse ölü olduğunuza dair bir
dokunuyorlardı. Ama dokundukları kişi de onlara do- dava açılabilir. Bu belge, eğer böyle bir karar verilirse,
kunarak karşılık verirse, insansı ziyaretçiler bir an için bunu kabul edeceğinizi belirtiyor. Yalnızca bir formalite
kendilerinden geçer gibi oluyor, parlayıp sönen çeşitli kuşkusuz.»
renkli ışıklar çıkarıyorlardı.
Roy ne adamın konuştuklarından bir şey anlıyor, ne
İnsansı yaratıkların 'dostlar'ı arasında olduğuna akıl-
ları kestikten sonra, artık bu dokunuş, okşama, sıvazla- de imzalamakta olduğu kâğıtların hangi amaca hizmet et-
ma çığrından çıkarak bir orji halini aldı. tiklerini biliyordu.
Kanyonun üzerindeki çıkıntıdan Jillian'la Barry bu On iki astronotun küçük kiliseden çıktıklarını gördü.
olağanüstü olayları seyrediyorlardı. Jillian el çantasından Sonra kendisi de tören başkanıyla onlara katıldı. Tören
başkanı Roy'a bir teyp ve kaset kutuları verirken ayaküstü
eğitimini sürdürüyordu. O arada da Neary'nin son
muayenesi yapılmaktaydı. Bir tıbbi teknisyen stetos-
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN İLİŞKİLER
STEVEN SPIELBERG

kobuyla kalbini dinliyor, bir başkası giysilerindeki elektrod- -bir şeyden bin yıl yaşlı bir şeye dönüşüyordu. Birden La-
ları kontrol ediyordu. combe, bu araçları yapıp binlerce ışık yılı yolculuk etme-
Şimdi rahip yeniden dua etmeye başlamış, sıra ha- lerini sağlayan tüm bilgeliği, süper zekâyı ve deneyimi bu
linde duran astronotları teker teker kutsuyordu. Küçük zi- olağanüstü yaratığın yaşlı bakışlarında ve... evet, gü-
yaretçiler papazla astronotların çevresini almış, bu ağır lümsemesinde buldu. Lacombe da ona gülümsedi. Sonra
davranışlardan sabırsızlanmış gibi yanıp sönen küçük ışık- küçük ziyaretçi ötekilerin arkasından hayalet gemiye bindi.
lar ve çıtırtılar çıkarıyorlardı. Rahip kutsama işini sürdü-
Neary hemen hemen içeri girmiş sayılırdı. Şimdi kafasında
rüyordu ama halinden çok korkmuş olduğu belliydi.
bir şarkı vardı. Pinokyo'dan bir şarkı.
Neary'nin işi bitince iki insansı yaratık onun çevresini
alıp ötekilerden ayırdı. Sonra sanki 'karar vermekte özgür
olduğunu anlatmak istermiş gibi onu orada yalnız bırakıp Yıldızlardan bir dileğin varsa,
çekildiler. Neary çevresine bakınarak Jillian'la Barry'yi Kim olursan ol
aradı. Ama bulamamıştı. Sonra Lacombe'u gördü. İki Kalbinin dileği ulaşacaktır sana.
adam uzunca bir süre birbirilerine baktılar ve Fransız
Roy'a cesaret vermek istercesine başını sallayıp gü- Neary rampadan içeriye, yıldız gemisinin fırına ben-
lümsedi. zeyen merkezine doğru bir adım daha attı. Çevresini sa-
Roy döndü ve öne doğru ilk adımını attı. Sonra ge- ran parlaklık gözleri kör edecek kadar şiddetliydi ama her
miye giden rampada yavaş yavaş yürümeye başladı. Ge- şeyi... her şeyi görebiliyordu. Kafasının içindeki müzik de
minin negatif yerçekimine ve fırın gibi ağzına yaklaştıkça giderek yükseliyordu.
hızlanıyordu. On iki astronot da onu izlediler.
Tek sıra halinde yürüyen astronotlar parlak ışıklarla Tüm yüreğin düşündeyse,
aydınlatılmış merdivenden dev geminin fırını andıran içine Gerçek olur dileklerin...
doğru çıkarlarken, onlara eşlik ediyordu insansı varlıklar.
Küçük yaratıklardan biri gruptan ayrılarak Lacombe'
un yanına geldi ve kola benzeyen uzantısını öne doğru Roy öteki astronotların halâ onunla birlikte olup ol-
kaldırıp ilk notanın karşılığı olan el işaretini yaptı. Bundan madıklarını anlamak için durup arkasına baktı. Sonra son
çok etkilenmiş olan Lacombe da karşılık verdi. Böylece kez Lacombe'a, Jillian'a ve Barry'ye el salladı. Kendisini
Fransızla yaratık karşılıklı öteki dört el işaretini de hâlâ görebildiklerini umuyordu.
tamamladılar. Rampanın sonundaki Neary, astronotlar ve küçük ya-
Lacombe aşağıya doğru... onun 'yüzü'ne baktı. Bu, ratıkların şekilleri ışık ve enerjiye dönüşüyordu.
sürekli bir değişim içindeydi: Embriyonik, biçimlenmemiş
Mavi bir yıldırım gibi Kader
gelip bulur sizi.
STEVEN SPIELBERG

Yıldızlardan bir dileğin varsa...


Gerçekleşir mutlaka.

Neary yeniden öne doğru, bilinmezin yakıcı özüne,


doğru yürümeye başladı.
Büyük, parlak kapı kayarak kapanıyordu.
Lacombe, Laughlin ve ötekiler sessizce durmuş sey-
rediyorlardı.
Ve hayalet gemi önce yavaş, sonra daha hızlı hare-
ket ederek ışıktan ayaklığı üzerinden kalktı. Ayaklık da
biçim değiştirerek çevresinde yükselmeye başladı. Çok
www.webturkiyeforum.com
geçmeden gökyüzüne uzanan parlak, rengârenk bir mer-
diven oluşmuştu. Şimdi kenarlarından ışıklar saçmaya by Ayhan
başlayan dev gemi yavaş yavaş bu merdivenden yükseldi.
Bulutları tabaka tabaka aştı, tâ ki bu büyük kent gökyü-
zünde en parlak yıldızların en görkemlisi oluncaya dek...
Jillian'la Barry birlikte seyrediyorlardı. Jillian son res-
mini çekti, dünya tarihindeki en önemli resimlerin en so-
nuncusunu.

SON

You might also like