You are on page 1of 4

Sonuç ne olursa olsun, Batı yanlısı liberaller ve Batı karşıtı

köktenciler arasındaki mücadele çerçevesinde


değerlendirilemeyecek, devasa özgürleştirici potansiyele
sahip bir hadiseye şahit oluyoruz.

Otoriter bir rejim nihai krizine ve çözülüşüne yaklaşırken


bir kural olarak iki adım mevzu bahistir. Gerçek çöküşten
önce gizemli bir kopuş meydana gelir: Bir anda insanlar
oyunun sonunun geldiğini fark ederler ve basitçe artık
korkmuyorlardır. Sadece rejimin meşruiyetini kaybetmesi
söz konusu değildir, güç kullanımının kendisi aciz bir panik
reaksiyonu olarak algılanır. Çizgi filmlerdeki klasik sahneyi
hepimiz biliriz: Kedi uçurumun kenarına gelir, altında
toprak olmadığını göz ardı ederek yürümeye devam eder ve
aşağıya baktığı zaman uçurumu fark ederek düşmeye
başlar. Rejim otoritesini kaybettiği zaman uçurumun
kenarındaki kediye benzer: Düşmesi için aşağıya bakmasını
hatırlatmak gerekir...

Humeyni devriminin klasik bir anlatısı olan Şahların Şahı


kitabında Ryszard Kapuscinski tam olarak bu kopuş anını
gösteren bir olayı aktarır: Tahran'daki bir dört yol ağzında,
tek bir gösterici kendisine uzaklaşmasını emreden bir polis
karşısında yerinden kımıldamayı reddeder ve utanç içinde
kalan polis geri çekilir; birkaç saat içinde bütün Tahran bu
olaydan haberdar olmuştur ve sokak kavgaları haftalardır
sürmesine rağmen herkes bir şekilde oyunun sona erdiğinin
farkına varır. Bugün de benzer bir şey mi yaşanıyor?

Tahran'daki olayların birçok versiyonu mevcut. Bazıları


protestoları Ukrayna, Gürcistan vb. yerlerde yaşanan
'turuncu' devrimlere paralel olarak Batı yanlısı 'reform
hareketi'nin yükselişi olarak değerlendiriyor -Ayetullah
Humeyni devrimine karşı seküler bir tepki. Protestoları
İslamcı köktencilikten kurtulmuş liberal-demokratik, yeni
bir İran için atılan ilk adım olarak görüyor ve destekliyorlar.
Onlara karşılık verenler ise Mahmud Ahmedinecad'ın
gerçekten kazandığını düşünen kuşkucular: Ahmedinecad
çoğunluğun sesi, fakat Mir Hüseyin Musavi'yi
destekleyenler orta sınıflar ve onların varlıklı, moda
düşkünü gençliği. Kısaca: Yanılsamalardan kurtulalım ve
Ahmedinecad'ın İran'a layık bir devlet başkanı olduğu
gerçeğiyle yüzleşelim. Ayrıca Ahmedinecad'dan sadece
birtakım kozmetik farklılıklara sahip, dini sınıfın bir üyesi
olduğu için Musavi'yi istemeyenler de var: Musevi de atom
enerjisi programına devam etmek istiyor, İsrail'i tanımaya
karşı ayrıca Irak savaşı yıllarında başbakan olarak
Humeyni'nin tam desteğini almış biri.

Son olarak, bunların arasında en üzücü olan ise


Ahmedinecad'ın solcu destekçileri: Onlar için gerçekten
önemli olan İran'ın bağımsızlığı. Ahmedinecad kazandı
çünkü ülkesinin bağımsızlığı için ayağa kalktı, elitlerin
yozlaşmasını ifşa etti ve yoksul çoğunluğun gelirini
artırmak için petrol gelirlerini kullandı -Batı medyasının
çizdiği soykırım inkarcısı bir fanatik imajının altında gerçek
Ahmedinecad'ın bu olduğu anlatılıyor bizlere. Bu görüşe
göre aslında şu anda İran'da yaşananlar 1953'te
Mossadegh'in düşürülmesinin bir tekrarı -meşru bir devlet
başkanına karşı düzenlenen Batı destekli bir darbe. Bu
görüş sadece gerçekleri göz ardı etmiyor: Seçimlerdeki
yüksek katılım oranı -yüzde 55'ten 85'e sıçrayan- sadece
protesto oyu olarak açıklanabilir. Ayrıca halk iradesinin
gerçek bir şekilde gösterilmesi karşısındaki körlüğünü de
gösteriyor, hor gören bir tavırla Ahmedinecad'ın geri kalmış
İranlılar için fazlasıyla iyi olduğunu varsayarak: Seküler bir
sol tarafından yönetilebilmek için yeteri kadar olgun
değiller.

Her ne kadar birbirlerine karşıt olsalar da bütün bu


versiyonlar İran'daki prostestoları İslamcı fanatikler ile
Batı yanlısı liberal reformistler arasındaki bir çatışma
ekseninde değerlendiriyor ve bu nedenle de Musavi'yi bir
bağlama oturtmakta çok zorlanıyorlar: Musevi daha fazla
kişisel özgürlük ve piyasa ekonomisi isteyen, Batı'nın
desteklediği bir reformist mi yoksa kazanacağı zafer rejimin
doğasında herhangi ciddi bir değişikliğe yol açmayacak bir
dini sınıf mensubu mu? Bu türden aşırı savrulmalar söz
konusu yorumların tamamının protestoların gerçek doğasını
ıskaladığını göstermektedir.

Musevi taraftarlarının kullandığı yeşil renk, akşam


karanlığında Tahran'daki çatılardan yükselen 'Allahüekber'
nidaları açık bir şekilde kendi eylemliliklerini 1979 Humeyni
devriminin bir tekrarı, devrimin köklerine geri dönüş,
devrimin yozlaşmasına son verilmesi olarak gördüklerine
işaret etmektedir. Bu kökenlere geri dönüş sadece
programatik değildir; bundan da öte kitlelerin eylemliliğiyle
alakalıdır: İnsanların empati uyandıran birliği, her şeyi
kapsayan bir dayanışma duygusu, yaratıcı özörgütlenme,
protestoları birbirlerine eklemlemeyi hedefleyen tarzların
emprovizasyonu, binlerce insanın kati bir sessizlik içinde
yaptığı kaygı dolu yürüyüşte görüldüğü üzere
kendiliğindenlik ve disiplinin kendine özgü birliği. Burada
söz konusu olan Humeyni devriminin hayal kırıklığına
uğramış partizanların hakiki bir halk ayaklanmasıdır.

Bu öngörüden çıkarılması gereken birkaç önemli sonuç


bulunmaktadır. Öncelikle Ahmedinecad, İslamcı yoksulların
kahramanı değil gerçekten yozlaşmış İslamcı-faşist bir
popülist, palyaço duruşu ve acımasız güç siyasetinin
karışımı ayetullahlar arasında dahi rahatsızlığa yol açan bir
tür İranlı Berlusconi'dir. Demagojik bir şekilde yoksullara
ekmek kırıntısı dağıtması bizi aldatmamalıdır:
Ahmedinecad'ın arkasında polis baskısı ve hayli Batılı
normlara sahip halkla ilişkiler aygıtlarının yanı sıra rejimin
yozlaşmasının bir sonucu olan güçlü bir yeni zengin sınıf
yer almaktadır. (İran'daki Devrim Muhafızları işçi sınıfı
milisleri değil mega bir şirket, ülkedeki en güçlü zenginlik
merkezidir).

İkinci olarak, Ahmedinecad karşısındaki iki aday, Mehdi


Kerrubi ve Musavi arasında bariz bir fark vardır. Daha
ziyade bir reformist olan Kerrubi basitçe kimlik siyasetinin
İran'a özgü bir versiyonunu önermekte, farklı toplumsal
gruplara ayrıcalık sözü vermektedir. Musavi ise tamamen
farklı birşeydir: Onun ismi Humeyni devriminin sürekliliğini
sağlayan popüler hayali yeniden canlandırılmasını ifade
etmektedir. Bir ütopya dahi olsa bu hayalin devrimin hakiki
ütopyasını barındırdığını görmek gerekir. Bunun anlamı
1979'daki Humeyni devriminin basitçe İslamcı fanatiklerin
darbesine indirgenemeyeceğidir -bundan çok daha
fazlasıdır. Şu an, nefes kesici bir siyasal ve toplumsal
yaratıcılık, örgütsel deneyler ve öğrenciler ile sıradan
insanlar arasındaki tartışmalarla birlikte devrimden sonraki
ilk yılda yaşanan olağanüstü coşkuyu hatırlama zamanıdır.
Bu patlamanın neden bastırılması gerektiği Humeyni
devriminin otantik bir siyasi hadise, toplumsal
dönüşümünün ismi duyulmamış güçlerini harekete geçiren
anlık bir başlangıç, 'her şeyin mümkün göründüğü' bir
moment olduğunu göstermektedir. Ardından gelen ise
siyasal kontrolün İslami müesses nizam tarafından ele
geçirildiği tedrici bir kapanmadır. Freudyen terimlerle ifade
etmek gerekirse, bugünün protesto hareketi Humeyni
devrimin ardından 'bastırılanın geri dönüşü'dür.

Son olarak, bunun anlamı İslam'da hakiki bir özgürleştirici


potansiyelin olduğudur -'iyi' bir İslam bulmak için 10.
yüzyıla gitmeye gerek yok, gözümüzün önünde duruyor.

Gelecek belirsiz -büyük bir olasılıkla iktidardakiler popüler


patlamayı kontrol altına alacaklar ve kedi uçuruma
düşmeyecek, tekrar zemin kazanacak. Fakat, artık aynı
rejim değil, diğerleri gibi yozlaşmış otoriter bir iktidar
olacak. Sonuç ne olursa olsun, Batı yanlısı liberaller ve Batı
karşıtı köktenciler arasındaki mücadele çerçevesinde
değerlendirilemeyecek, devasa özgürleştirici potansiyele
sahip bir hadiseye şahit oluyoruz. Eğer sinik
pragmatizmimiz bu özgürleştirici boyutu kavrama
potansiyelimizi yitirmemize neden olacaksa bizler Batı'da
demokrasi sonrası bir döneme giriyoruz ve kendi
Ahmedinecad'larımıza hazırlanıyoruz demektir. İtalyanlar
halihazırda onun ismini biliyor: Berlusconi. Diğerleri ise
sırada bekliyor.(SZ/BÇ)

* Bu makale supportiran.blogspot.com'da yayınlandı, Aykut


Kılıç tarafından Türkçeleştirildi. Bianet’te yayınlandı.

You might also like