You are on page 1of 2

neden canımız sıkılır?

Bu devirde nasıl oluyor da insanın canı sıkılıyor? Işlerimizin yogunlugu, aile


ve sosyal yaşam canımızın sıkılmasına fırsat vermiyor bile. Seyrek olarak ele
geçirdigimiz boş zamalarda bile modern bir insanın kendini oyalayacagı o kadar
çok şey var ki!
Iş hayatının zorunluluklarıyla tüketim endüstrisinin birlikteligi can
sıkıntısını hayatımızdan tamamen çıkartmış görünüyor. . .

Peki neden hala can sıkıntısının karşıtı olan etkin olmak kitle iletişim
araçlarında abartılı bır şekilde gündeme getiriliyor?
Basının insanları modayı takip etmeye, boş zamanlarını iyi degerlendirmeye,
sürekli meşgül olmaya teşvik etmesi, can sıkıntısına duyulan obsesif bir
korkunun varlıgına işaret etmiyor mu? Bu nedenle, günümüz kültürünün çekirdegini
esas olarak can sıkıntısı ve her ne şekilde olursa olsun can sıkıntısından
kaçınmak oluşturmuyor mu?

Kendimizin daha iyi veya kusursuz bir versiyonuyla daha heyecanlı bir dünya
yaratabilecegimiz türünden boş ve sahte vaatlere neden karşı koyamıyoruz? Bizler
tüketim endüstrisinin deneyimli uzmanları olduk, onların sahtekarlıklarını en
ince ayrıntısına kadar biliyoruz. Buna ragmen yine nafile yere o en çok
korktugumuz can sıkıntısından kaçınmaya çalışıyoruz. Sandıgımız gibi özgür
bireyler degil miyiz yoksa?

Evet kesinlikle degiliz. Freud biliyordu. Bilindigi gibi Freud bireyin doguşunu
olaganüstü bir hayal kırıklıgı olarak tanımlar. Bu (birey olma) toplumun
bütünlüklü bir üyesi olabilmek için gerekli temel ihtiyaçların bir
şartlanmışlıgını, bir islahını içerir- bu şartlanmıslık bizi sürekli
nesneleştiren ötekilerle anlaşabilmek için gereklidir.
Kısaca söylersek ben in oluşmasına öteki sebep olur. Fransız filosof ve
psikanalist Jacques Lacan bu tin kuramından bir dil kuramı yapmıştır. Yani Lacan
a göre tin, sadece dilin yapısına bakılarak anlaşılabilir. Mantıklı bir iddia,
çünkü insan sadece dille kendini açıklayabildiginde birey olabilir. Yani sonuç
olarak şunu söyleyebiliriz: bir insan bir ben den ancak dili kullanarak
bahsedebilir.

Ama aynı zamanda dil bize, ötekinin ben i nasıl oluşturdugunu da gösterir. Dil,
bireyin ihtiyaçlarını açıklayabilmek için kullandıgı bir araçtır, bunu soru
sorarak yapar. Cevap gelecegine inandıgın için soru sorarsın. Ama yine de pek
emin degilsindir; öteki bana cevap verebilecek mi acaba? Öteki ne istedigimi
anlayabilecek mi? Ama tersi de olabilir tabii: ötekinin sorusunu
cevaplayabilecek miyim?

Özetlersek: sorular sebebiyle ben le öteki arasında bir ayrışma, bir bölünme
ortaya çıkıyor. Aslında bu bölünme gereklidir, çünkü bu bölünme sebebiyle ben
istiyorum diyebiliyorsun. Ama aynı bölünme endişe verici bir güvensizlige neden
oluyor.

Lacan a göre dil, arzuların ortaya çıkmasına yol açar. Sen bölünmenin,
parçalanmanın olmadıgı bir dünya arzular, ben ve ötekini birleştirmek istersin.
Herşeyi düzeltebilecek sözcükler söylemeyi arzularsın. Ama sen ne kadar çok
söylersen, aradaki mesafenin giderilemez oluşunun verdigi acı bir o kadar daha
artar.

Sevgiline şöyle sorman gibi: Beni seviyor musun? - evet - beni gerçekten
seviyor musun? - evet - beni gerçekten çok seviyor musun? - evet - beni
gerçekten çok ama çok seviyor musun? - evet .
Bu oyunu ne kadar uzatırsan uzat, seni tatmin edecek olan cevabı hiçbir zaman
alamayacaksın.

Filosofie Magazine, temmuz/agustos 2004

You might also like