You are on page 1of 809

KARL

MARKS

KAPÝTAL
ÜÇÜNCÜ CÝLT

ERÝÞ YAYINLARI

Karl Marks 1
Kapital III
ÝKÝNCÝ BASKI
KAPÝTAL
EKONOMÝ POLÝTÝÐÝN ELEÞTÝRÝSÝ
ÜÇÜNCÜ CÝLT

KARL MARX

ÜÇÜNCÜ KÝTAP
BÝR BÜTÜN OLARAK KAPÝTALÝST ÜRETÝM SÜRECÝ

YAYINA HAZIRLAYAN
FRÝEDRÝCH ENGELS
Karl Marx’ýn Capital, A Critical Analysis of Capitalist Productuon, Volume III, (Progress
Publishers, Moscow 1974) adlý yapýtýný Ýngilizcesinden Alaattin Bilgi dilimize çevirmiþ, ve kitap,
Kapital, Ekonomi Politiðin Eleþtirisi, Üçüncü Cilt, adý ile, Sol Yayýnlarý tarafýndan Þubat 1990
(Birinci baský: Aðustos 1978) tarihinde yayýnlanmýþtýr.
Eriþ Yayýnlarý tarafýndan düzenlenmiþtir. 2004.
erisyayinlari@kurtuluscephesi.org
http://www.kurtuluscephesi.com
http://www.kurtuluscephesi.org
http://www.kurtuluscephesi.net
ÝÇÝNDEKÝLER

11 Önsöz, Friedrich Engels

ÜÇÜNCÜ KÝTAP
BÝR BÜTÜN OLARAK
KAPÝTALÝST ÜRETÝM SÜRECÝ
29

BÝRÝNCÝ KISIM
ARTI-DEÐERÝN KÂRA VE
ARTI-DEÐER ORANININ KÂR ORANINA DÖNÜÞMESÝ
31

31 BÝRÝNCÝ BÖLÜM – Maliyet Fiyatý ve Kâr


43 ÝKÝNCÝ BÖLÜM – Kâr Oraný
50 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM – Kâr Oranýnýn Artý-Deðer Oraný ile Baðýntýsý
53 I. a’ sabit, d/S deðiþken
55 1) a’ ve S sabit, d deðiþken
58 2) a’ sabit, d deðiþken, S, d’deki deðiþme yoluyla deðiþiyor.
58 3) a’ ve d sabit, s ve bu nedenle S deðiþken.
59 4) d sabit, d, s ve S’nin hepsi deðiþken.
61 II. a’ deðiþken
62 1) a’ deðiþken d : S sabit.
63 2) a’ ve d deðiþken, S sabit.
64 3) a’, d ve S deðiþken.
67 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM – Devrin Kâr Oraný Üzerindeki Etkisi
73 BEÞÝNCÝ BÖLÜM – Deðiþmeyen Sermayenin Kullanýmýnda Ekonomi
73 I. Genel
82 II. Ýþ Koþullarýnda, Ýþçinin Sýrtýndan Yapýlan Tasarruflar
89 III. Enerjinin Üretilmesinde, Ýletilmesinde ve Binalarda Tasarruf
93 IV. Üretim Artýklarýndan Yararlanma
95 V. Buluþlar Yoluyla Saðlanan Tasarruf
97 ALTINCI BÖLÜM – Fiyat Dalgalanmalarýnýn Etkisi
97 I. Hammadde Fiyatlarýnda Dalgalanmalar ve Bunlarýn Kâr Oraný
Üzerindeki Doðrudan Etkileri
101 II. Sermayenin Deðer Olarak Yükselmesi, Düþmesi, Serbest
Kalmasý ve Baðlanmasý
113 III. Genel Gorünüm. 1861-65 Pamuk Bunalýmý Buna Öngelen
Yýllarýn Öyküsü. 1845-60
116 1861-64. Amerikan Ýç Savaþý. Pamuk Kýtlýðý. Hammadde
Kýtlýðý ve Pahalýlýðý Yüzünden Üretim Sürecinde Kesintinin En
Büyük Örneði Pamuk Artýðý Doðu Hint Pamuðu (Surat) Ýþçi
Ücretleri Üzerindeki Etki. Makinelerde Ýyileþmeler. Pamuða
Niþasta ve Madeni Maddelerin Katýlmasý. Niþasta Haþýlýnýn
Ýþçiler Üzerindeki Etkisi. Ýnce Ýplik Ýmalatçýlarý.
Fabrikatörlerin Hilekarlýðý.
123 C o r p o r e V i l i Deneyleri
125 YEDÝNCÝ BÖLÜM – Tamamlayýcý Düþünceler

ÝKÝNCÝ KISIM
KÂRIN ORTALAMA KÂRA DÖNÜÞMESÝ
129
129 SEKÝZÝNCÝ BÖLÜM – Farklý Üretim Kollarýnda Farklý Sermaye
Bileþimleri ve Kâr Oranlarýnda Bundan Ýleri Gelen Farklýlýklar
140 DOKUZUNCU BÖLÜM – Genel Bir Kâr Oranýnýn Oluþmasý
(Ortalama Kâr Oraný) ve Meta Deðerlerinin Üretim Fiyatlarýna
Dönüþmesi
156 ONUNCU BÖLÜM – Genel Kâr Oranýnýn Rekabet Yoluyla
Eþitlenmesi. Piyasa-Fiyatlarý ve Piyasa-Deðerleri. Artý-Kâr
179 ONBÝRÝNCÝ BÖLÜM – Genel Ücret Dalgalanmalarýnýn Üretim-Fiyatý
Üzerindeki Etkileri
183 ONÝKÝNCÝ BÖLÜM – Tamamlayýcý Açýklamalar
183 I. Üretim-Fiyatýnda Bir Deðiþikliði Gerektiren Nedenler
184 II. Ortalama Bileþimli Metalarýn Üretim-Fiyatý
186 III. Kapitalistin Telafi Konusundaki Dayandýðý Nedenler

ÜÇÜNCÜ KISIM
KÂR ORANININ DÜÞME EÐÝLÝMÝ YASASI
189
189 ONÜÇÜNCÜ BÖLÜM – Yasanýn Niteliði
207 ONDÖRDÜNCÜ BÖLÜM – Zýt Yönde Etkiler
207 I. Sömürü Yoðunluðundaki Artýþ
210 II. Ücretlerin, Emek-Gücünün Deðerinin Altýna Düþmesi
210 III. Deðiþmeyen Sermaye Öðelerinin Ucuzlamasý
211 IV. Nispi Aþýrý-Nüfus
211 V. Dýþ Ticaret
214 VI. Hisse Senetli Sermayenin Artýþý
215 ONBEÞÝNCÝ BÖLÜM – Yasanýn Ýç Çeliþkilerinin Serimi
215 I. Genel
220 II. Üretimin Geniþlemesi ile Artý-Deðer Üretimi Arasýndaki
Çatýþma
223 III. Sermaye Fazlasý ve Nüfus Fazlasý
230 IV. Tamamlayýcý Düþünceler
DÖRDÜNCÜ KISIM
META-SERMAYENÝN VE PARA-SERMAYENÝN
TÝCARET SERMAYESÝNE VE PARA TÝCARETÝYLE
UÐRAÞAN SERMAYEYE DÖNÜÞMESÝ
237
237 ONALTlNCI BÖLÜM – Ticaret Sermayesi
249 ONYEDÝNCÝ BÖLÜM – Ticari Kâr
267 ONSEKÝZÝNCÝ BÖLÜM – Tüccar Sermayesinin Devri. Fiyatlar
278 ONDOKUZUNCU BÖLÜM – Para Ticaretiyle Uðraþan Sermaye
285 YÝRMÝNCÝ BÖLÜM – Tüccar Sermayesi Konusunda Tarihsel Malzeme

BEÞÝNCÝ KISIM
KÂRIN FAÝZE VE GÝRÝÞÝM KÂRINA BÖLÜNMESÝ
298
298 YÝRMÝBÝRÝNCÝ BÖLÜM – Faiz Getiren Sermaye
316 YÝRMÝÝKÝNCÝ BÖLÜM – Kârýn Bölünmesi, Faiz Oraný. “Doðal” Faiz
Oraný
327 YÝRMÝÜÇÜNCÜ BÖLÜM – Faiz ve Giriþim Kârý
346 YÝRMÝDÖRDÜNCÜ BÖLÜM – Sermaye Ýliþkilerinin Yüzeysel Bir
Biçimi Olarak Faiz Getiren Sermaye
354 YÝRMÝBEÞÝNCÝ BÖLÜM – Kredi ve Fiktif Sermaye
369 YÝRMÝALTlNCI BÖLÜM – Para-Sermayenin Birikimi. Bunun Faiz
Oraný Üzerindeki Etkisi
388 YÝRMÝYEDÝNCÝ BÖLÜM – Kapitalist Üretimde Kredinin Rolü
394 YÝRMÝSEKÝZÝNCÝ BÖLÜM – Dolaþým Aracý ve Sermaye. Tooke ve
Fullarton’un Görüþleri

ÜÇÜNCÜ KÝTAP
TÜM OLARAK
KAPÝTALÝST ÜRETÝM SÜRECÝ
411

BEÞÝNCÝ KISIM
KÂRIN FAÝZE VE GÝRÝÞÝM KÂRINA BÖLÜNMESÝ
FAÝZ GETÝREN SERMAYE
(DEVAM)
413
413 YÝRMÝDOKUZUNCU BÖLÜM – Banka Sermayesini Oluþturan Kýsýmlar
424 OTUZUNCU BÖLÜM – Para-Sermaye ve Gerçek Sermaye I
440 OTUZBÝRÝNCÝ BÖLÜM – Para-Sermaye ve Gerçek Sermaye II (Devam)
440 1. Paranýn Borç Sermayesine Dönüþmes
446 2. Sermayenin ya da Gelirin Borç Sermayesine Çevrilen Paraya
Dönüþmesi
449 OTUZÝKÝNCÝ BÖLÜM – Para-Sermaye ve Gerçek Sermaye III (Son)
463 OTUZÜÇÜNCÜ BÖLÜM – Kredi Sisteminde Dolaþým Aracý
486 OTUZDÖRDÜNCÜ BÖLÜM – Currency Prlncýple ve 1844 Tarihli Ýngiliz
Banka Yasasý
502 OTUZBEÞÝNCÝ BÖLÜM – Deðerli Maden ve Kambiyo Kuru
502 I. Altýn Rezervinin Hareketi
510 II. Kambiyo Kurlarý
511 Asya ile Olan Kambiyo Kuru
524 Ýngiltere’nini Ticaret Dengesi
526 OTUZALTINCI BOLÜM – Kapitalist-Öncesi Ýliþkiler
541 Ortaçaðlarda Faiz
543 Faizin Yasaklanmasý ile Kilisenin Saðladýðý Çýkarlar

ALTINCI KISIM
ARTI-KÂRIN TOPRAK RANTINA DÖNÜÞMESI
544
544 OTUZYEDÝNCÝ BÖLÜM – G i r i þ
566 OTUZSEKÝZÝNCÝ BÖLÜM – Farklýlýk Rantý (Diferansiyel Rant):
Genel Görüþler
574 OTUZDOKUZUNCU BÖLÜM – Farklýlýk Rantýnýn Birinci Biçimi
(Farklýlýk Rantý I)
595 KIRKINCI BÖLÜM – Farklýlýk Rantýnýn Ýkinci Biçimi (Farklýlýk Rantý II)
605 KlRKBÝRÝNCÝ BÖLÜM – Farklýlýk Rantý II – Birinci Durum:
Üretim-Fiyatý Sabit
612 KlRKÝKÝNCÝ BÖLÜM – Farklýlýk Rantý II – Ýkinci Durum: Üretim-Fiyatý
Düþüyor
612       I. Ek Sermaye Yatýrýmýnýn Üretkenliði Ayný Kalýr
619       II. Ek Sermayenin Azalan Üretkenlik Oraný
620       III. Ek Sermayenin Artan Üretkenlik Oraný
626 KIRKÜÇÜNCÜ BÖLÜM – Farklýlýk Rantý II – Üçüncü Durum: Yükselen
Üretim-Fiyatý. Sonuçlar
647 KIRKDÖRDÜNCÜ BÖLÜM – En Kötü Ekili Toprak Üzerinde Farklýlýk
Rantý
655 KIRKBEÞÝNCÝ BÖLÜM – Mutlak Toprak Rantý
676 KIRKALTINCI BÖLÜM – Arsa Rantý. Madencilikteki Rant. Topraðýn
Fiyatý
684 KIRKYEDÝNCÝ BÖLÜM – Kapitalist Toprak Rantýnýn Doðuþu
684 I. Giriþ
691 II. Emek-Rant
694 III. Aynî-Rant
696 IV. Para-Rant
701 V. Yarýcýlýk ve Küçük Ölçekli Köylü Mülkiyeti

YEDÝNCÝ KISIM
GELÝRLER VE KAYNAKLARI
712
712 KIRKSEKÝZÝNCÝ BÖLÜM – Üçlü Formül
728 KIRKDOKUZUNCU BÖLÜM – Üretim Sürecinin Tahlili Üzerine
745 ELLÝNCÝ BÖLÜM – Rekabetin Yarattýðý Yanýlsama
766 ELLÝBÝRÝNCÝ BÖLÜM – Bölüþüm Ýliþkileri ve Üretim Ýliþkileri
772 ELLÝÝKÝNCÝ BÖLÜM – S ý n ý f l a r
EKLER
775
777 Kapital’in Üçüncü Cildine Ek. F. Engels
778 I. Deðer Yasasý ve Kâr Oraný
792 II. Borsa

DÝZÝNLER
795
797 Kaynaklar Dizini
797 Yazarlar
802 Anonimler Gazete ve Dergiler
804 Parlamento Raporlarý ve Öteki Resmi Yayýnlar
806 Öteki Dillerdeki Sözcük, Terim ve Deyimler
809 Kýsaltmalar
ÖNSÖZ

MARX’IN baþyapýtýnýn bu üçüncü kitabýný, teorik kýsmýn sonucu-


nu yayýna hazýrlamak ayrýcalýðýna, ensonu kavuþmuþ bulunuyorum.
1885’te ikinci cildi yayýnladýðým zaman, hiç kuþkusuz çok önemli birkaç
kesim dýþýnda, üçüncü cildin herhalde yalnýzca teknik güçlükler göste-
receðini düþünmüþtüm. Gerçekten de böyle oldu. Ne var ki, o zaman,
bütün yapýtýn en önemli kýsýmlarýný oluþturan bu kesimlerin bana bu
denli büyük güçlükler çýkartabileceði konusunda bir fikrim olmadýðý gibi,
yapýtýn tamamlanmasýný bu denli geciktiren diðer engelleri de
kestirememiþtim.
Ýkincisi ve hepsinden önemlisi, yýllardýr yazý yazma zamanýmý en
az sýnýra indiren ve þimdi bile, yapay ýþýk altýnda yazý yazmama ancak
istisnai durumlarda izin veren, gözlerimdeki zayýflýktý. Üstelik, Marx’ýn ve
benim daha önceki yapýtlarýmýzýn yeni baskýlarý ve çevirileri, ve dolayý-
sýyla çoðu kez yeni bir inceleme [sayfa 11] yapýlmaksýzýn hazýrlanmalarý

Karl Marks 11
Kapital III
olanaksýz gözden geçirmeler, önsözler ve ekler, vb. gibi geriye býraký-
lamayacak baþka ivedi iþler de vardý. Bütün bunlardan baþka, metni
konusunda tüm sorumluluðunu taþýdýðým ve bu nedenle zamanýmýn
büyük bir kýsmýný alan bu yapýtýn birinci cildinin Ýngilizce baskýsý vardý.
Son on yýlda uluslararasý sosyalist yazýnýn muazzam artýþýný ve özellikle
Marx’ýn ve benim daha önceki yapýtlarýmýn çok sayýdaki çevirilerini biraz
izlemiþ olanlar, bunlarýn çevirmenlerine yardýmcý olabileceðim ve bu
yüzden de yapýtlarýný gözden geçirmeyi vicdanen geri çeviremeyeceðim
dillerin sayýsýnýn çok sýnýrlý olmasýný, bir talih eseri saymakta haklý ol-
duðumu kabul edeceklerdir. Ne var ki, yazýndaki bu artýþ, buna tekabül
eden uluslararasý iþçi sýnýfý hareketinin kendisinde bir büyümenin yalnýz-
ca bir belirtisiydi. Ve bu, bana yeni yükümlülükler yüklüyordu. Halk içer-
sindeki faaliyetlerimizin ilk gününden beri, çeþitli ülkelerdeki ulusal
sosyalist ve iþçi hareketlerinde aracýlýk etme iþinin esas yükünü omuzla-
yanlar, Marx ile ben olmuþtuk. Bu iþ, hareketin bütünündeki geniþleme
oranýnda artmýþtý. Ölümüne dek burada da asýl yükü omuzlayan Marx
idi. Ama onun ölümündensonra, gitgide artan hacimdeki iþi tek baþýma
benim yapmam gerekti. O zamandan beri, çeþitli ulusal iþçi partileri için,
aralarýnda doðrudan iliþki kurmak kural haline geldi ve bu çok þükür ki
gitgide artmaktadýr. Gene de benden yardým istekleri, teorik çalýþmalarým
yönünden, benim dileyebileceðimden daha sýk olmaktadýr. Þu da var ki,
benim gibi bu harekette elli yýldan fazla bir zaman faal olan bir kimse,
bununla iliþkisi olan iþlere, gecikmeye tahammülü olmayan, yerine geti-
rilmesi zorunlu bir görev gözüyle bakar. Bizim olaylarla dolu zamanýmýz-
da, týpký 16. yüzyýlda olduðu gibi, toplumsal konularda salt teorisyenler,
ancak gericiliðin safýnda bulunurlar ve bu nedenle bunlar, sözcüðün tam
anlamýyla teorisyen bile deðil, yalnýzca gericiliðin savunucularýdýr.
Londra’da yaþamam nedeniyle parti iliþkilerim, kýþýn yalnýzca
yazýþmalar ile sýnýrlý olduðu halde, yazýn geniþ ölçüde kiþisel oluyor. Bu
olgu ve sayýlarý devamlý artan ülkelerdeki hareketleri, ve bundan daha
da büyük bir hýzla çoðalan basýn organlarýný izleme zorunluluðu, beni,
tamamlanmasý kesintiye tahammülü olmayan iþler için, kýþ aylarýný, öze-
llikle yýlýn ilk üç ayýný ayýrma zorunda býraktý. Bir insan yetmiþini geçince,
beynindeki Meynert çaðrýþýmý lifleri cansýkýcý bir sakýnganlýkla çalýþmaya
baþlýyor. Zor teorik sorunlarda, araya zaman girdiðinde, bunun üstesin-
den eskisi kadar kolay ve çabuk gelemiyor. Ýþte bu yüzden bir kýþ üze-
rinde çalýþýlan iþ, eðer o kýþ tamamlanmamýþ ise, onu izleyen kýþ, geniþ
ölçüde yeniden baþlanmak zorunda kalýnýyor. En güç olan beþinci kýsým
için durum iþte böyle oldu.
Okurun aþaðýdaki açýklamalardan da göreceði gibi, üçüncü cildi
baskýya hazýrlama iþi, ikincisinin hazýrlanmasýndan büsbütün farklý oldu.
Üçüncü cilt için, elde, son derece eksik bir ilk taslak dýþýnda hiç bir þey
yoktu. Çeþitli kýsýmlarýn baþlangýçlarý kural olarak oldukça dikkatle
iþlenmiþ ve hatta üslup olarak üzerinde durulmuþtu. Ama daha ilerilere

12 Karl Marks
Kapital III
gidildikçe, elyazmasý daha da taslak halinde ve eksikti; o anda ortaya
çýkan ve tartýþma içersindeki asýl yerleri ilerde verilecek karara býrakýlan
yan-sorunlara dalýp gitmeler daha da artýyordu; düþüncelerin in statu
nascendi* kaydedildiði tümceler daha da uzuyor ve karmaþýk hale geli-
yordu. Bazý yerlerde elyazýsý ile konunun sunuluþu, aþýrý çalýþmanýn [sayfa
12] neden olduðu, ve daha baþlangýçta, yazarýn iþini gitgide güçleþtiren ve
ensonu onu zaman zaman büsbütün çalýþmayý býrakmaya zorlayan hasta-
lýðýn belirtilerini ve yavaþ yavaþ ilerleyiþini açýkça belli ediyordu. Buna
þaþmamak da gerekir. 1863 ile 1867 arasýnda Marx, yalnýz Kapital’in son
iki cildinin ilk taslaklarýný tamamlamakla kalmamýþ, birinci cildi baskýya
hazýrladýðý gibi, Uluslararasý Emekçiler Birliðinin kuruluþu ve geliþmesi
ile ilgili muazzam iþi de yerine getirmiþtir. Bunlarýn sonucu olarak, Marx’ý,
ikinci ve üçüncü ciltlere son þeklini vermekten alýkoyan hastalýðýn uður-
suz belirtileri, daha 1864 ve 1865’te görülmeye baþlamýþtýr.
Okunmasýý çoðu kez benim için bile zor olan elyazmasýný baþtan
sona. okunabilir bir þekilde yazdýrmakla iþe baþladým. Bu bile epeyce
zaman aldý. Ancak bundan sonradýr ki, asýl redaksiyona baþlayabildim.
Bunu en temel noktalarla sýnýrladým. Yeter derecede açýk olduðu yerler-
de ilk taslaðýn niteliðini korumak için elimden geleni yaptým. Marx’ýn
adeti olduðu üzere, konuya baþka bir açýdan bakýldýðý ya da hiç deðilse
ayný düþüncenin farklý sözcüklerle ifade edildiði yerlerde, yapýlan yinele-
meleri bile ayýklamadým. Yaptýðým deðiþikliklerin ya da eklemelerin re-
daksiyon sýnýrlarýný aþtýðý yerlerde, ya da Marx’ýn olgulara dayanan
malzemelerini, kendi baðýmsýz vargýlarýma uygulamak zorunda kaldý-
ðým durumlarda, Marx’ýn anlayýþýna olabildiðince baðlý kalýnsa bile, pasajýn
tamamýný köþeli ayraca aldým ve sonuna adýmýn baþharflerini koydum.
Dipnotlarýmýn bazýlarý köþeli ayraç içersine alýnmamýþtýr; ama adýmýn
baþharflerini koyduðum yerlerde bütün notun sorumluluðu bana aittir.
Bir ilk müsveddede daima olabileceði gibi, elyazmasýnda, daha
sonra açýndýrýlacaðýný gösteren pek çok imlemler var, ama bu vaatler
her zaman yerine getirilmemiþ. Bunlarý, ben, yazarýn ileride konuyu
geliþtirmeyle ilgili niyetlerini açýða vurduklarý için, aynen býraktým.
Þimdi de ayrýntýlara gelelim.
Birinci kýsým açýsýndan, temel elyazmasý, ancak esaslý sýnýrlama-
lar ile kullanýlabilir durumdaydý. Artý-deðer oraný ile kâr oraný arasýndaki
baðýntý konusundaki matematik hesabýn tamamý (bizim üçüncü Bölü-
mümüzü oluþturuyor) en baþta yer alýyor. Oysa bizde Birinci Bölümde
ele alýnan konu daha sonra ve fýrsat düþtükçe inceleniyordu. Herbiri
sekiz dosya sayfasý tutan iki düzeltme giriþimi burada yararlý oldu. Ama
bunlar bile, istenilen devamlýlýða baþtan sona sahip deðillerdi. Þimdiki
Birinci Bölüm için bunlar anamalzemeyi saðladýlar. Ýkinci Bölüm, ana
elyazmasýndan alýndý. Üçüncü Bölüm için, bu dizi tamamlanmamýþ ma-

* Oluþ halinde. -ç.

Karl Marks 13
Kapital III
tematik hesaplar ile, yetmiþlerden kalma ve, artý-deðer oraný ile kâr ora-
ný baðýntýsýný denklemler halinde ifade eden tüm ve nerdeyse
tamamlanmýþ bir defter vardý. Birinci Cildin büyük bir kýsmýný Ýngilizceye
de çevirmiþ bulunan dostum Samuel Moore, eski bir Cambridge mate-
matikçisi sýfatýyla bu iþ için çok daha iyi yetiþmiþ bir kimse olarak, bu
defteri benim adýma redaksiyondan geçirme iþini üstlendi. Arasýra ely-
azmasýndan yararlanarak onun yaptýðý özetten, Üçüncü Bölümü derlemiþ
oldum. [sayfa 13] Dördüncü Bölüm için elde bulunan tek þey baþlýðýydý. Ne
var ki, bu bölümün konusu, devrin kâr oraný üzerindeki etkisi, büyük
önem taþýdýðý için, bunu ben kendim yazdým ve bu nedenle de bölü-
mün tamamý köþeli ayraç içersine alýnmýþtýr. Bu çalýþmalar sýrasýnda,
Üçüncü Böýümde kâr oraný için verilen formülde, genel gerçeklik ka-
zanmasý için bir deðiþiklik yapýlmasý gereði ortaya çýktý. Beþinci Bölüm-
den baþlayarak, bazý yer deðiþtirmeler ve eklemeler zorunlu olmakla
birlikte, kýsmen geriye kalaný için ana elyazmasý tek kaynaktýr.
Bunu izleyen üç kýsma gelince, üslup ile ilgili redaksiyonlar dýþýnda
asýl elyazmalarýný hemen hemen baþtan sona izlemem mümkün oldu.
Çoðu devrin etkisi ile ilgili birkaç pasajýn, benim eklemiþ bulunduðum
Dördüncü Bölüm ile uyumlu duruma getirilmesi gerekti ve bunlar da
gene köþeli ayraç içersine alýnarak sonuna adýmýn baþharfleri konuldu.
En büyük güçlük, cildin bütününde en karmaþýk konunun ele
alýndýðý Beþinci Kýsýmda ortaya çýktý. Ve iþte tam bu noktada, Marx,
yukarda sözü edilen ciddi hastalýk nöbetlerinden birine yakalandý. Bura-
da, gene, ne son þeklini almýþ taslak, ne de hatta anaçizgileri sonradan
doldurulabilecek bir þema vardý; yalnýzca bir baþlangýç çalýþmasý –çoðu
kez düzensiz bir not yýðýný, yorumlar ve alýntýlar. Önce, bir ölçüde Birinci
Kýsýmda yaptýðým gibi, boþluklarý doldurmak, yalnýzca deðinilmiþ olan
pasajlarý geniþletmek ve böylece en azýndan yazarýn tasarladýðý her þeyi
aþaðýyukarý içerebilecek þekilde bu kýsmý tamamlamaya çalýþtým. Bunu
en az üç kez denedim ve her seferinde baþarýsýzlýða uðradým ve böylece
yitirilen zaman, bu cildin gecikmesinin baþlýca nedenlerinden birisidir.
En sonunda yanlýþ yolda olduðumu anladým. Bu alandaki ciltlerle yazýný
baþtan sona hatmetsem bile, sonunda ortaya koyacaðým þey, gene de
Marx’a ait olmayan bir kitap olurdu. Yapabileceðim tek þey, mevcut
malzemeye elden geldiðince bir düzen vermek ve ancak en vazgeçil-
mez ekleri yaparak Gordiyon düðümünü kesip atmaktý. Ve iþte bu yolu
seçerek, bu kýsým için bellibaþlý çalýþmalarý 1893 ilkyazýnda tamamla-
mayý baþardým.
Çeþitli bölümlere gelince, Yirmibirinci-Yirmidördüncü Bölümler
esas olarak tamamdý. Yirmibeþinci ve Yirmialtýncý Bölümler baþvurulan
alýntýlarýn elenmesini ve baþka yerlerde bulunan malzemenin metne
katýlmasýný gerektiriyordu. Yirmiyedinci ve Yirmidokuzuncu Bölümler
hemen bütünüyle elyazmasýndan alýnabildiði halde, Yirmisekizinci Bölüm
yer yer yeniden düzenlenmek zorunda kalýndý. Ne var ki, asýl güçlük

14 Karl Marks
Kapital III
Otuzuncu Bölümde baþgösterdi. Buradan sonra artýk yalnýz baþvurulan
alýntýlarýn gerektiði gibi düzenlenmesi deðil, her noktada araya giren
tümcecikler ve konu-dýþý þeylerle, vb. kesintiye uðrayan ve bir baþka
yerde gene çoðu kez rasgele devam eden düþünce zincirine gerekli
düzeni vermekti. Böylece, yer deðiþtirmeler ve baþka yerlerde kullanýl-
anlarýn çýkartýlmalarý ile Otuzuncu Bölüm biraraya getirildi. Otuzbirinci
Bölüm gene büyük bir sürekliliðe sahipti. Ama elyazmasýnda, bunu,
“Karýþýklýk” [sayfa 14] baþlýklý ve çoðu, para, sermaye, dýþarýya altýn sýzmasý,
aþýrý spekülasyon, vb. üzerine yirmiüç iþadamý ve iktisatçýnýn demeçle-
rinden derlenen ve yer yer kýsa alaycý yorumlarýn eklendiði, 1848 ve
1857 bunalýmlarý konusundaki parlamento raporlarýndan yapýlan alýn-
týlardan baþka bir þey içermeyen uzun bir kesim izliyordu. O sýrada
geçerli olan, para ile sermaye arasýndaki baðýntý ile ilgili hemen hemen
bütün görüþler, ya yanýtlar ya da sorular þeklinde burada sergileniyor ve
anlaþýlan Marx, para piyasasýnda görülen ve para ile sermayenin ne ol-
duðu konusunda ortaya çýkan karýþýklýðý, eleþtiri ve alayla ele almak
istiyordu. Birçok giriþimlerden sonra bu bölümün bir þekle sokulamaya-
caðýna aklým yattý. Buna ait malzeme ve özellikle Marx’ýn yorumlarýný
taþýyanlar, uygun bulduðum yerlerde kullanýlmýþtýr.
Ardýndan, oldukça düzenli olarak, Otuzikinci Bölüme koyduðum
þeyler geliyor. Ne var ki, bunu hemen, bu kýsýmla ilgili akla gelebilecek
her þey üzerine, yazarýn yorumlarýyla karýþmýþ þekilde parlamento rapor-
larýndan yapýlan yeni bir alýntýlar yýðýný izliyordu. Sona doðru bu alýntýlar
ile yorumlar gitgide madeni paralarýn hareketi ve kambiyo kurlarý üze-
rinde toplanýyordu ve her türden düþünceler ile son buluyordu. Buna
karþýlýk “Kapitatist-Ôncesi” adlý bölüm (Otuzaltýncý Bölüm) oldukça
tamamlanmýþ durumdaydý.
“Karýþýklýk” baþlýklý yerden baþlayarak, daha önce kullanýlanlar
dýþýnda kalan bütün bu malzemeden, Otuzüçüncü Bölümden Otuzbeþinci
Bölüme kadar olan bölümleri meydana getirdim. Sürekliliði saðlamak
amacýyla. epeyce katmalar olmaksýzýn bunu yapmak kuþkusuz olanak-
sýzdý. Sýrf biçimsel nitelikte olmadýkça bu katmalarýn bana ait olduklarý
açýkça belirtilmiþtir. Bu þekilde, ensonu, konuyla ilgili yazara ait bütün
sözleri metne katmayý baþarabildim. Zaten söylenmiþ olan þeyleri yine-
leyen ya da elyazmasýnýn daha fazla ele almadýðý noktalara deðinilen
küçük bir alýntýlar kýsmý dýþýnda hiç bir þey dýþarda býrakýlmamýþtýr.
Toprak rantý üzerine olan kýsým, bütün bu kýsmýn planýný Marx’ýn
Kýrküçüncü Bölümde (elyazmasýnda rant üzerine olan kýsmýn son par-
çasý) özetlemek gereðini duymuþ olmasýndan da anlaþýlacaðý gibi, gere-
ktiði þekilde düzenlenmiþ olmamakla birlikte, çok daha tam iþlenmiþ
durumdaydý. Bu oldukça elveriþli bir durumdu, çünkü, elyazmasý Otuzy-
edinci Bölümle baþlýyor, ardýndan Kýrkbeþinci Bölümden Kýrkyedinci
Bölüme kadar olan bölümler ve daha sonra da Otuzsekizinci Bölümden
Kýrkdördüncü Bölüme kadar olan bölümler geliyordu. En çok uðraþtýran

Karl Marks 15
Kapital III
þey, farklýlýk (differential) rantý II’ye ait tablolar ile, bu sýnýf rantýn üçüncü
halinin, ait bulunduðu Kýrküçüncü Bölümde hiç tahlil edilmemiþ olmasýn-
ýn ortaya çýkarýlmasý oldu.
Yetmiþlerde Marx, toprak rantý konusundaki bu kýsým için, büs-
bütün yeni, özel bir incelemeye giriþmiþti. Rus dostlarý tarafýndan kendi-
sine imrenilecek bir bütünlük içersinde saðlanan, Rusya’da 1861
“reformundan” sonra kaçýnýlmaz duruma gelen istatistik raporlar ile to-
prak mülkiyeti hakkýndaki öteki yayýnlarý yýllarca Rusça asýllarýndan
incelemiþ [sayfa 15] ve bu belgelerden alýntýlar yapmýþ ve bunlarýn bu kýs-
mýný yeniden yazarken kullanmayý düþünmüþtü. Rusya’daki hem toprak
mülkiyetinin ve hem de tarýmsal üreticilerin sömürülme biçimlerindeki
çeþitlilik yüzünden, bu ülke, toprak rantýný ele alan kýsýmda, Ýngiltere’nin,
sýnai ücretli emekle ilgili olarak birinci ciltte oynadýðý ayný rolü oynaya-
caktý. Ne yazýk ki, bu planý uygulama fýrsatýný bulamadý.
Ensonu, Yedinci Kýsým tam olarak vardý, ama basýlabilir duruma
gelebilmesi için önce kesilmesi gerekli sonu gelmez tümceler içeren bir
ilk müsvedde halindeydi. Son bölümün yalnýzca baþlangýç kýsmý vardý.
Geliþmiþ kapitalist toplumun üç büyük gelir biçimine, toprak rantý, kâr
ve ücretlere tekabül eden üç büyük sýnýfý –toprak sahipleri, kapitalistler
ve ücretli emekçiler– ile, bunlarýn varlýðý ile kaçýnýlmaz þekilde birarada
bulunan sýnýf savaþýmý, kapitalist dönemin fiili bir sonucu olarak ele alý-
nýp incelenecekti. Marx, bu gibi sonuç özetlerini, baskýdan hemen önce-
ki sonal redaksiyona kadar tamamlamaz, o sýradaki tarihsel geliþmeler,
þaþmaz bir düzenlilikle teorik önermelerine en güncel kanýtlarý saðlamýþ
olurdu.
Sözlerini örneklemek için yapýlan aktarmalar ve kanýtlar ikinci
ciltte de olduðu gibi, birinciden epeyce daha azdýr. Birinci ciltten alýn-
týlar, 2. ve 3. baskýdaki sayfalara atýfta bulunmaktadýr. Elyazmasýnda daha
önceki iktisatçýlarýn teorik anlatýmlarýna göndermede bulunulduðu za-
man, kural olarak, yalnýz isim verilmektedir; aktarmalar son redaksiyon
sýrasýnda eklenecekti. Kuþkusuz ben bunu olduðu gibi býrakmak duru-
munda idim. Yalnýz dört parlamento raporu vardýr, ama bunlar bol bol
kullanýlmýþtýr. Bunlar þunlardýr:
1) Reports from Committees (of the Lower House), Volume VIII,
Commercial Distress, Volume II, Part l, 1847-48, Minutes of Evidence. -
Commercial Distress 1847-48 olarak aktarýlmýþtýr.
2) Secret Committee of the House of Lords on Commercial Dist-
ress 1847, 1848’de basýlan Rapor. Tanýk ifadeleri 1857’de basýlmýþtýr (çün-
kü, 1848’de çok uzlaþtýrýcý görülmüþtür). C. D. 1848-57 olarak aktarýlmýþtýr.
3) Report: Bank Acts. 1857. -Ayný, 1858.– Reports or the Commit-
tee of the Lower House on the Effect of the Bank Acts of 1844 and 1845
olarak aktarýlmýþtýr.
Dördüncü cilde –artý-deðer teorileri tarihine– harhangi bir olanak
bulun bulmaz baþlayacaðým. [sayfa 16]

16 Karl Marks
Kapital III
 
––––––––––––
 
Kapital’in ikinci cildinin önsözünde, “Rodbertus’ta, Marx’ýn gizli
kaynaðýný ve ondan daha üstün bir öncüyü” keþfettikleri hayaline kapýl-
dýkiarý için o sýralarda büyük bir yaygara koparan baylarla hesaplaþmak
durumunda kalmýþtým. Onlara, “bir Rodbertus iktisadýnýn neyi
baþarabileceðini” göstermeleri için bir fýrsat vermiþtim. “Eþit ortalama
bir kâr oranýnýn, yalnýzca deðer yasasýný bozmaksýzýn deðil, bizatihý bu
yasaya dayanarak nasýl meydana gelebileceði ve gelmek zorunda ol-
duðunu” göstermelerini istemiþtim. Öznel ya da nesnel, ama herhalde
bilimsel olmayan nedenlerle, kahraman Rodbertus’u birinci dereceden
bir iktisat yýldýzý olarak göklere çýkartan bu ayný baylarýn bir teki bile
buna bir yanýt getiremedi. Bununla birlikte, baþkalarý bu sqrun ile ilgilen-
meyi zahmete deðer buldular.
Ýkinci cildin eleþtirisinde (Conrads Jahrbücher, XI, 1885, s. 452-
65) Profesör Lexis, doðrudan bir çözüm bulma çabasý göstermemekle
birlikte, bu sorunu ele almýþtýr. Þöyle diyor: “Eðer çeþitli türden metalar
tek tek ele alýnýr ve bunlarýn deðerleri kendi deðiþim-deðerlerine eþit ve
deðiþim-deðerleri de fiyatlarýna eþit ya da bunlarla orantýlý olarak
düþünülürse”, (rikardocu-marksist deðer yasasý ile, eþit ortalama kâr
oraný arasýndaki) “çeliþkinin çözümlenmesi olanaksýzdýr.” Ona göre bu
çözüm, ancak eðer “biz tek tek metalarýn deðerini emeðe göre ölçmek-
ten vazgeçer ve yalnýzca metalarýn üretimini bir bütün olarak ele alýr ve
bunlarýn toplam kapitalist ve iþçi sýnýflarý arasýndaki daðýlýmýný
düþünürsek” mümkün olur. “... Ýþçi sýnýfý toplam ürünün ancak belli bir
kýsmýný alýr, ... kapitalist sýnýfýn payýna düþen öteki kýsým, marksist an-
lamda artý-ürünü ve dolayýsýyla, ... artý-deðeri temsil eder. Sonra kapita-
list sýnýfýn üyeleri bu toplam artý-deðeri, çalýþtýrdýklarý iþçi sayýsýna göre
deðil, toprak da sermaye-deðer sayýlmak üzere, herbirinin yatýrdýðý ser-
maye oranýnda aralarýnda bölüþürler.” Metalarda nesneleþen emek bi-
rimleri tarafýndan belirlenen marksist ideal deðerler, fiyatlara tekabül
etmeyip, ancak bunlara “gerçek fiyatlara giden bir deðiþikliðin çýkýþ nok-
talarý olarak bakýlabilir. Gerçek fiyatlar, eþit sermaye miktarlarý eþit kârla-
rý talep ederler olgusuna baðlýdýrlar.” Bu nedenle bazý kapitalistler, kendi
metalarý için ideal deðerlerden daha yüksek, diðerleri daha düþük fiyat-
lar saðlayacaktýr. “Ama, artý-deðer kaybý ve kazancý, kapitalist sýnýf içer-
sinde birbirini dengelediði için, toplam artý-deðer miktarý, sanki bütün
fiyatlar ideal deðerlerle orantýlý imiþ gibi aynýdýrlar.”
Görülüyor ki, sorun, burada, herhangi bir þekilde çözümlenmiþ
olmamakla birlikte, oldukça gevþek ve yüzeysel de olsa, bütünüyle alýn-
dýðýnda, doðru olarak formüle edilmiþtir. Ve bu, aslýnda, yukardaki yazar
gibi “vülger iktisatçý” olmaktan belli bir gurur duyan bir kimseden bek-
leyebileceðimizden fazla bir þeydir. Bu, daha sonra tartýþacaðýmýz öteki

Karl Marks 17
Kapital III
vülger iktisatçýlarýn yaptýklarý iþlerle kýyaslandýðýnda, gerçekten þaþýrtýcýdýr.
Lexis’in vülger iktisadý gene de kendisine özgü bir tür içersindedir. O,
sermaye kazançlarýnýn aslýnda Marx’ýn belirttiði þekilde elde edilebile-
ceðini, [sayfa 17] ama bu görüþü kabul etmeye, insaný hiç bir þeyin zorlaya-
mayacaðýný söylüyor. Tersine, vülger iktisadýn hiç deðilse daha akla-uygun
bir açýklama yaptýðýný söylüyor, þöyle ki: “Hammadde üreticisi, fabri-
katör, toptancý ve perakendeci gibi kapitalist satýcýlar, yaptlklarý alýþveriþte,
satýnalma fiyatýndan daha yüksek bir fiyata satmak ve böylece, meta
için kendilerinin ödediði fiyata belli bir yüzde eklemek suretiyle, hepsi
de bir kazanç saðlarlar. Yalnýz iþçi kendi metaý için buna benzer bir ek
deðer elde edemez; kapitalist karþýsýnda elveriþsiz bir koþul içersinde
bulunmasý nedeniyle, kendi emeðini ona malolduðu fiyata, yani geçim
araçlarý karþýlýðýnda satmak zorunluluðundadýr. Þu halde, fiyatlara ya-
pýlan bu eklemeler, tam etkisini, satýn alýcý iþçi yönünden korur ve to-
plam ürünün deðerinin bir kýsýnýnýn kapitalist sýnýfa aktarýlmasýna neden
olur.”
Sermaye kârlarý konusunda “vülger iktisadýn” öne sürdüðü bu
açýkýamanýn, uygulamada marksist artý-deðer teorisi ile ayný þeye vara-
caðýný; iþçilerin Lexis’e göre de, týpký Marx’a göre olduðu gibi ayný
“elveriþsiz koþul” içersinde bulunduðunu; iþçi olmayan herkesin metala-
rýný fiyatlarýnýn üzerinde satabildikleri halde iþçilerin bunu yapamamalarý
nedeniyle bu soygunun ayný derecede kurbanlarý olduðunu; bu teoriye
dayanarak Ýngiltere’de, Jevons ve Menger’in kullaným-deðeri ve marjinal
fayda teorisinin temeli üzerinde kurulduðu gibi, hiç deðilse ayný derece-
de aklayatkýn bir vülger sosyalizmin kurulabileceðini görmek için, insa-
nýn düþünme gücünü fazla zorlamasýna gerek yoktur. Bana kalýrsa, eðer
Bay George Bernard Shaw bu kâr teorisinden haberdar olmuþ olsaydý,
Jevons ile Karl Menger’i þöyle bir yana iter ve geleceðin Fabian kilisesini
bu kaya üzerinde yeni baþtan kurmak için dörtelle iþe sarýlýrdý.
Þu da var ki, gerçekte bu teori, marksist teorinin yalnýzca deðiþik
bir ifadesidir. Fiyatlara yapýlan bütün bu eklemeleri ödeyen nedir? Ýþçilerin
“toplam ürünüdür”. Ve bu, “emek” metaýnýn, ya da Marx’ýn dediði gibi
emek-gücünün, fiyatýnýn altýnda satýlmasý zorunluluðu olgusundan ileri
gelmektedir. Çünkü, eðer üretim maliyetlerinin üzerinde bir fiyatla satýl-
malarý bütün metalarýn orlak bir özelliði ise ve, daima üretim maliyetinin
altýnda satýldýðý için, erriek bunun tek istisnasý ise, emek, bu vülger ikti-
sat dünyasýna egemen olan fiyatýn altýnda satýlýyor demektir. Þu halde,
bunun sonucu kapitaliste ya da kapitalist sýnýfa giden ek kâr, son tahlil-
de, ancak, iþçinin, kendi emek-gücünün fiyatý için bir eþdeðeri yeniden
ürettikten sonra, karþýlýðý kendisine ödenmeyen bir ek ürün, yani bir artý-
ürün, karþýlýðý ödenmeyen bir ürün ya da artý-deðer üretmek zorunda
bulunmasý olgusundan ileri gelir ve gelebilir. Lexis, deyimlerini seçer-
ken son derece dikkatli bir insan. Yukardaki anlayýþýn kendisine ait ol-
duðunu hiç bir yerde açýkça söylemiyor. Ama eðer öyleyse, kendisinin

18 Karl Marks
Kapital III
de dediði gibi, herbirinin Marx’ýn gözünde. “olsa olsa umutsuz bir buda-
la” olduðu, sýradan vülger iktisatçýlardan birisi ile deðil, vülger iktisatçý
kýlýðýna bürünmüþ bir marksist ile karþý karþýya olduðumuz, gün gibi
açýktýr. Bu kýlýk deðiþtirmenin bilinçli ya da bilinçsiz yapýlmasý, bizi bu
noktada ilgilendirmeyen [sayfa 18] psikolojik bir sorundur. Bunu araþtýrmaya
kalkýþacak bir kimsenin, Lexis gibi hiç kuþkusuz akýllý bir adamýn nasýl
olup da bir zamanlar çift maden sistemi gibi bir saçmalýðý savunduðunu
araþtýrmasý da yerinde olur.
Soruna gerçekten bir yanýt bulmaya ilk kalkýþan, Die Durchschnitts-
profitrate auf Grundlage des Marx’schen Werthgesetzes, Stuttgart, Dietz,
1889, baþlýklý kitapçýðý ile Dr. Conrad Schmidt oldu. Schmidt, piyasa
fiyatlarýnýn oluþumunun ayrýntýlarýný hem deðer yasasý ve hem de ortala-
ma kâr oraný yasasý ile baðdaþtýrmaya çalýþýyor. Sanayi kapitalisti kendi
ürününde, önce, yatýrdýðý sermayenin bir eþdeðerini, sonra, karþýlýðýnda
hiç bir þey ödemediði bir artý-ürün alýyor. Ama, bir artý-ürün elde etmek
için üretime sermaye yatýrmak zorundadýr. Yani, bu artý-ürünü ele geçi-
rebilmek için, belirli bir miktar maddeleþmiþ emek kullanmak zorunda-
dýr. Kapitalist için demek ki, yatýrdýðý sermaye, bu artý-ürünü elde etmek
için toplumsal bakýmdan gerekli maddeleþmiþ emek niceliðini temsil
eder. Bu, her sanayi kapitalisti için geçerlidir. Þimdi, metalar, deðer ya-
sasýna göre, üretilmeleri için toplumsal bakýmdan gerekli-emekle oran-
týlý olarak karþýlýklý deðiþildiði ve, kapitalisti ilgilendirdiði kadarýyla,
artý-ürünün yapýmý için gerekli-emek, sermayesinde birikmiþ geçmiþte
harcanmýþ emek olduðu için, buradan, artý-ürünlerin birbirleriyle, bun-
larda fiilen maddeleþmiþ emekle orantýlý olarak deðil, bunlarýn üretimle-
ri için gerekli sermayelerin miktarlarýyla orantýlý olarak deðiþilecekleri
sonucu çýkar. Þu halde, her birim sermayeye düþey pay, üretilmiþ bulu-
nan bütün artý-deðerler toplamýnýn, bunlarýn üretiminde harcanan ser-
mayelerin toplamýna bölünmesÝne eþittir. Buna göre, eþit miktarda
sermayeler. eþit uzunluktaki zaman aralýklarýnda eþit kârlar saðlar ve bu,
artý-ürünün böylece hesaplanan maliyet fiyatýnýn, yani ortalama kârýn,
karþýlýðý ödenen, hem de ödenmeyen ürünün maliyet fiyatýna eklenme-
siyle ve hem karþýlýðý ödenen, hem de ödenmeye ürünün, bu artan fiyat
ile, satýlmasýyla gerçekleþtirilir. Ortalama kâr oraný, Sohmidt’in de dediði
gibi, deðer yasasý tarafýndan belirlenen ortalama meta fiyatlarýný dikkale
almadan biçimlenir.
Bu yapý son derece ustacadýr. Tamamen hegelci bir örneðe göre
biçimlenmiþtir, ama hegelci yapýlarýn çoðunluðu gibi doðru deðildir. Artý-
ürün ya da karþýlýðý ödenen ürün hiç farketmez. Eðer, deðer yasasý,
ortalama fiyatlar için de doðrudan doðruya geçerli ise, bunlarýn her ikisi-
nin de, üretimleri için gereken ve üretimlerinde harcanan toplumsal
bakýmdan gerekli-emekle orantýlý, fiyatlara satýlmalarý zorunludur. Deðer
yasasý, daha baþlangýçta, kapitalist düþünce biçiminden kaynaklanan bir
fikre, sermayeyi oluþturan geçmiþe ait birikmiþ emeðin yalnýzca belli bir

Karl Marks 19
Kapital III
hazýr deðerler toplamý olmayýp, üretimde ve kârýn oluþumunda bir et-
men olduðu için, ayný zamanda deðer üreten bir þey ve dolayýsýyla ken-
dine ait deðerden daha büyük bir deðerin kaynaðý olduðu fikrine karþý
çýkmýþtýr; bu yasa, yalnýz canlý emeðin bu niteliðe sahip bulunduðunu
saptar. Kapitalistlerin, sermayeleri ile orantýlý eþit kârlar bekledikleri ve
[sayfa 19] sermaye yatýrýmlarýna, kârlarýnýn bir tür maliyet fiyatý gözüyle bak-
týklarý çok iyi bilinir. Ne var ki, eðer Schmidt, bu anlayýþý, ortalama kâr
oranýna dayanan fiyatlar ile deðec yasasýný baðdaþtýrmada bir araç ola-
rak kullanmaya kalkýþýrsa, bu yasayý onun ortak belirleyici etmenlerin-
den biri olarak, yasanýn tümüyle çeliþtiði bir düþünce halinde niteleyerek,
deðer yasasýnýn kendisini yadsýmýþ olur.
Ya birikmiþ emek, ayný canlý emek gibi deðer yaratýr. Bu durum-
da deðer yasasý, geçerli deðildir.
Ya da bu emek, deðer yaratmaz. Bu durumda da Schmidt’in
açýklamasý deðer yasasý ile baðdaþrnaz. Schmidt, çözüme oldukça ya-
kýn olduðu bir sýrada yolunu þaþýrmýþtýr, çünkü, herbir metaýn ortalama
fiyatýnýn deðer yasasýna uyduðunu göstermek için bir matematiksel for-
mülden baþka bir þeye gereksinmesi olmadýðýna inanýyordu. Ne var ki,
hedefe çok yaklaþmýþken, bu konuda yanlýþ bir yola sapmakla birlikte,
kitapçýðýnýn geri kalan kýsmý, Kapital’in ilk iki cildinden daha fazla so-
nuçlarý nasýl bir anlayýþla çýkarttýðýný göstermektedir. Marx’ýn, üçüncü
cildin üçüncü kýsmýnda, kâr oranýnýn o zamana kadar doðru açýklamasý
yapýlmamýþ olan düþme eðilimi konusunda geliþtirdiði doðru açýklamayý
baðýmsýz olarak bulma, ve gene, ticari kârýn sýnai artý-deðerden geldiðini
aydýnlýða kavuþturma ve faiz ile toprak rantý konusunda, Marx’ýn üçüncü
cildin dördüncü ve beþinci kýsýmlarýnda geliþtirdiði fikirlere onu daha
önce götüren birçok gözlemlerde bulunma onuru ona aittir.
Daha sonraki bir makalesinde (Neue Zeit, 1892-93, n°3 ve 4) bu
sorunu çözme çabasýnda, Schmidt, farklý bir yol tutar. Sermayenin, or-
talamanýn altýnda kâr saðlayan üretim kollarýndan, ortalamanýn üzerin-
de kâr saðlayan üretim kollarýnda, ortalamanýn üzerinde kâr saðlayan
ürretim kollarýna aktarýlmasýna neden olan rekabetin ortalama kâr ora-
nýný yarattýðýný öne sürer. Rekabetin kârlarýn eþitlenmesinde büyük bir
rol oynadýðý, yeni bir buluþ deðildir. Ama þimdi Schmidt, kârlardaki bu
dengelenme hareketinin, fazla miktarda üretilmiþ metalarýn satýþ fiyatla-
rýnýn, toplumun, bunlar için, deðer yasasýna göre ödeyebileceði bir deð-
er büyüklüðüne indirgenmesi ile ayný þey olduðunu tanýtlamaya çalýþýyor.
Marx’ýn, kitabýn kendisinde yaptýðý tahliller, bu yolun da gene hedefe
götüremeyeceðinin açýk kanýtlarýdýr.
Schmidt’ten sonra P. Fireman bu sorunu ele aldý. (Conrads Jahr-
bücher, dritte Folge, III, s. 793.) Marksist tahlillerin öteki yanlarý üzerin-
deki düþüncelerine burada girmeyeceðim. Bunlar, Marx’ýn yalnýzca
araþtýrdýðý yerlerde, taným yapmak istediði ve, genellikle Marx’ýn yapýtla-
rýnda, insanýn deðiþmeyen, hazýrlop, her zaman için geçerli tanýmlar

20 Karl Marks
Kapital III
bulabileceði gibi yanlýþ varsayýmlara dayanmaktadýrlar. Þeyler ile bunla-
rýn birbirleriyle iliþkileri sabit deðil deðiþken olarak kabul edilip kavrandý-
ðýnda, bunlarýn zihinsel imgeleri, fikirlerin de ayný þekilde deðiþim ve
dönüþüme baðlý bulunacaðý; ve bunlarýn katý tanýmlar içersinde
hapsedilmiþ olmayýp, tarihsel ya da mantýksal oluþum süreçleri içersin-
de geliþtikleri apaçýktýr. Bu, hiç kuþkusuz, Marx’ýn birinci kitabýnýn
baþlangýcýnda, sermayeye [sayfa 20] ulaþmak üzere tarihsel öncül olarak
basit meta üretiminden niçin yola çýktýðýný –mantýksal ve tarihsel bakým-
dan ikinci dereceden bir biçimde, kapitalist biçimde deðiþikliðe uðramýþ
bir metadan deðil de basit bir metadan hareket ettiðini– aydýnlýða
kavuþturmaktadýr. Ne var ki, Fireman bunu kesinlikle görememektedir.
Bunlarý ve daha baþka deðiþik itirazlara yolaçabilecek öteki yan konularý
en iyisi bir yana býrakalým ve hemen sorunun özüne girelim. Teori,
Fireman’a, belli bir artý-deðer oranýnda, artý-deðer oranýnýn, kullanýlan
emek-gücü ile orantýlý olduðunu öðretirken, o, deneyimden, belli bir
ortalama kâr oranýnda, kârýn, kullanýlan toplam sermaye ile orantýlý ol-
duðunu öðreniyor. O, bunu, kârýn yalnýzca göreneksel bir görüngü (onun
dilinde bu, belirli bir toplumsal oluþuma aittir ve onunla varolup yokolan
bir þey demektir) olduðunu söyleyerek açýklýyor. Varlýðý düpedüz ser-
mayenin varlýðýna baðlýdýr. Sermaye kendisi için bir kâr saðlayacak ka-
dar güçlü olmak kaydýyla, rekabetin zoruyla, kendisine, bütün sermayeler
için eþit bir kâr oraný da saðlar. Eþit bir kâr oraný olmaksýzýn kapitalist
üretim düpedüz olanaksýzdýr. Bu üretim biçimi veri olduðuna göre, bi-
reysel kapitalist için kâr miktarý, belli bir kâr oranýna, yalnýzca sermayesi-
nin büyüklüðüne baðlýdýr. Öte yandan, kâr, artý-deðerden, karþýlýðý
ödenmeyen emekten ibarettir. Peki öyleyse, büyüklüðü emeðin sömürü
derecesine baðlý bulunan artý-deðerin, büyüklüðü kullanýlan sermaye mik-
tarýna baðlý bulunan kâra dönüþmesi nasýl oluyor? “Deðiþen ve
deðiþmeyen sermaye ... arasýndaki oranýn en büyük olduðu bütün üre-
tim kollarýnda metalarýn deðerlerinin üzerinde satýlmalarýyla; ama, bu
ayrýca, deðiþmeyen ve deðiþen sermaye arasýndaki s : d oranýnýn en
küçük olduðu üretim kollarýnda, metalarýn deðerlerinin altýnda ve ancak
s : d oranýnýn ortalama belli bir rakamý temsil ettiði üretim kollarýnda
gerçek deðerleri üzerinden satýldýklarý anlamýný da taþýr. Bireysel fiyatlar
ile bunlarýn kendi deðerleri arasýndaki bu tutarsýzlýk, deðer ilkesini çürü-
tür mü? Asla. Çünkü bazý metalarýn fiyatlarý deðerlerinin üzerine yükse-
lirken, ötekilerin fiyatlarý ayný miktarda düþtükleri için fiyatlarýn toplamý,
deðerlerin toplamýna eþit kalýr ... sonunda bu uyumsuzluk ortadan kal-
kar.” Bu uyumsuzluk bir “düzensizliktir”; “ne var ki, pozitif bilimlerde
önceden bilinebilir bir düzensizliðe bir yasanýn çürütülmesi gözüyle ba-
kýlmasý olaðan deðildir”.
Yukardaki sözler, Dokuzuncu Bölümdeki ilgili pasajlarla
karþýlaþtýrýlýrsa Fireman’ýn gerçekten, dikkati çeken bir noktaya parmak
bastýðý görülecektir. Ne var ki, onun bu güçlü makalesinin hiç de layýk

Karl Marks 21
Kapital III
olmadýðý þekilde soðuk karþýlanýþý, Fireman’ýn tam ve kapsamlý bir çözü-
me ulaþabilmesi için bu buluþtan sonra bile daha ne kadar çok konularý
birbirine baðlayan ara halkaya gereksinme bulunduðunu göstermekte-
dir. Çok kiþi bu soruna ilgi duyduðu halde hâlâ parmaklarýný yakmaktan
korkuyorlardý. Ve bu, yalnýz Fireman’ýn buluþunu yarým býrakmasýyla
deðil, marksist tahlil konusundaki anlayýþýnýn inkar kabul etmez yanlýþlýðý
ve bu yanlýþ anlayýþa dayanarak bu konuda yaptýðý genel eleþtiri ile de
açýklanmaktadýr. [sayfa 21]
Güç bir konuda kendisini gülünç duruma düþürme fýrsatiný
Zurich’li Herr Profesör Julius Wolf hiç kaçýrmamaktadýr. Bize, bütün
sorunun nispi artý-deðerde çözümlendiðini söylüyor (Conrads Jahrbü-
cher, 1891, dritte Folge, II, S. 352 ve devamý). Nispi artý-deðer üretimi,
deðiþmeyen sermayenin deðiþen sermaye karþýsýnda artmasýna daya-
nýr. “Deðiþmeyen sermayedeki bir fazlalýk, iþçilerin üretici güçlerinde bir
fazlalýðý öngörür. Üretici güçteki bu fazlalýk (iþçilerin yaþam gereksinme-
lerini ucuzlatmak yoluyla) artý-deðerde bir fazlalýk meydana getirdiði için,
artan artý-deðer ile, toplam sermayede deðiþmeyen sermayenin payýndaki
artýþ arasýnda doðrudan bir baðýntý kurulur. Deðiþmeyen sermayedeki
bir fazlalýk, emeðin üretici gücünde bir fazlalýðý belirtir. Deðiþen sermay-
enin ayný kalmasý ve deðiþmeyen sermayede bir artýþ ile artý-deðerde de
Marx’a göre bir artýþ olmasý gerekir. Önümeze konulan sorun buydu.”
Gerçekte Marx, birinci ciltte yüzlerce yerde bunun tam tersini
söylemektedir; Marx’a göre, deðiþen sermaye azaldýðý zaman, nispi artý-
deðerin deðiþmeyen sermayedeki artýþ ile orantýlý olarak artacaðý id-
diasý, bütün parlamento hitabet sanatýný utandýracak kadar þaþýrtýcýdýr;
gerçekte Herr Julius Wolf, nispi ya da mutlak artý-deðer kavramlarýný, ne
nispi ve ne de mutlak olarak hiç mi hiç anlamadýðýný her satýrýnda ortaya
koymaktadýr; ne var ki, kendisi için söylediði, “ilk bakýþta, insan kendisi-
ni gerçekten bir curcuna aðý içersine düþmüþ gibi hissediyor” sözleri,
bütün makalesi içersinde tek doðru sözdür. Ama bütün bunlarýn ne
deðeri var? Herr Julius Wolf, parlak buluþundan öylesine gurur duymakta-
dýr ki, bunun için Marx’ýn ardýndan övgüler düzmekten ve kendi uçsuz
bucaksýz budalalýðýný, “onun [Marx’ýn] kapitalist ekonomiyi eleþtirme
sisteminde gösterdiði dikkatin ve uzak görüþlülüðün yeni bir kanýtý” ola-
rak göklere çýkarmaktan kendisini alýkoyamamaktadýr.
Ama ardýndan daha da enfesi geliyor. Herr Wolf diyorlar ki: “Ri-
cardo da ayný þekilde, eþit bir sermaye yatýrýmýnýn, týpký ayný emek har-
camasýnýn, ayný artý-deðer (niceliði bakýmýndan) yaratmasý gibi, eþit bir
artý-deðer (kâr) saðladýðýný iddia etmiþti. Ve þimdi sorun, bunlarýn birbir-
leriyle nasýl baðdaþtýðý idi. Ama Marx, sorunun bu þekilde konulmasýný
kabul etmiyordu. O, her türlü kuþkunun ötesinde (üçüncü ciltte)
tanýtlamýþtýr ki, ikinci öneri, deðer yasasýnýn zorunlu bir sonucu olmadýðý
gibi, kendi deðer yasasýyla bile çeliþmektedir ve bu nedenle ... derhal
reddedilmesi gerekir.” Ve bunun üzerine Wolf, hangimiz, Marx mý yok-

22 Karl Marks
Kapital III
sa ben mi bir hata yaptým diye yoklamaya baþlar. Karanlýkta bir yol
bulmaya çalýþanýn kendisi olduðu, doðal olarak hiç aklma gelmez.
Bu seçkin parça üzerinde bir tek boþ sözcük söylemiþ olsaydým,
okurlarýma saygýsýzlýk etmiþ olur, durumun komikliðini görememiþ olur-
dum. Yalnýz þu kadarýný eklemek isterim ki, Conrad Schmidt’in yukarda
sözü edilen yapýtýnýn, “doðrudan doðruya Engels tarafýndan ilham edil-
diði” konusunda profesörler arasýnda yapýldýðý öne sürülen dedikoduyu
ortaya dökmek için bu fýrsattan yararlanmada gösterdiði küstahlýk, bir
[sayfa 22] zamanlar, “Marx’ýn üçüncü ciltte hiç kuþkuya yer vermeyecek
þekilde tanýtlamýþ olduðunu” söylemeye cesaret ettiði küstahlýða uygun
düþmektedir. Herr Julius Wolf! Sizin yaþadýðýnýz ve çekiþtiðiniz dünyada,
baþkalarýnýn önüne açýkça bir sorun atan kimsenin, bunun çözümünü
gizlice yakýn dostlarýna sýzdýrmasý olaðan sayýlabilir. Sizin bu türden þeyler
yapabileceðinize ben inanmaya hazýrým. Ama benim yaþadýðým dünya-
da bir kimsenin bu gibi zavallýca hilelere baþvurma gereksinmesi duy-
mayacaðýný bu önsöz tanýtlamýþ olacaktýr.
Marx’ýn ölümünün hemen ardýndan Bay Achille Loria, Nuova
Antologia’da (April 1883) onun üzerine alelacele bir makale yayýmladý.
Yazýnýn baþýndaki yanlýþ bilgilerle dolu yaþam öyküsünü, toplumsal, siya-
sal ve yazýnsal yapýtlarýnýn bir eleþtirisi izliyordu. Marx’ýn materyalist tarih
anlayýþýný tahrif ediyor ve büyük bir amacýn peþinde olduðunu açýða
vuran bir güvenle çarpýtýyordu. Ve bu amaca en sonunda ulaþýlýyordu.
Ayný Bay Loria, 1886’da, La teoria economica della constituzione politi-
ca adlý bir kitap yayýmladý ve burada, hayretten aðzý açýk kalan
çaðdaþlarýna, 1883’te kasten ve tamamen yanlýþ yorumladýðý Marx’ýn
tarih anlayýþýnýn kendi buluþu olduðunu ilan etti. Marksist teori, doðal
olarak. burada epeyce darkafalý bir düzeye indiriliyor ve kitap, dördüncü
sýnýf öðrencisi için bile gözyumulamayacak budalaca tarihsel örnekler
ve kanýtlarla dolu bulunuyordu. Ama ne zararý var? Siyasal koþullarýn ve
olaylarýn her yerde daima buna tekabül eden iktisadi koþullarla açýklan-
dýðý konusundaki buluþ, burada öne sürüldüðü gibi 1845’te Marx tarafýn-
dan deðil, 1886’da Bay Loria tarafýndan yapýlmýþtý. En azýndan, o, bunu,
hemþerilerine ve kitabý Fransa’da çýktýktan sonra bazý Fransýzlara da
yutturmayý becermiþ ve Ýtalyan sosyalistleri, anlý-þanlý Loria’yý aþýrýlmýþ
tavuskuþu tüylerinden yolma fýrsatýný bulana kadar, þimdi de Ýtalya’da,
yeni bir çað açan tarih teorisinin yazarý olarak poz yapabilirdi.
Þu var ki, bu, Bay Loria ‘nýn tutumunun ancak küçük bir örneð-
idir. O, bize, Marx’ýn bütün teorilerinin, bir bilinçli bilgiççiliðe (un consa-
pute sofisma) dayandýðý; ve yanýltýcýlýk [paralogism] (sapendolit tali)
olduklarýný bildiði halde bile yanýltýcýlýk yapmaktan vazgeçmediði vb.,
konusunda güvence veriyor. Ve okurlar üzerinde, Marx’a, küçük ayak
oyunlarýný bizim Padualý profesör gibi ayný zavallý yalanlarla tezgahlayan
Loria’vari ne idüðü belirsiz bir türedi gözüyle bakmalarý için bir dizi ben-
zer aþaðýlýk imalarla gerekli etkiyi yaptýktan sonra, onlara önemli bir sýrrý

Karl Marks 23
Kapital III
açýklýyor ve bizi döndürüp dolaþtýrýp tekrar kâr oranýna getiriyor.
Bay Loria diyor ki: Marx’a göre, bir kapitalist sanayi kuruluþunda
üretilen artý-deðer (bunu, Bay Loria, burada, kârla bir tutuyor) miktarý,
burada kullanýlan deðiþen sermayeye baðlýdýr, çünkü deðiþmeyen ser-
maye kâr saðlamaz. Ama bu, gerçeðe aykýrýdýr. Çünkü uygulamada kâr,
deðiþen sermayeye deðil, toplam sermayeye baðlýdýr. Ve Marx’ýn kendi-
si bunu görüyor (Buch I, Kap. XI - Karl Marx, Kapital, Birinci Cilt,
Onüçüncü Bölüm, Sol Yayýnlarý, Ankara 1975. -Ed.) ve yüzeyde olgularýn
teorisiyle çeliþir [sayfa 23] göründüklerini kabul ediyor. Ama o, bu çeliþkinin
üstesinden nasýl geliyor? Okurlarýna, daha sonraki henüz yayýnlanmamýþ
bir cildi salýk veriyor. Loria, kendi okurlarýna, Marx’ýn yazmayý hiç bir
zaman düþünmediðine inandýðý bu cilt hakkýnda zaten bilgi vermiþti,
þimdi ise zafer çýðlýklarý atýyor: “Henüz yayýnlanmadýðý halde, Marx’ýn
kendisine karþý olanlara karþý daima öne sürdüðü bu ikinci cildin, bilim-
sel kanýtlar getirmeyi beceremediði zaman baþvurduðu kurnazca bir
bahane (uningegnoso spediente ideato dal Marx a sostituzione degli
argomenti scientifici) olduðunu iddia etmekte asla haksýz deðildim.” Ve
bütün bunlardan sonra her kim Marx’ýn, l’illustre [ünlü. -ç.] Loria ile ayný
bilimsel sahtekarlar sýnýfýna girdiðine inanmazsa, iflah olmaz birisidir.
Hiç deðilse þu kadarýný öðreniniþ bulunuyoruz: Bay Loria’ya göre,
marksist artý-deðer teorisi, genel bir eþit kâr oranýnýn varlýðý ile kesenkes
baðdaþamaz. Bundan sonra ikinci cilt ve onunla birlikte benim tam bu
nokta üzerindeki açýktan açýða itirazým yayýnlandý. Eðer Bay Loria bizler
gibi utangaç bir Alman olsaydý, biraz olsun utanç duyabilirdi. Ama o,
sýcak bir iklimden gelen kendini beðenmiþ bir güneylidir ve kendinin de
tanýklýk edebileceði gibi orada serinkanlýlýk doðal bir gereksinmedir. Kâr
oraný ile ilgili sorun açýktan açýða ortaya konulmuþtur. Bay Loria, bunun
çözümlenemez olduðunu açýkça ilan etmiþtir. Ve iþte þimdi tam bu ne-
denle, onu herkesin gözü önünde çözümleyerek kendisini aþmýþ ola-
caktýr.
Bu mucize, Conrads Jahrbücher, neue Folge, Buch XX, s. 272 ve
devamýnda, Conrad Schmidt’in sözü edilen kitapçýðý ile ilgili bir makale-
de baþarýlmýþtýr. Loria, ticari kârýn nasýl yapýldýðýný Schmidt’ten öðren-
dikten sonra, birdenbire her þey çözümlenmiþ oldu. “Deðerin,
emek-zamaný ile be!lrlenmesi, sermayelerinin daha büyük bir kýsmýný
ücretlere yatýran kapitalistlere avantaj saðlayacaðý için, üretken olma-
yan” (yani ticari) “sermeye, bu ayrýcalýklý kapitalistlerden daha yüksek
bir faiz” (yani kâr) “çekebilir ve böylece, bireysel sanayi kapitalistleri
arasýnda bir eþitlik saðlayabilir. ... Örneðin, eðer A, B, C, sanayi kapitalist-
lerinin herbiri, üretimde 100 iþgünü ve sýrasýyla 0, 100, 200 deðiþmeyen
sermaye kullansa ve eðer 100 iþgünü için ücretler 50 iþgünü tutsa, bun-
larýn herbirisi 50 iþgünlük artý-deðer elde eder ve kâr oraný, birinci kapi-
talist için %100, ikinci için %33,3 ve üçüncü için %20 olur. Ama eðer
dördüncü bir D kapitalisti, A’dan 40 iþgünü deðerinde, B’den 20 iþgünü

24 Karl Marks
Kapital III
deðerinde, bir faiz” (kâr) “talep eden 300’lük bir verimsiz sernýaye
biriktirnýiþ olsa, A ve B kapitalistlerinin kâr oraný, týpký C gibi %20’ye
düþer, oysa 300’lü sermayesi ile D, 60’lýk bir kâr ya da diðer kapitalistler
gibi %20’lik kâr oraný saðlamýþ olur.”
Ýþte böylesine þaþýrtýcý bir ustalýkla l’illustre Loria, on yýl önce
çözümlenemez diye ilan ettiði sorunu bir çýrpýda çözümleyiveriyor. Ama
[sayfa 24] ne yazýk ki, bu “üretken olmayan sermayenin” sanayicilerden
ortalama kâr oraný üzerindeki fazla kârlarýný sýzdýrma ve týpký toprak
sahibinin kiracýnýn artý-karýný toprak rantý diye cebe indirmesi gibi bunu
kendi cebinde alýkoyma gücünü nereden aldýðýnýn sýrrýný bize açýkla-
mýyor. Aslýnda ona kalýrsa, bunun, sanayicilerden toprak rantýna benzer
bir haraç toplayarak bu yoldan ortalama bir kâr oranýný oluþturan tüccar-
lar olmasý gerekiyor. Hemen herkesin bildiði gibi ticari sermaye gerçek-
ten de genel kâr oranýný oluþturmakta çok önemli bir etmendir. Ne var
ki, ancak ekonomi politiði içten içe küçümseyen bir kalemþor, bu ser-
mayenin, genel kâr oraný daha þekil almadan önce bile, bu genel ora-
nýndaki bütün artý-deðer fazlalýðýný emme ve üstelik herhangi bir taþýnmaz
mülkiyete gereksinme olmaksýzýn bunu kendisi için toprak rantýna çe-
virme sihirli gücüne sahip bulunduðunu iddia edebilir. Bundan daha az
þaþýrtýcý olmayan bir iddia da, ticari sermayenin, artý-deðerleri, ortalama
kâr oranýný týpý týpýna karþýlayan belirli sanayicileri keþfetmesi ve marks-
ist deðer yasasýnýn bu talihsiz kurbanlarýnýn çilesini, bunlara ait ürünleri,
bir komisyon bile talep etmeksizin onlar adýna bedavadan satmak sure-
tiyle hafifletmeyi kendisi için bir ayrýcalýk saymasýdýr. Marx’ýn böylesine
sefil hilelere baþvurmaya gereksinmesi olduðunu hayal etmesi için bir
insanýn ne denli þarlatan olmasý gerekir!
Ne var ki, onu kuzeyli rakipleriyle, sözgeliþi, o da daha dünkü
çocuk olmayan Herr Julius Wolf ile karþýlaþtýrdýktan sonradýr ki, ünlü
Loria bütün görkemiyle parlar. Herr Wolf, Sozialismus und kapitalisti-
sche Gesellschaftsordnung üzerine olan kalýn kitabýnda bile, Ýtalya’nýn
yanýnda çenileyen köpek eniði gibi kalýr. Marx’ý da, baþkalarýndan ne
daha fazla, ne de daha az, ancak Bay Loria’nýn kendisi kadar bilgiç,
yanýltýcý, palavracý ve þarlatan diye kabul eden –Marx’ýn yazmaya gücü
yetmeyeceðini ve hiç bir zaman da yazamayacaðýný çok iyi bildiði halde,
baþý dara düþtüðü zamanlarda, teorisini bir sonraki ciltte tamamlaya-
caðýný açýkça vaadettiðini söyleyen, maestronun ender sýrdaþý yanýnda,
ne kadar da beceriksiz kaldýðýný söyleyerek, onu küçümseyecek ve bir
patavatsýzlýk edecektim. Sýnýrsýz bir küstahlýkla birlikte güç durumlardan
bir yýlanbalýðý gibi sýyrýlma hüneri, yediði tekmelere kahramanca göðüs
germesi, baþkalarýnýn baþarýlarýný elçabukluðu ile aþýrmasý, arsýz bir
þamatayla reklamcýlýk, dost çýðlýklarý ile ününü yayma çabasý-bütün bun-
larda ona kim rakip olabilir ki?
Ýtalya klasizmin ülkesidir. Modern zamanlarýn þafaðýnýn söktüðü
büyük çaðdan beri, Dante’den Garibaldi’ye kadar eþi bulunmaz klasik

Karl Marks 25
Kapital III
yetkinlikte görkemli kiþiler yetiþtirmiþtir. Ama yozlaþma ve yabancý ege-
menlik dönemi de, ona, aralarýnda özellikle iki belirgin tipin, Sganarelle
ve Dolcamara’nýn da bulunduðu klasik insan müsveddelerini miras
býrakmýþtýr. Bunlarýn her ikisinin klasik bir bileþimi bizim illustre Loria’da
[sayfa 25] kiþileþmiþtir.
Konuyu baðlarken okurlarýmý Atlantiðin karþý kýyýsýna götürmem
gerekiyor. New York’lu Dr. (týp) George C. Stiebeling de, soruna bir çö-
züm ve hem de çok basit bir çözüm bulmuþtur. Gerçekten de öylesine
basit bir çözüm ki, kendisini ne orada, ne de burada kimse ciddiye
almamýþtýr. Bu, onu öfkelendirmiþ ve büyük suyun her iki yakasýnda
yayýnlanan sonu gelmez kitapçýk ve gazete makalelerinde bunun hak-
sýzlýðýndan acý acý yakýnmýþtýr. Kendisine, Neue Zeit’ta, bütün çözümünün
matematik bir yanýlgýya dayandýðý anlatýlmýþtý. Ama bu onu pek etkile-
medi. Marx da pek çok matematik yanlýþlar yapmýþtý, ama gene de pek
çok þeyde haklý çýkmýþtý. Öyleyse þimdi Dr. Stiebeling’in çözümüne bir
gözatalým.
“Eþit sermayeler ve eþit zaman uzunluklarýyla çalýþan ama
deðiþmeyen ve deðiþen sermayeler arasýndaki oranýn farklý olduðu iki
fabrika alýyorum. Toplam sermaye (s + d) = y ve deðiþmeyen ve deðiþen
sermayelerin oranýndaki fark = x olsun. I. fabrika için y = s + d, II.
fabrika için y = (s - x) + (d + x). Bu durumda, I. fabrika için artý-deðer
oraný = s/d, ve II. fabrika için = k/d+x’dir. Toplam sermaye y, ya da s +
d, belli bir zamanda kendisi kadar büyüdüðü toplam artý-deðere (a)
ben, kâr (k) diyorum; demek ki: k = a’dýr. Þu halde I. fabrika için kâr
oraný = k/y, ya da s/a+d ve II. fabrika için gene k/y, ya da a/(s+x)+(d+x),
yani gene = a/s+d. Sorun ... böylece öyle bir durum alýr ki, deðer yasasý
gereðince, eþit sermaye ve eþit zaman ve ama eþit olmayan canlý emek
miktarlarý ile, artý-deðer oranýnda bir deðiþme, ortalama kâr oranýnda bir
eþitlenmeye neden oýur.” (G. C. Stiebeling, Das Werthgesetz und die
Profitrate, New York, John Heinrich.)
Yukardaki hesap ne denli hoþ ve aydýnlatýcý olursa olsun, Dr.
Stiebeling’e gene de bir soru sormak gereðini duyuyoruz: I. fabrikanýn
ürettiði artý-deðer miktarýnýn, II. fabrikanýn ürettiði artý-deðer miktarýna
eþit olduðunu nereden biliyor? s, d, y ve x’in, yani hesaptaki öteki bütün
etmenlerin, her iki fabrika için eþit olduðunu açýkça söylüyor, ama a’nýn
hiç sözünü etmiyor. Yukarda sözü edilen artý-deðer miktarýnýn her ikisini
de cebirsel olarak a ile göstermesinden, bunlarýn mutlaka eþit olacaklarý
sonucu çýkmaz. Oysa asýl kanýtlanmasý gereken þey budur, çünkü Bay
Stiebeling fazla kafa yormadan, kârý da (k) artý-deðerle ayný þey sayýyor.
Þimdi ortada ancak iki þýk var. Ya her iki a da eþittir, iki fabrikada da eþit
miktarlarda artý-deðer üretilmektedir ve bu yüzden, iki sermaye de eþit
olduðu için eþit miktarlarda kâr saðlamaktadýr. Bu durumda Bay Stie-
beling, aslýnda kanýtlamak durumunda olduðu þeyi daha baþlangýçta
gerçek diye almýþ oluyor. Ya da, bir fabrika diðerinden daha fazla artý-

26 Karl Marks
Kapital III
deðer üretiyor ; bu durumda da bütün hesabý altüst oluyor.
Bay Stiebeling, daðlar kadar hesabý bu matematik yanýlgý üzerine
kurmak ve bunlarý halka sergilemek için ne canýný, ne parasýný
esirgemiþtir. Sýrf gönül huzuru için kendisini temin ederim ki, bunlarýn
hemen [sayfa 26] hepsi ayný derecede yanlýþtýr ve böyle olmadýðý pek az
durumda da, onun tanýtlamaya çalýþtýðýndan büsbütün farklý bir þeyi ta-
nýtlamaktadýr. Örneðin, 1870 ve 1880 Amerikan sayým rakamlarýný
karþýlaþtýrarak, kâr oranýnýn fiilen düþtüðünü tanýtlar, ama bunu yanlýþ
yorumlar, ve bu deneyime dayanýlarak Marx’ýn sürekli kararlý kâr oraný
teorisinin düzeltilmesi gerektiði sonucunu çýkartýr. Bu üçüncü cildin
üçüncü kýsmýndan, bu marksist “kararlý kâr oraný” teorisinin tamamen
Bay Stiebeling’in hayalinin bir ürünü olduðu ve kâr oranýndaki düþme
eðiliminin, Dr. Stiebeling’in belirttiðinin tamamen tersi koþullardan ileri
geldiði anlaþýlmýþ olacaktýr. Dr. Stiebeling’in iyi niyetli olduðuna hiç kuþku
yok, ama bilimsel sorunlarla uðraþmak isteyen bir kimsenin, her þeyden
önce, yararlanmak istediði yapýtlarý, yazarýnýn yazdýðý gibi okumayý, daha
da önemlisi bunlarda bulunmayan þeyleri bunlara katmaksýzýn okumayý
öðrenmesi gerekir.
Bütün araþtýrmanýn sonucu bu sorun ile ilgili olarak da bir kez
daha gösteriyor ki, bu konuda bir þeyler baþarmýþ olan gene yalnýz marks-
ist okuldur. Eðer Fireman ve Conrad Schmidt bu üçüncü cildi okurlarsa,
herbiri kendi adýna kendi yapýtlarýndan pekala memnun olabilirler. [sayfa
27]
 
 
Londra, 4 Ekim 1894 FRÝEDRÝCH ENGELS

Karl Marks 27
Kapital III
28 Karl Marks
Kapital III
ÜÇÜNCÜ KÝTAP
BÝR BÜTÜN OLARAK
KAPÝTALÝST ÜRETÝM SÜRECÝ
I

Karl Marks 29
Kapital III
30 Karl Marks
Kapital III
BÝRÝNCÝ KISIM
ARTI-DEÐERÝN KÂRA
VE ARTI-DEÐER ORANININ
KÂR ORANINA DÖNÜÞMESÝ

––––––––––––

BÝRÝNCÝ BÖLÜM
MALÝYET FÝYATI VE KÂR

BÝRÝNCÝ Kitapta, biz, bizatihi kapitalist üretim sürecini oluþturan


görüngüleri, dýþ koþullarýn yaratabilecekleri her türden ikincil etkileri hiç
dikkate almaksýzýn, dolaysýz üretici süreç olarak incelemiþtik. Ne var ki,
bu dolaysýz üretim süreci, sermayenin yaþam süresini sona erdirmiþ
olmaz. Bu süreç, gerçek dünyada, Ýkinci Kitabýn konusu olan dolaþým
süreci ile tamamlanýr. Ýkinci Kitapta, yani dolaþým sürecinin, toplumsal
yeniden-üretim sürecinin aracýsý olarak ele a1ýndýðý Üçüncü Kýsýmda,
kapitalist üretim sürecinin, bütünüyle ele a1ýndýðýnda, üretim ve dolaþým
süreçlerinin bir sentezini temsil ettiði ortaya çýkmýþtý. Bu üçüncü kitabýn
ele aldýðý konular düþünülürse, bu sentez üzerine bazý genel düþüncelerle
yetinilmesi olanaksýzdýr. Tersine, bir bütün olarak sermaye hareketlerin-
den doðan somut biçimlerin saptanmasý ve tanýmlanmasý gerekir. Ser-
mayeler fiili hareketleri sýrasýnda birbirlerinin karþýsýna öyle somut
þekillerde çýkar ki, sermayenin dolaysýz üretim sürecindeki biçimi, týpký
dolaþým sürecindeki biçimi gibi, yalnýzca özel durumlar olarak ortaya
çýkar. Bu kitapta geliþtirildiði gibi, sermayenin çeþitli biçimleri, böylece,
farklý sermayelerin birbirleri üzerindeki etkileri içersinde, rekabet içer-
sinde, ve bizzat üretim öðelerinin olaðan bilinçleri içersinde, adým adým,

Karl Marks 31
Kapital III
[sayfa 31] toplum yüzeyinde bürünecekleri biçime yaklaþýrlar.

  ––––––––––––

Kapitalist yolda üretilen her metaýn deðeri, þu formül ile temsil


edilir: S = s + d + a. Eðer ürünün bu deðerinden, biz, artý-deðerleri
çýkartýrsak, ortada yalnýzca üretim öðelerine harcanmýþ sermaye deðeri,
s + d’ye karþýlýk, bir eþdeðer ya da mal olarak onun yerini alan bir deðer
kalýr.
Örneðin, belli bir nesnenin üretimi, eðer 20 sterlini üretim aletleri-
nin aþýnmasýný ve yýpranmasýný, 380 sterlini üretim maddelerini ve 100
sterlini emek-gücünü karþýlayan 500 sterlinlik bir sermaye yatýrýmýný ge-
rektiriyorsa ve artý-deðer oraný %100 ise, ürünün deðeri = 400s + 100d +
100a = 600 sterlin olur.
100 sterlinlik artý-deðer düþüldükten sonra, geriye ya1nýzca, har-
canan 500 sterlinlik sermayeyi yerine koyan 500 sterlinlik meta-deðer
kalýr. Metaýn deðerinin tüketilen üretim araçlarý ile emek-gücünün fiyatý-
ný yerine koyan bu kýsmý, ancak, metaýn kapitalistin kendisine maliyetini
yerine koymuþ olur. Bu nedenle de onun [yani kapitalist -ç.] için, me-
taýn maliyet fiyatýný temsil eder. Metaýn kapitaliste maliyeti ile gerçek
üretim maliyeti, birbirinden tamamen farklý iki büyüklüktür. Meta-deðe-
rin, artý-deðerden meydana gelen kýsmý, bu kýsým, emekçiye, karþýlýðý
ödenmemiþ emeðe malolduðu için, kapitaliste herhangi bir þeye
malolmamýþtýr. Ne var ki, kapitalist üretim esasýna göre, iþçi, üretim
sürecine girdikten sonra, o, kapitaliste ait bulunan ve iþlev yapan üret-
ken sermayenin tamamlayýcý bir öðesini oluþturur. Bu nedenle metaýn
asýl üreticisi kapitalisttir. Ýþte bu yüzden, metaýn maliyet fiyatý, kapitaliste,
zorunlu olarak, metaýn gerçek maliyeti olarak görünür. Biz, eðer maliyet
fiyatýna, rn dersek, S = s + d + a formülü, S = m + a þeklini, yani, meta-
deðer = maliyet fiyatý + artý-deðer þeklini alýr.
Bir metaýn yalnýz üretimi sýrasýnda harcanan sermayenin deðerini
yerine koyan çeþitli deðer kýsýmlarýnýn, maliyet fiyatý baþlýðý altýnda to-
planmasý, bir yandan, kapitalist üretimin özgül niteliðini ifade eder. Me-
taýn kapitalist maliyeti sermaye harcanmasý ile, oysa metaýn gerçek
maliyeti emek harcanmasý ile ölçülür. Böylece, bir metaýn kapitalist ma-
liyet fiyatý, nicelik olarak deðerinden ya da onun gerçek maliyet fiyatýn-
dan farklýdýr. Bu fiyat metaýn deðerinden küçüktür, çünkü, S = m + a
eþitliðinde, m = S - a olduðu açýktýr. Öte yandan, bir metaýn maliyet
fiyatý, hiç bir zaman yalnýz kapitalist muhasebede bulunan bir kategori-
den ibaret deðildir. Deðerin bu kýsmýnýn tek baþýna ayrýlmasý, pratikte,
metaýn fiili üretiminde, sürekli olarak kendini gösterir, çünkü dolaþým
süreci yoluyla durmadan kendi meta biçiminden üretken sermaye biçi-
mine tekrar çevrilmek zorunda olup, böylece metaýn maliyet fiyatý, dai-
ma, yapýmýnda tüketilen üretim öðelerini tekrar satýn almak

32 Karl Marks
Kapital III
durumundadýr. [sayfa 32]
Maliyet fiyatý kategorisinin, öte yandan, meta-deðerin oluþmasýyla
ya da, sermayenin kendisini geniþletmesi süreciyle hiç bir iliþkisi yoktur.
600 sterlinlik bir metaýn deðerinin, altýda-beþinin, yani 500 sterlinin, onun
üretiminde tüketilen 500 sterlinlik sermayenin bir eþdeðerinden fazla bir
þeyi temsil etmediðini ve bu nedenle ancak bu sermayenin maddi öð-
elerini tekrar satýn almaya yetebileceðini biliyorsam, henüz daha, ne
metaýn deðerinin onun maliyet fiyatýný temsil eden altýda-beþlik kýsmýnýn
ve ne de metadaki artý-deðeri oluþturan son altýda-birlik kýsmýnýn ne
þekilde üretildiði hakkýnda bir þey biliyorum demektir. Bununla birlikte,
araþtýrmalarýmýz, kapitalist iktisatta, maliyet fiyatýnýn, deðer üretiminin
kendisinin sahte bir kategorisi görüntüsüne büründüðünü ortaya koya-
caktýr.
Tekrar örneðimize dönelim. Bir iþçi tarafýndan ortalama toplum-
sal bir iþgününde üretilen deðerin 6 þilin = 6P ile temsil edildiðini varsa-
yalým. Bu durumda yatýrýlan 500 sterlinlik sermaye = 400s + 100d,on
saatlik 1.6662/3 iþgününde üretilen bir deðeri temsil eder ve bunun 1.3331/
3
iþgünü 400s’ye eþit üretim araçlarýnýn deðerinde ve 3331/3 iþgünü 100d’ye
eþit emek-gücünün deðerinde kristalleþmiþtir. %100’lük bir artý-deðer
oraný varsayýldýðýnda, yeni elde edilecek olan metaýn üretiminin gerekti-
receði emek harcamasý = 100s + 100d = 6662/3 on saatlik iþgünüdür.
Biz biliyoruz ki (bkz: Buch l, Kap. VII, s. 101-193) 600 sterlinlik
yeni yaratýlan ürünün deðeri, 1) üretim araçlarý için harcanan 400 sterlin-
lik deðiþmeyen sermayenin yeniden ortaya çýkan deðeri, ve 2) 200 ster-
linlik yeni üretilen bir deðerden oluþmuþtur. Metaýn maliyet fiyatý = 500
sterlin, yeniden ortaya çýkan 400s ile, yeni üretilen 200 sterlinlik (=l00d)
deðerin yarýsýný, yani kökenleri tamamen farklý iki meta-deðer öðesini
kapsar.
6662/3 on saatlik iþgünü boyunca harcanmýþ bulunan emeðin bir
amaca yönelmiþ niteliði sonucu, tüketilen 400 sterlin tutarýndaki üretim
araçlarýnýn deðeri, bu üretim araçlarýndan ürüne aktarýlmýþtýr. Daha önce-
den varolan bu deðer, böylece, ürünün deðerini oluþturan bir kýsým ola-
rak yeniden ortaya çýkmýþtýr, ama bu metaýn üretim sürecinde
yaratýlmamýþtýr. Metaýn deðerinin bir kýsmý olarak varolmasýnýn tek ne-
deni, yatýrýlan sermayenin bir öðesi þeklinde daha önce varolmasýdýr.
Harcanmýþ bulunan deðiþmeyen sermaye, bu nedenle, metaýn deðeri-
nin, bu sermayenin bizzat o deðere eklediði kýsmý tarafýndan yerine
konmuþtur. Maliyet fiyatýnýn bu öðesi, demek ki, çifte bir anlam
taþýmaktadýr. Bir yandan, o, meta-deðerin, tüketilen sermayeyi yerine
koyan kýsmý olduðu için, metaýn maliyet fiyatýna girmektedir. Öte yan-
dan da, salt, harcanan sermayenin deðeri olduðu, ya da üretim araçlarý
þu kadara malolduklarý için meta-deðerin bir öðesini oluþturur.
Maliyet fiyatýnýn öteki öðesi için durum tam tersidir. Metaýn [sayfa 33]
üretiminde harcanan 6662/3 iþgünü, 200 sterlinlik yeni bir deðer yarat-

Karl Marks 33
Kapital III
maktadýr. Bu yeni deðerin bir kýsmý, sa1t, 100 sterlinlik yatýrýlan deðiþen
sermayeyi ya da kullanýlan emek-gücünün fiyatýný yerine koymaktadýr.
Ne var ki, bu yatýrýlan sermaye-deðer, herhangi bir þekilde, yeni deðerin
yaratýlmasýna girmemektedir. Sermaye yatýrýmýný ilgilendirdiði kadarýyla
emek-gücü, bir deðer olarak sayýlmaktadýr. Ama, üretim sürecinde o,
deðer yaratýcýsý olarak hareket etmektedir. Yatýrýlan sermaye içersinde
emek- gücünün deðerinin tuttuðu yeri, fiilen iþlev yapan üretken ser-
mayede, canlý, deðer-yaratýcý emek-gücünün kendisi almaktadýr.
Meta-deðerin, biraraya geldikleri zaman maliyet fiyatýný oluþturan
bu çeþitli öðeleri arasýndaki fark, sermayenin, ya harcanmýþ olan
deðiþmeyen ya da harcanmýþ olan deðiþen kýsmýnýn deðerinin büyüklüð-
ünde bir deðiþiklik olduðu zaman göze çarpar. Diyelim, ayný üretim araçla-
rýnýn ya da sermayenin deðiþmeyen kýsmýnýn fiyatý 400 sterlinden 600
sterline yükselmiþ ya da tersine 200 sterline düþmüþ olsun. Birinci du-
rumda, 500 sterlinden, 600s + 100d = 700 sterline yükselen yalnýzca
metaýn maliyet fiyatý deðil, 600 sterlinden, 600s + l00d + l00a = 800
sterline yükselen metaýn deðeridir de. Ýkinci durumda, 500 sterlinden
200s + l00d = 300 sterline düþen yalnýzca maliyet fiyatý deðil, 600 sterlin-
den, 200s + 100d + 100a = 400 sterline düþen metaýn deðeridir de.
Harcanmýþ bulunan deðiþmeyen sermaye kendi deðerini ürüne aktardý-
ðý için, öteki koþullar ayný kalmak üzere, ürünün deðeri, bu sermaye-
deðerin mutlak büyüklüðü ile yükselir ya da düþer. Öte yandan, öteki
koþullarýn deðiþmeden kaldýðýný varsayalým, ayný miktar emek-gücünün
fiyatý 100 sterlinden 150 sterline yükselmiþ ya da, tersine, 100 sterlinden
50 sterline düþmüþ olsun. Birinci durumda, maliyet fiyatý 500 sterlinden,
400s + 150d = 550 sterline yükselmiþ, ikinci durumda 500 sterlinden,
400s + 50d = 450 sterline düþmüþ olur. Ama her iki durumda da, meta-
deðer, deðiþmeden 600 sterlin o1arak kalýr; bir seferinde 400s + 150d +
50a, ve öteki seferinde 400s + 50d + 150a’dýr. Yatýrýlmýþ olan deðiþen
sermaye kendi deðerini ürüne eklemez. Onun deðerinin yerini, üründe
daha çok, emek tarafýndan yaratýlmýþ bulunan yeni bir deðer almýþtýr.
Bu nedenle, deðiþen sermayenin mutlak büyüklüðündeki bir deðiþiklik,
salt emek-gücünün fiyatýndaki bir deðiþikliði ifade ettiði sürece, meta-
deðerin mutlak büyüklüðünü en ufak þekilde deðiþtirmez, çünkü bu,
canlý emek-gücü tarafýndan yaratýlan yeni deðerin mutlak büyüklüðün-
de hiç bir þeyi deðiþtirmiþ olmaz. Böyle bir deðiþiklik, daha çok, yeni
deðerin, birisi artý-deðeri oluþturan, öteki deðiþen sermayeyi yerine koy-
an ve bu yüzden metaýn maliyet fiyatýna geçen iki kýsmýnýn nispi oranlarý
üzerinde etkili olur.
Maliyet fiyatýnýn iki öðesinin, örneðimizde 400s + 100d’nin tek
ortak yanlarý, her ikisinin de meta-deðerin yatýrýlan sermayeyi yerine
koyan kýsýmlarý olmasýdýr.
Ne var ki, bu gerçek durum, kapitalist üretim açýsýndan zorunlu
olarak ters bir biçimde görünür.

34 Karl Marks
Kapital III
Kapitalist üretim tarzý, köleliðe dayanan üretim tarzýndan, öteki
[sayfa 34]þeylerin yanýsýra, onda emek-gücünün deðerinin ve dolayýsýyla
fiyatýnýn deðerinin, emeðin kendisinin deðeri ya da fiyatý, ya da ücretler
olarak görülmesi olgusuyla ayrýlýr (Buch I, Kap. XVII). Yatýrýlan sermaye-
nin deðiþen kýsmý bu nedenle, ücretlere harcanan sermaye, üretimde
harcanan bütün emeðin deðeri ve dolayýsýyla fiyatýný ödeyen sermaye-
deðer olarak görünür. Örneðin, ortalama on saatlik toplumsal iþgününün
6 þilin tutarýndaki bir para miktarýnda nesneleþtiðini varsayalým. Buna
göre 100 sterlinlik bir deðiþen sermaye yatýrýmý, 3331/3 on saatlik
iþgününde üretilen bir deðerin para ifadesini temsil eder. Ne var ki, satýn
alýnan emek-gücünü, yatýrýlan sermayede temsil eden bu deðer, fiilen
iþlev yapan üretken sermayenin bir kýsmýný oluþturmaz. Üretim sürecin-
de onun yerini, canlý emek-gücü almýþtýr. Eðer, örneðimizde olduðu gibi,
emek-gücünün sömürü derecesi %100 ise 6662/3 on saatlik iþgünü boyun-
ca harcanýr ve böylece de, ürüne 100 sterlinlik yeni bir deðer katar.
Ama, yatýrýlan sermayede, 100 sterlinlik deðiþen sermaye, ücretlere
yatýrýlmýþ sermaye ya da 6662/3 on saatlik gün boyunca iþ gören emeðin
fiyatý olarak görünür. 100 sterlinlik miktar, 6662/3 ile bölünürse, deðer
olarak, beþ saatlik emeðin ürününe eþit, on saatlik bir iþgününün fiyatý
olan 3 þilin elde edilir.
Þimdi eðer biz, bir yanda yatýrýlan sermayeyi diðer yandaki meta-
deðer ile karþýlaþtýrýrsak þunu buluruz:
I. Yatýrýlan sermaye 500 sterlin = üretim araçlarýna harcanan 400
sterlinlik sermaye (üretim araçlarýnýn fiyatý) + emeðe harcanan 100 ster-
linlik sermaye (6662/3 iþgününün fiyatý ya da ayný süre için ödenen üc-
ret).
II. Metalarýn deðeri 600 sterlin = maliyet fiyatýný temsil eden 500
sterlin (harcanan üretim araçlarýnýn fiyatý 400 sterlin + harcanan 6662/3
iþgününün fiyatý 100 sterlin) + 100 sterlin artý-deðer.
Bu formülde, sermayenin emek-gücüne yatýrýlan kýsmý, pamuk
ya da kömür gibi üretim araçlarýna yatýrýlan kýsmýndan, yalnýz, maddi
bakýmdan farklý bir üretim öðesinin karþýlýðýnýn ödenmesine yaramasý
bakýmýndan ayrýlýr, yoksa hiç bir þekilde, meta-deðer yaratma sürecinde
ve dolayýsýyla da sermayenin kendisini geniþletme sürecinde iþlevsel
bakýmdan farklý bir amaca hizmet ettiðinden ötürü ayrýlmaz. Üretim
araçlarýnýn fiyatý, týpký yatýrýlan sermayede göründüðü gibi, metalarýn ma-
liyet fiyatýnda tekrar görünür, ve böyle olmasýnýn nedeni, bu üretim araçla-
rýnýn bir amaca uygun olarak tüketilmeleridir. Bu metalarýn üretiminde
tüketilen 6662/3 iþgünü için ödenen fiyat ya da ücretler de, gene, týpký
yatýrýlan sermayede göründüðü gibi metalarýn maliyet fiyatýnda tekrar
ortaya çýkar ve bunun da nedeni gene bu miktar emeðin bir amaca
yönelik olarak harcanmýþ olmasýdýr. Biz, yalnýz, tamamlanmýþ ve varolan
deðerleri –yatýrýlan sermayenin deðerinin, ürünün deðerinin oluþmasýna
katýlan kýsýmlarýný– görürüz, ama yeni deðerler yaratan öðeyi görmeyiz.

Karl Marks 35
Kapital III
Deðiþmeyen ve deðiþen sermaye arasýndaki ayrým yokolmuþtur. 500
sterlinlik tüm maliyet fiyatý, þimdi iki anlam taþýr; birincisi, 600 sterlinlik
[sayfa 35] meta-deðerin, metaýn üretiminde harcanan 500 sterlinlik sermay-
eyi yerine koyan kýsmýdýr; ikincisi, meta-deðerin bu kýsmý, salt, kulla-
nýlan üretim öðelerinin, yani üretim araçlarý ile emeðin maliyet fiyatý,
yani yatýrýlan sermaye olarak daha önce varolduðu için mevcuttur. Ser-
maye-deðer, bir metaýn maliyet fiyatý olarak, ancak bir sermaye-deðer
þeklinde harcandýðý için ve harcandýðý ölçüde tekrar ortaya çýkar.
Yatýrýlan sermayenin çeþitli deðer kýsýmlarýnýn, maddi bakýmdan
farklý üretim öðelerine, yani emek araçlarýna, ham ve yardýmcý madde-
lere ve emeðe harcanmýþ olmasý olgusu, yalnýzca, metaýn maliyet fiyatý-
nýn, maddi bakýmdan farklý üretim öðelerinin yeniden satýn alýnmasý
zorunluluðunu gerektirir. Ama, maliyet fiyatýnýn oluþumunu ilgilendirdiði
kadarýyla, burada yalnýzca bir ayrým, yani sabit ve döner sermayeler
arasýndaki ayrým farkedilebilir. Örneðimizde biz, emek araçlarýnýn aþýnýp
yýpranmasý için 20 sterlin koymuþtuk (400s = emek araçlarýnýn amortis-
maný için 20 sterlin + üretim maddeleri için 380 sterlin). Bu emek araçla-
rýnýn deðeri, üretken süreçten önce, diyelim 1.100 sterlin olsun. Metalar
üretildikten sonra bu deðer iki biçimde varolur, metaýn deðerinin bir
kýsmý olarak 20 sterlin ve eskisi gibi kapitalistin mülkiyetinde kalan emek
araçlarýnýn geriye kalan deðeri olarak 1.200 - 20 ya da 1.180 sterlin; bir
baþka deyiþle, bunlar, kapitalistin meta-sermayesinin deðil, üretken ser-
mayesinin öðeleri olarak bulunurlar. Üretim maddeleri ile ücretler, emek
araçlarýndan farklý olarak, metaýn üretiminde tamamen tüketilmiþler ve
böylece bütün deðerleri, üretilen metaýn deðerine geçmiþtir. Yatýrýlan
sermayenin bu çeþitli kýsýmlarýnýn, devir ile iliþkili olarak nasýl sabit ve
döner sermaye biçimlerine büründüklerini görmüþtük.
Buna göre, yatýrýlan sermaye = 1.680 sterlin: sabit sermaye =
1.200 sterlin + döner sermaye = 480 sterlin (= 380 sterlin üretim mad-
delerindeki, artý, 100 sterlin ücretlerdeki).
Ama metaýn maliyet fiyatý, yalnýz = 500 sterlin (sabit sermayenin
aþýnma ve yýpranmasý için 20 sterlin ve döner sermaye için 480 sterlin).
Metaýn maliyet fiyatý ile yatýrýlan sermaye arasýndaki bu fark, yal-
nýzca, metaýn maliyet fiyatýnýn, yalnýzca üretiminde fiilen tüketilen ser-
maye tarafýndan oluþturulduðunu tanýtlar.
Metaýn üretiminde, 1.200 sterlin deðerinde üretim aracý
kullanýlmýþtýr, ama bu yatýrýlan sermaye-deðerden yalnýz 20 sterlini üre-
timde kaybolmuþtur. Demek ki, kullanýlan sabit sermaye, ancak kýsmen
metaýn maliyet fiyatýna girmektedir, çünkü onun üretiminde ancak kýs-
men tüketilmektedir. Kullanýlan döner sermaye ise metaýn maliyet fi-
yatýna bütünüyle girmektedir, çünkü üretimde bütünüyle tüketilmektedir.
Ama bu, ancak, sabit ve döner sermayelerin tüketilen kýsýmlarýnýn

* Orantýlý olarak, herkese düþen pay oranýnda. -ç.

36 Karl Marks
Kapital III
deðiþmez bir biçimde, deðerlerinin büyüklüðü ile prou rata,* metaýn
maliyet fiyatýna [sayfa 36] geçtiðini ve metaýn deðerinin bu kýsýmlarýnýn salt
üretimlerinde harcanan sermayeden doðduklarýný tanýtlamaz mý? Eðer
bu böyle olmasaydý, yatýrýlmýþ bulunan 1.200 sterlinlik sabit sermayenin,
üretken süreç sýrasýnda kaybettiði 20 sterlin dýþýnda, kaybetmemiþ ol-
duðu diðer 1.180 sterlini de bu sürece niçin katmadýðý açýklanamazdý.
Maliyet fiyatýnýn hesaplanmasý bakýmýndan sabit ve döner ser-
mayeler arasýndaki bu fark, bu nedenle, ancak, maliyet fiyatýnýn
görünüþte, harcanan sermaye-deðerden ya da bizzat kapitalist tarafýn-
dan emek de dahil harcanan üretim öðeleri için ödenen fiyattan doðmuþ
olmasýný doðrular. Öte yandan, deðerin oluþumunu ilgilendirmesi baký-
mýndan, sermayenin emek-gücüne yatýrýlan deðiþen kýsmý, burada, dö-
ner sermaye baþlýðý altýnda, açýkça, deðiþmeyen sermaye ile (sermayenin
üretim maddesinden ibaret bulunan kýsmý ile) özdeþleþtirilmekte ve bu,
sermayenin kendisini geniþletme sürecindeki sýrrý tamarnlamaktadýr.1
Buraya kadar biz, metalarýn deðerinin yalnýzca bir öðesini, yani
maliyet fiyatýný ele aldýk. Þimdi de, metalarýn deðerinin diðer kýsmýna,
yani maliyet fiyatý üzerindeki fazlalýða ya da artý-deðere gözatmamýz ge-
rekiyor. Demek ki, her þeyden önce artý-deðer, bir metaýn deðerinin
maliyet fiyatýnýn üzerinde ve ötesinde kalan fazla kýsmýdýr. Ama maliyet
fiyatý, kendisinin de sürekli olarak maddi öðelerine tekrar çevrildiði tü-
ketilen sermayenin deðerine eþit olduðu için, bu deðer fazlasý, metaýn
üretiminde harcanan ve kendi dolaþýmý yoluyla geri dönen sermayenin
deðerindeki bir artýþ demektir.
Daha önce de gördüðümüz gibi, artý-deðer a ancak, deðiþen ser-
maye d’nin deðerindeki bir deðiþmeden doðduðu ve bu nedenle, köke-
ni yönünden deðiþen sermayedeki bir artýþtan baþka bir þey olmadýðý
halde, üretim süreci sona erdikten sonra, gene de s + d’nin, harcanmýþ
toplam sermayenin deðerinde bir artýþ oluþturur. a’nýn, emek-gücüne
yatýrýlmýþ bulunan belirli bir sermaye-deðer d’nin, deðiþken bir büyüklüðe,
yani deðiþmeyen bir büyüklüðün deðiþen bir büyüklüðe çevrilmesiyle
üretildiðini ifade eden s + (d + a) formü1ü, (s + d) + a olarak da temsil
edilebilir. Üretim gerçekleþmeden önce elimizde 500 sterlinlik bir ser-
maye vardý. Üretim tamamlandýktan sonra, elimizde 500 sterlinlik bu
sermaye ile, 100 sterlinlik bir deðer artýþý vardýr.2

1
Kitap I’de (Kap. VII. 216-206 Dipnot.) [Türkçe baskýda: Dokuzuncu Bölüm Üçüncü Kesim;
s. 249 vd. -Ed.], bunun, iktisatçýnýn kafasýnda nasýl bir karýþýklýk yaratabileceðini göstermek için
N. W. Senior’un örneðini vermiþtik.
2
“Daha önce söylenerýlerden biliyoruz ki, artý-deðer yalnýzca d’nin sermayenin emek-gücüne
dönüþen bölümünün deðerindeki deðiþmenin sonucudur; dolayýsýyla d + a = d + d (ya da d,
artý, d’nin bir kesri). Ama deðiþenin yalnýzca d olmasý olgusu, ve bu degiþmenin koþullarýnýn
sermayenin deðiþen kýsmýndaki bir artýþýn sonucu olmasý durumuyla deðiþme koþullarýnýn gözle
görülemez hale gelmesi yanýnda yatýrýlan sermayenin toplamýnda bir artýþ da vardýr. Baþlangýçta
500 £ þimdi 590 £ olmaktadýr.” (Buch I. Kap. VII, 1, s. 203/195.) [Türkçe baskýda: Onbirinci
Bölüm, Birinci Kesim. s. 238-239. -Ed.]

Karl Marks 37
Kapital III
Bununla birlikte, artý-deðer, yalnýz, yatýrýlan sermayenin, sermaye-
nin kendisini geniþletmesi sürecine giren kýsmýnda. deði1, bu sürece
[sayfa 37] girmeyen kýsmýnda da bir artýþ oluþturur. Baþka bir deyiþle, artý-
deðer yalnýz, metaýn maliyet fiyatý ile yerine konulan tüketilen sermaye-
de deðil, üretime yatýrýlan bütün sermayede bir artýþ demektir. Üretim
sürecinden önce elimizde 1.680 sterlin deðerinde bir sermaye vardý;
yani üretim araçlarýna yatýrýlan ve yalnýz 20 sterlini, aþýnýp yýpranma ne-
deniyle metaýn deðerine giren 1.200 sterlinlik bir sabit sermaye ile, üre-
tim maddelerine ve ücretlere yatýrýlan 480 sterlinlik bir döner sermaye
bulunuyordu. Üretim sürecinden sonra, elimizde üretken sermayenin
deðerini oluþturan bir öðe olarak 1.180 sterlin ile, 600 sterlinlik bir meta-
sermaye bulunmaktadýr. Bu iki deðer miktarýný topladýðýmýzda, þimdi
kapitalistin elinde 1. 780 sterlinlik bir deðer bulunmaktadýr. Yatýrmýþ ol-
duðu 1.680 sterlinlik toplam sermaye bundan çýkartýldýðýnda, geriye 100
sterlinlik bir deðer artýþý kalýr. 100 sterlinlik artý-deðer, böylece, yatýrýlmýþ
1.680 sterlin bakýmýndan bir artýþ oluþturduðu gibi, onun bir kýsmý olan
ve üretim sýrasýnda harcanan 500 sterlin bakýmýndan da bir artýþ demek-
tir.
Þimdi kapitaliste, bu deðer artýþýnýn, sermaye ile giriþilmiþ bulu-
nan üretken süreçten doðduðu ve bu nedenle sermayenin kendisinden
türediði, açýk olarak görünür, çünkü, bu artýþ, üretim sürecinden önce
ortada olmadýðý halde, süreçten sonra ortaya çýkmýþtýr. Üretimde tüketi-
len sermayeye gelince, artý-deðer, gene, üretim araçlarý ile emeði içeren
bütün farklý deðer öðelerinin hepsinden doðmuþ gibi görünür. Çünkü
maliyet fiyatýnýn oluþumuna bütün bu öðeler eþit katkýda bulunurlar.
Yatýrýlmýþ sermaye olarak edindikleri kendi deðerlerini hepsi de ürünün
deðerine katarlar ve, deðiþmeyen ve deðiþen deðer büyüklükleri olarak
farklýlaþmamýþlardýr. Biz eðer bir an için, bütün yatýrýlan sermayenin, ya
sýrf ücretlerden ya da sýrf üretim araçlarýnýn deðerinden ibaret olduðunu
varsayarsak, bu, apaçýk hale gelir. Birinci durumda, demek ki, 400s +
100d + l00a meta-deðer yerine 500d + 100a meta-deðer elde etmiþ olur-
duk. Ücretlere yatýrýlmýþ olan 500 sterlinlik sermaye, 600 sterlinlik meta-
deðerin üretiminde harcanan bütün emeðin deðerini temsil eder ve sýrf
bu nedenle, tüm ürünün maliyet fiyatýný oluþturur. Ama harcanan ser-
mayenin deðerinin, ürünün deðerinin bir kýsmý olarak yeniden-üretilme-
sine yolaçan bu maliyet fiyatýnýn oluþumu, bu meta-deðerin oluþumunda
bizce bilinen tek süreçtir. Biz, onun 100 sterlinlik artý-deðer kýsmýnýn
nasýl oluþtuðunu bilmiyoruz. Meta-deðerin 500s + 100a’ya eþit olduðu
ikinci durum için de ayný þey doðrudur. Her iki durumda da, biz, artý-
deðerin, belli bir deðerden geldiðini biliyoruz, çünkü bu deðer, ister emek,
ister üretim araçlarý biçiminde olsun, üretken sermaye biçiminde
yatýrýlmýþtý. Öte yandan, bu yatýrýlan sermaye-deðer, geniþlemiþ olduðu
ve bu nedenle metaýn maliyet fiyatýný oluþturduðu için, artý-deðeri mey-
dana getiremez. Çünkü, salt metaýn maliyet fiyatýný oluþturmasý nedeni-

38 Karl Marks
Kapital III
yle, sermaye-deðer, herhangi bir artý-deðer oluþturmaz, yalnýzca bir
eþdeðer, harcanan sermayeyi yerine koyan bir deðer oluþturur. Bu ne-
denle, [sayfa 38] sermaye-deðerin artý-deðer oluþturmasý ölçüsünde, bu,
onun, harcanmýþ sermaye olarak özgül niteliðinden deðil, daha çok,
yatýrýlmýþ ve dolayýsýyla yararlanýlmýþ sermaye olmasý niteliðinden ötürü
böyledir. Bu nedenle, artý-deðer, yatýrýlan sermayenin, metaýn maliyet
fiyatýna giren kýsmýndan doðduðu kadar, buna girmeyen kýsmýndan da
doðar. Kýsacasý, artý-deðer, kullanýlan sermayenin hem sabit ve hem de
döner kýsýmlarýndan ayný derecede meydana gelir. Emek araçlarýný ol-
duðu kadar, üretim maddelerini ve emeði de [içeren -ç.] toplam ser-
maye, ürünlerin yaratýcýsý olarak maddi bakýmdan hizmet eder. Toplam
sermaye, ancak bir kýsmý, kendini geniþletme sürecine katýlmýþ olsa
bile, fiili emek-sürecine maddi bakýmdan katýlýr. Belki de, maliyet fiyatý-
nýn oluþumuna kýsmen katýldýðý halde, artý-deðerin oluþumuna bütünüy-
le katýlmasýnýn nedeni iþte budur. Her ne olursa olsun sonuç þu oluyor
ki, artý-deðer, yatýrýlan sermayenin bütün kýsýmlarýndan, ayný zamanda
doðuyor. Bu tümdengelim, belki de, Malthus’un sözleriyle açýkça ve
kýsaca ifade edilerek epeyce kýsaltýlabilir: “Kapitalist ... yatýrdýðý sermay-
enin bütün kýsýmlarýndan eþit bir kâr bekler.”3
Artý-deðer, yatýrýlan toplam sermayenin, varsayýlan bir yavrusu olma
niteliði içersinde, kârýn bu dönüþmüþ biçimini alýr. Demek oluyor ki,
belli bir deðer, kâr üretmek amacýyla yatýrýldýðý zaman sermaye oluyor,4
ya da belli bir deðer, sermaye olarak kullanýldýðý için kâr meydana geli-
yor. Kâra, k dersek, S = s + d + a = k + a formülü S = m + k halini alýr,
ya da, bir metaýn deðeri = maliyet fiyatý + kâr olur.
Kâr, burada temsil edildiði haliyle, demek ki, artý-deðer ile ayný
þey oluyor, ancak, kapitalist üretim tarzýnýn herhalde vazgeçilmez bir
ürünü olduðundan gizemli bir biçime bürünüyor. Üretim süreci sýrasýn-
da meydana gelen deðer deðiþikliðinin kaynaðýnýn, sermayenin deðiþen
kýsmýndan; toplam sermayeye aktarýlmasý gerekiyor, çünkü, varsayýlan
maliyet fiyatý oluþumunda, deðiþmeyen ve deðiþen sermayeler arasýnda
gözle görülür bir ayrým bulunmamaktadýr. Bir kutupta, emek-gücünün
fiyatý, ücretlerin baþkalaþmýþ biçimine büründüðü için, karþýt kutupta
artý-deðer, kârýn baþkalaþmýþ biçiminde görünmektedir.
Bir metaýn maliyet fiyatýnýn, deðerinden küçük olduðunu görmüþ
bulunuyoruz. S = rn + a olduðu için, m = S - a’dýr. S = m + a formülü S
= m, ya da, meta-deðer = meta maliyet fiyatý olabilmesi için, a = 0
olmasý gerekir; özel piyasa koþullarý, metalarýn satýþ fiyatlarýný, maliyet
fiyatlarýnýn düzeyine ve hatta altýna düþürebilmekle birlikte, yukardaki
durum, kapitalist üretim esasýnda hiçbir zaman ortaya çýkmaz.
Demek oluyor ki, bu metaýn deðer üzerinden satýlmasý halinde,
3
Malthus, Principles of Political Economy, 2. ed. London 1836, s. 268.
4
“Bir kâr amacýyla geniþleyen þey sermayedir.” Malthus, Definitions in Political Economy,
London 1827. s. 86.

Karl Marks 39
Kapital III
bu metaýn deðerinin maliyet fiyatýný aþan fazlalýða eþit ve bu nedenle, bu
metaýn deðerine katýlmýþ bulunan tüm artý-deðere eþit bir kâr
gerçekleþtirilmiþ [sayfa 39] olur. Ne var ki, kapitalist, bir metaý deðerinin
altýnda sattýðý zaman bile, onu bir kâr ile satmýþ olabilir. Metaýn satýþ
fiyatý, maliyet fiyatýnýn üzerinde olduðu sürece, bu fiyat, deðerinin altýn-
da olabileceði halde, bu metaya katýlmýþ bulunan artý-deðerin bir kýsmý
daima gerçekleþir ve böylece bir kâr saðlar. Bizim örneðimizde, metaýn
deðeri 600 sterlin ve maliyet fiyatý 500 sterlindir. Bu meta, eðer, 510, 520,
530, 560 ya da 590 sterline satýlmýþ ise, deðerinin 90, 80, 70, 40 ya da 10
sterlin altýnda satýlmýþ demektir. Gene de, onun satýþýndan, sýrasýyla 10,
20, 30, 60 ya da 90 sterlin bir kâr gerçekleþtirilmiþtir. Bir metaýn deðeri
ile maliyet fiyatý arasýnda, sayýsýz satýþ fiyatlarý olabileceði açýktýr. Metaýn
deðerindeki artý-deðer öðesi ne kadar büyük ise, bu ara fiyatlarýn yer
alabilecekleri dizi de o kadar büyüktür.
Bu, bazý durumlarda metalarýn fiyatlarýnýn altýnda satýlmasý, bazý
sanayi kollarýnda anormal derecede düþük meta-fiyatlarý,5 vb., gibi gün-
lük rekabet olaylarýný fazlasýyla açýklamýþ olur. Kapitalist rekabetin, eko-
nomi politiðin þimdiye deðin kavrayamadýðý temel yasasý, genel kâr oraný
ile, bu oranýn belirlediði sözde üretim fiyatlarýný düzenleyen yasa, daha
ilerde göreceðimiz gibi, metalarýn deðerleri ile maliyet fiyatlarý arasýnda-
ki bu farka ve bunun sonucu, bir metaýn deðerinin altýnda bir kârla
satýlmasý olasýlýðýna dayanýr.
Bir metaýn asgari satýþ fiyatý sýnýrý, onun maliyet fiyatýdýr. Bu mali-
yet fiyatýnýn altýnda satýldýðý takdirde, harcanmýþ olan üretken sermaye
öðeleri, bu satýþ fiyatý ile bütünüyle yerine konulamaz. Bu süreç devam
edecek olursa, yatýrýlan sermayenin deðeri yokolur. Ýþte salt bu açýdan
kapitalist, maliyet fiyatýna, metaýn iç deðeri gözüyle bakmak eðiliminde-
dir; çünkü bu, sermayesinin korunup devam etmesi için gerekli fiyattýr.
Ama bir de þu var ki, bir metaýn maliyet fiyatý, bu metaýn üretimi için
bizzat kapitalist tarafýndan ödenen satýnalma fiyatýdýr ve bu nedenle,
satýnalma fiyatý, üretimin kendisi tarafýndan belirlenmiþtir. Bu nedenle,
metaýn satýþý ile gerçekleþen deðer fazlalýðý ya da artý-deðe kapitaliste,
metaýn maliyet fiyatý üzerindeki deðer fazlalýðý gibi deðil, deðerini aþan
satýþ fiyatýndaki bir fazlalýk olarak görünür ve dolayýsýyla, bir metaýn taþýdýðý
artý-deðer, onun satýþý ile gerçekleþmiyor da, bizzat satýþtan doðuyor
gibidir. Biz bu yanýlgýyý Birinci Kitapta daha yakýndan incelemiþtik (Kap,
IV, 2) (“Sermayenin Genel Formülündeki Çeliþkiler”), ama burada bir
an için, diðerleri arasýnda Torrens tarafýndan, ekonomi politikte Ricardo’yu
aþan bir ilerleme olarak öne sürülen biçim üzerinde duracaðýz.
“Üretimin maliyetinden ya da baþka bir deyiþle, metalarýn
yetiþtirilmesi ya da fabrikasyonunda harcanan sermayeden ibaret bulu-
nan doðal fiyatý, kârý içermiþ olamaz. ... Bir çiftçinin 100 quarter tahýl [sayfa

5
Cf: Buch 1, Kap. XVIII, 1. 571/561 ff. [Türkçe baskýda: Yirminci Bölüm, s. 581 vd. -ed.]

40 Karl Marks
Kapital III
40]ektiðini ve buna karþýlýk 120 quarter tahýl almýþ olduðunu varsayalým.
Bu durumda, harcanan tahýlýn üzerindeki ürün fazlasý 20 quarter, çiftçi-
nin kârýný oluþturur; ama bu fazlalýða ya da kâra, harcanan bir kýsmýdýr
demek saçma olurdu. ... Bir imalatçý patron, belli bir miktar hammadde,
iþ araç ve gereçleri, emek için yaþam gereksenmeleri harcar ve
karþýlýðýnda bir miktar mamul mal elde eder. Bu mamul mal, yatýrýlma-
larý ile elde edilmiþ olduðu maddelerden, araçlardan ve yaþam gerek-
sinmelerinden daha yüksek bir deðiþim-deðerine sahip bulunmalýdýr.”
Torrens, buradan, satýþ fiyatýnýn, maliyet fiyatý üzerindeki fazlalýðý ya da
kârýn, tüketicilerin, “ya dolaysýz ya da dolaylý deðiþim yoluyla, sermaye-
nin bütün öðelerine, bunlarýn üretim-maliyetlerinden daha büyük bir
miktar ödemeleri” olgusundan ileri geldiði sonucunu çýkartýyor.6 Ger-
çekten de, belli bir büyüklüðün üzerindeki fazlalýk, bu büyüklüðün bir
kýsmýný oluþturamaz ve bu yüzden de, kâr, bir metaýn, kapitalistin harca-
malarý üzerindeki deðer fazlalýðý, bu harcamalarýn bir kýsmýný oluþturamaz.
Þu halde, kapitalistin yatýrdýðý deðer dýþýnda bir baþka öðe, bir metaýn
deðerinin oluþumuna katýlmýyorsa, hiçten herhangi bir þey çýkamaya-
caðýna göre, üretimden nasýl olup da kendisine giren deðerden daha
fazla bir deðer çýktýðý açýklanamaz bir þeydir. Ama, Torrens, bu hiçten
varetme sorunundan, ancak, bunu meta üretimi alanýndan, meta dolaþýmý
alanýna kaydýrmak suretiyle kurtulmuþ oluyor. Kâr, üretimden gelemez,
diyor Torrens, yoksa, üretimin maliyetinde zaten içerilmiþ olurdu ve bu
maliyetin üzerinde bir fazlalýk olamazdý. Kâr, metalarýn deðiþiminden
önce zaten varolmasa, bu deðiþimden gelemez, diye yanýtlýyor Ramsay.
Deðiþtirilen ürünlerin deðerlerinin toplamýnýn, zaten deðerlerinin topla-
mý olduðu bu deðiþimde deðiþikliðe uðramayacaðý açýktýr. Bu toplam,
deðiþimden önce de, sonra da aynýdýr. Burada þunu belirtmek gerekir
ki, Malthus, metalarýn kendi deðerlerinin üzerinde satýlmalarý konusun-
da farklý bir açýklamasý bulunduðu ya da, bu tür tartýþmalarýn hepsinin
de, aslýnda, bir zamanlarýn ünlü, filojistonun negatif aðýrlýðý gibi, ayný
noktaya gelip dayanmalarý nedeniyle, bu konuda hiç bir açýklamasý ol-
madýðý halde, açýkça Torrens’in yetkesine baþvurur.7
Kapitalist üretimin egemen olduðu bir toplumsal düzende, kapi-
talist olmayan üretici bile, kapitalist kavramlarýn pençesine düþer. Ge-
nellikle gerçeði derinden kavramasýyla dikkati çeken Balzac, son romaný
Les Paysans’da, küçük köylünün, sýrf kendisine karþý iyi niyet beslesin
diye, para aldýðý tefecinin ufak-tefek iþlerini bedavadan nasýl yaptýðýný ve
kendi emeði kendisine bir para harcamasýna malolmadýðý için, tefeciye
zaten karþýlýksýz bir þey vermediði hayaliyle nasýl avunduðunu pek güzel
anlatýr. Tefeciye gelince, o, böylece bir taþla iki kuþ birden vurmaktadýr.
Ücretler için herhangi bir para harcamamýþ olur ve kendi emeðini har-

6
R. Torrens, An Essay on the Production of Wealth, London 1821, s. 51-53 ve 349.
7
Malthus, Definitions in Political Economy, London 1853, s. 70, 71.

Karl Marks 41
Kapital III
cayacaðý bir tarladan yoksun kalmak suretiyle gitgide periþan olan
köylüyü, tefecilik aðýnýn derinliklerine doðru çeker. [sayfa 41]
Bir metaýn maliyet fiyatýnýn, onun gerçek deðerini oluþturduðu,
artý-deðerin, ürünün deðerinin üzerinde satýlmasýndan doðduðu ve böy-
lece metalarýn, eðer satýþ fiyatlarý, maliyet fiyatlarýna eþit ise, yani tüketi-
len üretim araçlarý ile ücretlerin toplamýnýn fiyatýna eþit ise, deðerlerine
eþit fiyatlarla satýlabileceði gibi düþüncesizce anlayýþlar, dünyaya Proud-
hon tarafýndan o her zamanki sözde-bilimsel hilekârlýðý ile, sanki sosya-
lizmin yeni keþfedilmiþ sýrlarý gibi muþtulanmýþtýr. Gerçekten de, metalarýn
deðerinin, maliyet fiyatlarýna indirgenmesi, onun Halk Bankasýnýn teme-
lini oluþturur. Daha önce de gösterildiði gibi, bir ürünün deðerini oluþturan
çeþitli öðeler, bizzat ürünün orantýlý kýsýmlarý ile temsil edilebilir. Örneðin
(Buch I, Kap. VII, 2, s. 211-203) eðer 20 libre ipliðin deðeri 30 þilin ise –
yani, 24 þilini üretim aracý, 3 þilini emek-gücü ve 3 þilini artý-deðer ise–
bu artý-deðer, ürünün onda-biri = 2 libre iplik olarak temsil edilebilir.
Þimdi eðer bu 20 libre iplik, maliyet fiyatý olan 27 þiline satýlýrsa, alýcý 2
libre ipliði bedava almýþ olur ya da mal, deðerinin 1/10’u kadar altýnda
satýlmýþ olur. Ýþçi gene eskisi gibi artý-emek harcamýþtýr, ama bu sefer
kapitalist iplik üreticisi yerine, ipliði satýn alan için harcamýþtýr. Bütün
metalarýn, kendi maliyet fiyatlarýna satýlmalarý halinde, sonucun, gerçek-
ten, sanki hepsinin de maliyet fiyatlarýnýn üzerinde, ama deðerlerine eþit
fiyatlarla satýlýyormuþ gibi olacaðýný varsaymak bütünüyle yanlýþ olurdu.
Çünkü, emek-gücünün deðeri, iþgününün uzunluðu ve emeðin sömür-
ülme derecesi her yerde ayný olsa bile, çeþitli türdeki metalarýn deðerle-
rinde içerilmiþ bulunan artý-deðer miktarlarý, bu metalarýn üretimleri için
yatýrýlan sermayelerin farklý organik bileþimlerine baðlý olarak, gene de
farklý olurdu.8 [sayfa 41]

8
“Farklý sermayeler tarafýndan üretilen deðer ve artý-deðer kitlesi –emek-gücünün deðeri
belli ve sömürü derecesi eþit olmak üzere– bu sermayelerin deðiþen kýsýmlarýnýn miktarý olarak,
yani canlý emeðe dönüþen kýsýmlarý olarak doðrudan deðiþir.” (Buch 1, Kap: IX, s. 321/303.)
[Türkçe baskýda: Onbirinci Bölüm, s. 330-331. -Ed.]

42 Karl Marks
Kapital III
ÝKÝNCÝ BÖLÜM
KÂR ORANI

SERMAYENÝN genel formülü P-M-P’’dür. Baþka bir deyiþle,


dolaþýmdan, daha büyük bir miktar deðer çekmek için, bir miktar deðer
dolaþýma sokulmuþtur. Bu daha büyük miktarý üreten süreç, kapitalist
üretimdir. Bunu gerçekleþtiren süreç, sermayenin dolaþýmýdýr. Kapita-
list, bir metaý, ne sýrf meta üretmiþ olmak için, ne de, onu, kullaným-
deðeri ya da kendi kiþisel tüketimi için üretmez. Bir üründe kapitalisti
gerçekten ilgilendiren þey, bizzat somut ürün deðil, üründeki, üretimi
için tüketilen sermayenin deðerini aþan deðer fazlasýdýr. Kapitalist, top-
lam sermayeyi, artý-deðer üretiminde, bu sermayenin kýsýmlarýnýn oyna-
dýðý farklý rolleri hiç dikkate almaksýzýn yatýrýr. Kapitalist, sermayeyi oluþ-
turan bütün bu kýsýmlarý, yalnýzca yatýrdýðý sermayeyi yeniden üretmek
için deðil, aslýnda daha çok, bu sermayeyi aþan bir deðer üretmek için,
ayný þekilde yatýrýr. Yatýrmýþ olduðu deðiþen sermayenin deðerini, daha
büyük bir deðere çevirebilmesi için tek yol, bu deðiþen sermayeyi, canlý
emek karþýlýðýnda deðiþtirmek ve bu, canlý emeði sömürmektir. Ne var
ki, o, bu emeði, bu emeðin iþlev yapmasý için gerekli koþullara, yani
emek araçlarýna ve emeðin üzerinde iþleyeceði konulara, makinelere,
hammaddelere ayný anda bir yatýrým yapmaksýzýn, yani sahibi olduðu
deðerin belli bir miktarýný üretim koþullarýna çevirmeksizin sömüremez;
[sayfa 42] çünkü, o bir kapitalisttir ve emeði sömürge sürecine, ancak, eme-

Karl Marks 43
Kapital III
ðin koþullarýna sahip bulunan bir kimse sýfatýyla, yalnýzca emek-gücüne
sahip bulunan emekçinin karþýsýna çýktýðý için baþlayabilir. Daha önce
birinci ciltte gösterildiði gibi, sýrf üretim araçlarýna iþçi olmayanlarýn sahip
bulunmalarý olgusu nedeniyledir ki, emekçiler ücretli iþçiler halini ve iþçi
olmayanlar kapitalist halini alýrlar.
Deðiþen sermayesinden bir kâr saðlamak için, deðiþmeyen ser-
mayeye, ya da deðiþmeyen sermayenin deðerini büyütmek için deðiþen
sermaye yatýrdýðý; makineleri ile hammaddelerinin deðerini yükseltmek
için ücretlere, ya da emeði sömürebilmek için makineler ile hammad-
delere para yatýrdýðý þeklinde düþünceler, kapitalisti hiç ilgilendirmez.
Sermayenin yalnýzca deðiþen kýsmý artý-deðer yaratmakla birlikte, bunu
o, ancak öteki kýsýmlarýn, üretim koþullarýnýn da ayný þekilde yatýrýlmasýyla
yapar. Kapitalist, emeði ancak deðiþmeyen sermaye yatýrmakla sömü-
rebildiðini, deðiþmeyen sermayesini, ancak deðiþen sermaye yatýrýmý ile
artýrabildiðini görerek, kafasýnda bütün bunlarý birbirine karýþtýrýr ve, fiili
kazanç oraný, bunun deðiþen sermayeye olan oraný ile deðil toplam ser-
mayeye olan oraný ile, artý-deðer oraný ile deðil, kâr oraný ile belirlendiði
için bu karýþýklýk daha da fazla olur. Ve bu kâr oraný, daha sonra da göre-
ceðimiz gibi, ayný kalabildiði halde gene de farklý artý-deðer oranlarýný
ifade edebilir.
Ürünün maliyeti, deðerinin kapitalist tarafýndan ödenmiþ ya da
karþýlýðýnda kapitalist tarafýndan üretime eþdeðeri sokulmuþ bütün öðe-
lerini içerir. Sermayenin aynen korunmasý ya da ilk büyüklüðünde yeni-
den üretilmesi için bu maliyetlerin yerine konulmasý gerekir.
Bir metaýn içerdiði deðer, üretiminde harcanan emek-zamanýna
eþittir ve bu emek miktarý, karþýlýðý ödenen ve ödenmeyen kýsýmlardan
oluþur. Ama kapitalist için bu metaýn maliyeti, yalnýzca, bu metada mad-
deleþen emeðin, kapitalist tarafýndan karþýlýðý ödenen kýsmýndan ibaret-
tir. Metada içerilen artý-emek, bu emek, emekçiye týpký karþýlýðý ödenen
kýsým gibi bir emeðe malolduðu halde ve gene týpký karþýlýðý ödenen
emek gibi deðer yarattýðý ve metaya deðer yaratan bir öðe olarak girdiði
halde, kapitaliste hiç bir þeye malolmaz. Kapitalistin kârý, karþýlýðýnda hiç
bir þey ödemediði, satabileceði bir þeye sahip bulunmasý olgusundan
ileri gelir. Artý-deðer ya da kâr, tamamen, bir metaýn, maliyet fiyatý üze-
rindeki deðer fazlalýðýndan, yani o metada somutlaþan toplam emeðin,
karþýlýðý ödenen miktarý aþan kýsmýndan ibarettir. Artý-deðer, kökeni ne
olursa olsun, demek ki, yatýrýlan toplam sermaye üzerindeki bir fazla-
lýktýr. Bu fazlalýðýn toplam sermayeye oraný bu nedenle a/s oraný ile ifade
edilir, ve S burada toplam sermayedir. Biz böylece artý-deðer oraný a/d’
den farklý olarak, kâr oraný, a/s = a/s+d ifadesini elde ederiz.
Deðiþen sermaye ile ölçülen artý-deðer oranýna, artý-deðer oraný
[sayfa 44] denir. Toplam sermaye ile ölçülen artý-deðer oranýna kâr oraný
denir. Bunlar, ayný þeyin iki farklý ölçüsüdür ve farklý iki ölçüm ölçeði
nedeniyle, bu varlýðýn farklý oranlarýný ya da baðýntýlarýný ifade ederler.

44 Karl Marks
Kapital III
Artý-deðerin kâra dönüþmesi, artý-deðer oranýnýn kâr oranýna dö-
nüþmesinden çýkartýlmalýdýr, yoksa bunun tersi yapýlmamalýdýr. Ve as-
lýnda, tarihsel çýkýþ noktasý kâr oraný idi. Artý-deðer ile artý-deðer oraný,
nispeten araþtýrmayý gerektiren, gözle görülmeyen ve bilinmeyen özler-
dir, oysa kâr oraný ve bu nedenle de artý-deðerin kâr biçimindeki görü-
nüþü, bu görüngünün yüzeyinde kendilerini açýða vururlar.
Bireysel kapitalisti ilgilendirdiði kadarýyla, o, yalnýzca, artý-deðerin,
ya da metalarýný sattýðý deðer fazlalýðýnýn, bu metalarýn üretimi için yatý-
rýlan toplam sermaye ile olan baðýntýsýyla ilgilenir; bu fazlalýðýn, sermaye-
nin çeþitli kýsýmlarý ne özgül baðýntýsý ve iç iliþkisi onu hiç ilgilendirmediði
gibi, bu özgül baðýntý ve iç iliþki üzerine bir þal çekmek, üstelik, onun
çýkarýnadýr.
Bir metaýn onun maliyet fiyatý üzerindeki deðer fazlalýðý, doðru-
dan üretim sürecinde þekillendiði halde, bu, ancak dolaþým sürecinde
gerçekleþir, ve gerçekte, rekabet koþullarý altýnda, fiili piyasada, bu fazla-
lýðýn gerçekleþip gerçekleþmeyeceði ve ne ölçüde gerçekleþeceði piya-
sa koþullarýna baðlý olduðu için, dolaþým sürecinden doðuyormuþ izleni-
mini daha da kolay verir. Burada, bir metaýn deðerinin üzerinde ya da
altýnda satýlmasý halinde, yalnýzca baþka tür bir artý-deðer bölüþümü ola-
caðý, bu farklý bölüþümün, çeþitli kimselerin artý-deðer paylarýnda yarata-
caðý bu deðiþik oranlarýn, artý-deðerin büyüklük ya da niteliðinde herhangi
bir deðiþiklik yapmayacaðý konusunda fazla bir þey söylemek gereksiz-
dir. Dolaþým sürecinde yalnýz bizim ikinci ciltte tartýþtýðýmýz baþkalaþýmlar
yer almakla kalmaz; bunlar, fiili rekabetle, metalarýn deðerlerinin üzerin-
de ya da altýnda satýlmalarý ve satýn alýnmalarý ile birlikte olurlar ve böy-
lece bireysel kapitalistin gerçekleþtirdiði artý-deðer, emeðin doðrudan
sömürüsüne olduðu kadar, ticari zekasýnýn keskinliðine de baðlýdýr.
Dolaþým sürecinde dolaþým zamaný, çalýþma-zamanýnýn yanýsýra
etkisini göstermeye baþlar ve böylece, belli bir zaman aralýðýnda gerçek-
leþtirilebilecek artý-deðer miktarýný sýnýrlar. Ayrýca, dolaþým sürecinden
gelen diðer bazý öðeler, fiili üretim sürecine kesin olarak girerler. Fiili
üretim süreci ile dolaþým süreci, sürekli olarak birbiri içine geçer ve bir-
birine karýþýr, böylece kendi tipik ayýrdedici özelliklerini devamlý bozarlar.
Artý-deðer ve genellikle deðer üretimi, daha önce de gösterildiði gibi,
dolaþým sürecinde yeni tanýmlar kazanýrlar. Sermaye kendi baþkalaþým
devrelerinden geçer. Ensonu, deyim yerindeyse, kendi iç organik yaþa-
mýnýn dýþýna çýkarak, dýþ yaþamla bir iliþkiye, birbirlerinin karþýsýna ser-
maye ve emek olarak deðil, bir durumda sermaye ve sermaye diðerinde
gene yalnýzca alýcý ve satýcý halinde bireyler olarak çýkan bir iliþki içersi-
ne girer. Dolaþým zamaný ile çalýþma-zamanýnýn yollarý kesiþir ve böyle-
ce her ikisi de artý-deðeri belirliyorlarmýþ gibi görünür. Sermaye ile ücretli
emeðin birbirlerinin karþýsýna çýktýklarý ilk biçim, görünüþte bundan [sayfa
45] baðýmsýz iliþkilerin iþe karýþmasý ile kýlýk deðiþtirir. Artý-deðerin kendi-
si, elkonulan emek-zamanýnýn bir ürünü olarak deðil, metalarýn satýþ

Karl Marks 45
Kapital III
fiyatlarýnýn bunlarýn maliyet fiyatlarýný aþan bir fazlalýk gibi görünür; ve
böylece maliyet fiyatý kolayca bunlarýn gerçek deðerleri (valeur intrinse-
que) olarak temsil edilirken, kâr, metalarýn satýþ fiyatýnýn kendi içkin
deðerlerini aþan bir fazla kýsým olarak görünür.
Kapitalistin baþkalarýnýn emek-zamaný üzerindeki açgözlülüðü, vb.,
artý-deðer tahlillerimizde ortaya çýktýðý gibi, artý-deðerin niteliði, elbette
etkisini bütün üretim süreci boyunca kapitalistin bilinci üzerinde sürdü-
rür. Ama: 1) Fiili üretim süreci, týpký dolaþým sürecinin üretim süreci ile
karýþmasý gibi yalnýzca dolaþým süreci ile sürekli karýþan geçici bir aþa-
madýr, öyle ki, üretim sürecinde, bu süreçte elde edilen kazancýn kay-
naðý konusunda belli-belirsiz bir açýklýkla doðmakta olan düþünce, yani
artý-deðerin niteliði konusundaki seziþ, olsa olsa, gerçekleþen fazlalýðýn
üretim sürecinden baðýmsýz bir hareket içersinde meydana geldiði,
dolaþým içersinde doðduðu, sermayenin emek ile olan iliþkisi dýþýnda,
sermaye-ye ait bulunduðu konusundaki fikir kadar geçerliliði olan bir
etken olarak görünür. Ramsay, Malthus, Senior, Torrens vb. gibi modern
iktisatçýlar bile, dolaþým sürecindeki bu görüngüleri, sermayenin salt mad-
di varlýðý içersinde, emekle olan ve kendisini sermaye haline getiren
toplumsal iliþkiden baðýmsýz, emeðin yanýsýra ve emekten baðýmsýz,
baþlýbaþýna bir artý-deðer kaynaðý olduðunun doðrudan kanýtlarý olarak
kabul etmiþler-dir. 2) Ücretleri olduðu kadar, hammaddelerin fiyatýný,
makinelerin aþýn- ma ve yýpranmasýný vb. kapsayan giderler baþlýðý altýn-
da, karþýlýðý ödenmeyen emeðin sýzdýrýlmasý, yalnýzca, týpký giderler ha-
nesinde bir nesneye yapýlan ödemedeki bir tasarruf, hammaddelerin
daha ucuza satýn alýndýðý ya da makinelerin aþýnma ve yýpranmasýnda
bir azalma olduðu zaman yapýlan bir tasarruf gibi, belli bir miktardaki
emek için daha az bir ödemede bulunulduðu þeklinde görünür. Böyle-
ce, artý-emek sýzdýrýlmasý, özgül özelliðini yitirir. Artý-deðer ile olan özgül
iliþkisi gözden saklanmýþ olur. Bu, Birinci Kitapta (Abschn. VI) gösteril-
diði gibi, emek-gücünün deðerini, ücretler biçiminde göstermek sureti-
yle büyük ölçüde destek-lenmiþ ve kolaylaþtýrýlmýþ olur.
Sermaye iliþkileri, sermayenin bütün parçalarýnýn, ayný ölçüde,
fazla deðerin (kârýn) kaynaðý olarak görünmesi olgusu ile belirsizleþtirilir.
Artý-deðerin, kâr oraný yoluyla, kâr biçimine dönüþmesi, ne var ki,
üretim sürecinde daha önce yer almýþ bulunan özne ve nesne yer deðiþ-
tirmesinin biraz daha geliþmesidir. Biz, bu üretim sürecinde, emeðin öz-
nel üretken kuvvetlerinin, sermayenin üretken kuvvetleri olarak görün-
düklerini görmüþ bulunuyoruz.* Bir yandan, canlý emeðe egemen olan
deðer ya da geçmiþ emek, kapitalistte kiþileþmiþtir. Öte yandan, emekçi,
salt bir maddi emek-gücü, bir meta olarak görülmektedir. Bu tersyüz
[sayfa 46] olmuþ iliþki, basit üretim iliþkilerinde bile zorunlu olarak, buna
tekabül eden bazý ters kavramlar, fiili dolaþým sürecindeki baþkalaþýmlar

* Kapital, Birinci Cilt, s. 360-361. -Ed.

46 Karl Marks
Kapital III
ve deðiþmeler ile daha da geliþen tersyüz olmuþ bir bilinçlenme yaratýr.
Rikardocu okulun bir incelemesinin gösterdiði gibi, kâr oraný ya-
salarýný, artý-deðer oraný yasalarý ile özdeþleþtirmek ya da bunun tersini
yapmak baþtan sona yanlýþtýr. Kapitalist, doðal olarak, bunlar arasýndaki
farký görmez. a/S formülünde artý-deðer, bir kýsmý bu üretimde tümüyle
tüketilen ve her kýsmý da yalnýzca kullanýlmýþ olan üretime yatýrýlmýþ
toplam sermayenin deðeri ile ölçülür. Aslýnda a/S formülü, yatýrýlan top-
lam sermayenin kendisini geniþletme derecesini ifade eder, ya da, artý-
deðerin iç kavramsal baðýntýlarý ve niteliðine uygun olarak alýndýðýnda,
deðiþen sermayedeki deðiþme miktarýnýn, yatýrýlan toplam sermayenin
büyüklüðüne oranýný belirtir.
Toplam sermayenin deðer büyüklüðünün, artý-deðerin büyüklüðü
ile bizzat bir iç iliþkisi, hiç deðilse doðrudan doðruya yoktur. Maddi öðe-
lerini ilgilendirdiði kadarýyla, toplam sermaye eksi deðiþen sermaye, yani
deðiþmeyen sermaye, emeðin maddeleþtirilmesi için gerekli maddi öð-
elerinden –emek araçlarý ile emek maddelerinden– oluþur. Belirli bir
emek niceliðinin, metalarda maddeleþmesi ve böylece de deðer üret-
mesi için, belli miktarda emek aracý ile emek maddesi gereklidir. Emek
miktarý ile, bu emeðin uygulanacaðý üretim araçlarý arasýnda, uygulanan
emeðin özel niteliðine baðlý olarak, belirli bir teknik baðýntý kurulur. De-
mek ki, gene bu ölçüde, artý-deðer ya da artý-emek ile, üretim araçlarý
kitlesi arasýnda belirli bir baðýntý vardýr. Örneðin, eðer, ücretlerin üretimi
için gerekli-emek günde altý saat tutuyorsa, altý saatlik artý-emek gerçek-
leþtirmesi ya da %100 artý-deðer üretmesi için iþçinin 12 saat çalýþmasý
gerekir. Oniki saatte, altý saatte tükettiðinin iki katý üretim aracý tükete-
cektir. Ne var ki, bu, onun, altý saatte ürettiði artý-deðerin, o altýya da on-
iki saatte tüketilen üretim aracýnýn deðeri ile doðrudan bir iliþkisi olduðu
anlamýna gelmez. Bu deðerin burada hiç bir önemi yoktur; burada söz-
konusu olan, yalnýzca teknik bakýmdan gerekli olan miktardýr. Hammad-
de ile emek araçlarýnýn ucuz ya da pahalý olmasýnýn, bunlar gerekli
kullaným-deðerine sahip olduklarý ve uygulanacak emek ile daha önce-
den belirlenen teknik oranda mevcut bulunduklarý sürece, bir önemi
yoktur. Ben eðer bir saatlik eðirmede x libre pamuk tüketildiðini ve
bunun a þiline malolduðunu bilirsem, doðal olarak, ben, 12 saatlik eðir-
mede, 12a þiline eþit 12x libre pamuk tüketildiðini de bilirim ve bura-
dan, artý-deðerin hem 12 ve hem de altý saatin deðerine olan oranýný he-
saplayabilirim. Ama burada, [sayfa 52] canlý emeðin üretim araçlarýnýn deð-
eri ile baðýntýsý, ancak, a þilinin, x libre pamuk için bir isim olarak hizmet
etmesi ölçüsünde bir anlam taþýr; çünkü, belli bir miktar pamuðun belli
bir fiyatý vardýr ve bu yüzden, tersine, belli bir fiyat, pamuðun fiyatý deðiþ-
mediði sürece belli bir miktar pamuk için bir gösterge hizmetini de gö-
rebilir. Ben, eðer altý saatlik artý-emeðe elkoymam için iþçinin 12 saat ça-
lýþmasý [sayfa 47] gerektiðini ve bu yüzden de kullanýma hazýr olmak üzere
12 saatlik pamuk ikmali bulundurmam gerektiðini bilirsem ve gene ben,

Karl Marks 47
Kapital III
eðer 12 saat için gerekli bu miktarlardaki pamuðun fiyatýný bilirsem,
pamuðun fiyatý (gerekli miktarýn göstergesi olarak) ile artý-deðer arasýn-
da dolaylý bir baðýntý elde edebilirim; Ama, tersine, hammadde fiyatýn-
dan hiç bir zaman, altý saatte deðil de diyelim bir saatteki eðirmede tü-
ketilebilen hammaddenin miktarýný çýkartamam. Öyleyse, deðiþmeyen
sermayenin deðeri ve dolayýsýyla toplam sermayenin deðeri (= s + d)
ile artý-deðer arasýnda zorunlu bir iç baðýntý yoktur.
Eðer artý-deðer oraný biliniyorsa ve büyüklüðü de belli ise, kâr
oraný gerçekte ne ise onu ifade eder, yani artý-deðerin baþka bir ölçülme
þeklini, artý-deðerin, sermayenin emek karþýlýðýnda deðiþilmesi yoluyla
doðduðu kýsmýnýn deðeri yerine, toplam sermayenin deðerine göre ölçül-
mesini ifade eder. Ama gerçekte (yani görüngüler aleminde) bunun
tersi olur. Artý-deðer bellidir, ama metaýn maliyet fiyatý üzerindeki satýþ
fiyatýnýn bir fazlalýðý olarak bellidir; ve bu fazlalýðýn nereden geldiði gene
bir sýr olarak kalmaktadýr – üretim sürecinde emeðin sömürülmesinden
mi gelmektedir, yoksa, dolaþým sürecinde alýcýnýn kandýrýlmasýndan mý,
yoksa her ikisinden de mi gelmektedir. Belli olan bir baþka þey de, bu
fazlalýðýn, toplam sermayenin deðerine oraný ya da kâr oranýdýr. Yatýrýlan
toplam sermaye bakýmýndan, satýþ fiyatýnýn maliyet fiyatýný aþan bu fazla-
lýðýn hesaplanmasý çok önemli ve doðaldýr, çünkü, fiilen toplam sermay-
enin geniþleme oraný, yani kendisini geniþletme derecesi böyle bulunur.
Biz, eðer bu kâr oranýndan hareket edersek, bu yüzden, bu fazlalýk ile,
sermayenin ücretlere yatýrýlan kýsmý arasýndaki belirli baðýntýlara ulaþa-
mayýz, Malthus’un, artý-deðer ile bu deðerin sermayenin deðiþen kýsmý
ile belirli baðýntýsýnýn sýrrýný bu þekilde çözmeye çabaladýðý sýrada ne
eðlenceli taklalar attýðýný daha ilerdeki bir bölümde* göreceðiz. Kâr ora-
nýnýn fiilen gösterdiði þey, daha çok, bu açýdan, sabit ve döner sermaye-
ler arasýndaki farklýlýk dýþýnda herhangi bir iç farklýlýk göstermeyen toplam
sermayenin eþit kýsýmlarý ile bu fazlalýk arasýndaki deðiþmeyen baðýntý-
dýr. Ve o, bu farký da, yalnýzca, bu fazlalýk iki þekilde hesaplandýðý için
gösterir; yani, birincisi, basit bir büyüklük olarak – maliyet fiyatý üzerin-
deki bir fazlalýk olarak. Bunda, baþlangýç biçiminde, döner sermayenin
tamamý maliyet fiyatýna girdiði halde, sabit sermayenin yalnýz aþýnan ve
yýpranan kýsmý girer. Ýkinci olarak, bu fazlalýðýn, yatýrýlan sermayenin
toplam deðeri ile baðýntýsý sözkonusudur. Bu durumda, týpký döner ser-
maye gibi, toplam sabit sermayenin deðeri de hesaba girer. Demek olu-
yor ki, döner sermaye her ikisinde de ayný þekilde girdiði halde, sabit
sermaye, ilkinde farklý, ikincisinde týpký döner sermaye gibi hesaba gir-
mektedir. Bu duruma göre, sabit ve döner sermaye arasýndaki fark,
kendisini zorla kabul ettiren tek fark oluyor. [sayfa 48]
Hegel gibi söylemek gerekirse, demek ki, bu fazlalýk kendisini

* K. Marx, Theorien über den Mehrwert; K. Marx-F. Engels, Werke, Band 26. Teil 3, s. 25-28. -
Ed.

48 Karl Marks
Kapital III
kâr oranýnda gene kendisi içersinde tekrar yansýtmakta, ya da baþka bir
deyiþle, bu fazlalýk, kâr oraný ile daha yakýndan nitelendirilmekte ve ser-
mayenin bir yýl boyunca ya da belli bir dolaþým döneminde kendi deðeri
üzerinde ürettiði bir fazlalýk olarak görünmektedir.
Böylece, kâr oraný ile artý-deðer oraný sayýca birbirinde farklý ol-
duðu halde, artý-deðer ile kâr fiilen ayný þey ve sayýca eþit olduðu gibi,
kâr, gene de, artý-deðerin çevrilmiþ bir biçimi, kökeninin ve varlýk sýrrýnýn
gizlendiði ve yokolduðu bir biçim oluyor. Aslýnda kâr, artý-deðerin kendi-
sinin gözler önüne serdiði bir biçimdir ve artý-deðerin ortaya çýkartýlmasý
için, önce tahlil yoluyla bu giysilerden soyulmasý gerekiyor. Artý-deðerde,
sermaye ile emek arasýndaki iliþki çýrýlçýplak ortadadýr; sermaye ile kâr
iliþkisinde, yani sermaye ile, bir yandan dolaþým sürecinde gerçekleþen
metalarýn maliyet fiyatý üzerindeki bir fazlalýk, öte yandan toplam ser-
maye ile olan iliþkisiyle daha yakýndan belirlenen bir fazlalýk olarak görü-
nen artý-deðer iliþkisinde, sermaye, kendisiyle bir iliþki, ilk deðer toplamý
olarak doðmuþ olduðu yeni deðerden farklý bir iliþki içersinde görünür.
Sermayenin, bu yeni deðeri, üretim ve dolaþým süreçlerindeki hareketi
ile doðurduðu besbellidir. Ama bunun oluþ þekli, bir gizem perdesi ile
örtülüdür ve sanki sermayenin kendi özünde bulunan gizli niteliklerden
doðmuþ gibi görünmektedir.
Sermayenin kendisini geniþletme sürecini ne kadar fazla izler-
sek, sermaye iliþkileri o kadar gizemli bir hal alýr ve iç yapýsýnýn sýrrý o
kadar az ortaya çýkar.
Bu kýsýmda, kâr oraný sayý olarak artý-deðer oranýndan farklýdýr;
oysa kâr ile artý-deðer, ayný sayýsal büyüklüðe sahip, yalnýz biçim baký-
mýndan farklý þeyler olarak ele alýnmýþtýr. Bunu izleyen kýsýmda, yaban-
cýlaþmanýn nasýl daha ileri gittiðini, kârýn, sayýsal bakýmdan da nasýl
artý-deðerden farklý bir büyüklüðü temsil ettiðini göreceðiz. [sayfa 49]

Karl Marks 49
Kapital III
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
KÂR ORANININ ARTI-DEÐER
ORANI ÝLE BAÐINTISI

BURADA, bundan önceki bölümün sonunda ve genellikle bu bi-


rinci kýsmýn tamamýnda, biz, belli bir sermayeye düþen kâr miktarýnýn,
bu sermaye tarafýndan belli bir dolaþým dönemi boyunca üretilen top-
lam artý-deðer miktarýna eþit olduðunu varsayýyoruz. Böylece þimdilik,
bir yandan, bu artý-deðerin, sermaye üzerinden faiz, toprak rantý, vergi-
ler, vb. gibi çeþitli altbiçimlere bölünebileceði, öte yandan, bunun, ikinci
kýsmýnda incelenecek olan genel kâr oraný yoluyla elde edilen kârla
kural olarak özdeþ olmamasý olgusunu bir yana býrakmýþ oluyoruz.
Kâr miktarýnýn, artý-deðer miktarýna eþit olduðu varsayýldýðý süre-
ce, kârýn ve kâr oranýnýn büyüklüðü, verilmiþ olan ya da her bireysel
durumda saptanmasý mümkün basit sayýsal oranlarla belirlenir. Tahliller
bu nedenle önce tamamen matematiksel alanda yapýlmýþtýr.
Birinci ve ikinci ciltlerdeki simgeleri aynen kullanacaðýz. Toplam
sermaye S, deðiþmeyen sermaye s ile deðiþen sermaye d’den oluþmakta
ve bir artý-deðer a, üretmektedir. Bu artý-deðerin yatýrýlan deðiþen ser-
mayeye oranýna ya da a/d’ye artý-deðer oraný denir ve a’ ile gösterilir.
Demek ki, a/d = a’, ve dolayýsýyla a = a’.d’dir. Eðer bu artý-deðer ile
deðiþen sermaye yerine toplam sermaye arasýnda bir baðýntý kurulursa,
buna kâr, k denir ve artý-deðerin, a, toplam sermayeye, S, oranýna ya da
a/S’ye kâr oraný, k’ adý verilir. Öyleyse k’=a/S=a/a+s. [sayfa 50]

50 Karl Marks
Kapital III
Þimdi, a yerine eþdeðeri olan a’d’yi koyarsak,
k’ = a’d : S= a’.d : a+s olur
ve bu denklem þu orantý ile de ifade edilebilir:
k’ : a’=d : S
Burada kâr oraný ile artý-deðer oraný arasýndaki baðýntý, deðiþen
sermaye ile toplam sermaye arasýndaki baðýntý gibidir.
Bu orantýdan çýkan sonuca göre, kâr oraný, k’, daima artý-deðer
oranýndan, a’’den, küçüktür, çünkü, deðiþen sermaye, d, daima S’den, d
+ s’den ya da deðiþen sermaye, artý, deðiþmeyen sermayeden küçük-
tür; burada yalnýz, pratik bakýmdan olanaksýz bir durum, d=S, yani kapi-
talist tarafýndan hiç bir deðiþmeyen sermaye, hiç bir üretim aracý
yatýrýlmayýp yalnýz ücretlere yatýrým yapýldýðý durum dýþtalanmýþtýr.
Bununla birlikte, s, d ve a’nýn büyüklüðü üzerinde belirleyici bir
etkisi olan birkaç baþka etken, tahlilimizde dikkate alýndýðý için bunlarýn
kýsaca incelenmesi gerekiyor.
Birincisi, paranýn deðeri. Biz, bunu, incelememiz boyunca
deðiþmiyor kabul edeceðiz.
Ýkincisi, devir. Bu etmeni biz þimdilik tamamýyla inceleme dýþý
býrakýyoruz, çünkü bunun kâr oraný üzerindeki etkisi, ilerdeki bir bölüm-
de özel olarak ele alýnacaktýr. [Biz, burada, tek bir noktaya önceden
deðineceðiz: k’ = a’.d/S formülü, deðiþen sermayenin yalnýz tek bir de-
vir dönemi için kesinlikle doðrudur. Ama biz, bunu, basit artý-deðer ora-
ný a’ yerine, yýllýk artý-deðer oraný a’.n koyarak, yýllýk devir için düzeltebiliriz.
Burada n, deðiþen sermayenin bir yýl içersindeki devir sayýsýdýr. (cf. Ýkin-
ci Kitap, Bölüm XVI, 1.) –F. E.]
Üçüncüsü, artý-deðer oraný üzerindeki etkisi, Birinci Kitapta (Ab-
schn. IV) enine boyuna tartýþýlan, emeðin üretkenliðine, gerekli dikkat
gösterilmelidir. Emeðin üretkenliði de, kâr oraný üzerinde, hiç deðilse
bireysel sermayede, eðer bu sermaye, ortalama toplumsal üretkenliðin
üzerinde iþliyor ve ortalama toplumsal deðerlerinin altýnda deðerde me-
talar üretiyor, böylece de fazladan bir kâr gerçekleþtiriyorsa, Birinci Ki-
tapta (Kap. X, s. 323/314.) gösterildiði gibi, doðrudan bir etki yapabilir.
Bununla birlikte, bu durum üzerinde þimdilik durulmayacaktýr, çünkü,
yapýtýn bu kýsmýnda da gene metalarýn normal toplumsal koþul1ar altýn-
da üretildikleri ve deðerleri üzerinden satýldýklarý öncülünden hareket
edeceðiz. Þu halde, her durumda biz, emeðin üretkenliðinin sabit kaldý-
ðýný kabul ediyoruz. Aslýnda, bir sanayi koluna yatýrýlmýþ bulunan bir
sermayenin deðer bileþimi, yani deðiþen ve deðiþmeyen sermayeler
arasýndaki belirli bir oran, daima emeðin belirli bir üretkenlik derecesini
ifade eder. Bu nedenle, bu oran, deðiþmeyen sermayenin maddi öðe-
lerinin deðerinde salt bir deðiþiklik ya da ücretlerde bir deðiþme yapýl-
masýndan baþka bir yolla deðiþtirilir deðiþtirilmez, emeðin üretkenliðinde
de [sayfa 51] buna tekabül eden bir deðiþme olmasý gerekir ve biz, bu
yüzden, d, s ve a etmenlerdeki deðiþikliklerin, emeðin üretkenliðinde

Karl Marks 51
Kapital III
de bir deðiþme olduðu anlamýna geldiðini sýk sýk göreceðiz.
Ayný þey, geriye kalan üç etmen için de geçerlidir – iþgününün
uzunluðu, emeðin yoðunluðu ve ücretler. Bunlarýn, artý-deðer miktarý ve
oraný üzerindeki etkisi Birinci Kitapta uzun uzadýya tartýþýlmýþtýr. Basitlik
saðlamak amacýyla bu üç etmenin sabit kaldýðýný varsaydýðýmýz zaman
bile, d ve a’da meydana gelen deðiþikliklerin, gene de bunlarýn, kendi
belirleyici öðelerinin büyüklüklerinde deðiþmeler olduðu anlamýna gele-
bileceði anlaþýlabilir. Bu bakýmdan, ücretin, artý-deðer miktarý ile artý-de-
ðer oraný üzerinde, iþgününün uzunluðunun ve emeðin yoðunluðunun
ters orantýlý bir etki yaptýðýný kýsaca anýmsamamýz gerekir; ücretlerde bir
artýþ artý-deðeri azaltýr, oysa, iþgününde bir uzama ve emeðin yoðun-
luðunda bir artýþ artý-deðeri çoðaltýr.
Diyelim, 100’1ük bir sermaye, toplam haftalýk 20 ücret karþýlýðýnda
günde 10 saat çalýþan 20 emekçi kullanarak 20 artý-deðer üretiyor. De-
mekki:
80s + 20d + 20a ; a’ = %100, k’ = %20.
Þimdi, ücretler artmaksýzýn iþgününü 15 saate çýkartalým. 20 iþçi
tarafýndan üretilen toplam deðer böylece 40’tan 60’a yükselecektir (10 :
15 = 40 : 60). Emekçilere ödenen ücret, d, ayný kaldýðý için, artý-deðer
20’den 40’a yükselir ve:
80s + 20d + 40a ; a’ = %200, k’ = %40 olur.
Eðer tersine, ücretler, 20’den 12’ye düþerken on saatlik iþgünü
ayný kalýrsa; toplam deðer-ürün önceki gibi 40 olur, ama farklý olarak
daðýlýr; d, 12’ye düþer ve a için geriye 28 kalýr. Bu duruma göre:
80s + 12d + 28a ; a’ = %2331/3, k’ = 28/92 = %3010/23 olur.
Þu halde, görüyoruz ki, uzatýlmýþ bir iþgünü (ya da, emeðin yoðun-
luðunda buna tekabül eden bir artýþ) ve ücretlerde bir düþüþ, artý-deðe-
rin miktarýný ve böylece de oranýný artýrmaktadýr. Tersine, ücretlerde bir
yükselme, diðer þeyler eþit olmak üzere, artý-deðer oranýný düþürür. Dola-
yýsýyla, eðer, d, ücretlerdeki bir artýþ yoluyla yükselirse, bu, daha büyük
deðil, daha pahalý bir emek miktarýný ifade eder ve bu durumda a’ ve k’
yükselmez, düþer.
Bu, iþgünü, emeðin yoðunluðu ve ücretlerdeki deðiþikliðin, d ve a
ile bunlarýn oranlarýnda ve dolayýsýyla da, a’nýn toplam sermayeye, s +
d, oraný olan k’’nde ayný anda bir deðiþme olmaksýzýn yer alamayacaðýný
gösterir. Ve ayrýca þurasý da açýktýr ki, a’nýn d’ye oranýndaki deðiþmeler,
gene, yukarda sözü edilen üç emek koþulunun hiç deðilse birinde, buna
tekabül eden bir deðiþme olduðu anlamýna gelir.
Tam da bu, deðiþen sermayenin, toplam sermayenin hareketi ve
onun kendisini geniþletmesi ile olan özel organik baðýntý ile, bir de bu
[sayfa 52] sermayenin deðiþmeyen sermaye ile olan farkýný ortaya koyar.
Deðerin yaratýlmasýný ilgilendirdiði kadarýyla, deðiþmeyen sermaye, yal-
nýz taþýdýðý deðer bakýmýndan önemlidir. Ve, 1.500 sterlinlik bir deðiþ-
meyen sermayenin, diyelim tonu 1 sterlinden 1.500 ton demiri ya da

52 Karl Marks
Kapital III
tonu 3 sterlinden 500 ton demiri temsil etmesinin, deðerin yaratýlmasý
bakýmýndan bir önemi yoktur. Deðiþmeyen sermayenin deðerinin, içer-
sinde nesneleþtiði fiili malzeme miktarýnýn, deðerin oluþumu ve deðiþme-
yen sermayenin deðerinin bu deðerin temsil ettiði maddi kullaným-deð-
eri-nin kitlesine olan oranýndaki artýþ ya da azalýþ ne olursa olsun, bu
deðerle ters orantýlý deðiþen kâr oraný ile hiç bir ilgisi yoktur.
Deðiþen sermaye için bu farklýdýr. Bu noktada sözkonusu olan,
bu sermayenin sahip bulunduðu deðer deðil, kendinde maddeleþen
emek deðil, bu deðerin harekete getirdiði ve kendisinde ifadesini bul-
mayan toplam emeðin –toplam emeðin bu deðerde ifadesini bulan
emekle olan farký, dolayýsýyla, karþýlýðý ödenmiþ emek, yani toplam eme-
ðin artý-deðer üreten kýsmý, bu deðerin içerdiði emek ne kadar az ise, o
kadar büyüktür– sýrf bir göstergesi olmasýdýr. Diyelim, on saatlik iþgünü,
on þilin = on mark olsun. Eðer, ücretleri yerine koymak için gerekli-
emek, yani deðiþen sermaye = 5 saat = 5 þilin ise, artý-emek = 5 saat ve
artý-deðer = 5 þilin olur. Gerekli emek = 4 saat = 4 þilin ise, artý-emek =
6 saat ve artý-deðer = 6 þilin olur.
Demek oluyor ki, deðiþen sermayenin deðeri, hareket geçirdiði
emek miktarýnýn göstergesi olmaktan çýkar çýkmaz ve ayrýca bu göster-
genin ölçüsü deðiþince, artý-deðer oraný karþýt yönde ve ters orantýlý
olarak deðiþecektir.
Þimdi de, yukarda sözü edilen kâr oraný denklemini, k’ = a’. d/S,
çeþitli olasý durumlara uygulayalým. Tek tek a’. d/S etmenlerinin deðerini
ardarda deðiþtirecek ve bu deðiþikliklerin kâr oraný üzerindeki etkisini
belirleyeceðiz. Bu þekilde, ya bir ve ayný sermaye için ardarda deðiþtirilmiþ
iþleme koþullarý olarak ya da yanyana bulunan ve karþýlaþtýrma amacýyla
farklý sanayi kollarýndan ya da farký ülkelerden alýnan ayrý ayrý sermaye-
ler olarak bakabileceðimiz, bir dizi farklý durumlar elde etmiþ olacaðýz.
Bu nedenle, bir ve ayný sermaye için, ardarda gelen koþullar olarak bazý
örneklerimiz zorlama ya da pratik bakýmdan olanaksýz gibi görülürse
de, bunlara baðýmsýz sermayelerin karþýlaþtýrýlmasý gözüyle bakýldýðý anda
bu itiraz ortadan kalkmýþ olur.
Öyleyse þimdi, a’. d/S ürününü, iki etmenine, a’ ve d/S’ye ayýralým.
Önce a”nü sabit olarak alacaðýz ve d/S’nin olasý deðiþikliklerinin etkisini
araþtýracaðýz. Bundan sonra d/S kesrini sabit olarak ele alýp, a’’nün olasý
deðiþikliklerden geçtiðini göreceðiz. En sonu, bütün etmenleri, deðiþken
büyüklükler olarak ele alacaðýz ve böylece, kâr oraný ile ilgili yasalarýn
çýkartýlabileceði bütün durumlarý gözden geçirmiþ olacaðýz.

I. a’ sabit, d/S deðiþken


Bir dizi alt durumlarý da kapsayan bu durum, genel bir formül al-
týnda [sayfa 53] toplanabilir. Deðiþim öðeleri d, d1, ortak artý-deðer oranlarý
a’ ve kâr oranlarý k’ ve k’1 olan S ve S1 sermayelerini alalým. Bu durum-
da:

Karl Marks 53
Kapital III
k’ = a’ (d : S) ; k’1 = a’ (d1 : S) olur.
Þimdi, S ile S1 ve d ile d1 arasýnda bir orantý kuralým. Örneðin, S1/S
kesrinin deðeri = E ve d1/d kesrinin deðeri = e olsun. Buna göre S1 = ES
ve d1 = ed olur. Yukardaki denklemde, k1, S1 ve d1 için bu deðerleri
koyarsak aþaðýdaki eþitliði elde ederiz:
k’1 = a’ [ed : ES].
Gene, yukardaki iki denklemi orantý haline getirerek ikinci bir
formül daha elde ederiz:
Bir kesrin deðeri, payý ya da paydasý ayný sayý ile çarpýldýðýnda ya
da bölündüðünde deðiþmeyeceði için, d:S ve d1:S1 kesirlerini yüzde ola-
rak ifade edebiliriz, yani, S ve S1’in her ikisini de 100’e eþitleyebiliriz.
Böylece d : S = d : 100 ve d1 : S1 = d1 : 100 diyebiliriz ve bu orantýlarda
paydalarý atarak þu eþitliði elde ederiz:
k’ : k’1 = d : d’1, ya da:
Ayný artý-deðer oraný iþleyen iki sermaye alýndýðýnda, bunlarýn kâr
oranlarýnýn birbirine oraný, kendi toplam sermayelerine göre yüzde ola-
rak ifade edilen deðiþen kýsýmlarýnýn birbirine oranýnýn aynýdýr.
Bu iki formül, d/S’nin olasý bütün deðiþmelerini kapsar.
Bu çeþitli durumlarý tek tek ele almadan önce bir noktaya daha
deðinelim. S, s ile d’nin, deðiþmeyen ve deðiþen sermayelerin toplamý
olduðu ve artý-deðer oranlarý, kâr oranlarý gibi genellikle yüzde olarak
ifade edildiði için, s + d’nin toplamýný da 100’e eþit diye kabul etmek,
yani s ve d’yi yüzde olarak göstermek uygun olur. Kâr miktarýný deðilse
bile, kâr oranýný belirlemek için, 12.000’i deðiþmeyen ve 3.000’i deðiþen
15.000’lik bir sermayenin 3.000’lik bir artý-deðer ürettiðini söylemek ile
bu sermayeyi aþaðýdaki yüzdelere indirgememiz arasýnda bir fark yok-
tur:
15.000 S = 12.000s + 3.000d ( + 3.000a)
100 S = 80s + 20d ( + 20a).
Her iki durumda da, artý-deðer oraný a’ = %100 ve kâr oraný =
%20’dir.
Ýki sermayeyi, diyelim yukardaki ile bir baþkasýný karþýlaþtýrdýðýmýz-
da gene ayný þey doðrudur :
12.000 S = 10.800s + 1.200d (+ 1.200a)
100 S = 90s + 10d (+ 10a)
her ikisinde de a’ = %100, k’ = %10’dur ve yukardaki sermaye ile
karþýlaþtýrmada yüzde olarak ifade daha açýktýr.
Öte yandan, bir ve ayný sermayede yer alan bir deðiþiklik sözko-
nusu ise, bunun yüzde olarak gösterilmesi pek az kullanýlýr, çünkü bu
biçim, hemen hemen her zaman bu deðiþiklikleri belirsiz hale getirir.
Yüzde olarak ifade edilen bir sermaye: [sayfa 54]
80s + 20d + 20a
aþaðýdaki yüzde þeklini alýrsa:
90s + 10a + 10a’

54 Karl Marks
Kapital III
yiizde olarak, deðiþmiþ bulunan bu bileþimin, 90d + 10s’, d’deki
mutlak bir artýþtan mý, s’deki mutlak bir azalmadan mý, yoksa her ikisin-
den mi meydana geldiðini bilemeyiz. Bunu saptayabilmek için, sayý ola-
rak mutlak büyüklüklere gereksinme vardýr. Bununla birlikte, aþaðýdaki
tek tek deðiþme durumlarmý tahlil ederken her þey, bu deðiþikliklerin
nasýl meydana geldiðine baðlýdýr; 80s + 20d’nin 90s + 10d haline geliþi,
deðiþen sermayede bir deðiþiklik olmaksýzýn, deðiþmeyen sermayede
bir artýþ, örneðin, 12.000s + 3.000d’nin 27.000s + 3.000d halini alýþý (ve bu-
na tekabül eden 90s + 10d yüzdesine yükselmesi) ile mi; yoksa, deðiþ-
meyen sermaye aynen kaldýðý halde, deðiþen sermayede bir azalma ile,
yani 12.000s + 1.3331/3d halini almasý (gene buna tekabül eden 90s + l0d
yüzdesi) ile mi; ya da son olarak her iki sermayenin 13.500s + 1.500d
haline gelmesi (bir kez daha yüzde olarak: 90s + l0a yüzdesine tekabül
eden) ile mi bu þekli almaktadýr? Ama, bizim þimdi ardarda tahlil ede-
ceðimiz durumlar iþte tam da bunlardýr ve bunu yaparken, kolaylýk sað-
layan yüzde þeklini bir yana býrakacaðýz ya da hiç deðilse bunlarý yalnýz
ikincil bir almaþýk olarak kullanacaðýz.

1) a’ ve S sabit, d deðiþken
Büyüklük olarak d deðiþtiði halde S’nin aynen kalabilmesi, an-
cak, S’nin diðer öðesi olan s’nin, yani deðiþmeyen sermaye, d ile ayný
miktarda ama zýt yönde deðiþmesi halinde mümkündür.
Eðer S ilkinde = 80s + 20d = 100 ise ve d, 10’a düþmüþ ise, bu
durumda s ancak 90’a yükselince S = 100 olabilir; 90s + 10d = 100.
Genel hir ifadeyle, d’nin d ± h haline gelebilmesi, yani d’nni h kadar
artmasý ya da eksilmesi halinde, ele aldýðýmýz durumun koþullarýnýn
karþýlanabilmesi için, s’nin s ± h haline gelmesi, yani ayný miktarda ama
ters yönde deðiþmesi gerekir.
Ayný þekilde, deðiþen sermaye d, deðiþtiði halde, artý-deðer, oraný
a’, ayný kalýyorsa, artý-deðer miktarý a’nýn, deðiþmesi gerekir, çünkü a =
a’d’dir ve a’d’nin çarpanlarýndan birisine, yani d’ye baþka bir deðer
verilmiþtir.
Ele alýnan durumun varsayýmlarý, baþlangýçtaki
k’ = a’ (d : S)
eþitliðinin yanýsýra, d’deki deðiþme nedeniyle, diðer bir,
k’1 = a’
eþitliðini verir ve burada d, d1 haline gelmiþtir ve bunun sonucu
deðiþen kâr oraný k’1 bulunacaktýr.
Bu, aþaðýdaki orantý ile belirlenir:
ya da: artý-deðer oraný ve toplam sermaye ayný kalýrken,
baþlangýçtaki kâr oranýnýn, deðiþen sermayedeki bir deðiþme ile meyda-
na gelen yeni kâr oranýna oraný, baþlangýçtaki deðiþen sermayenin, deðiþ-
miþ bulunan deðiþen sermayeye oranýna eþittir.
Eðer baþlangýç sermayesi yukardaki gibi ise: [sayfa 55]

Karl Marks 55
Kapital III
I.15.000 S = 12.000s + 3.000d (+ 3.000a), ve þimdi:
II. 15.000 S = 13.000s + 2.000d (+ 2.000a) ise, her iki halde de S =
15.000 ve a’ = %100’dür ve I’in kâr oraný %20’nin, II’nin kâr oraný %131/3’
e oraný, I’in deðiþen sermayesi 3.000’in, II’nin deðiþen sermayesi 2.000’e
oranýna eþittir, yani, %20 : %131/3 = 3.000 : 2.000.
Þimdi, deðiþen sermaye yükselebilir ya da düþebillir. Önce bu-
nun yükseldiði bir örnek alalým. Bir sermayenin baþlangýçtaki bileþimi
ve kullaným þekli þöyle olsun:
I. 100s + 20d + 10a; S = 120, a’ = %50, k’ = %81/3.
Þimdi, deðiþen sermaye 30’a yükselsin. Bu duruinda, bizim var-
sayýmýmýza göre, toplam sermayenin deðiþmeden 120 kalmasý için
deðiþmeyen sermayenin 100’den 90’a düþmesi gerekir. Artý-deðer oraný
deðiþmeden %50 kaldýðýna göre, üretilen artý-deðer 10’dan 15’e yüksel-
ecektir. Buna göre þu sonuç elde ederiz:
II. 90s + 30d + 15a; S = 120, a’= %50, k’ = %12½.
Önce, ücretlerin deðiþmeden kaldýðý varsayýmýndan hareket ede-
lim. Bu durumda, artý-deðer oranýnýn öteki etmenleri, yani iþgünü ile
emeðin yoðunluðunun da deðiþmeden kalmasý gerekir. Bu takdirde d’nin
(20’den 30’a) yükseliþi, yalnýz, kullanýlanýn bir yarýsý kadar daha iþçi
çalýþtýrýldýðýný belirtebilir. Böyle olunca, üretilen toplam deðer de yarýsý
kadar, 30’dan 45’e yükselecek ve týpký eskisi gibi 2/3’si ücretlere, 1/3’i
artý-deðere bölünecektir. Ama ayný zamanda, iþçi sayýsýndaki artýþ ile,
deðiþmeyen serrnaye, üretirn araçlarýnýn deðeri 100’den 90’a düþrnüþ
olacaktýr. Bu duruma göre, emeðin üretkenliðinde bir azalma ile birlikte
ve onunla eþzamanlý olarak deðiþmeyen sermayede bir daralma olduðu-
nu görüyoruz. Böyle bir durum ekonomik bakýmdan rnümkün müdür?
Emeðin üretkenliðinde bir azalma ve dolayýsýyla çalýþtýrýlan iþçi
sayýsýnda bir artýþýn rahatlýkla düþürülebileceði tarým ile istihraç sanayii
kollarýnda bu süreç, –kapitalist üretim esasýna göre ve onun çerçevesi
içersinde– deðiþmeyen sermayede bir azalma yerine bir artýþ ile birara-
da görülür. s’deki yukarda sözü edilen düþme, sýrf fiyatlardaki bir düþme
nedeniyle olsa bile bireysel bir sermaye, I’den II’ye geçiþi ancak çok
istisnai durumlarda baþarabilir. Ama, farklý ülkelerde, ya da tarým ya da
istihraç sanayiinin farklý kollarýnda, yatýrýlmýþ bulunan iki baðýmsýz ser-
maye sözkonusu ise, bir durumda deðerinden daha fazla iþçi çalýþtýrýlmasý
(ve dolayýsýyla daha fazla deðiþen sermaye kullanýlmasý) ve daha az
deðerli ya da kýt üretim aracý kullanýlmasý tamamen olaðan bir þeydir.
Ama biz, ücretlerin ayný kaldýðý varsayýmýný bir yana býrakalým ve
deðiþen sermayenin 20’den, 30’a yükseliþini, ücretlerde yarý yarýya bir
yükselme ile açýklayalým. O zaman, tamamen baþka bir durum ile karþý
karþýya geliriz. Ayný sayýda emekçi –diyelim yirmi– ayný ya da pek az ek-
silmiþ üretim aracý ile çalýþmaya devam eder. Eðer iþgünü deðiþmeden
kalýrsa –diyelim 10 saat– üretilen toplam deðer de ayný kalýr. Eskiden
de, þimdi de = 30’dur. Ne var ki, bu 30’un hepsi þimdi, yatýrýlan 30’luk

56 Karl Marks
Kapital III
deðiþen sermayeyi yerine koymak için gereklidir; böyle olunca
[sayfa 56]
da, artý-deðer yokolur. Ama biz, artý-deðer oranýnýn sabit kaldýðýný, yani
I’deki gibi %50 olduðunu varsaymýþtýk. Bu, ancak, iþgününün yarý yarýya
uzatýlmasýyla, yani 15 saate çýkarýlmasýyla mümkündür. Böylece, 20
emekçi 15 saatte 45’lik bir toplam deðer üretir ve bütün koþullar yerine
getirilmiþ olur:
II. 90s + 30d + 15a; S = 120, a’ = %50, k’ = %12½.
Bu durumda 20 iþçi, I. durumdan daha fazla, emek aracýna, ale-
te, makineye vb. gereksinme göstermez. Ancak, ham ve yardýmcý mad-
delerin yarý yarýya artýrýlmasý gerekecektir. Bu maddelerin fiyatlarýnda
bir düþme olmasý halinde, I’den II’ye geçiþin, bizim varsayýmýmýza göre,
bireysel bir sermaye için bile daha ekonomik olmasý mümkündür. Ve
kapitalistin, artmýþ bulunan kârlar yoluyla, deðiþmeyen sermayesindeki
deðer eksilmesiyle ortaya çýkan kaybý bir ölçüde telafi edilir.
Þimdi de, deðiþen sermayenin yükselmek yerine düþtüðünü var-
sayalým. Bu durumda bizim yapacaðýmýz tek þey, örneðimizi tersine çe-
virmek, II’yi baþlangýç sermayesi diye alýp, II’den I’e geçmektir.
II. 90s + 30d + 15a þimdi
I. 100s + 20d + 10a’ya dönüþür ve açýktýr ki, bu yer deðiþtirme, kâr
oranlarýnýn herbirini ve bunlarýn karþýlýklý baðýntýlarýný düzenleyen
koþullarýn herhangi birini hiç bir þekilde deðiþtirmez.
Artan deðiþmeyen sermaye ile 1/3 daha az iþçi çalýþtýrýldýðý için d
nin 30’dan 20’ye düþmesi halinde, önümüzde modern sanayinin normal
bir örneði var demektir, yani emeðin üretkenliðindeki artýþ ile, daha
büyük bir üretim aracý kitlesi daha az iþçi tarafýndan kullanýlmaktadýr.
Bu hareketin, kâr oranýnda eþzamanlý bir düþmeyle zorunlu bir baðýntýsý
bulunmasý, bu kitabýn üçüncü kýsmýnda geliþtirilecektir.
Öte yandan, eðer d, düþük ücretle ayný sayýda iþçi çalýþtýrýldýðý
için 30’dan 20’ye düþse, iþgünü deðiþmemek üzere, üretilen toplam de-
ðer, önceki gibi = 30d + 15a = 45 olur. d, 20’ye düþtüðü için, artý-deðer
25’e, artý-deðer oraný %50’den %125’e yükselmiþ olur ki, bu bizim varsa-
yýmýmýza ters düþer. Ele alýnan durumun koþullarýna uymak için, artý-
deðerin, %50 oraný ile 10’a düþmesi ve bu nedenle üretilen toplam deðe-
rin 45’ten 30’a inmesi gerekirdi; bu ise, ancak iþgününün üçte-bir azalmasý
ile mümkündür. Demek ki, daha önceki gibi durum þudur:
100s + 20d + 10a; a’ = %50, k’ = %81/3.
Ücretlerde bir düþüþ olmasý halinde, emek-zamanýnda böyle bir
azalma yapýlmasýnýn, pratikte hiç görülmeyeceðini söylemeye bile ge-
rek yoktur, Ama bunun önemi yoktur. Kâr oraný, birkaç deðiþken büyük-
lüðün bir iþlevidir ve eðer biz bu deðiþkenlerin kâr oranýný nasýl etkilediðini
bilmek istersek, böylesine tek baþýna bir etkinin, bir ve ayný sermaye için
ekonomik bakýmdan geçerli olup olmamasýna bakmaksýzýn, tek tek bu
etkilerin herbirini sýrayla tahlil etmemiz gerekir. [sayfa 57]

Karl Marks 57
Kapital III
2) a’ sabit, d deðiþken, S, d’deki deðiþme yoluyla deðiþiyor.
Bu durum, bundan önceki durumdan yalnýz derece bakýmýndan
ayrýlýr. d’deki artma ya da eksilme kadar eksileceði ya da artacaðý yerde
s sabit kalmaktadýr. Bugünün koþullarý altýnda, büyük sanayiler ile tarým-
da deðiþen sermaye toplam sermayenin yalnýzca nispeten küçük bir
kýsmýdýr. Bu yüzden, ondaki artma ya da eksilme, deðiþen sermayedeki
deðiþikliklerden ileri geldiði sürece, ayný þekilde nispeten küçüktür.
Biz gene bir sermaye ile baþlayalým:
I. 100s + 20d + 10a ; S = 120, a’ = %50, k’ = %81/3 ,
ve bu, diyelim þu þekli alsýn:
II. 100s+30d+15a; S=130, a’=%50, k’=%117/13.
Deðiþen sermayenin azaldýðý bunun tersi olan durum gene, II’den
I’e tersine geçiþ ile gösterilecektir.
Ekonomik koþullar, aslýnda bundan önceki durumda olduðu gibi-
dir ve bu nedenle burada tekrar irdelenmesine gerek yoktur. I’den II’ye
geçiþ, emeðin üretkenliðinde yan yana bir azalma olduðu anlamýna ge-
lir; II için 100s’nin kullanýlmasý, I’e göre emekte yan yana bir artýþ gerekti-
rir. Bu durum tarýmda görülebilir.9
Ama, bundan önceki durumda, deðiþmeyen sermayenin deðiþen
sermayeye çevrilmesi ya da bunun tersi olmasý ile toplam sermaye sabit
kaldýðý halde, bu durumda deðiþen sermaye arttýðý zaman ek bir ser-
maye baðlanmasý, azaldýðý zaman daha önce kullanýlan sermayede bir
serbest kalma sözkonusudur.

3) a’ ve d sabit, s ve bu nedenle S deðiþken.


Bu durumda denklem:
k’=a’(d : S) þeklinden k’1=a’ (d : S),
þeklini alýr ve her iki yandan ayný çarpanlarýn çýkartýlmasýyla þunu
elde ederiz:
k’1 : k’ = S : S1.
ayný artý-deðer oraný ve eþit deðiþen sermayeler ile kâr oranlarý
toplam sermayelere ters orantýlýdýr.
Elimizde, örneðin üç sermaye, ya da ayný sermayenin üç farklý
durumu bulunsun:
I. 80s+20d+20a; S=100, a’=%100, k’=%20;
II. 100s + 20d + 20a; S = 120, a’ = %100, k’ = %162/3;
III. 60s+ 20d+ 20a; S = 80, a’ = %100, k’ =%25.
Buradan þu orantýlarý elde ederiz:
%20 : %162/3 = 120 : 100 ve %20 : %25 = 8 : 100.
a’ sabit iken d : S’nin deðiþmeleri için daha önce verilen genel
formül þöyle idi: [sayfa 58]

9
Elyazmasýnda bu noktada þu not bulunmakta: “Bu durumun, toprak rantý ile ne gibi bir
iliþkisi olduðu ilerde incelenecek.” -F.E.

58 Karl Marks
Kapital III
k’1 = a’ (ed : ES); þimdi þu hali alýyor: k’1 = a’ (d : ES),
d deðiþmediðine göre, e = d1 : d = 1 oluyor.
a’ d =a, artý-deðer miktarý olduðu ve hem a’ ve hem de d sabit
kaldýðý için, bundan, d’nin de S’deki bir deðiþmeden etkilenmediði sonu-
cu çýkar. Artý-deðer miktarý, deðiþiklikten sonra da, daha öncekinin ayný-
dýr.
Eðer s sýfýra düþse idi, k’ = a’ olurdu, yani kâr artý-deðer oranýna
eþit olurdu.
s’deki deðiþiklik, ya sýrf deðiþmeyen sermayenin maddi öðeleri-
nin deðerindeki bir deðiþiklikten, ya da toplam sermayenin teknik bile-
þimindeki, yani belli bir sanayi dalýnda, emeðin üretkenliðindeki bir de-
ðiþmeden ileri gelmiþ olabilir. Bu son durumda, modern sanayi ve geniþ-
ölçekli tarýmdaki geliþmeye baðlý olarak, toplumsal emeðin üretkenli-
ðindeki artýþ, III’ten I’e ve I’den II’ye sýrasý içinde (yukardaki örnekte) bir
geçiþ ortaya koyacaktýr. Kendisine 20 ödenen ve 40’lýk bir deðer üreten
bir emek miktarý, önce, 60 deðerlik bir emek aracý kullanýr; eðer üret-
kenlik artar ve deðer ayný kalýrsa, tüketilen emek aracý önce 80’e sonra
100’e yükselir. Bu sýranýn tersine dönüþü, üretkenlikte bir azalma olduðu
anlamýna gelebilir. Ayný emek miktarý daha küçük bir üretim aracý kitle-
sini harekete geçirir ve, tarýmda, madencilikte, vb. görülebileceði gibi
yapýlan iþin boyutlarý daralýr.
Deðiþmeyen sermayede yapýlan bir tasarruf, bir yandan kâr ora-
nýný artýrýrken öte yandan da bir miktar sermayeyi serbest býrakmasý
nedeniyle kapitalist için önemlidir. Bunun, ve ayný þekilde, deðiþmeyen
sermayenin öðelerinde, özellikle hammadde fiyatlarýndaki bir deðiþikliðin
yapacaðý etkiyi ilerde daha yakýndan inceleyeceðiz.*
Deðiþmeyen sermayedeki bir deðiþikliðin, bu deðiþme, ister s’nin
maddi öðelerindeki bir artýþ ya da azalmadan veya sýrf bunlarýn deðerle-
rindeki bir deðiþmeden ileri gelmiþ olsun, kâr oranýný ayný þekilde etki-
leyeceði gene apaçýktýr.

4) d sabit, d, s ve S’nin hepsi deðiþken.


Bu durumda, deðiþen kâr oraný için, baþlangýçta verilen genel
formül gene geçerliliðini korumaktadýr:
k’1=a’ (ed : ES)
Buradan artý-deðer oraný ayný kalmak üzere þu sonuçlar çýkar:
a) Eðer E, e’den büyükse, yani eðer deðiþmeyen sermaye, top-
lam sermayenin, deðiþen sermayeden daha yüksek bir oranda büyüye-
ceði þeklinde artmýþ ise, kâr oraný düþer. Eðer 80s + 20d + 20a gibi bir
sermaye, 170s + 30d + 30a þeklini alýrsa, gene a’ = %100 kalýr, ama d : S,
hem d e hem de S büyüdüðü halde, 20 : 100’den 30 : 200’e düþer ve kâr
oraný da buna uygun olarak %20’den %15’e iner.

* Kapital, Birinci Cilt, Beþinci Bölüm. -Ed.

Karl Marks 59
Kapital III
b ) Ancak eðer e = E ise, yani d : S kesri, görünüþteki deðiþikliðe
karþýn ayný deðeri koruyorsa, yani payý ve paydasý ayný sayý ile
[sayfa 59]
çarpýlýyor ya da bölünüyorsa, kâr oraný deðiþmeden kalýr. 80s + 20d +
20a ve 160s + 40d + 40a, sermayelerinin, ayný %20’lik kâr oranýna sahip
olduklarý açýktýr, çünkü a’ = %100 olarak kalmakta ve d : s = 20 : 100 =
40 : 200, her iki örnekte ayrý deðeri temsil etmektedir.
c) e, E’den büyükse, yani deðiþen sermaye, toplam sermayeden
daha yüksek bir oranla büyüyorsa kâr oraný yükselir. Eðer, 80s + 20d +
20a sermayesi 120s + 40d + 40a halini alýrsa, kâr oraný %20’den %25’e
yükselir, çünkü, deðiþmeyen a’ (d : S) = 20 : 100, bu durumda 40 : 160’a
yükselmiþ ya da 1/5 iken ¼ olmuþtur.
Eðer d ve S’deki deðiþiklikler ayný yönde olursa, biz, bu büyüklük
deðiþikliklerine, bir ölçüde, sanki bunlarýn her ikisi de ayný orantýda olmuþ
ve böylece d : S, o noktaya kadar deðiþmeden kalmýþ gözüyle bakabili-
riz. Bu noktadan sonra, bunlardan yalnýz bir tanesi deðiþebilir ve biz,
böylece, bu karmaþýk hali, bundan önceki basit hallerden birisine
indirgemiþ oluruz.
Örneðin eðer, 80s + 20d + 20a, l00s + 30d +30a halini alacak olsa,
d’nin s’ye ve ayný zamanda S’ye oraný, bu deðiþmede, 100s + 25d +
25a’ya kadar ayný kalýr. Bu nedenle de, iþte bu noktaya kadar, kâr oraný
da gene deðiþmeden kalýr. Öyleyse biz, l00s +25d + 25a’yý, çýkýþ nokta-
mýz olarak alabiliriz; d’nin 30d olmasý için 5 kadar arttýðýný, bu yüzden
S’nin 125’ten 130’a yükseldiðini ve böylece de, ikinci halin, yani d’nin
basit deðiþmesi ve dolayýsýyla S’de bir deðiþme olmasý halinin karþýmýza
çýktýðýný görürüz. Baþlangýçta %20 olan kâr oraný, bu 5d’nin ilavesiyle,
artý-deðer oraný ayný kalmak üzere, %231/13’e yükselir.
Daha basit bir durumda ayný indirgeme, d ve S büyüklüklerini
karþýt yönde deðiþtirdiklerinde yer alabilir. Örneðin, gene 80s + 20d +
20a’dan hareket edelim ve bu 110s + 10d + 10a haline gelmiþ olsun. Bu
durumda, deðiþmenin 40s+ 10d + 10a’ya kadar devaný etmesi halinde,
kâr oraný ayný %20 kalacaktýr. Bu ara þekle, 70s ilave edilince, bu oran
%81/3’e düþecektir. Böylece biz, gene durumu, tek bir deðiþkenin, yani
s’nin deðiþmesi haline indirgemiþ oluruz.
d, s, ve S’nin ayný zamanda deðiþmeleri, bu nedenle, yeni bir
durum ortaya çýkarmaz ve son tahlilde, yalnýz tek bir etmenin deðiþken
olduðu bir hale dönülmüþ olur.
Geriye kalan en son durum da aslýnda böylece kapsanmýþ
olmaktadýr; yani d ile S’nin sayýsal olarak ayný kaldýðý halde, bunlarýn
maddi öðelerinin bir deðer deðiþtirmesi ve böylece, d’nin, harekete geçi-
rilen deðiþmiþ bir emek miktarýný, s’nin, harekete geçirilen deðiþmiþ bir
üretim aracý miktarýný temsil etmesi hali.
80s + 20d +20a halinde, diyelim 20d, baþlangýçta, günde 10 saat
çalýþan 20 emekçinin ücretlerini temsil etsin. Gene diyelim, bunlarýn
herbirinin ücreti 1’den 1¼’e yükselsin. Bu durumda, 20d, 20 emekçi

60 Karl Marks
Kapital III
yerine ancak 16 emekçinin ücretini ödeyecektir. Ne var ki, 20 emekçi
eðer 200 çalýþma-saatinde 40’lýk bir deðer üretiyor ise, günde 10 saat ça-
lýþan [sayfa 60] 16 emekçi 160 çalýþma-saatinde ancak 32’lik bir deðer üre-
tir. Ücretler için 20d düþüldükten sonra 32’nin ancak 12’si artý-deðer için
kalýr. Böylece, artý-deðer oraný, %100’den %60’a düþmüþ olur. Ama biz,
artý-deðer oranýný sabit kabul ettiðimiz için, iþgününün, dörtte bir uzatýl-
masý, 10’dan 12½ saate çýkartýlmasý gerekecektir. Eðer günde 10 saat
çalýþan 20 emekçi = 200 çalýþma-saatinde 40’lýk bir deðer üretiyorsa,
günde 12½ saat çalýþan 16 emekçi = 200 saatte ayný deðeri üretecek ve
80s + 20d’lik sermaye gene eskisi gibi ayný 20’lik artý-deðer saðlayacaktýr.
Tersine, eðer ücretler, 20d’nin; 30 emekçinin ücretlerini temsil
edeceði ölçüde düþecek olsa, a ancak, iþgününün 10’dan 62/3 saate
inmesi halinde sabit kalabilir. Çünkü, 20x10 = 30x62/3 = 200 iþgünüdür.
Bu birbirinden farklý örneklerde s’nin, para olarak ifade edilen
deðerler cinsinden ne ölçüde sabit kalabileceðini ve gene de, deðiþen
koþullara göre deðiþen farklý miktarlarda üretim aracýný temsil edebile-
ceðini esas olarak irdelemiþ bulunuyoruz. Bu durum, kendi saf þekli ile
ancak bir istisna olarak mümkün olabilir.
s’nin öðelerinin deðerinde, bu öðelerin kitlesini çoðaltan ya da
azaltan, ama s’nin deðer toplamýný deðiþmeden býrakan bir deðiþikliðe
gelince, bu, d’nin büyüklüðünde bir deðiþikliðe yol açmadýðý sürece, ne
kâr oranýný ve ne de artý-deðer oranýný etkiler.
Böylece biz, bizim denklemimizdeki d, s ve S’nin deðiþmelerindeki
bütün olasý durumlarý görmüþ bulunuyoruz. Artý-deðer oraný ayný kaldýðý
halde, kâr oranýnýn düþebileceðini, ayný kalabileceðini ya da yükselebile-
ceðini, oysa, d’nin s’ye ya da S’ye olan oranýnda en ufak bir deðiþikliðin,
kâr oranýnda da bir deðiþiklik olmasýna yetebileceðini görmüþ bulunuyor-
uz. Biz, ayrýca, d’nin deðiþikliklerinde her zaman, aþýldýðý takdirde a”nün
sabit kalmasý ekonomik bakýmdan olanaksýz bulunan belli bir sýnýr bu-
lunduðunu da görmüþ bulunuyoruz. s’nin her tek yanlý deðiþmesinde
de, d’nin artýk sabit kalamayacaðý belli bir sýnýra ulaþmak zorunda ol-
duðundan, d : S’nin her olasý deðiþmesi için, a”nün de ayný þekilde de-
ðiþken hale gelmek zorunda kalacaðý sýnýrlar olduðunu görüyoruz. Þimdi
tartýþmasýný yapacaðýmýz a”nün deðiþmelerinde, denklemimizin farklý
deðiþkenlerinin bu karþýlýklý etkisi, daha da açýk olarak görülecektir.

II. a’ deðiþken
d : S sabit kalsýn ya da kalmasýn, farklý artý-deðer oranlarýna göre
kâr oranlarý için, k’ = a’ (d : S) denklemini, k’1 = a’1 (d1 : S1) þekline so-
karak genel bir formül elde ederiz; k’1, a’1, d1 ve S1 burda, k’, a’, d ve S’
nin deðiþmiþ deðerlerini temsil ederler. Buradan:
k’ : k’1 = a’1 (d : S) : a’1 (d1 : S1)
eþitliðini ve dolayýsýyla:
k’1 = (a’1 : a’)( d1 : d) (S1 : S) (k’)

Karl Marks 61
Kapital III
eþitliðini elde ederiz. [sayfa 61]

1) a’ deðiþken d : S sabit.
Bu durumda þu denklemleri elde ederiz:
k’ = a’ (d : S) ; k’1 = a’1 (d : S),
bunlarýn her ikisinde de d : S eþittir. Bu nedenle:
k’ : k’1 = a’ : a’1
Ayný bileþimde iki sermayenin kâr oranlarý arasýndaki oran, bun-
larýn artý-deðerlerinin birbirine oranýna eþittir. d : S kesrinde sözkonusu
olan, d ile, S’nin mutlak büyüklükleri olmayýp bunlarýn birbirlerine oraný
olduðuna göre, bu, mutlak büyüklükleri ne olursa olsun eþit bileþimdeki
bütün sermayeler için geçerlidir.
80s+ 20d + 20a; S = l00, a' =%100, k' =%20
160s+40d+20a; S= 100, a'=% 50, k'=%l0
%100 : %50 = %20 : %10.
Eðer her iki halde de, d ve S’nin mutlak büyüklükleri ayný ise,
bunlarýn kâr oranlarýnýn birbirlerine olan oraný da, artý-deðer miktarla-
rýnýn birbirlerine olan oranlarýna eþittir:
k' : k'1 = a'd : a'1d = a : a1.
Örneðin:
80s+20d+20a; a' =%100, k' =%20
80s+20d+10a; a'=% 50, k'=%l0
%20 : %10 = 100 x 20 : 50 x 20 = 20a : 10a.
Þurasý þimdi açýktýr ki, mutlak ya da yüzde olarak bileþimleri eþit
sermayelerde, artý-deðer oraný, ancak, ya ücretler, ya iþgünü uzunluðu
ya da emeðin yoðunluðu farklý ise farklý olabilir. Aþaðýdaki üç durumda:
I. 80s+20d+10a; a'=% 50, k'=%l0
II. 80s+20d+20a; a' =%100, k' =%20
III. 80s+20d+40a; a' =%200, k' =%40
I’de üretilen toplam deðer 30 (20d + 10d)’dýr; II’de 40’týr; III’te 60’
týr. Bu üç farklý þekilde olabilir.
Birincisi, eðer ücretler farklý ve 20d, her tek tek durumda farklý
sayýda iþçiyi ifade ediyorsa. Diyelim, sermaye I, 11/3 sterlin ücretle günde
10 saat çalýþan 15 emekçi çalýþtýrýyor ye bunlar, 20 sterlini ücretleri yeri-
ne koyan, 10 sterlini de artý-deðer olan 30 sterlinlik bir deðer üretiyorlar.
Eðer ücretler 1 sterline düþerse, 10 saat için 20 emekçi çalýþtýrýlabilir;
bunlar, 20 sterlini ücretleri yerine koyan ve 20 sterlini de artý-deðer olan
40 sterlinlik bir deðer üreteceklerdir. Eðer ücretler daha da düþüp 2/3
sterline inerse, otuz emekçi 10 saat çalýþtýrýlabilir. Bunlar, 20 sterlini ücret-
ler için düþülecek olan, ve 40 sterlini de artý-deðeri temsil edecek olan
60 sterlinlik bir deðer üreteceklerdir.
Bu durum –sermaye bileþiminin yüzde olarak sabit, iþgününün
ve emeðin yoðunluðunun sabit ve artý-deðer oranýnýn ücretlerdeki deði-
þiklik nedeniyle deðiþtiði bu durum– Ricardo’nun varsayýmýnýn doðru

62 Karl Marks
Kapital III
olduðu biricik durumdur: “Kâr, ücretlerin, düþüklüðü ya da yüksekliði ile
[sayfa 62] tam bir orantý içersinde yüksek ya da düþük olacaktýr.” (Prin-
ciples, Ch. I, Sect. III, p. 18 of the Works of D. Ricardo, ed. by MacCull-
och, 1852.)
Ya da ikincisi, emeðin yoðunluðu deðiþiyorsa. Bu durumda, diye-
lim, ayný üretim araçlarý ile günde 10 saat çalýþan 20 emekçi, belli bir
metadan I’de 30, II’de 40, III’te 60 parça üretsin ve herbir parça, kendisi-
ne katýlmýþ bulunan üretim araçlarýnýn deðerinden baþka, 1 sterlinlik
yeni bir deðeri temsil etsin. Her 20 parça = 20 sterlin ücretleri yerine
koyduðuna göre, geriye, I’de artý-deðer için 10 parça = 10 sterlin, II’de
20 parça = 20 sterlin, ve III’te 40 parça = 40 sterlin kalýr.
Ya da üçüncüsü, iþgünü, uzunluk bakýmýndan farklýysa. 20 emekçi,
ayný yoðunluk ile I’de 9 saat, lI’de 12 saat, III’te 18 saat çalýþýyorsa,
bunlarýn toplam ürünleri, 9 : 12 : 18 oraný gibi 30 : 40 : 60 oraný þeklinde
deðiþir. Ve her durumda ücretler = 20 sterlin olduðu için, geriye artý-
deðer olarak gene sýrayla 10, 20 ve 40 kalýr.
Demek oluyor ki, d : S sabit iken, ücretlerde bir yükselme ya da
düþme artý-deðer oraný üzerinde ters yönde, emeðin yoðunluðunda bir
yükselme ya da düþme, iþgününde bir uzama ya da kýsalma, artý-deðer
oraný ve dolayýsýyla kâr oraný üzerinde ayný yönde bir etki yapar.

2) a’ ve d deðiþken, S sabit.
Bu durumda, aþaðýdaki orantý geçerlidir:
k' : k'1 = a'(d : S) : a'1 (d1 : S) = a'd : a'1 d1 = a : a1.
Kâr oranlarý, artý-deðer miktarlarý gibi birbirleriyle baðýntý içersine
sokulmuþtur.
Deðiþen sermaye sabit kalýrken, artý-deðer oranýndaki deðiþiklikler,
üretilen deðerin büyüklük ve daðýlýmýnda bir deðiþme demekti. d ve
a”nde eþzamanlý bir deðiþiklik de daima farklý bir daðýlým anlamýna
gelir, ama, üretilen deðerin büyüklüðünde her zaman bir deðiþme ol-
duðu anlamýna gelmez.
Burada üç durum olabilir:
a) d ve a”ndeki deðiþiklik karþýt yönlerde ama ayný miktarda ol-
maktadýr; örneðin;
80s+20d+10a; a'=% 50, k'=%l0
80s+20d+20a; a' =%100, k' =%20
Her iki durumda da üretilen deðer, dolayýsýyla da harcanan emek
miktarý eþittir; 20d + 10a = 10d + 20a = 30. Tek fark, birinci durumda üc-
retler için 20 ödendiði ve artý-deðer olarak geriye 10 kaldýðý halde, ikinci
durumda ücretlerin yalnýz 10 ve bu nedenle de artý-deðerin 20 olmasý-
dýr. Bu, iþçi sayýsý ile, emeðin yoðunluðunun ve iþgünü uzunluðunun
deðiþmeden kaldýðý halde d ile a”nün ayný zamanda deðiþtiði biricik
durumdur.
b) a’ ve d’deki deðiþme, karþýt yönlerde de olur, ama ayný miktar-

Karl Marks 63
Kapital III
da olmayabilir. Bu durumda, d ya da a'’ndeki deðiþmelerden birisi diðe-
rinden fazla olabilir. [sayfa 63]
I. 80s+20d+20a; a'=% 100, k'=%20
II. 72s+28d+20a; a' =%713/7, k' =%20
III. 84s+16d+20a; a' =%125, k' =%20
Sermaye I, üretilmiþ 40’lýk bir deðer için 20d, sermaye II, 48’lik bir
deðer için 28d ve sermaye III, 36’lýk bir deðer için 16d ödemektedir. Hem
üretilen deðer ve hem de ücretler deðiþmiþtir. Ne var ki, üretilen deðer-
deki bir deðiþme, harcanan emek miktarýnda bir deðiþiklik, böylece, ya
emekçi sayýsýnda, çalýþma-saatlerinde, emeðin yoðunluðunda, ya da bun-
lardan birden fazlasýnda olan bir deðiþiklik anlamýna gelir.
c) a’ ve d’deki deðiþiklik ayný yönde olmaktadýr. Bu durumda,
birisi diðerinin etkisini yeðinleþtirmektedir.
90s+10d+10a; a'=% 100, k'=%l0
80s+20d+30a; a' =%150, k' =%30
92s+8d+6a; a' =%75, k' =%6.
Burada da gene, üretilen üç deðer farklýdýr, yani 20, 50 ve 14’tür.
Ve, sýrasýyla emek miktarlarýnýn büyüklüðündeki bu fark gene kendisini,
emekçi sayýsýndaki, çalýþma-saatlerindeki, emeðin yoðunluðundaki ya
da bu etmenlerin birkaçý ya da hepsindeki bir farka indirger.

3) a’, d ve S deðiþken.
Bu durum yeni bir özellik göstermemektedir ve II’de verilen ve
a”nün deðiþken olduðu genel formül ile çözümlenmiþtir.

––––––––––––

Artý-deðer oranýnýn büyüklüðündeki bir deðiþikliðin kâr oraný üze-


rindeki etkisi, böylece, þu durumlarý ortaya çýkartýyor:
1) d : S sabit kalýrken, k’, a’ ile ayný oranda artýyor ya da azalýyor.
80s+20d+20a; a' =%100, k' =%20
80s+20d+10a; a'=% 50, k'=%l0
%100 : %50 = %20 : %10.
2) d : S, a’ ile ayný yönde hareket ediyorsa, yani a’ artar ya da
eksilirken o da artýyor ya da eksiliyorsa, k’, a”nden daha hýzlý yükselir ya
da düþer.
80s+20d+10a; a' =%100, k' =%10
70s+30d+20a; a'=% 662/3, k'=%20
%50 : %662/3 < %10 : %20.
3) d : S, a’ ile ters orantýlý, ama daha yavaþ bir hýzla deðiþtiði halde
k’, a”nden daha yavaþ bir hýzla yükselir ya da düþer.
80s+20d+10a; a' =%50, k' =%10
70s+30d+15a; a'=% 150, k'=% l5
%50 : %100 > %10 : %15

64 Karl Marks
Kapital III
4) d : S, a’ ile ters orantýlý, ve daha büyük bir hýzla deðiþtiði halde,
a’ düþerken k’ yükselir ya da a ‘ yükselirken k’ düþer. [sayfa 64]
80s+20d+20a; a' =%100, k' =%20
90s+10d+15a; a'=% 150, k'=%l5
a’, %100’den %150’ye yükselmiþ, k’, %20’den %15’e düþmüþtür.
5) Ensonu, d : S, a’ ile ters orantýlý, ama tamamen ayný oranda
deðiþirken, k’ sabit kalýr, oysa a ‘ yükselir ya da düþer.
Biraz daha açýklamayý gerektiren durum iþte yalnýz bu son du-
rumdur. Daha önce, d : S’nin deðiþmelerinde, bir ve ayný artý-deðer ora-
nýnýn pek çok farklý kâr oranlarý ile ifade edilebileceðini gözlemlemiþtik.
Þimdi de, bir ve ayný kâr oranýnýn, birbirinden pek çok farklý artý-deðer
oranlarýna dayanabileceðini görüyoruz. Ama, a sabit kaldýðý sürece kâr
oranýnda bir fark meydana gelmesi için, d’nin S’ye olan oranýnda her-
hangi bir deðiþiklik yeterli olduðu halde, kâr oranýnýn ayný kalmasý için,
a’nýn büyüklüðündeki bir deðiþmenin d : S’de buna uygun düþen bir ters
orantýlý deðiþmeye yolaçmasý gereklidir. Bir ve ayný sermaye ya da bir ve
ayný ülkedeki iki sermaye için bu durum ancak olaðandýþý durumlarda
mümkündür. Örneðin, elimizde þöyle bir sermaye olsa:
80s+ 20d + 20a; S = l00, a' =%100, k' =%20
ve ücretlerin, 20d yerine 16d karþýlýðýnda ayný sayýda emekçinin
çalýþtýrýlabileceði ölçüde düþtüðünü kabul edelim. Diðer þeyler eþit ol-
mak üzere ve 4d serbest kaldýðýna göre durum þöyle olacaktýr:
80s+ 16d + 24a; S =96, a' =%50, k' =%25
k”nün eskisi gibi þimdi de %20 olabilmesi için, toplam sermaye
120’ye ve deðiþmeyen sermaye de bu nedenle 104’e çýkmýþ olmalýdýr:
104s+ 16d + 24a; S = l20, a' =%150, k' =%20
Bu ancak, ücretlerdeki düþmeyle birlikte, emeðin üretkenliðinde,
sermayenin bileþiminde böyle bir deðiþmeyi gerekli kýlan bir deðiþme
olduðu takdirde mümkün olabilir. Ya da, deðiþmeyen sermayenin para
olarak deðeri 80’den 104’e yükselmiþ olmalýdýr. Kýsacasý, ancak, bazý ko-
þullarýn, olaðandýþý durumlarda görülebilecek þekilde raslansal olarak
çakýþmasýný gerektirir. Gerçekten de, a”nde meydana gelen ve d’de, do-
layýsýyla da d : S’de ayný anda bir deðiþikliði gerektirmeyen bir deðiþme,
ancak çok belirli koþullar altýnda, yani yalmzca sabit sermaye ile emeðin
kullanýldýðý, üzerinde çalýþýlan maddelerin doða tarafýndan saðlandýðý sa-
nayi kollarýnda düþünülebilir.
Ne var ki, iki farklý ülkeye ait kâr oranlarý karþýlaþtýrýlýyorsa, durum
böyle deðildir. Çünkü, o takdirde, ayný kâr oraný, gerçekte, geniþ ölçüde
farklý artý-deðer oranlarýna dayanýr.
Demek ki, bütün bu beþ durumdan þu sonuç çýkar ki, yükselen
bir kâr oraný, düþen ya da yükselen bir artý-deðer oranýna, düþen bir kâr
oraný yükselen ya da düþen bir artý-deðer oranýna, sabit bir kâr oraný,
yükselen ya da düþen bir artý-deðer oranýna tekabül edebilir. Ve, yükse-
len, düþen ya da sabit bir kâr oranýnýn da, yine, sabit bir artý-deðer ora-

Karl Marks 65
Kapital III
nýyla uyumlu olabileceðini I’de görmüþ bulunuyoruz. [sayfa 65]

––––––––––––

Kâr oraný, demek oluyor ki, iki ana etmene baðlý bulunmaktadýr:
artý-deðer oraný ile sermayenin deðer bileþimine. Bu iki etmenin etkileri,
yüzde olarak bu bileþim verilmek suretiyle aþaðýdaki þekilde kýsaca özet-
lenebilir, çünkü, sermayenin iki kýsmýndan hangisinin deðiþikliðe neden
olduðunun bir onemi yoktur.
Ýki farklý sermayenin ya da birbirini izleyen iki farklý koþulda bir ve
ayný sermayenin kâr oranlarý,
eþittir:
1) eðer, bu sermayelerin yüzde olarak bileþimleri ayný ve artý-
deðer oranlarý eþit ise;
2) eðer, bunlarýn yüzde bileþimleri ayný olmayýp, artý-deðer oran-
larý da eþit deðilken, artý-deðer oranlarýnýn, sermayelerin deðiþen kýsým-
larýnýn yüzdeleri ile çarpýmlarý (a’ x d) ayný kalmasý kaydýyla, yani toplam
sermayenin yüzde olarak hesaplanan artý-deðer kitleleri (a = a’d) eþit
ise; bir baþka deyiþle, eðer, a’ ve d çarpanlarý her iki durumda da birbir-
leriyle ters orantýlý ise.
Eþit deðildir;
1) eðer, yüzde bileþimi eþitve artý-deðer oranlarý eþit deðilse, bu
durumda bunlar artý-deðer oranlarý gibi orantýlaþmýþtýr;
2) eðer, artý-deðer oranlarý ayný ve yüzde bileþimleri eþit deðilse;
bu durumda kâr oranlarý arasýndaki oran, sermayenin deðiþen kýsýmlarý
arasýndaki orana eþittir;
3) eðer, artý-deðer oranlarý eþit deðil ve yüzde bileþimleri ayný
deðilse; bu durumda, kâr oranlarýnýn birbirine oraný a’d çarpýmýna, yani
toplam sermayenin yüzde olarak hesaplanan artý-deðer miktarlarýnýn bir-
birine oranýna eþittir.10 [sayfa 66]

10
Elyazmasýnda ayrýca, artý-deðer oraný ile kâr oraný arasýndaki fark (a’ - k’) konusunda,
çok ilginç özellikleri olan ve hareketleri, nerede bu oranlarýn birbirine yaklaþtýðýný ya da uzaklaþ-
týðýný gösteren çok ayrýntýlý hesaplar da bulunmaktadýr. Bu hareketler eðriler ile gösterilebilir.
Bu malzemeyi buraya aktarmýyorum, çünkü, bunlar, bu yapýtýn ilk amaçlarý için az bir önem
taþýmaktadýr ve, bu noktayý daha ileri götürmek isteyen okurlar için burada dikkatlerini çekmek
yeterlidir. -F.E.

66 Karl Marks
Kapital III
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
DEVRÝN KÂR ORANI ÜZERÝNDEKÝ ETKÝSÝ

[Devrin, artý-deðer ve dolayýsýyla kârýn üretimi üzerindeki etkisi,


Ýkinci Ciltte tartýþýlmýþtý. Kýsaca özetlenirse, devir için gerekli zaman ara-
lýðý nedeniyle, sermayenin hepsi, ayný zamanda üretimde kullanýlamaz;
sermayenin bir kýsmý, daima, ya para-sermaye, hammadde ikmali, ma-
mul ama henüz satýlmamýþ meta-sermaye ya da alacak bakiyesi þeklinde
atýl durur; aktif üretimdeki, yani üretim ve artý-deðerin elde edilmesin-
deki sermaye daima bu miktar kadar eksiktir ve üretilen ve elkonulan
artý-deðer daima ayný ölçüde azalmýþtýr. Devir dönemi ne kadar kýsa
olursa, sermayenin bütününe oranla atýl kalan bu kýsmý o kadar küçük
ve bu nedenle, diðer koþullar ayný kalmak üzere, elkonulan artý-deðer o
kadar büyüktür.
Üretilen artý-deðer miktarýnýn, devir döneminde, ya da bunun iki
kesimi olan üretim zamaný ile dolaþým zamanýndaki kýsaltmalar ile nasýl
artýrýlabileceði Ýkinci Ciltte ayrýntýlarýyla gösterilmiþ bulunuyor. Ama, kâr
oraný yalnýz, üretilen artý-deðer miktarýnýn, bu üretimde kullanýlan [sayfa 67]

Karl Marks 67
Kapital III
toplam sermayeye baðýntýsýný ifade ettiði için, bu türden herhangi bir
kýsalmanýn kâr oranýný artýracaðý açýktýr. Daha önce Ýkinci Cildin Ýkinci
kýsmýnda, artý-deðer ile ilgili olarak söylenenler, ayný þekilde, kâr ve kâr
oraný için de geçerlidir ve burada bunlarýn yinelenmesine gerek yoktur.
Biz yalnýz bellibaþlý birkaç nokta üzerinde durmak istiyoruz.
Üretim zamanýný kýsaltmanýn baþlýca yolu, genellikle sýnai ilerle-
me denilen, emeðin daha yüksek verimliliðidir. Eðer bu ayný zamanda,
toplam sermaye yatýrýmýnda, pahalý makinelerin, vb., kurulmasýndan ile-
ri gelen önemli bir artýþý, ve dolayýsýyla, toplam sermaye üzerinden he-
saplanan kâr oranýnda bir azalmayý birlikte getirmiyorsa, bu oranýn yük-
selmesi gerekir. Ve bu, metalürji ile kimya sanayiindeki son geliþmelerde
pek çok durumda kesinlikle doðrudur. Demir ve çelik üretiminde, Bes-
semer, Siemens, Gilchrist-Thomas, vb. gibi son zamanlarda bulunan
üretim yöntemleri, eskiden pek zahmetli olan iþleri, nispeten düþük ma-
liyetlerle asgariye indirmiþ bulunmaktadýr. Kömür katranýndan çýkartýlan,
kýrmýzý boya maddesi alizarinin yapýlmasý ve bunun, zaten mevcut bulu-
nan kömür katraný boya yapýmý tesislerinde elde edilmesi, eskiden yýllar
alan bir iþin birkaç haftada sonuçlandýrýlmasýný saðlamýþtýr. Boya kökü-
nün olgunlaþmasý bir yýl alýyor ve bu kökler iþlenmeden önce genellikle
birkaç yýl daha büyüsünler diye býrakýlýyordu.
Dolaþým zamanýný kýsaltmanýn baþlýca yolu, geliþmiþ ulaþým ve
haberleþme araçlarýdýr. Son elli yýl, bu alanda, ancak 18. yüzyýlýn ikinci
yarýsýndaki sanayi devrimi ile kýyaslanabilecek bir devrim yaratmýþtýr.
Karada, kaplama þoselerin yerini demiryollarý almýþ, denizde, aðýr yollu
ve düzensiz yelkenli tekneleri, süratli ve güvenilir buharlý gemiler ile geri
plana itilmiþ, yer yuvarlaðýnýn her yaný telgraf telleri ile örülmüþtür. Süveyþ
Kanalý, Doðu Asya ile Avustralya’yý bütünüyle buharlý gemilerin gidiþ-
geliþine açmýþtýr. Doðu Asya’ya yapýlan bir meta sevkiyatýnýn dolaþým
zamaný 1847’de en az oniki ay iken (bkz: Buch ll, s. 235*) þimdi bir o ka-
dar haftaya indirilmiþtir. 1825-57 bunalýmlarýnýn iki büyük merkezi Ame-
rika ile Hindistan, ulaþtýrmadaki bu devrim ile, Avrupa’nýn sanayi ülkele-
rine yüzde 70 ile 90 daha yakýn hale gelmiþ ve böylece o patlayýcý nitelik-
lerini büyük ölçüde yitirmiþlerdir. Toplam dünya ticaretinin devir döne-
mi, ayný ölçüde azalmýþ ve bu iþte kullanýlan sermayenin etkinliði iki-üç
kat artmýþtýr. Bunun, kâr oraný üzerinde etkili olduðunu söylemeye bile
gerek yoktur.
Toplam sermayenin devrinin kâr oraný üzerindeki etkisini seçip
çýkarmak için, karþýlaþtýrma yapýlacak sermayelerin öteki bütün koþul-
larýnýn eþit olduðunu varsaymamýz gerekir. Artý-deðer oraný ile iþgünü dý-
þýnda, bir de, sermayenin yüzde bileþimini eþit kabul etmemiz gerekli-
dir. Þimdi, artý-deðer oraný %100 olan ve yýlda iki devir yapan, 80s + 20d
= 100S bileþiminde bir A sermayesi alalým. Bu durumda yýllýk ürün: [sayfa

* Kapital, Ýkinci Cilt, s. 280-281. -Ed.

68 Karl Marks
Kapital III
68]
160s + 40d + 40a
olur. Bununla birlikte, kâr oranýný belirlemek için biz 40a’yý, devre-
dilen 200’lük sermaye-deðer üzerinden deðil, 100’lük yatýrýlan sermaye
üzerinden hesaplýyoruz ve böylece k’ = %40 buluyoruz.
Þimdi biz bu sermayeyi, ayný %100 artý-deðer oranýna sahip, ama
yýlda yalnýz tek bir devir yapan bir B = 160s + 40d = 200S sermayesi ile
kýyaslayalým. Bu sermayenin yýllýk ürünü, demek ki, A sermayesinin ayný-
dýr:
160s +40d + 40a. Ama bu sefer, 40a ancak, %20, yani A’nýn yarýsý
kadar bir kâr oraný saðlayan 200 tutarýndaki yatýrýlmýþ bir sermaye üze-
rinden hesaplanmak durumundadýr.
Bu durumda, yüzde olarak bileþimleri eþit, artý-deðer oranlarý ile
iþgünleri eþit olan iki sermayenin kâr oranlarýnýn, bu sermayelerin devir
dönemleri ile ters orantýlý olduðunu görürüz. Karþýlaþtýrýlan bu iki durum-
da, eðer, yüzde bileþimi, artý-deðer oranlarý, iþgünü ya da ücretler eþit
deðil ise, bu, doðal olarak kâr oranlarýnda daha baþka farklýlýklar yarata-
caktýr; ama bunlarýn devir ile bir iliþkisi yoktur ve bu nedenle de bizi bu
noktada ilgilendirmemektedir. Bunlar Üçüncü Bölümde tartýþýlmýþ bu-
lunmaktadýr. Kýsaltýlmýþ bir devir döneminin artý-deðer üretimi ve bunun
sonucu olarak da kârýn üzerindeki etkisi, Ýkinci Cildin Onaltýncý Bölü-
münde “Deðiþen Sermayenin Devri”nde de gösterildiði gibi, sermayenin
deðiþen kýsmýna bu suretle kazandýrýlan, daha yüksek etkinlikten ibaret-
tir. Bu bölümde, yýlda on defa devreden 500’lük bir deðiþen sermaye-
nin, ayný artý-deðer oraný ile ayný ücretlere sahip ve yýlda yalnýz bir defa
devreden 5.000’lik bir deðiþen sermaye ile ayný miktarda artý-deðer üret-
tiði gösterilmiþti.
Yýllýk aþýnma ve yýpranma oraný %10 = 1.000 olan 10.000 sabit
sermaye ile 500 döner deðiþmeyen ve 500 deðiþen sermayeden oluþan,
sermaye I’i ele alalým. Deðiþen sermaye, %100 artý-deðer oraný ile bir
yýlda on devir yapsýn. Ýþi basitleþtirmek için, aþaðýdaki bütün örneklerde,
genellikle pratikte olduðu gibi, döner deðiþmeyen sermayenin, deðiþen
sermaye ile ayný sürede devrettiðini kabul edelim. Bu durumda, böyle
bir devir döneminin ürünü:
100s (aþýnma ve yýpranma) + 500s + 500d + 500a = 1.600
olacak ve bu þekildeki on devir ile bütün yýlýn ürünü:
l.000s (aþýnma ve yýpranma) + 5.000s + 5.000d + 5.000a = 16.000,
S = 11.000, a = 5.000, k’ = 5.000 : 11.000 = %455/11
olacaktýr.
Þimdi, sermaye II’yi alalým: 9.000 sabit sermaye, yýllýk aþýnma ve
yýpranma, 1.000, 1.000 döner deðiþmeyen sermaye, 1.000 deðiþen ser-
maye, artý-deðer oraný %100, deðiþen sermayenin yýllýk devri 5. Bu du-
rumda, deðiþen sermayenin beher devrinin ürünü:
200s (aþýnma ve yýpranma) + 1.000s + 1.000d + 1.000a = 3.200 [sayfa 69]

Karl Marks 69
Kapital III
olacak ve beþ devirden sonra toplam yýllýk ürün:
l.000s (aþýnma ve yýpranma) + 5.000s + 5.000d + 5.000a = 16.000,
S = 11.000, a= 5.000, k’ = 5.000 : 11.000 = %455/11
olacaktýr.
Daha sonra, sabit sermayesi olmayan, sermaye III’ü alalým ve bu,
6.000 döner deðiþmeyen ve 5.000 deðiþen sermayeden oluþsun. %100
artý-deðer oraný ile yýlda bir defa devretmiþ olsun. Bu durumda toplam
yýllýk ürün:
6.000s + 5.000d + 5.000a = 16.000,
S = 11.000, a = 5.000, k’ = 5.000 : l1.000 = %455/11
olur.
Her üç durumda da demek ki, ayný yýllýk artý-deðer miktarý =
5.000 olacak ve toplam sermaye de gene her üç halde eþit, yani =
11.000 olduðu için, %455/11’lik bir ayný kâr oraný elde edilecektir.
Ama eðer, sermaye l’de deðiþen kýsým yýlda 10 yerine yalnýz 5
devir yapmýþ olsa sonuç farklý olacak ve bir devrin ürünü:
200s (aþýnma ve yýpranma) + 500s + 500d + 500a = 1.700
olacaktýr.
Ve yýllýk ürün de:
1.000s (aþýnma ve yýpranma) + 2.500s + 2.500d + 2.500a = 8.500,
S = 11.000, a = 2.500; k’ = 2.500 : 11.000 = %228/11
olacaktýr.
Devir dönemi iki katý olduðu için, kâr oraný yarýya düþmüþtür.
Bir yýlda ele geçirilen artý-deðer miktarý bu nedenle, deðiþen ser-
mayenin bir devrinde elde edilen artý-deðer miktarýnýn, bir yýldaki devir
sayýsýyla çarpýmýna eþittir. Bir yýlda elde edilen artý-deðere ya da kâra A,
bir devir döneminde elde edilen artý-deðere a, deðiþen sermayenin bir
yýldaki devir sayýsýna n dersek daha önce Ýkinci Cildin Onaltýncý Bölüm,
I’de, gösterildiði gibi, A = an, ve yýllýk artý-deðer oraný A’ -a’n olur.
Söylemeye gerek yoktur ki, k’ = a’ (d : S) = a’ [d : (s + d)]
formülü ancak paydaki d paydadaki d ile ayný olduðu sürece doðrudur.
Paydadaki d, toplam sermayenin, ücretlerin ödenmesi için, ortalama
deðiþen sermaye olarak kullanýlan kýsmýnýn tamamýný temsil etmekte-
dir. Paydaki d ise, her þeyden önce, yalnýz kendisi tarafýndan üretilen ve
elkonulan, belli bir artý-deðer niceliði = a olgusu ile belirlenmiþtir ve bu
miktar ile baðýntýsý a/d artý-deðer oraný, a’’dür. Ancak bu þekildedir ki, k’
= a : (s + d) formülü, öteki, k’ = a’ [d : (s + d)] formülüne dönüþmüþtür.
Þimdi paydaki d paydadaki d’ye yani S sermayesinin tüm deðiþen kýs-
mýna eþit olmasý gerektiði olgusu ile daha doðru bir þekilde belirlenmiþ
olacaktýr. Baþka bir deyiþle, k’ = a : S eþitliði, k’ = a’ [d : (s + d)]
eþitliðine ancak, a’nýn, deðiþen sermayenin tek bir devrinde ürettiði artý-
deðeri temsil etmesi halinde doðru bir þekilde dönüþebilir. Eðer a, bu
artý-deðerin [sayfa 70] yalnýzca bir kýsmý ise, a = a’d gene doðru olur ama,
bu d, S = s + d’deki d’den daha küçüktür, çünkü, ücretler için har-

70 Karl Marks
Kapital III
canan tüm deðiþen sermayeden daha küçüktür. Ama eðer, a, d’nin tek
bir devrindeki artý-deðerden fazlasýný temsil ediyorsa, bu d’nin bir kýsmý
ve belki de tamamý iki defa iþ görüyor, yani birinci ve ikinci devir ile
daha sonraki devirlerde iþ görüyor demektir. Artý-deðeri üreten ve öde-
nen bütün ücretleri temsil eden d, bu nedenle, s + d’ deki d’ den
büyüktür ve hesap yanlýþ sonuç verir.
Yýllýk kâr oraný formülünü kesinlikle doðru hale getirmek için,
basit artý-deðer oraný yerine, yýllýk artý-deðer oranýný, yani a’ yerine A’ ya
da a’n’yi koymamýz gerekir. Baþka bir deyiþle, artý-deðer oranýný, a’, ya
da ayný þey demek olan, S’nin içerdiði deðiþen sermayeyi, d, bu deðiþen
sermayenin bir yýldaki devir sayýsý n ile çarpmamýz gerekir. Böylece biz,
yýllýk kâr oraný formülünü, k’ = a’n (d : S). elde ederiz.
Ýþine yatýrmýþ olduðu deðiþen sermaye miktarýný, çoðu zaman
kapitalistin kendisi de bilmez. Ýkinci Cildin Sekizinci Bölümünde gör-
düðümüz ve ilerde de göreceðimiz gibi, sermayesi içersinde, kapitalist
üzerinde baskýsýný duyuran biricik temel ayrým, sabit ve döner sermaye
arasýndaki ayrýmdýr. Kapitalist, döner sermayenin, elinde para biçimin-
de bulunan kýsmýný, bu para bankaya yatýrýlmadýðý sürece, bulunduðu
kasadan ücretleri ödemek için alýr; gene ayný kasadan, ham ve yardýmcý
maddeler için para alýr ve bunlarýn her ikisini de ayný kasa hesabýnýn
alacak hanesine kaydeder. Ve kapitalist, ücretler için ayrý bir hesap tutmuþ
olsaydý bile, yýl sonunda bu ancak, bu kalem için ödediði toplam parayý,
yani dn’yi gösterecek ve ama deðiþen sermayenin kendisini, d, göster-
meyecekti. Bunu saptamak için, burada bir örneðini verdiðimiz türden
özel bir hesap tutmasý gerekecektir.
Bu amaçla, Birinci Ciltte (s. 209/201) sözü edilen 10.000 iðlik pa-
muk ipliði eðirme fabrikasýný alalým ve orada 1871 Nisanýnýn bir haftasý
için alýnan verilerin bütün 1 yýl için geçerli olduðunu varsayalým. Maki-
nelerde nesneleþmiþ bulunan sabit sermaye 10.000 sterlin idi. Döner
sermaye verilmemiþti. Biz bunun 2.000 sterlin olduðunu kabul edelim.
Bu oldukça yüksek bir tahmin ama, bizim burada daima yaptýðýmýz, hiç
bir kredi iþleminin yürürlükte olmadýðý, dolayýsýyla, baþkalarýna ait ser-
mayenin devamlý ya da geçici olarak kullanýlmadýðý varsayýmý nedeniyle
haklý sayýlabilir. Haftalýk ürünün deðeri, makinelerin aþýnýp yýpranmasý
için 20 sterlin, döner deðiþmeyen sermaye yatýrýmý 358 sterlin (6 sterlin
kira, 342 sterlin pamuk, 10 sterlin kömür, gaz ve yað için), 52 sterlin
ücretler için ödenen deðiþen sermaye ve 80 sterlin artý-deðer. Demek ki,
20s (aþýnma ve yýpranma) + 358s + 52d + 80a = 510.
Bu durumda, haftalýk döner sermaye yatýrýmý, 358s + 52d = 410
idi. Yüzde olarak bu, 87,3s + 12,7d ediyordu. 2.500 sterlinlik tüm döner
[sayfa 71] sermaye için bu, 2.182 sterlin deðiþmeyen ve 318 sterlin deðiþen
sermaye demekti. Ücretler için bir yýllýk toplam harcama, 52 defa 52
sterlin, yani 2.704 sterlin olduðuna göre, 318 sterlinlik deðiþen sermaye
bir yýlda, neredeyse tam 8½ devir yapýyordu. Artý-deðer oraný 80/52 =

Karl Marks 71
Kapital III
%15311/13 idi. Kâr oranýný, bu öðelere dayanarak, yukardaki deðerleri, a’
= 15311/13, n = 8½, d = 318, S = 12.500, k’ = a’n (d : S) formülünde
yerine koyarak hesaplayabiliriz:
k’ = 15311/13 x 8½ x (318 :12.500) = %33,27.
Biz bunu, basit k’ = a : S formülü ile kontrol edebiliriz. Toplam
yýllýk artý-deðer ya da kâr, 52 defa 80 sterlin, yani 4.160 sterlin etmekte
ve bunu toplam sermaye 12.500 sterline bölersek, %33,28 ya da buna
çok yakýn bir sonuç elde ederiz. Bu ancak o anýn olaðanüstü elveriþli
koþullarý (iplik fiyatlarýnýn çok yüksek olmasýna karþýn pamuk fiyatlarýnýn
çok düþük olmasý gibi) ile açýklanabilecek, anormal yükseklikte bir kâr
oranýdýr ve bütün yýl boyunca elde edilmesi, doðal olarak olanaksýzdýr.
k’ = a’n (d : S) formülünde, a’n, daha önce de Ýkinci Ciltte belirtil-
diði gibi, yýllýk artý-deðer oraný denilen þeyi temsil etmektedir. Yukardaki
durumda bu, %15311/13 çarpý 8½, ya da tam rakamlarýyla %1.3079/13’tür.
Böylece, eðer Biedermann* adýnda birisi, Ýkinci Ciltte örnek diye kulla-
nýlan %l.000’lik yýllýk artý-deðer oranýnýn anormalliði karþýsýnda þaþkýna
dönmüþ ise, þimdi Manchester’deki, yaþamdan alýnan bu %1.300'ü aþan
yýllýk artý-deðer oraný, kendisini belki biraz yatýþtýrabilir. Benzerini uzun
zamandýr gerçekten de görmediðimiz büyük gönenç dönemlerinde böyle
bir oran hiç de ender raslanan bir þey deðildir.
Bu konuda biz burada, büyük-ölçekli modern bir sanayideki fiili
sermaye bileþiminden bir örnek veriyoruz. 1 2.500 sterlinlik toplam ser-
maye, 12.182 sterlini deðiþmeyen ve 318 sterlini deðiþen sermaye ol-
mak üzere bölünmüþ bulunmaktadýr. Yüzde olarak ifade edilirse bu,
97½s + 2½d = 100S’dir. Toplam sermayenin yalnýz kýrkta-biri olduðu
halde, yýlda sekizden fazla devretmek üzere, ücretlerin ödenmesine hiz-
met etmektedir.
Pek az kapitalist, kendi iþleri konusunda bu tür hesaplar yapmayý
aklýndan geçirdiði için, toplam toplumsal sermayenin deðiþmeyen kýsmý
ile deðiþen kýsmý arasýndaki oran konusunda istatistiklerden bir þey öð-
renmek neredeyse olanaksýz. Yalnýz Amerikan istatistikleri, modern
koþullar altýnda mümkün olan þeyi, yani her iþkolunda ödenen ücretle-
rin toplamý ile gerçekleþtirilen kârlarý vermektedir. Kapitalistin kontrolü
olanaksýz beyanlarýna dayanmasý nedeniyle, güvenilir olmamakla birlik-
te, bunlar, gene de çok deðerli olup, bu konuda elde bulunan biricik
kayýtlardýr. Bizim, Avrupa’da, büyük kapitalistlerimizden bu gibi açýkla-
malarý ummak için titizliðimiz pek fazla. -F.E.] [sayfa 72]

* Biedermann – Darkafalý. Ayný zamanda, Deutsche Allgemeine zeitung’un yazýiþleri


müdürünün adý üzerine yapýlan bir sözcük oyunu. -ç.

72 Karl Marks
Kapital III
BEÞÝNCÝ BÖLÜM
DEÐÝÞMEYEN SERMAYENÝN KULLANIMINDA EKONOMÝ

I. GENEL

Deðiþen sermaye ayný kalýr, ve böylece ayný sayýda iþçiyi, fazla


çalýþtýrýlan zamanýn karþýlýðý ödensin ya da ödenmesin, ayný nominal üc-
retle çalýþtýrýrsa, mutlak artý-deðerin artýþý ya da artý-emek süresinin ve
dolayýsýyla iþgününün uzamasý, deðiþmeyen sermayenin nispi deðerini,
toplam sermayeye ve deðiþen sermayeye kýyasla azaltýr, gene, artý-de-
ðer miktarýnda bir büyüme ve artý-deðer oranýnda olasý bir yükselme bir
yana, böylece, kâr oraný artar. Deðiþmeyen sermayenin, fabrika binalarý,
makineler, vb., gibi sabit kýsmýnýn hacmi, bunlar ister 16, ister 12 saatlik
iþ-sürecinde hizmet görmüþ olsunlar, ayný kalýr. Ýþgünündeki bir uzama,
bunda, deðiþmeyen sermayenin bu en pahalý kýsmýnda herhangi bir
yeni harcamayý gerektirmez. Ayrýca, sabit sermayenin deðeri, böylece,
daha küçük sayýda devir dönemlerinde yeniden üretilmiþ olacaðý için,
belli bir kâr elde etmek üzere yatýrýlmasý gerekli süre kýsaltýlmýþ olur.
Ýþgünündeki bir uzama, bu yüzden, fazla çalýþmanýn karþýlýðý ödense, ya
da hatta, belli bir noktaya kadar, normal iþ-saatine göre daha iyi ödeme
yapýlsa bile kârý artýrýr. Modern sanayide durmadan artan sabit sermaye-
yi yükseltme gereksinmesi, bu nedenle, kâr delisi kapitalistleri iþgününü

Karl Marks 73
Kapital III
uzatmaya teþvik eden baþlýca nedenlerden birisi olmuþtur.11 Ýþgünü
[sayfa 73]
ayný kaldýðý takdirde ayný sonuçlar elde edilemez. Bu durumda, daha
büyük miktarda emek sömürebilmek için, ya iþçi sayýsýný ve bununla
birlikte belli bir ölçüde sabit sermaye miktarýný, binalarý, makineleri, vb.,
artýrmasý gereklidir (çünkü biz burada, ücret indirmelerini ya da ücretle-
rin normal düzeyinin altýna düþürülmesini bir yana býrakýyoruz) ya da
emeðin yoðunluðu ve dolayýsýyla verimliliðinin arttýðý ve genellikle daha
fazla nispi artý-deðer üretildiði hallerde, belli bir sürede daha fazla
hammadde, vb., iþlendiði için, hammadde kullanan sanayi kollarýnda,
deðiþmeyen sermayenin döner kýsmýnýn büyüklüðü artar; ve ikinci ola-
rak da, ayný sayýda iþçi tarafýndan harekete geçirilen makine miktarý ve
dolayýsýyla da deðiþmeyen sermayenin bu kýsmý da büyür. Þu halde,
artý-deðerde bir artýþ, deðiþmeyen sermayede bir artýþ ile, ve emeðin
daha fazla sömürülmesi, bu emeðin sômürülmesine aracýlýk eden üre-
tim araçlarý için daha çok para harcanmasý ile, yani daha büyük ser-
maye yatýrýmý ile bir arada yürür. Demek ki, kâr oraný böylece bir yandan
düþerken, öte yandan artmaktadýr.
Ýþgünü ister uzun ister kýsa olsun, cari giderlerin büyük bir kýsmý,
neredeyse ya da tamamen sabit kalýr. Günde 18 çalýþma saati boyunca
500 iþçinin gözetim ve denetim giderleri, 12 çalýþma saati boyunca 750
iþçininkinden daha azdýr. “Bir fabrikanýn 10 saatlik çalýþma giderleri, 12
saatlik iþletme giderlerine neredeyse eþittir.” (Reports of Insp. of Fact.,
October 1848, s. 37.) Devlet ve belediye vergileri, yangýn sigortasý, çeþitli
devamlý memur ücretleri, makinelerin aþýnýp yýpranmasý, ve bir fabrika-
nýn çeþitli diðer giderleri, çalýþma süresi uzun ya da kýsa olsun aynen
kalýr. Üretimin azalmasý ölçüsünde, kâra oranla bu giderler yükselir. (Re-
ports of Insp. of Fact., October 1862, s. 19.)
Makineler ile, sabit sermayenin öteki öðelerinin deðerlerinin yeni-
den üretildiði süre, pratikte bunlarýn yalnýz ömürleri ile deðil, bunlarýn iþ
gördükleri ve aþýnýp yýprandýklarý tüm iþ-süreci boyunca belirlenir. Ýþçilerin
günde 12 saat yerine 18 saat çalýþma zorunda kalmalarý halinde, bu, bir
haftada üç gün bir farklýlýk yapar ve böylece bir hafta, bir-buçuk haftaya
uzatýlmýþ, iki yýl, üç yýl haline getirilmiþ olur. Bu fazla zamanýn karþýlýðýnýn
ödenmemesi halinde, iþçiler, kapitaliste normal artý-emek zamanýnýn
dýþýnda, her üç haftada bir hafta, her üç yýlda bir yýl bedavadan vermek-
tedirler. Bu þekilde, makinelerin deðerinin yeniden üretimi %50 hýzlan-
dýrýlmýþ olmakta ve, normal olarak gerekli zamanýn üçte-ikisinde tamam-
lanmaktadýr.
Gereksiz karýþýklýklardan kaçýnmak için biz bu tahlillerimizde,
hammaddelerin fiyat dalgalanmalarýnda olduðu gibi (Altýncý Bölüm), artý-
deðer kitlesi ve oranýnýn belli olduðu varsayýmýndan hareket ediyoruz.
11
Bütün bu fabrikalarda çok büyük bir miktarda bina ve makine þeklinde sabit sermaye
olduðuna göre, makineleri iþler halde tutmak için ne kadar çok metaya gereksinme varsa, o
kadar çok geliri olacaktýr. (Reports of Insp. of Fact., 31st. October, 1858, s. 8.)

74 Karl Marks
Kapital III
[sayfa 74]
Daha önce, elbirliði, iþbölümü ve makineler konularýnýn serimin-
de gösterildiði gibi, büyük-ölçekli üretimde görülen, üretim koþullarýnda
ekonomi, esas olarak, bu koþullarýn, toplam ya da toplumsal bakýmdan
bileþik emeðin koþullarý ve dolayýsýyla emeðin toplumsal koþullar olarak
etkili olmalarý olgusundan ileri gelir. Üretim araçlarý, birbirinden kopuk
olarak çalýþan, ya da olsa olsa, küçük ölçekte doðrudan elbirliði yapan
bir iþçi kitlesi tarafýndan parça parça tüketilecek yerde, üretim sürecin-
de toplam iþçi tarafýndan ortaklaþa tüketilir. Bir ya da iki merkezi mo-
toru olan büyük bir fabrikada, bu motorlarýn maliyetleri, bunlarýn beygir
güçleri ve dolayýsýyla faaliyet alanlarý ile ayný oranda artmazlar. Ýletme
donanýmýnýn maliyeti, harekete geçirdiði toplam iþ makineleri sayýsý ile
ayný oranda büyümez. Bir makinenin gövdesi, kendi organlarý vb. gibi
kullandýðý araçlarýn artan sayýsý ile ayný oranda daha pahalý hale gelmez.
Üstelik üretim araçlarýnýn birarada toplanmalarý, yalnýz fiilen çalýþmakta
olan iþyerleri için deðil, depolama, vb. için de gerekli çeþitli binalar ko-
nusunda bir tasarruf saðlar. Ayný þey, yakýt, aydýnlatma, vb. harcamalar
için de geçerlidir. Diðer üretim koþullarý da, ister çok ister az kiþi tarafýn-
dan kullanýlsýnlar ayný kalýr.
Üretim araçlarýnýn yoðunlaþmasýndan ve bunlarýn kitle halinde
kullanýlmasýndan ileri gelen bu toplam ekonomi (tasarruf), ne var ki,
mutlaka iþçilerin biraraya toplanmasýný, elbirliði yapmalarýný, yani eme-
ðin toplumsal bir bileþik haline gelmesini gerektirir. Þu halde, bu, týpký
artý-deðerin, tek baþýna alýndýðýnda bireysel bir iþçinin artý-emeðinden
doðmasý gibi, emeðin toplumsal niteliðinden doðmaktadýr. Burada ola-
ðan ve gerekli olan sürekli iyileþmeler bile, sýrf büyük ölçekte biraraya
gelmiþ toplam emeðin üretimiyle saðlanan ve olaðan hale getirilen to-
plumsal deneyimlerden ve gözlemlerden doðar.
Ayný þey, üretim koþullarýnda, ikinci büyük ekonomi kaynaðý için
de doðrudur. Burada, üretim artýðý denilen döküntülerin, ayný ya da
baþka bir sanayi kolunda, yeni üretim öðeleri haline getirilmesine; bu
artýk denilen þeylerin üretim ve dolayýsýyla, üretken ya da bireysel tüke-
tim devresine tekrar sokulmasý sürecine deðiniyoruz. Ýlerde daha yakýn-
dan inceleyeceðimiz bu tasarruf biçimi de, gene ayný þekilde, büyük-
ölçekli toplumsal emeðin bir sonucudur. Bu artýklarý tekrar ticaret ko-
nusu ve dolayýsýyla yeni üretim öðeleri haline getiren þey, bol miktarda
ortaya çýkmalarýdýr. Ancak, bileþik ve dolayýsýyla geniþ-ölçekli üretimin
bir artýðý olmalarý nedeniyle üretim süreci için önemli hale gelmiþler ve
deðiþim-deðeri taþýyýcýsý olma niteliðini korumuþlardýr. Bu artýk, yeni bir
üretim öðesi olarak iþ görmesinden baþka, hammadde maliyetini, te-
krar satýlabilir olmasý ölçüsünde azaltýr, çünkü bu maliyet daima normal
fireyi, yani üretim sürecindeki olaðan kayýp miktarýný içerir. Deðiþmeyen
sermayenin bu kýsmýnda maliyet düþmesi, deðiþen sermayenin büyük-
lüðü [sayfa 75] ile artý-deðer oranýnýn veri olduðu kabul edilirse, kâr oranýný

Karl Marks 75
Kapital III
pro tanto* artýrýr.
Eðer artý-deðer belli ise, kâr oraný ancak, meta üretimi için gerekli
deðiþmeyen sermayenin deðeri azaltýlmak suretiyle artýrýlabilir. Deðiþme-
yen sermaye, meta üretimine girdiði ölçüde, önemli olan, onun deðiþim-
deðeri deðil yalnýz kullaným-deðeridir. Bir iplik eðirme fabrikasýnda kete-
nin emebileceði emek miktarý, emeðin üretkenliði, yani teknik geliþme
düzeyi veri olmak üzere, ketenin deðerine deðil, miktarýna baðlýdýr. Ayný
þekilde, bir makinenin, diyelim üç iþçiye saðladýðý yardým, onun deðeri-
ne deðil, makine olarak kullaným-deðerine baðlýdýr. Bir teknik geliþme
düzeyinde, kötü bir makine pahalý, bir baþka düzeyde iyi bir makine
ucuz olabilir.
Kapitalistin diyelim pamuk ve eðirme makinesindeki ucuzlama
yoluyla elde ettiði artan kâr, emeðin daha yüksek üretkenliði sonucu-
dur; bu yükseklik hiç kuþkusuz, eðirme iþinde deðil, pamuk yetiþtirilme-
sinde ve makinelerin yapýmýndadýr. Belli miktarda bir emeði maddeleþtir-
mek ve böylece belli bir miktar artý-emek sýzdýrmak için, emek koþulla-
rýna daha az bir yatýrým gerekecektir. Belli bir miktarda artý-emeðe el-
koymak için gerekli giderler düþecektir.
Üretim sürecinde, üretim araçlarýnýn, toplam ya da toplumsal ba-
kýmdan bileþik emek tarafýndan ortaklaþa kullanýlmasýnýn saðladýðý tasar-
ruflara daha önce deðinmiþ bulunuyoruz. Deðiþmeyen sermayede,
ulaþtýrma ve haberleþme araçlarýndaki geliþmenin egemen bir etmen
olduðu, dolaþým zamanýndaki kýsalmadan ileri gelen öteki tasarruflar
daha sonra tartýþýlacaktýr. Bu noktada, makinelerdeki sürekli iyileþmelerin
saðladýðý tasarruflarý ele alacaðýz, þöyle ki: 1) kullanýlan malzemeden,
örneðin, tahta yerine demir kullanýlmasý; 2) makine yapýmýndaki genel
geliþme nedeniyle makinelerin ucuzlamasý; böylece deðiþmeyen ser-
mayenin sabit kýsmýnýn deðeri, emeðin büyük ölçekte geliþmesi ile bir-
likte artmakla birlikte, bu artýþ ayný oranda olmaz;12 3) mevcut makinelerin
daha ucuz ve daha etken çalýþmasýný saðlayan özel iyileþtirmeler; ör-
neðin, daha sonra ayrýntýlarý ile ele alýnacak olan, buhar kazanlarý, vb.
kýsýmlardaki iyileþtirmeler; 4) daha iyi makineler kullanýlarak artýk (fire)
miktarýnýn azaltýlmasý.
Makinelerin ve genellikle sabit sermayenin, herhangi bir belli üre-
tim dönemindeki aþýnýp yýpranmasýný azaltan her þey, her bireysel me-
taýn, kendi fiyatýnda,bu aþýnmanýn kendisine düþen kýsmýný yeniden
üretmesi olgusu gözönünde bulundurulursa, yalnýz bu bireysel metaý
ucuzlatmakla kalmaz, ayný zamanda, yatýrýlan sermayenin bu döneme
düþen kýsmýný da azaltýr. Onarým iþi, vb., gerekli hale gelmesi ölçüsünde,
makinenin ilk maliyetine eklenir. Makinenin daha fazla dayanýklý olmasý
nedeniyle, [sayfa 76] onarým giderlerindeki azalma, bu makinenin fiyatým

12
Fabrika yapýmýndaki geliþmeler üzerine Ure’e bakýnýz.
* O ölçüde, o kadar. -ç.

76 Karl Marks
Kapital III
pro tanto düþürür.
Bütün bu tasarruflarýn da gene, genellikle ancak bileþik emek ile
mümkün olduðu ve çoðu kez bunun, üretim daha büyük ölçeklerde
yürütülene ve böylece de, doðrudan doðruya üretim sürecinde, emeðin
daha büyük ölçüde biraraya gelmesi gerekene kadar gerçekleþeme-
yeceði söylenebilir.
Ama öte yanda, herhangi bir üretim kolundaki, örneðin doða bilim-
leri ve bunlarýn pratik uygulamalarý gibi, entelektüel üretim alanýndaki
geliþmelere kýsmen baðlý bulunan, demir, kömür, makine üretimindeki,
mimarlýktaki vb. emeðin üretici gücündeki geliþme, baþka sanayi kolla-
rýnda, örneðin, tekstil sanayiinde ya da tarýmda, üretim araçlarýnýn deð-
eri ve dolayýsýyla maliyetinde bir düþmenin önkoþulu olarak ortaya çýkar.
Belli bir sanayi kolunun ürünü olan bir meta, bir baþkasýna üretim aracý
olarak girdiðine göre bu açýk bir þeydir. Bunun fiyatýnýn yüksek ya da
düþük oluþu, ürün olarak çýktýðý üretim kolundaki emeðin üretkenliðine
baðlý olup, yalnýz, üretim aracý olarak üretimine girdiði metalarý ucuzla-
tan bir etmen olmakla kalmaz, burada öðesi halini aldýðý deðiþmeyen
sermayenin deðerini de azaltarak, kâr oranýný yükseltir.
Deðiþmeyen sermayede, sanayiin giderek ilerlemesinden ileri ge-
len bu tür tasarrufun belirli özelliði, bir sanayi kolunda kâr oranýndaki
yükseliþin, bir baþkasýnda emeðin üretkenlik gücündeki geliþmeye bað-
lý olmasýdýr. Bu durumda gene kapitalistin çýkarýna olan þey, kendi sömür-
düðü iþçilerin ürünü olmasa bile, toplumsal emeðin ortaya koyduðu
kazançtýr. Üretken güçteki böyle bir geliþme gene, son tahlilde, üretime
katýlan emeðin toplumsal niteliðinde, toplumdaki iþbölümünde; ve baþta
doða bilimleri olmak üzere entelektüel emekteki geliþmelerde izlenebi-
lir. Kapitalistin burada yararlandýðý þey, bütün toplumsal iþbölümü sis-
teminin saðladýðý avantajlardýr. Kapitalist tarafýndan kullanýlan deðiþmeyen
sermayenin deðerini nispi olarak düþüren ve dolayýsýyla kâr oranýný yük-
selten, emeðin üretken gücünün dýþýndaki alanlarda, ona üretim araçla-
rý saðlayan alandaki geliþmedir.
Kâr oranýnda bir baþka yükselme deðiþmeyen sermaye yaratan
emekte bir tasarruf ile deðil, bu sermayenin kendisinin kullanýlmasýnda
tasarrufla saðlanýr. Bir yandan, iþçilerin yoðunlaþmalarý, ve bunlarýn büyük
ölçekte elbirliði yapmalarý, deðiþmeyen sermayede tasarruf saðlar. Ayný
binalar, ýsýtma ve aydýnlatma donanýmlarý, vb., küçük-ölçekli üretime
göre büyük-ölçekli üretimde nispeten az gidere malolur. Ayný þey, güç
ve iþ makineleri için de doðrudur. Bunlarýn mutlak deðerleri artmakla
birlikte bu deðer, üretimin geniþlemesi, deðiþen sermayenin büyüklüðü
ya da harekete getirilen emek-gücü miktarýna göre düþmektedir. Belli
bir sermayenin kendi üretim alanýnda gerçekleþtirdiði ekonomi, her þey-
den önce emekte bir ekonomi, yani kendi iþçilerinin karþýlýðý ödenen
emeklerinde yapýlan bir indirimdir. Öte yandan, daha önce sözü edilen
ekonomi bundan þu olgu ile ayrýlýr ki, o, baþkalarýnýn karþýlýðý [sayfa 77]

Karl Marks 77
Kapital III
ödenmeyen emeðine elden geldiðince geniþ ölçüde elkoyma iþini en
ekonomik þekilde, yani belli ölçekteki üretimin izin vereceði en az gi-
derle baþarýr. Bu ekonomi, daha önce sözü edilen ve deðiþmeyen ser-
mayenin üretiminde kullanýlan toplumsal emeðin üretkenliðinin sömü-
rülmesine deðil de, deðiþmeyen sermayenin kendisinde yapýlan tasar-
rufa dayandýðý ölçüde, ya doðrudan doðruya belli bir üretim kolu içer-
sinde elbirliðinden ve emeðin toplumsal biçiminden ya da makine, vb.
üretiminin, bunlarýn deðerlerinin, kullaným-deðerleri ile ayný oranda art-
madýðý bir ölçekte yapýlmýþ olmasýndan doðar.
Burada iki noktayý hatýrda tutmak gerekir: Eðer s’nin deðeri =
sýfýr ise k’ = a’, ve kâr oraný en üst düzeyde olur. Þu da var ki, emeðin
kendisinin doðrudan sömürülmesi için en önemli þey sabit sermaye
þeklinde olsun, ham ya da yardýmcý maddeler þeklinde olsun, kullanýlan
sömürü araçlarýnýn deðeri deðildir. Bunlarý, emeði soðurma araçlarý ola-
rak, emeðin ve dolayýsýyla da artý-emeðin kendilerinde ya da kendileri-
yle maddeleþtiði nesneler olarak hizmet ettikleri sürece, makinelerin,
binalarýn, hammaddelerin, vb., deðiþim-deðerlerinin hiç bir önemi yok-
tur. Asýl önemli olan þey bir yandan bunlarýn belli miktarda canlý emekle
bileþmesi için teknik bakýmdan gerekli miktarda bulunmalarý, öte yan-
dan, amaca uygun bulunmalarý, yani yalnýzca iyi makine deðil, ham ve
yardýmcý maddelerin de iyi olmasýdýr. Kâr oraný kýsmen, hammaddenin
iyi nitelikte olmasýna baðlýdýr. Ýyi malzeme ile daha az artýk verilir. Böyle
olunca da, ayný miktarda emeði soðurabilmek için daha az hammad-
deye gereksinme olur. Ayrýca, iþ makinelerinin üstesinden gelmek zorun-
da kalacaklarý direnç de azalýr. Bu, kýsmen, artý-deðer ile artý-deðer oranýný
bile etkiler. Ýþçiler, kötü hammadde kullanýldýðýnda, ayný miktarý iþlemek
için daha çok zaman harcarlar. Ücretlerin ayný kaldýðý varsayýlýrsa bu da
artý-emeðin azalmasýna yolaçar. Bu ayrýca, Birinci Ciltte gösterildiði gibi,
kullanýlan emeðin miktarýndan çok, üretkenliðine baðlý bulunan, ser-
mayenin yeniden üretimi ve birikimi üzerinde köklü bir etki yapar.
Kapitalistin, üretim araçlarýnda ekonomi yapýlmasý konusundaki
delicesine direniþinde, bu nedenle, anlaþýlmayacak bir yan yoktur. Hiç
bir þeyin kaybolmamasý ya da boþa gitmemesi ve üretim araçlarýnýn, an-
cak üretimin kendisinin gerektirdiði biçimde tüketilmesi, kýsmen iþçilerin
beceri ve kavrayýþlarýna, kýsmen de, kapitalistin bileþik emek konusun-
da saðlayacaðý disipline baðlýdýr. Bu disiplin, parça baþýna iþte neredey-
se tamamen gereksiz hale geleceði gibi, iþçilerin kendi hesaplarýna ça-
lýþtýklarý, toplumsal bir sistem altýnda da gereksiz hale gelecektir. Bu de-
licesine direniþ, deðiþmeyen sermayenin deðerinin deðiþen sermayenin
deðerine oranla düþürülmesinin, böylece kâr oranýnýn yükseltilmesinin
bellibaþlý araçlarýndan birisi olan, üretim öðelerine hile katýlmasýnda bu-
nun tersine bir biçimde de kendisini gösterir. Böylece, bu üretim öðeler-
inin, [sayfa 78] kendi deðerlerinin üzerinde satýlmasý bu üründe yeniden
ortaya çýktýðýna göre, önemli bir aldatma öðesi niteliði kazanýr. Bu uygu-

78 Karl Marks
Kapital III
lama özellikle: Önce iyi örnekler, ardýndan da düþük kaliteli mallar gön-
derirsek halk bunu pekala yutar , ilkesini benimsemiþ olan Alman sanayi-
inde önemli bir rol oynar. Ne var ki, bu konular rekabet alanýna girdiði
için bizi burada ilgilendirmemektedir.
Þurasýný da belirtmek gerekir ki, deðiþmeyen sermayenin deðeri-
ni düþürmek, yani onun pahalýlýðýný azaltmak yoluyla kâr oranýnda sað-
lanan bu yükselme, bunun yer aldýðý sanayi kolunun, lüks nesneler,
iþçilerin tüketimi için geçim gereksinmeleri ya da genel anlamda üretim
araçlarý üretmesine hiç bir þekilde baðlý deðildir. Bu son durum ancak,
esas olarak emek gücünün deðerine, yani emekçinin normal gereksin-
melerinin deðerine baðlý bulunan artý-deðer oraný sözkonusu olduðunda
maddi bir önem taþýyabilir. Ama bizim ele aldýðýmýz durumda, artý-de-
ðer ile artý-deðer oranýnýn belli olduðu varsayýlmýþtý. Artý-deðerin toplam
sermayeye oraný –ki, bu, kâr oranýný belirler– bu koþullar altýnda, yalnýz-
ca deðiþmeyen sermayenin deðerine baðlý olup, bu sermayeyi oluþturan
öðelerin kullaným-deðerlerine hiç bir þekilde baðlý deðildir.
Üretim araçlarýnda nispi bir ucuzlama, hiç kuþkusuz, bunlarýn mut-
lak toplam deðerlerinde bir artýþ olasýlýðýný dýþtalamaz, çünkü bunlarýn
mutlak kullaným hacmi, emeðin üretkenlik, geliþme ve onunla birlikte
üretim düzeyindeki büyüme ile büyük ölçüde artar. Deðiþmeyen serma-
yenin kullanýmýndaki ekonomi, hangi açýdan bakýlýrsa bakýlsýn kýsmen
üretim araçlarýnýn bileþik emeðin ortak üretim araçlarý olarak iþlev yap-
masý ve tüketilmesi, böylece meydana gelen tasarrufun, doðrudan doðru-
ya üretken emeðin toplumsal niteliðinin bir ürünü olarak ortaya çýkmasý
olgusunun tek sonucudur; ama kýsmen de, sermayeye üretim araçlarýný
saðlayan alanlardaki emeðin üretkenliðinde geliþmenin sonucudur; böy-
lece biz eðer yalnýzca, kapitalist X’in kapitalist Y’ye oranla çalýþtýrdýðý
iþçilere deðil de, toplam sermayeye oranla toplam emeðe bakacak olur-
sak bu ekonomi kendisini bir kez daha, toplumsal emeðin üretken
kuvvetlerindeki bir geliþmenin ürünü olarak ortaya koyar, buradaki tek
fark, kapitalist X’in, yalnýz kendi kuruluþundaki emeðin üretkenliðinde
deðil, öteki kuruluþlardaki emeðin üretkenliðinde avantajlardan da yarar-
lanmasýdýr. Ne var ki, kapitalist kendi deðiþmeyen sermayesindeki eko-
nomiyi, kendi emekçilerinden baðýmsýz, onlara tamamen yabancý bir
durum olarak görür. Bununla birlikte o gene de, iþçinin, ayný miktar
parayla þu ya da bu kadar emek satýn alan iþverenle daima bir iliþkisi
bulunduðunu çok iyi bilir (çünkü, kapitalist ile iþçi arasýndaki alýþveriþ
onun zihninde böyle görünür). Üretim araçlarýnýn kullanýlmasýnda sað-
lanan bu ekonomi, en az bir yatýrýmla belli bir sonuç elde etme konu-
sundaki bu yöntem, emeðin özünde yatan diðer herhangi bir güçten da-
ha fazla, sermayenin özünde bulunan bir güç, kapitalist üretim biçimine
özgü ve biçimin niteliðini oluþturan bir yöntem olarak görünür.
Bu anlayýþ, olgularla uyum halinde göründüðü için, ve sermaye
[sayfa 79] iliþkisi, emekçiyi, kendi emeðini maddeleþtirdiði araçlarla karþý

Karl Marks 79
Kapital III
karþýya koyan iç baðýntýyý, tam bir ilgisizlik, yalnýzlýk ve yabancýlaþmanýn
ardýna fiilen gizlediði için ve bu gizlenme ölçüsünde daha az þaþýrtýcýdýr.
Birinci olarak, deðiþmeyen sermayeyi oluþturan üretim araçlarý,
yalnýzca, kapitaliste ait olan parayý temsil ederler (Linguet’ya göre,* týpký
Romalý borçlunun vücudunun, alacaklýnýn parasýný temsil etmesi gibi)
ve yalnýz onunla aralarýnda bir bað vardýr; oysa bu üretim araçlarý ile
ancak doðrudan üretim sürecinde temasa gelen emekçi, bunlarla, yal-
nýz üretimin kullaným-deðerleri olarak, emek araçlarý ve üretim madde-
leri olarak bir iliþki içersindedir. Bunlarýn deðerlerindeki artma ya da
eksilme, bu nedenle kapitalist ile olan iliþkisinde, onu ancak, bakýr ya da
demir üzerinde çalýþmasý kadar ilgilendirir. Bundan ötürü kapitalist, daha
sonra belirteceðimiz gibi, üretim araçlarýnýn deðerinin artmasý ve böyle-
ce kâr oranýnýn düþmesi halinde bu noktaya farklý bir açýdan bakmak
eðilimindedir.
Ýkinci olarak,kapitalist üretim sürecinde bu üretim araçlarý, ayný
zamanda, emeði sömürme araçlarý olduðuna göre, emekçi bunlarýn ni-
spi pahalýlýðý ya da ucuzluðu ile, bir atýn, gem ve dizginlerinin pahalý ya
da ucuzluðu ile ilgilendiði kadar ilgilenir.
Son olarak, daha önce** gördüðümüz gibi emekçi gerçekte, eme-
ðinin toplumsal niteliðine, ortak bir amaç için baþkalarýnýn emeði ile
bileþtirilmesine, kendisine yabancý bir güce bakar gibi bakar; bu bileþ-
meyi gerçekleþtiren koþul, ona ait olmayan yabancý bir þeydir ve bunda
tasarruf saðlamasýna zorlanmamýþ olsa da israf edilse, onun hiç umu-
runda deðildir. Emekçilerin kendilerine ait fabrikalarda, örneðin Roch-
dale’de olduðu gibi, durum tamamen farklýdýr.
Bu durumda, þurasýný belirtmeye gerek yoktur ki, bir sanayi ko-
lunda emeðin üretkenliði, bir baþkasýnda üretim araçlarýnýn ucuzlamasý
ve iyileþtirilmesinin ve böylece kâr oranýnýn yükseltilmesinin bir aracý
olarak kullanýldýðý sürece, toplumsal emeðin bu genel iç baðýntýsý emekçi-
lere kendilerine yabancý bir konu, aslýnda yalnýzca kapitalisti ilgilendiren
bir sorun gibi gelir. Çünkü bu üretim araçlarýný satýn alan da, kendisine
maleden de kapitalisttir. Baþka bir sanayi kolundaki iþçilerin ürününü
kendi sanayi kolundaki iþçilerin ürünü ile satýn almasý ve bu nedenle
diðer bir kapitalistin emekçilerinin ürününe ancak kendi iþçilerinin ürü-
nüne bedavadan elkoymak suretiyle sahip olmasý olgusu, bereket ver-
sin ki, dolaþým süreci, vb. ile gözlerden gizlenen bir geliþmedir.
Üstelik, büyük ölçekte üretim ilk defa kapitalist biçimde geliþtiði
için bir yandan kâr hýrsý, öte yandan, metalarýn elden geldiðince ucuza
üretilmesini zorunlu kýlan rekabet, deðiþmeyen sermayenin kullanýlmasýn-
daki bu ekonomiyi kapitalist üretim biçimine özgü bir þey ve bu nedenle
[sayfa 80] sermayenin bir iþlevi gibi gösterir.

* [Linguet,] Teorie des loix civilles, ou principes fondamentaux de la societe, t. 2, Londres


1767, livre V, Chapitre XX. -Ed.
** Kapital, Birinci Cilt, s. 352-353. -Ed.

80 Karl Marks
Kapital III
Kapitalist üretim tarzý bir yandan, toplumsal emeðin üretkenlik
gücünün geliþmesini teþvik ederken, öte yandan da, deðiþmeyen ser-
mayenin kullanýlmasýnda tasarrufu kamçýlar.
Ne var ki, burada sözkonusu olan, yalnýzca, emekçi, canlý emeðin
taþýyýcýsý ile, bu emeðin maddi koþullarýnýn ekonomik, yani rasyonel ve
tutumlu kullanýlmasý arasýnda ortaya çýkan yabancýlaþma ve umursa-
mazlýk deðildir. Kapitalist üretim tarzý, çeliþkili ve zýt niteliði gereði, emek-
çinin yaþam ve saðlýðýný bol keseden harcamayý, onun yaþam koþullarýný
düþürmeyi, deðiþmeyen sermayenin kullanýmýnda bir tasarruf ve böyle-
ce kâr oranýný yükseltmede bir araç sayacak kadar iþi ileriye götürür.
Emekçi, yaþamýnýn büyük bir kýsmýný üretim süreci içersinde geçir-
diði için, üretim sürecinin koþullarý, geniþ ölçüde, onun aktif yaþam süre-
cinin koþullarý ya da yaþam koþullarýdýr, ve bu yaþam koþullarýnda
ekonomi, kâr oranýný yükseltmenin bir yöntemidir; daha önce de gördü-
ðümüz gibi, aþýrý çalýþtýrma, emekçiyi bir dolap beygirine çevirme, ser-
mayeyi çoðaltmanýn ya da artý-deðer üretimini hýzlandýrmanýn bir aracýdýr.
Bu ekonomi, daracýk ve saðlýða zararlý yerlere iþçileri üstüste yýðmaya,
ya da kapitalistin diliyle, yerden tasarrufa; güvenlik aygýtlarý kullanmaksý-
zýn, tehlikeli makineleri avuç içi kadar yerlere doldurmaya; saðlýða zararlý,
ya da madencilikte olduðu gibi tehlikeli, vb., üretim süreçlerinde güven-
lik kurallarýný ihmal etmeye kadar varýr. Üretim sürecini, iþçi için insani,
zevkli ya da hiç deðilse dayanýlabilir hale getirmek için gerekli koþullarýn
ve önlemlerin hiç birinin yerine getirilmediðinin burada sözünü bile et-
miyoruz. Kapitalist açýsýndan bu tamamen yararsýz ve anlamsýz bir israf-
týr. Kapitalist üretim biçimi genellikle, bütün pintiliðine karþýn, kendi insan
malzemesi konusunda çok hovardadýr; týpký, tersine, ürünlerini ticari
kanallardan daðýtma yöntemi ve rekabet yüzünden, malzeme ve araç
bakýmýndan çok müsrif olmasý ve bireysel kapitalist için kazandýðýný
toplum adýna yitirmesi gibi.
Sermayenin, doðrudan canlý emek kullanýmýný, yalnýzca zorunlu
emeðe indirgemek, ve bir metaýn üretimi için gerekli emeði, emeðin
toplumsal üretkenliðini sömürmek yoluyla daima azaltmak ve böylece
doðrudan uygulanan canlý emekten azami tasarruf saðlamak eðilimi
gibi, bir de, asgariye indirilmiþ bu emeði, en ekonomik koþullar altýnda
kullanma, yani kullanýlan deðiþmeyen sermayenin deðerini en az düze-
ye indirme eðilimi vardýr. Eðer metalarýn deðerini, bunlarýn içerdiði tüm
emek-zamaný deðil de, gerekli emek-zamaný belirliyor ise, bu belirleme-
yi gerçekleþtiren, ve ayný zamanda belli bir metaýn üretimi için toplum-
sal bakýmdan gerekli emek-zamanýný da sürekli azaltan, sermayedir.
Metaýn fiyatý, böylece, asgarisine indirilmiþtir, çünkü, onun üretimi için
gerekli emeðin her kýsmý, asgarisine indirgenmiþtir. [sayfa 81]
Deðiþmeyen sermayenin kullanýmý ile ilgili ekonomide bir ayrým
yapmamýz gerekir. Eðer, kullanýlan sermayenin miktarý ve dolayýsýyla
toplam deðeri artýyorsa, bu her þeyden önce, daha fazla sermayenin tek

Karl Marks 81
Kapital III
bir elde toplanmasý demektir. Ne var ki, iþte bu, daha büyük miktarda
deðiþmeyen sermayenin tek bir elden –kural olarak, mutlak olarak daha
büyük ama nispi olarak daha küçük miktarda emek ile birlikte– kullanýl-
masýdýr ki, deðiþmeyen sermayede ekonomi yapýlmasýný saðlar. Birey-
sel bir kapitalist alýndýðýnda, gerekli sermaye yatýrým hacmi, özellikle bu-
nun sabit kýsmý artar. Ama, iþlenilen malzeme kitlesine ve sömürülen
emeðe oranla bu sermayenin deðeri azalýr.
Þimdi bu, birkaç örnekle kýsaca gösterilecektir. Ýþin sonundan, –
emekçinin yaþama koþullarýný da teþkil etmesi bakýmýndan üretim ko-
þullarýndaki ekonomiden– baþlayacaðýz.

II. ÝÞ KOÞULLARINDA, ÝÞÇÝNÝN SIRTINDAN YAPILAN


TASARRUFLAR

Kömür Madenleri: En Zorunlu Harcamalarýn Ýhmali

“Kömür ocaðý sahipleri ve iþleticileri arasýndaki rekabet altýnda...


en gözle görülür fizik göçlükleri yenmek için, gerekli olanýn dýþýnda hiç
bir harcama yapýlmaz; ve genellikle yapýlacak iþ için gerekli olandan çok
daha fazla bulunan kömür iþçileri arasýndaki rekabet nedeniyle, çevrele-
rindeki tarým iþçilerinden biraz yüksek bir ücret karþýlýðýnda, bunlar büyük
tehlikelere ve çok zararlý etkilere seve seve katlanýrlar ve bu iþ onlara
ayrýca çocuklarýný kârlý bir þekilde kullanma olanaðýný da verir. Bu çifte
rekabet ... ocaklarýn büyük bir kýsmýnýn en yetersiz drenaj ve havalandýr-
ma ile iþletilmelerini saðlamaya tamamen yetmektedir; çoðu kez kuyu-
lar kötü açýlmýþ, kötü donatýlmýþ ve mühendisler yetersizdir; galeriler ve
yollar kötü açýlmýþ ve yapýlmýþtýr; bunlar, cankaybýna, vücut ve saðlýðýn
bozulmasýna yolaçar; bunlara ait istatistikler, korkunç bir manzarayý ortaya
koyarlar.” (First Report on Children’s Employment in Mines and Collie-
ries, etc., April 21, 1829, s. 102)
1860’larda, Ýngiltere’de kömür ocaklarýnda haftada ortalama 15
kiþi hayatlarýný kaybetmiþtir. Kömür madenlerindeki kazalar (6 Þubat
1862) konusundaki rapora göre, 1852-61 yýllarýný kapsayan on yýl içersin-
de toplam 8.466 insan ölmüþtür. Þu da var ki, rapor bu sayýnýn çok
düþük olduðunu kabul etmektedir, çünkü, müfettiþliðin ilk kurulduðu ve
bölgelerinin çok geniþ olduðu ilk birkaç yýlda kaza ve ölümlerin pek
çoðu bildirilmemiþti. Kaza sayýsýnýn, gene de çok yüksek olmakla birlik-
te, teftiþ sisteminin kurulmasýndan sonra belirli þekilde azalmasý ve bu-
nun, müfettiþlerin sýnýrlý yetkileri ve yetersiz sayýda olmalarýna karþýn
saðlanmýþ olmasý, kapitalist sömürünün doðal eðilimini ortaya koymakta-
dýr. Bu can kayýplarý çoðu kez maden sahiplerinin doymak bilmez aç-
gözlülüklerinden [sayfa 82] ileri gelmiþtir. Çoðunlukla bunlar tek bir kuyu
açtýrýrlardý, öyle ki, yeterli havalandýrma eksikliði bir yana, bu deliðin ka-
panmasý halinde baþka bir çýkýþ yeri yoktu.

82 Karl Marks
Kapital III
Kapitalist üretim, dolaþým süreci ile rekabetin aþýrýlýklarý dýþýnda
ele alýndýðýnda, metalara katýlmýþ bulunan maddeleþmiþ emek baký-
mýndan çok ekonomiktir. Buna karþýlýk, baþka herhangi bir üretim tar-
zýndan daha fazla, insan yaþamýný ya da canlý emeði, ve yalnýzca insan
kanýný ve etini deðil, sinirini ve beynini de israf eder. Gerçekten de insan
soyunun geliþmesi güvenlik altýna alýnmýþ ve sürdürülebilmiþ ise, bu
yalnýzca toplumun bilinçli olarak yeniden örgütlenmesinden hemen önce
gelen tarih döneminde, bireysel geliþmenin iþte bu en korkunç þekilde
harcanmasý sayesinde olmuþtur. Burada tartýþýlan her türlü tasarruf, eme-
ðin toplumsal niteliðinden ileri geldiði için, gerçekten de insan yaþamýnýn
ve saðlýðýnýn boþuna harcanmasýna neden olan iþte tam da bu, emeðin
toplumsal niteliðidir. Fabrika müfettiþi R. Baker tarafýndan ortaya atýlan
þu soru bu bakýmdan çok dikkat çekicidir. “Üzerinde ciddi olarak
düþünülmesi gereken bütün sorun, çok kalabalýk topluluklar halinde
çalýþmanýn neden olduðu çocuk yaþamýnýn bu kurban ediliþinin en iyi
þekilde hangi yolda önlenebileceðidir.” (Reports of Insp. of Fact., Octo-
ber 1863, s.157. )
Fabrikalar. Ýþçilerin güvenliði, rahatý ve saðlýðý ile ilgili koruyucu
önlemlere gerçek fabrikalarda bile önem verilmeyiþi, bu baþlýk altýnda
toplanmýþtýr. Sanayi iþçilerinden yararlanan ve ölenleri içeren kayýp liste-
lerinin kaynaðý büyük ölçüde bu ihmaldi. (bkz. yýllýk fabrika raporlarý).
Yer darlýðý, havalandýrma yetersizliði, vb. de buna eklenir
Daha 1855 Ekiminde Leonard Horner, pek çok fabrikatörün, ya-
tay maden kuyularýna konacak güvenlik aygýtlarý ile ilgili yasal gereklere
karþý gösterdikleri direnmeden yakýnmaktadýr; oysa tehlike, birçoðu ölüm-
le sonuçlanan kazalar ile sürekli olarak kendini göstermekteydi ve bu
güvenlik aygýtlarý çok pahalýya malolmadýðý gibi, üretimi de engelleye-
cek gibi deðildi. (Reports of Insp of Fact., October 1855, s. 6) Fabrikatör-
ler, bu ve diðer yasal zorunluluklara karþý direnmelerinde, kendileri de
çoðu kez fabrikatör ya da fabrikatörlerin dostu olan, ve kararlarýný ona
göre veren ücretsiz sulh yargýçlarý tarafýndan da destekleniyorlardý. Bu
baylarýn ne türden kararlar verdikleri, baþyargýç Campbell’in, bir karara
karþý kendisine yapýlan temyiz isteði ile ilgili olarak söylediði þu sözler-
den anlaþýlabilir: “Bu, Parlamento Yasasýnýn bir yorumu deðil, bu yasa-
nýn yürürlükten kaldýrýlmasýdýr.” (loc cit, s.11) Horner, ayný raporda bir
çok fabrikada, iþçilerin, makinelerin çalýþtýrýlacaðý zaman konusunda uy-
arýlmadýðýný belirtmektedir. Makineler üzerinde, bunlar çalýþmadýðý za-
manlar bile daima yapýlacak bir þeyin olduðu için, parmaklar ve eller her
zaman onunla uðraþýr haldeydi ve yalnýzca bir uyarý iþareti verilmemesi
yüzünden durmadan kazalar oluyordu (loc cit, s. 44). Fabrikatörler o
sýrada, fabrika yasasýna karþý koymak için Manchester’de, National [sayfa
83] Association for the Amendment of the Factory Laws (Fabrika Yasala-
rýnýn Deðiþtirilmesi Ýçin Ulusal Dernek) adý altýnda bir sendika kurmuþlar,
1855 Martýnda, fabrika müfettiþleri tarafýndan kendilerine karþý açýlan

Karl Marks 83
Kapital III
mahkeme giderlerini karþýlamak ve birlik adýna davalara bakmak üzere,
beygir gücü baþýna iki þilin hesabýyla 50.000 sterlinden fazla para
toplamýþlardý. Amaç, kâr uðruna olduðu zaman adam öldürmenin, ci-
nayet olmadýðýný* tanýtlamaktý. Ýskoçya’da görevli, Sir John Kincaid adý-
nda bir fabrika müfettiþi, Glasgow’da bir firmanýn kendi fabrikasýnda
bütün makineler için koruyucu bir siper yapmak üzere parça demirler-
den yararlandýðýný ve bütün giderin 9 sterlin 1 þilin tuttuðunu anlatmakta-
dýr. Oysa, birliðe katýlmak, 110 beygir gücündeki makineleri için 11
sterlinlik bir baðýþa malolacaktý ki, bu bütün koruyucu aygýtlarýn maliyet-
inden daha fazlaydý. Ne var ki, bu Ulusal Dernek, 1854 yýlýnda, sýrf, bu
gibi koruma önlemlerini öngören bir yasaya karþý koymak için
kurulmuþtu. Fabrikatörler 1844-1854 dönemi boyunca bu yasaya zerre
kadar aldýrýþ etmemiþlerdir. Fabrika müfettiþleri, Palmerston’un emri
ile, fabrikatörlere, yasanýn ciddi olarak uygulanacaðýný bildirince onlar
da hemen bir çok seçkin üyesi sulh yargýcý olan ve bu kimlikleri ile güya
bu yasayý yü- rütmekten sorumlu bulunan kendi derneklerini kurdular.
1855 Nisanýnda yeni Ýçiþleri Bakaný Sir George Grey, hükümetin nere-
deyse sözde gü- venlik önlemleriyle yetinebileceði bir uzlaþma önerince
dernek bunu bile öfkeyle reddetti. Çeþitli davalarda, ünlü mühendis Wil-
liam Fairbaim, sermayenin ihlal edilen özgürlüðünü savunarak, bütün
þan ve þöhretiyle tasarruf ilkesini destekledi. Fabrika baþmüfettiþi Leo-
nard Horner’e, fab-rikatörler tarafýndan akla gelebilecek her türlü baský
ve iftira yapýldý.
Ama fabrikatörler Court of Queen’s Bench’den 1844 Yasasýnýn
yerden yedi ayak yükseklikteki yatay kuyular için koruyucu aygýtlarý ön-
görmediðini söyleyen bir ilam alana dek rahat durmadýlar, ve sonunda
1856’da, dinleri imanlarý, para kesesi þövalyeleri adýna kirli iþler çevir-
meye her an hazýr olan o kutsal kiþilerden birisi, yobaz Wilson Patten’in
yardýmlarýyla, kendileri için tamamen tatmin edici bir yasayý parlamen-
todan geçirmeyi baþardýlar. Bu yasa, iþçileri, bütün özel koruma, önlem-
lerinden yoksun býrakýyor ve sanayi kazalarýnda tazminat için bunlarýn
olaðan mahkemelerde dava açmalarýný öngörüyordu (Ýngiltere’de mah-
keme masraflarýnýn aðýrlýðý nedeniyle bu düpedüz bir alaydý); ayrýca,
bilirkiþi mütalaasýný öngören, çok ustaca kaleme alýnmýþ bir madde ile,
fabrikatörler için bir davayý kaybetme, neredeyse olanaksýz hale getirili-
yordu. Bunun sonucu, kazalar hýzla arttý. Müfettiþ Baker 1851 Mayýsý ile
Ekimi arasýnda altý ayda, bir önceki altý aya göre kazalarýn %21 arttýðýný
bildirmektedir. Ona göre, bu kazalarýn %36,7’si önlenebilirdi. Kaza sayý-
sýnýn 1856 ile 1859’da 1845 ile 1846’ya göre daha az olduðu doðrudur.
[sayfa 84] Denetlemeye tabi sanayi kollarýnda iþçi sayýsý %20 arttýðý halde,
kazalarda %29 bir azalma olmuþtur. Ama, bunun nedeni neydi? Bu sorun

* 1657’de Ýngiltere’de yayýnlanmýþ olan Killing no Murder adlý kitapçýða kinaye. Yazarý tas-
viyeci Edward Sexby idi. -Ed.

84 Karl Marks
Kapital III
þimdi (1865) halledildiðine göre, bu iþ genellikle, üzerlerine güvenlik
aygýtlarýnýn zaten takýlmýþ bulunduðu ve kendilerine ek bir gidere malol-
madýðý için fabrikatörlerin itiraz etmedikleri yeni makinelerin kullanýl-
masýyla baþarýlmýþtý. Ayrýca, birkaç iþçi, kaybettikleri kollarý için yüksek
tazminatlar almayý ve yüksek mahkemelerde de bu yargýlarý onaylat-
mayý baþarmýþlardý. (Reports of Insp. of Fact., April 30, 1861, s 31, ditto
April 1862, s. 17.)
Ýþçilerin (ve bunlar arasýnda birçok çocuðun) hayatlarýný, kollarýný
ve bacaklarýný, makinelerin kullanýlmasý ve çalýþtýrýlmasýnda yüzyüze gel-
dikleri tehlikelere karþý koruyan aygýtlarda gözetilen tasarruf konusunda
söyleyeceklerimiz bu kadar.
Ana çizgileriyle, kapalý yerlerde çalýþma. Yerde ve binalarda ya-
pýlan tasarrufun ne ölçüde iþçileri daracýk yerlerde üstüste sýkýþtýrdýðý
çok iyi bilinir. Bu yetmiyormuþ gibi, bir de havalandýrma araçlarýndan da
tasarruf edilir. Uzun çalýþma saatleri ile birleþtiðinde, bu iki etmen, solu-
num organlarýndaki hastalýklarda ve dolayýsýyla ölüm oranýnda büyük
artýþa yolaçar. Aþaðýdaki örnekler, Public Health 6th, Rep., 1863’ten [Halk
Saðlýðý] alýnmýþtýr. Bu rapor, Birinci Ciltten çok iyi tanýdýðýmýz Dr. John
Simon tarafýndan hazýrlanmýþtýr.
Nasýl ki emeðin bileþik hale gelmesi ve elbirliði, makinelerin geniþ
ölçüde kullanýlmalarýna, üretim araçlarýnýn yoðunlaþmasýna ve ekono-
mik olarak kullanýlmalarýna yolaçýyorsa, ayný þekilde, kitleler halinde,
kapalý yerlerde ve saðlýk gereksinmelerinden çok, üretimin iþine gelen
koþullar altýnda bu birarada çalýþmadýr ki; iþte bu kitle halinde bir ve ayný
iþyerinde yoðunlaþmadýr ki, bir yandan kapitalist için daha büyük bir kâr
kaynaðýnýn, öte yandan da daha kýsa çalýþma saatleri ve özel önlemlerle
karþýlanmadýðý takdirde iþçilerin yaþam ve saðlýklarýnýn hovardaca har-
canmasýnýn nedenini oluþturur.
Dr. Simon, þu kuralý öne sürüyor ve bunu bol istatistiklerle deste-
kliyor: “Bir bölge halký, kapalý yerlerde birarada çalýþtýrýldýklarý oranda,
diðer þeyler eþit olmak üzere, bu bölgede, akciðer hastalýklarýndan ölüm
oraný artacaktýr”. (s. 23). Bunun nedeni kötü havalandýrmadýr. “Ve belki
de bütün Ýngiltere’de þu kuralýn tek istisnasý yoktur: kapalý yerde yapýlan
büyük sanayie sahip her bölgede, iþçiler arasýnda artan ölüm oraný, bütün
bölgenin ölüm istatistiklerinde, akciðer açýsýndan belirli bir farklýlýk gös-
terir.” (s. 23.)
Saðlýk Kurulu tarafýndan, 1860 ve 1861’de, kapalý yerlerde faaliyet
gösteren sanayi kollan için toplanýlan ölüm sayýlarý, 15 ile 55 yaþlarý
arasýndaki ayný sayýda erkek için, verem ve öteki akciðer hastalýklarýn-
dan ölüm oranýnýn Ýngiltere’nin tarým bölgelerinde 100, Coventry’de 163,
Blackbum ve Skipton’da 167, Congleton ve Bradford’da 168, Leicester’de
171, Leek’de 182, Macclesfield’de 184, Bolton’da 190, [sayfa 85] Notting-
ham’da 192; Rochdale’de 193, Derby’de 198, Salford ve Ashton-under-
Lyne’de 203, Leeds’de 218, Preston’da 220 ve Manchester’de 263 ol-

Karl Marks 85
Kapital III
duðunu göstermiþtir. (s. 24.) Aþaðýdaki tablo, daha da çarpýcý bir manza-
15-25 Arasýndaki
Yaþlarda Her
100.000 Kiþi Ýçin
Bölgeler Baþlýca Sanayi
Göðüs
Hastalýklarýndan
Ölenlerin Sayýsý
Erkek Kadýn
Berkhampstead Hasýr örgücülük (kadýnlar) 219 578
Leighton Buzzard Hasýr örgücülük (kadýnlar) 309 554
Newport Pagnell Dantelacýlýk (kadýnlar) 301 617
Towcester Dantelacýlýk (kadýnlar) 239 577
Yeovil Eldivencilik (çoðunluðu kadýn) 280 409
Leek Ýpek sanayii (çoðunluðu kadýn) 437 856
Congleton Ýpek sanayii (çoðunluðu kadýn) 566 790
Macclesfield Ýpek sanayii (çoðunluðu kadýn) 593 890
Saðlýklý taþra bölgesi Tarým 331 333

ra göstermektedir.
Bu tablo, her 100.000 nüfus için hesaplanan, 15 ile 25 yaþlar arasýn-
daki her iki cins için, akciðer hastalýklarýna ait ölüm oranýný ayrý ayrý
göstermektedir. Seçilen bölgelerde, kapalý yerlerde yürütülen sanayiler-
de yalnýz kadýnlar çalýþtýrýlmakta; erkekler ise, bulabildikleri bütün
iþkollarýnda çalýþmaktadýrlar.
Fabrikalarda daha çok erkeðin çalýþtýðý ipek bölgelerinde, bunla-
ra ait ölüm oranlarý da yüksektir. Her iki cins için, verem, vb.’den ölüm
oraný, raporun da dediði gibi, “ipekli sanayiimizin çoðunun içinde faali-
yet gösterdiði feci saðlýk koþullarýný” gözler önüne sermektedir. Ve iþte
bu ayný ipekli sanayiidir ki, fabrikatörler, iþletmelerindeki olaðanüstü uy-
gun saðlýk koþullarýný öne sürerek, bir istisna olarak, 13 yaþýndan küçük
çocuklar için uzun çalýþma saatleri talep ettiler ve bunu kýsmen de elde
ettiler. (Buch I, Kap. VIII, 6, s. 296/286.*)
“Þimdiye kadar incelemiþ olduðumuz sanayi kollarýndan hiç biri-
si belki de, Dr. Smith’in terzilik konusunda çizmiþ olduðundan daha
beter bir manzara göstermez – ‘Ýþyerleri saðlýk koþullarý bakýmýndan
epey deðiþiklik gösterir ama bunlarýn hemen hepsi, aþýrý kalabalýk, iyi
havalandýrýlmamýþ ve saðlýða zararlý derecede sýcaktýr. Bu gibi odalar
zorunlu olarak sýcaktýr; ama, sisli günlerde gündüzleri ve kýþ geceleri gaz
yakýldýðý zaman, ýsý, 27 ve hatta 33 dereceye kadar çýkarak, müthiþ terle-
meye ve camlarda buharlarýn yoðunlaþmasýna yolaçar; böylece su dam-
lacýklarý duvar boyunca sýzar ya da tavandan damlamaya baþlar; iþçiler
bu durumda, soðuk alma pahasýna da olsa pencerelerin bazýlarýný aç-

* Kapital, Birinci Cilt, s. 316-317. -Ed.

86 Karl Marks
Kapital III
mak zorunda kalýrlar.’ Ve Dr. Simon, Londra’nýn West End bölgesinde,
en [sayfa 86] önemli 16 iþyerinde gördüklerini þöyle anlatýyor – ‘Bu, hava-
landýrmasý çok kötü odalarda iþçi baþýna en fazla 270, en az 105 ayak
küp yer düþmekte ve bütünü alýndýðýnda adam baþýna ancak 156 ayak
küp düþmektedir. Etrafý bir dehlizle çevrili ve yalnýz tepeden ýþýk alan bir
odada, 92 ile 100 kiþiye kadar erkek çalýþtýrýlmakta, birçok gaz lambasý
yanmakta ve helalar hemen bitiþikte bulunmaktadýr; burada adam baþýna
ancak 150 ayak küp yer düþmektedir. Bahçede bir köpek kulübesi deni-
lebilecek, tavandan ýþýk alan ve tepedeki bir delikten havalanan bir baþka
odada beþ-altý kiþi çalýþmakta ve adam baþýna 112 ayak küp yer düþmek-
tedir.’ ... Dr. Smith’in anlattýðý bu iðrenç iþyerlerinde terziler genellikle
günde 12-13 saat çalýþmakta ve bazen bu iþ, günde 15-16 saate kadar

Çalýþtýrýlan Kiþi Sanayi Kolu ve Yöresi Yaþlara Göre 100.000 Kiþide


Sayýsý Ölüm Oraný
25-35 35-45 45-55
958.265 Tarým, Ýngiltere ve Galler 743 805 1.145
22.301 Erkek ve
Terzilik, Londra 958 1.262 2.093
12.377 Kadýn
13.803 Mürettipler ve baskýcýlar, Londra 894 1.747 2.367

çýkmaktadýr.” (s. 25, 26, 28, 30.) dikkate almak gerekir ki, bu raporun ya-
zarý ve Saðlýk Þubesi þefi John Simon’un da belirttiði gibi, Londra’da 25
ile 35 yaþlan arasýndaki terziler, mürettipler ve baskýcýlar için ölüm oraný
gerçek rakamlardan düþük gösterilmiþtir, çünkü, her iki iþkolunda Lond-
ralý iþverenler, taþradan gelen çok sayýda delikanlýyý (muhtemelen 30
yaþýna kadar gençleri) çýrak ve “öðrenci”, yani ek eðitim gören kimse
gibi çalýþtýrmaktadýrlar. Londra’da, sanayideki ölüm oranlarýný gösteren
rakamlarý, bu durum þiþirmiþ olmaktadýr. Ama bunlar, geçici olarak kal-
dýklarý için, Londra’daki ölüm sayýsýna ayný oranda dahil olmamaktadýr.
Bu süre içersinde hastalanýrlarsa, bunlar taþradaki evlerine dönmekte
ve ölümleri halinde bu, orada kayda geçmektedir. Bu durum, küçük
yaþlar için daha da fazla sözkonusu olmakta ve Londra’daki bu yaþ
gruplarýna ait ölüm oranlarýný, sanayiin saðlýk üzerindeki kötü etkilerinin
bir göstergesi olmasý yönünden tamamen deðersiz hale getirmektedir
(s. 30).
Mürettiplerin durumu da terzilerinki gibidir. Havalandýrma eksik-
liði, zehirli hava, vb. dýþýnda, bir de sözü edilmesi gereken gece iþi var-
dýr. Bunlarýn olaðan çalýþma zamanlarý 12-13 saat, bazen 15-16 saattir.
“Gaz lambalarý yakýlýr yakýlmaz büyük bir sýcaklýk ve pis hava [sayfa 87] baþ-
lar. ... Aþaðýdaki odadan gelen ve dökümhaneden çýkan dumanlar ve
makineler ile laðýmlardan gelen pis kokular, yukardaki odalarýn berbat-
lýðýný büsbütün artýrýr. Alttaki odalarýn sýcak havasý tavaný ýsýtarak üst
odalarýn ýsýsýný yükseltir ve tavanlar alçak olduðu ve çok gaz yandýðý za-

Karl Marks 87
Kapital III
man bu ciddi bir felaket olur; bunun daha da beteri, kazanlarýn alt katta-
ki odada olup da bütün evi dayanýlmaz bir sýcaklýk ile doldurmasýdýr.
Genel olarak denilebilir ki, havalandýrma her yerde kusurlu, akþamlarý
ve bütün gece boyunca yanan gazýn artýklarýný ve sýcaklýðý dýþarý atmak
için tamamen yetersizdir; birçok bürolarda ve özellikle evden bozma
olanlarýnda durum felaket halindedir ve bazý bürolarda (özellikle hafta-
lýk gazetelerin bürolarýnda) çalýþma –12 ile 16 yaþlar arasýndaki çocukla-
rýn da ayný þekilde katýldýklarý bu çalýþma– neredeyse hiç ara verilmeden
iki gün ve bir gece devam eder; ‘acele’ iþ yapan diðer basýmevlerinde
ise iþçiler pazar günleri de dinlenemezler ve iþgünü her hafta altý yerine
yedi güne çýkmýþ olur” (s. 26, 28).
Kadýn þapkacýlarý ile terzileri, aþýrý çalýþtýrma ile ilgili olarak dikka-
timizi Birinci Cilde (Kap. VIII, 3. s. 249-241)* çekmiþ bulunuyor. Bunlarýn
iþyerleri, Dr. Ord’un raporunda anlatýlmaktadýr. Buralar gündüzleri biraz
iyi durumda olsalar bile, gaz yandýðý saatler boyunca, aþýrý sýcak, pis
kokulu ve saðlýða zararlý hale gelirler. Dr. Ord, daha iyi türden 34 iþyerinde,
iþçi baþýna düþen ortalama ayak küpü þöyle saptamýþtýr:
“... Bunlarýn dördünde 500’den fazla, diðer dördünde 400 ile 500,
... bir baþka yedisinde 200 ile 250, diðer dördünde 150 ile 200 ve bir
baþka dokuzunda ancak 100 ile 150. Çalýþýlan yerler çok iyi havalandýrýl-
madýðý takdirde, bunlarýn en büyükleri bile sürekli çalýþma için yetersiz-
dir; olaðanüstü bir havalandýrma dýþýnda buralarda hava, gaz yandýðý
sürece dayanýlamayacak kadar berbatlaþýr.” Ve Dr. Ord’un ziyaret ettiði,
aracý hesabýna çalýþan küçük iþyerlerinden birisi konusundaki sözleri:
“1.280 ayak küp büyüklüðünde bir oda; içersinde 14 kiþi bulunmakta;
adam baþýna 91,5 ayak küp. Buradaki kadýnlar bitkin görünüþlü ve
periþan; kazançlarýnýn haftada 1 ila 15 þilin ve bir de çay olduðu söylen-
di. ... Ýþ-saatleri sabah 8 akþam 8. Bu 14 kiþinin üstüste oturduklarý küçük
oda kötü havalandýrýlmýþ. Açýlabilir iki pencere ile bir ocak vardý ama
týkanmýþtý, herhangi özel bir havalandýrma aygýtý yoktur” (s. 27).
Ayný raporda, kadýn þapkacýlarý ile terzilerinin aþýrý çalýþmalarý ko-
nusunda þöyle deniliyor: “... bu tanýnmýþ moda evlerinde çalýþan genç
kadýnlarýn aþýrý çalýþmalarý, yýlýn aþaðý yukarý dört ayýnda, birçok vesi-
lelerle geçici bir süre kamunun þaþkýnlýðýna ve öfkesine yolaçan bu kor-
kunç derecelere ulaþýr; buna karþýlýk, bu aylar boyunca kapalý yerlerde
çalýþan bu iþçiler kural olarak günde tam 14 saat, iþler sýký olduðu zaman
ise günde 17 ve hatta 18 saat olmak üzere günlerce çalýþýrlar. Yýlýn diðer
zamanlarýnda evlerde çalýþan bu iþçilerin iþi, belki de 10 ile 14 saat sü-
rer; [sayfa 88] dýþarda çalýþan iþçilerin ise devamlý 12-13 saattir. Masa örtüsü
iþleyenler, yaka yapanlar, gömlekçiler ve diðer çeþitli iðne iþçilerinin (dikiþ
makinesinde çalýþanlar da dahil), ortak iþyerinde geçirdikleri süre daha
kýsa, genellikle 10-12 saatten fazla deðildir; ama diyor Dr. Ord, bu dü-

* Kapital, Birinci Cilt, s. 277-2787. -Ed.

88 Karl Marks
Kapital III
zenli iþ-saatleri bazý evlerde belirli zamanlarda epeyce uzar ve fazla ça-
lýþma için fazla ücret ödenir; diðer bazý evlerde ise, iþ-saatlerinden sonra
yapmak üzere eve iþ götürülür; þurasýný da eklemek gerekir ki, her iki
uygulama da çoðu kez zorunludur” (s, 28). John Simon, bu sayfaya yaz-
dýðý dipnotta diyor ki: “Birinci sýnýf iþyerlerinde çalýþan genç kadýnlarla
konuþma fýrsatýný bulan . ... Epidemiological Society Sekreteri [Salgýn
Hastalýklar Derneði Yazmaný] ... Mr. Radcliffe’in muayene ettiði ve kendi-
lerinin ‘çok iyi’ olduðunu söyleyen yirmi kýzdan ancak bir tanesinin sað-
lýk durumunun iyi olduðu söylenebilir; geri kalanlar çeþitli derecelerde,
zafiyet sinir bozukluðu ve bunlardan ileri gelen çeþitli fonksiyonel düzen-
sizlik belirtileri göstermiþlerdir. Bu halleri o, önce, çalýþma saatlerinin
uzunluðuna –ölü mevsimde bile günde en az 12 saat olarak tahmin et-
mektedir– ve sonrada ... çalýþma yerlerinin kalabalýðýna, havasýzlýðýna,
gaz kokusuna, yetersiz ve kötü besine, oturduklarý evlerin kötü olmasýna
baðlamaktadýr.”
Ýngiliz Saðlýk Kurulu baþkanýnýn vardýðý sonuca göre: “Ýþçilerin
teorik olarak baþta gelen saðlýk haklarý üzerinde direnmeleri pratikte
olanaksýzdýr; bu hak gereði, iþveren, kendilerini hangi iþ için toplamýþ
ise, masrafý kendisine ait olmak üzere, bütün saðlýða zararlý durumlarý
ortadan kaldýrmak zorundadýr; ... oysa iþçiler, pratikte bu saðlýk hukuku-
nu kendileri adýna uygulayamadýklarý gibi (yasalar öngördüðü halde)
Nuisances Removal Acts [Saðlýk Yasasýný] yürütmekle görevli resmi me-
murlardan da etkili herhangi bir yardým bekleyemezler.” (s. 29.) “Ýþve-
renlerin talimat hükümlerine uymalarý gereken kesin çizginin belirlenmesi
hiç kuþkusuz bazý ufak teknik güçlükler gösterebilir. Ama ... ilke olarak,
saðlýðý koruma hakký geneldir. Ve þimdi hayatlarý, sýrf çalýþtýklarý iþlerin
yolaçtýðý sýnýrsýz fiziki ýstýraplar ile gereksiz þekilde periþan olan ve kýsa-
lan, onbinlerce erkek ve kadýn iþçinin çýkarlarý adýna þu umudumu ifade
etmek isterim ki, saðlýða uygun çalýþma koþullarý, hiç deðilse, genel ola-
rak gerekli yasa hükümlerine baðlanmalý, bütün kapalý iþyerlerinde et-
kin bir havalandýrma saðlanmalý, niteliði gereði saðlýða zararlý iþlerde,
saðlýðý tehlikeye sokan belirli etkiler elden geldiðince azaltýlmalýdýr” (s.
31 ).

III. ENERJÝNÝN ÜRETÝLMESÝNDE, ÝLETÝLMESÝNDE


VE BÝNALARDA TASARRUF

L. Horner, Ekim 1852 tarihli raporunda, buharlý tokmaðý bulan


ünlü mühendis James Nasmyth of Patricroft’un bir mektubunu aktarýyor.
Bu mektupta diðer þeyler arasýnda þu satýrlar da bulunuyor:
“... Halk, (buhar makinelerinde) size sözünü ettiðim donaným
deðiþiklikleri ve iyileþtirmeler yoluyla elde edilen hareket ettirici güçte
[sayfa 89] saðlanan büyük artýþtan pek az haberlidir. Bu bölgenin (Lan-
cashire) makine gücü, neredeyse kýrk yýldýr geleneklerin çekingen ve

Karl Marks 89
Kapital III
önyargýlý baskýsý altýndadýr, ama þimdi, þükür, bundan kurtulmuþ bulu-
nuyoruz. Son onbeþ yýldýr, ama özellikle son dört yýldýr (1848’den beri)
buhar sýkýþtýrma makinelerinin çalýþma donanýmýnda bazý çok önemli
deðiþiklikler olmuþtu. ... Sonuç ... ayný tür makinelerle yapýlan iþ mikta-
rýnda büyük bir artýþ ve yakýt giderlerinde gene çok önemli bir azalma
olmuþtur. Buhar gücünün, yukarda sözü edilen bölgelerdeki fabrikalara
girmesinden sonra uzun bir süre, buhar sýkýþtýrma makinelerini çalýþtýr-
mak için pistonun bir dakikalýk hareketi aþaðý yukarý 220 ayak kabul
ediliyordu; yani 5 ayak piston hareketli bir makinenin krank miline daki-
kada yaptýracaðý dönüþ, ‘talimat’ gereði 22 dönüþle sýnýrlandýrýlmýþtý. Bu
hýzýn ötesinde makineyi çalýþtýrmak elveriþli ya da arzu edilir görülmüyor-
du; ve bütün mil diþlileri ... pistonun dakikadaki bu 220 ayak hýzýna göre
yapýldýðý için, bu aðýr ve budalaca sýnýrlý hýz, uzun yýllar bu makinelerin
çalýþmasýna egemen oldu. Ne var ki, bir süre sonra, ya bu ‘kuralýn’ ihmalin-
den ya da bazý gözüpek yenilik yandaþlarýnýn akýllýca davranýþýyla daha
yüksek bir hýz denendi ve sonuç çok iyi olduðu için diðerleri bunu izledi;
o zamanki deyimiyle ‘makinelerin dizginleri koyverildi’, yani mil diþlileri
genel olarak eski hýzýnda kaldýðý halde, bu mil diþlilerinin ilk hareket-
kasnaklarý, makineyi dakikada 300 ayak ve daha hýzlý çalýþtýracak þekilde
deðiþtirildi. ... Bu ‘makinelerin dizginlerini koyvermek’ ... makinelerde
neredeyse genel bir ‘hýzlanmaya’ yolaçtý, çünkü, ayný makinelerden daha
fazla enerji elde edilmekle kalýnmamýþ, makinelerdeki yüksek hýz, vo-
lan kasnaðýndaki kuvveti artýrdýðý için, hareket daha düzenli hale gelmiþ
oluyordu. ... Biz ... bir buharlý makineden, sýrf pistonu daha büyük bir
hýzla hareket ettirerek daha fazla bir güç elde ederiz (kondansatördeki
buhar basýncý ile boþluk ayný kalmak üzere). Böylece, örneðin, pistonu
dakikada 200 ayak hýzla çalýþtýðý zaman 40 beygir gücü saðlayan bir
makineyi eðer biz uygun deðiþiklikler ile pistonu dakikada 400 ayak
hýzla çalýþacak duruma getirirsek (buhar basýncý ile boþluðu, daha önce
de dediðimiz gibi ayný kalmak üzere) tam iki katý güç elde etmiþ oluruz
... ve her iki halde de, buhar basýncý ile boþluk ayný kaldýðý için, bu maki-
nenin parçalarý üzerindeki gerilim, 400 ayak hýzda da 200 ayak hýzdan
daha büyük olmayacak ve hýzla birlikte ‘bozulma’ tehlikesi de artmýþ
olmayacaktýr. Bütün fark böyle bir durumda buhar tüketimi, piston hýzýy-
la orantýlý, ya da buna yaklaþýk bir oranda olacak, ve, ‘yataklar’ ile sürtü-
nen kýsýmlarýn aþýnmasý ve yýpranmasý biraz artmakla birlikte, bu artýþ da
pek önemli olmayacaktýr. Ama, pistonun hýzýný artýrmak suretiyle, ayný
makineden daha büyük bir güç elde etmek için ... ayný kazanýn altýnda,
saatte daha fazla kömür yakýlmasý ya da daha fazla buhar verme kapasi-
tesi olan kazan kullanýlmasý, yani daha büyük buhar-doðurucu güçlere
gereksinme olacaktýr. Bu böyle yapýldý ve eski ‘hýzlandýrýlmýþ’ makinele-
re, daha çok buhar-doðuran kazanlar ya da su-buharlaþtýran güçler ta-
kýldý [sayfa 90] ve yukarda sözü edilen deðiþiklikler ile çoðu durumda, ayný
makinelerden neredeyse yüzde 100 fazla iþ alýndý. On yýl kadar önce,

90 Karl Marks
Kapital III
Cornwall madencilik iþlerinde kullanýlan makinelerle çok ekonomik güç
üretimi saðlandýðý dikkati çekti; iplik sanayiinde rekabet, fabrikatörleri,
‘tasarrufa’ baþlýca kâr kaynaðý gibi bakmaya zorladý; Cornish makineleri-
nin, saatte beher beygir gücü için kömür tüketiminde gösterdiði dikkati
çekici fark ile, Woolf’un çifte silindirli makinelerinin olaðanüstü ekono-
mik çalýþmalarý, bu bölgede, yakýt tasarrufu konusunda giderek dikkati
çekmeye baþladý; ve Cornish ve çifte silindirli makineler, saatte 3,5-4
pound kömür ile bir beygir gücü saðladýðý halde genellikle pamuk ipliði
makineleri, saatte bir beygir gücü için 8- 12 pound kömür tüketiyordu;
bu dikkati çekici fark, bu bölgedeki fabrika sahipleri ile makine yapým-
cýlarýný, yüksek kömür fiyatlarýnýn, fabrikatörleri, kendi iþletmelerinin bu
gibi masraflý kýsýmlarýna daha dikkatle eðilmeye zorlayan Cornwall’da
ve Fransa’da olduðu gibi, olaðanüstü ekonomik sonuçlar veren ayný usul-
leri benimsemeye sevketti. Yakýt tasarrufu konusunda gösterilen bu dik-
katin sonucu, birçok yönlerden çok önemliydi. Önce, kârlarýn yüksek
olduðu o güzel geçmiþ günlerde yüzeylerinin yarýsý tamamen çýplak du-
rumda, soðuk havayla temas halindeki birçok eski kazan, kalýn keçe,
tuðla ve plaster ile kaplanmaya baþlandý, ve yýðýnla yakýt tüketimine
malolacak olan ýsýnýn açýk düzeylerden kaçmasýný önlemek için baþka
usul ve yollara da baþvuruldu. Buhar borularý da ayný þekilde ‘korunma-
ya’ baþlandý ve makine silindirinin dýþ kýsmý keçeyle kaplandý ya da tah-
ta koruyucu içersine alýndý. Ardýndan, ‘yüksek buhar’ kullanýldý, yani inç
kareye 4, 6 ya da 8 libre basýnçla buhar veren emniyet subaplarý yerine,
basýncý 14 ya da 20 libreye yükseltince, yakýtta çok önemli bir tasarruf
saðlandýðý görüldü; diðer bir deyiþle, fabrikada iþler, çok daha az bir kö-
mür tüketimi ile yürütüldü, ... ve elinde olanaðý ve cesareti olanlar, inç
kareye 30, 40, 50, 60 ve 70 libre basýnçta buhar veren uygun kazanlar
kullanarak, yüksek basýnç ve ‘genleþme sistemini’ en son boyutlarýna
kadar götürdüler; bu basýnçlar, eski okuldan bir mühendisin aklýný baþýn-
dan alabilirdi. Ne var ki bu artan buhar basýncýnýn ekonomik sonuçlarý,
çok geçmeden en yanýlmaz biçimlerde, sterlin, þilin ve peni olarak orta-
ya çýktýkça, sýkýþtýrma makinelerinin çalýþtýrýlmasý için yüksek basýnçlý
buhar kazanlarýnýn kullanýlmasý, neredeyse genel bir hal aldý. Ve, iþi so-
nuna kadar götürmek isteyenler ... çok geçmeden bütünüyle Woolf ma-
kinesi kullanmaya baþladýlar ve son zamanlarda kurulan fabrikalarýmýzýn
çoðu Woolf makineleri ile çalýþmaktadýrlar; bunlarda her makinede iki
silindir bulunmakta ve bunlardan biri, kazandan gelen yüksek basýnçlý
buhar ile, normal atmosfer basýncý üzerinde bir güç saðlamakta ve bu
yüksek basýnç, eskiden olduðu gibi pistonun her hareketinden sonra
atmosfere verilmek yerine, aþaðý yukarý birinci silindirin dört katý büyük-
lüðünde bir alçak basýnç silindirine geçerek, gereði kadar geniþledikten
sonra kondansatöre verilir; bu makinelerden elde edilen ekonomik so-
nuçlara [sayfa 91] göre, saatte bir beygir gücü için 3½-4 libre kömür tüketil-
mektedir, oysa eski sistem makinelerde ortalama kömür tüketimi saatte

Karl Marks 91
Kapital III
bir beygir gücü için 12-14 libre idi. Ustaca yapýlmýþ bir tertibatla, çift silin-
dirli Woolf sistemi ya da bileþik alçak ve yüksek basýnç makinesi, daha
önce mevcut bulunan makinelere geniþ ölçüde uygulandý ve bunlarýn
çalýþmasý hem güç bakýmýndan artýrýlmýþ ve hem de yakýt tasarrufu
saðlanmýþ oldu. Ayný sonuç ... bu 8-10 yýl içersinde, bir yüksek basýnç
makinesinin bir sýkýþtýrma makinesi ile, daha önce kaybolan buharýn
sýkýþtýrma makinesine geçmesini ve onun iþ görmesini saðlayacak þekilde
birbirine baðlanmasýyla elde edilir olmuþtur. Bu sistem birçok durumda,
çok kullanýþlýdýr.
“Bu iyileþtirmelerin bazýlarýnýn ya da hepsinin uygulandýðý ayný
makinelerin kapasitesinin ya da yaptýðý iþin artýrýlmasýnda kesin bir so-
nuç almak çok kolay olamazdý; ama ben eminim ki, ... ayný aðýrlýktaki
buhar makinesinden biz þimdi, ortalama olarak en az yüzde 50 daha
fazla hizmet ve iþ elde etmekteyiz ve birçok hallerde, dakikada 220 ayak
hýzla sýnýrlandýrýlan günlerde 50 beygir gücü saðlayan ayný buharlý maki-
neler, þimdi 100 beygir gücü saðlamaktadýr. Sýkýþtýrmalý buhar maki-
nelerinin çalýþtýrýlmasýnda, yüksek basýnçlý buhar kullanýlmasýndan alýnan
çok ekonomik sonuçlarla birlikte, fabrikalarýn büyümesi sonucu, ayný
makinelerden çok daha yüksek güç elde etme gereksinmesi, son üç yýl
boyunca, fabrika makineleri için buhar üretmede daha önce kullanýlan
kazanlardan çok daha ekonomik sonuçlar veren borulu kazanlarýn kul-
lanýlmasýna yol açmýþtýr.” (Reports of Insp., of Fact., October1852, s. 23-
27.)
Güç üretilmesi için geçerli olan þeyler, enerjinin iletimi ve iþ ma-
kineleri için de doðrudur.
“Makinelerdeki geliþmelerin, bu birkaç yýl içersinde hýzlý adýmlar-
la ilerlemesi, fabrikatörlere, ilave hareket ettirici güç olmaksýzýn üretimi
artýrma olanaðýný verdi. Ýþgünündeki kýsalma, emeðin daha ekonomik
kullanýlmasýný zorunlu kýlmýþtýr ve iyi düzenlenmiþ fabrikalarýn pek çoðun-
da, akýllý bir kafa, giderler azalýrken üretimin ne þekilde artýrýlabileceðinin
daima hesabý içersindedir. Önümde, kendi bölgemde çok akýllý bir bayýn
hazýrlamak lütfunda bulunduðu, çalýþtýrýlan iþçi sayýsýný, yaþlarýný, çalýþmak-
ta olan makineleri ve 1840’tan bugüne kadar ödenen ücretleri gösteren
bir rapor var. 1840 Ekiminde, firmasý, 200'ü 13 yaþýn altýnda olmak üzere
600 iþçi çalýþtýrmaktadýr. Geçen ekim ayýnda, ancak 60'ý 13 yaþýn altýnda
350 iþçi çalýþtýrýyordu; her iki dönemde birkaçý hariç ayný sayýda makine
çalýþýyordu ve ücret olarak ayný miktar ödenmiþti.” (Redgrave’s Report
in Reports of Insp. of Fact., Oct.1852, s. 58-59.)
Makinelerdeki bu iyileþtirmeler, yeni, uygun bir biçimde düzen-
lenmiþ fabrikalarda kullanýlana kadar, tam etkilerini göstermemektedir.
“Makinelerde yapýlan iyileþtirmeler bakýmýndan önce þunu söyle-
mek isterim ki, geliþmiþ makinelerin kullanýlmasýna uygun fabrikalarýn
inþasýnda büyük bir ilerleme vardýr. ... Alt kattaki odada, bütün ipliðini
çift kat haline getiriyorum ve bu tek bir taban üzerine 29.000 katlama iði

92 Karl Marks
Kapital III
[sayfa 92] yerleþtireceðim. Oda ile sundurmada en az yüzde 10 emek tasar-
rufu saðlýyorum; bunu iplik katlama iþinde bir iyileþmede deðil, maki-
neleri tek bir yönetim altýnda toplayarak yapýyorum; ve bu sayýda iði tek
bir mil ile çalýþtýrabileceðim ve ayný sayýda ið ile çalýþan öteki iþyerlerine
göre bu þekilde yüzde 60 ve bazý durumlarda yüzde 80 bir tasarruf saðla-
yacaðým. Yað, mil donanýmý ve gresten büyük bir tasarruf saðlanmýþ ola-
caktýr. ... Fabrikadaki daha üstün bir tertip ve geliþmiþ makineler ile, en
düþük tahminle, emekte yüzde 10, güçte daha büyük bir tasarruf sað-
landýðý gibi, kömür, yað, donyaðý, mil ve kayýþ donanýmýnda önemli bir
tasarruf saðlanmýþtýr.” (Bir pamuk iplikçisinin ifadesi, Reports of Insp. of
Fact., Oct. 1863, s. 109, 110.)

IV. ÜRETÝM ARTIKLARINDAN YARARLANMA

Kapitalist üretim tarzý, üretim ve tüketim artýklarýndan yararlan-


manýn boyutlarýný geniþletir. Bunlardan birincisi ile, sanayi ve tarým artýk-
larýný, ikincisi ile, kýsmen, insan vücudunda doðal madde deðiþiminin
meydana getirdiði artýklarý, kýsmen de, nesnelerin tüketimlerinden son-
ra geriye kalan biçimlerini kastediyoruz. Örneðin kimya sanayiinde, üre-
tim artýklarý daha küçük ölçekte bir üretimde kaybolan yan ürünlerdir;
makine yapýmýnda biriken ve demir üretimine hammadde olarak tekrar
dönen demir talaþlarý, vb. gibi. Tüketim artýklarý, insan vücudunun dýþarýya
attýðý doðal maddeler, paçavra þeklinde giyim eþyasý kalýntýlarý, vb. gibi
þeylerdir. Tüketim artýklarý tarým için büyük önem taþýrlar. Bunlardan
yararlanýlmasý konusunda, kapitalist ekonomide büyük bir israf vardýr.
Örneðin Londra’da, dört-buçuk milyon insanýn artýklarýndan, Thames
nehrini kirletmekten ve bu iþ için de bir yýðýn para harcamaktan daha iyi
bir yararlanma þekli bulunamamýþtýr.
Yükselen hammadde fiyatlarý, hiç kuþkusuz, artýk ürünlerden yarar-
lanmada bir dürtü olmuþtur.
Bu artýklarýn tekrar kullanýlmasý için genel koþullar þunlardýr: an-
cak büyük-ölçekli üretimde görülebilen büyük miktarda artýk; mevcut
durumlarý içersinde daha önce hiç bir iþe yaramayan maddeleri, yeni
üretim için uygun bir hale sokan geliþmiþ makineler; baþta kimya olmak
üzere, bu gibi artýklarýn yararlý özelliklerini açýða çýkaran bilimsel geliþme.
Lombardiya, Güney Çin ve Japonya’da olduðu gibi, küçük-ölçekli tarým-
da, bu tür büyük tasarruflar saðlandýðý doðrudur. Ama, genellikle bu
sistemde tarýmdaki üretkenlik diðer üretim alanlarýndan çekilen insan
emek-gücünün israflý þekilde kullanýlmasýyla elde edilir.
Artýk denilen þeyler, hemen her sanayide önemli bir rol oynar.
Aralýk 1863 tarihli Fabrika Raporunda, Ýngiliz ve Ýrlandalý çiftçilerin çoðu-
nun keten yetiþtirmek istememelerinin ya da pek nadiren yetiþtirme-
lerinin bellibaþlý nedenlerinden birisi olarak bunun sözü edilmektedir:
“Su ile çalýþan küçük dövme fabrikalarýnda ... büyük fire verilir ... pa-

Karl Marks 93
Kapital III
mukta [sayfa 93] verilen fire nispeten küçük, ama ketende çok fazladýr.
Yeterli bir suyla ýslatma yöntemi ve iyi bir dövme makinesi, bu sakýncayý
büyük ölçüde ortadan kaldýracaktýr. ... Keten Ýrlanda’da en utanç verici
bir biçimde dövülür ve böylece büyük bir kýsmý kaybolur; bu miktar yüz-
de 28-30’a varýr.” (Reports of lnsp. of Fact., Dec. 1863, s. 139, 142.) Oysa,
bütün bunlardan, daha iyi makine kullanýlarak kaçýnýlabilir. Yol kenarýna
o kadar çok kýtýk dökülmüþ ki, fabrika müfettiþi þöyle diyor: “Ýrlanda’daki
döðme fabrikalarý ile ilgili olarak bana bildirildiðine göre, buradaki artý-
klar çoðu zaman dövücülerin evlerinde yakacak olarak kullanýlmakta-
dýr, oysa bunlar çok deðerlidir” (Yukarýdaki Raporun 140. sayfasý). Pamuk
artýðýndan, hammadde fiyatlarýndaki dalgalanmalarý ele aldýðýmýz za-
man daha ileride sözedeceðiz.
Yünlü sanayii, keten fabrikatörlerinden daha kurnaz idi. “Artýklarý
ve yünlü paçavralarý tekrar iþlenebilecek þekilde hazýrlama iþine eski-
den kötü gözle bakýlýrdý ama, Yorkshire’ýn yünlü ticaretinde önemli bir
dal halini alan, süprüntü ticareti ile ilgili önyargý tamamen ortadan kalktý
ve hiç kuþkusuz pamuklu artýk ticareti de, belirli bir gereksinmeyi saðla-
dýðý için ayný þekilde kabul edilecektir. Otuz yýl önce, yünlü paçavralar,
yani sýrf yün kumaþ parçalarý, eski kumaþlar, vb. tonu ortalama 4 sterlin
4 þilindi: son birkaç yýl içersinde bu fiyat, tonu 44 sterlin oldu ve bunlara
olan istek o kadar arttý ki, pamuk ve yün karýþýmý kumaþlardan, yüne
zarar vermeden pamuðu ayýrma usulleri bulundu, þimdi binlerce kiþi bu
iþte çalýþmakta, tüketiciler ise çok düþük bir fiyata oldukça iyi kalitede
kumaþ bulabilmektedirler.” (Reports of Insp. of Fact., Oct. 1863. s. 107.)
1862 yýlý sonunda, bu yoldan elde edilen kumaþ tiftiði, Ýngiliz sanayiinde
bütün yün tüketiminin üçte-birine ulaþmaktadýr. (Reports of lnsp. of Fact.,
October 1862, s. 81.) “Tüketicinin” elde ettiði “büyük avantaj” bu artý-
klardan yapýlan kumaþlarýn, eskiye göre üçte-bir oranýnda daha önce
eskimesi ve altýda-biri kadar bir zamanda ise havýný yitirmesidir.
Ýngiliz ipekli sanayii de ayný iniþli yolu izledi. Hakiki ham ipek tü-
ketimi, 1839 ile1862 arasýnda her nasýlsa azaldýðý halde, ipek artýðý tüke-
timi iki katýna çýktý. Geliþmiþ makineler, bu baþka iþe yaramayan mad-
deden, pek çok amaçlar için yararlý bir ipek yapýyordu.
Artýklardan yararlanmada en çarpýcý örneði kimya sanayii veriyor.
Yalnýz yeni kullanýmlar bulduðu kendi artýklarýndan deðil, pek çok baþka
sanayiin artýklarýndan da yararlanýyor. Örneðin, önceleri neredeyse hiç
bir iþe yaramayan bir tür katraný, anilin boyalarýna, alizarine ve son zaman-
larda da ilaçlara çevirmektedir.
Yeniden kullanýmlarý yoluyla, üretim artýklarýndan saðlanan bu
tasarrufu, artýða engel olunmak suretiyle saðlanan ekonomiden, yani
üretim artýklarýný en az düzeye indirmekten ve üretimde gerekli bütün
ham ve yardýmcý maddelerden en üst düzeyde yararlanýlmasýndan ayýr-
detmek gerekir. [sayfa 94]
Artýðýn azalmasý kýsmen kullanýlan makinenin niteliðine baðlýdýr.

94 Karl Marks
Kapital III
Yað, sabun, vb. gibi þeylerden tasarruf, mekanik kýsýmlarýn yapýmýna ve
parlatýlmasýna baðlýdýr. Bu, yardýmcý maddelerle ilgili bir tasarruftur. Bu-
nunla birlikte, üretim süreci sýrasýnda, hammaddenin büyük ya da küçük
bir kýsmýnýn artýk haline gelmesi, kýsmen ve önemli ölçüde, kullanýlan
makineler ile aletlerin niteliðine baðlýdýr. Ensonu bu, hammaddenin ken-
disinin niteliðine baðlýdýr. Bu da gene kýsmen, hammadde üreten tarým
ile doðal maddeleri saðlayan sanayideki geliþmeye (daha kesin deyimi-
yle uygarlýktaki geliþmeye ve kýsmen de hammaddenin, imalata gir-
meden önce geçtiði süreçlerdeki iyileþmelere baðlýdýr.
“Parmentier, Fransa’da tahýl öðütme sanatýnýn, pek de uzak ol-
mayan dönemden, örneðin Louis XIV zamanýndan beri önemli ölçüde
geliþtiðini ve yeni deðirmenlerin eskilerine göre, ayný miktar tahýldan
yarýsý kadar daha fazla ekmek yapabildiklerini göstermiþtir. Bir Parislinin
yýllýk tüketimi gerçekten de, önce 4, sonra 3 ve ensonu 2 setiers iken,
þimdilerde ancak 11/3 setiers ya da aþaðý yukarý kiþi baþýna 342 libredir.
... Uzun bir süre oturduðum Perche’de, granit ve volkanik kayalardan
yapýlma deðirmentaþlarý kullanan eski deðirmenlerin çoðu, son otuz yýl-
dýr hýzla geliþen mekanik biliminin kurallarýna göre yeniden yapýlmýþtýr.
Bunlara, La Ferte’den getirilen iyi cins deðirmen taþlarý takýlmýþ, tahýl iki
kez öðütülmüþ, un çuvallarýna dairesel bir hareket verilmiþ ve ayný mik-
tar tahýldan elde edilen un altýda-bir artmýþtýr. Romalýlar ile bizim tahýl
tüketimimiz arasýndaki büyük farklýlýk böylece kolayca açýklanabilir. Bu,
sýrf yetersiz öðütme ve ekmek yapma yöntemlerinden ileri gelmiþtir.
Pliny’nin yapmýþ olduðu dikkate deðer bir gözlemi (XVIII, Ch. 20, 2)
böylece açýk-layabileceðimi sanýyorum: ... ‘Roma’da un, kalitesine göre,
her modius’u, 40, 48 ya da 96 as’a satýlýrdý. Bugünkü tahýl fiyatlarýna
oranla çok yüksek olan bu fiyatlarýn nedeni, henüz çocukluk çaðýnda
bulunan, o dönemdeki deðirmenlerin yetersiz durumu ve bunun sonu-
cu olarak da öðütme iþindeki büyük giderlerdi.’” (Dureau de la Malle,
Economie PoIitique des Romains, Paris 1840, 1, s. 280-81.)

V. BULUÞLAR YOLUYLA SAÐLANAN TASARRUF

Sabit sermayenin kullanýlmasýnda saðlanan bu tasarruflar, yineli-


yoruz, emek koþullarýnýn geniþ bir ölçekte kullanýlmasýndan ileri gelir;
kýsacasý bunlar, doðrudan doðruya toplumsal ya da toplumsallaþtýrýlmýþ
emeðin ya da üretim süreci içersinde doðrudan elbirliðinin koþullarý
olarak hizmet etmeleri olgusunun sonuçlarýdýr. Bir yandan bu, mekanik
ve kimyasal buluþlardan, metalarýn fiyatýný artýrmaksýzýn yararlanmak
için vazgeçilmez bir gereksinmedir ve daima, conditio sine qua non’dur.*
Öte yandan, ancak geniþ ölçekte bir üretim, ortaklaþa üretken tüketim-
den ileri gelen tasarruflara olanak verir. Ensonu, nereden ve nasýl [sayfa 95]

* Vazgeçilmez koþul. -ç.

Karl Marks 95
Kapital III
tasarruf saðlanacaðýný, buluþlarý uygulamada en yalýn yöntemleri ve teo-
rinin uygulama alanýna konulmasýnda – üretim sürecinde uygulamaya
geçilmesinde ortaya çýkan sürtüþmelerin nasýl yenilebileceðini, vb., an-
cak kolektif çalýþan emekçinin deneyimleri bulur ve ortaya çýkarýr.
Yeri gelmiþken evrensel emek ile ortaklaþa emek arasýnda bir
ayrýmýn yapýlmasý yerinde olur. Her iki tür emek de, üretim sürecinde
kendi rollerini oynar, birbiri içersine geçer, ama her ikisi gene de farklý-
dýrlar. Evrensel emek, her tür bilimsel emek, keþifler ve buluþlardýr. Bu
emek kýsmen, canlý emeðin elbirliðine, kýsmen de daha önce yaþamýþ
kimselerin emeklerinden yararlanmaya dayanýr. Öte yandan, ortaklaþa
emek ise, bireylerin doðrudan doðruya elbirliði yapmalarýdýr. Bu söyle-
nenler, sýk sýk yinelenen þu gözlemler ile de doðrulanýr:
1) Yeni bir makinenin ilk modelinin maliyeti ile, daha sonra yapýl-
anlarýn maliyeti arasýndaki büyük fark (bu konuda Ure* ve Babbage’a**
bakýnýz).
2) Yeni bir buluþ üzerine dayanan bir kuruluþta iþletme giderleri-
nin, daha sonra ex suis ossibus*** kurulan iþletmelerin giderlerine göre
çok daha büyük olmasý. Bu öylesine doðrudur ki, bir iþte öncülük eden-
ler çoðu zaman iflas ettikleri halde, daha sonra binalarý, makineleri, vb.,
daha ucuza satýn alanlar ancak bundan para kazanýrlar. Ýþte bu yüzden-
dir ki, insan zekasý ile ilgili evrensel emeðin bütün yeni geliþmelerinden
ve bunlarýn bileþik emek yoluyla toplumsal uygulanmasýndan aslan pa-
yýný alanlar, genellikle, en deðersiz ve sefil türden para-kapitalistleridir.
[sayfa 96]

* A. Ure, The Philosophy of Manufactures, Second edition, London 1855. -Ed.


** Ch. Babbage, On the Economy of Machinery and Manufactures, London 1832, S. 280-81. -
Ed.
*** Onun kemiklerinden. -ç.

96 Karl Marks
Kapital III
ALTINCI BÖLÜM
FÝYAT DALGALANMALARININ ETKÝSÝ

I. HAMMADDE FÝYATLARINDA DALGALANMALAR VE


BUNLARIN KÂR ORANI ÜZERÝNDEKÝ DOÐRUDAN ETKÝLERÝ

Daha öncekilerde olduðu gibi, bu durumda da, artý-deðer oranýn-


da hiç bir deðiþiklik olmadýðý varsayýlmaktadýr. Durumu, kendi yalýn biçi-
mi içersinde çözümlemek için, bu gereklidir. Bununla birlikte, artý-deðer
oraný deðiþmeden kalan belirli bir sermaye için, hammadde fiyatlarýnda
burada ele alýp inceleyeceðimiz dalgalanmalarýn yolaçtýðý daralma ya
da geniþleme sonucu, artan ya da azalan sayýda iþçi çalýþtýrmak müm-
kün olabilir. Bu durumda, artý-deðer oraný ayný kaldýðý halde, artý-deðer
miktarý deðiþebilir. Ne var ki, bunun da, ikincil bir konu olduðu için bura-
da bir yana býrakýlmasý yerinde olur. Eðer, makinelerdeki iyileþmeler ve
hammadde fiyatlarýndaki deðiþiklikler ayný zamanda, ya belli bir serma-
ye tarafýndan çalýþtýrýlan iþçi sayýsýný ya da ücretlerin düzeyini etkiliyorsa,
bu ancak þunlarýn birarada bulunmasýyla olabilir: 1) deðiþmeyen serma-
yedeki deðiþikliklerin, kâr oraný üzerinde yolaçacaðý etki, ve 2) ücretler-
deki deðiþmelerin kâr oraný üzerindeki etkisi. Böyle olunca sonuç ken-
diliðinden elde edilir.
Ama burada, daha önceki durumda olduðu gibi þurasýný da be-
lirtmek gerekir ki, genellikle, ya deðiþmeyen sermayedeki tasarruflar ya
da hammadde fiyatlarýndaki dalgalanmalar nedeniyle deðiþmeler ol-
duðu takdirde, bunlar, ücretleri, dolayýsýyla, artý-deðer oranýný ve mikta-

Karl Marks 97
Kapital III
rýný [sayfa 97] olduðu gibi býraksalar bile, kâr oranýný daima etkilerler. Bun-
lar, a’ (d : S)’deki S’nin büyüklüðünü ve böylece de bütün kesrin deðer-
ini deðiþtirirler. Bu nedenle, bu durumda da –artý-deðer konusundaki
tahlillerimizde vardýðýmýz sonucun tersine– bu deðiþikliklerin hangi üre-
tim alanýnda olduðunun, bunlarýn etkilediði üretim dallarýnýn, emekçile-
rin geçim gereksinmelerini mi, yoksa bu tür gereksinmelerin üretimi
için deðiþmeyen sermayeyi mi ürettiðinin hiç bir önemi yoktur. Burada
çýkartýlan sonuçlar, lüks nesneler üretiminde ortaya çýkan deðiþiklikler
için de aynen geçerlidir; lüks nesneler sözü ile biz burada, emek-gücü-
nün yeniden üretimine hizmet etmeyen bütün üretimleri kastediyoruz.
Hammaddeler burada, indigo, kömür, gaz, vb. gibi yardýmcý mad-
deleri de içermektedir. Ayrýca, makineler bu baþlýk altýnda ele alýndýðýn-
da, bunlarýn hammaddeleri de, demir, kereste, deri, vb. gibi nesnelerden
oluþur. Bu makinelerin fiyatý iþte bu nedenle, bunlarýn yapýmýnda kulla-
nýlan hammadde fiyatlarýndaki dalgalanmalarla deðiþir. Bunlarýn fiyatý,
yapýldýklarý hammaddelerin, ya da çalýþmasý sýrasýnda tüketilen yardým-
cý maddelerin fiyatlarýndaki dalgalanmalar nedeniyle yükseldiði ölçüde,
kâr oraný pro tanto düþer. Ya da bunun tersi olur.
Aþaðýdaki tahlillerde biz, iþ aracý olarak hizmet eden makinelerin
hammaddesini oluþturan, ya da bu makinelerin çalýþmasýnda yardýmcý
madde olarak kullanýlan hammaddelerin fiyatlarýndaki dalgalanmalar
ile deðil, yalnýzca, bunlarýn metalarýn üretim sürecine girmeleri ölçüsün-
de, fiyatlarýndaki deðiþmelerle ilgileneceðiz. Yalnýz, burada bir noktaya
dikkat etmek gerekir: makinelerin yapýmýnda ve çalýþmalarýnda bellibaþlý
öðeler olan, demir, kömür, kereste, vb. gibi hammaddelerde bulunan
doðal zenginlik, burada kendisini sermayeye özgü doðal bir doðurganlýk
gibi gösterir, ve ücretlerin yüksek ya da düþük düzeyde olmasýndan
baðýmsýz, kâr oranýný belirleyen bir etmendir.
Kâr oraný, a : S, ya da a : (s + d) olduðuna göre, s’nin ve dolayýsýy-
la S’nin büyüklüðünde bir deðiþmeye yolaçan her þeyin a ve d ve bunla-
rýn karþýlýklý baðýntýsý ayný kalsa bile, kâr oranýnda da bir deðiþiklik
meydana getireceði açýktýr. O halde, hammaddeler, deðiþmeyen ser-
mayenin bellibaþlý kýsýmlarýndan birisini oluþtururlar. Gerçek hammad-
de kullanmayan sanayilerde bile, bunlar, yardýmcý maddeler ya da
makineleri oluþturan kýsýmlar, vb. olarak hesaba katýlýrlar ve bunlardaki
fiyat dalgalanmalarý böylece kâr oranýný etkilenmiþ olur. Hammadde
fiyatýnda, h kadar bir düþme olsa, a : S, ya da a : (s + d), a : (S -h) ya da
a : [(s -h) + d] halini alýr. Böylece, kâr oraný yükselir. Tersine,eðer ham-
madde fiyatlarý yükselirse a : S, ya da a : (s + d), a : (S + h), ya da a : [(s
+ h)+d] halini alýr ve kâr oraný düþer. Diðer koþullar eþit olmak üzere,
kâr oraný, demek ki, hammadde fiyatýyla ters orantýlý olarak düþer ya da
yükselir. Bu, diðer þeylerin yaný sýra, hammadde fiyatlarýndaki dalgalan-
malarýn, ürünün satýþ alanlarýnda bir deðiþmeyle birlikte olmamasý halinde
bile, yani arz ve talep baðýntýsýnýn tamamen dýþýnda, düþük hammadde

98 Karl Marks
Kapital III
fiyatlarýnýn sanayi [sayfa 98] ülkeleri için ne denli önemli olduðunu göster-
mektedir. Ayrýca buradan, dýþ ticaretin, yaþam gereksinmelerini ucuzlat-
ma yoluyla ücretler üzerindeki etkisi bir yana, kâr oranýný etkilediði sonucu
çýkmaktadýr. Önemli olan nokta, dýþ ticaretin, sanayide ve tarýmda tüke-
tilen ham ve yardýmcý maddeleri etkilediðidir. Kâr oranýnýn niteliði ve
artý-deðer oraný ile arasýndaki özgül farkýn yanlýþ anlaþýlmasý, bir yandan
(Torrens* gibi) iktisatçýlarý, hammadde fiyatlarýnýn, kâr oraný üzerindeki,
pratik deneyimlerde farkýna vardýklarý belirli etkisini yanlýþ açýklamaya,
öte yandan, genel ilkelere sýký sýkýya sarýlan Ricardo** gibi iktisatçýlarý,
diyelim, dünya ticaretinin kâr oraný üzerindeki etkisini fark etmemeye
kadar götürmüþtür.
Hammaddelerden alýnan gümrük resimlerinin kaldýrýlmasý ya da
azaltýlmasýnýn sanayi için taþýdýðý büyük önemi, bu durum açýklamakta-
dýr. Koruyucu gümrük sisteminin rasyonel geliþmesi, hammaddelerden
alýnan ithalat resimlerinin en alt düzeye indirilmesini, baþlýca ilkelerinin
birisi haline getirmiþtir. Bunun ve tahýl üzerindeki resmin kaldýrýlmasý
pamuk üzerindeki gümrük resminin kaldýrýlmasýyla da yakýndan ilgile-
nen Ýngiliz serbest ticaret yandaþlarýnýn ana amacý idi.
Pamuklu sanayiinde unun kullanýlmasý, sözcüðün dar anlamýyla
bir hammadde olmayýp bir yardýmcý madde ve ayný zamanda da bellibaþlý
bir besin olan bir nesnenin fiyatýndaki bir düþmenin önemini gösterme-
de iyi bir örnek olabilir. Daha 1837 yýlýnda R. H. Greg13, o sýrada Büyük
Britanya’da pamuklu fabrikalarýnda çalýþan 100.000 mekanik dokuma
tezgahý ile 250.000 el tezgahýnýn, dokumayý düzgün hale getirmek için
yýlda 41 milyon libre un tükettiðini hesaplamýþtý. Aðartma ve diðer iþlemler
için, bu miktarýn üçte-birini daha ilave etmiþ ve son on yýl için, bu þekilde
tüketilen unun toplam yýllýk deðerini 342.000 sterlin olarak hesaplamýþtýr.
Kýta Avrupasýndaki un fiyatlarý ile yapýlan bir karþýlaþtýrma, tahýldan alýn-
an gümrük yoluyla fabrikatörlere yüklenen daha yüksek un fiyatýnýn her
yýl yalnýz 170.000 sterlin tuttuðunu göstermiþtir. Greg, 1837 yýlý için bu
miktarýn en az 200.000 sterlin olduðunu tahmin etmiþ ve yýllýk un fiyatý
farkýnýn 1.000 sterlin tuttuðu bir firmayý örnek diye göstermiþtir. Sonuç
olarak, “Büyük fabrikatörler, aklýbaþýnda ve hesabýný bilen iþadamlarý,
Tahýl Yasalarý kaldýrýldýðý takdirde, onsaatlik iþgününün tamamen yeterli
olduðunu söylemiþlerdir.” (Reports of Insp. of Fact., Oct. 1848, s. 98.)
Tahýl yasalarý kaldýrýldý. Pamuk ile öteki hammaddelerden alýnan resim-
ler de. Ne var ki, hemen bunlarýn ardýndan, fabrikatörlerin On Saat Ça-
lýþma Yasasýna karþý çýkmalarý daha da þiddetlendi. Ve, on saatlik iþgünü
gene de yasalaþýnca, bu sefer de bunun ilk sonucu, ücretlerin azaltýl-
masý yolunda genel giriþim oldu. [sayfa 99]

13
R. H. Greg, The Factory Question and the Ten Hours’ Bill, London 1837, s.115.
* R. Torrens, An Essay on the Production of Wealth, London 1821, s. 28 et seq.-Ed.
** D. Ricardo, On the Principles of Political Economy, and Taxation, Third edition, London
1821, s.131-38. -Ed.

Karl Marks 99
Kapital III
Ham ve yardýmcý maddelerin deðerleri, yapýmlarýnda tüketilmiþ
bulunduklarý ürünün deðerine bir defada ve bütünüyle geçtiði halde,
sabit sermayenin öðeleri, deðerlerini, ürüne, eskime ve aþýnmalarýyla
orantýlý olarak yavaþ yavaþ aktarýrlar. Demek oluyor ki, kâr oraný, ürünün
yapýmýnda ne kadar tüketilmiþ olursa olsun yatýrýlan toplam sermaye
deðeri tarafýndan belirlendiði halde, ürünün fiyatý, hammaddelerin fiyat-
larý tarafýndan, sabit sermayenin deðerinden çok daha fazla etkilenir.
Ama açýktýr ki, –biz burada hâlâ, metalarýn kendi deðerleri üzerinden
satýldýklarýný varsaydýðýmýz, bu yüzden de, rekabetin yolaçtýðý fiyat dalga-
lanmalarý bizi henüz ilgilendirmediði için, bu noktaya yalnýzca deðin-
mekle yetineceðiz– piyasanýn geniþlemesi ya da daralmasý, tek metaýn
fiyatýna baðlýdýr ve bu fiyatýn yükselme ya da düþmesiyle ters orantýlýdýr.
Bu nedenle, ürünün fiyatý, hammaddenin fiyatýyla orantýlý olarak yüksel-
mez ya da düþmez. Dolayýsýyla, kâr oraný, ürünlerin deðerleri üzerinde
satýlmalarý halinde olduðundan, bir durumda daha fazla düþer, bir baþka
durumda daha fazla yükselir.
Ayrýca, kullanýlan makinelerin miktarý ve deðeri, emeðin üretken-
liðindeki geliþmeyle birlikte büyür, ama bu büyüme ayný oranda olmaz,
yani bu, makinelerin verimi artýrdýklarý oranda olmaz. Bu nedenle,
hammadde tüketen sanayi dallarýnda, yani emeðin konusunun, daha
önceki bir emeðin ürünü olduðu sanayilerde, emeðin üretkenliðindeki
büyüme, tam ifadesini, daha büyük bir miktardaki hammaddenin belli
miktarda emeði emmesindeki oranda, ve þu halde, diyelim her saatte
ürüne çevrilen ya da metalar haline getirilen hammadde miktarýndaki
artýþta bulur. Demek ki, hammaddelerin deðeri, emeðin üretkenliðinde-
ki geliþme oranýnda, meta-ürünün deðerinin gitgide büyüyen bir kýsmýný
teþkil eder; bunun nedeni, yalnýz hammaddenin deðerinin bütünüyle
meta-ürünün deðerine geçmiþ olmasý deðil, toplam ürünün her parça-
sýnda, makinelerin eskimesini temsil eden kýsým ile, yeni eklenen emek
tarafýndan oluþturulan kýsmýn her ikisinin de sürekli azalmasýdýr. Bu
düþme eðilimi nedeniyle, hammaddeyi temsil eden öteki deðer kýsmýn-
da, hammaddenin deðerinde, üretiminde kullanýlan emeðin büyümek-
te olan üretkenliðinden ileri gelen orantýlý bir düþme ile karþýlanmadýkça
orantýlý bir artma olur.
Ayrýca, ham ve yardýmcý maddeler, týpký ücretler gibi, döner ser-
mayenin bir kýsmýný teþkil ettiði ve bu nedenle de, ürünün satýþý ile, sü-
rekli olarak bütünüyle yerlerine konmasý gerektiði halde, makinelerde
ancak aþýnýp yýpranmanýn yerine konulmasý ve bunun da, her þeyden
önce yedek fon þeklinde olmasý gerekir. Üstelik, toplam yýllýk satýþýn bu
fona yýllýk pay þeklinde katkýda bulunduðu sürece, tek tek her satýþýn
kendi payýna düþeni bu fona katmasýna hiç bir gereklilik yoktur. Metala-
rýn satýþý ile gerçekleþen fiyatýn, bu metalarýn bütün öðelerini yerine koy-
maya yetmemesi halinde, hammadde fiyatlarýndaki bir yükseliþin, tüm
yeniden-üretim sürecini nasýl kýsýtlayabileceðini ya da durdurabileceðini

100 Karl Marks


Kapital III
bu bir kez daha ortaya koymaktadýr. Ya da bu durum, üretim sürecinin
kendi teknik koþullarýnýn gerektirdiði bir ölçekte devamýný olanaksýz ký-
lar ve böylece, ya ancak makinelerin bir kýsmý çalýþmaya devam eder,
ya da makinelerin hepsi, olaðan sürenin bir kýsmýnda çalýþýr. [sayfa 100]
En sonu, artýk nedeniyle katlanýlan giderler hammadde fiyatla-
rýndaki dalgalanmalarla doðru orantýlý olarak deðiþirler; bu fiyatlar yük-
selince artarlar, düþünce azalýrlar. Ama, burada da gene bir sýnýr vardýr.
1850 Nisan ayýna ait Fabrika Raporu þöyle diyordu: “Hammadde fiyatla-
rýndaki bir yükselmeden ileri gelen önemli bir kayýp kaynaðý vardýr ki,
bunun ne olduðunu ancak iplik yapýmcýsýnýn kendisi bilir; bu, artýk ne-
deniyle uðranýlan kayýptýr. Bana bildirildiðine göre, pamuklu fiyatlarý art-
týðýnda, ipliðin, eðiriciye maliyeti, özellikle düþük kaliteli iplikte, fiilen
ödenen fiyatýn ötesinde bir oranda artar, çünkü, kaba iplik eðrilmesinde
verilen fire tam yüzde-onbeþtir; bu oranda bir fire, pamuk fiyatý librede
3½ peni iken ½ peni bir zarara yolaçtýðý halde, pamuk fiyatý librede 7
peniye çýkar çýkmaz, libre baþýna zararý 1 peniye yükselir.” (Reports of
Insp. of Fact., April 1850, s. 17.) Ama, Amerikan Ýç Savaþý sonucu pamuk
fiyatý, neredeyse 100 yýldýr görülmemiþ bir düzeye yükseldiði zaman,
rapor, farklý þeyler söylüyordu: “Þimdi, pamuk firesi için verilen fiyat ve
bunun fabrikaya pamuk artýðý olarak tekrar giriþi, Surat pamuðu ile Ame-
rikan pamuðu arasýndaki aþaðý yukarý yüzde 12½ olan fire farkýný bir
ölçüde karþýlamaktadýr.
“Surat pamuðunda fire yüzde 25 olduðu için, iplikçiye pamuðun
maliyeti, daha yapýmýna geçmeden dörtte-bir artmýþ durumdadýr. Ame-
rikan pamuðunun libresi 5 ya da 6 peni olduðu zaman, artýk nedeniyle
zarar pek önemli deðildi, çünkü bu, librede ¾ peniyi geçmiyordu, ama
libresi 2 þiline malolan pamuðun her libresinde fire nedeniyle uðranýlan
zararýn 6 peniye çýktýðý bugünlerde, bunun büyük önemi vardýr.”14 (Re-
ports of Insp. of Fact., Oct. 1863, s.106.)

II. SERMAYENÝN DEÐER OLARAK YÜKSELMESÝ,


DÜÞMESÝ, SERBEST KALMASI VE BAÐLANMASI

Bu bölümde incelenen görüngüler, tam bir geliþme gösterebil-


meleri için, kredi sistemini ve kapitalist üretimin temeli ve hayati öðesi
olan dünya piyasasýnda rekabeti gerektirir. Bununla birlikte, kapitalist
üretimin bu daha belirli biçimleri, ancak, sermayenin genel niteliði anla-
þýldýktan sonra geniþ olarak ortaya konulabilir. Ayrýca bu, bu yapýtýn kap-
samý içersine girmeyip, daha sonraki devamýna aittir. Yukardaki baþlýk

14
Raporun son tümcesinde bir yanýlma var. Fire nedeniyle uðranýlan zararýn 6 peni deðil, 3
peni olmasý gerekir. Bu zarar, Surat pamuðu için %25, Amerikan pamuðu için ancak %12 ile
%15 kadardýr, ve bu sonuncu, ayný yüzdenin 5-6 peni fiyat için doðru hesaplandýðý anlamýna
gelir. Bununla birlikte, Ýç savaþýn son yýllarýnda Avrupa’ya getirilen Amerikan pamuðu sözkonusu
olduðu zaman bile, fire oranýnýn çoðu kez, öncekine göre epeyce yükseldiði doðrudur. -F. E.

Karl Marks 101


Kapital III
altýnda sayýlan görüngüler gene de, bu aþamada genel bir biçimde ince-
lenebilir. Bunlar, önce birbirleriyle, sonra da kâr oraný ve miktarýyla bir iç
baðýntý içindedirler. Bunlarýn burada, sýrf, yalnýz kâr oranýnýn deðil, kâr
miktarýnýn da –bu aslýnda, artý-deðer miktarý ile ayný þeydir– artý-deðer
miktarýnýn ya da oranýnýn hareketlerinden baðýmsýz olarak artabileceði
ya da azalabileceði izlenimini vermeleri nedeniyle de kýsaca incelenme-
leri yerinde olur. [sayfa 101]
Bir yandan sermayenin serbest kalmasýný ve baðlanmasýný, öte
yandan, deðerinin yükselmesini ve düþmesini, farklý görüngüler olarak
mý ele alacaðýz?
Sorun, sermayenin serbest kalmasý ve baðlanmasý ile ne demek
istediðimiz sorunudur. Deðer yükselmesi ve düþmesi, kendiliðinden anla-
þýlýr þeylerdir. Bunlarýn anlamý, belli bir sermayenin, belli genel ekono-
mik koþullar sonucu, deðer olarak yükselmesi ya da düþmesidir, çünkü
biz burada, bireysel bir sermayenin özel yazgýsýný tartýþmýyoruz. Öyleyse
bunun anlamý, üretime yatýrýlan bir sermayenin deðerinin, bu sermaye
tarafýndan çalýþtýrýlan artý-emek nedeniyle kendisini geniþletmesi olayýn-
dan baðýmýz olarak yükselmesi ya da düþmesidir.
Sermayenin baðlanmasý ile biz, üretimin ayný ölçekte devam ede-
bilmesi için, ürünün toplam deðerinin bazý kýsýmlarýnýn deðiþmeyen ve
deðiþen sermayenin öðelerine tekrar çevrilmeleri gerektiðini kastediyor-
uz. Sermayenin serbest kalmasý ile eðer üretim daha önceki ölçekte de-
vam edecek ise, ürünün toplam deðerinin, belli bir zamana kadar, deðiþ-
meyen ya da deðiþen sermayeye tekrar çevrilmesi gerekli kýsmýnýn, baþka
yerde kullanýlabilir ve fazlalýk haline gelmesini kastediyoruz. Sermaye-
nin bu þekilde serbest kalmasý ya da baðlanmasý, gelirin serbest kalmasý
ya da baðlanmasýndan farklýdýr. Eðer, tek baþýna bir S sermayesinin yýllýk
artý-deðeri x ise, kapitalistler tarafýndan tüketilen metalarýn fiyatlarýndaki
bir düþme eskisi kadar ayný zevk ve tatmini vb. saðlamaya, x- y yeterli
olabilir. Gelirin bir kýsmý = y serbest hale gelir, böylece de, ya tüketimi
artýrmaya ya da (birikim amacý için) tekrar sermayeye çevrilmeye hiz-
met edebilir. Tersine, eðer eskisi gibi yaþamak için x + y gerekli ise, ya
bu yaþam standardýnýn düþürülmesi ya da daha önce biriktirilen gelirin
bir kýsmýnýn = y, gelir olarak harcanmasý gerekir.
Deðer yükselmesi ve düþmesi, ya deðiþmeyen ya deðiþen serma-
yeyi ya da her ikisini etkileyebilir; deðiþmeyen sermayeyi etkilemesi ha-
linde ise, bunun ya sabit ya döner ya da her iki kýsmým etkileyebilir.
Deðiþmeyen sermaye altýnda, bizim, yarý-mamul ürünler de dahil
ham ve yardýmcý maddeleri ele almamýz gerekir, ve burada bütün bun-
larý, hammaddeler, makineler ve öteki sabit sermaye terimi altýnda top-
luyoruz.
Bundan önceki incelememizde özellikle, kâr oranýna etkisi baký-
mýndan hammadde fiyat ya da deðerindeki deðiþikliklere iþaret ettik ve
diðer koþullar eþit olmak üzere, kâr oranýnýn, hammaddelerin deðeri ile

102 Karl Marks


Kapital III
ters orantýlý olduðu þeklindeki genel yasayý saptadýk. Bu, içersinde yatýrý-
mýn yalnýzca hemen yer almakta olduðu bir iþ alanýna yatýrýlan sermaye
için, yani paranýn üretken sermayeye henüz çevrildiði yatýrýmlar için mut-
lak olarak doðrudur.
Ama yeni yatýrýlmakta olan bu sermayeden ayrý olarak, zaten iþlev
halindeki sermayenin büyük bir kýsmý, dolaþým alanýnda, diðer bir kýsmý
ise üretim alanýndadýr. Bir kýsmý piyasada, paraya çevrilmeyi bekleyen
[sayfa 102] metalar þeklinde; diðer bir kýsmý, þekli ne olursa olsun, üretim
öðelerine tekrar çevrilmeyi bekleyen, elde mevcut para olarak bulunur;
ensonu, bir üçüncü kýsým, üretim alanýndadýr ve kýsmen, piyasadan sa-
týn alýnan ham ve yardýmcý maddeler, yarý-mamul ürünler gibi, üretim
araçlarýnýn ilk biçimleriyle, makineler ve diðer sabit sermaye biçiminde
ve kýsmen de, henüz yapým süreci içersinde olan ürünler biçiminde
bulunurlar. Deðer yükselmesi, ya da düþmenin etkisi, burada, büyük
ölçüde, bu öðeler arasýndaki orana baðlýdýr. Ýþi basitleþtirmek için, bütün
sabit sermayeyi bir yana býrakalým ve yalnýzca, deðiþmeyen sermayenin,
ham ve yardýmcý maddeler ile yarý-mamul ürünlerden, piyasadaki
iþlenmiþ metalardan ve henüz üretim sürecinde bulunan metalardan
oluþan kýsmýný ele alalým.
Hammaddenin, diyelim pamuðun fiyatý yükselecek olsa, henüz
pamuk ucuz iken imal edilen pamuklu mallarýn –hem iplik gibi yarý-
mamul mallarýn ve hem de pamuklu kumaþlar gibi son þeklini almýþ
mallarýn– fiyatlarý da yükselir. Henüz iþlenmemiþ, depoda bulunan pa-
muk ile, yapým sürecinde bulunan pamuðun deðeri de yükselmiþ olur.
Bu sonuncunun deðeri, geçmiþteki daha fazla emek-zamanýný temsil
etmesi ve böylece, katýlmýþ bulunduðu ürüne kendi ilk deðerinden daha
fazla, yani kapitalistin karþýlýðýný ödediði deðerden daha fazla deðer kat-
masý nedeniyle artar.
Þu halde, hammadde fiyatlarýnýn artmasý halinde eðer piyasada
önemli miktarda mamul mal varsa, bunlarýn imalat aþamalarý ne olursa
olsun, bu metalarýn deðeri yükselir ve böylece, mevcut sermayenin deðer-
ini de yükseltmiþ olur. Ayný þey, üreticinin elinde bulunan hammadde,
vb. ikmali için de doðrudur. Bu deðer artýþý, bireysel kapitalistin ya da
hatta tüm kapitalist üretim alanýnýn, hammadde fiyatlarýndaki yükselme
nedeniyle kâr oranýndaki düþme sonucu uðradýklarý kaybý telafi edebilir
ya da hatta bu kaybý aþabilir. Rekabetin etkilerine ayrýntýlarý ile girmeksi-
zin, bütünlüðü saðlamak amacýyla þu noktalarý belirtebiliriz: 1) eðer
hammadde ikmali önemli miktarda ise, hammaddenin çýkýþ yerindeki
fiyat artýþýný telafi edebilir; 2) eðer yarý-mamul ve mamul mallar piyasa-
da çok miktarda varsa, bunlarýn fiyatlarýnýn bu yüzden hammaddeleri-
nin fiyatýyla orantýlý olarak artmasý engellenir.
Hammadde fiyatlarý düþtüðünde bunun tersi olur. Diðer koþullar
ayný kalmak üzere, bu, kâr oranýný artýrýr. Piyasadaki metalar, üretim sü-
recindeki nesneler ve mevcut hammadde ikmali deðerlerinden kaybe-

Karl Marks 103


Kapital III
derler ve böylece kâr oranýndaki yükselmeyi telafi ederler.
Diyelim bir iþ yýlýnýn sonunda, yani tarýmda hasattan sonra, pi-
yasaya büyük miktarlarda hammaddenin sürüldüðü zaman, üretim ala-
nýnda ve piyasada mevcut ikmal ne kadar küçük ise, hammadde
fiyatlarýnýn deðiþmesinin etkisi o kadar belirgin olur.
Bütün bu incelemelerimizde biz, fiyatlardaki yükselme ya da
düþmelerin, gerçek deðer dalgalanmalarýný ifade ettiði varsayýmýndan
hareket [sayfa 103] ediyoruz. Ama biz burada, bu gibi fiyat deðiþikliklerinin
kâr oraný üzerindeki etkisi ile ilgilendiðimiz için, bunlarýn temelinde neyin
bulunduðunun pek önemi yoktur. Bu söylenenler, fiyatlar, deðerdeki
dalgalanmalar nedeniyle deðil de, kredi sisteminin, rekabetin, vb. etkisi
ile yükselse ya da düþse bile gene de geçerlidir.
Kâr oraný, ürünün deðeri üzerindeki fazlalýðýn, yatýrýlan toplam
sermayenin deðerine oranýna eþit olduðuna göre, yatýrýlan sermayenin
deðer kaybý ile kâr oranýnda görülen yükselme, sermayenin deðerinde
bir kayýp ile birlikte olabilir. Ayný þekilde, kâr oranýnda, yatýrýlan sermaye-
nin deðer yükselmesi nedeniyle görülen yükselme, bir kazanç ile birlik-
te olabilir.
Deðiþmeyen sermayenin, makineler ve genellikle sabit sermaye
gibi diðer kýsmýna gelince, bunda baþlýca, binalar, taþýnamaz mallar, vb.
bakýmýndan meydana gelen deðer artmalarý, toprak rantý teorisi olmak-
sýzýn irdelenemez ve bu nedenle de bu bölüme girmezler. Ama, deðer
kaybý sorunu için genel önemi olan noktalar þunlardýr:
Mevcut makinelerin, binalarýn, vb., kullaným-deðerlerini ve dola-
yýsýyla deðerlerini düþüren sürekli iyileþmeler. Bu sürecin, yeni kullanýl-
maya baþlayan makinelerin baþlangýç dönemleri boyunca, belli bir olgun-
luk aþamasýna ulaþmadan önce, henüz kendi deðerini yeniden üretme-
ye vakit bulamadan, sürekli olarak modasý geçmesi halinde kötü bir et-
kisi olur. Bu, eskime ve aþýnmaya ait rakamlarý çok yüksek göstermeksi-
zin, makinelerin deðerinin daha kýsa bir zamanda yeniden üretilebilmesi
için, böyle zamanlarda olaðan hale gelen, normal emek-zamanýnýn re-
zilce uzatýlmasý ve gündüz ve gece vardiyalarý halinde çalýþýlmasýnýn ne-
denlerinden birisidir. Öte yandan, makinelerin etkin olduklarý kýsa süre
(tahmin edilen iyileþmeler karþýsýnda onun kýsa hayatý) bu þekilde telafi
edilmediði takdirde, bu moral deðer kaybý yoluyla deðerinden o kadar
fazlasýný ürüne aktarmýþ olur ki, el emeði ile bile rekabet edemez.15
Makineler, binalarýn donatýmý ve genellikle sabit sermaye, belli
bir olgunluða ulaþtýktan sonra ve böylece hiç deðilse temel yapýlarý baký-
mýndan uzunca bir süre kaldýklarý zaman, bu sabit sermayenin yeniden-
üretim yöntemlerindeki iyileþmeler nedeniyle benzer bir deðer kaybý or-

15
Örneðin, diðerleri yanýnda Babbage’a bakýnýz [On the Economy of Machinery arýd Manufac-
tures, London 1832, s. 280-81. -Ed.]. Her zaman baþvurulan çareye –ücretlerin düþürülmesi– bu
durumda da baþvurulur ve böylece bu sürekli deðer kaybý, Bay Carey’in “uyumlu beynindeki”
hayallerin tam tersine bir etki yaratmýþ olur.

104 Karl Marks


Kapital III
taya çýkar. Makinelerin, vb. deðeri bu durumda, makineler hýzla bollaþtýðý
ve yeni ve daha üretken makineler tarafýndan bir dereceye kadar deðer
kaybýna uðradýklarý için düþmez, bunlar artýk daha ucuza yeniden üreti-
lebildikleri için deðer kaybetmiþ olurlar. Bu, büyük giriþimlerin, çoðu
kez, bir baþkasýnýn eline geçene kadar, yani bunlarýn ilk sahipleri iflas
ettikten sonra bunlarý ucuza satýn alanlarýn, bu nedenle, daha baþlangýçta
[sayfa 104] daha az bir sermaye ile iþe baþlamalarý ile baþarýya ulaþmalarýnýn
nedenlerinden biridir.
Özellikle tarýmda göze çarpan bir durum, ürünün fiyatýný yüksel-
ten ya da düþüren nedenlerin, tahýl, davar, vb. gibi, geniþ ölçüde bu
üründen oluþan sermayesinin deðerini de yükseltmesi ya da düþürmesidir
(Ricardo*).
––––––––––––
Bir de deðiþen sermayeyi gözden geçirmek gerekiyor. Emek-gücü-
nün deðerinin bunun yeniden-üretimi için gerekli geçim araçlarýnýn deðe-
rinde bir yükselme olduðu için yükselmesi, ya da bunlarýn deðerinde bir
düþme olduðu için düþmesi nedeniyle –ve deðiþen sermayenin deðeri-
nin yükselmesi ya da düþmesi, aslýnda bu iki durumun ifadesinden baþka
bir þey deðildir– iþgünü ayný kalmak kaydýyla, artý-deðerde bir düþme
böyle bir deðer yükselmesine ve artý-deðerde bir artma böyle bir deðer
düþmesine tekabül eder. Ama diðer koþullar da –sermayenin serbest
kalmasý ve baðlanmasý– bu gibi durumlar ile ilgili olabilir, ve biz bunlarý
þimdiye kadar incelemediðimiz için, þimdi kýsaca bunlara deðineceðiz.
Ücretlerin, emek-gücünün deðerinde bir düþme sonucu düþmesi
halinde (bu, emeðin gerçek fiyatýnda bir yükselme ile birlikte bile olabi-
lir), þimdiye deðin ücretlere yatýrýlmýþ bulunan sermayenin bir kýsmý ser-
best kalýr. Deðiþen sermaye serbest kalmýþtýr. Yeni sermaye yatýrýmlarý
sözkonusu ise, bu yalnýzca onun daha yüksek bir artý-deðer oraný ile
iþlemesi etkisine sahiptir. Ayný miktar emeði harekete geçirmek için,
öncekine göre daha az para gerekecek ve bu þekilde, emeðin karþýlýðý
ödenmeyen kýsmý, ödenen kýsmý aleyhine büyüyecektir. Ama, zaten
yatýrýlmýþ bulunan sermaye sözkonusu ise, yalnýz artý-deðer oraný yüksel-
mekle kalmayacak, daha önce ücretlere yatýrýlmýþ bulunan sermayenin
bir kýsmý da serbest kalacaktýr. Bu kýsým þimdiye kadar baðlý idi ve ürü-
nün hasýlatýndan düþülmesi gereken düzenli bir kýsmý oluþturuyordu;
iþin eski hacminde yürütülebilmesi için bu kýsmýn ücretlere yatýrýlmasý,
deðiþen sermaye olarak iþ görmesi gerekiyordu. Þimdi, bu kýsým serbest
kalmýþtýr ve, ister ayný iþin geniþletilmesi için olsun, ister baþka bir üre-
tim alanýnda iþ görmek için olsun, yeni bir yatýrým gibi kullanýlabilir.
Örneðin, diyelim, baþlangýçta 500 iþçinin çalýþtýrýlmasý için hafta-
da 500 sterlin gerektiði halde, þimdi ayný amaç için yalnýz 400 sterlin

* D. Ricardo, On the Principles of Political Economy, and Taxation, Third edition, London
1821, Chapter II. -Ed.

Karl Marks 105


Kapital III
gereksin. Her iki durumda da üretilen deðer miktarý eðer = 1.000 sterlin
ise, birinci durumda haftalýk artý-deðer miktarý = 500 sterlin ve artý-de-
ðer oraný 500/500 = %100’dür. Ama, ücretlerdeki deðiþmeden sonra,
artý-deðer miktarý 1.000 sterlin - 400 sterlin = 600 sterlindir ve artý-deðer
oraný 600/400 = %150’dir. Ve artý-deðer oranýndaki bu yükselme, bu
üretim alanýnda 400 sterlin deðiþen sermaye ve buna tekabül eden bir
deðiþmeyen sermaye ile yeni bir iþe baþlamýþ bulunan bir kimse için
[sayfa 105] sözkonusu olan tek etkidir. Ama bu, zaten faal halde bulunan bir
iþte olduðu zaman, deðiþen sermayedeki deðer düþmesi, yalnýz artý-de-
ðer miktarýný 500 sterlinden 600 sterline, artý-deðer oranýný yüzde 100’den
yüzde 150’ye çýkartmakla kalmaz, emeðin ayrýca sömürülmesi için 100
sterlinlik bir deðiþen sermayeyi de serbest býrakýr. Þu halde, 500 sterlin-
lik ayný deðiþen sermaye ile, ayný miktar emek sömürüldüðü gibi, bir de,
100 sterlinin serbest kalmasý, daha fazla emekçinin sömürülmesine de
olanak saðlamýþtýr.
Þimdi bunun tersi bir durum. Diyelim, çalýþtýrýlan iþçi sayýsý 500,
ürünün baþlangýçtaki bölünme oraný = 400d + 600a = 1.000, dolayýsýyla
artý-deðer oraný = %150 olsun. Bu durumda, iþçiler haftada 4/5 sterlin ya
da 16 þilin alýrlar. Deðiþen sermayede bir deðer yükselmesi nedeniyle,
500 iþçi haftada 500 sterlin alacak olsa, bunlarýn herbiri haftada 1 sterlin
alacak ve 400 sterlin ancak 400 iþçi çalýþtýrabilecektir. Eðer önceki kadar
iþçi çalýþtýrýrsa, demek ki, 500d + 500a = 1.000 olur. Artý-deðer oraný
%150’den 100’e, yani üçte-bir düþer. Yeni bir sermaye sözkonusu ise,
biricik etki iþte bu düþük artý-deðer oranýdýr. Diðer koþullar eþit olmak
üzere, kâr oraný da, ayný oranda olmasa bile buna uygun olarak düþer.
Örneðin, s = 2.000 olsa, bir durumda 2.000s + 400d + 600a = 3.000 olur.
Artý-deðer oraný = %150, kâr oraný = 600/2400 = %25’tir. Ýkinci durumda
2.000s + 500d + 500a = 3.000’dir. Artý-deðer oraný = %100, kâr oraný =
500
/2500 = %20’dir. Ne var ki, zaten yatýrýlmýþ bulunan sermaye halinde,
ikili bir etki görünecektir. 400 sterlinlik bir deðiþen sermaye ile ancak
400 iþçi çalýþtýrýlabilir ve artý-deðer oraný %100 olur. Bu nedenle bunlar
ancak 400 sterlinlik bir toplam artý-deðer üretirler. Ayrýca, 2.000 sterlinlik
bir deðiþmeyen sermaye iþlemesi için 500 iþçi gerektirdiði için, 400 iþçi
ancak 1.600 sterlinlik bir deðiþmeyen sermayeyi harekete geçirebilir.
Üretimin ayný ölçüde devam etmesi ve makinelerin beþte-birinin atýl
kalmamalarý için, daha önceki gibi 500 iþçi çalýþtýrýlmak üzere, deðiþme-
yen sermayeye 100 sterlin eklenmesi gerekir. Ve bu, ancak, þimdiye de-
ðin baþka bir iþte kullanýlabilir durumda olan, sermayenin baðlanmasý
ile olabilir ve böylece, birikimin üretimin geniþletilmesi için ayrýlan kýs-
mý, yalnýzca bir açýðýn kapanmasýna hizmet etmiþ olur ya da gelir olarak
ayrýlan bir kýsým eski sermayeye eklenir. 100 sterlin artmýþ bulunan her
deðiþen sermaye, 100 sterlin daha az bir artý-deðer üretir. Ayný sayýda iþ-
çiyi çalýþtýrmak için daha fazla sermaye gerekmiþtir ve ayný zamanda
da, her iþçinin ürettiði artý-deðer azalmýþtýr.

106 Karl Marks


Kapital III
Deðiþen sermayenin serbest kalmasýndan meydana gelen yarar-
lar ile, baðlanmasýndan ortaya çýkan zararlarýn her ikisi de ancak, zaten
iþlemekte bulunan ve belli koþullar altýnda kendisini yeniden üretmekte
olan sermaye için sözkonusudur. Yeni yatýrýlan sermaye için, bir yandan
yararlar, öte yandan zararlar, artý-deðer oranýnda bir yükselme ya da dü-
þüþ ile ve kâr oranýnda, orantýlý olmasa bile buna tekabül eden bir deðiþ-
me ile sýnýrlýdýr. [sayfa 106]
––––––––––––

Deðiþen sermayenin biraz önce incelenen serbest kalmasý ve bað-


lanmasý, deðiþen sermayenin öðelerinin deðerlerinin, yani emek-gücü-
nün yeniden üretilmesinin maliyetinin deðerinin, düþmesi ya da yüksel-
mesinin bir sonucudur.
Ne var ki, deðiþen sermaye, ücretler ayný kalýrken, emeðin üret-
kenliðindeki geliþme sonucu, ayný miktar deðiþmeyen sermayeyi hare-
kete getirmek için daha az iþçiye gerek olduðu taktirde gene serbest
kalabilirdi. Ayný þekilde, üretkenlikteki bir düþüþ nedeniyle, ayný miktar-
da deðiþmeyen sermaye için daha fazla iþçiye gereksinme olduðu tak-
dirde, bunun tersine, ek deðiþen sermaye baðlanmasý olabilirdi. Öte
yandan, eskiden deðiþen sermaye olarak kullanýlan sermayenin bir kýs-
mýnýn, deðiþmeyen sermaye biçiminde kullanýlmasý ve böylece ayný ser-
mayenin kýsýmlarý arasýnda farklý bir daðýlým olmasý halinde, bunun hem
artý-deðer oraný ve hem de kâr oraný üzerinde bir etkisi olur, ama bu,
burada irdelenmekte olan, sermayenin serbest kalmasý ve baðlanmasý
konusuna girmez.
Deðiþmeyen sermayenin, bizzat kendi kýsýmlarýnýn deðer yüksel-
mesi ya da düþmesi ile de baðlanabileceðini ya da serbest kalabile-
ceðini görmüþ bulunuyoruz. Bundan baþka, o, yalnýzca emeðin üretken
gücündeki artýþ nedeniyle ayný miktarda emeðin daha fazla ürün yarat-
masý ve dolayýsýyla daha büyük bir deðiþmeyen sermayeyi harekete
geçirmesiyle de (deðiþen sermayenin bir kýsmýnýn deðiþmeyen sermay-
eye çevrilmemesi koþuluyla) baðlanabilir. Ayný þey, üretkenlik azaldýðý
takdirde bazý koþullar altýnda ortaya çýkabilir; sözgelimi tarým da bu du-
rumda, ayný miktarý elde etmek için, ayný miktar emek, tohum, gübre,
sulama, vb. gibi daha fazla üretim aracýna gereksinme gösterebilir. Eðer
geliþme ve iyileþmeler, doða güçlerinden yararlanma, vb., daha küçük
deðerde bir deðiþmeyen sermayeye, daha önce daha büyük deðerde
bir deðiþmeyen sermaye tarafýndan görülen ayný hizmetleri teknik ba-
kýmdan yerine getirme olanaðýný saðlarsa, herhangi bir deðer düþmesi
olmaksýzýn, deðiþmeyen sermaye serbest kalabilir.
Ýkinci Ciltte gördüðümüz gibi, metalar paraya çevrildikten ya da
satýldýktan sonra, bu paranýn belli bir kýsmýnýn, o özel üretim alanýnýn
teknik niteliðinin gerektirdiði oranlar içersinde, deðiþmeyen sermayenin
maddi öðelerine tekrar çevrilmesi gerekir. Bu bakýmdan, bütün üretim

Karl Marks 107


Kapital III
kollarý için en önemli öðe –ücretler, yani deðiþen sermaye dýþýnda–
hammadde ile yardýmcý maddelerdir ve bu, örneðin madencilik ve ge-
nel olarak istihraç sanayii gibi, sözcüðün dar anlamýnda hammadde ile
iliþkisi olmayan üretim kollarýnda özel bir önem taþýr. Fiyatýn, makinele-
rin eskime ve aþýnmasýný yerine koyan kýsmý, bu makineler çalýþabilir
durumda olduðu sürece, esas olarak nominal bir biçimde hesaba girer-
ler. Bunlarýn karþýlýðýnýn bugün ya da yarýn veya sermayenin devrinin þu
ya da [sayfa 107] bu aþamasýnda ödenmesinin ya da para olarak yerine
konulmasýnýn büyük bir önemi yoktur. Hammadde için ise durum büs-
bütün farklýdýr. Hammadde fiyatlarýnýn yükselmesi halinde, ücretler dü-
þüldükten sonra metalarýn fiyatýndan, bunun yerine konulmasý olanaksýz
hale gelebilir. Þiddetli fiyat dalgalanmalarý, bu nedenle, yeniden-üretim
sürecinde, kesintilere, büyük kargaþalýklara ve hatta yýkýmlara yolaçabi-
lir. Özellikle, gerçek anlamda tarýmsal ürünler, yani organik doðadan
alýnan hammaddeler –kredi sistemi þimdilik bir yana býrakýldýðýnda– alý-
nan üründeki deðiþiklik, vb., nedeniyle, bu gibi fiyat dalgalanmalarýndan
etkilenir. Egemen olunamayan doða koþullarý, iyi ya da iyi geçmeyen
mevsimler, vb. nedeniyle ayný miktar emek, birbirinden çok farklý miktar-
larda kullaným-deðerleri ile temsil edilebilir ve bu kullaným-deðerlerinin
belli bir miktarý bu yüzden çok farklý fiyatlara sahip olabilir. Eðer x deð-
eri, bir b metaýnýn 100 libresi ile temsil ediliyorsa, b’nin bir libresinin
fiyatý = x : 100 olur; yok eðer, b’nin 1.000 libresi ile temsil ediliyorsa,
b’nin bir libresinin fiyatý = x : 1.000, vb. olur. Demek ki, bu, hammadde
fiyatlarýn- daki bu dalgalanmalarýn öðelerinden birisidir. Bu noktada, sýrf
konuyu eksik býrakmamak için sözü edilen bir ikinci öðe de –rekabet ile
kredi sistemi, hâlâ bizim incelememizin alaný dýþýnda kaldýðýna göre–
þudur: büyümeleri ve üretimleri bazý organik yasalara baðlý bulunan ve
belirli doðal sürelerle sýnýrlý olan bitkisel ve hayvansal maddeler, doðal
koþullar deðiþmemek kaydýyla, yeniden-üretimleri, sanayi bakýmýndan
geliþmiþ bir ülkede hýzla tamamlanabilen makineler, öteki sabit ser-
maye, kömür, maden cevheri, vb. gibi þeyler ayný derecede birdenbire
çoðaltýla-mazlar; bu eþyanýn doðasý gereðidir. Ýþte bu yüzden, deðiþmeyen
serma- yenin, sabit sermayeyi, makineleri, vb. kapsayan kýsmýnýn üreti-
mi ve ar- týþý, organik hammaddeleri içeren kýsmýný önemli ölçüde geri-
de býrakacak, ve böylece, bunlara olan talep, bunlarýn arzýndan daha
büyük bir hýzla büyüyeceði için fiyatlarýný yükseltecektir; bu tamamen
mümkün ve hatta geliþmiþ kapitalist üretim sistemi altýnda kaçýnýlmaz
bir þeydir. Yükselen fiyatlar gerçekte þunlara yol açacaktýr: 1) bu artan
fiyatlar daha yüksek navlun ücretlerini karþýlayacaðý için bu hammadde-
ler daha uzak yerlerden getirilecektir; 2) doðal nedenlerle, ürünlerin
miktarýnda bir sonraki yýla kadar bir artma olmasa da, bunlarýn üreti-
minde bir artýþ ola- caktýr; 3) daha önce kullanýlmayan ve fakat ayný iþi
görebilecek çeþitli maddelerin kullanýmý ve artýklardan daha büyük ölçü-
de yararlanma. Fi-yatlardaki bu yükselme, üretim ve ikmal üzerinde

108 Karl Marks


Kapital III
hissedilir bir etki yapmaya baþladýðý zaman, bu çoðu zaman bir dönüm
noktasýna ulaþýldýðýný ve hammadde fiyatý ile, bu hammaddeden ya-
pýlan bütün metalarýn fiyatlarýnda sürekli yükselme nedeniyle talepte bir
düþme olacaðýný ve bunun da hammadde fiyatýný etkileyeceðini belirtir.
Bunun sermayenin deðer kaybetmesi yoluyla çeþitli þekillerde yolaçtýðý
karýþýklýklardan baþka, birazdan kýsaca deðineceðimiz baþka durumlar
da vardýr.
Ama, buraya kadar anlatýlanlardan þurasý açýktýr ki; kapitalist üre-
tim [sayfa 108] ne kadar fazla geliþmiþ, dolayýsýyla, deðiþmeyen sermayenin,
mahsulleri, vb., içeren kýsmýný birdenbire ve devamlý artýrma araçlarý ne
kadar fazla ve (özellikle bolluk zamanlarýnda) birikim ne denli hýzlý olur-
sa, makineler ile öteki sabit sermayenin nispi aþýrý üretimi o kadar çok
büyük, bitkisel ve hayvansal hammaddelerin nispi düþük üretimi o ka-
dar sýk ve bunlarýn fiyatlarýnda daha önce anlatýlan artýþlar ve bunun
tepkileri o kadar belirgin olur. Ve, yeniden-üretim sürecinde ana öðeler-
den birindeki þiddetli fiyat dalgalanmalarýnýn yolaçtýðý karýþýklýklar o denli
sýk görülür.
Bununla birlikte, bu yükselen fiyatlarýn bir yandan talepte bir düþ-
meye ve öte yandan, bir yerde üretimin geniþlemesine, bir baþka yerde,
uzak ve daha önce pek az baþvurulan ya da hiç baþvurulmayan üretim
bölgelerinden ithalat yapýlmasýna yolaçmasý ile, her iki durumda da –
özel-likle eski yüksek fiyatlardan– hammadde ikmali, talebi aþarsa, bu
yüksek fiyatlarda bir çökme olur ve bu sonuç farklý bir açýdan incelene-
bilir. Hammadde fiyatlarýndaki ani çöküþ bunlarýn yeniden-üretimlerini
frenler ve en uygun üretim koþullarýndan yararlanan ve bu hammadde-
leri ilk üreten ülkelerin bu konudaki tekeli böylece tekrar kurulur; belki
bu, bazý sýnýrlamalarla olur, ama, gene de olur. Gerçi, bu hammaddele-
rin yeniden-üretimi, aldýðý dürtü nedeniyle, özellikle bu üretim üzerinde
az çok bir tekele sahip ülkelerde, geniþlemiþ bir ölçekte devam eder.
Ama, makinelerin, vb., geniþlemesinden sonra üretimin üzerinde de-
vam ettirildiði ve bazý dalgalanmalardan sonra yeni normal temel hiz-
metini görecek olan esas, yeni çýkýþ noktasý, daha önceki devir
döngüsündeki geliþme ile çok geniþlemiþ durumdadýr. Bu arada, pek az
artmýþ bulunan yeniden-üretim, gene, bazý ikinci derecedeki arz kaynak-
larýnda önemli engellerle karþýlaþýr. Örneðin, son otuz yýlda (1865’e ka-
dar) Hin-distan’da pamuk üretiminin, Amerikan üretiminde ne zaman
bir düþme olsa arttýðý ve bundan sonra da, azçok bir süreklilikle tekrar
düþtüðü, ihracat tablolarýna dayanýlarak kolayca gözler önüne serilebilir.
Hammaddelerin pahalýlaþtýðý dönemlerde sanayi kapitalistleri elele ver-
erek üretimi düzenlemek için birlikler kurarlar. 1848’de pamuk fiyatla-
rýnýn yüksel- mesi üzerine, örneðin Manchester’de ve gene Ýrlanda’da
keten üretiminde böyle yapmýþlardýr. Ne var ki, bu yakýn dürtü sona erip
de (asýl üretici ülkelerde, üretimi, bu birliklerin yapmaya çalýþtýklarý gibi
teþvik etmek yerine, bunlarýn ürünlerini o sýrada arz edebilecekleri o

Karl Marks 109


Kapital III
andaki fiyata hiç aldýrýþ etmeksizin) “en ucuz piyasadan satýnalma”
þeklindeki genel rekabet ilkesi yeniden hüküm sürmeye baþlar baþlamaz,
arzýn düzenlenmesi tekrar “fiyatlara” býrakýlýr. Hammadde üretiminin,
yaygýn bir þekilde, kapsamlý ve uzak görüþle denetimi düþüncesi, yerini
bir kez daha, talep ile arzýn birbirlerini karþýlýklý olarak düzenleyecekleri
inancýna býrakýr. Ve þurasýný da kabul etmek gerekir ki, böyle bir dene-
tim, bü- tünüyle, kapitalist üretim yasalarýna aykýrýdýr ve ebediyen din-
darca bir dilek olarak kalýr, ya da büyük tehlike ve karýþýklýk zamanlarýnda
görülen [sayfa 109] istisnai iþbirliði ile sýnýrlýdýr.16 Kapitalistlerin bu konudaki
yanlýþ inançlarý o denli derindir ki, fabrika müfettiþleri bile raporlarýnda
þaþkýnlýk- tan þaþkýnlýða düþmektedirler. Ýyi ve kötü yýllarýn birbirini izle-
mesi de hiç kuþkusuz daha ucuz hammadde saðlamaktadýr. Bu, talebin
yükselmesi üzerindeki dolaysýz etkisi dýþýnda, kâr oraný üzerinde daha
önce sözedilen etkiye ek bir dürtü de meydana getirir. Yukarýda sözü
edilen hammadde üretim sürecinin, yavaþ yavaþ makine, vb. üretimi
tarafýndan aþýlmasý ile, bu süreç daha büyük ölçekte yinelenir. Hammad-
delerde, yalnýz arzu edilen miktar bakýmýndan deðil, Hindistan’dan Ame-
rikan kalitesinde pamuk talep etmek gibi, kalite bakýmýndan da gerçek
bir iyileþme, Avru- pa’nýn, uzun süreli, düzenli artan ve devamlý talebini
gerektirir (Hintli üreticinin, kendi ülkesinde hangi ekonomik koþullar
altýnda emek verdiði bir yana býrakýlýyor). Ne var ki, hammaddelerin
üretim alaný, böylece, sýçramalarla, önce birdenbire geniþlemiþ ve sonra
hýzla daralmýþtýr. Bütün bunlar ve genellikle kapitalist üretimin ruhu,
yeniden-üretimin bellibaþlý öðelerinden birisi olan bu hammaddenin, bir
süre için tamamen ortadan kalkmasý ile de iyice belirgin hale gelmiþ
olan, 1861-65 pamuk kýtlýðý olgusunda çok iyi incelenebilir. Hiç kuþkusuz
fiyat, arzýn bol olduðu zamanda yükselebilir, ne var ki, bu bolluk
koþullarýnýn çok çetrefilli olmasý gerekir. Ya da, fiili bir hammadde kýtlýðý
da olabilir. Pamuk bunalýmý sýrasýnda, aslýnda bu durum egemendi.
Üretim tarihinde, zamanýmýza doðru yaklaþtýkça, özellikle temel
sanayi kollarýnda, organik doðadan elde edilen hammaddelerin deðe-
rinde, sürekli olarak birbirini izleyen nispi bir yükselme ve daha sonra da
bunun sonucu olan bir düþme meydana geldiðini gitgide daha düzenli

16
Yukardaki satýrlar yazýldýðýndan (1865) beri, dünya piyasasýndaki rekabet, baþta Amerika
ve Almanya olmak üzere bütün uygar ülkelerde sanayiin hýzla geliþmesi ile önemli ölçüde yo-
ðunlaþtý. Bugün, üretken güçlerdeki hýzlý ve muazzam geniþleme olgusu, kapitalist meta deðiþme
biçimine egemen olduðu sanýlan yasalarýn denetiminden çýktý ve kapitalistlerin zihinlerinde
bile gitgide daha fazla yer etmeye baþladý. Bu, özellikle iki belirti ile kendisini göstermektedir.
Birincisi, eski himayecilik düþüncesinden þimdi, ihraca uygun mallarýn en iyi þekilde korunmalarý
ilkesi ile ayrýlan, yeni ve genel bir koruyucu gümrük düþkünlüðü ile. Ve ikincisi, bütün üretim
alanlarýnda üretimi ve dolayýsýyla da fiyatlarý ve kârý düzenlemek üzere fabrikatörlerin kurduklarý
tröstler ile. Söylemeye gerek yoktur ki, bu denemeler ancak, ekonomik ortamýn nispeten elveriþli
olmasý halinde uygulanabilir. Ýlk fýrtýnanýn bunlarý altüst etmesi ve, üretimin mutlaka bir
düzenlemeye gereksinmesi olmakla birlikte bu iþ için kapitalist sýnýfýn hiç de uygun olmadýðýný
tanýtlamasý kaçýnýlmazdýr. Bu arada tröstlerin küçük balýklarýn büyük balýklar tarafýndan daha
büyük bir hýzla mideye indirilmesini saðlamaktan baþka bir görevleri olmayacaktýr. -F. E.

110 Karl Marks


Kapital III
bir biçimde görüyoruz. Buraya kadar incelediðimiz þeyler, fabrika mü-
fettiþlerinin raporlarýndan alýnan aþaðýdaki örneklerle açýklanmýþ olacak-
týr.
Tarýmla ilgili diðer gözlemlerden çýkartýlabilecek tarihsel ders, ka-
pitalist sistemin rasyonel bir tarýma karþý iþlediði, ya da rasyonel bir tarý-
mýn (kapitalist sistem, tarýmda teknik geliþmeleri hýzlandýrdýðý halde)
kapitalist sistemle baðdaþmadýðý, ve, ya kendi emeði ile yaþayan küçük
çiftçinin eline, ya da biraraya gelip birleþmiþ üreticilerin denetimine ge-
reksinmesi olduðu yolundadýr. [sayfa 110]
––––––––––––

Ýngiliz Fabrika Raporlarýndan alýnan ve yukarda sözü edilen örne-


kler aþaðýdadýr.
“Ýþlerin durumu daha iyidir; ama, iyi ve kötü zamanlan kapsayan
devreler, makineler arttýkça kýsalýyor ve hammadde talebi arttýkça, bun-
lardan birinden bir diðerine geçiþ sýklaþýyor. ... Bugün, 1857 paniðinden
sonra güven yeniden kurulmakla kalmadý, bu bozgun neredeyse unutu-
lup gitti. Bu iyileþmenin sürüp sürmemesi, geniþ ölçüde hammadde
fiyatlarýna baðlýdýr. Benim gördüðüm belirtilere göre, bazý hallerde, ima-
latýn, yavaþ yavaþ kârlý olmaktan çýkmaya baþladýðý ve bu kârýn büs-
bütün ortadan kalkacaðý en üst noktaya ulaþýlmýþ bulunulmaktadýr. Eðer
örneðin, yünlü kumaþ sanayiinde bol kazançlý 1849-1850 yýllarýný alýrsak,
Ýngiliz taraklý yününün libresinin fiyatýnýn 1 þilin 1 peni, Avustralya yünü-
nün 1 þilin 2 peni ile 1 þilin 5 peni arasýnda olduðunu ve 1845-1850 yýllarý
arasýndaki on yýllýk ortalamada, Ýngiliz yününün ortalama fiyatýnýn hiç bir
zaman 1 þilin 2 peniyi, Avustralya yününün 1 þilin 5 peniyi geçmediðini
görürüz. Ne var ki, felaketli 1857 yýlýnýn baþýnda, Avustralya yününün
fiyatý 1 þilin 11 peni idi, Aralýk ayýnda 1 þilin 6 peniye düþünce, panik te-
pe noktasýna vardý, ama 1858 yýlý boyunca tekrar 1 þilin 9 peniye yüksel-
di ve þimdi de o fiyatta durmaktadýr; buna karþýlýk Ýngiliz yününün fiyatý
1 þilin 8 peni ile baþladý, 1857 Nisan ve Eylülünde 1 þilin 9 peniye yüksel-
di, 1858 Ocaðýnda 1 þilin 2 peniye düþtü ve o zamandan beri 1 þilin 5
peniye yükseldi, bu fiyat sözünü ettiðim on yýllýk ortalamadan librede 3
peni yüksektir. ... Bence bu, þu üç þeyden birisini gösterir: ya, buna ben-
zer fiyatlarýn 1957’de neden olduðu iflaslarýn unutulduðunu; ya, mevcut
iðlerin ancak tüketilebileceði kadar yün yetiþtirildiðini; ya da imal edilen
nesnelerin fiyatlarýnýn sürekli olarak daha yüksek olacaðýný. ... Ve geçmiþ-
teki deneyimlerimde gördüðüm gibi iðler ile dokuma tezgahlarý, inanýl-
mayacak kadar kýsa bir zamanda, hem sayýca artmakta ve hem de hýz-
larý yükselmektedir; Fransa’ya yaptýðýmýz yün ihracý, neredeyse iki katýna
çýkmýþ bulunmaktadýr ve artan nüfus ile, tarýmcýlarýn, “hýzla paraya çe-
virme” dedikleri þey nedeniyle, hem içerde ve hem de dýþarda koyunla-
rýn yaþlarý gitgide küçülmektedir; ve ben, bundan habersiz kimselerin
beceri ve sermayelerini, baþarýsý, tamamýyla, organik yasalara göre arta-

Karl Marks 111


Kapital III
bilen ürünlere baðlý bulunan iþlere yatýrdýklarýný gördükçe çoðu kez
endiþeleniyorum. ... Bütün hammaddelerin arz ve talebindeki ayný du-
rum ... geçmiþ dönemler boyunca pamuk ticaretinde görülen bir çok
dalgalanmalarýn olduðu kadar, 1857 sonbaharýnda Ýngiliz yün piyasasýn-
da berbat sonuçlarla biten durumun da nedeni gibi görünmektedir.”17
(R. Baker in Reports of lnsp. of Fact., Oct. 1858, s. 56-6f.)
Yorkshire, West-Riding yünlü kumaþ sanayiinin en tatlý günleri
1849-50 yýllarýydý. Bu sanayide 1838 yýlýnda 29.246 kiþi çalýþýyordu; bu
[sayfa 111] sayý 1843’te 37.000 kiþi; 1845’te 48.097 kiþi; ve 1850’de 74.891 ki-
þiydi. Ayný bölgedeki mekanik dokuma tezgahý sayýsý 1838’de 2.768,
1841’de 11.458, 1843’te 16.870, 1845’te 19.121 ve 1850’de 29.539 idi.
(Reports of Insp. Fact., 1850, s. 60.) Taranmýþ yün sanayiinin gösterdiði
bu geliþme, daha 1850 Ekiminde bazý kötü belirtiler göstermeye
baþlamýþtý. Müfettiþ yardýmcýsý Baker 1851 Nisan tarihli raporunda, Leeds
ve Bradford ile ilgili olarak þunlarý söylüyor: “Ýþlerin durumu bugün de,
bir süreden beri olduðu gibi tatmin edici olmaktan çok uzaktýr. Bükme
yün ipliði eðiricileri, 1850’nin kârlarýný hýzla kaybetmekte ve birçok hall-
erde fabrikatörlerin durumu da pek iyi deðildir. Þu sýrada, öyle sanýyor-
um ki, bugüne kadar herhangi bir zamanda olduðundan daha fazla yünlü
dokuma makinesi boþ duruyor ve keten ipliði yapýmcýlarý da, iþçilerine
yol vermekte ve tezgahlarýný durdurmaktadýrlar. Gerçekte, tekstil imala-
týnda ticari devirler þimdi son derece belirsizdir ve biz çok geçmeden ...
iðlerin üretme gücü ile hammadde miktarý ve nüfus artýþý arasýnda hiç
bir karþýlaþtýrma yapýlmadýðýnýn doðru olduðunu göreceðiz” (s. 52).
Ayný þey pamuklu sanayii için de doðrudur. Ekim 1858 tarihli
sözü edilen raporda þunlarý okuyoruz: “Fabrikalardaki çalýþma-saatleri
tespit edileli beri, bütün dokuma imalatýndaki tüketim, üretim ve ücret
miktarlarý, üçlü bir kurala indirgenmiþ bulunmaktadýr. Halen Blackburn
belediye baþkaný olan Mr. Baynes’in geçenlerde yaptýðý bir konuþmadan,
aþaðýdaki satýrlarý aktarýyorum; o, bu yöntemle, kendi bölgesindeki pa-
muklu istatistiklerini, en büyük yaklaþýklýða indirgemiþ bulunmaktadýr:
“‘Her gerçek ve mekanik beygir gücü, hazýrlama donanýmý ile
birlikte 450 otomatik iði ya da 200 kesiksiz (throstle) iði, ya da, sarma,
çözgü ve haþýllama ile 40 inçlik kumaþ dokuyan 15 tezgahý çalýþtýracaktýr.
Ýplikçilikte her beygir gücü 2½ iþçiye, dokumacýlýkta 10 kiþiye iþ saðlaya-
cak, ve bunlarýn beherinin haftalýk ortalama ücreti net 10 þilin 6 peni
olacaktýr. ... Eðirilen ve bükülen iplik için ortalama 30-32 numara, atký
için 34-36 numaradýr; haftada ið baþýna 13 ons iplik üretiliyorsa, her
hafta 824.700 libre iplik eðirilecek ve bu, 28.300 sterlin tutarýnda 970.000
libre ya da 2.300 balya pamuða gereksinme gösterecektir. ... Bu bölgede
(Blackburn çevresinde beþ mil yarýçapýnda bir daire içersinde) tüketilen
17
Söylemeye gerek yoktur ki, biz Mr. Baker gibi, 1857 yün bunalýmýný, hammadde ve ürün
fiyatlarý arasýndaki oransýzlýk ile açýklamýyoruz. Bu oransýzlýðýn kendisi de yalnýzca bir belirti idi
ve bunalým genel bir bunalýmdý. -F. E.

112 Karl Marks


Kapital III
toplam pamuk, haftada 1.530.000 libre ya da 3.650 balya olup, deðeri
44.625 sterlindir. ... Bu, Birleþik Krallýktaki tüm pamuk ipliðinin onsekiz-
de-biri ve tüm buharlý tezgahta dokumanýn altýda-biridir.’*
“Böylece görüyoruz ki, Mr. Baynes’in hesaplarýna göre, Birleþik
Krallýktaki pamuk ipliði iðlerinin toplam sayýsý 28.800.000 olup, bunlarýn
her zaman fultaym çalýþtýðý kabul edilirse, yýllýk pamuk tüketiminin
1.432.080.000 libre olmasý gerekir. Ne var ki, pamuk ithali, ihracat düþül-
dükten sonra 1856 ve 1857’de ancak 1.022.576.832 libre olduðuna göre,
arada 409.503.168 librelik bir açýk bulunmasý gerekir. Bu konuyu [sayfa 112]
benimle görüþmek nezaketini gösteren Mr. Baynes, Blackburn bölgesin-
deki kullaným miktarýna dayandýrýlan yýllýk pamuk tüketiminin, yalnýz
yapýlan iþin sayýsý bakýmýndan deðil, makinelerdeki mükemmellik baký-
mýndan da gösterdiði fark nedeniyle çok yüksek tutturulmuþ olabileceði
kanýsýndadýr. Birleþik Krallýktaki, yýllýk toplam pamuk tüketiminin
1.000.000.000 libre olduðunu tahmin etmektedir. Eðer o haklý ise, ortada
22.576.832 librelik bir arz fazlasý var demektir ve Mr. Baynes’ýn kendi
bölgesinde çalýþmaya hazýr olduðunu söylediði, ayný nedenle öteki böl-
gelerde de bulunmasý olasý ilave ið ve tezgahlar dikkate alýnmaksýzýn,
arz ile talebin neredeyse birbirlerini karþýladýklarý izlenimini vermekte-
dir” (s. 59, 60).

III. GENEL GORÜNÜM. 1861-65 PAMUK BUNALIMI


BUNA ÖNGELEN YILLARIN ÖYKÜSÜ. 1845-60

1845. Pamuk sanayiinin altýn çaðý. Pamuk fiyatlarý çok düþük. L.


Horner bu konuda þöyle diyor: “Son sekiz yýldýr, baþta pamuk ipliði ol-
mak üzere, geçen yaz ve sonbahardaki kadar iþlerin canlý olduðu bir
zamaný anýmsamýyorum. Altý ay boyunca her hafta fabrikalara yeni ser-
maye yatýrýmlarý yapýldýðý haberlerini alýyorum; ya yeni fabrikalar ya-
pýlmakta, boþ fabrikalara yeni kiracýlar bulunmakta, eski fabrikalar
geniþletilmekte, daha büyük güçte yeni makineler alýnmakta ya da ma-
kineler yapýlmaktadýr.” (Reports of lnsp. of Fact., Oct.1845, s.13.)
1846. Yakýnmalar baþlýyor. “Epey bir zamandýr, pamuklu fabrika-
larý sahiplerinden, iþlerinin kötü gittiði konusunda çok yaygýn yakýnmalar
iþittim ... son altý hafta içersinde birkaç fabrika, kýsa süreli çalýþmaya,
günde oniki saat yerine genellikle sekiz saat çalýþmaya baþladý; bu hal
gitgide artacak gibi görünüyor. ... Hammadde fiyatýnda büyük bir yüksel-
me oldu ... yapýlan mallarda bir artýþ olmadýðý halde ... fiyatlar, pamuk
fiyatlarý yükselmeye baþlamadan öncekinden daha da düþük. Son dört
yýldýr pamuklu fabrikalarýnýn sayýsýndaki büyük artýþ nedeniyle, bir yan-
dan, hammadde talebinde büyük bir yükselme, öte yandan, piyasadaki
mamul mal arzýnda büyük bir artýþ olmasý gerekir; bu iki neden birara-

* Almanca (s. 117) ve Fransýzca (s. 140) metinlerde: “1/16”. -ç.

Karl Marks 113


Kapital III
da, hammadde arzý ile mamul eþya tüketiminin deðiþmemesi varsayýl-
dýðýnda, kâr aleyhine bir durum yaratmýþ olmalýdýr; ama bu düþme ora-
ný, son zamanlarda pamuk arzýnýn yetersizliði ve, hem iç ve hem de dýþ
piyasalarda mamul mal talebindeki azalma ile hiç kuþkusuz daha da
büyümüþtür.” (Reports of Insp. of Fact., Oct. 1846, s.10.)
Hammadde talebindeki yükselme haliyle, mamul mal ile dolu
bir piyasayla elele gitti. Þurasýný da belirtmek gerekir ki, o sýrada sanayi-
deki geliþme ile, bunu izleyen durgunluk yalnýz pamuk bölgelerine özgü
deðildi. Bradford taraklanmýþ yün bölgesinde, 1836’da yalnýz 318 fabrika
vardý, 1846’da ise 490. Bu sayýlar hiç bir þekilde, üretimdeki gerçek
büyümeyi ifade etmemektedir, çünkü, eldeki fabrikalar da önemli ölçü-
de geniþletildi. Bu, özellikle, keten ipliði eðirme fabrikalarý için doðrudur.
[sayfa 113] “Son on yýlda bunlarýn hepsi de az çok, iþlerdeki bugünkü dur-
gunluðun büyük bir kýsmýnýn nedeni olan, piyasalardaki aþýrý mal yapýl-
masýna katkýda bulunmuþlardýr. Depresyon ... hiç kuþkusuz, fabrika ile
makinelerdeki bu hýzlý artýþýn sonucudur.” (Reports of Insp. of Fact.,
Oct. 1846, s. 30.)
1847. Ekimde, bir para bunalýmý. Iskonto %8. Bundan önce de-
miryolu sahtekarlýðý ile Doðu Hint bonolarý spekülasyonu patlak vermiþti.
Ama:
“Mr. Baker, bu iþkollarýndaki büyük geniþleme nedeniyle, son
birkaç yýldýr, pamuk, yün ve ketene olan artan talep bakýmýndan çok
ilginç ayrýntýlara girmektedir. Ürünün ortalama arzýn çok altýna düþtüðü
bir dönemde, bu hammaddelere olan artan talebi, para piyasasýndaki
kargaþalýðý hiç hesaba katmadan bile, bu iþkollarýndaki þimdiki durumu
açýklamaya hemen hemen yeterli buluyor. Bu düþünce hemen kendi
gözlemlerim ve bu iþle yakýndan ilgili kiþiler ile yaptýðým konuþmalar ile
bütünüyle doðrulanmaktadýr. Bu iþkollarý, ýskontonun yüzde 5 ve daha
az olduðu zamanlarda bile çok kötü durumdaydýlar. Ham ipek arzý ise
tersine çok bol, fiyatlar ýlýmlý ve dolayýsýyla da iþ, para bunalýmýnýn hiç
kuþkusuz, yalnýz imalat iþiyle fiilen uðraþan kimseleri deðil, bundan daha
büyük ölçüde, ipek ipliði eðiricilerinin büyük müþterisi olan, süs eþyasý
imalatçýlarýný da etkisi altýna aldýðý son iki-üç haftaya ... gelene kadar çok
canlý idi. Yayýnlanmýþ resmi belgeler pamuklu iþinin son üç yýlda nere-
deyse yüzde 27 arttýðýný göstermektedir. Bunun sonucu pamuðun libre-
si, yuvarlak hesap 4 peniden 6 peniye çýkmýþ, oysa iplik, artan arz nede-
niyle eski fiyatýnýn ancak biraz üzerine yükselmiþtir. Yünlü sanayii ilerle-
meye 1836 yýlýnda baþlamýþ ve o zamandan beri Yorkshire’da yünlü mal
yapýmý yüzde 40 artmýþ, Scotland ise daha büyük bir artýþ göstermiþtir.
Yün ipliði sanayiinde18 artýþ daha da büyük olmuþtur. Hesaplar, ayný dö-
nemdeki artýþýn, yüzde 74'ün üzerinde olduðu sonucunu vermektedir.
18
Ýngiltere’de, kýsa yünden taraklanmýþ iplik eðiren ve bunu dokuyan (baþlýca merkezi
Leeds’dir) yünlü sanayii ile, uzun yünden, worslediplik yapan ve bunu dokuyan (baþlýca merkezi
Yorkshire’da Bradford’dur) yünlü sanayii arasýnda kesin bir ayrým yapýlýr. -F. E.

114 Karl Marks


Kapital III
Ham yün tüketimi bu nedenle çok fazlaydý. Keten, 1839’dan beri
Ýngiltere’de aþaðý yukarý, yüzde 25, Ýskoçya’da yüzde 22 ve Ýrlanda’da
neredeyse yüzde 90 artmýþtýr;19 bunun sonucu, kötü ürün ile iliþkili ola-
rak, hammadde fiyatýnýn ton baþýna 10 sterlin yükselmesi, iplik fiyatýnýn
ise pakette 6 peni düþmesi olmuþtur.” (Reports of Insp. of Fact., Oct.
184 7, s. 30-31.)
1849. 1848’in son aylarýnda iþler yeniden canlandý. “Keten fiyatla-
rýnýn, gelecekteki koþullar ne olursa olsun akla-yatkýn bir kârý neredeyse
garanti edecek derecede düþük olmasý, fabrikatörleri, iþlerini düzenli
olarak devam ettirmeye teþvik etmiþtir. Yünlü fabrikatörleri, yýlýn ilk ayla-
rýnda bir süre çok fazla iþ yapmýþlardýr. Pamuklu mallarýn konsinye ola-
rak gönderilmesi, çoðu kez gerçek talebin yerine geçmektedir; [sayfa 114]
görünüþteki bolluk dönemlerinin, yani tam istihdamýn daima meþru ta-
lep dönemleri olmamasý beni endiþelendirmektedir. Bazý aylarda, yün
ipliði (worsted) sanayii çok iyi durumda, gerçek bir geliþme içersinde
idi. ... Sözü edilen dönemin baþlangýcýnda yün fiyatý pek düþüktü; iplikçi-
ler düþük fiyatlarla ve haliyle önemli miktarlarda yün almýþlardý. Ýlkyaz
satýþlarý ile yün fiyatý yükselince, iplikçiler avantajlý durumda idiler ve
mamul mallara talep artýp zorunlu hale gelince bu avantajlarýný sürdür-
düler.” (Reports of Insp. of Fact., April 1849, s. 42.)
“Bundan üç-dört yýl önce krallýðýn sanayi bölgelerinde ortaya çý-
kan iþ durumlarýndaki deðiþikliklere bir gözatacak olursak, sanýrým, bu
yerlerde büyük bir huzursuzluk nedeninin varlýðýný kabul etmemiz gere-
kir ... ama, çoðalan makinelerin muazzam üretken gücü, ayný nedene
bir baþka öðe daha katmýþ olamaz mý?” (Reports of Insp. of Fact., April
1849, s. 42, 43.)
Kasým 1848 ile 1849 Mayýs ve yazý ve ta ekim ayýna kadar iþler ge-
liþti. “Bradford ile Halifax’ýn büyük sanayi merkezleri olduðu yün iplik
dokuma sanayii en canlýlarýndan birisiydi; bu sanayi kolu, þimdi ulaþtýðýna
benzer bir geniþlemeye hiç bir zaman ulaþamamýþtýr. ... Spekülasyon ile,
ham pamuk ikmalindeki olasý belirsizlik, her zamankinden daha fazla
heyecana ve bu sanayi kolundaki durumda sýk sýk deðiþikliklere yolaçtý.
Halen ... küçük iplikçilerde endiþeye yolaçan ve bunlardan bazýlarýna ait
iþyerlerine kýsa süreli çalýþmaya zorlayarak zarar etmelerine neden olan,
kaba türden yünlü mallar stokunda bir yýðýlma vardýr.” (Reports of Insp.
of Fact., Oct. 1849, s. 64-65.).
1850. Nisan. Ýþler canlý gitmekte. Ýstisna: “Pamuk sanayiinde ...
özellikle düþük numara pamuk ipliði eðirme ile uðraþan iþkollarý ile aðýr
ketenli mallar sanayiinde hammadde ikmalinde görülen kýtlýða baðlana-
bilecek olan büyük bir depresyon. Yakýnlarda, yün ipliði sanayii için ya-
pýlan çok sayýda makinenin, benzer bir tepkiye yol açmasýndan
korkuluyor. Mr. Baker, yalnýz 1849 yýlýnda, yün ipliði tezgahlarýnýn ürü-
19
Ýrlanda’da, makine ile keten ipliði yapýmýndaki bu hýzlý büyüme, Almanya’da (Silezya,
Lusatya ve Vestefalya’da) elle yapýlan keten ipliði ihracatýna bir ölüm darbesi olmuþtur. -F. E.

Karl Marks 115


Kapital III
nünde yüzde 40, iðlerde yüzde 25 ya da 30’luk bir artýþ olduðunu, ve
bunlarýn hâlâ ayný oranda artmakta olduðunu hesaplamýþtýr.” (Reports
of Insp. of Fact, April 1850, s.54)
1850. Ekim. “Ham pamuk fiyatlarýnda yükselme ... ve baþta, ham-
maddenin, üretim maliyetinin büyük bir kýsmýný teþkil ettiði mallarý imal
eden sanayi kollarýnda önemli depresyona yolaçmaya devam ediyor.
Ham ipek fiyatlarýndaki büyük artýþ da, ayný þekilde, bu sanayiin bir çok
kollarýnda depresyona yolaçmýþtýr.” (Reports of Insp. of Fact., Oct. 1850,
s. 14.)
Ve ayný raporun 31 ve 33. sayfalarýndan öðrendiðimize göre, Ýr-
landa’da Keten Yetiþtirilmesinin Teþviki ve Geliþtirilmesi Konusunda Kral-
lýk Derneði Komitesi, yüksek keten fiyatlarý ile birlikte, öteki tarým ürün-
lerinin fiyatlarýndaki düþüklüðün, gelecek yýlki keten üretiminde önemli
bir artýþa yolaçacaðýný tahmin etmektedir. [sayfa 115]
1853. Nisan. Büyük refah; L. Horner raporunda þöyle diyor: “Son
onyedi yýldýr, görevim gereði yakýndan tanýdýðým Lancashire sanayi böl-
gesinde böyle bir genel refah dönemi olduðunu anýmsamýyorum; bütün
kollarda canlýlýk olaðanüstü.” (Reports of lnsp. of Fact., April 1853, s. 19.)
1853. Ekim. Pamuklu sanayiinde depresyon. “Aþýrý üretim.” (Re-
ports of lnsp. of Fact., Oct.1853, s.15.)
1854. Nisan. “Yünlü sanayii, canlý olmamakla birlikte, kumaþ do-
kuyan bütün fabrikalara tam iþ saðlamýþ olup, ayný þey pamuklu fabrika-
larý için de geçerlidir. Yün ipliði sanayii, geçen altý ay boyunca belirsiz ve
kararsýz bir durumda idi. ... Kýrým savaþý yüzünden Rusya’dan hammad-
de ikmalinin azalmasý nedeniyle, keten ve kenevir sanayiinde ciddi bir
gerileme beklenmekte.” (Reports of lnsp. of Fact., April 1854, s. 37.)
1859. “Ýskoç keten dokuma bölgelerinde iþler hâlâ bozuk gidiyor
–hammadde hem kýt, hem de fiyatlar yüksek; baþlýca ikmalimizin geld-
iði Baltýk bölgesinde geçen yýlki ürünün düþük kalitede oluþu, bu bölge-
deki iþler üzerinde zararlý bir etki gösterecek; bununla birlikte, birçok
kaba dokumalarda yavaþ yavaþ ketenin yerini alan hintkeneviri, ne fiyat
olarak olaðanüstü ne de miktar olarak kýt ... Dundee’deki makinelerin
aþaðý yukarý yarýsý þimdi hintkeneviri eðirmekte kullanýlýyor.” (Reports of
lnsp. of Fact., April 1859, s. 19.)– “Hammadde fiyatlarýndaki yükseklik
yüzünden, keten iplikçiliði hâlâ kârlý olmaktan uzaktýr, ve öteki fabrika-
lar tam zaman çalýþtýðý halde, keten makinelerinin durmasý konusunda
burada birkaç örnek vardýr. Hintkeneviri eðirilmesi ... þimdi çok ýlýmlý bir
noktaya düþen hammadde fiyatlarýndaki son düþüþ nedeniyle epeyce
tatmin edici durumdadýr.” (Reports of lnsp. of Fact., Oct. 1859, s. 20.)

1861-64. AMERÝKAN ÝÇ SAVAÞI. PAMUK KITLIÐI.


HAMMADDE KITLIÐI VE PAHALILIÐI YÜZÜNDEN
ÜRETÝM SÜRECÝNDE KESÝNTÝNÝN EN BÜYÜK ÖRNEÐÝ

116 Karl Marks


Kapital III
1860. Nisan. “Ýþlerin durumu ile ilgili olarak, hammadde fiyatla-
rýndaki yüksekliðe karþýn, ipekli dýþýnda bütün dokuma sanayiinde, son
altý ay boyunca epeyce bir canlýlýk olduðunu size bildirdiðim için mut-
luyum. ... Bazý pamuklu bölgelerinde iþçi arama ilanlarý vardý ve bunlar
ya Norfolk’dan ya da öteki kýrsal bölgelerden göç ettiler. ... Bütün iþkol-
larýnda, büyük bir hammadde kýtlýðý olduðu görülüyor. Bizi sýnýrlý olmaya
zorlayan da ... iþte yalnýz bu yokluktur. Pamuklu sanayiinde, yeni fabrika-
larýn yükselmesi, yeni geniþleme sistemleri, iþçi talebi, bana kalýrsa hiç
bir zaman bu kadar büyük olmamýþtýr. Her yerde hammadde bulmak
için yeni hareketler var.” (Reports of lnsp. of Fact., April 1860, s. 57.)
1860. Ekim. “Pamuk, yün ve keten bölgelerinde iþlerin durumu
iyi idi; Ýrlanda’da ise, bir yýldan fazla bir süredir ‘çok iyi’ olduðu bildirilmiþti;
hammadde fiyatlarý yüksek olmasa bunun daha da iyi olacaðý belirtili-
yordu. Keten eðiricileri, kendi gereksinmelerini karþýlamaya yetebilecek
keten arzý için, Hindistan’ýn demiryollarý ile baðlanmasýný ve tarýmýnýn
[sayfa 116] geliþmesini her zamankinden daha büyük bir merakla bekler
görünüyorlar.” (Reports of lnsp. of Fact., Oct. 1860, s. 37.)
1861. Nisan. “Ýþlerin durumu þu anda kötüdür. ... Birkaç pamuklu
fabrikasý kýsa süreli ve epeyce ipekli fabrikasý ancak kýsmen çalýþýyor.
Hammadde fiyatlarý yüksek. Dokuma sanayiinin hemen bütün kollarýn-
da bu fiyat, tüketici kitlesi için imalat yapýlabilecek düzeyin üzerinde.”
(Reports of Insp. of Fact., April1861, s. 33.)
1860’ta, pamuklu sanayiinde aþýrý-üretim olduðu anlaþýlýyor. Bu-
nun etkisi, kendisini, gelecek birkaç yýl boyunca hissettirmiþtir. “1860'ýn
aþýrý-üretimini dünya piyasalarýnýn emmesi iki-üç yýl sürüyor.” (Reports
of lnsp. of Fact., December 1863, s. 127.) “1860 yýlý baþlarýnda Doðudaki
pamuklu mal piyasalarýndaki durgunluk, genellikle 30.000 mekanik tez-
gâhýn tamamýnýn Doðuda tüketilen kumaþ üretiminde çalýþtýðý Black-
burn pamuklu sanayii üzerinde buna paralel bir etki yarattý. Bunun
sonucu, pamuklu blokajýnýn etkilerinin hissedilmesinden aylarca önce
yalnýzca sýnýrlý bir emek talebi vardý. ... Çok þükür ki, bu, birçok iplikçi ile
imalatçýyý mahvolmaktan kurtardý. Stoklarýn deðeri, depoda tutulduklarý
sürece yükseldi ve bunun sonucu mallarýn deðerinde, böyle bir buna-
lýmda pekala görülebilecek tehlikeli deðer düþmeleri görülmedi.” (Re-
ports of lnsp. of Fact., Oct. 1862, s. 29, 31.)
1861. Ekim. “Ýþler bir süredir çok kötü durumda.. ... Büyük bir ola-
sýlýkla kýþ aylarýnda çoðu iþletmeler, ancak çok kýsa süreli çalýþabilecekler-
dir. Ne var ki, bu beklenmeliydi. ... Amerika’dan yapýlan her zamanki pa-
muk ikmalimiz ile ihracatýmýzý kesintiye uðratan nedenler bir yana, son
üç yýlda görülen büyük üretim artýþý ile, Hint ve Çin piyasalarýndaki kararsýz
durum sonucu, bunu izleyen kýþ boyunca kýsa süreli çalýþmaya devam
edilmesi gerekirdi.” (Reports of lnsp. of Fact., Oct.1861, s.19.)

Pamuk Artýðý Doðu Hint Pamuðu (Surat) Ýþçi Ücretleri Üzerindeki

Karl Marks 117


Kapital III
Etki. Makinelerde Ýyileþmeler. Pamuða Niþasta ve Madeni
Maddelerin Katýlmasý. Niþasta Haþýlýnýn Ýþçiler Üzerindeki Etkisi.
Ýnce Ýplik Ýmalatçýlarý. Fabrikatörlerin Hilekarlýðý.

“Bir fabrikatör bana þöyle yazýyor ‘Ýð baþýna tüketim tahminine


gelince bir olguyu yeterince hesaba kattýðýnýzdan kuþkuluyum; pamuk
fiyatý yükseldiðinde her sýradan iplik eðiren (diyelim 40 numaraya ka-
dar) (aslýnda 12 ile 32 numaralar) iplikçi, numarayý elden geldiðince
yükseltir, yani 12 numara eðirirken 16 numara, 16 numara eðirirken 22
numara eðirir, ve bu böyle devam eder; ve bu ince ipliði kullanan fabri-
katör, bir o kadar haþýl katmak suretiyle dokuduðu kumaþa her zamanki
aðýrlýðý verir. Halen kumaþ sanayii bu çareye ayýplanacak ölçüde
baþvurmaktadýr. Ýnanýlýr bir kimseden öðrendiðime göre, 8 libre gelen,
bildiðimiz ihraç malý gömleklik kumaþta 5¼ libre pamuk, 2¾ libre haþýl
bulunmaktadýr. ... Baþka cins kumaþlarda, bazan yüzde-elliye kadar haþýl
eklenmektedir; böylece bir fabrikatör, bir pound kumaþý sýrf yapýldýðý
iplik [sayfa 117] için ödediði paradan daha ucuza satmakla pekala övünebi-
lir.’” (Reports of Insp. of Fact., April1864, s. 27.).
“Bana bildirildiðine göre, dokumacýlar sýk sýk hastalanmalarýný,
Surat pamuðunun arýþlarýný düzeltmede kullanýlan ve eskisi gibi ayný
maddeden, yani undan yapýlmayan haþýla baðlarlar. Ne var ki, un yerine
kullanýlan bu maddenin, dokunan kumaþýn aðýrlýðýný büyük miktarda
artýrmak gibi çok önemli bir yarar saðladýðý, 15 librelik bir hammadde-
nin kumaþ haline getirildiði zaman 20 libre çektiði söylenmektedir.” (Re-
ports of lnsp. of Fact., Oct. 1863. Un yerine kullanýlan bu madde, Çin
balçýðý denilen öðütülmüþ talk ya da, Fransýz tebeþiri denilen alçý taþý
idi) “Dokumacýlarýn (iþçiler anlamýnda) kazançlarý, un yerine haþýl kul-
lanmakla, çok azalmýþtýr. Ýpliði aðýrlaþtýran bu haþýl onu sert ve kýrýlabilir
hale getirir. Arýþýn her ipliði tezgahta, arýþý yerli yerinde tutacak kadar
saðlam ipliklerden yapýlan ve tezgahýn ‘baþý’ denilen bir kýsýmdan geçer
ve arýþlarýn sert olmasý bu baþlýktaki ipliklerin sýk sýk kopmalarýna yo-
laçar; ve, her kopuþlarýnda bu iplikleri baðlamanýn dokumacýnýn beþ
dakikasýný aldýðý söylenmektedir; ve dokumacý bu kopuk parçalan, eski-
sine göre on defa daha fazla baðlamak zorunda kaldýðý için, tezgahýn
üretken gücü, iþ-saati olarak düþmüþ olur.” (lbid., s. 42-43.)
“Ashton, Stalybridge, Mossley, Oldham, vb.’de çalýþma zamanýn-
dan yapýlan kýsaltma tam üçte-bir idi ve bu saatler her hafta azalmakta-
dýr. ... Zamandaki bu kýsalma ile birlikte, birçok dallarda ücretler de
düþmektedir.” (Reports of lnsp. of Fact., Oct. 1861, s. 12-13.) 1861 baþla-
rýnda, Lancashire’ýn bazý kýsýmlarýnda, mekanik dokumacýlar arasýnda
bir grev olmuþtu. Birkaç fabrika sahibi, ücretlerde yüzde 5 ile 7,5 arasýn-
da bir indirim yapýlacaðýný ilan etmiþlerdi. Ýþçiler, iþ-saatleri kýsaldýðý hal-
de ücret ölçeðinin ayný kalmasýnda ýsrar ediyorlardý. Bu istek kabul
edilmedi ve grev ilan edildi. Bir ay sonra iþçiler boyun eðmek zorunda

118 Karl Marks


Kapital III
kaldýlar. Ama þimdi iki amaca birden ulaþýlmýþtý. “Ýþçilerin en sonunda
razý olduklarý ücret indirimlerine ilaveten, birçok fabrika þimdi kýsa süre-
li çalýþmaktadýr.” (Reports of lnsp. of Fact., April1861, s. 23.)
1862. Nisan. “Son rapor tarihinden beri iþçilerin ýstýrabý büyük
ölçüde arttý; ama, sanayi tarihinin hiç bir döneminde, bu kadar ani ve
þiddetli bir ýstýraba, bu denli sessiz bir boyun eðiþ ve sabýrlý bir vakarla
katlanýldýðý görülmemiþtir.” (Reports of lnsp. of Fact., April1862, s. 10.)
“Bu tarihte tamamen iþsiz bulunan iþçilerin nispi sayýsý, 1848’de fabri-
katörler arasýnda, pamuk sanayiinin durumu hakkýnda þimdi her hafta
yayýnlanmakta olana benzer istatistikler toplanmasýna karar verdirecek
derecede heyecan yaratýr bir paniðin egemen olduðu zamandan çok
daha büyük deðildir. ... 1848 Mayýsýnda Manchester’de iþsiz pamuk iþçisi
oraný, genellikle çalýþan iþçi sayýsýna göre %15 idi, kýsa süreli çalýþanlar
%12, tam zaman çalýþanlar %70 idi. Bu yýlýn 28 Mayýsýnda genellikle
çalýþan iþçi sayýsýna göre yüzde 15’i iþsiz idi, yüzde 35’i kýsa süreli çalý-
þýyordu, yüzde 49’u tam zaman çalýþýyordu. ... Diðer bazý yerlerde, örne-
ðin Stockport’da, kýsa süreli iþsiz ortalamasý daha yüksek, oysa tam za-
manlý çalýþanlar daha azdýr”, çünkü burada Manchester’e göre daha
kaba iplik [sayfa 118] eðirilmektedir (s.16).
1862. Ekim. “Son Parlamento istatistiklerine göre, 1861’de Birleþik
Krallýkta 2.887 pamuklu fabrikasý vardý ve bunlarýn 2.109’u benim böl-
gemde (Lancashire ve Cheshire) idi. Bölgemdeki bu 2.109 fabrikadan
çok büyük bir kýsmýnýn, ancak birkaç kiþi çalýþtýran küçük kuruluþlar
olduðunu biliyordum ama, bu oranýn ne kadar büyük olduðunu öðren-
ince þaþýrdým. Bunlardan 392’sinde ya da yüzde 19’unda buhar makine-
si ya da su çarký 10 beygir gücünün altýnda, 345’inde ya da yüzde 16’sýnda
10 beygir gücünün üzerinde ve 20 beygir gücünün altýnda, ve 1.372’sin-
de 20 beygir gücü ve daha fazladýr. ... Bu küçük fabrikatörlerin çok bü-
yük bir kýsmý –toplam sayýnýn üçte-birden fazlasý– daha, yakýn zamana
kadar kendileri de iþçi idiler; bunlarýn elinde sermaye yoktu. ... Bu du-
rumda asýl yük, geriye kalan üçte-ikinin sýrtýna yükleniyordu.” (Reports
of Insp. of Fact., Oct. 1862, s. 18, 19.)
Gene ayný rapora göre, Lancashire ve Cheshire’deki pamuklu
iþçilerinin 40'ý, 146’sý ya da %13'ü tam zamanlý, 134'ü, 767’si ya da %38’i
kýsa zamanlý çalýþýyordu; ve179’u, 721’i ya da %50,7’si iþsizdi. Esas olarak
ince iplik eðiren ve pamuk kýtlýðýndan nispeten az etkilenen Manchester
ve Bolton’dan gelen sayýlar bundan düþülürse, durum daha da kötü
görünür; yani tam çalýþanlar %8,5 kýsa zamanlý çalýþanlar %38 ve iþsizler
%53,5. (s. 19 ve 20.)
“Ýyi ya da kötü pamuk iþlenmesi, iþçi için maddi bir fark yaratýr.
Fabrika sahiplerinin, bulabildikleri bütün uygun fiyatlý pamuklarý kullan-
mak suretiyle fabrikalarýný iþler halde tutmaya çabaladýklarý yýlýn ilk ayla-
rýnda, her zaman iyi pamuk kullanýlan fabrikalara epeyce kötü pamuk
getirildi ve iþçiler için ücret farklarý o kadar büyük idi ki, eski fiyatlar ile

Karl Marks 119


Kapital III
ortalama günlük bir ücret elde edemedikleri için birçok grevler patlak
verdi. ... Bazý hallerde, tam zamanlý olarak çalýþtýklarý halde, ücretlerinde
kötü pamuk iþlemekle ortaya çýkan fark yarý yarýya idi.” (s. 27).
1863. Nisan. “Bu yýl boyunca, ülkedeki pamuk iþçilerinin yansýn-
dan fazlasý için tam zamanlý çalýþma olanaðý bulunamayacak.” (Reports
of Insp. of Fact.,April I863, s.14.)
“Fabrikatörlerin þimdi kullanmak zorunda kaldýklarý Surat pamuðu-
na karþý öne sürülen çok ciddi bir itiraz, yapým sýrasýnda makinelerin
hýzýnýn büyük ölçüde azaltýlmasý zorunluluðudur. Ayný makinelerden daha
fazla iþ elde edebilmek için, son yýllarda, makinelerin hýzýný artýrmak için
büyük çaba gösterilmiþti; bu nedenle, hýzýn azaltýlmasý, iþçileri olduðu
kadar fabrikatörleri de etkileyen bir sorun halini almýþtýr; çünkü, çoðun-
lukla iþçiler, yaptýklarý iþe göre ücret almaktadýrlar; örneðin, iplikçiler
eðirdikleri ipliðin libresi baþýna, dokumacýlar, dokuduklarý parça sayýsýna
göre ücret alýrlar; ve haftalýk ücret ödenen diðer sýnýf iþçiler için bile, üre-
tilen daha az miktarda mal gözönünde bulundurularak bir ücret indirimi
sözkonusu olabilir. Pamuk iþçilerinin bu yýl içersindeki kazançlarý konu-
sunda yaptýðým soruþturmalar ve bana verilen bilgilere göre, [sayfa 119] eski
kazançlarýndan ortalama yüzde 20 bir azalma olduðunu ve bazý hallerde
de bu azalmanýn 1861’de ayný ücret oranlarýna göre, yüzde 50’yi buldu-
ðunu gördüm” (s. 13). “... Kazanýlan miktar ... iþlenen malzemenin nite-
liðine baðlýdýr. Ýþçilerin kazançlarýnýn miktarlarý bakýmýndan, durumlarý
þimdi (Ekim 1863) geçen yýl bu zamana göre çok daha iyidir. Makineler
geliþmiþ durumda, malzeme daha iyi tanýnmakta ve iþçiler, baþlangýçta
mücadele etmek zorunda kaldýklarý güçlüklerin üstesinden daha kolay
gelmektedirler. Geçen ilkyazda Preston’daki bir dikiþ okulunda (iþsizler
için bir yardým kurumu) bulunduðum sýrada, iki genç kadýnýn, fabrika
sahibinin kendilerine haftada 4 þilin kazanabileceklerini teklif etmesi
üzerine bir gün önce bir dokuma fabrikasýna çalýþmak üzere gönderil-
diklerini ve geri dönerek haftada 1 þilin bile kazanamadýklarýndan yaký-
narak tekrar okula alýnmalarýný istediklerini anýmsýyorum. Bana bildiril-
diðine göre, otomatik tezgahta çalýþan ... ve iki otomatik tezgaha bakan
iþçiler, iki haftalýk tam çalýþma sonunda 8 þilin 11 peni kazanmakta ve
bundan ev kirasý düþülmekte, ama fabrikatör, kiranýn yarýsýný hediye
olarak geri vermektedir. (Ne alicenaplýk!) Bu iþçilerin eline, 6 þilin 11 pe-
ni geçmektedir. 1862 yýlýnýn son aylarýnda birçok yerlerde, otomatik tez-
gah iþçileri haftada 5 ile 9 þilin arasýnda, dokumacýlar 2 þilin ile 6 þilin
arasýnda kazanýyorlardý. ... Bugün, birçok bölgelerdeki kazançlarda hâlâ
büyük azalmalar olmakla birlikte, iþlerin durumu çok daha saðlýklýdýr.
Surat pamuðunun liflerinin daha kýsa ve pis olmasýnýn dýþýnda, kazançla-
rýn azalmasýna yolaçan baþka nedenler de vardýr; örneðin, þimdi ‘artýkla-
rý’ Surat ile karýþtýrmak yaygýnlaþmýþ ve dolayýsýyla, hem iplikçilerin ve
hem de dokuyucularýn karþýlaþtýklarý güçlükler artmýþtýr. Ýplikler, lifleri
kýsa olduðu için tezgahtan çekilirken ve iplik bükülürken daha kolay

120 Karl Marks


Kapital III
kýrýlmakta ve tezgah düzenli ve sürekli çalýþtýrýlamamaktadýr. ... Bu du-
rumda, dokuma sýrasýnda iplikler büyük bir dikkati gerektirdikleri için,
çoðu dokumacýlar ancak bir tezgaha bakabilmekte ve pek az dokumacý
ikiden fazla tezgahý idare edebilmektedir. Ýþçilerin ücretlerinde, yüzde 5,
7½ ve 10’luk doðrudan bir indirim yapýlmýþ bulunmaktadýr. ... Çoðu du-
rumda, iþçinin, malzemesini en iyi þekilde kullanmasý ve olaðan tarifeye
göre alabileceði en iyi ücreti kazanmasý gerekmektedir. ... Dokumacýla-
rýn karþýlaþtýklarý bir baþka güçlük de, kendilerinden, düþük kaliteli mal-
zemeden çok iyi kumaþlar yapmalarýnýn beklenmesi, iþlerindeki kusurlar
için para cezasýna çarptýrýlmalarýdýr. “ (Reports of Insp. of Fact., Oct.
1863, s. 41-43.)
Ýþlerin tam zamanlý olduðu yerlerde bile ücretler çok düþüktü.
Pamuklu iþçileri, yöneticilerin koruyuculuðuna sýðýnmak için (bu, aslýn-
da fabrika sahiplerinin yardýmýna sýðýnmak demekti, bkz: Birinci Cilt, s.
598/589) laðýmcýlýk, yol yapýmý, taþ kýrma, kaldýrýmcýlýk gibi her türlü
belediye iþlerinde seve seve çalýþýyorlardý. Bütün burjuvazi, iþçileri göz
[sayfa 120] hapsine almýþtý. En berbat ücretler bile teklif edilip de iþçi bunu
kabul etmeyince, Yardým Komitesi, adýný hemen yardým listesinden sili-
yordu. Bir bakýma bu, fabrika sahipleri için altýn çaðdý, çünkü iþçiler ya
açlýktan ölecek ya da burjuvazi için en kârlý gelen bir fiyat karþýlýðýnda
çalýþacaktý. Yardým Komiteleri, bekçi köpekliði ödevini yapýyorlardý. Ayný
zamanda fabrikatörler, hem iþçilerin et ve kanýna yatýrdýklarý sermayeyi
hazýr durumda tutabilmek, hem de iþçilerden sýzdýrýlan ev kiralarýný gü-
vence altýna almak amacýyla, elden geldiðince dýþ göçü engellemek için
hükümetle gizli anlaþma halindeydiler.
“Yardým Komiteleri bu nokta üzerinde büyük bir titizlik gösteri-
yordu. Ýþ teklifi yapýldýðýnda, teklif yapýlan iþçinin adý derhal listeden
siliniyor, böylece de iþçi teklifi kabul etmeye zorlanmýþ oluyordu. Ýþi
kabul etmedikleri zamanlar ... bunun nedeni, kazançlarýnýn yalnýzca söz-
den ibaret ve iþin son derece aðýr olmasýydý.” (Reports of Insp. of Fact.,
Oct. 1863, s. 97. )
Ýþçiler, Public Works Act (Kanun Ýþleri Yasasý) ile kendilerine veri-
len her iþi yapmaya hazýrdýlar. “Sanayideki çalýþma yaþamýný düzenley-
en ilkeler, her kentte epeyce deðiþiklik gösteriyordu ama, açýk havada
yapýlan iþin mutlaka deneme niteliðinde olmadýðý yerlerde bile ödenen
ücret ya tam yardým tutarý kadar oluyor ya da buna pek yakýn bulu-
nuyordu ve böylece aslýnda bir iþ denemesi halini alýyordu” (s. 69).
“1863 Public Works Act’i, bu uygunsuzluða bir çare bulmak ve iþçilere
günlük ücretini baðýmsýz bir iþçi olarak kazanma olanaðýný saðlamak
için çýkartýlmýþtý. Bu yasanýn amacý üç yönlü idi: önce, mahalli idarelerin
(Merkez Yardým Komitesi Baþkanýnýn rýzasý ile) Hazine Ýkraz Komiserle-
rinden borç para almalarýný saðlamak; ikincisi, pamuk bölgelerindeki
kentlerin geliþmelerini kolaylaþtýrmak; üçüncüsü, iþsiz iþçilere, iþ ve ye-
terli ücret saðlamak.” Bu yasa ile 1863 yýlý ekim ayý sonuna kadar verilen

Karl Marks 121


Kapital III
borç para 883.700 sterline ulaþmýþtý (s. 70). Yapýlan bellibaþlý iþler kanali-
zasyon, yol yapýmý, sokaklarýn kaldýrýmlanmasý, su depolarý, vb. idi.
Blackbum’daki komitenin baþkaný Mr. Henderson, bu konu ile
ilgili olarak fabrika müfettiþ Redgrave’e þöyle yazýyordu: “Ýçinde bulun-
duðumuz ýstýraplý ve sýkýntýlý dönemde hiç bir þey, beni, bu bölgenin
açýkta bulunan iþçilerinin, Blackbum il yönetiminin, Public Works Act
gereðince kendilerine teklif ettikleri iþleri kabul etmekte gösterdikleri
sevinç kadar etkilememiþ ya da bana bu hazzý vermemiþtir. Bir fabrika-
da vasýflý bir iþçi olarak çalýþmakta olan bir pamuk iplikçisi ile, 14-18
ayak derinlikte bir laðýmcý olarak çalýþan bir iþçi arasýndaki derin zýtlýk
zor tasavvur edilebilir.” (Ailesinin büyüklüðüne göre bu iþçi haftada 4-12
þilin kazanýyordu ve bu muazzam para bazan sekiz nüfuslu bir ailenin
geçimini saðlayacaktý. Kent halký bu durumdan çifte yarar saðlamýþ olu-
yordu. Önce, kir pas içersindeki bakýmsýz kentlerini onarmak için görül-
memiþ düþük bir faizle para saðlamýþ oluyorlardý. Sonra, iþçilere norma-
lin çok altýnda ücret ödüyorlardý.) “Ancak tropiklerde görülebilecek bir
sýcaklýk [sayfa 121] altýnda, adale gücünün çok ötesinde bir kývraklýk ve
incelik isteyen bir iþte çalýþmaya ve þimdi eline geçebilecek olanýn iki ya
da bazan üç katý fazla bir ücrete alýþmýþ bir kimse için böyle bir iþi derhal
kabul etmek büyük bir fedakarlýktýr ve her türlü övgüye layýktýr. Black-
burn’da insanlar, neredeyse her türlü açýk hava iþinde denenmiþtir; aðýr
ve balçýklý bir topraðý epeyce bir derinlikten yukarýya çýkarmada, laðým-
cýlýkta, taþ ocaðýnda, yol yapýmýnda ve 14, 16 ve bazan 20 ayak derin-
liðindeki sokak laðýmlarýnýn kazýlmasýnda çalýþmýþlardýr. Bu þekilde çalýþýr-
ken çoðu kez 10-12 inç derinliðinde bir çamur ve su içersinde dururlar
ve daima belki de eþine Ýngiltere’nin baþka bir bölgesinde raslanmayan,
insanýn iliklerine iþleyen soðuk bir rutubetle yüzyüzedirler” (s. 91-92).
“Ýþçilerin tutumlarý ve açýk havada yapýlan iþleri kabul etme ve en iyi þe-
kilde yapma konusundaki yatkýnlýklarý, hiç bir suçlamaya yer vermeye-
cek þekildedir” (s. 69).
1864. Nisan. “Zaman zaman çeþitli bölgelerde, iþçi kýtlýðý konusun-
da þikayetler yapýlmakta ama bu eksiklik, örneðin dokumacýlýk gibi belli
kollarda özellikle duyulmaktadýr. ... Bu yakýnmalarýn kaynaðý, bu belli
kollarda görülen gerçek iþçi kýtlýðý olduðu kadar, kullanýlan ipliðin düþük
kalitesi nedeniyle iþçilerin elde edebildikleri ücretlerin azlýðýndadýr. Bazý
fabrika sahipleri ile bunlarýn iþçileri arasýnda ücretler konusunda, geçen
ay sayýsýz anlaþmazlýklar olmuþtur. Grevlere, üzüntüyle söylemek iste-
rim, sýk sýk baþvurulmakta... Public Works Act’in etkisi, fabrika sahiple-
rince bir rekabet þeklinde duyulmaktadýr. Bacup’daki yerel komite faali-
yetini durdurmuþtur, çünkü, bütün fabrikalar çalýþmadýklarý halde gene
de iþçi kýtlýðý duyulmakta idi.” (Reports of Insp. of Fact., April1864, s. 9,
10.) Gerçekten de bu, fabrikatörler için bulunmaz bir dönemdi. Public
Works Act nedeniyle iþçi talebi öylesine artmýþtý ki, birçok fabrika iþçileri
Bacup taþ ocaklarýnda günlüðü 4- 5 þiline çalýþýyorlardý. Ve böylece, kamu

122 Karl Marks


Kapital III
iþleri yavaþ yavaþ kaldýrýldý – bu, 1848 Ateliers nationaux’larýnýn yeni bir
baskýsý idi, ama bu sefer, burjuvazinin çýkarlarý için kurulmuþtu.

C o r p o r e V i l i* Deneyleri

“Birkaç fabrikada (tam zamanlý çalýþan) iþçilerin fiili kazançlarýný


vermiþ bulunuyorum, ama bu, bu iþçilerin her hafta ayný miktar kazandý-
klarý anlamýna gelmez. Ýþçiler, fabrikatörlerin, ayný fabrikada, çeþitli pa-
muk türleri, oranlarý ve artýklarý üzerinde yaptýklarý devamlý denemeler
ve ‘karýþým’ denilen bu nesnenin sýk sýk deðiþmesi yüzünden, büyük
dalgalanmalar ile karþý karþýyadýrlar; iþçilerin kazançlarý bu karýþýmlarýn
niteliðine baðlý olarak yükselir ve düþer; bazan eski kazançlarýnýn yüzde
15’i kadardýr, ve ardýndan, bir ya da iki hafta içersinde yüzde 50-60
düþmüþtür.” Bu raporun yazarý müfettiþ Redgrave daha sonra, gerçek
uygulamadan alýnan ücretleri sýralamaktadýr; bu konuda aþaðýdaki ör-
nekler yeterli olabilir: [sayfa 122]
A, Dokumacý, 6 kiþilik aile, haftada 4 gün çalýþýyor, 6 þilin 8,5 peni;
B, Bükücü, haftada 4,5 gün çalýþýyor, 6 þilin; C, Dokumacý, 4 kiþilik ailesi
var, haftada 5 gün çalýþýyor, 5 þilin 1 peni; D, iplik hazýrlayýcý, 6 kiþilik
ailesi var, haftada 4 gün çalýþýyor, 7 þilin 10 peni; E, Dokumacý, 7 kiþilik
ailesi var, haftada 3 gün çalýþýyor, 5 þilin, vb., Redgrave devam ediyor:
“Yukardaki rakamlar üzerinde düþünmek gerek, çünkü bunlar, iþin pek
çok aile için bir talihsizlik olabileceðini gösteriyorlar; iþ yalnýzca geliri
azaltmakla kalmaz, ailede herkesin iþsiz olduklarý zaman aldýklarý yardý-
ma eþit miktarda bir kazanç saðlamadýðý hallerde ek bir yardým yapýl-
madýðý takdirde; en zorunlu gereksinmelerinin pek küçük bir kýsmýna
bile yetmeyecek bir düzeye de düþer.” (Reports of Insp. of Fact., Oct.1863,
s. 50-53.)
“Geçen 5 Hazirandan bu yana hiç bir hafta, bütün iþçiler için, iki
gün yedi saat ve birkaç dakikadan fazla çalýþma olmamýþtýr. “ (Ibid.,
121.)
Bunalýmýn baþlangýcýndan 25 Mart 1863’e kadar, Merkez Yardým
Komitesi ile Mesken Komitesi ‘Mansion House’ tarafýndan yaklaþýk üç
milyon sterlin harcanmýþtýr. (Ibid., 13.)
“En ince ipliklerin dokunduðu bir bölgede ... iplikçiler Güney De-
nizi Adasý pamuðundan Mýsýr pamuðuna geçilmesi sonucu, dolaylý ola-
rak yüzde 15 bir ücret indirimine uðramýþlardýr. ... Birçok yerlerinde
artýklarýn geniþ ölçüde Surat pamuðu ile karýþtýrýldýðý geniþ bir bölgede ...
iplikçilerden yüzde 5 bir indirim yapýldýðý gibi, Surat ve artýk iþledikleri
için ayrýca yüzde 20 ile 30 bir kayba uðramýþlardýr. Dokumacýlarýn tez-
gah sayýlarý dörtten ikiye inmiþtir. 1860’ta tezgah baþýna ortalama 5 þilin
7 peni kazanýrken, 1863’te ancak 3 þilin 4 peni kazanmýþlardýr. Amerikan

* Deðersiz bir cisim üzerinde yapýlan deneyler anlamýnda. -ç.

Karl Marks 123


Kapital III
pamuðu iþlediklerinde (dokumacýlara verilen) para cezasý 3 peni ile 6
peni arasýnda deðiþirken, þimdi 1 þilin ile 3 þilin 6 peniye yükselmiþtir.”
Mýsýr pamuðunun Doðu Hint pamuðu ile karýþtýrýlarak iþlendiði bir bölge-
de, 1860’ta bir iplikçi haftada ortalama 18 ile 25 þilin kazanýrken, þimdi
10 ile 18 þilin kazanmaktadýr; bunun nedeni pamuk kalitesindeki
düþüklüðün yanýsýra, ipliði fazladan bükebilmek için, ki eskiden tarifeye
göre buna bir ücret ödenirdi, tezgahýn hýzýnýn düþürülmesidir” (s. 43,
44). “Hint pamuðu fabrikatörler tarafýndan kârlý olarak iþlenmiþ olabilir,
ama görüleceði üzere (bkz: s. 53’teki ücret listesi) iþçiler, 1861’e kýyasla
bunun zararýný görmüþlerdir, ve eðer Surat pamuðu yerleþecek olursa,
iþçiler 1861 ücretlerini talep edecekler ve bu da ya ham pamuk ya da
imal ettiði ürünlerin fiyatýnda bir dengeleme elde edilmediði taktirde
fabrikatörlerin kârlarýný ciddi bir þekilde etkilemiþ olacaktýr” (s. 105).
Ev kirasý. “Kira, çoðu kez iþçilerin ücretlerinden, oturduklarý kulü-
belerin sahibi bulunan fabrikatörler tarafýndan, kýsa süreli çalýþtýklarý za-
man bile düþülür. Ne var ki, bu sýnýf mülklerin deðerinde bir düþme ol-
muþtur ve bu evler, eski ev kiralarýna göre yüzde 25 ile 50 indirimle
bulunabilir; örneðin eskiden haftalýðý 3 þilin 6 peni olan bir kulübe, þimdi
[sayfa 123] haftalýðý 2 þilin 4 peniye ve hatta daha ucuza bulunabilir.” (s. 57.)
Göç. Ýþverenler, haliyle, iþçilerin göç etmelerine karþýydýlar, çün-
kü, bir yandan, “pamuklu sanayiinin bugünkü kötü durumundan kurtu-
lacaðý umuduyla, fabrikalarýný en avantajlý þekilde çalýþtýrabilecekleri
araçlarý elaltýnda bulundurmak istiyorlardý.”. Öte yandan da, “birçok fa-
brikatörler, fabrikalarýnda çalýþmýþ bulunan iþçilerin oturduklarý evin de
sahibi olduklarý için, ödenmemiþ kiralarýn bir kýsmýný elde etme umud-
undaydýlar” (s. 96).
Mr. Bernall Osborne, 22 Ekim 1864 günü seçim bölgesinde yaptý-
ðý konuþmada, Lancashire iþçilerinin, eski filozoflar (stoacýlar) gibi dav-
randýklarýný söylemiþti. Koyunlar gibi deðil mi? [sayfa 124]

124 Karl Marks


Kapital III
YEDÝNCÝ BÖLÜM
TAMAMLAYICI DÜÞÜNCELER

BU kýsýmda varsayýldýðý gibi, diyelim herhangi bir üretim alanýndaki


kâr miktarý, bu alana yatýrýlmýþ bulunan toplam sermaye tarafýndan üre-
tilen artý-deðer miktarýna eþit olsun. Böyle bile olsa, burjuva, bu kârý, artý-
deðer ile, yani karþýlýðý ödenmemiþ artý-emek ile bir ve ayný þey olarak
görmeyecektir, ve o, hiç kuþkusuz þu nedenlerle böyle düþünecektir:
1) Dolaþým sürecinde o, üretim sürecini unutmaktadýr. Burjuva,
artý-deðerin, bunlarýn artý-deðerlerinin gerçekleþmesini de içeren me-
talarýn deðerini gerçekleþtirdiði zaman meydana geldiðini sanýr. [Elyaz-
masýnda burada bir boþluk býrakýlmýþ olmasý, Marx’ýn bu nokta üzerinde
daha ayrýntýlý olarak durmak niyetinde olduðunu göstermektedir. -F. E.]
2) Sömürü derecesinin ayný olduðu varsayýldýðýnda, kredi sistemin-
den ileri gelen bütün deðiþiklikler bir yana býrakýldýðýnda, kapitalistlerin
birbirlerini atlatma ve kazýklama çabalarý bir yana býrakýldýðýnda, ve en-
sonu, uygun bir pazar seçme olanaðý bir yana býrakýldýðýnda, kâr oraný-
nýn, –hammadde fiyatlarýnýn düþük ya da yüksek olmasýna, alýcýnýn dene-
yimine, makinelerin nispi verimliliðine, etkinliðine ve ucuzluðuna, üret-
ken sürecin çeþitli aþamalarýnda toplu olarak ne derece etkili bir düzen
saðlanmýþ bulunmasýna, hammadde israfýnýn önlenmesine, yönetim ve
denetimde saðlanan sadelik ve etkinliðe vb. baðlý olarak– büyük bir fark
gösterebileceðini görmüþ bulunuyoruz. Kýsacasý, belli bir [sayfa 125] deðiþen

Karl Marks 125


Kapital III
sermaye için, artý-deðer veri olsa bile, bu ayný artý-deðerin, daha büyük
ya da küçük bir kâr oraný ile ifade edilmesi ve dolayýsýyla daha büyük ya
da küçük miktarda bir kâr saðlamasý gene de, kapitalistin ya da onun
yöneticileri ile satýcýlarýnýn kiþisel iþbirliklerine büyük ölçüde baðlýdýr.
Diyelim, ücretlere yatýrýlmýþ bulunan 1.000 sterlinin ürünü, 1.000 sterlin-
lik ayný artý-deðer, A giriþiminde 9.000 sterlinlik, B giriþiminde 11.000
sterlinlik deðiþmeyen sermaye ile elde edilmiþ olsun. A için, k’ = 1.000 :
10.000, ya da %10’dur. B için, k’ = 1.000 : 12.000, ya da %81/3’tür. Toplam
sermaye, A giriþiminde B’ye göre nispeten daha büyük bir kâr üretir,
çünkü, her iki halde de yatýrýlan deðiþen sermaye = 1.000 sterlin ve her
birinin ürettiði artý-deðer gene = 1.000 sterlin olduðu, ve böylece her iki
halde de, ayný sayýda iþçinin sömürülme derecesi ayný olduðu halde,
kâr oraný birisinde diðerinden daha yüksektir. Emeðin sömürülme dere-
cesi ayný olduðu halde, ayný artý-deðer kitlesinin bu farklý görünüþü, ya
da kâr oranlarýndaki ve dolayýsýyla kârýn kendisindeki farklýlýk, baþka
nedenlerden de ileri gelmiþ olabilir. Ayrýca bu, tamamýyla, her iki kuru-
luþun yönetiminde gösterilen farklý iþbilirlikten de ileri gelebilir. Ve bu
durum, kapitalisti yanýltýr ve elde ettiði kârýn emeðin sömürüsünden
deðil de, hiç deðilse kýsmen bundan baðýmsýz koþullardan ve özellikle
kendi kiþisel faaliyetlerinden ileri geldiðine, onu inandýrýr.
Bu birinci kýsýmdaki incelemelerimiz, bireysel bir sermayenin
büyüklüðündeki bir deðiþikliðin (toprak rantýndan farklý olarak, örneðin,
toprak büyüklüðü ayný kaldýðý halde, rantýn gene de yükseldiði) kâr ile
sermaye arasýndaki oran ve dolayýsýyla kâr oraný üzerinde hiç bir etkisi
olamayacaðý, çünkü, kâr kitlesi büyüdüðü zaman bu kârýn hesaplandýðý
sermaye kitlesinin de büyüyeceði, bunun tersinin de olabileceði
þeklindeki görüþün (Rodbertus*) yanlýþlýðýný ortaya koymaktadýr.
Bu ancak iki durumda doðrudur. Ýlki, –öteki bütün koþullarýn ve
özellikle artý-deðer oranýnýn ayný kaldýðý varsayýldýðýnda– para-meta olan
metaýn deðerinde bir deðiþme olduðu zaman. (Diðer koþullar ayný ol-
mak üzere, sýrf bir itibari deðer deðiþmesinde, sýrf deðer sembollerinde
bir yükselme ya da alçalma halinde gene ayný þey olur.) Toplam serma-
ye = 100 sterlin, kâr = 20 sterlin, kâr oraný = %20 olsun. Þimdi altýn yarý
yarýya düþecek ya da iki katýna çýkacak olsa, eskiden yalnýz 100 sterlin
deðerinde olan ayný sermaye, düþmesi halinde 200 sterlin deðerinde
olacak ve kâr 40 sterline ulaþacak, yani eskiden 20 sterlin ile ifade edilir-
ken, 40 sterlin ile ifade edilecektir; yükselmesi halinde ise, 100 sterlinlik
sermaye, ancak 50 sterlin deðerinde olacak ve kâr, deðeri ancak 10
sterlin olan bir ürün ile temsil edilecektir. Ama, her iki halde de 200 : 40
= 50 : 10 = 100 : 20 = %20’dir. Ne var ki, bütün bu örneklerde, sermaye-
deðerin büyüklüðünde gerçek bir deðiþme olmamýþ, yalnýz, ayný deðer

* Rodbertus, Sociale Briefe an von Kirchmann, Driuer Brief Widerlegung der Ricardo’schen
Lehre von der Grundrente und Begründung einemeuen Rententheorie, Berlin 1851, s. 125. -Ed.

126 Karl Marks


Kapital III
ile ayný artý-deðerin para-ifadesinde bir deðiþiklik olmuþtur. Bu-
[sayfa 126]
nun için de a : S ya da kâr oraný etkilenmemiþtir.
Ýkinci durumda, deðerin büyüklüðünde gerçek bir deðiþme ol-
makla birlikte d’nin s’ye oranýnda bir deðiþme olmamýþ, bir baþka deyiþle,
deðiþmeyen bir artý-deðer oraný ile, emek-gücüne yatýrýlan sermayenin
(deðiþen sermaye, harekete geçirdiði emek-gücü miktarýnýn bir göster-
gesi olarak alýnýyor) üretim araçlarýnýn yatýrýlan sermayeye oraný ayný
kalmaktadýr. Bu koþullar altýnda elimizdeki sermaye ister S, ister nS, ya
da S : n olsun, yani 1.000, 2.000 ya da 500 olsun, kâr oraný %20 iken,
birincide kâr = 200, ikincide = 400 ve üçüncüde = 100’dür. Ama, 200 :
1.000 = 400 : 2.000 = 100 : 500 = %20’dir. Bunun anlamý, sermayenin
bileþimi ayný kaldýðý ve büyüklükteki deðiþiklik bunu etkilemediði için,
kâr oranýnýn ayný kalmasýdýr. Demek oluyor ki, kâr miktarýndaki bir artýþ
ya da düþüþ, yalnýzca, yatýrýlan sermayenin büyüklüðünde bir artýþ ya da
azalmayý göstermektedir.
Bu nedenle, birinci durumda, kullanýlan sermayenin büyüklüðün-
de yalnýz görünüþte bir deðiþiklik olduðu halde, ikincisinde, büyüklükte
gerçek bir deðiþme olmakta, ama sermayenin organik bileþiminde, yani
deðiþen ve deðiþmeyen kýsýmlarýnýn nispi oranlarýnda herhangi bir
deðiþiklik olmamaktadýr. Ne var ki bu iki halin dýþýnda, kullanýlan serma-
yenin büyüklüðündeki bir deðiþme kendisini oluþturan kýsýmlardan biri-
sinin deðerinde ve dolayýsýyla bu kýsýmlarýn nispi büyüklüklerinde (artý-
deðerin kendisi, deðiþen sermaye ile birlikte deðiþmediði sürece) daha
önce meydana gelen bir deðiþmenin bir sonucudur, ya da bu büyüklük
deðiþmesi (geniþ-ölçekli iþ süreçlerinde, yeni makinelerin kullanýlmasýn-
da, vb. olduðu gibi), sermayenin iki organik kýsmýnýn nispi büyüklükle-
rindeki bir deðiþmenin nedenidir. Bütün bu hallerde, diðer koþullar ayný
kalmak üzere, kullanýlan sermayenin büyüklüðündeki bir deðiþikliðin,
ayný zamanda, kâr oranýnda bir deðiþiklik ile birlikte olmasý gerekir.
Kâr oranýndaki bir yükselme daima, artý-deðer ile bu artý-deðerin
üretim maliyeti, yani yatýrýlan toplam sermaye arasýndaki oranýn nispi ya
da mutlak olarak artmasýndan, ya da kâr oraný ile artý-deðer oraný arasýn-
daki farkýn küçülmesinden ileri gelir.
Kâr oranýndaki dalgalanmalar, sermayenin organik öðelerindeki
deðiþmelerden ya da sermayenin mutlak büyüklüðünden baðýmsýz ola-
rak yatýrýlmýþ bulunan sabit ya da döner sermayenin deðerinde, bu ser-
mayenin yeniden-üretimi için gerekli emek-zamanýndaki bir uzama ya
da kýsalmanýn yolaçtýðý bir yükselme ya da düþme sonucu olabilir, bu
uzama ya da kýsalma mevcut sermayeden baðýmsýz olarak yer alýr. Her
bir metaýn deðeri –böylece de, sermayeyi oluþturan metalarýn deðeri–
bu metaýn içerdiði gerekli emek-zamaný ile deðil, onun yeniden üretim
için gerekli toplumsal emek-zamaný ile belirlenir. Bu yeniden-üretim,
baþlangýçtaki üretim koþullarýndan farklý olarak, uygun olmayan ya da
uygun koþullar altýnda olabilir. Deðiþmiþ koþullar altýnda ayný maddi ser-

Karl Marks 127


Kapital III
mayenin [sayfa 127] yeniden-üretimi, iki katý ya da tersine yarý yarýya zaman
alýyorsa ve eðer paranýn deðeri ayný kalmýþ ise, eskiden 100 sterlin deðe-
rindeki sermaye, 200 sterlin ya da 50 sterlin deðerinde olur. Eðer bu
deðer yükselmesi ya da kaybý, sermayenin bütün kýsýmlarýný bir biçim
olarak etkiliyorsa, kâr da ayný þekilde, iki katýna çýkmýþ ya da yarý yarýya
düþmüþ bir para miktarý ile ifade edilir. Ama eðer, sermayenin organik
bileþiminde bir deðiþiklik sözkonusu ise sermayenin deðiþen ve deðiþ-
meyen kýsýmlarý arasýndaki oraný büyümüþ ya da küçülmüþ ise, diðer
koþullar ayný kalmak üzere, kâr oraný, deðiþen sermayedeki nispi artýþla
yükselir, nispi düþüþle düþer. Eðer yalnýz yatýrýlan sermayenin para-deð-
eri (paranýn deðerindeki bir deðiþme sonucu) yükselir ya da düþerse,
artý-deðerin para-ifadesi de ayný oranda yükselir ya da düþer. Kâr oraný
ayný kalýr. [sayfa 128]

128 Karl Marks


Kapital III
ÝKÝNCÝ KISIM
KÂRIN ORTALAMA KÂRA DÖNÜÞMESÝ

––––––––––––

SEKÝZÝNCÝ BÖLÜM
FARKLI ÜRETÝM KOLLARINDA
FARKLI SERMAYE BÝLEÞÝMLERÝ VE KÂR ORANLARINDA
BUNDAN ÝLERÝ GELEN FARKLILIKLAR

BUNDAN önceki kýsýmda, diðer þeyler yanýnda, artý-deðer oraný


ayný kaldýðý halde kâr oranýnýn deðiþebileceðini –yükselebileceðini ya da
düþebileceðini– göstermiþtik. Bu bölümde, emeðin sömürülme yoðun-
luðunun ve dolayýsýyla artý-deðer oraný ile iþgünü uzunluðunun, belli bir
ülkenin toplumsal emeðinin bölündüðü bütün üretim alanlarýnda ayný
olduðunu varsayýyoruz. Adam Smith* çeþitli üretim alanlarýnda emeðin
sömürülmesindeki sayýsýz farklýlýklarýn, her türden mevcut telafilerle, ya
da yerleþmiþ önyargýlara dayanýlarak telafi kabul edilen yollarla birbirler-
ini dengelediklerini, bu nedenle de bunlarýn sýrf geçici ve yokolup giden
ayrýmlar olduklarýný ve genel iliþkiler konusundaki bir incelemede önem-
leri bulunmadýðýný ayrýntýlarý ile göstermiþ bulunmaktadýr. Diðer farklýlý-
klar, örneðin ücret ölçeðindeki farklýlýklar, geniþ ölçüde, Birinci Cildin
baþlangýcýnda (s. 19)** sözü edilen basit ve karmaþýk emek arasýndaki
farka dayanýr, ve bunlar, farklý üretim alanlarýnda çalýþan emekçilere
son derece eþit olmayan paylar saðlamalarýna karþýn, bu üretim alanla-
rýndaki sömürünün yoðunluðu ile iliþkileri yoktur. Örneðin, bir kuyumcu
iþçisi eðer bir gündelikçi iþçiden daha iyi ücret alýyorsa, onun [sayfa 129]

* A. Smith, An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations, Vol. 1, Chap. X -
Ed.
** Kapital, Birinci Cilt, s. 66-67. -Ed.

Karl Marks 129


Kapital III
artý-emeði de, ötekinin artý-emeðinden ayný oranda daha fazla artý-deðer
üretmektedir. Ve, ücretler ile iþgünlerinin ve dolayýsýyla, farklý üretim
alanlarý ve hatta ayný üretim alanýndaki çeþitli sermaye yatýrýmlarý arasýn-
da artý-deðer oranlarýnýn eþitlenmesi, her türlü yerel engellerle frenlen-
mekle birlikte, kapitalist üretimin ilerlemesi ve bütün ekonomik koþullarýn
bu üretim tarzýnýn egemenliði altýna girmesiyle gene de gitgide daha
fazla ölçüde gerçekleþmektedir. Bu gibi sürtüþmelerin incelenmesi, ücret-
ler üzerinde özel bir çalýþma için önemli olmakla birlikte, kapitalist üreti-
min genel bir incelenmesinde, gelip geçici olduðu ve konuyla yakýndan
ilgili olmadýðý için bir yana býrakýlabilir. Bu tür genel bir incelemede, ço-
ðu kez, fiili koþullarýn kendi kavramlarý ile çakýþma halinde olduðu ya da
ayný þey demek olan, fiili koþullarýn, ancak kendi genel durumlarýnýn
tipik halleri olmalarý ölçüsünde temsil edildikleri varsayýlýr.
Farklý ülkelerde artý-deðer oranlarýnýn farklý oluþu ve dolayýsýyla
emeðin sömürülme derecesindeki ulusal farklýlýklar, bizim bu incele-
memizin konusu dýþýnda kalýr. Bizim bu kýsmýnda göstermek istediðimiz
þey, yalnýzca, belli bir ülkede, genel bir kâr oranýnýn nasýl biçimlendiði-
dir. Ancak, açýktýr ki, çeþitli ulusal kâr oranlarýnýn bir karþýlaþtýrýlmasý yal-
nýzca, daha önce incelenmiþ olanlar ile burada incelenecek olanlarýn bir
karþýlaþtýrýlmasýný gerektirir. Önce, ulusal artý-deðer oranlarýndaki farkla-
rýn incelenmesi ve sonra da bu belli oranlara dayanýlarak, ulusal kâr
oranlarýndaki farklýlýklar üzerinde bir karþýlaþtýrma yapýlmasý yerinde olur.
Bu farklýlýklar, ulusal artý-deðer oranlarýndaki farklýlýklardan ileri gelme-
dikleri sürece, bunlarýn, bu bölümdeki incelemede olduðu gibi, evren-
sel olarak ayný, yani deðiþmez olduklarýnýn varsayýlmýþ olmasý gerekir.
Bundan önceki bölümde gösterdiðimiz gibi, artý-deðer oranýnýn
deðiþmediði varsayýldýðýnda, belli bir sermayenin saðladýðý kâr oraný, de-
ðiþmeyen sermayenin bir ya da öteki kýsmýnýn deðerini yükselten ya da
düþüren durumlarýn sonucu olarak yükselebilir ya da düþebilir ve böyle-
ce, sermayenin deðiþen ve deðiþmeyen kýsýmlarý arasýndaki oraný etki-
ler. Ayrýca biz, bireysel bir sermayenin devir zamanýnýn uzama ya da
kýsalmasýnýn, kâr oranýný da ayný þekilde etkileyebileceðini de gördük.
Kâr kitlesi, artý-deðer kitlesi ile ve artý-deðerin kendisi ile özdeþ olduðu-
na göre, kâr kitlesinin –kâr oranýndan farklý olarak– sözü edilen deðer
dalgalanmalarýndan etkilenmediðini de görmüþtük. Bu dalgalanmalar
ancak, belli bir artý-deðerin ve dolayýsýyla belli büyüklükte bir kârýn ken-
dilerini ifade ettikleri oraný deðiþtirirler; baþka bir deyiþle bunlar, yalnýz,
kârýn nispi büyüklüðünü, yani yatýrýlan sermayenin büyüklüðüne kýyasla
büyüklüðünü deðiþtirirler. Sermaye, bu gibi deðer dalgalanmalarý sonu-
cu baðlandýðýna ya da serbest kaldýðýna göre, yalnýz kâr oranýnýn deðil,
kârýn kendisinin de bu dolaylý yoldan etkilenmesi söz konusudur. Ne var
ki bu, yalnýz zaten yatýrýlmýþ bulunan sermaye için geçerli olup, yeni
yatýrýmlara uygulanmýyordu. Ayrýca, kârdaki artýþ ya da düþme, daima,ayný
[sayfa 130] sermayenin bu gibi dalgalanmalar sonucu, daha fazla ya da az

130 Karl Marks


Kapital III
emeði harekete getirebilmesine baðlýdýr; baþka bir deyiþle, bu, artý-deð-
er oraný ayný kalýrken, ayný sermayenin daha büyük ya da daha küçük
miktarda artý-deðer saðlamasýna baðlýdýr. Genel kural ile çeliþmek ya da
bunun bir istisnasý olmak þöyle dursun, bu görünüþteki istisna, aslýnda,
genel kuralýn uygulanmasýnda yalnýzca özel bir durumdu.
Bundan önceki kýsýmda görüldü ki, emeðin sömürü derecesi ayný
kalmak üzere, deðiþmeyen sermayeyi oluþturan kýsýmlarýn deðeri ile
sermayenin devir zamanýndaki deðiþiklikler, kâr oranýnda deðiþiklikler
meydana getirmektedir. Bundan þu açýk sonuç çýkar ki, farklý üretim
alanlarýnda yanyana bulunan kâr oranlarý, diðer koþullar ayný kalmak
üzere, bu farklý alanlarda kullanýlan sermayelerin devir zamanlarý farklý
olduðu ya da çeþitli üretim kollarýndaki bu sermayelerin organik kýsým-
larýnýn deðer-iliþkisi deðiþik olduðu zaman farklý olurlar. Daha önce, bir
ve ayný sermayede ardarda deðiþiklikler olarak baktýðýmýz þeye þimdi,
farklý üretim alanlarýnda yanyana bulunan sermaye yatýrýmlarý arasýnda
ayný anda bulunan farklar gözüyle bakýlacaktýr.
Bu durumda, þunlarý incelememiz gerekiyor: 1) sermayelerin or-
ganik bileþimlerindeki fark, ve 2) bunlarýn devir dönemlerindeki fark.
Bütün bu inceleme boyunca temel olarak alýnan varsayým, doðal-
dýr ki, belli bir üretim kolundaki bir sermayenin bileþimi ya da devri
denildiði zaman, daima, bireysel sermayelerin raslansal farklarý deðil, bu
üretim alanýna yatýrýlan sermayenin ortalama normal oranlarý ve genel-
likle, bu belli üretim alanýnda kullanýlan toplam sermayenin ortalamasý
kastedilmektedir.
Ayrýca, artý-deðer oraný ile iþgünü deðiþmez kabul edildiðine ve
bu varsayým da ücretlerin ayný kaldýðý anlamýna geldiðine göre, belli bir
miktar deðiþen sermaye, harekete getirilen belli bir miktar emek-gücü-
nü ve dolayýsýyla belli bir miktar maddeleþmiþ emeði temsil eder. Bu
nedenle, eðer 100 sterlin, 100 iþçinin bir haftalýk ücretini, 100 fiili emek-
gücünü temsil ediyorsa, n defa 100 sterlin n defa 100 iþçinin emek-gü-
cünü, ve 100 sterlin : n, 100 : n iþçinin ücretini temsil eder. Demek ki,
deðiþen sermaye burada (ücretin veri olduðu durumlarda daima olduðu
gibi), belli bir toplam sermaye tarafýndan harekete geçirilen emek mik-
tarýnýn bir göstergesi olarak hizmet eder. Kullanýlan deðiþen sermayele-
rin büyüklüklerindeki farklarla, bu nedenle, kullanýlan emek-gücü mik-
tarýndaki farkýn bir göstergesi hizmetini görür. Eðer, 100 sterlin haftada
100 iþçiyi belirtir ve 60 iþ-saatlik haftada 6.000 iþ-saatini temsil ederse,
200 sterlin 12.000, 50 sterlin yalnýz 3.000 iþ-saatini temsil eder.
Sermayenin bileþimi sözü ile biz, Birinci Ciltte de belirtildiði gibi,
aktif ve pasif kýsýmlarý, yani deðiþen ve deðiþmeyen sermayeler arasýn-
daki oraný anlatmak istiyoruz. Bu baþlýk altýnda, iþte bu iki oran sözko-
nusu olmaktadýr. Bazý koþullar altýnda benzer etkiler yaratabildikleri halde,
[sayfa 131] bunlar eþit önemde deðildirler.
Birinci oran, teknik bir temele dayanýr ve üretici güçlerin belli bir

Karl Marks 131


Kapital III
geliþme aþamasýnda buna veri olarak bakýlmasý gerekir. Belli miktarda
ürünü, diyelim, bir günde üretmek ve böylece –söylemeye gerek yoktur
ki– belli miktarda üretim aracýný, makineyi, hammaddeyi, vb. üretken
olarak tüketmek, yani harekete geçirmek için, belli sayýda iþçi ile temsil
edilen belli bir miktarda emek-gücüne gereksinme vardýr. Belli sayýda
iþçi, belli miktarda üretim aracýna tekabül eder ve dolayýsýyla belli miktar-
da canlý emek, üretim araçlarýnda maddeleþen belli bir emek miktarýný
karþýlar. Bu oran, bütün ayrý sanayi kollarýnda raslansal olarak ayný ya da
yaklaþýk olabilirse de, farklý üretim alanlarýnda ve hatta çoðu kez bir ve
ayný sanayiin çeþitli kollarýnda büyük ölçüde farklýdýr.
Bu oran, sermayenin teknik bileþimini oluþturur ve onun organik
bileþiminin gerçek temelidir.
Ne var ki, bu ilk oranýn, deðiþen sermayenin, sýrf, emek-gücünün
bir göstergesi ve deðiþmeyen sermayenin ise, sýrf, bu emek gücü tara-
fýndan harekete geçirilen üretim araçlarý kitlesinin bir göstergesi olmasý
koþuluyla, farklý sanayi kollarýnda da ayný olmasý olanaðý vardýr. Örneðin,
bakýr ve demir iþçiliðinde bazý iþler, emek-gücü ile üretim aracý kitlesi
arasýndaki oranýn ayný olmasýný gerektirebilirler. Ama bakýr demirden
daha pahalý olduðu için, deðiþen ve deðiþmeyen sermayeler arasýndaki
deðer-iliþkisi her iki halde de farklý ve dolayýsýyla, iki toplam sermayenin
deðer-bileþimi de farklýdýr. Teknik bileþim ile deðer-bileþimi arasýndaki
fark, her sanayi kolunda, sermayenin teknik bileþimi deðiþmediði halde,
iki kýsmýnýn deðer-baðýntýsýnýn deðiþebilirliði ve deðer-baðýntýsý ayný kala-
bildiði halde teknik bileþiminin deðiþebilirliði içinde kendini gösterebilir.
Bu son durum, kuþkusuz, ancak, kullanýlan üretim araçlarý ile emek-
gücü arasýndaki orandaki deðiþikliðin, bunlarýn deðerlerindeki zýt bir de-
ðiþiklik ile telafi edilmesi halinde olanaklýdýr.
Sermayenin deðer-bileþimi, teknik bileþimi tarafýndan belirlendiði
ve onu yansýttýðý ölçüde, sermayenin organik bileþimi adýný alýr.20
Bu nedenle, deðiþen sermaye sözkonusu olduðunda, biz, bunun,
belli bir emek-gücü miktarýnýn, belli sayýda iþçinin ya da harekete geçiri-
len belli miktarda canlý emeðin göstergesi olduðunu kabul ediyoruz.
Bundan önceki kýsýmda gördüðümüz gibi, deðiþen sermayenin deðer
büyüklüðündeki bir deðiþme, en sonunda, yalnýzca, ayný emek kitlesinin
daha yüksek ya da düþük bir fiyatýndan baþka bir þeyi belirtmez. Ama,
artý-deðer oraný ile iþgününün sabit ve belli bir iþ dönemi için ücretlerin
veri diye kabul edildiði burada, bu, sözkonusu deðildir. Öte yandan,
deðiþmeyen sermayenin büyüklüðündeki fark, ayný þekilde, belli miktar-
da [sayfa 132] bir emek-gücü tarafýndan harekete geçirilen üretim araçlarý
kitlesinde bir deðiþikliðin göstergesi olabilir. Ama bu, bir alanda hareke-
te geçirilen üretim araçlarý ile bir diðerinde harekete geçirilen üretim
20
Yukardaki konu, Birinci Cildin üçüncü baskýsýnda XXIII. Bölümün baþýnda, s. 628, [Kapi-
tal, Birinci Cilt, Yirmibeþinci Bölüm, s. 650-651. -Ed.] kýsaca geliþtirilmiþ bulunuyor. Ýlk iki baský
bu pasajý içermedikleri için burada yinelenmesi daha da gerekli oluyor. -F.E.

132 Karl Marks


Kapital III
araçlarý kitlesi arasýndaki deðer farkýndan da ileri gelebilir. Bu yüzden,
her iki görüþ açýsýnýn da burada incelenmesi gereklidir.
Ensonu, aþaðýdaki temel olgularý da dikkate almak zorundayýz:
100 iþçinin haftalýk ücreti 100 £ olsun. Haftalýk iþ-saati 60 £ olsun. Ayrýca
artý-deðer oraný %100 olsun. Bu durumda iþçiler, bu 60 saatin 30 saatin-
de kendileri için, 30 saatinde de kapitalistler için bedavadan çalýþýrlar.
Gerçekte, 100 £ ücret, ancak, 100 iþçinin 30 iþ-saatini ya da toplam 3.000
iþ-saatini temsil eder, oysa emekçilerin çalýþmýþ olduklarý öteki 3.000
saat, 100 £ artý-deðerde ya da kapitalistin cebe indirdiði kârda madde-
leþmiþtir. Bu nedenle 100 £ ücret, 100 Ýþçinin haftalýk emeðinin mad-
deleþtiði deðeri ifade etmemekle birlikte, gene de bu (iþgününün uzun-
luðu ile artý-deðer oraný veri olduðuna göre), bu sermayenin, 100 iþçiyi
6.000 iþ-saati için harekete geçirdiðini belirtir. 100 £ sermaye önce bunu
gösterir, çünkü harekete geçirilen iþçi sayýsýný haftada 1 £ = 1 iþçi, þu
halde 100 £ = 100 iþçi ile belirtmektedir; ve ikinci olarak, artý-deðer
oraný, %100 olarak belli olduðuna göre, iþçilerden herbiri, kendi ücreti-
nin içerdiði iþin iki katýný yapmakta ve böylece 1 £; yani yarým haftalýk
emeðinin ifadesi olan ücreti, tam bir haftalýk emeði harekete getirir;
týpký 100 sterlinin ancak 50 haftayý içerdiði halde 100 haftalýk emeði
harekete geçirmesi gibi. Böylece, ücretlere yatýrýlmýþ bulunan deðiþen
sermaye ile ilgili olarak çok önemli bir ayrým yapmak gerekir. Ücretlerin
toplamý, yani belli bir miktar maddeleþmiþ emek olarak deðerini, hare-
kete geçirdiði canlý emek-kitlesinin sýrf bir göstergesi olarak deðerinden
ayýrmak gerekir. Bu ikincisi daima maddeleþtirdiði emekten daha büyük-
tür ve bu nedenle de, deðiþen sermayenin deðerinden daha büyük bir
deðer tarafýndan temsil edilir. Bu daha büyük deðer, bir yandan, deðiþen
sermaye tarafýndan harekete geçirilen iþçi sayýsý ile, öte yandan da, bu
iþçilerin harcadýklarý artý-emek miktarý ile belirlenir.
Deðiþen sermayeye bu açýdan bakýlmasýndan þu sonuçlar çýkar:
Bir A üretim alanýna yatýrýlan bir sermayede, toplam sermaye 700'ün yal-
nýzca 100'ü deðiþen sermayeye, geriye kalan 600'ü deðiþmeyen sermaye-
ye, B üretim alanýnda, 600'ü deðiþen sermayeye ve yalnýzca 100'ü deðiþ-
meyen sermayeye yatýrýlmýþ olsa, 700 miktarýndaki A sermayesi yalnýzca
100’lük emek-gücünü ya da daha önceki varsayýmýmýzdaki deyimle 100
haftalýk emeði ya da 6.000 saatlik canlý emeði harekete geçirdiði halde,
ayný miktardaki B sermayesi 600 haftalýk emeði ya da 36.000 saatlik
canlý emeði harekete geçirir. A’daki sermaye, bu durumda, 50 haftalýk
emeðe, ya da 3.000 saatlik artý-emeðe elkoyduðu halde, B’de ayný miktar-
da sermaye 300 haftalýk emeði ya da 18.000 saatlik artý-emeði elde et-
miþ olur. Deðiþen sermaye yalnýz kendisinde somutlaþan emeðin gös-
tergesi deðildir. Artý-deðer oraný bilindiðinde, o ayný zamanda, [sayfa 133]
kendisinde somutlaþanýn üzerinde harekete geçen emek miktarýnýn da,
yani artý-emeðin de göstergesidir. Emeðin sömürülme yoðunluðu ayný
kabul edildiðinde, birinci halde kâr = 100 : 700 = 1 : 7 = %142/7 ve ikinci

Karl Marks 133


Kapital III
halde 600 : 700 = 6 : 7 = %855/7 ya da altý katlýk bir kâr oraný olurdu. Bu
durumda, kârýn kendisi gerçekten altý katý daha büyük, A’da 100 olmasý-
na karþý B’de 600 olurdu, çünkü ayný sermaye, altý defa fazla canlý emeði
harekete geçirmiþtir ve bu, ayný sömürü düzeyinde, altý katý artý-deðer,
dolayýsýyla, altý katý kat demektir.
Ama eðer A’ya yatýrýlan sermaye 700 olmayýp 7.000 £, B’ye yatý-
rýlan ise yalnýz 100 £ olsa ve her ikisinin de organik bileþimi ayný kalsa
idi, A’daki sermaye 7.000 sterlinin 1.000 sterlinini deðiþen sermaye ola-
rak kullanýrdý ve bu, 1.000 iþçinin haftada = 60.000 saatlik canlý emeði
demekti, bunun da 30.000’i artý-emek olurdu. Gene de, A’daki sermaye-
nin her 700 sterlini, B’deki sermayenin ancak altýda-biri kadar canlý emeði
harekete geçirecek, ve, dolayýsýyla ancak altýda-biri kadar artý-emek elde
edecek ve ancak altýda-biri kadar kâr üretecekti. Kâr oranýný ele alacak
olursak, B’de 600 : 700 ya da%855/7 olmasýna karþýlýk, A’da 1.000 : 7.000
= 100 : 700 = %142/7 olurdu. Eþit miktarda sermayeler alýndýðý halde, kâr
oranlarý farklý olmaktadýr, çünkü artý-deðer oranlarý ayný olduðu halde,
harekete geçirilen canlý emek kitlelerinin farklý olmasý nedeniyle, artý-
deðer ve dolayýsýyla kâr kitleleri farklý olmaktadýr.
Her iki üretim alanýnda teknik koþullar ayný olsa, ama kullanýlan
deðiþmeyen sermayenin öðelerinin deðeri, birinde diðerinden daha
büyük ya da küçük olsa, fiilen ayný sonucu elde ederiz. Her ikisinin de,
deðiþen sermaye olarak 100 £ yatýrdýðýný ve dolayýsýyla, ayný miktar ma-
kine ile hammaddeyi harekete geçirmek için haftada 100 iþçi çalýþtýrdýðýný
kabul edelim. Ama makineler ile hammadde, B’de A’dan daha pahalý
olsun. Örneðin, 100 £ deðiþen sermaye, A’da 200 sterlinlik, B’de 400
sterlinlik deðiþmeyen sermayeyi harekete geçirsin. Ayný %100 artý-deðer
oraný ile, üretilen artý-deðer her ikisinde de 100 sterlindir. Þu halde, her
ikisinde de kâr 100 sterline eþittir. Ama, A’da kâr oraný = 100 : (200s +
100d) = 1 : 3 = %331/3, B’de ise 100 : (400s+ 100d) = 1 : 5 = %20’dir.
Gerçekten de biz, eðer her iki durumda da toplam sermayenin belli bir
bölünebilir kýsmýný seçersek, B’nin her 100 sterlininde ancak 20 sterlinin
ya da beþte-birin deðiþen sermayeyi, oysa A’da, her 100 sterlinde 331/
3
'ün ya da üçte-birin deðiþen sermayeyi oluþturduðunu görürüz. B, her
100 £ için daha az kâr üretmektedir, çünkü, A’dan daha az canlý emeði
harekete geçirmektedir. Kâr oranlarýndaki farklýlýk, bu durumda, artý-
deðer kitleleri nedeniyle, bir defa daha, kendisini, yatýrýlan sermayenin
her 100 birimi tarafýndan üretilen kâr kitlelerindeki farklýlýk haline getir-
mektedir.
Bu Ýkinci örnek ile birinci arasýndaki fark yalnýzca þudur: bu Ýkinci
durumda A ile B arasýndaki eþitlik, teknik temel ayný kalmak kaydýyla,
yalnýzca ya A’da ya da B’de deðiþmeyen sermayenin deðerinde bir
deðiþme yapýlmasýný gerektirir. Ama birinci durumda, her iki üretim [sayfa
134] alanýndaki teknik bileþim farklýdýr ve bir eþitlik saðlanmasý için kö-
künden deðiþtirilmesi gereklidir.

134 Karl Marks


Kapital III
Çeþitli sermayelerin farklý organik bileþimleri, demek oluyor ki,
kendi mutlak büyüklüklerinden baðýmsýzdýr. Önemli olan, daima, her
100 birimin ne kadarýnýn deðiþen ve ne kadarýnýn deðiþmeyen sermaye
olduðudur.
Yüzde olarak hesaplanan farklý büyüklükte sermayeler, ya da, bu
durumda, ayný þey demek olan, ayný emek-zamaný ve ayný sömürü de-
recesi ile iþ gören ayný büyüklükteki sermayeler, artý-deðer nedeniyle
çok farklý miktarlarda kâr üretebilirler, çünkü farklý üretim alanlarýndaki
sermayenin organik bileþimindeki fark, kendi deðiþen kýsmýnda, ve do-
layýsýyla, harekete geçirdiði canlý emek miktarýnda ve bu nedenle de,
ele geçirdiði artý-emek niceliklerinde bir fark bulunduðu anlamýný taþýr.
Ve bu artý-emek, artý-deðerin ve dolayýsýyla da kârýn özüdür. Farklý üre-
tim alanlarýnda, toplam sermayenin eþit kýsýmlarý, eþit olmayan artý-de-
ðer kaynaklarýný oluþtururlar ve artý-deðerin tek kaynaðý canlý emektir.
Emeðin sömürü derecesi ayný kalmak üzere, 100 birimlik bir sermaye-
nin harekete geçirdiði emek kitlesi ve bunun sonucu olarak elkonulan
artý-emeðin miktarý, bu sermayenin deðiþen kýsmýnýn büyüklüðüne bað-
lýdýr. Yüzde olarak bileþimi, 90s + 10d olan bir sermaye, eðer, ayný sö-
mürü derecesi ile, 10s + 90d olan bir sermaye ile ayný miktarda artý-deðer
ya da kâr üretiyorsa, artý-deðerin ve dolayýsýyla genellikle deðerin, emek-
ten büsbütün farklý bir kaynaðý olmasý gerekeceði ve bu durumda, eko-
nomi politiðin her türlü rasyonel temelden yoksun kalacaðý gün gibi
açýktýr. Eðer biz her zaman, 1 sterlinin haftada 60 saat çalýþan bir iþçinin
haftalýk ücreti, artý-deðer oranýnýn %100 olduðunu kabul edersek, bir
iþçinin bir haftalýk toplam deðer-ürününün 2 £ olacaðý apaçýktýr. Bu du-
rumda on iþçi ancak 20 £ üretecektir. Ve, bu 20 sterlinin 10 sterlini
ücretleri yerine koyacaðýna göre, on iþçi, 10 sterlinden fazla artý-deðer
üretemeyecektir. Öte yandan, toplam ürünü 180 £ ve ücretleri 90 £ tutan
90 iþçi, 90 £ tutarýnda artý-deðer üretecektir. Kâr oraný birinci halde böy-
lece %10 ve diðerinde %90 olacaktýr. Eðer bu böyle olmasaydý, deðer ile
artý-deðer, maddeleþmiþ emekten baþka bir þey olurdu. Farklý üretim
alanlarýnda yüzde olarak –ya da eþit büyüklükte sermayeler olarak– ele
alýnan sermayeler, deðiþen ve deðiþmeyen sermayelere farklý biçimde
bölündükleri, eþit olmayan niceliklerde canlý emeði harekete geçirdikle-
ri, farklý artý-deðerler ve dolayýsýyla farklý kârlar ürettikleri için, artý-deð-
erin yüzde olarak toplam sermayeye oranýndan baþka bir þey olmayan
kâr oraný da farklý olmak zorundadýr. Þimdi, farklý üretim alanlarýnda,
yüzde olarak hesaplanan sermayeler, yani eþit büyüklükte sermayeler,
eðer, farklý organik bileþimleri sonucu, eþit olmayan kârlar üretiyorlarsa,
buradan, farklý üretim alanlarýndaki eþit olmayan kârlarýn kendi
büyüklükleri ile orantýlý olamayacaklarý ya da farklý üretim alanlarýndaki
kârlarýn, bu alanlara yatýrýlan sermayelerin büyüklükleri ile orantýlý olma-
dýklarý sonucu çýkar, Çünkü, eðer kâr, yatýrýlan sermayenin büyüklüðü ile
pro rata büyüse idi bu, kârlarýn yüzde olarak ayný olmasý ve böylece

Karl Marks 135


Kapital III
farklý üretim alanlarýndaki eþit büyüklükte sermayelerin, deðiþik organik
bileþimlerine karþýn, eþit kâr oranlarýna sahip [sayfa 135] olmalarý anlamýna
gelirdi. Ancak, sermayenin organik bileþiminin belli olduðu ayný üretim
alanýnda ya da sermayenin organik bileþiminin ayný olduðu farklý üretim
alanlarýnda kâr miktarlarý, yatýrýlan sermayelerin miktarlarý ile doðru oran-
týlýdýr. Eþit olmayan sermayelere ait kârlarýn, bunlarýn büyüklükleri ile
orantýlý olduklarýný söylemek, ancak, eþit büyüklükte sermayelerin eþit
kârlar saðladýðý ya da büyüklükleri ve organik bileþimleri ne olursa olsun
bütün serma-yeler için kâr oranýnýn ayný olduðu anlamýný taþýr.
Bu savlar, metalarýn, kendi deðerleri üzerinden satýldýklarý var-
sayýmýna dayanýldýðýnda geçerlidir. Bir metaýn deðeri, eþittir, içerdiði de-
ðiþmeyen sermayenin deðeri, artý, kendisinde yeniden-üretilen deðiþen
sermayenin deðeri, artý, bu deðiþen sermayedeki artýþ –üretilen artý-de-
ðer–. Artý-deðer oraný ayný iken, bu artý-deðerin miktarýnýn, deðiþen ser-
mayenin miktarýna baðlý olacaðý besbellidir. 100 birimlik bireysel bir
sermayenin ürününün deðeri, bir durumda, 90s + 10d + 10a = 110, di-
ðerinde, 10s + 90d + 90a = 190’dýr. Metalar deðerleri üzerinden satýlýyor-
sa, birinci ürün 110’a satýlmýþtýr ve bunun 10’u artý-deðeri ya da karþýlýðý
ödenmeyen emeði temsil eder; ikinci ürün 190’a satýlmýþtýr ve bunun
90'ý artý-deðeri ya da karþýlýðý ödenmeyen emeði temsil eder.
Çeþitli ülkelerdeki kâr oranlarýnýn karþýlaþtýrýlmasýnda bu özellikle
önemlidir. Diyelim, Avrupa’da bir ülkede artý-deðer oraný %100’dür, yani
iþçi, iþgününün yansýnda kendisi için, öteki yarýsýnda iþveren için
çalýþmaktadýr. Gene diyelim ki, Asya’da bir ülkede artý-deðer oraný %25’tir
ve iþçi, iþgününün beþte-dördünde kendisi için, beþte-birinde iþveren
için çalýþmaktadýr. Avrupa ülkesinde ulusal sermayenin bileþimi 84s +
16d ve; daha az makine, vb. kullanýlan ve belli bir sürede, belli miktarda
emek-gücünün, nispeten daha az miktarda hammaddeyi üretken ola-
rak tükettiði Asya’daki ülkede ise 16s + 84d olsun. Bu durumda þu hesap
elde edilir.
Avrupa’daki ülkede ürünün deðeri = 84s + 16d + 16a = 116; kâr
oraný = 16 : 100 = %16.
Asya’daki ülkede ürünün deðeri = 16s + 84d + 21a = 121; kâr
oraný =%21.
Þu halde, Asya ülkesinde artý-deðer oraný, Avrupa ülkesindekinin
dörtte-biri olduðu halde, kâr oraný Avrupa’dakine göre %25’ten daha
büyüktür. Carey, Bastiat gibileri ve tutti quanti, tam bunun tersi bir sonu-
ca ulaþýrlardý.
Yeri gelmiþken belirtelim, ulusal kâr oranlarý, çoðu kez, farklý ulu-
sal artý-deðer oranlarýna dayanýr. Ama biz, bu bölümde, ayný artý-deðer
oranýndan doðan, eþit olmayan kâr oranlarýný karþýlaþtýrýyoruz.
Sermayelerin organik bileþimlerindeki farklar ve bu nedenle far-
klý emek kitleleri ve dolayýsýyla –diðer koþullar ayný kalmak üzere– çeþitli
üretim alanlarýnda ayný büyüklükte sermayelerin harekete geçirdikleri

136 Karl Marks


Kapital III
farklý artý-emek kitleleri dýþýnda, kâr oranlarý için baþka bir eþitsizlik kay-
naðý daha vardýr. Bu, farklý üretim alanlarýnda sermayenin farklý [sayfa 136]
devir dönemlerine sahip olmasýdýr. Biz, Dördüncü Bölümde, diðer
koþullar eþit olmak üzere, ayný organik bileþimdeki sermayelerin kâr
oranlarýnýn, bunlarýn devir dönemleri ile ters orantýlý olduklarýný görmüþ
bulunuyoruz. Gene biz, farklý devir sürelerinde devreden ayný deðiþen
sermayelerin, farklý miktarlarda yýllýk artý-deðer ürettiðini de görmüþ bu-
lunuyoruz. Demek ki, devir dönemlerindeki farklýlýk, farklý üretim alanla-
rýndaki eþit büyüklükteki sermayelerin, eþit dönemlerde, eþit kârlar
üretmemesinin ve dolayýsýyla, bu farklý alanlardaki kâr oranlarýnýn farklý
olmasýnýn baþka bir nedeni oluyor.
Ne var ki, sermayenin bileþimindeki sabit ve döner sermaye ora-
nýný ilgilendirdiði kadarýyla, bu, kendi içinde kâr oranýný en ufak þekilde
etkilemez. Bu, kâr oranýný, ancak, bileþimdeki bu farkýn, deðiþen ve de-
ðiþmeyen kýsýmlar arasýndaki farklý oranla ayný olmasý ve böylece kâr
oranýndaki farkýn, sabit ve döner sermayeler arasýndaki farklý orandan
deðil, bu farktan ileri gelmesi halinde etkiler; bir diðer durumda ise,
eðer sermayenin sabit ve döner kýsýmlarý arasýndaki farklý oran, belli bir
kârýn gerçekleþeceði devir döneminde bir farka yolaçar ise gene kâr
oranýný etkilemiþ olur. Sermayelerin, sabit ve döner sermayelere farklý
oranlarda bölünmeleri halinde bu, doðal olarak, daima devir dönemini
etkiler ve bunda farklýlýklara neden olur. Ama bu, ayný sermayelerin belli
kârlarý gerçekleþtirdikleri devir döneminin farklý olduðu anlamýna gel-
mez. Örneðin, A, ürününün daha büyük bir kýsmýný, hammaddeye, vb.
çevirmek zorunda kaldýðý halde, B, ayný makineleri, vb. daha uzun süre
kullanabilir ye daha az hammaddeye gereksinme duyabilir, ama hem A
ve hem de B, üretimde bulunduklarý sürece sermayelerinin bir kýsmýný
bir þeye baðlamýþ olurlar; birisi hammaddeye, yani döner sermayeye,
diðeri makinelere, vb., ya da sabit sermayeye baðlamýþ durumdadýr. A,
sürekli olarak sermayesinin bir kýsmýný, meta-biçiminden para-biçimine
ve bundan da tekrar hammadde biçimine çevirir, oysa B, sermayesinin
bir kýsmýný daha uzun bir süre böyle bir çevirmeye baþvurmaksýzýn emek
aracý olarak kullanmaya devam eder. Her ikisinin de ayný miktarda emek
çalýþtýrmasý halinde, bunlar, yýl boyunca, deðerleri eþit olmayan ürün
kitleleri satacaklar, ama her iki ürün kitlesi de eþit miktarlarda artý-deðer
içerecek ve yatýrýlan tüm sermaye üzerinden hesaplanan kâr oranlarý,
bu sermayelerin, sabit ve döner kýsýmlarýnýn bileþimleri ile devir dönem-
leri farklý olduðu halde ayný olacaktýr. Devir dönemleri farklý olduðu hal-
de her iki sermaye de eþit sürelerde eþit kârlarý gerçekleþtirecektir.21

21
Dördüncü Bölümden çýkan sonuca göre, yukardaki anlatýmdan doðru bir biçimde, ancak,
A ve B sermayeleri kendi deðerlerine göre farklý bileþimde olduklarý zaman geçerlidir, ama de-
ðiþen bölümlerinin yüzdeleri, devir dönemlerine orantýlýdýr, yani devir sayýlarýna ters orantýlýdýr.
A sermayesinin þöyle bir bileþimi olduðunu varsayalým: 20, sabit + 70, döner, ve böylece 90s +
10d = 100. %100 bir artý-deðer oranýyla, 10d bir devirde 10a üretir, bu, bir devir için %10 bir kâr

Karl Marks 137


Kapital III
Devir [sayfa 137] dönemindeki farklýlýðýn kendisinin, belli bir sürede belli bir
sermaye tarafýndan ele geçirilen ve gerçekleþtirilen artý-emek kitlesini
etkilemesi dýþýnda bir önemi yoktur. Bu nedenle, sabit ve döner sermay-
eye farklý bir biçimde bölünme, zorunlu olarak, kendisi de farklý bir kâr
oranýna yolaçacak olan farklý bir devir dönemi anlamýna gelmiyorsa, kâr
oranlarýnda bu gibi bir fark olduðunda, bunun, sabit ve döner sermaye-
nin farklý bir oranda olmasýndan deðil, bu farklý oranýn daha çok, kâr
oranýný etkileyen devir dönemlerindeki bir eþitsizliði belirtmesi olgusun-
dan ileri geleceði apaçýktýr.
Buradan þu sonuç çýkmaktadýr ki, deðiþmeyen sermayenin sabit
ve döner kýsýmlarý bakýmýndan çeþitli üretim kollarýnda farklý bir bileþimde
olmasý, kendi baþýna kâr oraný üzerinde etkili deðildir, çünkü, bu konu-
da belirleyici olan, deðiþen sermayenin deðiþmeyen sermayeye oraný-
dýr; deðiþmeyen sermayenin deðeri ve dolayýsýyla da bunun deðiþen
sermayeye göre büyüklüðünün, kendisini oluþturan kýsýmlarýn sabit yada
döner nitelikte olmasý ile hiç bir iliþkisi yoktur. Bununla birlikte, –çoðu
kez yanlýþ sonuçlara götürür– sabit sermayenin önemli ölçüde büyük
olduðu durumlarda, bu, yalnýzca, üretimin geniþ ölçekte olduðunu, do-
layýsýyla, deðiþmeyen sermayenin, deðiþen sermayeyi epeyce aþtýðýný ya
da, bu sermayenin çalýþtýrdýðý canlý emek-gücünün, kullandýðý üretim
aracý kitlesine göre küçük olduðunu ifade ettiði görülebilir.
Böylece biz, farklý sanayi kollarýnda, sermayelerinin organik
bileþimlerindeki farklara ve belirli sýnýrlar içersinde bunlarýn farklý devir
dönemlerine baðlý olarak farklý kâr oranlarý bulunduðunu; devir süreleri-
nin ayný olduðu kabul edildiðinde, kârlarýn, sermayelerin büyüklükleri
ile orantýlý olduklarýný ve dolayýsýyla, eþit büyüklükteki sermayelerin, eþit
sürelerde eþit kârlar saðlayacaðý yasasýnýn (genel bir eðilim olarak), artý-
deðer oraný ayný olsa bile, ancak, organik bileþimleri ayný olan sermaye-
lere uygulanacaðýný göstermiþ bulunuyoruz. Bu söylenenler, bütün ince-
lemelerimizde esas alýnan varsayýma, yani metalarýn deðerleri üzerin-
den satýldýklarý varsayýmýna dayanýldýðýnda geçerlidir. Öte yandan, hiç
kuþku yoktur ki, öze iliþkin olmayan, raslantýya baðlý ve birbirlerini telafi
eden ayrýlýklar dýþýnda, çeþitli sanayi kollarýnda ortalama kâr oranýndaki
farklýlýklar gerçekte varolmadýðý gibi, bütün kapitalist üretim sistemi orta-
dan kalkmadýkça da varolamaz. Þu halde, öyle görünüyor ki, burada
deðer teorisi, fiili süreç ile, gerçek üretim görüngüsü ile baðdaþmamak-
tadýr ve bu nedenle de bu görüngüyü anlamaya çalýþmaktan vazgeç-
mek, yerinde olacaktýr.
Bu cildin Birinci Kýsmýndan þu sonuç çýkmaktadýr ki, farklý üretim
alanlarýndaki ürünlerin maliyet-fiyatlarý, üretimleri için yatýrýlmýþ bulunan

oraný saðlar. Sermaye B = 60, sabit + 20, döner, dolayýsýyla 80s + 20d = 100 olsun. 20d, yukardaki
artý-deðer oraný üzerinden, bir devirde, 20a üretir, bu da bir devirde = %20 bir kâr oraný saðlar ki,
A’nýn iki katýdýr. Ama A, yýlda iki kez, B ise yalnýzca bir kez devir yaparsa, o zaman 2 x 10 da
yýlda 20, getirir, ve her ikisi için de yýllýk kâr oraný aynýdýr, yaný %20’dir. -F E.

138 Karl Marks


Kapital III
sermayelerin büyüklükleri eþit ise, bu sermayelerin organik bileþimleri
farklý olsa bile eþittir. Deðiþen ve deðiþmeyen sermayeler arasýndaki ay-
rým, maliyet-fiyatýnda kapitalistin gözünden kaçmaktadýr. Üretimi için,
100 £ yatýrmak zorunda olduðu bir meta, bu miktarý ister [sayfa 138] 90s +
10d ya da 10s + 90d þeklinde yatýrmýþ olsun, ona bu kadar paraya ma-
lolur. Her iki halde de bu meta ona 100 sterline mal olmuþtur; ne bir
kuruþ fazla, ne de bir kuruþ eksik, üretilen deðerler ve artý-deðerler ne
kadar fark ederse etsin, farklý üretim alanlarýndaki eþit sermayeler için
maliyet-fiyatlarý aynýdýr. Maliyet fiyatlarýndaki bu eþitlik, ortalama bir kârýn
oluþmasýna aracýlýk eden sermaye yatýrýmlarý arasýndaki rekabet için
temel teþkil eder. [sayfa 139]

Karl Marks 139


Kapital III
DOKUZUNCU BÖLÜM
GENEL BÝR KÂR ORANININ OLUÞMASI
(ORTALAMA KÂR ORANI)
VE META DEÐERLERÝNÝN ÜRETÝM FÝYATLARINA
DÖNÜÞMESÝ

SERMAYENÝN organik bileþimi, herhangi belli bir zamanda þu iki


koþula baðlýdýr: birincisi, kullanýlan emek-gücü ile kullanýlan üretim ara-
cý arasýndaki teknik baðýntýya; ikincisi, bu üretim araçlarýnýn fiyatýna. Bu
bileþimin, gördüðümüz gibi, yüzde oranlara dayanýlarak incelenmesi ge-
rekir. Biz, 4/5’i deðiþmeyen ve l/5’i deðiþen sermayeden oluþan bir ser-
mayenin organik bileþimini 80s + 20d formülü ile ifade ediyoruz. Bu
karþýlaþtýrmada, ayrýca, artý-deðer oranýnýn deðiþmediði de varsayýlmýþtýr.
Bu geliþigüzel seçilen bir oran, diyelim %100 olsun. 80s + 20d bileþi-
mindeki sermaye, bu durumda 20a kadar bir artý-deðer üretir ve bu da,
toplam sermaye üzerinden %20 bir kâr oraný verir. Bu sermayenin ürü-
nünün gerçek deðerinin büyüklüðü, deðiþmeyen sermayenin sabit kýs-
mýnýn büyüklüðüne ve sabit sermayeden aþýnma ve eskime yoluyla ürüne
geçen kýsma baðlýdýr. Nevar ki, bu durumun, kâr oraný ve þu halde bu
inceleme üzerinde hiç bir etkisi bulunmadýðý için sýrf kolaylýk olsun diye,
deðiþmeyen sermayenin, her yerde, bu sermayelerin yýllýk ürününe ayný
þekilde ve bütünüyle aktarýldýðýný varsayacaðýz. Bundan baþka, farklý üre-
tim alanlarýnda sermayelerin bir yýlda, kendi deðiþen kýsýmlarýnýn
büyüklüðü ile orantýlý olarak ayný miktarlarda artý-deðer gerçekleþtirdiðini
de varsayacaðýz. Bu nedenle þimdilik, devir sürelerindeki deðiþiklikler
tarafýndan bu bakýmdan doðurabilecekleri farký bir yana býrakacaðýz. Bu

140 Karl Marks


Kapital III
nokta daha sonra ele alýnacaktýr.
[sayfa 140]
Þimdi beþ ayrý üretim alaný alalým ve bunlarýn herbirinde sermay-
enin organik bileþimi þöyle olsun:

Sermayeler Artý-Deðer Artý-Deðer Ürünün Kâr Oraný


Oraný Deðeri
I. 80s+20d %100 20 120 %20
II. 70s + 30d %100 30 130 %30
III. 60s + 40d %100 40 140 %40
IV. 85s+ 15d %100 15 115 %15
V. 95s+ 5d %100 5 105 %5

Burada, ayný sömürü derecesinin olduðu farklý üretim alanlarýn-


da, bu sermayelerin farklý organik bileþimlerine tekabül eden epeyce
farklý kâr oranlarý olduðunu görüyoruz.
Bu beþ üretim alanýna yatýrýlan sermayelerin toplamý = 500; bun-
larýn ürettikleri artý-deðer toplamý -110; bunlarýn ürettikleri metalarýn to-
plam deðeri = 610. Bu 500 deðerindeki sermayeyi tek bir sermaye ve
I’den V’e kadar sermayeleri, bunu oluþturan kýsýmlar olarak (örneðin, bir
pamuklu fabrikasýnda, taraklama, eðirmeye hazýrlama, eðirme ve doku-
ma bölümlerinde, deðiþmeyen sermayenin deðiþen sermayeye oraný
farklý olan, ama ortalama oranýnýn ancak fabrikanýn bütünü için hesa-
planmasý gerekli) kabul edersek, 500 büyüklüðünde bu sermayenin or-
talama bileþimi = 390s + 110a, ya da yüzde olarak = 78s + 22d olur. 100
deðerinde sermayelerin her birisine toplam sermayenin beþte-biri gözüyle
bakýlýrsa, bunlardan bir tanesinin bileþimi bu ortalama 78s + 22d bileþime
eþit olur; her 100 için ortalama 22 artý-deðer olacaktýr; demek ki, ortala-
ma kâr oraný = %22, ve en sonu bu 500 tarafýndan üretilen toplam
ürünün her beþte-birinin fiyatý = 122 olacaktýr. Öyleyse, yatýrýlan toplam
sermayenin her beþte-birinin ürününün 122’den satýlmasý gerekecektir.
Ama, tamamen yanlýþ sonuçlardan kaçýnmak için, bütün mali-
yet-fiyatlarýnýn = 100 kabul edilmemesi gerekir.
Bileþimi 80s + 20d, artý-deðer oraný = %100 olan 100 büyüklüðün-
deki sermaye I tarafýndan üretilen metalarýn toplam deðeri, deðiþmeyen
sermayenin tamamýnýn yýllýk ürüne girmesi koþuluyla = 80s + 20d + 20a
= 120 olur. Þimdi bu durum, bazý koþullar altýnda bazý üretim alanlarýn-
da görülebilir. Ama, s : d = 4 : 1 oranýnýn olduðu yerlerde bu durum pek
olamaz. Bu nedenle bizim, farklý sermayelerin her 100'ü tarafýndan üreti-
len deðerleri karþýlaþtýrýrken, bunlarýn, s’nin, sabit ve döner kýsýmlarý ba-
kýmýndan farklý bileþimde olmalarýna baðlý olarak farklýlýk göstereceklerini
ve bu farklý sermayelerin herbirinin sabit kýsýmlarýnýn, duruma göre yavaþ
ya da hýzlý deðer kaybýna uðrayacaklarýný böylece de ürüne, eþit süreler-
de, kendi deðerlerinin eþit olmayan miktarlarýný aktaracaklarýný akýldan
çýkarmamamýz gerekir. Ama bu, kâr oraný için önemli deðildir. 80s’nin

Karl Marks 141


Kapital III
yýllýk ürüne 80, 50 ya da 5 kadar bir deðer aktarmasýnýn ve [sayfa 141)
dolayýsýyla yýllýk ürünün = 80s + 20d + 20a = 120; ya da 50s + 20d +
20a =90, veya 5s + 20d + 20a = 45 olmasýnýn bir önemi yoktur; bütün
bu durumlarda, ürünün deðerinin, maliyet-fiyatýndan fazlalýðý = 20 olur
ve kâr oranýnýn hesaplanmasýnda hepsinde bu 20, 100 büyüklüðündeki
sermayeye oranlanýr. Þu halde, sermaye I’in kâr oraný, her durumda
%20’dir. Bunu daha da açýk hale getirmek için, deðiþmeyen sermayenin
farklý kýsýmlarýnýn, ayný beþ sermayenin ürününün deðerine aþaðýdaki
þekilde girdiðini kabul ediyoruz:
Þimdi eðer biz tekrar I’den V’e kadar sermayeleri tek bir toplam
Sermayeler Artý- Artý- Kâr Harca- Meta- Maliyet
deðer deðer Oraný nan s larýn Fiyatý
Oraný Deðeri
I. 80 s +20 d 100% 20 20% 50 90 70
II. 70 s +30 d 100% 30 30% 51 111 81
III. 60 s +40 d 100% 40 40% 51 131 91
IV. 85 s +15 d 100% 15 15% 40 70 55
V. 95 s +5 d 100% 5 5% 10 20 15
390 s +110 d -- 110 110% -- -- -- Toplam
78 s +22 d -- 22 22% -- -- -- Ortalama

sermaye olarak düþünürsek, bu durumda da, yine, bu beþ sermayenin


toplamýnýn bileþiminin= 500 = 390s + 110d olduðunu, böylece, ayný
ortalama bileþimi = 78s + 22d elde ettiðimizi ve ayný þekilde ortalama
artý-deðerin = 22 kaldýðýný görürüz. Bu artý-deðeri, I’den V’e kadar ser-
mayeler arasýnda eþit þekilde bölecek olursak aþaðýdaki meta-fiyatlarým
elde ederiz:
Sermayeler Artý- Metalarýn Metalarýn Metalarýn Kâr Fiyatýn
Deðer Deðeri Maliyet Fiyatý Oraný Deðerden
Fiyatý Sapmasý
I. 80s+20d 20 90 70 92 22% +2
II. 70s+30d 30 111 81 103 22% -8
III. 60s+40d 40 131 91 113 22% -18
IV. 85s+15d 15 70 55 77 22% +7
V. 95s+5d 5 20 15 37 22% +17

Birlikte alýndýðýnda metalar deðerlerinin, 2 + 7 + 17 = 26 üzerin-


de ve 8 + 18 = 26 altýnda satýlmýþlar ve böylece, fiyatýn deðerden sap-
masý, artý-deðerin eþit olarak bölünmesi ya da yatýrýlan sermayenin her
100 [sayfa 142] birimi için 22’1ik ortalama kârýn, I’den V’e kadar metalarýn
herbirinin maliyet-fiyatlarýna eklenmesi yoluyla dengelenmiþ olur. Me-
talarýn bir kýsmý kendi deðerleri üzerinde satýldýðý halde, diðer kýsmý ayný
oranda olmak üzere deðerlerinin altýnda satýlmýþ olur. Ve, metalarýn an-

142 Karl Marks


Kapital III
cak böyle fiyatlarla satýlmasýdýr ki, I’den V’e kadar olan sermayeler için
kâr oranýnýn, bu sermayelerin farklý organik bileþimde olmalarýna karþýn
yine de eþit olarak %22 olmasýný saðlar. Farklý üretim alanlarýnda, çeþitli
kâr oranlarýnýn ortalamalarýnýn bulunarak bu farklý üretim alanlarýndaki
maliyet-fiyatlarýna eklenmesiyle elde edilen fiyatlar, üretim-fiyatlarýný
meydana getirirler. Bunlar, önkoþul olarak, genel bir kâr oranýnýn var-
lýðýný gerektirdiði gibi, bu da gene, her bireysel üretim alanýndaki kâr
oranlarýnýn, kendi baþýna alýndýðýnda, daha önce, bir o kadar ortalama
kâr oranýna indirgenmiþ olmasýný öngörür. Bu özel kâr oraný = a : S’nin
her üretim alanýnda, bu kitabýn Birinci Kýsmýnda olduðu gibi, metalarýn
deðerlerinden çýkartýlmýþ olmalarý gerekir. Böyle bir çýkarma olmaksý-
zýn, genel kâr oraný (ve dolayýsýyla metalarýn üretim-fiyatý) boþ ve anlam-
sýz bir kavram olarak kalýr. Þu halde, bir metaýn üretim-fiyatý, maliyet-fiyatý
ile buna genel kâr oranýna uygun olarak yüzde þeklinde, eklenen kârýn
toplamýna ya da baþka bir deyiþle, maliyet-fiyatý ile ortalama kârýn topla-
mýna eþittir.
Farklý üretim kollarýna yatýrýlmýþ bulunan sermayelerin farklý or-
ganik bileþimleri nedeniyle ve dolayýsýyla –belli büyüklükteki bir toplam
sermaye, içersinde, deðiþen sermayenin sahip bulunduðu farklý yüzdeye
baðlý olarak– eþit büyüklükte sermayelerin çok farklý miktarlarda emeði
harekete geçirmesi nedeniyle, bu sermayeler, çok farklý niceliklerde
artý-emeðe elkoymuþ olurlar ya da çok farklý niceliklerde artý-deðer üre-
tirler. Buna uygun olarak, çeþitli üretim kollarýnda egemen olan kâr or-
anlarý köken olarak çok farklýdýr. Bu farklý kâr oranlarý, rekabet aracýlýðý
ile, bütün bu farklý kâr oranlarýnýn ortalamasý olan tek bir genel kâr
oranýna eþitlenirler. Organik bileþimi ne olursa olsun belli bir büyüklük-
teki bir sermayeye bu genel kâr oraný uyarýnca isabet eden kâra, ortala-
ma kâr denir. Bir metaýn, kendi maliyet-fiyatý ile, üretimi sýrasýnda yatýrýl-
mýþ bulunan (yalnýzca tüketilmiþ olan deðil) toplam sermaye üzerinden,
devir koþullarý gereðince, yýllýk ortalama kârdan kendisine düþen payýn
toplamýna eþit olan fiyatýna, bu metaýn üretim-fiyatý denir. Örneðin, 100'ü
sabit sermaye olan 500’lük bir sermaye alalým ve bunun %l0’u 400’lük
döner sermayenin bir devri sýrasýnda yýpranmýþ ve aþýnmýþ olsun. Bu
devir dönemindeki ortalama kâr % 10 olsun. Bu durumda, bu devir sýra-
sýnda yaratýlan ürünün maliyet-fiyatý, aþýnma için l0s, artý 400 (s + d) dö-
ner sermaye = 410, ve üretim-fiyatý, 410 maliyet-fiyatý, artý (500 üzerin-
den %10 kâr) 50 = 460 olur.
Demek oluyor ki, çeþitli üretim alanlarýndaki kapitalistler, metala-
rýný satmakla, bunlarýn üretimlerinde tüketilen sermayenin deðerini geri
almakla birlikte, bunlar, kendi alanlarýnda, bu metalarýn üretimleri ile
[sayfa 143] yaratýlmýþ olan artý-deðeri ve dolayýsýyla kârý elde etmiþ olmazlar.
Onlarýn elde etmiþ olduklarý þey, yalnýzca, tek-düze olarak daðýtýldýðýn-
da, bütün üretim alanlarýnda toplumsal sermaye tarafýndan belli bir sü-
rede üretilen toplam toplumsal artý-deðer ya da kârdan toplam toplumsal

Karl Marks 143


Kapital III
sermayenin her kesrine düþen pay miktarýndaki artý-deðer ve dolayýsýyla
kârdýr. Yatýrýlmýþ bulunan bir sermayenin her 100 birimi, bileþimi ne
olursa olsun, bir yýlda ya da herhangi bir sürede, her 100 biriminin payý-
na, ayný dönemde, toplumsal sermayenin n kýsmýna düþen kadar kâr
getirir. Kâr sözkonusu olduðu sürece, çeþitli kapitalistlerin durumu, kârýn,
aralarýnda her 100 birime göre bölündüðü hisse senetli bir þirketteki
hisse sahipleri gibidir; böylece, bireysel kapitalistler bakýmýndan kârlar,
burada, herbirisinin toplam giriþime yatýrdýðý sermaye miktarýna göre,
yani bütün olarak toplumsal üretimdeki yatýrýmýna, hisse sayýsýna göre
deðiþir. Demek ki, metalarýn fiyatýnda, bu metalarýn üretimi sýrasýnda
tüketilen sermaye öðelerini yerine koyan kýsým, ve dolayýsýyla, bu tüketi-
len sermaye-deðerin tekrar satýn alýnmasý için harcanmasý gereken ký-
sým, yani bu metalarýn maliyet-fiyatý, tamamýyla, kendi üretim
alanlarýndaki sermaye yatýrýmýna baðlýdýr. Ama metalarýn fiyatýndaki öte-
ki öðe, bu maliyet-fiyatýna eklenen kâr, belli bir üretim alanýnda, belli bir
sermaye tarafýndan, belli bir sürede üretilen kâr miktarýna baðlý deðildir.
Bu, toplumsal üretime yatýrýlan toplam toplumsal sermayenin kesirli bir
kýsým olarak, belli bir sürede her bireysel sermayeye ortalama olarak
düþen kâr kitlesine baðlýdýr.22
Bir kapitalist, metalarým, üretim-fiyatýna sattýðý zaman, bu neden-
le, bunlarýn üretiminde tüketilen sermayenin deðerine orantýlý bir para
elde eder ve toplam toplumsal sermayede kesirli bir kýsým olarak yatýr-
dýðý sermayeye orantýlý bir kâr saðlar. Kapitalistin maliyet-fiyatlarý belirli-
dir. Ama, bunlara eklenen kâr, yatýrýlan sermayenin her 100 birimi için
basit bir ortalama olarak, kapitalistin özel üretim alanýndan baðýmsýzdýr.
Yukarýdaki örnekte, I’den V’e kadar olan beþ ayrý yatýrýmýn da tek
bir kiþiye ait olduðunu varsayalým. Metalarýn üretiminde, I’den V’e kadar
her kýsýmda yatýrýlan her 100 birim sermaye için tüketilen deðiþen ve
deðiþmeyen sermaye miktarý bilinebilir ve I’den V’e kadar, metalarýn
deðerinin bu kýsým, söylemeye gerek yoktur ki, bunlarýn fiyatlarýnýn bir
kýsmýný oluþturur, çünkü, en azýndan bu fiyat, sermayenin yatýrýlan ve
tüketilen kýsýmlarýnýn yerlerine konulmasý için gereklidir. Bu maliyet-
fiyatlarý, demek ki, I’den V’e, her sýnýf meta için farklý olabilir ve bu
nedenle de, sahibi tarafýndan farklý olarak saptanabilir. I’den V’e kadar,
üretilen farklý miktarlarda artý-deðer ya da kâr bakýmýndan, bunlara, ka-
pitalist, pekala, yatýrdýðý toplam sermaye üzerinden kâr gözüyle bakabilir
ve böylece her 100 birime kârýn belli kesirli bir kýsým düþerdi. Þu halde,
I’den V’e çeþitli kýsýmlarda üretilen metalarýn maliyet-fiyatlarý farklý [sayfa
144] olurdu; ama bunlarýn satýþ fiyatlarýnýn, her 100 birim sermayeye ekle-
nen kârdan elde edilen kýsmý, bütün bu metalar için ayný olurdu. I’den
V’e metalarýn toplam fiyatlarý, bu yüzden, bunlarýn toplam deðerlerine,
yani I’den V’e maliyet-fiyatlarýnýn toplamý, artý, I’den V’e üretilen artý-

22
Cherbuliez Richesse ou Pouvreté, Paris 1841, s.71-72. -Ed.

144 Karl Marks


Kapital III
deðer ya da kârlarýn toplamýna eþit olurdu. Þu halde bu, I’den V’e me-
talarda somutlaþmýþ olan geçmiþ ve yeni harcanmýþ emeðin toplam
miktarýnýn para-ifadesi olabilirdi. Ve ayný þekilde, toplumda üretilen bütün
metalarýn üretim-fiyatlarýnýn toplamý –bütün üretim kollarýnýn hepsi– bun-
larýn deðerlerinin toplamýna eþittir.
Bu ifade, kapitalist üretim sisteminde, üretken sermayenin öðe-
lerinin kural olarak piyasadan satýn alýndýðý, bu nedenle de, bunlarýn
fiyatlarýnýn, zaten gerçekleþtirilmiþ bulunan kârýn içerdiði ve dolayýsýyla
kendisinde bulunan kâr ile birlikte, o sanayi kolundaki üretim-fiyatým da
içerdiði, böylece, bir sanayi kolundaki kârýn, bir diðerinin maliyet-fiyatý-
na girdiði olgusu ile çeliþiyor gibi görünür. Ama eðer biz, tüm ülkenin
metalarýnýn maliyet-fiyatlarýnýn toplamýný bir yana, artý-deðer ya da kâr
toplamlarýný öte yana koymuþ olsaydýk, bu hesabýn doðru olmasý gere-
keceði besbellidir. Örneðin, bir A metaýný alalým. Bunun maliyet-fiyatý,
B’nin, C’nin, D’nin, vb. kârlarýný içerebilir; týpký B’nin, C’nin, D’nin, vb.
maliyet-fiyatlarýnýn, A’nýn kârlarýný içerebileceði gibi. Þimdi, biz hesabý-
mýzý yaparken, A’nýn kârý, kendi maliyet-fiyatýnda içerilmiþ olmayacaðý
gibi, B’nin, C’nin, D’nin, vb. kârlarý da bunlarýn maliyet-fiyatlarýnda içeril-
mez. Hiçkimse kendi kârýný, kendi maliyet-fiyatýna katmaz. Bu nedenle,
eðer n kadar üretim alaný olsa, ve bunlarýn herbiri k tutarýnda kâr saðlamýþ
olsa, bunlarýn toplam maliyet-fiyatý = m - nk olurdu, Bu hesap bütünüyle
ele alýndýðýnda görürüz ki, bir üretim alanýndaki kârlar, bir diðerinin ma-
liyet-fiyatýna geçtiði için, bunlar bu nedenle son-ürünün toplam fiyatýnýn
öðeleri olarak hesaba katýlmýþlardýr ve kâr tarafýnda bir ikinci kez görün-
meleri olanaksýzdýr. Eðer bunlardan birisi hesabýn bu yanýnda gene de
görünmekte ise, bunun tek nedeni, sözkonusu metaýn kendisinin bir
son-ürün olmasý ve üretim-fiyatýnýn, bir baþka metaýn maliyet-fiyatýna
geçmemesidir.
Eðer bir metaýn maliyet-fiyatý, üretim araçlarýnýn üreticilerinin kâr-
larýný temsil eden bir k miktarýný içeriyor ve eðer bu maliyet-fiyatýna bir
kâr = k1 ekleniyor ise, toplam kâr K = k+ k1 olur. Kârý temsil eden
kýsýmlar dikkate alýnmaksýzýn bir metaýn toplam maliyet-fiyatý, demek
ki, onun kendi maliyet-fiyatý, eksi K olur. Bu maliyet-fiyatýna m dersek,
m + k = m + k + k1 olacaðý açýktýr. Birinci Kitapta (Kap. VII, 2, s. 211/
203) artý-deðeri incelerken, bir sermayenin ürününün, sanki bunun bir
kýsmýnýn yalnýz sermayeyi yerine koyuyor, öteki kýsmýnýn ise yalnýz artý-
deðeri temsil ediyormuþ gibi ele alýnabileceðini görmüþtük. Bu yaklaþýmý,
toplumun toplam ürününe uygularken, bazý düzeltmeler yapmamýz [sayfa
145] gerekiyor. Topluma bütünü ile bakarken, diyelim ketenin fiyatýnda
yer alan kâr iki kez görünemez – hem keten bezinin fiyatýnýn bir kýsmý
olarak ve hem de ketenin kârý olarak ortaya konamaz.
Artý-deðer ile kâr arasýnda, diyelim A’nýn artý-deðeri, B’nin deðiþ-
meyen sermayesine geçtiði sürece bir fark olamaz. Bununla birlikte,
metalarýn deðeri için, içerdikleri emeðin karþýlýðýnýn ödenmiþ ya da

Karl Marks 145


Kapital III
ödenmemiþ olmasýnýn hiç bir önemi yoktur. Bu, yalnýzca, A’nýn artý-
deðerinin karþýlýðýný B’nin ödediðini gösterir. A’nýn artý-deðerinin, toplam
hesaba iki kez girmesi olanaksýzdýr.
Ama arada þu fark vardýr: Belli bir ürünün, diyelim B sermayesi-
nin ürününün fiyatýnýn, B’de gerçekleþen artý-deðerin B’nin ürünlerinin
fiyatýna eklenen kârdan büyük ya da küçük olabilmeleri nedeniyle, bu
ürünün deðerinden farklý olmasý dýþýnda, ayný durum, B sermayesinin
deðiþmeyen kýsmýný teþkil eden ve dolaylý olarak da, iþçilerin yaþam
gereksinmeleri olmasý nedeniyle deðiþen kýsmýný da oluþturan metalar
için de geçerlidir. Sermayenin deðiþen kýsmýný ilgilendirdiði kadarýyla,
bunun kendisi, maliyet-fiyatý, artý, artý-deðer, þu halde burada, maliyet-
fiyatý, artý, kâra eþittir ve bu kâr, yine, temsil ettiði artý-deðerden daha
büyük ya da daha küçük olabilir. Deðiþen sermayeye gelince, ortalama
günlük ücret, gerçekte daima, iþçilerin yaþam gereksinmelerini üret-
mek için çalýþmak zorunda olduklarý saatte üretilen deðere eþittir. Ne
var ki, bu saatlerin sayýsý da, yaþam gereksinmelerinin üretim-fiyatlarýnýn
bunlarýn deðerlerinden gösterdiði sapma nedeniyle kesinliðini yitirir. Gene
de bu, daima, bir metaýn çok az artý-deðer taþýmasýna karþýn, bir diðeri-
nin çok fazla taþýmasýna gelir dayanýr ve böylece, üretim-fiyatlarýnýn taþý-
dýðý deðerlerdeki sapmalar birbirlerini yokederler. Kapitalist üretimde
genel yasa, ancak çok karmaþýk ve yaklaþýk biçimde egemen bir eðilim
ve sürekli dalgalanmalarýn hiç bir zaman kesinlikle belirlenemeyen orta-
lamasý olarak iþler.
Genel kâr oraný, belli bir süre, diyelim bir yýl için yatýrýlmýþ olan
her 100 birim sermayeye ait çeþitli kâr oranlarýnýn ortalamasý alýnmak
suretiyle belirlendiðine göre, bundan, farklý sermayelerin farklý devir dö-
nemlerinin yarattýðý farkýn da ortadan kalktýðý sonucu çýkar. Ne var ki, bu
farklar, ortalamasý genel kâr oranýný veren, çeþitli üretim alanlarýndaki
farklý kâr oranlarý üzerinde kesin bir rol oynar.
Ortalama kâr oranýnýn oluþmasý ile ilgili daha önceki örneðimiz-
de, her üretim alanýndaki sermayeyi = 100 diye kabul etmiþ ve bunu,
yüzde olarak kâr oranlarýndaki fark ile, eþit miktarlarda sermayeler ta-
rafýndan üretilen metalarýn deðerlerindeki farký göstermek için yapmýþtýk.
Ama söylemeye gerek yoktur ki, her üretim alanýnda üretilen gerçek
artý-deðer miktarý, yatýrýlan sermayelerin büyüklüðüne baðlýdýr, çünkü
her üretim alanýndaki sermaye bileþimi bellidir. Gene de, belli bir üretim
alanýndaki gerçek kâr oraný üzerinde, yatýrýlan sermayenin 100, ya da n
defa 100 yada xn defa 100 olmasýnýn bir etkisi yoktur. Toplam kâr ister
10 : 100, ister 1.000 : 10.000 olsun, kâr oraný gene %10’dur. [sayfa 146]
Bununla birlikte, çeþitli üretim alanlarýnda kâr oranlarý, deðiþen
sermayenin toplam sermayeye olan oranýna baðlý olarak, bu alanlarda
üretilen pek çok farklý miktarlardaki artý-deðer ya da kâr ile farklý olacaðý
için, toplumsal sermayenin 100 birimine ait ortalama kârýn ve þu halde
ortalama ya da genel kâr oranýnýn, çeþitli alanlara yatýrýlmýþ bulunan

146 Karl Marks


Kapital III
sermayelerin büyüklükleri uyarýnca çok farklý olacaklarý açýktýr. A, B, C,
D diye dört sermaye alalým. Hepsi için artý-deðer oraný = %100 olsun.
Toplam sermayenin her 100 birimi için deðiþen sermaye, A’da 25, B’de
40, C’de 15 ve D’de 10 olsun. Bu durumda, toplam sermayenin her 100
birimi A’da 25, B’de 40, C’de 15 ve D’de 10 artý-deðer ya da kâr saðlar.
Bunlarýn toplamý 90 eder bu dört sermaye ayný büyüklükte olsalar, or-
talama kâr oraný 90/4 ya da %22½ olurdu.
Ama toplam sermayeler þu þekilde olsa: A = 200, B = 300, C =
1.000, D = 4.000. Bu durumda üretilen kârlar, sýrasýyla = 50, 120, 150 ve
400 olurdu. Bu, dört sermayenin toplamý 5.500 için 720 bir kâr ve %131/11
ortalama bir kâr oraný ederdi.
Üretilen toplam deðerin kitleleri, A, B, C, D’ye yatýrýlmýþ bulunan,
toplam sermayelerin büyüklüklerine baðlý olarak deðiþiklik gösterir. Or-
talama bir kâr oranýnýn oluþumu, bu nedenle, çeþitli üretim alanlarýnda-
ki farklý kâr oranlarýnýn basit bir ortalamasýný elde etme sorunu olmaktan
çok, bu ortalamanýn oluþumunda bu farklý kâr oranlarýnýn sahip olduðu
nispi aðýrlýk sorunudur. Ne var ki, bu, her alana yatýrýlan sermayenin nis-
pi büyüklüðüne ya da her alana yatýrýlan sermayenin toplam toplumsal
sermayenin ne kadarýný teþkil ettiðine baðlýdýr. Toplam sermayenin daha
büyük ya da daha küçük bir kýsmýnýn, daha yüksek ya da daha düþük
bir kâr oraný üretmesine baðlý olarak, doðal olarak çok büyük bir fark
olacaktýr. Ve bu da gene, toplam sermayeye oranla deðiþen sermayenin
nispeten küçük ya da büyük olduðu, üretim alanlarýna ne kadar ser-
maye yatýrýldýðýna baðlýdýr. Bu, týpký, farklý faiz oranlarý ile, diyelim yüzde
4, 5, 6, 7 vb. ile çeþitli miktarlarda sermayeleri borç veren bir tefecinin
elde ettiði ortalama faize benzer. Elde edeceði ortalama oran tamamen,
bu farklý faiz oranlarýnýn herbirine göre ikaz ettiði sermaye miktarýna
baðlý olacaktýr.
Genel kâr oraný, demek ki, iki etmen tarafýndan belirlenir:
1) Farklý üretim alanlarýndaki sermayelerin organik bileþimi ve
böylece, bireysel alanlardaki farklý kâr oranlarý ile.
2) Toplam toplumsal sermayenin, bu farklý alanlardaki daðýlýmý
ve böylece, her özel alana, bu alanda egemen olan belli kâr oraný üze-
rinden yatýrýlmýþ bulunan sermayenin nispi büyüklüðü, yani her bireysel
üretim alanýnýn, toplam toplumsal sermayeden aldýðý nispi pay ile.
Birinci ve Ýkinci Ciltlerde biz yalnýz metalarýn deðerlerini incele-
dik. Þimdi bir yandan, maliyet-fiyatý, bu deðerin bir kýsmý olarak ayrýlmýþ
bulunuyor, öte yandan da, metalarýn üretim-fiyatý, kendi dönüþmüþ biçi-
mi içersinde geliþmiþ bulunuyor. [sayfa 147]
Ortalama toplumsal sermayenin bileþimi, diyelim 80s + 20d ve
yýllýk artý-deðer oraný a’ = %100 olsun. Bu durumda, 100 deðerinde bir
sermaye için ortalama yýllýk kâr = 20 ve genel yýllýk kâr oraný %20 olur.
100’lük bir sermayenin yýlda ürettiði metalarýn maliyet-fiyatý ne olursa
olsun, bunlarýn üretim-fiyatý m + 20 olacaktýr. Sermaye bileþiminin =

Karl Marks 147


Kapital III
(80 - x)s + (20 + x)d olduðu üretim alanlarýnda, fiilen üretilen artý-deðer
ya da bu alanda üretilen yýllýk kâr 20 + x, yani 20’den büyük olacak ve
üretilen metalarýn deðeri = m + 20 + x, yani m + 20’den büyük olacak
ve üretilen metalarýn deðeri = m + 20 + x, yani m + 20’den büyük, ya
da bunlarýn üretim-fiyatýndan büyük olacaktýr. Sermaye bileþiminin =
(80 + x)s + (20 - x)d olduðu alanlarda, yýlda üretilen artý-deðer ya da kâr
= 20 - x, ya da 20’den küçük olacak ve dolayýsýyla metalarýn deðeri m +
20 - x, m + 20 olan üretim-fiyatýndan daha az olacaktýr. Devir dönemle-
rindeki olasý farklýlýklar dýþýnda, metalarýn üretim-fiyatlarý, yalnýz, bileþimin
raslansal olarak 80s + 20d olduðu alanlarda kendi deðerlerine eþit olur.
Her belirli üretim alanýnda, emeðin toplumsal üretkenliðindeki
özgül geliþme, belli miktarda bir emek tarafýndan, þu halde, belli sayýda
emekçi tarafýndan belli bir iþgününde harekete geçirilen üretim araçlarý
kitlesinin ne kadar büyük ve dolayýsýyla, belli miktarda üretim aracý için
gerekli-emek miktarýnýn ne kadar küçük olduðuna baðlý olarak deðiþir,
daha yüksek ya da daha düþük olur. Bu nedenle ortalama toplumsal
sermayeden, yüzde olarak daha büyük deðiþmeyen ve daha küçük deði-
þen sermaye içeren sermayelere, yüksek bileþimli sermayeler ve, tersi-
ne, bileþimindeki deðiþmeyen sermaye ortalama toplumsal sermayeye
göre nispeten daha küçük, deðiþen sermaye ise nispeten daha büyük
olan sermayelere, düþük bileþimli sermayeler denilmektedir. En sonu,
bileþimi ortalama toplumsal sermayenin bileþimine eþit olan sermayele-
re, ortalama bileþimli sermayeler diyoruz. Ortalama toplumsal sermaye-
nin bileþimi yüzde olarak 80s + 20d olsa, bileþimi 90s + 10d olan bir ser-
maye, toplumsal ortalamadan yüksek, bileþimi 70s + 30d olan bir serma-
ye ise toplumsal ortalamadan düþüktür. Genel bir deyiþle, e ve f deðiþ-
meyen büyüklükler ve e + f = 100 olmak üzere, eðer ortalama toplum-
sal sermayenin bileþimi = es + fd ise, (e + x)s + (f - x)d formülü, yüksek
bileþimli, (e - x)s + (f + x)d formülü, düþük bileþimli bireysel bir sermay-
eyi ya da sermayeler topluluðunu temsil eder. Ortalama bir kâr oraný
saptandýktan ve yýlda bir devir yaptýklarý kabul edildikten sonra, bu ser-
mayelerin iþlevlerini ne þekilde yerine getirdikleri, aþaðýdaki sýralamada,
gösterilmektedir; burada l, ortalama kâr oraný %20 olan ortalama bir
bileþimi temsil etmektedir.
I. 80s + 20d + 20a. Kâr oraný = %20.
Ürünün fiyatý = 120. Deðer = 120.
II. 90s + 10d + 10a. Kâr oraný = %20.
Ürünün fiyatý= 120. Deðer= 110. [sayfa 148]
III. 70s + 30d + 30a. Kâr oraný = %20.
Ürünün fiyatý = 120. Deðer = 130.
Sermaye n tarafýndan üretilen metalarýn deðeri, demek ki, bunla-
rýn üretim-fiyatýndan küçük, III’ün metalarýnýn üretim-fiyatý, kendi deðer-
lerinden küçük; ve yalnýz sermaye I’de, bileþimin, toplumsal ortalama
ile raslansal olarak ayný olduðu üretim kollarýnda, deðer ile üretim-fiyatý

148 Karl Marks


Kapital III
eþit olur. Ne var ki, bu koþullarýn herhangi özel bir duruma uygulan-
masýnda, s ile d arasýndaki oranda görülen sapmanýn, teknik bileþimdeki
bir farktan çok, deðiþmeyen sermaye öðelerinin deðerindeki bir
deðiþmeden ileri gelip gelmediðine dikkat etmek gerekir.
Bu söylenenler, her halde, metalarýn maliyet-fiyatlarýnýn belirlen-
mesi ile ilgili ilk varsayýmý deðiþikliðe uðratmaktadýr. Biz, baþlangýçta, bir
metaýn maliyet-fiyatýnýn, üretiminde tüketilen metalarýn deðerine eþit ol-
duðunu varsaymýþtýk. Ne var ki, alýcý için, belli bir metaýn üretim-fiyatý,
onun maliyet-fiyatýdýr ve bu nedenle diðer metalarýn fiyatlarýna, maliyet-
fiyatý olarak geçebilir. Üretim-fiyatý, bir metaýn deðerinden farklý olabile-
ceði için, bu üretim-fiyatým içeren bir baþka metaýn maliyet-fiyatý, onun
toplam deðerinin, metaýn üretiminde tüketilen üretim araçlarýnýn deðe-
rinden gelen kýsmýnýn üzerinde ya da altýnda olabilir. Maliyet-fiyatýnýn bu
deðiþikliðe uðramýþ anlamýný unutmamak ve belli bir üretim alanýnda
üretilmiþ olan bir metaýn maliyet-fiyatýnýn, üretiminde tüketilen üretim
araçlarýnýn deðeri ile eþit görülmesi halinde daima bir yanýlma olasý-
lýðýnýn bulunduðunu akýlda tutmak gerekir. Bizim bu incelememiz, bu
noktanýn daha yakýndan araþtýrýlmasýný gerektirmemektedir. Gene de,
bir metaýn maliyet-fiyatýnýn, daima, o metaýn deðerinden küçük olduðu
doðrudur. Çünkü, bir metaýn maliyet-fiyatý, üretiminde tüketilen üretim
araçlarýnýn deðerinden ne kadar farklý olursa olsun, geçmiþteki bu hata-
nýn kapitalist için bir önemi yoktur. Belli bir metaýn maliyet-fiyatý, veri
olan ve kapitalistimizin üretiminden baðýmsýz bulunan kesin bir koþuldur,
oysa kapitalistin üretiminin sonucu olan þey, artý-deðeri ve dolayýsýyla,
metaýn maliyet-fiyatýnýn üzerinde bir deðer fazlalýðýný içeren bir metadýr.
Diðer bütün amaçlar için, bir metaýn maliyet-fiyatý, deðerinden küçüktür
önermesi, þimdi, bir metaýn maliyet-fiyatý üretim-fiyatýndan küçüktür öner-
mesi þeklinde deðiþmiþtir. Üretim-fiyatýnýn, deðere eþit olduðu toplam
toplumsal sermaye bakýmýndan, bu önerme, daha önceki önerme ile,
yani maliyet-fiyatýnýn deðerden küçük olduðu önermesi ile özdeþtir. Ve
bu önerme, bireysel üretim alanlarý için deðiþikliðe uðramakla birlikte,
toplam toplumsal sermaye sözkonusu olduðunda, bu sermayenin üret-
tiði metalarýn maliyet-fiyatýnýn bunlarýn deðerlerinden küçük olduðu ya
da toplumsal metalarýn toplam kitlesi sözkonusu olduðunda bunlarýn
maliyet-fiyatýnýn, bunlarýn deðeri ile özdeþ olan üretim-fiyatlarýndan küçük
olduðu temel gerçeði daima geçerlidir. Bir metaýn maliyet-fiyatý, yalnýz
bu metaýn içerdiði karþýlýðý ödenmiþ emek miktarýný belirtir, oysa bu
metaýn deðeri, bu metaýn içerdiði, karþýlýðý ödenmiþ ve [sayfa 149] ödenme-
miþ bütün emeði belirtir. Üretim-fiyatýnda ise, karþýlýðý ödenmiþ emek
ile, belli bir üretim alaný için kendi denetimi dýþýndaki koþullar tarafýn-
dan belirlenen karþýlýðý ödenmeyen bir emek miktarýnýn toplamý sözko-
nusudur.
Bir metaýn üretim-fiyatýný ifade eden, m + k formülü, yani mali-
yet-fiyatý, artý, kâr; þimdi daha kesinlikle, k = mk’ (k’, genel kâr oranýný

Karl Marks 149


Kapital III
gösterir) ile ifade edilir. Þu halde, üretim-fiyatý = m + mk'’dür. Eðer, m
= 300 ve k’ = %15 ise üretim-fiyatý m + mk’ = 300 + 300 (15 : 100),
yani 345’tir.
Belli bir üretim alanýnda metalarýn üretim-fiyatý, büyüklük olarak
deðiþebilir:
1) Bu üretim alanýnda metalarýn deðeri ayný kaldýðý (bunlarýn üre-
timinde eskisi gibi ayný miktarda billurlaþmýþ ve canlý emek harcandýðý)
halde, genel kâr oraný olarak deðiþirse.
2) Genel kâr oraný ayný kaldýðý halde, bu üretim alanýnda, teknik
deðiþiklikler ya da bu alandaki deðiþmeyen sermayenin öðelerini oluþ-
turan metalarýn deðerinde bir deðiþme olmasý sonucu bir deðer deðiþ-
mesi varsa.
3) Ensonu, yukarda sözü edilen iki durum bir arada meydana
gelirse.
Bireysel üretim alanlarýndaki fiili kâr oranlarýnda, göreceðimiz gibi,
sürekli büyük deðiþiklikler olmasýna karþýn, genel kâr oranýnda gerçek
bir deðiþme, olaðanüstü ekonomik olaylarýn istisnai bir biçimde yarattý-
klarý bir þey olmadýkça, çok uzun bir döneme yayýlan ve genel kâr ora-
nýnda bir deðiþiklik meydana getirmek üzere birbirlerini kararlý ve dengeli
hale getirmeleri epeyce zaman alan bir dizi dalgalanmalarýn gecikmiþ
etkileridir. Bütün kýsa dönemlerde (piyasa-fiyatlarýndaki dalgalanmala-
rýn tamamen dýþýnda) üretim-fiyatlarýndaki bir deðiþiklik, bu yüzden, dai-
ma prima facie, metalarýn deðerlerindeki fiili deðiþikliklere, yani bunlarýn
üretimleri için gerekli toplam emek-zamaný miktarýndaki deðiþikliklere
baðlanabilir. Ayný deðerlerin sýrf para-ifadelerindeki deðiþikler, haliyle
burada hiç dikkate alýnmamýþtýr.23
Öte yandan, toplam toplumsal sermaye açýsýndan, bu sermaye-
nin ürettiði metalarýn deðerinin (ya da para olarak ifade edildiðinde
bunlarýn fiyatýnýn) = deðiþmeyen sermayenin deðeri + deðiþen sermaye-
nin deðeri + artý-deðer olduðu açýktýr. Emeðin sömürü derecesinin deðiþ-
mediði kabul edilirse, artý-deðer kitlesi ayný kaldýðý sürece, ya deðiþmeyen
ya deðiþen sermayenin ya da her ikisinin deðerinde bir deðiþiklik olma-
dýkça, dolayýsýyla S ve böylece,genel kâr oranýný temsil eden a/S deðiþ-
medikçe, kâr oraný deðiþemez. Demek ki, bu durumlarýn herbirinde,
genel kâr oranýnda bir deðiþme, deðiþmeyen ya da deðiþen sermayenin
ya da her ikisinin öðelerini oluþturan metalarýn deðerinde bir deðiþme
olduðu anlamýný taþýr. [sayfa 150]
Ya da, emeðin sömürü derecesi deðiþtiði zaman, metalarýn deð-
eri ayný kaldýðý halde genel kâr oraný deðiþebilir.
Ya da, emeðin sömürü derecesi ayný kaldýðýnda, genel kâr oraný,
emek-sürecindeki teknik deðiþikliklerin sonucu olarak, deðiþmeyen ser-

23
Corbet, An lnquiry into the Causes and Modes of the Wealth of Individuals, London 1841
-Ed. s. 174.

150 Karl Marks


Kapital III
mayeye oranla kullanýlan emek miktarýnda bir deðiþme olduðu zaman
deðiþebilir. Ne var ki, bu gibi teknik deðiþiklikler daima kendilerini, þimdi
üretimleri eskisine göre daha fazla ya da az emeði gerektiren metalarýn
deðerlerindeki bir deðiþmede gösterirler ya da böyle bir deðiþiklik ile
birlikte ortaya çýkarlar.
Artý-deðer ile kârýn, kitleleri açýsýndan özdeþ olduklarýný Birinci
Kýsýmda görmüþ bulunuyoruz. Ama, kâr oraný, daha ilk baþta sýrf farklý
bir hesaplama biçimi gibi görünen artý-deðer oranýndan daha baþlangýçta
ayrýdýr. Ne var ki, bu, ayný zamanda gene daha baþlangýçta artý-deðerin
gerçek kökeninin bir esrar perdesi arkasýnda saklanmasýna yardým eder,
çünkü, artý-deðer oraný ayný kaldýðý halde, kâr oraný yükselebilir ya da
düþebilir ve bunun tersi alabilir, çünkü kapitalist, pratikte yalnýzca kâr
oraný ile ilgilidir. Þu da var ki, büyüklük farký, artý-deðerin kendisi ile kâr
arasýnda deðil, yalnýz kâr oraný ile artý-deðer oraný arasýndadýr. Kâr ora-
nýnda, artý-deðer toplam sermayeye göre hesaplandýðý ve toplam ser-
maye onun standart ölçüsü olarak alýndýðý için, artý-deðer toplam ser-
mayeden çýkýyormuþ, bu sermayenin bütün kýsýmlarýndan ayný þekilde
doðuyormuþ gibi görünür ve böylece, deðiþmeyen ve deðiþen sermaye
arasýndaki organik fark, bu kâr kavramý içersinde kaybolur. Kâr kýlýðýna
bürünen artý-deðer, fiilen kendi kökenini yadsýr, kendi niteliðini yitirir ve
tanýnmaz hale gelir. Bununla birlikte, þimdiye deðin kâr ile artý-deðer
arasýndaki ayrým yalnýzca nitel bir deðiþikliðe ya da biçim deðiþikliðine
uygulandý, oysa artý-deðerle kâr arasýndaki bu ilk deðiþme aþamasýnda
gerçek bir büyüklük farký olmayýp, bu fark, yalnýz, kâr oraný ile artý-deðer
oraný arasýnda vardýr.
Genel kâr oraný ve böylece de, çeþitli üretim alanlarýna yatýrýlmýþ
bulunan sermayenin veri olan büyüklüðüne tekabül eden bir ortalama
kâr saptanýr saptanmaz, durum deðiþir.
O zaman, belli bir üretim alanýnda fiilen üretilen artý-deðerin ve
dolayýsýyla kârýn, bir metaýn satýþ fiyatýnýn içerdiði kâr ile ayný olmasý an-
cak bir raslantý olur. Demek ki, kural olarak, yalnýz artý-deðer oraný ve
kâr oraný deðil, artý-deðer ve kâr da farklý büyüklüklerdir. Belli bir sö-
mürü derecesinde, belli bir üretim alanýnda üretilen artý-deðer kitlesi, bu
durumda, toplumsal sermayenin toplam ortalama kârý ve dolayýsýyla
genellikle kapitalist sýnýf için, belli bir üretim dalýnda iþ gören bireysel
kapitalist için olduðundan daha önemlidir. Bu, bireysel kapitalist için,24
kendi dalýnda üretilen artý-deðer miktarý, ortalama kârý düzenlediði süre-
ce ve [sayfa 151] ölçüde önemlidir. Ama bu, onun arkasýnda olup biten,
göremediði, anlayamadýðý ve aslýnda onu ilgilendirmeyen bir süreçtir.
Çeþitli üretim alanlarýnda –yalnýzca kâr oraný ile artý-deðer oraný arasýnda
deðil– kâr ile artý-deðer arasýndaki fiili büyüklük farký, þimdi kârýn gerçek

24
Ücret indirimleri, tekel fiyatlarý, vb. yoluyla, fazladan geçici bir kâr elde etme olasýlýðýný
biz haliyle þimdilik bir yana býrakýyoruz. F. E.

Karl Marks 151


Kapital III
niteliði ile kökenini, yalnýz, bu konuda kendisinin kandýrmada özel bir
çýkarý olan kapitalistin deðil, emekçinin gözünden de bütünüyle gizler.
Deðerlerin üretim-fiyatlarýna dönüþmesi deðerin kendisinin belirlenmesi
için gerekli temeli gizlemeye hizmet eder. Ensonu, yalnýzca, artý-deðerin
kâra dönüþmesi, metaýn deðerinde kârý oluþturan kýsmý, maliyet-fiyatýný
oluþturan kýsýmdan ayýrdettiði için, deðer kavramýnýn, bu önemli anda
kapitalistin gözünden kaçmasý doðaldýr, çünkü o, metaya giren toplam
emeði deðil, toplam emeðin, yalnýz canlý ya da cansýz üretim araçlarý bi-
çiminde karþýlýðýný ödediði kýsmýný görmekte ve böylece, elde ettiði kâr,
ona, metaýn özündeki deðerin dýþýnda bir þeymiþ gibi görünmektedir.
Kendi özel üretim alaný açýsýndan, maliyet-fiyatýna eklenen kârýn, fiilen,
kendi üretim alaný içersindeki deðer oluþumunun sýnýrlarý tarafýndan
deðil de, tamamen dýþ etkilerle belirlenmesi, þimdi bu düþünceyi tama-
men doðrular, güçlendirir ve deðiþmez hale getirir.
Bu iç iliþkinin ilk kez burada açýða vurulmasý; bu zamana kadar
ekonomi politiðin, bunu izleyen Dördüncü Kitapta göreceðimiz gibi deðe-
rin belirlenmesi iþini temel olarak alýkoyabilmek için, ya kendisini, artý-
deðer ile kâr ve bunlarýn oranlarý arasýndaki ayrýmlardan zorla soyutla-
masý, ya da bu görüngüde göze çarpan farklýlýklara sarýlabilmek için, bu
deðer belirlenmesini ve onunla birlikte de, bilimsel yaklaþýmdan geriye
kalan ne varsa hepsini bir yana býrakmasý olgusu – teorisyenlerin düþtük-
leri bu karýþýklýk, rekabet savaþýnda gözü kararmýþ, bunun ardýndaki
görüngülere inebilme yeteneðinden bütünüyle yoksun pratik kapitalis-
tin, dýþ görünüþün ardýnda bu süreci nasýl özünü ve iç yapýsýný kavra-
makta ne derece aciz kalacaðýný en iyi þekilde ortaya koyar.
Kâr oranýnýn yükselmesi ve düþmesi ile ilgili olarak Birinci Kýsým-
da ortaya konulan bütün yasalar, gerçekte, þu ikili anlamý taþýr:
1) Bir yandan bunlar, genel kâr oraný yasalarýdýr. Kâr oranýný yük-
selmesine ya da düþmesine yolaçan bir yýðýn farklý nedenler karþýsýnda,
bütün bu söylenenlerden sonra, genel kâr oranýnýn her gün deðiþmek
zorunda olduðu sanýlabilir. Ne var ki, bir üretim alanýndaki bir hareket
bir baþka alandaki hareketle telafi edilir, bunlarýn etkileri birbirleriyle ke-
siþir ve birbirlerini felce uðratýrlar. Bu dalgalanmalarýn ensonunda nere-
de toplanacaklarýný daha sonra inceleyeceðiz. Ama bunlar yavaþ hareket
ederler. Bireysel üretim alanlarýndaki dalgalanmalarýn birden ortaya çýkýþ-
larý, çok sayýda ve farklý sürede olmalarý, bunlarýn ortaya çýkýþ sýralarýna
göre birbirlerini telafi etmelerine yolaçar, fiyatlarda bir düþmeyi bir yük-
selme ve bir yükselmeyi bir düþme izler ve böylece bunlar mevzii, yani
bireysel alanlar içersinde sýnýrlý kalýrlar. En sonu, çeþitli mevzii dalgalan-
malar birbirlerini nötralize ederler. Her bireysel üretim alanýnda [sayfa 152]
deðiþiklikler, yani genel kâr oranýndan sapmalar olur; bunlar, bir yan-
dan, belli bir sürede birbirlerini telafi ederler ve böylece genel kâr oraný
üzerinde herhangi bir etkileri olmaz, öte yandan da, eþzamanlý diðer
mevzii dalgalanmalar ile dengelendikleri için, genel kâr oraný üzerinde

152 Karl Marks


Kapital III
etkide bulunamazlar. Genel kâr oraný, yalnýz, her alandaki ortalama kâr
oraný ile belirlenmeyip, toplam toplumsal sermayenin farklý bireysel al-
anlar arasýnda daðýlýmý ile de belirlendiði ve bu daðýlým sürekli deðiþtiði
için, bu da genel kâr oranýnda deðiþikliðin baþka bir devamlý nedeni
olur. Ne var ki bu, bu hareketin kesintisiz oluþu* ve çok yönlülüðü nede-
niyle, kendi kendisini en fazla felce uðratan bir deðiþme nedenidir.
2) Her üretim alanýnda, bir dalgalanmanýn, genel kâr oranýný etki-
lemek ve dolayýsýyla mevzii olmaktan öteye bir önem taþýmak üzere
zaman kazanmak için, yükselme ya da düþmeyi izleyen yeteri kadar
kararlý hale gelmeden önce, bu alanýn kâr oranýnýn içersinde uzun ya da
kýsa bir süre dalgalanabileceði bir aralýk vardýr. Bu kitabýn Birinci Kýs-
mýnda geliþtirilen kâr oraný yasalarý, ayný þekilde, bu yer ve zaman sýnýr-
larý içersinde geçerliliklerini korumaktadýrlar.
Artý-deðerin kâra ilk dönüþümü ile ilgili teorik anlayýþ, yani bir
sermayenin her parçasýnýn ayný þekilde kâr getireceði,25 pratik bir olguyu
ifade eder: Bir sanayi sermayesinin bileþimi ne olursa olsun, ister dörtte-
biriyle billurlaþmýþ emeði, dörtte-üçüyle canlý emeði ya da ister dörtte-
üçüyle billurlaþmýþ emeði, dörtte-biriyle canlý emeði harekete geçirsin,
ister bir durumda ötekisine göre üç katý artý-emek emsin ya da artý-
deðer üretsin, emeðin sömürü derecesi ayný olmak ve bireysel farklýlý-
klar –bu bireysel farklýlýklar, her iki halde de, biz, tüm üretim alanýnýn
ortalama bileþimini ele aldýðýmýz için ortadan kalkar– bir yana býrakýlmak
üzere her iki durumda da ayný kârý saðlar. Dar görüþlü bireysel bir kapi-
talist (ya da, her bireysel üretim alanýndaki bütün kapitalistler), kârýnýn,
sýrf kendi çalýþtýrdýðý emekten ya da kendi üretim alanýndan gelmediði-
ne, haklý olarak inanýr. Kendi kâr oranýný ilgilendirdiði kadarýyla, bu, ol-
dukça doðrudur. Ama bu kârýn ne ölçüde, emeðin, toplam toplumsal
sermaye, yani bütün kapitalist meslektaþlarý tarafýndan topluca yapýlan
sömürüsü ile gerçekleþtiði, bu iç baðýntý, bireysel kapitalist için tam bir
sýrdýr; burjuva teorisyenleri, ekonomi politikçiler þimdiye deðin bu sýrrý
aydýnlatmadýklarý için kapitalistin bu bilgisizliði daha da katmerlenmiþtir.
Emek tasarrufu –yalnýz, belli bir ürünü üretmek için gerekli emekten de-
ðil, çalýþtýrýlan iþçi sayýsýnda da yapýlacak tasarrufu– ve daha fazla billur-
laþmýþ emek (deðiþmeyen sermaye) kullanmak, ekonomik açýdan ya-
pýlacak en saðlam iþlem gibi görünür ve bunun genel kâr oraný ile ortala-
ma kâr üzerinde en ufak bir etkisi olmayacaðý sanýlýr. Ýyi ama, üretim
için gerekli-emek miktarýnda yapýlacak bir azaltmanýn, kâr üzerinde [sayfa
153] hiç bir etkisi olmayacaðý kabul edildiðine göre, nasýl olup da canlý
emek kârýn tek kaynaðý olacaktýr? Üstelik, belli koþullar altýnda canlý
emek, en azýndan bireysel kapitalist için kârý artýrmanýn en yalýn kaynaðý

25
Malthus Principles of Political Economy, 2. ed., London 1836, s. 268 -Ed.
* Özgün metinde “kesintiye uðradý” Unterbrochenheit. Marx’ýn elyazmalarýndan düzeltil-
miþtir. -Ed.

Karl Marks 153


Kapital III
olarak görünmektedir.
Belli bir üretim alanýnda, maliyet-fiyatýnýn, deðiþmeyen sermaye-
nin deðerini temsil eden kýsmýnda bir yükselme ya da düþme olduðun-
da, bu kýsým, dolaþýmdan gelir ve daha baþlangýçta büyümüþ ya da
küçülmüþ olarak, metaýn üretim sürecine geçer. Öte yandan, ayný sayý-
da iþçinin, ayný sürede daha fazla üretimde bulunmasý ve böylece, iþçi
sayýsý ayný kaldýðý halde, belli miktardaki metaýn üretimi için gerekli-
emek miktarýnýn deðiþmesi halinde, maliyet-fiyatýnýn, deðiþen sermaye-
nin deðerini temsil eden kýsmý ayný kalabilir, yani toplam ürünün mali-
yet-fiyatýna ayný miktarda katkýda bulunur. Ama, toplamlarý, toplam ürü-
nü meydana getiren bireysel metalarýn herbirisi, daha fazla ya da daha
az emeði (karþýlýðý ödenmiþ ve dolayýsýyla da ödenmemiþ emeði) pay-
laþýrlar ve dolayýsýyla, bu emek için yapýlan daha büyük ya da daha kü-
çük harcamayý, yani ücretlerin daha büyük ya da daha küçük kýsmým
paylaþýrlar. Kapitalistin ödediði toplam ücret ayný kalýr, ama her meta
baþýna hesaplandýðýnda ücret farklý olur. Demek oluyor ki, metaýn mali-
yet-fiyatýnýn bu parçasýnda bir deðiþme sözkonusudur. Bireysel bir me-
taýn maliyet-fiyatý (ya da, ola ki, belli büyüklükte bir sermaye tarafýndan
üretilen metalar toplamýnýn maliyet-fiyatý) ister kendi deðerinde, ister
kendisini oluþturan öðelerin deðerindeki deðiþiklikler nedeniyle yüksel-
se ya da düþmüþ olsa, ortalama kâr, diyelim %10 ise, gene %10 kalýr.
Gene de, bireysel bir metaýn bu %10’u, kabul ettiðimiz bu gibi deðer
deðiþiklikleri ile bireysel bir metaýn maliyet-fiyatýnda meydana gelen bü-
yüklük deðiþmesine baðlý olarak, çok farklý nicelikleri temsil edebilir.26
Deðiþen sermayeyi ilgilendirmesi bakýmýndan –en önemlisi bu-
dur, artý-deðerin kaynaðý olduðu ve bununla, kapitalistin servet biriktir-
mesi arasýndaki iliþkiyi gizleyen her þey, tüm sistemin bir esrar perdesine
bürünmesine hizmet ettiði için– durum daha da kabalaþýr ya da kapitali-
ste þöyle görünür: 100 sterlinlik bir deðiþen sermaye, diyelim 100 iþçinin
haftalýk ücretini temsil eder. Eðer bu 100 iþçi, belli bir emek-zamanýnda,
200 parça meta üretse ve bu 200S’ye eþit olsa, bu bir parça metaýn, 1 S,
maliyet-fiyatý -maliyet-fiyatýnýn deðiþmeyen sermaye tarafýndan eklenen
kýsmýndan ayrý olarak– 100 £ = 200S olduðu için, 100 £ : 200 = 10 þilin
olur. Þimdi emeðin üretkenliðinde bir deðiþiklik olduðunu kabul edelim.
Diyelim iki katýna çýksýn; böylece ayný sayýda iþçi, þimdi eskiden 200 S
üretmek için geçen sürede, iki defa 200S üretecektir. Bu durumda (ma-
liyet-fiyatýnýn yalnýz ücretlerden oluþan kýsmý dikkate alýndýðýnda) 1 S =
100 £ : 400 = 5 þilindir, çünkü þimdi 100 £ = 400S’dir. [sayfa 154] Üretkenlik
yarýya düþmüþ olsa, ayný emek ancak = 200, : 2 üretirdi, çünkü, 100 £ =
200, : 2, 1 S = 200 £ : 200 = 1 sterlindir. Metalarýn üretimi için gerekli
emek-zamanýndaki deðiþiklikler, þu halde, bunlarýn deðerlerindeki

26
Corbet An Inquiry into the Causes and Modes of the Wealth of Individuals, London 1841,
s. 20. -Ed

154 Karl Marks


Kapital III
deðiþiklikler, demek ki, maliyet-fiyatý ve dolayýsýyla üretim-fiyatý baký-
mýndan, ayný ücret karþýlýðýnda, ayný emek-zamanýnda üretilen metala-
rýn miktarýnýn büyüklüðüne ya da küçüklüðüne baðlý olarak, daha fazla
ya da az metalarýn karþýlýðý olarak ayný ücretin farklý bir biçimde daðýlý-
mýndan ibaretmiþ gibi görünür. Burada kapitalistin ve dolayýsýyla ekono-
mi politikçinin gördüðü þey, karþýlýðý ödenen emeðin metaýn her parçasýna
düþen kýsmýnýn, emeðin üretkenliði ile deðiþtiði ve gene, her parçanýn
deðerinin de buna göre farklý olduðudur. Bunlarýn göremedikleri þey ise,
ayný þeyin, herbir metaýn içerdiði karþýlýðý ödenmemiþ emek için de
geçerli olduðudur; ortalama kâr, fiilen, ancak, bireysel kapitalistin üre-
tim alanýnda emilmiþ bulunan karþýlýðý ödenmemiþ emek tarafýndan
raslansal olarak belirlendiði için, bunu fark etmek daha da güçleþir.
Metalarýn deðerlerinin, içerdikleri emekle belirlendikleri olgusu bize ken-
disini ancak iþte böyle, incelikten yoksun ve saf biçim içerisinde sezdirir.
[sayfa 155]

Karl Marks 155


Kapital III
ONUNCU BÖLÜM
GENEL KÂR ORANININ REKABET YOLUYLA
EÞÝTLENMESÝ
PÝYASA-FÝYATLARI VE PÝYASA-DEÐERLERÝ
ARTI-KÂR

BAZI üretim kollarýnda kullanýlan sermaye bizim, ‘ortalama’ ya


da ‘vasat’ diye tanýmlayabileceðimiz bir bileþime sahiptir; yani bunlarýn
bileþimi, toplam toplumsal sermayenin ortalamý ile ayný, ya da neredey-
se aynýdýr.
Bu üretim alanlarýnda üretim-fiyatý, üretilen metaýn deðerinin para
olarak ifadesinin tamamen ya da neredeyse aynýdýr. Matematik bir sýný-
ra ulaþmanýn eðer baþka bir yolu olmasaydý, bu bir sýnýr olabilirdi. Reka-
bet, toplumsal sermayeyi çeþitli üretim alanlarý arasýnda öylesine taksim
eder ki, her alandaki üretim-fiyatlarý, ortalama bileþime sahip bu alan-
lardaki üretim-fiyatlarýnýn modeline göre þekil alýr, yani bunlar = m +
mk’, (maliyet-fiyatý, artý, ortalama kâr oraný ile maliyet-fiyatýnýn çarpýmý-
na eþit) olurlar. Ne var ki, bu ortalama kâr oraný, kâr ile artý-deðerin de
ayný olduðu, ortalama bileþimli alanlarda, yüzde olarak gösterilen kâr-
dan baþka bir þey deðildir. Þu halde, bütün üretim alanlarýnda kâr oraný
aynýdýr, çünkü, ortalama sermaye bileþimine sahip üretim alanlarýndaki
ortalamaya göre eþitlenmiþtir. Dolayýsýyla, bütün üretim alanlarýndaki kâr-
lar toplamýnýn, artý-deðerler toplamýna eþit olmasý gerekir ve toplam top-
lumsal ürünün üretim-fiyatlarýnýn toplamý, bu ürünün toplam deðerine
eþittir. Ama þurasý da açýktýr ki, farklý bileþimli üretim alanlarý arasýndaki
dengenin, bunlarý, ortalama bileþime sahip alanlar ile eþitleme eðilimin-
de olmasý ve tamamen ya da yaklaþýk olarak toplumsal ortalamaya ge-
tirmesi gerekir. Ortalama bileþime azçok yaklaþýk bileþimli alanlar arasýn-
da da, gene eþitlemeye doðru, ideal ortalamayý, yani gerçekte mevcut

156 Karl Marks


Kapital III
olmayan bir ortalamayý aramaya doðru bir eðilim, yani bu ideali
[sayfa 156]
bir ölçüt olarak almaya doðru bir eðilim vardýr. Bu þekilde, üretim-fiyat-
larýný, deðerin yalnýzca deðiþmiþ biçimleri yapma ya da kârý, sýrf artý-de-
ðerin kýsýmlarý haline getirmek için zorunlu olarak bir eðilim egemen ol-
maktadýr. Bununla birlikte, bunlar, her özel üretim alanýnda üretilen artý-
deðerle orantýlý olarak deðil, daha çok, her alanda kullanýlan sermayenin
kitlesi ile orantýlý olarak daðýtýlmýþtýr ve böylece bileþimi ne olursa olsun
kitleleri eþit olan sermayeler, toplam toplumsal sermaye tarafýndan üre-
tilen toplam artý-deðerden eþit büyüklükte paylar alýrlar.
Ortalama ya da ortalamaya yakýn bileþimli sermayelerde üretim-
fiyatý, demek ki, deðerle ayný ya da neredeyse ayný ve kâr da, bu serma-
yelerce üretilen artý-deðerle aynýdýr. Bileþimleri ne olursa olsun, diðer
bütün sermayeler, rekabetin baskýsý altýnda bu ortalamaya doðru gelme
eðilimindedir. Ama ortalama bileþimli sermayeler, ortalama toplumsal
sermaye gibi ayný ya da yaklaþýk olarak ayný yapýya sahip olduklarý için,
ürettikleri artý-deðer ne olursa olsun, bütün sermayeler, kendi metala-
rýnýn fiyatlarýnda kendi artý-deðerlerini gerçekleþtirmekten çok, ortalama
kârý, yani üretim-fiyatlarýný gerçekleþtirme eðilimini taþýrlar.
Öte yandan, ortalama bir kârýn ve dolayýsýyla genel bir kâr oraný-
nýn meydana geldiði her yerde –bu ne þekilde meydana gelirse gelsin–
bu ortalama kârýn, toplamý, artý-deðerin toplamýna eþit olduðu ortalama
toplumsal sermaye üzerinden saðlanan kârdan baþka bir þey olamaya-
caðý da söylenebilir. Ayrýca, bu ortalama kârýn maliyet-fiyatlarýna eklen-
mesiyle elde edilen kârlar, üretim-fiyatlarýna dönüþmüþ deðerlerden
baþka bir þey olamazlar. Bazý belli üretim alanlarýndaki sermayelerin,
herhangi bir nedenle, eþitlenme sürecine tabi olmamalarý hiç birþeyi de-
ðiþtirmiþ olmaz. Bu durumda ortalama kâr, toplumsal sermayenin, eþitlen-
me sürecine giren kýsmý üzerinden hesaplanýr. Ortalama kârýn, farklý
üretim alanlarýnda, çeþitli niceliklerdeki sermayelerin, kendi büyüklükleri
oranýnda saðladýklarý artý-deðerin toplam kitlesinden baþka bir þey ola-
mayacaðý da açýktýr. Kapitalistlerin payýna düþen metalarýn ve paranýn
toplam kitlesi içinde temsil edilen karþýlýðý ödenmiþ canlý ya da cansýz
emek gibi gerçekleþen, karþýlýðý ödenmemiþ toplam emek ve bu top-
lam kitledir.
Gerçekten güç sorun þudur: genel kâr oranýnýn bir çýkýþ noktasý
olmayýp bir sonuç olduðu ortada iken, kârlarýn bir genel kâr oraný içer-
sinde eþitlenmesi nasýl olmaktadýr.
Önce, metalarýn, deðerlerinin, diyelim para cinsinden belirlen-
mesinin, ancak bunlarýn deðiþiminin bir sonucu olabileceði apaçýktýr. Bu
nedenle, eðer biz böyle bir deðer belirlenmesini kabul edecek olursak,
buna, bir meta-deðerin bir baþka meta-deðer karþýlýðýnda fiilen deðiþil-
mesinin bir sonucu gözüyle bakmamýz gerekir. Ama metalarýn kendi
gerçek deðerleri üzerinden bu deðiþimleri nasýl gerçekleþiyor? [sayfa 157]
Önce, farklý üretim alanlarýndaki bütün metalarýn, kendi gerçek

Karl Marks 157


Kapital III
deðerleri üzerlerinden satýldýklarýný varsayalým. Bunun sonucu ne olur?
Yukardaki varsayýma göre, çeþitli üretim alanlarýnda çok farklý kâr oran-
larý egemen olacaktýr. Bu, metalarýn kendi deðerleri üzerinden mi satýl-
dýðý (yani, içerdikleri deðerlerle orantýlý ve kendi deðerlerine tekabül
eden fiyatlarla deðiþilmeleri) ya da bunlarýn satýþlarýnýn, kendi üretimleri
için yatýrýlmýþ bulunan eþit sermaye kitleleri için eþit kârlar saðlayacak
fiyatlar üzerinden mi satýldýðý, prima facie, tamamen farklý iki sorundur.
Eþit olmayan miktarlarda canlý emek kullanan sermayelerin, eþit
olmayan miktarlarda artý-emek ürettikleri olgusu, en azýndan, sömürü
derecesi ile artý-deðer oranýnýn belli ölçüde ayný olduðu ya da bunlarda-
ki mevcut farklarýn gerçek ya da sanal (konvansiyonel) telafi ilkeleri ile
eþitlendikleri varsayýmýný öngörür. Bu da, emekçiler arasýnda rekabeti
ve bunlarýn bir üretim alanýndan diðerine sürekli göç etmesi yoluyla
eþitliðin saðlanmasýný varsayar. Böyle bir genel artý-deðer oraný –diðer
bütün ekonomik yasalar gibi buna da bir eðilim olarak bakýlmaktadýr–
teorik basitleþtirme amacýyla varsayýlmýþ bulunmaktadýr. Ama gerçekte
bu, Ýngiltere’de tarým iþçilerine ait iskan yasalarý gibi, azçok yerel farklýlý-
klara yolaçan pratik sürtüþmeler ile þu ya da bu ölçüde engellenmiþ olsa
bile, kapitalist üretim tarzýnýn gerçek bir öncülüdür. Ama teorik olarak,
kapitalist üretime özgü yasalarýn, kendi saf biçimleri içersinde iþledikleri
varsayýlmýþtýr. Gerçekte ise, ancak yaklaþýk bir durum vardýr; ne var ki,
kapitalist üretim tarzý ne kadar fazla geliþmiþ ve daha önceki ekonomik
koþullarýn artýklarý ile ne derece az bozulmuþ ve karýþmýþ ise bu yaklaþýklýk
o kadar büyük olur.
Bütün güçlük, metalarýn, yalnýzca basit metalar olarak deðil, to-
plam artý-deðer kitlesinden kendi büyüklükleri ile orantýlý ya da eþit
büyüklükte olduklarý takdirde eþit miktarda pay talep eden sermayele-
rin ürünleri olarak deðiþilmeleri olgusundan ileri gelir. Ve bu talebin,
belli bir zaman aralýðýnda, belli bir sermaye tarafýndan üretilen metalara
ait toplam fiyat tarafýndan karþýlanmasý gerekir. Ne var ki, bu toplam
fiyat, yalnýzca bu sermaye tarafýndan üretilen bireysel metalarýn fiyatla-
rýnýn toplamýdýr.
Konuya þu açýdan yaklaþýrsak punctum saliens* en iyi biçimde
ortaya çýkacaktýr: Diyelim, emekçilerin kendileri kendi üretim araçlarýna
sahiptir ve kendilerine ait metalarý birbirleriyle deðiþmektedirler. Bu du-
rumda bu metalar, sermayenin ürünleri olmayacaktýr. Bu çeþitli emek
araçlarý ile hammaddelerin deðeri, farklý üretim alanlarýnda harcanan
emeklerin teknik niteliklerine baðlý olarak deðiþecektir. Ayrýca, bunlarýn
kullandýklarý üretim araçlarýnýn deðerlerinin farklý olmasý dýþýnda, belli
bir metaýn bir saatte, bir diðerinin bir günde, vb., yapýlýyor olmasýna baðlý
olarak, belli bir miktar emek için buralarda farklý miktarlarda üretim
aracý gerekecektir. Bir de, farklý emek yoðunluklarýndan vb.,. ileri gelen

* Sorunun özü. -ç.

158 Karl Marks


Kapital III
telafiler hesaba katýlarak, emekçilerin, eþit ortalama bir süre
[sayfa 158]
çalýþtýklarýný varsayalým. Böyle bir durumda, iki emekçinin her ikisi de,
önce, kendi masraflarýný tüketileni üretim araçlarýnýn maliyet-fiyatlarýný
kendi günlük çalýþmalarýnýn ürünü olan metalarda yerine koyacaklardýr.
Bu masraflar, kendi emeklerinin teknik niteliðine baðlý olarak
deðiþecektir. Sonra, her iki emekçi de eþit miktarlarda yeni deðer yani
üretim araçlarýna katmýþ olduklarý iþgünü yaratmýþ olacaklardýr. Bu deð-
er, kendi ücretleri ile artý-deðeri içerecek ve bu artý-deðer, kendi gerekli
gereksinmeleri karþýlandýktan sonra geriye kalan artý-emeði, temsil eden
artý-deðeri, her halükârda kendisine ait olan ürünü kapsayacaktýr. Kapi-
talistçe söylemek gerekirse, her ikisi de ayný ücretleri ve ayný kârý, ya da,
diyelim, on saatlik bir iþgününün ürünü ile ifade edilen ayný deðeri ala-
caklardýr. Ama her þeyden önce, bunlarýn metalarýnýn deðerleri farklý
olacaktýr. Örneðin, meta I’de, tüketilen üretim araçlarýna tekabül eden
deðer kýsmý, meta II’den daha büyük olabilir. Ve, bütün olasý farklýlýklarý
hesaba katmak üzere, biz hemen, meta I’in meta II’den daha fazla canlý
emek emdiðini ve dolayýsýyla, üretilmesi için daha fazla emek-zamanýný
gerektirdiðini kabul edebiliriz. Bu nedenle, meta I ve II’nin deðerleri çok
farklýdýr. Bunun gibi, belli bir sürede I ve II’deki emekçilerin harcadýklarý
emeðin ürününü temsil eden metalarýn deðerlerinin toplamý da farklý-
dýr. Biz eðer kâr oranýný, artý-deðerin, yatýrýlan üretim araçlarýnýn toplam
deðerine oraný diye kabul edersek, I ve II’ye ait kâr oranlarý da önemli
ölçüde deðiþecektir. Üretim sýrasýnda I ve II tarafýndan bir günde tüketi-
len ve ücretlerin yerini tutan temel geçim araçlarý, burada, yatýrýlmýþ
bulunan üretim araçlarýnýn, genellikle deðiþen sermaye denilen kýsmýný
oluþtururlar. Ama eþit çalýþma dönemlerine ait artý-deðerler, I ve II için
ayný olacak, ya da daha doðrusu, I ve II’nin herbirisi, bir günlük iþin
ürününün deðerini elde ettikleri için her ikisi de, yatýrýlmýþ bulunan
“deðiþmeyen” öðelerin deðeri düþüldükten sonra, eþit büyüklükte deð-
erler elde ederler ve bu eþit deðerlerin bir kýsmýna, üretim sýrasýnda
tüketilen temel geçim araçlarýnýn karþýlýðý, diðer kýsmýna ise bu karþýlýðý
aþan artý-deðer gözüyle bakýlabilir. Eðer emekçi I’in harcamalarý daha
büyük ise bunlar bu “deðiþmeyen” kýsmý yerine koyan metaýnýn deðeri-
nin daha büyük bir bölümü ile karþýlanýrlar ve bu yüzden o, ürününün
toplam deðerinin daha büyük bir kýsmýný, bu deðiþmeyen kýsmýn maddi
öðelerine tekrar çevirmek zorunda kalýr, oysa emekçi II bunun için daha
az almakla birlikte, ayný oranda daha az bir miktarý tekrar çevirmek
durumunda bulunur. Bu koþullar altýnda demek ki, kâr oranlarýndaki
farkýn hiç bir önemi kalmýyor; týpký bugün ücretli emekçi için, kendisin-
den sýzdýrýlan artý-deðer miktarýnýn hangi kâr oraný ile ifade edildiðinin
bir önemi bulunmamasý; ve týpký, uluslararasý ticarette, çeþitli ulusal kâr
oranlarýndaki farkýn, meta deðiþiminde bir önemi olmamasý gibi.
Demek oluyor ki, metalarýn deðerleri ya da yaklaþýk olarak deðer-
leri üzerinden deðiþimleri, belli bir kapitalist geliþme düzeyini gerekti-

Karl Marks 159


Kapital III
ren, [sayfa 159] üretim-fiyatlarý üzerinden deðiþimlerine göre çok daha düþük
bir geliþme düzeyini gerektirir.
Çeþitli metalarýn fiyatlarý birbirine göre baþlangýçta ne þekilde
saptanmýþ ya da düzenlenmiþ olursa olsun, bunlarýn hareketleri, daima
deðer yasasýnca yönetilir. Bu metalarýn üretimleri için gerekli emek-
zamaný kýsalýrsa fiyatlar düþer; uzarsa, diðer koþullar ayný kalmak üzere,
yükselir.
Fiyatlar ile fiyat hareketlerinin, deðer yasasýnýn egemenliði altýnda
olmasý bir yana, metalarýn deðerlerine, yalnýz teorik deðil, tarihsel ba-
kýmdan da, üretim-fiyatlarýna öngeldiði gözüyle bakýlmasý tamamen ye-
rinde olur. Bu, üretim araçlarýnýn emekçiye ait olduðu koþullar için
geçerlidir ve hem eski çaðlarda ve hem de modern dünyada kendi
emeði ile yaþayan toprak sahibi çiftçiye ve zanaatçýya uygulanýr. Bu,
bizim daha önce ifade ettiðimiz görüþle,* ürünlerin metalar haline
geliþinin, ayný topluluðun üyeleri arasýnda deðil, farklý topluluklar arasýn-
daki deðiþimden ileri geldiði görüþü27 ile de uygunluk halindedir. Bu
vargý, yalnýz bu ilkel koþul için deðil, ayný zamanda köleliðe ve serfliðe
dayanan daha sonraki koþullar ve her üretim kolu ile ilgili üretim araçla-
rýnýn bir alandan diðerine ancak güçlükle aktarýlabildiði ve bu nedenle
çeþitli üretim alanlarýnýn, dýþ ülkeler ya da komünist topluluklarda ol-
duðu gibi, birbirleriyle belli sýnýrlar içersinde iliþkide bulunduðu sürece,
lonca biçiminde örgütlenmiþ elzanaatlarý için de geçerlidir.
Metalarýn deðiþim fiyatlarýnýn, bunlarýn deðerlerine yaklaþýk ola-
rak tekabül etmesi için, yalnýz þunlar yeterlidir: 1) çeþitli metalarýn
deðiþimi, salt raslansal ya da ancak arasýra olmaktan çýkmalýdýr; 2) me-
talarýn doðrudan deðiþimleri sözkonusu olduðu sürece, bu metalarýn,
karþýlýklý gereksinmeleri karþýlamak üzere, aþaðý yukarý yeter miktarlar-
da üretilmeleri gerekir; bu, ticarette karþýlýklý deneyimlerden öðrenilen
bir þey olup, sürüp giden alýþveriþin doðal bir ürünüdür; ve 3) satýþý ilgi-
lendirdiði kadarýyla, taraflardan hiç birisine, metalarýný kendi deðerleri-
nin üzerinde satmalarýný saðlayacak ya da bu deðerlerin altýndan satmaya
zorlayacak doðal ya da yapay bir tekel kurulmamýþ olmalýdýr. Raslansal
bir tekel sözü ile biz, bir alýcý ya da satýcýnýn, raslansal bir arz ve talep du-
rumu ile elde ettiði bir tekeli kastediyoruz.
Çeþitli üretim alanlarýna ait metalarýn, kendi deðerleri üzerinden
satýldýklarý varsayýmý, kuþkusuz, yalnýzca, bunlarýn deðerlerinin birer aðýrlýk
merkezi olduðu, fiyatlarýnýn bu merkez çevresinde dalgalandýðý ve bu
deðerlerin sürekli yükselme ve düþmelerinin birbirlerini eþitleme eðili-
minde olduðu anlamýna gelir. Ayrýca bir de –daha sonra ele alýnacak–
farklý üreticiler tarafýndan üretilen belli metalarýn bireysel deðerlerinden

27
1865’te, bu, tamamen Marx’ýn görüþüydü. Bugün Maurer’den Morgan’a kadar uzanan
ilkel topluluklarýn niteliði konusunda yoðun araþtýrmalardan sonra, herhangi bir yerde pek de
yadsýnamayacak, benimsenmiþ bir olgudur. -F. E.
* Kapital, Birinci Cilt, s. 109-110. -Ed.

160 Karl Marks


Kapital III
ayýrdedilmesi gereken bir piyasa-deðeri vardýr. Bu metalarýn ba-
[sayfa 160]
zýlarýnýn bireysel deðeri, kendi piyasa-deðerinin altýnda kaldýðý halde (yani
bunlarýn üretimleri için, piyasa-deðeri ile ifade edilenden daha az emek-
zamaný gerekmiþtir) diðerlerinin deðeri, piyasa-deðerini aþacaktýr. Piya-
sa-deðeri, bir yandan, tek bir alanda üretilen metalarýn ortalama deðeri,
öte yandan, kendi üretim alanlarýnýn ortalama koþullarý altýnda üretilen
ve bu alanýn ürünlerinin büyük bir kýsmýný oluþturan metalarýn bireysel
deðerleri olarak görülmek durumundadýrlar. En kötü ya da en iyi koþullar
altýnda üretilen metalar, ancak olaðanüstü durumlarda piyasa-deðerini
düzenlerler ve bu piyasa-deðeri, þimdi, piyasa-fiyatlarý için bir dalgalan-
ma merkezi oluþturur. Ne var ki, bu piyasa-fiyatlarý, ayný tür metalar için
ayný olur. Eðer, ortalama deðerde, yani iki uç arasýnda orta yerde yer
alan metalarýn arzý ile normal talep karþýlanýyor ise, bireysel deðerleri,
piyasa-deðerinin altýnda kalan metalar, fazladan bir artý-deðer ya da artý-
kâr gerçekleþtirdikleri halde, bireysel deðerleri piyasa-deðerini aþan me-
talar, içerdikleri artý-deðerin bir kýsmýný gerçekleþtiremezler.
En elveriþsiz koþullar altýnda üretilen metalarýn satýþýnýn, bunlarýn,
talebin karþýlanmasý için gerekli olduklarýný tanýtladýðýný söylemek hiç bir
þey ifade etmez. Varsayýlan durumda, fiyat, ortalama piyasa-deðerinden
yüksek olsaydý, talep daha küçük* olurdu. Bir meta, belli bir fiyatta, piya-
sada belli bir yer tutar. Bir fiyat deðiþikliði halinde, fiyatýn yükselmesiyle
birlikte, metaýn arzýnda bir azalma, fiyatýn düþmesiyle birlikte, malýn ar-
zýnda bir artma olduðu takdirde bu yer ayný kalýr. Fiyatýn, en elveriþsiz
koþullar altýnda üretilen metalarýn deðeri tarafýndan düzenlenmesi halin-
de, eðer talep, daralmayacak kadar kuvvetli ise, bu metalarýn deðeri, pi-
yasa-deðerini belirler. Bu, talep normalin üzerinde olmadýkça ya da arz
olaðan düzeyin altýna düþmedikçe olanaksýzdýr. Ensonu, eðer üretilen
metalarýn kitlesi, ortalama piyasa-deðerleri üzerinden sürülebilecek olan-
dan büyük ise, en uygun koþullar altýnda üretilen metalar, piyasa-deðeri-
ni düzenler. Örneðin bunlar, tam kendi deðerleri ya da bu deðere yaklaþýk
bir deðer üzerinden satýlabilirler ve bu durumda en uygun olmayan koþul-
lar altýnda üretilen metalar kendi maliyet-fiyatlarýný bile gerçekleþtireme-
diði halde, normal koþullar altýnda üretilenler, içerdikleri artý-deðerin an-
cak bir kýsmýný gerçekleþtirirler. Burada, piyasa-deðeri üzerine söylenmiþ
olanlar, piyasa-deðerinin yerini alýr almaz üretim-fiyatý için de geçerlidir.
Üretim-fiyatý her alanda düzenlendiði gibi, özel koþullar tarafýndan da
düzenlenir. Ve bu üretim-fiyatý da gene, etrafýnda günlük piyasa-fiyatla-
rýnýn dalgalandýðý bir merkezdir ve belli dönemler içersinde birbirini eþitle-
me eðilimini gösterir. (Üretim-fiyatýnýn, en kötü koþullar altýnda çalýþanlar
tarafýndan belirlenmesi konusunda Ricardo’ya bakýnýz.)** [sayfa 161]
Fiyatlar nasýl yönetiliyor olursa olsun, biz þu sonuçlara ulaþýrýz: 1)

* Asýl metinde “daha büyük” [grösser] yazýlý. Marx’ýn elyazmasýna göre düzeltilmiþtir. -Ed.
** D. Ricardo, On the Principles of Political Economy, and Taxation, Third edition, London
1821, s. 60-61. -Ed.

Karl Marks 161


Kapital III
Fiyat hareketleri, üretim-fiyatlarýnda düþme ya da yükselmelere yolaçan
gerekli emek-zamanýndaki azalma ya da artýþ ile deðer yasasýnýn ege-
menliði altýndadýr. Ýþte bu anlamda olmak üzere (kendi üretim-fiyatla-
rýnýn, metalarýn deðerinden sapmalar gösterdiðini hiç kuþkusuz anlamýþ
bulunan) Ricardo, “Okurun dikkatini çekmek istediðim araþtýrma, me-
talarýn mutlak deðerlerindeki deðil, nispi deðerlerindeki deðiþikliklerin
etkileriyle ilgilidir.”* der.
2) Üretim-fiyatlarýný belirleyen ortalama kârýn, daima, toplam to-
plumsal sermayenin bir parçasý olmasý nedeniyle, bireysel sermayenin
payýna düþen artý-deðer miktarýna yaklaþýk olarak eþit olmasý gerekir.
Genel kâr oranýnýn ve dolayýsýyla ortalama kârýn, para-deðer olarak ifa-
desinin, gerçek ortalama artý-deðerin para-deðerinden daha büyük ol-
duðunu kabul edelim. Kapitalistleri ilgilendirdiði kadarýyla, bunlarýn kar-
þýlýklý olarak %10 ya da %15 oranýnda kâr saðlamalarý önemli deðildir.
Para olarak fazla fiyat karþýlýklý olduðu için, bu yüzdelerin hiç biri ötekin-
den daha fazla gerçek meta-deðere tekabül etmez. Emekçiye gelince
(varsayýmýmýza göre, o, normal ücretini almaktadýr ve bu yüzden, ortala-
ma kârdaki bir yükselme, ücretindeki fiili bir indirimden ileri gelme-
mekte, yani bu yükselme, kapitalistin normal artý-deðerinden tamamen
farklý bir þeyi ifade etmektedir) meta fiyatlarýnda, ortalama kârdaki bir
artýþýn yolaçtýðý bir yükselmenin, deðiþen sermayenin para-ifadesindeki
bir yükselmeye tekabül etmesi gerekir. Kâr oraný ile ortalama kârda, fiili
artý-deðerin toplam yatýrýlan sermayeye oraný ile saptanan sýnýrý aþan
böyle bir genel nominal artýþ, gerçekte, ücretlerde ve ayrýca deðiþmeyen
sermayeyi oluþturan metalarýn fiyatlarýnda bir artýþ olmaksýzýn olanaksýz-
dýr. Düþme halinde ise bunun tersi doðrudur. Metalarýn toplam deðeri,
toplam artý-deðeri ve bu da ortalama kâr ve dolayýsýyla genel kâr ora-
nýnýn düzeyini –genel bir yasa ya da dalgalanmalarý yöneten bir yasa
olarak– belirlediðine göre, buradan, deðer yasasýnýn üretim-fiyatlarýný dü-
zenlediði sonucu çýkýyor.
Rekabetin ilkönce tek bir alanda baþardýðý þey, metalarýn çeþitli
bireysel deðerlerinden, tek bir piyasa-deðeri ve piyasa-fiyatý oluþturmaktýr.
Farklý alanlardaki kâr oranlarýný birbirlerine eþitleyerek üretim-fiyatýný ilk
meydana getiren, farklý alanlardaki sermayelerin rekabetidir. Bu ikinci
süreç, kapitalist üretimin birinciye göre daha yüksek düzeyde geliþmesini
gerektirir.
Ayný üretim alanýnda, ayný türde, aþaðý yukarý ayný kalitede me-
talarýn, deðerleri üzerinden satýlabilmeleri için þu iki koþul gereklidir:
Birincisi, farklý bireysel deðerlerin tek bir toplumsal deðere, yuka-
rýda adý verilen piyasa-deðerine eþitlenmesi gerekir; bu da, ayný türden
metalarýn üreticileri arasýnda rekabeti ve mallarýný satýþa arzedecekleri
[sayfa 162] ortak bir piyasanýn varlýðýný gerektirir. Herbirisi farklý bireysel

* D. Ricardo, Principles of Political Economy, ed by Macculloch, 1852, s. 15, -Ed.

162 Karl Marks


Kapital III
koþullar altýnda üretilmiþ olsalar bile özdeþ metalarýn herbirinin piyasa-
fiyatlarýnýn, piyasa-deðerine, uygun düþmesi, bu deðerin üzerine çýkarak
ya da altýna düþerek herhangi bir sapma göstermemesi için, farklý satý-
cýlarýn birbirleri üzerindeki baskýlarýnýn, piyasaya, toplumsal gereksin-
meleri karþýlamaya yetecek miktarda, yani toplumun, piyasa-deðerini
ödeyebileceði miktarda bir meta kitlesini getirmelerini saðlamaya yete-
cek kadar kuvvetli olmasý gerekir. Bu ürünlerin kitlesi bu talebi aþacak
olursa, metalarýn piyasa-deðerlerinin altýnda satýlmalarý durumu ortaya
çýkar; tersine, ürünlerin kitlesi bu talebi karþýlamaya yetecek büyüklükte
deðil ise, ya da ayný þey demek olan satýcýlar arasýndaki rekabetin baský-
sý, bu miktar ürünü piyasaya getirmeye yetecek kadar kuvvetli deðil ise,
metalarýn, piyasa-deðerlerinin üzerinde satýlmalarý gerekir. Piyasa-deðer-
inin deðiþmesi halinde, bu toplam metalar kitlesinin satýlabilecekleri
koþullarda bir deðiþikliði de zorunlu kýlar. Piyasa-deðeri düþerse, bu,
ortalama toplumsal talepte (bu daima efektif talep anlamýnda kulla-
nýlmaktadýr) bir artýþ yaratýr ve belli sýnýrlar içersinde, daha büyük bir
meta kitlesi emilebilir. Piyasa-deðeri yükselirse, bu, toplumsal talepte
bir azalma demektir ve daha küçük bir metalar kitlesi emilmiþ olacaktýr.
Þu halde, arz ve talebin, piyasa-fiyatýný ya da daha çok, piyasa-fiyatýnýn
piyasa-deðerinden gösterdiði sapmalarý düzenlemesi gibi, piyasa-deðeri
de, arz ile talep arasýndaki orantýyý ya da arz ve talepteki dalgalanmala-
rýn çevresinde piyasa-fiyatlarýnýn oynamalar yapmasýna yolaçtýðý merke-
zi düzenler.
Daha yakýndan bakýldýðýnda, tek bir metaýn deðerine uygulanabi-
lecek koþullarýn, burada, belli türden bir meta topluluðunun deðerini
yöneten koþullar olarak yeniden ortaya çýktýðýný görürüz. Kapitalist üre-
tim, daha baþlangýçtan beri bir kitle üretimidir. Diðer daha az geliþmiþ
üretim tarzlarýnda bile, sayýlarý çok olsa dahi, küçük çapta üreticiler ta-
rafýndan ortak ürün olarak nispeten küçük miktarlar halinde üretilen
þeyler –hiç deðilse ana metalar sözkonusu olduðunda– büyük kitleler
halinde nispeten az sayýda tacirin elinde toplanýr. Bu tacirler bunlarý
birarada biriktirirler ve bütün üretim kolunun ya da bunun azçok önemli
bir kýsmýnýn ortak ürünü olarak satarlar.
Burada þurasýný da belirtmek yerinde olur: “toplumsal talep”, yani
talep ilkesini düzenleyen etmen, aslýnda, farklý sýnýflarýn karþýlýklý
iliþkilerine, bunlarýn kendi ekonomik konumlarýna ve bu nedenle özel-
likle, önce, toplam artý-deðerin ücretlere oranýna, sonra da, artý-deðerin
bölündüðü (kâr, faiz, toprak rantý, vergiler, vb. gibi) çeþitli parçalar arasýn-
daki baðýntýya tabidir. Ve bu da, arz ile talep arasýndaki baðýntýnýn hangi
temele dayandýðý saptanmadan, arz ve talep iliþkisi ile hiç bir þeyin açý-
klanamayacaðýný bir kez daha ortaya koymaktadýr.
Meta ile paranýn her ikisi, deðiþim-deðeri ile kullaným-deðerinin
bir birliðini temsil ettikleri halde, satýnalma ve satýþta bu fonksiyonlarýn,
iki karþýt uçta kutuplandýklarýný, metaýn (satýcý) kullaným-deðerini ve pa-

Karl Marks 163


Kapital III
ranýn [sayfa 163] (alýcý) deðiþim-deðerini temsil ettiðini daha önce (Buch I,
Kap. l, 3) görmüþ bulunuyoruz. Satýþýn önkoþullarýndan birisi, bir metaýn
kullaným-deðerine sahip bulunmasý ve bu nedenle toplumsal bir gerek-
sinmeyi karþýlamasý idi. Öteki önkoþul ise, metaýn içerdiði emek mik-
tarýnýn, toplumsal bakýmdan gerekli-emeði temsil etmesi, yani bireysel
deðerinin (ve, þimdiki varsayýmýmýza göre ayný þey demek olan, metaýn
satýþ-fiyatýnýn) toplumsal deðeri ile ayný olmasýdýr.28
Þimdi bunu, piyasada bulunan ve bütün alanýn ürününü temsil
eden metalar kitlesine uygulayalým.
Tek bir üretim kolu tarafýndan bu tüm metalar kitlesine tek bir
meta ve birçok özdeþ metalarýn fiyatlarýnýn toplamýna tek bir fiyat gözüy-
le bakýlmasý, konuyu en kolay biçimde ortaya koyacaktýr. Böyle olunca,
tek bir meta için söylenen her þey, bütün bir üretim koluna ait piyasada
bulunan metalar için de harfi harfine geçerlidir. Bir metaýn bireysel deðer-
inin, onun toplumsal deðerine tekabül etmesi koþulu, bu kitlenin üreti-
mi için gerekli toplumsal emeði içermesi ve bu kitlenin deðerinin, onun
piyasa-deðerine eþit olmasý ile þimdi gerçekleþmiþ ya da daha fazla
saptanmýþtýr.
Þimdi diyelim ki, bu metalar kitlesi, aþaðý yukarý benzer normal
toplumsal koþullar altýnda üretilmiþ olsun ve böylece bu deðer, ayný za-
manda, bu kitleyi oluþturan bireysel metalarýn bireysel deðeri olsun.
Þimdi, bu metalarýn nispeten küçük bir kýsmý bu koþullarýn altýnda, diðer
bir kýsmý üzerinde üretiliyor ve bu yüzden bir kýsmýn bireysel deðeri,
metalar kitlesinin ortalama deðerinden daha büyük, diðer kýsmýn daha
küçük ise, ama bu iki uçtaki sapmalar birbirlerini telafi edecek bir oran-
týda olduklarý için, bu iki uçtaki metalarýn ortalama deðeri, merkezdeki
metalarýn deðerine eþit bulunuyorsa, bu durumda piyasa-deðeri, ortala-
ma koþullar altýnda üretilen metalarýn deðeri ile belirlenir.29 Toplam me-
talar kitlesinin deðeri, ister ortalama koþullar, ister bu ortalamanýn altýnda
ya da üzerinde kalan koþullar içersinde üretilmiþ bulunsun, hepsi birara-
da bütün bireysel metalarýn deðerlerinin fiili toplamýna eþittir. Bu du-
rumda, metalar kitlesinin piyasa-deðeri ya da toplumsal deðeri –içerdikleri
gerekli emek-zamaný– büyük ortalama kitlenin deðeri ile belirlenir.
Bunun tersine diyelim ki, piyasaya getirilen sözkonusu metalarýn
toplam kitlesi ayný kaldýðý halde, daha az uygun koþullar altýnda üretilen
metalarýn deðeri, daha uygun koþullar altýnda üretilen metalarýn deðer-
ini dengeleyemesin ve böylece metalar kitlesinin daha elveriþsiz koþullar
altýnda üretilen kýsmý, ortalama kitleye ve diðer uca göre nispeten daha
büyük bir miktar oluþtursun. Bu durumda, daha elveriþsiz koþullar altýn-
da üretilen kitle, piyasa-deðerini ya da toplumsal deðeri düzenler.
Son olarak diyelim ki, ortalama koþullar altýnda üretilenden daha

28
Karl Marx, Zur Kritik der Politischen Œkonomie, Berlin 1859.
29
Ibid.

164 Karl Marks


Kapital III
iyi [sayfa 164] koþullar altýnda üretilen metalarýn kitlesi, daha kötü koþullar
altýnda üretilmiþ bulunan kitleyi epeyce aþsýn ve hatta, ortalama koþullar
altýnda üretilenlere göre de büyük olsun. Bu durumda, en uygun koþullar
altýnda üretilen kýsým, piyasa-deðerini belirler. Biz, burada, en uygun
koþullar altýnda üretilen kýsmýn daima piyasa-fiyatýný düzenlediði, aþýrý
dolu piyasayý dikkate almýyoruz. Burada, biz piyasa-deðerinden farklý
bulunduðu sürece, piyasa-fiyatýný deðil, piyasa-deðerinin kendisinin çeþitli
belirleniþ durumlarýný ele alýyoruz.30
Aslýnda, kesin anlamda (kuþkusuz bu, gerçekte ancak yaklaþýk
olarak ve binlerce deðiþik þekillerde görülür) tüm metalar kitlesinin,
ortalama deðerler ile düzenlenen piyasa-deðeri, durum I’de, bunlarýn
bireysel deðerlerinin toplamýna eþittir; oysa, her iki uçta üretilen metalar
sözkonusu olduðunda, bu deðer, bunlara zorla kabul ettirilen ortalama
bir deðer olarak ortaya konmuþtur. En kötü uçta üretimde bulunanlar,
bu durumda metalarýný bireysel deðerin altýnda satmak zorunda kaldýk-
larý halde, en iyi uçta üretimde bulunanlar, bu deðerin üzerinde satarlar.
Durum II’de, iki uçta üretilen meta-deðerlerin bireysel parçalarý
birbirlerini dengelemezler. Daha çok, en kötü koþullar altýnda üretilen-
ler, sonucu belirlerler. Her bireysel metaýn ya da toplam kitlenin herbir
kýsmýnýn ortalama fiyatý ya da piyasa-deðeri, kesin anlamýyla, farklý ko-
þullar altýnda üretilen metalarýn deðerlerinin birbirlerine eklenmesiyle
elde edilen kitlenin toplam deðeri ve bu toplam deðerden her bireysel
metaýn payýna düþen deðer parçasýna göre belirlenir. Böylece elde edi-
len piyasa-deðeri, yalnýz uygun uca ait olan metalarýn bireysel deðerinin
deðil, ortalama uçta üretilen metalarýn bireysel deðerlerinin de üzerinde
olur. Ne var ki, bu piyasa-deðeri, uygun olmayan uçta üretilen metalarýn
bireysel deðerlerinin gene de altýndadýr. Piyasa-deðerinin, bireysel deðe-
re ne denli yaklaþabileceði ya da en sonunda bu deðerle çakýþabileceði,
tamamýyla, uygun olmayan uçta üretilen metalarýn, sözkonusu meta
alanýnda kaplayacaðý hacme baðlýdýr. Eðer talep arzdan ancak birazcýk
30
Storch ile Ricardo arasýndaki toprak-rantý ile ilgili olarak, piyasa-deðerinin (ya da daha
çok onlardan ilkinin piyasa-fiyatý ve ikincisinin üretim-fiyatý dediði þeyin) uygun olmayan koþullar
altýnda üretilen metalar tarafýndan mý (Ricardo) [On the Principles of Political Economy, and
Taxation, Third edition, London 1821, s. 60-61. -Ed.] yoksa, uygun koþullar altýnda üretilen me-
talar tarafýndan mý (Storch) [Cours d’economie politique, ou exposition des principes, qui déter-
minent la prosperiti des nation, tome II, St-petersbourg 1815, s. 78-79. -Ed.] yönetildiði konu-
sundaki tartýþma (bu yalnýz konu ile ilgili bir tartýþmadýr; aslýnda, iki taraf da birbirini hiç dikkate
almazlar) son tahlilde, her ikisinin de haklý ve her ikisinin de haksýz olduðuna ve her ikisinin de
ortalama durumu gözönünde tutamamasýna gelir dayanýr. Fiyatýn en uygun koþullar altýnda
üretilen metalar tarafýndan düzenlendiði durumlar konusunda Corbert ile [An Inquiry into the
Causes and Modes of the Wealth of Individuals, London 1841, s. 42-44. -Ed.] karþýlaþtýrýnýz. “O”
(Ricardo), “bir þapka ve bir çift kundura gibi iki farklý nesnenin, iki belli türün, eþit miktarlarda
emek tarafýndan üretildikleri zaman birbiriyle deðiþtirileceðini öne sürmüyor. Burada ‘meta’
sözünden biz ‘bir meta türünü’ anlamalýyýz, belli tek bir þapkayý ya da bir çift ayakkabýyý, vb.
deðil. Ýngiltere’de bütün þapkalarý üreten emeðin tamamý, bu bakýmdan, bütün þapkalar arasýnda
bölünüyormuþ gibi düþünülmelidir. Bu bana, daha baþlangýçta ve bu öðretinin genel ifadelerinde
belirtilmemiþ gibi geliyor.” (Observations on Certain Verbal Disputes in Political Economy, etc.,
London 1821, s. 53-54.)

Karl Marks 165


Kapital III
büyük ise, uygun olmayan uçta üretilen metalarýn bireysel deðeri piya-
sa-fiyatýný düzenler. [sayfa 165]
En sonu, uygun uçta üretilen metalar kitlesi, diðer uçta üretilen-
den ve de durum III’te olduðu gibi, ortalama koþullarda üretilen metalar
kitlesinden de daha büyük bir yer iþgal ederse, piyasa-deðeri ortalama
deðerin altýna düþer, iki uçta ve ortadaki deðerlerin toplamýnýn birbirine
eklenmesiyle hesaplanan ortalama deðer, burada, ortadaki deðerin al-
týnda kalýr ve uygun uçta üretilen metalarýn deðer toplamýnýn tuttuðu
yere baðlý olarak, bu deðere yaklaþýr ya da uzaklaþýr. Talebin arzdan za-
yýf olmasý halinde, uygun yerde bulunan kýsým, büyüklüðü ne olursa ol-
sun, fiyatýný kendi bireysel deðerine indirmek suretiyle, zorla kendisine
bir yer açar. Arzýn talebi büyük ölçüde aþtýðý durumlar dýþýnda, piyasa-
deðeri, en uygun koþullar altýnda üretilen metalarýn bu bireysel deðeri
ile hiç bir zaman ayný olamaz.
Piyasa-deðerlerinin, burada soyut olarak açýklamýþ olduðumuz
bu belirleniþ biçimi, gerçek piyasada, talebin, bu þekilde saptanan deð-
erler üzerinden meta kitlesini emmeye yetecek büyüklükte olmasý
koþuluyla, alýcýlar arasýndaki rekabet yoluyla kurulur ve geliþir. Ve bu bizi
baþka bir noktaya getirir.
Ýkincisi, bir metaýn kullaným-deðeri olduðunu söylemek, yalnýzca,
bunun herhangi bir toplumsal gereksinmeyi karþýladýðýný söylemektir.
Biz yalnýz bireysel metalar ile ilgilendiðimiz sürece, belli bir meta için
gereksinme olduðunu –bunun miktarý, bu gereksinmenin karþýlanmasý
için gerekli olan miktar konusunda daha fazla araþtýrma yapmaksýzýn
metaýn fiyatý ile zaten belirlenmiþtir– varsayabilirdik. Ne var ki bu miktar,
bütün bir üretim koluna ait ürün bir yana ve buna olan toplumsal gerek-
sinme öte yana konur konmaz büyük bir önem kazanýr. O zaman bunun
büyüklüðünü, yani bu toplumsal gereksinmenin miktarýný gözönünde
bulundurmak zorunlu hale gelir.
Piyasa-deðerinin yukardaki biçimde belirleniþinde üretilen me-
talar kitlesinin veri olduðu, yani ayný kaldýðý, ancak bu metalarý oluþturan
ve farklý koþullar altýnda üretilen öðelerin oranlarýnda bir deðiþme oldu-
ðu, þu halde, ayný metalar kitlesinin piyasa-deðerinin farklý biçimde dü-
zenlendiði varsayýlmýþtý. Üretilen metalarýn bir kýsmýnýn, geçici olarak
piyasadan çekilebileceði olasýlýðýný bir yana býrakarak, bu kitlenin, büyük-
lük olarak normal talebe tekabül ettiðini kabul edelim. Þimdi, bu kitleye
olan talep de ayný kaldýðý takdirde, bu meta, piyasa-deðerini yukarda
sözü edilen üç durumdan hangisi düzenlerse düzenlesin, kendi piyasa-
deðeri üzerinden satýlacaktýr. Bu metalar kitlesi, yalnýz bir gereksinmeyi
karþýlamakla kalmýyor. Bunu tam toplumsal ölçüleri içersinde karþýlamýþ
oluyor. Bunlarýn miktarý, bunlara olan talepten daha az ya da çok olsay-
dý, piyasa-fiyatý ile piyasa-deðeri arasýnda sapmalar görülecekti. Ve ilk
sapma, arzýn çok az olmasý halinde piyasa-deðerinin daima uygun ol-
mayan koþullar altýnda üretilen, arzýn çok fazla olmasý halinde ise dai-

166 Karl Marks


Kapital III
ma, en uygun koþullar altýnda üretilen metalar tarafýndan düzenlenme-
sidir; bu nedenle sýrf farklý koþullar altýnda üretilen metalar kitlesinin
gösterdiði [sayfa 166] orana baðlý olarak farklý bir sonuca ulaþýlmasý olgusu-
na karþýn, piyasa-deðerini belirleyen þey, uçlardan birisi oluyor. Talep ile
mevcut ürün miktarý arasýndaki fark önemli ölçüde ise, piyasa-fiyatý da
buna uygun olarak, piyasa-deðerinin önemli ölçüde altýnda ya da üstün-
de olacaktýr. Þimdi, üretilen metalarýn miktarý, ile piyasa-deðeri üzerin-
den satýlan miktar arasýndaki fark, iki nedene baðlý olabilir. Ya, çok küçük
ya da büyük hale gelerek bu miktarýn kendisi deðiþir, öyle ki, yeniden-
üretim, o sýradaki piyasa-deðerini düzenleyen ölçekten farklý bir ölçekte
yer alacaktýr; Bu durumda, talep ayný kaldýðý halde arz deðiþmiþtir ve bu
yüzden nispi bir aþýrý üretim ya da eksik üretim vardýr. Ya da, yeniden-
üretim ve böylece arz ayný kaldýðý halde, çeþitli nedenlerden ileri gelebi-
leceði gibi, talep daralmýþ ya da artmýþtýr. Arzýn mutlak büyüklüðü ayný
kaldýðý halde, nispi büyüklüðü, talebe göre, büyüklüðü, ya da taleple öl-
çülen büyüklüðü deðiþmiþtir. Etki, birinci durumdakinin aynýdýr, ama
ters yöndedir. Son olarak, her iki yanda da deðiþiklik olmuþtur, ama bu
ister ters yönlerde ister ayný yönde olsun, ayný ölçüde olmadýklarý için
her iki yanda da deðiþiklik olmuþtur, ama bu, iki yan arasýndaki oraný
deðiþtirir ve nihai sonucun daima, yukarda sözü edilen iki durumdan
birisine varmasý gerekir.
Arz ve talebin genel bir tanýmýnýn yapýlmasýndaki gerçek güçlük,
bunlarýn bir totoloji görüntüsüne bürünür gibi görünmeleridir. Önce arzý,
piyasadaki mevcut ürünü ya da piyasaya getirilebilecek ürünü alalým.
Yararsýz ayrýntýlara girmekten kaçýnmak için biz, yalnýzca, her belli üre-
tim kolunda yýlda yeniden üretilen kitleyi gözönünde bulunduracak, çeþitli
metalarýn þu ya da bu derecede sahip bulunduklarý, piyasadan çekilebil-
me ve diyelim gelecek yýl tüketilmek üzere saklanma özelliðini dikkate
almayacaðýz. Bu, yýllýk yeniden-üretim, bu metalar kitlesinin, ayrý ayrý
öðeler halinde ya da sürekli ölçülmesine baðlý olarak –aðýrlýk ve sayýca–
belli bir miktar ile ifade edilir. Bunlar yalnýz, insan gereksinmelerini
karþýlayan kullaným-deðerleri olmayýp, piyasada belirli miktarlarda bulu-
nan kullaným-deðerleridir. Ýkinci olarak, bu metalar kitlesinin, birim ola-
rak iþ gören metaýn ya da bu metaýn ölçüsünün, piyasa-deðerinin katla-
rýyla ifade edilebilen özgül bir piyasa-deðeri vardýr. Bu nedenle, piyasadaki
metalarýn miktar olarak hacmi ile bunlarýn piyasa-deðeri arasýnda zorun-
lu bir iliþki yoktur, çünkü, örneðin, birçok metalarýn özellikle yüksek bir
deðeri, diðerlerinin özellikle düþük bir deðeri olduðu için, belli bir deðer-
ler toplamý, bir metaýn çok büyük, bir baþka metaýn çok küçük bir mik-
tarý ile temsil edilebilir. Piyasada bulunan nesnelerin miktarý ile bu
nesnelerin piyasa-deðerleri arasýnda ancak þu iliþki vardýr: Belirli bir emek
üretkenliði esas olmak üzere, belli bir üretim alanýnda belli bir miktarda
nesnenin üretimi, bu oran farklý üretim alanlarýnda deðiþik olmakla bir-
likte, ve bununla, bu nesnelerin yararlýlýðý ya da bunlarýn kullaným-deðer-

Karl Marks 167


Kapital III
lerinin özel niteliði arasýnda herhangi bir iç baðýntý bulunmamakla birlik-
te, belli bir miktarda toplumsal emek-zamanýný gerektirir. [sayfa 167] Diðer
bütün koþullar ayný kalmak üzere, bir metaýn bir a miktarý b kadar emek-
zamanýna mal oluyorsa, ayný metaýn bir na miktarý, nb emek-zamanýna
malolacaktýr. Ayrýca, toplum eðer, bir gereksinmeyi karþýlamak ve bu
amaç için bir nesnenin üretilmesini istiyorsa, bunun karþýlýðýný ödemek
zorundadýr. Gerçekte, meta üretimi, iþbölümünü gerektirdiðine göre,
toplum, bu nesnenin karþýlýðýný, mevcut emek-zamanýnýn bir kýsmýný
bunun üretimine ayýrmakla ödemektedir. Demek ki, toplum, kendi kul-
lanýmýndaki emek-zamanýnýn belli bir miktarý ile bunu satýn almaktadýr.
Toplumun, iþbölümü aracýlýðý ile kendi emeðini bu özel nesnenin üreti-
minde kullanan kýsmýnýn, toplumun gereksinmelerini karþýlayan nes-
nelere katýlmýþ bulunan toplumsal emekten bir eþdeðer almasý gerekir.
Ne var ki, toplumsal bir nesneye harcanan toplumsal emeðin toplam
miktarý ile, yani toplumun toplam emek-gücünün, bu nesnenin üretimi-
ne tahsis edilen kýsmý arasýnda, ya da, bir yanda, bu nesnenin üretiminin
toplumsal üretim içersinde tuttuðu yer ile, öte yandan, toplumun sözko-
nusu nesne ile karþýlamak istediði gereksinmenin büyüklüðü arasýnda
zorunlu olmaktan çok raslansal bir iliþki vardýr. Her bireysel meta ya da
bir metaýn belli bir miktarý, gerçekte ancak, üretimi için gerekli toplum-
sal emekten daha fazlasýný içermez, ve bu açýdan, bu metaýn tamamýnýn
piyasa-deðeri yalnýz gerekli-emeði temsil eder, ama eðer bu meta, mev-
cut toplumsal gereksinmeyi aþan miktarda üretilmiþ ise, toplumsal emek-
zamanýnýn bir o kadarý boþa harcanmýþtýr ve bu meta kitlesi, piyasada,
fiilen kendisine katýlmýþ bulunan toplumsal emekten çok daha küçük
miktarýný temsil eder hale gelir. (Üretimin yalnýz, toplumun fiili ve önce-
den belirleyen denetimi altýnda bulunduðu hallerde, toplum, belirli nes-
nelerin üretiminde harcanacak toplumsal emek-zamanýnýn hacmi ile,
bu nesneler tarafýndan karþýlanacak toplumsal gereksinmenin hacmi
arasýnda bir baðýntý kurar.) Bu yüzden bu metalar, piyasa-deðerlerinin
altýnda satýlmak zorunda kalýr ve hatta bunlarýn bir kýsmý büsbütün satýl-
amazlar bile. (Belli bir tür metaýn üretiminde kullanýlan toplumsal emek
miktarýnýn bu metaya olan toplumsal talebi karþýlamaya yetmeyecek
kadar olmasý halinde ise, bunun tersi olur.) Ama belli bir nesnenin üreti-
minde harcanan toplumsal emek miktarý, bu nesneye olan toplumsal
talebe uygun düþüyor ve böylece üretilen miktar, yeniden-üretimin nor-
mal ölçeðine tekabül ediyor ve talep ayný kalýyorsa, bu nesne, kendi
piyasa-deðeri üzerinden satýlýr. Metalarýn kendi deðerleri üzerinden deði-
þimleri ya da satýþlarý, rasyonel düþen bir durum, yani bunlar arasýndaki
dengenin doðal yasasýdýr. Sapmalarý açýklayan, bu yasa olup, bunun ter-
si, yani yasayý açýklayan sapmalar deðildir.
Þimdi öteki yana, talebe bir bakalým.
Metalar, üretken ya da bireysel tüketime girmek üzere, üretim
araçlarý ya da temel geçim aracý olarak satýn alýnýrlar. Bazý metalarýn her

168 Karl Marks


Kapital III
iki amaca da hizmet etmesi, durumu deðiþtirmez. Demek ki, bu me-
talar için, bir üreticiler tarafýndan (burada kapitalistler, çünkü biz, üretim
[sayfa 168] araçlarýnýn, sermayeye dönüþtürülmüþ bulunduklarýný varsaymýþ-
týk) ve bir de tüketiciler tarafýndan talep vardýr. Ýlk bakýþta bunlarýn her
ikisinin de, talep tarafýnda, öte yanda, çeþitli üretim kollarýndaki toplum-
sal üretimin belli miktarýna tekabül eden, belli bir miktarda toplumsal
gereksinmeyi öngördükleri görülür. Pamuklu sanayiinin, yýllýk yeniden-
üretimini belli bir ölçekte sürdürebilmesi için, hem normal bir pamuk
ikmaline ve hem de, diðer koþullar ayný kalmak üzere, sermaye biriki-
minin yýllýk yeniden-üretimine neden olduðu geniþlemeyi karþýlamak
üzere ek bir miktar pamuða gereksinmesi vardýr. Bu, temel geçim araçlarý
için de aynen böyledir. Ýþçi sýnýfýnýn, yaþamýný alýþýlagelmiþ ortalama biçim-
de sürdürebilmesi için, farklý türdeki metalar arasýnda, azçok farklý bir
daðýlým gösterse bile, hiç deðilse ayný miktar yaþam gereksinmelerini
hazýr bulmasý gerekir, ayrýca yýllýk nüfus artýþýna yetebilecek ek bir mik-
tarýn da bulunmasý gerekir. Ayný þey, azçok bir deðiþiklikle, diðer sýnýflar
için de geçerlidir.
Buna göre, talep tarafýnda, karþýlanmalarý için belli bir miktar me-
taýn piyasada bulunmasýný gerektiren, belli büyüklükte bir toplumsal ge-
reksinmeleri, olduðu görünüyor. Ama nicel olarak, belirli toplumsal ge-
reksinmeler çok esnek ve deðiþkendir. Bunlarýn sabitliði ancak görünüþ-
tedir. Temel geçim araçlarýnýn daha ucuz ya da para-ücretlerin daha
yüksek olmasý halinde, “‘talepleri” kendi fiziksel gereksinmelerinin en
dar sýnýrlarýnýn bile altýnda kalan fakir fukara bir yana býrakýldýðýnda,
emekçiler bu temel geçim araçlarýndan daha fazlasýný satýn alabilirler ye
bunlara olan “toplumsal gereksinme” artmýþ olur. Öte yandan, örneðin
pamuðun daha ucuz olmasý halinde, kapitalistlerin pamuða olan talep-
leri artacak ve pamuklu sanayiine vb. daha fazla sermaye yatýrýlacaktýr.
Þurasýný hiç unutmamamýz gerekir ki, üretken tüketim talebi, bizim var-
sayýmýmýza göre, kapitalistin bir talebidir, onun asýl amacý artý-deðer üret-
mektir. Ne var ki, bu kapitalistin piyasada, diyelim pamuk alýcýsý olarak
göründüðü sürece, bu pamuða olan gereksinmeyi temsil etmesine en-
gel deðildir; týpký, pamuk satýcýsý için satýcýnýn bu pamuðu gömleklik
kumaþa ya da baruta çevirmesinin ya da bunu hem kendi ve hem de
bütün dünyanýn kulaklarý için týkaç yapmaya niyetlenmesinin hiç bir
önemi olmamasý gibi. Ama bunun, kapitalistin ne tür bir alýcý olduðu
üzerinde oldukça önemli bir etkisi vardýr. Pamuða olan talebi, onun kâr
saðlamak konusundaki gerçek gereksinmesini gizlemesi olgusu tarafýn-
dan temelden bir deðiþikliðe uðrar. Piyasada metalara duyulan gerek-
sinmenin, talebin sýnýrlarý, gerçek toplumsal gereksinmeden nicel bir
farklýlýk gösterdiði gibi, farklý metalar için de, doðal olarak epey farklý
olur; burada demek istediðim, metalarýn talep edilen miktarý ile, baþka
para-fiyatlarýnda ya da alýcýlarýn içersinde bulunabilecekleri baþka para
ya da yaþam koþullarý içersinde talep edebilecekleri miktar arasýndaki

Karl Marks 169


Kapital III
farktýr.
Arz ile talep arasýndaki tutarsýzlýðý ve bunun sonucu olarak piya-
sa-fiyatlarýnýn piyasa-deðerlerinden gösterdikleri sapmalarý anlamaktan
daha kolay bir þey yoktur. Asýl güçlük, arz ve talep eþitliði ile neyin [sayfa
169] kastedildiðin saptamaktýr. Arz ile talep arasýndaki karþýlýklý oranlarýn,
belli bir üretim koluna ait metalar kitlesinin, piyasa-deðerlerinin ne altýn-
da ne de üzerinde, tam kendi piyasa-deðerleri üzerinden satýlabilecek
þekilde olduðu zaman, arz ve talep eþittir, denir. Bu bizim ilk saptadýðý-
mýz þeydir.
Ýkincisi ise þudur: Metalarýn, kendi piyasa-deðerleri üzerinden sa-
týlmalarý halinde, arz ile talebin eþit olduklarýdýr.
Arz talebe eþit olduðu zaman bunlarýn hareketleri durur ve iþte bu
nedenle, metalar piyasa-deðerleri üzerinden satýlýrlar. Ýki kuvvet zýt yönl-
erde eþit olarak etki gösterirlerse birbirlerini dengelerler, hiç bir dýþ etki-
de bulunmazlar ve bu koþullar altýnda yer alan herhangi bir görüngünün,
bu iki kuvvetin etkileri dýþýnda baþka nedenler ile açýklanmalarý gerekir.
Arz ile talebin birbirlerini dengelemeleri halinde, bunlar, herhangi bir
þeyi açýklamaktan çýkar ve piyasa-deðerleri üzerinde herhangi bir etkile-
ri olmaz, ve bu yüzden de, piyasa-deðerinin, bir baþka miktarla deðil de,
niçin tamý tamýna bu kadar para ile ifade edilmesinin nedenleri ko-
nusunda bizi gene bir karanlýk içersinde býrakmýþ olurlar. Kapitalist üre-
timin gerçek iç yasalarýnýn, arz ile talebin karþýlýklý etkileri ile (bu iki
toplumsal itici gücün, burada yapýlmasý yersiz olabilecek daha derin
tahlilleri dýþýnda) açýklanamayacaklarý besbellidir, çünkü, bu yasalar kendi
saf halleriyle, arz ile talep, etki yapmayý býrakana, yani eþit olana kadar
görülemezler. Gerçeklikte arz ile talep hiç bir zaman eþit olamaz, ya da
eþit olurlarsa bu sýrf raslansaldýr ve þu halde bilimsel olarak = 0’dýr ve
buna hiç olmamýþ gözüyle bakýlýr. Ne var ki, ekonomi politik, arz ile
talebin birbirleriyle çakýþtýðýný varsayar. Niçin böyle yapar? Bunu, görün-
güleri kendi temel baðýntýlarý, kendi kavramlarýna uygun düþen biçimleri
içersinde inceleyebilmek, yani arz ve talep hareketlerinin yolaçtýðý
görünüþler dýþýnda bunlarý ele almak için yapar. Baþka bir neden de,
bunlarýn hareketlerindeki gerçek eðilimleri bulmak ve bir ölçüde bunlarý
kaydetmektir. Tutarsýzlýklar uzlaþmaz çeliþki niteliðinde olduðu, ve bir-
birlerini sürekli izledikleri için, birbirlerini, zýt hareketleriyle ve karþýlýklý
çeliþmeleriyle dengelerler. Demek oluyor ki, arz ile talep, hiç bir durum-
da birbirine asla eþit olmadýðý için, aralarýndaki farklar birbirlerini öyle
izlerler ki –ve bir yöndeki sapmanýn sonucu, zýt yönde bir sapmayý gere-
ktirdiði için– arz ve talep, belli bir dönemde, duruma bütünüyle bakýldý-
ðýnda, daima eþit olurlar, ama, ancak geçmiþteki hareketlerin bir orta-
lamasý ve yalnýz kendi çeliþkilerinin sürekli bir hareketi olarak. Bu þekilde,
piyasa-deðerlerinden sapan piyasa-fiyatlarý, bunlarýn ortalama sayýlarý açý-
sýndan bakýldýðýnda, sapmalardaki artý ve eksiler birbirlerini yokettikleri
için, piyasa-deðerlerini eþitlemek üzere kendi kendilerini ayarlarlar. Ve

170 Karl Marks


Kapital III
bu ortalamanýn sermaye için sýrf teorik bakýmdan önemi olmayýp, yatýrý-
mý azçok sabit bir dönemdeki dalgalanmalara ve dengelenmelere göre
hesaplanan sermaye için de pratik bir önemi vardýr. [sayfa 170]
Arz ve talep baðýntýsý, bu neden1e bir yandan yalnýz, piyasa-fiyat-
larýnýn piyasa-deðerlerinden gösterdiði sapmalarý açýklar, öte yandan da,
bu sapmalarýn, yani talep ve arz baðýntýsýnýn etkisinin yokedilmesi eðili-
mini açýklar. (Fiyatlarý olduðu halde deðerleri bulunmayan metalar gibi
istisnalar burada inceleme konusu yapýlmamýþtýr.) Arz ve talep, arala-
rýndaki farkýn yolaçtýðý etkiyi, çok çeþitli yollardan yokedebilir. Örneðin,
eðer talep ve dolayýsýyla piyasa-fiyatý düþerse, sermaye çekilir ve böyle-
ce arzda bir daralmaya neden olur. Piyasa-deðerinin kendisi, gerekli
emek-zamanýný kýsaltan buluþlarýn sonucu olarak daralabilir ve piyasa-
fiyatý ile dengelenir. Tersine, eðer talep artar ve dolayýsýyla piyasa-fiyatý
piyasa deðerinin üzerine yükselirse, bu, gereðinden fazla sermayenin bu
üretim koluna akmasýna yolaçabilir ve üretim öylesine geniþler ki, piya-
sa-fiyatý piyasa-deðerinin altýna bile düþebilir. Ya da, talebi daraltan bir
fiyat artýþýna yolaçabilir. Bazý üretim kollarýnda uzun ya da kýsa bir dö-
nem için piyasa-deðerinin kendisinde bir yükselme meydana getirebilir;
bu dönem boyunca, talep edilen ürünlerin bir kýsmý kötü koþullar altýn-
da üretilmek zorunda kalýnmýþtýr.
Arz ve talep, piyasa-fiyatýný belirler, piyasa-fiyatý ile piyasa-deðeri
de, daha ileri bir tahlilde arz ve talebi belirler. Bu, talep sözkonusu ol-
duðunda besbellidir, çünkü bu, fiyatlara zýt bir yönde hareket eder, fiyat-
lar düþtüðünde büyür, yükseldiðinde azalýr. Ama bu, arz için de doðrudur,
çünkü, arz edilen metalara katýlmýþ bulunan üretim araçlarýnýn fiyatlarý,
bu üretim araçlarýna olan talebi ve dolayýsýyla, arzlarý, bu üretim araçlarý-
na olan talebi de kapsayan metalarýn arzýný da belirler. Pamuk fiyatlarý,
pamuklu eþyanýn arzýnda belirleyicilerdir.
Bu karýþýklýða –fiyatlarýn talep ve arzla ve ayný zamanda arz ve ta-
lebin fiyatlarla belirlenmesi– bir de, týpký arzýn talebi belirlemesi gibi tale-
bin arzý, üretimin piyasayý ve piyasanýn üretimi belirlemesini de katmak
gerekir.31 [sayfa 171]

31
Aþaðýdaki kurnazlýk düpedüz budalalýktýr: “Bir malýn üretimi için gerekli ücretler, sermaye
ve toprak miktarý, eskisine göre farklý hale geldiðinde, Adam Smith’in, bu malýn doðal fiyatý de-
diði þey de deðiþir ve daha önce bu malýn doðal fiyatý olan bu fiyat, bu deðiþiklik nedeniyle
onun piyasa-fiyatý olur; çünkü, ne arz ne de talep edilen miktar deðiþmemekle birlikte” -piyasa-
deðeri ya da Adam Smith’e göre üretim-fiyatý, deðer deðiþikliði sonucu deðiþtiði için, burada
her ikisi de deðiþir– “bu arz þimdi, üretim-maliyeti olan þeyi ödeyebilecek ve ödemeye istekli
kimselerin talebini tam karþýlamaya yeterli olmayýp, bundan ya daha fazla ya da daha azdýr;
böylece arz ile, yeni üretim-maliyetine göre fiili talep arasýndaki oran eskisine göre deðiþmiþtir.
Bu durumda, eðer önünde bir engel yoksa arz oranýnda bir deðiþiklik meydana gelecek ve en
sonunda, metaý yeni doðal fiyatýna getirecektir. Bazý kimselere, metaýn, arzdaki bir deðiþme ile
kendi doðal fiyatýna gelmesi nedeniyle, piyasa-fiyatý, arz ile talep arasýndaki orana ne kadar
baðlýysa, doðal fiyatýn da,bu orana o kadar baðlý bulunduðunu; ve dolayýsýyla, doðal fiyatýn, ayný
piyasa-fiyatý kadar, talep ile arz arasýndaki orana baðlý bulunduðunu söylemek yerindeymiþ gibi
gelebilir.” (“O büyük arz ve talep ilkesi, A. Smith’in, doðal fiyatlar dediði þeyde olduðu gibi piya-
sa-fiyatlarýnýn belirlenmesinde de gene imdada yetiþiyor.” Malthus.) [Principles of Political Eco-

Karl Marks 171


Kapital III
Arz ve talep arasýndaki oranýn, arz ya da talepte, dýþ koþullar ta-
rafýndan bir deðiþiklik meydana getirilmeksizin, metalarýn piyasa-deðe-
rinde bir deðiþme sonucu deðiþebileceðini, sýradan bir iktisatçý bile (dip-
nota bkz.) kabul etmektedir. Piyasa-deðeri ne olursa olsun, bunun belir-
lenmesi için, arz ve talebin eþit olmak zorunda olduðunu o bile kabul
etmek durumundadýr. Baþka bir deyiþle, arz ile talep arasýndaki oran
piyasa-deðerini açýklamaz, tersine, daha çok, bu piyasa-deðeri, arz ve
talep dalgalanmalarýný açýklar. Dipnota, alýnan pasajdan sonra Observa-
tions yazarý þöyle devam ediyor: “Bu oranýn” (arz ile talep arasýndaki)
“ne var ki, eðer biz hâlâ, ‘arz’ ile ‘doðal fiyat’ sözleri ile, Adam Smith’ten
biraz önce sözederken kastettiðimiz þeyi anlatmak istiyorsak, daima bir
eþitlik oraný olmasý gerekir; çünkü ancak arz, fiili talebe, yani doðal fiyatý
ödemenin ne üzerinde ve ne de altýnda kalan bir talebe eþit olduðu
zaman, doðal fiyat gerçekten ödenmiþ olur; dolayýsýyla, ayný meta için
farklý zamanlarda, iki, çok farklý doðal fiyat olabilir ve gene de, arzýn ta-
lebe oraný, her iki halde de ayný, yani bir eþitlik oraný olabilir.” Bu duru-
ma göre, farklý zamanlarda iki farklý doðal fiyatý olan ayný metaýn, eðer
meta her iki halde de kendi doðal fiyatý üzerinden satýlacak ise, arz ile
talebin daima birbirini dengeleyebileceði ve dengelemek zorunda ol-
duðu kabul edilmiþ oluyor. Her iki durumda da, arzýn talebe olan oranýn-
da bir fark bulunmayýp, doðal fiyatýn kendi büyüklüðünde bir fark ol-
duðuna göre, bundan,bu fiyatýn arz ve talepten baðýmsýz belirlendiði ve
dolayýsýyla bunlar tarafýndan belirlenmesinin pek az sözkonusu olabile-
ceði sonucu çýkar.
Bir metaýn piyasa-deðeri üzerinden, yani içerdiði gerekli toplum-
sal emekle orantýlý bir deðer üzerinden satýlabilmesi için, bu metaýn top-
lam kitlesini üretmekte kullanýlan toplumsal emek miktarýnýn, buna olan
toplumsal gereksinme miktarýna, yani fiili toplumsal gereksinmeye teka-
bül etmesi gerekir. Rekabet, piyasa-fiyatlarýnda, arz ve talepteki dalga-
lanmalara tekabül eden dalgalanmalar, her tür meta için harcanan toplam
emek miktarýný sürekli olarak bu ölçeðe indirme eðilimindedir. Arz ve
talep baðýntýsý, önce, kullaným-deðeri ile deðiþim-deðeri, meta ile para,
alýcý ile satýcý baðýntýsý, ve sonra, her ikisi de bir üçüncü taraf, tüccar ta-
rafýndan temsil ediliyor bile olsa, üretici ile tüketici baðýntýsýný içerir. Alýcý
ile satýcý arasýndaki baðýntýyý incelerken, bunlar arasýndaki iliþkiyi göster-
mek için, bunlarý tek tek karþý karþýya getirmek yeterlidir. Bir metaýn
geçireceði tam baþkalaþýmý için ve, dolayýsýyla bütünüyle alýndýðýnda,
satýþ ve satýnalma süreci için üç birey yeterlidir. A, kendine ait metaý, bu

nomy, London 1820, s 75. -Ed.] (Observartions on Certain Verbal Disputes, etc.,London 1821, s.
60-61.) Bu iyi kalpli insan, talepteki bir deðiþikliðe ve ele alýnan durumda, arz ile talep arasýndaki
bir deðiþmeye neden olan þeyin, sýrf üretim-maliyetinde ve dolayýsýyla deðerdeki bir deðiþmeden
ileri geldiði olgusunu kavrayamýyor. Bu, bizim iyi kalpli düþünürümüzün tanýtlamak istediði þe-
yin tam tersini tanýtlar. Üretim-maliyetindeki deðiþiklik, hiç bir þekilde, talep ile arz arasýndaki
orana baðlý olmayýp, daha çok bu oraný belirler.

172 Karl Marks


Kapital III
metaý sattýðý B’nin parasýna çevirir ve C’den satýn almada bulunmak için
bu parayý kullandýðý zaman parasýný tekrar metalara çevirir; sürecin tama-
mý bu üç kiþi arasýnda yer alýr. Ayrýca, para incelenirken, metalarýn kendi
deðerleri üzerinden satýldýklarý varsayýlmýþtý; çünkü, sýrf, metalarýn para-
ya dönüþmesi ve paradan tekrar metalara çevrilmesi sýrasýnda geçirdik-
leri bir þekil deðiþikliði sorunu olduðu için, fiyatlarýn deðerler– den saptýðýný
düþünmek için hiç bir neden yoktu. Bir metaýn satýlmýþ [sayfa 172] olmasý
ve bunun geliri ile yeni bir meta satýn alýnmasý halinde, karþýmýzda tam
bir baþkalaþým var demektir ve bu süreç için bu metaýn fiyatýnýn deðeri-
nin üzerinde ya da altýnda bulunmasýnýn hiç bir önemi yoktur. Metaýn
deðeri, bir temel olarak önemini korumaktadýr çünkü, para kavramý
baþka bir temel üzerinde geliþtirilemeyeceði gibi, genel anlamýyla, fiyat,
para biçiminde bir deðerden baþka bir þey deðildir. Dolaþým aracý olarak
paranýn incelenmesinde, her ne olursa olsun, bir metaýn yalnýz tek bir
baþkalaþýmý olmadýðý varsayýlmýþtý. Burada incelenmiþ olan daha çok,
bu baþkalaþýmlarýn toplumsal iç baðýntýlarýdýr. Ancak bu yoldan biz, pa-
ranýn dolaþýmýna, ve bir dolaþým aracý olarak iþlevinin geliþmesine ulaþabi-
liriz. Ne var ki, bu iliþkinin, paranýn dolaþým aracýna çevrilmesindeki ve
bunun sonucu olarak biçim deðiþtirmesindeki önemi ne olursa olsun,
bunun bireysel alýcý ve satýcýlar arasýndaki alýþveriþte hiç bir önemi yok-
tur.
Bununla birlikte, arz ve talep sözkonusu olduðunda, arz, belli bir
tür metaýn satýcýlarýnýn ya da üreticilerinin toplamýna, talep ise, ayný tür
metaýn (hem üretken ve hem de bireysel) alýcýlarýnýn ya da tüketicileri-
nin toplamýna eþittir. Bu toplamlar birbirleri üzerinde, birimler biraraya
gelmiþ kuvvetler olarak etkide bulunurlar. Birey burada ancak, toplum-
sal gücün bir parçasý, kitlenin bir atomu sayýlýr ve iþte bu biçim içersin-
dedir ki, rekabet, üretim ve tüketimin toplumsal niteliðini ortaya çýkartýr.
Rekabetin o an için zayýf olan yaný, ayný zamanda, bireyin, karþý-
sýndaki rakipler kitlesinden baðýmsýz ve çoðu kez de doðrudan doðruya
bu kitleye karþý çýktýðý yandýr ve bireylerin birbirlerine baðýmlýlýðý iþte
gene bu biçim içersinde kendisini gösterir, kuvvetli taraf daima, hasmý-
na karþý azçok birleþmiþ bir bütün olarak hareket eder. Bu özel tür me-
taya karþý talep arzdan daha büyük ise, bu alýcý diðerini –belli sýnýrlar
içersinde– fazla fiyat vererek alteder ve böylece, bu metaýn fiyatýný, hep-
si için, piyasa-deðerinin üzerine yükseltir ve bir yandan da satýcýlar, yük-
sek piyasa-fiyatý üzerinden mal satmak üzere birleþir. Yok eðer bunun
tersine, arz talebi aþarsa, satýcý mallarýný daha ucuza elden çýkarmaya
baþlar ve bunu diðerleri de izler ve bir yandan da alýcýlar, piyasa-fiyatýný,
elden geldiðince piyasa-deðerinin altýna düþürmek üzere birleþirler. Or-
tak çýkar, birey için ancak, bu ortak hareket kendisine daha fazla kazanç
saðladýðý sürece önemlidir. Ve, þu ya da bu taraf daha zayýf hale geldiði
an, hareket birliði sona erer ve herkes kendisi için elden geldiðince fazla
çýkar saðlamaya çalýþýr. Gene, daha ucuza üretimde bulunup daha çok

Karl Marks 173


Kapital III
mal satabilen ve böylece, piyasa-fiyatý ya da piyasa-deðeri altýnda satýþ
yaparak piyasada kendisine daha fazla yer saðlayabilen kimse bu duru-
mu devam ettirir ve diðerlerini, toplumsal bakýmdan gerekli emeði yeni
ve daha düþük bir düzeye indirgeyen daha ucuz üretim tarzlarý uygula-
maya zorlayan bir hareketi baþlatmýþ olur. Bir taraf daha avantajlý durum
saðlayýnca, bundan, o yanda bulunan herkes yararlanýr. Bunlar, sanki
kendi [sayfa 173] ortak tekellerini kurmuþ gibidirler. Taraflardan birisi zayýf
duruma düþünce, herkes (örneðin, daha ucuz üretim-maliyetleri ile ça-
lýþanlar) daha güçlü hale gelmek ya da en azýndan, elden geldiðince
ucuza kurtulmak için kendi baþýnýn çaresine bakmaya kalkýþabilir; bu
gibi hallerde attýðý her adým yalnýz kendisini deðil bütün kader arkadaþ-
larýný da etkileyeceði halde, herkes, ben kendimi kurtarayým da geriye
kalanýn caný cehenneme, der.32
Talep ve arz, deðerin, piyasa-deðerine çevrilmesi anlamýný taþýr
ve bunlarýn kapitalist bir temelde yürümeleri ölçüsünde, metalarýn ser-
mayenin ürünleri olmalarý ölçüsünde, bunlar, kapitalist üretim sürecine,
yani sýrf mal alým ve satýmýndan büsbütün farklý iliþkilere dayanýrlar.
Burada sözkonusu olan, metalarýn deðerlerinin fiyatlara biçimsel bir
dönüþümü, yani sýrf bir biçim deðiþikliði deðildir. Sözkonusu olan, piya-
sa-fiyatlarýnýn, piyasa-deðerlerinden ve daha sonra da üretim-fiyatlarýn-
dan nicel olarak gösterdiði belirli sapmalardýr. Basit satýnalma ve satýþta,
meta üreticilerinin, bu sýfatlarla karþý karþýya gelmeleri yeterlidir. Arz ve
talep, daha ileri bir tahlilde, toplumun toplam gelirini aralarýnda paylaþan
ve bunu gelir olarak harcayan ve dolayýsýyla gelirin yarattýðý talebi oluþ-
turan, farklý sýnýflarýn ve sýnýflarýn farklý kesimlerinin varlýðýný öngörür.
Oysa öte yandan bu, üreticilerin üretici olarak aralarýnda yarattýklarý arz
ve talebin anlaþýlabilmesi için de, kapitalist üretim sürecinin bütün yapý-
sýnýn derinden kavranýlmasýný gerektirir.
Kapitalist üretimde, sorun, yalnýzca metalar biçiminde dolaþýma
sürülen bir deðerler kitlesi karþýlýðýnda, baþka bir biçimde –para ya da
baþka bir meta biçiminde– eþit bir deðer kitlesi elde etmek olmayýp,
daha çok, üretim amacýyla yatýrýlmýþ bulunan sermaye karþýlýðýnda, ayný
büyüklükte herhangi diðer bir sermaye kadar, ya da hangi üretim dalýn-
da kullanýlýrsa kullanýlsýn, kendi büyüklüðü ile pro rata bir artý-deðer ya
da kâr gerçekleþtirilmesi sorunudur. Bu nedenle, sözkonusu olan, hiç
deðilse en azýndan, metalarý, ortalama bir kâr saðlayacak fiyatlar, yani
üretim-fiyatlarý üzerinden satmaktýr. Ýþte bu biçimde sermaye, toplum-
sal bir güç olarak kendi bilincine varýr ve her kapitalist, toplam toplum-
sal sermayedeki payý ile orantýlý olarak bu güce katýlýr.
32
“Bir sýnýfýn bir bireyi, eðer, bütününün kazanç ve varlýðýndan belli bir hisseye ya da bö-
lüme hiç bir zaman sahip olamazsa, bu kimse, kazancýný artýrmak için kolayca birleþebilir”;
(arz ve talep arasýndaki oran buna elverir elvermez böyle yapar da) “iþte bu tekeldir. Ama, eðer
bir kimse, bütün miktarý azaltacak bir iþlemle kendi payýna düþecek mutlak miktarý herhangi
bir yolla artýrabileceðine aklý keserse, çoðu kez bunu yapar; iþte bu rekabettir.” (An Inquiry into
Those Principles Respecting the Nature of Demand, etc., London 1821, s.105.)

174 Karl Marks


Kapital III
Önce, kapitalist üretimin kendisi, ürettiði özel bir kullaným-deðe-
rine ve herhangi bir metaýn ayýrdedici özelliklerine karþý ilgisizdir. Her
üretim alanýnda o yalnýzca, artý-deðer üretmekle ve emeðin ürününe
katýlmýþ bulunan, belli bir miktardaki karþýlýðý ödenmemiþ emeðe elkoy-
makla ilgilidir. Ve gene ayný þekilde, sermayenin boyunduruðu altýna
girmiþ [sayfa 174] bulunan ücretli-emeðin niteliði gereði, o, yaptýðý iþin ken-
disine özgü niteliðine karþý ilgisiz olup, sermayenin gereksinmeleri uya-
rýnca biçim almaya, bir üretim alanýndan ötekine aktarýlmaya boyun
eðmek zorundadýr.
Sonra, bir üretim alaný aslýnda, týpký bir baþkasý kadar iyi ya da kö-
tüdür. Bunlarýn her biri ayný kârý saðlar ve her biri ürettiði meta eðer bir
toplumsal gereksinmeyi karþýlamýyorsa, tamamen yararsýz olur.
Þimdi, metalar kendi deðerleri üzerinden satýldýklarýnda, görmüþ
olduðumuz gibi, çeþitli üretim alanlarýnda, bunlara yatýrýlmýþ bulunan
sermaye kitlelerinin farklý organik bileþimlerine baðlý olarak çok farklý
kâr oranlarý ortaya çýkar. Ne var ki, sermaye, kâr oraný düþük alandan
çekilir ve daha yüksek kâr oraný saðlayan öteki alanlara akar. Bu sürekli
çýkýþ ve giriþler, ya da kýsacasý, kâr oranýnýn bir yerde düþmesi, bir baþka
yerde yükselmesine baðlý olarak sermayenin çeþitli alanlar arasýnda daðý-
lýmý, arz ile talep arasýnda öyle bir oran yaratýr ki, çeþitli üretim alanla-
rýndaki ortalama kâr ayný olur ve dolayýsýyla da deðerler, üretim-fiyatlarýna
çevrilir. Sermayenin bu denge durumuna ulaþmadaki baþarý derecesi, o
ülkede, kapitalist geliþmenin derecesine, yani ülkedeki koþullarýn kapi-
talist üretim tarzýna ne ölçüde uygun hale getirildiðine baðlýdýr. Kapitalist
üretimin ilerlemesiyle birlikte, bu üretim tarzý kendi koþullarýný da geliþtirir
ve üretim sürecinin dayandýðý bütün toplumsal önkoþullarý, kendisine
özgü niteliðe ve kendi özel yasalarýna baðýmlý kýlar.
Devamlý sapmalarýn sürekli bir biçimde dengelenmeleri, 1) ser-
maye ne kadar hareketli ise, yani bir üretim alanýndan bir diðerine ne
kadar kolay kaydýrýlabilirse; 2) emek-gücü, bir alandan diðerine, bir üre-
tim bölgesinden ötekine ne denli kolay aktarýlabilirse, o kadar çabuk
olur. Birinci koþul, toplumda tam bir ticaret özgürlüðünü ve doðal olan-
larýn dýþýnda kalan, yani kapitalist üretim tarzýnýn kendisinden doðan
bütün tekellerin kaldýrýlmasýný gerektirir. Bu, ayrýca, inorganik kullanýla-
bilir toplumsal sermaye kitlesini, bireysel kapitaliste karþý bir arada to-
playan kredi sisteminin geliþmesini gerektirir. Son olarak bu, çeþitli üretim
alanlarýnýn, kapitalistlerin denetim altýna girmesini gerektirir. Bu son koþul,
bizim varsayýmýmýzda zaten bulunmaktaydý, çünkü biz, bütün kapitalist
biçimde sömürülen üretim alanlarýnda, deðerlerin, üretim-fiyatlarýna çe-
vrilmekte olduklarýný kabul etmiþtik. Ne var ki, bu eþitlenme, kapitalist
esasa göre iþletilmeyen çok sayýda ve büyük üretim alanlarýnýn (küçük
çiftçiler tarafýndan topraðýn iþletilmesi gibi), kapitalist giriþimler arasýna
sýzdýðý ve onlarla baðlandýðý durumlarda, büyük engellerle karþýlaþýr.
Büyük bir nüfus yoðunluðu bir baþka önkoþuldur. – Ýkinci koþul, iþçilerin

Karl Marks 175


Kapital III
bir üretim alanýndan diðerine, bir üretim merkezinden bir baþka üretim
merkezine aktarýlmalarýný engelleyen bütün yasalarýn yürürlükten kaldý-
rýlmasýný; emekçinin, yapacaðý iþe karþý ilgisiz hale gelmesini; bütün üre-
tim alanlarýnda emeðin, elden geldiðince basit emeðe indirgenmesini,
emekçiler arasýnda, meslekleri ile ilgili bütün önyargýlarýn yok edilmesi-
ni; ve ensonu, ama özellikle, emekçinin, kapitalist-üretim tarzýnýn [sayfa
175] egemenliði altýna sokulmasýný gerektirir. Bu konuyla ilgili ayrýmlar,
rekabet konusunda yapýlacak özel bir incelemeye girer.
Yukardaki incelemeden þu sonuç çýkar ki, her özel üretim alanýn-
da bireysel kapitalist ve bütün olarak kapitalistler, toplam sermaye ta-
rafýndan, toplam iþçi sýnýfýnýn belli bir sömürü derecesi ile sömürülmele-
rine, yalnýz genel bir sýnýf sevgisi ile deðil ayný zamanda, doðrudan eko-
nomik nedenlerle doðrudan doðruya katýlýrlar. Çünkü bütün diðer koþullar
–bunlar arasýnda, toplam yatýrýlan sermaye deðerin– veri kabul edildiðin-
de, ortalama kâr oraný, toplam emek miktarýnýn, toplam sermaye ta-
rafýndan sömürülmesinin yoðunluðuna baðlýdýr.
Ortalama kâr, her 100 birim sermaye için üretilen, ortalama artý-
deðerle aynýdýr ve artý-deðeri ilgilendirdiði kadarýyla, yukarda söylenen-
ler kuþkusuz onun için de geçerlidir. Ortalama kâr bakýmýndan, yatýrýlan
sermayenin deðeri, kâr oranýný belirleyen ek bir etmen olur. Gerçekten
de, kapitalist ya da sermaye tarafýndan herhangi bir bireysel üretim ala-
nýnda, doðrudan doðruya orada çalýþmakta olan emekçilerin sömürül-
mesi konusunda gösterilen dolaysýz ilgi, ya aþýrý çalýþtýrma, ya ücretleri
ortalamanýn altýna indirme, ya da kullanýlan emeðin olaðanüstü üret-
kenliði yoluyla fazladan bir kazanç, ortalamayý aþan bir kâr ile sýnýrlýdýr.
Bunun dýþýnda, kendi üretim kolunda, hiç deðiþen sermaye kullanmay-
an ve dolayýsýyla hiç iþçi çalýþtýrmayan (bu aslýnda abartýlmýþ bir var-
sayýmdýr) bir kapitalist, gene de, diyelim, yalnýz deðiþen sermaye kullanan
(bir baþka abartma daha) ve böylece tüm sermayesini ücretlere yatýran
bir kapitalist kadar, iþçi sýnýfýnýn sermaye tarafýndan sömürülmesiyle ilgi-
lidir ve kârýný gene onun kadar karþýlýðý ödenmeyen artý-emekten sað-
lamaktadýr. Ne var ki, emeðin sömürü derecesi, iþgünü belli ise, emeðin
ortalama yoðunluðuna, sömürünün yoðunluk derecesi belli ise,
iþgününün uzunluðuna baðlýdýr. Emeðin sömürü derecesi, artý-deðer ora-
nýný ve dolayýsýyla belli bir toplam deðiþen sermaye için artý-deðer kitle-
sini ve böylece kârýn büyüklüðünü belirler. Bireysel bir kapitalistin, kendi
faaliyet alanýnýn bütününden ayrý olarak, kendisi tarafýndan sömürülen
iþçilerin sömürüsüne karþý duyduðu özel ilgi ve çýkarý, belli bir üretim
alanýndaki sermayeden, bu alandaki toplam sermayeden ayrý olarak,
doðrudan doðruya kendisi tarafýndan çalýþtýrýlan iþçilerin sömürüsü ko-
nusundaki özel ilgi ve çýkarýnýn aynýdýr.
Öte yandan, her özel sermaye alaný ve her bireysel kapitalist,
toplam sermaye tarafýndan çalýþtýrýlan toplumsal emeðin üretkenliði ko-
nusunda ayný ilgiyi duyar. Çünkü, iki þey bu üretkenliðe baðlýdýr: Birinci-

176 Karl Marks


Kapital III
si, ortalama kârýn ifade edildiði kullaným-deðerleri kitlesi; bu ortalama
kâr, yani sermaye birikimi için ve tüketime harcanmak üzere gelir için
bir fon biçiminde iþ göreceði için, bu, iki katlý bir önem taþýr. Ýkincisi, ka-
pitalist sýnýfýn tamamý için, artý-deðer ya da kâr miktarý veri ise, yatýrýlan
toplam sermayenin (deðiþmeyen ve deðiþen) deðeri, kâr oranýný, ya da
belli bir miktar sermaye üzerinden kârý belirler. Herhangi bir üretim
alanýnda ya [sayfa 176] da bu alanýn bireysel bir giriþimindeki emeðin özel
üretkenliði yalnýz, bununla doðrudan doðruya uðraþan kapitalistleri ilgi-
lendirir, çünkü bu, o özel alanýn, toplam sermaye karþýsýnda ya da o
bireysel kapitalistin, kendi alaný karþýsýnda fazladan bir kâr elde etmesi-
ne olanak saðlar.
Ýþte bu, kapitalistlerin kendi aralarýndaki rekabet sözkonusu ol-
duðunda birbirlerinin gözünün yaþýna bakmadýklarý halde, bütünüyle iþçi
sýnýfý karþýsýnda birbirine tutkun bir mason derneði kurmalarýnýn nedeni-
ni, matematik bir kesinlikle kanýtlamýþ olur.
Üretim-fiyatý, ortalama kârý içerir. Biz buna üretim-fiyatý diyoruz.
Bu, gerçekte, Adam Smith’in natural price (doðal-fiyat), Ricardo’nun
price of production (üretim-fiyatý) ya da cost of production (üretim-mali-
yeti) ve fizyokratlarýn prix necessaire (gerekli-fiyat) dedikleri þeydir, çün-
kü bu, uzun sürede, her bireysel alanda metalarýn arz ve yeniden-üretim-
lerinin önkoþuludur.33 Ama bunlardan hiç biri, üretim-fiyatý ile deðer
arasýndaki farký açýklamamýþtýr. Ama biz, metalarýn deðerinin, emek-
zamaný ile, yani bunlarýn içerdikleri emek miktarý ile belirlenmesine
karþý çýkan ayný iktisatçýlarýn niçin böyle yaptýklarýný ve piyasa-fiyatlarýnýn
etrafýnda dalgalandýklarý merkezler olarak niçin daima üretim-fiyatla-
rýnýn sözünü ettiklerini þimdi daha iyi anlýyoruz. Üretim-fiyatýnýn, metala-
rýn deðerinin tamamen dýþýnda ve bu deðerin prima facie anlamsýz bir
biçimi olmasý, rekabette ve bu yüzden kaba kapitalistin ve dolayýsýyla da
kaba iktisatçýnýn kafasýnda ortaya çýkan bir biçim olmasý nedeniyle bun-
larýn böyle davranmak iþlerine gelmektedir.

ÝNCELEMELERÝMÝZ, piyasa-deðerinin (ve bununla ilgili olarak söy-


lenen her þey, uygun deðiþikliklerle, üretim-fiyatý için de geçerlidir) belli
bir üretim alanýnda en uygun koþullar altýnda üretimde bulunanlar için,
bir artý-kârý nasýl kapsadýðýný ortaya çýkarmýþ bulunuyor. Bunalýmlar ve
genellikle aþýrý-üretim halleri dýþýnda, bu, piyasa-deðerlerinden ya da
üretimin piyasa-fiyatlarýndan ne kadar sapmýþ olurlarsa olsunlar, bütün
piyasa-fiyatlarý için de doðrudur. çünkü, piyasa-fiyatý, metalar, birbirin-
den çok farklý bireysel koþullar altýnda üretilmiþ bulunsalar ve dolayýsýyla
epeyce farklý maliyet-fiyatlarýna sahip olsalar da, ayný tür metalar için
ayný fiyatýn ödeneceðini ifade eder. (Biz burada, yapay olsun, doðal ol-
sun, terimin alýþýlagelen anlamýnda tekellerin sonucu olan artý-kârlardan

33
Malthus, (Principles of Political Economy, London 1836, s. 77-78. -Ed.

Karl Marks 177


Kapital III
sözetmiyoruz.)
Bazý üretim alanlarý, eðer, kendi metalarýnýn deðerlerinin üretim-
fiyatlarýna çevrilmesi ve böylece kârlarýnýn ortalama kâra inmesini ön-
leyebilecek durumda iseler, bu artý-kârýn da ortaya çýkmasý sözkonusudur.
Artý-kârýn bu iki biçiminin gösterdiði baþka deðiþiklikler üzerinde, toprak
rantý ile ilgili kýsýmda daha fazla durulacaktýr. [sayfa 177]

178 Karl Marks


Kapital III
ONBÝRÝNCÝ BÖLÜM
GENEL ÜCRET DALGALANMALARININ
ÜRETÝM-FÝYATI ÜZERÝNDEKÝ ETKÝLERÝ

TOPLUMSAL sermayenin ortalama bileþimi 80s + 20d ve kâr %20


olsun. Artý-deðer oraný bu durumda %100 olur. Ücretlerde genel bir artýþ,
diðer her þey ayný kalmak üzere, artý-deðer oranýnda bir azalma demek-
tir. Ortalama sermaye için, kâr ve artý-deðer özdeþtir. Ücretler %25 yük-
selsin. Bu durumda, daha önce 20 ile harekete geçirilen ayný miktar
emek, þimdi 25’e malolacaktýr. Böyle olunca, 80s + 20d + 20k yerine, 80s
+ 25d + 15k devir deðeri elde ederiz. Deðiþen sermaye tarafýndan hare-
kete geçirilen emek, gene önceki gibi 40’lýk bir deðer üretir. Eðer d,
20’den 25’e yükselirse, a ya da k fazlalýðý ancak 15 olur. 105 tutarýndaki
bir sermaye üzerinden 15’lik kâr, þimdi %142/7’dir ve bu, yeni ortalama
kâr oranýdýr. Ortalama sermaye tarafýndan üretilen metalarýn üretim-
fiyatlarý, bunlarýn deðerleri ile çakýþtýðý için, bu metalarýn üretim-fiyatý
ayný kalacaktýr. Bir ücret artýþý, bu nedenle, kârda bir düþmeye yolaça-
caktýr, ama metalarýn deðerinde ve fiyatýnda bir deðiþiklik olmayacaktýr.
Daha önce, ortalama kâr %20 olduðu sürece, bir devir dönemin-
de üretilen metalarýn üretim-fiyatý, bunlarýn maliyet-fiyatý, artý, bu mali-
yet- fiyatý üzerinden %20 bir kâra eþit idi ve bu nedenle = m + mk’ = m
+ (20m : 100) idi. Bu formülde m, metalara giren üretim araçlarýnýn [sayfa
178] deðerine ve sabit sermaye tarafýndan ürüne aktarýlan aþýnýp yýpran-
ma miktarýna baðlý olarak deðiþen, deðiþken bir büyüklüktür. Üretim-

Karl Marks 179


Kapital III
fiyatý, öyleyse þimdi, m + (142/7m : 100) olacaktýr.
Þimdi bileþimi, baþlangýçta 80s + 20d olan ortalama toplumsal
sermayenin (bu da þimdi 764/21s + 2317/21d olmuþtur) bileþiminden daha
düþük, diyelim 50s + 50d olan bir sermaye alalým. Bu durumda, ücret
artýþýndan önce yýllýk ürünün üretim-fiyatý, kolaylýk olsun diye, sabit ser-
mayenin tamamýnýn aþýnma ve yýpranma ile ürüne geçtiði ve devir dö-
neminin birinci örnektekinin ayný olduðu varsayýldýðýnda, 50s + 50d +
20k = 120 olur. Ayný miktar emeðin harekete geçirilmesi için ücretlerde
%25 bir artýþ, deðiþen sermayenin 50’den 62½’ye yükselmesi demektir.
Yýllýk ürünün, eski üretim-fiyatý 120 üzerinden satýlmasý halinde bu bize
50s + 6½d + 7½k ya da %6²/3’lük bir kâr oranýný verir. Ama yeni ortalama
kâr oraný %142/7’dir ve biz, bütün öteki koþullarýn ayný kaldýklarýný kabul
ettiðimiz için, 50s + 62½d bileþimindeki sermayenin de bu kârý saðla-
masý gerekir. Þimdi, 112½’lik bir sermaye %142/7 bir kâr oraný ile 161/
14
’lük bir kâr saðlamaktadýr. Demek oluyor ki, bu sermaye ile üretilen
metalarýn üretim-fiyatý, þimdi, 50s + 62½d+ 161/14k = 1288/14 olur. Bu
nedenle, %25 bir ücret artýþý yüzünden, ayný metalarýn ayný miktarýnýn
üretim-fiyatý, burada 120’den 1288/14’e ya da %7’den fazla yükselmiþ
oluyor.
Tersine, bileþimi, ortalama sermayenin bileþiminden daha yük-
sek, diyelim, 92s + 8d olan bir üretim alaný alalým. Baþlangýç ortalama
kârý, bu durumda hâlâ 20 olacak ve eðer biz gene sabit sermayenin
tamamýnýn yýllýk ürüne geçtiðini ve devir döneminin I ve lI’dekinin ayný
olduðunu varsayarsak, metaýn üretim-fiyatý burada da 120 olur.
Ücretlerde %25 bir artýþ nedeniyle, ayný miktar emek karþýlýðý
deðiþen sermaye, 8’den 10’a, metalarýn maliyet-fiyatý 100’den 102’ye
yükseldiði halde, ortalama kâr oraný %20’den %142/7’ye düþer. Ama, 100
: 142/7 = 102 : 144/7’dir. Þimdi 102’nin payýna düþen kâr, böylece %144/
7
’dir. Bu nedenle, toplam ürünün satýþ-fiyatý, m + mk’ = 102 + 144/7 =
1164/7 olur. Demek ki, üretim-fiyatý 120’den 1164/7’ye ya da 33/7 düþmüþtür.
Sonuç olarak, ücretler %25 yükseldiðinde:
1) Ortalama toplumsal bileþimde bir sermayenin ürettiði metala-
rýn üretim-fiyatý deðiþmez;
2) Daha düþük bileþimdeki bir sermayenin ürettiði metalarýn üre-
tim-fiyatý yükselir, ama bu kârdaki düþüþ oranýnda deðildir;
3) Daha yüksek bileþimdeki bir sermayenin ürettiði metalarýn üre-
tim-fiyatý düþer, ama bu kârdaki düþüþ oranýnda deðildir.
Ortalama sermayelerle üretilen metalarýn üretim-fiyatý ayný kaldý-
ðý, ürünün deðerine eþit olduðu için, bütün sermayelere ait ürünlerin
üretim-fiyatlarýnýn toplamý da ayný kalýr ve toplam sermaye tarafýndan
üretilen deðerlerin toplamýna eþittir. Bir yandaki yükselme ve öte yanda-
ki düþme, toplam sermaye için ortalama toplumsal sermaye düzeyinde
bir dengeleme saðlar. [sayfa 179]
Üretim-fiyatý, örnek II’de yükselir ve örnek III’te düþerse, artý-de-

180 Karl Marks


Kapital III
ðer oranýnda bir düþme, ya da genel bir ücret artýþý ile meydana gelen
bu zýt etki, ücretlerdeki bir yükselmenin fiyatlar ile telafi edilemeye-
ceðini gösterir, çünkü, III’te üretim-fiyatýndaki düþme, kapitalist için kârda-
ki düþmeyi telafi edemediði gibi, II’deki fiyat yükselmesi de kârdaki
düþmeye engel olamaz. Daha çok, her iki durumda da, ister fiyat yüksel-
sin ister düþsün, kâr, fiyatýn ayný kaldýðý haldekinin, ortalama sermaye
kârýnýn ayný olur. Bu, hem durum II’de, hem durum III’te, 55/7 kadar
düþen, ya da %25’in biraz üzerinde bulunan ayný ortalama kârdýr. Bura-
dan þu sonuç çýkar ki, eðer fiyat II’de yükselmemiþ ve III’te düþmemiþse,
II, yeni düþük ortalama kârýn altýnda, III, bu kârýn üzerinde satmak duru-
mundadýr. Besbellidir ki, her 100 birim sermaye için, 50, 25 ya da 10
birimin ücretlere yatýrýlmasýna baðlý olarak sermayesinin 1/10’ini ücretlere
yatýrmýþ bulunan bir kapitalist üzerindeki bir ücret artýþýnýn etkisi, ser-
mayesinin ¼’ini ya da %½’ini yatýrmýþ olandan tamamen farklýdýr. Ser-
mayenin bileþiminin, ortalama toplumsal bileþimin altýnda ya da üzerinde
olmasýna baðlý olarak, üretim-fiyatýnda bir yanda artýþ, öte yanda düþme
olmasý, ancak, kârýn, yeni düþük ortalama kâr düzeyine uydurulmasý
süreciyle gerçekleþir.
O halde, ücretlerde genel bir düþme ve kâr oranýnda, dolayýsýyla
ortalama kârda buna karþýlýk genel bir yükselme, ortalama toplumsal
bileþime zýt yönlerde sapmalar gösteren sermayelerin ürettikleri metala-
rýn üretim-fiyatlarý üzerinde nasýl bir etki yapar? Bu sorunun yanýtýný bul-
mak için (Ricardo bunu çözümleyememiþtir) yukardaki açýklamayý
tersine çevirmek yetecektir.
I. Ortalama sermaye = 80s + 20d = 100; artý-deðer oraný %100;
üretim-fiyatý = metalarýn deðeri = 80s + 20d + 20k = 120; kâr oraný =
%20. Ücretlerin dörtte-bir düþtüðünü varsayalým. Þimdi, ayný deðiþmeyen
sermaye, 20d yerine 15d ile harekete geçirilecektir. Öyleyse metalarýn
deðeri = 80s + 15d + 25k = 120’dir. d tarafýndan yapýlan iþin miktarý
deðiþmemiþ, ama onun yeni yarattýðý deðer, kapitalist ile emekçi arasýn-
da farklý bir þekilde bölüþülmüþtür. Artý-deðer, 20’den 25’e, artý-deðer
oraný 20/20’den 25/15’e ya da %l00’den %1662/3’e yükselmiþtir. 95 üzerinden
kâr þimdi = 25 ve böylece 100 birim için kâr oraný = 266/19 olmuþtur.
Sermayenin yüzde olarak yeni bileþimi þimdi 844/19s + 1515/19d = 100’dür.
II. Düþük bileþimli sermaye. Yukarda olduðu gibi, baþlangýçtaki
bileþim 50s + 50d’dir. Ücretlerde dörtte-bir oranýnda bir düþme olmasý
nedeniyle, d, 37½’ye ve bunun sonucu, yatýrýlan toplam sermaye 50s +
37½d = 87½’ye düþmüþtür. Þimdi eðer biz, buna %266/19’luk yeni kâr
oranýný uygularsak, 100 : 266/19 = 87½ : 231/38 elde ederiz. Daha önce
120’ye malolan ayný metalar kitlesi þimdi, 87½ +231/38 = 11010/19’a mal
olur ve bu yaklaþýk %10 bir fiyat düþmesi demektir.
III. Yüksek bileþimli sermaye. Baþlangýçta, 92s + 8d = 100. Ücretl-
erde dörtte-bir kadar bir indirim 8d’yi 6d’ye ve toplam sermayeyi 98’e
indirmektedir. Sonuç olarak, 100 : 266/19 = 98 : 2515/19 olur. Metaýn daha

Karl Marks 181


Kapital III
önce 100 + 20 = 120 olan üretim-fiyatý, ücret indiriminden sonra
[sayfa 180]
þimdi, 98 + 2515/19 = 12315/19 olur ve bu yaklaþýk 4’Iük bir artýþtýr.
Bu nedenle, besbelli ki, gerekli deðiþikliklerle birlikte ters yönde
ayný geliþmeyi Ýzlemekten baþka bir þey yapamayýz; ücretlerde genel bir
düþme, artý-deðer ile artý-deðer oranýnda ve diðer koþullar ayný kalmak
kaydýyla, farklý oranda ifade edilse bile, kâr oranýnda genel bir yüksel-
meye yolaçmaktadýr; düþük bileþimli sermayeler tarafýndan üretilen me-
talarýn üretim-fiyatlarýnda bir düþme ve daha yüksek bileþimli sermayeler
tarafýndan üretilen metalarýn üretim-fiyatlarýnda bir yükselme sözkonusu-
dur. Bu sonuç, ücretlerde genel bir yükselme olduðu zaman görülenin
tam tersidir.34 Her iki halde de –ücretlerin yükselmesi ve düþmesinde–
iþgününün ve temel geçim araçlarýnýn fiyatlarýnýn ayný kaldýðý varsayýlmýþtý.
Bu durumlarda, ücretlerde bir düþme, ancak, eðer bu ücretler emeðin
normal fiyatýnýn daha üzerine çýkmýþ ise ya da bu fiyatýn daha altýna
inmiþ ise mümkündür. Ücretlerdeki bir yükselme ya da düþmenin, ge-
nel olarak emekçilerin tükettiði metalarýn deðerinde ve dolayýsýyla üre-
tim-fiyatýnda bir deðiþiklikten ileri gelmesi halinde, sorunun nasýl bir
deðiþiklik göstereceði, toprak rantý ile ilgili bölümde daha uzunboylu
incelenecektir. Bu noktada, gene de, son olarak þu düþünceleri belirt-
mek yerinde olacaktýr:
Ücretlerdeki yükselme ya da düþmenin, yaþam gereksinmeleri-
nin deðerindeki bir deðiþmeden ileri gelmesi halinde, yukarda ulaþýlan
sonuçlarda, ancak, fiyatlarýndaki deðiþmenin, deðiþen sermaye miktarýný
artýran ya da azaltan metalarýn, ayný zamanda, deðiþmeyen sermayenin
öðeleri olarak bu sermayeye girmeleri ve bu nedenle, sadece ücretleri
etkilemekle kalmadýklarý ölçüde bir deðiþiklik olabilir. Yok eðer bunlar
yalnýz ücretleri etkiliyorsa, yukardaki tahliller, söylenmesi gerekli her þeyi
kapsar.
Bütün bu bölümde, genel bir kâr oraný ile ortalama kârýn oluþmasý
ve dolayýsýyla, deðerlerin üretim fiyatlarýna dönüþmeleri, veri olarak ka-
bul edilmiþti. Sorun, yalnýzca, ücretlerdeki genel bir yükselme ya da
düþmenin, metalarýn kabul edilmiþ bulunan üretim-fiyatlarýný nasýl etki-
ledikleri idi. Bu, bu kýsýmda çözümlenen diðer önemli noktalar ile
karþýlaþtýrýlýrsa, ancak ikinci derecede bir sorundur. Þu da var ki, bu,
daha ileride göreceðimiz gibi* Ricardo tarafýndan ele alýnan tek sorundu
ve üstelik o, bunu, tek yanlý ve yetersiz bir biçimde ele almýþtý. [sayfa 181]
34
Çok gariptir ki, Ricardo [On the Principles of Political Economy, and Taxation, Third
edition, London 1821, s. 36-41. -Ed.] (deðerlerin, üretim-fiyatlarý düzeyine indirilmesini anlaya-
mayan Ricardo, haliyle bizden farklý bir yolda ilerlemektedir) bu olasýlýðý bir defa bile
düþünmemiþ yalnýz birinci durumu, ücretlerde bir yükselme ve bunun, metalarýn üretim-fiyatlarý
üzerindeki etkilenmesini incelemiþtir. Ve, servum pecus imitatorum** [Hurace, Epistles, Book I,
Epistle19. -Ed.] bu son derece açýk ve aslýnda totolojik, pratik uygulamayý yapmayý denememiþ-
lerdir bile.
* K. Marx, Theorien über den Mehrwert, K. Marx-F. Engels, Werke, Band 26, Teil 2, s.181-94.
-Ed.
** Taklitçi köleler. -ç.

182 Karl Marks


Kapital III
ONÝKÝNCÝ BÖLÜM
TAMAMLAYICI AÇIKLAMALAR

I. ÜRETÝM-FÝYATINDA BÝR DEÐÝÞÝKLÝÐÝ


GEREKTÝREN NEDENLER

Bir metanýn üretim-fiyatý ancak iki nedenle deðiþebilir:


Birincisi. Genel kâr oranýnda bir deðiþiklik. Bu ancak, ortalama
artý-deðer oranýnda her deðiþiklikten, ya da eðer ortalama artý-deðer
oraný ayný kalýyorsa, elkonulan artý-deðerler toplamýnýn, yatýrýlan toplam
toplumsal sermaye miktarýna olan oranýnda bir deðiþmeden ileri gelebi-
lir.
Artý-deðer oranýndaki deðiþiklik, eðer, ücretlerin normal düzeyin
altýna düþmesinden ya da bu düzeyin üzerine çýkmasýndan ileri geliyor-
sa –bu tür hareketlere ancak geliþigüzel dalgalanmalar gözüyle bakýlmak
gerekir– yalnýz, ya emek-gücü deðerinde bir yükselmeden ya da düþ-
meden meydana gelebilir; oysa, temel geçim araçlarýný üreten emeðin
üretkenliðinde, yani emekçi tarafýndan tüketilen metalarýn deðerinde
bir deðiþme olmaksýzýn, bunun her ikisinin de olmasý da ayný derecede
olanaksýzdýr.
Ya da, elkonulan artý-deðer toplamýnýn, yatýrýlan toplam toplum-
sal sermayeye oranýnda bir deðiþme ile olabilir. Bu durumda deðiþmeye
artý-deðer oraný yol açmadýðýna göre, bunun, toplam sermaye, ya da
daha çok, toplam sermayenin deðiþmeyen kýsmý tarafýndan yaratýlmýþ
olmasý gerekir. Bu kýsmýn kitlesi, teknik olarak ele alýndýðýnda, deðiþen
sermaye ile satýn alýnan emek-gücü miktarýyla orantýlý olarak artar ya da

Karl Marks 183


Kapital III
azalýr ve [sayfa 182] deðerinin kitlesi, böylece, kendi kitlesinin artmasý ya da
azalmasý ile artar ya da azalýr. O da, bu nedenle deðiþen sermayenin
deðer kitlesine orantýlý olarak artar ya da azalýr. Ayný miktar emek eðer
daha fazla deðiþmeyen sermayeyi harekete getiriyorsa, daha üretken
hale gelmiþ demektir. Tersi olursa, üretkenliði azalmýþtýr. Demek ki, eme-
ðin üretkenliðinde bir deðiþme olmuþtur ve bazý metalarýn deðerinde bir
deðiþme meydana gelmiþ olmasý gerekir.
Þu halde, aþaðýdaki yasa her iki durum için de geçerlidir: Bir
metaýn üretim-fiyatý, genel kâr oranýndaki bir deðiþme sonucu deðiþirse,
bu metaýn kendi deðeri deðiþmeden kalmýþ olabilir. Ne var ki. öteki
metalarýn deðerinde bir deðiþme meydana gelmiþ olmasý gerekir.
Ýkincisi. Genel kâr oraný deðiþmeden kalmýþtýr. Bu durumda, bir
metaýn üretim deðeri, ancak, o metaýn kendi deðeri deðiþmiþ ise deðiþir.
Bu, ya son biçimi içersinde bu metaý üreten emeðin ya da bu metaýn
üretimine giren metalar üreten emeðin üretkenliðindeki bir deðiþme
nedeniyle, sözkonusu metaýn yeniden-üretimi için daha çok ya da daha
az emek gerekmiþ olmasýndan ileri gelebilir. Pamuk ipliðinin üretim-
fiyatý, ya pamuk hammaddesinin eskisine göre daha ucuza üretilmesi
ya da ipliði eðiren emeðin, geliþmiþ makineler nedeniyle daha üretken
hale gelmesi ile düþebilir.
Üretim-fiyatý, görmüþ olduðumuz gibi = m + k, yani maliyet-fiyatý
artý kâra eþittir. Ne var ki, bu = m + mk’ ifadesinde maliyet-fiyatý m,
deðiþken bir büyüklüktür ve farklý üretim alanlarýnda deðiþtiði gibi, bun-
larýn hepsinde metaýn üretiminde tüketilen deðiþmeyen ve deðiþen ser-
mayenin deðerine eþittir ve k’, yüzde olarak ortalama kâr oranýdýr. Eðer,
m = 200, k’ = %20 olursa, üretim-fiyatý m + mk’ = 200 + 200 (20 : 100)
= 200 + 40 = 240’týr. Metalarýn deðerinde bir deðiþiklik olsa bile, bu
üretim-fiyatýnýn ayný kalabileceði açýktýr.
Metalarýn üretim-fiyatlarýndaki bütün deðiþmeler, son tahlilde, de-
ðer deðiþikliklerine indirgenir. Ama, metalarýn deðerlerindeki bütün
deðiþiklikler, mutlaka, kendilerini, üretim-fiyatýnda bir deðiþme ile ifade
etmezler. Üretim-fiyatý, yalnýz tek bir metaýn deðeri ile deðil, bütün me-
talarýn toplam deðeri ile belirlenir. Bu nedenle, A metaýnda bir deðiþiklik,
B metaýnda zýt bir deðiþiklik ile dengelenebilir ve böylece genel baðýntý
ayný kalýr.

II. ORTALAMA BÝLEÞÝMLÝ METALARIN ÜRETÝM-FÝYATI

Üretim-fiyatlarý ile deðerler arasýndaki sapmanýn, aþaðýdaki ne-


denlerden nasýl ortaya çýktýðýný görmüþ bulunuyoruz:
1) Bir metaýn maliyet-fiyatýna, içerdiði artý-deðer yerine, ortalama
kârýn eklenmesi;
2) Üretim-fiyatý deðerinden böylece sapan bir meta, baþka me-
talarýn maliyet-fiyatýna, onun öðelerinden birisi olarak girer ve bu neden-

184 Karl Marks


Kapital III
le, bir metaýn maliyet-fiyatý ile, üretimi sýrasýnda tüketilmiþ bulunan üre-
tim [sayfa 183] araçlarýnýn deðeri arasýnda, ortalama kâr ile artý-deðer arasýn-
daki farktan doðabilecek kendisine ait sapmadan tamamen ayrý bir
sapma bulunabilir.
Ýþte bu yüzden, ortalama bileþimli sermayelerin ürettikleri me-
talarýn maliyet-fiyatlarý bile, üretim-fiyatýnýn bu kýsmýný oluþturan öðele-
rin deðerlerinden farklý olabilir. Ortalama bileþim, diyelim, 80s + 20d ol-
sun. Þimdi, bu bileþimdeki fiili sermayelerde, 80s, s’nin, yani deðiþmeyen
sermayenin deðerinden büyük ya da küçük olabilir, çünkü, bu s, üretim-
fiyatlarý, deðerlerinden farklý olan metalardan meydana gelmiþ olabilir.
Ayný þekilde, ücretlere ait tüketim, üretim-fiyatlarý kendi deðerlerinden
sapan metalarý içeriyor ise, 20d kendi deðerinden sapabilir; bu durum-
da, iþçi bunlarý geri satýn alabilmek (bunlarý yerine koyabilmek) için,
daha uzun ya da daha kýsa bir süre çalýþmak durumunda kalýr ve böyle-
ce, bu gibi yaþam gereksinmelerinin üretim-fiyatý, bunlarýn deðerleri ile
çakýþtýðý zaman istenilenden daha fazla ya da az, gerekli-emek harca-
mak zorunda kalýr.
Ne var ki, bu olasýlýk, ortalama bileþimli metalar için ortaya konmuþ
olan teoremlerin doðruluðunda en ufak bir eksiklik yapmaz. Bu metala-
ra düþen kâr miktarý, bunlarýn içerdikleri artý-deðer miktarýna eþittir. Ör-
neðin, bileþimi 80s + 20d olan bir sermayede, artý-deðerin belirlenmesinde
en önemli þey, bu sayýlarýn fiili deðerlerin ifadesi olup olmadýklarý deðil,
bunlarýn birbirine olan oranlarýdýr, yani toplam sermayeye göre, d = 1/5
ve s = 4/5 olmasýdýr. Durum böyle olduðunda, d tarafýndan üretilen artý-
deðer, varsayýldýðý gibi, ortalama kâra eþittir. Öte yandan, bu artý-deðer,
ortalama kâra eþit olduðu için, üretim-fiyatý = maliyet-fiyatý artý, kâr = m
+ k = m + a’dýr; yani pratikte, metaýn deðerine eþittir. Bunun anlamý,
ücretlerde bir yükselme ya da düþmenin, üretim-fiyatýný, m + k, ancak,
metalarýn deðerlerini deðiþtirdiði ölçüde deðiþtirebileceði, yalnýzca, buna
tekabül eden zýt yönlü bir harekete, kâr oranýnda bir düþme ya da yük-
selmeye yol açacaðýdýr. Eðer, burada, ücretlerdeki bir yükselme ya da
düþme, metalarýn deðerinde bir deðiþiklik meydana getirecek olsa, or-
talama bileþimli bu alanlardaki kâr oraný, öteki alanlardaki düzeyin üze-
rine çýkar ya da altýna düþer. Ortalama bileþimli alan, diðer alanlar ile
ayný kâr düzeyini, ancak, fiyat deðiþmeden kaldýðý sürece devam ettirir.
Bunun pratikteki sonucu, bu nedenle, ürünlerinin gerçek deðerleri üze-
rinden satýlmalarý halinde neyse öyledir. Çünkü, metalarýn, fiili deðerleri
üzerinden satýlmalarý halinde, diðer koþullar eþit olmak kaydýyla, ücretl-
erde bir yükselme ya da düþmenin, kârda buna tekabül eden bir düþme
ya da yükselmeye neden olacaklarý, ama, metalarýn deðerinde bir
deðiþikliðe yol açmayacaklarý, ücretlerde bir yükselme ya da düþmenin,
bütün koþullar altýnda, hiç bir zaman, metalarýn deðerini etkilemeyip,
yalnýz artý-deðerin büyüklüðünü etkileyeceði apaçýk ortadadýr. [sayfa 184]

Karl Marks 185


Kapital III
III. KAPÝTALÝSTÝN TELAFÝ KONUSUNDAKÝ
DAYANDIÐI NEDENLER

Rekabetin, farklý üretim alanlarýndaki kâr oranlarýný, ortalama bir


kâr oranýna eþitlediði ve böylece, bu farklý alanlara ait ürünlerin deðer-
lerini, üretim-fiyatlarýna dönüþtürdüðü belirtilmiþ bulunuyor. Bu, sermay-
enin bir üretim alanýndan sürekli olarak, o an için, kârýn, ortalamanýn
üzerinde bulunduðu baþka bir üretim alanýna aktarýlmasý ite olur. Bu-
nunla birlikte, belli bir sanayi dalýnda belli sürelerde, birbirini izleyen, iyi
ve kötü yýllarýn yol açtýðý kâr dalgalanmalarýnýn da dikkate alýnmalarý
yerinde olur. Sermayenin, farklý üretim alanlarý arasýndaki bu aralýksýz
giriþ ve çýkýþý, kâr oranýnda, yükselme ve düþme eðilimleri yaratýr ve bu,
birbirini azçok eþitleyerek, her yerde kâr oranýnýn ayný ortak ve genel
düzeye indirgenmesi eðilimini taþýr.
Sermayelerin bu hareketine, her þeyden önce, kârlarý bir yerde
genel ortalamanýn üzerine çýkartan, diðer bir yerde ise altýna indiren,
piyasa-fiyatlarýnýn düzeyi neden olur. Bu noktada bizi henüz ilgilendir-
meyen tüccar sermayesini bir yana býrakýyoruz: biz bunu, bazý çok ara-
nan mallarda ani spekülasyon nöbetleri halinde ortaya çýkarak, kitleler
halinde sermayeyi bir iþkolunda olaðanüstü bir hýzla çekip, bir baþka
iþkoluna ayný hýzla sürmesinden tanýyoruz. Böyle olmakla birlikte, her
fiili üretim alanýnda –sanayi, tarým, madencilik, vb.– sermayenin bir alan-
dan diðerine aktarýlmasý, özellikle mevcut sabit sermaye yüzünden, ol-
dukça büyük güçlükler gösterir. Ayrýca, deneyimler göstermiþtir ki,
diyelim pamuklu sanayii gibi bir sanayi kolunun, bir dönemde olaðanü-
stü yüksek kâr saðlamasý, bir baþka zamanda ise, çok az kârlý olmasý ve
hatta zarar etmesi halinde, belli yýllarý kapsayan bir dönemde ortalama
kâr, diðer sanayi kollarýndaki kârýn hemen hemen ayný olur. Ve ser-
maye, çok geçmeden bu deneyimi hesaba katmayý öðrenir.
Bununla birlikte, rekabetin göstermediði þey, üretim hareketine
egemen olan deðerin belirlenmesi; ve, üretim-fiyatlarýnýn temelinde ya-
tan ve son kertede bunlarý belirleyen deðerlerdir. Buna karþýlýk rekabet
þunlarý gösterir: 1) farklý üretim alanlarýndaki sermayenin organik
bileþiminden ve bu nedenle de, belli bir sömürü alanýndaki belli bir
sermaye tarafýndan elkonan canlý emek kitlesinden, baðýmsýz olan or-
talama kârlarý; 2) üretim-fiyatlarýnda, ücretlerin düzeyindeki deðiþmelerin
yolaçtýklarý yükselme ve düþmeleri; ilk bakýþta, metalarýn deðer baðýntý-
sýyla tam bir çeliþme halindeki bir görüngüyü; 3) metalarýn ortalama
piyasa-fiyatýný, belli bir sürede, piyasa-deðerine deðil de, bu piyasa-deð-
erinden oldukça büyük bir sapma gösteren, çok farklý bir üretimin piyasa-
fiyatýna indirgeyen, piyasa-fiyatlarýndaki dalgalanmalarý. Bütün bu
görüngüler, deðerin, emek-zamaný ile belirlenmesiyle olduðu kadar,
karþýlýðý ödenmeyen artý-emekten ibaret bulunan artý-deðerin niteliði ile
de çeliþiyormuþ gibi görünür. Böylece, rekabette her þey tersine çevrilmiþ

186 Karl Marks


Kapital III
görünür. Ekonomik [sayfa 185] iliþkilerin, yüzeyden nihai gibi görünen biçim-
leri, kendi gerçek varlýklarý ve dolayýsýyla, bu iliþkilerin taþýyýcýlarý ve ara-
cýlarýnýn bunlarý anlamaya çalýþtýklarý kavramlarý içersinde, bunlarýn asýl
ama gizlenmiþ öz biçimlerinden ve bunlara tekabül eden kavramlarýn-
dan, son derece farklý ve gerçekte bunlarýn tam tersidir.
Üstelik. Kapitalist üretim, belli bir geliþim düzeyine ulaþýr ulaþmaz,
bireysel alanlardaki farklý kâr oranlarýnýn, genel bir kâr oranýna
eþitlenmesi, bundan böyle, sýrf, piyasa-fiyatlarýnýn sermayeyi çektiði ya
da ittiði, çekme ve itme hareketleriyle gerçekleþmez. Ortalama fiyatlar
ile, bunlara tekabül eden piyasa-fiyatlarý, bir süre için kararlý hale geldik-
ten sonra bireysel kapitalistler, bu eþitlenmenin, belirli farklarý dengele-
diðinin bilincine varýrlar ve bu durumu, kendi karþýlýklý hesaplarýnda
dikkate alýrlar. Bu farklar, kapitalistlerin zihninde mevcuttur ve onlar
bunu, telafi nedenleri olarak hesaba katarlar.
Ortalama kâr, temel kavramdýr ve eþit büyüklükteki sermayele-
rin, eþit zaman aralýklarýnda eþit kâr saðlamalarý gerektiði anlamýna gelir.
Bu da gene bir üretim alanýndaki sermayenin, toplam toplumsal serma-
ye tarafýndan emekçilerden sýzdýrýlan toplam artý-deðerden, kendi büyük-
lüðü ile pro rata pay almasý gerektiði; ya da, her bireysel sermayeye,
yalnýzca, toplam toplumsal sermayenin bir kýsmý ve her kapitaliste, ger-
çekte, toplam toplumsal giriþimde, toplam kârdan, kendi sermayesinin
büyüklüðü ile pro rata pay alan bir hisse sahibi gibi bakýlmasý anlayýþýna
dayanýr.
Ýþte bu anlayýþ, örneðin, metalarýnýn üretimi daha uzun zaman
aldýðý ya da daha uzak pazarlarda satýldýklarý için, sermayesinin devri,
baþka sermayelere göre daha yavaþ olan kapitalistin hesabýnda, bu
þekilde kaybettiði kârý hesaba dahil etmek ve fiyatý yükselterek bunu
telafi etmek için bir dayanak hizmetini görür. Ya da, örneðin, þilepçilik
gibi, daha büyük tehlikelerle karþý karþýya bulunan yatýrýmlar daha yük-
sek fiyatlarla telafi edilir. Kapitalist üretim ve onunla birlikte, sigortacýlýk
iþi geliþir geliþmez, tehlikeler fiilen bütün üretim alanlarý için eþit hale
gelmiþtir. (bkz: Corbet*); ne var ki, daha tehlikeli iþkollarý, daha yüksek
sigorta primi öder ve bunlarý, metalarýnýn fiyatlarýnda geri alýrlar. Pratik-
te, bütün bunlarýn anlamý þudur ki, bir üretim kolunu –belli sýnýrlar içer-
sinde bütün üretim kollarý ayný derecede gerekli sayýlýr– daha az, bir
baþkasýný daha fazla kârlý kýlan her durum, bu telafiyi hesaplamada kul-
lanýlan nedenler ya da etmenleri haklý kýlmak için, rekabetin yenilenmiþ
hareketine her zaman gerek duyulmaksýzýn, telafi için geçerli bir zemin
olarak kesin bir biçimde hesaba katýlýr. Kapitalistin burada unuttuðu –ya
da daha doðrusu, rekabet yoluyla dikkati çekilmediði için göremediði–
þey, farklý üretim kollarýna ait metalarýn fiyatlarýný hesaplarken kapitalist-

* Th. Corbet, An Inquiry into the Causes and Modes of the Wealth of Individuals, London
l841. s. 100-02. -Ed.

Karl Marks 187


Kapital III
ler tarafýndan karþýlýklý olarak öne sürülen bütün bu telafi nedenlerinin,
[sayfa 186] bunlarýn hepsinin de, ortak ganimetleri, toplam artý-deðerden,
kendi sermayelerinin büyüklüðü ile pro rata, eþit talepte bulunmalarý
olgusundan baþka bir þey olmadýðýdýr. Bu, daha çok, onlara, ceplerine
indirdikleri kâr, ele geçirdikleri artý-deðerden farklý olduðu için, bu telafi
nedenlerinin, toplam artý-deðere katýlmalarýný eþitlemeyip, metalarýnýn
maliyet-fiyatýna, þu ya da bu nedenle yapýlan eklemelerden elde
olunuyormuþ gibi görünen kârýn kendisini yaratýyormuþ gibi gelir.
Diðer bakýmlardan kapitalistin, artý-deðerin, kaynaðý konusundaki
varsayýmlarý ile ilgili olarak Yedinci Bölümün 116. sayfasýnda söylenen-
ler, ortalama kâr için de geçerlidir. Ele alýnan durum, yalnýz, metalarýn
piyasa-fiyatý ile emeðin sömürü derecesi veri kabul edildiðinde, maliyet-
fiyatýndaki bir tasarruf, yalnýzca bireysel iþbilirlilik, açýkgözlük, vb. gibi
þeylere baðlý bulunduðu için farklý görünür. [sayfa 187]

188 Karl Marks


Kapital III
ÜÇÜNCÜ KISIM
KÂR ORANININ DÜÞME EÐÝLÝMÝ YASASI

––––––––––––

ONÜÇÜNCÜ BÖLÜM
YASANIN NÝTELÝÐÝ

ÜCRET ile iþgünü veri kabul edildiðinde, diyelim 100’lük bir de-
ðiþen sermaye, belli sayýdaki çalýþan iþçiyi temsil eder. Bu sermaye, bu
sayýnýn bir göstergesidir. 100 £, diyelim 100 iþçinin bir haftalýk ücreti
olsun. Bu iþçilerin, eþit miktarlarda gerekli ve artý-emek harcadýklarý,
günde, kendileri için, yani ücretlerinin yeniden-üretimi için çalýþtýklarý
kadar, kapitalist için, yani artý-deðer üretmek için çalýþtýklarý kabul edilir-
se, bunlarýn toplam ürünlerinin deðeri = 200 £ ve ürettikleri artý-deðer
miktarý 100 £ olacaktýr. Artý-deðer oraný, a/d = %100 olurdu. Ama gör-
düðümüz gibi, bu artý-deðer oraný, kendisini, kâr oraný a : S olduðu için,
deðiþmeyen sermaye s ve dolayýsýyla toplam sermaye S’nin farklý buyük-
lüklerine baðlý olarak, çok farklý kâr oranlarý ile ifade eder. Artý-deðer
oraný %100 olduðuna göre:
s = 50 ve d = 100 ise k' = 100 : 150 = %662/3
s = 100 ve d = 100 ise k' = 100 : 200 = %50
s = 200 ve d = 100 ise k'= 100 : 300 = %331/3
s = 300 ve d = 100 ise k' = 100 : 400 = %25
s = 400 ve d = 100 ise k' = 100 : 500 = %20 olur.
Bu, ayný artý-deðer oranýnýn, kendisini, deðiþmeyen sermayenin
maddi olarak büyümesinin —ayný oranda olmasa bile— ayný zamanda

Karl Marks 189


Kapital III
kendi deðerinde ve dolayýsýyla da toplam sermayenin deðerinde
[sayfa 188]
bir büyümeyi gerektirmesi nedeniyle, emeðin sömürü derecesi ayný ol-
duðu halde, düþen bir kâr oraný ile nasýl ifade edeceðini gösteriyor.
Eðer bir de, sermayenin bileþimindeki bu yavaþ deðiþmenin, yal-
nýz bireysel üretim alanlarý ile sýnýrlý kalmayýp, aþaðý yukarý bütün ya da
hiç deðilse, önemli üretim alanlarýnda da meydana geldiði ve bu yüz-
den, bir toplumun toplam sermayesinin ortalama organik bileþiminde
deðiþmelere neden olduðu varsayýlýrsa, artý-deðer oraný ya da emeðin
sermaye tarafýndan sömürülme yoðunluðu ayný kaldýðý sürece, deðiþme-
yen sermayenin deðiþen sermayeye göre tedrici büyümesi, zorunlu ola-
rak, genel kâr oranýnda tedrici bir düþmeye yolaçar. Görmüþ olduðumuz
gibi, kapitalist üretimin geliþmesiyle birlikte, deðiþen sermayede, deðiþ-
meyen sermayeye, ve dolayýsýyla, harekete geçirilen toplam sermayeye
oranla nispi bir azalma olmasý, kapitalist üretimin bir yasasýdýr. Bu ifade,
kapitalist sistemde geliþmiþ bulunan kendisine özgü üretim yöntemleri
nedeniyle, belli deðerde bir deðiþen sermaye tarafýndan harekete geçiri-
len ayný sayýda iþçinin, yani ayný miktarda emek-gücünün, ayný sürede,
gittikçe artan miktarlarda emek aracýný, makineyi, her türden sabit ser-
mayeyi, hammaddeyi, —ve dolayýsýyla, deðeri durmadan artan deðiþ-
meyen sermayeyi— iþlettiði, iþlediði ve üretken biçimde tükettiðini söy-
lemenin bir baþka biçimidir. Deðiþen sermayede, deðiþmeyen ve dolayý-
sýyla toplam sermayeye göre bu sürekli azalma, toplumsal sermayenin,
kendi ortalamasýnda, gitgide daha yüksek bir organik bileþime ulaþmasý
demektir. Bu, ayný þekilde, ayný sayýda iþçinin, daha fazla makine ve ge-
nellikle daha çok sabit sermaye kullanýlmasý sayesinde, ayný sürede,
yani daha az emekle, gitgide artan miktarda ham ve yardýmcý maddele-
ri ürüne çevirmesi olgusuyla kendisini gösteren, emeðin toplumsal üret-
kenliðindeki sürekli geliþmenin bir baþka ifadesidir. Deðiþmeyen ser-
mayedeki bu sürekli deðer artýþýna —bu, deðiþmeyen sermayenin mad-
di olarak yalnýzca yaklaþýk bir biçimde kapsadýðý kullaným-deðerlerinin
gerçek kitlesinin büyümesini göstermekle birlikte— ürünlerde sürekli
bir ucuzlama tekabül eder. Her tek tek ürün, kendi baþýna alýndýðýnda,
ücretlere yatýrýlan sermayenin, üretim araçlarýna yatýrýlan sermayeye kýyas-
la daha büyük bir yer tuttuðu, daha düþük üretim düzeyine göre, daha
az miktarda emek içerir. Bu bölümün baþýnda verilen ve varsayýma
dayanan diziler, bu nedenle, kapitalist üretimin gerçek eðilimini ifade
eder. Bu üretim tarzý, deðiþmeyen sermayeye kýyasla, deðiþen sermaye-
de gitgide nispi bir azalma, ve dolayýsýyla toplam sermayenin organik
bileþiminde sürekli bir yükselme yaratýr. Bunun doðrudan sonucu, ayný
ya da hatta artan bir emek sömürü derecesinde, artý-deðer oranýnýn
sürekli düþme güsteren bir kâr oraný ile temsil edilmesidir. (Bu düþmenin
kendisini niçin mutlak bir biçimde deðil de; artan bir düþme eðilimi þek-
linde gösterdiðini daha ileride göreceðiz.) Bu nedenle, genel kâr ora-
nýndaki bu sürekli düþme [sayfa 189] eðilimi, tam da emeðin toplumsal

190 Karl Marks


Kapital III
üretkenliðindeki sürekli geliþmenin, kapitalist üretim tarzýna özgü bir
ifadesidir. Bu, kâr oranýnýn, baþka nedenlerle geçici olarak bir düþme
gösteremeyeceði anlamýna gelmez. Böylece, kapitalist üretim tarzýnýn
niteliðinden hareket edilerek, bu üretim tarzýnýn geliþmesiyle birlikte,
genel ortalama artý-deðer oranýnýn kendisini, düþen bir genel kâr oraný
ile ifade etmek durumunda kalmasý, mantýki bir zorunluluk olarak orta-
ya çýkmýþ oluyor. Çalýþtýrýlan canlý emek kitlesi, harekete geçirdiði
maddeleþmiþ emek kitlesine, yani üretken biçimde tüketilen üretim
araçlarý kitlesine kýyasla sürekli bir azalma gösterdiði için, canlý emeðin,
karþýlýðý ödenmeyen ve artý-deðerde nesneleþen kýsmýnýn da, yatýrýlan
toplam sermaye ile temsil edilen deðer miktarýna kýyasla sürekli bir
azalma göstermesi gerekir. Artý-deðer kitlesinin yatýrýlan toplam sermay-
enin deðerine oraný, artý-deðer oranýný verdiðine göre, bu oranýn da sürekli
düþmesi gerekir.
Bütün bu söylenenlerden, bu yasanýn böylesine basit olduðu orta-
dayken, þimdiye deðin bütün ekonomi politik, bunu ortaya çýkarmada,
daha ilerde* göreceðimiz gibi pek az baþarý göstermiþtir. Ýktisatçýlar bu
görüngünün farkýna varmýþtýr ve onu yorumlamak için epey kafa
yormuþlardýr. Kapitalist üretim için bu yasa büyük önem taþýdýðý halde,
çözümü Adam Smith’ten beri bütün ekonomi politiðin hedefi olan, ve
Adam Smith’ten beri çeþitli okullar arasýndaki farkýn, bu çözüme
yaklaþmadaki farktan ibaret bulunan bir sýr olduðu söylenebilir. Öte yan-
dan, bugüne kadar ekonomi politiðin, deðiþmeyen ve deðiþen sermaye-
ler arasýndaki ayrým etrafýnda dönüp durduðu haide, bunu doðru biçimde
nasýl tanýmlayacaðýný hiç bir zaman bilemediðini; artý-deðeri kârdan bir
türlü ayýramadýðý gibi, kârý, sanayi kârý, ticari kâr , faiz, toprak rantý gibi
farklý ve baðýmsýz kýsýmlarýndan ayýrdeden kendi saf þekli içersinde hiç
bir zaman incelemediðini; sermayenin organik bileþimindeki farklarý hiç
bir zaman doðru dürüst çözümlemediði, ve bu nedenle genel kâr ora-
nýnýn oluþumunu çözümlemeyi de aklýndan bile geçirmediðini gözönü-
ne aldýðýmýzda —bütün bunlarý gözönünde tuttuðumuzda— bu bilmeceyi
çözmedeki baþarýsýzlýðýna þaþrnamak gerekir.
Kârýn, farklý baðýmsýz kategorilere ayrýlmasýna geçmeden önce,
bu yasaya özellikle deðiniyoruz. Bu incelemenin, kârýn, farklý kategoril-
erdeki kimselerin payýna düþen farklý kýsýmlara bölünmesinden baðým-
sýz olarak yapýlmasý oýgusu, daha baþlangýçta, bu yasanýn bütünüyle bu
bölünmeden ve bundan doðan kâr kategorilerinin karþýlýklý iliþkilerinden
baðýmsýz olduðunu göstermektedir. Burada sözünü ettiðimiz kâr, yalnýz,
doðmuþ bulunduðu deðiþen sermayeden çok, toplam sermaye ile baðýn-
týsý içersinde sunulan, artý-deðerin kendisine verilen bir baþka addan
baþka bir þey deðildir. Kâr oranýndaki düþme, demek ki, artý-deðerin
yatýrýlmýþ toplam sermayeye oranýnda bir düþmeyi ifade etmektedir ve
* K. Marx, Theorien über den Mehrwert, K. Marx-F. Engels, Werke, Band 26, Teil 2, 5. 435-66,
541-43. -Ed.

Karl Marks 191


Kapital III
bu nedenle, bu artý-deðerin çeþitli kategoriler arasýndaki her türlü bölün-
mesinden baðýmsýzdýr. [sayfa 190]
Kapitalist geliþmenin, sermayenin organik bileþiminin, s : d, 50 :
100 olduðu belli bir aþamasýnda, %100’lük bir artý-deðer oranýnýn %662/
3
’lük bir kâr oraný ile ifade edildiðini; s : d, 400 : 100 olduðu daha yüksek
bir aþamasýnda ise, ayný artý-deðer oranýnýn ancak %20’lik bir kâr oraný
ile ifade edildiðini daha önce görmüþtük. Bir ülkede, birbirini izleyen
farklý geliþme aþamalarý için söylenenler, çeþitli ülkelerde, birarada bu-
lunan farklý geliþme aþamalarý için de doðrudur. Sermayenin yukarda
sözü edilen ilk bileþiminin ortalamayý oluþturduðu geliþmemiþ bir ülke-
de, kâr oraný = %662/3 olduðu halde, sermayenin ikinci bileþiminin or-
talamayý oluþturduðu daha yüksek bir geliþme düzeyinde bulunan bir
ülkede bu oran = %20 olabilir.
Daha az geliþmiþ ülkede, emek daha az üretken olsaydý ve daha
büyük bir emek miktarý, ayný metaýn daha küçük bir miktarý ile, daha
büyük bir deðiþim-deðeri, daha az kullaným-deðeri ile temsil edilseydi,
iki ulusal kâr oraný arasýndaki fark ortadan kalkabilir ya da hatta tersine
dönebilirdi. Bu durumda emekçi zamanýnýn daha büyük bir kýsmýný kendi
temel geçim araçlarýný ya da bunlarýn deðerlerini yeniden-üretmek için,
ve daha küçük bir kýsýnýný artý-deðer üretmek için harcardý; dolayýsýyla,
daha az artý-emek harcar ve artý-deðer oraný daha düþük olurdu. Az
geliþmiþ ülkede, emekçinin, iþgününün 2/3'ünde kendisi için ve 1/3'ünde
kapltalist için çalýþtýðýný varsayalým; yukardaki örnek uyarýnca ayný emek-
gücünün karþýlýðý 1331/3 ile ödenecek ve ancak 662/3 deðerinde bir fazla-
lýk saðlayacaktýr. 50 deðerinde bir deðiþmeyen sermaye, 1331/3 deðerinde
bir deðiþen sermayeye tekabül edecektir. Artý-deðer oraný 662/3 1331/3 =
%50; ve kâr oraný 662/3 : 1831/3 ya da yaklaþýk %36½ olacaktýr.
Buraya kadarki incelemelerimizde henüz, kârý oluþturan farklý ký-
sýmlarý incelemediðimiz, yani bunlar þimdilik bizim için varolmadýklarý
için, sýrf yanlýþ anlamalardan kaçýnmak için þu düþünceleri önceden
öne sürmek istiyoruz: Farklý geliþme aþamalarýndaki ülkeleri karþýlaþ-
týrýrken, ulusal kâr oraný düzeyini, diyelim ulusal faiz oraný düzeyi ile
ölçmek, yani geliþmiþ kapitalist üretime sahip ülkeler ile, gerçekte emek-
çi, kapitalist tarafýnda sömürülüyor olmakla birlikte, emeðin henüz res-
men sermayenin boyunduruðu altýna girmediði ülkeleri (örneðin, Hindi-
stan da, tefeci, yalnýz bütün artý-deðeri faiz yoluyla soymakla kalmayýp,
kapitalistçe bir deyimle, ücretinin bir kýsmým bile sýzdýrdýðý halde, Hintli
çiftçi, çiftliðiný baðýmsýz bir üretici olarak yönetir, ve üretimi, bu niteliði
ile henüz sermayenin egemenliði altýna girmemiþtir) karþýlaþtýrýrken böyle
yapmak büyük bir hata olur. Bu faiz, geliþmiþ kapitalist üretime sahip
ülkelerdeki gibi, sýrf, üretilen artý-deðerin ya da kârýn bir kýsmýný ifade
etmek yerine, bütün kârý ve hatta bu kârdan daha da fazlasýný kapsar.
Öte yandan, faiz oraný, bu durumda, aslýnda, kâr ile bir iliþkisi bulunma-
yan ve daha çok, tefeciliðin toprak rantýný ne derecede ele geçirdiklerini

192 Karl Marks


Kapital III
belirten iliþkiler ile (tefecilerin, toprak rantý alan büyük toprak sahipleri-
ne verdikleri borçlar) belirlenir.
Kapitalist üretimin farklý aþamalarýna, ve dolayýsýyla, farklý organik
[sayfa 191] bileþimlerde sermayelere sahip ülkelere gelince, normal iþgünü
diðerlerinden daha kýsa olan bir ülke, daha yüksek bir artý-deðer oranýna
sahip olabilir (kâr oranýný belirleyen etmenlerden bir tanesi). Birinci ola-
rak, Ýngiltere’de on saatlik iþgünü, yoðunluðundaki yükseklik nedeniyle
eðer Avusturya’daki 14 saatlik bir iþgününe eþit ise, her iki halde de
iþgününün eþit olarak bölünmesi ile, 5 saatlik Ýngiliz artý-emeði, dünya
piyasasýnda 7 saatlik bir Avusturya artý-emeðini temsil edebilir. Ýkinci
olarak, Ýngiliz iþgününün, Avusturya iþgününden daha büyük bir kýsmý,
artý-emeði temsil edebilir.
Ayný ya da hatta yüksek bir artý-deðer oranýný ifade eden düþen
kâr oraný yasasý, baþka bir deyiþle, bir miktar ortalama toplumsal serma-
yenin, diyelim, 100’lük bir sermayenin, gittikçe büyüyen bir kýsmýnýn
emek araçlarýný ve gittikçe azalan bir kýsmýnýn canlý emeði kapsadýðýný
ortaya koyar. Demek oluyor ki, üretim araçlarýný kullanan toplam canlý
emek kitlesi, bu üretim araçlarýnýn deðerine oranla azaldýðý için, karþýlýðý
ödenmeyen emeðin ve bu emeðin ifade edildiði emek kýsmýnýn da, ya-
týrýlan toplam sermayenin deðerine kýyasla düþmesi gerekir. Ya da yatý-
rýlan toplam sermayenin gittikçe daha küçük bir kesri, canlý emeðe çevrilir
ve bu nedenle toplam sermaye, kullanýlan emeðin karþýlýðý ödenmeyen
kýsmý, ayný zamanda, karþýlýðý ödenen kýsma oranla büyüme gösterebi-
leceði halde, kendi büyüklüðüne oranla, gitgide daha az artý-emek emer.
Deðiþen sermayedeki nispi azalma ve deðiþmeyen sermayedeki nispi
artýþ, ne miktarda olursa olsun, bu her iki kýsým da mutlak büyüklük ola-
rak artabilir ve bu, daha önce söylediðimiz gibi, yalnýzca, emeðin üret-
kenliðindeki artýþýn bir baþka ifadesidir.
100 deðerinde bir sermaye 80s + 20d’den oluþsun ve 20d = 20
emekçi olsun. Artý-deðer oraný %100 olsun, yani emekçiler, günün yarý-
sýnda kendileri için, öteki yarýsýnda kapitalist için çalýþsýnlar. Þimdi, daha
az geliþmiþ bir ülkede 100’lük sermaye = 20s + 80d ve 80d = 80 emekçi
olsun. Ama günün 2/3'ü bu emekçilere ait olacak ve bunlar günün yalný-
zca 1/3’inde kapitalist için çalýþacaklardýr. Diðer bütün þeyler eþit olmak
üzere, emekçiler, birinci örnekte 40’lýk bir deðer, ikinci örnekte 120’lik
bir deðer üretirler. Birinci sermaye 80s + 20d + 20a = 120 üretir. Kâr
oraný = %20’dir. Ýkinci sermaye 20s + 80d + 40a = 140 üretir, kâr oraný =
%40’týr. Ýkinci örnekte, demek ki, kâr oraný, birincidekinin iki katýdýr;
oysa, birincide artý-deðer oraný = %100 olup, bu oran ikincide ancak
%50 olduðu için onun iki katýdýr. Bu duruma göre, ayný büyüklükte bir
sermaye, birinci örnekte yalnýz 20 emekçinin artý-emeðine, ikinci örnek-
te 80 emekçinin artý-emeðine elkoymaktadýr.
Kâr oranýnýn gitgide düþmesi ya da canlý emek tarafýndan hare-
kete geçirilen maddeleþmiþ emek kitlesine kýyasla ele geçirilen artý-

Karl Marks 193


Kapital III
emek miktarýndaki nispi azalma, toplumsal sermaye tarafýndan hareke-
te geçirilen sömürülen emeðin mutlak kitlesinin ve dolayýsýyla. ele geçir-
diði artý-emeðin mutlak kitlesinin büyüyebileceði olasýlýðýný ortadan kaldýr-
madýðý [sayfa 192] gibi, bireysel kapitalistlerin denetimindeki sermayelerin,
gitgide büyüyen bir emek kitlesine ve dolayýsýyla, çalýþtýrdýðý emekçi sa-
yýsýnda bir artýþ olmasa bile gitgide büyüyen bir artý-emek miktarýna
elkoymalarý olasýlýðýný da ortadan kaldýrmaz
Çalýþan nüfus, diyelim iki milyon olsun. Ayrýca, ortalama iþgününün
uzunluðu ile yoðunluðunun, ücretlerin düzeyinin, dolayýsýyla, gerekli ve
artý-emek arasýndaki oranýn veri olduðunu kabul edelim. Bu durumda,
bu iki milyonun toplam emeði, artý-deðerde ifadesini bulan artý-emekle-
ri, daima ayný deðer büyüklüðünü üretir. Ne var ki, bu emeðin harekete
geçirdiði deðiþmeyen (sabit ve döner) sermaye kitlesinin büyümesiyle
birlikte, üretilen bu deðer miktarý, bu sermayenin, ayný oranda olmasa
bile, kitlesiyle birlikte büyüyen deðerine oranla düþer. Bu oran, ve do-
layýsýyla kâr oraný, kullanýlan canlý emek kitlesi eskisinin ayný olduðu ve
sermayenin ondan sýzdýrdýðý artý-emek miktarý eskisi gibi kaldýðý halde
düþer. Bu oran, canlý emek kitlesi azaldýðý için deðil, canlý emek tarafýn-
dan harekete geçirilen maddeleþmiþ emek kitlesi arttýðý için deðiþir. Bu,
mutlak deðil nispi bir artýþtýr ve gerçekte, harekete geçirilen emeðin ve
artý-emeðin mutlak büyüklüðü ile bir iliþkisi yoktur. Kâr oranýndaki düþme,
toplam sermayenin deðiþen kýsmýndaki mutlak azalmadan deðil, bun-
daki nispi azalmadan, bunun deðiþmeyen sermayeye göre azalmasýn-
dan ileri gelir.
Belli bir emek ve artý-emek kitlesi için geçerli olan þey, artan sa-
yýda emekçi için de geçerlidir ve böylece, yukardaki varsayýma göre, ge-
nellikle, artmakta olan kumanda edilen emek kitlesi ve özellikle, bunun
karþýlýðý ödenmeyen kýsmý, artý-emek için de geçerlidir. Çalýþan nüfusun
iki milyondan üç milyona çýkmasý, ücretlere yatýrýlan deðiþen sermaye-
nin de, eski iki milyondan üç milyona yükselmesý, oysa, deðiþmeyen
sermayenýn dört mýlyondan, onbeþ milyona çýkmasý halinde, yukarýdaki
varsayým gereði, iþgünü ve artý-deðer oraný deðiþmediðine göre, artý-
emek ve artý-deðer kitlesi, yarýyarýya, yani %50 artar, iki milyondan üç
milyona yükselir. Bununla birlikte, artý-emek ve þu halde, artý-deðer kit-
lesindeki bu %50’lik mutlak artýþa karþýn, deðiþen sermayenin deðiþme-
yen sermayeye oraný, 2 : 4’ten 3 : 15’e düþer ve artý-deðerin toplam ser-
mayeye oraný (milyon olarak) þöyle olabilir:
I. 4s + 2d + 2a; S = 6, k' = %331/3
II. 15s + 3d + 3a; S = 18, k' = %162/3
Artý-deðer kitlesi, yarýyarýya yükseldiði halde, kâr oraný, yarýyarýya
düþmüþtür. Bununla birlikte, kâr , yalnýzca, toplam toplumsal sermaye-
ye göre hesaplanan artý-deðer ve kâr kitlesidir, bu kitlenin mutlak büyük-
lüðü, toplumsal bakýmdan, bu artý-deðerin mutlak büyüklüðüne eþittir.
Kârýn mutlak büyüklüðü, onun toplam miktarý, bu nedenle, yatýrýlan top-

194 Karl Marks


Kapital III
lam sermayeye kýyasla çok büyük nispi azalma olduðu halde ya da ge-
nel kâr oranýnda çok büyük bir azalma olmasýna karþýn, %50 artmýþtýr.
Sermaye tarafýndan çalýþtýrýlan emekçi sayýsý, þu halde, sermayenin ha-
rekete [sayfa 193] geçirdiði emeðin mutlak kitlesi ve bu nedenle, emmiþ
olduðu artý-emeðin mutlak kitlesi, ürettiði artý-deðerin kitlesi ve dolayý-
sýyla ürettiði kârýn mutlak kitlesi sonuçta artabilir ve kâr oranýndaki gitgi-
de artan düþmeye karþýn gitgide artabilir. Ve bu, yalnýz böyle olabilir de-
ðil, kapitalist üretim esasýna göre, geçici dalgalanmalar dýþýnda, böyle
olmak zorundadýr.
Kapitalist üretim süreci, aslýnda, ayný zamanda bir birikim süreci-
dir. Kapitalist üretimin geliþmesiyle birlikte, yalnýzca yeniden-üretilmesi
ya da aynen sürdürülmesi gereken deðerler kitlesinin, çalýþtýrýlan emek-
gücü deðiþmeden kalsa bile, emeðin üretkenliðindeki artýþla birlikte büyü-
düðünü göstermiþ bulunuyoruz. Ne var ki, emeðin toplumsal üretkenliðin-
deki artýþla birlikte, üretim araçlarýnýn bir kýsrnýný oluþturduðu, üretilen
kullaným-deðerlerinin kitlesi daha da büyür. Ve ancak kendisine elko-
nulmak suretiyle bu ek servetin tekrar sermayeye çevrilmesini saðlaya-
cak olan ek emek, bu üretim araçlarýnýn (temel geçim araçlarý da dahil)
deðerine deðil kitlesine baðlýdýr, çünkü, üretim sürecinde iþçi, bu üretim
araçlarýnýn deðeriyle deðil, kullaným-deðeriyle ilgilidir. Þu da var ki, biri-
kimin kendisi, ve bununla birlikte giden sermaye yoðunlaþmasý, artan
üretkenliðin maddi araçlarýdýr. Dolayýsýyla, üretim araçlarýndaki bu büyü-
me, çalýþan nüfusta bir büyümeyi, artý-sermayeye tekabül eden ya da
hatta onun genel gereksinmelerini aþan çalýþan bir nüfusun yaratýlmasýný
kapsar ve böylece, aþýrý bir iþçi nüfusunun oluþmasýna yolaçar. Artý-ser-
mayenin kumanda etmiþ olduðu çalýþan nüfus üzerindeki geçici fazla-
lýðýn iki yönlü bir etkisi olabilir. Bir yandan, ücretleri yükselterek,
emekçilerin çoluk çocuðunu kýrýp geçiren elveriþsiz koþullarý yumuþatýr
ve aralarýnda evliliði kolaylaþtýrarak nüfusu yavaþ yavaþ artýrýr. Öte yan-
dan ise, nispi artý-deðer saðlayan yöntemler (makinelerin kullanýlmaya
baþlanmasý ve iyileþtirilmeleri) uygulayarak, çok daha hýzlý, yapay, nispi
bir aþýrý-nüfus yaratýr ve bu da kapitalist üretimde, sefalet, nüfus ürettiði
için, gerçekten hýzlý bir nüfus çoðalmasýnýn üretme alaný olabilir. Bu
nedenle, kapitalist üretim sürecinin yalnýzca bir yüzü olan kapitalist biri-
kim sürecinin niteliði gereði, artan ve sermayeye çevrilecek olan üretim
aracý kitlesi, karþýsýnda, artmýþ ve hatta gereðinden fazla çoðalmýþ, sömür-
ülebilir bir iþçi nüfusu bulur. Üretim ve birikim süreci geliþtikçe, bu yüz-
den, mevcut ve elkonulan artý-emek kitlesi ve dolayýsýyla, toplumsal
sermaye tarafýndan ele geçirilen mutlak kâr kitlesi büyümek zorunda-
dýr. Ne var ki, bu büyüyen hacimle birlikte, ayný üretim ve birikim yasasý,
deðiþmeyen sermayenin deðerini de, sermayenin canlý emeðe yatýrýlmýþ
bulunan deðiþen kýsmýna göre, gitgide artan büyük bir hýzla artýrýr. Þu
halde, ayný yasalar, toplumsal sermaye için, büyüyen mutlak bir kâr kit-
lesi ve düþen bir kâr oraný yaratmýþ olur.

Karl Marks 195


Kapital III
Kapitalist üretimin ilerlemesi, ve bununla birlikte, toplumsal eme-
ðin üretkenliðinde geliþme, ve üretim kollarýnýn, dolayýsýyla da ürünlerin
çoðalmasýyla birlikte, ayný büyüklükte bir deðerin, gittikçe artan bir kul-
laným-deðerleri ve zevk araçlarý kitlesini temsil etmesi olgusunu biz bura-
da [sayfa 194] tamamen bir yana býrakýyoruz.
Kapitalist üretim ve birikimin geliþmesi, emek-süreçlerini, gitgide
geniþleyen ölçeklere ulaþtýrýr ve böylece bunlara gitgide büyüyen boyut-
lar kazandýrarak, her bireysel kuruluþ için daha geniþ yatýrýmlar yapýl-
masýný gerekli kýlar. Sermayelerin yogunlaþmasýndaki artýþ (ve bununla
birlikte, daha küçük ölçekte olmakla birlikte, kapitalistlerin sayýsýndaki
artýþ) bu nedenle, bu geliþmenin sonuçlarýndan birisi olduðu kadar, onun
maddi gerek. lerinden birisidir de. Bununla elele ve karþýlýklý bir etkilen-
meyle, az ya da çok, doðrudan üreticilerin, gitgide artan ölçüde mülksüz-
leþtirilmesi baþlar ve yürür. Bu duruma göre, bireysel kapitalistler için,
gitgide büyüyen emekçi ordularýna komuta etmek doðaldýr (deðiþen
sermayenin, deðiþmeyene göre ne denli azalmýþ olmasýnýn bir önemi
yoktur) ve bunlarýn elegeçirdikleri artý-deðer ve dolayýsýyla kâr kitlesinin,
kâr oranýndaki düþmeyle birlikte ve bu düþmeye karþýn büyümesi de
gene doðaldýr. Emekçi kitlelerini bireysel kapitalistlerin komutasý altýnda
toplayan nedenler, yatýrýlan sabit sermaye ile ham ve yardýmcý madde-
leri, çalýþtýrýlan canlý emek kitlesine kýyasla gitgide büyüyen oranlarda
çoðaltan nedenlerin tamamen aynýdýr.
Bu noktada, þurasýný da þöyle bir belirtmek yeterli olacaktýr: emek-
çi nüfus veri iken, artý-deðer kitlesinin, dolayýsýyla mutlak kâr kitlesinin,
artý-deðer oranýnýn, ister iþgününün uzamasý ya da yoðunlaþmasý, ister
emeðin üretkenliðindeki artma nedeniyle ücretlerin deðerindeki bir
düþme yoluyla büyümesi halinde artmasý gerekir, ve bunun, deðiþen
sermayenin deðiþmeyen sermayeye göre nispi bir azalma göstermesine
karþýn böyle olmasý gerekir.
Toplumsal emeðin üretkenliðindeki ayný geliþme, toplam sermaye-
ye göre deðiþen sermayedeki nispi azalmayla ve birikimdeki hýzlanmay-
la —oysa bu birikim de kendi baþýna, üretkenliðin daha da geliþmesi ve
deðiþen sermayede daha fazla nispi bir azalma olmasý için bir çýkýþ nok-
tasý olur— kendisini açýða vuran ayný yasalar, bu ayný geliþme, geçici
dalgalanmalar dýþýnda, kullanýlan toplam emek-gücünün gitgide artmasýn-
da ve artý-deðer ve dolayýsýyla kârýn mutlak kitlesinin gittikçe artmasýnda
kendisini gösterir.
Þimdi, kâr oranýnda bir azalma ve bununla ayný zamanda ve
bunu doðuran ayný nedenlerden dolayý, kârýn mutlak kitlesinde bir art-
ma olacaðýný ifade eden, bu iki yönlü yasanýn biçimi ne olmalýdýr? Bu,
belli koþullar altýnda, ele geçirilen artý-emek ve dolayýsýyla artý-deðer kit-
lesinin artmasý ve toplam sermayeyi ya da toplam sermayenin bir par-
çasý olarak bireysel sermayeyi ilgilendirdiði kadarýyla, kâr ile artý-deðerin
özdeþ büyüklükler olmasý olgusuna dayanan bir yasa biçiminde midir?

196 Karl Marks


Kapital III
Sermayenin, kâr oranýný hesapladýðýmýz bir kesri olan, örneðin,
100’lük bir kýsmýný alalým, Bu 100, toplam sermayenin, diyelim, 80s +
20d olan ortalama bileþimini temsil etsin. Bu kitabýn ikinci kýsmýnda
gördüðümüz gibi, çeþitli üretim kollarýnda ortalama kâr oraný, her birey-
sel [sayfa 195] sermayenin kendi özel bileþimi ile deðil, ortalama toplumsal
bileþimle belirlenmektedir. Deðiþen sermaye, deðiþmeyene ve þu halde
100’lük toplam sermayeye oranla azaldýkça, kâr oraný, ya da artý-deðerin
nispi büyüklüðü, yani yatýrýlan 100’lük toplam sermayeye olan oraný,
sömürünün yoðunluðu ayný kalsa ve hatta artsa bile düþer. Ama, düþen
yalnýzca bu nispi büyüklük deðildir. 100’lük toplam sermaye tarafýndan
emilen artý-deðerin ya da kârýn büyüklüðü de mutlak olarak düþer, %100
bir artý-deðer oraný ile, bileþimi 60s+ 40d olan bir sermaye, 40 tutarýnda
bir artý-deðer, þu halde kâr kitlesi üretir; bileþimi 70s + 30d olan bir
sermaye 30’luk bir kâr kitlesi üretir; ve 80s + 20d bileþiminde bir sermay-
ede kâr 20’ye düþer. Bu düþme, artý-deðer ve dolayýsýyla kâr kitlesiyle
ilgilidir ve, 100’lük toplam sermayenin daha az canlý emek çalýþtýrmasý
ve emeðin sömürü yoðunluðu ayný kalarak daha az artý-emeði harekete
geçirmesi ve bu yüzden daha az artý-deðer üretmesi olgusundan ileri
gelir. Toplumsal sermayenin, yani ortalama bileþimli bir sermayenin her-
hangi bir kýsmýný artý-deðeri ölçmek için birim olarak aldýðýmýzda —ve
bu, bütün kâr hesaplarýnda böyle yapýlýr— artý-deðerdeki nispi bir düþme,
genellikle, ondaki mutlak düþmeyle özdeþtir. Yukarýda verilen örnekler-
de, kâr oraný, %40’tan %30’a ve %20’ye düþmektedir. Çünkü, gerçekte
ayný sermaye tarafýndan üretilen artý-deðer ve dolayýsýyla kâr kitlesi, mut-
lak olarak 40’tan 30’a ve 20’ye düþmektedir. Artý-deðerin ölçüldüðü ser-
mayenin deðer büyüklüðü 100 olarak verildiði için, artý-deðerin bu belli
büyüklüðe olan oranýndaki bir düþme, ancak, artý-deðerin ve kârýn mut-
lak büyüklüðündeki bir azalmanýn bir baþka ifadesi olabilir. Bu aslýnda
bir totolojidir. Ama, görüldüðü gibi bu azalma, kapitalist üretim sürecinin
geliþmesinin niteliðinden doðan bir olgu olarak, daima kendisini göste-
rir.
Bununla birlikte öte yandan, belli bir sermaye üzerinden, artý-de-
ðerde, þu halde kârda ve dolayýsýyla yüzde olarak hesap edilen kâr ora-
nýnda, mutlak bir azalrna meydana getiren ayný nedenler, toplumsal
sermaye tarafýndan (yani, tüm olarak alýndýðýnda bütün kapitalistler ta-
rafýndan) ele geçirilen artý-deðerin ve dolayýsýyla kârýn mutlak kitlesinde
bir artýþ yaratýrlar. Peki bu nasýl olur, bunun olabilrnesinin tek yolu, ya
da, bu görünüþteki çeliþkide geçerli koþullar nelerdir?
Toplumsal sermayenin her 100’e eþit parçasý ve dolayýsýyla or-
talama toplumsal bileþimli sermayenin her 100 birimi, belli bir büyüklük
ise, ve bu nedenle, burada ölçü birimi olarak kullanýlan sermaye, deðiþ-
meyen bir büyüklük olduðu için, kâr oranýnda bir düþme, kârýn mutlak
büyüklüðünde bir düþme ile çakýþýyorsa, toplumsal sermayenin büyük-
lüðü, bireysel kapitalistlerin ellerindeki sermayeler gibi, deðiþkendir ve

Karl Marks 197


Kapital III
bizim varsayýmýmýza göre, bunun, kendi deðiþen kýsmýndaki azalma ile
ters orantýlý olarak deðiþmesi gerekir.
Yüzde bileþiminin 60s + 40d olduðu bundan önceki örneðimizde,
buna tekabül eden artý-deðer ya da kâr 40 ve dolayýsýyla kâr oraný %40
idi. Bu bileþim aþamasýnda toplam sermayenin bir milyon olduðunu [sayfa
196] kabul edelim. Bu durumda toplam artý-deðer ve dolayýsýyla toplam
kâr 400.000’e ulaþýr. Þimdi, eðer daha sonraki bileþim = 80s + 20d olur
ve buna karþýlýk, emeðin sömürü derecesi ayný kalýrsa, artý-deðer ya da
kâr her 100 için = 20 olur. Ama, kâr oranýnda bir azalmaya ya da her 100
sermaye ile daha az artý-deðer üretilmesine karþýn, artý-deðerin ya da
kârýn mutlak kitlesi, daha önce gösterildiði gibi, büyüdüðü için —diye-
lim 400.000’den 440.000’e çýkmýþ olsun— bu ancak, bu yeni bileþim
sýrasýnda oluþan toplam sermayenin 2.200.000’e yükselmesi nedeniyle
olabilir. Kâr oraný %50 düþtüðü halde, harekete geçirilen toplam serma-
yenin kitlesi %220’ye çýkmýþtýr. Toplam sermaye yalnýzca iki katýna çýkmýþ
olsaydý %20’lik bir kâr oraný ile ancak eski 1.000.000’luk sermayenin
%40 kâr oraný ile üretebileceði kadar bir artý-deðer ve kâr kitlesi üretebi-
lirdi. Bu sermaye eðer iki katýndan daha az büyümüþ olsaydý, daha önceki
bileþimde 400.000’lik artý-deðeri 440.000’e çýkartmak için yalnýz l.000.000’
dan 1.100.000’e çýkmasý gereken l.000.000’luk eski sermayenin üret-
tiðinden daha az artý-deðer ya da kâr üretirdi.
Burada gene, daha önce tanýmlanan yasayla, deðiþen sermaye-
deki nispi bir azalmanýn, böylece, emeðin toplumsal üretkenliðindeki
bir geliþmenin; ayný miktar emek-gücünü harekete geçirmek ve ayný
miktarda artý-emek sýzdýrmak için, gitgide büyüyen bir toplam sermaye
kitlesini gerektirdiði üzerine olan yasayla yüzyüze geliyoruz. Bundan þu
sonuç çýkar ki, emekçi nüfusta nispi fazlalýk olasýlýðý, toplumsal emeðin
üretkenliðinde azalma deðil artma olduðu için, kapitalist üretimin gös-
terdiði geliþme oranýnda artar. Demek ki, bu, emek ile temel geçim
araçlarý ya da bu temel geçim araçlarýnýn üretimi için gerekli araçlar ara-
sýndaki mutlak oransýzlýktan deðil, emeðin kapitalistçe sömürülmesin-
den doðan bir orantýsýzlýktan, sermayedeki sürekli büyüme ile, artan nü-
fusa olan gereksinmesindeki nispi daralma arasýndaki orantýsýzlýktan ileri
gelir.
Kâr oraný %50 düþerse, o da yarýsý kadar azalýr. Kâr kitlesinin ayný
kalabilmesi için sermayenin iki katýna çýkmasý gerekir. Düþen bir kâr
oranýnda, kâr kitlesinin ayný kalabilmesi için, toplam sermayede büyü-
meyi gösteren çarpanýn, kâr oranýndaki düþmeyi gösteren bölene eþit
olmasý gerekir. Kâr oranýnýn 40’tan 20’ye inmesi halinde, ayný sonucun
elde edilmesi için, toplam sermayenin, tersine, 20 : 40 oranýnda artmasý
gerekir. Kâr oranýnýn 40’tan 8’e düþmesi halinde, sermayenin 8: 40 ora-
nýnda ya da beþ katý artmasý gerekir. 1.000.000’luk bir sermaye %40 kâr
oraný ile 400.000’lik ve 5.000.000’luk bir sermaye %8 kâr oraný ile gene
400.000’lik bir kâr üretir. Eðer ayný sonucu elde etmek istiyorsak bunun

198 Karl Marks


Kapital III
böyle olmasý gerekir. Ama eðer sonucun daha büyük olmasý isteniyorsa,
sermayenin, kâr oranýndaki düþmeden daha büyük bir oranla artmasý
gerekir. Baþka bir deyiþle, toplam sermayenin deðiþen kýsmýnýn mutlak
olarak ayný kalmayýp, toplam sermaye içersindeki yüzdesi düþtüðü [sayfa
197] halde, mutlak olarak artmasý için, deðiþen sermayenin düþme yüz-
desinden daha büyük bir oranla büyümesi gerekir. Toplam sermayenin
yeni bileþimi içersinde, emek-gücü satýn alabilmek için, deðiþen kýs-
mýnýn eskisinden daha büyük bir oranda olmasý gerekeceði için önemli
miktarda artmasý zorunludur. 100’lük bir sermayenin deðiþen kýsmýnýn
40’tan 20’ye düþmesi halinde, 40’tan daha büyük bir deðiþen sermaye
çalýþtýrabilmesi için, toplam sermayenin, 200’den daha büyük bir mikta-
ra yükselmesi gerekir.
Sömürülen çalýþan nüfus kitlesi ayný kalsa ve yalnýz iþgününün
uzunluðu ile yoðunluðu artsa bile, yatýrýlan sermaye kitlesinin gene de
artmasý gerekirdi, çünkü, sermayenin bileþimi deðiþtikten sonra, eski
sömürü koþullarý altýnda ayný emek kitlesini çalýþtýrabilmek için büyü-
mesi zorunlu olacaktý.
Þu halde, kapitalist üretimdeki geliþmeyle birlikte, emeðin top-
lumsal üretkenliðindeki ayný geliþme, kendisini, bir yandan, kâr oranýn-
da gitgide artan bir düþme eðiliminde, öte yandan, ele geçirilen artý-deðer
ya da kârýn mutlak kitlesinde meydana gelen devamlý bir büyümede
ifade etmekte ve böylece bütünüyle alýndýðýnda, deðiþen sermayede ve
kârda nispi bir azalma, bunlarýn her ikisinde mutlak bir büyüme ile bir-
likte yürür. Bu iki yönlü etki, daha önce de gördüðümüz gibi, kendisini
ancak, toplam sermayenin, kâr oranýndaki düþmeden daha büyük bir
hýzla büyümesinde gösterebilir. Daha yüksek bileþimli ya da deðiþmeyen
kýsmýn nispeten daha fazla arttýðý bir sermayede, mutlak olarak artan bir
deðiþen sermaye kullanabilmek için, toplam sermayenin yalnýz, bu yük-
sek bileþimine oranla büyümesi yetmez, daha da büyük bir hýzla art-
masý gerekir. Buradan þu sonuç çýkar ki, kapitalist üretim tarzý geliþtikçe,
artan miktardaki bir yana, ayný miktarda emek-gücünü çalýþtýrmak için
gitgide büyüyen miktarda sermaye gereklidir. Demek ki, kapitalist bir
temel üzerinde, emeðin üretkenliðindeki artýþ zorunlu ve sürekli olarak,
emekçi halkta görünüþte bir aþýrý-nüfus yaratýr. Deðiþen sermaye, eski-
den toplam sermayenin ½’si iken, þimdi yalnýzca l/6’sý olsa, ayný miktar
emek-gücünün çalýþtýrýlmasý için toplam sermayenin üç katýna çýkmasý
gerekir. Ve eðer, iki katý emek-gücü çalýþtýrýlacak ise, toplam sermaye-
nin altý kat artmasý gerekir.
Kâr oranýndaki düþme eðilimi yasasýný þimdiye deðin açýklaya-
mayan ekonomi politik, ister bireysel kapitalist, ister toplumsal sermaye
için olsun, kendisini teselli edercesine, kâr kitlesine, yani kârýn mutlak
büyüklüðündeki artýþa dikkati çekerdi, ama bu da gene, sýrf lafebeliðine
ve spekülasyona dayanýrdý.
Kâr kitlesinin, iki etmen tarafýndan, ilki kâr oraný ve ikincisi bu

Karl Marks 199


Kapital III
oranla yatýrýlan sermaye kitlesi tarafýndan belirlendiðini söylemek, düpe-
düz totolojidir. Ýþte bu yüzden, ayný zamanda kâr oraný düþtüðü halde,
kâr kitlesinde bir büyüme olasýlýðý bulunduðunu söylemek, bu totoloji-
nin doðal bir sonucundan baþka bir þey deðildir. Bu bizi bir adým bile
[sayfa 198] ileri götürmez, çünkü, sermayenin, kâr kitlesinde bir büyüme
olmadan ve hatta bu kâr kitlesinde düþme olurken bile, büyüyebilmesi
olasýlýðý gene vardýr. 100, %25 ile 25, 400, %5 ile ancak 20 saðlar.35 Ne var
ki, kâr oranýný düþüren ayný nedenler, eðer, birikimi, yani ek serma- ye
oluþumunu birlikte getiriyorsa ve eðer, her ek sermaye, ek emek çal-
ýþtýrýyor ve ek artý-deðer üretiyorsa; eðer. öte yandan, sýrf kâr oranýndaki
bir düþme, deðiþmeyen sermayede ve onunla birlikte eski toplam ser-
mayede bir büyüme olduðu anlamýný taþýyorsa, bu sürecin esrarlý bir
yaný kalmaz. Kâr oranýnda bir düþme ile birlikte, kâr kitlesinde bir artma
olabileceði olasýlýðýný, elçabukluðu ile yoketmek için, bazý kimselerin,
hesaplarýnda ne gibi kasýtlý hilelere baþvurduklarým daha ilerde göre-
ceðiz.*
Genel kâr oranýnda bir düþme eðilimi meydana getiren ayný ne-
denlerin, sermaye birikiminde bir hýzlanmayý ve dolayýsýyla, sermayenin
elkoyduðu artý-emeðin (artý-deðer ve kârýn) mutlak büyüklüðünde ya da
toplam kitlesinde bir artýþý nasýl zorunlu kýldýðýný göstermiþ bulunuyoruz.
Rekabette ve dolayýsýyla rekabete katýlan unsurlarýn bilinçlerinde nasýl ki
her þey tepetaklak görünüyorsa, bu yasa da, bu görünüþteki iki çeliþki
arasýndaki iç ve zorunlu iliþki de gene öyle görünür. Yukarýda belirtilen
oranlar içersinde, daha büyük bir sermaye yatýrýmýnda bulunan bir kapi-
talistin, görünüþte yüksek kârlar saðlayan küçük bir kapitalistten daha
büyük bir kâr kitlesi elde edeceði apaçýktýr. Rekabetin þöyle bir incelen-
mesi bile, ayrýca, bazý koþullar altýnda, büyük kapitalistlerin piyasada
35
“Sermayenin (stock) kâr oranlarý, sermayenin toprakta birikimi ve ücretlerin artýþý sonucu
ne denli azalýrsa azalsýn gene de toplam kâr miktarýnýn artacaðýný da beklememiz gerekir. Böy-
lece 100.000 sterlinin yinelenen birikimi ile kâr oranýnýn %20’den 19’a, 15’e, 17’ye, sürekli azalan
bir oranda düþtüðünü varsayarak, sermayenin bu birbirini izleyen sahipleri tarafýndan elde edi-
len toplam kâr miktarýnýn daima arttýðýný, sermaye 200.000 sterlin olduðu zaman 100.000 sterlin
olduðu zamankinden daha fazla olacaðýný, 300.000 sterlin olduðu zaman daha da çok fazla
olacaðýný, ve sermayenin her artýþýyla azalan bir oranda olmasýna karþýn artacaðýný beklememiz
gerekir. Bu giderek artýþ, ne var, ancak belli bir zaman için doðrudur; böylece, yani 200.000 ster-
linin, %19 üzerinden 100,000 sterlinin %20 üzerindekinden daha fazladýr; gene %18’den 300.000
sterlinin, %19’dan 200.000 sterlininkinden daha fazladýr; ama sermaye büyük miktara ulaþtýktan
ve kârlar düþtükten sonra, daha fazla birikim toplam kârlarý azaltýr. Böylece birikim 1.000.000
sterlin olduðu ve kârýn %7 olduðu varsayýldýðýnda, toplam kâr miktarý 70.000 sterlin olacaktýr;
ama þimdi eðer bir milyona 100.000 sterlin daha eklenecek olursa, ve kâr da %6’ya düþecek
olursa, sermaye miktarý 1.000.000’dan 1.100.000 sterline çýktýðý halde, sermaye sahiplerinin alacaðý
miktar 66.000 sterlin ya da 4.000 sterlinlik daha az bir miktardýr.” – Ricardo, Political Economy,
Chap. VI. (Works, ed, by MacCulloch, 1852, s. 68-69.) –Buradaki olgu, sermayenin 1.000.000’dan
1.100.000’e çýktýðý, yani %10 bir artýþ yapýldýðý halde, kâr oraný 7’den 6’ya düþtüðü, böylece kâr
oranýnda %142/7’lik bir düþüþ olduðu varsayýmýdýr. Hinc illae lacriame!** [Publius, Trence, Andria,
Act I, Scepe 1 -Ed.]
* K. Marx, Theorien über den Mehrwert, K. Marx-F. Engels, Werke, Band 26, Teil, 2, s. 435-66,
541-43. -Ed.
** Bu gözyaþlarý nereden! -ç.

200 Karl Marks


Kapital III
kendilerine yer açmak ve bunalým sýralarýnda olduðu gibi daha küçük
kapitalistleri ortadan silmek istediklerinde, bundan yararlandýklarý, yani
küçük kapitalistleri iyice sýkýþtýrmak için, kâr oranlarýný kasten düþür-
düklerini gösterir. Ýlerde ayrýntýlarýyla inceleyeceðimiz tüccar sermayesi
de, kârdaki azalmayý, iþ hayatýndaki geniþlemenin ve dolayýsýyla ser-
mayedeki geniþlemenin bir sonucuymuþ gibi gösteren görüngüler orta-
ya [sayfa 199] koyar. Bu yanlýþ anlayýþýn bilimsel ifadesi ilerde verilecektir.
Serbest rekabet altýnda ya da tekel þeklinde çalýþmalarýna göre ayrýlan,
bireysel iþkollarýndaki kâr oranlarýnýn karþýlaþtýrýlmasýndan, buna benzer
yüzeysel gözlemler ortaya çýkar. Rekabeti yürütenlerin kafalarýndaki bu
son derece sýð anlayýþ, kâr oranýnda bir indirimin “daha akýllýca ve in-
sanca”* olduðunu söyleyen Roscher’de görülür. Kâr oranýndaki bu
düþme, burada, sermayedeki bir artýþýn ve bununla birlikte, kapitalistin
daha küçük bir kâr oraný ile daha büyük bir kârý cebe indirebileceði
hesabýnýn bir sonucu gibi görünür. Bütünüyle bu anlayýþ (daha ileride
sözünü edeceðimiz Adam Smith dýþýnda),** genel kâr oranýnýn ne oldu-
ðu konusundaki tamamen yanlýþ bir anlayýþa ve, fiyatlarýn, gerçekte,
metalarýn asýl deðerlerine azçok keyfi bir kâr payý eklenerek belirlendiði
þeklindeki kaba düþünceye dayanýr. Bu düþünceler ne denli kaba olsa-
lar da, kapitalist üretimin özünde yatan yasalarýn rekabet içersinde al-
dýklarý ters biçimden zorunlu olarak çýkarlar.

––––––––––––

Üretkenlikteki geliþme nedeniyle kâr oranýnda bir düþüþün, kâr


kitlesinde bir artýþla birlikte olacaðý yasasý, kendisini ayrýca, bir sermaye
tarafýndan üretilen metalarýn fiyatýnda bir düþmenin, bunlarda bulunan
ve satýþlarý ile gerçekleþen kâr kitlelerinde nispi bir artýþla birlikte görüle-
ceði olgusuyla da ifade eder.
Üretkenlikteki geliþme ve sermayenin buna tekabül eden daha
yüksek bileþiminin, gitgide artan üretim aracý kitlesini, gitgide azalan bir
emek miktarý ile harekete geçirmesi nedeniyle, toplam ürünün her ayrý
parçasý, yani her bireysel meta ya da toplam ürün kitlesindeki her özel
meta topluluðu, daha az canlý emek emer ve hem kullanýlan sabit ser-
mayedeki aþýnýp eskime ve hem de tüketilen ham ve yardýmcý madde
biçiminde daha az maddeleþmiþ emek içerir. Þu halde, her tek meta,
üretim araçlarýnda maddeleþen emek ile üretim sýrasýnda yeni eklenen
emeðin toplamýndan daha az emek içerir. Bu, bireysel metaýn fiyatýnda
bir düþmeye neden olur. Ne var ki, bireysel metalarýn içerdikleri kâr kit-
leleri, mutlak ya da nispi artý-deðer oranýnýn büyümesi halinde gene de
artabilir. Meta daha az yeni eklenen emek içerir, ama bunun karþýlýðý

* Roscher, Die Grundlage der Nationalökonomie, 3 Auflage, 1858, § 108, s. 192. -Ed.
** K. Marx, Theorien über den Mehrwert, K. Marx-F. Engels, Werke, Band 26, Teil 2, s. 214-
28. -Ed.

Karl Marks 201


Kapital III
ödenmeyen kýsmý, karþýlýðý ödenen kýsmýna oranla büyür, Bu gene de,
ancak belli sýnýrlar içersinde sözkonusudur. Bireysel metalara yeni ka-
týlan canlý emeðin mutlak miktarý, üretim geliþtikçe görülen büyük azal-
ma ile birlikte, bu metalarýn içerdikleri karþýlýðý ödenmemiþ emeðin mut-
lak miktarý da, karþýlýðý ödenen kýsma oranla ne kadar büyümüþ olursa
olsun, ayný þekilde azalacaktýr. Emeðin üretkenliðindeki geliþmeyle bir-
likte, her [sayfa 200] bireysel metaya düþen kâr kitlesi, artý-deðer oranýndaki
büyümeye karþýn önemli ölçüde küçülür. Ve bu azalma, týpký kâr ora-
nýndaki düþmede olduðu gibi, ancak deðiþmeyen sermayenin öðelerin-
deki ucuzlama ve bu kitabýn birinci kýsmýnda belirtildiði gibi, kâr oranýný,
veri olan ve hatta düþen bir artý-deðer oranýnda yükselten diðer koþullar
tarafýndan geciktirilir.
Biraraya geldiklerinde, sermayenin toplam ürününü oluþturan bi-
reysel metalarýn fiyatýnýn düþmesi, yalnýzca, belli bir miktar emeðin, daha
büyük bir metalar kitlesinde gerçekleþmesi ve böylece her bireysel me-
taýn, eskisine göre daha az emek içermesi anlamýný taþýr. Deðiþmeyen
sermayenin, hammadde vb. gibi bir kýsmýnýn fiyatý yükselse bile, durum
gene böyle olur. Birkaç durum dýþýnda (örneðin, emeðin üretkenliðinin,
hem deðiþmeyen ve hem de deðiþen sermayenin bütün öðelerini ayný
þekilde ucuzlatmasý gibi) daha yüksek artý-deðer oranýna karþýn, kâr
oraný düþer, 1) çünkü, yeni eklenen emeðin daha küçük toplam mik-
tarýndaki karþýlýðý ödenmemiþ daha büyük bir parça bile, daha önceki
daha büyük miktarýn, karþýlýðý ödenmemiþ daha küçük bir parçasýndan
daha küçüktür , ve 2) çünkü, sermayenin daha yüksek bileþimi, kendisi-
ni, bireysel bir metada, bu metaýn deðerinin, yeni eklenen emekte mad-
deleþen kýsmýnýn, bu deðerin, ham ve yardýmcý maddeler ile sabit ser-
mayenin aþýnma ve yýpranmasýný temsil eden kýsma oranla azalmasý
olgusu ile ifade eder. Bireysel metalarýn fiyatýnda çeþitli parçalarýn ora-
nýndaki bu deðiþme, yani fiyatta, yeni eklenen canlý emeðin maddeleþtiði
kýsmýndaki azalma ile daha önce maddeleþmiþ emeði temsil eden kýs-
mýndaki artma, deðiþen sermayede deðiþmeyen sermayeye oranla mey-
dana gelen azalmayý, bireysel metalarýn fiyatý aracýlýðý ile ifade eden
biçimdir. Bu azalma nasýl ki, belli bir miktar, diyelim 100’lük bir sermaye
için mutlak ise, yeniden-üretilen sermayenin bir kesri olarak, her birey-
sel meta için de mutlaktýr. Bununla birlikte, eðer kâr oraný, bireysel me-
taýn fiyatýný oluþturan öðelere dayanýlarak hesaplanýrsa, aslýnda olduðun-
dan farklý olabilir. Ve bu, aþaðýdaki nedenle böyle olur:
[Kâr oraný, toplam sermaye üzerinden hesaplanýr, ama, belli bir
süre için, fiilen bir yýl için hesaplanýr. Kâr oraný, bir yýlda üretilen ve ger-
çekleþtirilen artý-deðer ya da kârýn, yüzde olarak hesaplanan toplam ser-
mayeye oranýdýr. Bu nedenle, bu kâr oraný, bir yýla göre deðil de, yatý-
rýlan sermayenin devir dönemine göre hesaplanan kâr oranýna zorunlu
olarak eþit deðildir. Bu ikisi, ancak sermayenin tam bir yýlda devretmesi
halinde çakýþýrlar.

202 Karl Marks


Kapital III
Öte yandan bir yýl boyunca saðlanan kâr, bu ayný yýl boyunca
üretilen ve satýlan metalardan elde edilen kârlarýn toplamýdýr. Þimdi,
metalarýn maliyet-fiyatlarý üzerinden kârý hesaplayacak olursak, kâr ora-
nýný elde ederiz =k : m, burada k, yýl boyunca gerçekleþtirilen kârý, m
ise ayný dönemde üretilen ve satýlan metalarýn maliyet-fiyatlarýnýn topla-
mýný ifade eder. Açýktýr ki, bu kâr oraný k : m, fiili kâr oraný k : S ile, kâr
kitlesi [sayfa 201] bölü toplam sermaye ile ancak, m = S, yani sermayenin
tam bir yýl içersinde devretmesi halinde eþit olur.
Bir sanayi sermayesinin üç farklý durumunu ele alalým.
l. 8.000 sterlinlik bir sermaye yýlda bir metadan 5.000 parça üret-
mekte ve parçasýný 30 þilinden satarak yýlda 7.500 sterlinlik bir ciro
yapmaktadýr. Parça baþýna 10 þilin ya da yýlda 2.500 £ kâr saðlamaktadýr.
Demek ki, her parça, 20 þilin yatýrýlan sermaye ve 10 þilin kâr içermekte
ve buna göre parça baþýna kâr oraný 10 : 20 = %50 olmaktadýr. 7.500
sterlinlik toplam ciro 5.000 sterlinlik yatýrýlan sermaye ile 2.500 sterlinlik
kârdan oluþmaktadýr. Her devir için kâr oraný k : m gene %50 olmakta-
dýr. Ama, toplam sermaye üzerinden hesaplanýrsa, kâr oraný k : S =
2.500 : 8.000 = %31¼ olur.
II. Sermaye 10.000 sterline çýkmaktadýr. Emeðin üretkenliðindeki
artýþ nedeniyle yýlda bir metadan 10.000 parça üretmektedir ve parça
baþýna maliyet-fiyatý 20 þilindir. Bu metaýn 4 þilin kârla, yani 24 þiline
satýldýðýný kabul edelim. Bu durumda, yýllýk ürünün fiyatý = 12.000 £
olup, bunun 10.000 sterlini yatýrýlan sermaye, 2.000 sterlini kârdýr. Parça
baþýna kâr oraný k : m = 4 : 20, ve yýllýk devir için 2.000 : 10.000 ya da her
iki halde de %20’dir. Ve toplam sermaye, maliyet-fiyatlarýnýn toplamýna
eþit, yani 10.000 £ olduðu için, gerçek kâr oraný, k : S, bu durumda da
gene %20’dir.
III. Emeðin üretkenliðindeki sürekli artma nedeniyle, sermaye
15.000 sterline yükselmiþ ve parça baþýna maliyet-fiyatý 13 þilinden bir
metadan yýlda 30.000 parça üretmiþ, ve parçasýný 2 þilin kârla ya da 15
þiline satmýþ olsun. Bu durumda, yýllýk devir = 30.000 x 15 þilin = 22.500
£ olup, bunun 19.500 sterlini yatýrýlan sermaye ve 3.000 sterlini kârdýr.
Öyleyse kâr oraný k : m = 2 : 13 = 3.000 : 19.500 = %155/13 olur. Ama k :
s = 3.000 : 15.000 = %20’dir.
Demek oluyor ki, yalnýz II. durumda, devreden sermaye-deðerin
toplam sermayeye eþit olduðu durumda, parça baþýna kâr ya da toplam
devir miktarýna göre hesaplanan kâr oraný, toplam sermaye üzerinden
hesaplanan kâr oraný ile aynýdýr. Devir miktarýnýn toplam sermayeden
küçük olduðu l. durumda, metaýn maliyet-fiyatý üzerinden hesaplanan
kâr oraný daha yüksek; toplam sermayenin, devredilen miktardan daha
küçük olduðu III. durumda kâr oraný, toplam sermaye üzerinden hesa-
planan gerçek orandan daha düþüktür. Bu genel bir kuraldýr.
Ticari uygulamada devir genellikle yanlýþ hesaplanýr. Gerçekleþen
meta-fiyatlarý toplamý, yatýrýlan toplam sermaye tutarýna eþit olur olmaz,

Karl Marks 203


Kapital III
sermayenin bir devir yaptýðý kabul edilir. Oysa, sermaye, tam bir devri,
ancak, gerçekleþen metalarýn maliyet-fiyatlarýnýn toplamý, toplam ser-
maye tutarýna eþit olduðu zaman tamamlayabilir. -F. E.]
Kapitalist üretimde, bireysel metalara ya da belli bir döneme ait
meta-ürüne, tek ve kendi baþlarýna, sýrf metalar olarak deðil de, yatýrýlan
sermayenin ürünleri olarak ve bunlarý üreten toplam sermaye ile iliþkileri
içersinde bakmanýn ve ele almanýn ne kadar önemli olduðunu, bu bir
[sayfa 202] kez daha göstermektedir.
Kâr oranýnýn, üretilen ve gerçekleþen artý-deðer kitlesinin yalnýz
sermayenin tüketilen ve metalarda tekrar ortaya çýkan kýsmý ile olan
iliþkisiyle deðil, bu kýsým, ve bir de, tüketilmemiþ ama kullanýlan ve üre-
timde iþ görmeye devam eden kýsmý ile olan iliþkisiyle ölçülmesi gere-
kir. Bununla birlikte, kâr kitlesi, metalarýn kendilerinde bulunan ve satýþ-
larýyla gerçekleþecek olan kâr ya da artý-deðer kitlesinden baþka bir þe-
ye eþit olamaz.
Sanayiin üretkenliði yükselirse, bireysel metalarýn fiyatý düþer. Bun-
larda, daha az emek, daha az ödenen ve ödenmeyen emek bulunur.
Ayný emek, diyelim eskisinin üç katý üretimde bulunsun. Bu durumda
bireysel ürüne düþen emek 2/3 oranýnda daha azdýr. Ve kâr , bireysel bir
metaýn içerdiði emek miktarýnýn ancak bir kýsmýný oluþturduðu için, bi-
reysel bir metadaki kâr kitlesinin azalmasý gerekir; artý-deðer oraný yük-
selse bile, belli sýnýrlar içersinde bu böyle olur. Hiç bir halde, toplam
ürün üzerinden kâr kitlesi, sermaye ayný sayýda iþçiyi ayný sömürü dere-
cesi ile çalýþtýrdýðý sürece, baþlangýçtaki kâr kitlesinin altýna düþmez.
(Daha yüksek bir sömürü derecesi ile daha az sayýda iþçi çalýþtýrmasý
halinde bu gene böyle olabilir.) Çünkü, bireysel ürün üzerinden kâr kit-
lesi, ürün sayýsýndaki artýþla orantýlý olarak azalýr. Kâr kitlesi ayný kalýr
ama, toplam meta miktarýna farklý biçimde daðýlmýþtýr. Bu, yeni eklenen
emek tarafýndan yaratýlan deðer kitlesinin, emekçiler ile kapitalistler
arasýndaki bölüþümünü deðiþtirmez. Ayný miktar emek kullanýldýðý süre-
ce, karþýlýðý ödenmeyen artý-emek artmadýkça ya da sömürü derecesi
ayný kalmak üzere, iþçi sayýsý artmadýkça, kâr kitlesi büyüyemez. Ya da,
bu sonucu doðurmak için bu nedenlerin her ikisi biraraya gelebilir. Bütün
bu durumlarda –varsayýmýmýza göre, deðiþmeyen sermayede deðiþene
oranla bir artýþ ve toplam sermayenin büyüklüðünde bir çoðalma ön-
görülmektedir– bireysel meta daha küçük bir kâr kitlesi içermekte ve
bireysel meta üzerinden hesaplanmýþ olsa bile kâr oraný düþmektedir.
Belli bir miktardaki yeni eklenen emek, daha büyük bir meta kitlesinde
maddeleþmektedir. Bireysel metaýn deðeri düþmektedir. Soyut olarak
düþünüldüðünde, emeðin üretkenliðindeki büyümenin bir sonucu ola-
rak bireysel metaýn fiyatý düþtüðü ve bununla birlikte, bu daha ucuz me-
taýn sayýsý arttýðý halde, örneðin, emeðin üretkenliðindeki artýþ, eðer me-
taýn bütün öðeleri üzerinde ayný þekilde ve ayný anda etki yapar ve böy-
lece toplam fiyatý; emeðin üretkenliðindeki artýþ ile ayný oranda düþer

204 Karl Marks


Kapital III
ama öte yandan, metaýn fiyatýnýn farklý öðelerinin karþýlýklý baðýntýlarý
ayný kalýrsa, kâr oraný ayný kalabilir. Artý-deðer oranýnda bir yükselme,
eðer, deðiþmeyen ve özellikle sabit sermayenin öðelerinin deðerinde
önemli bir düþme ile birlikte meydana gelirse, kâr oranýnda artma bile
olabilir. Ama, görmüþ olduðumuz gibi, kâr oraný gerçekte, uzun dönem-
de düþer. Bireysel bir metaýn fiyatýndaki bir düþme, tek baþýna, hiç bir
zaman kâr oraný konusunda bir fikir veremez. Her þey, metaýn üretimine
yatýrýlan toplam sermayenin büyüklüðüne baðlýdýr. Örneðin, eðer kumaþýn
bir [sayfa 203] yardasýnýn fiyatý 3 þilinden 12/3 þiline düþer ve eðer biz bu fiyat
düþmesinden önce bunun, 12/3 þilin deðiþmeyen sermaye, iplik, vb., 2/3
þilin ücretleri, 2/3 þilin kârý içerdiðini, oysa düþmeden sonra, 1 þilin deðiþ-
meyen sermaye, 1/3 þilin ücretleri, 1/3 þilin kârý içerdiðini bilirsek, kâr ora-
nýnýn ayný kalýp kalmadýðýný söylememiz olanaksýzdýr. Bu, yatýrýlan to-
plam sermayenin artýp artmamasýna, ne miktar artmýþ olduðuna ve belli
bir sürede kaç yarda fazla kumaþ ürettiðine baðlýdýr.
Kapitalist üretim tarzýnýn niteliðinden doðan, emeðin üretkenliðin-
deki artýþýn, bireysel metaýn ya da belli bir metalar kitlesinin fiyatýnda bir
düþmeye, metalarýn sayýsýnda bir artmaya, bireysel metaya düþen kâr
kitlesi ile toplam metalar üzerinden kâr oranýnda bir azalmaya ve ama,
toplam meta miktarýna düþen kâr kitlesinde bir büyümeye yolaçacaðý
görüngüsü yüzeyde yalnýzca, bireysel meta üzerinden kâr kitlesinde bir
azalma, fiyatýnda bir düþme, toplam toplumsal sermaye ya da bireysel
bir kapitalist tarafýndan üretilen metalarýn artmýþ toplam sayýlarýna göre
kâr kitlesinde bir artma þeklinde görünür. Ve böylece, bireysel metalarýn
fiyatýna kapitalistin kendi serbest isteði ile daha az kâr eklediði, ve uðra-
dýðý zararý, daha çok sayýda meta üreterek telafi ettiði görüntüsü ortaya
çýkar. Bu anlayýþ, feragat yoluyla kâr (profit upon alienation) fikrine da-
yanýr ve bu da tüccar sermayesi kavramýndan çýkarýlmýþtýr.
Daha önce I. Kitapta (4 ve 7. Kýsýmlar) gördüðümüz gibi, emeðin
üretkenliðindeki artýþla birlikte metalar kitlesindeki büyüme ve böylece
bireysel metalarýn ucuzlamasý (bu metalar, emek-gücünün fiyatýna be-
lirleyici öðeler olarak girmedikleri sürece), bireysel metalarda karþýlýðý
ödenen ve ödenmeyen emek arasýndaki oraný, fiyatlar düþtüðü halde
etkilememektedir.
Rekabette her þey çarpýk, yani ters göründüðü için, bireysel kapi-
talist: 1) fiyatlarýný indirmek suretiyle, bireysel metalar üzerinden saðla-
dýðý kârý azalttýðýný ama, daha çok miktarda meta satarak gene de daha
büyük bir kâr elde ettiðini; 2) bireysel metalarýn fiyatýný saptadýktan son-
ra, çarpýmla, toplam ürünün fiyatýný belirlediðini hayal edebilir, oysa,
yapýlan ilk iþlem aslýnda bir bölme iþlemidir (bkz: Book l, Kap. X, s. 281)
ve çarpma, bu bölmeye dayandýðý için ancak ona baðlý olarak doðrudur.
Kaba iktisatçýnýn ise yaptýðý tek þey, rekabetin kölesi olan kapitalistlerin
o acayip anlayýþlarýný, görünüþte daha teorik ve genel bir dille ifade
etmek ve bu düþüncelerin doðruluðunu temellendirmeye uðraþmaktýr.

Karl Marks 205


Kapital III
Meta fiyatlarýndaki düþme ve bu metalarýn büyüyen kitlesi üzerin-
den kâr kitlesindeki yükselme, gerçekte, kâr kitlesinde artýþla eþzamanlý
olarak kâr oranýnýn düþeceði üzerine olan yasanýn bir diðer ifadesinden
baþka bir þey deðildir.
Kâr oranýnda bir düþmenin ne ölçüde yükselen fiyatlar ile ayný
[sayfa 204] olabileceðinin incelenmesi; ancak bundan önceki 1. Kitapta (bkz:
s. 280-81) nispi artý-deðer ile ilgili inceleme kadar, buraya ait bir konu-
dur. Geliþmiþ ama henüz genellikle benimsenmemiþ üretim yöntemleri
ile çalýþan bir kapitalist, piyasa-fiyatýnýn altýnda ama kendi bireysel üre-
tim-fiyatýnýn üzerinde satýþ yapar; saðladýðý kâr oraný, rekabet bunu eþ
bir düzeye indirene kadar yükselir. Bu eþitleme dönemi boyunca, ikinci
koþul, yatýrýlan sermayenin geniþlemesi kendisini gösterir. Bu geniþleme-
nin derecesine baðlý olarak kapitalist, eski iþçilerinin bir kýsmýný, belki de
gerçekte hepsini ya da daha fazlasýný, yeni koþullar altýnda çalýþtýrma
olanaðýný bulacak ve dolayýsýyla ayný ya da daha büyük bir kâr kitlesi
üretebilecektir. [sayfa 205]

206 Karl Marks


Kapital III
ONDÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ZIT YÖNDE ETKÝLER

TOPLUMSAL emeðin üretken güçlerinde, daha önceki dönemle-


re göre yalnýzca son 30 yýldaki büyük geliþmeleri gözönünde bulundur-
ursak; ve özellikle, asýl makineler dýþýnda, bütünüyle toplumsal üretim
sürecine giren muazzam sabit sermaye kitlesini düþünürsek, þimdiye
deðin iktisatçýlarý rahatsýz eden güçlük, yani düþen kâr oranýný açýklama
güçlüðü, yerini, bunun tersine, yani bir düþüþün niçin daha büyük ve
daha hýzlý olmadýðýný açýklama güçlüðüne býrakýr. Genel yasanýn etkisi-
ne ters düþen ve onu yokeden, ona yalnýzca kendine özgü bir eðilim
niteliði veren ve bu yüzden, genel kâr oranýndaki düþmeden, bir düþme
eðilimi olarak sözetmemize neden olan bazý zýt yönde etkilerin iþe karýþ-
malarý gerekir.
Zýt yönde etki yapan güçlerin en genel olanlarý þunlardýr:

I. SÖMÜRÜ YOÐUNLUÐUNDAKÝ ARTIÞ

Emek sömürü derecesi ve elkonulan artý-emek ve artý-deðer mik-


tarý, özellikle, iþgününün uzatýlmasý ve emeðin yoðunlaþtýrýlmasý ile yük-
seltilir. Bu iki nokta, Birinci Ciltte, mutlak ve nispi artý-deðer üretimi ile

Karl Marks 207


Kapital III
ilgili olarak enine-boyuna ele alýnmýþtý. Bir iþçiyi daha çok sayýda
[sayfa 206]
makineyi iþletme zorunda býrakmak gibi, deðiþen sermayeye göre deðiþ-
meyen sermayede bir artýþ ve dolayýsýyla kâr oranýnda bir düþme anla-
mýna gelen emeði yoðunlaþtýrmanýn birçok yollarý vardýr. Bu gibi durum-
larda –ve nispi artý-deðer üretimine yarayan süreçlerin çoðunda– ar-
tý-deðer oranýný yükselten ayný nedenler, belli miktarlardaki yatýrýlan to-
plam sermaye açýsýndan, artý-deðer kitlesinde bir düþmeye de yolaçabi-
lir. Ama emek yoðunluðunu artýrmanýn, makinelerin hýzlarýnýn yükseltil-
mesi gibi, ayný sürede daha fazla hammadde tüketen, ama sabit ser-
mayeyi ilgilendirdiði kadarýyla makineleri bir o kadar hýzla aþýnýp yýpran-
dýran ve böyle olduðu halde bunlarýn deðeriyle, kendilerini harekete
geçiren emeðin fiyatý arasýndaki oraný hiç bir þekilde etkilemeyen baþka
yönleri de vardýr. Ne var ki, özellikle iþgününün uzatýlmasý, kullanýlan
emek-gücü ile, harekete geçirdiði deðiþmeyen sermaye arasýndaki ora-
ný esas olarak deðiþtirmeksizin, ve daha çok bu sermayeyi nispi olarak
azaltma eðilimi ile elkonulan artý-emek kitlesini artýran, modern sanayi-
in bu buluþudur. Ayrýca daha önce gösterildiði gibi –ve bu, kâr oranýnda-
ki düþme eðiliminin gerçek sýrrýdýr– nispi artý-deðer üretme hüneri, bü-
tünüyle bakýldýðýnda, bir yandan, belli bir miktar emek kitlesini elden
geldiðince çok artý-deðere çevirmek, öte yandan, yatýrýlan sermayeye
oranla elden geldiðince az emek kullanmaktadýr; böylece, sömürü yoðun-
luðunu yükseltmeye yarayan ayný nedenler, ayný sermaye ile eskisi ka-
dar emek sömürülmesini olanaksýz kýlmaktadýr. Bunlar, artý-deðer oranýn-
da bir yükselme meydana getirirken, ayný zamanda, artý-deðer kitlesin-
de ve dolayýsýyla, belli bir sermaye tarafýndan üretilen kâr oranýnda bir
düþme eðilimi yaratan karþýt güçte eðilimlerdir. Burada, kadýn ve çocuk
emeðinin de yaygýn biçimde kullanýlmasýna, ve bütün ailenin, ücretleri-
nin toplam miktarý artsa bile –ki bu, daima böyle deðildir– sermaye için
eskisinden daha fazla artý-emek harcamalarý demektir. Yatýrýlan sermaye-
nin büyüklüðü deðiþmeksizin, tarýmda olduðu gibi sýrf yöntemlerdeki
iyileþtirmeler ile nispi artý-deðer üretimini teþvik eden her þey ayný etkiyi
yaratýr. Bu gibi durumlarda, gerçi, deðiþmeyen sermaye, kullanýlan emek-
gücü miktarýnýn göstergesi olarak baktýðýmýz ölçüde, deðiþen sermaye
ile orantýlý olarak artmaz, ama, ürünün kitlesi, kullanýlan emek-gücü ile
orantýlý olarak büyür. Emeðin üretkenliði (bu emeðin ürünü, ister emekçi-
nin tüketimine girsin, ister deðiþmeyen sermayenin öðeleri içersinde yer
alsýn) ulaþtýrmanýn koyduðu engellerden, zamanla engel halini alan key-
fi ya da diðer sýnýrlamalardan; ve deðiþen sermayenin deðiþmeyen ser-
mayeye oranýný doðrudan etkilemeksizin her türlü bað ve zincirden kur-
tulmuþ olsa, ayný þey olur.
Kâr oranýndaki düþmeyi önleyen ama son tahlilde bu düþmeyi
daima hýzlandýran etmenler arasýnda, geçici olmakla birlikte her zaman
yinelenen buluþlarý, vb., bunlar baþka yerde kullanýlmadan önce uygula-
yan bireysel kapitalistlerin yararýna olmak üzere, bazan bu bazan þu [sayfa

208 Karl Marks


Kapital III
207] üretim kolunda ortaya çýkan artý-deðerde genel düzeyin üzerindeki
yükselmeler de bulunuyor mu sorusu sorulabilir. Bu soruya olumlu yanýt
vermek gerekir.
Belli büyüklükte bir sermayenin ürettiði artý-deðerin kitlesi, iki
etmenin ürünüdür: artý-deðer oraný, çarpý, bu oranla çalýþtýrýlan iþçi sayý-
sý. Bu kitle, bu nedenle, artý-deðer oraný veri iken, çalýþtýrýlan iþçi sayýsýna
ve iþçi sayýsý veri iken artý-deðer oranýna baðlýdýr. Demek ki, genellikle
bu, deðiþen sermayenin mutlak büyüklüðü ile artý-deðer oranýnýn bileþik
oranýna baðlýdýr. Þimdi bizi ortalama olarak, nispi artý-deðer oranýný yük-
selten ayný etmenlerin, kullanýlan emek-gücü kitlesini düþürdüðünü
görmüþ bulunuyoruz. Bununla birlikte þurasý da açýktýr ki, bu durum, bu
zýt hareketlerin ulaþtýklarý belirli oranlara baðlý olarak, daha büyük ya da
küçük ölçüde meydana gelecek ve kâr oranýndaki düþme eðilimi, özel-
likle, iþgününün uzatýlmasýndan kaynaklanan mutlak artý-deðer oranýnda-
ki bir yükselme ile zayýflayacaktýr.
Kâr oranýný incelerken, bu orandaki bir düþmenin, genellikle, kul-
lanýlan toplam sermayenin kitlesindeki büyüme nedeniyle, kâr kitlesin-
deki bir artýþla birlikte meydana geldiðini görmüþ bulunuyoruz. Toplumun
toplam deðiþen sermayesi açýsýndan, bu sermayenin ürettiði artý-deðer,
ürettiði kâra eþittir. Artý-deðerin hem mutlak kitlesi ve hem de oraný bü-
yümüþtür; bunlardan birisi, toplum tarafýndan kullanýlan emek-gücü kit-
lesi büyüdüðü için, diðeri de, bu emek-gücünün sömürü yoðunluðu yük-
seldiði için artmýþtýr. Ama, belli büyüklükte, diyelim 100 büyüklüðünde
bir sermaye sözkonusu olduðunda, ortalama kitle küçüldüðü halde, artý-
deðer oraný artabilir; çünkü bu oran, deðiþen sermayenin deðer üretme
oranýyla belirlendiði halde, sözü edilen kitle, deðiþen sermayenin top-
lam sermayeye olan oraný ile belirlenir.
Artý-deðer oranýnda yükselme, artý-deðer kitlesini ve dolayýsýyla
da kâr oranýný belirleyen bir etmendir, çünkü, bu özellikle, daha önce
gördüðümüz gibi, deðiþmeyen sermayenin deðiþen sermayeye oranla
ya hiç artmadýðý ya da onunla orantýlý olmayacak biçimde arttýðý koþullar
altýnda meydana gelir. Bu etmen, genel yasayý ortadan kaldýrmaz. Ama,
yasanýn daha çok, bir eðilim olarak, yani mutlak iþleyiþe ters yönde etki
eden güçlerle denetim altýna alýnan, geciktirilen ve zayýflatýlan bir yasa
olarak iþlemesine neden olur. Ne var ki, artý-deðer oranýný yükselten ay-
ný nedenler (emek-zamanýnýn uzatýlmasý, geniþ-ölçekli sanayiin bir sonucu
olsa bile) belli bir sermaye tarafýndan çalýþtýrýlan emek-gücünü azaltma
yönünde etkili olduðu için, bunlarýn, ayrýca, kâr oranýnda bir düþme ve
bu düþmeyi yavaþlatma yönünde etkili olduklarý görülür. Bir iþçi eðer,
normal olarak en az iki iþçinin yapacaðý kadar iþ yapma zorunda býrakýlýr
ve bu iþ, bu bir iþçinin, üç kiþinin yerini doldurabileceði koþullar altýnda
yapýlýrsa, bu bir iþçi, daha önce iki iþçinin harcadýðý kadar artý-emek
harcamýþ olacak ve artý-deðer oraný da buna göre yükselecektir. Ama bu
[sayfa 208] iþçi, üç iþçinin harcadýðý kadar artý-emek harcamayacak ve artý-

Karl Marks 209


Kapital III
deðer kitlesi buna uygun olarak düþecektir. Ne var ki, artý-deðer kitlesin-
deki bu azalma, artý-deðer oranýndaki artma ile karþýlanacak ya da sýnýr-
landýrýlacaktýr. Eðer bütün nüfus, daha yüksek bir artý-deðer oranýnda
çalýþtýrýlacak olsa, nüfus ayný kaldýðý halde artý-deðer kitlesi, artmýþ ola-
caktýr. Nüfus artacak olsa bu kitle daha da artacaktýr. Ve bu, çalýþtýrýlan
iþçi sayýsýnda, toplam sermayenin büyüklüðüne oranla görülen nispi azal-
maya baðlý olduðu halde, bu düþme, artý-deðer oranýndaki yükselme ile
hafifletilir ya da sýnýrlandýrýlýr.
Bu konuyu bitirmeden önce, belli büyüklükte bir sermaye, ile,
artý-deðer kitlesi azaldýðý halde, artý-deðer oranýnýn yükselebileceðini, ya
da bunun tersinin olabileceðini bir kez daha vurgulamak gerekir. Artý-
deðer kitlesi, artý-deðer oraný ile iþçi sayýsýnýn çarpýmýna eþittir; ne var ki,
bu oran hiç bir zaman toplam sermaye üzerinden deðil, yalnýz deðiþen
sermaye üzerinden, aslýnda ise ancak her iþgünü için hesaplanýr. Öte
yandan, belli büyüklükte bir sermaye-deðer ile, kâr oraný, artý-deðer kit-
lesi de yükselmeksizin ya da düþmeksizin, ne yükselir ve ne de düþebilir.

II. ÜCRETLERÝN, EMEK-GÜCÜNÜN DEÐERÝNÝN ALTINA DÜÞMESÝ

Bunun burada yalnýz deneysel olarak sözü edilmiþtir, çünkü, bura-


da sayýlabilecek pek çok þey gibi. bunun da, sermayenin genel tahlili ile
hiçbir ilgisi olmayýp, bu yapýtta yer almayan rekabetin tahliline aittir. Ge-
ne de bu, kâr oranýnýn düþme eðilimini durduran en önemli etmenler-
den birisidir.

III. DEÐÝÞMEYEN SERMAYE ÖÐELERÝNÝN UCUZLAMASI

Bu kitabýn Birinci Kýsmýnda, artý-deðer oraný ayný kalýrken ya da


artý-deðer oranýndan baðýmsýz olarak kâr oranýný yükselten etmenler
konusunda söylenen her þey buraya aittir. Þu halde, toplam sermaye ile
ilgili olarak, deðiþmeyen sermayenin deðeri de, onun maddi büyüklüðü
ile ayný oranda artmýþ olmaz. Örneðin, modern bir fabrikada tek bir
Avrupalý iplik eðiricisi tarafýndan iþlenen pamuk miktarý, daha önce çýk-
rýk ile iþlediði miktara göre büyük ölçüde artmýþtýr. Böyle olduðu halde,
iþlenen pamuðun deðeri, kitlesi ile ayný oranda büyümemiþtir. Ayný þey,
makineler ile diðer sabit sermaye için de geçerlidir. Kýsacasý, deðiþmeyen
sermaye kitlesini deðiþene oranla artýran ayný geliþme, bunun öðelerinin
deðerini, emeðin üretkenliðindeki artýþýn bir sonucu olarak azaltmakta-
dýr ve bu nedenle, deðiþmeyen sermayenin deðerini, bu deðer sürekli
olarak artmakla birlikte, maddi hacmi, yani ayný miktar emek-gücü ta-
rafýndan harekete geçirilen üretim araçlarýnýn maddi hacmi ile ayný oran-
da artmaktan alýkoymaktadýr. Tek tek durumlarda bazan, deðiþmeyen
sermayeyi oluþturan öðelerin kitlesi, deðeri ayný kaldýðý ya da düþtüðü
[sayfa 209] halde artabilir de.

210 Karl Marks


Kapital III
Yukarda söylenenler, mevcut sermayede (yani, bu sermayenin
maddi öðelerinde), sanayiin geliþmesiyle meydana gelen deðer kaybý
ile birbirine baðlýdýr. Bu kâr saðlayan sermayenin kitlesini azaltmak sure-
tiyle bazý koþullar altýnda kâr kitlesi için zararlý olmakla birlikte, kâr ora-
nýndaki düþmeyi denetim altýnda tutan ve sürekli olarak iþleyen diðer
bir etmendir. Kâr oranýnda düþme eðilimi meydana getiren ayný etkile-
rin, ayný zamanda, bu eðilimin etkilerini hafiflettiðini, bu, bir kez daha
göstermektedir.

IV. NÝSPÝ AÞIRI-NÜFUS

Bu aþýrý-nüfusun oluþmasý, kâr oranýnda bir düþme ile ifade edil-


diði gibi, emeðin üretkenliðindeki geliþmeden ayrýlamaz, ve bu geliþme
ile hýzlandýrýlýr. Bir ülkede kapitalist üretim tarzý ne denli geliþmiþ ise,
nispi aþýrý-nüfus da o denli gözle görülür hale gelir. Bu da gene, bir yan-
dan, birçok üretim kollarýnda, emeðin sermayenin boyunduruðu altýna
alýnmasýnýn eksik bir biçimde sürüp gitmesinin ve ilk bakýþta, genel ge-
liþme düzeyine uygun görülen süreden daha uzun devam etmesinin bir
nedenidir. Bu durum, kullanýma hazýr ya da iþsiz ücretli-emekçilerin
ucuzluðu ve bolluðunun, ve bazý üretim kollarýnýn, nitelikleri gereði, el
iþini makine üretimine dönüþtürmede gösterdikleri direncin bir sonucu-
dur. Öte yandan, özellikle, lüks eþya üretimi için yeni üretim kollarý
açýlýr, ve çoðu kez öteki üretim kollarýnda deðiþmeyen sermayedeki
artýþ nedeniyle serbest kalan bu nispi aþýrý-nüfusu kendilerine temel ola-
rak iþte bu yeni açýlan kollar alýrlar. Bu yeni üretim kollarýnda baþlangýçta
canlý emek egemendir ve yavaþ yavaþ öteki üretim kollarýnýn geçtikleri
ayný evrimlerden geçerler. Her iki halde de, deðiþmeyen sermaye, top-
lam sermayenin oldukça büyük bir kýsmýný teþkil eder ve ücretler ortala-
manýn altýndadýr, dolayýsýyla, hem artý-deðer oraný ve hem de artý-deðer
kitlesi bu üretim kollarýnda olaðanüstü yüksektir. Genel kâr oraný, birey-
sel üretim kollarýndaki kâr oranlarýnýn eþitlenmesiyle oluþtuðuna göre,
kâr oranýnda düþme eðilimini yaratan ayný etmen, tekrar, bu eðilime zýt
yönde güçler oluþturur ve onun etkilerini azçok kýrar.

V. DIÞ TÝCARET

Dýþ ticaret, kýsmen deðiþmeyen sermaye öðelerini ve kýsmen de,


karþýlýðýnda deðiþen sermayenin deðiþildiði yaþam gereksinmelerini ucuz-
lattýðý için, artý-deðer oranýný yükseltmek ve deðiþmeyen sermayenin
deðerini düþürmek suretiyle, kâr oranýný yükseltme eðilimi gösterir. Dýþ
ticaret, genellikle, üretimin ölçeðinin geniþlemesine yolaçarak, bu yön-
de etkili olur. Böylece, bir yandan birikim sürecini hýzlandýrýrken, öte
yandan deðiþmeyen sermayeye oranla deðiþen sermayede daralmaya
neden olur ve dolayýsýyla, kâr oranýnýn düþmesini çabuklaþtýrýr. Bunun

Karl Marks 211


Kapital III
gibi, dýþ [sayfa 210] ticarette geliþme, çocukluk çaðýnda kapitalist üretim
tarzýnýn temeli olmakla birlikte, bu üretim tarzýndaki daha ileri
aþamalarda, kapitalist üretimin iç zorunluluðu ve durmadan büyüyen
piyasa gereksinmesi nedeniyle, onun kendi ürünü halini alýr, Burada bir
kez daha, bu etkinin iki yönlü niteliðini görüyoruz. (Ricardo, dýþ ticaretin
bu yönünü bütünüyle gözden kaçýrmýþtýr.*)
Baþka bir soru da –aslýnda, özel niteliði nedeniyle bizim bu incele-
memizin sýnýrlarý dýþýndadýr– þudur: Genel kâr oraný, dýþ ve özellikle sö-
mürgelerle yapýlan ticarete yatýrýlan sermayelerin getirdiði daha yüksek
kâr oraný ile yükselir mi?
Dýþ ticarete yatýrýlan sermayeler , daha yüksek bir kâr oraný saðla-
yabilirler, çünkü, önce, diðer ülkelerde, daha geri üretim kolaylýklarý ile
üretilen metalar ile rekabet sözkonusu olup, daha ileri durumdaki ülke,
mallarýný, rakip ülkelerden daha ucuz olsa bile, deðerlerinin üzerinde
satar. Daha ileri ülkenin emeði burada, daha yüksek özgül aðýrlýkta bir
emek olarak gerçekleþtirildiði sürece, kâr oraný yükselir, çünkü, bu eme-
ðin karþýlýðý, daha yüksek nitelikte bir emek olarak ödenmediði halde,
satýþý böyle bir emek olarak yapýlmýþtýr. Meta ihraç edilen ülke ile meta
ithal edilen ülke sözkonusu olduðunda da ayný sonuç elde edilebilir;
yani meta ithal edilen ülke, ayni olarak aldýðýndan daha fazla mad-
deleþmiþ emek verebilecek durumdadýr ve böylece metalarý gene de
kendi üretebileceðinden daha ucuza elde edebilir. Týpký yeni bir buluþu
yaygýn hale gelmeden önce kullanan bir fabrikatörün, mallarýný rakiple-
rinden daha ucuza sattýðý halde, gene de bireysel deðerinin üzerinde
satmasý, yani artý-emek olarak yararlandýðý emeði, özgül olarak üretken-
liði daha yüksek bir emek olarak gerçekleþtirmesi halinde olduðu gibi.
Böylece o, bir artý-kâr saðlamýþ olur. Öte yandan sömürgelere, vb. yatý-
rýlan sermayelere gelince, buralarda kâr oraný, sýrf düþük bir geliþme
düzeyinde olmalarý ve ayrýca köleler ve kuliler, vb. kullanýldýðý için eme-
ðin sömürülmesi nedeniyle daha yüksek olabilir. Belli üretim kollarýna
yatýrýlmýþ bulunan sermayelerin gerçekleþtirdiði ve kendi ülkesine gön-
derdiði bu daha yüksek kâr oranlarý, kendilerine tekeller engel olmadý-
kça, niçin genel kâr oranýnýn eþitlenmesi sürecine katýlmasýn ve dolayýsýyla
bu oraný pro tanto yükseltmesin ki.36 Bu yatýrým alanlarýndaki sermaye,
serbest rekabet yasalarýna baðýmlý olduðuna göre, bunun için daha da
az neden vardýr. Ricardo’nun hayal ettiði, aslýnda þudur: dýþarda ger-
çekleþtirilen daha yüksek fiyatlarla, orda bunun karþýlýðýnda meta satýn
alýnýr ve kendi ülkesine gönderilir. Bu metalar böylece, iç piyasada satý-

36
Bu konuda Adam Smith, “Kârlardaki eþitliðin, kârlardaki genel bir yükselmeyle meydana
geleceðini öne sürüyorlar; ve benim kanýma göre, uygun koþullar altýndaki ticaret ile saðlanan
kârlar hýzla genel düzeye inecektir.” diyen Ricardo’nun tersine, haklýydý. (Works. ed. By
MacCulloch, s. 73.)
* D. Ricardo, On the Principles of Political Economy, and Taxation, Third edition. London
1821, Ch. VII. -Ed.

212 Karl Marks


Kapital III
lýr, ama bu olgu, olsa olsa, bu daha uygun üretim alanlarýnýn, diðerleri
üzerinde geçici bir [sayfa 211] ek avantaj saðlamalarý demektir. Bu yanýlsa-
ma kendi para-biçiminden çýkar çýkmaz önemini yitirir. Aradaki bu fark,
bu baþkalýk, emek ile sermaye arasýndaki her deðiþmede olduðu gibi,
belli bir sýnýf tarafýndan cebe indirilmekle birlikte, daha iyi durumdaki
ülke, daha az emeðe karþýlýk daha fazla emek elde etmiþ olur. Kâr oraný
daha yüksek olduðuna göre, bu nedenle de, sömürge ülkelerde genel
olarak bu oran daha yüksek olduðu için, doðal koþullarýn uygun olmasý
kaydýyla, düþük meta-fiyatlarý ile elele gider. Bir eþitlenme olur, ama bu,
Ricardo’nun sandýðý gibi, eski düzeye doðru bir eþitlenme deðildir.
Bu ayný dýþ ticaret, yurt içinde kapitalist üretim tarzýný geliþtirir; ve
bu da, bir yandan, deðiþen sermayede deðiþmeyen sermayeye göre bir
azalmaya, öte yandan, dýþ pazarlar yönünden aþýrý-üretime yolaçar ve
dolayýsýyla uzun sürede, gene zýt bir etki yaratýr.
Biz, böylece, genel kâr oranýnda düþme eðilimi yaratan ayný etki-
lerin, ayný zamanda, bu düþüþü engelleyen, yavaþlatan ve kýsmen de
felce uðratan karþý etkileri de meydana getirdiklerini, genel çizgileriyle
görmüþ bulunuyoruz. Bunlar, yasayý ortadan kaldýrmazlar, ama etkisini
azaltýrlar. Böyle olmasaydý, genel kâr oranýndaki düþmenin deðil, daha
çok, bundaki nispi yavaþlamanýn anlaþýlmasý güç olurdu. Demek ki, yasa,
yalnýzca bir eðilim olarak iþlemektedir. Ve ancak, bazý koþullar altýnda
ve uzun süren dönemlerden sonra etkileri göze çarpar hale gelmekte-
dir.
Konumuza devam etmeden önce, yanlýþ anlamalardan kaçýn-
mak için, tekrar tekrar ele alýnan þu iki noktayý anýmsamamýz yerinde
olur:
Birincisi: Kapitalist üretim tarzýnýn geliþmesi sýrasýnda metalarýn
ucuzlamasýný saðlayan ayný süreç, metalarýn üretimine yatýrýlan toplum-
sal sermayenin organik bileþiminde deðiþikliðe neden olur ve dolayýsýy-
la kâr oranýný düþürür. Bu nedenle bizim, bireysel bir metaýn nispi ma-
liyetinde meydana gelen ve makinelerin aþýnýp yýpranmalarýný da kapsa-
yan düþmeyi, deðiþmeyen sermayenin deðerinde deðiþen sermayeye
oranla meydana gelen yükselme ile, her ne kadar, deðiþmeyen serma-
yenin nispi maliyetindeki her düþme, tersine olarak, bu sermayenin mad-
di öðelerinin hacmi ayný kaldýðý ya da arttýðý varsayýldýðýnda, kâr oranýný
yükseltici, yani kullanýlan deðiþen sermayenin küçülen oranlarýna karþýlýk
deðiþmeyen sermayenin deðerini pro tanto düþürücü bir etki yaparsa
da, ayný þey saymaktan kaçýnmamýz gerekir.
Ýkincisi: Birarada alýndýðýnda sermayenin ürününü oluþturan ve
bireysel metalarda yer alan yeni eklenen canlý emeðin, içerdikleri mad-
delere ve tüketmiþ olduklarý emek araçlarýna oranla azalmalarý olgusu;
ve bu nedenle, bu metalarýn üretimi, toplumsal üretkenlikteki geliþmeyle
birlikte daha az emek gerektirdiði için, bunlarda gitgide azalan miktar-
larda ek canlý emek maddeleþmesi olgusu – bu olgu metalarýn içerdik-

Karl Marks 213


Kapital III
leri canlý emeðin, karþýlýðý ödenmiþ ve ödenmemiþ kýsýmlarýnýn birbirle-
rine oranýný deðiþtirmez. Tam tersine. Metalarýn içerdikleri ek canlý eme-
ðin toplam miktarý azaldýðý halde, karþýlýðý ödenen kýsma oranla
ödenmeyen [sayfa 212] kýsým, ödenen kýsýmdaki mutlak ya da nispi azalma
nedeniyle büyür; çünkü, bir metadaki ek canlý emeðin toplam miktarýný
azaltan ayný üretim tarzý, mutlak ve nispi artý-deðerde bir yükselmeyi de
birlikte getirir. Kâr oranýnda düþme eðilimi, artý-deðer oranýnda bir yük-
selme eðilimi ve dolayýsýyla emeðin sömürü oranýnda bir büyüme eðili-
mi ile içiçedir. Ýþte bu yüzden, kâr oranýndaki düþmeyi, istisna olarak
görülebilirse de, ücretlerin oranýndaki bir yükselme ile açýklamak kadar
saçma bir þey yoktur. Kâr oranýna biçim veren koþullar iyice anlaþýlmadan,
farklý dönemlerde ve ülkelerdeki ücret oranlarýnýn gerçek bir tahlilini
istatistik yoluyla yapmak olanaksýzdýr. Kâr oraný, emek daha az üretken
hale gel- diði için deðil, daha çok üretken hale geldiði için düþer. Artý-
deðer oranýndaki yükselme de, kâr oranýndaki düþme de, emeðin büyüy-
en üretkenliðinin kapitalizm altýnda ifadesini bulan özgül biçimlerden
baþka bir þey deðildir.

VI. HÝSSE SENETLÝ SERMAYENÝN ARTIÞI

Yukardaki beþ nokta, burada derinlemesine incelenmesi olanak-


sýz bulunan bir konu ile tamamlanabilir. Hýzlanmýþ birikim ile elele gi-
den, kapitalist üretimdeki geliþmeyle birlikte, sermayenin bir kýsmý, yalnýz
faiz getiren sermaye olarak hesaplanýr ve kullanýlýr. Bu, sanayi kapitalisti,
yatýrýmcýnýn kârýný cebine indirirken, sermaye ikraz eden her kapitalis-
tin, faiz ile yetindiði anlamýna gelmez. Bunun, genel kâr oranýnýn düzeyi
ile bir ilgisi yoktur, çünkü bu kâr = faiz + her türlü kâr + toprak rantýdýr,
ve [sayfa 252] bu özel kategorilere ayrýlmasýnýn bir önemi yoktur. Bunun
anlamý, bu sermayeler, büyük üretken yatýrýmlara yatýrýlmýþ olmakla bir-
likte, bütün masraflar düþüldükten sonra, ancak, büyük ya da küçük
miktarlarda faiz, sözde temettüler saðlarlar. Örneðin, demiryollarýndaki
gibi. Bunlar, bu nedenle, genel kâr oranýnýn eþitlenmesine girmezler,
çünkü ortalamadan daha düþük bir kâr oraný saðlarlar. Bunlar kâr oraný-
na girmiþ olsalar, genel kâr oraný çok daha düþük olurdu. Teorik olarak
bunlar hesaba katýlabilirler, ama sonuç, görünüþte varolan ve kapitalist-
ler için büyük önem taþýyan orandan daha düþük bir kâr oraný olurdu;
çünkü özellikle bu giriþimlerde deðiþmeyen sermaye, deðiþen serma-
yeye oranla en yüksek düzeydedir. [sayfa 213]

214 Karl Marks


Kapital III
ONBEÞÝNCÝ BÖLÜM
YASANIN ÝÇ ÇELÝÞKÝLERÝNÝN SERÝMÝ

I. GENEL

Bu cildin birinci kýsmýnda, kâr oranýnýn artý-deðer oranýný daima


gerçekte olduðundan daha düþük ifade ettiðini görmüþ bulunuyoruz.
Biraz önce ise, yükselen bir artý-deðer oranýnýn bile kendisini, düþen bir
kâr oraný ile ifade etme eðiliminde olduðunu görmüþ bulunuyoruz. Kâr
oraný, artý-deðer oranýna, ancak S = 0, yani toplam sermayenin, ücretle-
rin ödenmesi için kullanýlmasý halinde eþit olabilir. Düþen bir kâr oraný,
düþen bir artý-deðer oranýný, ancak, deðiþmeyen sermayenin deðerinin,
bu sermayeyi harekete geçiren emek-gücü miktarýna oranýnýn deðiþ-
meden kalmasý ya da emek-gücü miktarýnýn, deðiþmeyen sermayenin
deðerine oranla artmasý halinde ifade eder.
Ricardo, kâr oranýný çözümlediðini öne sürerken aslýnda yalnýz
artý-deðer oranýný çözümlemektedir ve bunu da ancak iþgününün, uzun-
luk ve yoðunluk bakýmýndan deðiþmeyen bir büyüklük olduðu varsayý-
mýna dayanarak yapmaktadýr.
Kâr oranýnda bir düþme ve hýzlandýrýlmýþ bir birikim, ayný sürecin
yalnýzca, her ikisinin de üretkenliðindeki geliþmeyi yansýtmasý ölçüsün-
de farklý ifadeleridir. Birikime gelince, emeðin büyük ölçekte yoðun-
laþmasýný ve böylece daha yüksek bileþimli bir sermayeyi ifade etliði
ölçüde, kâr oranýndaki düþmeyi hýzlandýrýr. Öte yandan, kâr oranýndaki
bir [sayfa 214] düþme de gene, küçük kapitalistlerin, henüz ellerinde alýna-

Karl Marks 215


Kapital III
bilecek bir þeyleri bulunan bir avuç doðrudan üreticinin mülksüzleþtiril-
meleri yoluyla, sermaye yoðunlaþmasýný ve sermayenin merkezileþmesini
hýzlandýrýr. Bu durum, birikim oraný, kâr oraný ile birlikte düþtüðü halde,
birikimi kitle olarak hýzlandýrýr.
Öte yandan, toplam sermayenin kendini geniþletme oraný ya da
kâr oraný, kapitalist üretimin (týpký sermayenin kendini geniþletmesinin
onun tek amacý olmasý gibi) dürtüsü olduðu için, ondaki düþme, yeni
baðýmsýz sermayelerin oluþumunu yavaþlatýr ve böylece, kapitalist üre-
tim sürecinin geliþmesi için bir tehditmiþ gibi görünür. Bu düþme, aþýrý-
üretimi, spekülasyonu, bunalýmlarý ve artý-nüfusla birlikte artý-sermayeyi
besleyip büyütür. Bu nedenle, Ricardo gibi kapitalist üretim tarzýna mut-
lak gözüyle bakan iktisatçýlar, bu noktada onun kendisi için bir engel
yarattýðýný düþünürler ye bu yüzden de, bu engeli üretime deðil doðaya
(toprak rantýnda olduðu gibi) baðlarlar. Ama onlarýn düþen kâr oraný
konusunda duyduklarý asýl dehþet, kapitalist üretimin, kendisine ait üre-
tici güçlerin geliþmesinde, servetin servet olarak üretimi ile hiç bir iliþkisi
bulunmayan bir engelle karþýlaþtýðý duygusudur; ve bu kendine özgü
engel, kapitalist üretim tarzýnýn sýnýrlýlýðýný ve ancak tarihsel ve geçici bir
niteliðe sahip bulunduðunu doðrular; servet üretimi için, bunun mutlak
bir biçim olmadýðýna, üstelik belli bir aþamada, kendi geliþmesiyle
çatýþma haline girdiðine tanýklýk eder.
Ricardo ile okulunun, yalnýz, faizi de içersine alan sanayi kârýný
incelediði doðrudur. Ama toprak rantýnýn oraný da, ayný þekilde, mutlak
kitlesi arttýðý halde bir düþme eðilimine sahiptir ve sanayi kârýndan nispi
olarak daha fazla büyüyebilir. (Toprak rantý yasasýný Ricardo’dan önce
geliþtiren Ed. West’e* bakýnýz.) Toplam toplumsal sermaye S’yi inceler-
ken, faiz ve toprak rantý çýktýktan sonra sanayi kârýna k1, faize f ve to-
prak rantýna r dersek, a/S=k/S=k1+f+r/S=k1/S+f/S+r/S olur. Toplam artý-deðer
miktarý a’nýn kapitalist geliþme boyunca sürekli olarak büyüdüðü halde,
a
/S’nin, S’nin a’dan daha da hýzlý büyümesi nedeniyle devamlý küçüldüð-
ünü görmüþ bulunuyoruz. Þu halde, a/S+k/S ile k1/S, f/S ve r/S oranlarýndan
herbiri kendi baþýna sürekli olarak küçüldüðüne göre, k1, f ve r’nin her-
birinin kendi baþýna ve düzenli olarak artýþ göstermesi ya da k1’in f’ye ya
da r’nin k1’e ya da k1’in f’ye oranla artmasý, asla bir çeliþki deðildir.
Toplam artý-deðer ya da kâr a = k yükselir , ayný zamanda kâr oraný a/
S
=k/S düþerken, a = k’yi oluþturan, k1, f ve r kýsýmlarýnýn oranlarý, a’nýn
toplam miktarýna konulan sýnýrlar içersinde, a ya da a/S’nin büyüklüðünü
etkilemeksizin istediði gibi deðiþebilir. k1, f ve r’nin karþýlýklý deðiþmesi,
sýrf a’nýn çeþitli sýnýflar arasýnda farklý þekilde bölünmesidir. Dolayýsýyla,
k1
/S=f/S ya da r/S, yani bireysel sanayi sermayesinin oraný, faiz oraný ve
toprak rantýnýn toplam sermayeye oraný, a/S, genel kâr oraný düþerken,
birbirine oranla [sayfa 215] yükselebilir. Burada tek koþul, bunlarýn üçünün

* [E. West,] Essay on the Application of Capital to Land, London 1815. -Ed.

216 Karl Marks


Kapital III
toplamýnýn = a/S olmasýdýr. Artý-deðer oraný = %100 olan belli bir serma-
yenin bileþimi, diyelim 50S + 50d iken 75S + 25d olduðu için, kâr oraný
%50’den %25’e düþerse, 1.000’lik bir sermaye, birinci halde 500’lük bir
kâr, ikinci halde 4.000’lik bir sermaye 1.000’lik bir kâr saðlar. Görüyoruz
ki, k’ yarýyarýya düþerken, a ya da k iki katýna çýkýyor. Ve eðer %50 daha
önceki gibi, 20 kâra, 10 faize ve 20 ranta bölünüyor ise k1/S = %20, f/S = %
10 ve r/S = %20 olur. Eðer, kâr oraný %50’den %25’e indikten sonra da bu
oranlar ayný kalsalardý, k1/S = %10, f/S = %10 ve r/S = %10 olurdu. Bununla
birlikte, k1/S= %8’e ve f/S = %4’e düþecek olsa, r/S = %13’e yükselir. r’nin
nispi büyüklüðü, k1, ve f’ye göre büyüdüðü halde k gene de ayný kala-
caktý. Her iki varsayým altýnda da k1, f ve r’nin toplamý, dört katý büyüklüð-
ünde sermaye tarafýndan üretildiði için artacaktý. Ayrýca, Ricardo’nun
baþlangýçtaki sanayi kârýnýn (artý-faiz), tüm artý-deðeri içerdiði þeklindeki
varsayýmý, tarih ve mantýk bakýmýndan yanlýþtýr. Burada, daha çok, kapi-
talist üretimdeki ilerlemedir ki, 1) kârýn tamamýný, daha sonra daðýtmak
üzere doðrudan doðruya sanayi ve ticaret kapitalistlerine vermektedir,
ve 2) rantý, kârýn üzerindeki fazlalýða indirgemektedir. Bu kapitalist te-
mel üzerinde, kârýn (yani, toplam sermayenin ürünü olarak görünen
artý-deðerin) bir parçasý olan, ama ürünün kapitalist tarafýndan cebe
indirilen özgül kýsmý olmayan rant, tekrar büyüyor.
Gerekli üretim araçlarý, yani yeterli sermaye birikimi mevcut ise,
artý-deðer yaratýlmasý, artý-deðer oraný, yani sömürünün yoðunluðu veri
iken, yalnýz, emekçi nüfus ile sýnýrlýdýr; eðer emekçi nüfus veri ise, sömü-
rünün yoðunluðundan baþka bir sýnýr sözkonusu deðildir. Ve kapitalist
üretim süreci esas olarak artý-üründe ya da, üretilen metalarýn kendisin-
de karþýlýðý ödenmeyen emeðin maddeleþtiði kýsmýnda temsil edilen,
artý-deðer üretiminden ibarettir. Þurasýný hiç unutmamak gerekir ki, bu
artý-deðerin üretimi –ve bunun bir kýsmýnýn tekrar sermayeye çevrilmesi
ya da birikim, bu artý-deðer üretiminin ayrýlmaz bir parçasýný oluþturur–,
kapitalist üretimin ilk ve en yakýn amacý ve itici gücüdür. Bu nedenle,
kapitalist üretimi, olmadýðý bir þey gibi, yani ilk ve en yakýn amacý kapita-
listler için zevk ve tatmin ya da bu zevk ve tatmin araçlarýnýn yapýmý gibi
göstermek hiçbir iþe yaramaz. Bu, onun bütün kendi özünde açýða vur-
duðu, özgül niteliðini görmezlikten gelmek olur.
Bu artý-deðerin elde edilmesi, doðrudan üretim sürecini oluþturur,
ve bunun, daha önce de söylediðimiz gibi, yukarda sözü edilenlerden
baþka sýnýrý yoktur. Elden geldiðince çok artý-emek sýzdýrýlýp metalarda
maddeleþir maddeleþmez, artý-deðer üretilmiþ olur. Ne var ki, bu artý-
deðer üretimi, kapitalist üretim sürecinin ancak birinci perdesini —doðru-
dan üretim sürecini– tamamlar. Sermaye, þu kadar miktarda karþýlýðý
ödenmeyen emek emmiþtir. Süreçte, kendisini kâr oranýndaki düþmede
ifade eden geliþme ile birlikte, böylece üretilmiþ bulunan artý-deðer kit-
lesi muazzam boyutlara ulaþýr. Þimdi sürecin ikinci perdesi gelir. Tam
[sayfa 216] metalar kitlesi, yani deðiþmeyen ve deðiþen sermayeyi yerine

Karl Marks 217


Kapital III
koyan kýsmý ile artý-deðeri temsil eden parçayý da içeren toplam ürünün
satýlmasý gerekir. Eðer bu yapýlmaz ise, ya da kýsmen veya üretim-fiyat-
larýnýn altýnda kalan fiyatlarla yapýlýrsa, iþçi aslýnda sömürülmüþtür, ama
bu sömürü, kapitalist için sömürü olarak gerçekleþmemiþtir ve bu du-
rum, iþçiden sýzdýrýlan artý-deðerin, hiç gerçekleþtirilmemesi ya da kýs-
men gerçekleþtirilmesi, ve hatta, sermayenin kýsmen ya da bütünüyle
kaybedilmesi ile sonuçlanabilir. Doðrudan doðruya sömürü koþullarý ile,
bu sömürünün gerçekleþtirilmesi koþullarý özdeþ deðildir. Bunlar yalnýz
yer ve zaman olarak deðil, mantýken de birbirinden farklýdýr. Birincisi
yalnýz, toplumun üretici gücü ile, ikincisi ise, çeþitli üretim kollarýnýn
aralarýndaki orantýlý baðýntý ve toplumun tüketim gücü ile sýnýrlýdýr. Ama
bu son sözü edilen güç, ne mutlak üretim gücü ile ve ne de mutlak tü-
ketim gücü ile belirlenmeyip, toplumun büyük bir kesiminin tüketimini,
azçok dar sýnýrlar içersinde deðiþen bir asgariye indirgeyen uzlaþmaz
karþýtlýk halindeki bölüþüm koþullarý temeline dayanan tüketim gücü ile
belirlenir. Bu, bir de, birikim eðilimi ile; sermayeyi geniþletme ye geniþ-
lemiþ ölçekte artý-deðer üretme dürtüsü ile sýnýrlandýrýlmýþtýr. Bu, üretim
yöntemlerindeki devamlý devrimlerin, buna baðlý olarak mevcut serma-
yenin uðradýðý sürekli deðer kaybýnýn, genel rekabet savaþýmýnýn ve yo-
kolup gitme tehdidi altýnda sýrf kendi nefsini koruma aracý olarak, üretimi
iyileþtirme ve ölçeðini geniþletme gereksinmesinin zorunlu kýldýðý kapi-
talist üretim yasasýdýr. Piyasanýn bu nedenle sürekli geniþlemesi ve böy-
lece piyasa iliþkilerinin ve bunlarý düzenleyen koþullarýn, gitgide üreticiden
baðýmsýz bir doða yasasý biçimine girmesi ve her geçen gün daha de-
netlenemez hale gelmesi zorunludur. Bu iç çeliþki, kendisini, üretimin
dýþa dönük alanlara doðru yayýlmasý ile çözümlemeye çalýþýr. Ne var ki,
üretkenlik geliþtikçe, kendisini, tüketim koþullarýnýn dayandýðý dar temel-
ler ile o denli çatýþýr bulur. Büyüyen bir artý-nüfus ile birlikte ve ayný
zamanda bir sermaye fazlasý bulunmasý, bu kendinden çeliþkili temel
üzerinde hiç de çeliþki sayýlmaz. Çünkü, bu ikisinin biraraya gelmesi,
gerçekte, üretilen artý-deðer kitlesini artýrýrken, ayný zamanda da, bu artý-
deðerin üretildiði koþullar ile gerçekleþtirildiði koþullar arasýndaki çeliþkiyi
yeðinleþtirir.
Belli bir artý-deðer oraný verilmiþ ise, kâr oraný, daima, yatýrýlan
sermayenin büyüklüðüne baðlý olacaktýr. Ne var ki, bu durumda birikim,
bu kitlenin tekrar sermayeye çevrilen kýsmý ile belirlenir. Bu kýsma ge-
lince, bu, kâr, eksi, kapitalistler tarafýndan tüketilen gelire eþit olduðu
için, yalnýz bu kitlenin deðerine deðil, ayný zamanda, kapitalistin bunun-
la satýn alabileceði metalarýn ucuzluðuna baðlýdýr; bu metalar, kýsmen
kapitalistin tüketimine geçen, onun kendi geliridir, kýsmen de onun de-
ðiþmeyen sermayesine giren metalardýr. (Ücretler burada veri olarak
kabul edilmiþtir.)
Ýþçinin harekete geçirdiði ve emeðiyle deðerini koruduðu ve ya-
rattýðý üründe yeniden-ürettiði sermaye kitlesi, iþçinin ürüne kattýðý de-

218 Karl Marks


Kapital III
ðerden [sayfa 217] tamamen farklýdýr. Sermaye kitlesi = 1.000 ve eklenen
emek = 100 ise, yeniden-üretilen sermaye = 1.100’dür. Eðer bu kitle =
100 ve eklenen emek = 20 ise, yeniden-üretilen sermaye = 120’dir.
Birinci durumda kâr oraný = %10, ikincisinde = %20’dir. Ve gene l00’den,
20’ye göre daha fazla birikim yapýlabilir. Ve böylece, sermaye nehri (üret-
kenliðin artýþý nedeniyle, sermayedeki deðer kaybý bir yana) ya da ser-
maye birikimi, kâr oraný ile orantýlý olarak deðil, zaten sahip bulunduðu
hýz ile orantýlý olarak akar. Bu da, yüksek bir artý-deðer oranýna baðlý bu-
lunduðuna göre, yüksek bir kâr oraný, emek fazla üretken olmadýðý hal-
de, ancak iþgünü çok uzun olduðu zaman mümkündür. Mümkündür,
çünkü, emeðin kendisi üretken olmamakla birlikte iþçilerin gereksin-
meleri de çok az, dolayýsýyla ortalama ücretler çok düþüktür. Düþük üc-
retler, iþçilerde enerji eksikliðine tekabül edecektir. Bu durumda sermaye,
kâr oraný yüksek olduðu halde yavaþ birikir. Nüfus durgundur ve ürünün
malolduðu çalýþma zamaný, iþçiye ödenen ücret düþük olmakla birlikte
uzundur.
Kâr oraný, iþçi daha az sömürüldüðü için deðil, genellikle, yatý-
rýlan sermayeye oranla daha az emek kullanýldýðý için düþmektedir.
Kâr oranýndaki düþme, gösterildiði gibi, kâr kitlesinde bir artma
ile birlikte görüldüðü için, yýllýk emek ürününün daha büyük kýsmý, ser-
maye kategorisi altýnda (tüketilmiþ bulunan sermayeyi yerine koymak
için) ve nispeten daha küçük bir kýsmý kâr kategorisi altýnda, kapitalist
tarafýndan ele geçirilmektedir. Ýþte, Papaz Chalmers’in,* yýllýk ürünün ne
kadar azý kapitalistlerce sermaye olarak harcanýrsa, cebe indirdikleri kâr
o kadar büyük olur, þeklindeki akýlalmaz düþüncesi buradan gelmekte-
dir. Bu durumda, artý-ürünün büyük bir kitlesinin sermaye olarak kulla-
nýlmasý yerine tüketilmesi konusunda, devlet kilisesi onlarýn yardýmýna
koþar. Rahip, neden ile sonucu birbirine karýþtýrmaktadýr. Üstelik, kâr
kitlesi, kâr oranýndaki küçülmeye karþýn, yatýrýlan sermaye ile birlikte
büyür. Ne var ki, bu ayný zamanda sermayede bir yoðunlaþmayý gerekti-
rir, çünkü böyle bir durumda üretim koþullarý, daha büyük ölçekte ser-
maye kullanýlmasýný zorunlu kýlar. Gene bu, sermayede bir yoðunlaþmayý,
yani küçük kapitalistlerin büyükler tarafýndan yutulmasýný, sermayeden
yoksun býrakýlmalarýný da gerektirir. Bu da gene, üretim koþullarým
uðraþýlarýnda kendi emekleri rol oynamaya devam ettiðinden ötürü bu
küçük kapitalistlerin dahil olmakta devam ettiði üreticilerden –ikinci güce
çýkararak– koparmaktan baþka bir þey deðildir. Bir kapitalistin emeði,
sermayenin büyüklüðü ile, yani kapitalist olma derecesiyle tamamen
ters orantýlýdýr. Üretim koþullarý bir yanda, üreticiler öte yanda olmak
üzere iþte bu ayýrma iþlemidir ki, sermaye kavramýna biçim verir. Bu,
ilkel birikimle baþlar (Buch, I, Kap. XXIV), sermaye birikimi ve

* Th. Chalrriers, On Political Economy in Connexion with the Moral State and Moral Prospects
of Society, Second edition, Glasgow 1832, s. 88. -Ed.

Karl Marks 219


Kapital III
merkezileþmesinde devamlý bir süreç olarak görünür ve ensonu, mev-
cut sermayelerin [sayfa 218] birkaç elde toplanmasý ve birçok kimsenin
sermayelerinden yoksun býrakýlmasý (mülksüzleþtirme þimdi bu hali
almýþtýr) þeklinde kendisini ifade eder. Bu süreç, eðer merkezcil olanýn
yanýsýra, sürekli olarak merkezden uzaklaþtýrýcý bir etkiye sahip ters yön-
Iü eðilimler bulunmasaydý, çok geçmeden kapitalist üretimi yýkýmla yü-
zyüze getirirdi.

II. ÜRETÝMÝN GENÝÞLEMESÝ ÝLE


ARTI-DEÐER ÜRETÝMÝ ARASINDAKÝ ÇATIÞMA

Emeðin toplumsal üretkenliðindeki geliþme, kendisini iki þekilde


ortaya koyar: birincisi, üretilmiþ bulunan üretici güçlerin büyüklüðü ile,
yeni üretimin yürütüldüðü üretim koþullarýnýn deðeri ve kitlesi ile, birikmiþ
bulunan üretken sermayenin mutlak büyüklüðü ile; ikincisi, toplam ser-
mayenin ücretlere yatýrýlan kýsmýnýn nispi küçüklüðü ile, yani belli bü-
yüklükte bir sermayenin yeniden-üretimi ve kendisini geniþletmesi, kitle
üretimi için gerekli canlý-emeðin nispi küçüklüðü ile. Bu, ayný zamanda,
sermayenin yoðunlaþmasý demektir.
Kullanýlan emek-gücü bakýmýndan, üretkenlikteki geliþme kendi-
sini gene iki þekilde ortaya koyar: Birincisi, artý-emeðin artmasý ile, yani
emek-gücünün yeniden-üretimi için gereken, gerekli emek-zamanýnda-
ki azalma ile. Ýkincisi, belli büyüklükte bir sermayenin harekete geçir-
mek üzere, genellikle kullanýlan emek-gücü miktarýnda (iþçi sayýsýnda)
azalma ile.
Bu iki hareket yalnýz elele gitmekle kalmaz, karþýlýklý olarak bir-
birlerini etkiler ve, ayný yasanýn kendisini ifade ettiði görüngülerdir. Ne
var ki, bunlar, kâr oranýný zýt yollarda etkilerler. Toplam kâr kitlesi top-
lam artý-deðer kitlesine eþittir, kâr oraný = a/S = artý-deðer/yatýrýlan toplam sermaye.
Bununla birlikte artý-deðer, toplam olarak, önce kendi oranýyla ve sonra,
bu oranda ayný anda kullanýlan emeðin kitlesiyle ya da ayný þey demek
olan, deðiþen sermayenin büyüklüðü ile belirlenir. Bu etmenlerden biri-
si, artý-deðer oraný büyür, diðeri, iþçi sayýsý (mutlak ya da nispi olarak)
düþer. Üretici güçlerdeki geliþme, kullanýlan emeðin karþýlýðý ödenen
kýsmýný azalttýðý kadar , artý-deðeri de, oranýný büyüttüðü için, artýrýr; ama,
belli bir sermaye tarafýndan çalýþtýrýlan toplam emek kitlesini azaltmasý
ölçüsünde, artý-deðer kitlesini elde etmek için, artý-deðer oranýnýn çar-
pýldýðý çarpaný küçültür. Her ikisi de günde 12 saat çalýþan iki iþçi, hava
ile yaþasalar, yani kendileri için hiç çalýþma zorunda bulunmasalar bile,
günde yalnýz 2 saat çalýþan 24 iþçinin ürettikleri kadar artý-deðer ürete-
mezler. Bu bakýmdan, demek ki, iþçi sayýsýndaki azalmanýn, sömürü
derecesini yoðunlaþtýrma yoluyla kapatýlmasý bazý aþýlamaz sýnýrlandýr-
malar ile karþý karþýya bulunuyor. Ýþte bu yüzden, kâr oranýndaki düþmeye
pekala karþý koyabilir, ama bunu büsbütün önleyemez.

220 Karl Marks


Kapital III
Kapitalist üretim tarzýnýn geliþmesiyle, bu nedenle, kâr kitlesi, kul-
lanýlan sermayenin büyüyen kitlesiyle birlikte arttýðý halde, kâr oraný [sayfa
219] düþer. Kâr oraný veri iken, sermayenin kitlesindeki mutlak büyüme,
mevcut büyüklüðüne baðlýdýr. Ama öte yandan, eðer bu büyüklük veri
ise, sermayedeki büyüme oraný, yani ondaki artýþ oraný, kâr oranýna bað-
lýdýr. Üretkenlikteki artýþ (bu ayrýca, yineliyoruz, daima mevcut sermaye-
deki deðer kaybý ile elele gider) mevcut sermayenin deðerini doðrudan
doðruya, ancak kâr oranýný yükseltmek suretiyle, yýllýk ürünün deðerinin
tekrar sermayeye çevrilen kýsmýný artýrarak büyütebilir. Emeðin üretken-
liðiyle ilgili olarak, bu, ancak (bu üretkenliðin, mevcut sermayenin deð-
eri ile doðrudan hiç bir iliþkisi bulunmadýðý için) nispi artý-deðeri
yükselterek ya da deðiþmeyen sermayenin deðerini azaltarak, ya emek-
gücünün yeniden-üretimine giren metalarý ya da deðiþmeyen sermaye-
nin öðelerini ucuzlatarak meydana gelebilir. Bunlarýn her ikisi de mevcut
sermayede deðer kaybýný gerektirir ve her ikisi de, deðiþen sermayede
deðiþmeyene oranla bir azalmayla elele gider. Her ikisi de, kâr oranýnda
bir düþmeye neden olur ve her ikisi de bunu yavaþlatýr. Üstelik, yükselen
bir kâr oraný, emeðe olan talebi artýracaðýna göre, bu, çalýþan nüfusu ve
böylece, sermayeyi sömürüsü ile gerçek sermaye haline getiren malze-
meyi artýrýcý yönde etki yapar.
Bununla birlikte, emeðin üretkenliðindeký geliþme, ayný deðiþim-
deðerini temsil eden ve maddi özü, yani sermayenin maddi öðelerini,
deðiþmeyen sermayeyi doðrudan doðruya, deðiþen sermayeyi en azýn-
dan dolaylý olarak oluþturan maddi nesneleri oluþturan kullaným-deðer-
lerinin kitlesini ve türlerini artýrmak suretiyle, mevcut sermayenin
deðerinin yükselmesine dolaylý biçimde katkýda bulunur. Ayný sermaye
ve ayný emekle, deðiþim-deðeri þu ya da bu olan ve sermayeye çevrile-
bilecek daha fazla ürün yaratýlmýþ olur. Bu ürünler, ek emeðin, dolayýsýy-
la da ek artý-emeðin emilmesine hizmet edebilirler ve bu yüzden ek
sermaye yaratýrlar. Bir sermayenin kumanda edebileceði emek miktarý,
onun deðerine baðlý olmayýp, deðerleri ne olursa olsun, hepsi biraraya
geldiðinde kendisini oluþturan, ham ve yardýmcý maddelerin kitlesine,
makineler ile sabit sermayenin öðelerine ve yaþam gereksinmelerine
baðlýdýr. Kullanýlan emek kitlesi ve dolayýsýyla artý-emeðin kitlesi büyü-
dükçe yeniden üretilen sermayenin deðeri ile buna yeni eklenen artý-
deðerde de bir büyüme olur.
Ne var ki, birikim sürecinin kapsamýna giren bu iki öðenin, Ricar-
do’nun yaptýðý gibi, yalnýzca yanyana, sükunet içersinde duran þeyler
gibi, görülmemesi gerekir. Bunlar, kendilerini çeliþkili eðilimler ile görün-
gülerde ortaya koyan çeliþkileri içerirler. Bu zýt güçler ayný zamanda bir-
birlerini zýt yönde etkilerler.
Toplam toplumsal ürünün sermaye olarak iþ gören kýsmýndaki
artýþtan kaynaklanan çalýþan nüfustaki fiili bir artýþýn itkileri yanýsýra, yal-
nýzca nispi bir aþýrý-nüfus yaratan öðeler de vardýr.

Karl Marks 221


Kapital III
Kâr oranýndaki düþmenin yanýsýra, sermayelerin kitlesi büyür ve
mevcut sermayede, bu düþüþü durduran ve sermaye-deðerlerin biriki-
mini [sayfa 220] hýzlandýran bir deðer kaybý da yanyana gider.
Üretkenlikteki geliþmenin yanýsýra, sermayenin bileþimi daha yük-
sek bir düzeye çýkar, yani deðiþen sermayenin deðiþmeyen sermayeye
olan oranýnda nispi bir artýþ olur.
Bu farklý etkiler, egemen bir biçimde, bir seferinde yer olarak
yanyana iþlerler ve bir baþka seferde zaman olarak birbirlerini izlerler.
Zaman zaman bu zýt etmenlerin çatýþmasý, bunalýmlarda açýða çýkar.
Bunalýmlar, daima, mevcut çeliþkilerin ancak geçici ve zora dayanan
çözümleridir. Bunlar, bir süre için bozulmuþ dengeyi tekrar kuran þiddetli
patlamalardýr.
Çeliþki, genel bir deyiþle, kapitalist üretim tarzýnýn, deðer ve bu
deðerin içerdiði artý-deðer hesaba katýlmaksýzýn, kapitalist üretimin yer
aldýðý toplumsal koþullar dikkate alýnmaksýzýn, üretici güçlerde mutlak
bir geliþmeye doðru bir eðilim taþýmasýndan ileri gelir; öte yandan ise,
bu üretim tarzýnýn amacý, mevcut sermayenin deðerini korumak ve ken-
disini geniþletmesini en üst sýnýra ulaþtýrmaktýr (yani, bu deðerin gitgide
artan bir hýzla büyümesini saðlamaktýr). Bu üretim tarzýnýn kendine özgü
niteliði, sermayenin mevcut deðerini, bu deðeri en yüksek noktaya ulaþtýr-
mada bir araç olarak kullanmasýdýr. Bu amaca ulaþmak için kullandýðý
yöntemler, kâr oranýnda düþmeyi, mevcut sermayenin deðer kaybýný ve
emeðin üretkenlik gücünü, zaten yaratýlmýþ bulunan üretici güçler aley-
hine geliþtirmektir.
Mevcut sermayenin devresel deðer kaybý –kar oranýndaki düþmeyi
durdurmak ve yeni sermaye oluþturma yoluyla sermaye-deðer birikimi-
ni hýzlandýrmak için, kapitalist üretim tarzýna özgü araçlardan birisi– ser-
mayenin dolaþýmý ve yeniden-üretim süreçlerinin yer aldýklarý belirli
koþullarý bozar ve bu yüzden, üretim sürecinde ani duraklamalara ve
bunalýmlara yolaçar.
Deðiþen sermayede deðiþmeyen sermayeye oranla meydana ge-
len ve üretici güçlerdeki geliþmeyle elele giden azalma, bir yandan süre-
kli bir yapay aþýrý-nüfus yaratýrken, çalýþan nüfusun büyümesini teþvik
eder. Düþen bir kâr oraný, kullaným-deðerlerinin birikimini daha da hýz-
landýrmak üzere, deðer olarak sermaye birikimini yavaþlatýrken, bu da
gene deðer olarak birikime yeni bir iti verir.
Kapitalist üretim, sürekli olarak, kendi niteliðinden gelen bu en-
gellerin üstesinden gelmeye çalýþýr, ama bunu ancak, bu engelleri tekrar
kendi yoluna ve hem de daha heybetli ölçekte koyarak becerir.
Kapitalist üretimin gerçek engeli sermeyenin kendisidir. Ýþte bu
sermaye ve onun kendisini geniþletmesidir ki, üretimin hem çýkýþ ve
hem de sonuç noktasý, hem itici gücü, hem amacý olarak görünür; üre-
tim yalnýz sermaye için üretimdir, ama bunun tersi doðru deðildir; üre-
tim araçlarý, sýrf, üreticiler toplumunun yaþama sürecinde, devamlý bir

222 Karl Marks


Kapital III
geliþmenin araçlarý deðillerdir, Sermayenin deðerinin, büyük üretici kit-
lelerin mülksüzleþtirilmelerine ve yoksullaþtýrýlmalarýna dayanan kendi-
sini koruma [sayfa 221] ve geniþletme sürecinin içersinde devam ettiði sýnýrlar
yalnýz baþýna hareket edebilirler; – bu sýnýrlar, sermaye tarafýndan kendi
amaçlarý için kullanýlan ve üretimin sýnýrsýz büyümesine, üretimin kendi-
sinin bir amaç haline gelmesine, emeðin toplumsal üretkenliðinin hiç
bir koþula baðlý olmadan geliþmesine doðru yolalan üretim yöntemleri
ile sürekli bir çatýþma haline girerler. Araçlar –toplumun üretici güçleri-
nin hiç bir koþula baðlý olmadan geliþmesi–, sýnýrlý bir amaçla, mevcut
sermayenin kendisini geniþletmesi amacý ile devamlý çatýþma içersine
girerler. Kapitalist üretim tarzý, bu nedenle, maddi üretim güçlerinin geliþ-
mesi ve uygun bir dünya piyasasý yaratýlmasýnýn tarihsel bir aracý olup,
ayný zamanda da, bu tarihsel görevi ile, buna uygun düþen kendi top-
lumsal üretim iliþkileri arasýnda sürekli bir çatýþmadýr.

III. SERMAYE FAZLASI VE NÜFUS FAZLASI

Kâr oranýnda bir düþme ile birlikte, emeðin üretken bir biçimde
kullanýlmasý için bireysel bir kapitaliste gerekli olan asgari sermayede
bir yükselme olur; burada gerekli olan, hem genellikle emeðin sömürül-
mesi ve hem de, tüketilen emek-zamanýnýn, metalarýn üretimi için gere-
kli emek-zamanýna yetecek kadar olmasý ve böylece, metalarýn üretimi
için gerekli ortalama toplumsal emek-zamanýný aþmamasýdýr. Bununla
birlikte yoðunlaþma artar, çünkü, belli sýnýrlarýn ötesinde, küçük bir kâr
oraný ile büyük bir sermaye, kâr oraný yüksek küçük bir sermayeden
daha hýzlý birikir. Belli yükseklikte bir noktadan sonra, bu artan yoðun-
laþmanýn kendisi de, kâr oranýnda yeni bir düþmeye yolaçar. Küçük, da-
ðýnýk sermaye kitleleri, böylece zorla, spekülasyon, kredi sahtekârlýklarý,
sermaye dolandýrýcýlýðý ve bunalýmlarla dolu maceralý bir yola itilmiþ
olurlar. Sermaye fazlalýðý denilen þey daima, aslýnda, kâr oranýndaki
düþmenin kâr kitlesi ile telafi edilmediði sermaye fazlalýðý –bu, yeni filiz-
lenen sermaye sürgünleri için daima doðrudur– ya da kendi baþýna iþ
görmeyen sermayeleri, büyük iþletmelerin yöneticilerinin emrine kredi
biçiminde veren sermaye fazlalýðý için geçerlidir. Bu sermaye fazlalýðý,
nispi bir aþýrý-nüfus yaratan ayný nedenlerden ileri gelir ve bu yüzden, zýt
kutuplarda bulunduklarý halde –kullanýlmayan sermaye bir kutupta, iþsiz
çalýþan nüfus öteki kutupta– nispi aþýrý-nüfusu tamamlayan bir olgudur.
Bireysel metalarýn deðil, sermayenin aþýrý-üretimi, bu nedenle –
sermayenin aþýrý-üretimi daima, metalarýn aþýrý-üretimini kapsamakla
birlikte– yalnýzca sermayenin aþýrý birikimidir. Bu aþýrý birikimin ne ol-
duðunu deðerlendirmek için (bunun daha yakýndan incelenmesi ileride
yapýlacaktýr) bunun yalnýzca mutlak olduðunu kabul etmek yeterli ola-
caktýr. Sermayenin aþýrý-üretimi ne zaman mutlak olur? Þu ya da bu veya
birkaç önemli üretim alanýný etkilemekle kalmayýp, tam kapsamýyla mut-

Karl Marks 223


Kapital III
lak olan ve dolayýsýyla bütün üretim alanlarýný içersine alan aþýrý-üretim
nedir? [sayfa 222]
Kapitalist üretimin amaçlarý için ek sermaye = 0 olur olmaz, mut-
lak bir aþýrý sermaye üretimi var demektir. Ne var ki, kapitalist üretimin
amacý, sermayenin kendisini geniþletmesi, yani artý-emeðin ele geçiril-
mesi, artý-deðer, kâr üretimidir. Bu nedenle sermaye, emekçi nüfusa
oranla, ne bu nüfus tarafýndan saðlanan mutlak emek-zamaný ve ne de
nispi artý emek-zamaný daha fazla artýrýlamayacak kadar (bu son du-
rum, emeðe olan talebin, ücretlerde bir yükselme eðilimi doðacak ka-
dar güçlü olduðu bir zamanda herhalde sözkonusu olamaz) büyür
büyümez; dolayýsýyla, artan sermayenin, ancak kendisinde meydana ge-
len büyümeden önceki kadar ya da hatta daha az artý-deðer ürettiði
noktada, mutlak bir aþýrý sermaye üretimi olacaktýr; yani artmýþ bulunan
sermaye S + ∆S, S sermayesinin ∆S kadar geniþlemeden önce ürettiðin-
den daha fazla kâr üretemez ya da hatta bundan daha az kâr üretebilir.
Her iki halde de, genel kâr oranýnda þiddetli ve ani bir düþme olabilir,
ama bu kez bu düþme, sermayenin bileþiminde, üretici güçlerdeki geliþ-
menin neden olduðu bir deðiþiklikten deðil, daha çok, (ücretler arttýðý
için) deðiþen sermayenin para-deðerinde bir yükselme ve buna karþýlýk
da artý-emeðin gerekli-emeðe oranýnda bir düþme olmasý nedeniyle mey-
dana gelen bir deðiþikliðin sonucu olabilir.
Gerçekte bu, sermayenin bir kýsmýnýn tamamen ya da kýsmen
atýl kalmasý (çünkü, bu sermayenin kendi deðerini geniþletmeden önce,
bir kýsým faal sermayeyi bir yana itmesi zorunludur) ve öteki kýsmýnýn,
hiç kullanýlmayan ya da kýsmen kullanýlan sermayenin baskýsý yüzün-
den daha düþük kâr oranýnda deðerler üretmesi biçiminde görülebilir.
Ek sermayenin bir kýsmýnýn, eski sermayenin yerini alýp almamasýnýn ve
bu sermayenin ek sermaye içinde bir yer almasýnýn bu bakýmdan bir
önemi yoktur. Biz, daima, eski sermaye toplamýný bir yanda, ek serma-
ye toplamýný ise öte yanda göreceðiz. Kâr oranýndaki düþme, bu durum-
da, kâr kitlesinde mutlak bir azalma ile birlikte meydana gelecektir,
çünkü, varsaydýðýmýz koþullar altýnda, kullanýlan emek-gücü kitlesi artýrý-
lýp artý-deðer oraný yükseltilemediði için artý-deðer kitlesi de artýrýlamaz.
Ve azalan kâr kitlesinin, artmýþ bulunan bir toplam sermaye üzerinden
hesaplanmasý gerekecektir. Ama kullanýlan sermayenin, eski kâr oraný
üzerinden kendini geniþletmeye devam ettiði ve þu halde kâr kitlesinin
ayný kaldýðý kabul edilse bile, bu kitlenin gene de, artan toplam sermaye
üzerinden hesaplanmasý gerekecektir, ki bu da gene kâr oranýnda bir
düþme demektir. 1.000’lik bir toplam sermaye, 100’lük bir kâr saðlar ve
1.500’e çýkartýldýktan sonra da hâlâ 100 kâr saðlarsa, bu ikinci durumda
1.000 ancak 662/3 saðlayabilir. Eski sermayenin kendisini geniþletmesi,
mutlak anlamda azaltýlmýþ demektir. 1.000’lik sermaye, yeni koþullar
altýnda, eskiden 6662/3’lük bir sermayenin getirdiði kârdan daha fazla bir
kâr saðlayamaz.

224 Karl Marks


Kapital III
Böyle olmakla birlikte, açýktýr ki, eski sermayenin bu fiili deðer
kaybý bir savaþým olmaksýzýn meydana gelemez ve ∆S ek sermayesi de,
bir [sayfa 223] savaþým olmaksýzýn sermaye iþlevlerini yüklenemez. Kâr ora-
ný, rekabetin etkisi altýnda, aþýrý sermaye üretimi nedeniyle düþmektedir.
Daha çok bunun tersi olabilir; düþen kâr oraný nedeniyle rekabet savaþýmý
baþlar ve sermayenin aþýrý-üretimi de ayný koþullardan doðar. ∆S’nin
iþlevlerine devam eden eski kapitalistlerin ellerindeki parçasý, kendi ilk
sermayelerinin deðer kaybýna uðramasýný engellemek ve üretim ala-
nýndaki yerini daraltmamak için, azçok atýl durumda býrakýlýr. Ya da on-
lar, bunu, ek sermayeyi atýl tutma gereksinmesini yeni gelenlere ve ge-
nellikle rakiplerinin omuzlarýna yüklemek için, geçici bir kayýp pahasýna
da olsa kullanýrlar.
DS’nin, yeni ellerde bulunan parçasý, kendisi için, eski sermaye-
nin aleyhine bir yer edinmeye çalýþabilir ve bunu da, eski sermayenin bir
kýsmýný atýl kalmaya zorlayarak kýsmen becerebilir. Eski sermayeyi, eski
yerini býrakmaya ve kullanýlmayan ek sermayeye bütünüyle ya da kýs-
men katýlmaya zorlayabilir.
Eski sermayenin bir kýsmý, her türlü koþul altýnda kullanýlmadan
kalmak zorundadýr; sermaye olarak faaliyet gösterdiði ve bu yönüyle
deðer ürettiði sürece, kendine özgü sermaye niteliðine son verir. Serma-
yenin hangi kýsmýnýn özellikle etkileneceðini rekabet savaþýmý belirleye-
cektir. Ýþler yolunda gittiði sürece, rekabet, genel kâr oranýnýn eþitlenmesi
halinde gördüðümüz gibi, kapitalist sýnýf arasýnda bir kardeþlik havasý
estirir ve böylece herbiri, ortak yaðmadan kendi yatýrýmý oranýnda pay
alýr. Ama sorun, kârýn deðil zararýn paylaþýlmasý halini alýr almaz, herkes
kendi payýna düþen zararý en aza indirme ve bunu bir baþkasýnýn sýrtýna
yükleme çabasýna düþer. Kapitalist sýnýf için, kayba uðramak kaçýnýl-
mazdýr. Her kapitalistin, bu zararýn ne kadarýný yüklenmek zorunda kala-
caðý, yani bunu ne ölçüde paylaþmak durumunda kalacaðý, göstereceði
güce ve kurnazlýða baðlýdýr ve o zaman rekabet, düþman kardeþler arasýn-
da bir savaþa dönüþür. Her bireysel kapitalistin çýkarlarý ile bütünüyle
kapitalist sýnýfýn çýkarlarý arasýndaki uzlaþmazlýk, týpký daha önce, arala-
rýndaki çýkar özdeþliðinin pratikte rekabet yoluyla ortaya çýkmasý gibi,
suyüzüne çýkar.
Peki, bu çatýþma nasýl çözümlenir ve kapitalist üretimin “saðlýklý”
iþlemesine uygun koþullar nasýl kurulur? Bu çözümün biçimi, çözümü
tartýþýlan zýtlýðýn daha ortaya çýkýþýnda belirmiþ durumdadýr. Çözüm, ek
sermaye ∆S’nin tüm deðeri tutarýnda ya da en azýndan bir kýsmý tutarýn-
da bir sermayenin çekilmesini ve hatta kýsmen yok olmasýný gerektirir.
Bu çatýþma açýklanýrken gösterildiði gibi, uðranýlan kayýp hiç bir zaman
bireysel kapitalistler arasýnda eþit olarak daðýlmayýp, bu daðýlým daha
çok rekabet savaþýmý ile belirlenir ve sahip olunan özel avantajlar ya da
daha önce elde olunan konumlara baðlý olarak çok farklý oranlarda
bölünmüþ olur, böylece, bir sermaye kullanýlmaz durumda býrakýlýr, dið-

Karl Marks 225


Kapital III
eri yok olur ve bir üçüncüsü nispeten az bir kayýpla kurtulur ya da geçici
deðer kaybýna uðrar, vb. [sayfa 224]
Ama asýl denge, her ne olursa olsun, þu ya da bu miktarda ser-
mayenin çekilmesi ya da hatta yokolmasý ile ancak kurulabilir. Bu hal,
kýsmen, sermayenin maddi varlýðýna kadar uzanabilir, yani bir kýsým
üretim aracý, sabit ve döner sermaye, çalýþamaz, sermaye olarak iþ gö-
remez duruma düþer; iþlemekte olan kuruluþlardan bazýlarý iþlerini dur-
dururlar. Bu bakýmdan, zaman, bütün üretim araçlarýna (toprak hariç)
saldýrýr ve bunlarý bozarsa da, iþlerin durmasý, gerçekte üretim araçlarý
için çok daha büyük zararlara yolaçar. Bununla birlikte, bu durumda asýl
önemli olan, bu üretim araçlarýnýn üretim aracý olarak iþlevlerini yerine
getirememeleri, bu iþlevin kýsa ya da uzun bir dönem için kesintiye uð-
ramýþ olmasýdýr.
Ama asýl zarar en þiddetli nitelikte olaný, sermaye ile ilgili olarak
meydana gelir, ve bu sermaye, deðer niteliðini taþýdýðý ölçüde, bu kayýp
sermayelerin deðerleri bakýmýndan meydana gelmiþ demektir. Sermay-
enin deðerinin yalnýzca gelecekteki artý-deðerden, pay talebi biçiminde-
ki kýsmý, yani aslýnda, çeþitli þekillerdeki üretimden bono biçiminde kâr
talebi, hesaplandýklarý gelirlerdeki düþme nedeniyle hemen deðer kay-
býna uðrar. Altýn ve gümüþün bir kýsmý atýl kalýr, yani sermaye olarak
iþlev yapmazlar. Piyasadaki metalarýn bir kýsmý, dolaþým ve yeniden-
üretim süreçlerini, ancak, fiyatlarýnda büyük düþme olmasý yoluyla, do-
layýsýyla, temsil ettikleri sermayede deðer kaybýyla tamamlayabilirler.
Sabit sermaye öðeleri, gene ayný þekilde, þu ya da bu ölçüde deðer kay-
býna uðrarlar. Þunu da eklemek gerekir ki, belirli ve önceden saptanan
fiyat iliþkileri, yeniden-üretim sürecini yönettiði için, bu süreç, fiyatlarda-
ki genel düþmeyle kesintiye uðrar ve karýþýklýk içersine düþer. Bu karýþýklýk
ve durgunluk, paranýn, geliþmesi sermayedeki geliþmeye baðlý bulunan
ve önceden belirlenen fiyat iliþkilerine dayanan ödeme aracý iþlevini
felce uðratýr. Belirli tarihlerde vadeleri dolan ödemeler zinciri, yüzlerce
yerinden kopar. Karýþýklýk, sermaye ile birlikte geliþen kredi sisteminde-
ki çökmeyle daha da büyür ve, þiddetli, aðýr bunalýmlara, ani ve zoraki
deðer kayýplarýna, yeniden-üretim sürecinde fiili durgunluklara ve kesin-
tilere ve böylece de yeniden-üretimde gerçek bir düþmeye yolaçarlar.
Ne var ki, daha baþka güçler de bu arada iþlemeye baþlayabilirler.
Üretimdeki durgunluk, iþçi sýnýfýnýn bir kýsmýný iþsiz býrakýr ve böylece
çalýþan kýsmýný, ücretlerin ortalamanýn altýna düþmesine boyun eðecek
bir duruma sokar. Bunun sermaye üzerindeki etkisi, týpký, ortalama ücret-
lerde nispi ya da mutlak artý-deðerde bir artma olduðu zaman yaptýðý et-
ki gibidir. Gönenç, iþçiler arasýnda daha fazla evliliklere yolaçar ve ço-
cuk ölümlerini azaltýr. Bu, nüfusta gerçek bir artýþ anlamýna gelirse de,
fiilen çalýþan iþçi nüfusunda bir artýþ demek deðildir. Ama emekçinin
sermaye ile olan iliþkisini, fiilen çalýþan iþçilerin sayýsýnýn artmasý halinde
olduðu gibi etkiler. Öte yandan, fiyatlardaki düþme ve rekabet savaþýmý,

226 Karl Marks


Kapital III
her kapitalisti, toplam ürününün bireysel deðerini, yeni makineler, yeni
ve ileri çalýþma yöntemleri, yeni tertipler kullanarak genel deðerinin altý-
na düþürmeye, yani belli bir miktar emeðin üretkenliðini artýrmaya, [sayfa
225] deðiþen sermayenin deðiþmeyen sermayeye oranýný düþürmeye ve
böylece bazý iþçilere yol vermeye, kýsacasý, yapay bir aþýrý-nüfus yarat-
maya itebilir. Ensonu, deðiþmeyen sermaye öðelerinin deðer kaybý, biz-
zat kâr oranýnýn yükselmesine yolaçabilir. Kullanýlan deðiþmeyen ser-
mayenin kitlesi, deðiþene oranla yükselmiþ olabilir, ama deðeri düþebilir.
Böylece üretimde meydana gelen durgunluk –kapitalist sýnýrlar içersin-
de– gene üretimde daha sonraki bir geniþlemeyi hazýrlamýþ olabilir.
Ve böylece, devre yeni baþtan baþlamýþ olur. Sermayenin, iþlevsel
durgunlaþma sonucu deðer kaybýna uðrayan kýsmý, eski deðerini tekrar
kazanabilir. Bundan sonra, ayný kýsýr döngü, geniþlemiþ üretim koþullarý
altýnda, geniþlemiþ bir piyasa ve artmýþ üretici güçlerle bir kez daha
çizilmiþ olur.
Ne var ki, varsaydýðýmýz en aþýrý koþullar altýnda bile, sermayenin
bu mutlak aþýrý-üretimi, mutlak bir aþýrý-üretim deðildir, üretim araçla-
rýnýn mutlak bir aþýrý-üretimi deðildir. Bu ancak, üretim araçlarýnýn ser-
maye olarak iþ görmesi ve dolayýsýyla, bir deðer geniþlemesini içermesi,
artan kitleye oranla ek bir deðer üretmesi ölçüsünde, üretim araçlarýnýn
aþýrý-üretimi olur. Gene de bu, bir aþýrý-üretim olabilir, çünkü, sermaye,
emeði, kapitalist üretim sürecinin “saðlýklý” ve “normal” geliþmesinin
gerektirdiði derecede, hiç deðilse, kâr kitlesini kullanýlmakta olan ser-
mayenin büyüyen kitlesiyle birlikte artýran bir derecede, bu nedenle de,
kâr oranýnýn, sermayenin büyümesi ölçüsünde ya da hatta bu büyüme-
den daha hýzlý düþmesini önleyecek bir derecede sömürebilecek du-
rumda olmayabilir.
Aþýrý sermaye üretimi, hiç bir zaman, sermaye olarak, yani eme-
ðin belli bir derecede sömürülmesine hizmet edebilecek üretim araçla-
rýnýn –emek araçlarý ile yaþam gereksinmelerinin– aþýrý-üretiminden fazla
bir þey deðildir; ne var ki, sömürü yoðunluðunun belli bir noktanýn altýna
düþmesi, kapitalist üretim sürecinde rahatsýzlýklara, kesintilere yolaçar,
bunalýmlar ve sermaye tahripleri görülür. Bu aþýrý sermaye üretiminin,
azçok önemli miktarda nispi aþýrý-nüfusla birlikte görülmesi bir çeliþki
deðildir. Emeðin üretkenliðini artýran, üretilen metalar kitlesini büyüten,
piyasalarý geniþleten, hem kitlesi ve hem de deðeri bakýmýndan serma-
ye birikmesini hýzlandýran ve kâr oranýný düþüren bu ayný koþullar, ken-
dilerinin ancak istihdam edilebilecekleri sömürü derecesinin düþük ol-
malarý yüzünden ya da en azýndan belli bir sömürü derecesinde
saðlayacaklarý kâr oranýnýn düþük olmasý nedeniyle, artý-sermaye tarafýn-
dan istihdam edilmeyen, nispi bir aþýrý-nüfus, aþýrý bir emekçiler nüfusu
ya-ratmýþlardýr ve yaratmaya da devam etmektedirler.
Sermaye eðer dýþarýya gönderiliyorsa, bu, mutlaka içerde kulla-
nýlmadýðý için deðil, dýþ bir ülkede daha yüksek bir kâr oraný ile kullaný-

Karl Marks 227


Kapital III
labildiði içindir. Ama böyle bir sermaye, çalýþmakta olan iþçi nüfusu için
ve genellikle sermayeyi gönderen ülke için, mutlak fazla sermayedir.
Böyle bir sermaye, nispi aþýrý-nüfus ile yanyana bulunur ve bu durum,
her ikisinin [sayfa 226] de yanyana nasýl bulunduklarýný ve karþýlýklý olarak
birbirlerini nasýl etkilediklerini gösteren bir örnektir.
Öte yandan, kâr oranýnda, birikimle baðlý olarak görülen bir
düþme, zorunlu olarak bir rekabet savaþýmýna yolaçar. Kâr oranýnda bir
düþmenin, kâr kitlesinde bir yükselme ile telafi edilmesi, ancak, toplam
toplumsal sermaye için, büyük ve iyice yerleþmiþ kapitalistler için geçer-
lidir. Baðýmsýz çalýþan yeni ek bir sermaye, böyle bir telafi koþulundan
yararlanamaz. Bu koþullarý henüz elde etme durumundadýr ve bu yüz-
den kâr oranýnda bir düþme, kapitalistler arasýnda bir rekabet savaþýmýna
yolaçar, yoksa bunun tersi olmaz. Hiç kuþkusuz, rekabet savaþýmýyla
birlikte, ücretlerde geçici bir yükselme ve dolayýsýyla kâr oranýnda geçi-
ci, ama daha fazla bir düþme olacaktýr. Aþýrý bir meta üretiminde piyasa-
larýn fazla malla dolmasýnda da ayný þey görülür. Sermayenin amacý,
belli gereksinmeleri karþýlamak olmayýp, kâr üretme olduðu ve bu ama-
cý, üretimin ölçeðini üretimin kitlesine uyduracak yerde, bunun tersini
saðlayan yöntemlerle gerçekleþtirdiði için, kapitalizm altýnda sýnýrlý boyut-
larda tüketim ile, durmadan bu kendisine özgü engeli aþmaya çalýþan
üretim arasýnda sürekli bir gedik olmasý zorunludur. Üstelik, sermaye,
metalar oluþtuðu için, aþýrý sermaye üretimi, aþýrý meta üretimi demek-
tir. Aþýrý meta üretimini yadsýyýp da aþýrý sermaye üretimini kabul eden
iktisatçýlarýn garip hali iþte buradan gelir. Genel bir aþýrý- üretim bulun-
madýðýný, ancak daha çok, çeþitli üretim kollarýnda bir orantýsýzlýk ol-
duðunu söylemek, toplam üretimin birbirlerine olan baðýmlýlýðý, üretim
öðeleri üzerinde kendisini, bunlarýn ortak akýllarý tarafýndan kavranarak
ve böylece denetim altýnda tutularak, üretken süreci kendi ortak dene-
timleri altýna sokan bir yasa olarak deðil de kör bir yasa olarak kabul
ettirdiði için kapitalist üretimde tek tek üretim kollarýnýn orantýlýlýðýnýn,
sürekli bir süreç olarak orantýsýzlýktan ileri geldiðini söylemekle ayný þeydir.
Bu, ayrýca, kapitalist üretimin geliþmediði ülkelerin kapitalist üretimde
bulunan ülkelere uyacak oranlarda tüketimde ve üretimde bulunmalarý
gerektiðini istemeye varýr. Aþýrý-üretimin ancak nispi olduðu söylenecek
olursa, bu tamamen doðrudur, ama tüm kapitalist üretim tarzý, sýnýrlarý
mutlak olmayan nispi bir üretim tarzýdýr. Ve bunlar, ancak, bu tarz için,
yani onun dayandýðý temel üzerinde mutlaktýr. Böyle olmasaydý, halk
kitlelerinin eksikliðini çektiði ayný metalar için, nasýl olur da talep yeter-
sizliði olurdu? Ve içerde emekçilere ortalama miktarda yaþam gereksin-
melerini ödeyebilmek için, bu talebin dýþardan, yabancý piyasalardan
aranmasý nasýl mümkün olurdu? Bunun mümkün olabilmesinin tek ne-
deni, bu özgül kapitalist iliþkiler içersinde, artý-ürünün, ona sahip olanýn,
bunu kendisi için tekrar sermayeye çevirmeden önce, tüketime suna-
mayacaðý bir biçime bürünmesidir. Ve ensonu, kapitalistlerin, kendileri-

228 Karl Marks


Kapital III
ne ait metalarý yalnýz kendi aralarýnda deðiþtirmek ve tüketmek duru-
munda olduklarý söylenecek olursa, kapitalist üretim tarzýnýn tüm nite-
liði gözden kaçýrýlmýþ olur; ve ayrýca, sözkonusu sermayenin tüketilmesi
deðil, deðerinin geniþletilmesi olgusu olduðu da unutulmuþ olur. [sayfa 227]
Kýsacasý, apaçýk aþýrý-üretim olayýna karþý öne sürülen bütün itirazlar
(oysa bu olgu, bu itirazlara aldýrýþ bile etmemektedir), kapitalist üreti-
min engellerinin, genel olarak üretimin engelleri olmadýðý ve bu neden-
le, bu, özgül, kapitalist üretim tarzýnýn engelleri bulunmadýðý tartýþmasýna
gelir dayanýr. Oysa, kapitalist üretim tarzýnýn çeliþkisi, sermayenin içer-
sinde hareket ettiði ve tek baþýna hareket edebildiði, özgül üretim koþul-
larý ile sürekli çatýþma içersine giren, üretici güçleri mutlak bir biçimde
geliþtirmeye doðru bir eðilim taþýmasýndan doðar.
Mevcut nüfusa oranla, çok fazla yaþam gereksinmesi üretilme-
miþtir. Tam tersine. Büyük kitlelerin gereksinmelerinin doðru dürüst ve
insanca karþýlanmasý için pek az üretim yapýlmýþtýr.
Nüfusun, çalýþabilir durumda olan kýsmýnýn istihdamý için, çok
fazla üretim aracý üretilmemiþtir. Tam tersine. Önce, üretken nüfusun
çok büyük bir kýsmý, gerçekten çalýþabilir durumda deðildir ve içersinde
bulunduklarý koþullarýn zoruyla, baþkalarýnýn emeðinin sömürüsüne ya
da, ancak sefil bir üretim tarzý altýnda kendisine emek denilebilecek bir
iþe baðýmlý hale getirilmiþtir. Sonra, tüm çalýþabilir durumda olan nü-
fusun, en üretken koþullar altýnda çalýþtýrýlmasýný saðlayacak ve böylece
bunlarýn çalýþma sürelerini, iþ-saatleri boyunca kullanýlan deðiþmeyen
sermayenin kitlesi ve yeterliliði yoluyla kýsaltabilecek miktarda üretim
aracý üretilmemektedir,
Öte yandan, emekçilerin belli bir kâr oraný üzerinden sömürül-
melerini saðlayan araçlar olarak kullanýlmak üzere, zaman zaman ge-
reðinden fazla emek aracý ve yaþam gereksinmesi üretilir. Ýçerdikleri
deðeri ve artý-deðeri, kapitalist üretime özgü bölüþüm ve tüketim koþullarý
altýnda gerçekleþtirebilmek ve yeni sermayeye çevirebilmek, yani bu
süreci durmadan yinelenen patlamalara meydan vermeksizin sürdüre-
bilmek için gereðinden fazla meta üretilir. Fazla zenginlik üretilmez.
Ama, zaman zaman, kendi kapitalist ve kendi kendisiyle çeliþen biçim-
leri içersinde çok fazla servet üretilir.
Kapitalist üretim tarzýnýn sýnýrlarý, suyüzüne çýkmýþtýr:
1) Emeðin üretkenliðindeki geliþme, kâr oranýndaki düþmeden,
belli noktalarda bu geliþme ile uzlaþmaz bir çeliþki içersine giren ve
bunalýmlar ile sürekli yenilmesi gereken bir yasa yaratýr;
2) Üretimin geniþlemesi ya da daralmasý, karþýlýðý ödenmeyen
emeðe elkonulmasý ve bu karþýlýðý ödenmeyen emeðin genel olarak
maddeleþen emeðe oraný ile, ya da, kapitalistlerin diliyle; kâr ve bu kâ-
rýn kullanýlan sermayeye oraný ile, dolayýsýyla, üretimde toplumsal gere-
ksinmeler, yani toplumsal olarak geliþmiþ insanoðlunun gereksinmeleri
arasýndaki baðýntýdan çok, belirli bir kâr oraný ile belirlenmektedir. Ýþte

Karl Marks 229


Kapital III
bu nedenle, kapitalist üretim tarzý, üretimin belirli geniþleme aþamasýnda
engellerle karþýlaþýr ve baþka bir öncülden hareket edildiðinde, tersine,
tamamen yetersiz görülebilir. Bu üretim tarzý, gereksinmelerin karþýlandýðý
noktada [sayfa 228] deðil, kâr üretiminin ve bu kârýn gerçekleþtirilmesinin
saptadýðý bir noktada duraðan hale gelmektedir.
Kâr oraný düþtüðünde, bir yandan, bireysel kapitalistlerin, geliþmiþ
yöntemler vb. ile, kendi metalarýnýn deðerini, toplumsal ortalamanýn
altýna düþürebilmelerini ve böylece, o günkü piyasa-fiyatlarýnda fazladan
bir kâr gerçekleþtirebilmelerini saðlamak için, sermaye gayrete gelir.
Öte yandan, hepsi de, genel ortalamadan baðýmsýz ve bu ortalamayý
aþan fazladan bir kâr koparma amacýna dayalý yeni üretim yöntemleri,
yeni sermaye yatýrýmlarý, yeni serüvenler ile, gözü dönmüþçesine giri-
þimler yoluyla, bir kapkaççýlýk ve bu kapkaççýlýðý yaygýn hale getiren ve
isteklendiren bir ortam belirir.
Kâr oraný, yani sermayedeki nispi artýþ, her þeyden çok, kendileri-
ne baðýmsýz bir yer bulmaya çalýþan bütün yeni sermaye sürgünleri için
önemlidir. Ve sermaye oluþumu, düþen kâr oranýnýn, kâr kitlesi ile telafi
edildiði birkaç büyük yerleþmiþ sermayenin eline düþmesi halinde, üre-
timin yaþam alevi bütünüyle sönebilir. Yokolup gider. Kâr oraný, kapita-
list üretimin itici gücüdür. Nesneler , ancak, bir kâr ile üretilebildikleri
sürece üretilir. Ýngiliz iktisatçýlarýnýn, kâr oranýndaki düþme ile ilgilenme-
lerinin nedeni iþte budur. Böyle bir olasýlýðýn bile Ricardo’yu kaygýlandýr-
masý olgusu, onun, kapitalist üretimin koþullarýný ne denli derinden
kavradýðýný gösterir. Ona karþý yapýlan itiraz, “insanlarý” hiç önemseme-
diði, insan ve sermaye-deðer olarak neye malolursa olsun, bütün dikka-
tini sýrf üretici güçlerdeki geliþmeye çevirdiði itirazlarý, asýl onunla ilgili
önemli þeylerdir. Toplumsal emeðin üretici güçlerindeki geliþme, ser-
mayenin tarihsel iþlevi ve varoluþ nedenidir. Ýþte bu þekildedir ki, o,
farkýnda olmadan, daha yüksek bir üretim tarzýnýn maddi gereksinme-
lerini yaratýr. Ricardo’yu kaygýlandýran þey, kâr oranýnýn, kapitalist üreti-
min isteklendirici ilkesinin, birikimin temel öncülü ve itici gücünün,
üretimin kendisindeki geliþmeyle tehlikeye düþmesi olgusudur Ve bura-
da nicel orantý her þey demektir. Aslýnda, bunun ardýnda, onun ancak
bulanýk bir þekilde farkýna vardýðý daha derin bir þey vardýr. Burada, o,
sýrf ekonomik bir biçimde yüzeye çýkýyor –yani burjuva bakýþ açýsýndan,
kapitalist anlayýþýn sýnýrlarý içersinde, kapitalist üretimin kendi açýsýn-
dan– bu üretim tarzýnýn kendi engelleri bulunduðu, nispi olduðu, mutlak
olmayýp, ancak, üretimin maddi gereksinmelerinin geliþmesinde, belirli
bir sýnýrlý döneme tekabül eden tarihsel bir üretim tarzý olduðu ortaya
çýkýyor.

IV. TAMAMLAYICI DÜÞÜNCELER

Emeðin üretkenliðindeki geliþme, çeþitli üretim kollarýnda çok

230 Karl Marks


Kapital III
orantýsýz bir biçimde olduðu ve bu geliþme yalnýz derece bakýmýndan
orantýsýz olmayýp, çoðu kez zýt yönlerde de olduðu için, buradan ortala-
ma kâr (= artý-deðer) kitlesinin, üretkenliðin en ileri üretim kollarýnda
gösterdiði [sayfa 229] geliþmeden sonra, doðal olarak umulan düzeyin önemli
ölçüde altýnda bulunmak zorunda kalacaðý sonucu çýkar. Üretkenliðin
farklý üretim kollarýnda çok farklý oranlarda ve hatta çoðu kez zýt yönler-
de geliþmesi olgusu, sadece rekabet kargaþasýndan ve burjuva üretim
tarzýnýn özelliðinden ileri gelmez. Emeðin üretkenliði, ayrýca, üretkenlik
büyürken –bunun toplumsal koþullara baðlý olmasý ölçüsünde– çoðu
kez daha az üretken hale gelen doðal koþullar ile de baðýmlý durumda-
dýr. Böylece, bu farklý alanlardaki zýt hareketler, bir yerde ilerlerken bir
baþka yerde geriler. Örneðin, muazzam hammadde kitlelerinin kendisi-
ne baðlý bulunduðu mevsimlerin etkilerini, ormanlarýn, kömür ve demir
madenlerinin, vb. tükenmelerini düþününüz.
Deðiþmeyen sermayenin, hammaddeler, vb. gibi, döner kýsmý,
emeðin üretkenliðine oranla kendi kitlesini sürekli biçimde artýrdýðý hal-
de, binalar, makineler, aydýnlatma ve ýsýtma araçlarý, vb. gibi sabit ser-
maye konusunda durum böyle deðildir. Bir makine, maddi kitlesinin
büyümesi ölçüsünde mutlak olarak daha pahalýlaþýrsa da, nispi olarak
ucuzlar. Eðer beþ iþçi, bir metaýn eskisinin on katýný üretecek olsa, bu
durum, sabit sermaye yatýrýmýný on kat artýrmaz; deðiþmeyen sermaye-
nin bu kýsmýnýn deðeri, üretkenlikteki geliþmeyle birlikte büyüdüðü hal-
de, hiç bir zaman bu büyüme ayný oranda olmaz. Deðiþmeyen sermaye-
nin deðiþen sermayeye oranýndaki farka, kâr oranýndaki düþmede ifade
edildiði biçimde ve gene ayný orandaki farka, emeðin üretkenliðindeki
geliþmeyle birlikte, bireysel meta ve bu metaýn fiyatýyla iliþkisi bakýmýn-
dan ifade edildiði biçimiyle sýk sýk iþaret etmiþ bulunuyoruz.
[Bir metaýn deðeri, kendisinde maddeleþmiþ bulunan geçmiþ ve
canlý emeðin toplam emek-zaman ile belirlenir. Emeðin üretkenliðinin
yükselmesi, canlý emeðin payý azaldýðý halde geçmiþ emeðin payýnýn
artmasý ve bunun, bu metada maddeleþen toplam emek miktarýnýn
azalmasý þeklinde, yani canlý emekteki azalmanýn, geçmiþ emekteki
artmadan daha fazla olmasý þeklinde gerçekleþmesinden baþka bir þey
deðildir. Bir metaýn deðerinde bulunan geçmiþ emek –sermayenin
deðiþmeyen kýsmý– bu metaýn ham ve yardýmcý madde olarak bütünüy-
le tükettiði deðiþmeyen sermayenin, kýsmen aþýnan ve yýpranan sabit ve
kýsmen de döner parçalarýndan oluþur. Deðerin, ham ve yardýmcý mad-
delerden gelen kýsmýnýn, emeðin üretkenliðindeki artýþla birlikte azal-
masý gerekir, çünkü, bu maddeler bakýmýndan üretkenlik, kendisini,
tamamen, bunlarýn deðerinde yarattýðý azalmayla ifade eder. Öte yan-
dan, deðiþmeyen sermayenin sabit kýsmýnýn, büyük ölçüde çoðalmasý
ve bununla birlikte, deðerinin aþýnma ve yýpranma yoluyla metalara ak-
tarýlan kýsmýnýn büyümesi, emek üretkenliðindeki yükselmenin en ka-
rakteristik yanýdýr. Yeni bir üretim yönteminin, üretkenlikte gerçek bir

Karl Marks 231


Kapital III
artýþý temsil etmesi için, bu yöntemle, metaýn her birimine, sabit serma-
yeden aþýnma ve yýpranma þeklinde aktarýlan ek deðer kýsmýnýn, canlý
emekten saðlanan tasarrufla metaýn deðerinden eksilen bir kýsýmdan
küçük olmasý gerekir; [sayfa 230] kýsacasý, bu yöntemin, metaýn deðerini
düþürmesi gerekir. Bazý durumlarda olduðu gibi, metaýn deðerine, sabit
sermayenin aþýnma ve yýpranmasý karþýlýðý giren ek deðerin üzerinde,
daha fazla ya da pahalý ham ve yardýmcý madde kullanýlmasý nedeniyle
bir ek deðer girse bile, yöntemin gene de bu sonucu saðlamasý gerektiði
açýktýr. Deðere yapýlan bütün eklerin, metaýn deðerinde, canlý emekteki
azalmadan gelen düþmeyi telafi edecek miktardan daha büyük olmasý
gerekir.
Bir metaya giren toplam emek miktarýndaki bu azalma, bu ne-
denle, üretim hangi toplumsal koþullar altýnda yapýlýrsa yapýlsýn, emeðin
üretkenliðindeki artýþýn temel bir ölçütü olarak görünmektedir. Emeðin
üretkenliði gerçekten de, üreticilerin üretimlerini önceden yapýlmýþ bir
plana göre düzenledikleri bir toplumda ya da hatta basit meta üretimin-
de bile her zaman bu ölçüt ile ölçülmelidir. Ama, kapitalist üretimde
acaba durum nasýldýr?
Diyelim, belli bir kapitalist sanayi kolu, bir metaýn normal bir biri-
mini aþaðýdaki koþullar altýnda üretmektedir: Sabit sermayenin aþýnýp
yýpranmasý, parça baþýna ½ þilin tutmaktadýr; bu ürüne, parça baþýna
17½ þilin ham ve yardýmcý madde girmekte, ücretler 2 þilin ve %100 artý-
deðer oraný üzerinden artý-deðer 2 þilin tutmaktadýr. Toplam deðer = 22
þilin etmektedir. Kolaylýk olsun diye, bu üretim kolundaki sermayenin
ortalama toplumsal sermaye bileþiminde olduðunu, böylece metaýn üre-
tim-fiyatýnýn deðeri ile, ve kapitalistin kârýnýn, yaratýlan artý-deðerle özdeþ
olduðunu kabul ediyoruz. Bu duruma göre, metaýn maliyet-fiyatý = ½ +
17½ + 2 = 20 þilin, ortalama kâr oraný 2/20 = %10, metaýn parça baþýna
üretim-fiyatý, deðeri gibi = 22 þilin olur.
Metaýn her parçasý için gerekli canlý emeði yarýyarýya azaltan, ama
deðerinin, sabit sermayenin aþýnýp yýpranmasýný temsil eden kýsmýný üç
katýna çýkartan bir makine bulunduðunu varsayalým. Bu durumda hesap
þöyle olur: Aþýnýp yýpranma = 1½ þilin, ham ve yardýmcý maddeler, ön-
ceki gibi 17½ þilin, ücretler 1 þilin, artý-deðer 1 þilin, toplam 21 þilin. Meta
þimdi deðer olarak 1 þilin düþmüþtür; yani makine, kuþkusuz, emeðin
üretkenliðini artýrmýþtýr. Ama kapitalist, durumu þöyle görür: þimdi mali-
yet-fiyatý, aþýnma için 1½ þilin, ham ve yardýmcý maddeler için 17½ þilin,
ücretler için 1 þilin, toplam, önceki gibi 20 þilin. Kâr oranýný yeni makine
hemen deðiþtirdiðine göre, maliyet-fiyatý üzerinden %10, yani 2 þilin elde
edecektir. Üretim-fiyatý, demek ki, deðiþmeden = 22 þilin olarak kala-
cak, ama deðerinin 1 þilin üzerinde bulunacaktýr. Kapitalist koþullar al-
týnda üretim yapan bir toplum için bu metada herhangi bir ucuzlama
olmamýþtýr. Yeni makine, bu toplum için bir iyileþtirme deðildir. Bu yüz-
den de kapitalist, bu makineyi kullanmaya niyetli deðildir. Ve bu maki-

232 Karl Marks


Kapital III
neyi kullanmamakla, elindeki henüz eskimemiþ makineler hemen
deðersizleþeceði, bir hurda yýðýný halini alacaðý, þu halde mutlak bir kay-
ba uðrayacaðý için, onun hesabýna hayalcilik olan bu yanýlgýya düþmemek
için gözünü dört açacaktýr. [sayfa 231]
Emeðin artan üretkenliði yasasý, demek ki, sermaye için mutlak
geçerli deðildir. Sermayeyi ilgilendirdiði kadarýyla üretkenlik, genellikle
canlý emekte saðlanan bir tasarrufla artmaz, bu ancak, Birinci Ciltte (Kap.
XIII, 2. s 409/398) kýsaca belirtmiþ olduðumuz gibi, canlý emeðin karþýlýðý
ödenen kýsmýnda, geçmiþte harcanan emeðe kýyasla saðlanan tasarruf-
la yükselir. Kapitalist üretim tarzý, burada, bir baþka çeliþkiyle karþýlaþýr.
Onun tarihsel görevi, insan emeðinin üretkenliðini, hiç bir sýnýr tanýma-
dan geometrik dizi içersinde geliþtirmektir. Burada olduðu gibi üretken-
likteki geliþmesini engellediði her zaman, tarihsel görevine ihanet eder.
Böylece o, gittikçe yaþlandýðýný ve miyadýný doldurduðunu bir kez daha
göstermiþ oluyor.]37
Rekabet altýnda, baðýmsýz bir sanayi kuruluþunun baþarýyla
çalýþabilmesi için, üretkenlikteki artýþla birlikte, gerekli asgari sermaye
artýþý, aþaðýdaki durumlarý gösterir: Yeni ve daha pahalý donanýmlar yay-
gýn olarak kullanýlmaya baþlanýr baþlanmaz, küçük sermayeler bu sa-
nayi kolunda artýk barýnamaz hale gelir. Küçük sermayeler, çeþitli sanayi
alanlarýnda ancak mekanik buluþlarýn baþlangýç döneminde baðýmsýz
olarak iþ görmeye devam ederler. Demiryollarý gibi deðiþmeyen ser-
mayenin olaðanüstü yüksek oranda olduðu çok büyük giriþimler, öte
yandan, ortalama kâr oranýný saðlayamazlar, bunun bir kýsmýný, ancak
bir faiz saðlarlar. Aksi halde, genel kâr oraný daha da düþebilir. Ama bu
durum, hisse senetleri biçimindeki büyük sermaye yoðunlaþmalarý için
doðrudan bir kullaným alaný saðlamýþ olur.
Sermayedeki büyüme, dolayýsýyla sermaye birikimi, sermayenin
organik bileþiminin oranýnda yukarýda sözü edilen deðiþiklikler ile birlik-
te meydana gelmedikçe, kâr oranýnda bir düþmeyi gerektirmez. Öyle
durumlar olabilir ki, üretim tarzýndaki günlük sürekli deðiþikliklere karþýn,
toplam sermayenin kimi zaman bu ve kimi zaman þu büyüklükteki ya
da küçüklükteki kýsmý, sermayeyi oluþturan bu öðelerin belli ortalama
oranlarýna dayanarak, belirli dönemler için birikmeye devam eder ve
böylece, büyümesiyle birlikte organik bir deðiþme olmadýðý gibi, kâr
oranýnda da bir düþmeye yolaçmamýþ olur. Yanýsýra, yeni yöntemler
uygulamaya baþladýðý halde, sessiz sedasýz devam eden eski üretim
yöntemlerine dayanan bu sürekli sermaye geniþlemesi ve dolayýsýyla
üretimdeki büyüme, kâr oranýnýn, toplumun toplam sermayesindeki
büyüme oranýnda düþmesinin bir baþka nedenidir.

37
Yukardaki bölümlerin köþeli parantez içersine alýnmasýnýn nedeni, özgün elyazmasýndaki
notlarýn bir yinelenmesi olmakla birlikte, bazý noktalarda asýl metinde bulunan malzemenin
sýnýrlarýný aþmalarýdýr. -F. E.

Karl Marks 233


Kapital III
Ücretlere yatýrýlan deðiþen sermayedeki nispi azalmaya karþýn,
iþçilerin mutlak sayýsýndaki artýþ bütün üretim kollarýnda meydana gel-
mediði gibi, bu, düzenli bir biçimde de olmaz. Tarýmda, canlý emek öðe-
sindeki azalma mutlak olabilir. [sayfa 232]
Ne var ki, ücretli emekçi sayýsýndaki nispi azalmaya karþýn, mut-
lak olarak artýþ, zaten kapitalist üretim tarzýnýn bir gereksinmesidir. Emek-
gücünü günde 12-15 saat çalýþtýrmak artýk zorunlu olmaktan çýkar çýkmaz,
bu üretim tarzý için emek-gücü artýk bollaþmýþ demektir. Üretici güçler-
de mutlak iþçi sayýsýnýn azalmasýna yolaçabilecek, yani bütün ulusun
kendi toplam üretimini daha kýsa zamanda yapabilmesini saðlayacak
bir geliþme, nüfusun büyük bir kýsmýný iþsiz býraktýðý için, bir devrime
neden olabilir. Bu, kapitalist üretimin özgül sýnýrýnýn bir baþka belirtisidir
ve bu, üretim tarzýnýn, üretici güçlerin geliþmesi ve servet yaratýlmasý
için hiç bir zaman mutlak bir biçim olmadýðýný, daha çok, belli bir nokta-
da bu geliþmeyle çatýþma haline geldiðini de gösterir. Çalýþan nüfusun
bazan þu, bazan bu kýsmýnýn, eski istihdam biçimi altýnda fazlalýk haline
gelmesinden doðan devresel bunalýmlarda bu çatýþma kýsmen görünür
duruma gelir. Kapitalist üretimin sýnýrý, iþçilerin fazla zamanýdýr. Toplu-
mun kazandýðý mutlak fazla zaman onu ilgilendirmez. Üretkenlikteki
geliþme, onu, sadece, iþçi sýnýfýnýn artý emek-zamanýný artýrdýðý ölçüde
ilgilendirir, yoksa, genellikle maddi üretim için gerekli emek-zamanýný
azalttýðý için deðil. Böylece bir çeliþki içersinde hareket eder.
Büyüyen sermaye birikiminin, büyüyen bir sermaye yoðunlaþmasý
demek olduðunu görmüþ bulunuyoruz. Sermayenin gücü iþte böylece
büyür, toplumsal üretimin kapitalistte kiþileþen koþullarýnýn, gerçek üre-
ticilerden yabancýlaþmasý böyle artar. Sermaye gitgide, hareket ettiricisi
kapitalist olan toplumsal bir güç olarak ön plana geçer. Bu toplumsal
gücün, artýk, tek bir bireyin emeðinin yaratabileceði þeyle herhangi bir
olasý baðýntýsý kalmaz. Toplumla karþýtlýk içersinde bir nesne, kapitalistin
güç kaynaðý olan bir þey biçiminde, yabancýlaþmýþ, baðýmsýz toplumsal
bir güç halini alýr. Bir yanda sermayenin kendisine dönüþtüðü bu genel
toplumsal güç, ve öte yanda bireysel kapitalistlerin bu toplumsal üretim
koþullarý üzerindeki özel kiþisel güçleri arasýndaki çeliþkiler gittikçe daha
uzlaþmaz bir durum alýr, ama, ayný zamanda, üretim koþullarýnýn, genel,
ortak toplumsal koþullara dönüþmesini de birlikte getirdiði için, sorunun
çözümünü de içersinde taþýr. Bu dönüþüm, kapitalist üretim altýnda üre-
tici güçlerin geliþmesinden, ve bu geliþmenin meydana geliþ biçimin-
den doðar.

––––––––––––

Hiç bir kapitalist, kâr oranýný düþürdüðü sürece, yeni bir üretim
yöntemini, ne denli fazla üretken olursa olsun, artý-deðer oranýný ne
kadar çok artýrýrsa artýrsýn, hiç bir zaman gönüllü olarak uygulamaya

234 Karl Marks


Kapital III
koymaz. Ne var ki, bu türden her yeni üretim yöntemi, metalarý ucuzla-
týr. Þu halde, kapitalist, aslýnda bunlarý, üretim-fiyatlarýnýn ya da belki de
deðerlerinin üzerinde satar. O, metalarýn maliyet-fiyatlarý ile, daha yük-
sek maliyet-fiyatý ile üretilen ayný metalarýn piyasa-fiyatlarý arasýndaki
farký cebe indirir. O, bunu, bu son metalarýn üretimi için toplumsal ba-
kýmdan gerekli ortalama emek-zamanýnýn, yeni yöntemler ile yapýlan
üretim için [sayfa 233] gerekli olan emek-zamanýndan daha fazla olduðu
için yapabilir. Onun üretim yöntemi, toplumsal ortalamanýn üzerindedir.
Ama, rekabet bunu yaygýn hale getirir ve genel yasaya tabi kýlar. Bunu –
belki önce bu üretim alanýnda ve sonunda ötekileri ile de ayný düzeye
gelmek üzere– kâr oranýnda bir düþme izler; ve böyle olduðu için de,
kapitalistin iradesinden tamamen baðýmsýzdýr.
Bu noktada þurasýný da eklemek gerekir ki, bu ayný yasa, ürünleri
ne doðrudan doðruya ne de dolaylý olarak emekçilerin tüketimine gir-
meyen ya da bunlara ait gereksinmelerin üretildikleri koþullara geçmey-
en üretim alanlarý için de geçerlidir; ve dolayýsýyla da, bu yasa, nispi
artý-deðeri artýrmak ya da emek-gücünü ucuzlatmak için metalarda bir
ucuzlamanýn olmadýðý üretim alanlarýna da uygulanýr. (Bütün bu üretim
kollarýnda, deðiþmeyen sermayede bir ucuzlama, emeðin sömürü dere-
cesi ayný kalmak üzere, kâr oranýný daima yükseltebilir.) Yeni üretim
yöntemleri yaygýn hale gelip de, bu metalarýn gerçekten daha ucuza
üretilebilecekleri somut bir biçimde kanýtlanýnca; eski üretim yöntemle-
riyle çalýþan kapitalistler, ürünlerini, üretim-fiyatlarýnýn altýnda satmak
zorunda kalýrlar, çünkü ürünlerinin deðeri düþmüþtür. Ve bunlarýn üretil-
meleri için gerekli emek-zamaný, toplumsal ortalamadan daha büyük-
tür. Tek sözcükle –ve bu, rekabetin bir etkisi gibi görünür– bu kapitalistler
de, deðiþen sermayenin deðiþmeyen sermayeye oranýný azaltmýþ bulu-
nan yeni üretim yöntemlerini uygulamak zorunda kalýrlar.
Üretilen metaýn fiyatýný ucuzlatan makinelerin kullanýlmasýna yol-
açan bütün durumlar, son tahlilde, tek bir parça meta tarafýndan emilen
emek miktarýnda bir azalmaya; ve ikinci olarak da, makinelerde, deðeri
tek bir parça metaya geçen aþýnma ve yýpranma payýnda bir azalmaya
gelir dayanýr. Makinelerde aþýnma ne kadar yavaþ olursa, bu kýsmýn da-
ðýldýðý metalar o kadar fazla ve yeniden-üretim dönemi gelinceye dek
yerine koyduðu canlý emek miktarý o kadar büyük olur. Her iki durumda
da, sabit deðiþmeyen sermayenin miktarý ve deðeri, deðiþene oranla ar-
tar.
“Deðer bütün þeyler eþit olmak üzere, bir ulusun, kârlarýndan ta-
sarruf etme gücü, kâr oraný ile birlikte deðiþir; kârlar yüksekse büyük,
kârlar düþükse küçük olur; ama kâr oraný düþerken diðer bütün þeyler
ayný kalmaz. ... Düþük bir kâr oraný, çoðu kez, Ýngiltere’de olduðu gibi
nüfusun sayýsýna oranla, hýzlý bir birikim oranýyla birlikte görülür. ... Yük-
sek bir kâr oraný ise, nüfusun sayýsýna oranla, daha yavaþ bir birikim
oranýyla birlikte meydana gelir. Örnekler: Polonya, Rusya, Hindistan, vb.”

Karl Marks 235


Kapital III
(Richard Jones, An Introductory Lecture on Political Economy, London
1833, s. 50 vd..) Jones, düþen kâr oranýna karþýn, biriktirme nedenlerinin
ve kolaylýklarýnýn arttýðýna haklý olarak parmak basmaktadýr; önce, büyüy-
en nispi aþýrý-nüfus nedeniyle, ikincisi, emeðin üretkenliðindeki büyüme
ile birlikte, ayný deðiþim-deðeri ile temsil edilen kullaným-deðerlerinin
kitlesinde, þu halde, sermayenin maddi öðelerinde bir artma olduðu
için; üçüncüsü, üretim kollarý daha çeþitli hale geldiði için; [sayfa 234] dör-
düncüsü, kredi sisteminin, hisse senetli þirketlerin vb. geliþmesi ve bu-
nun sonucu, sanayi kapitalisti haline gelmeden parayý sermayeye çevirme
olanaðýnýn bulunmasý nedeniyle; beþincisi, servete olan gereksinme ve
hýrs arttýðý için; ve altýncýsý, sabit sermaye yatýrýmlarýnýn kitlesi büyüdüðü
için, vb..
 
––––––––––––

Kapitalist üretimin üç temel olgusu:


1) Üretim araçlarýnýn az sayýda elde toplanmasý ve böylece bun-
larýn, doðrudan kullanan iþçilerin mülkiyetinden çýkýp, toplumsal üretim
güçleri halini almasý. Bunlar hatta baþlangýçta kapitalistlerin özel mülki-
yetinde olsalar bile. Kapitalistler, burjuva toplumun güvenilir kiþileridir,
ama bu güvenin bütün nimetlerini cebe indirirler.
2) Emeðin kendisinin toplumsal emek halinde örgütlenmesi: el-
birliði, iþbölümü ve emeðin, doðal bilimlerle birleþtirilmesi yoluyla.
Bu, her iki anlamda da, kapitalist üretim tarzý, özel mülkiyeti ve
özel emeði, çeliþkili biçimlerde olsa bile ortadan kaldýrýr.
3) Dünya pazarýnýn yaratýlmasý.
Kapitalist üretim altýnda, nüfusa oranla geliþen muazzam üret-
kenlik ve sermaye-deðerlerin (bunun yalnýzca maddi varlýðýnýn deðil)
ayný oranda olmasa bile, nüfustaki artýþtan çok daha büyük bir hýzla bü-
yümesi, geniþleyen servete oranla sürekli daralan ve bütün bu muaz-
zam üretkenliðin kendisi için çalýþtýðý temelle çeliþir. Bunlar, ayný za-
manda, bu büyüyen sermayenin kendi deðerini artýrdýðý koþullar ile de
çeliþirler. Ve bunun sonucu bunalýmlar. [sayfa 235]

236 Karl Marks


Kapital III
DÖRDÜNCÜ KISIM
META-SERMAYENÝN VE PARA-SERMAYENÝN
TÝCARET SERMAYESÝNE VE PARA TÝCARETÝYLE
UÐRAÞAN SERMAYEYE DÖNÜÞMESÝ
(TÜCCAR SERMAYESÝ)

––––––––––––

ONALTlNCI BÖLÜM
TÝCARET SERMAYESÝ

TÜCCAR ya da ticaret sermayesi, iki biçime ya da iki alt bölüme


ayrýlýr; ticari sermaye ve para ticareti ile uðraþan sermaye; biz, bunlarý,
þimdi, sermayeyi kendi temel yapýsý içersindeki çözümlemelerimiz için
gerekli olduklarý ölçüde daha yakýndan inceleyeceðiz. Modern ekonomi
politik, en iyi temsilcilerinin kiþiliðinde bile, ticaret sermayesi ile sanayi
sermayesini, aralarýnda hiç ayrým gözetmeksizin bir araya koyduðu ve
gerçekte, ticaret sermayesinin kendine özgü özelliklerini tümüyle gör-
mezlikten geldiði için, böyle bir inceleme daha da zorunlu hale geliyor.

––––––––––––

Meta-sermayenin hareketleri Ýkinci Kitapta* incelenmiþ bulunuyor.


Toplumun toplam sermayesi ele alýndýðýnda, bunun bir kýsmý –daima
farklý öðelerden oluþtuðu ve hatta büyüklük olarak deðiþtiði halde– her
zaman piyasada paraya çevrilecek metalar biçiminde bulunur. Diðer bir
kýsým ise piyasada, metalara çevrilecek para biçiminde varolur. Daima
bu geçiþ, bu biçimsel baþkalaþým süreci içersindedir. Dolaþým süreci
içersindeki sermayenin bu iþlevi, özel bir sermayenin özel bir iþlevi [sayfa
236] olarak ayrýldýðý ve iþbölümü sayesinde özel bir kapitalistler topluluðu-

* Kapital, Ýkinci Cilt, s.153-169. -Ed.

Karl Marks 237


Kapital III
nun yerleþmiþ bir iþlevi halini aldýðý ölçüde, meta-sermaye, ticari ser-
maye biçimine girer.
Ulaþtýrma sanayiinde, metalarýn daðýtýma hazýr bir biçimde de-
polanma ve daðýtýmýnýn, ne ölçüde dolaþým sürecinde devam eden üre-
tim süreçleri olarak görülebileceklerini daha önce (Ýkinci Cilt, Altýncý
Bölüm, “Dolaþým Maliyetleri”, 2 ve 3) açýklamýþ bulunuyoruz. Meta-ser-
mayenin dolaþýmýyla ilgili bu olay, bazan, tüccar ya da ticaret sermayesi-
nin tamamen farklý iþlevleriyle karýþtýrýlýr. Bazan bunlar uygulamada ger-
çekten de, bu farklý özgül iþlevlerle baðlý haldedirler, oysa, toplumsal iþ-
bölümünün geliþmesiyle tüccar sermayesinin iþlevi, arý bir biçim içersin-
de, yani gerçek iþlevlerden ayrýlmýþ ve bunlardan baðýmsýz bir biçim
içersinde geliþmiþtir. Amacýmýz, sermayenin bu özel þeklinin özgül far-
kýný belirlemek olduðu için, bu iþlevler zaten bizi ilgilendirmemektedir.
Sýrf dolaþým sürecinde iþ gören sermaye olarak, özel ticaret sermayesi,
kýsmen bu iþlevleri kendi özgül iþlevleri ile birleþtirir ve kendi arý biçimi
içersinde görünmez. Biz onun kendi arý biçimini, bütün bu geçici iþlev-
lerden sýyýrdýktan sonra elde ederiz.
Sermayenin, meta-sermaye olarak varlýðýnýn ve piyasada dolaþým
alanýnda meta-sermaye olarak geçirdiði baþkalaþýmlarýn –satýnalma ve
satýþtan, meta-sermayenin para-sermayeye ve para-sermayenin meta-
sermayeye çevrilmesinden oluþan baþkalaþýmlarýn– sanayi sermayesi-
nin yeniden-üretim sürecinde, dolayýsýyla bütünüyle üretim sürecinde
bir evre oluþturduðunu görmüþ bulunuyoruz. Bununla birlikte, bu ser-
mayenin, dolaþým sermayesi þeklinde iþlev yaparken, üretken sermaye
þeklinde iþlev yaptýðýndan farklý bir durumda olduðunu da görmüþ bulu-
nuyoruz. Bunlar ayný sermayenin iki farklý ve ayrý varlýk biçimleridir. Her
ne kadar her bireysel sermaye, meta-sermaye olarak kendi varlýðýyla ve
meta-sermaye olarak geçirdiði baþkalaþýmlarla yalnýzca durmadan kay-
bolan ve durmadan yenilenen düðüm noktalarýný, yani kendi üretim
sürecinin devamlýlýðýnda birer geçiþ aþamasýný temsil ediyorsa da, ve
her ne kadar piyasadaki meta-sermaye öðeleri, meta-piyasasýndan dur-
madan çekilerek ve üretim sürecinin yeni ürünleri olarak gene ayný dev-
resellikle bu piyasaya geri dönerek devamlý bu nedenle deðiþiyorsa da,
toplumsal sermayenin bir kýsmý, bu baþkalaþým sürecinden geçerek pi-
yasada sürekli olarak dolaþým sermayesi biçiminde bulunur.
Ticaret sermayesi, devamlý piyasada bulunan, her an kendi baþka-
laþým sürecinden geçen, daima, dolaþým alanýnda kalan, bu dolaþým
sermayesinin bir kýsmýnýn deðiþmiþ þeklinden baþka bir þey deðildir. Bir
kýsmýnýn diyoruz, çünkü, meta alým-satýmýnýn bir kýsmý, daima, doðru-
dan doðruya sanayi kapitalistleri arasýnda olur. Bu kýsmý, biz, bütünüyle
bu tahlilin konusu dýþýnda býrakýyoruz, çünkü bunun, ne kavramýn belir-
lenmesinde, ve ne de tüccar sermayesinin özgül niteliðinin anlaþýlmasýn-
da bir yararý olmadýðý gibi, bu konu, Ýkinci Kitapta amacýmýza uygun [sayfa
237] olarak enine boyuna ele alýnmýþ bulunmaktadýr. Meta ticareti yapan

238 Karl Marks


Kapital III
kimse, genellikle kapitalist olarak piyasada her þeyden önce, kapitalist
olarak yatýrdýðý belli bir miktar paranýn temsilcisi þeklinde görünür; yani
o, bu belli miktardaki parayý, x’i (baþlangýçtaki deðeri), x + ∆x (baþ-
langýçtaki miktar, artý, kâr) haline getirmek ister. Ama o –genel anlamda
bir kapitalist olmayýp, özel anlamda meta ticaretiyle uðraþan bir kimse
olduðu için–, sermayesinin önce piyasaya para-sermaye biçiminde gir-
mesi gerektiðini de bilir; çünkü kendisi meta üretmemektedir. O, sade-
ce bunlarýn ticaretini yapmakta, hareketlerini saðlamaktadýr ve bunlarla
iþ görmesi için önce bunlarý satýn almasý ve bu yüzden de, para-serma-
yeye sahip olmasý gerekmektedir.
Bir meta tüccarýnýn 3.000 sterlini olduðunu ve bunu ticaret ser-
mayesi olarak yatýrdýðýný varsayalým. Bu 3.000 £ ile diyelim bir keten bezi
yapýmcýsýndan, yardasý 2 þilinden 30.000 yarda keten bezi satýn alsýn. Ve
bu 30.000 yarda bezi satsýn. Yýllýk ortalama kâr oraný = %10 ise ve o,
bütün ilgili giderler çýktýktan sonra yýllýk %10 kâr saðlýyorsa, yýl sonunda
3.000 sterlinini 3.300 sterline çevirmiþ olur. Bu kârý nasýl saðladýðý soru-
nunu daha sonra tartýþacaðýz. Þimdilik amacýmýz, sýrf ona ait sermaye-
nin hareket biçimini incelemektir. 3.000 sterlini ile o, keten bezi satýn
almaya ve satmaya devam etmektedir; sürekli olarak o, bu satmak için
satýnalma iþlemini, P–M–P’, sermayenin tamamen dolaþým süreci için-
de aldýðý basit biçimi, kendi hareketi ve iþlevi dýþýnda kalan üretim süre-
ci ile kesintiye uðratýlmaksýzýn devamlý yinelemektedir.
Þimdi, bu ticaret sermayesi ile, sanayi sermayesinin salt bir varlýk
biçimi olarak meta-sermaye arasýnda ne gibi bir baðýntý vardýr? Keten
bezi yapýmcýsýný ilgilendirdiði kadarýyla, bezinin deðerini tüccarýn pa-
rasýyla gerçekleþtirmiþ ve böylece, meta-sermayesinin baþkalaþýmýnda
ilk evreyi –onun paraya çevrilmesini– tamamlamýþtýr. Diðer koþullar eþit
olmak üzere, þimdi tekrar parasýný ipliðe, kömüre, ücretlere, vb., ve geli-
rinin tüketimi için geçim araçlarýna çevirebilir. Þu halde, gelirini harca-
masý bir yana, þimdi gene yeniden-üretim sürecine devam edebilir.
Ne var ki, keten bezinin satýþý, paraya dönüþümü, üretici olarak
onun için gerçekleþmiþtir, ama, keten bezinin kendisi için henüz ger-
çekleþmemiþtir. O hâlâ piyasada, ilk baþkalaþýmdan geçmek, satýlmak
için meta-sermaye olarak beklemektedir. Bu keten bezine, sahip de-
ðiþtirme dýþýnda, hiç bir þey olmamýþtýr. Onun amacý bakýmýndan, süreçte-
ki yeri yönünden, o hâlâ meta-sermaye, satýlabilir bir metadýr; aradaki
tek fark, þimdi yapýmcýsýnýn elinde olmak yerine tüccarýn elinde olmasý-
dýr. Onu satma iþlevi, baþkalaþýmýnýn ilk evresini gerçekleþtirme iþlevi,
yapýmcýdan tüccara geçmiþ, tüccarýn özel uðraþý halini almýþtýr; oysa
daha önce bu, üretim iþlevini tamamladýktan sonra üreticinin kendisinin
yerine getirmek zorunda olduðu bir iþlevdi.
Keten bezi yapýmcýsýnýn pazara 3.000 £ deðerinde bir baþka 30.000
yarda keten bezi getirmesi için, gerekli olan zaman aralýðý içersinde, [sayfa
238] tüccarýn 30.000 yardalýk keten bezini satamadýðýný varsayalým. Tüc-

Karl Marks 239


Kapital III
car bunu gene satýn alamaz, çünkü elinde hâlâ para-sermayeye tekrar
çeviremediði 30.000 yarda bez öylece beklemektedir. Bir týkanma, yani
yeniden-üretim sürecinde bir kesinti kendisini gösterir. Bez üreticisinin
elinde, kuþkusuz, ek bir para-sermaye bulunabilir ve üretim sürecine
devam etmek üzere, 30.000 yarda bezin satýþýný beklemeden bunu üret-
ken sermayeye çevirebilir. Ama bu, durumu deðiþtirmez. 30.000 yarda
beze baðlanan sermaye bakýmýndan, bunun yeniden-üretim süreci kesin-
tiye uðramýþtýr ve bu durum devam etmektedir. Burada kolayca görüle-
bileceði gibi, aslýnda tüccarýn yaptýðý þey, üreticinin meta-sermayesini
paraya çevirmek için her zaman yapýlmasý gerekli iþlemden baþka bir
þey deðildir. Bunlar, meta-sermayenin dolaþým ve yeniden-üretim süreçle-
rindeki iþlevlerini gerçekleþtiren iþlemlerdir. Eðer, satýþ ve ayný zamanda
da alým, baðýmsýz bir tüccar yerine özel olarak üreticinin bir adamýnýn
üzerine yüklenmiþ olsaydý, bu iliþki bir an için bile gözden gizlenmiþ ol-
mazdý.
Ticaret sermayesi, bu nedenle, üreticinin henüz paraya çevrilme
sürecinden geçmesi gereken –piyasada meta-sermaye iþlevini yerine
getirmesi gereken– meta-sermayesinden baþka bir þey deðildir; aradaki
tek fark, þimdi, üreticinin geçici bir iþlevini temsil etmek yerine, özel
türde bir kapitalistin, tüccarýn, özel bir iþi olmuþtur ve özel bir sermaye
yatýrýmý iþi olarak ayrýlmýþtýr.
Bu ayrýca, ticaret sermayesinin özgül dolaþým biçiminde de gözle
görülür hale gelir. Tüccar bir meta satýn almakta ve sonra da satmakta-
dýr: P–M–P’. Basit meta dolaþýmýnda ya da hatta, sanayi sermayesinin
dolaþým sürecinde görüldüðü gibi metalarýn dolaþýmýnda, M’–P–M hare-
ketinde bile, dolaþým, her parça paranýn iki kez el deðiþtirmesi ile ger-
çekleþtirilir. Keten bezi yapýmcýsý, metaýný, bezi satar, onu paraya çevirir;
alýcýnýn parasý onun eline geçer. Bu ayný para ile o, iplik, kömür, emek,
vb. satýn alýr, parayý, bezin deðerini, bezin üretim öðelerini oluþturan me-
talara tekrar çevirmek için harcar. Satýn aldýðý meta, ayný meta deðildir,
sattýðý meta ile ayný türden deðildir. Ürün satmýþ, üretim aracý satýn almýþ-
týr. Ama tüccar sermayesinin hareketi bakýmýndan durum böyle deðil-
dir. Elindeki 3.000 £ ile bez taciri 30.000 yarda keten bezi satýn almaktadýr:
para-sermayesini (3.000 £ ile kâr) dolaþýmdan geri çekmek üzere ayný
30.000 yarda bezi satmaktadýr. Burada iki kez yer deðiþtiren þey, ayný
para parçalarý deðil, daha çok ayný metadýr; meta, satýcýnýn elinden alýcý-
nýn eline ve þimdi satýcý haline gelen alýcýnýn elinden de bir baþka alý-
cýnýn eline geçer. Meta iki kez satýlmýþtýr ve bir dizi tüccarlar aracýlýðý ile
de tekrar tekrar satýlabilir. Ve iþte bu, yinelenen satýþ, ayný metaýn bu iki
yönlü yer deðiþtirmesiyledir ki, onun satýn alýnmasý için ilk alýcý tarafýn-
dan yatýrýlan para geri alýnmýþ, paranýn kendisine dönüþü gerçekleþmiþtir.
Bir durumda, M’–P–M, ayný paranýn iki kez yer deðiþtirmesini, metaýn bir
biçimde satýþýný ve diðer bir biçimde satýn [sayfa 239] alýnmasýný gerçekleþtirir.
Öteki durumda, P–M–P’, ayný metaýn iki kez yer deðiþtirmesini, yatýrýlan

240 Karl Marks


Kapital III
paranýn dolaþýmdan çekilmesini saðlar. Açýktýr ki, meta, üreticinin elin-
den tüccarýn eline geçmekle nihai olarak satmýþ olmaz, tüccar yalnýzca
satýþ iþlemini devam ettirir, ya da meta-sermayenin iþlevini gerçekleþtirir.
Ama ayný zamanda þurasý da bellidir ki, üretici kapitalist için sermayesi-
nin geçici meta-sermaye biçimindeki iþlevinden baþka bir þey olmayan
M–P, tüccar için, yatýrdýðý para-sermayenin deðerinde belirli bir artýþ, P–
M–P’’dür. Metalarýn baþkalaþýmýnda bir evre, burada tüccar bakýmýndan
P–M–P’ biçiminde, yani farklý türde bir sermaye evrimi olarak görünür.
Tüccar, en sonu, metaýný, yani keten bezini tüketiciye, bu tüketi-
ci, ister üretken tüketici (örneðin, aðartýcý), ister bu bezi kendi özel kulla-
nýmý için alan bir birey olsun, satar. Böylece o, yatýrdýðý sermayeyi (bir
kârla birlikte) geri alýr ve bu iþlemi yeni baþtan yineleyebilir. Para, sýrf
keten bezinin satýn alýnmasýnda ödeme aracý olarak hizmet etmiþ olsay-
dý ve böylece tüccar ancak altý hafta sonra ödeme durumunda bulunsaydý
ve bu süre tamamlanmadan önce satýþ yapmayý baþarsaydý; kendisine
ait para-sermayeyi hiç yatýrmadan, keten yapýmcýsýna bir ödemede bu-
lunabilirdi. Eðer bezi satmamýþ olsaydý, 3.000 sterlini, malýn teslim edil-
mesi üzerine deðil, sürenin sonunda kendi kasasýndan yatýrmak zorunda
kalýrdý. Ve eðer, piyasa-fiyatlarýndaki bir düþme, onu, malý alým-fiyatýnýn
altýnda satmak zorunda býraksaydý, aradaki farký, kendi sermayesinden
kapatmak zorunda kalýrdý.
Bu durumda, ticaret sermayesinin, üretici, kendi malýný kendisi
sattýðý zaman; kendi sermayesinin dolaþým alanýnda kaldýðý sýrada yeni-
den-üretim sürecinin özgül bir evresinde sýrf özel bir biçim olduðu açýk-
ça belliyken, þimdi ona baðýmsýz iþ gören bir sermaye niteliðini kazandýran
þey nedir?
Birincisi: Meta-sermayenin nihai olarak paraya çevrilmesi, baþkala-
þýmýnýn ilk aþamasýndan geçmesi, yani meta-sermaye niteliðiyle piyasa-
da kendisine özgü iþlevi yerine getirmesi, üreticinin deðil, bir baþka ara-
cýnýn elinde iken olur, ve meta-sermayenin bu iþlevi, tüccarýn kendi fa-
aliyeti, satýnalma ve satma iþlemi sýrasýnda tüccar tarafýndan gerçek-
leþtirilir ve böylece bu iþlemler, sanayi sermayesinin öteki iþlevlerinden
farklý, ayrý bir iþ –þu halde baðýmsýz bir giriþim– görünüþüne bürünürler.
Bu, toplumsal iþbölümünün farklý bir biçimidir ve bu nedenle, normal
olarak, sermayenin yeniden-üretim sürecinin özel bir evresinde –burada
dolaþýmda– yerine getirilen iþlevin bir kýsmý, üreticiden ayrý, özgül bir
dolaþým aracýsýnýn sýrf ona ait bir iþlevi olarak görünür. Ne var ki, bu tek
baþýna, bu özel iþe, yeniden-üretim sürecinde çalýþmakta olan sanayi
sermayesinden ayrý ve ondan baðýmsýz, özgül bir sermayenin niteliðini
hiç bir zaman kazandýramaz; gerçekten de, ticaretin, gezginci satýcýlar
ya da sanayi kapitalistlerinin doðrudan doðruya kendisine baðlý bulunan
baþka kimseler tarafýndan yapýlmasý halinde, durum böyle görünmez.
Ýþte bu nedenle, ikinci bir öðenin de iþin içine karýþmasý gerekir. [sayfa 240]
Ýkincisi: Bu, baðýmsýz bir dolaþým aracýsý sýfatýyla tüccarýn (kendi-

Karl Marks 241


Kapital III
sine ait ya da borç aldýðý) para-sermayeyi yatýrmasý olgusundan ortaya
çýkar. Yeniden-üretim sürecindeki sanayi sermayesi için sadece M–P,
yani meta-sermayenin para-sermayeye çevrilmesi ya da sýrf satýþ olan
iþlem tüccar için P–M–P’ biçimini, ya da ayný metaýn satýn alýnmasý ve
satýþý ve böylece, satýn almada kendisinden ayrýlan para–sermayenin,
satýþla kendisine geri dönmesi biçimini alýr.
Tüccar, üreticilerden meta satýn almak için sermaye yatýrdýðýn-
dan, M–P, meta-sermayenin para-sermayeye çevrilmesi, daima tüccar
için P–M–P biçimini alýr; üretici için, ya da yeniden-üretim sürecindeki
sanayi sermayesi için ayný iþlem, P–M, paranýn tekrar metalara (üretim
araçlarýna) çevrilmesi, baþkalaþýmýn ikinci evresi olabildiði halde, tüccar
için, daima, meta-sermayenin birinci baþkalaþýmýdýr. Keten bezi üreticisi
için, birinci baþkalaþým M–P, meta-sermayenin para-sermayeye çevril-
mesi idi. Tüccar için ayný hareket, P–M, para-sermayesinin meta-ser-
mayeye çevrilmesi olarak görünür. Þimdi, eðer bu bezi bir aðartýcýya
satarsa, bu, aðartýcý için, P–M, yani para-sermayenin üretken sermayeye
çevrilmesi, meta-sermayesinin ikinci baþkalaþýmý demektir, oysa tüccar
için, M–P, satýn aldýðý keten bezinin satýþý anlamýna gelir. Ama gerçekte,
keten bezi yapýmcýsý tarafýndan üretilen meta-sermaye, iþte ancak bu
noktada nihai olarak satýlmýþ olur. Baþka bir deyiþle, tüccarýn bu P–M–P
hareketi, iki yapýmcý arasýndaki M–P için bir aracý iþlevinden baþka bir
þey deðildir. Ya da, bez fabrikatörünün, sattýðý bezin deðerinin bir kýsmý
ile bir iplik satýcýsýndan iplik satýn aldýðýný varsayalým. Bu onun için P–M
hareketidir. Ama iplik satan tüccar için, M–P, ipliðin tekrar satýþýdýr. Ýpli-
ði, meta-sermaye olmasý bakýmýndan ilgilendirdiði kadarýyla, bu onun
nihai satýþýdýr ve böylece dolaþým alanýndan tüketim alanýna geçmekte-
dir; yani M–P hareketidir, birinci baþkalaþýmýnýn sona ermesidir. Tüccar,
ister sanayici kapitalistten satýn almada bulunsun, ister ona satýþ yapsýn,
P–M–P hareketi, tüccar sermayesinin devresi, daima sýrf M–P hareketini
ya da yalnýzca birinci baþkalaþýmýnýn tamamlandýðým, meta-sermaye
bakýmýndan, yeniden-üretim sürecindeki sanayi sermayesinin geçici bir
biçimini ifade eder. Tüccar sermayesinin P–M hareketi, ürettiði meta-
sermaye için deðil, yalnýzca sanayi kapitalisti için M–P’dir. Bu, meta-
sermayenin, sanayi kapitalistinden, dolaþým aracýsýna aktarýlmasýndan
baþka bir þey deðildir. Tüccar sermayesi M–P hareketini tamamladýktan
sonradýr ki, iþlev yapmakta olan meta-sermaye, en son M–P hareketini
yerine getirir. P–M–P, ayný meta-sermayenin sadece iki M–P hareketin-
den, onun sýrf son ve nihai satýþýný gerçekleþtiren birbirini izleyen iki
satýþýndan baþka bir þey deðildir.
Þu halde, meta-sermaye, ticaret sermayesinde, baðýmsýz tipte bir
sermaye biçimine girmektedir, çünkü, tüccar, ancak, sýrf meta-serma-
yenin baþkalaþýmýna, meta-sermaye olarak iþlev yapmasýna, yani paraya
çevrilmesine aracýlýk etmekle gerçekleþen ve sermaye olarak iþlev ya-
pan [sayfa 241] para-sermaye yatýrýr ve para-sermaye, bunu, sürekli meta

242 Karl Marks


Kapital III
alýmý ve satýþý ile baþarýr. Bu onun kendisine özgü iþidir. Sanayi sermay-
esinin dolaþým-sürecini gerçekleþtirme faaliyeti, tüccarýn iþ gördüðü para-
sermayenin kendisine özgü iþlevidir. Bu iþlev aracýlýðý ile tüccar, parasýný
para-sermayeye çevirir, kendisine ait P’yi P–M–P haline getirir ve ayný
süreç ile, meta-sermayeyi ticaret sermayesine dönüþtürür.
Ticaret sermayesinin, meta-sermaye biçiminde bulunduðu süre-
ce ve ölçüde –toplam toplumsal sermayenin yeniden-üretimi açýsýn-
dan– sanayi sermayesinin, piyasada baþkalaþým süreci içersinde me-
ta-sermaye olarak varolan ve iþlev yapan bir parçasýndan baþka bir þey
olmadýðý apaçýktýr. Bu nedenle, tüccar-sermayesi, yalnýz, sýrf alým ve sa-
tým için kullanýlan, bu yüzden de, meta-sermaye ve para-sermaye dýþýnda
herhangi bir biçime asla bürünmeyen, üretken sermaye þekline hiç gir-
meyen ve daima sermayenin dolaþým alanýnda kalan, tüccar tarafýndan
yatýrýlmýþ para-sermayedir – sermayenin tüm yeniden-üretim süreci ile
ilgili olarak ele alýnacak olan, iþte yalnýz bu para-sermayedir.
Üretici, keten bezi yapýmcýsý, 30.000 yarda bezi, 3.000 £ karþýlýðýnda
tüccara satar satmaz, elde ettiði bu parayý, gerekli üretim araçlarýný satýn
almak için kullanýr ve böylece de sermayesi üretim sürecine geri dönmüþ
olur. Üretim süreci kesintisiz devam eder. Onu ilgilendirdiði kadarýyla,
kendisine ait metaýn paraya çevrilmesi tamamlanmýþtýr. Ama keten be-
zinin kendisine gelince, gördüðümüz gibi, onun baþkalaþýmý henüz ol-
mamýþtýr. Henüz nihai olarak tekrar paraya çevrilmemiþ, kullaným-deð-
eri olarak henüz üretken ya da bireysel tüketime geçmemiþtir. Baþlangýçta
piyasada keten bezi yapýmcýsý tarafýndan temsil edilen ayný meta-ser-
mayeyi, þimdi keten bezi tüccarý temsil etmektedir. Keten bezi yapým-
cýsý için dönüþüm süreci, ancak tüccarýn elinde devam etmek üzere ke-
sintiye uðramýþtýr.
Keten bezi üreticisi, bezinin bir meta olmaktan gerçekten çýkma-
sýný, son alýcýsýnýn eline, üretken ya da bireysel tüketimi için geçmesini
beklemek zorunda olsa, kendi üretim süreci kesintiye uðramýþ olurdu.
Ya da bunu kesintiye uðratmamak için, üretimini kýsmak, bezinin daha
küçük bir kýsmýný, ipliðe, kömüre, emeðe, vb., kýsacasý, üretken serma-
yenin öðelerine çevirmek, ve bunun daha büyük bir kýsmýný, yedek akçe
olarak elde tutmak zorunda kalýr, böylece sermayesinin bir kýsmý pi-
yasada metalar biçiminde bulunur, öteki kýsmý üretim sürecine devam
ederdi; bir kýsmý piyasada metalar biçiminde bulunurken, diðer kýsmý
para biçiminde dönmüþ olurdu. Sermayesindeki bu bölünme, tüccarýn
iþe karýþmasýyla ortadan kalkmaz. Ama, o olmadan, dolaþýmdaki ser-
mayenin nakdi yedek kýsmý, daima, üretken sermaye biçiminde kulla-
nýlan kýsma oranla daha büyük olurdu ve üretimin ölçeðinin de buna
göre sýnýrlandýrýlmasý gerekirdi. Oysa þimdi, yapýmcý, sermayesinin daha
büyük bir kýsmýný sürekli olarak kullanabiliyor ve daha küçük bir kýsmý
yedek akçe olarak bulunuyor. [sayfa 242]
Ne var ki, öte yandan, toplumsal sermayenin diðer bir kýsmý, tüc-

Karl Marks 243


Kapital III
car sermayesi biçiminde, sürekli olarak dolaþým alaný içersinde tutu-
luyor. Bu, daima, sýrf satýnalma ve satýþ amacý için kullanýlýyor. Bu yüz-
den de, sermayeyi ellerinde tutan kiþilerin yer deðiþtirmesinden baþka
bir þey yokmuþ gibi görünüyor.
Tüccar, tekrar satmak amacýyla, 3.000 £ deðerinde keten bezi
almak yerine, bu 3.000 sterlini üretken biçimde kullanmýþ olsaydý, toplu-
mun üretken sermayesi artmýþ olurdu. Gerçekten de, þimdi keten bezi
yapýmcýsý, sermayesinin daha büyük bir kýsmýný yedek akçe olarak tut-
mak zorunda kalýrdý ve artýk sanayi kapitalisti haline gelen tüccar için de
ayný þey sözkonusu olurdu. Buna karþýlýk, tüccar, tüccar olarak kaldýðý
takdirde, yapýmcý, satýþ iþinden kazandýðý zamaný, üretim sürecinin de-
netimine ayýrabilir, tüccar da bütün zamanýný satýþ iþine vermek zorunda
kalýrdý.
Tüccar sermayesi kendi gerekli orantýlarýný aþmýyorsa, buradan
þu sonuçlar çýkar:
1) Ýþbölümü sonucu olarak sýrf alým ve satým iþine ayrýlan serma-
ye (bu, yalnýz meta satýn alýnmasý için gerekli parayý deðil, tüccara ait
kuruluþlarýn yürütülmesi için gerekli emeðe ve depolar, taþýma, vb. gibi
deðiþmeyen sermayesine yatýrýlmasý zorunlu olan parayý da içerir) sa-
nayi kapitalistinin iþinin tüm ticari yanýný da kendisi yürütmek zorunda
kalsaydý, gerekli olacak miktardan daha küçüktür.
2) Tüccar bütün zamanýný sýrf bu iþe ayýrdýðý için üretici metala-
rýný daha büyük bir hýzla paraya çevirebilir, ve üstelik, meta-sermayenin
kendisi de, üreticinin kendi elinde olacaðýndan daha büyük bir hýzla
kendi baþkalaþýmýndan geçer.
3) Toplam tüccar sermayesine, sanayi sermayesine oraný açýsýn-
dan bakýldýðý zaman, tüccar sermayesinin bir devri, yalnýz, bir üretim
alanýndaki birçok sermayenin devirlerini deðil, çeþitli üretim alanlarýndaki
çok sayýdaki sermayelerin devirlerini de temsil edebilir. Örneðin, keten
bezi tüccarý 3.000 sterlini ile bir bez yapýmcýsýnýn ürününü satýn aldýktan
sonra bunu, ayný yapýmcý piyasaya ayný miktarda baþka mal getirmeden
satsa ve bir baþka ya da birkaç baþka ürünü satýn alýp tekrar satsa ve
böylece keten yapýmcýlarý ayný üretim alanýnda farklý sermayelerin de-
virlerini gerçekleþtirseler, birinci durum sözkonusu olur. Örneðin, tüc-
car, keten bezini sattýktan sonra ipek satýn alsa ve böylece, farklý üretim
alanýndaki sermaye devrini gerçekleþtirse ikinci durum sözkonusudur.
Genel olarak, sanayi sermayesinin devrinin, yalnýz dolaþým zamaný ile
deðil, üretim zamaný ile de sýnýrlý olduðu söylenebilir. Tek bir tür meta
ile iþ yapan tüccar sermayesinin devri, sýrf tek bir sanayi sermayesinin
devri ile deðil, ayný üretim alanýndaki bütün sanayi sermayelerinin devri
ile sýnýrlýdýr. Tüccar, bir üreticinin keten bezini satýn alýp sattýktan sonra,
bu birinci üretici piyasaya ayný maldan getirmeden önce, bir baþkasýnýn
[sayfa 243] malýný alýp satabilir. Þu halde ayný tüccar sermayesi, belli bir üre-
tim alanýna yatýrýlan sermayelerin farklý devirlerini ardarda gerçekleþ-

244 Karl Marks


Kapital III
tirebilir, ama bu sermayenin devri, tek bir sanayi sermayesinin devirleri-
yle özdeþ deðildir ve bu nedenle de, bu tek sanayi kapitalistinin in pet-
to* elde bulundurmak zorunda olduðu tek bir yedek akçenin yerini
almaz. Tüccar sermayesinin, tek bir üretim alanýnda devri, doðal olarak,
alandaki toplam üretim tarafýndan sýnýrlandýrýlmýþtýr. Ama, bu devir, üre-
timin ölçeðiyle ya da ayný alandaki herhangi bir sermayenin, ya da bu
serma-yenin devir dönemi kendi üretim zamanýyla belirlendiði sürece,
sýnýrlý deðildir. Diyelim A, üretimi üç ay alan bir meta saðlamaktadýr.
Tüccar bu metayý, diyelim bir ayda alýp sattýktan sonra, ayný ürünü bir
baþka yapýmcýdan satýn alabilir ve satabilir. Ya da, diyelim, bir çiftçinin
tahýlýný sattýktan sonra, ayný para ile bir baþka çiftçinin tahýlýný alýp satabi-
lir vb.. Sermayesinin devri, belli bir dönemde, diyelim bir yýlda, ardarda
satýn alabildiði ve satabildiði tahýlýn kitlesiyle sýnýrlý olduðu halde çiftçinin
sermayesinin devri, devir zamanýyla kayýtlý olmayýp, bir yýl süren üretim
za-manýyla sýnýrlýdýr.
Ne var ki, ayný tüccar sermayesinin devri, pekala, farklý üretim
kollarýndaki sermayelerin devirlerini gerçekleþtirebilir.
Ayný tüccar sermayesi, farklý meta-sermayeleri sýrayla paraya çe-
virmek üzere farklý devirlerde iþgördüðü, bunlarý ardarda satýn almada
ve satmada hizmet ettiði sürece, para-sermaye olarak, meta-sermaye
karþýsýnda, genel olarak paranýn, metalar karþýsýnda, belli bir dönemde-
ki bir dizi devirleriyle yerine getirdiði ayný iþlevi yerine getirir.
Tüccar sermayesinin devri, eþit büyüklükte bir sanayi sermayesi-
nin devri ya da tek bir kez yeniden-üretimi ile özdeþ deðildir; daha çok
bu, ayný ya da farklý üretim alanlarýnda olsun, böyle birkaç sermayenin
devirlerinin toplamýna eþittir. Tüccar sermayesi ne kadar hýzlý devreder-
se toplam para-sermayenin, tüccar sermayesi olarak iþ gören kýsmý o
kadar küçük olur; ve tersine ne kadar yavaþ devrederse, bu kýsým o ka-
dar büyük olur. Üretim ne kadar az geliþmiþ ise, tüccar sermayesinin
toplamý, piyasaya sürülen metalarýn toplamýna oranla o kadar büyük
olur; ama mutlak olarak ya da daha fazla geliþmiþ koþullara oranla daha
küçüktür ve bunun tersi de doðrudur. Bu nedenle, bu gibi az geliþmiþ
koþullarda, fiili para-sermayenin daha büyük bir kýsmý, zenginlikleri
baþkalarýnýn karþýsýnda para-serveti oluþturan tüccarlarýn ellerinde bu-
lunur.
Tüccar tarafýndan yatýrýlan para-sermayenin dolaþým hýzý, 1) üre-
tim sürecinin yenilenme ve farklý üretim süreçlerinin birbirlerine bað-
lanan hýzlarý ile 2) tüketimin hýzýna baðlýdýr.
Yukarýda incelediðimiz devrin tamamlanmasý için tüccar sermay-
esinin, önce metalarý tam deðer tutarlarý karþýlýðýnda satýn almasý ve
sonra da satmasý gerekmez. Bunun yerine, tüccar, her iki hareketi de
ayný anda yapar. Sermayesi böylece iki kýsma bölünmüþ olur. Parçalar-

* Hazýr, emre hazýr. -ç.

Karl Marks 245


Kapital III
dan birisi meta-sermaye, diðeri para-sermayeden oluþur. Bir yerde, satýn
almada [sayfa 244] bulunur ve parasýný metalara çevirir. Bir baþka yerde,
satýþ yapar ve meta-sermayesinin bir baþka kýsmýný paraya çevirir. Bir
yanda, sermayesi kendisine para-sermaye biçiminde geri döner, öte
yanda ise meta-sermaye almýþ olur. Bir biçimde bulunan kýsým ne kadar
büyük olursa, öteki biçimde bulunan kýsým o kadar küçük olur. Bunlar
birbiri ardýna gelir, birbirlerini dengelerler. Paranýn dolaþým aracý olarak
kullanýmý, ödeme aracý olarak kullanýmý ve dolayýsýyla kredi sisteminin
geliþmesi ile bir arada bulunursa, tüccar sermayesinin para-sermaye
kýsmý, bu tüccar sermayesinin gerçekleþtirdiði ticari iþlemlerin hacmine
oranla daha da küçülür. Üç ay vade ile 3.000 sterlin deðerinde þarap
satýn alýr ve bütün þarabý bu vade bitmeden peþin parayla satarsam, bu
iþlemler için tek bir kuruþ yatýrmam gerekmez. Bu durumda þurasý da
açýktýr ki, burada tüccar sermayesi olarak iþ gören para-sermaye, kendi
para-sermaye biçiminde, yani para-biçiminde geriye akýþ süreci halinde
sanayi sermayesinden baþka bir þey deðildir. (3.000 £ deðerindeki þarabý
üç ay vade ile satan üreticinin, elindeki alacak senedini bankada iskon-
to ettirmesi olgusu, durumu hiç deðiþtirmez ve bunun tüccar sermayesi
ile bir iliþkisi yoktur.) Piyasa-fiyatlarý bu sýrada, diyelim 1/10 kadar düþse,
tüccar kâr etmek bir yana, 3.000 £ yerine, ancak 2. 700 £ elde etmiþ
olurdu. 300 sterlini cebinden ödemek durumunda kalýrdý. Bu 300 £ sýrf
fiyat farkýný telafi eden bir yedek ödevi görmüþ bulunurdu. Ama ayný þey
yapýmcý içinde geçerlidir. Düþük fiyatlar ile satýþ yapmýþ olsa, o da gene
300 £ kaybeder ve yedek sermaye olmaksýzýn üretimi ayný ölçüde yine-
leyemezdi.
Keten bezi tüccarý, yapýmcýdan 3.000 £ deðerinde bez satýn alýr.
Yapýmcý, bu 3.000 sterlinin, diyelim 2.000 sterlinini iplik için öder. Bu
ipliði, o, bir iplik tüccarýndan satýn alýr. Yapýmcýnýn, iplik tüccarýna öde-
diði para, bez tüccarýnýn parasý deðildir, çünkü, bez tüccarý, bu para
tutarýnda meta almýþ bulunmaktadýr. Bu, yapýmcýnýn kendi sermayesi-
nin para-biçimidir. Þimdi iplik tüccarýnýn elinde bu 2.000 £ geri dönmüþ
para-sermaye olarak görünür. Ama bu para, para-biçiminden sýyrýlmýþ
keten bezini ve para-biçimine bürünmüþ ipliði temsil eden 2.000 sterlin-
den ne ölçüde farklý ve ayrýdýr? Eðer iplik tüccarý,kredi ile satýn almada
bulunsa ve borç vadesi sona ermeden önce peþin satýþ yapsa, bu 2.000
£ sanayi sermayesinin kendisinin, devresi sýrasýnda büründüðü para-
biçiminden ayrý ve farklý tüccar sermayesinin tek bir kuruþunu bile içer-
mez. Þu halde, ticaret sermayesi, meta ya da para-sermaye olarak tüc-
carýn elinde bulunan sanayi sermayesinin sýrf bir biçimi olmadýðý sürece
para-sermayenin doðrudan doðruya tüccara ait olan ve metalarýn alým
ve satýþlarýnda dolaþýmda bulunan kýsmýndan baþka bir þey deðildir. Bu
kýsým, üretim için yatýrýlan sermayenin, sanayicinin elinde daima yedek
akçe ve ödeme aracý olarak bulunmasý gereken ve her an onun para-
sermayesi olarak dolaþýmda kalmasý zorunlu olan kýsmýný, küçültülmüþ

246 Karl Marks


Kapital III
bir ölçekte temsil eder. Bu kýsým, küçültülmüþ bir ölçekte, þimdi tüccar
kapitalistlerin ellerindedir ve bu haliyle dolaþým sürecinde iþlevlerini ye-
rine getirir. [sayfa 245] Bu kýsým, gelir olarak harcanan parça bir yana, top-
lam sermayenin, yeniden-üretim sürecinin devamlýlýðýný saðlamak için,
satýnalma aracý olarak piyasada sürekli dolaþmak zorunda bulunan kýs-
mýdýr. Yeniden-üretim süreci ne kadar hýzlý ve ödeme aracý olarak para-
nýn iþlevi, yani kredi sistemi ne ölçüde geliþmiþ ise,38 bu kýsým, toplam
sermayeye oranla o kadar küçük olur.
Tüccar sermayesi, dolaþým alanýnda iþlev yapan sermayeden
baþka bir þey deðildir. Dolaþým süreci, toplam yeniden-üretim sürecinin
bir evresidir. Ne var ki, dolaþým sürecinde hiç bir deðer, dolayýsýyla hiç
bir artý-deðer üretilmez. Ancak, ayný deðer kitlesinin biçim deðiþiklikleri
sözkonusudur. Gerçekte, burada, metalarýn baþkalaþýmlarý dýþýnda bir
þey olmaz ve bunun da, deðer yaratýlmasý ya da deðiþikliði ile bir iliþkisi
yoktur. Üretilen metalarýn satýþý ile bir artý-deðer gerçekleþmiþ ise, bu,
sýrf bu artý-deðerin zaten metalarda bulunmasý nedeniyle olmuþtur. Ýkin-
ci harekette, para-sermayenin metalara (üretim öðelerine) karþýlýk te-
krar deðiþtirilmesinde, bu nedenle, alýcý da herhangi bir artý-deðer
gerçekleþtirmiþ olmaz. Yaptýðý tek þey, parasýný, üretim araçlarý ve emek
–gücü karþýlýðýnda deðiþmek yoluyla, artý-deðer üretimini baþlatmaktýr.
Ne var ki, bu baþkalaþýmlarýn, dolaþým zamanýný gerektirmeleri ölçüsün-
de –bu zaman boyunca, sermaye, artý-deðer üretmek þöyle dursun, hiç
bir deðer üretmez– deðer yaratýlmasýný sýnýrlandýrýr ve artý-deðer, kendi-
sini, dolaþým döneminin uzunluðu ile ters orantýlý, kâr oraný ile ifade
eder. Tüccar sermayesi iþte bunun için ne deðer ne de artý-deðer yaratýr
hiç deðilse doðrudan doðruya yaratmaz. Dolaþým zamanýnýn kýsalmasý-
na katkýda bulunduðu ölçüde, sanayi kapitalistleri tarafýndan üretilen
38
Tüccar sermayesini, üretken sermaye olarak sýnýflandýrabilmek için Ramsay, bunu,
ulaþtýrma sanayii ile karýþtýrmakta ve ticarete “metalarýn bir yerden bir baþka yere taþýnmasý”
(An Essay on the Distribution of Wealth, s. 19) demektedir. Ayný karýþýklýk Verri’de (Meditazioni
sulla Economia Politica, § 4 [Scrittori classici italiani di economia politica. Parte moderna, t. XV,
s. 32. -Ed.]) ve Say’de de (Traité d’économie politique, l, 14, 15) görülür. Elements of Political
Economy (Andover and New York, 1835) adlý yapýtýnda S. P. Newman þöyle diyor: “Toplumun
bugünkü ekonomik düzeyinde, üretici ile tüketici arasýnda bulunan ve üreticiye sermaye verip
karþýlýðýnda ürün alan ve sonra da bu ürünleri tüketiciye aktararak karþýlýðýnda sermayeyi geri
alan tüccarýn bu hareketi hem toplumun ekonomik süreçlerini kolaylaþtýran ve hem de elinden
geçen ürünlere deðer katan ticari bir iþlemdir” (s. 174). Üretici ve tüketici, böylece, tüccarýn
aracýlýk etmesiyle, zaman ve paradan tasarruf saðlar. Bu hizmet, bir sermaye, ve emek yatýrýmýný
gerektirir ve “ayný ürünler tüketicilerin elinde, üreticilerin elinde olduklarý zamankinden daha
deðerli olduklarý için ürünlere deðer kattýðýna göre” ödüllendirilmelidir. Ve böylece ticaret ona,
týpký M. Say’e olduðu gibi, “tam anlamýyla bir üretim hareketi” (s. 175) olarak görünmektedir.
Newman’ýn bu görüþü temelinden yanlýþtýr. Bir metaýn kullaným-deðeri, tüketicinin elinde
üreticinin elinde olduðundan daha büyüktür, çünkü, ilk kez tüketici tarafýndan gerçekleþtirilmiþtir.
Çünkü, bir metaýn kullaným-deðeri, bu meta tüketim alanýna girene kadar, kendi amacýna
hizmet etmez, iþlevini yerine getirmeye baþlamaz. Meta, üreticinin elinde bulunduðu sürece,
ancak potansiyel biçimde vardýr. Ama, bir kimse bir meta için iki kez, ilkinde onun deðiþim-
deðeri ve sonra da kullaným-deðeri için ödemede bulunmaz. Metaýn deðiþim-deðerinin karþýlýðý
ödenmekle, onun kullaným-deðeri elde edilmiþ olur. Ve, metaýn deðiþim-deðeri, üreticiden ya
da aracýdan tüketiciye aktarýlmakla zerre kadar artmaz.

Karl Marks 247


Kapital III
artý-deðerin artmasýna dolaylý olarak yardým edebilir. Piyasanýn geniþle-
mesine, [sayfa 246] sermayeler arasýnda iþbölümünün gerçekleþmesine, do-
layýsýyla sermayenin daha geniþ ölçekte iþ görmesine yardýmcý olmasý
ölçüsünde, iþlevi, sanayi sermayesinin üretkenliðini ve birikimini teþvik
etmektir. Dolaþým zamanýný kýsalttýðý ölçüde, artý-deðerin yatýrýlan ser-
mayeye oranýný, þu halde kâr oranýný yükseltir. Ve, sermayenin daha
küçük bir kýsmýný, para-sermaye biçiminde dolaþým alanýnda baðlý tut-
tuðu ölçüde, sermayenin, doðrudan üretime katýlan kýsmýný artýrmýþ olur.
[sayfa 247]

248 Karl Marks


Kapital III
ONYEDÝNCÝ BÖLÜM
TÝCARÝ KÂR

SERMAYENÝN dolaþým alanýndaki saf iþlevlerinin –sanayi kapitali-


stinin, önce metalarýn deðerini gerçekleþtirmek ve sonra da bu deðeri
üretim öðelerine tekrar çevirmek için yerine getirmek zorunda olduðu
iþlemler, meta-sermayenin baþkalaþýmýný M’–P–M hareketini, þu halde,
satma ve satýnalma hareketlerini gerçekleþtiren iþlemlerin– ne deðer,
ne de artý-deðer ürettiklerini Ýkinci Kitapta* görmüþ bulunuyoruz. Daha
çok, bu amaç için, nesnel olarak metalar ve öznel olarak kapitalist baký-
mýndan gerekli-zamanýn, deðer ve artý-deðer üretimini sýnýrladýðý görül-
müþtü. Genel olarak meta-sermayenin baþkalaþýmý için doðru olan þey,
kuþkusuz, bunun bir kýsmýnýn, ticari sermaye þeklini almasý ya da meta-
sermayenin baþkalaþýmýný gerçekleþtiren iþlemlerin, özel bir kapitalistler
topluluðunun özel iþi ya da para-sermayenin bir kýsmýnýn özel iþlevi ola-
rak görünmesi olgusu ile en ufak bir þekilde deðiþtirilemez. Sanayi kapi-
talistlerinin bizzat kendileri tarafýndan yapýlan satýnalma ve satýþ –me-
ta-sermayenin baþkalaþýmý, M’–P–M, olan þey– eðer, deðer ya da artý-
deðer yaratan iþlemler deðilse, bu iþlemlerin sanayi kapitalistlerinden
baþkalarý tarafýndan yapýlmasý halinde de ne deðer, ne de [sayfa 248] artý-

* Kapital, Ýkinci Cilt, S. 99-101. -Ed.

Karl Marks 249


Kapital III
deðer yaratýlamayacaðý doðaldýr. Üstelik, eðer toplam toplumsal ser-
mayenin, yeniden-üretim sürecinin, dolaþým süreci tarafýndan kesintiye
uðratýlmamasý ve sürekli olarak devam etmesi için, her an para-serma-
ye biçiminde elde bulundurulmasý gereken kýsmýnýn, – eðer bu para-
sermaye ne deðer, ne de artý-deðer üretmiyorsa, bunun, sanayi kapita-
listleri dýþýnda kalan bir kapitalistler kesimi tarafýndan ayný iþlevi yerine
getirmek üzere sürekli olarak dolaþýma sürülmesiyle, deðer ve artý-de-
ðer yaratma niteliklerini kazanamayacaðý açýktýr. Tüccar sermayesinin
ne ölçüde dolaylý olarak üretken olabileceðini yukarda belirtmiþtik, bu
noktayý daha geniþ biçimde ilerde tartýþacaðýz.
Ticari sermaye, demek ki, –depolama, taþýma, ulaþtýrma, toptan
ve perakende daðýtým gibi kendisiyle baðýntýlý olabilecek bütün hetero-
jen iþlevlerden sýyrýlmýþ ve asýl iþlevi satmak için satýnalma iþiyle sýnýr-
landýrýlmýþ durumda– ne deðer ne de artý-deðer yaratýr, ama bunlarýn
gerçekleþtirilmelerinde ve böylece ayný zamanda metalarýn fiili deðiþi-
minde, yani elden ele geçmesinde, toplumsal metabolizmada aracý ola-
rak hareket eder. Ne var ki, sanayi sermayesinin dolaþým evresi, yeni-
den-üretim sürecinin üretim kadar bir evresini oluþturduðu için, dolaþým
sürecinde baðýmsýz iþ gören sermayenin de, týpký, çeþitli üretim alanla-
rýnda iþgören sermayeler gibi, yýllýk ortalama bir kâr saðlamasý gerekir.
Tüccar sermayesinin, sanayi sermayesinden daha yüksek bir yüzde or-
talama kâr saðlamasý halinde, sanayi sermayesinin bir kýsmý kendisini
tüccar sermayesine çevirir. Daha düþük ortalama kâr saðlamasý halinde
ise bunun tersi olur. Tüccar sermayesinin bir kýsmý, sanayi sermayesine
çevrilir. Hiç bir tür sermaye, amacýný ya da iþlevini, tüccar sermayesin-
den daha büyük bir kolaylýkla deðiþtiremez.
Tüccar sermayesinin kendisi artý-deðer üretmediðine göre, orta-
lama kâr biçiminde cebe indirdiði artý-deðerin, toplam üretken sermaye
tarafýndan üretilen artý-deðerin bir kýsmý olacaðý açýktýr. Ama, þimdi de
þu soru ortaya çýkýyor: Tüccar sermayesi, üretken sermaye tarafýndan
üretilen artý-deðer ya da kârdan kendi payýný nasýl kendisine çeker?
Ticari kârýn, metalarýn fiyatlarýna, kendi deðerlerini aþan sýrf bir
ekten ya da bunun üzerinde nominal bir artýþtan ibaret olduðu tam bir
yanýlsamadýr.
Tüccarýn bu kârý, ancak, sattýðý metalarýn fiyatýndan çekebileceði
ortada olduðu gibi, metalarýný satmakla elde ettiði kârýn da, satýnalma ve
satýþ fiyatlarý arasýndaki farka, yani ikinci fiyatýn birinci fiyattan fazlalýðýna
eþit olacaðý da daha açýk bir gerçektir.
Metalar satýn alýndýktan sonra ve satýlmadan önce, ek giderlerin
(dolaþým giderlerinin) metalara girmeleri olasýlýðý bulunduðu gibi, bu
olmayabilir de. Böyle bir þey olmuþsa, satýþ-fiyatýnýn alýþ-fiyatý üzerindeki
fazlalýðýnýn hepsinin kâr olmayacaðý açýktýr. Ýncelememizi basitleþtirmek
için, þimdilik böyle bir giderin olmadýðýný kabul ediyoruz. [sayfa 249]
Sanayici kapitalisti için, metalarýnýn satýþ ve satýnalma fiyatlarý

250 Karl Marks


Kapital III
arasýndaki fark, bunlarýn üretim-fiyatlarý ile maliyet-fiyatlarý arasýndaki
farka ya da toplam toplumsal sermaye açýsýndan, metalarýn deðeri ile
bunlarýn kapitalistler için maliyet-fiyatlarý arasýndaki farka eþittir, ki bu da
gene, bunlarda maddeleþen toplam emek miktarý ile karþýlýðý ödenen
emek miktarý arasýndaki fark demektir. Sanayici kapitalist tarafýndan sa-
týn alýnmýþ olan metalar, satýlabilir metalar olarak tekrar piyasaya sürül-
meden önce fiyatlarýnýn yalnýz kâr olarak gerçekleþecek kýsmýnýn yara-
týldýðý üretim sürecinden geçerler. Ama tüccar için durum farklýdýr. Me-
talar tüccarýn elinde, ancak dolaþým sürecinde bulunduðu sürece vardýr.
O, yalnýzca bunlarýn satýþlarýný, üretken kapitalist tarafýndan baþlatýlan
fiyatlarýnýn gerçekleþtirilmesi iþlemini sürdürür ve bu yüzden de onlarýn
tekrar artý-deðer emebilecekleri bir ara-süreçten geçmelerine neden ol-
maz. Sanayici kapitalist yalnýzca daha önce yaratýlmýþ bulunan artý-deð-
eri ya da kârý dolaþým sürecinde gerçekleþtirdiði halde, tüccar, kârýný
yalnýz dolaþým sýrasýnda ve dolaþým aracýlýðý ile gerçekleþtirmek duru-
munda deðildir, ama önce bunu yaratmak zorundadýr. Bunun böyle
olmasý için tek yol da, öyle görünüyor ki, tüccarýn sanayi kapitalistinden,
üretim-fiyatlarý üzerinden ya da toplam meta-sermaye açýsýndan aldýðý
metalarý, üretim-fiyatlarýný aþan bir fiyatla satmasý, fiyatlarýna nominal bir
ilavede bulunmasý, þu halde, bunlarý, toplam meta-sermaye açýsýndan
deðerlerinin üzerinde satmasý, bunlarýn nominal deðerlerinin gerçek de-
ðerlerini aþan kýsmýný cebe indirmesi; kýsacasý, bunlarý deðerlerinden
daha pahalýya satmasýdýr.
Bu fazladan fiyat ekleme yöntemi kolay anlaþýlýr bir þeydir. Sözge-
limi, bir yarda keten bezinin maliyet-fiyatý 2 þilin olsun. Eðer bunu tekrar
satarak %10 bir kâr elde etmek istiyorsam, fiyata 1/10 oranýnda bir ekle-
me yapmam, dolayýsýyla bezin yardasýný 2 þilin 22/5 peniye satmam gere-
kir. Metaýn gerçek üretim-fiyatý ile satýþ-fiyatý arasýndaki fark, demek ki
= 22/5 penidir ve bu, 2 þilin üzerinden %10 bir kârý temsil eder. Bu,
benim bir yarda bezi, alýcýya gerçekte 1 1/10 yarda bezin fiyatýna satmam
demektir. Ya da ayný kapýya çýkan, alýcýya 2 þilin karþýlýðýnda yalnýz bir
yardanýn 10/11’i kadar bez satmam ve geriye kalan 1/11 yarda bezi kendi-
me saklamam demektir. Gerçekte ben, 22/5 peni karþýlýðýnda, yardasý 2
þilin 22/5 peni fiyatla, 1/11 yarda bezi geri satýn alabilirim. Bu, demek ki,
metalarýn fiyatlarýnda nominal bir yükseltme yaparak, artý-deðer ve artý-
üründen pay almanýn yalnýzca dolambaçlý bir yoludur.
Bu, ilk anda görüldü þekliyle, metalarýn fiyatýný yükselterek, ticari
kârýn gerçekleþtirilmesidir. Ve gerçekten de, kârýn, metalarýn fiyatlarýn-
da nominal bir yükselmeden ya da deðerleri üzerinde bir fiyatla satýþ-
larýndan meydana geldiði düþüncesi, ticari sermayenin gözlemlenme-
sinden kaynaklanýr.
Ama daha yakýndan yapýlan bir inceleme, bunun sýrf aldatýcý bir
yanýlsama olduðunu hemen ortaya. koyar. Kapitalist üretimin egemen
[sayfa 250] olduðu varsayýlýyorsa, ticaret kârý bu þekilde gerçekleþtirilemez.

Karl Marks 251


Kapital III
(Burada sözkonusu olan, tek tek olaylar deðil, daima, ortalamalardýr.)
Tüccarýn, metalarýný, üretim-fiyatlarýnýn %10 üzerinde satmakla, diyelim
ancak %10 bir kâr gerçekleþtirebildiðini niçin varsayýyoruz? Çünkü biz,
bu metalarýn üreticisinin, sanayi kapitalistinin (kiþileþmiþ sanayi serma-
yesi olarak o, dýþ dünyanýn önünde üretici olarak görünür), bu mallarý
üretim-fiyatlarý üzerinden tüccara sattýðýný kabul ediyoruz. Eðer metala-
rýn, tüccarýn ödediði satýnalma fiyatlarý, bunlarýn üretim-fiyatlarýna ya da
son tahlilde deðerlerine eþitse ve böylece, üretim-fiyatý ya da son tahlil-
de, deðer, tüccarýn maliyet-fiyatýný temsil ediyorsa, gerçekten de, tücca-
rýn satýþ-fiyatýnýn satýnalma fiyatýný aþan fazlalýðýn –ve bu fark onun kârýnýn
tek kaynaðýdýr– metalarýn ticari-fiyatýnýn, onlarýn üretim-fiyatýný aþan bir
fazlalýk olmasý gerekir ki, son tahlilde tüccarýn bütün metalarýný, metala-
rýnýn deðerlerinin üzerinde sattýðý sonucu çýkar. Ama, sanayi kapitalisti-
nin, metalarýný tüccara üretim-fiyatlarýyla sattýðý niçin varsayýlmýþtý? Ya
da, daha doðrusu, bu varsayýmda kesin kabul edilen neydi?
Bu, tüccar sermayesinin, genel kâr oranýnýn oluþumuna girmemesi
idi (Biz, burada, hâlâ, yalnýz onun ticari sermaye olmasý niteliði ile ilgile-
niyoruz). Biz, genel kâr oranýný tartýþýrken zorunlu olarak bu öncülden
hareket etmiþtik, çünkü, önce, ticaret sermayesi diye bir þey bizim için o
sýrada yoktu, ve sonra ortalama kârýn, dolayýsýyla genel kâr oranýnýn,
önce, farklý üretim alanlarýndaki sanayi sermayeleri tarafýndan fiilen üre-
tilen kârlarý ya da artý-deðerleri ayný düzeye getirici olarak geliþtirilmesi
zorunluluðu vardý. Ama tüccar sermayesinde, biz, üretime katýlmadýðý
halde, kâra ortak olan bir sermaye ile karþý karþýyayýz. Þu halde þimdi
bizim daha önceki açýklamalarýmýzý tamamlamamýz gerekiyor.
Yýl boyunca yatýrýlmýþ olan toplam sanayi sermayesi = 720s +
180d = 900 (diyelim milyon sterlin) ve a’ = %100 olsun. O halde ürün
720s + 180d + 180a olur. Bu ürüne ya da üretilen meta-sermayeye S
diyelim, bunun deðeri ya da üretim-fiyatý (çünkü bunlarýn her ikisi de
toplam metalar bakýmýndan özdeþtirler) = 1.080 ve 900’lük toplam top-
lumsal sermaye için kâr oraný = %20 olur. Bu %20, bizim daha önceki
çözümlemelerimize göre, ortalama kâr oranýdýr, çünkü, artý-deðer, bura-
da, herhangi özel bir bileþimde þu ya da bu sermaye üzerinden deðil,
ortalama bileþimde toplam sanayi sermayesi üzerinden hesaplanmýþtýr.
Demek ki, S = 1.080 ve kâr oraný = %20’dir. Ne var ki, þimdi, bu 900
sterlinlik sanayi sermayesinden baþka, 100 sterlinlik bir tüccar sermaye-
si bulunduðunu ve týpký sanayi sermayesi gibi, kârdan, kendi büyüklüð-
üyle pro rata* pay aldýðý varsayalým. Bizim varsayýmýmýza göre bu,
1.000’lik toplam sermayenin 1/10’idir. Bu nedenle, 180’lik toplam artý-
deðerden 1/10 oranýnda pay alýr ve böylece %18 bir kâr saðlar. Öyleyse,
toplam sermayenin diðer 9/10’u arasýnda bölüþülecek kâr yalnýz = 162 ya
da 900’lük [sayfa 251] sermaye üzerinden ayný þekilde = %18’dir. Þu halde

* Orantýlý olarak, herkese düþen pay oranýnda. -ç.

252 Karl Marks


Kapital III
900’lük sanayi sermayesinin sahipleri tarafýndan S’nin tüccarlara satýla-
caðý fiyat = 720s + 180d + 162a + 1.062 olur. Tüccar, þimdi, 100’lük ser-
mayesine ortalama %18 kâr ekleyecek olursa, bu metalarý, 1.062 + 18
= 1.080’den, yani üretim-fiyatý üzerinden ya da toplam meta-sermaye
açýsýndan, elde edeceði kârý ancak dolaþým süreci sýrasýnda ve bu süreç
aracýlýðý ile ve yalnýz, satýþ-fiyatýnýn satýnalma fiyatýný aþan fazlalýðýndan
saðladýðý halde, deðerlerine eþit fiyatla satar. Gene de tüccar, bu metala-
rý, sýrf onlarý sanayi kapitalistinden, deðerlerinin altýnda ya da üretim-
fiyatlarýnýn altýnda satýn almýþ olduðu için, deðerlerinin üzerinde ya da
üretim-fiyatlarýnýn üzerinde satmaz.
Þu halde, tüccar sermayesi, genel kâr oranýný oluþumuna toplam
sermayedeki yeriyle pro rata bir belirleyici olarak girer. Demek ki, veri-
len örnekte, eðer toplam sermayenin 1/10’i tüccar sermayesi olmayýp da
genel kâr oraný bu nedenle 1/10 kadar düþmüþ olsaydý, %18 dediðimiz
ortalama kâr oraný, %20 olurdu. Bu, bizi üretim-fiyatýnýn daha yakýn ve
kapsamlý bir tanýmýna götürür. Üretim-fiyatý dediðimiz zaman, biz, daha
önce de olduðu gibi, metaýn fiyatý = onun maliyeti (içerdiði deðiþmeyen
+ deðiþen sermayenin deðeri) + ortalama kârý anlarýz. Ama bu ortala-
ma kâr, þimdi farklý bir biçimde belirlenmektedir. Þimdi o, toplam üret-
ken sermaye tarafýndan üretilen toplam kâr ile belirlenmektedir; ama
yalnýz toplam üretken sermaye üzerinden hesaplandýðý gibi olmayýp,
yukarda varsayýldýðý gibi eðer bu = 900 ve kâr = 180 ise, ortalama kâr
oraný = 180/900 = %20 olurdu. Oysa bu, toplam üretken + tüccar ser-
mayesi üzerinden hesaplandýðýnda, 900 üretken ve 100 tüccar sermaye-
si ile ortalama kâr oraný = 180/1000 = %18 olur. Bu durumda, üre-
tim-fiyatý, m (maliyet giderleri) + 20 yerine m + 18 olur. Toplam kâr-
dan, tüccar sermayesinin payýna düþen, böylece ortalama kâr oranýnda
yer almýþ olmaktadýr. Toplam meta-sermayenin fiili deðeri ya da üretim-
fiyatý, bu nedenle = m + k + t (t burada ticaret kârýný gösteriyor) olmakta-
dýr. Üretim fiyatý ya da sanayici kapitalistin metalarýný sanayici kapitalist
olarak sattýðý fiyat, böylece, metaýn fiili üretim-fiyatýndan daha küçüktür;
ya da bütün metalar bir arada alýndýðýnda, sanayici kapitalistler sýnýfýnýn
metalarýný sattýklarý fiyatlar, bu metalarýn deðerlerinden daha düþüktür.
Böylece, yukardaki durumda, 900 (maliyetler) + 900 üzerinden %18 ya
da 900 + 162 = 1.062 olur. Buradan þu sonuç çýkar ki, karþýlýðýnda 100
ödediði bir metaý 118’e satmakla, tüccar, gerçekten bu fiyata %18 ekle-
miþtir, ama karþýlýðýnda 100 ödediði bu meta, aslýnda 118 deðerinde
olduðu için, onu deðerinin üzerinde bir fiyatla satmamaktadýr. Üretim-
fiyatý terimini biz bundan böyle, bu daha kesin anlamýnda kullanmýþ
olacaðýz. Demek oluyor ki, sanayi kapitalistinin kârý, metaýn üretim-fi-
yatýnýn, maliyet-fiyatý üzerindeki fazlalýða; bu sanayi kârýndan farklý ola-
rak ticari kârýn, satýþ-fiyatýnýn, tüccar için metaýn satýnalma fiyatý olan
üretim-fiyatý üzerindeki fazlalýða eþit olduðu; ama, metaýn fiili fiyatýnýn =
üretim fiyatý + ticari [sayfa 252] kâr olacaðý açýktýr. Týpký sanayi sermayesi-

Karl Marks 253


Kapital III
nin yalnýz, metalarýn deðerinde zaten artý-deðer olarak varolan kârlarý
gerçekleþtirmesi gibi, tüccar sermayesi de, ancak tüm artý-deðer ya da
kârýn, sanayi kapitalisti tarafýndan metalar için gösterilen fiyatta henüz
tamamen gerçekleþmemiþ olmasý nedeniyle bir kâr gerçekleþtirir.39 Tüc-
carýn satýþ-fiyatý böylece, bu fiyat, toplam deðeri aþtýðý için deðil, satýnal-
ma fiyatý bu deðerin altýnda olduðu için, satýnalma fiyatýný aþar.
Tüccar sermayesi, demek ki, artý-deðer üretiminde yer almadýðý
halde, artý-deðerin ortalama kâr düzeyine getirilmesine katýlmýþ oluyor.
Þu halde, genel kâr oraný, tüccar sermayesi nedeniyle artý-deðerden bir
indirimi, dolayýsýyla, sanayi sermayesinin kârýndan bir indirimi içermek-
tedir.
Bütün bunlardan aþaðýdaki sonuçlar çýkar:
1) Sanayi sermayesine oranla tüccar sermayesi ne kadar büyük
olursa, sanayi kâr oraný o kadar küçük olur, ve bunun tersi de doðrudur.
2) Birinci kýsýmda gösterildiði gibi, kâr oraný, daima fiili artý-deðer
oranýndan düþük olmakta, yani sömürünün yoðunluðunu daima küçük
göstermektedir; yukardaki örnekte, 720s + 180d + 180a, artý-deðer ora-
nýn %100 ve kâr oraný ancak %20 olmaktadýr. Tüccar sermayesine düþen
pay da hesaba katýlýrsa, ortalama kâr oraný %20’den %18’edüþerek daha
da küçük göründüðü için, aradaki fark daha da büyük hale gelir. Doðru-
dan sömürücü kapitalistin ortalama kâr oraný, bu yüzden, aslýnda ol-
duðundan daha küçük bir kâr oranýný ifade eder.
Öteki bütün koþullarýn ayný kaldýðý varsayýldýðýnda, tüccar serma-
yesinin nispi hacmi (melez bir tipi temsil eden küçük tüccar dýþýnda)
kendi devir hýzýyla, þu halde genellikle yeniden-üretim sürecinin gücüyle
ters orantýlýdýr. Bilimsel tahlil boyunca, genel bir kâr oranýnýn oluþumu,
sanayi sermayeleri ile bunlarýn rekabetinden ileri gelir görünür ve ancak
sonralarý, tüccar sermayesinin, araya girmesiyle düzelir, tamamlanýr ve
deðiþikliðe uðrar. Ne var ki, tarihsel geliþmesi boyunca, bu süreç gerçek-
ten tersine dönmektedir. Metalarýn deðerlerini, az çok kendi deðerlerine
uygun olarak ilk belirleyen tüccar sermayesi olup, genel kâr oranýnýn ilk
þekillendiði alan yeniden-üretim sürecini saðlayan ve teþvik eden dolaþým
alanýdýr. Sanayi kârýný baþlangýçta belirleyen ticari kârdýr. Ancak kapita-
list üretim tarzýnýn kendisini kabul ettirmesinden ve üreticinin kendisi
tüccar haline geldikten sonradýr ki, ticari kâr, toplam artý-deðerin, top-
lumsal yeniden-üretim sürecine katýlan toplam sermayenin bir parçasý
olarak tüccar sermayesinin payýna düþen kýsmýna indirgenir.
Kârlarýn, tüccar sermayesinin araya girmesiyle tamamlanan
eþitlenmesi olayýnda, tüccarýn para-sermaye yatýrýmý ile, metalarýn deðe-
rine ek bir öðe girmediði, fiyatlara kendi kârýný saðlamak üzere tüccar
tarafýndan [sayfa 253] yapýlan ilavenin, yalnýzca, metalarýn deðerinin, üretim-

39
JohnBellers [Essays about the Poor, Manufactures, Trade, Plantations, and Immorality,
London 1699, s. 10. -Ed.]

254 Karl Marks


Kapital III
fiyatýnda üretken sermayenin hesaba katýlmayan, yani hesap dýþý býraký-
lan kýsmýna eþit olduðu daha önce görülmüþtü. Bu para-sermayenin
durumu, sanayi kapitalistinin sabit sermayesinin durumuna benzer, çün-
kü, bu sermaye tüketilmediði için, deðeri de, metaýn deðerinin bir öðesi-
ni oluþturmaz. Meta-sermayenin satýnalma fiyatýnda, tüccar, onun üre-
tim-fiyatýný = P, para olarak yerine koyar. Tüccarýn kendi satýþ fiyatý,
daha önce gösterildiði gibi P + ∆P olup, burada ∆P, metalarýn fiyatýna
yapýlan ve genel kâr oraný ile belirlenen ilaveyi temsil eder. Tüccarýn,
metalarýný satmasý üzerine, bunlarý satýn almak için, yatýrdýðý ilk para-
sermaye, kendisine bu ∆P ile birlikte geri döner. Bir kez daha görüyoruz
ki, tüccarýn para-sermayesi, sanayici kapitalistin, para-sermayeye çevril-
miþ meta-sermayesinden baþka bir þey deðildir ve bu para-sermaye,
meta-sermayenin deðer büyüklüðünü, meta-sermaye, tüccar yerine,
doðrudan nihai tüketiciye satýlmýþ olsaydý ne kadar etkilerse ancak o
kadar etkiler. Bu para-sermaye fiilen, yalnýzca tüketicinin yapacaðý öde-
meyi bekler durumdadýr. Ne var ki, bu, yalnýzca þimdiye kadar var-
sayýlan koþula baðlý olarak doðrudur, yani tüccarýn hiç bir genel gideri
olmadýðý ya da üreticiden metalarý satýn almak için yatýrmak zorunda
olduðu para-sermaye dýþýnda, meta baþkalaþýmý sürecine, satýnalma ve
satýþ sürecine, döner ya da sabit herhangi diðer bir sermaye yatýrýmý
yapmasýna gerek bulunmadýðý varsayýldýðýnda doðrudur. Ama bu, dolaþým
maliyetlerinin incelenmesinde görmüþ olduðumuz gibi, gerçekte böyle
deðildir (Ýkinci Kitap, Altýncý Bölüm). Bu dolaþým maliyetleri, kýsmen,
tüccarýn, dolaþýmla ilgili diðer kimselerden geriye talep etmek zorunda
olduðu ve kýsmen de, doðrudan doðruya kendi özgül iþinden doðan
giderlerdir.
Bu dolaþým maliyetleri ne türden olurlarsa olsunlar –ister tüccara
ait kuruluþun sýrf ticari niteliðinden ileri gelsinler ve dolayýsýyla, tüccarýn
özgül dolaþým giderlerine girsinler, ister, gönderme, ulaþtýrma, depola-
ma, vb. gibi dolaþým sürecine eklenen daha sonraki üretim süreçlerine
ait giderleri temsil eden kalemler olsunlar– bunlar, daima, tüccarýn, me-
talarýn satýn alýnmasý için yatýrdýðý para-sermaye dýþýnda, bu gibi dolaþým
araçlarýnýn satýn alýnmasý ve ödenmesi için ek bir sermaye bulundur-
masýný gerektirirler. Bu maliyet öðesi, döner sermayeden oluþtuðu ölçü-
de, metalarýn satýþ-fiyatýna ek bir öðe olarak, bütünüyle, ve sabit serma-
yeden oluþtuðu ölçüde, ancak aþýnmasý ve yýpranmasý ölçüsünde geçer.
Ama bu öðe, týpký saf ticari dolaþým maliyetleri gibi metalara herhangi
gerçek bir deðer eklemese bile, yalnýz nominal bir deðer oluþturur. Ne
var ki, ister sabit, ister döner olsun, bu ek sermayenin tamamý, genel kâr
oranýnýn oluþumuna katýlýr.
Saf ticari dolaþým maliyetleri (yani gönderme, ulaþtýrma, depola-
ma, vb. giderleri dýþýnda kalanlar) kendilerini, metalarýn deðerlerini ger-
çekleþtirmek, bu deðeri, metalardan paraya ya da paradan metalara dö-
nüþtürmek, bunlarýn deðiþimlerini saðlamak için gerekli giderler haline

Karl Marks 255


Kapital III
getirirler. Biz, burada, dolaþým sürecinde devam edebilecek ve
[sayfa 254]
ticari iþin kendisinden tamamýyla ayrýlabileceði her türlü olasý üretim
sürecini bütünüyle inceleme dýþý býrakýyoruz; gerçekten de, örneðin, asýl
ulaþtýrma sanayii ile gönderme iþi, ticaretten tamamen ayrý sanayi kolla-
rý olabilir ve böyledir de; ve alýnýp satýlabilir metalar, doklarda ve baþka
genel binalarda depolanarak depolama gideri üçüncü kiþiler tarafýndan,
kendisine düþtüðü ölçüde tüccardan talep edilebilir. Bütün bunlar, tüc-
car sermayesinin, baþka iþlevlerle karýþmamýþ kendi saf biçimi içersin-
de göründüðü, gerçek toptan ticarette yer alýrlar. Taþýma þirketi sahibi,
demiryollarý yöneticisi, armatör, “tüccar” deðildir. Bizim burada dikkate
aldýðýmýz giderler, satýn alma ve satýþ giderleridir. Daha önce de iþaret
ettiðimiz gibi, bunlar, muhasebe, defter tutma, pazarlama, yazýþma, vb.
gibi kýsýmlara ayrýlýrlar. Bu amaçlar için gerekli deðiþmeyen sermaye,
büro, kaðýt, posta vb. gibi giderlerden oluþur. Diðer giderler, ticaret iþiyle
uðraþan ücretli iþçilerin çalýþtýrýlmasý için yatýrýlan deðiþen sermayeye
ayrýlýr. (yollama ücreti, ulaþtýrma giderleri, gümrük resimleri, vb. kýsmen,
metalarýn alýmýnda tüccar tarafýndan yatýrýlmýþ gibi düþünülebilir ve böy-
lece, onu ilgilendirdiði kadarýyla, satýnalma fiyatýna girerler.)
Bütün bu giderler, metalarýn kullaným-deðerinin üretimi sýrasýnda
deðil, deðerlerinin gerçekleþtirilmesi sýrasýnda yapýlýrlar. Bunlar saf
dolaþým giderleridir. Bunlar, doðrudan üretim sürecine girmezler, ama
dolaþým sürecinin bir kýsmý olduklarý için, toplam yeniden-üretim süreci-
nin de bir kýsmýdýrlar.
Bu giderlerden bizi bu noktada ilgilendiren tek kýsým, deðiþen
sermaye olarak yatýrýlmýþ olanýdýr. (Aþaðýdaki sorunlarýn da incelenmesi
gerekir: Birincisi, metalarýn deðerine yalnýz gerekli-emeðin girdiði
þeklindeki yasa, dolaþým sürecinde nasýl iþler? Ýkincisi, tüccar sermay-
esinde birikim nasýl olur? Üçüncüsü, toplumun gerçek toplam yeniden-
üretim sürecinde tüccar sermayesi nasýl iþlev yapar?)
Bu giderler, ürünün, bir metaýn ekonomik biçimine sahip olmasýn-
dan doðarlar.
Sanayi kapitalistlerinin, metalarýný doðrudan doðruya birbirlerine
satmakla kaybettikleri emek-zamaný –yani nesnel bir deyiþle, metalarýn
dolaþým zamaný– bu metalara deðer katmadýðýna göre, bu emek-zama-
nýnýn, sanayi kapitalisti yerine tüccarýn payýna düþmüþ olmasýyla onun
niteliðinde hiç bir deðiþiklik yapmayacaðý açýktýr. Metalarýn (ürünlerin)
paraya ve paranýn metalara (üretim araçlarýna) çevrilmesi, sanayi ser-
mayesinin zorunlu bir iþlevidir ve bu yüzden de, aslýnda, kendi bilincine
ve iradesine sahip bulunan kiþileþmiþ sermayeden baþka bir þey olmay-
an kapitalistin yerine getirmesi gerekli bir iþtir. Ne var ki, bu iþlevler, ne
deðer, ne de artý-deðer üretirler. Üretken kapitalist elini çektikten sonra,
bu iþlevleri yerine getirerek ve sermayenin iþlevlerini dolaþým alanýnda
devam ettirerek tüccar, yalnýzca, sanayici kapitalistin yerini almýþ olur.
Bu iþlemlerin gerektirdiði emek-zamaný, sermayenin yeniden-üretim [sayfa

256 Karl Marks


Kapital III
255] sürecinin bazý gerekli iþlemlerine harcanmaktadýr, ama ek bir deðer
yaratmamaktadýr. Tüccar bu iþlemleri yerine getirmemiþ olsaydý (þu hal-
de, bunun gerektirdiði emek-zamaným harcamasaydý), sermayesini, sa-
nayici kapitalistin dolaþým aracý olarak kullanmamýþ olurdu; bu durumda,
sanayici kapitalistin kesintiye uðrayan iþlevini sürdüremez, ve dolayýsýyla
da, sanayici kapitalistler tarafýndan üretilen kâr kitlesine, kapitalist ola-
rak, yatýrdýðý sermaye ile, pro rata katýlamazdý. Artý-deðer kitlesinden
pay alabilmek ve yatýrdýðý paranýn deðerini sermaye olarak
geniþletebilmek için, ticari kapitalistin, ücretli iþçi çalýþtýrmasý gerekmez.
Eðer yaptýðý iþ ile sermayesi küçük ise, çalýþan tek iþçi o olabilir. Alacaðý
karþýlýk, kârýn, metalar için ödediði fiyat ile bunlarýn gerçek üretim-fiyat-
larý arasýnda kalan farktan kendisine düþen kýsmýdýr.
Öte yandan þu da var ki, tüccarýn, küçük bir sermaye yatýrýmý ile
gerçekleþtirdiði kâr, iyi bir ücret alan, usta bir iþçinin alacaðý ücretten
daha fazla olmayabilir ve hatta bundan daha da az olabilir. Gerçekten
de, o, ücret biçiminde ya da her satýþtan saðlanan kârdan (yüzde, prim
gibi) bir pay biçiminde, ayný ya da daha yüksek bir gelir elde eden alýcý,
satýcý, gezginci esnaf gibi, üretken kapitalistin birçok doðrudan ticari
aracýlarý ile yanyana iþgörür. Birinci durumda tüccar baðýmsýz bir kapita-
list olarak ticari kârý cebe indirir; diðerinde ise, satýcý, sanayi kapitalisti-
nin ücretli iþçisi, kârýn bir kýsmýný, ya ücret biçiminde ya da doðrudan
doðruya aracýsý olduðu sanayi kapitalistinin kârýndan orantýlý bir pay ola-
rak alýr, oysa patronu, hem sanayi ve hem de ticaret kârýný cebe indirir.
Ama bütün bu durumlarda, dolaþýma aracýlýk eden kimseye, saðladýðý
gelir, sýradan bir ücret, yerine getirilen bir iþin karþýlýðý olarak görünse, ve
hatta böyle görünmese bile, bu kâr, iyi ücret alan bir iþçinin ücretinden
daha büyük olmayabilir, geliri sýrf ticari kârdan elde edilmiþtir. Bu, onun
emeðinin, deðer üretmeyen bir emek olmasýndan ileri gelir.
Dolaþým hareketinin uzamasý, sanayi kapitalisti için þu anlama
gelir: 1) Üretken sürecin yöneticisi olarak, iþlevini bizzat yerine getir-
mekten alýkoyduðu için, kiþisel bir zaman kaybý; 2) ürününün, para ya
da meta-biçimde, dolaþým sürecinde, böylece de, deðer yaratmayan ve
doðrudan üretim-sürecinin kesintiye uðradýðý bir süreçte daha uzun bir
zaman kalmasý. Üretim sürecinin kesintiye uðramamasý için, ya üreti-
min kýsýtlanmasý ya da üretim sürecinin ayný ölçekte devam etmesi için,
daha fazla para-sermaye yatýrýlmasý gerekir. Bu, her seferinde, ya þimdiye
deðin yatýrýlan sermaye üzerinden daha az bir kâr saðlamasý, ya da daha
önceki kârýn elde edilmesi için, ek para-sermaye yatýrýlmasý gerektiði
anlamýna gelir. Bütün bunlar, sanayici kapitalistin yerini tüccar aldýðý
zaman deðiþmez, aynen kalýr. Dolaþým sürecine, sanayici kapitalist daha
fazla zaman vereceðine, þimdi tüccar daha fazla zaman vermiþ olur;
dolaþýma ek sermaye yatýran, sanayici kapitalist yerine tüccardýr; ya da
ayný þey demek olan, dolaþým sürecine sanayi sermayesinin daha büyük
bir kýsmý yöneltilmek yerine, bu sürece bütünüyle tüccar sermayesi

Karl Marks 257


Kapital III
baðlanmýþ olur; ve, daha küçük bir kâr saðlamak yerine, sanayici kapita-
list, kârýnýn [sayfa 256] bir kýsmýný bütünüyle tüccara aktarmak durumunda
kalýr. Tüccar sermayesi, gerekli sýnýrlar içersinde kaldýðý sürece, aradaki
tek fark, sermayedeki bu iþlev bölümü, tamamen dolaþým sürecinde
kullanýlan zamaný kýsaltýr, bu amaç için daha az ek sermaye yatýrýlýr ve
toplam kârdan, ticaret sermayesi þeklinde uðranýlan kayýp, baþka türlü
olacaðýndan daha küçük olur. Eðer yukardaki örneðimizde, 720s + 180d
+ 180a, 100’lük bir tüccar sermayesinin yardýmýyla sanayi kapitalist için
162’lik ya da %18’lik bir kâr üretir, þu halde 18’lik bir azalmaya yolaçar-
sa, bu baðýmsýz tüccar sermayesi için, gerekli ek sermaye belki de 200
olurdu ve sanayici kapitalistin 900 yerine 1.100 toplam yatýrýmda bulun-
masý gerekir, 180’lik bir artý-deðer üzerinden saðlanacak kâr oraný ancak
%164/11 olurdu.
Ayný zamanda kendi tüccarý olarak iþ gören bir sanayi kapitalisti,
yalnýz dolaþým sürecindeki ürünleri tekrar paraya çevrilmeden önce yeni
metalar satýn almak için ek sermaye yatýrmakla kalmayýp, bir de, meta-
sermayesinin deðerini gerçekleþtirmek ya da baþka bir deyiþle, dolaþým
süreci için baþka sermaye (büro giderleri ye ticari iþlerde çalýþan perso-
nelin ücretleri için) yatýracak olsa, bu ilaveler ek sermaye oluþtururlar,
ama artý-deðer yaratmazlar. Bunlarýn, metalarýn deðerinden yerine ko-
nulmasý gerekir, çünkü, bu metalarýn deðerinin bir kýsmýnýn tekrar bu
dolaþým giderlerine çevrilmesi zorunludur. Ama böylece hiç bir artý-de-
ðer üretilmiþ olmaz. Toplumun toplam sermayesini ilgilendirdiði kadarýy-
la, bu aslýnda, onun bir kýsmýnýn, sermayenin kendisini geniþletme süre-
cinin bir parçasýný oluþturmayan ikincil iþlemler için bir tarafa konulmasý
ve toplumsal sermayenin bu kýsmýnýn, bu amaç için sürekli yeniden üre-
tilmesi gerektiði anlamýna gelir. Bu, bireysel kapitalist ve tüm sanayici
kapitalistler sýnýfý için kâr oranýný düþürür, ve ayný deðiþen sermaye kitle-
sini harekete geçirmek için böyle bir sermaye gerektiði zamanlarda her
yeni ek sermaye yatýrýmýndan ileri gelen bir sonuçtur.
Dolaþým iþine baðlý bu ek giderler sanayici kapitalistten ticari ka-
pitaliste aktarýldýðý ölçüde, kâr oranýnda benzer bir düþme olur, ama bu
düþme daha az derecede ve farklý biçimdedir. Durum, þimdi, eðer bu
giderler olmasaydý, tüccarýn, gerekli olandan daha fazla sermaye yatýrmýþ
bulunacaðý, ve bu ek sermaye üzerinden kârýn, ticari kâr miktarýný artýra-
caðý ve böylece, ortalama kâr oranýnýn eþitlenmesi iþleminde, daha çok,
tüccar sermayesinin sanayi sermayesine katýlarak ortalama kârýn düþmesi
biçiminde bir geliþme gösterir. Yukardaki örneðimizde, 100’lük tüccar
sermayesine, sözkonusu giderlerin karþýlanmasý için, 50'lik bir ek ser-
maye yatýrýlacak olursa, 180 tutarýndaki toplam artý-deðer, 900’lük bir
üretken sermaye, artý, 150’lik bir tüccar sermayesi, toplam = 1.050’lik
sermayeye göre bölüþülmüþ olacaktýr. Ortalama kâr, bu yüzden
%171/7’ye düþecektir. Sanayi kapitalisti, metalarýný tüccara, 900 + 152/7 =
10542/7 üzerinden ve tüccar da l.130 (1.080 + 50 geri almak zorunda

258 Karl Marks


Kapital III
olduðu giderler karþýlýðý) üzerinden satacaktýr. Ayrýca, þurasýný [sayfa 257] da
kabul etmek gerekir ki, tüccar sermayesi ve sanayi sermayesi arasýnda-
ki bölünme, ticari giderlerde bir merkezleþmeyi ve dolayýsýyla bunlarda
bir azalmayý birlikte getirecektir.
Þimdi þu soru ortaya çýkýyor: Ticari kapitalist tarafýndan, burada
tüccar tarafýndan çalýþtýrýlan, ticari ücretli iþçilerin durumlarý nedir?
Bir bakýma, bu gibi ticaret iþlerinde çalýþanlar, diðerleri gibi ücretli
iþçilerdir. Her þeyden önce, bunlarýn emek-gücü, gelir olarak harcanan
parayla deðil, tüccarýn deðiþen sermayesi ile satýn alýnmýþtýr ve dolayýsýy-
la bu güç, özel hizmetler için deðil, kendisine yatýrýlan sermayenin deðer-
inin geniþletilmesi amacýyla satýn alýnmýþtýr. Sonra, onun da emek-gü-
cünün deðeri ve þu halde ücreti, diðer iþçilerinki gibi belirlenmiþtir, yani
emeðinin ürünü ile deðil, onun özgül emek-gücünün üretim ve yeniden-
üretiminin maliyeti ile belirlenmiþtir.
Bununla birlikte, sanayi sermayesi ile tüccar sermayesi, dolayýsýy-
la sanayici kapitalist ile tüccar arasýnda bulunan ayný ayrýmý, onunla
doðrudan doðruya sanayi kapitalisti tarafýndan çalýþtýrýlan ücretli iþçi
arasýnda da yapmak zorundayýz. Tüccar, sýrf bir dolaþým aracý olarak ne
deðer, ne de artý-deðer üretmediðine göre (giderler aracýlýðý ile tüccarýn
metalara kattýðý ek deðer, burada kendi deðiþmeyen sermayesinin deð-
eri-ni nasýl koruduðu sorusu ortaya çýkmakla birlikte, daha önce mevcut
deðerlere bir ilave niteliðinde olduðu için) tüccar tarafýndan bu ayný
iþlevlerde çalýþtýrýlan ticaret iþçilerinin de, onun için doðrudan doðruya
artý-deðer üretmeyecekleri sonucu çýkar. Üretken emekçilerde olduðu
gibi burada da ücretlerin emek-gücünün deðeri ile belirlendiðini, þu hal-
de, tüccarýn, ücretleri düþürerek kendisini zenginleþtirmediðini bunun
için de maliyet hesabýna, ancak kýsmen ödemede bulunduðu emek için
bir avans göstermediðini, baþka bir deyiþle, memurlarýný, vb. kandýrarak
kendisini zenginleþtirmediðini varsayýyoruz.
Ticaret ücretli iþçileri ile ilgili güçlük, hiç bir zaman bunlarýn, doðru-
dan doðruya herhangi bir artý-deðer (kâr bunun ancak deðiþmiþ bir
þeklidir) yaratmaksýzýn, kendilerini çalýþtýran için nasýl olup da doðrudan
kâr ürettiklerini açýklamaktan ileri gelmiyor. Bu sorun, aslýnda, ticari kâr-
larýn genel tahlilinde çözümlenmiþ bulunuyor. Týpký sanayi sermayesi-
nin, kârý, metalarda somutlaþan ve gerçekleþen, karþýlýðýnda bir eþdeðer
ödenmeyen emeðin satýþýyla saðlamasý gibi, tüccar sermayesi de, kârý,
metalarýn içerdiði (üretimleri için yatýrýlmýþ sermaye, toplam sanayi ser-
mayesinin bir kýsmý olarak iþlev yaptýðý ölçüde, metalarýn içerdiði) karþýlýðý
ödenmeyen emeðin tamamý için üretken sermayeye tam bir ödemede
bulunmayarak ve metalarýn hâlâ içermekte olduðu bu karþýlýðý öden-
memiþ kýsým için, satýþ yapýlýrken bir karþýlýk isteyerek saðlar. Tüccar
sermayesi ile artý-deðer arasýndaki baðýntý, sanayi sermayesi ile artý-de-
ðer arasýndaki baðýntýdan farklýdýr. Sanayi sermayesi, baþkalarýnýn karþýlýðý
ödenmeyen emeðine doðrudan doðruya elkoyarak artý-deðer üretir. Tüc-

Karl Marks 259


Kapital III
car sermayesi, artý-deðerin bir kýsmýna, bu kýsmý, sanayi [sayfa 258] serma-
yesinden kendisine aktararak, sahip çýkar.
Ticaret sermayesi, yeniden-üretim sürecinde, ancak deðerleri
gerçekleþtirme iþlevi aracýlýðý ile, sermaye olarak iþ görür ve böylece,
toplam sermaye tarafýndan üretilen artý-deðerden pay alýr. Bireysel tüc-
carýn elde edeceði kâr kitlesi, bu süreçte kullanabileceði sermayenin
kitlesine baðlý olup, çalýþtýrdýðý kimselerin karþýlýðý ödenmeyen emeði ne
kadar fazla olursa o kadar fazla sermayeyi satýnalma ve satma iþinde
kullanabilir. Tüccarýn parasýný sermaye haline getiren iþlev, büyük ölçü-
de, bu iþte çalýþtýrýlanlar tarafýndan yerine getirilir. Çalýþtýrdýðý kimselerin
karþýlýðý ödenmeyen emeði artý-deðer yaratmamakla birlikte, onun bu
artý-deðere elkoymasýný saðlar ve bu da, sonuçta, sermayesi bakýmýn-
dan ayný þey demektir. Bu nedenle de o, tüccar için bir kâr kaynaðýdýr.
Aksi halde ticaret hiç bir zaman büyük ölçekte ya da kapitalist biçimde
yürütülemezdi.
Týpký, iþçinin karþýlýðý ödenmeyen emeðinin, üretken sermaye,
için doðrudan doðruya artý-deðer yaratmasý gibi, ticari ücretlilerin karþýlýðý
ödenmeyen emeði de, tüccar sermayesi için bu artý-deðerden bir pay
saðlar.
Güçlük þuradan gelir: Tüccarýn emek-zamaný ve emeði, kendisi
için, zaten üretilmiþ bulunan artý-deðerden bir pay saðladýðý halde, bu
emek-zamaný ve emek, deðer yaratmadýðýna göre, tüccarýn, ticari emek-
gücü satýn almak için yatýrdýðý deðiþen sermaye bakýmýndan durum
nedir? Bu deðiþen sermaye, yatýrýlan tüccar sermayesinin maliyet gider-
leri içersinde yer alacak mýdýr? Eðer almayacaksa, bu, kâr oranýnýn
eþitlenmesi yasasý ile çeliþiyor gibi görünür; yatýrýlan sermayeyi ancak
100’lük bir sermaye olarak hesaba katacaksa, hangi kapitalist 150’lik bir
sermaye yatýrýmýna yanaþýr? Eðer yer alacaksa, bu, tüccar sermayesinin
niteliði ile çeliþir görünür, çünkü, bu tür sermaye, sanayi sermayesi gibi,
baþkalarýnýn emeðini harekete geçirmekle sermaye olarak hareket et-
mez, o daha çok, kendi iþini yapmakla, yani satýnalma ve satýþ iþlevlerini
yerine getirmekle, ve bu onun, sanayi sermayesi tarafýndan üretilen artý-
deðerin bir kýsmýný almasýnýn tek yolu ve nedeni olduðu için, sermaye
olarak hareket etmiþ olur.
Ýþte bu nedenle, þu noktalarý da çözümlememiz gerekir: tüccarýn
deðiþen sermayesi; dolaþým alanýndaki gerekli-emek yasasý; tüccarýn
emeðinin, kendi deðiþmeyen sermayesinin deðerini nasýl devam ettir-
diði; tüccar sermayesinin, bütün olarak yeniden-üretim sürecinde oyna-
dýðý rol; ve ensonu, bir yanda meta-sermaye ve para-sermaye, öte yanda
ticaret sermayesi ve para ticareti yapan sermaye biçimindeki ikilik.)
Eðer her tüccarýn, ancak kendi iþini kendi emeðiyle çevirebilecek
kadar sermayesi olsaydý, tüccar sermayesi sonsuz bir bölünmeye uðrar-
dý. Bu küçülme, kapitalist üretim tarzýnýn ileriye gidiþi sýrasýnda, üretken
sermayenin üretimi artýrmasý ve daha büyük bir kitleyi harekete geçir-

260 Karl Marks


Kapital III
mesi oranýnda artardý. Böylece, bu ikisi arasýndaki oransýzlýk büyürdü.
Sermaye, üretim alanýnda merkezileþtiði oranda, dolaþým alanýnda [sayfa
259] merkezileþmesini yitirirdi. Sanayi kapitalistinin saf ticari iþi ve dolayý-
sýyla saf ticari giderleri böylece sonsuz büyürdü, çünkü, bu durumda,
diyelim 100 yerine 1.000 tüccarla iþ yapmak zorunda kalýrdý. Böylece,
baðýmsýz iþ gören tüccar sermayesinin saðladýðý yararlar, büyük ölçüde
kaybolurdu. Ve yalnýz sýrf ticari giderler artmakla kalmaz, depolama,
gönderme, vb. gibi öteki dolaþým giderleri de artardý. Bütün bunlar sa-
nayi sermayesini ilgilendiren þeylerdir. Þimdi de tüccar sermayesini
düþünelim. Önce, sýrf ticaretle ilgili iþlemleri görelim. Büyük sayýlarla
uðraþmak, küçüklerle uðraþmaktan daha fazla zaman almaz. 100 ster-
linlik 10 satýn almada bulunmak, 1.000 sterlinlik tek bir satýn almadan
on katý fazla zaman alýr. 10 küçük tüccarla yazýþmak, tek bir büyük tüc-
carla yazýþmaktan on katý fazla yazýþmaya, kaðýda, posta giderine neden
olur. Bir kiþinin defter tuttuðu, bir baþkasýnýn para iþleriyle uðraþtýðý, bir
üçüncünün yazýþmalarla ilgilendiði, birinin satýn aldýðý, ötekinin sattýðý,
bir üçüncüsünün seyahat ettiði, vb. bir ticari firmadaki açýkça belirlenmiþ
iþbölümü, emek-zamanýndan büyük tasarruf saðlar ve bu yüzden de
toptan ticaretle uðraþan firmalarda çalýþan iþçi sayýsý, hiç bir zaman,
kuruluþun nispi büyüklüðü ile orantýlý deðildir. Bunun nedeni, ticaretle,
sanayide olduðundan daha fazla, ayný iþlev, ister büyük ister küçük ölçek-
te yapýlsýn, ayný emek-zamanýný gerektirir. Tarihsel olarak, ticaret iþle-
rindeki yoðunlaþmanýn, sanayi iþyerlerinden daha önce görünmesinin
nedeni iþte budur. Deðiþmeyen sermaye yatýrýmlarýna gelince. Yüz küçük
büro, tek bir bürodan, 100 küçük iþyeri, tek bir büyük iþyerinden çok
daha fazlaya mal olur. Ticari kuruluþlarýn hesaplarýna hiç deðilse yatýrým
giderleri olarak dahil olan ulaþtýrma giderleri, küçülmelerle artmýþ olur.
Sanayici kapitalist, iþinin ticari kýsmýna daha fazla emek ve dolaþým
gideri yatýrmak zorunda kalýrdý. Ayný tüccar sermayesi, birçok küçük
kapitalist arasýnda bölündüðünde, bu küçülmeler nedeniyle, iþlevlerinin
yerine getirilmesi için daha fazla emekçiye gereksinme olacaktý, ayrýca,
ayný meta-sermayenin devri için daha fazla tüccar sermayesine gerek-
sinme olacaktý.
Diyelim B, metalarýn alým ve satýmýnda doðrudan kullanýlan tüc-
car sermayesinin tamamý ve b de, ticari iþlerde çalýþanlarýn ücretlerine
ödenen deðiþen sermaye olsun. Eðer her tüccar yardýmcýsýz iþlerini yürü-
tebilse ve bu yüzden b için hiç bir yatýrýmda bulunmasa, B + b, toplam
tüccar sermayesi B’den daha küçük olur. Ne var ki, güçlüðün henüz
üstesinden gelmiþ deðiliz.
Metalarýn satýþ-fiyatýnýn, 1) B + b üzerinden ortalama kârý öde-
meye yeterli olmasý gerekir. Bunu, yalnýz, genellikle B + b’nin b olmak-
sýzýn gerekli olabilecekten daha küçük bir tüccar sermayesini temsil
eden baþlangýçtaki B’den bir indirim olmasý olgusu bile açýklayabilir.
Ama bu satýþ fiyatýnýn, 2) yalnýz, b üzerinden ek kârý kapsamaya deðil,

Karl Marks 261


Kapital III
ödenen ücretleri, tüccarýn deðiþen sermayesini = b yerine koymaya
yeterli olmasý gereklidir. Ýþte bu son hesap güçlüðe yolaçar. Bu b, fiyatýn
yeni bir öðesini [sayfa 260] mi temsil eder, yoksa, B + b aracýlýðý ile elde
edilen kârýn, yalnýz, ticari iþlerde çalýþan ücretli iþçiyi ilgilendirmesi baký-
mýndan ücret olarak görünen tüccar bakýmýndan ise sadece deðiþen
sermayeyi yerine koyan bir parçasý mýdýr? Ýkinci halde, tüccarýn, yatýrdýðý
sermaye, B + b üzerinden kârý genel kâr oraný nedeniyle B’ye düþen bir
kâr ile, ücretler biçiminde ödediði, ama kendisi bir kâr saðlamayan b’nin
toplamýna eþit olur.
Asýl sorun, gerçekte, b’nin sýnýrlarýný (matematik anlamýyla sýnýr-
larýný) bulmaktýr. Önce, sorunu doðru bir biçimde ortaya koyalým. Doðru-
dan doðruya metalarýn satýn alýnmasý ve satýþýna yatýrýlan sermayeye B,
bu iþlevde tüketilen deðiþmeyen sermayeye (fiili ticaret giderleri) K ve
tüccarýn yatýrdýðý deðiþen sermayeye b diyelim.
B’nin geri alýnmasý hiç bir güçlük çýkartmaz Çünkü, tüccar için,
bu sadece gerçekleþen satýþ fiyatýdýr, yapýmcý için üretim fiyatýdýr. Bu,
tüccarýn ödediði fiyattýr ve tekrar satmakla B’yi, o, satýþ fiyatýnýn bir kýsmý
olarak geri alýr; ayrýca bu B’ye ek olarak, daha önce açýklandýðý gibi, B
üzerinden bir kâr saðlar. Örneðin, metaýn maliyeti 100 £ ve kâr %10
olsun. Bu durumda, meta 110 sterline satýlýr. Meta daha önce 100’e mal
olmuþtu ve 100’lük tüccar sermayesi buna sadece 10’luk bir ilavede
bulunmuþtur.
Þimdi K’ye bakacak olursak, bu, olsa olsa en çok, sabit sermaye-
nin, üreticinin satýnalma ve satýþ iþinde tüketebileceði parçasý kadar olur,
ama aslýnda, bundan küçüktür; ne var ki, bu, üreticinin doðrudan doðru-
ya üretiminde gereksinme duyacaðý deðiþmeyen sermayeye bir ek teþkil
edebilir. Gene de bu kýsmýn sürekli olarak metaýn fiyatý ile karþýlanmasý
gerekir ya da ayný þey demek olan, metaýn buna tekabül eden kýsmýnýn,
sürekli olarak bu þekilde harcanmasý, ya da toplumun toplam sermaye-
si açýsýndan, devamlý olarak bu biçimde yeniden üretilmesi gerekir. Yatý-
rýlan deðiþmeyen sermayenin bu kýsmýnýn, týpký doðrudan doðruya üre-
time yatýrýlan tüm deðiþmeyen sermaye kitlesi gibi, kâr oraný üzerinde
sýnýrlayýcý bir etkisi vardýr. Sanayi kapitalisti, iþinin ticaret yanýný tüccara
býraktýðý sürece, sermayenin bu kýsmýný yatýrmak durumundan kurtulur.
Bunu onun yerine tüccar yatýrýr. Bir bakýma tüccar bunu ancak nominal
olarak yapar, çünkü tüccar, tükettiði deðiþmeyen sermayeyi (aslýnda
ticari giderler) ne üretir, ne de yeniden üretir. Bunun üretimi, yaþam
gereksinmeleri üreticilerine, deðiþmeyen sermaye saðlayanlarýnkine ben-
zer bir rol oynayan bazý sanayi kapitalistlerinin ayrý bir iþi ya da en azýn-
dan iþlerinin bir bölümü gibi görünür. Tüccar, bu yüzden, önce, kendisi
için bu deðiþmeyen sermayenin karþýlýðýný alýr, ve sonra da bunun üze-
rinden bir kâr saðlar. Bu nedenle bu ikisi aracýlýðýyla, sanayici kapitalistin
kârý azalmýþ olur. Ama, iþbölümüne baðlý olarak saðlanan tasarruf ve
yoðunlaþma nedeniyle, kârýndaki azalma, bu sermayeyi kendisinin yatýr-

262 Karl Marks


Kapital III
masý haline göre daha az olur. Böylece yatýrýlan sermaye daha az ol-
duðu için kâr oranýndaki azalma da daha küçük olur. [sayfa 261]
Buraya kadar satýþ fiyatý, demek ki, B + K + B + K üzerinden
kârýn toplamýna eþittir. Satýþ fiyatýnýn bu kýsmý bundan baþka bir güçlük
göstermez. Ama þimdi, tüccar tarafýndan yatýrýlan deðiþen sermaye b,
bunun içine girer.
Bunun sonucu olarak da satýþ fiyatý, B + K + b + B + K üzerin-
den kâr + b üzerinden kârdýr.
B, sadece satýnalma fiyatýný yerine koyar, ve ona B üzerinden
kârdan baþka bir þey eklemez. K, yalnýz K üzerinden kârý eklemekle
kalmaz, kendisini de ekler; ne var ki, K + K üzerinden kâr, yani dolaþým
giderlerinin deðiþmeyen sermaye biçiminde yatýrýlan kýsmý + buna uy-
gun kâr oraný, sanayi kapitalistinin elinde tüccarýn elinde olduðundan
daha büyük olurdu. Ortalama kârdaki düþme, yatýrýlan sanayi sermay-
esinden B + K düþüldükten sonra hesaplanan tam ortalama kâr biçi-
minde ve B + K üzerinden ortalama kârdan indirimin tüccara ödenmesi
þeklinde görünür, ve bu indirim, þimdi, özgül bir sermayenin, tüccar
sermayesinin kârý gibi ortaya çýkar.
Ama, b + b üzerinden kâr ya da, kâr oranýnýn = %10 kabul edil-
diði örneðimizde, b + 1/10b sözkonusu olunca durum deðiþir. Ve asýl
güçlük de iþte buradadýr.
Tüccarýn b ile satýn aldýðý þey, varsayýmýmýza göre, ticari emek-
ten, yani sermayenin dolaþýmdaki iþlevlerini yerine getirmesi, M-P ve P-
M hareketi için gerekli-emekten baþka bir þey deðildir. Ne var ki, ticari
emek, bir sermayenin, tüccar sermayesi olarak iþ görmesi, metalarýn
paraya ve paranýn metalara çevrilmesine yardýmcý olmak için genellikle
gerekli olan emektir. Bu, deðerleri gerçekleþtiren, ama kendi deðer ya-
ratmayan bir emektir. Ve ancak bir sermaye, bu iþlevleri yerine getirdiði
-þu halde, bir kapitalist bu iþlemleri ya da bu iþi, sermayesi ile yerine
getirdiði- sürece, tüccar sermayesi olarak hizmet eder ve genel kâr ora-
nýnýn düzenlenmesine katýlýr, yani toplam kârdan kendi payýný alýr. Ne
var ki, (b + b üzerinden kâr) önce, emek karþýlýðýnda ödemeyi (çünkü,
ister sanayi kapitalisti, kendi emeði için tüccara, ister tüccarýn ücretlerini
verdiði kimselerin emeði için ödemede bulunsun, bu hiç bir þeyi deðiþtir-
mez) ve sonra da, tüccarýn þahsen yerine getirmiþ olabileceði bu emek
için yaptýðý ödeme üzerinden kârý içerir görünür. Tüccar sermayesi önce,
kendisine ait b’yi geri alýr ve sonra bunun üzerinden bir kâr elde eder.
Demek ki, bu, þu olgudan ileri geliyor; önce o, tüccar sermayesi olarak
yerine getirdiði iþ için bir ödemede bulunmasýný istiyor ye sonra da, ser-
maye olarak iþ gördüðü, yani iþleyen bir sermaye olarak kendisine bir
kâr ödenmesini gerektiren bir iþi yerine getirmesi nedeniyle bir kâr talep
ediyor. Ýþte bu nedenle çözümlenmesi gereken sorun da budur.
Diyelim, B = 100, b = 10 ve kâr oraný = %10 olsun. Buraya ait ol-
mayan ve zaten hesap edilmiþ bulunan, satýnalma fiyatýnýn bu öðesini

Karl Marks 263


Kapital III
konu-dýþý býrakmak için K = 0 alýyoruz. Þu halde, satýþ fiyatý = B + k + b
+ k (= B + Bk’ + b + bk’; burada k’, kâr oranýný temsil eder) [sayfa 262] =
100 + 10+ 10+ 1 = 121 olur.
Ama eðer b, tüccar tarafýndan ücretlere yatýrýlmamýþ olsaydý -
çünkü b, yalnýz ticari emeði, þu halde, sanayi sermayesi tarafýndan pi-
yasaya sürülen meta-sermayenin deðerini gerçekleþtirmek için
gerekli-emeði öder- durum þöyle olurdu: tüccar B = 100’e almak ya da
satmak için zaman ayýrmak durumunda kalýrdý ve biz bu zamanýn, tüc-
carýn kullanabileceði tek zaman olduðunu kabul ediyoruz. b ya da 10
tarafýndan temsil edilen ticari emek, ücretler yerine kâr ile ödenecek
olsa, bu %10’dan b = 10 yapacaðý için, baþka bir tüccarýn 100’lük ser-
mayesinin varlýðýný öngörürdü. Bu ikinci B = 100, ek olarak metalarýn
fiyatýna girmezdi, ama %10 girerdi. Böylece, 100’lük iki iþlem = 200 olur
ve metalar 200 + 20 = 220 üzerinden satýn alýnýrdý.
Tüccar sermayesi kesenkes dolaþým sürecinde iþ gören sanayi
sermayesinin bir kýsmýnýn bireyselleþmiþ bir biçiminden baþka bir þey
olmadýðý için bununla ilgili bütün sorunlar, tüccar sermayesine özgü
görüngülerin henüz baðýmsýz olarak görünmedikleri, tersine hâlâ sanayi
sermayesinin bir kolu olarak onunla doðrudan doðruya iliþkisi içersinde
olduklarý bir biçimde ortaya konularak çözümlenmelidir. Bir iþlikten far-
klý bir büro olarak ticaret sermayesi, sürekli þekilde dolaþým sürecinde iþ
görür. Ýþte burada -bizzat sanayi kapitalistlerinin bürosunda- þimdi incele-
mekte olduðumuz b’yi önce çözümlememiz gerekir.
Bu büro, daha iþin baþýnda, daima sanayi iþliðine göre son dere-
ce küçüktür. Bundan sonra ise, açýktýr ki, üretimin boyutlarý geniþledikçe,
meta-sermaye þeklindeki ürünün satýþý, buradan elde edilecek paranýn
üretim araçlarýna çevrilmesi, bütün süreçle ilgili hesabýn tutulmasý gibi
iþler, sanayi sermayesinin dolaþýmý için gerekli ticari iþlemleri sürekli
þekilde çoðaltýr. Fiyatlarýn hesaplanmasý, defterlerin tutulmasý, kasa hesa-
bý, yazýþmalar, hep bu baþlýk altýnda toplanýr. Üretimin ölçeði ne denli
geliþirse, sanayi sermayesinin ticari iþlemleri, ve dolayýsýyla deðer ve
artý-deðerin gerçekleþmesi ile ilgili emek ve diðer dolaþým giderleri, ayný
oranda olmasa bile, o kadar büyük olur. Bu durum, gerçek büro perso-
nelini teþkil eden, ticari ücretli iþçilerin çalýþtýrýlmalarýný gerekli kýlar. Bu
harcamalar, ücret biçiminde yapýldýklarý halde, üretken emeðin satýn
alýnmasýnda kullanýlan deðiþen-sermayeden farklýdýr. Sanayi kapitalisti-
nin harcamalarýný, yatýrýlacak sermayenin kitlesini, doðrudan doðruya
artý-deðeri artýrmaksýzýn büyütür. Çünkü bu, sýrf daha önce yaratýlan deðe-
rin gerçekleþmesinde kullanýlan emek için yapýlan bir harcamadýr. Bu
türden diðer harcamalar gibi, yatýrýlan sermayeyi artýrdýðý, ama artý-deð-
eri artýrmadýðý için kâr oranýný küçültür. Yatýrýlan sermaye, (S + ∆S)’ye
yükseldiði halde artý-deðer a ayný kalýyorsa, kâr oraný a : S daha küçük
bir kâr oranýna a : (S + ∆S) yerini býrakýr. Sanayi kapitalisti bu nedenle,
týpký deðiþmeyen sermayesine ait giderler gibi, bu dolaþým giderlerini de

264 Karl Marks


Kapital III
en alt düzeyde tutmaya çalýþýr. Þu halde, sanayi sermayesi, ticari ücretli
iþ- çilerine karþý, üretken ücretli iþçilerine gösterdiði ayný davranýþý [sayfa
263] göstermez. Diðer koþullar ayný kalmak üzere, ne kadar fazla üretken
iþçi çalýþtýrýrsa, verim o kadar büyük, artý-deðer ya da kâr da o kadar
fazla olur. Tersine, üretimin ölçeði ne kadar büyür, gerçekleþtirilecek
deðer ve artý-deðer miktarý ne kadar artarsa, üretilen meta-sermaye o
kadar fazla olur, nispi olmasa bile mutlak büro giderleri o kadar artar ve
bir tür iþbölümünün doðmasýna yolaçar. Kârýn, bu harcamalar için ne
ölçüde bir önkoþul olduðu, diðer þeyler yanýnda, ticari ücretlerin art-
masýyla birlikte bunlarýn bir kýsmýnýn, çoðu kez kârdan verilen pay ile
ödenmesi olgusundan da görülür. Kýsmen deðerlerin hesaplanmasý, kýs-
men bunlarýn gerçekleþtirilmesi ve kýsmen de gerçekleþtirilen paranýn
tekrar üretim araçlarýna çevrilmesiyle iliþkili sýrf ara iþlemlerden ibaret
bulunan emeðin, bu nedenle, büyüklüðü, gerçekleþtirilecek olan üretilmiþ
deðerlerin miktarýna baðlý bir emek olmasý, üretken emek gibi, bu deð-
erlerin büyüklük ve kitlelerin bir nedeni olmaktan çok, bir sonucu gibi
hareket etmesi, eþyanýn doðasý gereðidir. Ayný þey, öteki dolaþým mali-
yetleri için de geçerlidir. Çok ölçü, tartý, ambalaj, taþýma iþi yapmak için,
elde çok þeyin bulunmasý gerekir. Ambalaj, ulaþtýrma, vb. miktarý, bu
iþlerin konusu olan metalarýn kitlesine baðlýdýr; bunun tersi doðru deðil-
dir.
Ticari iþçi doðrudan doðruya artý-deðer üretmez. Ama emeðinin
fiyatý emek-gücünün deðeriyle þu halde bunun üretiminin giderleriyle
belirlenir, oysa, bu emek-gücünün uygulanmasý, kullanýlmasý, enerji har-
camasý, aþýnýp yýpranmasý, öteki bütün ücretli emekçilerde olduðu gibi,
hiç bir þekilde deðeriyle sýnýrlý deðildir. Bu nedenle de, ücreti, gerçekleþ-
mesinde kapitaliste yardým ettiði kâr kitlesi ile zorunlu bir orantý içersin-
de deðildir. Kapitaliste neye malolduðu ile, onun için neler saðladýðý, iki
ayrý þeydir. Doðrudan doðruya artý-deðer yaratmaz, ama karþýlýðý öden-
meyen emek harcamasý ölçüsünde, artý-deðeri gerçekleþtirme giderini
azaltmasý için ona yardým ederek, kapitalistin gelirini artýrýr. Sözcüðün
gerçek anlamýnda ticari iþçi, emeði vasýflý emek olarak sýnýflandýran ve
ortalama emeðin üzerinde sayýlan, daha yüksek ücret alan ücretli iþçiler
sýnýfýna girer. Gene de bu ücret, kapitalist üretim tarzýnýn geliþmesiyle,
ortalama emeðe göre bile bir düþme eðilimi gösterir. Bu kýsmen büro-
daki iþbölümünden ileri gelir ve emeðin kapasitesinde tek yanlý bir
geliþme olduðu için, bunun gideri bütünüyle kapitaliste yüklenmez, çün-
kü, iþçinin becerisi, iþini yapa yapa kendi baþýna geliþmiþtir, ve iþbölümü
bunu tekyanlý yaptýðý ölçüde de, bu geliþme o kadar hýzlý olmuþtur. Son-
ra, gerekli eðitim, ticari bilgi, yabancý dil vb., bilim ve halk eðitimindeki
geliþmeyle birlikte gitgide daha hýzlý, kolay, yaygýn ve ucuz bir biçimde
yeniden üretildikçe, kapitalist üretim tarzý da öðretim yöntemlerini, vb.,
pratik amaçlara doðru yöneltmeye baþlar. Halk eðitiminin yaygýnlaþmasý,
kapitalistleri, bu gibi iþçileri, eskiden bu iþlere giremeyen ve daha düþük

Karl Marks 265


Kapital III
bir yaþam düzeyinde bulunan sýnýflardan saðlama olanaðýna kavuþturur.
Üstelik bu, arzý artýrdýðý için rekabeti de artýrýr. Pek az istisna ile bu
kimselerin emek-gücü, bu yüzden, kapitalist üretimdeki geliþmeyle deðer
[sayfa 264] kaybýna uðrar. Emeðin kapasitesi arttýðý halde bu iþçilerin ücret-
leri düþer. Kapitalist, gerçekleþtirilecek deðer ve kârý arttýkça, bu iþçilerin
sayýlarýný çoðaltýr. Bu emekteki artýþ hiç bir zaman artý-deðerdeki artýþýn
nedeni deðil, daima onun bir sonucudur.39a

––––––––––––

Demek ki, ortada bir ikilem var. Bir yandan, meta-sermaye ve


para-sermaye olarak (dolayýsýyla, bir de tüccar sermayesi olarak) adlan-
dýrýlan iþlevler, sanayi sermayesinin büründüðü genel belirli biçimlerdir.
Öte yandan ise, özgül sermayeler, ve dolayýsýyla özgül kapitalist gruplar,
sýrf bu iþlerle uðraþmaktadýrlar; ve böylece bu iþlevler, sermayenin ken-
disini geniþlettiði özgül alanlar haline gelmektedir.
Ticari sermayede, ticari iþlevler ve dolaþým giderleri, ancak ba-
ðým-sýzlaþmýþ biçimde bulunurlar. Sanayi sermayesinin dolaþýma ayrýlan
yaný, yalnýz sürekli olarak, meta-sermaye ve para-sermaye þeklinde bu-
lunmakla kalmaz, ayný zamanda iþyerinin yanýnda büroda da bulunur.
Ama, ticari sermayeden baðýmsýz hale gelir. Bu sermaye için büro, onun
tek iþyeridir. Sermayenin dolaþým maliyetleri biçiminde kullanýlan kýsmý,
sanayiciye göre, büyük tüccar için daha büyük görünür, çünkü, sanayici-
nin, her sanayi iþyeri ile baðlý kendi bürolarýnýn yaný sýra, sermayenin,
tüm sanayi kapitalistleri sýnýfý tarafýndan bu iþ için kullanýlacak kýsmý,
birkaç tüccarýn elinde toplanmýþtýr ve bunlar, dolaþým iþlevlerini yerine
getirirken, bunlarýn gerektirdiði artan giderleri de karþýlarlar.
Sanayi sermayesine, dolaþým maliyetleri, üretken olmayan gider-
ler olarak görünürler, ve böyledirler de. Tüccara ise bunlar, genel kâr
oraný belli iken, büyüklükleri ile orantýlý bir kâr kaynaðý gibi görünürler.
Bu dolaþým maliyetleri için yapýlacak yatýrýmlar, bu yüzden, tüccar ser-
mayesi için üretken bir yatýrýmdýr. Ve bu nedenle, tüccar sermayesinin
satýn aldýðý emek de kendisi için ayný þekilde doðrudan doðruya üretken
emektir. [sayfa 265]

39a
Ticaret proletaryasýnýn kaderi konusunda, 1865’te yazýlmýþ bulunan bu tahminin, zaman
içersinde nasýl doðrulandýðý, bütün ticari iþlemlerde eðitim görmüþ, üç-dört dil bilen yüzlerce
Alman büro iþçisinin, haftada 25 þilin ücretle -ki bu ücret, iyi bir tornacýnýn ücretinin çok
altýndadýr- London City’de boþu boþuna iþ aramalarýyla görülmektedir. Elyazmasýndaki iki boþ
sayfa, bu noktanýn, daha uzun boylu ele alýnacaðýný göstermektedir. Okur, daha fazlasý için, bu
baþlýk altýna giren çeþitli konularýn incelendiði Ýkinci Kitaba (Bölüm VI, s. 148-169, “Dolaþým
Maliyeti” [Kapital, Ýkinci Cilt, Altýncý Bölüm, s. 148-154 -Ed] baþvurabilir. -F.E.

266 Karl Marks


Kapital III
ONSEKÝZÝNCÝ BÖLÜM
TÜCCAR SERMAYESÝNÝN DEVRÝ
FÝYATLAR

SANAYÝ sermayesinin devri, kendi üretim dönemi ile dolaþým za-


manýnýn bir birliðidir, ve bu nedenle tüm üretim sürecini kapsar. Tüccar
sermayesinin devri, öte yandan, aslýnda meta-sermayenin baðýmsýz-
laþmýþ bir hareketinden baþka bir þey olmadýðý için, özgül bir sermaye-
nin geri dönüþ hareketi olarak, metaýn baþkalaþýmýnda ancak birinci
evreyi, M-P, temsil eder; P-M, M-P, ticari açýdan, tüccar sermayesinin
devridir. Tüccar satýn alýr, parasýný metalara çevirir, sonra satar, metalarý
tekrar paraya çevirir, ve bu böyle sürer gider. Dolaþým süreci içersinde,
sanayi sermayesinin baþkalaþýmý, daima, kendisini M1-P-M2 biçiminde
gösterir; üretilen meta M1’in satýþý ile gerçekleþen para, yeni üretim araçla-
rýnýn, M2’nin satýn alýnmasý için kullanýlýr. Bu doðrudan doðruya M1’in M2
ile deðiþtirilmesi demektir ve ayný para böylece, iki kez el deðiþtirmek-
tedir. Paranýn bu hareketi, iki ayrý türden metaýn, M1 ile M2’nin deðiþimine
aracýlýk eder. Tüccara gelince, tersine, ayný meta, P-M-P’ hareketi ile iki
kez el deðiþtirmektedir. Bu sadece paranýn kendisine dönmesini saðla-
maktadýr.
Örneðin, 100 sterlinlik bir tüccar sermayesi olsa ve bu 100 ile tüc-
car meta satýn alsa ve 110 sterline satsa, 100 sterlinlik sermayesi tek bir
devri tamamlamýþ olur ve bu devirlerin bir yýldaki sayýsý, bu P-M-P’ [sayfa

Karl Marks 267


Kapital III
266] hareketinin kaç kez yinelendiðine baðlý olur. Biz burada, satýnalma
fiyatý ile satýþ fiyatý arasýndaki farktan doðabilecek giderleri bir yana býra-
kýyoruz, çünkü bunlar þimdi incelemekte olduðumuz biçimi hiç bir
þekilde etkilemezler.
Belli bir tüccar sermayesinin devir sayýsý bu durumda, demek ki,
sýrf bir dolaþým aracý olarak paranýn yinelenen devirlerine benzer. Týpký
ayný talerin, on devir yaparak, meta þeklinde kendi deðerinin on katýný
satýn almasý gibi, tüccara ait ayný para-sermaye de, on devir yaptýðýnda,
deðerinin on katýný metalar biçiminde satýn alýr ya da deðerinin on katý
tutarýnda bir toplam meta-sermayeyi gerçekleþtirir; örneðin 100’lük bir
tüccar sermayesinin on katý = l.000’dir. Ama arada þu fark vardýr: Dolaþým
aracý olarak paranýn devrinde, ayný para parçalarý farklý ellerden geçer-
ler, dolayýsýyla ayný iþlevi tekrar tekrar yerine getirirler, böylece kendi
dolaþým hýzlarýyla, dolaþýmdaki para parçalarý kitlesini oluþtururlar. Ama,
tüccar sözkonusu olduðunda, hangi para parçalarýnýn biraraya gelmesi-
yle oluþursa oluþsun, deðeri tutarýndaki meta-sermayeyi tekrar satýn alan
ve satan, bu nedenle, P + ∆P, yani deðer, artý, artý-deðer olarak ayný el-
lere, ayný baþlangýç noktasýna dönen, ayný para-sermaye, ayný para-deð-
erdir. Bu, onun devrini, bir sermaye devri olarak belirler. Burada, dola-
þýmdan, daima dolaþýma sürdüðünden daha fazla para çeker. Her ne
olursa olsun, hýzlandýrýlmýþ bir tüccar sermayesi devrinin (geliþmiþ bir
kredi sisteminde, paranýn ödeme aracý olarak iþlevi egemen durumda-
dýr) ayný miktarda paranýn daha hýzlý dolaþým yaptýðý anlamýna geldiði
apaçýktýr.
Bununla birlikte, tüccar sermayesinin yinelenen devri, hiç bir za-
man yinelenen bir satýnalma ve satýþ iþleminden daha fazla bir þey ifade
etmediði halde, sanayi sermayesinin yinelenen devri (tüketim sürecini
de içeren) tüm yeniden-üretim sürecinin devreselliðini ve yenilenmesini
de ifade eder. Tüccar sermayesi için bu yalnýzca dýþ bir koþul olarak gö-
rünür. Tüccar sermayesinin hýzla devrini sürdürebilmesi için sanayi ser-
mayesinin sürekli olarak piyasaya meta sürmesi ve çekmesi gerekir. Ye-
niden-üretim süreci aðýr gidiyorsa, tüccar sermayesinin devri de yavaþlar.
Tüccar sermayesinin, üretken sermayenin devrini saðladýðý doðrudur,
ama o bunu ancak, onun dolaþým zamanýný kýsalttýðý sürece baþarýr.
Sanayi sermayesinin devir dönemi için de bir sýnýr teþkil eden, üretim
zamaný üzerinde doðrudan bir etkisi yoktur. Bu, tüccar sermayesinin
devri ile ilgili birinci engeldir. Ýkinci olarak, yeniden üretken tüketimin
koyduðu engel dýþýnda, tüccar sermayesinin devri, kaçýnýlmaz olarak,
bir de toplam bireysel tüketimin hýzý ve hacmi ile sýnýrlýdýr, çünkü, tüke-
tim-fonunun bir kýsmý olan bütün meta-sermaye ona baðlýdýr.
Bununla birlikte (bir tüccarýn bir diðerine daima ayný metaý sattýðý
ve bu tür dolaþýmýn spekülasyon zamanlarýnda çok kârlý görünebileceði,
ticaret alemindeki devirler bir yana) tüccar sermayesi, her þeyden önce,
üretken sermaye için M-P evresini kýsaltýr. Sonra, modem kredi sistemi

268 Karl Marks


Kapital III
altýnda, toplam toplumsal para-sermayenin büyük bir kýsmýný eli
[sayfa 267]
altýnda bulundurur, ve böylece daha önce satýn alýnan malý daha elin-
den çýkartmadan önce bile, tekrar satýn almada bulunabilir. Ve bu du-
rumda, tüccarýmýzýn doðrudan doðruya nihai tüketiciye ya da tüketiciyle
arasýndaki bir düzine baþka aracý tüccara satýþ yapmasýnýn hiç bir önemi
yoktur. Daima belli sýnýrlarýn ötesine itilme olanaðý bulunan, yeniden-
üretim sürecindeki büyük esneklik nedeniyle, üretim sürecinin kendi-
sinde, herhangi bir engelle karþýlaþmaz, karþýlaþsa bile bu engel çok
esnektir. Metalarýn niteliklerinden ileri gelen M-P ve P-M’nin ayrýlmalarý
dýþýnda, hayali bir talep yaratýlýr. Baðýmsýz bir duruma sahip olduðu hal-
de, tüccar sermayesinin hareketi, hiç bir zaman, sanayi sermayesinin,
dolaþým alaný içersindeki hareketinden baþka bir þey deðildir. Ne var ki,
bu baðýmsýz durumu sayesinde, belli bir ölçüde, yeniden-üretim süreci-
nin baðlý olduðu sýnýrlardan baðýmsýz hareket eder ve böylece onun bu
sýnýrlarýný daha öteye iter. Bu iç baðýmlýlýk ve dýþ baðýmsýzlýk, tüccar ser-
mayesini, iç baðýntýnýn bir bunalýmla zorla yeniden kurulduðu bir nokta-
ya iter.
Bunalýmlarýn, önce doðrudan tüketimle ilgili perakende ticarette
deðil de, toptan ticarette ve toplumun para-sermayesini onun emrine
veren bankacýlýkta ortaya çýkmasý ve patlak vermesi görüngüsünün ne-
deni iþte budur.
Yapýmcý, aslýnda, ihracatçýya ve ihracatçý da kendi dýþ müþterisine
mal satabilir; ithalatçý hammaddeyi yapýmcýya ve yapýmcý da ürünlerini
toptancý tüccara, vb. satabilir. Ama gözle görülmeyen belli bir noktada
mallar satýlmadan kalýr, ya da gene bütün üreticiler ve aracýlarda yavaþ
yavaþ aþýrý bir mal yýðýlmasý olur. Tüketim bu anda en yüksek noktada-
dýr ve bunun nedeni ya bir sanayi kapitalistinin diðerlerini ardarda hare-
kete geçirmesi, ya da çalýþtýrýlan iþçilerin tam çalýþma halinde olmasý ve
her zamankinden fazla harcama yapabilecek durumda bulunmalarýdýr.
Kapitalistlerin harcamalarý da, büyüyen gelirleriyle birlikte artar. Ayrýca
daha önce de gördüðümüz gibi (Ýkinci Kitap, Bölüm III) deðiþmeyen
sermaye ile deðiþmeyen sermaye arasýnda (hýzlanmýþ bir birikim dikka-
te alýnmasa bile) sürekli bir dolaþým yer alýr. Baþlangýçta bu, bireysel tü-
ketime hiç girmediði için, bu tüketimin dýþýndadýr. Ama bu tüketim gene
de bu dolaþýmý kesinlikle sýnýrlar, çünkü, deðiþmeyen sermaye hiç bir
zaman kendisi için üretilmez, sýrf ürünleri bireysel tüketime giren üretim
alanlarýnda ona daha fazla gereksinme olduðu için üretilir. Bununla bir-
likte, bu dolaþým, gelecekteki talebe bel baðlayarak, bir süre sessiz-se-
dasýz devam edebilir, ve bu nedenle, bu gibi üretim kollarýnda, tüccarlar
ile sanayicilerin iþleri canlý bir biçimde devam eder. Uzak dýþ piyasalara
satýþ yapan (ya da mallarý iç piyasada da yýðýlan) tüccarlarýn alacaklarý
yavaþlar ve azalýr, bankalar ödeme için baský yapar ya da satýn alýnan
mallar için verilen borç senetlerinin vadeleri bu mallar satýlmadan [sayfa
268] önce dolunca, bunalýmlar baþlar. Ardýndan zorunlu satýþlar, ödeme-

Karl Marks 269


Kapital III
lerin karþýlanmasý için gerekli satýþlar baþlar. Daha sonra da, bu hayali
gönenci birdenbire sona erdiren çöküntü gelir.
Tüccar sermayesinin devrinin yüzeyselliði ve mantýksýzlýðý bir ve
ayný tüccar sermayesinin devrinin birkaç üretken sermayenin devirlerini
ayný anda ya da ardarda saðlayabilmesi nedeniyle daha da büyür.
Tüccar sermayesinin devri, sadece birkaç sanayi sermayesinin
devirlerini saðlamakla kalmaz, ayrýca, meta-sermayenin baþkalaþýmýndaki
zýt evreleri de hýzlandýrabilir. Örneðin, tüccar, yapýmcýdan keten bezi sa-
týn almakta ve bunu aðartýcýya satmaktadýr. Bu durumda demek ki, ayný
tüccar sermayesinin devri –gerçekte, ayný M-P, keten bezinin gerçekleþti-
rilmesi– iki farklý sanayi sermayesi için, iki zýt evreyi temsil eder. Tüccar
bu malý üretken tüketim için sattýðý sürece onun M-P hareketi daima bir
sanayi kapitalisti için P-M, ve P-M hareketi, bir baþka sanayi kapitalisti
için daima M-P’dir.
Biz eðer, bu bölümde yapmýþ olduðumuz gibi K’yi, dolaþým gider-
lerini dikkate almazsak, bir baþka deyiþle, sermayenin tüccarýn metalarý
satýn almak için gerekli parayla birlikte yatýrdýðý kýsmýný bir yana býrakýr-
sak bu ek sermaye üzerinden saðlanan ek kârý ∆K’yi de hesaba katmamýþ
oluruz. Biz eðer, tüccar sermayesinin kârýnýn ve devrinin fiyatlarý nasýl
etkilediðini öðrenmek istiyorsak, bu tamamen mantýða uygundur ve ma-
tematiksel olarak doðrudur.
Bir libre þekerin üretim-fiyatý 1 sterlin ise, tüccar 100 £ ile 100 lib-
re þeker alabilirdi. Bu miktar þekeri eðer o bir yýl boyunca satýn alýyor ve
satýyorsa ve eðer ortalama yýllýk kâr oraný %15 ise, 100 sterline 15 sterlin
ve 1 libre þekerin üretim-fiyatý olan 1 sterline 3 þilin katmýþ olurdu; Yani,
1 libre þekeri 1 sterlin 3 þiline satardý. Ama, eðer libre þekerin üretim-
fiyatý 1 þiline düþecek olsa, tüccar 100 £ ile 2.000 libre þeker satýn alabilir
ve þekerin libresini 1 þilin 14/5 peniye satardý. Þeker iþine yatýrýlmýþ olan
sermayenin yýllýk kârý her 100 £ için gene 15 £ olurdu. Ne var ki tüccar
birinci halde 100, ikinci halde 2.000 libre þeker satmak durumundadýr.
Üretim-fiyatýnýn yüksek ya da alçak düzeyde oluþunun, kâr oraný ile
herhangi bir iliþkisi yoktur. Ama bu, bir libre þekerin satýþ fiyatýnýn, kendi-
sini tüccar kârýna çeviren kýsmýný, yani belli bir miktar meta ya da ürün
üzerinden tüccarýn fiyata yaptýðý ilaveyi büyük ölçüde ve kesinlikle etki-
leyebilir. Bir metaýn üretim-fiyatý küçük ise, tüccarýn, satýnalma fiyatý
için, yani bu metaýn belli bir miktarý için yatýracaðý miktar da küçük olur.
Þu halde, belli bir kâr oraný ile, bu miktardaki ucuz meta üzerinden
saðlayacaðý kârýn miktarý da az olur. Ya da ayný þey demek olan, belli bir
miktar sermaye ile, diyelim 100 ile, bu ucuz metalardan daha büyük bir
miktar satýn alabilir ve her 100 için elde ettiði 15’lik toplam kâr, bu me-
talar kitlesine ait bulunan her tek parça ya da kýsma, küçük kesirler ha-
linde bölünmüþ olur. Eðer bunun tersi olursa, bunlarýn tersi doðrudur.
Bu tamamen, tüccarýn ürünlerini alýp sattýðý, sanayi [sayfa 269] sermayesinin
üretkenliðinin büyüklüðüne ya da küçüklüðüne baðlýdýr. Hollanda Doðu

270 Karl Marks


Kapital III
Hint Kumpanyasýnýn zamanýnda olduðu gibi, tüccarýn tekelci olmasý ve
ayný zamanda üretimi tekeline almasý hali dýþýnda, bunun, tüccarýn az
bir kârla çok meta ya da metalarýn her parçasý üzerinden daha büyük
kârla az meta satmasýna baðlý olduðu yolundaki yaygýn düþünceden
daha gülünç bir þey olamaz. Tüccarýn satýþ fiyatýnýn iki sýnýrý þunlardýr: bir
yandan, üzerinde hiç bir denetimi olmayan metalarýn üretim-fiyatý; öte
yandan, gene üzerinde hiç bir denetimi bulunmayan ortalama kâr oraný.
Ona düþen tek þey, pahalý ya da ucuz metalarýn alým-satýmý ile uðraþmayý
seçmektir ve bu konuda bile, elindeki sermaye ile diðer koþullarýn etkisi
vardýr. Ýþte bu yüzden, tüccarýn izleyeceði yol, kendi iyi niyetine deðil,
tamamen kapitalist üretim tarzýnýn geliþme derecesine baðlýdýr. Üretim
üzerinde tekele sahip eski Hollanda Doðu Hint Kumpanyasý gibi tama-
mýyla ticari bir þirket, olsa olsa kapitalist üretimin baþlangýç dönemine
uyan bir yöntemin, bütünüyle deðiþmiþ koþullar altýnda devam edebile-
ceðini hayal edebilirdi.40
Diðer þeylerin yanýsýra aþaðýdaki hususlar, halk arasýnda yaygýn
önyargýnýn sürüp gitmesine yardým ederler ve kâr, vb. konusundaki bütün
yanlýþ anlayýþlar gibi, salt ticaret ve tüccar önyargýsýnýn dikkate alýnmasýn-
dan ileri gelirler:
Birincisi: rekabet görüngüsü, ama bunun yalnýz, ticari kârýn, birey-
sel tüccarlar, toplam tüccar sermayesinin hissedarlarý arasýnda daðýlýmý
ile iliþkisi olaný; örneðin, rakiplerini piyasadan atmak için, birisinin daha
ucuza satmasý.
Ýkincisi: Profesör Roscher çapýnda bir iktisatçý, Leipzig’de hâlâ,
satýþ-fiyatlarýnda deðiþikliði meydana getiren þeyin, “saðduyu ve insan-
cýl”* nedenlere dayandýðýný, köklü deðiþiklik geçiren üretim tarzýnýn bir
sonucu olmadýðýný hayal edebiliyor.
Üçüncüsü: üretim-fiyatlarý, emeðin üretkenliðindeki yükselme
sonucu düþer ve satýþ-fiyatlarý da ayný nedenle düþerse, talep ve onunla
birlikte piyasa-fiyatlarý, çoðu kez arzdan daha hýzlý artar, ve böylece satýþ-
fiyatlarý ortalama kârdan daha fazlasýný saðlar.
Dördüncüsü: bir tüccar, daha büyük bir sermayenin, daha hýzlý
devretmesini saðlamak için, satýþ-fiyatýný indirebilir (bu indirim hiç bir
zaman, fiyata eklediði normal kârdan fazla olmaz). Bütün bunlar, yalnýz-
ca, tüccarlarýn kendi aralarýndaki rekabeti ilgilendiren þeylerdir. [sayfa 270]
Bir metaýn fiyatý, ve onunla birlikte bu fiyatta bulunan artý-deðer

40
“Kâr, genel ilke olarak, fiyat ne olursa olsun daima aynýdýr; yükselen ya da alçalan bir
deniz üzerindeki yüzen bir cisim gibi daima yerini korur. Bu nedenle fiyatlar yükselirken tüccar
fiyatlarý yükseltir; fiyat düþerken tüccar da fiyatý düþürür.” (Corbet, An lnquiry into the Causes,
etc., of the Wealth of Individiuals, London 1841, s. 20.) Burada, genellikle metinde olduðu gibi,
sözkonusu olan normal ticarettir, spekülasyon deðil. Spekülasyonun tahlili ve ticari sermayenin
bölünmesiyle ilgili diðer þeyler, bizim inceleme alanýmýzýn dýþýna düþüyor. “Ticaret kârý,
sermayeye eklenen ve fiyatlarý baðýmsýz olan bir deðerdir. Ýkincisi ise” (spekülasyon) “serma-
yenin deðerinde ya da fiyatýn kendisindeki deðiþikliðe dayanýr” (l.c., s. 128).
* Roscher, Die Grundlagen der Nationalökonomie, 3. Auflage, 1858, s. 192. -Ed.

Karl Marks 271


Kapital III
payý, belli bir miktar emek tarafýndan üretilen metalarýn nispi büyüklüð-
üne baðlý olarak daha büyük ya da daha küçük olduðu halde, yüksek ya
da düþük meta-fiyatlarýnýn, ne belli bir sermaye tarafýndan üretilen artý-
deðer kitlesini ve ne de artý-deðer oranýný belirlemediðini Birinci Kitapta
göstermiþ bulunuyoruz. Bir metaýn her özgülleþmiþ miktarýnýn fiyatý, bun-
lar deðerlere tekabül ettikleri ölçüde, bu metada maddeleþen toplam
emek miktarý ile belirlenir. Eðer çok metada az emek maddeleþmiþse,
metaýn birim fiyatý düþük, ve içerdiði artý-deðer küçük olur. Bir metada
maddeleþen bu emeðin, karþýlýðý ödenen ve ödenmeyen emeðe nasýl
bölündüðünün, bu nedenle, fiyatýnýn hangi kýsmýnýn artý-deðeri temsil
ettiðinin, ne bu toplam emek miktarýyla ve dolayýsýyla ne de o metaýn
fiyatýyla herhangi bir iliþkisi vardýr. Ne var ki, artý-deðer oraný metaýn bi-
rim fiyatýnda bulunan artý-deðerin mutlak büyüklüðüne baðlý deðildir. Bu
oran, artý-deðerin nispi büyüklüðüne ve onun ayný metada yer alan ücret-
lere oranýna baðlýdýr. Ýþte bu yüzden, metaýn her birimindeki artý-deðerin
mutlak büyüklüðü küçük olduðu halde, artý-deðer oraný büyük olabilir.
Metaýn her parçasýndaki artý-deðerin bu mutlak büyüklüðü, birinci dere-
cede, emeðin üretkenliðine ve ancak ikinci derecede, bu emeðin karþýlýðý
ödenmiþ ve ödenmemiþ biçimde bölünmesine baðlýdýr.
Þimdi, ticari satýþ-fiyatý sözkonusu olduðunda, üretim-fiyatý, belirli
olan bir dýþ varsayýmdýr.
Daha önceleri, yüksek ticari meta-fiyatlarý, 1) yüksek üretim-fiyat-
larýndan, emeðin üretken olmayýþýndan; 2) tüccar sermayesinin, serma-
yelerin daha büyük bir genel hareketlilik içersinde olmalarý halinde payýna
düþebilecek miktardan çok daha büyük artý-deðer kitlesini emmesi sonu-
cu, genel bir kâr oranýnýn bulunmayýþýndan ileri geliyordu. Her iki ba-
kýmdan da bu durumun sona ermesi demek ki kapitalist üretim tarzýnýn
geliþmesi sonucudur.
Tüccar sermayesinin devirleri, farklý ticaret dallarýnda süre baký-
mýndan deðiþir ve dolayýsýyla yýllýk devir sayýlarý daha fazla ya da az olur.
Ayný ticaret kolunda sermayenin devri, ekonomik çevrimin farklý evrele-
rinde daha hýzlý ya da daha yavaþtýr. Gene de, deneyimle belirlenen
ortalama bir devir sayýsý vardýr. Tüccar sermayesinin devrinin, sanayi
sermayesinin devrinden farklý olduðunu görmüþ bulunuyoruz. Bu, eþyanýn
doðasý gereðidir. Sanayi sermayesinin devrinde tek bir evre, baðýmsýz
hale gelmiþ bir tüccar sermayesinin, ya da bunun bir kýsmýnýn tam bir
devri gibi görünür. Ayrýca bu, kâr ve fiyat saptanmasý bakýmýndan farklý
bir baðýntý içersinde bulunur.
Sanayi sermayesi sözkonusu olduðunda, bunun devri, bir yan-
dan, yeniden-üretimin devreselliðini ifade eder ve bu yüzden belli bir
dönemde piyasaya sürülen metalarýn kitlesi ona baðlýdýr. Öte yandan,
bu [sayfa 271] sermayenin dolaþým zamaný, bir engel, uzayabilen bir engel
yaratýr ve üretim sürecinin hacmini etkilediði için, deðer ye artý-deðer
yaratýlmasý üzerinde, azçok kýsýtlayýcý bir rol oynar. Devir, bu nedenle,

272 Karl Marks


Kapital III
yýllýk üretilen artý-deðer kitlesi, ve dolayýsýyla genel kâr oranýnýn oluþ-
masýnda belirleyici bir öðe olarak etki yapar ama bu olumlu bir öðe ol-
maktan çok, sýnýrlayýcý etkisi olan bir öðedir. Tüccar sermayesi için ise
tersine, ortalama kâr oraný, belli bir büyüklüktür. Bu sermaye, kâr ya da
artý-deðerin yaratýlmasýna doðrudan doðruya katýlmaz, ve genel kâr ora-
nýnýn þekillenmesine de ancak, sanayi sermayesince üretilen kâr kitlele-
rinden, toplam sermaye içersindeki payý ile orantýlý bir hisse aldýðý sürece
katýlýr.
Sanayi sermayesinin, Ýkinci Cildin, Ýkinci Kýsmýnda anlatýlan koþul-
lar altýnda yaptýðý devir sayýsý ne kadar fazla olursa yarattýðý kâr kitlesi de
o kadar büyük olur. Gerçi, genel bir kâr oranýnýn oluþmasý yoluyla, top-
lam kâr, farklý sermayeler arasýnda, bunlarýn bu toplam kârýn üretimine
katýlma oranlarýna göre deðil, toplam sermaye içersinde tuttuklarý yere
göre, yani kendi büyüklükleri ile orantýlý olarak daðýlýr. Ama bu, sorunun
özünü deðiþtirmez. Toplam sanayi sermayesinin devir sayýsý ne kadar
büyük olursa, kâr kitlesi, yýllýk üretilen artý-deðer kitlesi ve dolayýsýyla,
diðer koþullar ayný kalmak üzere, kâr oraný o kadar büyük olur. Tüccar
sermayesinde durum farklýdýr. Tüccar sermayesi için kâr oraný belli bir
büyüklüktür ve bu, bir yandan, sanayi sermayesi tarafýndan üretilen kâr
kitlesiyle, öte yandan, toplam tüccar sermayesinin nispi büyüklüðü, bu-
nun üretim ve dolaþýmý süreçlerinde yatýrýlmýþ bulunan toplam sermay-
eye olan nicel oraný ile belirlenmiþtir. Bu sermayenin devir sayýsý
gerçekten de, toplam sermayeye olan oranýný ya da dolaþým için gerekli
tüccar sermayesinin nispi büyüklüðünü, belirleyici bir biçimde etkiler,
çünkü, gerekli tüccar sermayesinin mutlak büyüklüðü ile bunun devir
hýzýnýn ters orantýlý olduklarý apaçýktýr. Ne var ki, diðer koþullar ayný kal-
mak üzere, tüccar sermayesinin nispi büyüklüðü ya da toplam sermaye
içersinde tuttuðu yer, bu sermayenin mutlak büyüklüðü ile belirlenir.
Toplam sermaye 10.000 ve tüccar sermayesi bunun 1/10’i ise bu =
1.000; toplam sermaye 1.000 ise bunun 1/10’i = 100 olur. Tüccar serma-
yesinin nispi büyüklüðü ayný kaldýðý halde, mutlak büyüklüðü, toplam
sermayenin büyüklüðüne baðlý olarak deðiþir. Ama biz burada, onun
nispi büyüklüðünü, diyelim toplam sermayenin 1/10’i olduðunu veri ola-
rak kabul ediyoruz. Ne var ki bu nispi büyüklük de gene devir ile belirle-
nir. Devri hýzlý iken, mutlak büyüklüðü, örneðin, birinci durumda = 1.000
£, ikinci durumda = 100 £ ve þu halde nispi büyüklüðü 1/10 olacaktýr.
Daha yavaþ bir devir ile, mutlak büyüklüðü, birinci durumda diyelim =
2.000, ikinci durumda = 200 olacaktýr. Böylece nispi büyüklüðü, toplam
sermayenin 1/10’i iken 1/5’ine yükselecektir. Tüccar sermayesinin devri-
ni, örneðin ulaþtýrma araçlarýndaki geliþme gibi, kýsaltan durumlar, tüc-
car sermayesinin mutlak büyüklüðünü de pro tanto azaltýr ve böylece
de, genel kâr oranýný artýrýr. Eðer durum tersi olursa, bunun tersi doðru-
dur. Geliþmiþ bir [sayfa 272] kapitalist üretim tarzý, daha önceki koþullara
göre, tüccar sermayesi üzerinde iki yönlü bir etki yapar. Bir yandan,

Karl Marks 273


Kapital III
fiilen iþlev yapan daha küçük bir tüccar sermayesi kitlesiyle, ayný miktar
meta devredilir; tüccar sermayesinin daha hýzlý devri ve buna baðlý ola-
rak, daha hýzlý bir yeniden-üretim süreci nedeniyle, tüccar sermayesinin
sanayi sermayesine oraný küçülür. Öte yandan, kapitalist üretim tarzýnýn
geliþmesiyle birlikte, bütün üretim meta üretimi halini alýr ve böylece
bütün ürünler, dolaþýma aracýlýk edenlerin elinden geçer. Þurasýný da
eklemek gerekir ki, küçük ölçekte üretimde bulunulan daha önceki
üretim tarzý koþullarýnda, üreticilerin çok büyük bir kýsmý, mallarýný doðru-
dan doðruya tüketicilere sattýklarý ya da kiþisel sipariþler üzerine çalýþtýklarý
gibi, ürünlerin bir kýsmýný doðrudan doðruya üreticinin kendisi ayni ola-
rak tüketir, bir kýsým hizmetler ayni olarak yerine getirilirdi. Bu yüzden,
daha önceki üretim tarzlarýnda ticari sermaye, devrini saðladýðý meta-
sermayeye oranla daha büyük olduðu halde:
1) mutlak olarak daha küçüktü, çünkü, toplam ürünün, kýyas
kabul etmeyecek kadar küçük bir kýsmý meta olarak üretilir ve tüccarýn
eline düþerek meta-sermaye olarak dolaþýma geçerdi. Daha küçüktü,
çünkü, meta-sermaye daha küçüktü. Ama ayný zamanda yalnýzca devri-
nin çok yavaþ olmasý nedeniyle deðil, ve yalnýzca devrettirdiði metalarýn
kitlesi yönünden deðil, orantýlý olarak da daha büyüktü. Bir de, bu me-
talar kitlesinin fiyatý ve dolayýsýyla bunlar için yatýrýlacak tüccar sermaye-
si emeðin üretkenliðindeki düþüklük yüzünden kapitalist üretim koþul-
larýnda daha büyük olmasý nedeniyle daha büyüktü, böylece, ayný de-
ðer, daha küçük bir metalar kitlesinde maddeleþmiþti.
2) Kapitalist üretim temeli üzerinde, yalnýzca daha büyük bir me-
talar kitlesi üretilmekle kalmaz (bu metalar kitlesinin deðerindeki düþme
de hesaba katýlmak üzere), ama ayný ürünler kitlesi, örneðin tahýl, daha
büyük bir meta kitlesi teþkil eder, yani tahýl, gitgide daha fazla bir ticaret
nesnesi haline gelir. Bunun sonucu olarak, yalnýz tüccar sermayesinin
kitlesinde deðil, deniz ulaþtýrmasý, demiryollarý, telgraf, vb. gibi, dolaþýmda
kullanýlan bütün sermaye kitlesinde de bir artýþ olur.
3) Ne var ki bu, “sermayeler arasý rekabetin” tartýþýlmasýna giren
bir konudur: boþ duran ya da ancak yan yana iþlev yapan tüccar ser-
mayesi, kapitalist üretim tarzýndaki geliþmeyle, perakende ticarete gir-
me kolaylýðý ile, spekülasyonla, serbest kalan sermaye bolluðuyla büyür.
Ama, tüccar sermayesinin toplam sermayeye oranla nispi bü-
yüklüðü veri kabul edildiðinde, çeþitli ticaret kollarýndaki devir farklarý,
ne tüccar sermayesinin payýna düþen toplam kârýn büyüklüðünü ve ne
de genel kâr oranýný etkiler. Tüccarýn kârýný belirleyen þey, devrettirdiði
meta-sermayenin kitlesi deðil, bu devri saðlamak için yatýrdýðý para-ser-
mayenin boyutlarýdýr. Yýllýk genel kâr oraný %15, yatýrýlan sermaye 100 £
ise ve bu sermaye yýlda bir devir yapýyorsa, tüccar metalarým 115 sterli-
ne satacaktýr. Eðer sermayesi yýlda beþ devir yapacak olursa, 100 sterli-
ne [sayfa 273] satýn aldýðý meta-sermayeyi, yýlda beþ kez 103 sterline, þu
halde 500’lük bir meta-sermayeyi 515’e satacaktýr. Bu, yatýrdýðý 100’lük

274 Karl Marks


Kapital III
sermayesi üzerinden, 15’lik ayný yýllýk kârý verir. Böyle olmasaydý, tüccar
sermayesi, devir sayýsýna oranla, sanayi sermayesinden çok daha yük-
sek bir kâr saðlamýþ olurdu ki, bu da genel kâr oraný yasasý ile çeliþirdi.
Demek oluyor ki, çeþitli ticaret kollarýndaki tüccar sermayesinin
devir sayýsý, metalarýn ticari fiyatlarý üzerinde doðrudan bir etkiye sahip-
tir. Ticari fiyata eklenen miktar, belli bir sermayenin ticari kârýnýn, bir
metaýn üretim-fiyatýna düþen kýsmý, çeþitli ticaret kollarýndaki tüccar ser-
mayelerinin devir sayýsý ile ya da devir hýzý ile ters orantýlýdýr. Bir tüccar
sermayesi, yýlda beþ devir yaparsa, bu sermaye, ayný deðerdeki meta-
sermayeye, yýlda yalnýz bir devir yapan diðer bir tüccar sermayesinin,
ayný deðerdeki meta-sermayeye kattýðýnýn yalnýz 1/5’i kadar bir ek ya-
par.
Farklý ticaret kollarýndaki sermayelerin ortalama devir sürelerine
baðlý olarak satýþ-fiyatlarýnda görülen deðiþiklikler, sonunda þu anlamý
taþýr: Belli büyüklükteki tüccar sermayesi için, genel yýllýk kâr oraný ta-
rafýndan, þu halde, bu sermayenin ticari iþlemlerinin özgül niteliðinden
baðýmsýz olarak belirlenen ayný kâr kitlesi, eþit deðerdeki metalar kit-
leleri arasýnda –devir hýzý ile orantýlý olarak– farklý daðýlýr, ve böylece, ör-
neðin, bir tüccar sermayesi yýlda beþ devir yaparsa, metalarýn fiyatýna
%15/5 = %3, yýlda bir devir yaparsa %15 ek yapar.
Farklý ticaret kollarýndaki ticari kârýn ayný yüzdesi, bu nedenle,
metalarýn satýþ-fiyatlarýný, tamamen bunlarýn devir sürelerine baðlý ola-
rak, bu metalarýn deðerlerinin tamamen farklý yüzdeleri ile yükseltir.
Öte yandan, sanayi sermayesinde devir dönemi, belirli bir serma-
ye tarafýndan belli bir sürede üretilen deðerlerin ve artý-deðerlerin kitle-
sini, sömürülen emeðin kitlesini etkilediði için etkilemekle birlikte, üreti-
len bireysel metalarýn deðer büyüklüðünü hiç bir þekilde etkilemez. Bu,
hiç kuþkusuz, gözlerden saklý bir þeydir, ve üretim-fiyatlarýna bakýlýr ba-
kýlmaz da baþka türlü görünür. Ama bunun tek nedeni, daha önce ince-
lenen yasalar gereðince, çeþitli metalarýn üretim-fiyatlarýnýn, bunlarýn
deðerlerinden sapmasý olgusudur. Ama biz, bütünüyle üretim sürecine,
toplam sanayi sermayesi tarafýndan üretilen metalar kitlesine bakacak
olursak, genel yasanýn geçerli olduðunu hemen görürüz.
Þu halde, devir döneminin, sanayi sermayesi tarafýndan üretilen
deðerlerinin oluþumu üzerindeki etkisinin daha yakýndan incelenmesi,
bizi tekrar genel yasaya, ekonomi politiðin temeline, metalarýn deðerler-
inin, içerdikleri emek-zamaný ile belirlendiði olgusuna götürdüðü halde,
tüccar sermayesinin devrinin ticari-fiyatlar üzerindeki etkisi, birleþtirici
halkalarýn çok kapsamlý bir tahlili yapýlmaksýzýn, fiyatlarýn tamamen key-
fi belirlendiðine iþaret eder görünen bir görüngüyü açýða çýkartýr; yani bu
fiyatlar, yalnýzca yýlda belli bir miktar kârý cebe indirmeye azmetmiþ bir
sermaye tarafýndan saptanmaktadýr. Sýrf devirlerin bu etkisi yüzünden,
belli sýnýrlar içersinde, dolaþým sürecinin kendisi, meta-fiyatlarýný, üretim
[sayfa 274] sürecinden baðýmsýz olarak belirliyormuþ gibi görünür. Bütün

Karl Marks 275


Kapital III
olarak yeniden-üretim süreci konusundaki her türlü yüzeysel ve yanlýþ
anlayýþlar, tüccar sermayesinin incelenmesinden ve bu sermayenin ken-
disine özgü hareketlerinin, dolaþýma aracýlýk edenlerin kafalarýnda uyan-
dýrdýðý düþüncelerden çýkmýþlardýr.
Okurun büyük bir dehþetle farkettiði gibi, eðer kapitalist üretim
sürecinin gerçek iç baðýntýlarýnýn tahlili, çok çetrefil ve uçsuz bucaksýz
bir iþ ise; ve eðer, gözle görünür, tamamen dýþsal bir hareketi, gerçek
içsel bir harekete indirgemek bilimin görevleri arasýnda ise, kapitalist
üretimi ve dolaþýmý yürüten kiþilerin kafalarýnda, üretim yasalarý konusun-
da beliren kavramlarýn, bu gerçek yasalardan bambaþka þeyler, ve sadece
gözle görünen hareketlerin bilinçli ifadeleri olacaðý besbellidir. Tüccar,
borsa spekülatörü ve banker üzerine olan kavramlar, zorunlu olarak
tamamen çarpýtýlmýþtýr. Yapýmcýlar üzerine olan kavramlar, sermayeleri-
nin tabi olduðu dolaþým hareketleri, ve genel kâr oranýnýn eþitlenmesi
yüzünden bozulmuþtur.41 Ayný þekilde rekabet de, bunlarýn kafalarýnda,
baþtan sona çarpýtýlmýþ bir role bürünmüþtür. Deðer ile artý-deðerin sýnýr-
larý belirli ise sermayeler arasýndaki rekabetlerin, deðerleri üretim-fiyat-
larýna ve daha sonra da, tüccar fiyatlarýna, artý-deðeri ortalama kâra nasýl
dönüþtürdüðünü kavramak kolaydýr. Ama bu sýnýrlar olmaksýzýn, reka-
betin niçin genel kâr oranýný bu deðil de þu düzeye, örneðin, %1.500 ye-
rine %15’e indirgediði, kavranýlmasý olanaksýz bir þey olur. Rekabet olsa
olsa, ancak genel kâr oranýný bir düzeye indirgeyebilir, ama içinde bu
düzeyin kendisini belirleyebilecek bir öðe taþýmaz.
Tüccar sermayesi açýsýndan iþte bunun için, fiyatlarý belirleyen
þey devrin kendisi gibi görünür. Buna karþýlýk, sanayi sermayesinin devir
hýzý, bir sermayenin daha çok ya da az emek sömürmesini saðladýðý
sürece, kâr kitlesi ve dolayýsýyla, genel kâr oraný üzerinde belirleyici ve
sýnýrlayýcý bir etki yaptýðý halde, bu kâr oraný, tüccar sermayesi için dýþsal
bir olgu halini alýr ve artý-deðer üretimi ile içsel iliþkisi görünmez hale
gelir. Diðer bütün koþullar eþit olmak üzere ve özellikle ayný organik
bileþime sahip, ayný sanayi sermayesi yýlda iki yerine dört devir yapsa,
iki katý artý-deðer ve dolayýsýyla kâr üretir. Ve bu sermaye, bu daha hýzlý
devri olanaklý kýlan, geliþmiþ üretim yöntemi üzerinde tekele sahip olur
olmaz ve olduðu sürece, bu durum görünür hale gelir. Tersine, farklý
ticaret kollarýnda, devir dönemlerindeki farklar, belli bir meta-sermaye-
nin devri üzerinde saðlanan kârýn, bu meta-sermayeyi devrettiren para-
sermayenin devir sayýsý ile ters orantýlý olgusunda kendilerini gösterirler.
Small profits and quick returns*, shopkeeper’a**, sýrf ilke olarak izlediði
41
Bu çok safça ama ayný zamanda çok doðru saptamadýr: “Bir ve ayný metaýn, farklý satý-
cýlardan, oldukça farklý fiyatlarla elde edilebilmesi olgusu hiç kuþkusuz çoðu kez bir hesap
yanlýþlýðýndan ileri gelmektedir.” (Feller and Odermann, Das Ganze der kaufmännischen Arith-
metik, 7th ed., 1859, s. 451]. Bu, fiyatlarýn saptanmasýnýn nasýl tamamen teorik, yani soyut hale
geldiðini göstermektedir.
* Küçük kârlar ve hýzlý devirler. -ç.
** Dükkancý. -ç.

276 Karl Marks


Kapital III
bir ilke gibi görünür. [sayfa 275]
Gerisine gelince, biri diðerini izleyen, karþýlýklý olarak birbirini telafi
eden, daha hýzlý ve daha yavaþ devirler bir yana, tüccar sermayesinin
devri konusundaki bu yasanýn, her ticaret alanýnda, ancak belirli bir
alana yatýrýlan tüccar sermayesinin tamamýnýn yaptýðý devirlerin ortala-
masý için geçerli olduðu açýktýr.
B ile ayný alanda iþ yapan A’ya ait sermaye, ortalama devir sayý-
sýndan daha fazla ya da daha az devir yapabilir. Bu durumda diðerleri,
daha az ya da daha çok devir yaparlar. Bu, bu alana yatýrýlmýþ bulunan
toplam tüccar sermayesi kitlesinin devrini deðiþtirmez. Oysa bunun, bi-
reysel tüccar ya da dükkancý için büyük bir önemi vardýr. Týpký, sanayi
kapitalistlerinin daha iyi ortalama koþullar altýnda üretim yaptýklarýnda
fazladan kâr saðlamalarý gibi, o da bu durumda fazladan bir kâr elde
eder. Rekabet onu zorlarsa, kârýný ortalamanýn altýna düþürmeksizin,
mallarýný rakiplerinden daha ucuza satabilir. Sermayesini daha hýzlý de-
vrettirmesini saðlayan koþullarýn kendileri, eðer elveriþli bir dükkan yeri
gibi satýlýk þeyler ise, bunun için fazladan bir rant ödeyebilir, yani artý-
kârýnýn bir kýsmýný toprak rantýna çevirebilir. [sayfa 276]

Karl Marks 277


Kapital III
ONDOKUZUNCU BÖLÜM
PARA TÝCARETÝYLE UÐRAÞAN SERMAYE

SANAYÝ sermayesinin ve (sanayi sermayesinin dolaþým hareketi-


nin bir kýsmýný kendi özel hareketi gibi üzerine aldýðý için) þimdi ona
ilave edebileceðimiz ticaret sermayesinin dolaþým sürecinde paranýn
yaptýðý sýrf teknik hareketler, tam bu hareketleri ve yalnýz bu hareketleri,
kendisine özgü iþlemler olarak yerine getiren özel bir sermayenin iþlevi
halinde baðýmsýzlaþýrlarsa, bu sermaye, para ticaretiyle uðraþan sermaye
þeklini almýþ olur. Sanayi sermayesinin, ve daha doðrusu ticaret serma-
yesinin bir kýsmý, her zaman yalnýz genellikle para-sermaye olarak para-
biçiminde bulunmaz, ama sýrf bu teknik iþlevleri yerine getiren para-
sermaye olarak da para-biçiminde bulunur: Toplam sermayenin belirli
bir kýsmý, kendisini geri kalan kýsýmdan baðýmsýzlaþtýrýr ve kapitalist iþlevi,
yalnýzca, tüm sanayici ve tüccar kapitalistler sýnýfý için bu iþlemleri yerine
getirmekten ibaret bulunan, para-sermaye biçiminde onlardan ayrýlýr.
Ticaret sermayesinde olduðu gibi, sanayi sermayesinin dolaþým sürecin-
de para-sermaye biçiminde iþ gören bir kýsmý, geri kalan kýsýmdan ayrý-
lýr, ve yeniden-üretim sürecindeki bu iþlemleri, diðer bütün sermayeler
için yerine getirir. Bu para-sermayenin hareketleri bu nedenle, gene, ye-
niden-üretim sürecine katýlan sanayi sermayesinin baðýmsýzlaþmýþ bir
kýsmýnýn hareketlerinden baþka bir þey deðildir. [sayfa 277]

278 Karl Marks


Kapital III
Sermaye ancak yeni yatýrýldýðý zaman ve sürece –bu, birikim için
de geçerlidir– para biçiminde sermaye, hareketin baþlangýç noktasý ve
bitiþ noktasý olarak görünür. Ama dolaþým sürecinde iþ görmekte bulu-
nan bütün sermayeler için, bu birinci ve sonuncu noktalar, yalnýzca geçiþ
noktalarý olarak görünür. Basit meta dolaþýmýnda görülmüþ olduðu gibi,
sanayi sermayesi, üretim alanýndan çýktýðý andan bu alana tekrar girdiði
ana kadar, M’-P-M baþkalaþýmýndan geçtiði için, P, aslýnda, baþkalaþýmýn
bir evresinin, bu evreyi tamamlayacak karþýt evrenin baþlangýç noktasýný
teþkil etmek üzere olan bitiþ noktasýný temsil eder. Ve, sanayi serma-
yesinin M-P hareketi, daima, tüccar sermayesi için P-M-P olduðu halde,
tüccar sermayesi için de fiili süreç, bu kez iþlev yapmaya baþlayýnca
sürekli M-P-M olur. Ama o, M-P ve P-M hareketlerini ayný zamanda ya-
par. Bunun anlamý, bir baþka sermaye P-M evresinde iken, bir sermaye
M-P evresinde bulunuyor ve ama, ayný sermaye, üretim sürecinin sürek-
liliði nedeniyle, bir ve ayný zamanda sürekli satýn alýyor ve sürekli satýyor.
Bir ve ayný zamanda daima her iki aþamada bulunuyor demektir. Bir
kýsmý, daha sonra tekrar metalara çevrilmek üzere paraya çevrilirken,
bir diðeri tekrar paraya çevrilmek üzere ayný anda metalara çevrilmek-
tedir.
Paranýn burada, dolaþým aracý olarak mý yoksa ödeme aracý ola-
rak mý iþ gördüðü, tamamen meta deðiþiminin biçimine baðlýdýr. Her iki
halde de kapitalist, sürekli olarak birçok insana para ödemek ve sürekli
olarak birçok kimseden para almak durumundadýr. Para ödeme ve para
alma þeklindeki bu tamamen teknik iþlem, para ödeme aracý olarak iþ
gördüðü sürece, ödeme bilançolarý yapmayý ve bilanço hesaplarý tut-
mayý gerekli kýlan baþlýbaþýna bir emektir. Bu emek, bir dolaþým gideri-
dir, yani deðer yaratan bir emek deðildir. Bu iþ, özel bir araçlar ya da ka-
pitalistler topluluðu tarafýndan, geriye kalan kapitalist sýnýf adýna yürütül-
mek suretiyle kýsaltýlýr.
Sermayenin belirli bir kýsmýnýn, bir yýðma olarak, potansiyel para-
sermaye olarak – yedek bir ödeme aracý, yedek bir satýnalma aracý,
çalýþtýrmayý bekleyen para þeklinde boþ duran bir sermaye gibi, her an
elde bulunmasý gerekir. Diðer bir kýsým, sürekli olarak bu biçimde geriye
akar. Para toplama, ödeme, defter tutma dýþýnda, bu, yýðma halindeki
paranýn korunmasýný da gerektirir ki, bu da baþlýbaþýna bir iþlemdir. Ger-
çekten de, bu, sürekli olarak yýðma paranýn, dolaþým ve ödeme araçlarý-
na çevrilmesi, ve satýþlar ile süresi dolan alacak ödemelerinden saðlanan
para aracýlýðý ile tekrar yýðýlmasý demektir. Sermayenin, kendi iþlevleriyle
iliþiðini kesen ve para olarak bulunan sermayenin bu kýsmýnýn iþte bu
devamlý hareketi, bu tamamen teknik iþlev, dolaþým maliyetleri olarak
sýnýflandýrýlan, kendi baþýna bir emeðe ve harcamaya yolaçar.
Ýþbölümü, sermayenin iþlevlerine baðlý bulunan bu teknik iþlem-
lerin, tüm kapitalist sýnýf için, elden geldiðince kendi özel iþlevleri olarak,
özel [sayfa 278] bir aracýlar ya da kapitalistler topluluðu tarafýndan yapýl-

Karl Marks 279


Kapital III
masýný – ya da bu iþlerin bunlarýn ellerinde toplanmasýný gerektirir. Tüc-
car sermayesinde olduðu gibi burada da iþbölümü iki anlamda sözko-
nusudur. Uzmanlýk isteyen bir iþ haline gelir ve tüm sýnýfýn para mekaniz-
masý için, özel bir iþ olarak yapýldýðýndan, belirli ellerde toplanýr ve büyük
ölçekte yürütülür. Hem çeþitli baðýmsýz kollara ayrýlma ve hem de iþin
bu kollar arasýnda (büyük bürolar, sayýsýz sayman ve veznedarlar, alabil-
diðine geniþ bir iþbölümü) parçalanmasý yoluyla daha da ileri bir iþbölümü
yer alýr, Para ödeme ve tahsil etme, hesaplarýn kapatýlmasý, cari hesa-
plarýn tutulmasý, paranýn korunmasý, vb. gibi bütün bu iþler, bu teknik
iþlemleri zorunlu kýlan faaliyetlerden ayrýlarak, bu iþlevler için yatýrýlmýþ
sermayeyi, para ticaretiyle uðraþan sermaye haline getirir.
Özgül iþler halinde baðýmsýzlaþmalarýnýn, para ticaretine yolaçtýðý
çeþitli iþlemler, paranýn kendisinin çeþitli amaçlarýndan, ve sermayesi-
nin para-biçiminde yürütmek zorunda bulunduðu iþlevlerinden doðar-
lar.
Paranýn, baþlangýçta, farklý topluluklar arasýndaki ürün
deðiþiminden doðup geliþtiðine daha önce deðinmiþtim.42
Para ticareti, para-meta ticareti, bu nedenle, önce uluslararasý ti-
caretten geliþmiþtir. Farklý ulusal sikkelerin varolmalarýndan beri, yaban-
cý ülkelerden satýn almada bulunan tüccarlar, kendi ulusal sikkelerini
yerel sikkeler ile deðiþtirmek ve bunun tersini yapmak ya da farklý sikke-
leri, henüz sikke haline getirilmemiþ saf gümüþ ya da altýnla –dünya pa-
rasý ile– deðiþtirmek zorundaydýlar. Modern para ticaretinin doðal temel-
lerinden birisi olarak görülebilecek kambiyo iþi böylece doðmuþtur.43
Bundan, gümüþün (ya da altýnýn), ulusal paradan farklý olan dünya pa-

42
Zur Kritik der politischen Ekonomie, s. 27 (Ekonomi Politiðin Eleþtirisine Katký, Sol Yayýnlarý,
Ankara 1974, s. 76). Ayrýca bkz. Kapital, 1. C. 2. Bölüm. -Ed.
43
“Sikke basma ayrýcalýðýna sahip bulunan birçok prensler ile kentlerin bastýklarý sikkelerin,
ayar ve baskýlarýyla ilgili olarak sikkeler arasýndaki büyük farklýlýklar, tüccarlarýn, farklý sikkelerin
tasfiyesi için, gerektiðinde yerel parayý kullanabilmelerini saðlamak için bu iþle ilgili kurumlarýn
yaratýlmasýný zorunlu kýlmýþtý. Yabancý piyasalara giden tüccarlar, nakit ödemelerde bulunabil-
mek için yanlarýnda sikke haline getirilmemiþ saf gümüþ ya da altýn bulunduruyorlardý. Ayný þe-
kilde, yerel piyasalardan aldýklarý parayý da, yurtlarýna dönerken sikke haline getirilmemiþ gümüþ
ya da altýnla deðiþtiriyorlardý. Para deðiþtirme iþi, sikke haline getirilmemiþ deðerli madenlerin
yerel sikkeler ile deðiþtirilmesi iþi ya da bunun tersi, böylece yaygýn ve kârlý bir iþ haline geldi.”
(Hüllmann, Städtwesen des Mittelalters, Bonn 1826-29, 1, s. 437-38.) “Kambiyo baskýlarý, bu
adlarýný, poliçe çýkartmalarý olgusundan deðil ... sikkeleri deðiþtirmeleri olgusundan alýrlar. Am-
sterdam Kambiyo Bankasýnýn 1609’da kurulmasýndan çok önce, Hollanda’nýn ticaret kentlerinde,
sarraflar, kambiyo yerleri ve hatta kambiyo bankalarý vardý. ... Bu sarraflarýn iþleri, ülkeye yabancý
tüccarlar tarafýndan getirilen sayýsýz türdeki sikkeleri, resmi sikkelerle deðiþtirmekti. Yavaþ yavaþ
bunlarýn faaliyet çevreleri geniþledi. ... Bunlar zamanýn bankerleri ve kasadarlarý haline geldiler.
Ama, Amsterdam hükümeti, kasadarlýk ve kambiyo iþlerinin birleþtirilmesini tehlikeli gördü ve
bu tehlikeyi önlemek için, hem kasadarlýk ve hem de kambiyo iþlemlerini yerine getirebilecek,
yetkili ve büyük bir kurum kurmaya karar verdi. Bu kurum 1609’da kurulan ünlü Amsterdam
Kambiyo Bankasý idi. Ayný þekilde, Venedik, Cenova, Stockholýn, Hamburg kambiyo bankalarý
kökenlerini, sürekli para deðiþtirme zorunluluðuna borçludurlar. Bunlar arasýnda Hamburg
Kambiyosu bugün hâlâ iþ yapan tek kurumdur, çünkü, kendisine ait darphanesi olmayan bu
ticaret kentinde böyle bir kuruma hâlâ gereksinme duyulmaktadýr, vb.” (S. Vissering, Handboek
van Praktische Staathuishoudkunde, Amsterdam 1860-61, 1, s. 247-48.)

280 Karl Marks


Kapital III
rasý –þimdi banka parasý ya da ticaret parasý denilmektedir– olarak iþ
gördüðü kambiyo bankalarý doðmuþtur. Bir ülkedeki bir sarraf, [sayfa 279]
seyyahlara, bir baþka ülkedeki sarraf için ödenmek üzere verdiði poliçe
anlamýnda olmak üzere, kambiyo iþlemi, eski Roma ve Yunan’da, ger-
çek para deðiþiminden doðup geliþmiþti.
Metalar olarak (lüks eþyalar yapýmý için hammadde olarak) altýn
ve gümüþ ticareti, külçe ticaretinin ya da evrensel para olarak paranýn
iþlevleri için bir araç ödevini yerine getiren ticaretin doðal temelidir. Bu
iþlevler, daha önce de açýklandýðý gibi (Buch I, Kap. III, 3, c) iki yönlüdür:
uluslararasý ödemelerde denge saðlamak için, ve faiz peþindeki ser-
maye göçleriyle ilgili olarak, çeþitli ulusal dolaþým alanlarý arasýndaki
ileri-geri para hareketi; bununla eþzamanlý olarak, deðerli madenlerin,
üretim kaynaklarýndan dünya piyasasý yoluyla akýþý ve bunlarýn çeþitli
ulusal dolaþým alanlarý arasýnda daðýlýmý. Ýngiltere’de, 17. yüzyýlýn büyük
bir kýsmýnda kuyumcular hâlâ bankerlik yapýyorlardý. Uluslararasý öde-
melerin dengelenme iþlerinin daha sonralarý kambiyo ticaretinde nasýl
geliþtiðini, vb. ve deðerli senetler ile ilgili iþlemler konusundaki her þeyi
tamamen bir yana býrakacaðýz; kýsacasý, kredi sisteminin bizi burada
henüz ilgilendirmeyen bütün özel þekillerini dikkate almayacaðýz.
Ulusal para, evrensel para olarak iþ görürken yerel niteliðinden
sýyrýlýr, bir ulusal para bir baþkasý ile ifade edilir ve böylece bunlarýn hep-
si de nihayet içerdikleri altýn ya da gümüþe indirgenir ve bunlar da, dün-
ya parasý olarak dolaþýmda bulunan iki meta olduklarý için, ayný anda,
sürekli deðiþiklik gösteren kendi karþýlýklý deðer oranlarýna indirgenirler.
Para ticareti yapan adamýn kendi özel uðraþý haline getirdiði þey iþte bu
ara iþlemlerdir. Sarraflýk ile külçe ticareti, demek ki para ticaretinin
baþlangýçtaki biçimleri olup, paranýn, ulusal para ve dünya parasý olarak
iki yanlý iþlevinden doðarlar.
Kapitalist üretim süreci, ve genellikle ticaret, kapitalizm öncesi
üretim biçimlerine dayandýðý zaman bile þu sonuçlara ulaþýr:
Birincisi, paranýn yýðma olarak biriktirilmesi, yani burada, sermaye-
nin yedek bir ödeme ve satýnalma fonu olarak para-biçiminde daima
elde bulundurulmasý gereken kýsmý. Bu, para yýðmanýn, kapitalist üre-
tim tarzý altýnda tekrar görünen ve genellikle tüccar sermayesinin geliþ-
mesiyle, en azýndan bu sermayenin amaçlarý için ortaya çýkan ilk biçimi-
dir. Her iki nokta da, ulusal olduðu kadar uluslararasý dolaþým için de
geçerlidir. Para yýðma, sürekli bir akýþ içersindedir, durmadan dolaþýma
akar ve durmadan ordan geri döner. Bu para yýðmanýn ikinci biçimi, atýl
halde duran ve, yeni biriken ve henüz yatýrýlmamýþ bulunan para-ser-
maye de dahil, geçici olarak kullanýlmayan para þeklindeki sermayedir.
Bu para yýðmanýn oluþmasýyla ortaya çýkan iþlevler, her þeyden önce,
paranýn saklanmasýdýr, defter tutulmasýdýr, vb..
Ýkincisi, ne var ki bütün bunlar, satýn almalar için para harcanma-
sýný, satýþlardan para toplanmasýný, ödemeler yapýlmasýný ve yapýlacak

Karl Marks 281


Kapital III
ödemelerin kabulünü, bilançolarý, vb. gerektirir. Para ticaretiyle
[sayfa 280]
uðraþan kimseler bütün bu hizmetleri, baþlangýçta, tüccarlar ile sanayici
kapitalistlerin basit kasadarlarý olarak yerine getirirler.44
Para ticareti, ilk evrelerinde bile, bu normal iþlevlerine bir de borç
verme, borç alma, kredi katýlýr katýlmaz, iyice geliþir. Faiz getiren serma-
yenin ele alýndýðý bundan sonraki kýsýmda, bu konuda daha fazla durula-
caktýr.
Külçe ticaretinin kendisi de, altýn ya da gümüþün bir ülkeden di-
ðerine aktarýlmasý, sýrf meta ticaretinin bir sonucudur. Uluslararasý öde-
melerin durumunu ve çeþitli piyasalardaki faiz oranlarýný ifade eden kam-
biyo kurlarý ile belirlenir. Külçe ticaretiyle uðraþan kiþi, bu haliyle, bu
sonuçlarýn salt bir aracýsý olarak iþgörür.
Para ile para hareketlerinin ve biçimlerinin, basit meta dolaþý-
mýndan nasýl geliþtiðini tartýþýrken (Buch I, Kap. III), satýnalma ve ödeme
aracý olarak dolaþýmda bulunan para kitlesinin hareketlerinin, metalarýn
baþkalaþýmýna, ve þimdi tüm yeniden-üretim sürecinde bir evreden baþka
bir þey olmadýðýný bildiðimiz bu baþkalaþýmýn hacmi ile hýzýna baðlý bu-
lunduðunu görmüþtük. Para malzemesinin –altýn ile gümüþün– bunlarýn
üretim kaynaklarýndan saðlanmasýna gelince, bu doðrudan doðruya meta
deðiþimi, meta olarak altýn ile gümüþün diðer metalar ile deðiþimi yoluy-
la olur. Þu halde bunun kendisi de, demir ya da öteki madenlerin sað-
lanmasý gibi, meta deðiþiminde ancak bir evredir. Ne var ki, deðerli
madenlerin dünya piyasasýndaki hareketlerini ilgilendirdiði kadarýyla (biz
burada, borç yoluyla sermaye aktarýlmasýný ifade eden –bu, meta-ser-
maye þeklini de alabilen bir tür aktarmadýr– hareketleri bir yana býraký-

44
“Kasiyerlik kurumu belki de, Hollanda ticaret gelirlerinde olduðu kadar hiç bir yerde
baþlangýçtaki baðýmsýz niteliðini korumamýþtýr” (Amsterdam’da kasadarlýk iþinin kökeni ko-
nusunda bkz: E. Lusac; Holland’s Rykdom, Part III). “Onun iþlevleri kýsmen, eski Amsterdam
Kambiyo Bankasýnýn iþlevleriyle çakýþmaktadýr. Kasiyer, hizmetlerinden yararlanan tüccarlardan
belli bir miktar para alýr ve bunun karþýlýðýnda onlar için defterinde bir “kredi” açar. Tüccarlar
daha sonra ona borç senetlerini gönderirler, kasiyer onlar adýna bunlarý tahsil ederek hesaplarýna
alacak olarak geçirir. Ayný zamanda, bunlarýn çektikleri senetler (kassiers briefes) için ödeme-
lerde bulunur ve bu miktarlarý hesaplarýnda borçlandýrýr. Bu tahsilat ve ödemeler için küçük bir
ücret alýr ve bu, ona yaptýðý iþ karþýlýðýnda ancak, taraflar arasýndaki devir iþlemlerinin hacmiyle
orantýlý bir gelir saðlar. Eðer ödemeler, ayný kasiyer ile iþ yapan iki tüccar arasýnda yapýlýyorsa,
bu gibi ödemeler, kendi defterlerine yapýlan karþýlýklý kayýtlar ile çok basit þekilde tasfiye edilir.
Çünkü, kasiyerler bunlarýn karþýlýklý alacaklarýný günü gününe tasfiye eder. Kasiyerlerin asýl iþi
böylece, ödemelerdeki bu aracýlýk iþi oluyor. Bu nedenle, kasiyerlik, sanayi giriþimlerini, spekü-
lasyonu, sýnýrsýz krediler açmayý, konusu dýþýnda býrakýyor; çünkü, kasiyerin, kendisinde hesabý
bulunan bir kimseye alacaðýnýn üzerinde ödemede bulunmamasý, bu iþte bir kural olmasý
gerektir.” (Vissering, loc. cit., s. 134) Venedik’teki banka birlikleri üzerine: “Külçe taþýnmasýnýn,
baþka yerlerden daha az uygun olduðu Venedik’te gereksinmeler ile yerel durum, bu kentin
büyük tüccarlarýný, gerekli güven, denetim ve yönetim altýnda banka birlikleri kurmaya yöneltti.
Bu gibi birliklerin üyeleri, belli bir miktar para yatýrýyorlar, alacaklýlarýna bu hesap üzerinde
ödeme senetleri düzenliyorlar ve bu ödenen miktar, bu amaç için tutulan defterde borçlunun
hesabýndan düþülerek, ayný defterde alacaklýnýn hesabýna kaydediliyordu. Bu, ciro bankalarý
denilen kurumlarýn en eski öncüleridir. Bu birlikler gerçekten eskidirler. Ama. 12. yüzyýla bað-
lanacak olurlarsa, 1171’de kurulan Devlet Ýstikraz Kurumu ile karýþtýrýlýrlar.” (Hüllmann, loc. cit.,
s. 453-54.)

282 Karl Marks


Kapital III
yoruz) bu da týpký paranýn, ulusal satýnalma ve ödeme aracý olarak hare-
ketinin, iç piyasadaki meta deðiþimi ile belirlenmesi gibi, uluslararasý
[sayfa 281] meta deðiþimi ile belirlenir. Deðerli madenlerin, bir ulusal dolaþým
alanýndan diðerine giriþ-çýkýþlarý, sýrf ulusal paradaki deðer kaybý ya da
çifte standart uygulanmasý ile meydana geldiði sürece, para dolaþýmýna
yabancý þeylerdir ve sadece devlet kararnameleri ile keyfi yaratýlan sap-
malarýn düzeltilmesini temsil ederler. Son olarak, ister iç ister dýþ ticaret-
te satýnalma ve ödeme aracý için yedek fon teþkil eden, ve gene sýrf
geçici olarak boþ kalan bir sermaye biçimini temsil eden para yýðmaya
gelince, bunlar her iki halde de, dolaþým sürecinin zorunlu tortularýdýr.
Tüm para dolaþýmý, eðer hacim, biçim ve hareket olarak, meta
dolaþýmýnýn sýrf bir sonucu ise, ve bu da kapitalist açýdan yalnýzca ser-
mayenin dolaþým süreci ise (gelirin harcanmasý perakende ticaret yo-
luyla yapýldýðý sürece, sermayenin gelir ile, ve gelirin gelir ile deðiþmesini
de kapsamak üzere), para ticaretinin, yalnýzca meta dolaþýmýnýn sýrf bir
sonucu ve görüngüsü olan para dolaþýmýný saðlamadýðý apaçýktýr. Bu
para dolaþýmýnýn kendisi, meta dolaþýmýndaki bu evre, para ticaretinde
zaten kendiliðinden varsayýlýr. Para ticaretinin saðladýðý þey, yalnýzca para
dolaþýmýnýn teknik iþlemlerini toplu, kýsa ve basit hale getirmektir. Para
ticareti, para yýðmayý oluþturmaz. Bu yýðma, isteyerek yapýldýðý sürece
(yani, kullanýlmayan sermayenin ya da yeniden-üretim sürecindeki bir
bozukluðun ifadesi olmadýðý sürece) onun oluþumunun ekonomik as-
gariye indirgenebileceði teknik olanaklarý saðlar, çünkü, bütünüyle kapi-
talist sýnýf için kullanýldýðýnda, yedek satýnalma ve ödeme aracý fonlarý,
her kapitalistin bu iþi kendisi yapmasý halinde olmasý gerekenden daha
fazla olmak zorunda deðildir. Para ticaretiyle uðraþanlar, deðerli maden-
ler satýn almazlar. Onlar, yalnýzca, meta ticareti bunlarý satýn alýr almaz,
daðýlýmlarýný saðlarlar. Para, ödeme aracý olarak iþ gördüðü sürece, para
ticareti yapanlar, ödemeler dengesinin saðlamlaþtýrýlmasýný kolaylaþtýrýrlar
ve bu yapay dengeleme mekanizmasý yoluyla, bu amaç için gerekli para
miktarýný azaltmýþ olurlar. Ama bunlar ne karþýlýklý ödemeler arasýndaki
iliþkileri ve de bu ödemelerin hacmini belirlerler. Örneðin, bankalar ile
kliring bürolarýnda birbirleriyle karþýlýklý olarak deðiþtirilen poliçeler ile
çekler, tamamen baðýmsýz ticari iþlemleri temsil ederler ve belirli
iþlemlerin sonucudurlar; sözkonusu olan, bu sonuçlarýn teknik bakým-
dan daha iyi bir biçimde dengelenmesidir. Para, satýnalma aracý olarak
dolaþýmda bulunduðu sürece, satýnalma ile satýþlarýn hacim ve sayýsýnýn,
para ticareti ile herhangi bir iliþkisi yoktur. Para ticareti ancak, satýnalma
ve satýþla ilgili teknik iþlemleri kýsaltabilir ve böylece, metalarýn devri için
gerekli nakit para miktarýný azaltýr.
Para ticareti, burada incelediðimiz yalýn biçimiyle, yani kredi sis-
teminden ayrý olarak, öyleyse, meta dolaþýmýnýn belli bir evresinin, yani
para dolaþýmýnýn tekniði ile, ve paranýn kendi dolaþýmýndan ileri gelen
farklý iþlevlerle ilgilidir.

Karl Marks 283


Kapital III
Bu, para ticaretini, metalarýn baþkalaþýmýný ve deðiþimini saðlay-
an ya da hatta meta-sermayenin bu sürecine sanayi sermayesinden ayrý
bir [sayfa 282] sermayenin süreci görünüþünü veren, meta ticaretinden esaslý
þekilde ayýlýr. Bu nedenle, tüccar sermayesinin kendi dolaþým biçimi, P-
M-P olduðu, burada metaýn iki kez yer deðiþtirdiði ve böylece paranýn
geriye akýþýný saðladýðý, oysa bundan farklý olan M-P-M biçiminde para-
nýn iki kez el deðiþtirerek meta deðiþimini saðladýðý halde, para ticareti
yapan sermaye için böyle özel biçim yoktur.
Para-sermaye, ayrý bir kapitalistler sýnýfý tarafýndan para dolaþýmýnýn
bu teknik yanýný saðlamak için yatýrýldýðý sürece –bu, diðer bir durumda,
bu amaçlar için tüccarlar ile kapitalistlerin bizzat yatýrmak zorunda kala-
caklarý ek sermayeyi daha küçük ölçekte temsil eden bir sermayedir–
sermayenin genel biçimi, P-P’ burada da görülür. P yatýrmak suretiyle
bu kapitalist P + ∆P saðlar. Ama, P-P’ saðlamasý, burada, baþkalaþýmýn
maddi deðil teknik sürecini ilgilendirir.
Para ticaretiyle uðraþan kimselerin kullandýklarý para-sermaye kit-
lesinin, tüccarlar ile sanayi kapitalistlerinin, dolaþým sürecindeki para-
sermayeleri olduðu, bu kimsenin yaptýðý iþlemlerin aslýnda tüccarlar ile
sanayi kapitalistlerinin iþlevi olduðu, onun yalnýzca aracýlýk ettiði açýktýr.
Para ticaretiyle uðraþanlarýn kârlarýnýn, bunlar zaten gerçekleþmiþ
olan deðerlerle (bunlar, alacaklý haklarý biçiminde gerçekleþtiði zaman
bile) iþgördükleri için, artý-deðerden bir indirimden baþka bir þey olma-
dýðý ayný derecede açýktýr.
Týpký meta ticaretinde olduðu gibi burada da ikili bir iþlev vardýr.
Çünkü, para dolaþýmý ile iliþkili teknik iþlemlerin bir kýsmýný meta tacirle-
ri ile meta üreticilerinin kendilerinin yapmasý zorunluluðu vardýr. [sayfa 283]

284 Karl Marks


Kapital III
YÝRMÝNCÝ BÖLÜM
TÜCCAR SERMAYESÝ KONUSUNDA
TARÝHSEL MALZEME

TÜCCAR sermayesi ile para ticareti yapan sermayelerin, para ola-


rak özel birikim biçimi bundan sonraki bölümde incelenecektir.
Buraya kadar söylenenlerden, tüccar sermayesine, ister meta is-
ter para ticareti yapan sermaye þeklinde olsun, sanayi sermayesinin,
diyelim, madencilik, tarým, hayvancýlýk, imalat, ulaþtýrma, vb. gibi, to-
plumsal iþbölümü ile ortaya çýkan ve bu nedenle farklý yatýrým alanlarý
teþkil eden yan kollarý gibi özel bir türü gözüyle bakmaktan daha saçma
bir þey olamayacaðý apaçýktýr. Her sanayi sermayesinin, kendi yeniden-
üretim sürecinin dolaþým evresinde, meta-sermaye ve para-sermaye iþlev-
lerini, yani tüccar sermayesinin iki biçiminin sýrf kendilerine özgü iþlevleri
gibi görünen ayný iþlevleri yerine getirdiðinin gözlenmesi bile, böylesine
kaba bir düþüncenin yanlýþlýðýný ortaya koymaya yeter. Öte yandan üret-
ken sermaye olarak sanayi sermayesi ile, dolaþým alanýndaki ayný ser-
maye arasýndaki farklar, ticari ve para ticaretiyle uðraþan sermayelerde,
sermayenin bir süre için büründüðü belirli biçimlerin ve iþlevlerin, ser-
mayenin ayrý bir kýsmýnýn, baðýmsýz biçimleri ve iþlevleri olarak görün-
mesi ve özellikle bu sermayeye baðlanmasý olgusuyla, baðýmsýz bir nitelik
kazanýrlar. Sanayi sermayesinin deðiþmiþ biçimi ile, farklý sanayi kollarý-
na yatýrýlan üretken [sayfa 284] sermayeler arasýndaki bu çeþitli üretim kol-

Karl Marks 285


Kapital III
larýnýn niteliðinden ileri gelen maddi farklar, birbirlerinden çok farklý
þeylerdir.
Ýktisatçýlarýn, gerçekte yalnýzca konunun maddi yaný ile ilgilen-
dikleri için, biçim ayrýlýklarýný incelerken daima gösterdikleri üstünkörü
tutumlarýnýn yanýsýra, vülger iktisatçýlarda bir de, bu karýþýklýðýn iki nede-
ni daha vardýr. Birincisi, tüccar kârýnýn kendine özgü niteliðini açýkla-
maktaki yetersizliði, ve ikincisi, meta-sermaye ile para-sermaye ve daha
sonra da ticaret sermayesi ile para ticaretiyle uðraþan sermaye biçimler-
ini bu biçimler her þeyden önce temel olarak meta ve dolayýsýyla para
dolaþýmýný öngören kapitalist üretimin kendine özgü biçiminden ileri
geldikleri halde, üretim sürecinin kendisinden zorunlu olarak doðan
þekiller gibi ortaya koymak yolundaki mazur gösterme çabalarýdýr.
Tüccar sermayesi ile para ticaretiyle uðraþan sermayenin tahýl
üretiminden farký, tahýl üretimi ile hayvancýlýk ve imalat arasýndaki farktan
daha fazla deðilse, üretimle kapitalist üretimin tamamen özdeþ þeyler
olduðu ve diðer þeyler arasýnda, toplumsal ürünlerin toplumun üyeleri
arasýndaki daðýlýmýnýn ister üretken ister bireysel tüketim için olsun,
týpký et tüketiminin hayvancýlýk, elbise tüketiminin elbise sanayii tarafýn-
dan saðlanmasý gibi devamlý olarak tüccarlar ve bankerler tarafýndan
yönetilmesi gerekeceði gün gibi ortadadýr.45
Smith, Ricardo, vb. gibi büyük iktisatçýlar, sermayenin temel
þeklini, sanayi sermayesi olarak sermayeyi inceledikleri ve sýrf her ser-
mayenin yeniden-üretim sürecinde bir evre olmasý nedeniyle dolaþým
sermayesini (meta-sermaye ile para-sermaye) gözönünde bulundur-
duklarý için, özel bir tür olarak ticaret sermayesi karþýsýnda þaþkýnlýða
düþmüþlerdir. Deðer, kâr, vb. oluþumuyla ilgili olup, doðrudan doðruya
sanayi sermayesi konusundaki, incelemelerinden çýkardýklarý kurallar,
tüccar sermayesini doðrudan kapsamýna almamaktadýr. Bu yüzden, tüc-
car sermayesini bütünüyle bir yana býrakmakta ve yalnýz sanayi serma-
yesinin bir türü olarak sözünü etmektedirler. Bunu özel olarak incele-
dikleri zaman da, Ricardo’nun dýþ ticareti ele alýrken yaptýðý gibi; bu
sermayenin deðer (ve dolayýsýyla artý-deðer) yaratmadýðýný ortaya koy-

45
Bilge kiþi Bay Roscher [Die Grundlagen, der Nationalökonomie, 3. Auflage, 1858, § 60, s.
103. -Ed.] o derin düþüncesiyle, bazý kimseler ticareti, üreticiler ile tüketiciler arasýnda aracýlýk
etmek diye nitelendirdiklerine göre,üretimin kendisinin de pekala tüketimin aracýlýðý olarak
(kimler arasýnda acaba?) nitelendirilebileceði sonucuna varmýþtýr ki, bu da hiç kuþkusuz, tüccar
sermayesinin de, tarým ve sanayi sermayesi kadar, üretken sermayenin bir kýsmý olduðu anla-
mýna gelir. Baþka bir deyiþle, ben, insanýn tüketimine ancak üretim araçlarý yoluyla aracýlýk
edebileceðini (ve o bunu Leipzig’de öðrenim görmeden de yapmak zorundadýr), ya da Doðanýn
ürünlerini ele geçirmek için emeðin gerekli olduðunu (buna aracýlýk da denebilir) söyleyebile-
ceðime göre, bundan haliyle þu sonuç çýkar ki, üretimin özgül toplumsal biçiminden doðan
toplumsal aracýlýðýn -aracýlýk olduðu için- ayný mutlak zorunlu niteliðe ve öneme sahip bulunduðu
sonucu çýkar. Aracýlýk sözü her þeyi çözümlemektedir. Þu da var ki, tüccarlar, üreticiler ile
tüketiciler (üreticilerden farklý olarak tüketiciler; yani kendileri üretim yapmayan tüketiciler
þimdilik bir yana býrakýlmýþtýr) arasýnda aracýlýk etmezler, bu üreticilerin kendi aralarýndaki de-
ðiþime aracýlýk ederler. Bunlar yalnýzca, binlerce kez kendileri olmaksýzýn da yapýlagelen deðiþim
iþleminde aracýlýk eden kimselerdir.

286 Karl Marks


Kapital III
maya çalýþýrlar. Ne var ki, dýþ ticaret için doðru olan þey iç, ticaret için de
doðrudur. [sayfa 285]

––––––––––––

Tüccar sermayesini buraya kadar, sýrf kapitalist üretim tarzý açý-


sýndan ve onun sýnýrlarý içersinde gözden geçirmiþ bulunuyoruz. Ne var
ki, yalnýzca ticaret deðil tüccar sermayesi de kapitalist üretim tarzýndan
daha eskidir ve gerçekte tarih içersinde, sermayenin en eski serbest
varlýk biçimidir.
Para ticaretinin ve bunun için yatýrýlan sermayenin geliþmelerinin
yalnýzca toptan ticaretin ve daha sonra da ticari sermayenin varlýðýný
gerektirdiðini daha önce gördüðümüz için biz burada yalnýzca ikincisi,
ticaret sermayesi üzerinde duracaðýz.
Tüccar sermayesi, dolaþým alaný içersinde baðlý bulunduðuna ve
iþlevi de sýrf metalarýn deðiþimini saðlamak olduðuna göre, varlýðý –doðru-
dan doðruya trampadan doðan geliþmemiþ þekiller dýþýnda-, metalarýn
ve paranýn basit dolaþýmý için gerekli olan koþullardan baþka bir koþulun
bulunmasýný gerektirmez. Ya da daha doðrusu para dolaþýmý onun varlýk
koþuludur. Meta olarak dolaþýma girmiþ bulunan ürünler hangi üretim
esasýna göre üretilmiþ olurlarsa olsunlar, ister ilkel topluluk, ister köleci
üretim, küçük köylü ve küçük-burjuva ya da kapitalist üretim temeline
dayansýnlar, bu ürünlerin meta olma niteliklerini deðiþtirmezler ve bu
ürünler meta olarak deðiþim sürecinden ve bu sürece baðlý biçim
deðiþikliklerinden geçmek zorundadýrlar. Aralarýnda tüccar sermayesi-
nin aracý olarak hareket ettiði uçlar, týpký para için ve paranýn hareketleri
için olduðu gibi onun için de veridir. Gerekli olan tek þey bu uçlarýn
meta olarak elde bulunmasýdýr; üretimin bütünüyle bir meta üretimi
olmasýnýn ya da sýrf kendi tüketimleri için üretimde bulunan baðýmsýz
üreticilerin kendi gereksinmelerini karþýladýktan sonra ürün fazlasýný pi-
yasaya sürmelerinin burada bir önemi yoktur. Tüccar sermayesi, yalnýz-
ca kendi varlýðýnýn önkoþulu olan bu uçlarýn, bu metalarýn hareketlerini
saðlamaktadýr.
Ürünlerin ne ölçüde ticaret alanýna girerek tüccar elinden geçe-
ceði, üretim tarzýna baðlý olup, ürünlerin doðrudan doðruya geçim araçlarý
olarak deðil de sýrf bir meta olarak üretildikleri, kapitalist üretimin tam
geliþmesi halinde en üst düzeye eriþir. Öte yandan, her türlü üretim
tarzýnda ticaret, üreticilerin (burada, ürünlerin sahipleri demektir), yarar-
lanacaklarý olanaklarý ya da servetlerini artýrmak üzere deðiþim alanýna
girecek artý-ürünlerin üretimini kolaylaþtýrýr. Demek oluyor ki, ticaret,
üretime, gitgide daha fazla deðiþim-deðeri üretmeye yönelten bir nitelik
kazandýrýr.
Metalarýn baþkalaþýmý, bunlarýn hareketleri, 1) maddi bakýmdan,
farklý metalarýn birbirleriyle deðiþimlerinden, ve 2) biçimsel bakýmdan,

Karl Marks 287


Kapital III
metalarýn satýþ yoluyla paraya ve paranýn satýnalma yoluyla metalara
çevrilmesinden ibarettir. Ve tüccar sermayesinin iþlevi, iþte bu meta
satýn alýnmasý ve satýþýndan oluþur. Þu halde, o, yalnýzca metalarýn [sayfa
286] deðiþimini saðlamaktadýr; gene de bu deðiþimin daha baþlangýçta,
sýrf doðrudan üreticiler arasýnda bir meta deðiþimi olarak anlaþýlmamasý
gerekir. Kölelik, feodalizm ve vasallýk altýnda (ilkel topluluklarý ilgilendir-
diði kadarýyla), ürünlerin sahibi ve dolayýsýyla satýcýsý olan, köle sahibi,
feodal toprakbeyi ve haraç alan devlettir. Tüccar birçok insan için satýn
alýr ve satar. Satýn almalar ve satýþlar onun elinde toplanýr ve dolayýsýyla
artýk, alýcýnýn (tüccar olarak) doðrudan doðruya gereksinmeleri ile sýnýrlý
deðildir.
Ne var ki, tüccarýn meta deðiþimini saðladýðý üretim alanlarýnýn
toplumsal örgütlenme biçimi ne olursa olsun, tüccarýn serveti daima
para-biçiminde bulunur ve parasý da daima sermaye olarak iþ görür.
Bunun hareketi daima P-M-P’ biçimindedir. Para, deðiþim-deðerinin ba-
ðýmsýz biçimi, çýkýþ noktasýdýr ve deðiþim-deðerinin artmasý kendi baþýna
amaçtýr. Meta deðiþiminin kendisi ve bunu saðlayan iþlemler –üretim-
den ayrýlan ve üretici olmayanlar tarafýndan yürütülen bu iþlemler–, sýrf,
serveti servet olarak artýrmanýn deðil, serveti en evrensel toplumsal biçim-
de, deðiþim-deðeri olarak artýrmanýn bir aracýdýrlar. Burada, itici güç ve
belirleyici amaç, P’nin P +∆P haline çevrilmesidir. P-P’ hareketini saðla-
yan P-M ve M-P’ iþlemleri, yalnýzca, P’yi P +∆P haline getirmede, geçici
evreler olarak görünürler. Bu P-M-P’ tüccar sermayesinin bu kendine
özgü hareketi, onu, M-P-M hareketinden, son amacý kullaným-deðerleri-
nin deðiþimi olan, üreticiler arasý dolaysýz meta ticaretinden ayýrýr.
Üretim ne kadar az geliþmiþse, para olarak o kadar fazla servet
tüccarlarýn elinde toplanýr, ya da tüccar servetinin özgül biçimi içersinde
görünür.
Kapitalist üretim tarzýnda –yani sermaye, üretim üzerinde ege-
menliðini kurarak ona tamamen deðiþmiþ, özgül bir biçim verir vermez–
tüccar sermayesi, sýrf, özgül iþlevi olan bir sermaye olarak gözükür. Daha
önceki bütün üretim, tarzlarýnda ve hele üretimin üreticilerin en yakýn
gereksinmelerinin karþýlanmasý için yapýldýðý durumlarda, tüccar ser-
mayesi, sermayenin iþlevini mükemmelen yerine getirir görünür.
Ýþte bu yüzden, tüccar sermayesinin, sermaye daha üretim üze-
rindeki egemenliðini kurmadan çok önce, sermayenin tarihsel biçimi
olarak görünmesinin nedenini anlamak hiç de zor bir þey deðildir. Bu
sermayenin varlýðý ve belli bir düzeye kadar geliþmesi, 1) para-servetin
yoðunlaþmasýnýn önkoþulu olarak ve 2) kapitalist üretim tarzý, ticaret
için üretimi, tek tek müþterilere deðil geniþ ölçekte satýþý ve dolayýsýyla
da, kendi kiþisel gereksinmelerini karþýlamak için deðil birçok alýcýnýn
satýn almalarýný kendi tek bir alýmýnda toplayan bir tüccarýn varlýðýný
öngördüðü için, kapitalist üretimin geliþmesinin bizzat tarihsel
önkoþuludur. Öte yandan, tüccar sermayesindeki bütün geliþmeler, üre-

288 Karl Marks


Kapital III
time gitgide daha fazla deðiþim-deðeri üretimi niteliðini verme ve ürün-
leri gitgide daha fazla metalar haline getirme eðilimindedir. Ne var ki,
tüccar sermayesinin geliþmesi, [sayfa 287] biraz ileride göreceðimiz gibi tek
baþýna, ne bir üretim tarzýndan diðerine geçiþi saðlayabilir ne de bunun
açýklanmasý için yeterlidir.
Kapitalist üretimde tüccar sermayesi, eski baðýmsýz durumund-
an, sermaye yatýrýmýnda özel bir evreye indirgenmiþtir ve kârlarýn
eþitlenmesi de onun kâr oranýný genel ortalamaya indirgemektedir. O,
yalnýz, üretken sermayenin bir aracýsý olarak iþlev yapmaktadýr. Tüccar
sermayesinin geliþmesiyle þekillenen özel toplumsal koþullar artýk bura-
da egemenliðini yitirmiþ durumdadýr. Tersine, tüccar sermayesinin hâlâ
egemen olduðu yerlerde, geri koþullarýn bulunduðunu görüyoruz. Bu,
hatta bir ve ayný ülke için bile geçerlidir, örneðin, özellikle tüccar kenti
niteliðini taþýyan kentler, sanayi kentlerine göre, geçmiþ dönemin koþullarý
ile daha çarpýcý bir benzeþme gösterirler.46
Sermayenin, tüccar sermayesi olarak baðýmsýz ve egemen bir
biçimde geliþmesi, üretimin sermayeye tabi olmamasý, ve dolayýsýyla
sermayenin kendisinden de baðýmsýz, yabancý bir toplumsal üretim tarzý
temeli üzerinde geliþmesi demektir. Tüccar sermayesinin geliþmesi, de-
mek ki, toplumun genel ekonomik geliþmesiyle ters orantýlýdýr.
Sermayenin egemen biçimi olarak baðýmsýz ticari servet, dolaþým
sürecinin kendi uçlarýndan ayrýlmasýný temsil eder ve bu uçlar, kendileri
deðiþimde bulunan üreticilerdir. Bu uçlar dolaþým sürecinden baðýmsýz
kalýrlar; týpký dolaþým sürecinin onlardan baðýmsýz kalmalarý gibi. Ürün,
ticaret yoluyla meta haline gelir. Burada ürünleri meta haline getiren
ticarettir, yoksa üretilen metalar, hareketleriyle ticareti doðurmazlar. Þu
halde sermaye burada önce, dolaþým sürecindeki sermaye olarak orta-
ya çýkýyor. Para iþte bu dolaþým sürecinde sermaye halini alýyor. Ürünler
önce bu dolaþým sürecinde, deðiþim-deðerleri, metalar ve para olarak
geliþiyor. Sermaye, dolaþým sürecinin uçlarýný –aralarýnda dolaþýmýn ara-
cýlýk ettiði çeþitli üretim alanlarýný– denetimi altýna almayý öðrenmeden
önce, dolaþým sürecinde oluþabilir ve oluþmak zorundadýr. Para ve meta
dolaþýmý, iç yapýlarý hâlâ geniþ ölçüde kullaným-deðerleri üretimine
uyarlanmýþ, çok farklý örgütlenmiþ üretim alanlarý arasýnda aracýlýk ede-
bilir. Ýçersinde üretim alanlarýnýn bir üçüncü þey aracýlýðý ile birbirlerine
baðlandýklarý dolaþým sürecinin bu baðýmsýzlaþmasý iki anlam taþýr. Bir

46
Bay W. Kiesselbach (Der Gang des Welthandels im Mittelalter, 1860 adlý yapýtýnda) hâlâ,
tüccar sermayesinin, sermayenin genel biçimi olduðu bir dünya hayali içersindedir. Sermayenin
modern anlamý üzerinde en ufak bir fikri olmadýðý gibi, bu fikri de, Mommsen’in Roma tarihinde,
“sermaye ve sermayenin egemenliði” konusunda söylediklerinden daha öteye geçmemekte.
Modern Ýngiliz tarihinde, gerçek anlamda ticaret çevreleri ile tüccar kentleri de gene, politik
bakýmdan gerici ve sanayi sermayesine karþý, toprak sahipleri ve mali çevreler ile birlik halindedir.
Örneðin, Liverpool’un politik rolü ile Manchester ve Birmingham’ýn rollerini karþýlaþtýrýnýz. Sanayi
sermayesinin tam egemenliði, tahýl yasasýnýn, vb. yürürlükten kaldýrýlmasýndan sonradýr ki, an-
cak Ýngiliz tüccar sermayesi ve finans çevrelerince kabul edildi.

Karl Marks 289


Kapital III
yandan, bu dolaþým, üretim üzerinde henüz bir egemenlik kurmamýþtýr,
ama onunla belli bir önkoþul baðýntýsý içersindedir. Öte yandan, üretim
süreci, henüz dolaþýmý üretimin sýrf bir evresi olarak içersine almamýþtýr.
Ne var ki, bunlarýn her ikisi de kapitalist üretimde gerçekleþmiþtir. [sayfa
288] Üretim süreci bütünüyle dolaþýma dayanýr ve dolaþým, içersinde,
meta olarak yaratýlan ürünün gerçekleþtirildiði ve gene metalar olarak
yaratýlan üretim öðelerinin yerlerine yenilerinin konduðu üretimin sýrf bir
geçiþ evresidir. Doðrudan doðruya dolaþýmdan doðup geliþen bu serma-
ye biçimi –tüccar sermayesi– burada yalnýzca, sermayenin, kendi yeni-
den-üretim sürecinde ortaya çýkan biçimlerinden biri olarak görünür.
Tüccar sermayesinin baðýmsýz geliþmesinin, kapitalist üretimin
geliþme derecesiyle ters orantýlý olduðu yasasý, Venedikliler, Cenovalýlar,
Hollandalýlar, vb.’de olduðu gibi komisyonculuk ticareti (carrying trade)
tarihinde özellikle açýk olarak görülür; buralarda baþlýca kazanç, böyle-
ce, yerli ürünlerin ihracý ile deðil, ticari ve diðer ekonomik bakýmlardan
geliþmemiþ toplumlarýn ürünlerinin deðiþimini saðlayarak ve her iki üre-
tici ülkeyi sömürerek elde edilir.47 Burada tüccar sermayesi, uçlardan –
aralarýnda aracýlýk ettiði üretim alanlarýndan– ayrýlmýþ, kendi saf
biçimindedir. Bu, onun geliþmesini saðlayan baþlýca kaynaktýr. Ne var ki,
komisyonculuða dayanan bu ticaret tekeli ve onunla birlikte bu ticaretin
kendisi, iki yönlü olarak sömürdüðü ve geliþmemiþ durumlarý kendi
varlýðýnýn dayanaðý olan halklarýn ekonomik kalkýnmalarýyla orantýlý ola-
rak çözülüp daðýlýr. Komisyonculuk ticaretinde, bu, yalnýzca özel bir tica-
ret kolunun çökmesi olarak görünmekle kalmaz, ayný zamanda,
tamamen ticaretle uðraþan uluslarýn egemenliklerinin ve genellikle bu
komisyonculuða dayanan ticari servetlerinin zayýflamasý þeklinde de gö-
rünür. Ama bu, yalnýzca, kapitalist üretimin geliþmesiyle, tüccar serma-
yesinin sanayi sermayesinin egemenliði altýna girdiðini ifade eden özel
bir biçimdir. Tüccar sermayesinin üretime egemen olduðu yerlerdeki
tutumu, yalnýz genellikle sömürge ekonomisi (sömürgecilik sistemi de-
nilen þey) ile deðil, Hollanda Doðu Hint Kumpanyasýnýn uyguladýðý yön-
temlerle tamamen özel bir biçimde de çarpýcý olarak ortaya konmuþtur.
Tüccar sermayesinin hareketi P-M-P’ olduðuna göre, tüccar kârý
önce, yalnýzca dolaþým sürecinde geçen hareketlerde, yani satýnalma ve
satýþ þeklindeki iki harekette saðlanýr; ve sonra, son harekette, satýþta
gerçekleþtirilir. Demek ki bu, protif upon alienation’dur.* Prima facie,**
[47]
“Ticaret kentlerinin yerleþik halký, daha zengin ülkelerin geliþtirilmiþ mallarýný ve pahalý
lüks eþyalarýný ithal ederek, bu gibi þeyleri, kendi ülkelerinin ham ürünlerinden büyük miktarlar
vererek satýn almaya pek hevesli bulunan büyük toprak sahiplerinin gösteriþ meraklarýný beslemiþ
oldular. O sýralarda, Avrupa ticaretinin büyük bir kýsmý böylece, kendi ham ürünlerini, daha
uygar uluslarýn mamul ürünleri karþýlýðýnda deðiþtirmekten oluþuyordu. ... Bu zevk alýþkanlýðý,
oldukça önemli bir talebe yolaçacak biçimde yaygýnlaþtýðýnda, tüccarlar, taþýma giderlerinden
tasarruf saðlamak için, doðal ki, ayný türden bazý manüfaktürleri kendi ülkelerinde kurma
çabasýna düþtüler.’’ (Adam Smith [Wealth of Nations],Book III, Ch. III, London 1776, s. 489-490.)
* Devir ve feraða dayanan kâr. -ç.
** Ýlk bakýþta. -ç.

290 Karl Marks


Kapital III
saf ve baðýmsýz bir ticari kâr, ürünler kendi deðerleri üzerinden satýldý-
klarý sürece olanaksýz görünür. Pahalý satmak için ucuza satýn almak,
ticaretin kuralýdýr. Þu halde, eþdeðerlerin deðiþilmesi deðildir. Deðer [sayfa
289] kavramý, burada, çeþitli metalarýn hepsi deðerler ve dolayýsýyla para
olduklarý ölçüde yer alýr. Nitelik bakýmýndan hepsi de toplumsal emeðin
ifadeleridir. Ama bunlar, eþit büyüklükte deðerler deðildir. Ürünlerin ni-
cel deðiþim oranlarý önceleri tamamen geliþigüzeldir. Bunlar, deðiþtirile-
bilir nesneler, yani bir ve ayný üçüncü bir þeyin ifadeleri olduklarý ölçüde
meta biçimine bürünürler. Sürekli deðiþim ve deðiþim için daha düzenli
yeniden-üretim, gitgide bu geliþigüzel durumu azaltýr. Ne var ki, bu, önce,
üretici ile tüketici için deðil, bunlarýn aracýlarý para-fiyatlarý karþýlaþtýran
ve aradaki farký cebe indiren tüccarlar için sözkonusudur. Tüccar kendi
hareketleriyle, eþdeðerleri saptar.
Tüccar sermayesi, baþlangýçta denetlemediði uçlar arasýnda, ve
yaratmadýðý önkoþullar arasýndaki basit harekettir.
Týpký, paranýn, sýrf meta-dolaþýmýnýn yalýn biçiminden, M-P-M, yal-
nýz bir deðer ölçüsü ve dolaþým aracý olarak deðil, ayný zamanda metaýn
ve dolayýsýyla servetin ya da para-yýðmanýn mutlak biçimi olarak da çýk-
masý ve böylece para þeklinde kalmasý ve birikiminin kendi baþýna bir
amaç haline gelmesi gibi, para da, yýðýlmýþ para da, varlýðýný sýrf elden
çýkarma, devir ve ferað yoluyla koruyan ve artýran bir þey olarak, tüccar
sermayesinin yalýn dolaþým biçiminden, P-M-P’ hareketinden çýkar.
Eskiçaðlarýn tüccar uluslarý, Epikür’ün, evrenin ara alemlerinde
yaþayan tanrýlarý ya da daha doðrusu, Polonya toplumunun gözenekleri-
ne yerleþen Yahudiler gibi varlýklarýný sürdürüyorlardý. Ýlk baðýmsýz,
geliþmiþ ticaret kentleri ile tüccar uluslarýn ticareti, aralarýnda aracýlýk
ettikleri üretici uluslarýn barbarlýðýna dayanan katkýsýz bir komisyoncu-
luk ticareti idi.
Toplumun, kapitalist-öncesi aþamalarýnda, ticaret, sanayie ege-
mendi. Modern toplum için bunun tersi doðrudur. Ticaret, aralarýnda
yürütüldüðü topluluklar üzerinde hiç kuþkusuz azçok karþýt bir etki ya-
pacaktýr. Lüks nesneler ile geçim araçlarýný, ürünlerin doðrudan kullaný-
mýndan çok satýþýna baðýmlý hale getirerek, üretimi gitgide deðiþim-de-
ðerinin boyunduruðu altýna sokacaktýr. Böylece o, eski iliþkileri çözüp
daðýtýr. Para dolaþýmýný artýrýr. Artýk yalnýzca üretim fazlasýný ele geçir-
mekle kalmaz, üretimi gitgide daha fazla pençesine alýr ve bütün üretim
kollarýný kendisine baðýmlý hale getirir. Ne var ki bu çözücü, daðýtýcý etki,
gene de büyük ölçüde üretici topluluðun niteliðine baðlýdýr.
Tüccar sermayesi, geliþmemiþ toplumlar arasýnda ürünlerin
deðiþimini teþvik ettiði sürece, ticari kâr yalnýz bir dolandýrýcýlýk ve aldat-
ma olarak görünmekle kalmaz, ayný zamanda büyük ölçüde bundan
doðar. Bu sermayenin, çeþitli ülkelere ait ürünlerin fiyatlarý arasýndaki
farký sömürmesi olgusu bir yana (ve bu bakýmdan o, metalarýn deðerler-
ini eþitleme ve saptama yönünde bir eðilim taþýr), tüccar sermayesinin,

Karl Marks 291


Kapital III
kýsmen esas olarak kullaným-deðeri üretmeye devam eden ve ürünleri-
nin dolaþýma giren kýsmýnýn satýþýyla ilgili ekonomik örgütlenmelerinin
ve dolayýsýyla da ürünlerin deðerleri üzerinden satýþýnýn ikincil derecede
[sayfa 290] önem taþýdýðý topluluklar arasýnda bir aracý olarak, ve kýsmen de
bu eski üretim tarzlarý içersinde tüccarýn iliþki içine girdiði, artý-ürünün
bellibaþlý sahiplerinin, yani köle sahiplerinin, feodal beylerin ve devletin
(örneðin Doðulu despotun), Adam Smith’in daha önce aktarýlan feodal
zamanlarla ilgili pasajlarýnda doðru olarak sezinlediði gibi, tüccarýn tu-
zaða düþürmeye çalýþtýðý tüketim zenginliðini ve lüksü temsil etmeleri
nedeniyle, o üretim tarzlarý, tüccar sermayesinin artý-ürünün büyük bir
kýsmýna elkoymasýna yolaçar. Egemen bir duruma ulaþtýðýnda tüccar
sermayesi her yerde bir yaðma düzeninden yanadýr,48 ve bu nedenle,
eski ve yeni zamanlarda tüccar uluslar arasýnda gösterdiði geliþme, dai-
ma, yaðmayla, korsanlýkla, köle hýrsýzlýðý ile ve sömürgelerin ele geçiril-
mesi ile doðrudan doðruya elele gitmiþtir; Kartaca’da, Roma’da ve daha
sonralarý, Venedikliler, Portekizliler, Hollandalýlar, vb arasýnda olduðu
gibi.
Ticaretin ve tüccar sermayesinin geliþmesi, her yerde, deðiþim-
deðerleri üretimine doðru bir eðilim yaratmýþ, hacmini artýrmýþ, çeþitlen-
dirmiþ, kozmopolitleþtirmiþ, ve parayý, dünya-parasý haline getirmiþtir.
Ticaret, bu nedenle hazýr bulduðu ve farklý biçimleri, geniþ ölçüde, kulla-
ným-deðeri gözönünde bulundurularak yürütülen üretim örgütleri üze-
rinde azçok çözücü bir etkide bulunmuþtur. Bunun, eski üretim tarzýnda
meydana getireceði çözülmenin geniþliði, kendi saðlamlýðýna ve iç yapý-
sýna baðlýdýr. Ve, bu çözülme sürecinin nereye varacaðý, baþka bir deyiþle,
eski üretim tarzýnýn yerini hangi yeni üretim tarzýnýn alacaðý ticarete
baðlý olmayýp, eski üretim tarzýnýn kendisinin niteliðine baðlýdýr. Antik

48
“Þimdi tüccarlar arasýnda, soylular ya da eþkýyalar konusunda çok yakýnmalar var, çünkü
bunlar, büyük tehlikeler altýnda ticaret yapmak zorundalar ve kaçýrýlmak, dövülmek, þantaj ya-
pýlmak ve soyulmak tehlikesi ile yüzyüzedirler. Eðer bunlar, bu ýstýraplara adalet hatýrýna kat-
lanmýþ o!salardý, tüccarlar kutsal kiþiler olurlardý. ... Ne var ki, böylesine büyük haksýzlýklar ve
hýristiyanlýða yakýþmayan hýrsýzlýklar ve soygunlar, bütün dünyada ve hatta kendi aralarýnda
tüccarlar tarafýndan yapýldýðýna göre, Tanrýnýn haksýz kazanýlan böyle büyük bir serveti tekrar
kaybettirmesi ya da çaldýrmasý ve kendilerinin de kellelerinden olmalarý ya da tutsak edilmele-
rinde þaþýlacak ne var? ... Ve prensler, böylesine haksýz alýþveriþleri gereken þiddetle cezalandýr-
malý ve uyruklarýnýn tüccarlar tarafýndan böylesine feci bir biçimde kandýrýlmamalarý için dikkatli
olmalýdýrlar. Onlar bunu yapmadýklarý için Tanrý, þövalyeler ile eþkýyalarý kullanýyor ve tüccarlarý,
yaptýklarý haksýzlýklar yüzünden bunlar aracýlýðý ile cezalandýrýyor ve gene onlarý kendi þeytanlarý
gibi kullanýyor; týpký Mýsýr ile bütün dünyanýn baþýna þeytanlarý bela etmesi ya da düþmanlar
aracýlýðý ile onlarý yoketmesi gibi. Böylece o, tüccarlar dünyayý her gün soyarlarken, þövalyelerin
yýlda bir-iki kez soymalarýna karþýn, þövalyelerin tüccarlardan daha az eþkýya olduklarýný kabul
etmeyerek; bunlarý birbirine kýrdýrýyor.” “Ýþaya’nýn dediði gibi hareket ediniz: Prensleriniz eþký-
yalarýn yoldaþlarý oldular. Çünkü onlar, bir ya da yarým gulden çalan hýrsýzý astýrýrlar ama bütün
dünyayý soyan ve büyük bir rahatlýkla hýrsýzlýk yapanlar ile dost olular, böylece özdeyiþ doðru
çýktý: Büyük hýrsýzlar küçük hýrsýzlarý asarlar; Romalý senatör Cato’nun dediði gibi: Ufak hýrsýzlar
zindanda, posugalarý içinde, ama resmi hýrsýzlar, altýn ve ipeklilere bürünmüþler. Ama Tanrýnýn
sonsözü ne olacak? Ezekiel’e dediði gibi yapacak: Prenslerle tüccarlarý, bir hýrsýzla bir diðer hýr-
sýzý, kurþun ve demir gibi kaynaþtýracak ve kent yanýp kül olduðunda ne prensler kalacak ne de
tüccarlar.” (Martin Luther, Von Kauffshandlung und Wucher, 1524, s. 296-97.)

292 Karl Marks


Kapital III
dünyada ticaretin etkisi ve tüccar sermayesinin geliþmesi, daima bir kö-
le ekonomisi ile sonuçlanmýþtýr; çýkýþ noktasýna baðlý olarak, ancak, doð-
rudan geçim araçlarýnýn üretimiyle uðraþan ataerkil bir köle sisteminin,
artý-deðer üretimiyle uðraþan bir köle sistemine dönüþmesiyle [sayfa 291]
sonuçlanmýþtýr. Ne varki, modern dünyada bu, kapitalist üretim tarzýyla
sonuçlanýr. Bütün bunlardan þu sonuca varýlýr ki, bu sonuçlarýn kendile-
ri, tüccar sermayesinin geliþmesinden daha baþka koþullardan ileri ge-
lirler.
Kent sanayii, kent sanayii olarak, tarýmsal sanayiden ayrýlýr ayrýl-
maz, ürettiði ürünlerin de daha iþin baþýnda meta olmalarý ve bu yüzden
de, satýþlarý için ticaretin aracýlýðýný gerektirmeleri eþyanýn doðasý gereð-
idir. Ticaretin, kentlerin geliþmesine dayanmasý ve buna karþýlýk da kent-
lerin ticarete baðýmlý bulunmasý da doðal bir þeydir. Ne var ki, sanayideki
geliþmenin ne ölçüde geliþmeyle elele gideceði, büsbütün baþka
koþullara baðlý bulunur. Eski Roma, daha sonraki cumhuriyetçi günlerin-
de, zanaat alanýnda herhangi bir geliþme göstermeksizin, tüccar serma-
yesini, eski dünyada hiç görülmemiþ bir düzeye yükseltmiþti, oysa Korent
ile, Avrupa ve Küçük Asya’daki öteki Yunan kentlerinde ticaretteki
geliþme, yüksek derecede geliþmiþ bir zanaatla birlikte olmuþtur. Buna
karþýlýk, kentlerdeki büyüme ve bununla ilgili koþullardaki geliþmenin
tam tersine, ticaret ruhu ve tüccar sermayesindeki geliþme, çoðu kez,
yerleþik olmayan göçebe halklar arasýnda da görülen bir þeydir.
Hiç kuþkusuz –ve, baþtan aþaðý yanlýþ sonuçlara yolaçan da iþte
bu olgudur– 16. ve 17. yüzyýllarda coðrafi buluþlar ile ticarette görülen ve
tüccar sermayesinin geliþmesini hýzlandýran büyük devrimler, feodal üre-
tim tarzýndan kapitalist üretim tarzýna geçiþi kolaylaþtýran belli baþlý öðel-
erden birisini oluþturur. Dünya pazarýndaki ani geniþleme dolaþýmdaki
metalarýn çoðalmasý, Asya’nýn ürünleriyle Amerika’nýn hazinelerine sahip
çýkmak için Avrupa uluslarýnýn gösterdikleri hýrs ve rekabet, sömürgeci-
lik sistemi – bütün bunlar, üretim üzerindeki feodal zincirlerin parçalan-
masýna maddi katkýda bulunmuþlardýr. Bununla birlikte, ilk dönemde
–manüfaktür döneminde– modern üretim tarzý, ancak, kendisi için ge-
rekli koþullarýn, ortaçaðlarda oluþtuðu yerlerde geliþmiþti. Örneðin, Hol-
landa ile Portekiz’i karþýlaþtýrýnýz.49 Ve, eðer 16. ve kýsmen de 17. yüzyýlda,
ticaretteki ani geniþleme ve, yeni dünya pazarlarýnýn doðuþu, eski üre-
tim tarzýnýn yýkýlmasýna ve kapitalist üretimin doðuþuna büyük bir katký-
da bulunmuþ ise, bu, tersine, zaten varolan kapitalist üretim tarzý temeli

49
Diðer koþullarý bir yana, Hollanda’nýn geliþmesinde balýkçýlýðýn, manüfaktürün ve tarýmýn
nasýl önde gelen bir temel olduðu, Massie gibi 18. yüzyýl yazarlarýnca zaten açýklanmýþ bulunuyor.
Asya’da, antikçaðda ve ortaçaðlarda, ticaretin hacmini ve önemini küçümseyen eski görüþlere
karþýlýk þimdi, bunun önemini abartmak adet halini aldý. Bu anlayýþa karþý en iyi çare, Ýngiltere’nin
18. yüzyýlýn baþýndaki ithalat ve ihracatýný incelemek ve bunu modern ithalat ve ihracat ile kar-
þýlaþtýrmaktýr. Ve gene de bunlar, daha önceki herhangi bir tüccar ulusunkinden, karþýlaþtýrýlama-
yacak derecede büyük idiler. (Bkz: Anderson, An Historical and Chronological Deduction of the
Origin of Commerce. [vol. II, London 1764, s. 261 vd., -Ed.])

Karl Marks 293


Kapital III
üzerinde oluþmuþtu. Bizzat dünya pazarý, bu üretim tarzý için temel teþkil
eder. Öte yandan, bu üretim tarzýnýn, gitgide büyüyen bir ölçekte üre-
timde bulunma yolunda kendi özünde bulunan zorunluluk, sürekli ola-
rak dünya pazarýný geniþletme eðilimini yaratýr ve bu durumda, sanayide
devrimlere yolaçan þey, ticaret olmaz, ticareti sürekli [sayfa 292] biçimde
kökünden deðiþtiren sanayi olur. Ticari üstünlüðün kendisi, þimdi büyük
sanayi için koþullarýn þu ya da bu derecede bir aðýrlýkta olmasýyla baðlý
durumdadýr. Örneðin, Ýngiltere ile Hollanda’yý karþýlaþtýrýnýz. Hollanda’nýn
egemen bir tüccar ulus olarak gösterdiði gerilemenin tarihi, tüccar ser-
mayesinin, sanayi sermayesinin boyunduruðu altýna girmesinin tarihidir.
Kapitalist-öncesi ulusal üretim tarzlarýnýn iç saðlamlýðý ile örgütlenmesi-
nin ticaretin çözücü ve bozucu etkilerine karþý koyduðu engeller,
Ýngiltere’nin Hindistan ve Çin ile iliþkilerinde çarpýcý bir biçimde görülür.
Üretim tarzýnýn geniþ temeli, bu ülkelerde küçük ölçekli tarým ve ev
sanayiinin birliði ile oluþturulmuþtur ve Hindistan’da, buna, ortak toprak
mülkiyeti üzerinde kurulan köy topluluk1arýný eklemek gerekir ki, Çin’de
de bu, ilkel biçimi ile vardý. Ýngilizler, Hindistan’da ülkenin egemenleri
ve sahipleri olarak bu küçük ekonomik topluluklarý bozup parçalamak
için, doðrudan doðruya kendi politik ve ekonomik güçlerini kullanma
konusunda hiç zaman yitirmemiþlerdir.50 Ýngiliz ticareti, bu topluluklar
üzerinde devrimci bir etki yapmýþ ve düþük fiyatlý mallarýyla, bu sýnai ve
tarýmsal üretim birliðinin çok eski zamanlardan beri tamamlayýcý bir
öðesi olan iplik ve dokuma sanayilerini yýkmasý ölçüsünde, bu birlikleri
parçalayýp daðýtmýþtýr. Ve böyle bile olsa, bu çözülme çok yavaþ ilerler.
Hele, doðrudan politik güçle desteklenmediði Çin’de, bu çözülme daha
da aðýr gitmektedir. Tarým ile manüfaktürün birliðinin zamandan saðla-
dýðý büyük tasarruf ve ekonomi, onlara egemen olan dolaþým sürecinin
faux frais’sini* de içeren fiyatlarýyla, büyük sanayiin ürünlerine karþý in-
atçý bir direnç göstermektedir. Öte yandan, Ýngilizlerin tersine, Rus tica-
reti, Asya tipi üretimin ekonomik temelini, dokunmadan olduðu gibi
býrakmaktadýr.51
Feodal üretim tarzýndan geçiþ iki farklý biçimde olur. Üretici, doð-
al tarýmsal ekonomi ve ortaçaðlarýn kent sanayilerinin loncaya baðlý elzan-
aatlarýnýn tersine, tüccar ve kapitalist halini alýr. Bu, gerçekten devrim
yapan bir yoldur. Ya da tüccar, üretim üzerinde doðrudan bir egemenlik
kurar. Tarihsel yönden bir basamak taþý olarak ne denli fazla hizmet

50
Herhangi bir ulusun tarihi eðer, bir ekonomik deneyimler tarihi ise, Ýngiltere’nin Hindis-
tan’daki tarihi, ardarda diziler, yararsýz ve gerçekten saçma (uygulamada rezilce) bir ekonomik
deneyimler tarihidir. Bengal’de, geniþ Ýngiliz malikanelerinin bir karikatürünü yarattýlar; güney-
doðu Hindistan’da, küçük parçalara bölünmüþ mülkiyetin bir karikatürünü; kuzey-batýda, ortak
toprak mülkiyetine dayanan Hint ekonomik topluluðunu, kendi karikatürüne dönüþtürmek için
ellerinden geleni geri koymadýlar.
51
Rusya, tamamen kendi iç ve komþusu Asyatik pazara dayanan kendi kapitalist üretimini
geliþtirmek için, ateþli bir çaba içersine gireli beri, bu da deðiþmeye baþlamýþ bulunuyor. -F. E.
* Üretken olmadýðý halde zorunlu olan ikinci maliyetler. -ç.

294 Karl Marks


Kapital III
ederse de –dokumacýlarý, baðýmsýz olduklarý halde, kendilerinin yünler-
ini onlara satmak ve onlarýn kumaþlarýný satýn almak suretiyle denetimi
altýna alan 17. yüzyýl Ýngiliz kumaþçýlarýnda olduðu gibi– kendiliðinden,
eski üretim tarzýnýn alaþaðý edilmesine yardýmcý olmaz, ancak kendi
önkoþulu olarak onu koruma ve sürdürme eðilimini taþýr. Örneðin, Fran-
sýz [sayfa 293] ipek sanayiinde ve Ýngiliz çorap ve dantela sanayilerinde,
yapýmcý, 19. yüzyýlýn ortasýna kadar çoðu kez ancak ad bakýmýndan ya-
pýmcýydý. Gerçekte ise, dokumacýlarý eski örgütlenmemiþ düzende
çalýþtýran, ve ancak, bunlarýn gerçekten kendisi için çalýþtýklarý bir tücca-
rýn denetim gücüne sahip düpedüz bir tüccardý.52 Bu sistem, her yerde,
gerçek kapitalist üretim tarzý için bir engel olmuþ ve onun geliþmesiyle
yokolup gitmiþtir. Üretim tarzýnda köklü bir deðiþiklik yapmaksýzýn, yal-
nýzca doðrudan üreticilerin durumunu daha da kötüleþtirir, ve bunlarý,
sermayenin yakýn denetimi altýndakinden daha beter koþullar altýnda
çalýþan düpedüz ücretli iþçiler ve proleterler haline getirir, ve artý-eme-
klerine, eski üretim tarzý esasýna göre elkoyar. Ayný koþullar, biraz
deðiþmiþ biçimde, bir ölçüde Londra’da eliþi mobilya yapýmýnda da var-
dýr. Bu usul, özellikle Tower Hamlets’de büyük ölçüde uygulanmakta-
dýr. Üretimin tamamý, birbirinden baðýmsýz çok sayýda ayrý iþ koluna
bölünmüþtür. Ýþyerlerinden birisi yalnýz sandalye, diðeri yalnýz masa, bir
üçüncüsü yalnýz dolap, vb. yapmaktadýr. Ama bu iþyerleri, aþaðý yukarý
elzanaatlarýnda olduðu gibi bir tek patron ve birkaç kalfa ile yönetilirler.
Ne var ki, üretim doðrudan doðruya özel kiþilere çalýþmaya elvermeye-
cek kadar büyüktür. Alýcýlar, mobilya maðazalarý sahipleridir. Cumartesi
günleri patron bu maðazalara gider, yapýlan iþleri satar, ve alýþveriþ, rehin
karþýlýðýnda borç veren tefeci dükkanlarýnda olduðu gibi, çekiþe çekiþe
bir sonuca baðlanýr. Patronlar, baþka bir nedenle olmasa bile, gelecek
hafta için hammadde satýnalabilmek ve ücretleri ödeyebilmek için, bu
haftalýk satýþlara baðýmlýdýrlar. Bu koþullar altýnda, aslýnda bunlar, tüccar
ile kendi iþçileri arasýnda yalnýzca aracýdýrlar. Tüccar ise, artý-deðerden
aslan payýný cebe indiren gerçek kapitalisttir.53 Aþaðý yukarý ayný þeyler,
daha önce elzanaatlarý ya da kýrsal sanayilerin yan dallarý olarak yürütü-
len iþ kollarýndan manüfaktüre geçiþ için de geçerlidir. Geniþ ölçekli
sanayie geçiþ –elzanaatý þeklinde yürütülen iþi uygun makinelerin kulla-
nýlmalarý halinde– bu küçük ve sahibi tarafýndan çalýþtýrýlan iþyerlerinin
teknik geliþmesine baðlýdýr. Makine, el yerine buharla çalýþmaktadýr. Bu,
örneðin, son zamanlarda, Ýngiliz çorap sanayiinde böyle olmuþtur.
Þu halde, üçlü bir geçiþ þekli sözkonusudur. Birincisi, tüccar, doðru-
52
Ayný þey, Ren bölgesindeki þerit ve sýrma yapýmcýlarý ile ipekli dokumacýlarý için de
doðrudur. Kýrsal bölgelerde yaþan bu el-dokumacýlarý ile kentli ‘’yapýmcýlarýn’’ karþýlýklý-iliþkileri
için Krefeld yakýnlarýnda bir demiryolu bile yapýlmýþtý. Ama bu daha sonralarý, mekanik dokuma
sanayii tarafýndan el-dokumacýlarýyla birlikte bir yana atýldý. -F. E.
53
Bu sistem, 1865’ten beri, daha da büyük ölçüde geliþmiþtir. Ayrýntýlar için bkz: First
Report of the Selected Committee of the House of Lord on the Sweating System, London 1888. -
F. E.

Karl Marks 295


Kapital III
dan doðruya sanayi kapitalisti haline gelmektedir. Ticaret üzerine kurul-
muþ zanaatlarda ve özellikle, Ýtalya’nýn 15. yüzyýlda Ýstanbul’dan getir-
diði gibi, dýþ ülkelerden hammaddesiyle birlikte iþçilerinin de getirildiði
lüks eþyalar üreten zanaatlarda bu böyle olur. Ýkincisi, tüccar, küçük
patronlarý kendi aracýsý haline getirir ya da doðrudan doðruya baðýmsýz
üreticiden satýn almada bulunarak, sözde onun baðýmsýzlýðýna [sayfa 294]
dokunmamýþ, üretim biçimini deðiþtirmemiþ olur. Üçüncüsü, sanayici,
tüccar haline gelir ve doðrudan doðruya toptan piyasa için üretim yapar.
Ortaçaðlarda tüccar, yalnýzca, Poppe’un doðru olarak söylediði
gibi,* loncalar ve köylüler tarafýndan üretilen mallarý “aktaran” bir kim-
seydi. Tüccar, sanayici haline gelmekte ya da daha doðrusu, zanaatkar-
larý, özellikle de küçük kýrsal bölge üreticilerini kendi adýna çalýþtýr-
maktadýr. Tersine, üretici, tüccar haline gelir. Örneðin, dokumacý ustasý,
iþlediði yünü tüccardan parça parça alarak kalfalarýyla birlikte onun hes-
abýna çalýþmak yerine, yünü ya da ipliði kendisi satýn alýr ve dokuduðu
kumaþý tüccara satar. Üretim öðeleri, üretim sürecine, dokumacýnýn kendi
satýn aldýðý metalar olarak girer. Ve, tek bir tüccar için ya da belirli müþ-
teriler için üretmek yerine, ticaret alemi için üretimde bulunur. Þimdi,
üreticinin kendisi tüccardýr. Tüccar sermayesi, dolaþým sürecini yürüt-
mekten baþka bir þey yapmaz. Baþlangýçta ticaret, elzanaatlarýnýn, kýrsal
ev sanayilerinin ve feodal tarýmýn, kapitalist iþletmelere dönüþümü için
önkoþuldu. Ticaret, kýsmen meta için pazar yaratarak, kýsmen yeni meta
eþdeðerleri ortaya çýkarmak ve üretime yeni ham ve yardýmcý maddeler
saðlamak suretiyle, hem iç ve dýþ piyasalar için yapýlacak üretim, hem
de dünya piyasasýnda doðacak üretim koþullarý bakýmýndan, daha
baþlangýçta ticarete dayalý yeni üretim kollarýnýn açýlmasýna neden ola-
rak ürünü meta þekline sokar. Manüfaktür ve özellikle büyük ölçekli
sanayi yeterli güce ulaþýr ulaþmaz, kendi metalarý aracýyla, onu elegeçi-
rerek, kendisi için bir pazar yaratýr. Bu noktada ticaret, piyasanýn sürekli
geniþlemesi kendisi için hayati zorunluluk halini alan sanayi üretiminin
hizmetine girer. Gitgide büyüyen kitle üretimi mevcut piyasaya sel gibi
akar, ve böylece, bu piyasanýn daha da geniþlemesi, sýnýrlarýný parçala-
masý için sürekli çalýþýr. Bu kitle üretimini sýnýrlayan þey (mevcut talebi
ifade ettiði sürece) ticaret olmayýp, kullanýlan sermayenin büyüklüðü ile
emeðin üretkenliðinin geliþme düzeyidir. Sanayici kapitalistin önünde
daima bir dünya piyasasý vardýr ve kendi maliyet-fiyatlarýný yalnýz iç piya-
sa-fiyatlarý ile deðil, bütün dünya piyasa-fiyatlarý ile de karþýlaþtýrýr, ve bu
karþýlaþtýrmayý sürekli olarak yapmak zorundadýr. Daha önceki dönem-
de, bu gibi karþýlaþtýrmalarý yapmak neredeyse bütünüyle tüccarlara
düþerdi, ve böylece, tüccar sermayesinin sanayi sermayesi üzerinde ege-
menliðini saðlardý.

* Poppe, Geschichte der Technologie seit der Wiederherstellung der Wissenschaften is an


das Ende des achtzehnten Jahrhunderts, Band 1, Göttingen 1807, s. 70. -Ed.

296 Karl Marks


Kapital III
Modem üretim tarzý üzerinde ilk teorik inceleme –merkantil sis-
tem– zorunlu olarak, dolaþým sürecinin ticaret sermayesinin hareketle-
rinde baðýmsýzlýk kazanmýþ olan yüzeysel görüngülerinden hareket etmiþ
ve bu yüzden de sorunlarýn ancak dýþ yüzlerini kavrayabilmiþtir. Bunun
öyle olmasýnýn nedeni; kýsmen, tüccar sermayesinin, genellikle sermay-
enin ilk varlýk biçimi olmasý ve kýsmen de, feodal üretimin ilk köklü [sayfa
295] deðiþiklik dönemi boyunca –modem üretimin doðuþunda– yaptýðý
muazzam etkidir. Gerçek modern ekonomi bilimi, ancak, teorik tahlille-
rin, dolaþým sürecinden üretim sürecine geçmesiyle baþlar. Faiz getiren
sermaye de, aslýnda, sermayenin çok eski bir biçimidir. Ama, merkanti-
lizmin bunu niçin hareket noktasý yapmayýp, yalnýzca buna karþý bir po-
lemik açmasýnýn nedenini daha ilerde göreceðiz. [sayfa 296]

Karl Marks 297


Kapital III
BEÞÝNCÝ KISIM
KÂRIN FAÝZE VE GÝRÝÞÝM KÂRINA BÖLÜNMESÝ

––––––––––––

YÝRMÝBÝRÝNCÝ BÖLÜM
FAÝZ GETÝREN SERMAYE

GENEL ya da ortalama kâr oranýný ilk incelediðimiz zaman (bu


cildin Ýkinci Kýsmýnda), bu oran önümüzde kendi tam biçimi içersinde
bulunmuyordu, kârýn eþitlenmesi, ancak, farklý alanlara yatýrýlmýþ bulu-
nan sanayi sermayeleri arasýnda kârlarýn eþitlenmesi olarak görünüyor-
du. Bu inceleme, tüccar sermayesinin bu eþitlenme iþlemine katýlýþý ve
ticari kâr ile ilgili sorunlarýn ele alýndýðý bundan önceki kýsýmda tamam-
landý. Genel kâr oraný ile ortalama kâr þimdi, öncekinden daha dar
sýnýrlar içersinde görünüyordu. Ýncelememiz boyunca þurasýný unut-
mamak gerekir ki, bundan böyle, genel kâr oraný ya da ortalama kara
deðindiðimizde, bu son aldýðý þekli, yani yalnýz ortalama kârýn bu son
biçimini anlatmak istiyoruz. Ve bu oran, ticaret sermayesi için de sanayi
sermayesi için de ayný olduðundan, bu ortalama kârý ilgilendirdiði ka-
darýyla, sýnai ve ticari kâr arasýnda bir ayrým yapmak artýk gerekli deðil-
dir. Sermaye, ister üretim alanýna sanayi, ister dolaþým alanýna ticaret
sermayesi olarak yatýrýlmýþ olsun, büyüklükleri ile pro rata ayný ortalama
yýllýk kârý saðlarlar.
Para –burada, fiilen ister para ister meta þeklinde varolan belli bir
miktarda deðerin baðýmsýz ifadesi olarak alýnmaktadýr– kapitalist üretim
esasý üzerinde sermayeye çevrilebilir, ve böylece belli bir deðer [sayfa 297]

298 Karl Marks


Kapital III
olmaktan çýkýp kendisini geniþleten ya da artan bir deðer haline
dönüþtürülebilir. Para, kâr üretir, yani kapitaliste, emekçilerden belli bir
miktar karþýlýðý ödenmemiþ emek, artý-ürün ve artý-deðer sýzdýrma ve
buna sahip çýkma olanaðýný verir. Böylece para, para olarak kendi kulla-
ným-deðeri dýþýnda, ek bir kullaným-deðeri, yani sermaye olarak hizmet
etmekten ileri gelen bir kullaným-deðeri niteliði kazanýr. Paranýn bu kul-
laným-deðeri, demek ki, sýrf, sermayeye çevrildiði zaman ürettiði kârý
kapsar. Para, bu potansiyel sermaye niteliði içersinde, kâr üretme aracý
olarak, bir meta halini alýr, ama sui generis* bir meta. Ya da, ayný þey
demek olan, sermaye, sermaye olarak bir meta haline gelir.54
Yýllýk ortalama kâr oranýnýn %20 olduðunu kabul edelim. Bu du-
rumda, ortalama koþullar altýnda, ortalama bir beceri ve bir amaca yö-
nelik çaba ile sermaye olarak kullanýlan 100 sterlin deðerinde bir makine,
20 sterlin bir kâr saðlar. Demek ki 100 sterlini olan bir kimse, bu 100
sterlini 120 sterlin haline getirme ya da 20 sterlinlik bir kâr üretme gücü-
ne sahip bulunur. 100 sterlinlik bir potansiyel sermayeye sahiptir. Eðer o,
bu 100 sterlini bir baþkasýna bir yýllýðýna verecek olsa, ve o da bunu
gerçek sermaye olarak kullansa, ona 20 sterlin bir kâr üretme gücünü
vermiþ olur ki, bu 20 sterlinlik artý-deðer, karþýsýndakine bedavadan
gelmiþtir ve karþýlýðýnda hiç bir eþdeðer ödememiþtir. Eðer bu kimse, yýl
sonunda 100 sterlinin sahibine, ürettiði kârdan diyelim 5 sterlin verse,
100 sterlinin kullaným-deðerinin –sermaye olarak iþlevinin, 20 sterlinlik
bir kâr üretme iþlevinin kullaným-deðerinin– karþýlýðýný ödemiþ olur. Kârýn
paranýn sahibine ödenen bu kýsmýna faiz denir; faiz, kârýn, iþlev yaptýðý
süreçte sermayenin kendi cebine indirecek yerde, sermaye sahibine
verdiði kýsmýna takýlan bir diðer addan ya da özel bir terimden baþka bir
þey deðildir.
Açýktýr ki, 100 sterline sahip olmak, bunun sahibine, faizi, onun
sermayesi ile üretilen kârýn belli bir kýsmýný cebine indirme gücünü ver-
ir. Eðer 100 sterlini sahibi, bir baþkasýna vermemiþ olsaydý, bu kimse
herhangi bir kâr üretemez, ve bu 100 sterlinle ilgili olarak bir kapitalist
gibi hiç bir zaman hareket edemezdi.55
Burada, Gilbart’ýn yaptýðý gibi, doðal adaletten sözetmek (nota
bakýnýz) saçmadýr. Üretimi yürütenlerin arasýnda geçen iþlemlerin ada-
leti, bunlarýn, üretim iliþkilerinin doðal sonuçlarýndan ileri geldikleri ol-
gusuna dayanýr. Bu ekonomik iþlemlerin, ilgili taraflarýn iradi hareketleri
olarak, kendi ortak iradelerinin ifadeleri olarak ve bir üçüncü tarafa karþý

54
Bu noktada, iktisatçýlarýn sorunu böyle anladýklarýný gösteren bazý pasajlar aktarýlabilir:
“Siz (Ýngiltere Bankasý) sermaye metaý ile iþ yapan çok büyük tüccarlarsýnýz, deðil mi?” sorusu,
bu bankanýn müdürüne, tanýk olarak, Banka Yasalarý Raporu için bilgisine baþvurulduðu zaman
sorulmuþtu. (H.of C.1857,s.104.)
55
“Bir kâr saðlamak amacýyla borç para alan bir kimsenin, saðladýðý kârýn bir kýsmýný borç
verene vermek durumunda olmasý, doðal adaletin apaçýk bir ilkesidir.” (Gilbart, The History
and Principles of Banking, London 1834, s. 163.)
* Kendine özgü. -ç.

Karl Marks 299


Kapital III
yasa zoruyla kabul ettirilebilir sözleþmeler olarak göründükleri hukuki
[sayfa 298] biçimler, sýrf biçimler olarak bu içeriði belirleyemezler. Bunlar
onu yalnýzca ifade ederler. Bu içerik üretim tarzýna tekabül ettiði, ona
uygun düþtüðü yerde adaletlidir. Bu biçimle çeliþtiði yerde adaletsizdir.
Kapitalist üretim temeli üzerinde kölelik adaletsizdir; týpký, metalarýn
kalitesine hile karýþtýrmanýn adaletsiz olmasý gibi.
100 sterlin 20 sterlin kâr üretiyor, çünkü, ister sýnai ister ticari
olsun sermaye olarak iþlev yapýyor. Ama bu iþlevin sermaye olarak sine
qua non’u,* bu paranýn sermaye olarak harcanmasý, yani (sanayi ser-
mayesi halinde) üretim araçlarýnýn satýn alýnmasý, (tüccar sermayesi halin-
de) metalar satýn alýnmasý için harcanmýþ olmasýdýr. Ama harcanabilmesi
için, bu paranýn varolmasý gerekir. Eðer o, 100 sterlinin sahibi olan A, bu
parayý ya kiþisel tüketimi için harcasa ya da yýðýlmýþ para olarak elinde
tutsaydý, iþlev yapmakta olan kapitalist B, onu, sermaye olarak yatýra-
mazdý. B, kendi sermayesini deðil, A’ya ait sermayeyi harcýyor; ne var ki,
A’ya ait sermayeyi B, onun rýzasý olmadan harcayamaz. Bu nedenle,
aslýnda kapitalist olarak, 100 sterlinin sermaye biçiminde bu yatýrýmý
sýnýrlý olmakla birlikte, bu 100 sterlini sermaye olarak harcayan, baþlan-
gýçta A’dýr. Bu 100 sterlin bakýmýndan B, ancak A kendisine bu parayý
ödünç verdiði ve dolayýsýyla onu sermaye olarak harcadýðý için, kapitalist
olarak hareket etmektedir.
Önce, faiz getiren sermayenin kendine özgü dolaþýmýný gözden
geçirelim. Daha sonra, bunun, özel bir þekilde meta gibi nasýl satýldýðýný,
yani büsbütün elden çýkarmak yerine, onun nasýl ödünç verildiðini irde-
leyeceðiz.
Hareket noktasý, A’nýn B’ye borç verdiði paradýr. Bu, bir güvence
karþýlýðý olabilir de, olmayabilir de. Birinci þekil, meta ya da poliçe, hisse
senedi, vb. gibi deðerli senetler karþýlýðýnda borç verme sayýlmazsa, epey-
ce eskidir. Bu özel þekiller bizi bu noktada ilgilendirmemektedir. Bura-
da biz, olaðan þekli içersindeki faiz getiren sermaye ile ilgileniyoruz.
Para, B’nin elinde fiilen sermayeye çevrilir, P–M–P’ hareketini ya-
par ve A’ya P’ olarak, P + ∆P olarak döner; burada ∆P faizi temsil eder.
Basite indirmek için, biz, burada, sermayenin B’nin elinde uzun süre
kaldýðý, faizin düzenli aralýklarla ödendiði durumu ele almayacaðýz.
Demek ki, hareket þöyledir:
P–P–M–P’–P’.
Burada iki kez görünen þey, 1) paranýn sermaye olarak harcan-
masý, ve 2) gerçekleþmiþ sermaye olarak, P’ ya da P + ∆P olarak geriye
dönüþüdür.
Tüccar sermayesinin hareketinde, P–M–P’, ayný meta iki kez el
deðiþtirmekte ya da eðer tüccar tüccara satarsa, ikiden de fazla el deðiþ-
tirmektedir. Ne var ki, ayný metaýn bu þekildeki her yer deðiþtirmesi, bu

* Zorunlu koþul. -ç.

300 Karl Marks


Kapital III
süreç o meta tüketime girene kadar kaç kez yinelenirse yinelen-
[sayfa 299]
sin, bir baþkalaþýmý, o metaýn alým ve satýmýný gösterir.
Öte yandan M–P–M hareketinde, ayný para iki kez el deðiþtirmekte,
ama bu önce paraya ve sonra da paradan tekrar bir baþka metaya çevri-
len metaýn tam baþkalaþýmýný göstermektedir.
Ne var ki, faiz getiren sermayede, P’nin ilk kez el deðiþtirmesi, hiç
bir zaman ne meta baþkalaþýmýnda ne de sermayenin yeniden-üreti-
minde bir evre deðildir. Para, ancak, onunla ticaret yapan ya da onu
üretken sermayeye dönüþtüren faal kapitalistin elinde, ikinci kez har-
candýðýnda bir evre olur. P’nin ilk el deðiþtirmesi, burada, onun A’dan
B’ye aktarýlmasý olgusundan öte bir þey ifade etmez ve bu aktarma,
çoðu kez, belli yasal biçimler ve koþullar altýnda yapýlýr.
Paranýn sermaye olarak, birincisi, yalnýzca A’dan B’ye aktarýlmasýn-
dan ibaret olan bu ikili harcanmasýna, gene ikili dönüþü tekabül eder.
Para, süreçten P’ ya da P + ∆P olarak B’ye, kapitalist iþlevini yapan
kiþiye geri döner. Sonra kapitalist, parayý A’ya, gerçekleþmiþ sermaye
olarak getirdiði kârýn bir kýsmý ile birlikte P + ∆P þeklinde geri verir; bu-
rada ∆P kârýn tamamý deðil, yalnýzca bir kýsmýdýr – faizdir. Para, B’ye,
ancak, nasýl harcanmýþsa öyle, iþlev yapan sermaye olarak, ama A’nýn
malý olarak döner. Paranýn geri dönüþünün tamamlanmasý için B’nin
bunu A’ya sonunda geri vermesi gereklidir. Ama B’nin bir de sermayeye
ek olarak, A’ya, kârýn bir kýsmýný, faiz adý altýnda anýlan ve bu sermaye
ile elde ettiði bir kýsmýný geri vermesi de gereklidir; çünkü, A, B’ye parayý
ancak sermaye olarak, yani hareketi sýrasýnda yalnýzca kendisini koru-
makla kalmayýp, bir de sahibi için artý-deðer yaratan bir deðer olarak
vermiþtir. Para, B’nin elinde ancak iþleyen sermaye olduðu sürece kalýr.
Ve –belirlenen tarihte– geri dönmesiyle sermaye olarak iþlevi sona erer.
Ne var ki, artýk sermaye olarak iþ görmediði anda, daima onun yasal
sahibi olmakta devam eden A’ya tekrar geri verilmesi zorunluluðu var-
dýr.
Bu metaya, meta þeklindeki sermayeye özgü olan ve satýþ yerine
baþka iþlemlerde de görülen bu borç verme biçimi, sermayenin burada
meta olarak görünmesi ya da sermaye olarak paranýn meta haline gel-
mesi basit özelliðinden gelmektedir.
Burada bir ayrým yapmak gerekir.
Daha önce de görmüþ olduðumuz, (Ýkinci Cilt, Birinci Bölüm)
gibi, dolaþým sürecinde, sermayenin, meta-sermaye ve para-sermaye
olarak hizmet ettiðini bu noktada kýsaca anýmsatalým. Ne var ki, her iki
biçimde de, sermaye, sermaye olarak, meta haline gelmez.
Üretken sermaye meta-sermayeye çevrilir çevrilmez, meta ola-
rak satýlmak üzere piyasaya sürülmek zorundadýr. O, burada sýrf bir
meta olarak hareket eder. Týpký alýcýnýn sýrf meta alýcýsý olmasý gibi, ka-
pitalist de piyasada yalnýzca meta satýcýsý olarak görünür. Ürünün, meta
olarak dolaþým sürecinde satýþ yoluyla kendi deðerini gerçekleþtirmesi,

Karl Marks 301


Kapital III
kendi dönüþmüþ para-biçimine girmesi gerekir. Bu nedenle, bu metaýn
tüketici [sayfa 300] tarafýndan yaþam gereksinmesi ya da kapitalist tarafýn-
dan üretim aracý, yani sermayenin öðeleri olarak satýn alýnmasýnýn, hiç
bir önemi yoktur. Meta-sermaye, dolaþým hareketinde, sermaye olarak
deðil, yalnýzca bir meta olarak hareket eder. Sýradan bir metadan ayrý
olarak, bu, bir meta-sermayedir, 1) çünkü, bir artý-deðerle yüklüdür. Bu
yüzden de, deðerinin gerçekleþmesi ayný zamanda artý-deðerin de
gerçekleþmesi olgusudur; ama, bu onun, bir meta, belli fiyatý olan bir
ürün olarak basit varlýðýnda hiç bir þeyi deðiþtirmez; 2) çünkü, bir meta
olarak iþlevi, sermaye olarak kendi yeniden-üretim sürecinde bir evredir
ve bu nedenle, meta olarak hareketi ancak kendi sürecinin kýsmi bir
hareketi, ayný zamanda kendisinin sermaye olarak hareketidir. Ne var ki
onun bu hale geliþi, satýþ iþleminin kendisiyle deðil, ancak bu satýþ
iþleminin, belirli miktardaki bu deðerin sermaye yetisi içersindeki tüm
hareketiyle olan baðýntýsý yoluyla olur.
Týpký, para-sermaye gibi, gerçekte yalnýzca para olarak, yani me-
talarý (üretim öðelerini) satýnalma aracý olarak hareket eder. Bu paranýn,
ayný zamanda para-sermaye, sermayenin bir biçimi olmasý olgusu, satý-
nalma iþleminden, burada para olarak yerine getirdiði fiili iþlevden deðil,
bu iþlevin, sermayenin toplam hareketi ile olan baðýntýsýndan doðar,
çünkü, sermayenin para olarak yerine getirdiði bu hareket, kapitalist
üretim sürecini baþlatýr.
Ama bunlar, fiilen iþlev yaptýklarý, yani süreçte fiilen rol oynadýkla-
rý sürece, meta-sermaye burada yalnýz meta, para-sermaye ise yalnýz
para olarak iþ görür. Tek baþýna bakýldýðýnda, baþkalaþýmýn hiç bir anýn-
da kapitalist, metalarýný, alýcýya, bu metalar kendisi için sermayeyi tem-
sil ettikleri halde, ne sermaye olarak satar; ne de satýcýya sermaye olarak
para öder. Her iki halde de, metalarýný düpedüz meta olarak ve parasýný
düpedüz para olarak, yani metalarý satýnalma aracý olarak elden çýkarýr.
Ancak sürecin bütünü ile ilgili olarak, çýkýþ noktasýnýn ayný za-
manda geri dönüþ noktasý olarak göründüðü anda, P–P’ ya da M–M’
hareketinde, sermaye, dolaþým sürecinde, sermaye olarak görünür (oysa,
üretim sürecinde sermaye, iþçinin kapitalistin egemenliði altýna girmesi
ve artý-deðer üretimi yoluyla, sermaye olarak görünür). Ne var ki, bu
dönüþ anýnda, aradaki bað kaybolur. Bu anda gördüðümüz þey , P’ ya
da P + ∆P, ilk yatýrýlan para ile bir artýþýn –gerçekleþen artý-deðerin– top-
lamýna eþit bir para miktarýdýr (∆P kadar artmýþ bulunan deðer miktarý,
para, metalar ya da üretim öðeleri biçiminde bulunabilir, bunun bir öne-
mi yoktur). Ve iþte tam bu dönüþ noktasýnda sermaye, gerçekleþmiþ
sermaye geniþlemiþ bir deðer olarak bulunur ve –bu nokta, ister gerçek,
ister sanal olsun, bir durgunluk noktasý olarak sabitleþtiði sürece– ser-
maye bu biçimi içersinde hiç bir zaman dolaþýma girmez, daha çok,
toplam sürecin sonucu olarak dolaþýmdan çekilmiþ görünür. Bu ser-
maye tekrar harcandýðýnda, hiç bir zaman bir baþkasýna sermaye olarak

302 Karl Marks


Kapital III
verilmiþ olmaz, ancak ona düpedüz bir meta olarak satýlmýþ ya da bir
meta [sayfa 301] karþýlýðýnda düpedüz bir para olarak verilmiþ olur. Kendi
dolaþým sürecinde sermaye, hiç bir zaman sermaye olarak görünmez,
ancak meta ya da para olarak görünür ve bu noktada bu onun, baþkalarý
için tek varlýk þeklidir. Metalar ve para burada, metalar paraya ya da
para metalara çevrildiði için, satýcýlar ya da alýcýlar ile olan fiili iliþkileri
bakýmýndan sermaye deðildir, ancak kapitalistle olan ideal iliþkileri (öz-
nel açýdan) ya da yeniden-üretim sürecinde evreler olmalarý (nesnel
açýdan) nedeniyle sermayedirler. Sermayenin sermaye olarak varlýðý,
fiili hareket içersinde, dolaþým sürecinde deðil ancak üretim sürecinde,
emek-gücünün sömürüldüðü süreçte sözkonusudur.
Ne var ki, durum, faiz getiren sermaye bakýmýndan farklýdýr, ve
ona kendisine özgü niteliði veren de iþte bu farktýr. Parasýný faiz getiren
sermaye olarak deðerlendirmek isteyen para sahibi, bunu bir üçüncü
kiþiye devreder, onu dolaþýma sokar ve sermaye olarak meta haline ge-
tirir; sýrf kendisi için deðil baþkalarý içinde sermaye haline getirir. Para,
yalnýzca onu veren kimse için sermaye olmayýp, daha baþlangýçta bir
üçüncü kiþiye sermaye olarak artý-deðer yaratan, kâr yaratan bir kulla-
ným-deðeri ile yüklü bir deðer olarak verilmiþtir; bu, kendi hareketinde
kendisini devam ettiren ve iþlevini yerine getirdikten sonra, ilk sahibine,
bu örnekte paranýn sahibine dönen bir deðerdir. Þu halde para, ondan,
yalnýzca belirli bir süre için ayrýlmakta, geçici bir süre için sahibinin zi-
lyetliðinden çýkýp, iþ yapmakta olan kapitalistin zilyetliðine geçmekte ve
böylece ne ödeme þeklinde elden çýkartýlmakta ne satýlmakta, ama yal-
nýzca ödünç verilmekte, ve önce, belli bir zaman aralýðýndan sonra çýkýþ
noktasýna dönmek ve ikinci olarak da, gerçekleþmiþ sermaye olarak –
kullaným-deðerini, artý-deðer yaratma gücünü gerçekleþtirmiþ bir ser-
maye olarak– geri dönmek koþuluna baðlý olarak elden çýkarýlmaktadýr.
Sermaye olarak ödünç verilen metalar, taþýdýðý özelliklere baðlý
olarak ya sabit ya da döner sermaye olarak ödünç verilirler. Para, bu her
iki þekilde de borç verilebilir. Örneðin, eðer para, yýllýk gelir þeklinde
ödeniyor ve böylece, faizle birlikte sermayenin bir kýsmý geri geliyorsa,
sabit sermaye olarak ödünç verilebilir. Binalar, gemiler, makineler, vb.
gibi belli metalar, kullaným-deðerlerinin niteliði gereði ancak sabit ser-
maye olarak ödünç verilebilir. Ne var ki, ödünç verilen her türlü serma-
ye, þekli ne olursa olsun ve kullaným-deðeri geri dönüþünü nasýl
deðiþikliðe uðratýrsa uðratsýn daima para-sermayenin ancak özgül bir
biçimidir. Bunun nedeni, ödünç verilen þeyin daima belli bir miktar para
olmasý ve faizin bu miktar üzerinden hesaplanmasýdýr. Borç verilen þey,
eðer ne para ne de döner sermaye ise, bu da gene, sabit sermayenin
geriye dönüþü þeklinde ödenir. Borç veren, devresel olarak bir faiz ve bir
de, sabit sermayenin kendisinin tüketilen kýsmýnýn deðerini, devresel
aþýnýp yýpranmanýn eþdeðeri olarak elde eder. Ve, belirli sürenin sonun-
da, borç verilen sabit sermayenin tüketilmeyen kýsmý, ayni olarak geri

Karl Marks 303


Kapital III
döner. Eðer borç verilen sermaye, döner sermaye ise, bu da gene, dö-
ner sermayeye özgü þekilde geri döner. [sayfa 302]
Geriye dönüþ tarzý, demek ki daima, yeniden-üretim halindeki
sermayenin ve bu sermayenin özgül çeþitlerinin fiilen izledikleri dolaþým
devresi ile belirlenir. Oysa, borç verilen sermayeye gelince, bunun geri-
ye dönüþü, geriye ödeme biçimini alýr, çünkü, bu sermayenin bir baþka-
sýna aktarýlmasý, borç biçiminde olur.
Biz bu bölümde, yalnýzca, borç verilen sermayenin diðer biçim-
lerinin de çýktýðý, gerçek para-sermayeyi inceliyoruz.
Borç verilen sermaye, iki þekilde geriye döner. Yeniden-üretim
sürecinde, faal kapitaliste döner ve sonra bu dönüþ, bir kez daha, borç
verene, para-kapitaliste aktarma, gerçek sahibine, yasal çýkýþ noktasýna
geri ödenmesi þeklinde kendisini yineler.
Fiili dolaþým sürecinde sermaye daima, bir meta ya da para ola-
rak görünür ve hareketi her zaman, bir dizi satýnalma ve satýþlara
bölünmüþtür. Kýsacasý, dolaþým süreci, metalarýn baþkalaþýmý halini alýr.
Yeniden- üretim sürecini bütünüyle dikkate alacak olursak, durum farklý
olur. Paradan hareket edecek olursak (ve metalardan hareket etsek de
ayný þeydir, çünkü biz metalarýn deðerinden yola çýkmýþ oluruz, yani
onlarý paranýn sub specie’leri* olarak dikkate alýrýz), belli bir miktar para-
nýn harcandýðýný ve belli bir süre sonra, bir artýþla birlikte geri döndüðü-
nü görürüz. Yatýrýlan bir para miktarý, bir artý-deðerle birlikte geri dön-
mektedir. Bu para olduðu gibi kalýr. Bu para kendisini korumuþ ve belirli
bir dolaþým devresini tamamlayarak çoðalmýþtýr. Ama þimdi, para, ser-
maye olarak borç verildiði için, kendini koruyan ve geniþleten belli bir
süre sonra bir artýþla birlikte geri dönen ve daima ayný süreci yeni baþtan
yinelemeye hazýr bir para miktarý olarak borç verilmiþtir. Ne para ne de
meta olarak harcanmýþtýr; þu halde, para-biçiminde yatýrýldýðý zaman, bir
meta karþýlýðýnda deðiþtirilmediði gibi, meta olarak yatýrýldýðý zaman da
para karþýlýðýnda satýlmamýþtýr; daha çok, sermaye olarak harcanmýþtýr.
Sermayenin kendi kendisiyle bu iliþkisi sermayenin para doðuran para
olarak göründüðü kapitalist üretim sürecine bir bütün ve tek bir birlik
olarak bakýldýðý zaman, sermayenin kendisini ortaya koyduðu bu iliþki
herhangi bir ara-hareket olmaksýzýn, burada ona kendi öz niteliði ve
sýfatý olarak verilmiþtir. Ve para, sermaye olarak borç verildiði zaman,
iþte bu niteliði ile elden çýkartýlýr.
Para-sermayenin rolü konusunda Proudhon’un acayip bir anlayýþý
vardýr. (Gratuite du Credit. Discussion entre M. F. Bastiat et M. Proud-
hon, Paris 1850). Borç verme, satýþ olmadýðý için Proudhon’a bir kötülük
gibi görünür. Faiz karþýlýðý borç vermek, “satýlan nesnenin sahipliðinden
hiç bir zaman ayrýlmaksýzýn, ayný nesneyi tekrar tekrar satmak ve fiyatýný
tekrar tekrar elde etmek yeteneðidir” (s. 9).** Nesne [sayfa 303] –para, ev,

* Alt türleri. -ç.

304 Karl Marks


Kapital III
vb.– satýþta ve satýnalmada olduðu gibi, sahip deðiþtirmez. Ama Proud-
hon, faiz getiren sermaye biçiminde verilen paraya karþýlýk olarak bir
eþdeðer elde edilmediðini görmüyor. Arada deðiþim süreçlerinin bulun-
duðu her satýnalma ve satýþ hareketinde, sözkonusu nesnenin elden
çýkartýldýðý gerçi doðrudur. Satýlan nesnenin sahipliði daima sona erer.
Ama o nesnenin deðerinden vazgeçilmiþ deðildir. Satýþta meta elden
çýkartýlýr, ama deðeri deðil; bu deðer, para-biçiminde, ya da burada onun
baþka bir biçimi olan, borç senedi veya ödeme vaadi belgesi þeklinde
geri alýnýr. Satýnalmada, para elden çýkartýlýr, ama deðeri deðil; bu deðer,
metalar biçiminde, yerine konulur. Sanayi kapitalisti, ayný deðeri, bütün
yeniden-üretim süreci boyunca (artý-deðer hariç), yalnýzca biçimleri far-
klý olmak üzere elinde tutar.
Bir deðiþim, yani metalarýn deðiþimi sözkonusu olduðu sürece
deðerde bir deðiþme yoktur. Ayný kapitalist daima ayný deðeri elinde
tutar. Ama, artý-deðer kapitalist tarafýndan üretildiði süre boyunca deðiþim
yoktur. Deðiþim olur olmaz, artý-deðer metalarda zaten maddeleþmiþ
bulunur. Biz, eðer, tek tek deðiþim iþlemlerini deðil de sermayenin yap-
týðý tüm devreyi, P–M–P’, gözönünde bulundurursak belli miktarda bir
deðerin sürekli olarak yatýrýldýðýný ve bu ayný miktar ile birlikte, artý-deðer
ya da kârýn dolaþýmdan çekildiðini görürüz. Filli deðiþim iþlemleri, hiç
kuþkusuz, bu sürecin nasýl oluþtuðunu açýklayamaz. Ve, para borç veren
kapitalistin faizinin temeli ve bu faizin kaynaðý, P’nin sermaye olarak
geçirdiði iþte bu süreçtir.
“Aslýnda,” diyor Proudhon, “þapka satan, þapka yapýmcýsý, bunla-
rýn deðerini elde eder, ne fazlasýný ne de eksiðini. Ama para borç veren
kapitalist ... yalnýzca sermayesini geri almaz, sermayesinden fazlasýný,
deðiþime soktuðundan fazlasýný geri alýr; sermayesinin üstünde ve öte-
sinde bir faiz alýr” (s. 69). Þapkacý burada, borç veren kapitalistten ayrý
ve farklý olarak üretken kapitalisti temsil eder. Proudhon, üretken kapi-
talistin metalarý deðerlerine eþit fiyatlarla sattýðý halde (üretim fiyatlarý
yoluyla eþitlenme, burada, onun anlayýþý için önemsizdir) nasýl olup da
deðiþime soktuðu sermayenin üzerinde ve ötesinde bir kâr elde ettiðini,
besbelli ki kavrayamýyor. 100 þapkanýn üretim fiyatýnýn = 115 sterlin
olduðunu, bu üretim fiyatýnýn, þapkanýn deðeri ile raslansal olarak
çakýþtýðýný, yani þapka üreten sermayenin, ortalama toplumsal sermaye
ile ayný bileþimde olduðunu kabul edelim. Kâr = %15 ise, þapkacý, mal-
larýný 115 sterlinlik deðerleri üzerinden satmakla 15 £ kâr elde eder.
Bunlar ona yalnýzca 100 sterline malolmuþtu. Eðer bu þapkalarý kendi
sermayesi ile üretmiþ ise, bu 15 £ fazlalýðýn hepsini cebine indirir, yok
eðer, borç aldýðý sermaye ile üretmiþse 5 sterlini faiz olarak vermek
zorunda kalabilir. Bu durum, þapkalarýn deðerinde hiç bir deðiþiklik yap-

** Aktarýlan sözler, La Voix du Peuple gazetesinin editörlerinden ve Gratuite du Credit.


Discussion entre M. F. Bastiat et M. Proudhon, (Paris 1850) adlý kitapta “Birinci Mektup”un ya-
zan Cheve’e aittir. -Ed.

Karl Marks 305


Kapital III
maz, ancak, bu deðerin içerdiði artý-deðerin farklý kimseler arasýndaki
daðýlýmýný etkiler. Bu nedenle, þapkalarýn deðeri, faiz ödemekle deðiþme-
diðine göre, þunlarý söylemek Proudhon hesabýna saçmalýk olur; “Tica-
rette, sermaye üzerinden faiz, metalarýn fiyatýný oluþturmak üzere, [sayfa
304] iþçilerin ücretlerine eklenmesi nedeniyle, iþçinin kendi emeðinin ür-
ününü geriye satýnalabilmesi olanaksýzdýr. Vivre en travaillant,* faizin
egemenliði altýnda, içersinde çeliþki taþýyan bir ilkedir” (s. 105).56
Proudhon’un sermayenin niteliðini ne denli az anladýðým, genel
olarak sermayenin hareketini faiz getiren sermayeye özgü hareket ola-
rak anlattýðý þu sözleri ortaya koymaktadýr: “Para-sermaye, faiz birikimi
yoluyla deðiþimden kendi kaynaðýna döndüðüne göre, bundan, ayný kim-
se tarafýndan sürekli olarak yapýlan yeniden yatýrýmýn, ayný kiþiye sürekli
kazanç getirdiði sonucu çýkar.” (s. 154.)
Faiz getiren sermayenin kendisine özgü hareketinde onun hala
çözemediði þey nedir? Kategorileri þunlardýr: satýnalma, fiyat, nesneler-
den ayrýlma ve artý-deðerin burada göründüðü dolaysýz biçim; kýsacasý,
sermayenin sermaye olarak bir meta haline gelmesi, dolayýsýyla satýþýn
borç vermeye ve fiyatýn kârdan alýnan bir paya dönüþmesi görüngüsü.
Sermayenin kendi çýkýþ noktasýna dönüþü, genellikle, kendi top-
lam devresindeki, sermayenin karakteristik hareketidir. Bu hiç bir za-
man yalnýz faiz getiren sermayenin bir özelliði deðildir. Onu diðerlerinden
ayýran þey, daha çok, herhangi bir devre iþe karýþmaksýzýn, geri dönü-
þündeki dýþsal þekildir. Borç veren kapitalist, herhangi bir eþdeðer al-
maksýzýn, sermayesini elden çýkarmakta, sanayi kapitalistine aktarmakta-
dýr. Onun bu aktarmasý, sermayenin gerçek dolaþým sürecine hiç bir
þekilde ait olan bir iþ deðildir. O yalnýzca, sanayici kapitalistin baþlattýðý
bu devrenin açýlmasýna yardým etmektedir. Paranýn bu ilk konum deðiþ-
tirmesi –ne satýnalma ve ne de satýþ þeklinde– bir baþkalaþýmý ifade
etmez. Sahiplik sona ermemiþtir, çünkü, ortada ne deðiþim vardýr ne de
bir eþdeðer alýnmýþtýr. Paranýn, sanayi kapitalistinin elinden, borç veren
kapitalistin eline dönüþü, yalnýzca, sermayenin ilk elden çýkartýlma
iþlemini tamamlamaktadýr. Para þeklinde yatýrýlan sermaye dairesel sü-
reç yoluyla para þeklinde tekrar sanayici kapitaliste döner. Ne var ki bu
para, yatýrdýðý zaman kendisine ait olmadýðý için, dönüþümde de ona ait
olamaz. Yeniden-üretim sürecinden geçmekle, sermaye hiç bir zaman
sanayici kapitalistin mülkiyetine geçmiþ olmaz. Bu yüzden kapitalist bu

56
“Bir ev”,”para”.vb., eðer Proudhon’a bakýlacak olursa, “sermaye” olarak ödünç
verilemeyecek, ancak “maliyet fiyatý ile ... metalar” olarak satýlacaklardýr. Luther bir bakýma
Proudhon’dan üstündür. O, kâr elde etmenin, borç verme ya da satýn almanýn þekline baðlý
olmadýðýný biliyordu: “Onlar satýn almayý da tefeciliðe çeviriyorlar. Ama bu, gerçekten de hemen
üstesinden gelinemeyecek kadar büyük bir konu. Biz önce tek bir þey üzerinde, borç vererek
tefecilik yapmak üzerinde durmak zorundayýz, buna bir son verdikten sonra (kýyamet gününden
sonra) satýnalma yoluyla tefeciliðin üstesinden gelmekten de geri kalmayacaðýz.” (Martin Lu-
ther, An die Pfarherm wider den Wucher zu predigen, Wittenberg 1540.)
* Kendi emeðiyle yaþamak -ç.

306 Karl Marks


Kapital III
sermayeyi onu ödünç verene geri vermek zorundadýr. Sermayeyi borç
verenden borç alana aktaran ilk harcama, fiili yeniden-ürerim süreciyle
hiç bir iliþkisi olmayan, yasal bir iþlemdir. Bu iþlem yalnýzca bu süreç için
bir giriþtir. Borç alandan borç verene akmýþ bulunan sermayeyi tekrar
aktaran geri ödeme, diðer bir yasal iþlemdir ve birinciyi tamamlar. Biri
fiili süreci [sayfa 305] baþlatýr, diðeri ise bu süreci tamamlayan bir iþlemdir.
Çýkýþ noktasý ile dönüþ noktasý, borç verilen sermayenin elden çýkartýl-
masý ve geri alýnmasý, böylece, sermayenin fiili hareketinden önce ve
sonra yer alan ve bu hareketin kendisi ile hiç bir iliþkisi bulunmayan,
yasal iþlemler ile oluþan keyfi hareketler olarak görünür. Sermaye daha
baþlangýçta sanayici kapitaliste ait olsa ve bu nedenle de kendisine ait
bir þey olarak ona dönmüþ olsaydý, bu fiili hareket bakýmýndan her þey
gene ayný olurdu.
Ýlk baþlangýç iþleminde, borç veren, sermayesini borç alana verir.
Tamamlayýcý ve sona erdirici iþlemde borç alan, bu sermayeyi borç ve-
rene geri verir. Bu ikisi arasýndaki alýþveriþ bakýmýndan –ve faiz þimdilik
bir yana býrakýlýrsa– borç veren ve borç alan arasýndaki ödünç verilen
sermaye hareketi ile ilgili olarak bu (sermayenin fiili yeniden-üretim sü-
recinin içersinde geçtiði, daha uzun ya da daha kýsa bir zaman aralýðý ile
ayrýlan bu iki iþlem) demek ki, hareketin tamamýný kapsar. Ve bu hare-
ket, iade edilme koþuluyla elden çýkarma, per se,* borç verme ve borç
alma hareketini, koþula baðlý olarak paradan ya da metadan ayrýlmanýn
özgül biçimini teþkil eder.
Genellikle sermayenin karakteristik hareketi, paranýn kapitaliste
dönüþü, yani, sermayenin kendi çýkýþ noktasýna dönüþü, faiz getiren
sermayede, kendisinin bir biçim olduðu gerçek hareketten ayrýlmýþ ta-
mamen dýþsal bir görünüm alýr. A, parasýný, para olarak deðil sermaye
olarak verir. Sermayede hiç bir dönüþüm olmamaktadýr. Yalnýzca el
deðiþtirmektedir. B’nin eline geçene kadar onun sermayeye gerçek dönü-
þümü gerçekleþmez. Ama, B’ye verir vermez, para, A için sermaye hali-
ni alýr. Sermayenin, üretim ve dolaþým süreçlerinden gerçek geriye akýþý
yalnýz B için sözkonusu olur. Ama, A için geriye akýþ, elden çýkarýþ gibi
ayný þekle girer. Sermaye B’den A ‘ya geri döner. Elden çýkarma, yani
parayý belli bir süre için borç verip, faiz (artý-deðer) ile birlikte geri al-
mak, faiz getiren sermayenin kendine özgü hareketinin tam biçimidir.
Borç verilen paranýn sermaye olarak gerçek hareketi, borç veren ile
borç alan arasýndaki iþlemlerin dýþýnda yer alan bir iþlemdir. Bunlarýn
arasýndaki ara-hareket gölgede kalmýþ, görünmez hale gelmiþ ve doðru-
dan doðruya içerilmemiþtir. Özel bir tür meta olarak sermaye, gene
kendine özgü bir elden çýkarýlma biçimine sahiptir. Ýþte bu nedenle, geri
dönüþü de kendisini, bir dizi belirli ekonomik sürecin sonu ve sonucu
olarak deðil, satýcý ile alýcý arasýndaki özgül bir yasal anlaþmanýn sonucu

* Bizatihi, kendisi. -ç.

Karl Marks 307


Kapital III
þeklinde ifade eder. Geri dönüþ süresi, yeniden-üretim sürecindeki geliþ-
meye baðlýdýr; faiz getiren sermayede, sermaye olarak geriye dönüþ, sýrf
borç veren ile borç alan arasýndaki anlaþmaya baðlý görünür. Böylece,
bu iþleme göre, sermayenin geri dönüþü, bundan böyle, yeniden-üretim
sürecinden doðan bir sonuç olarak görünmez; sanki borç verilen serma-
ye, para-biçimini hiç kaybetmemiþ gibi görünür. Hiç kuþkusuz bu iþlemler,
aslýnda, gerçek [sayfa 306] yeniden-üretken geri dönüþlerle belirlenirler. Ama
bu, iþlemin kendisinde görünür durumda deðildir. Uygulamada da bu
her zaman mutlaka böyle deðildir. Vade sona erdiðinde gerçek geriye
dönüþ olmamýþsa, borçlu, alacaklýya karþý yükümlülüklerini yerine getir-
mek için baþka kaynaklara baþvurmak zorunda kalýr. Sermayenin bu
yalýn biçimi –belli bir A miktarý olarak harcanan ve belli bir süre sonra,
bu süre dýþýnda herhangi baþka bir ara-iþlem olmaksýzýn, A + 1/xA mik-
tarý olarak geri dönen para-sermayenin gerçek hareketinin yalnýzca an-
lamsýz bir biçimidir.
Sermayenin gerçek hareketinde, sermayenin dönüþü, dolaþým
sürecindeki bir evredir. Para önce üretim araçlarýna çevrilmiþtir; üretim
bunlarý metalara dönüþtürür; metalarýn satýþý ile bunlar tekrar paraya
çevrilir ve bu biçim içersinde, baþlangýçta para þeklinde sermaye yatýran
kapitalistin eline dönerler. Ne var ki faiz getiren sermayede, bu dönüþ,
elden çýkartma gibi, sermaye sahibi ile, bir ikinci taraf arasýndaki yasal
iþlemin sonucudur. Biz burada yalnýz elden çýkartmayý ve geri ödemeyi
görürüz. Arada olup bitenler silinip yokolmuþtur.
Ne var ki, sermaye olarak yatýrýlmýþ bulunan para, onu yatýran
kimseye, sermaye olarak harcayan kiþiye geri dönme özelliðini taþýdýðý
için, ve P–M–P’ dolaþýmý, sermayenin kaçýnýlmaz hareket biçimi olduðu
için, paranýn sahibi iþte bu nedenle onu sermaye olarak çýkýþ noktasýna
dönme, ve hareketi sýrasýnda deðerini koruma ve artýrma özelliðine sahip
bir þey olarak bir baþkasýna borç verebilir. Para sahibi onu sermaye ola-
rak elden çýkartýr, çünkü bu para, sermaye olarak kullanýldýktan sonra
çýkýþ noktasýna döner, þu halde, para, borcu alana geri döndüðüne göre
o bunu belli bir süre sonra borcu verene geri vermek olanaðýna sahiptir.
Bu nedenle, paranýn sermaye olarak borç verilmesi –belli bir süre
sonra geri verilmek koþuluyla elden çýkartýlmasý– bu paranýn gerçekten
sermaye olarak kullanýlmasýný, çýkýþ noktasýna gerçekten geri dönmesi-
ni öngörür. Paranýn sermaye olarak yaptýðý gerçek çevrim, bu yüzden,
borç alanýn parayý borç verene geri vermesini zorunlu kýlan yasal iþlemin
önkoþuludur. Borç alan bu parayý sermaye olarak kullanmazsa bu onun
bileceði bir þeydir. Borcu veren, parayý sermaye olarak borç verir ve bu
niteliði ile paranýn, kendi çýkýþ noktasýna para-biçiminde geri dönene
kadar, para-sermaye devresini kapsamak üzere, sermayenin iþlevlerini
yerine getirmesi varsayýlýr.
Belli bir miktar deðerin, para ya da meta olarak iþlev yaptýðý, P–M
ve M–P’ dolaþým hareketleri, ara süreçlerden, toplam hareketin birer

308 Karl Marks


Kapital III
evresinden baþka bir þey deðildir. O, sermaye olarak, tüm P–P’ hareketi-
ni yerine getirir. Para ya da þu veya bu biçimde bulunan belli bir deðer-
ler toplamý olarak yatýrýlmýþtýr ve belli bir deðerler toplamý olarak geri
dönmektedir. Borç para veren, bunu, meta satýn almak için harcamamak-
ta, ya da bu deðerler toplamý, meta-biçimde ise, para karþýlýðýnda [sayfa
307] satmamaktadýr. O bunu, sermaye, P–P’ olarak, belli bir süre sonra
çýkýþ noktasýna geri dönen bir deðer olarak yatýrmaktadýr. Alým ya da
satýmda bulunmak yerine, parayý borç vermektedir. Demek ki, bu borç
verme iþlemi, deðerden, para ya da meta olarak ayrýlma yerine, ser-
maye olarak ayrýlmanýn uygun biçimi oluyor. Ne var ki buradan, borç
vermenin, kapitalist yeniden-üretim süreci ile hiç bir iliþkisi olmayan
iþlemler biçimini de alamayacaðý sonucu çýkamaz.

––––––––––––

Buraya kadar biz yalnýz, borç verilen sermayenin, sahibi ile sa-
nayici kapitalist arasýndaki hareketlerini gözden geçirdik. Þimdi de, faizi
incelememiz gerekiyor.
Borç veren, parasýný sermaye olarak harcamaktadýr; onun bir
baþkasýna verdiði deðer miktarý sermayedir ve bu nedenle kendisine
dönmektedir. Ne var ki, sýrf bu dönüþ, borç verilen deðer miktarýnýn ser-
maye olarak geriye akýþý anlamýna gelmeyebilir, yalnýzca borç verilen bir
deðer miktarýnýn dönüþü olabilir. Sermaye olarak geri dönmesi için yatý-
rýlan deðer miktarýnýn, hareket sýrasýnda yalnýz kendisini korumasý deðil,
ayný zamanda geniþlemesi, deðer olarak artmasý, yani bir artý-deðerle
birlikte P + ∆P olarak geri dönmesi gerekir; buradaki ∆P, faiz ya da or-
talama kârýn bir kýsým olup, faal kapitalistin elinde kalmayarak para-
kapitalistin payýna düþer.
Para-kapitalistin parayý sermaye olarak elden çýkarmasý olgusu,
bunun kendisine P + ∆P olarak geri verilmesi gerektiði anlamýný taþýr.
Daha ilerde arada geçen zaman boyunca, geriye dönmesi ancak ol-
dukça uzun bir dönemde yer alacak olan sermaye sözkonusu olmaksý-
zýn, belirli aralýklarla yapýlan faiz ödenmesi biçimini dikkate alýp ince-
lememiz de gerekecektir.
Para-kapitalisti, borç alana, sanayici kapitaliste ne vermektedir?
Ona gerçekten devrettiði þey nedir? Ýþte ancak paranýn bu devir iþlemidir
ki, borç para vermeyi, parayý sermaye olarak elden çýkartmaya, yani
sermayenin bir meta olarak elden çýkartýlmasýna çevirir.
Ve iþte ancak bu elden çýkartma hareketiyledir ki, sermaye, para
olarak borç veren kimse tarafýndan bir meta olarak borç verilmiþ olur ya
da bu kimsenin tasarrufundaki meta, bir baþkasýna sermaye olarak ve-
ril-miþ olur.
Olaðan bir satýþta, elden çýkartýlan þey nedir? Herhalde, satýlan
metaýn deðeri deðil, çünkü bu onun yalnýzca biçimini deðiþtirmektedir.

Karl Marks 309


Kapital III
Bir metada deðer, bu deðer fiilen satýcýnýn eline para olarak geçmeden,
önce, metaýn fiyatý olarak düþünsel biçimde mevcuttur. Ayný deðer ve
ayný deðer miktarý yalnýzca kendi biçimlerini deðiþtirir. Bir durumda bun-
lar, meta-biçimde, diðer durumda para-biçiminde vardýrlar. Satýcý ta-
rafýndan gerçekten elden çýkartýlan ve dolayýsýyla, alýcýnýn bireysel ya da
[sayfa 308] üretken tüketimine geçen þey, metaýn kullaným-deðeri, kulla-
ným-deðeri olarak metadýr.
Þimdi, para-kapitalistin, borç süresince elden çýkarttýðý ve üret-
ken kapitaliste –borç alana– devrettiði kullaným-deðeri nedir? Bu, para-
nýn, sermaye haline gelebilme, sermaye iþlevlerini yerine getirebilme ve
bu süreç sýrasýnda kendi ilk deðer büyüklüðünü koruyabilmesinin yaný-
sýra belirli bir artý-deðer, ortalama kâr (bu ortalamanýn üzerinde ya da
altýnda olmasý burada sýrf raslantýya baðlý bir þey olarak görünür) yarat-
ma gücü nedeniyle sahip olduðu kullaným-deðeridir. Diðer metalar söz-
konusu olduðunda, bu kullaným-deðeri tamamýyla tüketilir. Bunlarýn özü,
ve onunla birlikte deðerleri ortadan kalkar. Buna karþýlýk, meta sermay-
enin, kullaným-deðerinin tüketilmesiyle, deðerini ve kullaným-deðerini
hala korumasýnýn yanýsýra bir de bunu artýrmasý gibi kendine has bir
özelliði vardýr.
Para-kapitalistin, sanayi kapitalistine borç verilen sermayeyi onun
emrine verdiði dönem boyunca elden çýkarmýþ olduðu paranýn sermaye
olarak –ve bu ortalama kâr üretme yetisi– bu kullaným deðeridir.
Böylece borç verilen paranýn, emek-gücünün, sanayi kapitalisti
karþýsýndaki durumu ile bu bakýmdan belli bir benzerliði vardýr. Þu farkla
ki, sanayi kapitalisti emek-gücünün deðerini ödediði halde, borç verilen
sermayenin deðerini yalnýzca iade eder. Emek-gücünün sanayi kapitali-
sti için kullaným-deðeri, emek-gücünün, tüketimi ile, kendi sahip bulun-
duðundan ve maliyetinden daha fazla deðer (kâr) yaratmasýdýr. Bu ek
deðer, sanayi kapitalisti için kullaným-deðeridir. Ve týpký bunun gibi, borç
verilen sermayenin kullaným-deðeri de, onun deðer doðurma ve deðer
artýrma yetisi gibi görünür.
Para-kapitalist, aslýnda, bir kullaným-deðerini elden çýkarmakta-
dýr ve böylece, verdiði þey, meta olarak verilmiþ olmaktadýr. Bir meta ile
benzerlik iþte bu ölçüde, per se tamdýr. Her þeyden önce, bir elden diðe-
rine geçen bir deðerdir. Basit bir meta sözkonusu olduðunda, meta ola-
rak metada, ayný deðer, satýn alanýn ve satýcýnýn ellerinde kalýr, yalnýz þe-
killeri farklýdýr; her ikisi de, alýþveriþ iþleminden önce sahip olduklarý ve
þimdi elden çýkardýklarý –birisi meta biçiminde, diðeri para biçiminde–
ayný deðere sahiptirler. Aradaki fark, borç vermede para-kapitalist, bu
alýþveriþ iþleminde elinden deðer çýkartan tek kimsedir; ama, o da iler-
de yapýlacak olan ödeme iþlemiyle bu deðeri gene de korumaktadýr.
Borç verme iþleminde, yalnýz bir taraf deðer elden çýkarttýðý için, diðer
taraf deðer elde eder. – Ýkinci olarak, bir yanda gerçek bir kullaným-de-
ðeri elden çýkartýlmakta, diðer yanda bu deðer alýnmakta ve tüketilmek-

310 Karl Marks


Kapital III
tedir. Ne var ki, sýradan metalarýn tersine, bu kullaným-deðerinin kendisi
bir deðerdir, yani paranýn sermaye olarak kullanýlmasý yoluyla gerçekleþen
ilk deðeri aþan bir deðer fazlasýdýr. Kâr, bu kullaným-deðeridir.
Borç verilen paranýn kullaným-deðeri, sermaye olarak hizmet ede-
bilmesi sermaye olarak ortalama koþullar altýnda ortalama kâr [sayfa 309]
üretebilmesi olgusunda yatar.57 Öyleyse, þimdi, sanayici kapitalist ne öder,
ve dolayýsýyla, borç verilen sermayenin fiyatý nedir? “That which man
pay as interest for the use of what they barrow” [insanlarýn borç aldýkla-
rý þeyin kullanýmý için faiz olarak ödedikleri] Massie’ye göre “a part of
the profit it is capable of producing” [o þeyin üretebildiði kârýn bir kýs-
mý]dýr.58
Sýradan bir metaý satýn alan kimsenin satýn aldýðý þey, bu metaýn
kullaným-deðeridir; karþýlýðýnda ödeme yaptýðý þey onun deðeridir. Bu-
nun gibi, borç para alan kimsenin satýn aldýðý þey de, bu paranýn ser-
maye olarak kullaným-deðeridir, ama, neyin karþýlýðý için ödeme yap-
maktadýr? Hiç kuþkusuz, sýradan bir metada olduðu gibi, bu metaýn
fiyatý ya da deðerinin karþýlýðý için deðil. Borç alan ve borç veren arasýn-
da alýnýp verilen deðerde, satýcý ile alýcý arasýnda, bir durumda para-biçi-
minde diðer bir durumda meta-biçiminde olduðu gibi, bir biçim deði-
þikliði olmaz. Elden çýkartýlan ve geri dönen deðerin ayný oluþu, burada
kendisini büsbütün farklý bir þekilde ortaya koyar. Bir deðer miktarý, yani
para, herhangi bir eþdeðer alýnmaksýzýn elden çýkartýlmakta, ve belli bir
süre sonra geri dönmektedir. Borç veren kendi elinden borç alanýn eli-
ne geçtikten sonra bile, daima ayný deðerin sahibi olarak kalmaktadýr.
Bildiðimiz basit meta deðiþiminde para, daima, satýn alan tarafýndan
gelir; oysa borç vermede satýcý tarafýndan gelir. Belli bir süre için parayý
elden çýkartan odur, sermaye alýcýsý ise, onu, bir meta olarak alan kim-
sedir. Ne var ki böyle bir þey ancak, para, sermaye olarak iþ gördüðü, ve
dolayýsýyla yatýrýldýðý sürece olabilir. Borç alan, parayý sermaye olarak,
daha fazla deðer üreten bir deðer olarak borç alýr. Ama, yatýrýldýðý anda
bu para, herhangi baþka bir sermayenin çýkýþ noktasýnda, yatýrýldýðý anda
olduðu gibi hala potansiyel bir sermayedir. Ancak bu para kullanýldýktan
sonradýr ki, deðerini geniþletir ve sermaye olarak kendisini gerçekleþtirir.
Ne var ki bu paranýn, borç alan tarafýndan gerçekleþmiþ sermaye olarak,
þu halde, deðer artý, artý-deðer (faiz) olarak geri döndürülmesi zorunlu-
luðu vardýr. Ve bu artý-deðer (faiz) ancak, gerçekleþtirilen kârýn bir kýsmý
olabilir. Ancak bir kýsmý, hepsi deðil. Çünkü, borç alana borç verilen

57
“Faiz almanýn adilliði, bir kimsenin kâr edip etmemesine baðlý olmayýp, o þeyin” (borç
alýnan þeyin) “yerinde kullanýldýðý takdirde kâr üretebilme yetisine sahip olmasýdýr.” (An Essay
on the Governing Causes of the Natural Rate of Interest, where in the sentiments of Sir W. Petty
and Mr. Locke, on that head, are considered, London 1750, s. 49. Bu anonim yapýtýn yazan, J.
Massie’dir.)
58
“Zengin kimseler paralarýný kendileri kullanmak yerine ... onu, kendileri için kâr saðlamak
ve böylece saðlanan kârdan sahipleri için bir pay ayýrmak üzere baþkalarýna borç verirler.” (l.c.,
s. 23-24.)

Karl Marks 311


Kapital III
sermayenin kullaným-deðeri, borç alan için kâr üretmesidir. Böyle ol-
masaydý, borç verenin, kullaným-deðerini elden çýkartmasý diye bir þey
sözkonusu olamazdý. Öte yandan, kârýn hepsi de borcu alanýn payýna
düþmemektedir. Yoksa, elden çýkartýlan kullaným-deðeri karþýlýðýnda her-
hangi bir þey ödemez ve yatýrýlan parayý borç verene, sermaye olarak,
ancak P + ∆P olarak gerçekleþmiþ sermaye olduðu için gerçekleþmiþ
sermaye olarak deðil, yalnýzca basit para olarak geri vermiþ olurdu. [sayfa
310]
Her ikisi de, borç veren de borç alan da, ayný para miktarýný
sermaye olarak harcarlar. Ama ancak bu ikincisinin elindedir ki, para,
sermaye olarak iþ görür. Ýki kiþi için sermaye olarak, ayný miktar para-
nýn, çifte varlýðý ile kâr , iki kakýna çýkmaz. Bu para ancak kârýn bölü-
þülmesiyle, her ikisi için de sermaye olarak iþ görür. Borç verenin payýna
düþen kýsma faiz denir.
Bütün bu alýþveriþ, varsayýldýðý gibi, iki tür kapitalist arasýnda, para-
kapitalist ile sanayici ya da tüccar kapitalist arasýnda yer alýr.
Þurasýný da hiç unutmamak gerekir ki, burada, sermaye, sermaye
olarak daima metadýr ya da burada meta olarak irdelenen þey sermaye-
dir. Bu nedenle, burada görülen bütün iliþkiler, sýradan bir meta açýsýn-
dan ya da yeniden-üretim sürecinde meta-sermaye olarak iþ gördüðü
sürece sermaye açýsýndan irrasyonel olurdu. Satma ve satýnalma yerine,
borç verme ve borç alma, burada, metaýn –sermayenin– özgün niteliðin-
den doðan bir ayrýmdýr. Ayný þekilde, burada ödenen þey, metaýn fiyatý
deðil, faizidir. Para sermayenin fiyatýna faiz diyecek olursak, bu, metala-
rýn fiyat kavramýndan büsbütün ayrý, irrasyonel bir fiyat þekli olur.59 Bura-
da fiyat, þu ya da bu þekilde bir kullaným deðeri olarak iþgören bir þey
için ödenen, belli bir miktar parayý gösteren, tamamen soyut ve anlam-
sýz bir biçime indirgenmiþ olur; oysa fiyat kavramý bir kullaným-deðeri-
nin para ile ifade edilen deðerini gerçekten gösterir.
Sermayenin fiyatýný belirleyen bir þey olarak faiz, daha baþlangýçta
tamamen irrasyonel bir ifadedir. Sözkonusu meta ikili bir deðere sahip-
tir; önce bir deðere, sonra da bu deðerden farklý bir fiyata; oysa fiyat,
deðerin para olarak ifadesini temsil eder. Para-sermaye, bir miktar para-
dan, ya da bir miktar para olarak saptanmýþ belli bir miktar metaýn
deðerinden baþka bir þey deðildir. Bir meta, sermaye olarak borç veril-
diðinde, o ancak, bir miktar paranýn kýlýk deðiþtirmiþ biçimidir. Çünkü,
sermaye olarak borç verilen þey, þu ya da bu kadar libre pamuk deðil,
ama pamuk biçiminde onun deðeri olarak varolan, þu ya da bu miktar-
da paradýr. Bu nedenle, sermayenin fiyatý, Bay Torrens’in düþündüðü

59
“‘Deðer’ terimi, dolaþým aracýna uygulandýðýnda üç ayrý anlam taþýr ... 2) ilerdeki bir ta-
rihte elde edilecek olan ayný miktardaki dolaþým aracýna kýyasla ... fiilen elde bulunan para. Bu
durumda paranýn deðeri, faiz oraný ne ölçülür ve faiz oraný da, borç verilebilir sermaye miktarý
ile, buna olan talep arasýndaki oranla belirlenir.” (Colonel R Torrens, On the Operation of the
Bank Charter Act of 1844, etc., 2nd ed., 1847, s. 5, 6.)

312 Karl Marks


Kapital III
gibi (bkz. dipnot 59) currency [dolaþým aracý] olmasa bile, bir miktar
para olarak sermaye anlamýna gelir. Peki öyleyse, bir miktar deðer, ken-
di fiyatý, kendi para-biçimi ile ifade edilen fiyatýndan ayrý olarak nasýl
olur da bir fiyata sahip olabilir? Fiyat, ensonunda, bir metaýn, kendi kul-
laným-deðerinden farklý olan deðeridir (bu ayný zamanda, deðerden ni-
tel olarak deðil, ama yalnýzca nicel olarak farklý bulunan, yalnýz deðerin
büyüklüðü ile ilgili olan piyasa-fiyatý için de doðrudur). Deðerden nitel
[sayfa 311] olarak farklý bir fiyat, saçma bir çeliþkidir. Sermaye, sermaye
60

oluþunu, kendisini geniþletme yoluyla ortaya koyar. Kendisini büyütme


derecesi, kendisini sermaye olarak gerçekleþtirmesinin nicel derecesini
ifade eder. Ürettiði artý-deðer ya da kâr –bunun oraný ya da büyüklüðü–
ancak yatýrýlan sermayenin büyüklüðü ile karþýlaþtýrýlarak ölçülebilir. Bu
nedenle faiz getiren sermayenin kendisini daha fazla ya da az geniþ-
letmesi de, bunun gibi, ancak, faiz miktarýnýn toplam kârdaki payýnýn
yatýrýlan sermayenin deðeriyle karþýlaþtýrýlmasýyla ölçülebilir. Bundan do-
layý, eðer fiyat metaýn deðerini ifade ediyorsa, faiz de, para-sermayesinin
kendisini geniþletmesini ifade eder ve böylece, bu deðer geniþlemesi
için, borç verene ödenen fiyat gibi görünür. Satýnalma ve satýþta, para
aracýlýðýyla saðlanan basit deðiþim iliþkilerinin, Proudhon’un yaptýðý gibi
burada uygulanmasýnýn daha baþlangýçtan beri ne kadar saçma olduðu-
nu bu da göstermektedir. Temel önkoþul kesinlikle þudur ki, para, ser-
maye olarak iþlev yapar, ve dolayýsýyla iþte bu niteliði ile, yani potansiyel
sermaye olarak bir üçüncü kiþiye aktarýlabilir.
Ne var ki, sermaye burada, piyasaya arzedildiði ve paranýn kulla-
ným-deðeri sermaye olarak fiilen elden çýkartýldýðý için bir meta olarak
görünür. Ancak onun bu kullaným-deðeri, kâr üretmesinden doðar. Ser-
maye olarak kullanýlan para ya da metalarýn deðeri, bunlarýn para ya da
metalar olarak kendi deðerlerine deðil, sahipleri için ürettikleri artý-deð-
er miktarý ile belirlenir. Sermayenin ürünü kârdýr. Kapitalist üretim esasý-
na göre, paranýn para olarak harcanmasý ya da sermaye olarak yatýrýlmasý,
yalnýzca onun farklý þekilde kullanýmýdýr. Para ya da metalarýn kendileri,
aslýnda potansiyel sermayedir, týpký emek-günün potansiyel sermaye
olmasý gibi. Çünkü, 1) para, üretim öðelerine çevrilebilir, ve sanki sýrf
bunlarýn soyut ifadesi – deðer olarak varlýðýdýr; 2) servetin maddi öðeleri,
sermaye haline gelebilme özelliðini taþýrlar, çünkü, bunlarý sermaye hali-
ne getirecek olan tamamlayýcý karþýtlarý, yani ücretli-emek, kapitalist
üretim temeli üzerinde zaten mevcuttur.
Maddi servetin çeliþkili toplumsal özelliði –ücretli-emek olarak
emekle arasýndaki zýtlýðý– üretim sürecinden baðýmsýz olarak, kapitalist

6]
“‘Paranýn ya da dolaþým aracýnýn deðeri’ teriminin belirsizliði, terim, hiç bir ayrým gö-
zetmeksizin, hem metalarýn deðiþim-deðerlerini ve hem de sermayenin kullaným-deðerlerini
belirlemek için kýýllanýldýðýnda sürekli bir karýþýklýk kaynaðý olur.” (Tooke, Inquiry into the
Currency Principle, s. 77.) Tooke, asýl karýþýklýðý (konunun kendisinde bulunan karýþýklýðý) deðerin,
deðer olarak (faiz) sermayenin kullaným-deðeri haline geliþini gözden kaçýrýyor.

Karl Marks 313


Kapital III
mülkiyette, bu mülkiyetin niteliðinde ifadesini bulmuþtur. Ýþte bu özel
olgu, sürekli sonucu olduðu, ve sürekli sonucu olduðu için de devamlý
önkoþulu haline geldiði kapitalist üretim sürecinden ayrý olarak, kendisi-
ni, paranýn da metalarýn da gizli, potansiyel sermaye olmalarýnda, bu
yüzden de sermaye olarak satýlabilmelerinde ve bu biçim içersinde,
baþkalarýnýn emeði üzerinde, bu emeðe elkoyma olanaðýný saðlayan bir
kumandaya sahip olmalarýnda, dolayýsýyla da, kendisini geniþleten deð-
erleri [sayfa 312] temsil etmelerinde ifade eder. Þurasý da apaçýk hale gelir
ki, kapitalist tarafýndan bir eþdeðer þeklinde öne sürülen emek deðil,
iþte bu iliþki, baþkalarýnýn emeðine elkoyma hakkýný ve bunun yollarýný
saðlar.
Ayrýca, kârýn faize ve asýl kâra bölünmesi, týpký metalarýn piyasa-
fiyatlarýnda olduðu gibi, arz ve taleple, yani rekabetle düzenlendiði ölçü-
de, sermaye, bir meta olarak görünür. Ne var ki buradaki fark, týpký
benzerlik kadar açýktýr. Arz ile talep ayný olduðu takdirde, metalarýn
piyasa-fiyatlarý, üretim-fiyatlarýna tekabül eder, yani bunlarýn fiyatý, reka-
betten baðýmsýz olarak kapitalist üretimin kendi iç yasalarý ile düzenlenir
görünür, çünkü, arz ve talepteki dalgalanmalar, piyasa-fiyatlarýnýn, üre-
tim-fiyatlarýndan gösterdikleri sapmalardan baþka bir þeyi açýklamaz. Bu
sapmalar karþýlýklý olarak birbirlerini dengelerler ve böylece belli uzun-
luktaki dönemler boyunca ortalama piyasa-fiyatlarý, üretim-fiyatlarýný
eþitlerler. Arz ile talep çakýþýr çakýþmaz, bu güçler artýk iþlemez, biri
diðerini telafi eder ve fiyatlarý belirleyen genel yasa þimdi tek tek durum-
lara uygulanýr hale gelir. Piyasa-fiyatý, yalnýz piyasa-fiyatý hareketlerinin
ortalamasý olarak deðil, kendi öz biçimi içersinde bile, üretim tarzýnýn
kendi iç yasalarý ile düzenlenen üretim-fiyatlarýna tekabül eder. Ayný þey
ücretler için de geçerlidir. Arz ile talebin çakýþmasý halinde, bunlar bir-
birlerinin etkisini yokederler ve ücretler, emek-gücünün deðerine eþit
olur. Ama, para-sermaye üzerinden faiz için, durum farklýdýr. Rekabet,
bu durumda, kuraldan sapmalarý belirlemez. Rekabetin zorladýðý bölün-
me yasasý dýþýnda bir yasa yoktur, çünkü, daha ilerde de göreceðimiz
gibi, “doðal” faiz oraný diye bir þey yoktur. Doðal faiz oraný sözü ile halk
yalnýzca, serbest rekabet ile saptanan oraný kasteder. Faiz oraný için
“doðal” sýnýrlar yoktur. Eðer rekabet yalnýz sapmalar ile dalgalanmalarý
belirlemiyorsa ve bu nedenle zýt güçlerin birbirlerini yoketmesi eðer her
türlü belirlenmeye bir son veriyorsa, belirlenecek þey, keyfi ve yasaya
sýðmaz bir hal alýr. Ýzleyen bölümde bu konu üzerinde daha fazla durula-
caktýr.
Faiz getiren sermayede her þey yüzeysel görünür: sermaye yatýrý-
mýnýn, sýrf borç verenden borç alana yapýlan bir aktarýmý; gerçekleþen
sermayenin geriye akýþý, borç alandan borç verene sermayenin sýrf geri-
ye devredilmesi, faizle birlikte geriye ödenmesi gibi. Ayný þey, kapitalist
üretim tarzýnýn özünden gelen ve kâr oranýnýn, yalnýz tek bir devirden
elde edilen kârýn, yatýrýlan sermaye-deðere oranýyla deðil, ayný zamanda

314 Karl Marks


Kapital III
bu devir döneminin uzunluðu ile, þu halde, sanayi sermayesinin, belirli
bir zaman aralýðýnda saðladýðý kâr olarak belirlenmekte olduðu olgusu
için de doðrudur. Faiz getiren sermayede bu da gene, borç verene belli
bir zaman aralýðý için belirli bir faiz ödendiði anlamýna gelmek üzere,
ayný þekilde yüzeyde bir olgu olarak görünür.
Þeylerin iç iliþkilerine nüfuz etmede gösterdiði o her zamanki
yetisiyle, romantik Adam Müller þöyle diyor (Elemente der Staatskunst,
Berlin 1809, Dritter Theil, s. 138): “Þeylerin fiyatlarýnýn belirlenmesinde,
[sayfa 313] zaman dikkate alýnmaz; oysa, faizin belirlenmesinde zaman baþta
gelen etmendir.” Meta fiyatlarýnýn belirlenmesine, üretim zamaný ile
dolaþým zamanýnýn nasýl girdiðini, ve sermayenin belli bir devir dönemi
için kâr oranýný belirleyen þeyin de zaten bu olduðunu, belirli bir dönem
için kârýn böylece belirlenmesiyle faizin de belirlenmiþ olacaðýný gör-
müyor. Buradaki bilgeliði de gene, her yerde olduðu gibi, yüzeydeki toz
bulutlarýna bakarak, burnu havada bir tavýrla bu toz bulutlarýnýn gizemli
ve önemli bir þey diye ilân etmekten öteye geçmiyor. [sayfa 314]

Karl Marks 315


Kapital III
YÝRMÝÝKÝNCÝ BÖLÜM
KÂRIN BÖLÜNMESÝ
FAÝZ ORANI
“DOÐAL” FAÝZ ORANI

BU bölümün konusu, kredi ile ilgili daha sonra karþýlaþacaðýmýz


diðer bütün görüngüler gibi burada ayrýntýlarýyla incelenemez. Borç ver-
enler ile borç alanlar arasýndaki rekabet ve bunun sonucu olarak para
piyasasýndaki ufak tefek dalgalanmalar, bu incelememizin sýnýrlarý dýþýnda
kalýr. Faiz oranýnýn sýnai çevrim sýrasýnda izlediði devrenin ortaya kona-
bilmesi için bu çevrimin tahlil edilmesi gerekir ki, bu da gene burada
yapýlamaz. Ayný þey, faiz oranýnýn dünya piyasasýndaki çok ya da az yak-
laþýk eþitlenmesi için de geçerlidir. Biz burada, faiz getiren sermayenin
baðýmsýz biçimi ile, kârdan farklý olarak faizin baðýmsýzlaþmasý ile ilgi-
lenmekteyiz.,
Daha önceki varsayýmýmýza göre faiz, kârýn yalnýzca sanayi kapi-
talisti tarafýndan para-kapitaliste ödenen kýsmý olduðuna göre faizin üst
sýnýrý kârýn kendisi olur ve bu durumda üretken kapitalistin cebe indire-
ceði kýsým = 0 olurdu. Faizin kârdan büyük olabileceði istisnai durumlar
dýþýnda –böyle bir durumda faiz zaten kârdan ödenemez– faizin üst
sýnýrý olarak, toplam kârdan, yönetim ve denetim ücretlerine (wages of
superintendence) giden kýsým (bu daha sonra incelenecektir) çýktýktan
sonra geriye kalan miktar düþünülebilir. Faizin alt sýnýrýnýn belirlenmesi
ise [sayfa 315] tamamen olanaksýzdýr. Herhangi bir alt düzeye düþebilir. Ne

316 Karl Marks


Kapital III
var ki bu durumda daima, onu tekrar bu nispi alt düzeyinin üzerine
yükseltecek zýt yönlü etkiler görülecektir.
“Bir sermayenin kullanýmý için ödenen miktar ile sermaye arasýn-
daki baðýntý, para olarak ölçülen faiz oranýný ifade eder. “ “Faiz oraný, 1)
kâr oranýna ve; 2) toplam kârýn borç veren ile borç alan arasýndaki
bölünme oranýna baðlýdýr.” (Economist, January 22, 1853.) “Eðer bir kim-
senin borç aldýðý paranýn kullanýmý için faiz olarak ödediði þey, bu kim-
senin üretebildiði kârýn bir kýsmý ise, bu faizin, daima bu kârla belirlenmesi
gerekir” (Massie, l.c., s. 49.)
Önce, toplam kâr ile, bunun, faiz olarak para-kapitaliste ödenme-
si gerekli kýsmý arasýnda sabit bir baðýntý bulunduðunu varsayalým. Bu
durumda, faizin, toplam kârla birlikte yükseleceði ya da düþeceði ve
toplam kârýn, genel kâr oraný ve bu orandaki dalgalanmalar ile belirlen-
eceði açýktýr. Örneðin, ortalama kâr oraný = %20 ve faiz = kârýn ¼’i ise,
faiz oraný = %5; eðer ortalama kâr oraný = %16 ise, faiz oraný = %4
olurdu. %20 bir kâr oraný ile, faiz oraný; %8’e yükselebilir ve sanayi kapi-
talisti gene de, kâr oraný = %16 ve faiz oraný = %4 olduðu zamanki
kadar, yani %12 kâr elde ederdi. Faiz, yalnýzca %6 ya da %7’ye yüksele-
cek olsa, kârýn gene de büyük bir kýsmýný kendisine alýkoyabilirdi. Faiz,
ortalama kârýn deðiþmeyen bir miktarýna eþit olsa, buradan, genel kâr
oraný ne kadar yüksek olursa, toplam kâr ile faiz arasýndaki mutlak
farkýn o kadar büyük olacaðý ve toplam kârdan üretken kapitalistin cebe
indireceði kýsmýn o kadar büyük olacaðý, ve bunlarýn tersi olduðu zaman
da, sonucun bunun tersi olacaðý sonucu çýkar. Faiz = ortalama kârýn 1/
5’i olsun. 10’un beþte-biri 2’dir; toplam kâr ile faiz arasýndaki fark = 8
olur. 20’nin beþte-biri = 4’tür; fark = 20 - 4 = 16; 25’in 1/5’i = 5; fark =
25 - 5 = 20; 30’un 1/5’i = 6; fark = 30 - 6 = 24; 35’in 1/5’i = 7; fark = 35 -
7 = 28.” %4, 5, 6, 7’lik farklý faiz oranlarý burada daima, toplam kârýn
ancak 1/5’ini ya da %20’sini temsil ederler. Kâr oranlarý farklý iseler, farklý
faiz oranlarý, toplam kârýn ayný kesirli parçalarýný ya da toplam kârýn ayný
yüzdelerini ifade ederler. Bu gibi deðiþmeyen faiz oranlarý ile, sanayi kârý
(toplam kâr ile faiz arasýndaki fark) genel kâr oranýyla orantýlý olarak
yükselir ve bunun tersi de doðrudur.
Diðer bütün koþullar eþit olmak üzere, yani faiz ile toplam kâr
arasýndaki oranýn, azçok deðiþmeyen bir oran olduðu varsayýldýðýnda,
iþlev yapmakta olan kapitalist, kâr oranýnýn düzeyiyle doðru orantýlý ola-
rak, daha yüksek ya da daha düþük bir faiz ödemeye hazýrdýr ve istekli-
dir.61 Görmüþ olduðumuz gibi, kâr oraný, kapitalist üretimin geliþmesiyle
ters orantýlý olduðuna göre, buradan, bir ülkedeki daha yüksek ya da
düþük faiz oranýnýn, hiç deðilse faiz oranýndaki fark fiilen kâr oranla-
rýndaki farký ifade ettiði ölçüde, sanayiin geliþme derecesiyle gene ters
orantýlý [sayfa 316] olacaðý sonucu çýkar. Daha ilerde, bunun, daima böyle

61
“Doðal faiz oraný, bireylerin ticari kararlarýyla düzenlenir.” (Massie, l. c., s. 51.)

Karl Marks 317


Kapital III
olmasý gerekmeyeceði görülecektir. Bu anlamda olmak üzere, faizin
kârla ya da daha doðrusu genel kâr oranýyla düzenlendiði söylenebilir.
Ve bu düzenleme biçimi, faizin ortalamasý için bile geçerlidir.
Her ne olursa olsun, ortalama kâr oranýna, faizin üst sýnýrýnýn nihai
belirleyicisi gözüyle bakýlabilir.
Faizin, ortalama kârla iliþkisi olgusu þimdi daha uzun uzadýya ele
alýnacaktýr. Kâr gibi, özgül varlýða sahip bir bütünün iki parçaya ayrýlmasý
sözkonusu olduðunda, sorun her þeyden önce, doðal olarak bölünecek
olan varlýðýn büyüklüðü üzerinde düðümlenir, ve bu kârýn büyüklüðü,
kendi ortalama oraný ile belirlenir. Belli bir büyüklükte bir sermayenin,
diyelim, 100’lük bir sermayenin genel kâr oraný, þu halde kârýn büyüklüðü
veri olsa. Bu durumda, kârdaki deðiþmelerin, kârýn, borç aldýðý sermaye
ile çalýþan üretken kapitalistin elinde kalan parçalarý ile ters orantýlý ola-
caðý açýktýr. Ve, bölüþülecek kârýn, karþýlýðý ödenmemiþ emeðin ürettiði
deðerin miktarýný belirleyen koþullar, kârýn bu iki tür kapitalist arasýnda
bölüþümünü belirleyen koþullardan büyük ölçüde farklýdýrlar ve çoðu
kez, büsbütün zýt yönde etki yaratýrlar.62
Modern sanayiin üzerinde hareket ettiði çevrimlere bakacak olur-
sak –hareketsizlik hali, artan canlýlýk, gönenç, aþýrý-üretim, bunalým, dur-
gunluk, hareketsizlik durumu, vb. gibi inceleme alanýmýzýn dýþýnda
kalanlar– düþük bir faiz oranýný genellikle bir gönenç ya da fazla kâr
dönemine tekabül ettiðini, faizdeki yükselmenin gönençten ayrý
düþtüðünü, ya da bunun tersinin olacaðýný, ve tefeciliðin en uç noktasýna
kadar ulaþan azami bir faiz düzeyinin, bunalým dönemine rasladýðýný
görürüz.63 1843 yazý, çarpýcý bir gönenç döneminin baþlangýcýydý; 1842
ilkyazýnda hala %4 ½ olan faiz oraný, 1843 ilkyazý ile yazýnda %2’ye düþtü;64
eylül ayýnda ise %1½’ye kadar düþtü (Gilbart, I, s.166); daha sonra, 1847
bunalýmý sýrasýnda, %8’e ve bunun da üstüne yükseldi.
Bununla birlikte, düþük bir faizin durgunluk ýlýmlý bir yükselme
gösteren faizin, canlanan bir faaliyet sýrasýnda görünmeleri de olanaklý-
dýr.
Faiz oraný, ödemelerin karþýlanabilmesi için ne pahasýna olursa
olsun borç para alýndýðý bunalým sýralarýnda doruk noktasýna ulaþýr. Faiz-
de bir yükselme, deðerli senetlerin fiyatlarýnda bir düþme anlamýna gel-

62
Bu noktada elyazmasýnda þu belirleme var: “Bu bölümün gidiþi, kârýn daðýlým yasalarýný
çözümlemeden önce, nicel bir bölünümün, nitel bir bölünüm haline nasýl geldiðini araþtýrmanýn
daha uygun olacaðýný gösteriyor. Bundan önceki bölümden buraya bir geçiþ yapmak için, faizin,
kârýn belirli olmayan bir kýsým olduðunu varsaymak yeterli olacaktýr.”
63
“Ýlk dönemde, hemen bunalýmdan sonra, spekülasyon olmaksýzýn para boldur; ikinci
dönemde, para boldur ve spekülasyon da boldur; üçüncü dönemde, spekülasyon gerilemeye
baþlar ve para aranýr olmuþtur, dördüncü dönemde, para kýttýr ve bunalým gelip çatmýþtýr.”
(Gilbart, A Practical Treatise on Banking, 5th ed., Vol. I, London 1849, s. 149.)
64
Tooke, bunu, “daha önceki yýllarda kârlý yatýrýmlarýn kýtlýðý nedeniyle zorunlu olarak
oluþan, aþýrý-sermaye birikimi, biriktirilmiþ bulunan paralarýn piyasaya sürülmesi ve umut veren
ticari giriþimlere olan güvenin canlanmasý ile” açýklýyor. (History of Prices from 1839 till 1847;
London 1848, s. 54.)

318 Karl Marks


Kapital III
diðinden, bu durum, elinde para-sermaye bulunan kimselere, iþlerin
[sayfa 317] gidiþi sýrasýnda, faiz oraný tekrar düþer düþmez, hiç deðilse or-
talama fiyatlarýna yeniden yükselecek olan bu gibi faiz getiren senetleri,
gülünç derecede düþük fiyatlarla ele geçirmek için güzel bir fýrsat sað-
lar.65
Bununla birlikte, faiz oraný, kâr oranýndaki dalgalanmalardan ta-
mamen baðýmsýz bir düþme eðilimini de taþýr. Ve, gerçekten, iki ana
neden buna yolaçar:
I. “Sermayenin, hiç bir zaman üretken bir kullaným dýþýnda borç
alýnmadýðýný kabul etsek bile, faizin, brüt kâr oranýnda herhangi bir
deðiþiklik olmadan da deðiþebileceðini pek olasý sayýyorum. Çünkü, bir
ulus zenginlik yolunda ilerledikçe, kendilerini, atalarýnýn emeði sayesin-
de, yalnýz faizleri ile rahatça yaþatabilecek birikmiþ bir paranýn sahipleri
halinde bulan bir sýnýf insan türer ve bunlar gitgide artar. Gençliklerinde
ve orta yaþlýlýklarýnda fiilen iþ hayatýna katýlmýþ bulunan bir çoðu da,
yaþlanýnca kendi biriktirdikleri meblaðlarýn faizleriyle sakin bir hayat sür-
mek üzere iþ hayatýndan çekilirler. Bu her iki sýnýf da, ülkenin artan
zenginliði ile birlikte büyüme eðilimindedir, çünkü, oldukça büyük bir
sermaye ile iþe baþlayanlarýn az bir sermaye ile baþlayanlara göre daha
çabuk baðýmsýzlýða ulaþmalarý olasýlýðý vardýr. Ýþte bu yüzden, eski ve
zengin ülkelerde, sermayeleri olup da, bunu kendileri kullanmak zah-
metine girmek istemeyenlere ait ulusal sermaye miktarýnýn, toplumun
tüm üretken sermayesine olan oraný, yeni yerleþen ve daha yoksul böl-
gelere göre daha büyüktür. Ýngiltere’de ... nüfusa oranla rantiyeler sýnýfý
ne denli daha kalabalýktýr! Rantiyeler sýnýfý ne denli çoðalýrsa, borç ser-
maye verenler sýnýfý da o denli artar, çünkü bunlar bir ve ayný sýnýftýr.”
(Ramsay , An Essay on ýhe Distribution of Wealth, s. 201-02.)
II. Kredi sistemindeki geliþme ve bununla birlikte, sanayiciler ile
tüccarlarýn, toplumun bütün sýnýflarýnýn tasarruflarý üzerinde bankerler
aracýlýðý ile kurduklarý gittikçe artan denetimleri ve para-sermaye olarak
iþ görebilecek bu tasarruflarýn miktar olarak gitgide yoðunlaþmasý, faiz
oraný üzerinde ayrýca bir baský yaratýr. Bu konu üzerinde ilerde daha
fazla durulacaktýr.
Faiz oranýnýn belirlenmesiyle ilgili olarak Ramsay þöyle diyor: “Faiz
oraný kýsmen brüt kâr oranýna ve kýsmen de, bunun sermaye kârý ile
giriþim kârýna bölünme oranýna baðlýdýr. Bu oran da, gene, borç ser-
maye verenler ile borç sermaye alanlar arasýndaki rekabete baðlýdýr; bu
rekabet, hiç bir þekilde, gerçekleþmesi umulan brüt kâr oraný tarafýndan
tümüyle düzenlenmemekle birlikte, onun etkisi altýndadýr.”66 Ve, reka-

65
“Bir bankerin eski bir müþterisinin, 200.000 sterlinlik tahvil karþýlýðýnda borç verilmesi
isteði reddedildi; ödemeleri durduracaðýný bildirmek için tam ayrýlacaðý sýrada kendisine, bunu
yapmasýna gerek bulunmadýðý, o günkü koþullar altýnda bankerin tahvilleri 150.000 sterline
satýn alabileceði anlatýldý.” ([H. Roy.] The Theory of the Exchanges. The Bank Charter Act of
1844, etc., London 1869, s. 80.)

Karl Marks 319


Kapital III
betin niçin sýrf bu neden tarafýndan düzenlenmemesine gelince, bir yan-
dan [sayfa 318] çoðu kimse, parayý, üretken bir kullaným amacý gütmeksizin
borç almaktadýr; öte yandan, borç verilebilir tüm sermaye oranýnýn, brüt
kârdaki herhangi bir deðiþiklikten baðýmsýz olarak ülkenin zenginliðiyle
deðiþiklik göstermesidir.” (Ramsay, l.c., s. 206-07.)
Ortalama faiz oranýný belirlemek için, 1) ortalama faiz oranýnýn,
büyük sanayi çevrimleri içinde gösterdiði deðiþiklikler sýrasýnda hesa-
planmasý; ve 2) uzun vadeli sermaye borçlanmalarýný gerektiren yatýrým-
larý için faiz oranýnýn bulunmasý gerekir.
Bir ülkede egemen olan –ve sürekli dalgalanmalar gösteren piya-
sa oranlarýnda farklý bulunan– ortalama faiz oraný, herhangi bir yasa ile
belirlenemez. Burada, iktisatçýlarýn doðal bir kâr oranýndan ve doðal bir
ücret oranýndan sözettikleri anlamda doðal bir faiz oraný diye bir þey
yoktur. Massie bu konuda haklý olarak þöyle der (s. 49): “Bir kimsenin
bu konuda kuþku duyabileceði tek þey, bu kârýn hangi kýsmýnýn hak
olarak borç alana, ve hangi kýsmýnýn borç verene ait olduðudur; ve bunu,
genellikle borç alanlar ile borç verenlerin düþüncelerinden baþka belir-
leyecek bir yöntem bulunmamaktadýr; haklý ya da haksýz, bu konuda
genel rýzaya uygun olarak yapýlan ne ise odur.” Arz ve talebin eþitlenmesi
–ortalama kâr oraný veri kabul edildiðinde– hiç bir anlam taþýmaz. Bu
formüle baþvurulan diðer hallerde (ve bu o zaman pratik olarak doðru-
dur), rekabetten baðýmsýz olan ve daha çok onu belirleyen temel kuralý
( düzenleyici sýnýrlarý ya da sýnýrlayýcý büyüklükleri) bulmaya yarayan bir
formül olarak iþ görür; özellikle, rekabetin pratiði ve görüngülerinin ve
bu görüngülerden doðan kavramlarýn tutsaðý olanlarýn, ekonomik
iliþkilerin, rekabetin çerçevesi içersinde kazandýklarý içsel baðlar üzeri-
ne, gene yalnýzca yüzeysel bir fikre ulaþmalarýna yarayan bir formül ola-
rak hizmet eder. Bu, rekabetle birlikte giden deðiþikliklerden, bu
deðiþikliklerin sýnýrlarýna ulaþmak için bir yöntemdir. Ortalama faiz ora-
nýnda durum böyle deðildir. Ortalama rekabet koþulIarýnýn, borç verenle
borç alan arasýndaki dengenin, niçin borç verene sermayesi üzerinden,
%3, 4, 5, vb. gibi bir faiz oraný ödenmesini, ya da brüt kârýn, diyelim %20
ya da %50 gibi belli bir kýsmýnýn verilmesini gerektirdiðini söylemek için
hiç bir akla-uygun neden yoktur. Rekabetin, sýrf rekabet olarak herhangi
bir þeyi belirlemesi halinde, bu belirleme raslantýya baðlý, tamamen gör-
gücül bir belirlemedir ve ancak bilgiçlik ya da hayalcilik, bu raslantýyý bir
zorunluluk gibi göstermeye kalkýþabilir.67 Banka mevzuatý ve ticari [sayfa

66
Faiz oraný genellikle ortalama kâr oraný ile belirlendiði için, aþýrý dolandýrýcýlýk çoðu kez,
düþük bir faiz oraný ile bir aradadýr. Örneðin, 1844 yazýndaki demiryolu sahtekarlýðýnda olduðu
gibi, Ýngiltere Bankasýnýn faiz oraný, 16 ekim 1844’e kadar %3’e yükseltilmemiþti.
67
Örneðin, J. G. Opdyke, Treatise on Political Economy (New York 1851) adlý yapýtýnda,
%5’lik bir faiz oranýnýn evrenselliðini; ebedi yasalar ile açýklamak için çok baþarýsýz bir giriþimde
bulunmuþtur. Bay Karl Arnd, Dienaturgemüsse Volkswirtschaft gegenüber dem Monopoliengeist
und dem Kommunismus, etc., Hanau 1845, daha da bönce þu sözleri eder: “Nesnelerin üretiminin
doðal seyrinde tek bir görüngü vardýr ki, tamamen yerleþilmiþ ülkelerde bir ölçüde faiz oranýný

320 Karl Marks


Kapital III
319] bunalýmlarla ilgili 1857 ve 1858 yýllarýna ait parlamento raporlarýnda,
Ýngiltere Bankasý müdürlerinin, Londralý bankerlerin, taþralý bankerlerin
ve profesyonel teorisyenlerin, “fiilen oluþan faiz oraný” üzerindeki ileri-
geri gevezeliklerini ve “borç verilebilir sermayenin kullanýmý için öde-
nen fiyatý, bu tür sermayenin arzýna baðlý olarak deðiþebilir”, “yüksek bir
faiz oraný ve düþük bir kâr devamlý varolamaz”, gibi ve bunlara benzer
daha bir yýðýn orta-malý ve þatafatlý saçmalýklarý dinlemekten daha eð-
lendirici bir þey olamaz.68 Görenek ve gelenek, hukuksal gelenek, vb.,
ortalama faiz oranýnýn belirlenmesinde, bu salt bir ortalama olarak deðil,
daha çok, gerçek bir büyüklük olarak varolduðu sürece, rekabetin ken-
disi kadar rol oynarlar. Faiz oranýnýn hesaplanmasýný gerektiren birçok
hukuksal anlaþmazlýkta, ortalama bir faiz oranýnýn yasal bir oran olarak
kabul edilmesi zorunluluðu ortaya çýktý. Eðer bir bir adým daha atar ve
ortalama bir faiz oranýnýn sýnýrlarýnýn niçin genel yasalardan çýkartýlama-
dýðýný soracak olursak, bu sorunun yanýtýnýn, düpedüz faizin özünde sak-
lý olduðunu görürüz. Faiz yalnýzca ortalama kârýn bir parçasýdýr. Ayný
sermaye, iki ayrý rolde görünür – borç verenin elinde, borç verilebilir
sermaye olarak, ve faal kapitalistin elinde sanayi ya da ticaret sermayesi
olarak. Ama bu sermaye, tek bir kez iþlev yapar ve tek bir kez kâr üretir.
Üretim sürecinin kendisinde, sermayenin borç verilebilir sermaye olma
niteliði herhangi bir rol oynamaz. Kâr üzerinde hak iddia eden taraflarýn
bunu nasýl bölüþtükleri sorunu, týpký bir iþ ortaklýðýnda ortak kârýn, yüzde
paylar olarak bölüþülmesinde olduðu gibi, o olayla sýnýrlý ve tamamen
görgücül bir þeydir. Esas olarak kâr oranýný belirleyen artý-deðer ile ücretler
arasýndaki bölünmede, birbirinden tamamen farklý iki öðe –emek-gücü
ile sermaye– belirleyici etmenlerdir; bunlar, birbirlerini sýnýrlayan, iki ba-
ðýmsýz deðiþkenin iþlevleridir; ve bunlarýn nitel farký, üretilen deðerin ni-
cel bölünümünün kaynaðýdýr. Artý-deðerin rant ile kâra bölünmesinde
de ayný þeyin olduðunu daha ilerde göreceðiz. Faiz konusunda ise böyle
bir þey olmamaktadýr. Burada nitel farklýlaþma, biraz sonra göreceðimiz
gibi, daha çok, ayný artý-deðer miktarýnýn tamamen nicel bölünmesin-
den ileri gelmektedir.
Bütün bu anlatýlanlardan “doðal” faiz oraný diye bir þeyin olmadý-

düzenler görünmektedir: bu olay Avrupa ormanlarýnda kerestenin, yýllýk büyüme ile artma
oranýdýr. Bu yeni büyüme, kendi deðiþim-deðerlerinden tamamen baðýmsýz, yüzde 3-4 oranýnda
olur.” (Aðaçlarýn kendi deðiþim-deðerlerinden baðýmsýz olarak daha her yýl büyümeleri ne kadar
garip deðil mi!) “Buna göre, faiz oranýnýn, en zengin ülkelerde bugünkü düzeyinin altýna düþmesi
beklenemez.” (s. 124.) (Demek istediði, aðaçlarýn deðiþim-deðerleri, büyümelerine ne kadar
baðlý olursa olsun, bunlarýn büyümesi deðiþim-deðerlerinden baðýmsýzdýr.) Buna, “ilk orman
faiz oraný” denilse yeridir. Bunun kaþifi bu yapýtta. “bilimimize,” “köpek vergisi filozofu” olarak
övgüye deðer bir katkýda daha bulunmuþtur. (Marx, kitabýndaki özel bir paragrafta (§ 88, s. 420-
421) bu vergiyi savunduðu için, K. Arnd’a alaylý bir ifadeyle, “köpek vergisi filozofu” diyor. -Ed.)
68
Ýngiltere Bankasý, açýk piyasada egemen olan oraný, doðal olarak her zaman gözönünde
tutarak, iskonto oranýný, altýnýn ithal ve ihracýna göre yükseltiyor ve alçaltýyor. “Böylece, banka
hadlerindeki deðiþmeleri tahmin ederek iskonto oyunlarýna giriþmek þimdi para merkezinin”,
yani Londra para-piyasasýnýn, “büyükbaþlarýnýn uðraþlarýnýn yansý haline gelmiþ bulunuyor. “
([H.Roy,] The Theory of the Exchanges, etc., s.113.)

Karl Marks 321


Kapital III
ðý sonucu çýkar. Ne var ki, genel kâr oranýnýn tersine, bir yandan ortala-
ma faizin sýnýrlarýnýn ya da sürekli dalgalanan piyasa faiz oranlarýndan
farklý olarak, ortalama bir faiz oranýnýn belirlenmesi için, genel bir yasa
yoktur, [sayfa 320] çünkü bu salt brüt kârýn, sermayenin farklý adlar taþýyan
iki sahibi arasýnda bir paylaþýlmasý sorunudur; öte yandan faiz oraný –
ister ortalama, ister her özel durum için geçerli piyasa oraný olsun– tek-
biçimli, belirli ve somut bir büyüklük olarak, genel kâr oranýndan
tamamen farklý bir görünüþ içersindedir.69
Faiz oraný ile kâr oraný arasýndaki baðýntý, bir metaýn piyasa-fiyatý
ile kendi deðeri arasýndaki baðýntýya benzer. Faiz oraný, kâr oraný ile
belirlendiði sürece, bu oran, özel bir sanayi kolunda egemen olan özgül
bir kâr oraný ile, ya da hele, belli bir iþ alanýnda herhangi bir kapitalistin
elde edebileceði fazladan bir kâr ile deðil, daima genel bir kâr oraný ile
belirlenir.70 Bu nedenle, ortalama faiz oraný, genel kâr oranýnýn saf ya da
güvenilir ifadesi olmamakla birlikte, genel kâr oraný, aslýnda, ortalama
faiz oranýnda görgücül ve bilinen bir gerçek olarak görünür.
Faiz oranýnýn kendisinin, borç alanlar tarafýndan verilen farklý gü-
vence derecelerine göre ve borç vadesinin uzunluðuna baðlý olarak
deðiþeceði gerçi doðrudur; ama, faiz oraný, bu derecelerin herbiri için
belli bir anda tek biçimdedir. Bu ayrým da demek ki, faiz oranýnýn sabit
ve tekbiçimdeki görünüþünü deðiþtirmemektedir.71

69
“Metalarýn fiyatý sürekli dalgalanýr; bu metalar, farklý kullanmalar için imal edilmiþlerdir;
para, bütün amaçlara hizmet eder. Metalar, ayný türden olanlar bile, nitelik bakýmýndan farklý-
dýrlar; nakit para daima ayný deðerdedir, ya da hiç deðilse böyle kabul edilmiþtir. Bu ne-denle,
paranýn, bizim faiz terimi ile belirlediðimiz fiyatý, diðer þeylerden daha büyük kararlýlýða ve
tekbiçimliliðe sahiptir.” (J. Steuart, Principies of Political Economy, Fransýzca çeviri, 1789, IV, s.
27.)
70
“Ne var ki bu, kârýn bölünmesi kuralý, her borç verene ve alana özel olarak deðil, genellikle
borç verenlere ve alanlara uygulanýr ... önemli büyüklükte ve küçüklükte kazançlar, borcu verenle
hiç bir iliþkisi bulunmayan bir becerinin ya da bilgi noksanlýðýnýn muvafakatýdýr; borç verenler,
uðranýlan kayýptan zarara uðramadýklarýna göre, kazançtan da yararlanmamalarý gerekir. Ayný
iþi yapan tek bir kimse için söylenenler, özel türden iþler için de geçerlidir; herhangi bir iþ
kolunda iþ gören tüccarlar ile iþadamlarý borç aldýklarý para ile, ayný ülkedeki diðer tüccar ve
iþadamlarýnýn saðladýðý olaðan kârdan daha fazlasýný elde ederlerse, bu fazladan kazanç, bunu
elde etmek yalnýzca olaðan bir beceri ye bilgiyi gerektirdiði halde, kendilerine aittir; yoksa, o
parayý kendilerine saðlayan borç verene deðil ... çünkü, borç verenler paralarýný, genel kâr
oranýnýn altýnda bir ödemede bulunmaya ancak elveren koþullarda iþ gören bir iþ kolunda
kullanýlmak için borç vermezler; ve bu nedenle, paralarýyla, saðlanan kazanç ne olursa olsun,
bundan fazlasýný almayý haketmemiþlerdir.” (Massie, l.c., s. 50, 51.)
71
Banka iskonto oraný %5
Piyasa iskonto oraný, 60 gün vadeli senetler %35/8
Piyasa iskonto oraný, 3 ay vadeli senetler %3½,
Piyasa iskonto oraný, 6ay vadeli senetler %35/16
Poliçe simsarlarýna borç, günlük %1-2
Poliçe simsarlarýna borç, bir hafta vadeli %3
Ondört gün için son oran, hisse senedi simsarlarýna borç %4¾-5
Mevduat faizi (bankalar) %3½
Mevduat faizi (iskonto kurumlarý) %3-3¼
Bu farkýn, bir ve ayný gün için ne denli büyük olabileceði, 10 Aralýk tarihli Daily News’ýn
kent haberlerinden alýnan, 9 aralýk 1819’da Londra para-piyasasýndaki faiz hadleri ile ilgili
yukardaki rakamlarda görülmektedir. En düþüðü %1, en yükseði %5’dir. [F. E.]

322 Karl Marks


Kapital III
Ortalama faiz oraný, her ülkede, oldukça uzun dönemlerde sabit
bir büyüklük olarak görünür, çünkü genel kâr oraný –özgül kâr oranla-
rýnýn, bir alandaki deðiþikliðin, bir baþka alandaki zýt yönlü bir deðiþiklik
ile telafi edilmek üzere, sürekli deðiþiklik göstermesine karþýn– ancak
daha uzun dönemlerde deðiþir. Ve bunun göreli deðiþmezliði, ortalama,
ya da [sayfa 321] ortak kâr oranýnýn tam da bu aþaðý yukarý deðiþmez nite-
liðinde ortaya çýkarýlýr.
Bununla birlikte, sürekli dalgalanan piyasa faiz oranýna gelince,
bu týpký metalarýn piyasa-fiyatý gibi her an sabit bir büyüklük olarak bu-
lunur, çünkü, para piyasasýnda, bütün borç verilebilir sermaye, toplu bir
kitle olarak faal sermayenin karþýsýnda yeralýr, ve böylece, bir yanda
borç verilebilir sermaye arzý ile, öte yanda buna olan talep arasýndaki
baðýntý, faizin herhangi bir andaki piyasa düzeyini belirler. Kredi sistemi
ne kadar fazla geliþir ve bununla birlikte yoðunlaþarak borç verilebilir
sermayeye ne kadar fazla toplumsal bir nitelik kazandýrýr ve onu hep
birlikte para piyasasýna sürerse, bu o kadar çok böyle olur. Öte yandan
genel kâr oraný, hiç bir zaman özgül kâr oranlarýnýn eþitlenmesi eðilimin-
den, bunlarýn eþitlenmesi hareketinden baþka bir þey deðildir. Kapitalist-
ler arasýndaki rekabet, –ki, kendisi bu eþitlenme yönünde harekettir–
burada, kârýn oldukça uzun bir süre ortalamalarýn altýnda kaldýðý alanlar-
dan sermayeyi yavaþ yavaþ çekerek, kârýn ortalamanýn üzerinde bulun-
duðu alanlara yavaþ yavaþ kaydýrýlmasý þeklindedir. Ya da, ek sermayenin
bu alanlar arasýnda yavaþ yavaþ ve deðiþen oranlarda daðýlmasý biçimin-
dedir. Bu farklý alanlar bakýmýndan, sermayenin arzý ve çekilmesinde
sürekli bir deðiþme sözkonusudur; faiz oranýnýn belirlenmesinde olduðu
gibi, eþzamanlý bir kitle etkisi hiç bir zaman sözkonusu olamaz.
Faiz getiren sermayenin, metadan mutlak farklý bir kategori ol-
makla birlikte, sui generis bir meta haline geldiðini ve böylece faizin,
sýradan bir metaýn piyasa-fiyatý gibi her zaman arz ve taleple saptanan
fiyatý halini aldýðýný görmüþ bulunuyoruz. Piyasa faiz oraný da, bu neden-
le, sürekli bir dalgalanma içersinde olduðu halde, belli bir anda, týpký bir
metaýn her ayrý durumdaki piyasa-fiyatý gibi, devamlý olarak belirlenmiþ
ve tekbiçimde bir hali gibi görünür. Para-kapitalistler bu metaý arzeder-
ler ve faal kapitalistler onun için sürekli bir talep yaratarak, bu metaý
satýn alýrlar. Eþitlenme süreci genel bir kâr oraný yarattýðýnda, böyle bir
þey olmaz. Meta fiyatlarý, bir alanda, üretim-fiyatýnýn üzerinde ya da altýn-
da ise (her ayrý giriþimde, sýnai çevrimlerin çeþitli evreleri ile birlikte
görülen dalgalanmalarý burada özellikle bir yana býrakýyoruz) denge,
sermayenin bireysel üretim alanlarýna akmasý ya da bu alanlarýn dýþýna
çýkmasýna baðlý olarak, üretimin geniþlemesi ya da daralmasý, yani sa-
nayi sermayeleri tarafýndan piyasaya sürülen metalarýn kitlesindeki büyü-
me ya da küçülme ile saðlanýr. Metalarýn ortalama piyasa-fiyatlarýnýn, bu
þekilde, üretim-fiyatlarýna eþitlenmesiyle, özgül kâr oranlarýnýn, genel ya
da ortalama kâr oranlarýndan gösterdiði sapmalar düzeltilmiþ olur. Bu

Karl Marks 323


Kapital III
süreçte, sanayi ya da ticaret sermayesi, bu sermaye niteliðiyle, faiz geti-
ren sermayede olduðu gibi, alýcý karþýsýnda hiç bir zaman metalar gö-
rünüþüne bürünemez. Böyle bir görünüþe girse bile, bu ancak, metala-
rýn piyasa-fiyatlarýnýn dalgalanmalarýnda ve üretim-fiyatlarýna eþitlenmele-
rinde olur, yoksa ortalama kârýn doðrudan doðruya belirlenmesi þeklinde
[sayfa 322] olmaz, Genel kâr oraný gerçekte, 1) toplam sermaye tarafýndan
üretilen artý-deðer ile, 2) bu artý-deðerin, toplam sermayenin deðerine
oranýyla, ve 3) rekabet ile –ama ancak, belli üretim alanlarýna yatýrýlmýþ
bulunan sermayelerin, bu artý-deðerden, kendi nispi büyüklükleri ile oran-
týlý olarak eþit paylar almaya çalýþtýðý bir hareket olduðu ölçüde, bu reka-
bet ile– belirlenir. Ýþte bunun için, genel kâr oraný gerçekte, doðrudan
doðruya ve derhal arz ve talep arasýndaki oranla belirlenen piyasa faiz
oranýndan çok daha farklý ve çok daha karmaþýk nedenlerden doðmakta-
dýr, bu yüzden de faiz oraný gibi somut ve açýk bir olgu deðildir. Çeþitli
üretim alanlarýndaki tek tek kâr oranlarýnýn kendileri az çok belirsiz þey-
lerdir; ama göründükleri kadarýyla, farkedilen þey, bunlarýn tekbiçimde
olmalarý deðil; farklýlýklarýdýr. Genel kâr oraný ise, gerçek kâr oranýnýn
görgücül ve doðrudan doðruya görülebilir biçimi olarak deðil, ancak kâ-
rýn en alt sýnýrý olarak görünür.
Faiz oraný ile kâr oraný arasýndaki bu farký vurgularken, faiz ora-
nýnýn saðlam bir temele oturmasýna yardým eden þu iki noktayý hala bir
yana býrakýyoruz: 1) faiz getiren sermayenin, tarihsel olarak önceden
varoluþu ve geleneksel bir genel faiz oranýnýn varlýðý; 2) dünya piyasasýn-
ýn, faiz oranýnýn oluþmasý üzerinde, bir ülkenin ekonomik koþullarýndan
baðýmsýz olarak, kâr oraný üzerindeki etkisine kýyasla, çok daha büyük
olan doðrudan etkisi.
Ortalama kâr, doðrudan doðruya yerleþmiþ bir olgu gibi ortaya
çýkmaz, o daha çok, zýt yönlü dalgalanmalarýn eþitlenmelerinin nihai bir
sonucu olarak belirlenecek bir þeydir. Faiz oraný için durum böyle deðil-
dir. Faiz oraný, kendi genel ve hiç deðilse yerel gerçekliði içersinde günü
gününe saptanan –sanayi ve ticaret sermayesinin kendi iþlemlerinin he-
saplanmasýnda bir etmen ve hatta önkoþul olarak hizmet eden– bir
þeydir. Her 100 sterlin tutarýndaki bir para miktarýnýn, 2, 3, 4, 5 sterlin
saðlamak üzere, taþýdýðý genel bir yeti halini almýþtýr. Meteoroloji raporla-
rý hiç bir zaman barometre ve termometreden alýnan sonuçlarý, borsa
raporlarýnýn faiz oranýnýn, þu ya da bu sermaye için deðil, para piyasasýn-
daki sermaye, yani genellikle borç verilebilir sermaye için gösterdiðin-
den daha büyük bir doðrulukla gözler önüne seremezler.
Para piyasasýnda yalnýz borç verenlerle borç alanlar karþý karþýya
gelirler. Meta ayný biçime sahiptir: para. Özel bir üretim ya da dolaþým
alanýna yatýrýlmýþ olmasýna göre sermayenin aldýðý bütün özel biçimler
burada yokolmuþtur. Þimdi o, baðýmsýz bir deðerin, farklýlaþmamýþ, türdeþ
biçiminde –para biçiminde– bulunur. Özel alanlardaki rekabet onu etki-
lemez. Bunlarýn hepsi, borç para alanlar þeklinde biraraya toplanmýþlardýr

324 Karl Marks


Kapital III
ve sermaye, onlarýn karþýsýna, henüz ilerdeki yatýrým tarzýyla ilgisiz bir
biçim içersinde çýkmaktadýr. Sanayi sermayesinin, ancak, çeþitli birey-
sel alanlar arasýndaki hareket ve rekabetle ortaya koyduðu þeyi, borç
verilen sermaye, burada, esas olarak sýnýfýn ortak sermayesi olarak, ser-
mayenin arz ve talebinde en kesin biçimde ortaya koyar. Öte yandan,
[sayfa 323] para piyasasýndaki para-sermaye, fiilen, kendi özgül kullanýmýna
kayýtsýz bir biçimde bulunur ve her özel alanýn üretim gereksinmelerinin
gerektirdiði þekilde, çeþitli alanlar arasýnda, kapitalist sýnýf arasýnda ortak
bir öðe olarak daðýtýlýr. Ayrýca, geniþ-ölçekli sanayiin geliþmesiyle, para-
sermaye piyasada bulunduðu sürece, herhangi bir kapitalist, piyasadaki
sermayenin þu ya da bu kadar kýsmýna sahip bulunan bir kimse tarafýn-
dan temsil edilmez, fiili üretimden büsbütün farklý bir bankerler toplu-
luðunun, yani toplumsal sermayenin temsilcilerinin denetimi altýndaki,
yoðunlaþmýþ, örgütlenmiþ bir kitle niteliðine bürünür. Böylece talep ba-
kýmýndan, borç verilebilir sermaye bütünüyle bir sýnýf ile karþý karþýya
bulunduðu halde arz alanýnda, kitle haline gelen þey, borç verilebilir ser-
mayenin kendisidir.
Genel kâr oranýnýn, büyüklüðü dalgalansa bile, borç alanlarýn
karþýsýna, hepsi için ayný þekilde deðiþtiði için, daima belli ve sabit bir
öðe olarak çýkan, belirli faiz oranýnýn yanýnda puslu ve sisli görünmesi-
nin nedenlerinden bazýlarý iþte bunlardýr. Týpký, paranýn deðerindeki
deðiþmelerin, onun bütün metalar karþýsýnda ayný deðere sahip olmasý-
na engel olmamasý; týpký metalarýn piyasa-fiyatlarýndaki günlük dalga-
lanmalarýn, bunlarýn günü gününe gazetelerde bildirilmelerine engel
olmamasý gibi, faiz oraný da týpký onlar gibi düzenli þekilde “paranýn
fiyatý” olarak bildirilir. Bunun böyle olmasýnýn nedeni, sermayenin ken-
disinin burada para-biçiminde bir meta olarak arzedilmesidir. Fiyatýnýn
saptanmasý ise, böylece, öteki bütün metalarda olduðu gibi, onun da
piyasa-fiyatýnýn saptanmasýdýr. Faiz oraný, bu nedenle, daima genel faiz
oraný olarak, þu kadar para için þu kadar para þeklinde, belirli bir miktar
olarak görünür. Öte yandan kâr oraný, ayný alan içersindeki fiyatý ayný
olan metalar için bile farklý sermayelerin ayný metaý, ürettikleri farklý
koþullara baðlý olarak deðiþebilir, çünkü, bireysel bir sermayenin kâr
oraný, metaýn piyasa-fiyatý ile belirlenmeyip, daha çok, piyasa-fiyatý ile
maliyet-fiyatý arasýndaki farkla belirlenir. Ve bu farklý kâr oranlarý –önce
ayný alan içersinde ve sonra farklý alanlar arasýnda– ancak sürekli dalga-
lanmalar yoluyla bir dengeye ulaþabilirler.

––––––––––––

(Daha sonra iþlenmek üzere not.) Kredinin özgül bir biçimi: Bilin-
diði gibi, para, satýnalma aracý yerine ödeme aracý olarak hizmet ettiðin-
de, meta elden çýkartýlýr, ama deðeri ancak daha sonra gerçekleþir. Eðer
ödeme ancak tekrar satýldýktan sonra yapýlacak olursa, bu satýþ, satýn

Karl Marks 325


Kapital III
almanýn bir sonucu olarak görünmez; daha çok, bu satýþ yolu iledir ki,
satýnalma gerçekleþmiþ olur. Baþka bir deyiþle, satýþ, satýnalmanýn aracý
olur. Ýkinci olarak: borç senetleri, poliçeler, vb., alacaklý için ödeme araçla-
rý olurlar. Üçüncü olarak, borç senetlerinin birbiriyle deðiþtirilmesi para-
nýn yerini tutar. [sayfa 324]

326 Karl Marks


Kapital III
YÝRMÝÜÇÜNCÜ BÖLÜM
FAÝZ VE GÝRÝÞÝM KÂRI

FAÝZ, bundan önceki iki bölümde görmüþ olduðumuz gibi, köke-


ni bakýmýndan, faal kapitalistin, sanayicinin ya da tüccarýn, kendi ser-
mayesi yerine borç alýnan sermayeyi kullandýðýnda, para-sermaye
sahibine ve onu ödünç verene ödemek zorunda olduðu kârýn, yani artý-
deðerin yalnýzca bir parçasý gibi görünür, ve kökeninde, onun bir parçasý
olduðu gibi, gerçekte onun bir parçasý olarak da kalýr. Kapitalist eðer
yalnýz kendi sermayesini kullanýyorsa, bôyle bir kâr bölüþümü olmaz,
kârýn hepsi onun olur. Gerçekten de, sermaye sahipleri bunu kendi
yeniden-üretim sürecinde kullandýklarý sürece, faiz oranýnýn belirlenme-
sinde rekabet halinde deðillerdir. Bu bile, tek baþýna, faiz kategorisinin –
bir faiz oraný belirlenmeksizin varlýðý olanaksýz olan bu kategorinin– sanayi
sermayesinin sermaye olarak hareketlerine yabancý bir þey olduðunu
göstermektedir.
“The rate of interest may be defined to be that proportional sum
which the lender is content to receive, and the borrower to pay, annual-
ly, or for any longer or shorter period for use of a certain amount of
rnoneyed capital... When tlýe owner of a capital employs it actively in
reproduction, he does not come under tlýe head of tlýose capitalists, the
[sayfa 325] proportion of whom, to the number of borrowers, determines
the rate of interest.”* (Th. Tooke, History of Prices, London 1838, II, pp.

Karl Marks 327


Kapital III
355-56.) Gerçekten de, kârýn bir kýsmýný faize dönüþtüren, genellikle faiz
kategorisini yaratan þey, kapitalistlerin kendi aralarýnda böylece, para-
kapitalistler ve sanayi kapitalistleri diye ikiye ayrýlmalarý olduðu gibi, faiz
oranýný yaratan þey de iþte bu iki tür kapitalist arasýndaki rekabetten
baþka bir þey deðildir.
Sermaye yeniden-üretim sürecinde iþlev yaptýðý sürece, –bu ser-
mayenin sanayici kapitaliste ait olduðunu ve onu borç verene geri ver-
mek zorunda olmadýðýný kabul etsek bile– kapitalist, özel bir birey olarak,
bu sermayenin kendisi üzerinde deðil, ancak gelir olarak harcayabile-
ceði kâr üzerinde tasarrufta bulunur. Sermayesi, sermaye olarak iþlev
yaptýðý sürece, yeniden-üretim sürecine aittir, bu sürece baðlanmýþ du-
rumdadýr. O, gerçekten de bu sermayenin sahibidir, ama bu sahiplik,
ona, bunu emeðin sömürüsü için sermaye olarak kullandýðý sürece baþka
bir þekilde tasarrufta bulunabilme olanaðýný vermez. Ayný þey, para-kapi-
talist için de doðrudur. Sermayesi borç verildiði ve böylece para-ser-
maye olarak hizmet ettiði sürece, kendisine bir faiz, kârýn bir kýsmýný
getirir , ama o, ana para üzerinde tasarrufta bulunamaz. Bu durum,
sermayesini, diyelim bir yýl ya da daha uzun bir süre için borç verdiði ve
kararlaþtýrýlan tarihlerde ana parasý kendisine dönmeksizin faiz aldýðý
zaman açýkça belli olur. Ne var ki, ana paranýn geri dönüþü bile, burada
bir þey deðiþtirmez. Sermayesi geri dönmüþ olsa bile, bu para kendisi
için sermaye olarak –burada para-sermaye olarak– iþlev yaptýðý sürece,
daima o bunu tekrar borç vermek durumundadýr. Bu parayý kendi elin-
de tuttuðu sürece, ona ne faiz getirir ne de sermaye olarak iþ görür; ve
ona faiz getirdiði, sermaye olarak iþ gördüðü sürece de onun elinde
bulunmaz. Sermayeyi her zaman için borç verebilme olanaðý iþte bura-
dan gelir. Tooke’nin Bosanquet’ye yönelttiði aþaðýdaki görüþler iþte bu-
nun için baþtan sona yanlýþtýr. Önce Bosanquet’den þu aktarmayý
(Metallic, Paper and Credit Currency, London 1842, s. 73) yapýyor: “Faiz
oraný %1’e düþecek olsa, borç alýnan sermaye neredeyse sahip bulunu-
lan sermaye ile bir görülebilir.” Tooke buna þu kenar notunu ekliyor:
“Bu ya da daha düþük bir oran ile borç alýnan sermayenin, sahip bulu-
nulan sermaye ile neredeyse bir tutulmasý iddiasý, öylesine garip bir
iddiadýr ki, böylesine zeki ve konu üzerinde yer yer böylesine derin bilgi
sahibi bir yazardan gelmemiþ olsaydý, ciddiye almaya bile deðmezdi.
Varsayým gereði, geriye ödemenin zorunlu bir koþul olduðunu görme-
mezlikten mi geldi, yoksa bunun pek önemli olmadýðýný mý düþünüyor?”
(Th. Tooke, An Inquiry into the Currency Principle, 2nd ed., London 1844,
s. 80.) Faiz = 0 [sayfa 326] olacak olsa, borç sermaye ile çalýþan sanayi

* “Faiz oraný, belli bir miktardaki para-sermayenin kullanýmý için, yýllýk ya da daha uzun ya
da kýsa bir süre için, borç verenin almaya ve borç alanýn da vermeye hazýr olduðu nispi bir mik-
tar olarak tanýmlanabilir. ... Sermaye sahibi bu sermayeyi yeniden-üretim sürecinde fiilen
kullandýðý zaman, bu kimse. borç alanlarýn sayýlarýna olan oranlarýnýn faiz oranýný belirlediði
kapitalistler bölümüne girmez.” -ç.

328 Karl Marks


Kapital III
kapitalisti, kendi sermayesini kullanan kapitalist ile ayný durumda olur.
Her ikisi de, ayný ortalama kârý cebe indirirler ve, ister borç alýnmýþ olsun
ister olmasýn, sermaye, ancak kâr ürettiði sürece sermaye olarak hizmet
eder. Geriye ödeme koþulu hiç bir þeyi deðiþtirmez. Faiz oraný ne kadar
sýfýra yaklaþýrsa, diyelim %1’e düþerse, borç alýnan sermaye, sahip olu-
nan sermaye ile ayný duruma o kadar yaklaþmýþ olur. Para-sermaye,
para-sermaye olarak varolduðu sürece daima o günkü faiz oraný üzerin-
den, diyelim %1 üzerinden ve daima ayný sanayi ve ticari kapitalistler
sýnýfýna borç verilmek zorundadýr. Bunlar, kapitalist olarak iþlev yaptýkla-
rý sürece, borç alýnan sermaye ile iþ yapanla, kendi sermayesi ile iþ
yapan arasýndaki tek fark, bunlardan ilkinin faiz ödemek zorunda ol-
duðu halde ikincisinin böyle bir zorunluluðunun bulunmamasýdýr; bir
tanesi bütün kârýn, k’yi, ötekisi ise, k - f’yi, kâr eksi faizi cebe indirir. Faiz
sýfýra ne denli yaklaþýrsa, k - f, k’ye o kadar yaklaþýr ve þu halde bu iki
sermaye, ayný tutulabilir hale gelir. Bir tanesi, sermayeyi geri vermek ve
yeni baþtan borç almak zorundadýr; diðeri ise, sermaye olarak iþlev ya-
pacaksa, sermayesini tekrar tekrar üretim sürecine yatýrmasý gerekir, ve
bu durumda da onu, bu süreçten baðýmsýz, istediði gibi kullanamaz. Bu
ikisi arasýnda geriye kalan tek açýk fark ise, birisinin sermayesinin sahibi
olmasý, diðerinin ise olmamasýdýr.
Þimdi ortaya çýkan soru þudur: Kârýn, net kâr ve faiz þeklindeki
bu tamamen nicel bölünmesi, nasýl oluyor da, nitel bir bölünme halini
alýyor? Diðer bir deyiþle, nasýl oluyor da, borç deðil de yalnýzca kendi
sermayesini kullanan bir kapitalist, brüt kârýnýn bir kýsmýný, özgül faiz
kategorisi altýnda sýnýflandýrýyor ve bunu böylece ayrý olarak hesaplýyor?
Ve ayrýca, borç alýnmýþ olsun ya da olmasýn her sermaye, faiz getiren
sermaye olarak, nasýl oluyor da kendisinden net kâr getiren sermaye
olarak ayrýlýyor?
Anlaþýldýðýna göre, kârýn her raslansal nitel bölünmesi, bu þekilde
nitel bir bölünme halini almýyor. Örneðin, bazý sanayi kapitalistleri birara-
ya gelip bir iþ kuruyorlar ve sonra kârý, aralarýnda yasal bir anlaþma
uyarýnca bölüþüyorlar. Diðerleri ise, herbiri, ortaðý olmaksýzýn kendi iþini
yapýyor. Bu sonuncular kârlarýný iki baþlýk altýnda, bir kýsmý bireysel kâr,
diðer kýsmý varolmayan ortaklar için þirket kârý olarak hesaplýyorlar. Bu
durumda, nicel bölünme demek ki, nitel bir bölünme halini almýyor. Bu,
mülkiyetin raslansal olarak birkaç tüzel kiþiye ait bulunmasý halinde olur.
Durum böyle deðilse böyle bir þey sözkonusu deðildir.
Bu soruyu yanýtlamak için bizim, faizin oluþumunda, fiili çýkýþ
noktasý üzerinde biraz daha durmamýz gerekiyor; yani para-kapitalist ile
sanayi kapitalistinin birbirlerinin karþýsýna yalnýzca yasal yönden farklý
kiþiler olarak deðil, yeniden-üretim sürecinde büsbütün farklý roller oyna-
yan kimseler, ya da ellerinde,ayný sermayenin gerçekten iki yönlü ve
tamamen farklý hareketler yaptýðý kiþiler olarak çýktýklarý varsayýmýndan
[sayfa 327] hareket etmemiz gerekiyor. Bunlardan birisi sermayeyi yalnýzca

Karl Marks 329


Kapital III
borç veriyor, diðeri ise onu üretken olarak kullanýyor.
Borç sermaye ile çalýþan üretken kapitalist için, brüt kâr, iki kýs-
ma bölünür: borç verene ödemek zorunda olduðu faiz ile, kârdan kendi
payýna düþen ve faizin üzerinde kalan fazlalýk. Eðer, genel kâr oraný veri
ise, bu ikinci kýsým faiz oraný ile, eðer faiz oraný veri ise, genel kâr oraný
ile belirlenir. Ve ayrýca, brüt kâr, toplam kârýn fiili deðeri, her özel du-
rumda ortalama kârdan ne kadar saparsa sapsýn, faal kapitaliste ait olan
kýsým, faiz ile belirlenir, çünkü bu (özel yasal sözleþmeler bir yana býraký-
lýrsa) genel faiz oraný ile saptanmýþ olup, üretim süreci baþlamadan
önce, dolayýsýyla, sürecin sonucu olan brüt kâr elde edilmeden önce
verilmiþ varsayýlýr. Görmüþ olduðumuz gibi, sermayenin gerçek özgül
ürünü artý-deðerdir ya da daha doðrusu kârdýr. Ama borç verilen ser-
maye ile çalýþan kapitalist için bu, kâr deðil, kâr, eksi, faiz, kârýn faiz
ödendikten sonra kendisine kalan kýsmýdýr. Bu nedenle kârýn bu kýsmý
ona zorunlu olarak, faal olduðu sürece sermayenin bir ürünü olarak
görünür; ve bu, onu ilgilendirdiði kadarýyla böyledir de, çünkü, o ser-
mayeyi, ancak faal bir sermaye olarak temsil eder. Sermaye iþlev yaptýðý
sürece o, bu sermayenin kiþileþmiþ þeklidir, ve sermaye, sanayi ya da
ticarete kârlý biçimde yatýrýldýðý sürece iþlev yapar; bu gibi iþlevler bu
sermaye ile ilgili sanayi kolunun öngördüðü biçimde ve bir giriþimci
aracýlýðý ile yerine getirilir. Brüt kârdan, parayý borç verene ödemek zorun-
da olduðu faizden ayrý ve farklý olarak, kârdan onun hissesine düþen
kýsým zorunlu olarak, sanayi ya da ticari kâr biçimini, ya da bunlarýn her
ikisini de kapsayan Almanca bir terimle, Unternehmergewinn (giriþim
kârý) biçimini alýr. Brüt kâr eðer ortalama kâra eþit olursa, giriþim kârýnýn
büyüklüðü yalnýzca faiz oraný ile belirlenir. Brüt kâr eðer ortalama kâr-
dan saparsa, bunun ortalama kârdan farký (her ikisinden de faiz
düþüldükten sonra), ister özel bir alandaki kâr oranýnýn genel kâr ora-
nýndan, ister belirli bir alanda bireysel bir kapitalistin elde ettiði kârýn bu
alandaki ortalama kârdan gösterdiði sapma þeklinde olsun, geçici bir
süre için bir sapmaya yolaçan bütün koþullar tarafýndan belirlenir. Bu-
nunla birlikte, görmüþ olduðumuz gibi, üretim sürecinin kendi içersinde
kâr oraný yalnýzca artý-deðere baðlý olmayýp ayrýca, üretim araçlarýnýn
satýnalma fiyatlarý, ortalamadan daha üretken olan yöntemler, deðiþ-
meyen sermayeden saðlanan tasarruflar, vb., gibi birçok baþka koþullara
da baðlýdýr. Ve üretim-fiyatlarýnýn dýþýnda bir de bazý özel durumlara, her
alýþveriþ iþleminde kapitalistin gösterdiði kurnazlýk ve çabanýn derecesi-
ne, üretim-fiyatlarýnýn ne ölçüde üzerinde ya da altýnda satýn aldýðýna ya
da sattýðýna ve böylece dolaþým sürecindeki toplam artý-deðerin ne ka-
dar büyük ya da küçük kýsmýna elkoyduðuna baðlýdýr. Her ne olursa
olsun, brüt kârýn nicel bölünümü burada nitel bir bölünüme dönüþür ve
nicel bölünümün kendisi, bölünecek olan þeye, faal, kapitalistin sermay-
esini iþletme tarzýna, iþlev yapan bir kapitalist olarak, yani faal kapitalist
olarak iþlevlerinin [sayfa 328] sonucunda sermayenin kendisine saðladýðý

330 Karl Marks


Kapital III
brüt kâra baðlý olduðu için, bu daha da fazla böyle olur. Ýþlev yapmakta
olan kapitalistin, burada, sermayenin sahibi olmadýðý kabul edilmiþtir.
Onun bakýmýndan sermayenin sahipliðini, para-kapitalisti, borç veren
kimse temsil eder. Bu nedenle, para-kapitaliste ödediði faiz, brüt kâr-
dan, sermayenin mülkiyetine bu niteliðiyle ödenmesi gerekli kýsým ola-
rak görünür. Kârdan faal kapitaliste düþen kýsým bundan farklý olarak,
þimdi, yeniden-üretim sürecinde sýrf bu sermaye ile yerine getirdiði iþlem
ya da iþlevlerden, yani özellikle sanayi ya da ticarette, giriþimci olarak
yaptýðý iþlevlerden doðan giriþim kârý olarak görünür. Onun bakýmýndan
faiz, bu yüzden ona, sahip bulunulan sermayenin, “çalýþmadýðý”, iþlev
yapmadýðý için sermayenin yeniden-üretiminden soyutlanmýþ sermaye-
nin ürünü olarak görünür; giriþim kârý ise ona, sýrf bu sermaye ile yerine
getirdiði iþlevlerin ürünü olarak, sermayenin hareket ve faaliyetinin, ona,
üretim sürecine katýlmayan para-kapitalistin hareketsizliði karþýsýnda ken-
di hareketliliði olarak görünen bir faaliyetin bir ürünü olarak görünür.
Brüt kârýn iki kýsmý arasýndaki bu nitel ayrým, faizin, bizzat sermayenin,
üretim süreciyle bir iliþkisi bulunmayan bir sermaye mülkiyetinin bir
ürünü, giriþim kârýnýn ise, faal sermayenin, üretim sürecinde iþlev yapan
sermayenin ve dolayýsýyla, sermayeyi kullananýn yeniden-üretim süre-
cinde oynadýðý faal rolün bir ürünü olduðu þeklindeki bu ayrým, hiç bir
zaman, bir yanda para-kapitalistin, öte yanda sanayi kapitalistinin sýrf
öznel bir düþüncesi deðildir. Bu, nesnel bir olguya dayanýr; çünkü faiz,
para-kapitaliste, sermayenin sýrf sahibi olan kimseye, þu halde, serma-
yenin mülkiyetini ancak üretim sürecinden önce ve o süreç dýþýnda
temsil eden borç verene gittiði halde, giriþim kârý yalnýz sermayenin sa-
hibi olmayan faal kapitaliste gider.
Brüt kârýn, her ikisi de ayný sermaye ve dolayýsýyla bu sermayenin
ürettiði kâr üzerinden farklý yasal haklara sahip iki ayrý kimse arasýnda
sýrf nicel bölüþümü böylece, hem borç alýnan sermaye ile iþ gördüðü
sürece sanayi kapitalisti için ve hem de, sermayesini bizzat kendisi kul-
lanmadýðý sürece para-kapitalist için nitel bir bölünüm halini alýr. Kârýn
bir kýsmý þimdi bir biçim içersindeki sermayeden bu haliyle gelen bir
ürün olarak, faiz olarak görünür; diðer kýsmý, sermayenin özgül bir ürü-
nü olarak, karþýt bir biçim içersinde, ve dolayýsýyla giriþim kârý olarak
görünür. Birisi, sýrf sermaye ile iþ görmenin bir ürünü, faaliyet halindeki
sermayenin ya da faal kapitalist tarafýndan yerine getirilen iþlevlerin bir
ürünü olarak görünür. Ve brüt kârýn iki kýsmýnýn birbirleri karþýsýnda,
sanki temelden farklý iki kaynaktan geliyorlarmýþ gibi böylece
katýlaþmalarý ve baðýmsýzlaþmalarý, þimdi tüm kapitalist sýnýf ve toplam
sermaye için kesin ve saðlam bir þekil alýr. Ve öyle ki, faal kapitalistin
kullandýðý sermayenin borç alýnmýþ olup olmamasýnýn, para-kapitaliste
ait sermayenin kendisi tarafýndan kullanýlýp kullanýlmamasýnýn bir öne-
mi kalmaz. Her sermayenin kârý ve dolayýsýyla sermayelerin eþitlenmesi
yo-luyla saptanan ortalama kâr, nitelik bakýmýndan farklý, karþýlýklý ola-

Karl Marks 331


Kapital III
rak baðýmsýz ve [sayfa 329] kendi baþýna bireyselleþmiþ iki kýsma bölünmüþ
ya da ayrýlmýþtýr: faiz ve giriþim kârý; ve bunlarýn her ikisi de ayrý yasalar
ile belirlenmiþlerdir. Kendi sermayesi ile çalýþan kapitalist de, borç alýn-
an sermaye ile iþ gören kapitalist gibi, brüt kârýný, sermayenin sahibi ve
kendi kendisine borç veren olarak faize, ve, iþlevini yerine getiren faal
bir kapitalist olarak kendisine düþen giriþim kârýna ayýrýr. Bu bölünme
bakýmýndan demek ki, nitel bir bölünme olmasý nedeniyle, kapitalistin
gerçekten bir baþkasýyla bölüþmek zorunda olup olmamasýnýn bir öne-
mi yoktur. Sermayeyi kullanan, kendi sermayesi ile iþ görürken bile, iki
kiþiliðe bölünür: sermayenin sahibi ve sermayenin kullanýcýsý; sermaye-
sinin getirdiði kâr kategorileri bakýmýndan kendi sermayesi de gene,
sermaye-mülkiyete, üretim süreci dýþýnda bulunan ve kendi kendisine
faiz getiren sermayeye ve, üretim süreci içersinde bulunan ve iþlevi sonu-
cu giriþim kârý getiren sermayeye bölünür.
Bu nedenle faiz artýk, sanayici kapitalistin bir baþkasýna ait ser-
maye ile iþ görürken zaman zaman ortaya çýkan ve üretim için bir önem
taþýmayan brüt kârýn bir bölünmesi olarak görünmeyecek biçimde iyice
yerleþmiþ oluyor. Sanayi kapitalistinin kârý, kendisine ait sermaye ile
çalýþtýðý zaman bile, faiz ve giriþim kârýna bölünür. Sýrf nicel bir bölünme,
böylece nitel bir bölünme halini alýr. Bu dönüþme, sanayici kapitalistin,
kendisine ait sermaye ile çalýþýp çalýþmamasý gibi raslantýya baðlý bir
duruma baðlý olmayarak meydana gelir. Burada sözkonusu olan, yalnýz,
kârdan, farklý kimselere ayrýlan farklý paylar deðil, sermaye ile iliþkisi
farklý olan, þu halde, sermayenin farklý yönleriyle iliþkisi bulunan iki farklý
kâr kategorisidir.
Þimdi, brüt kârýn faize ve giriþim kârýna bu bölünmesi nitel bir
bölünme halini alýnca, bunun, toplam sermaye ve tüm kapitalistler sýnýfý
için, niçin nitel bir bölünme niteliðini aldýðýnýn nedenlerini bulup çýkart-
mak kolaydýr.
Birinci olarak bu, sanayici kapitalistlerin çoðunluðu farklý sayýsal
oranlarda olsa bile, hem kendi sermayeleri ve hem de borç alýnan ser-
mayeler ile iþ görmeleri ve deðiþik zamanlarda, kendi sermayeleri ile
borç alýnan sermaye arasýndaki oranýn deðiþmesi gibi, basit bir görgücül
durumdan ileri geliyor.
Ýkinci olarak, brüt kârýn bir kýsmýnýn faiz biçimine dönüþmesi,
onun diðer kýsmýný giriþim kârýna çevirir. Bu kâr gerçekte, brüt kârýn
faizden sonra kalan fazla kýsmýnýn, faiz baðýmsýz bir kategori olarak var-
lýk kazanýr kazanmaz aldýðý karþýt biçimden baþka bir þey deðildir. Brüt
kârýn nasýl olup da faiz ve giriþim kârý olarak farklýlaþtýðý sorunu ko-
nusundaki bütün tahliller, sonunda, nasýl olup da brüt kârýn bir kýsmýnýn
genel olarak faiz þeklinde katýlaþýp baðýmsýzlýk kazandýðýnýn araþtýrýlmasý
halini alýr. Ne var ki, tarih içersinde, faiz getiren sermaye, bütünleþmiþ
geleneksel bir biçim olarak ve þu halde, faiz de sermayenin ürettiði artý-
deðerin bütünleþmiþ bir alt-bölümü olarak, kapitalist üretim tarzýndan

332 Karl Marks


Kapital III
ve [sayfa 330] beraberinde getirdiði sermaye ve kâr kavramlarýndan çok
daha önce varolmuþtur. Ýþte bu nedenle halkýn kafasýnda para-sermaye
ya da faiz getiren sermaye, hâlâ, sermaye deyince, onun par excellence*
þekli olarak yaþamaktadýr. Öte yandan, Massie’nin zamanýna kadar ege-
men olan, karþýlýðýnda faiz ödenen þeyin para olarak para olduðu
þeklindeki düþüncenin nedeni de iþte budur. Borç verilen sermayenin,
ister fiilen sermaye olarak kullanýlsýn ister kullanýlmasýn –sýrf tüketim
için borç alýndýðý zaman bile– faiz getirmesi olgusu, bu sermaye biçimi-
nin baðýmsýz olarak varolduðu düþüncesine güç kazandýrýr. Kapitalist
üretim tarzýnýn baþlangýç dönemi boyunca, faizin kâr karþýsýnda ve faiz
getiren sermayenin sanayi sermayesi karþýsýnda sahip bulunduðu baðým-
sýzlýðýn en iyi kanýtý, faizin, brüt kârýn yalnýzca bir kýsmý olduðu gerçeðinin,
ancak 18. yüzyýlýn ortalarýnda (önce Massie** ve ondan sonra Hume***
tarafýndan) keþfedilmesi, ve böyle bir buluþa genel bir gereksinme
duyulmuþ olmasýdýr.
Üçüncü olarak, sanayici kapitalistin, kendisine ait ya da borç alýn-
an sermaye ile iþ görmesi, para-kapitalistler sýnýfýnýn onun karþýsýna, özel
türde kapitalistler, para-sermayenin özel türde bir sermaye, ve faizin, bu
tür sermayeye özgü baðýmsýz bir artý-deðer biçimi olarak çýkmasý ol-
gusunu hiç bir þekilde deðiþtirmez.
Nitel deyiþle, faiz, sýrf sermaye sahipliðiyle saðlanan artý-deðerdir;
bu artý-deðeri, sermaye sahibi, yeniden-üretim sürecinin dýþýnda kalmýþ
olsa bile, sermaye, sermaye olarak saðlamýþtýr. Demek ki, faiz, sermaye-
nin, kendi süreci dýþýnda gerçekleþtirdiði artý-deðerdir.
Nicel deyiþle, kârýn faizi teþkil eden kýsmý, sermaye olarak sanayi
ya da ticaret sermayesi ile deðil, para-sermaye ile iliþkili görünmektedir,
ve artý-deðerin bu kýsmýnýn oraný, faiz oraný, bu iliþkiyi güçlendirmekte-
dir. Çünkü, her þeyden önce, faiz oraný, genel kâr oranýna baðlý olduðu
halde, baðýmsýz olarak belirlenir; sonra, faiz oraný, metalarýn piyasa-fiyatý
gibi, kavranýlmasý güç kâr oranýnýn tersine, sabit, tekbiçimli, somut ve ne
kadar deðiþirse deðiþsin daima belli bir baðýntý içersinde görünür. Bütün
sermaye, sanayi kapitalistlerinin elinde olsaydý, faiz ve faiz oraný diye bir
þey olmazdý. Brüt kârýn nicel bölünümünün aldýðý baðýmsýz biçim, nitel
bir bölünüm yaratýyor. Sanayi kapitalisti kendisini, para-kapitalist ile
karþýlaþtýracak olsa, onu karþýsýndakinden ayýrdeden þey, yalnýz elde et-
tiði giriþim kârý, brüt kârýn, ortalama faizi –bu ortalama faiz, faiz oraný
sayesinde belli bir görgücül büyüklük gibi görünür– aþan fazlalýðý olurdu.
Yok eðer kendisini, borç aldýðý sermaye ile deðil kendi sermayesi ile
çalýþan kapitalist ile karþýlaþtýracak olsa, bu kapitalist ondan yalnýzca, bir

* En üstün, en yetkin. -ç.


** [J. Massie,] An Essay on the Governing Causes ofthe Naturai Rate of Interest, London
1750. -Ed.
*** D. Hume, “On Interest”, Essays and Treatises on Several Subjects, Vol. I, London 1764. -
Ed.

Karl Marks 333


Kapital III
baþkasýna faiz ödeyecek yerde, faizi cebe indiren bir para-kapi-
[sayfa 331]
talist olmasý bakýmýndan ayrýlýrdý. Brüt kârýn faizden farklý olan kýsmý,
ona, her iki durumda da giriþim kârý olarak, ve faizin kendisi de, serma-
yenin, üretken biçimde kullanýlmamýþ olsa bile, sermaye olarak getirdiði
artý-deðer olarak görünürdü.
Bu, bireysel kapitalist için pratik anlamda doðrudur. Bireysel ka-
pitalist, sermayesinden, ya faiz getiren sermaye þeklinde ödünç vererek,
ister sermayesi baþlangýçta para-sermaye biçiminde olsun ister henüz
para-sermayeye çevrilecek halde bulunsun, ya da üretken sermaye gibi
kullanýp deðerini geniþleterek yararlanmak üzere bir seçim yapma
olanaðýna sahiptir. Ama bunu, bazý vülger Ýktisatçýlarýn yaptýklarý gibi
toplumun toplam sermayesine uygulamak, ve hele, kârýn nedeni olarak
gösterecek kadar ileriye gitmek haliyle mantýksýzlýk olur. Para þeklindeki
nispeten küçük bir kýsým dýþýnda kalan ve, toplam sermayeyi oluþturan
üretim araçlarýný satýn alacak ve bunlardan yararlanacak kimseler ol-
maksýzýn, bütün sermayeyi para-sermayeye çevirme fikri, hiç kuþkusuz
düpedüz saçmalýktýr. Hele, sermayenin, herhangi bir üretken iþlevi yeri-
ne getirmeksizin, yani faizin ancak bir kýsmýný teþkil ettiði artý-deðeri
yaratmaksýzýn, kapitalist üretim temeli üzerinde faiz saðlayabileceðini;
kapitalist üretim tarzýnýn, kapitalist üretim olmaksýzýn da yoluna devam
edebileceðini düþünmek daha da büyük saçmalýk olur. Eðer kapitalist-
lerin çok büyük bir kýsmý, sermayelerini para-sermayeye çevirecek ol-
saydý, para-sermayede korkunç bir deðer kaybý, faiz oranýnda müthiþ bir
düþme olur, pek çoðu hemen, faizle yaþamlarýný sürdüremeyecek hale
gelir ve tekrar sanayi kapitalisti haline gelmek zorunda kalýrlardý. Ama,
yineliyoruz, bu ancak bireysel kapitalist için sözkonusudur. Ýþte bunun
için, bireysel kapitalist, kendi sermayesi ile iþ görürken bile, ortalama
kârýnýn, ortalama faize eþit olan kýsmýný zorunlu olarak, sermayesinin
sermaye olarak, üretim sürecinden ayrý ve baðýmsýz bir ürünü olarak
görür; ve brüt kârýn, faiz þeklinde baðýmsýzlaþmýþ bu kýsmýndan farklý
olarak, arta kalan kýsmýný, giriþim kârý sayar.
Dördüncü olarak, [elyazmasýnda bir boþluk].
Böylece görmüþ oluyoruz ki, kârýn, borç alýnan sermayenin sahi-
bine, iþlev yapmakta olan kapitalist tarafýndan ödenmesi gerekli kýsmý,
borç alýnmýþ olsun olmasýn bütün sermayelerin sermaye olarak, faiz adý
altýnda saðlamýþ olduklarý bir kýsým kâr için baðýmsýz bir biçime dönüþmüþ
oluyor. Bu kýsmýn büyüklüðü, ortalama faiz oranýna baðlýdýr. Bunun kö-
keni hâlâ kendisini, iþlev yapmakta olan kapitalistin, sermayesinin sahibi
olduðu zaman, bu faiz oranýnýn belirlenmesinde rakip durumunda –hiç
deðilse faal rakip durumunda– bulunmamasý olgusunda ortaya koyar.
Kârýn, kâr üzerinde farklý yasal haklarý olan iki kiþi arasýnda bu tamamen
nicel bölünümü, sermaye ile kârýn kendi öz niteliklerinden doðarmýþ
gibi görünen nitel bir bölünme halini alýyor. Çünkü, daha önce de görmüþ
olduðumuz gibi, kârýn bir kýsmý, her zaman ve her yerde, faiz [sayfa 332]

334 Karl Marks


Kapital III
biçimine girer girmez, ortalama kâr ile faiz arasýndaki fark ya da kârýn
faizin üzerinde kalan kýsmý, faize zýt bir biçime – giriþim kârý biçimine
giriyor. Bu iki biçim, faiz ve giriþim kârý, ancak zýt biçimler olarak va-
rolurlar. Öyleyse, yalnýzca farklý kategoriler, baþlýklar ya da adlar altýna
konulan kýsýmlarý olarak bunlarýn artý-deðerle deðil, daha çok birbirleri-
yle bir baðýntýlarý vardýr. Sýrf kârýn bir kýsmý faize dönüþtüðü içindir ki,
diðer kýsým giriþim kârý olarak görünür.
Biz burada kâr dediðimiz zaman daima ortalama kârý anlatmak
istiyoruz, çünkü, ister bireysel kârlarda, ister farklý alanlardaki kârlarda
olsun, görülen deðiþiklikler, öyleyse, rekabet savaþýmý ile, ortalama kârýn
ya da artý-deðerin daðýlýmýný etkileyen diðer durumlardan doðan deðiþik-
likler, bu incelemede bizi ilgilendirmemektedir. Bu, genellikle bütün bu
inceleme için geçerlidir.
Demek ki faiz, sermaye sahipliðinin, ister yeniden-üretim süreci-
nin dýþýnda kalan borç verene, ister sermayesini üretken bir biçimde
kullanan sermaye sahibine olsun, bu sermaye sahipliði niteliði ile saðla-
dýðý, Ramsay’ýn verdiði adla, net kârdýr. Ne var ki sermaye bu ikinci du-
rumdaki sahibine de bu net kârý, üretken kapitalist olduðu için deðil,
para-kapitalist, kendi sermayesini faiz getiren sermaye þeklinde, faal ka-
pitalist niteliðiyle kendisine borç veren bir kimse olduðu için saðlar. Pa-
ranýn ve genel olarak deðerin sermayeye çevrilmesi nasýl kapitalist üreti-
min devamlý bir sonucu ise, sermaye olarak varlýðý da gene onun de-
vamlý önkoþuludur. Üretim araçlarýna dönüþebilme olanaðýyla, para ola-
rak karþýlýðý ödenmeyen emeðe kumanda eder ve böylece, metalarýn
üretim ve dolaþým süreçlerini, sahibi için artý-deðer üretimine çevirir. Bu
nedenle faiz, genellikle deðerin –onun genel toplumsal biçiminde
maddeleþen emeðin-, fiili üretim sürecinde üretim araçlarýnýn biçimine
giren deðerin, canlý emek-gücünün karþýsýna baðýmsýz bir güç olarak
çýkmasý ve karþýlýðý ödenmeyen emeðe elkoymasýnýn bir aracý olmasý
olgusunun bir ifadesidir; ve deðerin böyle bir güç olmasýnýn nedeni de,
emekçinin karþýsýnda, bir baþkasýnýn malý olarak yeralmasýdýr. Ama öte
yandan, ücretli emek karþýsýndaki bu zýt durum, faiz biçiminde yokolur;
çünkü, faiz getiren sermayenin, faiz getiren sermaye olarak karþýtý, ücretli
emek deðil, üretken sermayedir. Borç veren kapitalist, borç veren kapi-
talist olarak, yeniden-üretim sürecinde, fiili iþlevini yerine getiren kapita-
listin karþýsýna, kapitalist üretim altýnda, üretim araçlarýndan tamamen
yoksun hale getirilmiþ ücretli emekçi olarak çýkmaz. Faiz getiren ser-
maye, iþlev olarak sermayeden farklý ve ayrý, mülkiyet olarak sermaye-
dir. Ne var ki sermaye, iþlevini yerine getirmediði sürece emekçiyi sö-
mürmez ve emekle bir zýtlýk içersine girmez.
Öte yandan, giriþim kârý, ücretli emek ile zýt bir iliþki içersinde
olmayýp, yalnýz faizle zýtlýk içersindedir.
Birincisi, ortalama kâr veri kabul edilirse, giriþim kârý oraný, ücret-
lerle deðil, faiz oraný ile belirlenir. Faiz oraný ile ters orantýlý olarak [sayfa 333]

Karl Marks 335


Kapital III
yüksektir ya da düþüktür.72
Ýkincisi, iþlev yapan kapitalistin, giriþim kârý üzerindeki hakký, do-
layýsýyla giriþim kârýnýn kendisi, sermaye üzerindeki sahipliðinden deðil,
sermayenin yalnýzca durgun bir mülkiyet halinde olduðu belirli bir biçi-
minden farklý olarak, sermayenin iþlevinden doðar. Kapitalistin, borç
alýnan sermaye ile iþ yaptýðý ve bu yüzden de faiz ile giriþim kârýnýn farklý
kimselere gittiði durumlarda, bu, hemen göze çarpan bir zýtlýk halinde
kendisini ortaya koyar. Giriþim kârý, sermayenin, yeniden-üretim süre-
cindeki iþlevinden, þu halde, iþlev yapan kapitalistin, sanayi ve ticaret
sermayesinin bu iþlevlerini yerine getirmesini saðlayan iþlem ve hareket-
lerinin bir sonucu olarak doðar. Ama, iþlev yapan sermayeyi temsil et-
mek, faiz getiren sermayeyi temsil etmek gibi, eli-kolu baðlý oturmakla
olmaz. Kapitalist üretimde, kapitalist, üretim ve dolaþým süreçlerini yö-
netir. Üretken emeðin sömürülmesi, ister bizzat kendisi, ister onun adý-
na bir baþkasý onu sömürmüþ olsun, bir çaba harcamayý gerektirir. Bu
nedenle, giriþim kârý ona, faizden farklý, sermayenin sahipliðinden baðým-
sýz olarak, daha çok, mülksüz bir kimse – bir emekçi olarak iþlevinin bir
sonucu gibi görünür.
Ýþte bu nedenle, onda, zorunlu olarak, elde ettiði giriþim kârýnýn,
ücretli emeði zýt düþen bir þey olmaktan çok uzak, baþkalarýnýn karþýlýðý
ödenmeyen emeðiyle bir iliþkisi olmayan, emeðin denetim ve yönetimi-
yle ilgili, ve sýradan bir iþçininkinden daha yüksek bir ücret ya da ücret-
ler olduðu konusunda bir düþünce yereder; bu ücretlerin daha yüksek
olmasýnýn nedenleri de, 1) onun yaptýðý iþin çok daha karmaþýk olmasý,
ve 2) bu ücretleri onun kendi kendisine ödemesidir. Kapitalist olarak
iþlevinin, artý-deðer, yani karþýlýðý ödenmeyen emek yaratmak ve bunu
en ekonomik koþullar altýnda yapmaktan ibaret bulunduðu olgusu, fai-
zin kapitalist iþlevini yerine getirmediði, sýrf sermaye sahibi olduðu za-
man bile kapitalistin payýna düþmesi, ve buna karþýlýk, iþ gördüðü
sermayenin sahibi olmasa bile, iþlev yapan kapitalistin giriþim kârýný pay
olarak almasý zýtlýðý içersinde tamamen gözden kaybolur. Kârýn, þu hal-
de artý-deðerin bölündüðü iki kýsmýnýn birbirine zýt biçimleri nedeniyle,
o, bu her iki kýsmýn da, yalnýzca artý-deðerin kýsýmlarý olduðunu, ve bu
bölünmenin, artý-deðerin niteliði, kökeni ve varlýk biçiminde hiç bir þeyi
deðiþtirmediðini unutur.
Yeniden-üretim sürecinde iþlev yapan kapitalist, sermayeyi, ücretli
emekçilerin karþýsýnda bir baþkasýnýn malý olarak temsil eder, ve iþlev
yapan kapitalist tarafýndan temsil edilen para-kapitalist, emeðin sömü-
rülmesine katýlýr. Yatýrým yapan kapitalistin, iþlevini, emekçileri kendi
hesabýna çalýþtýrmak ya da ancak iþçilerin karþýsýnda üretim araçlarýnýn
kiþileþmiþ þekli olarak, üretim araçlarýný sermaye gibi kullanmakla [sayfa
72
“Ýþletmenin kârlarý, sermayenin kârlarýna baðlýdýr, sermayenin kârlarý iþletmenin kârlarýna
baðlý deðildir.” (Ramsay, Essay on the Distribution of Wealth, s. 214. Ramsay için net kâr, her
zaman faiz demektir.)

336 Karl Marks


Kapital III
334] yerine getirebileceði olgusu, sermayenin yeniden-üretim sürecindeki
iþlevi ile, yeniden-üretim süreci dýþýndaki yalnýzca sahipliði arasýndaki
çeliþki içersinde unutulup gitmiþtir.
Gerçekte, kârýn, yani artý-deðerin iki kýsmýnýn girdikleri, faiz ve
giriþim kârý biçimleri, bunlarýn emekle hiç bir baðýntýsýný ifade etmez,
çünkü, bu baðýntý yalnýz emekle kâr , ya da daha doðrusu, bir toplam, bir
bütün olarak artý-deðer, bu iki kýsmýn birliði arasýnda vardýr. Bu kârýn
bölünme oraný, bu bölünmeyi öngören farklý yasal haklar, kârýn zaten
mevcut bulunduðu varsayýmýna dayanýr. Bu nedenle, eðer kapitalist kul-
landýðý sermayenin sahibi ise, tüm kârý ya da artý-deðeri cebe indirir. Ka-
pitalistin bunu böyle yapmasýnýn ya da kârýn bir kýsmýný bir üçüncü kiþiye
vermek zorunda olmasýnýn iþçi için hiç bir anlamý bulunmadýðý apaçýk-
týr. Kârýn, iki tür kapitalist arasýnda bölünme nedenleri, böylece, farkýnda
olmadan, bölünecek kârýn ve sermayenin sermaye olarak, daha sonra
herhangi bir bölünme olmaksýzýn yeniden-üretim sürecinden saðladýðý
artý-deðerin varlýk nedenleri halini alýrlar. Faiz giriþim kârýna ve giriþim
kârý da faize karþý olduðuna ve her ikisi de emeðe deðil birbirine karþý zýt
durumda yer aldýklarýna göre, buradan, giriþim kârý, artý, faizin, yani kârýn,
ve daha sonra da artý-deðerin nereden geldikleri sorusu ortaya çýkar.
Kârýn bu iki kýsmýnýn, birbirine zýt tarzlarýndan mý! Ne var ki kâr, bu
bölünme daha yapýlmadan önce, böyle bir bölünmenin sözkonusu ol-
masý henüz olanaksýzken üretilmiþtir.
Faiz getiren sermaye bu niteliði içersinde, ancak, borç verilen
para gerçekten sermayeye çevrildiði ve bununla, faizin bir kýsmýný teþkil
ettiði bir fazlalýk üretildiði sürece kalabilir. Ama bu durum, üretim süre-
cinden baðýmsýz olarak faiz saðlamanýn sermayenin organik özelliði ol-
masýný ortadan kaldýrmaz. Bunun gibi, emek-gücü de, deðer üretme
özelliðini, ancak, emek-sürecinde kullanýldýðý ve maddeleþtirildiði süre-
ce korur, ama bu gene de onun potansiyel bir güç olarak deðer yaratan
bir faaliyet ve kuvvet olduðu, ve bu niteliði gereði, üretim sürecinden
çýkmayýp, daha çok, bu süreçten önce varolduðu olgusuna karþý bir
iddia olamaz. Emek-gücü, iþte bu deðer yaratma yetisi nedeniyle satýn
alýnýr. Bir kimse onu, üretken biçimde çalýþtýrmaksýzýn da, sýrf kiþisel
amaçlarý için, örneðin, kiþisel hizmetler, vb. için de satýn alabilir. Ayný þey
sermaye için de geçerlidir. Sermayeyi sermaye olarak kullanmak, do-
layýsýyla, onun özünde bulunan artý-deðer yaratma niteliðini fiilen hare-
kete geçirip geçirmemek, onu borç alanýn bileceði bir þeydir. Onun kar-
þýlýðýnda ödeme yaptýðý þey, her iki durumda da, bir meta olarak ser-
mayenin özünde taþýdýðý potansiyel artý-deðerdir.

––––––––––––

Þimdi giriþim kârýný biraz daha ayrýntýlarýyla görelim.


Kapitalist üretimde, sermayenin kendisine özgü toplumsal nite-

Karl Marks 337


Kapital III
liði [sayfa 335] –baþkalarýna ait emek-gücüne kumanda etme niteliði– sabit
hale geldiðine ve böylece faiz, bu iç baðýntý içersinde sermayenin üret-
tiði artý-deðerin bir kýsmý olarak göründüðüne göre, artý-deðerin öteki
kýsmý –giriþim kârý– zorunlu olarak, sermaye olarak sermayeden deðil,
farklý varlýk biçimi sermaye üzerinden faiz teriminde ifadesini bulan,
kendi özgül toplumsal niteliðinden ayrýlmýþ bulunan üretim sürecinden
geliyormuþ gibi görünür. Oysa, sermayeden ayrýlmýþ üretim süreci, dü-
pedüz emek-sürecidir. Bu nedenle, sanayici kapitalist, sermaye sahibin-
den farklý olarak, sermaye iþleten olarak deðil, daha çok, sermaye ile
iliþkisi bulunmayan bir görevli, ya da genellikle emek-sürecinin düpedüz
bir yürütücüsü, bir iþçi ve gerçek ücretli bir emekçi gibi görünür.
Faiz bu niteliði ile, emek koþullarýnýn varlýðýný, emeðe karþý top-
lumsal koþullarý içersinde, emek karþýsýnda ve emek üzerinde kiþisel bir
güce dönüþmüþ bir durumda, kesenkes sermaye olarak ifade eder. Faiz,
sermaye sahipliðini, baþkalarýnýn emek ürünlerinin ele geçirilmesi aracý
olarak ifade eder. Ne var ki o, sermayenin bu özelliðini, üretim sürecinin
dýþýnda ona ait bulunan ve hiç bir þekilde, bu üretim sürecinin kendisi-
nin özellikle kapitalist niteliðinin bir sonucu olmayan bir þeymiþ gibi
temsil eder. Faiz, bu niteliði, doðrudan emeðe karþýt bir durum olarak
deðil de, daha çok, emekle iliþkisi bulunmayan ve düpedüz bir kapita-
listten diðerine bir iliþki olarak temsil eder. Dolayýsýyla, bu, sermayenin
emekle olan iliþkisinin dýþýnda ve onunla herhangi bir baðýntýsý olmayan
bir niteliktir. Ýþte bu yüzden, faizde, sermayenin çeliþkili niteliðinin baðým-
sýz bir biçime kavuþtuðu kârýn bu özgül þeklinde bu iþ sözü edilen
çeliþkinin tamamen ortadan silindiði ve soyutlandýðý bir tarzda yapýlmýþtýr.
Faiz, kapitalist ile emekçi arasýnda deðil, iki kapitalist arasýndaki bir
iliþkidir.
Öte yandan, faizin bu þekli, kârýn diðer kýsmýna, nitel bir giriþim
kârý biçimini ve daha sonra da yönetim ve denetim ücretleri biçimini
kazandýrýr. Kapitalistin kapitalist olarak yerine getirmek zorunda bulun-
duðu ve emekçiden farklý ve onun karþýsýnda bulunduðu için kendisine
düþen özgül iþlevler, düpedüz emeðe ait iþlevlermiþ gibi gösterilir. Kapi-
talist, kapitalist olarak çalýþtýðý için artý-deðer yaratmaz, kapitalist kimliði-
ne bakýlmaksýzýn, sýrf o da çalýþtýðý için artý-deðer yaratýr. Böyle olunca,
artý-deðerin bu kýsmý artýk artý-deðer deðil, onun karþýtý, harcanan bir
emeðin eþdeðeridir. Sermayenin yabancýlaþmýþ niteliði, emekle olan zýt-
lýðý, fiili sömürü sürecinin dýþýnda bir yere, yani faiz getiren sermayeye
aktarýldýðý için, bu sömürü sürecinin kendisi de, içersinde faal kapitali-
stin, yalnýzca emekçiden farklý türde bir emek harcadýðý, yalýn bir emek-
süreci olarak görünür. Ýþte böylece, sömüren emekle sömürülen emeðin
her ikisi de, emek olarak, özdeþ görünür. Sömüren emek de, týpký sömür-
ülen emek kadar emektir. Sermayenin toplumsal biçimi faize aktarýl-
mýþtýr, ama tarafsýz ve iliþkisiz bir biçimde ifade edilmiþ olarak. Serma-
yenin ekonomik iþlevi, giriþim kârýna aktarýlmýþtýr ama, bu iþlevin özgül

338 Karl Marks


Kapital III
kapitalist niteliðinden soyutlanmýþ olarak.
[sayfa 336]
Kapitalistin bu durumda da, aklýndan, bu kitabýn ikinci kýsmýnda,
ortalama kârýn eþitlenmesi ile ilgili telafi nedenleri üzerine söylenen ayný
þeyler geçer. Artý-deðerin bölüþümüne belirleyici olarak giren bu telafi
nedenleri, kapitalistin kafasýnda, kârýn kökeninin ve (öznel) haklý göster-
me nedenlerinin temeli gibi görülecek þekilde çarpýtýlmýþtýr.
Giriþim kârýný, emeðin yönetim ve denetim ücretleri olarak kabul
eden ve giriþim kârýnýn faize karþýtlýðýndan doðan anlayýþ, kârýn bir kýs-
mýnýn gerçekten de ayrýlabilmesi ve uygulamada da ücretler olarak
ayrýlmýþ olmasý ya da daha doðrusu tersine, kapitalist üretimde ücretle-
rin bir kýsmýnýn, kârýn bütünleyici bir parçasý olarak görünmesi olgusu ile
daha da güç kazanmýþtýr. Bu kýsým, Adam Smith’in doðru olarak anladý-
ðý gibi, bir yandan kârdan (faiz ve giriþim kârýnýn toplamý olarak kârdan)
ve öte yandan, faiz düþüldükten sonra, hacimleri, vb., bir yönetici için
özel bir maaþý haklý gösteren yeterli bir iþbölümüne izin veren iþkollarýnýn
yönetim giderlerinde giriþim kârý olarak geriye kalan kâr parçasýndan
tamamen baðýmsýz ve bütünüyle ayrýlmýþ, katýksýz biçimi içersinde ken-
disini gösterir.
Denetim ve yönetim emeði, doðal olarak doðrudan üretim süre-
cinin bileþik toplumsal bir süreç biçimini aldýðý yerlerde gereklidir, ve
baðýmsýz üreticilerin tek baþýna olan emeklerinde deðil.73 Ne var ki bu,
ikili bir niteliðe sahiptir.
Bir yandan, bir çok bireyin elbirliði yaptýðý her iþ, zorunlu olarak,
sürecin düzenlenmesini ve birliðini saðlayacak yön verici bir iradenin ve
tek tek iþlemlere deðil de, týpký bir orkestra þefinde olduðu gibi iþyerinin
toplam faaliyetine uygulanacak görevlerin bulunmasýný gerektirir. Bu,
her bileþik üretim biçiminde yapýlmasý gerekli üretken bir iþtir.
Öte yandan, –herhangi bir ticari bölümden tamamen, ayrý ola-
rak– bu denetim iþi, doðrudan üretici olan iþçi ile, üretim araçlarýnýn
sahibi arasýndaki karþýtlýða dayanan bütün üretim tarzlarý için zorunlu
olarak ortaya çýkar. Bu uzlaþmaz karþýtlýk ne denli büyük olursa, deneti-
min oynadýðý rol de o denli büyük olur. Dolayýsýyla, kölelik sisteminde
doruk noktasýna ulaþýr.74 Ne var ki bu, kapitalist üretim tarzýnda da vaz-
geçilmez bir þeydir, çünkü, buradaki üretim süreci, ayný zamanda, kapi-
talistin, emek-gücünü tükettiði bir süreçtir. Týpký despotik devletlerde,
hükümet denetiminin ve her iþe karýþmanýn, hem bütün topluluklarýn
niteliklerinden doðan ortak faaliyetlerin yerine getirilmesini ve hem de,
hükümet ile halk kitleleri arasýndaki zýtlýktan doðan özel iþlevleri kapsa-
masý gibi.

73
“Yönetim ve denetim burada” (çiftlik sahibi durumunda) “tamamen gereksizdir.” (J. E.
Cairnes, The Slave Power, London 1862, s. 48.)
74
“Eðer yapýlan iþin niteliði, iþçilerin” (yani kölelerin) “geniþ bir bölgeye yayýlmalarýný
gerektiriyorsa, gözcülerin sayýsý ve dolayýsýyla bu denetimin gerektirdiði iþin niteliði, bununla
orantýlý olarak artacaktýr.” (Caimes, l.c., s. 44.)

Karl Marks 339


Kapital III
Köle sistemini karþýlarýnda bulan eski çað yazarlarýnýn yapýtlarýn-
da, [sayfa 337] denetim iþinin her iki yaný, pratikte olduðu gibi teoride de
ayrýlmaz biçimde birbirine baðlýdýr. Týpký, kapitalist üretim tarzýna mut-
lak gözüyle bakan modern iktisatçýlarýn yapýtlarýnda olduðu gibi. Öte
yandan, hemen bir örnekle göstereceðim gibi, modern köle sisteminin
savunucularý, týpký ücret sistemini haklý göstermek için öteki iktisatçýla-
rýn yaptýklarý gibi, köleliði haklý göstermede, denetim iþinden yararlanýr-
lar.
Cato zamanýndaki villicus: “Köle ekonomisinde (familia rustica)
malikanenin baþýnda, devþiren ve harcayan, satýnalan ve satan, efendi-
sinden emirler alan, yokluðunda emir veren ve ceza kesen yönetici
(villa’dan gelen villicus) bulunur. ... Yöneticinin, doðal olarak, öteki köle-
lerden daha çok hareket özgürlüðü vardý; Magon kitaplarý bunlarýn ev-
lenmelerine, çocuk yetiþtirmelerine ve mal sahibi olmalarýna izin veril-
mesini öðütlemekte, Cato da bunlarýn kadýn yöneticilerle evlenmelerini
salýk vermektedir; iyi davranýþlarý karþýlýðý efendisinden özgürlüðünü sað-
lama umudu olan belki de yalnýz bunlardý. Geri kalanlarýn hepsi ortak
bir aile oluþturuyorlardý. ... Her kölenin, yönetici de dahil, geçim gerek-
sinmeleri belirli aralýklarla ve sabit oranda efendileri tarafýndan
karþýlanýyordu, ve bunlarla geçinmek zorundaydýlar. ... Bu miktar, eme-
ðe göre deðiþiyordu, ve örneðin iþi öteki kölelerden daha hafif olan
yöneticinin, onlardan daha az bir pay almasý bu yüzdendi.” (Mommsen,
Römische Geschichte, 2nd ed.,1856, I, s. 809-10.).
Aristoteles: “Ο γαρ δεσποτηζ ουχ εν κτασθαι τουζ δουλουζ, αλ−
λεν τω χρηθαιυ ουλουζ” (“Çünkü efendi” –kapitalist– “efendiliðini köle
elde ederek deðil” –ona emek-gücü satýnalma gücünü veren sermaye
sahipliði ile deðil– “ama köleleri çalýþtýrmakla” –üretim sürecinde emekçi,
þimdi ücretli emekçi kullanarak– “tanýtlar”.) “Εστι δε αυτη η επιστηµη
ουδεν µεγα εχουσα ουδε σεµνον.” (“Ama bu bilimin büyük ya da yüce
hiç bir yaný yok.”) “α γαρ τον δουλον επιστασθαι δει ποιειν εχεινον δει
ταυτα επιστασθ αι επιταττειν” (“Ama kölenin yapabilme zorunda ol-
duðu her þeyi efendi emredebilmelidir.”) “∆ιο οσοιζ εξουσια µη αυτουζ
χαχοπαθειν επιστοποζ λαµβανει ταυ − την την τιµην, αυτοι δε πολι−
τευονται η φιλοσοφοσιν.” (“Efendilerin, denetim iþini kendilerine dert
edinmek zorunda olmadýðý durumlarda, yönetici, bu onurlu görevi üst-
lenir ve efendiler de kendilerini devlet iþlerine ya da felsefe öðrenimine
verirler.”) (Aristotle, De republica, Bekker edition, Kitap l, 7. )
Aristoteles, birkaç sözcükle, politik ve ekonomik alanlardaki üstün-
lüðün yönetim iþlevlerini de egemen güçlerin omuzlarýna yüklediðini ve
dolayýsýyla bunlarýn, ekonomik alanda da, emek-gücünü tüketme sana-
týný bilmeleri gerektiðini söylüyor. Ve ardýndan, bu denetim iþinin, pek
de önemli bir þey olmadýðýný, bu nedenle de, efendinin, olanak bulur
bulmaz, bu cansýkýcý iþin “onurunu,” bir gözcüye býraktýðýný ekliyor.
Yönetim ve denetim iþi –her türlü bileþik toplumsal emeðin nite-

340 Karl Marks


Kapital III
liðiyle belirlenen özel bir iþlev olmaktan çok, üretim araçlarýnýn sahibi ile
[sayfa 338] sýrf emek-gücüne sahip bulunan insan arasýndaki zýtlýkla belir-
lendiði sürece, ister bu emek-gücü, kölelik düzeninde olduðu gibi,
emekçinin kendisinin satýn alýnmasýyla elde olunsun, ister emekçinin
kendisi kendi emek-gücünü satsýn ve böylece, üretim süreci de, ser-
mayenin, iþçinin emek-gücünü tükettiði bir süreç olarak görünsün-, doðru-
dan üreticilerin köleleþtirilmelerinden doðan bir iþlev , hemen her zaman,
bu iliþkinin gerekçesi gibi gösterilmiþtir. Ve sömürü, baþkalarýnýn karþýlýðý
ödenmeyen emeðine elkoyma, çoðu kez, sermaye sahibine bu emeði
için haklý olarak verilmesi gerekli bir ödül gibi gösterilmiþtir, ama bunu
hiç kimse, Birleþik Devletler’de köle düzeninin savunuculuðunu yapan,
O’Connor adlý avukatýn, 19 Aralýk 1859 tarihinde New-York’ta yapýlan bir
mitingte, “Güneye Adalet” sloganý altýnda yaptýðýndan daha iyi becere-
memiþtir. Büyük bir alkýþ tufaný arasýnda, “þimdi baylar,” diyor, “zenciyi
bu köle durumuna koyan þey, doðanýn kendisidir. O kuvvetlidir ve çalýþma
gücüne sahiptir, ama, bu gücü yaratan doða, ondan, hem yönetme ye-
teneðini ve hem de çalýþma isteðini esirgemiþtir.” (alkýþlar.) “Bunlarýn
her ikisi de ondan esirgenmiþtir. Ve ondan bu çalýþma isteðini esirgeyen
doða, bu isteði zorla yaratacak, hem kendisi ve hem de onu yönetecek
efendisi için yararlý bir yaþam sürebileceði bir ortamda hizmet etmesini
saðlayacak bir efendi ihsan etmiþtir. ... Ýnanýyorum ki, zenciyi doðanýn
uygun gördüðü durumda býrakmak, kendisini yönetecek bir efendi ver-
mek asla adaletsizlik deðildir ... karþýlýk olarak onu çalýþmaya zorlamak
ve onu yönetmek, hem kendisi ve hem de toplum için yararlý duruma
getirmek yolunda emek ve yeteneðini harcayan efendisine hakký olan
bir karþýlýk vermeye zorlamak, haklarýndan herhangi birisini elinden al-
mak demek deðildir.”*
Þimdi, týpký köle gibi ücretli emekçinin de, kendisini iþe koþacak
ve yönetecek bir efendiye sahip olmasý gerekiyor. Ve bu efendi-köle
iliþkisinin varlýðý kabul edilince, ücretli emekçiyi, hem kendi ücretini ve
hem de kendisini yönetme ve denetleme iþi için, ya da “onu yönetmek,
hem kendisi ve hem de toplum için yararlý hale getirmek yolunda emek
ve yeteneðini harcayan efendisine bir karþýlýk olarak”, denetim ücretler-
ini de üretmeye zorlamak çok yerinde bir þey olur. Denetim ve yönetim
iþi, sermaye ile emek arasýndaki zýtlýktan, sermayenin emek üzerindeki
egemenliðinden doðduðuna, ve bu nedenle, kapitalist üretim tarzý gibi,
sýnýf çeliþkilerine dayanan bütün üretim tarzlarýnda ortak olduðuna göre,
kapitalist düzen altýnda da, bütün bileþik toplumsal emeðin bireylere
kendi özel görevleri olarak verdiði üretken iþlevler ile doðrudan doðruya
ve ayrýlmaz bir biçimde baðlý bulunur. Feodal Fransa’daki adýyla bir
epitropos** ya da regisseur’ün*** ücreti, yapýlan iþ, böyle bir yöneticiye

* New-York Daily Tribune, November 20, 1859, s. 7-8.


** Eski Yunan’da: “sürveyan”. -ç.
*** Yönetmen yardýmcýsý. -ç.

Karl Marks 341


Kapital III
bir ücret ödemeye elveren boyutlara [sayfa 339] ulaþtýðý zaman, kârdan ta-
mamen ayrýlýr ve vasýflý emek için ödenen ücret biçimine girer; oysa,
bütün bunlara karþýn, bizim sanayi kapitalistlerimiz, “kendilerini devlet
iþlerine vermekten ya da felsefe öðrenimi yapmaktan” pek uzaktýrlar.
Bay Ure75 daha uzun zaman önce, “sanayi sistemimizin ruhunun”
sanayici kapitalistler deðil, sanayi yöneticileri olduðuna parmak basmýþtý.
Bir giriþimin ticaretle ilgili yanlarý üzerinde bundan önceki kýsýmda gere-
kli olan þeyleri söylemiþ bulunuyoruz.
Kapitalist üretim tarzý, durumu, sermaye sahipliðinden tamamen
ayrýlmýþ bulunan denetim iþinin kolayca saðlanabileceði bir noktaya
getirmiþtir. Böylece, denetim iþi, kapitalistin kendisinin yapmasý gerekli
bir iþ olmaktan çýkmýþtýr. Bir orkestra þefinin bütün orkestranýn çalgýlarý-
na sahip olmasý gerekmediði gibi, þef olarak, diðer müzisyenlerin “ücret-
leri” ile de görev bakýmýndan herhangi bir ilgisi bulunmaz. Kooperatif
fabrikalar, kapitalistin, týpký onun tepedeki tüneðine oturup, büyük to-
prak sahiplerini gereksiz bulmasý gibi, üretimde bir iþlev sahibi kiþi ola-
rak gereksiz hale geldiðini tanýtlamýþ oluyor. Kapitalistin iþi, sýrf üretim
sürecinin kapitalist niteliðinden doðmadýðýna, ve dolayýsýyla, sermaye,
sermaye olmaktan çýktýðýnda kendiliðinden ortadan kalkmadýðýna göre;
yalnýzca baþkalarýnýn emeðini sömürme iþleviyle sýnýrlý olmadýðýna göre;
ve bu nedenle o, emek-sürecinin toplumsal biçiminden, ortak bir sonu-
cun alýnmasý için birçok kimsenin biraraya gelmesinden ve elbirliði et-
mesinden doðduðuna göre, týpký bu biçimin kapitalist kabuðunu kýrar
kýrmaz yaptýðý gibi, sermayeden baðýmsýz olur. Bu iþin kapitalist bir iþ
olarak ya da kapitalistin bir iþlevi olarak zorunlu olduðunu söylemek,
ancak, vulgus’ýn,* kapitalist üretimin baðrýnda, kendi zýt kapitalist nite-
liklerinden ayrý ve arýnmýþ olarak geliþen biçimlerini kavrayamamak an-
lamýna gelir. Sanayi kapitalisti, para-kapitaliste göre bir iþçidir ama,
kapitalist anlamda bir iþçidir, yani baþkalarýnýn emeðinin sömürücüsüd-
ür. Bu iþ için hak iddia ettiði ve cebe indirdiði ücret, tam, baþkalarýnýn
elkonulan emek miktarýna eþittir ve sömürü için gerekli çabayý göster-
diði sürece, bu emeðin sömürü derecesine doðrudan baðlýdýr; ne var ki
bu, böyle bir sömürünün gerektirdiði ve ýlýmlý bir ücret karþýlýðýnda bir
yöneticiye devredebildiði çabanýn derecesine baðlý deðildir. Her buna-
lýmdan sonra Ýngiliz fabrika bölgelerinde, eskiden kendilerine ait bulu-
nan fabrikalarý, çoðu kez alacaklarý olan yeni sahipleri adýna düþük üc-
retlerle yöneten eski fabrikatörlere sýk sýk raslanýr.76 [sayfa 340]
Hem ticaret ve hem de sanayi yöneticilerine ait yönetim ücretle-
75
A. Ure, Philosophy of Manufactures, Fransýzca çeviri, 1836, I, s. 67. Fabrikatörlerin bu
Pindar’ý ayný zamanda, fabrikatörlerin çoðunun, harekete geçirdikleri mekanizma üzerine en
ufak bir bilgileri olmadýðýna da tanýklýk eder.
76
Benim de bildiðim bir olayda, 1868 bunalýmýndan sonra, iflas etmiþ bir fabrikatör, eski
iþçilerinin, ücretli iþçisi haline geldi. Fabrika, sahibi iflas ettikten sonra, bir iþçi kooperatifi
tarafýndan iþletildi ve eski sahibi de orada yönetici olarak çalýþtýrýldý. -F. E.
* Halk, çokluk, yýðýn. -ç.

342 Karl Marks


Kapital III
ri, emekçilere ait kooperatif fabrikalar ile hisse senetli kapitalist þirket-
lerde, giriþim kârlarýndan tamamen ayrýlmýþ durumdadýr. Yönetim ücret-
lerinin giriþim kârlarýndan baþka zamanlardaki ayrýlýðý sýrf raslantýya baðlý
olduðu halde, burada devamlýdýr. Kooperatif fabrikada, denetim iþinin
zýt niteliði yokolur, çünkü, yöneticinin ücreti, emekçiye karþýt durumda
sermayeyi temsil edenin yerine, emekçiler tarafýndan ödenir. Hisse se-
netli þirketlerde –bunlar, kredi sistemi ile geliþmiþlerdir– genellikle bu
yönetim iþini, ister kendilerine ait olsun, ister borç alýnsýn, sermaye sahi-
pliðinden bir iþlev olarak ayýrma konusunda gitgide artan bir eðilim var-
dýr. Týpký, burjuva toplumundaki geliþmenin, yargýçlýk ve yöneticilik
iþlevlerinin feodal zamanlarda kendi nitelikleri olan toprak mülkiyetin-
den ayrýlmasýna tanýk olmasý gibi. Ne var ki, bir yandan, sýrf sermayenin
sahibi, para-kapitalist, iþlev yapan kapitalistin karþýsýna çýkmak zorunda
olduðu halde, para-sermayenin kendisi, kredi sisteminin geliþmesiyle
toplumsal bir niteliðe bürünür, bankalarda toplanarak, ilk sahipleri yeri-
ne artýk buralardan borç verilir, öte yandan da, ister borç alýnmýþ olsun
ister olmasýn, sermaye üzerinde herhangi bir hakký bulunmayan bir yö-
netici, iþlev yapan kapitaliste kapitalist olarak ait bulunan bütün gerçek
iþlevleri yerine getirir, ve böylece, yalnýzca görev yapan yönetici kalarak,
kapitalist, bir fazlalýk gibi üretim sürecinde ortadan kalkar.
Ýngiltere’deki kooperatif fabrikalarýn resmi hesaplarýndan77 –týpký
öteki iþçilerin ücretleri gibi, yatýrýlan deðiþen sermayenin bir kýsmýný
oluþturan yönetici ücretleri düþüldükten sonra– kârýn, zaman zaman
bunlar özel fabrikatörlerden çok daha yüksek faiz ödedikleri halde, or-
talama kârdan daha yüksek olduðu görülmektedir. Bütün bu durumlar-
da, elde edilen daha büyük kârlarýn kaynaðý, deðiþmeyen sermayenin
kullanýmýnda gösterilen daha büyük tasarruf olmuþtur. Ama bizi burada
asýl ilgilendiren þey, ortalama kârýn (= faiz + giriþim kârý) kendisini
burada fiilen ve göze çarpacak þekilde, yönetim ücretlerinden tama-
men baðýmsýz bir büyüklük olarak göstermesi olgusudur. Burada kâr ,
ortalama kârdan daha yüksek olduðu için, giriþim kârý da, normalin
üzerinde idi.
Ayný durum, hisse senetli bankalar gibi bazý hisse senetli kapita-
list þirketlerde de görülmektedir. 1863’te, Union Bank of London ile
diðer bankalar %15’lik yýllýk temettü ödedikleri halde, London and West-
minster Bank, %30’luk yýllýk temettü ödemiþtir. Burada, yöneticilerin
ücretlerinden baþka, mevduata ödenen faizler de brüt kârdan düþül-
müþtür. Yüksek kâr burada, ödenmiþ sermayenin mevduata oranýnýn
oldukça küçük olmasýyla açýklanýr. Örneðin, London and Westminster
Bank’ýn 1863’teki durumunda: ödenmiþ sermaye = 1.000.000 £; mev-
duat, 14.540.275 £. Union Bank of London, 1863’te: ödenmiþ sermaye,

77
Yukardaki satýrlar 1865’te yazýldýðý için, buraya alýnan hesaplar 1864’ten öteye gidemez. -
F.E.

Karl Marks 343


Kapital III
600.000 £; mevduat, 12.384.173 £ idi. [sayfa 341]
Giriþim kârý ile denetim ya da yönetim ücretleri, faizin, kârýn fazla-
lýðý bakýmýndan girdiði zýt biçim nedeniyle, köken olarak birbirine karýþ-
týrýlmýþtýr. Bu karýþýklýk, daha sonralarý, kârý karþýlýðý ödenmeyen emekten
elde edilen artý-deðer olarak deðil de, kapitalistin yaptýðý iþ karþýlýðýnda
aldýðý ücret olarak göstermek için harcanan mazur gösterme çabalarýyla
daha da artýrýlmýþtýr. Buna, sosyalistler, kârýn fiilen, teorik olarak iddia
edilen düzeye, yani sýrf denetim ücretlerine indirilmesi isteðiyle karþý
çýktýlar. Ve bu istem, teorik gözboyacýlýðý için, bir yandan, sayýsýz sanayi
ve ticari yöneticiler sýnýfýnýn78 geliþmesi ile bu denetim ücretlerinin diðer
herhangi bir ücret gibi gitgide daha belirli bir düzeye ve belirli bir piyasa-
fiyatýna ulaþmasý ve öte yandan, diðer bütün vasýflý emek ücretleri gibi,
özel eðitim gören emek-gücünün üretim giderlerini azaltan geliþmeyle
birlikte gösterdiði düþmeyle daha da uygunsuz hale geldi.79 Ýþçiler yö-
nünden elbirliðinin, burjuvalar yönünden, hisse senetli giriþimlerin gö-
sterdikleri geliþmeyle, giriþim kârý ile yönetim ücretlerinin karýþtýrýlmasý
için son bahane de ortadan kalktý ve kâr, teoride apaçýk belli olduðu
gibi, pratikte de, düpedüz bir artý-deðer, karþýlýðýnda herhangi bir eþde-
ðerin ödenmediði bir deðer, gerçekleþmiþ karþýlýðý ödenmemiþ emek
olarak ortaya çýktý. Ýþte o zaman, iþlev yapan kapitalistin, emeði gerçek-
ten sömürdüðü ve borç alýnan sermaye ile çalýþýldýðýnda bu sömürünün
meyvesinin, faiz ile giriþim kârýna, kârýn faizden sonra kalan fazlalýðýna
bölündüðü görüldü.
Kapitalist üretim temeli üzerinde, hisse senetli giriþimlerde, yöne-
tim ücretleri ile ilgili yeni bir üçkaðýtçýlýk yöntemi geliþti ve fiili yönetici-
nin üzerinde bir yýðýn yönetim ve denetim kurullarý peydahlandý; bunlar
için denetim ve yönetim yalnýzca ortaklarý soymanýn ve keselerini dol-
durmanýn bir bahanesi oldu. Bu konuyla ilgili çok ilginç ayrýntýlar, The
City or the Physiology of London Business; With Sketches on Change,
and the Coffee Houses, London 1845, adlý incelemede bulunabilir. “Ban-
kerler ile tüccarlarýn, sekiz-dokuz farklý þirketin yönetimi ile, elde ettikle-
ri kazanç þu örnekten görülebilir: Ýflas etmesi üzerine Bay Timothy
Abraham Curtis’in Ýflas Mahkemesine sunduðu özel bilançoda, yönetici-
likten, bu bayýn ... yýlda 800 ile 900 sterlin arasýnda net bir gelir saðladýðý
görülüyordu. Ýngiltere Bankasý ve Doðu Hint Þirketi ile yakýn iliþkisi bulu-
nan bir kimse olarak Bay Curtis’in kurulunda hizmetini saðlamak, bir
78
“Ustalar da, bunlarýn kalfalarý da iþçidirler. Bu bakýmdan bunlarýn çýkarlarý, adamlarýyla
tamamen aynýdýr. Ama bunlar ayný zamanda ya kapitalist ya da kapitalistlerin aracýlarýdýr, ve
bu bakýmdan çýkarlarý, iþçilerin çýkarlarý ile kesinlikle zýttýr.” (s. 27). “Eðitimin, bu ülkenin mekanik
ustalarý arasýnda yaygýnlaþmasý, hemen hemen bütün ustalarýn ve iþverenlerin emek ve
becerilerinin deðerlerini, bu bilgilere sahip olan kimselerin sayýsýný artýrmakla her gün biraz
daha azaltmaktadýr.” (s. 30, Hodgskin, Labour Defended Against the Classes of Capital. etc.,
London 1825).
79
“Öteden beri varolan engellerde görülen genel gevþeme, artan eðitim olanaklarý, vasýfsýz
emeðin ücretlerini yükseltmek yerine vasýflý emeðin ücretlerini düþürme eðilimini
göstermektedir.” (J. S. Mill, Principles of Political Economy, 2nd ed., London 1849, I, s. 479.)

344 Karl Marks


Kapital III
þirket için büyük bir þans sayýlýyordu” (s. 81, 82). Böyle bir þirketin yöne-
ticileri için, haftalýk her toplantýya ait huzur hakký en az bir Ýngiliz altýn
lirasýydý. Ýflas Mahkemesinin tutanaklarý, bu denetim ücretlerinin, kural
olarak, bu sözde yöneticilerin yerine getirdikleri gerçek denetimle ters
orantýlý olduðunu göstermektedir. [sayfa 342]

Karl Marks 345


Kapital III
YÝRMÝDÖRDÜNCÜ BÖLÜM
SERMAYE ÝLÝÞKÝLERÝNÝN
YÜZEYSEL BÝR BÝÇÝMÝ OLARAK
FAÝZ GETÝREN SERMAYE

SERMAYE iliþkileri, faiz getiren sermayede, en yüzeysel ve en fe-


tiþ biçime ulaþýr. Biz, burada, P–P’ hareketini, bu iki ucu meydana geti-
ren süreç olmaksýzýn, daha çok, para yaratan parayý, kendisini geniþleten
deðeri görüyoruz. Tüccar sermayesinde, P–M–P’, sýrf dolaþým alaný içer-
sinde kaldýðý halde, ve bu nedenle de kâr, sýrf elden çýkarma ile sað-
lanan kâr olarak göründüðü halde, hiç deðilse genel bir kapitalist hareket
biçimi vardýr; ama hiç deðilse burada kâr, sýrf bir þeyin ürünü olarak
deðil, toplumsal bir iliþkinin ürünü olarak görünür. Tüccar sermayesinin
biçimi, en azýndan bir süreci, zýt evrelerin birliðini, iki zýt iþleme –metala-
rýn satýn alýnmasý ve satýþý– bölünen bir hareketi temsil eder. Bu, P–P’ ha-
reketinde, faiz getiren sermayenin biçiminde yokolur. Örneðin, 1.000
sterlini bir kapitalist %5 faiz ile borç verse, 1.000 sterlinlik deðer, bir yýlda
sermaye olarak = S + Sf’ olur; burada S sermaye, f’ faiz oranýdýr. Þu
halde, %5 = 5/100 = 1/20, ve l.000 + 1.000 x 1/20 = 1.050 £. Sermaye olarak
1.000 sterlinin deðeri = 1.050 sterlindir, yani sermaye yalýn bir büyüklük
deðildir. Sermaye, bir büyüklükler iliþkisidir, ama paranýn kendi kendi-
siyle, belli bir deðer olarak, kendisini geniþleten bir deðer olarak, bir artý-
deðer üretmiþ olan ana para olarak iliþkisidir. Ve sermaye, görmüþ oldu-
ðumuz gibi, sermaye olarak, ister kendilerine ait ister borç alýnan ser-
maye ile iþ görüyor olsun, bütün faal kapitalistler için, bu, doðrudan [sayfa

346 Karl Marks


Kapital III
343] doðruya kendisini geniþleten deðer biçimini alýr.
P–P’: Biz burada, sermayenin ilk çýkýþ noktasýný görüyoruz; P–M–P’
formülünde para, kendi iki ucuna, P–P’’ne indirgenmiþtir ve burada P’ =
P + ∆P, daha fazla para yaratan paradýr. Bu, sermayenin, anlamsýz bir
özet haline getirilmiþ ilk ve genel formülüdür. Bu, hazýr sermaye, üretim
süreci ile dolaþým sürecinin bir birliði ve dolayýsýyla, belli bir dönemde
belli bir artý-deðer saðlayan sermayedir. Faiz getiren sermaye biçiminde
bu, arada üretim ve dolaþým süreçleri olmaksýzýn doðrudan doðruya gö-
rünür. Sermaye, faizin, gizemli ve kendi kendisini yaratan bir artýþýn kay-
naðý –kendi artýþýnýn kaynaðý– olarak görünür. Bu þey (para, meta; de-
ðer) þimdi sýrf bir þey olarak sermayedir, ve sermaye, sýrf bir þey olarak
görünür. Tüm yeniden-üretim sürecinin sonucu, bu þeyin kendi içersin-
de taþýdýðý bir özellik gibi görünür. Bu, ister para olarak harcamak istesin
ister sermaye olarak borç versin, paranýn, yani her an deðiþtirilebilir biçim-
deki metaýn sahibine baðlýdýr. Bu nedenle, faiz getiren sermayede, bu
otomatik fetiþ, kendini geniþleten deðer, para doðuran para, kendi saf
hali içersinde ortaya çýkarýlýr ve bu biçim içersinde artýk kökenini göste-
ren hiç bir iþaret taþýmaz. Toplumsal iliþki, bir þeyin paranýn, kendi ken-
disiyle iliþkisi içersinde tamamlanmýþ olur. Paranýn sermayeye fiilen
dönüþmesi yerine, burada biz yalnýz, içeriksiz bir biçim görüyoruz. Emek-
gücünde olduðu gibi, paranýn kullaným-deðeri, burada, onun deðer ya-
ratma yetisi, içerdiðinden daha büyük bir deðer yaratma özelliðidir. Para,
para olarak, kendi kendini geniþleten potansiyel deðerdir, ve bu acayip
metaýn satýþ biçimi olan bu özelliði nedeniyle, borç verilmektedir. Böyle-
ce, deðer doðurmak ve faiz saðlamak paranýn bir özelliði halini almakta-
dýr; týpký armut aðacýnýn armut vermesi gibi. Ve para borç veren, parasýný
böylece, faiz getiren bir þey olarak satmaktadýr. Hepsi bu kadar da deðil.
Fiilen iþlev yapan sermaye, görmüþ olduðumuz gibi, kendisini öyle bir
ýþýk altýnda gösterir ki, sanki faizi, iþlev yapan sermaye olarak deðil, biza-
tihi sermaye olarak, para-sermaye olarak saðlamaktadýr.
Bu da gene, çarpýtýlýr. Faiz, kârýn, yani faal kapitalistin iþçiden
sýzdýrdýðý artý-deðerin bir parçasýndan baþka bir þey olmadýðý halde, þimdi
tam tersine, faiz sanki sermayenin tipik ürünü, asýl öðesi ve, giriþim kârý
þeklindeki kâr ise, yalnýzca yardýmcý bir öðe ve yeniden-üretim sürecinin
bir yan ürünü olarak görünür. Ýþte böylece, sermayenin fetiþ biçimine ve
fetiþ sermaye kavramýna ulaþmýþ oluruz. P–P’ hareketinde, sermayenin
anlamsýz biçimini, üretim iliþkilerinin son derece çarpýtýldýðý ve somutlaþ-
týðý faiz getiren sermaye biçimini, kendi yeniden-üretim sürecinden önce
gelen, basit sermaye biçimini görüyoruz. Bu, paranýn ya da bir metaýn,
yeniden-üretim sürecinden baðýmsýz olarak kendi deðerini geniþletme
yeteneðini – sermayenin çok kaba bir biçimde bir esrar perdesiyle örtül-
mesidir.
Sermayeyi, deðerin, deðer yaratmanýn baðýmsýz bir kaynaðý gibi
[sayfa 344] gösterme çabasýnda olan vülger ekonomi politik için, bu biçim

Karl Marks 347


Kapital III
büyük bir keþiftir; ve bu biçim içersinde kârýn kaynaðý artýk farkedilemez
hale geldiði gibi, kapitalist üretim sürecinin sonucu –sürecin kendisin-
den ayrýlarak– baðýmsýz bir varlýk kazanmaktadýr.
Sermaye, kendi kendisini büyütme yetisi her seferinde o günkü
faiz oranýyla ifade edilen, belirli bir fiyata sahip bir meta haline, ancak
para-sermaye halini almakla dönüþebilir.
Faiz getiren sermaye olarak, ve özellikle faiz getiren para-serma-
yenin dolaysýz biçimi içersinde (faiz getiren sermayenin bizi burada ilgi-
lendirmeyen diðer biçimleri, gene bu biçimden türerler ve onun varlýðýný
öngörürler), sermaye kendi saf fetiþ biçimini alýr ve P–P’ bir özne, satýla-
bilir bir þeydir. Önce, para olarak sürekli varlýðý nedeniyle, bu biçim içer-
sinde bütün özgül nitelikleri yokolmuþ ve gerçek öðeleri görünmez hale
gelmiþtir. Çünkü para, kullaným-deðerleri olarak metalarýn bütün ayýrde-
dici özelliklerinin ve dolayýsýyla, bu metalar ile bunlarýn üretim koþullarýn-
dan oluþan sanayi sermayelerinin de yine ayýrdedici niteliklerinin
yokolduklarý bir biçimdir. Ýþte paranýn bu biçimi, deðerin –bu durumda
sermayenin– baðýmsýz bir deðiþim-deðeri olarak varolduðu biçimdir. Ser-
mayenin yeniden-üretim sürecinde, bu para-biçim, yalnýzca geçici bir
biçim – sýrf bir geçiþ noktasýdýr. Ama, para piyasasýnda sermaye daima
bu biçim içersinde bulunur. Sonra, ürettiði artý-deðer de, burada gene
para-biçiminde, onun özünde taþýdýðý bir kýsým olarak görünür. Büyüme
süreci aðaç için neyse, para doðurma da (tocoz) [faiz ve döl -ç.], ser-
mayenin, para-sermaye biçiminde özünde taþýdýðý bir þey gibi görünür.
Faiz getiren sermayede, sermayenin hareketi kýsaltýlmýþ, araya
giren süreç atlanmýþtýr. Böylece, kendisi 1.000’e eþit bir þey olarak sabit
bulunan 1.000’lik bir sermaye, týpký belli bir süre için mahzende tutulan
þarabýn, kendi kullaným-deðerini iyileþtirmesi gibi, belli bir süre sonra,
1.100 haline gelir. Sermaye þimdi bir þeydir, ama bir þey olarak sermay-
edir. Para þimdi gebedir.* Borç verilir verilmez ya da yeniden-üretim
sürecine yatýrýlýr yatýrýlmaz (para, faal kapitaliste, sahibi olarak faiz getir-
diði ölçüde giriþim kârýndan ayrýlýr), ister uykuda ister uyanýk, ister evde
ister dýþarda, ister gündüz ister gece olsun, üzerinde faiz büyümeye
baþlar. Böylece, faiz getiren para-sermaye (ve bütün sermaye, deðeri
bakýmýndan para-sermayedir ya da para-sermayenin ifadesi olarak ka-
bul edilir), para yýðýcýnýn en ateþli isteðini yerine getirmiþ olur. Tefeciliðe
karþý bütün gücüyle giriþtiði safça saldýrýda Luther’in bütün dikkatini çe-
ken þey, iþte, bu bir þey olarak –artý-deðer üretiminin sermaye aracýlýðýy-
la burada ortaya çýkýþý böyledir– para-sermayenin özünde taþýdýðý faizdir.
Borç alýnan bir paranýn saptanan tarihte borç verene ödenmemesi yü-
zünden, kendisi de bir ödemede bulunmak zorunda olan [sayfa 345] ala-
caklýnýn zarara uðramasý halinde, ya da bir alýþveriþ, örneðin bir bahçe
satýn alýnmasý üzerine saðlayacaðý bir kâr fýrsatýný kaçýrmasýna neden

* Goethe, Faust, Part I. Scene 5. -Ed.

348 Karl Marks


Kapital III
olunduðunda, bir faiz talep edilebileceðini gösterdikten sonra Luther
þöyle devam ediyor: “Þimdi ben sana onlarý (100 guldeni) borç verdiðim
için, sen benim, hem bir yandan ödeme yapamadýðým, hem de öte
yandan satýn almama engel olduðun için ikili bir zarara uðramama ne-
den oluyorsun ki, buna duplex interesse, damni emergentis et lucri ces-
santis* denir.. .. Ahmet’in, 100 gulden borç vermekle zarara uðradýðýný
ve bu zararlar için adil bir tazminat istediðini duyar duymaz hemen
harekete geçer ve her 100 gulden için çifte ödemede bulunulmasýný,
yani hem paralarýn ödenmediði ve hem de yapacaklarý alýþveriþ üzerin-
den kâr saðlamalarýna engel olunduðu için týpký iki türlü zarara uðramýþ
gibi çifte tazminat talep ederler; böylece, ne zaman ellerinde 100 gul-
denleri olsa ve bunu borç verseler, hiç uðramadýklarý bu iki zararýn taz-
min edilmesini isterler.. .. Bu nedenle, hiç uðramadýðýný ne ispat ne de
hesap edebileceðin hayali bir kayýp için komþunun parasýndan tazminat
alan sen, bir tefecisin. Bu tür zararlara, hukukçular, non verum, sed
phantasticum interesse** derler. Bu, herkesin kendi kafasýndan uydur-
duðu bir zarardýr. Bu yüzden, ödeyemediðini ya da satýn alamadýðým
için kayba uðradýðýmý öne sürmem hiç bir iþe yaramaz. Yoksa bu ex
contingentenecessarium*** olmayan bir þeyden bir þey yaratmak, belir-
siz bir þeyi mutlak bir þey haline getirmek olurdu. Böyle bir tefecilik
dünyayý birkaç yýlda yiyip bitirmez mi?. ..Eðer istemediði halde baþýna
kötü bir kaza gelse ve bundan kurtulmak zorunda kalsa, bunun için
tazminat talep edebilir, ama ticarette bu böyle deðil, tam tersinedir.
Orada gereksinme içinde bulunan komþularýnýn sýrtýndan kâr saðlamak,
servet toplayýp zengin olmak, hiç bir çaba, tehlike ya da kaybý göze
almaksýzýn baþkalarýnýn emeði ile tembellik ve aylaklýk edip lüks içersin-
de yaþamak için planlar yapýlýr. Ocaðýn karþýsýna geçip oturacaksýn, 100
guldeni ülkede senin için servet toplasýn diye borç vereceksin ve bu
para borç verildiði için hiç bir tehlikesi ya da riski olmadan gene de ce-
binde sayýlacak – kim istemez böylesini a benim dostum?” (Martin Lu-
ther, An die Pharherm wider den Wucher zu predigen, etc., Wittenberg
1540.)
Kendi kendisini yeniden üreten ve kendi kendisini geniþleten,
özünde taþýdýðý nitelikler sayesinde –yani, skolastiklerin gizli nitelikleri
sayesinde– ebediyen varolan ve büyüyen deðer olarak, sermaye kavra-
mý, Dr. Price’ýn, simyacýlarýn fantezilerine taþ çýkartan renkli hayaller
kurmasýna yolaçmýþtýr; bunlar, Pitt’in bütün ciddiyetiyle inandýðý ve itfa
fonuyla ilgili yasalarýnda, mali yönetimin temel direkleri olarak kullandý-
ðý hayallerdir. [sayfa 346]
“Bileþik faiz getiren para önce yavaþ yavaþ artar. Ama, artýþ oraný
gitgide hýzlandýðý için, bir süre sonra aklýn alamayacaðý bir hýza ulaþýr.

* Çifte zarar, biri uðranýlan kayýp ve biri kaçýrýlan kazanç fýrsatý. -ç.
** Gerçek olmayan, hayali zararlar. -ç.
*** Raslantýdan zorunluluk yaratmak. -ç.

Karl Marks 349


Kapital III
Kurtarýcýmýzýn* doðduðu gün, yüzde 5 bileþik faizle borç verilen bir peni,
þimdiye kadar, hepsi de som altýndan 150 milyon tane dünyanýn içerebi-
leceðinden daha büyük bir miktara ulaþmýþ olurdu. Yok eðer basit faizle
verilmiþ olsaydý, ayný zaman içinde, ancak yedi þilin dörtbuçuk peni
olurdu. Hükümetimiz, þimdiye deðin para iþlerini düzeltmede bu iki
yoldan, birincisinden çok ikincisini seçmiþtir.”80
Yazarýn hayali, Observations on Reversionary Payments, etc., Lon-
don, 1772, adlý yapýtýnda daha da yüksek bulutlar üzerinde dolaþýyor.
Þöyle diyor: ‘’Bir þilin, Kurtarýcýmýzýn doðumunda, %6 bileþik faizle verilmiþ
olsa” (herhalde Kudüs Tapýnaðýnda) ‘’Satürn’ün yörüngesinin çapýna eþit
çapta bir kürenin kapsayabileceðinden daha büyük ... bir miktara ulaþýrdý.”
“Bu nedenle bir devletin hiç bir zaman sýkýntýya düþmesine gerek yok-
tur; çünkü, çok küçük bir tasarrufla, faizlerin gerektirebileceði pek kýsa
zamanda en büyük borçlarý bile ödeyebilirdi.” (s. XIII, XIV.) Ýngiliz devlet
borçlarý için, ne hoþ teorik bir baþlangýç!
Geometrik dizinin ulaþtýðý dev boyutlar karþýsýnda Price’ýn düpe-
düz gözleri kamaþýyor. Çünkü, ne yeniden-üretim ve ne de emek koþul-
larýný hiç dikkate almaksýzýn, sermayeye, devridaim makinesi, sýrf kendi
kendini artýran bir sayý gözüyle bakýyor; týpký Malthus’un, nüfus sorunu
ile ilgili olarak, geometrik dizisinde yaptýðý gibi,** t = S (1 + f)n formül-
de, t = sermaye + bileþik faiz toplamý, S = yatýrýlan sermaye, f = faiz
oraný (yüzün kesirleri olarak ifade edilmiþ) ve n, bu sürecin yer aldýðý yýl-
larýn sayýsýný ifade etmektedir, sermayenin büyüme yasasýný bulduðu
düþüncesiyle þaþkýna dönmüþtür.
Pitt, Dr. Price’ýn, sermayeyi bir esrar perdesine bürümesini iyiden
iyiye ciddiye alýyor. 1786 yýlýnda Avam Kamarasý, kamu yararý için 1 mil-
yon sterlin toplanmasýna karar verdi. Pitt’in pek güvendiði Price’a göre,
bu para toplandýktan sonra gerekli “birikimin” saðlanmasý ve böylece,
bileþik faizin göstereceði sihirle ulusal borçlarý kayýplara karýþtýrmak [sayfa

80
Richard Price, An Appeal to the Public on the Subject of the National Debt, 2nd ed., Lon-
don 1774, s. 19. Yazar þu bönce þakayý yapýyor: “Bileþik faizle çoðaltmak için, basit faizle para
borç almak.” (R. Hamilton, An Inquiry into tlýe Rise and Progress of tlýe National Debt of Great
Britain, 2nd ed., Edinburgh 1814, s. 133.) Buna göre, borç almak, özel kiþilerin servet toplamasý
için de en güvenli yol olabilir. Ama eðer , %5 yýllýk faiz ile 100 £ borç alýrsam, yýl sonunda 5 £
ödemem gerekir ve bu borç 100 milyon yýl bile sürecek olsa, bu arada ben her yýl yalnýz 100 £
borç vermek ve 5 £ ödemek durumunda olurum. Hiç bir zaman 100 £ borç aldýðým halde 105 £
borç verecek hale gelemem. Ve, nasýl olur da, %5 faizi ödeyebilirim? Yeni borçlarla ya da devlet
sözkonusu ise yeni vergilerle. Þimdi, eðer sanayici kapitalist borç para alýrsa ve kârý diyelim
%15’e ulaþýrsa, %5 faiz ödeyebilir, %5 özel giderleri için harcayabilir (her ne kadar geliri ile
birlikte iþtahý da kabarsa da) ve %5 de sermayesine katabilir. Bu süreç devam edecek olursa,
kâr oraný, daha önceki bölümlerde belirtilen nedenlerle, %15’ten, diyelim %10’a düþer. Ne var
ki Price, %5’lik bir faizin %15’1ik bir kâr oranýný öngördüðünü tamamýyla unutuyor ve bunun,
sermaye birikimi ile sürüp gideceðini varsayýyor. Onun, gerçek birikim süreciyle en ufak bir
iliþkisi bulunmayýp, daha çok yalnýz paranýn borç verilmesi ve bileþik faiz ile geri alýnmasýyla
uðraþýyor. Bunun nasýl yapýlacaðýnýn onun için bir önemi yok çünkü bu, faiz getiren sermayenin
zaten özünde taþýdýðý bir nitelik.
* Ýsa’nýn doðduðu tarih sözkonusudur. -ç.
** [Malthus,] An Essay on the Principle of Population, London 1798, s. 25-26. -Ed.

350 Karl Marks


Kapital III
347] için, hiç kuþkusuz halka vergi yüklemekten baþka çýkar yol olamaz-
dý. Avam Kamarasýnýn çýkarttýðý bu kararý, hemen Pitt’in, ‘’vadesi gelmiþ
borçlar ile, fonun yýlda 4.000.000 sterline ulaþmasýna kadar,’’ 250.000
sterlinin biriktirilmesini emreden bir yasasý izledi. (Act 26, George III,
Chap, 31.*). Devlet borçlarýnýn itfasýna ayrýlan miktarýn artýrýlmasýný öner-
diði 1792 tarihli konuþmasýnda Pitt, Ýngiltere’nin ticari üstünlüðünün ne-
denleri arasýnda, makineleri, krediyi, vb., sayýp döktü, ama “en yaygýn
ve sürekli neden, birikim” idi. Bu ilkenin Smith’in bu dehanýn yapýtýnda
baþtan sona geliþtirildiðini söylüyor ... ve bu birikimin, gelecek yýl ayný
þekilde kullanýlmak ve böylece sürekli bir kâr saðlamak için, ana ser-
mayeyi artýrmak amacýyla yýllýk kârýn en az bir kýsmýnýn bir yana ayrýl-
masýyla oluþturulduðunu sözlerine ekliyordu. Pitt, böylece, Dr. Price’ýn
yardýmýyla, Smith’in birikim teorisini, borçlarýn biriktirilmesi yoluyla, bir
ulusun zenginleþmesi teorisine çeviriyor ve bu yolla, tatlý bir borçlar son-
suzluðu dizisine –borç ödemek için borçlar dizisine– ulaþýyor.
Modern bankacýlýðýn babasý Josiah Child, çok daha önce, 100
sterlinin, %10 bileþik bir faizle 70 yýlda 102.400 sterline ulaþacaðýný
söylemiþti. (Traite surlecommerce, etc., par J. Child, traduit, etc., Ams-
terdam et Berlin, 1754, s.115. Yazýlýþ tarihi: 1669.)
Dr. Price’ýn düþüncelerinin modern iktisatçýlar tarafýndan nasýl
düþüncesizce uygulandýðýný, Economis’ten alýnan aþaðýdaki satýrlar gös-
termektedir: “Tasarruf edilen sermayenin her parçasýnýn saðladýðý bileþik
faiz ile sermaye öylesine dalbudak salmýþtýr ki, dünyada gelirin elde
edildiði bütün servet, uzun zamandýr artýk sermayenin faizi halini almýþtýr.
... Þimdi bütün rant, daha önce topraða yatýrýlan sermayeye ödenen
faizdir.” (Economist, July 19, 1851.) Sermaye, faiz getiren sermaye nite-
liði içersinde, üretilebilen bütün servete sahip çýkýyor ve þimdiye deðin
elde ettiði her þey, onun, yalnýzca her tarafa dalbudak salan iþtahýný
doyurmak için ödenen bir taksit oluyor. Özünde bulunan yasalar gereði,
insanoðlunun bugüne kadar harcadýðý bütün artý-emek ona aittir. Mo-
loch.
Konuyu, romantik Müller’in aþaðýdaki laf salatasý ile baðlayalým:
“Dr. Price’ýn sözettiði, muazzam bileþik faiz artýþý, ya da insanýn kendi-
liðinden hýz artýran güçlerindeki muazzam büyüme, böylesine muaz-
zam bir etki yaratmak için bölünmemiþ ya da kesintisiz, tekdüze bir
uygulamayý öngörür. Sermaye bölünür bölünmez ve pek çok baðýmsýz
büyüyen sürgünlere ayrýlýr ayrýlmaz, güçlerin birikim süreci bütünüyle
yeniden baþlar. Doða, her iþçinin ortalama olarak payýna düþen enerji
toplamýný, aþaðý yukarý 20-25 yýllýk bir zamana daðýtmýþtýr(!). Bu süre
dolduktan sonra emekçi iþini býrakýr ve emeðinin bileþik faizi ile biriken
sermayeyi yeni bir emekçiye aktarmasý gerekir, çoðu kez bunu, birkaç

* “Her üç ayýn sonunda, Ulusal Borç Fonuna yatýrýlmak üzere, ilgili komisyonlara belli bir
miktarýn ödenmesini öngören bir yasa.” (Anno Georgii III, Regis, cap. 31). -Ed.

Karl Marks 351


Kapital III
emekçi ya da çocuk arasýnda daðýtýr. Bunlar, paylarýna düþen sermaye
üzerinden fiilen herhangi bir bileþik faiz almadan önce, bunu harekete
geçirmeyi ve kullanmayý [sayfa 348] öðrenmek zorundadýrlar. Ayrýca, uygar
bir toplumun elde ettiði muazzam miktardaki sermaye en hareketli toplu-
luklarda bile, uzun yýllarda yavaþ yavaþ birikmiþtir ve iþin hemen büyütül-
mesi için kullanýlmamýþtýr. Bunun yerine, önemlice bir miktar biraraya
getirilir getirilmez, bu, bir baþka bireye, bir emekçiye, bankaya ya da
devlete borç adý altýnda devredilmiþtir. Ve bunu alan, sermayeyi fiilen
harekete geçirir, bundan bileþik faiz alýr ve böylece borç verene basit
faiz ödemeyi kolayca üstlenir. Nihayet eðer yalnýz üretim ya da tutumlu-
luk yasasý tek baþýna egemen olsaydý, insanýn gücü ve bu gücün ürün-
lerinin durmadan artacaðý bu muazzam birikime, tüketim, açgözlülük
ve israf yasasý karþý koyar.” (A. Müller, Elemente der Staatskunst, III, s.
147 -49.)
Bu kadar az satýrda bu kadar çok tüyler ürpertici saçmalýðý birara-
ya getirmek her yiðidin kârý deðildir. Emekçi ile kapitalistin, emek-gücü-
nün deðeri ile sermaye üzerinden faizin, vb. böylesine gülünç bir þekilde
karýþtýrýlmasý bir yana, bileþik faiz talebi, sermayenin bileþik faiz getir-
mek üzere borç verilmesi olgusuyla sözde açýklanmýþ oluyor. Bizim
Müller’in uyguladýðý yöntem, yaþamýn her alanýnda görülen romantizmin
tipik bir örneðidir. Bunlar þeylerin en yüzeysel görünüþlerinden derlenen
günlük önyargýlardan oluþurlar. Ardýndan da, bu yanlýþ ve basmakalýp
içeriðin, esrarlý bir ifade tarzýyla “yüceltilmesi” ve ululaþtýrýlmasý iþi ka-
lýyor.
Sermaye birikimi süreci, ancak, kârýn (artý-deðerin) tekrar serma-
yeye çevrilen, yani daha fazla artý-emek emmek için hizmet eden kýsmý-
na eðer faiz adý verilebilirse, bu anlamda, bileþik faiz birikimi olarak dü-
þünülebilir.
Ne varki:
1) Her türlü dýþtan gelen etkenler bir yana, mevcut sermayenin
büyük bir kýsmý, yeniden-üretim süreci boyunca sürekli olarak azçok
deðer kaybýna uðrar, çünkü metalarýn deðeri, üretimlerinde kökensel
olarak harcanan emek-zamaný ile deðil, yeniden-üretimlerinde harcanan
emek-zamanýyla belirlenir ve bu zaman, emeðin toplumsal üretkenliðin-
deki geliþme nedeniyle sürekli azalýr. Daha yüksek bir toplumsal üret-
kenlik düzeyinde, mevcut bütün sermaye, bu nedenle, uzun bir sermaye
birikimi sürecinin sonucu olmak yerine, daha kýsa bir yeniden-üretim
döneminin sonucu gibi görünür.81
2) Bu cildin Üçüncü Kýsmýnda gösterildiði gibi, kâr oraný, artan
sermaye birikimi ve buna tekabül eden ve tüm ifadesini sermayenin

81
Mill ile Carey’e ve Roscher’in bu konudaki yanlýþ yorumuna bakýnýz. [Marx þu yapýtlara
iþaret ediyor: J. St. Mill, Principles of Political Economy, Second edition, vol. 1, London 1849, s.
91-92; H. Ch. Carey, Principles of Social Science, vol. III, Philadelphia 1859, s. 71-73; W. Roscher,
Die Grundlagen der Nationalökonomie, 3 Auflage, Stuttgart und Augsburg, 1858, § 45. -Ed.]

352 Karl Marks


Kapital III
deðiþmeyen kýsmýna göre deðiþen kýsmýndaki nispi ve kademeli azal-
mada bulan toplumsal emeðin üretkenliðindeki artýþla orantýlý olarak
düþer. Tek bir emekçi tarafýndan harekete geçirilen deðiþmeyen ser-
maye on katý artýrýldýktan sonra ayný kâr oranýnýn meydana gelmesi için
artý [sayfa 349] emek-zamanýn on katý artmasý gerekir ki, çok geçmeden
toplam emek-zamaný ve ensonu günün 24 saatini sermaye bütünüyle
ele geçirmiþ olsa bile buna yetmez. Ne var ki, kâr oranýnýn düþmediði
düþüncesi, Price’ýn sözünü ettiði dizinin, ve genellikle de, “bileþik faizli
sermayenin her yeri kaplamasý” sözünün ternelidir.82
Artý-deðerle artý-emeðin özdeþliði, sermaye birikimi için nitel bir
sýnýr koyar. Bu sýnýr, toplam iþgünü ile ayný anda sömürülebilir iþgünlerinin
sayýsýný sýnýrlayan, üretken güçlerin ve nüfusun o günkü geliþme derece-
sinden oluþur. Yok eðer, artý-deðer, anlamsýz bir biçim olan faiz olarak
kabul edilirse, bu sýnýr sýrf niceldir ve her türlü hayal ve fanteziye açýktýr.
Þimdi artýk, bir fetiþ olarak sermaye kavramý, emeðin birikmiþ
ürününe, üstelik de para þeklinde sabitleþmiþ þekline, özünde saklý bir
güç, bir otomat gibi, geometrik dizi içersinde artý-deðer yaratma niteliði
veren bir kavram olarak, faiz getiren sermaye de en yüksek noktasýna
ulaþmýþtýr; böylece, Economis’in düþündüðü gibi, emeðin birikmiþ ürü-
nü, dünyanýn bütün servetini, her zaman için, ona ait bir þey ve haklý
olarak ona giden bir þey olarak bu sermayeye, bir fiyat indirimi ile çok-
tan devretmiþtir. Geçmiþ emeðin ürünü, geçmiþ emeðin kendisi, bura-
da, bugünkü ya da gelecekteki canlý artý-emeðin bir kýsmýna kendiliðinden
gebedir. Oysa biz, gerçekte, geçmiþ emeðin ürünlerinin deðerlerinin ko-
runmasýnýn ve bu bakýmdan yeniden-üretimlerinin, ancak bunlarýn canlý
emekle biraraya gelmesinin sonucu olduðunu; ve sonra da, geçmiþ eme-
ðin ürünlerinin canlý emek üzerindeki egemenliðinin ancak, geçmiþ eme-
ðin baðýmsýz ve çok aðýr basar biçimde canlý emeðe egemen bulunduðu
özel toplumsal iliþkilere dayanan sermaye iliþkilerinin devamý süresince
devam ettiðini biliyoruz. [sayfa 350]

82
“Açýktýr ki, hiç bir emek, hiç bir üretken güç, hiç bir beceriklilik ve hüner, bileþik faizin
çok aðýr taleplerini karþýlayamaz. Ne var ki, bütün tasarruflar, kapitalistin gelirinden yapýlýr ve
böylece bu talepler fiilen sürekli yinelenir ve emeðin üretken gücü bunlarý karþýlamayý sürekli
reddeder. Bu nedenle, bir tür denge sürekli kurulmuþ olur.” (Labour Defended Against the
Clains of Capital, 5. 23. By Hodgskin.)

Karl Marks 353


Kapital III
YÝRMÝBEÞÝNCÝ BÖLÜM
KREDÝ VE FÝKTÝF SERMAYE

KREDÝ sistemi ile, bu sistemin kendi kullanýmý için yarattýðý araçla-


rýn (kredi-para, vb.) çok ayrýntýlý bir incelemesi bizim planýmýzýn dýþýnda
kalýr. Biz burada yalnýzca, genellikle kapitalist üretim tarzýnýn karakterini
ortaya koymak için gerekli birkaç özel nokta üzerinde durmak istiyoruz.
Burada yalnýz ticari kredi ile banka kredisini ele alacaðýz. Bu kredi biçi-
mi ile, kamu kredisinin geliþmesi arasýndaki iliþki burada incelenmeye-
cektir. Ödeme aracý olarak paranýn iþlevinin ve buradan da, metalarýn
üreticileri ile ticaretini yapanlar arasýnda alacaklý ve borçlu iliþkisinin,
metalarýn basit dolaþýmýndan nasýl geliþtiðini, daha önce göstermiþ bulu-
nuyorum (Buch I, Kap. III, b). Ticaretin ve sýrf dolaþým amacýyla üretim-
de bulunan kapitalist üretim tarzýnýn geliþmesiyle birlikte, kredi sisteminin
bu doðal temeli geniþler, yaygýnlaþýr ve iþlenmiþ hale gelir. Para, burada,
genellikle sýrf bir ödeme aracý olarak hizmet eder, yani metalar para
karþýlýðýnda deðil, belli bir tarihte ödeme yapýlmak üzere yazýlý bir öde-
me vaadi belgesi karþýlýðýnda satýlýr. Bütün bu borç senetlerini, sýrf kýsa
olsun diye, poliçe genel baþlýðý altýnda toplayabiliriz. Bu poliçeler de
gene, [sayfa 351] ödeme tarihleri gelene kadar ödeme aracý olarak dolaþýmda

354 Karl Marks


Kapital III
bulunurlar, ve bunlar fiili ticaret parasýný teþkil ederler. Bunlar, alacak ve
borçlarýn dengelenmesi yoluyla en sonunda birbirlerini eþitledikleri sürece
ve ölçüde, tam olarak gerçek paraya dönüþmedikleri halde, mutlak ola-
rak para iþini görürler. Üreticiler ile tüccarlarýn bu karþýlýklý avanslarý nasýl
ki kredinin gerçek temelini oluþturuyorsa, bunlarýn dolaþým aracý poliçe
de, asýl kredi-parasýnýn, banknotlarýn, vb. gerçek temelini teþkil eder.
Bunlar, ister madeni olsun ister devletin çýkardýðý kaðýt para olsun, para
dolaþýmýna dayanmamýþtýr, daha çok, poliçe dolaþýmýna dayanýrlar.
W. Leatham (Yorkshire’lý banker), Letters on the Currency, 2nd
ed., London 1840, adlý kitabýnda þunlarý yazýyor: “1839 yýlýnýn tamamý
için toplam miktarýn ... 528.493.842 £, olduðunu” (yabancý poliçelerin,
bu toplamýn aþaðý yukarý beþte-biri kadar olduðunu kabul ediyor) “ve bu
yýl, ayný anda, dolaþýmdaki senetler tutarýnýn 132.123.460 £ olduðunu
hesapladým” (s. 56.) Poliçeler, “miktar olarak onu oluþturan bir kýsmýný
bütün birarada bulunan geriye kalanlardan daha büyük” yapar (s. 3.).
“Poliçelerden oluþan bu muazzam üstyapý, banknotlar ile altýn miktarýnýn
teþkil ettiði temele dayanýr (!) ve olaylar sonucu bu temel çok daraldý-
ðýnda, saðlamlýðý ve hatta varlýðý tehlikeye düþer” (s. 8). “Bütün nakit
parayý” (banknotlar demek istiyor) “ve bankalar ile taþra bankerlerinin,
talep üzerine ödenecek borçlarýný hesap edecek olursam, 153 milyon-
luk bir miktar bulurum ve yasaya göre bunun altýna çevrilebilmesi gere-
kir ... ve bu talebi karþýlayacak altýn miktarý” yalnýzca 14 milyondur (s.
11). “Poliçeler ... para bolluðunu önleme ve bunlarýn bir kýsmýný yaratan,
ve büyük ve tehlikeli þekilde geniþlemelerini teþvik eden, aþýrý ve düþük
faiz oranlarý ile iskontoya engel olma dýþýnda herhangi bir denetim altýna
alýnmamýþtýr. Bunlarýn ne kadarýnýn, fiili alým-satým gibi gerçek bonâ fide
iþlemlerden doðduðunu ya da ne kadarýnýn fiktif ve sýrf yenileme poliçe-
lerinden, yani þu kadar miktar dolaþým aracý yaratarak bir fiktif sermaye
meydana getirmek üzere keþide edilen poliçelerden ibaret olduðuna
karar vermek olanaksýzdýr. Paranýn bol ve ucuz olduðu zamanlarda bu-
nun çok büyük miktarlara ulaþtýðýný biliyorum.” (s. 43-44.) J. W. Bosan-
quet, Metallic paper and Credit Currency, London 1842: “Yýlýn her
iþgününde, 3.000.000 sterline ulaþan ortalama bir ödeme Clearing House
(Londralý bankerlerin, vadesi dolmuþ senetleri ve ödenmiþ çekleri
deðiþtirdikleri yer) aracýlýðý ile yapýlýyor ve bu amaç için gerekli günlük
para miktarý, 200.000 sterlini biraz geçiyordu” (s. 86). [1889’da, Clearing
House’ýn toplam devir tutarý 7.618¾ milyon sterline ulaþmýþtý ve aþaðý
yukarý 300 iþgünü hesabýyla, günlük ortalama 25½ milyon sterlin ediyor-
du. -F. E.] “Poliçe,” mülkiyeti, ciro yoluyla elden ele aktardýðý ölçüde,
“hiç kuþkusuz paradan baðýmsýz olarak, dolaþým aracý olarak iþlev ya-
par” (s. 92). “Ortalama olarak, dolaþýmdaki her senedin iki kez ciro edil-
diði ve ... her senedin, vadesi gelmeden iki ödemeyi yerine getirdiði” ka-
bul edilebilir. “Bu varsayýma göre, 1839 yýlýnda, yalnýz senetlerin cirosuy-
la, günde 3.000.000 sterlinden fazla olmak üzere, 528.000.000’un iki katý,

Karl Marks 355


Kapital III
yani [sayfa 352] 1.056.000.000 sterlin deðerinde bir mülkiyet transferi yapýlmýþ
görünür. Bu nedenle, sonuç olarak mevduat ile poliçelerin birarada,
paranýn yardýmý olmaksýzýn günde 18.000.000 sterlinden az olmamak
üzere, mülkiyeti elden ele aktarmak suretiyle paranýn iþlevlerini yerine
getirdiklerini güvenle söyleyebiliriz” (s. 93).
Tooke, genel olarak kredi üzerine þunlarý söylüyor: “En basit ifa-
desiyle kredi, bir kimsenin, bir baþka kimseye, belli bir miktarda ser-
mayeyi para olarak, ya da para olarak hesaplanan deðeri üzerinde
anlaþmaya varýlmýþ mallar þeklinde, ve her iki halde de, belli bir vadenin
sonunda ödenmek üzere, emanet vermesine yolaçan, saðlam ya da
çürük bir temele dayalý güvendir. Sermayenin, para olarak, yani ya bank-
not ya da nakit kredi veya bir muhabire havale þeklinde borç verilmesi
halinde sermayenin kullanýmý için, geriye ödenecek miktara, her 100 £
için bir þu kadar miktar ilave yapýlýr. Para olarak deðerleri üzerinde anlaþ-
maya varýlmýþ ve bir satýþ teþkil eden mallar sözkonusu olduðunda, geri-
ye ödenmesi kararlaþtýrýlan miktar, ödeme için saptanan dönemin so-
nuna kadar, sermayenin kullanýmý ve riski için bir tazminatý içerir. Belli
tarihlerde yazýlý ödeme taahhütleri çoðu kez bu kredilerle birlikte verilir,
ve belli tarihten sonra devredilebilir taahhütler ya da borç-senetleri, para
ya da mal þeklindeki sermayelerini, ellerindeki borç senetlerinin vadele-
ri dolmadan önce kullanma olanaðý bulan alacaklýlar için, kredileri, se-
netler üzerinde kendi adlarýna ilaveten baþka adlarla kuvvetlenmiþ olacaðý
için, çoðu kez daha uygun koþullarla borç almak ya da satýn almak
olanaðýný saðlayan bir araç olurlar.” (Inquiry into the Currency Principle,
s. 87.).
Ch. Coquelin, Du Credit et des Banques dans l’Industrie, Revue
des Deux Mondes, 1842, Tome 31: “Her ülkede kredi iþlemlerinin çoðu,
sýnai iliþkiler çerçevesi içersinde yer alýr. ... Hammadde üreticisi, ima-
latçý fabrikatöre kredi açar ve ondan belli bir tarihte ödeme yapmak için
taahhüt alýr. Kendi payýna düþen iþi tamamlayan fabrikatör de þimdi
ürününü benzer koþullarla, onu daha fazla iþleyecek olan baþka bir fab-
rikatöre kredi ile verir ve bu þekilde kredi, birinden diðerine uzanýp
giderek tüketiciye kadar ulaþýr. Toptancý tüccar, bir yandan fabrikatör-
den ya da komisyoncu aracýdan kredi aldýðý halde, perakendeci tüccara
kredi ile mal verir. Hepsi de bazan para, ama çoðu kez ürün olmak üze-
re bir eliyle borç alýr, öteki eliyle borç verir. Ýþte bu þekilde, sýnai iliþkiler
içersinde bütün yönlere doðru uzanan ve birbiriyle kesiþen aralýksýz bir
avans alýþ-veriþi yeralýr. Kredinin geliþmesi, iþte bu karþýlýklý avanslarýn
çoðalmasý ve büyümesiyle olur ve onun gerçek güç kaynaðý da budur.”
Kredi sistemlerinin diðer yaný, kapitalist üretimde, hiç kuþkusuz
meta ticaretiyle elele giden, para ticaretindeki geliþmeyle baðlý bulunur.
Ýþadamlarýna ait yedek fonlarýn yönetiminin, para toplama, para ödeme,
uluslararasý ödemeler ve külçe ticareti ile ilgili teknik iþlemlerin, para
ticaretiyle uðraþan kimselerin ellerinde nasýl toplandýðýný bundan önceki

356 Karl Marks


Kapital III
kýsýmda (Yirmidokuzuncu Bölüm) görmüþ bulunuyoruz. Kredi
[sayfa 353]
sisteminin öteki yaný – faiz getiren sermayenin ya da para-sermayenin
yönetimi, para-ticareti yapan kimselerin özel bir iþlevi olarak bu para
ticaretinin yanýsýra geliþir. Paranýn borç alýnmasý ve borç verilmesi bun-
larýn uðraþtýklarý özel iþleri haline gelir. Bunlar, para-sermayeyi fiilen borç
verenle borç alan arasýnda aracýlýk ederler. Genel bir deyiþle, bankacýlýk
iþinin bu yaný, büyük miktarlarda borç verilebilir para-sermayenin ban-
kerlerin ellerinde toplanarak, bireysel borç verenler yerine bu bankerle-
rin, sanayi kapitalistleri ile ticaret kapitalistlerinin karþýsýna, bütün borç
para verenlerin temsilcileri olarak çýkmasýndan ibarettir. Bunlar, para-
sermayenin genel yöneticileri haline gelirler. Öte yandan, tüm ticaret
alemi adýna borç para topladýklarý için, borç alanlarý borç verenler karþýsýn-
da toplamýþ olurlar. Bir banka, bir yanda, borç verenlerin toplaþmasýný,
öte yanda da borç alanlarýn para-sermayesinin toplaþmasýný temsil eder.
Genel olarak kârý, borç alýrken verdiði faize göre, borç verirken aldýðý
oranýn daha yüksek olmasýndan oluþur.
Bankalarýn, üzerinde tasarrufta bulunduklarý borç verilebilir ser-
maye, bunlara çeþitli yollardan gelir. Her þeyden önce, sanayici kapita-
listlerin kasadarlarý olarak, her üreticinin ve tüccarýn yedek fon olarak
bulundurmak zorunda olduðu ya da ödemelerden gelen para-sermaye,
bunlarýn ellerinde toplanýr. Bu fonlar böylece borç verilebilir para-ser-
mayeye çevrilmiþ olur. Bu yoldan, ticaret aleminin yedek fonu, ortak bir
hazinede toplandýðý için, gerekli en alt düzeyine indirilmiþ bulunur ve,
aksi halde, yedek sermaye olarak atýl kalacak para-sermayenin bir kýs-
mý borç verilir ve faiz getiren sermaye olarak hizmet eder. Sonra, banka-
larýn borç verilebilir sermayesi, para-kapitalistlerin borç verilme iþini ken-
dilerine býraktýklarý mevduatlardan oluþur. Ayrýca, banka sistemindeki
geliþmeyle, ve özellikle bankalar mevduat üzerinden faiz ödemeye baþlar
baþlamaz, her sýnýfa ait tasarruf edilen paralar ile, geçici olarak atýl halde
bulunan paralar, bankalara yatýrýlmaya baþlanýr. Herbiri kendi baþýna para-
sermaye olarak iþ görecek halde bulunmayan küçük miktarlar, büyük
kitleler halinde biraraya gelir ve böylece bir para gücü oluþtururlar. Küçük
miktarlarýn bu biraraya toplanmasý, bankacýlýk sisteminin özgül bir iþlevi
olarak, onun, asýl para-kapitalistler ile borç alanlar arasýndaki, aracýlýk
faaliyetlerinden ayrýlmasý gerekir. Son tahlilde, çoðunlukla ancak yavaþ
yavaþ tüketilen gelirler de gene bankalara mevduat olarak verilir.
Borç (biz burada, dar anlamda ticari krediyi kastediyoruz) poliçe-
lerin iskonto edilmesiyle –poliçeleri vadeleri gelmeden paraya çevir-
mekle– çeþitli türde avanslarla verilir: doðrudan doðruya kiþisel krediye
baðlý avanslar, rehin karþýlýðý verilen borçlar, faiz getiren senetler, devlet
tahvilleri, her türlü hisse senetleri ve özellikle, konþimento, doklara tes-
lim belgesi ve metalar üzerinde mülkiyet hakkýný gösteren tasdikli bel-
geler karþýlýðýnda verilen avanslar ile mevduatý aþan avanslar, vb. gibi.
Bankerin verdiði kredi, baþka bankalara çekilmiþ poliçeler, çek-

Karl Marks 357


Kapital III
ler, ayný türden kredi hesaplarý, ve ensonu, eðer banka, banknot çýkar-
maya [sayfa 354] yetkili ise, bankanýn kendisinin çýkardýðý banknotlar gibi
çeþitli biçimler alabilir. Banknot, bankaca üzerine çekilmiþ, her an hami-
line ödenir, ve banker tarafýndan özel senet yerine verilmiþ bir çekten
baþka bir þey deðildir. Bu son kredi biçimi, bu konuya yabancý olan kim-
seye, özellikle önemli ve çarpýcý görünür, çünkü, önce, kredi-parasýnýn
bu biçimi, sýrf ticari dolaþýmýn sýnýrlarýný aþarak genel dolaþýma girer ve
burada para olarak hizmet eder; sonra, çoðu ülkelerde, banknot çýkar-
tan büyük bankalar, ulusal ve özel bankalarýn kendine özgü bir karýþýmý
olduklarý için aslýnda arkalarýnda onlarý destekleyen ulusal bir kredi var-
dýr ve bunlarýn çýkardýklarý banknotlar azçok geçerliði olan paralardýr;
ensonu, banknot, dolaþýmda bulunan sýrf bir kredi senedi olduðu için,
burada bankerin kredi ticareti yaptýðý besbellidir. Ne var ki banker, ken-
disine yatýrýlmýþ mevduatla, nakit olarak avans verse bile, diðer bütün
kredi biçimleriyle de iþ yapmak zorundadýr. Gerçekte, banknot yalnýzca
toptan ticaretin bozuk parasýný temsil eder ve bankalarda asýl aðýrlýðý
taþýyan mevduattýr. Bunun en iyi kanýtýný Ýskoç bankalarý saðlarlar.
Özel banka biçimleri gibi, özel kredi kurumlarýnýn da daha fazla
incelenmesine, amacýmýz bakýmýndan gerek yoktur.
“Bankerlerin iþi ... iki kola ayrýlabilir. ... Bu kollardan birisi, serma-
yelerini hemen kullanamayacak olanlardan sermaye toplamak ve bunu
kullanacak olanlara daðýtmak ya da aktarmaktýr. Diðer kol, müþterilerinin
gelirlerini mevduat olarak kabul etmek ve bunlarýn tüketim nesnelerine
yapacaðý harcamalar için gerekli miktarý ödemek. ... Bunlardan birincisi
sermaye, diðeri nakit para dolaþýmýdýr...” Biri, “bir yandan sermaye yo-
ðunlaþmasý, öte yandan, sermaye daðýlýmý ile ilgilidir,” diðeri “o bölgenin
yerel amaçlarý için dolaþýmýn saðlanmasýnda kullanýlýr.” Tooke, Inquiry
into the Currency Principle, s. 36, 37. Bu alýntýya, daha ilerde, Yirmiseki-
zinci Bölümde tekrar döneceðiz.
Reports of Committees, vol. VIll. Commercial Distress, vol. II, part
l, 1847-48, Minutes of Evidence. (Bundan böyle Commercial Distress,
1847-48 olarak anýlacaktýr.) Binsekizyüzkýrklarda, Londra’da poliçelerin
iskontosunda çoðu kez banknot yerine bir bankadan diðerine 21 gün
vadeli çekler kabul ediliyordu. (Taþralý banker J. Pease’ýn ifadesi, n°
4636 ve 4645.) Gene ayný rapora göre, bankerler, para kýtlaþtýðý zaman-
larda, yaptýklarý ödemelerde düzenli olarak bu gibi poliçeler vermeyi
adet haline getirmiþlerdi. Müþteri banknot istediði zaman, bu poliçeyi
tekrar iskonto ettirmek zorundaydý. Bu, bankalar için, para çýkarma ayrý-
calýðý demekti. Bay Jones, Loyd ve ortaklarý, para kýtlaþýr ve faiz oraný
%5’in üzerine çýkar çýkmaz, “anýmsanamayacak kadar eski zamanlar-
dan beri” bu þekilde ödeme yapýyorlardý. Müþteri bu gibi poliçeleri alm-
aktan çok hoþnuttu, çünkü Jones, Loyd ve ortaklarýna ait poliçeleri iskonto
ettirmek, kendi poliçelerini iskonto ettirmekten daha kolaydý; ayrýca bun-
lar çoðu kez yirmi-otuz el deðiþtiriyordu. (Ibid., n° 901-904, 905, 992.)

358 Karl Marks


Kapital III
[sayfa 355]
Bütün bu þekiller, ödeme taleplerinin devredilebilir hale gelmesi-
ne hizmet ederler. –”Kredinin, paranýn iþlevlerini yerine getirmek için
zaman zaman baþvurulmak üzere alamayacaðý hiç bir biçim yok gibidir;
ve ister bu biçim banknot, ister poliçe, ister çek olsun, süreç her esas,
özel durumda aynýdýr ve sonuç da aynýdýr.” Fullarton, On the Regulation
of Currencies, 2nd ed., London 1845, s. 38.- “Banknotlar kredinin ufak
paralarýdýr.” (s. 51.)
Aþaðýdaki satýrlar, J. W. Gilbart’ýn The History and Principle of
Banking, London 1834 adlý yapýtýndan alýnmýþtýr: “Bir bankanýn ticari
sermayesi iki kýsma ayrýlabilir: yatýrýlmýþ sermaye (invested capital) ve
borç alýnmýþ banka sermayesi (banking capital)” (s. 117). Banka ya da
borç alýnan sermayenin toplanmasýnda üç yol vardýr. Birincisi, mevduat
kabul etmek; ikincisi, banknot çýkartmak; üçüncüsü, tahvil çýkartmak.
Bir kimse eðer bana hiç bir karþýlýk istemeksizin 100 £ borç verirse, ben
bu 100 sterlini bir baþkasýna yüzde-dört faizle borç verir ve bir yýlda bu
alýþveriþle 4 £ kazanýrým. Gene bir kimse, eðer benim ‘ödeme vaadimi’
(“I promise to pay” sözü, Ýngiliz banknotlarý için yaygýn olarak kullanýlan
bir deyimdir) alýr ve yýl sonunda geri getirerek, bunun için, týpký ona 100
Ýngiliz lirasý ödünç vermiþim gibi yüzde-dört verirse, bu alýþveriþten 4 £
kazanmýþ olurum; ve gene, bir taþra kentinden bir kimse bana, 100 £
getirse ve yirmibir gün sonra Londra’da bir baþkasýna ayný miktarý öde-
mem koþuluyla verse, yirmibir gün boyunca bu paradan saðlayacaðým
faiz, benim kârýmý teþkil eder. Bu bankacýlýk iþlemlerinin, ve mevduat,
banknot ve senetler aracýlýðý ile banka sermayesi yaratmanýn aklauygun
bir açýklamasýdýr.” (s. 117.) “Bir bankerin kârý genellikle, kendi banka
sermayesi ya da borç alýnan sermaye miktarý ile orantýlýdýr. ... Bir banka-
nýn gerçek kârýný bulmak için, yatýrýlan sermaye üzerinden faizin, brüt
kârdan düþülmesi gerekir, ve geriye kalan, bankacýlýk kârýdýr.” (s. 118.)
“Bankerlerin müþterilerine verdikleri avanslar, baþkalarýna ait parayla
yapýlýr.” (s. 146.) “Banknot çýkartmayan bankerler, banka sermayesini,
senetleri iskonto etmek yoluyla yaratýrlar. Bunlar, mevduatlarýný çoðalt-
mada, iskonto iþlemlerinden yararlanýrlar. Londralý bankerler, kendile-
rinde mevduat hesaplarý bulunan müesseseler dýþýnda iskonto iþlemi
yapmazlar.” (s. 119.) “‘Senet iskonto ettiren ve bunun tutarý üzerinden
faiz ödeyen bir kurum, bunun bir kýsmýný, faiz almaksýzýn bankere býrak-
mak zorundadýr. Böylece banker, fiilen avans verilen para üzerinden,
cari faiz oranýndan daha yüksek bir faiz elde eder ve kendi eline kalan
bakiyeler tutarýnda bir banka kredisi yaratýr.” (s. 119- 20.) Yedek fonlar-
da, mevduatta, çeklerde tasarruf saðlama: “Mevduat bankalarý, dolaþým
aracýnýn kullanýlmasýnda tasarruf saðlamaya hizmet eder. Bu, alacakla-
rýn aktarýlmasý ilkesine dayanýlarak yapýlýr. ... Böylece mevduat bankalarý
... büyük tutardaki ticari iþlemlerin, küçük miktarda para ile yapýlmasýný
saðlar. Bu yoldan serbest kalan parayý banker, müþterilerine, iskontolu

Karl Marks 359


Kapital III
ya da baþka þekilde avans vermede kullanýr. Þu halde, bu aktarma ilke-
si, mevduat sistemine daha da etkinlik kazandýrýr...” (s. 123.) [sayfa 356]
“Birbirleriyle iþ yapan iki tarafýn, ayný bankerde ya da farklý ban-
kerlerde hesabý olmasýnýn bir önemi yoktur; çünkü, bankerler, ellerinde-
ki çekleri, Clearing House’da birbirleriyle deðiþtirirler. ... Mevduat sistemi
böylece, aktarma yoluyla, madeni paranýn kullanýmýný tamamen orta-
dan kaldýracak derecede geniþletilebilir. Herkesin bir bankada mevduat
hesabý olsa ve bütün ödemelerini çekle yapsalar, para ortadan kalkabilir
ve çekler tek dolaþým aracý haline gelebilir. Ne var ki bu durumda, ban-
kerin ellerinde para bulunduðunu varsaymak gerekir, yoksa çeklerin bir
deðeri kalmaz.” (s. 124.) Yerel iþlemlerin bankalarýn ellerinde toplanma-
sý þu yollardan saðlanýr: 1) Banka þubeleri. Taþra bankalarýnýn, bölgele-
rindeki küçük kentlerde þubeleri bulunur, ve Londra bankalarýnýn, kentin
çeþitli semtlerinde þubeleri vardýr. 2) Temsilciler. “Her taþralý banker,
banknotlarýný ve senetlerini ödemek ... ve Londra’da oturan kimselerin
taþrada oturanlar hesabýna yatýrdýklarý meblaðlarý kabul etmek üzere,
Londra’da bir temsilci kullanýr” (s. 127). Her banker, baþkalarýnýn bank-
notlarýný alýr, ama bunlarý tekrar kullanmaz. Bütün büyük kentlerde, hafta-
da bir-iki kez biraraya gelirler ve bunlarý deðiþtirirler. Bakiye, Londra
üzerine çekilen bir havaleyle ödenir (s. 134). “Bankacýlýðýn amacý ticare-
te kolaylýk saðlamaktýr, ve ticareti kolaylaþtýran her þey, spekülasyonu
da kolaylaþtýrýr. Ticaret ile spekülasyon bazý hallerde öylesine sýkýfýkýdýr-
lar ki, hangi noktada ticaretin bitip hangi noktada spekülasyonun baþ-
ladýðýný anlamak olanaksýzdýr. Banka bulunan yerlerde, sermaye daha
kolay ve daha düþük faiz oranýyla elde edilir. Ucuz sermaye, spekülasyo-
nu kolaylaþtýrýr, týpký, ucuz dana etiyle biranýn, oburluðu ve ayyaþlýðý
kolaylaþtýrmasý gibi.” (s. 137, 138.) “Dolaþým bankalarýnýn, (Bank of cir-
culation) daima kendi banknotlarýný çýkardýklarý için, iskonto iþlerini ta-
mamen çýkardýklarý banknotlardan oluþan sermaye ile yaptýklarý sanýlýr,
ama bu böyle deðildir. Bir banker kendi iskonto ettiði bütün senetler
için pekala kendi banknotlarýyla ödeme yapabilir ve gene de elindeki
senetlerin onda-dokuzu gerçek sermayeyi temsil edebilir. Çünkü, her
ne kadar senetler karþýlýðý bankerin çýkardýðý banknotlar veriliyorsa da,
bu banknotlar senetlerin vadeleri gelene kadar dolaþýmda kalmayabilir-
ler –senet üç ay vadeli olduðu halde banknotlar üç günde geriye döne-
bilir.” (s. 172.) “Nakdi kredi hesabýndan, hesabýn üzerinde para çekilmesi,
iþ hayatýnda olaðan bir þeydir; gerçekte, nakdi kredi açmanýn amacý da
budur. ... Nakdi kredi yalnýz kiþisel güvene dayanýlarak verilmez, deðerli
senetler karþýlýðý da verilir.” (s. 174, 175.) “Mal teminatý karþýlýðý borç ve-
rilen sermaye, senetlerin iskontosu yoluyla verilen sermaye ile ayný etki-
yi gösterir. Bir kimsenin, mallarýnýn teminatý karþýlýðý 100 sterlin borç al-
masýyla, malýný 100 sterlinlik bir senet karþýlýðý satmasý ve bu senedi
bankere iskonto ettirmesi ayný þeydir. Ne var ki bu yoldan avans almasý,
malýný daha iyi bir piyasa için elde tutmasýný saðlar, ve aksi halde acil

360 Karl Marks


Kapital III
gereksinmelerini karþýlamak için para bulmak üzere katlanmak zorun-
da kalabileceði fedakarlýklardan kaçýnmýþ olur.” (s. 180- 81.). [sayfa 357]
The Currency Theory Reviewed, etc., s. 62-63: “Bugün A’ya yatýr-
dýðýnýz 1.000 sterlinin yarýn yeniden kullanýlabileceði ve B’de mevduat
teþkil edebileceði hiç kuþkusuz doðrudur. Ertesi gün bu parayý B elden
çýkartabilir ve C’de mevduat halini alabilir ... ve bu böyle sonsuza kadar
devam edebilir; para olarak ayný 1.000 sterlin böylece, ardarda yapýlan
aktarmalar ile, mutlak olarak sonsuz mevduat toplamý þeklinde kendisi-
ni çoðaltabilir. Bu nedenle, Birleþik Krallýk’taki bütün mevduatýn onda-
dokuzu, bunlardan sorumlu olan bankerlerin defterlerindeki kayýtlardan
öte bir varlýða sahip olmayabilir. ... Böylece, örneðin Ýskoçya’da
dolaþýmdaki para (üstelik de çoðu, kaðýt para) hiçbir zaman 3 milyon
sterlini aþmamýþtýr, bankalardaki mevduatýn 27 milyon sterlin olduðu
tahmin edilmektedir. Bankalardaki mevduatýn hepsi birden çekilme-
dikçe, ayný 1.000 sterlin gerisin geriye yoluna devam edecek olursa, ayný
kolaylýkla, gene belirsiz bir miktarý tasfiye edebilir. Bir tüccara olan bor-
cunuzu kendisi ile bugün tasfiye ettiðiniz ayný 1.000 sterlin, yarýn bir
baþka tüccara olan borcunu, ertesi gün tüccarýn bir bankaya olan borcu-
nu tasfiye edebilir ve bu böylece sürer gider; demek ki ayný 1.000 sterlin,
elden ele, bankadan bankaya dolaþýr ve akla gelebilecek herhangi bir
mevduat miktarýný tasfiye edebilir.”
[Gilbart’ýn daha 1834 yýlýnda, “ticareti kolaylaþtýran þeyin, spe-
külasyonu da kolaylaþtýrdýðýný,” bildiðini görmüþ bulunuyoruz. Ticaret ile
spekülasyon bazý hallerde öylesine sýkýfýkýdýrlar ki, hangi noktada ticare-
tin bittiðini, hangi noktada spekülasyonun baþladýðýný anlamak olanaksý-
zdýr. “Satýlmamýþ metalar üzerinden avans almak ne kadar kolay olursa,
bu gibi avanslar o kadar fazla alýnýr, ve sýrf karþýlýk göstererek avans para
almak için meta imali ya da zaten imal edilmiþ bulunan metalarý uzak
piyasalara sevketmek þeklindeki yersiz teþvik o kadar büyük olur. Bir
ülkenin tüm iþ aleminin böylesine bir sahtekârlýk dalgasýyla ne ölçüde
kuþatýlabileceðini ve bunun sonunun neye varacaðýný, 1845-4 7 yýllarý
arasýndaki Ýngiliz ticaret tarihi bütün çýplaklýðý ile gözler önüne serebilir.
Kredinin neler yapabileceðini bu bize gösterir. Aþaðýdaki örneklere geç-
meden önce, birkaç noktaya iþaret edelim.
Ýngiliz sanayiinin 1837 yýlýndan beri neredeyse kesintisiz olarak
karþý karþýya kaldýðý baský, 1842 yýlýnýn sonunda azalmaya baþladý. Bunu
izleyen iki yýl boyunca, Ýngiliz mamul mallarýna karþý yabancý talepler
daha da arttý; 1845 ve 1846 yýllarý, en yüksek bir gönenç dönemini belir-
ler. 1843’te Afyon Savaþý, Çin’i, Ýngiliz ticaretine açtý. Bu yeni pazar, baþta
pamuklu sanayi olmak üzere, zaten geniþlemekte olan sanayiye yeni bir
itici güç oldu. O sýralarda Manchester’li bir fabrikatör, bu satýrlarýn yazarý-
na, “Bu kadar fazla nasýl üretimde bulunabiliriz? 300 milyon insaný gi-
ydirmek zorundayýz.” diyordu. Ne var ki, bütün yeni yapýlmýþ fabrikalar,
buharlý makineler, eðirme ve dokuma tezgahlarý, Lancashire’den akan

Karl Marks 361


Kapital III
artý-deðeri emmeye yetmiyordu. Üretimi geniþletmede gösterilen ayný
büyük çabayla, halk, demiryolu yapýmýna giriþti. Fabrikatör ile [sayfa 358]
tüccarlarýn, spekülasyon hýrsý, önce bu alanda bir tatmin yeri buldu, ve
hem de 1844 yazýnda. Hisse senetleri tamamen, yani ilk ödemeleri
karþýlayacak para olduðu ölçüde satýldý. Gerisi allah kerimdi! Ama, geri-
ye kalan ödemelerin zamaný gelince, –Soru 1059, C. D. 1848/57, de-
miryollarýna 1846-47 yýllarý arasýnda yatýrýlan sermayenin 75 milyon sterline
ulaþtýðýný göstermektedir– krediye baþvurmak zorunda kalýndý ve çoðu
hallerde, firmanýn temel giriþimleri de zor duruma düþtü.
Ve birçok durumda, bu temel giriþimler de zaten aðýr yük altýn-
daydý. Çok çekici yüksek kârlar, mevcut likit kaynaklarýn
karþýlayabileceðinin çok ötesinde giriþimlere yol açtý. Ama kredi saðol-
sun – hem elde edilmesi kolay hem de ucuzdu. Banka iskonto oraný
düþtü: 1844’te %13/4 ile %23/4, 1845 Ekimine kadar %3’ten daha düþük,
bir süre için (1846 Þubatý) %5’e yükselmiþ, ardýndan 1846 Aralýðýnda
tekrar %31/4’e düþmüþ durumda. Ýngiltere Bankasýnýn kasalarýnda
duyulmamýþ derecede bir altýn stoku bulunmaktaydý. Bütün iç borsa
deðerleri, görülmemiþ yükseklikteydi. Öyleyse bu mükemmel fýrsat kaçý-
rýlýr mýydý? Ýnsanýn bütün gücüyle yüklenmesinin tam zamaný deðil mi-
ydi? Üretilebilen her þeyi, Ýngiliz mallarýna canatan dýþ piyasalara gön-
dermemek için ne neden vardý? Ve bir yandan Uzak Doðu’ya iplik ve
kumaþ satarak, öte yandan da Ýngiltere’ye mal taþýyarak elde ettiði çifte
kazancý, fabrikatörün kendisi niçin doðrudan cebe indirmesindi?
Böylece, Hindistan ile Çin’e, avans ödemeler karþýlýðýnda kitle
halinde mal gönderme sistemi ortaya çýktý ve çok geçmeden bu aþaðýdaki
notlarda daha ayrýntýlý olarak anlatýlan ve kaçýnýlmaz olarak pazarlarýn
aþýrý malla dolmasýna ve çöküntülere yolaçan bir sistemin, sýrf avans al-
mak için mal gönderme sisteminin geliþmesiyle sonuçlandý.
Bunalýmý, 1846 yýlýnda alýnan ürünün kötü olmasý hýzlandýrmýþtý.
Ýngiltere ve özellikle Ýrlanda, baþta tahýl ve patates olmak üzere çok
büyük miktarlarda besin maddesi ithal etmek zorundaydý. Ne var ki, bu
maddeleri saðlayan ülkelere, bunlarýn karþýlýðý, ancak çok sýnýrlý ölçüler-
de Ýngiliz sanayii ürünleriyle ödenebilirdi. Deðerli madenlerle ödeme
yapmak zorunluydu. En az dokuz milyon deðerinde altýn dýþarýya gön-
derilmiþti. Bu miktarýn tam yedibuçuk milyonu Ýngiltere Bankasýnýn ha-
zinesinden çýktý ve bankanýn para piyasasýndaki hareket özgürlüðü böy-
lece önemli ölçüde sýnýrlanmýþ oldu. Yedekleri Ýngiltere Bankasýnda tu-
tulan ve uygulamada bu bankanýn yedekleriyle özdeþ olan diðer banka-
lar da, böylece, borç verme iþlemlerini kýsýtlamak durumuna düþtüler.
Hýzlý ve kolay ödeme akýþý, önce burada, sonra bir baþka yerde, ardýn-
dan da her yerde týkandý; 1847 Ocaðýnda hala %3-%3½ olan banka is-
konto oraný, paniðin ilk patlak verdiði nisan ayýnda %7’ye yükseldi. Durum,
yaz aylarýnda biraz yatýþýr gibi oldu (%6½, %6), ama yeni ürün de kötü
olunca, panik yeniden ve daha da beter patlak verdi. Resmi asgari ban-

362 Karl Marks


Kapital III
ka iskontosu ekimde %7’ye, kasýmda %l0’a yükseldi; yani büyük bir
poliçeler kitlesi, ya ancak inanýlmaz faiz oranlarýyla iskonto ediliyor ya
da [sayfa 359] hiç iskonto edilemiyordu. Ödemelerin genel olarak durmasý,
birkaç önde gelen ve pek çok orta büyüklükte ve küçük firmalarýn iflasý-
na yol açtý. 1844 tarihli, ustalýkla hazýrlanmýþ Banka Yasasýnýn getirdiði
sýnýrlamalar yüzünden, Bankanýn kendisi tehlikeye düþtü. Hükümet ko-
partýlan gürültüye boyun eðdi ve 25 Ekimde Banka Yasasýný yürürlükten
kaldýrarak Banka üzerine konan saçma yasal baðlarý bir yana itmiþ oldu.
Þimdi Banka, elindeki banknotlarý, hiç bir engel olmaksýzýn dolaþýma
sürebilecekti. Bu banknotlarýn güvenliði pratikte ulusun kredisiyle garan-
ti edildiði ve dolayýsýyla saðlam olduðu için, para darlýðýnda hemen ve
önemli ölçüde bir ferahlama oldu. Haliyle, umutsuzca birbirine kenet-
lenmiþ epeyce irili-ufaklý firma gene de iflastan yakalarýný kurtaramadý,
ama bunalýmýn doruk noktasý aþýlmýþ oldu, ve banka iskontosu aralýkta
%5’e düþtü; 1848 yýlý boyunca, iþ hayatýnda 1849 yýlýnda Kýta Avrupa’sýnda
devrimci hareketlerin hýzýný yavaþlatan ve 1850’lerde görülmemiþ bir
refahý baþlatan, ama ardýndan gene 1857 bunalýmý ile sona eren bir can-
lýlýk belirdi. -F. E.]
1. 1848’de Lordlar Kamarasý tarafýndan yayýnlanan bir doküman,
1847 bunalýmý sýrasýnda devlet tahvilleri ile hisse senetlerinde görülen
muazzam deðer kaybýný ele almaktadýr. Bu belgeye göre, 23 Ekim 1847’
deki deðer kaybý, ayný yýlýn þubat ayýna göre þöyledir:

Ýngiliz devlet tahvillerinde 93.824.217 £


Dok ve kanal hisse senetlerinde 1.358.288 £
Demiryollarý hisse senetlerinde 19.579.820 £
Toplam 114.762.325 £

II. Metalar satýn alýnmýþ olunduðu için artýk senet çekilmeyen,


ama daha çok iskonto edilebilir, paraya çevrilebilir senet çekebilmek
için meta satýn alýndýðý, Doðu Hint ticareti sahtekarlýðý ile ilgili olarak 24
Kasým 184 7 tarihli Manchester Guardian þöyle diyor:
Londra’da Bay A, Doðu Hindistan’daki Bay D’ye sevkedilmek üze-
re, Manchester’deki fabrikatör C’den meta satýnalmasý konusunda Bay
B’ye talimat verir. B, C’ye, C tarafýndan B üzerine çekilmiþ altý ay vadeli
senetle ödemede bulunur. B, A üzerine çekilmiþ altý aylýk bir senetle
kendisini güvence altýna alýr. Mallar gemiye yüklenir yüklenmez A, postay-
la gönderilen konþimento karþýlýðýnda, D üzerine altý aylýk bir senet çe-
ker. “‘Gönderici ve alýcý her ikisi de böylece, mallarýn bedelini fiilen
ödemeden, aylarca önce fonlarýn sahibi olurlar; ve çoðu kez, uzun za-
man alan böyle bir alýþveriþte, karþýlýðýn gelmesi zaman alacaðý bahane-
siyle bu senetler vadesi geldiðinde yenilenmiþtir.’ Böyle bir ticaretteki
kayýplar, onun daralmasýna yolaçacak yerde, ne yazýk ki, doðrudan doðru-
ya büyümesine yol açtý. Bu insanlar yoksullaþtýkça yeni avanslarla

Karl Marks 363


Kapital III
geçmiþteki maceralý iþlerde kaybettikleri sermayeyi elde etmek için,
daha büyük satýn almada bulunmak zorunda kaldýlar. Böylece satýn al-
malar , birer arz ve talep sorunu olmaktan çýkýp, güç koþullar altýnda iþ
gören [sayfa 360] bir firmanýn mali iþlemlerinin en önemli bir kýsmý halini
aldýlar. Ne var ki bu, manzaranýn yalnýzca bir yanýdýr. Ýçerde, mallarýn
ihracý ile ilgili olarak olup biten þeyler, dýþarda, ürünlerin satýn alýnmasýn-
da ye sevkinde yineleniyordu. Senetleri iskonto edilebilecek derecede
kredisi olan Hindistan’daki firmalar, Londra’dan aldýklarý son mektupta
bildirilen fiyatlarýn, Hindistan’da o günkü fiyatlara göre bir kâr saðlaya-
caðý umudunu verdiði için deðil, Londra’daki firma üzerine daha önce
çekilmiþ senetlerin vadeleri yakýnda dolacaðý, bunlara karþýlýk bulun-
masý gerektiði için, þeker, indigo, ipek ya da pamuk satýn alýyorlardý. Bir
þilep dolusu þeker alýp, bedelini Londra’daki firma üzerine çekilen on ay
vadeli senetle ödemekten ve sevk belgelerini posta ile göndermekten
daha basit ne olabilirdi; ve daha iki ay geçmeden, mallar daha açýk de-
nizdeyken ya da belki henüz Hugli kanalýna bile geçmeden, Lombard
Street’te rehine verilir – ve böylece Londra’daki firma, bu mallar için
verilen senedin vadesinin dolmasýna daha sekiz ay varken paraya kavuþ-
muþ olur. Ve bütün bunlar, kambiyo tellallarýnýn elinde, konþimento ve
dok belgeleri karþýlýðýnda avans verebilecek ‘hazýr’ bol para bulunduðu
ve Hindistan’daki firmalarýn, Mincing Lane’deki seçkin firmalar üzerine
çektikleri poliçeleri sýnýrsýz bir þekilde iskonto edebildikleri sürece, kesin-
tisiz ya da herhangi bir güçlükle karþýlaþmaksýzýn sürüp gitti.”
[Bu hileli usul, Hindistan’a giden ve Hindistan’dan gelen mallar,
yelkenli gemilerle Ümit Burnunu dolaþmak zorunda olduklarý sürece,
moda halinde devam etti. Ama mallar, buharlý gemilerle Süveyþ Kanalý
yoluyla gönderildiðinden beri, bu hayali sermaye imal etme yöntemi,
dayandýðý temelden, mallarýn uzun bir seyahat etmekle saðladýðý temel-
den yoksun kaldý. Ve telgraf hatlarý, Ýngiliz iþadamlarýna, Hint piyasasý ve
Hintli tüccarlara Ýngiliz piyasasý üzerine hemen ayný gün bilgi aktarmaya
baþladýðýndan beri, bu yöntem büsbütün pratik olmaktan çýktý. -F. E.]
III. Aþaðýdaki satýrlar, Cornmercial Distress, 1847 -48 üzerine daha
önce aktarýlan rapordan alýnmýþtýr: “1847 Nisanýnýn son haftasýnda, Ýngil-
tere Bankasý, Liverpool Krallýk Bankasýna, bu bankayla yaptýðý iskonto
iþlemlerini yarý yarýya azaltacaðýný bildirdi. Bu haber çok kötü bir etki
yaptý, çünkü, Liverpool’a ödemeler son zamanlarda nakitten çok, senet-
lerle yapýlýyordu; çünkü, senetlerini ödemek için genellikle bankaya çok
miktarda nakit para getiren tüccarlar son günlerde ancak pamuklarý ve
öteki ürünleri karþýlýðýnda aldýklarý senetleri verebiliyorlardý ve bu du-
rum, güçlükler arttýkça hýzla artýyordu. ... Bankanýn tüccarlar adýna öde-
mek durumunda olduðu ... poliçeler, çoðunlukla dýþardan bunlar üzerine
çekilmiþ poliçelerdi ve tüccarlar bunlarý þimdiye kadar, ürünleri karþýlýðýn-
da aldýklarý ödemelerle karþýlýyorlardý. ... Tüccarlarýn, eskiden genellikle
getirdikleri para yerine ... þimdi getirdikleri senetler ... vadeleri ve türleri

364 Karl Marks


Kapital III
çeþitli senetlerdi; bunlarýn önemli bir kýsmý üç ay vadeli ve çoðu pamuk
karþýlýðý banker senetleri idi. Bu poliçelerin banker senedi [sayfa 361] olanla-
rý Londralý bankerler, akla gelebilen çeþitli iþlerle uðraþan tüccarlar –
Brezilyalý, Amerikalý, Kanadalý ve Batý Hint adalýlardan– tarafýndan
alýnýyordu. ... Tüccarlar birbirleri üzerine poliçe çekmiyorlardý; ama tüc-
carlardan ürün satýn alan yerli firmalar, tüccarlara, Londra’daki bankalar
ya da Londra’daki çeþitli firmalar ya da herhangi bir kimse üzerine
çekilmiþ poliçelerle ödeme yapýyorlardý. Ýngiltere Bankasýnýn bildirisi,
yabancý ürünlerin satýþlarýna karþý çekilen ve eskiden çoðu kez üç ayý
aþan vadelerinde bir kýsalmaya yol açtý.” (s. 26, 27. ) Ýngiltere’de 1844’ten
1847’ye kadar süren gönenç dönemi yukarda anlatýldýðý gibi, birinci büyük
demiryolu sahtekarlýðý ile baðlý idi. Yukarda sözü edilen raporda, sahte-
karlýðýn, genellikle iþ hayatý üzerindeki etkisi konusunda þunlar söyleni-
yor: 1847 Nisanýnda, “aþaðý yukarý bütün ticaret firmalarý ... ticari
sermayelerinin bir kýsmýný demiryollarý için çekerek ... kendi iþlerini az
çok yönetmeye baþlamýþlardý.” (s. 42.) “Demiryolu hisse senetleri
karþýlýðýnda, yüksek bir faiz oraný ile, diyelim %8 ile, özel kiþilerden,
bankerlerden ve sigorta þirketlerinden borç alýnýyordu.” (s. 66.) “Ticari
firmalarýn demiryollarýna bu kadar geniþ ölçüde borç vermesi, bu firma-
larý, kendi ticari iþlerini senet kýrdýrmak yoluyla yürütmek için bankalar
üzerine fazlaca yüklenmek zorunda býraktý.” (s. 67.) (Soru:) “Demiryol-
larý ödemelerinin” (1847) “nisan ve ekiminde” (para piyasasý üzerinde-
ki) “baskýnýn meydana gelmesinde büyük etkileri olduðunu söyleyebilir
misiniz?” – (yanýt:) “Nisan ayýndaki baskýnýn yaratýlmasýnda bunun he-
men hemen hiç bir etkisi olmadýðýný söyleyebilirim; bana kalýrsa nisan
ayýna ve belki de yaza kadar bunlar bankerlerin gücünü zayýflatmaktan
çok, bazý bakýmlardan artýrmýþlardýr; çünkü yapýlan harcamalar, demiryo-
lu senetleri için yapýlan ödemelerin hýzýnda olmuyor ve bunun sonucu,
bankalarýn çoðunun elinde, yýlýn baþýnda oldukça büyük miktarda de-
miryoluna ait para bulunuyordu.” (Bu, bankerlerin, C. D. 1848-57 rapo-
runda yer alan sayýsýz ifadeleriyle doðrulanýyordu.) “Bu para yazýn yavaþ
yavaþ eridi ve 31 Aralýkta epeyce azaldý. Ekimdeki baskýnýn ... bir nedeni
bankacýlarýn ellerindeki demiryolu parasýnýn yavaþ yavaþ azalmasýydý;
22 Nisan ve 31 Aralýk arasýnda elimizdeki demiryolu bakiyeleri üçte-bire
inmiþti; demiryolu ödemeleri, bütün Birleþik Krallýk ölçüsünde ... bu
etkiyi göster-miþti; bunlar bankalarýn mevduatlarýný yavaþ yavaþ
kurutmuþtu.” (s. 43, 44.) – Samuel Gurney (mahut, Overend, Gurney ve
ortaklarý firmasýnýn baþkaný) buna benzer þekilde diyordu ki: “1848 yýlý
boyunca ... demiryollarýnýn yapýmý için önemli miktarda sermaye talebi
olmuþtu ... ama bu, paranýn deðerini artýrmadý. ... Küçük miktarlar büyük
kitleler halinde biraraya toplandý ve bu büyük kitleler, bizim piyasada
kullanýldý; böylece, bütünüyle bunun etkisi, kentin para piyasasýna, bura-
dan çekilenden daha fazla para sürülmesi oldu” [s. 159].
Liverpool Joint-Stock Bankasý müdürü A. Hodgson, poliçelerin ne

Karl Marks 365


Kapital III
ölçüde bankalarýn yedeðini teþkil edebileceðini göstermektedir: “Bütün
[sayfa 362] mevduatýmýzýn en az onda-dokuzunu ve baþka kimselerden elde
edilen paranýn tamamýný, senet kasamýzda, her gün vadeleri dolan se-
netler halinde tutmak adetimizdi ... öyle ki, toplu halde para çekildiði
süre boyunca vadesi gelen senetler aþaðý yukarý, her gün bizden çekilen
para miktarýna eþitti” (s. 53).
Spekülatif senetler. – “5092. Bu senetler (satýlmýþ pamuklar
karþýlýðýnda çekilenler) genellikle kimler tarafýndan kabul ediliyordu?” –
(R. Gardner, bu yapýtta sýk sýk adý geçen pamuklu fabrikatörü:) “Mal
komisyoncularý tarafýndan: bir kimse pamuk satýn alýr, bunu komisyon-
cuya teslim eder ve bu komisyoncu üzerine bir poliçe çekerek bunu
iskonto ettirir.”– “5094. Ve bunlar, Liverpool’daki bankalara götürülür ve
orada iskonto edilir, deðil mi? Evet, ve ayrýca baþka yerlerde. ... Sanýrým,
baþta Liverpool bankalarý tarafýndan olmak üzere böyle kolaylýklar
saðlanmamýþ olsaydý, geçen yýl, pamuðun libresi 1½ ya da 2 peni kadar
daha yüksek olamazdý.” – “600. Spekülatörler tarafýndan Liverpool’daki
pamuk komisyoncularý üzerine çekilen çok miktardaki poliçenin
dolaþýma sokulduðunu söylediniz; bu sistem, sizin, pamuk karþýlýðýnda
olduðu gibi, baþka sömürge ürünleri ve yabancý ürünler karþýlýðýnda ver-
diðiniz avanslarý da kapsýyor mu?” (Liverpool’lu banker A. Hodgson:)
“Her türlü sömürge ürünlerini, ama en çok ve özellikle pamuðu kapsý-
yor.” – “601. Bir banker olarak, bu tür senetlerden elden geldiðince ka-
çýnýr mýsýnýz? – Hayýr; biz bu tür senetleri, sýnýrlý tutulmak koþuluyla çok
yasal senetler olarak kabul ederiz. Bu tür senetler sýk sýk yenilenirler.”
Doðu Hint ve Çin Piyasalarýndaki Sahtekarlýk, 1847: – Charles
Turner (Liverpool’daki önde gelen Doðu Hint firmalarýndan birinin baþ-
kaný): “Mauritius ticareti ve bu türden diðer iþlerle ilgili olarak meydana
gelen bütün olaylarý hep biliyoruz. Komisyoncular ... yalnýz, mallar gel-
dikten sonra, bu mallara karþýlýk çekilmiþ senetleri ödemek için –ki bu
tamamen yasaldýr– ve konþimento üzerine avans vermeyi adet haline
getirmemiþler ... ama ... mal henüz sevkedilmeden önce ve bazý durum-
larda daha imal edilmeden önce avans vermiþlerdi. Þimdi kendi baþým-
dan geçen bir olayý anlatayým: bir seferinde Kalküta’da altý-yedi bin sterlin
tutarýnda senet satýn almýþtým; senetlerin karþýlýðý, þeker yetiþtirilmesinde
kullanýlmak üzere Mauritius’a gitti; senetler Ýngiltere’ye gitti, yarýdan faz-
lasý protesto edilmiþti; çünkü, þekerlerin sevk zamaný geldiðinde, bu
senetlerin ödenmesi için alý konulacaðý yerde ... daha sevkedilmeden
önce, aslýnda neredeyse daha kaynatýlmadan önce üçüncü kiþilere re-
hin edilmiþ olduðu anlaþýldý.” (s. 78.) “Þimdi fabrikatörler, nakit üzerinde
ýsrar ediyorlar ama bu da pek iþe yaramýyor, çünkü, alýcýnýn eðer Lond-
ra’da kredisi varsa, Clearing House üzerine poliçe çekiyor ve bunu is-
konto ettiriyor; iskontonun þimdi ucuz olduðu Londra’ya gidiyor; [sayfa 363]
poliçeyi iskonto ettiriyor ve fabrikatöre nakit ödeme yapýyor. ... Hindistan’a
mal gönderen bir kimsenin eline bunun bedeli en az oniki ay sonra

366 Karl Marks


Kapital III
geçer ... elinde on-onbeþ bin sterlin bulunan bir kimse, Hindistan ile
ticaret iþine girebilir; Londra’daki bir firma adýna önemli miktarda kredi
açtýrarak bu firmaya yüzde-bir verir; Londra’daki firma üzerine, sevkedi-
len mallarýn bedelinin, Londra’daki firmaya geri gönderilmesi koþuluyla
poliçe çeker ama, her iki taraf da Londra’daki kimseye nakdi avans
verilmeyeceði konusunda tamamen anlaþmýþ durumdadýrlar; yani baþka
bir deyiþle, mallarýn bedeli gelene kadar bu senetler yenilenecektir. Bu
senetler, Liverpool’da, Manchester’de ... ya da Londra’da iskonto edil-
miþlerdir ... bunlarýn çoðu Ýskoç bankalarýnda durmaktadýrlar.” (s. 79.) –
“786. Geçenlerde Londra’da bir firma iflas etti ve yaptýðý iþlerin incelen-
mesinde, bu türlü bir iþlemin yapýldýðý ortaya çýktý; Manchester’de de bir
iþyeri var, bir baþkasý da Kalküta’da; bunlar, Londra’daki bir firma için
200.000 sterlin kredi hesabý açmýþlar; yani bunun anlamý Glasgow’dan
ve Manchester’den Doðu Hint firmasýna mal gönderen Manchester’deki
bu firmanýn dostlarýnýn Londra’daki firma üzerine 200.000 £ tutarýnda
senet çekmek gücüne sahip olmasýdýr; ayný zamanda, aradaki anlaþmaya
göre, Kalküta’daki firma da Londra’daki firma üzerine 200.000 £ tutarýn-
da senet çekebilecekti; Kalküta’da satýlan bu senetlerin geliriyle, baþka
senetler satýn alacaklar ve Glasgow’dan çekilen ilk senetleri karþýlamak
için bunlar Londra’daki firmaya gönderilecekti. ... Böylece, bu iþlem
üzerine 600.000 £ tutarýnda senet yaratýlmýþ oluyordu.” – “971. Halen,
Kalküta’da bir firma,” (Ýngiltere’ye sevkedilmek için) “mal satýn alýr ve
karþýlýk olarak Londra’daki muhabir firmasý üzerine çekilmiþ kendi se-
netlerini verirse, ve konþimentolarý bu ülkeye gönderirse, bu konþimen-
tolar ... Lombard Street’de avanslar için hemen emirlerine hazýr olur ve
böylece, daha muhabirlerin senetlerini ödemelerine sekiz ay varken, bu
parayý kullanabilir hale gelmiþ olurlar.”
1V. Lordlar Kamarasýnca 1848’de kurulmuþ gizli bir komite, 1847
bunalýmýnýn nedenlerini araþtýrmýþtý. Ne var ki, bu komiteye verilen ifa-
deler 1857’ye kadar gizli tutuldu (184 7 bunalýmýnýn nedenlerini araþtýr-
mak üzere Lordlar Kamarasý tarafýndan kurulan Gizli Komite önünde
alýnan Ýfadelerin Zabýtlarý; kýsaca, C. D. 1848-57 olarak anýlmýþtýr). Bura-
da Liverpool Union Bankasýnýn müdürü Mr. Lister, ifadesinde diðer þeyler
arasýnda þunlarý söylemiþtir:
“2444. Ýþadamlarý, sermayelerini, yaptýklarý iþlerden demiryollarý-
na aktardýklarý ve gene de iþlerini ayný ölçüde sürdürmek istedikleri için
... 1844 baharýnda kredilerde beklenmeyen bir geniþleme oldu. Önce
bunlar belki de demiryolu hisselerini kârla satabileceklerini ve elde ede-
cekleri parayý yeniden iþlerine yatýrabileceklerini sandýlar. Belki de bu-
nun mümkün olmadýðýný gördüler ve daha önce nakit olarak ödeme
yaptýklarý iþler için kredi almaya baþladýlar. Ýþte bu yüzden kredilerde bir
geniþleme oldu.” [sayfa 364]
“2500. Bankalarýn, ellerinde tuttuklarý için zarara uðradýklarý se-
netler baþlýca tahýl üzerine mi yoksa pamuk üzerine mi olan senetlerdi?

Karl Marks 367


Kapital III
– Bunlar, her türden ürün için, tahýl, pamuk, þeker için, her türden ya-
bancý ürün için çekilmiþ senetlerdi. O sýrada belki yað dýþýnda fiyatý
düþmeyen hiç bir þey yok gibiydi.” – “2506. Senet kabul eden bir ko-
misyoncu, bunu, deðer bakýmýndan iyi bir zarar payý tanýnmaksýzýn yap-
mýyordu.”
“2512. Ürüne karþý çekilen iki türlü senet vardýr; birincisi, dýþarda
ürün ithal eden tüccar üzerine çekilen orijinal senettir. ... Ürüne karþý
çekilen bu senetlerin vadesi çoðu kez ürün gelmeden dolar. Bu yüzden
tüccar, ürün geldiðinde yeterli sermayesi yoksa, ürünü satacaðý zamana
kadar komisyoncuya rehin vermek zorunda kalýr: Ardýndan, Liver-
pool’daki tüccar tarafýndan, komisyoncuya, ürünün saðladýðý teminata
dayanýlarak yeni tür bir senet çekilir. ... Bundan sonra, komisyoncudan,
ürünü alýp almadýðýný ve ne ölçüde avans verdiðini öðrenmek, bankanýn
iþidir. Komisyoncunun, zarar ettiði takdirde kendisini koruyabilecek var-
lýða sahip olduðunu saptamak gene bankerin iþidir.”
“2516. Biz dýþardan da senet kabul ederiz. ... Bir kimse dýþardan
Ýngiltere üzerine çekilmiþ senet satýn alýr ve bunu Ýngiltere’de bir firmaya
gönderir; biz bu senedin, akýllýca mý yoksa akýlsýzca mý çekildiðini, karþý-
lýðýnda mal mý yoksa hava mý olduðunu kestiremeyiz.”
“2533. Siz neredeyse her tür yabancý malýn büyük bir kayýpla
satýldýðýný söylediniz. Bu, sizce, o mal üzerinde giriþilen ve yasaya uyma-
yan spekülasyon sonucu mudur? – Bu, çok geniþ ölçüde yapýlan ithalat
ve bunu kaldýracak denk bir tüketim olmayýþýndan ileri geliyordu. Öyle
görünüyor ki, tüketim epeyce düþmüþtür.” – “2534. Ekim ayýnda ürün
neredeyse satýlamaz haldeydi.”
Bunalým en yüksek noktasýna ulaþtýðýnda, herkesin nasýl bir genel
sauve qui peut [can telaþý. -ç.] içine düþtügü, Overend, Gurney ve Ortak-
lari firmasindan, birinci sinif uzman, saygideger üçkagitçi Quaker Samu-
el Gurney’in ayni raporunda açiklanmaktadir: “1262. ... Panik baþladý mý
insan artýk kendisine, banknotlarý karþýlýðýnda ne elde edebileceðini ya
da hazine bonolarý satýþýyla, yüzde-bir, iki ya da üç zarara ugrayýp uðra-
mayacaðý sorusunu sormaz. Bir kez içersine korku girdi mi, gözü ne kâr
görür ne zarar, yalnýzca kendisini güven altýna alýr, ve dünya alemin caný
cehenneme der.”
V. Ýki piyasanýn karþýlýklý doyum hali ile ilgili olarak, Doðu Hint
ticaretiyle uðraþan Bay Alexander, Avam Kamarasýnýn, 1857 tarihli Bank-
alar Yasasý konusundaki Komitesinde (B. C. 1857 olarak anýlýr) þöyle
diyor: “4330. Þu anda, Manchester’de 6 þilin yatýrsam, Hindistan’da 5
þilin elde ederim; Hindistan’da 6 þilin yatýrsam, Londra’da 5 þilin elde
ederim.” Demek ki, Hindistan piyasasý Ýngiltere, ve Ýngiliz piyasasý Hindi-
stan tarafýndan aþýrý malla doldurulmuþ bulunuyordu. Gerçekten de 1857
yazýnda durum buydu; hem de, acý 1847 deneyiminin üstünden yalnýz-
ca on yýl geçtikten sonra! [sayfa 365]

368 Karl Marks


Kapital III
YÝRMÝALTlNCI BÖLÜM
PARA-SERMAYENÝN BÝRÝKÝMÝ
BUNUN FAÝZ ORANI ÜZERÝNDEKÝ ETKÝSÝ

“ÝNGÝLTERE’DE, en sonunda para-biçimini alma eðilimini taþýyan,


düzenli bir ek servet birikimi oluyor. Þimdi, para kazanmak arzusunun
hemen yanýsýra belki de, bunu faiz ya da kâr getirecek türde bir yatýrým
için tekrar elden çýkartma isteði geliyor; çünkü, paranýn kendisi, para
olarak ne faiz getirir, ne de kâr. Bu nedenle, bu sürekli artý-sermaye
akýmý ile birlikte, bunun kullanýmý için gerekli alanýn sürekli ve yeterli bir
biçimde geniþlemesi olmaksýzýn, yatýrým alaný arayan paranýn, olaylarýn
gidiþine baðlý olarak, az ya da çok miktarda devresel birikimi ile karþý
karþýya kalýrýz. Uzun yýllar boyunca, Ýngiltere’nin servet fazlalýðýný en fazla
emen, devlet borçlarýmýz oldu. ... 1816 yýlýnda bu borçlar en üst düzeyi-
ne ulaþýr ulaþmaz, ve artýk bu emme iþini býrakýr býrakmaz, en az her yýl
yirmiyedi milyonluk bir miktar baþka yatýrým kanallarý aramak zorunda
kaldý. Buna ek olarak, bir de, çeþitli sermayeler geri ödendi. ... Büyük
sermaye yatýrýmlarýný gerektiren ve zaman zaman kullanýlmayan serma-
ye fazlalýðý için bir akýþ yeri yaratan giriþimler ... hiç deðilse ülkemizde,
toplumun her zamanki kullaným alanlarýnda yer bulamayan servet fazla-
lýðýnýn devresel birikimlerinin bir düzene sokulmasý için mutlak olarak
gereklidir.” (The Currency Theory Reviewed, London 1845, s. 32-34.) Ay-
ný yapýtta 1845 yýlý için þöyle deniyor: “Çok yakýn bir süre içersinde [sayfa
366] fiyatlar, depresyonun en düþük noktasýndan yukarý doðru sýçradýlar.
... Devlet borçlarý pariteye ulaþtýlar. ... Ýngiltere Bankasýnýn kasalarýndaki

Karl Marks 369


Kapital III
külçeler ... bu kurumun kuruluþundan beri en yüksek düzeye ulaþtý. Her
türden hisse senetleri, ortalama olarak daha önce hiç görülmemiþ fiyat-
larda ve faiz yalnýzca nominal orana inmiþ bulunuyor. Eðer bütün bunlar,
þu anda Ýngiltere’de, diðer bir kullanýlmayan büyük servet birikiminin ve
baþka bir spekülatif telaþ döneminin eþiðinde olduðumuzun belirtileri
deðilse.” (Ibid., s. 36.)
“Külçe altýn ithali ... dýþ ticaret kazancýnýn güvenilir bir iþareti olm-
amakla birlikte, baþka bir açýklama nedeni olmadýðýna göre gene de bu
altýnýn bir kýsmý, prima facie* böyle bir kazancý temsil eder.” (J. G. Hub-
bard, The Currency and the Country, London 1843, s. 40-41.) “Diyelim ...
düzenli bir ticaret, uygun fiyatlar ... tam ama aþýrý olmayan bir dolaþým
döneminde, kötü bir ürün yýlý, tahýl ithaline ve beþ milyon deðerinde
altýn ihracýna yolaçmýþ olsun. Dolaþým [Birazdan göreceðimiz gibi, bu-
nunla dolaþým aracý deðil, atýl para-sermaye anlatýlmak isteniyor. -F.E.]
hiç kuþkusuz, ayný miktarda azalmýþ olacaktýr. Buna eþit miktarda dolaþým
aracý, bireyler elinde hala tutuluyor olabilir, ama tüccarlarýn bankalarda-
ki mevduatlarý, bankerlerin kendi para-simsarlarý ile olan bakiyeleri ve
kendi kasalarýndaki yedekleri, hepsi azalmýþ olacaktýr; ve, kullanýlmayan
sermaye miktarýndaki bu azalmanýn en yakýn sonucu, faiz oranýndaki bir
yükselme olacaktýr. Bunun yüzde-dörtten yüzde-altýya yükseldiðini ka-
bul ediyorum. Ýþler saðlýklý bir durumda olduðundan, güven sarsýlmaya-
cak ama kredi daha yüksek deðerde olacaktýr.” (Ibid., s. 42.) “Ama ...
bütün fiyatlarýn düþtüðünü düþünelim. ... Fazla paralar, artan mevduatlar
halinde bankalara dönerler – kullanýlmayan sermaye bolluðu, faiz ora-
nýný asgari düzeye düþürür ve bu durum, ya yüksek fiyatlarýn geri gelme-
sine, ya daha faal bir ticaretin hareketsiz duran parayý tekrar hizmete
sokmasýna, ya da yabancý hisse senetlerine veya yabancý mallara ya-
pýlan yatýrýmlar yoluyla emilmesine kadar sürer.” (s. 68.)
Aþaðýdaki alýntýlar da, gene, 1847-48 Ticari Bunalýmý konusunda
parlamento araþtýrma raporundan yapýlmýþtýr. – 1846-47 kötü ürün ve
kýtlýk dönemi yüzünden, büyük ölçüde besin maddesi ithali zorunlu hale
gelmiþtir. “Bu durum, ülkenin ithalatýnýn ... ihracatýný büyük ölçüde aþ-
masýna, bankalar üzerinde önemli bir baskýya ... senetlerin iskonto edil-
mesi için ... iskonto simsarlarýna daha fazla baþvurulmasýna yolaçtý. ...
Simsarlar senetleri daha ince eler sýk dokur hale geldiler. Firmalarýn
kaynaklarý, çok ciddi ölçüde daralmaya ve zayýf olanlar iflas etmeye
baþladý. Kredilerine güvenen firmalar ... periþan oldular. Bu, daha önce
duyulan kaygýyý artýrdý; bankerler ile diðerleri, kendi yükümlülüklerini
karþýlamak amacýyla, ellerinde bulunan senetler ile diðer deðerli kaðýtla-
rý paraya çevirmede, eskiden olduðu gibi ayný rahatlýkla bunlara [sayfa 367]
güvenemeyeceklerini anladýklarýndan, firmalara saðladýklarý kolaylýklarý
daha da kýsýtladýlar ve bir çok durumda bu gibi istekleri tamamen geri

* Ýlk bakýþta. -ç.

370 Karl Marks


Kapital III
çevirdiler; çoðu kez kendi yükümlülüklerini karþýlamak için banknotlarý
üzerine kilit vurdular; bunlardan ayrýlmaktan ödleri kopuyordu. ... Kaygý
ve karýþýklýk günden güne arttý; ve Lord John Russel ... o mektubu bank-
aya göndermiþ olsaydý ... genel bir iflas kaçýnýlmaz olurdu.” (s. 74-75.)
Russell’ýn mektubu Banka Yasasýný yürürlükten kaldýrdý. – Daha önce
adý geçen Charles Turner’ýn ifadesi: “Bazý firmalar büyük olanaklara sahip-
ti, ama nakit paralarý yoktu. Bunlarýn bütün sermayeleri, Mauritius’daki
çiftliklerde, indigo ya da þeker fabrikalarýnda baðlanmýþ durumdaydý.
Daha önceki borçlarýn toplamý 500.000-600.000 sterline ulaþtýðý için, se-
netlerini ödeyecek nakit paralarý yoktu, ve sonunda anlaþýldýðýna göre,
senetlerini ödemek için bunlar tamamen kredilerine güvenmiþlerdi.” (s.
81.) Yukarda adý geçen S. Gurney diyordu ki [1664]: “Bugün (1848) bir
iþ darlýðý ve büyük bir para bolluðu var.” – “1763. Bunun, sermaye kýt-
lýðýndan ileri geldiðini sanmýyorum; ortaklýktaki telaþ ve korku yüzünden
faiz oraný böylesine yükselmiþtir.”
1847 yýlýnda, Ýngiltere, yabancý ülkelere, ithal ettiði yiyecek mad-
deleri için en az 9 milyon sterlin tutarýnda altýn ödemiþtir. Bu miktarýn
7½ milyon sterlini Ýngiltere Bankasýndan ve 1½ milyonu diðer kaynaklar-
dan çýkmýþtýr. (s. 245) – Ýngiltere Bankasý Guvernörü Morris: “Ülkedeki
kamu fonlarý ile, kanal ve demiryolu hisse senetleri, 23 Ekim 1847 tari-
hinde, toplam 114.752.225 £ tutarýnda bir deðer kaybýna uðramýþ bulu-
nuyordu.” (s. 312.) Lord G. Bentinck’in aþaðýdaki sorularýný gene ayný
Morris þöyle yanýtlýyordu: “Deðerli senetler ile her türden ürüne yatýrýlan
bütün sermayelerin ayný þekilde deðer kaybettiðini; ham pamuk, ham
ipek ve iþlenmemiþ yünün ayný düþük fiyatla Kýta Avrupasýna gönderil-
diðini ... ve þeker, kahve ve çayýn zoraki satýþlarla zararýna elden çýkartýl-
dýklarýný bilmiyor muydunuz? – Geniþ yiyecek maddesi ithali sonucu
ortaya çýkan külçe altýn kaybýný karþýlamak amacýyla ülkenin önemli
fedakarlýklarda bulunmasý ... kaçýnýlmazdý.” – “Altýný geri almak için böy-
lesine fedakarlýklara katlanýlacaðýna, bankanýn kasalarýnda yatan
8.000.000 sterline el atýlmasý daha iyi olmaz mýydý? – Hayýr, bence ol-
mazdý.” – Þimdi, bu kahramanlýk üzerine yorumlar. Disraeli, Ýngiltere
Bankasý Müdürü ve eski Güvernörü Mr. W. Cotton’a soruyor: “Bankanýn,
1844’te ortaklarýna ödediði kâr payý oraný neydi? – O yýl yüzde 7 idi.” –
“1847’ye ait kâr payý ... ne idi? – Yüzde dokuz.” – “Banka bu yýl ortaklarý
adýna gelir vergisi ödüyor mu? – Ödüyor.” – “1844’te de ödedi mi? –
Ödemedi.”83 – “Öyleyse bu Banka Yasasý (1844 tarihli) ortaklarýn epeyce
hayrýna iþlemiþ? ... Sonuç olarak, yasanýn yürürlüðe [sayfa 368] girmesinden
beri ortaklara ödenen kâr payý yüzde 7’den yüzde 9’a yükselmiþ ve
yasanýn çýkmasýndan önce ortaklarýn ödediði gelir vergisini þimdi banka

83
Baþka bir deyiþle, daha önce, ilkin kâr payý saptanýr ve ortaklara ödeme yapýlýrken gelir
vergisi bu kârdan düþülürdü; ama, 1844’ten sonra, banka, önce, toplam kârý üzerinden gelir
vergisini ödüyor ve sonra kâr payýný “vergi almadan” ortaklara daðýtýyordu. Bu nedenle, ayný
nominal yüzdeler ikinci durumda, vergi tutarý kadar fazla oluyordu. -F.E.

Karl Marks 371


Kapital III
ödemiþ oluyor? – Evet, öyle.”(n° 4356-61.)
Taþralý bir banker, Bay Pease, 1847 bunalýmý sýrasýnda bankalar-
da yýðýlan para ile ilgili olarak þöyle diyor: “4605. Banka, faiz oranýný
daha da yükseltmek zorunda kalýnca herkes büyük bir kaygýya kapýldý;
taþralý bankerler ellerindeki altýn külçesini artýrdýlar, ve yedek banknotla-
rýný çoðalttýlar; belki de ancak birkaç yüz sterlinlik altýn ve banknot bul-
undurmak alýþkanlýðýnda olan biz bankerlerin çoðu, iskontolar ile
piyasadaki senetlerimiz konusunda görülen kararsýzlýk karþýsýnda he-
men masalarýmýza, çekmecelerimize binlerce sterlinlik altýn ve banknot
doldurduk, böylece genel bir para yýðýlmasý oldu.” Bir komite üyesi di-
yor ki: “4691. Buna göre, son 12 yýl boyunca, neden ne olursa olsun,
sonuç, genellikle üretken sýnýflardan çok, Yahudilerle para tüccarlarýnýn
çýkarýna olmuþtur.”
Bunalým zamanlarýnda, para tüccarlarýnýn bundan nedenli yarar-
landýklarýný Tooke þöyle anlatýyor: “Warwickshire ve Staffordshire’daki
madeni eþya yapýmý bölgelerinde, pek çok sipariþ kabul edilmiyordu,
çünkü, yapýmcýnýn senetlerini kýrdýrmak için ödemek zorunda olduðu
faiz oraný, bütün kârýný alýp götürüyordu.” (n° 5451.)
Þimdi, daha önce de sözü edilen bir baþka parlamento raporuna
göz atalým: Report of Select Committee on Bank Acts, comminicated
from the Commons to the Lords, 1857 (bundan böyle B. C. 1857 diye
anýlacaktýr). Bu raporda, Ýngiltere Bankasý direktörü ve Currency Prin-
ciple savunucularýnýn önde gelenlerinden Bay Norman’a yöneltilen soru-
lar ve alýnan yanýtlar yeralýyor:
“3635. Faiz oranýnýn, banknot miktarýna deðil, sermaye arz ve
talebine baðlý olduðu düþüncesinde olduðunuzu söylediniz. ‘Sermay-
eye’, banknotlar ile sikkeler dýþýnda neleri dahil ettiðinizi söyleyebilir
misiniz? – Buna göre, ‘sermaye’nin yaygýn olarak kullanýlan tanýmý, üre-
timde kullanýlan metalar ya da hizmetlerdir. – “3636. Faiz oraný de-
diðiniz zaman, ‘sermaye’ sözcüðünün bütün metalarý içerdiðini mi
anlatmak istiyorsunuz? – Üretimde kullanýlan bütün metalarý.” – “3637.
Faiz oranýný düzenleyen þeylerden sözederken, ‘sermaye’ sözcüðüne
bütün bunlarý koyuyor musunuz? – Evet. Diyelim bir fabrikatörün fabri-
kasý için pamuða gereksinmesi var; bunu elde etmesinin yolu, belki de,
bankerinden bir avans almaktýr; böylece saðladýðý banknotlarla
Liverpool’a gider ve orada satýn almada bulunur. Onun asýl istediði pa-
muktur; o, pamuk elde etmenin bir aracý olmasý dýþýnda, ne banknot, ne
de altýn ister. Ya da, iþçileri için ödeme aracý isteyebilir; o zaman da
gene, banknot borç alýr ve bunlarla iþçilerinin ücretlerini öder; ve iþçilerin
de gene, yiyeceðe ve barýnmaya gereksinmeleri vardýr, para bunlarýn
ödeme aracý olur.” – “3638. Ama faiz para için ödenir, deðil mi? – Ýlk
durumda öyle; ama baþka bir durumu ele alalým. Pamuðu, avans için
bankaya gitmeden [sayfa 369] kredi ile satýn almýþ olsun; bu durumda, ha-
zýr-para fiyatý ile, vadesi geldiðinde ödeyeceði kredi-fiyatý arasýndaki fark,

372 Karl Marks


Kapital III
faizin ölçüsüdür. Faiz, ortada hiç para olmasaydý da gene mevcut olur-
du.”
Bu kendini beðenmiþ saçmalýk, Currency Principle’ýn bu güçlü
dayanaðýna ne kadar da yaraþýyor. Önce, banknotlarýn ya da altýnýn, bir
þey satýnalma aracý olduðu, sýrf banknot ya da altýn olduklarý için borç
alýnmadýklarý konusundaki parlak buluþ. Ve bu, faiz oranýnýn düzenleniþini
açýklamak için öne sürülüyor – ama neyle? Metalarýn arz ve talebiyle
düzenlenirmiþ; oysa þimdiye deðin, bunun, metalarýn piyasa-fiyatýný dü-
zenlediði bilinirdi. Ne var ki, metalarýn ayný piyasa-fiyatlarýna, çok farklý
faiz oranlarý tekabül edebilir. – Ama þimdi de þu kurnazlýk. Kendisine þu
haklý soru yöneltiliyor: “Ama faiz, para için ödenmiyor mu?” Bu soru
kuþkusuz þu anlamý taþýyor: “Meta ticareti ile hiç bir iliþkisi bulunmayan
bankerin elde ettiði faizin bu mallarla ne ilgisi olabilir? Ve fabrikatörler,
aldýklarý parayý, çok farklý piyasalara, yani üretimde kullanýlan metalar
için çok farklý talep ve arz koþullarýnýn bulunduðu piyasalara yatýrdýklarý
halde, ayný faiz oraný ile almýyorlar mý?” Bütün bu sorulara bizim ünlü
dehanýn verebildiði yanýt ise, fabrikatörün pamuðu kredi ile almasý halin-
de, “hazýr-para fiyatý ile, vadesi geldiðinde ödeyeceði kredi-fiyatý arasýn-
daki farkýn, faizin ölçüsü” olduðudur. Tam tersine, büyük deha Nor-
man’dan, nasýl belirlendiðinin açýklanmasý istenen cari faiz oraný, nakit-
fiyat ile vade gününe kadar olan kredi-fiyatý arasýndaki farkýn ölçüsüdür.
Önce pamuk nakit-para fiyatý ile satýlýr, ve bu, piyasa-fiyatý ile belirlenir,
bunu da, arz ve talebin durumu saptar. Diyelim fiyat = 1.000 £ olsun. Bu,
fabrikatör ile pamuk komisyoncusu arasýnda, satýþ ve satýnalma ile ilgili
iþlemi tamamlar. Þimdi, ikinci bir iþlem gelir. Bu, borç verenle borç alan
arasýndaki iþlemdir. 1.000 sterlinin deðeri fabrikatöre pamuk olarak avans
verilir ve o bunu para olarak, diyelim üç ayda ödemek zorundadýr. Ve
1.000 £ için piyasa faiz oraný tarafýndan belirlenmiþ bulunan üç aylýk faiz,
nakit-fiyatýn üstünde ve ötesinde, fazladan bir ödeme oluþturur. Pamuðun
fiyatý, arz ve talep tarafýndan belirlenir. Oysa, avans verilen pamuðun
deðerinin fiyatý, yani üç ay için avans verilen 1.000 sterlinin fiyatý, faiz
oraný tarafýndan belirlenir. Ve iþte bu olgu, pamuðun böylece para-ser-
mayeye çevrilmesi olgusu, Bay Norman’a, para hiç mevcut bulunmasaydý
bile, faizin gene de mevcut olacaðýný kanýtlar. Ama, para hiç mevcut
olmasaydý, doðal olarak, genel faiz oraný diye de bir þey olmazdý.
Ortada, bir de, sermayeyi “üretimde kullanýlan metalar” olarak
gören kaba bir anlayýþ var. Bu metalar , sermaye olarak iþ gördükleri
sürece, metalar olarak deðerlerinden farklý olan, sermaye olarak deðer-
leri, bunlarýn üretken ya da ticari kullanýmlarýndan doðan kârda ifadesini
bulur. Ve kâr oranýnýn, her zaman için, satýn alýnan metalarýn piyasa-
fiyatý ile, bu metalarýn arz ve talebi ile bir iliþkisi vardýr, ama bu oran,
tamamen farklý koþullar tarafýndan belirlenir. Ve hiç kuþku yoktur ki, faiz
[sayfa 370] oraný genellikle kâr oraný ile sýnýrlýdýr. Ne var ki, Bay Norman’ýn
bize, iþte bu sýnýrýn nasýl belirlendiðini anlatmasý gerekir. Ve bu sýnýr,

Karl Marks 373


Kapital III
öteki sermaye biçimlerinden farklý olarak para-sermayenin arz ve talebi
ile belirlenir. Bir de þu soru sorulabilirdi: para-sermayenin arz ve talebi
nasýl belirlenir? Maddi sermayenin arzý ile para-sermayenin arzý arasýnda
zýmni bir iliþki bulunduðu hiç kuþkusuz doðrudur, ve bunun gibi, sanayi
kapitalistinin para-sermayeye olan talebi, fiili üretim koþullarý ile belirle-
nir. Bizi bu nokta üzerinde aydýnlatacaðý yerde, Norman, bize, para-
sermayeye olan talebin, para olarak paraya olan taleple ayný þey olmadýðý
yolunda bir bilgelik taslýyor; ve bu bilgelikle de kalýyor, çünkü, o, Over-
stone ve diðer Currency peygamberleri, sermayeyi, yasa koyucunun ya-
pay müdahalesi ile dolaþýmýn kendisinden çýkartmak ve faiz oranýný
yükseltmek çabasýnda olduklarý için sürekli bir vicdan azabý içersinde-
dirler.
Þimdi, ülkesinde “sermaye” bu kadar kýt olduðuna göre “parasý”
için neden %10 aldýðýný açýklamasý istenen Lord Overstone’a, namý di-
ðer Samual Jones Loyd’a kulak verelim.
“3653. Faiz oranýndaki dalgalanmalara þu iki nedenden biri yol-
açar: Sermayenin deðerindeki bir deðiþiklik” (mükemmel! Sermayenin
deðeri, genel bir deyiþle, faiz oranýnýn ta kendisi demektir. Faiz ora-
nýndaki bir deðiþiklik böylece, faiz oranýndaki bir deðiþiklikten doðmuþ
oluyor. “Sermayenin deðeri” baþka bir yerde göstermiþ olduðumuz gibi,
hiçbir zaman teoride baþka türlü düþünülmemiþtir. Ya da eðer Lord
Overstone, “sermayenin deðeri” sözü ile, kâr oranýný kastediyorsa, bu
derin düþünür, faiz oranýnýn kâr oraný ile belirlendiði düþüncesine dönmüþ
olur!) “ya da ülkedeki para miktarýndaki bir deðiþme. Faiz oranýndaki
bütün büyük dalgalanmalar, ister dalgalanmalarýn süresi, ister büyüklüðü
bakýmýndan olsun, sermayenin deðerindeki deðiþikliklere kadar açýkça
izlenebilir. Bu olguyu, hiçbir þey, 1847 yýlýnda ve son iki yýl boyunca
(1855- 56) faiz oranýnda görülen yükselme kadar, iki çarpýcý pratik örnek
kadar gözler önüne seremez; faiz oranýnda, para miktarýndaki deðiþme-
lerden ileri gelen küçük dalgalanmalar, hem boyut ve hem de süre ba-
kýmýndan küçüktürler. Bunlar sýk sýk görülür ve ne denli hýzlý ve sýk olur-
larsa, kendi amaçlarýný gerçekleþtirmede o denli etkili olurlar.” Yani,
Overstone gibi bankerleri zenginleþtirme amacýný gerçekleþtirirler. Dost
Samuel Gurney, bunu Lordlar Komisyonunda, C.D. 1848 [1857] pek
safça ifade ediyor: “1324. Faiz oranýnda son yýlda görülen büyük dalga-
lanmalar, bankerler ile para ticareti yapanlar için sizce yararlý olmuþ
mudur olmamýþ mýdýr? – Bence bu dalgalanmalar, para ticareti yapanlar
için yararlý olmuþtur. Ticaret hayatýndaki bütün dalgalanmalar, iþbilir kim-
seler için yararlý olur.” – “1325. En iyi müþterilerini yoksulluða düþürmesi
nedeniyle yüksek faiz oranlarý eninde sonunda banker için de zararlý
olmaz mý? – Hayýr; bu etkiyi hissedilebilir ölçüde göstereceðini sanmýyo-
rum.” – Voilà ce que parler veut dire.* [sayfa 371]

* Ýþte size dört dörtlük bir söz. -Ed.

374 Karl Marks


Kapital III
Mevcut para miktarýnýn faiz oraný üzerindeki etkisine en sonunda
döneceðiz. Ama burada hemen belirtmek gerekir ki, Overstone gene bir
quid pro quo* yapmaktadýr. 1847 yýlýnda para-sermayeye olan talepte
(ekim ayýndan önce, para darlýðý ya da onun deyimiyle “para miktarý”
konusunda herhangi bir kaygý yoktu) tahýl ve pamuk fiyatlarýndaki yük-
selme, fazla-üretim nedeniyle þekerin yeterli alýcý bulamamasý, demiryolu
spekülasyonu ve bunalým, yabancý piyasalarýn pamuklu mallarla dolup
taþmasý, poliçe spekülasyonu amacýyla Hindistan ile yukarda anlatýldýðý
þekilde yapýlan zorlama ithal ve ihraç gibi çeþitli nedenlere baðlý olarak
bir artma olmuþtu. Bütün bunlar; sanayide aþýn-üretim ve tarýmda üre-
tim yetersizliði –yani tamamen farklý nedenler– para-sermaye, yani kredi
ve para için artan bir talep yarattý. Para-sermayeye olan bu artan talebin
kökeni, üretken sürecin kendi gidiþinde idi. Ama, neden ne olursa ol-
sun, faiz oranýný, para-sermayenin deðerini yükselten þey, para-serma-
yeye olan talepti. Overstone eðer, para-sermayenin deðeri, faiz oraný
yükseldiði için yükselmiþtir demek istiyorsa, bu, totoloji olur. Yok eðer,
“sermayenin deðeri” sözü ile, faiz oranýndaki yükselmenin nedeni ola-
rak, kâr oranýndaki bir yükselmeyi anlatmak istiyorsa, bunun da yanlýþ
olduðunu hemen göreceðiz. Para-sermayeye olan talep, ve dolayýsýyla
“sermayenin deðeri”, kâr düþtüðü halde bile yükselebilir; para-sermaye-
nin nispi arzý daralýr daralmaz, “deðeri” yükselir. Overstone’un kanýtla-
mak istediði þey, 1847 bunalýmýnýn ve bununla birlikte ortaya çýkan yük
sek faiz oranýnýn, “para miktarý” ile, yani esin kaynaðý olduðu 1844 tarihli
Banka Yasasý hükümleri ile herhangi bir iliþkisi olmadýðýdýr; oysa ger-
çekte, banka yedeklerini tüketme korkusu –Overstone’un bir buluþu–
1847-48 bunalýmýna bir para paniði ile katkýda bulunduðu ölçüde, faiz
oranýnýn bunlarla iliþkisi vardý. Ama, burada konumuz o deðil. Eldeki
olanaklara göre aþýrý ölçüde iþlere giriþilmiþ olmanýn yolaçtýðý, ve kötü
bir ürün, demiryollarýna yapýlan aþýrý yatýrýmlar, özellikle pamuklu mal-
larda olmak üzere aþýrý-üretim, Hindistan ve Çin’le yapýlan ticarette giri-
þilen hileli iþler, spekülasyon, gereksiz þeker ithalleri, vb. yüzünden yeni-
den-üretim sürecinde ortaya çýkan düzensizliklerin hýzlandýrdýðý bir para-
sermaye kýtlýðý vardý. Bir quarter’ý 120 þiline tahýl satýn alan bir kimsenin,
fiyat 60 þiline düþtüðü zaman elinden giden þey, fazladan ödediði 60
þilin ile, tahýl karþýlýðý Lombart Street avanslarýnda bu miktara tekabül
eden kredi idi. Bunlarýn, tahýllarýný 120 þilinlik eski fiyatlarý üzerinden
paraya çevirmelerine engel olan þey hiçbir zaman banknot kýtlýðý deðil-
di. Aþýrý þeker ithal eden ve neredeyse hepsi de ellerinde kalan kimseler
için de, ayný þey geçerliydi. Bunun gibi, dolaþan sermayelerini demiryol-
larýna baðlayýp da, “yasal” iþlerinde bu sermayeyi kredi ile yerine koya-
caklarýna güvenen baylar da ayný durumdaydýlar. Bütün bunlar Overstone
için, “Parasýnýn yükselmiþ deðerinin moral anlamýný” belirten [sayfa 372]

* Elçabukluðu. -ç.

Karl Marks 375


Kapital III
þeylerdir. Ne var ki para-sermayenin bu yükselen deðerine öte yandan
doðrudan doðruya, gerçek sermayenin (meta-sermaye ve üretken ser-
maye) düþmüþ para-deðeri tekabül ediyordu. Bir biçimdeki sermayenin
deðeri düþtüðü için diðer biçim sermayenin deðeri yükseliyordu. Oysa
Overstone, farklý türden sermayelerin bu iki deðerini genellikle serma-
yenin tek bir deðerinde özdeþleþtirmeye çalýþýyor ve bunu, bunlarýn her
ikisini de, dolaþým aracý kýtlýðýna, mevcut para kýtlýðýna karþý çýkartarak
yapmaya çabalýyordu. Ne var ki, ayný miktar para-sermaye, çok farklý
dolaþým aracý miktarlarýyla borç verilebilir.
Þimdi onun, 1847 örneðini alalým. Resmi banka faiz oraný ocak
ayýnda %3-3½; þubatta %4-4½. Martta genel olarak %4. Nisanda (panik)
%4-7½. Mayýsta %5-5½, haziranda genellikle %5. Temmuzda %5. Aðu-
stosta %5-5½. Eylülde, %5¼, 5½, 6 gibi küçük deðiþikliklerle %5. Ekimde
%5, 5½, 7. Kasýmda %7-10. Aralýkta %7-5. – Bu durumda faiz, kâr azaldý-
ðý ve metalarýn para-deðerleri büyük ölçüde düþtüðü için yükselmiþti.
Ýþte bu nedenle, eðer Overstone burada, 1847’de faiz oranýnýn, sermaye-
nin deðeri yükseldiði için arttýðýný söylerse, sermayenin deðeri sözü ile
yalnýzca para-sermayenin deðerini anladýðýný ifade etmiþ olur ve para-
sermayenin deðeri de faiz oranýdýr, baþka bir þey deðildir. Ama, daha
sonra bir elçabukluðu yapýyor ve sermayenin deðerini, kâr oraný ile
özdeþleþtiriyor.
1856’da ödenen yüksek faiz oranýna gelince, Overstone bunun
kýsmen, faizi kendi kârlarýndan deðil baþkalarýnýn sermayeleri ile ödey-
en kredi tüccarlarýnýn ön plana geçmelerinin bir belirtisi olduðunun ger-
çekten farkýnda deðildi; 1857 bunalýmýndan hemen birkaç ay önce, “iþ
hayatýnýn tamamen saðlýklý” olduðunu öne sürüyordu.
Ýfadesine devam ediyordu: [B. C.1857.] “3722. “Ticaret kârýnýn,
faiz oranýndaki bir yükselme ile yokolmasý düþüncesi tamamen hatalý-
dýr. Önce, faiz oranýnda bir yükselmenin uzun süre devam etmesi pek
az görülür; sonra, eðer bu uzun sürer ve büyük ölçüde olursa, bu, aslýn-
da sermayenin deðerinde bir yükselmedir, ve sermayenin deðeri niçin
yükselir? Kâr oraný arttýðý için.” – Böylece, burada biz hiç deðilse, “ser-
mayenin deðerinin” ne anlama geldiðini öðrenmiþ oluyoruz. Üstelik, kâr
oraný uzun bir süre yüksek olabilir ama, faiz oraný, kârýn büyük bir kýs-
mýný yutacaðý noktaya kadar, giriþim kârý düþebilir ve faiz oraný yüksele-
bilir.
“3724. Faiz oranýndaki yükselme, ülke ticaretindeki büyük artýþýn
ve kâr oranýndaki büyük yükselmenin bir sonucudur; ve faiz oranýndaki
yükselmeden, kendi nedeni olan iki þeyi yokediyor diye yakýnmak, bir
tür mantýk saçmalýðýdýr ki, insan buna ne diyeceðini bilemiyor.” – Bunun
mantýklýlýðý, eðer o þu sözleri söylemiþ olsaydý, bu sözlerin mantýklýlýðý
kadar olurdu: Kâr oranýndaki yükselme meta-fiyatlarýnda spekülasyo-
nun yarattýðý yükselmenin bir sonucudur ve, fiyatlardaki yükselmenin
kendi nedeninden, yani spekülasyondan yakýnmak, bir mantýk saçma-

376 Karl Marks


Kapital III
lýðýdýr, vb.. En sonunda kendi nedenini yokedebilen herhangi bir þey
ancak, gözünü yüksek faiz hýrsý bürümüþ bir tefeci için bir mantýk [sayfa
373] saçmalýðýdýr. Romalýlarýn büyüklüðü, fetihlerin nedeni idi ve fetihleri,
onlarýn büyüklüklerini yoketti. Servet lüksün nedenidir ve lüksün servet
üzerinde yýkýcý bir etkisi vardýr. Aman ne espri! Günümüz burjuva
dünyasýnýn budalalýðýný hiç bir þey, milyoner –dunghill aristocrat– “man-
týðýnýn” bütün Ýngiltere’de uyandýrdýðý saygýdan daha iyi anlatamaz. Üste-
lik, eðer yüksek bir kâr oraný ile iþ hayatýndaki geniþleme, yüksek bir faiz
oranýnýn nedeni olursa, yüksek bir faiz oraný hiç bir þekilde yüksek bir
kârýn nedeni olamaz demektir. Sorulacak asýl soru, böyle bir yüksek
faizin (bunalým sýrasýnda fiilen görüldüðü gibi) devam edip etmediði ya
da üstelik, yüksek kâr oraný çoktan öte dünyayý boyladýktan sonra, tepe
noktasýna ulaþýp ulaþmadýðý sorusudur.
“3718. Ýskonto oranýndaki büyük artýþa gelince, bu tamamen ser-
mayenin yükselen deðerinden ileri gelen bir durum olup, sermayenin
bu artan deðerinin nedenini, bence herkes tam bir açýklýkla görebilir. Bu
yasanýn yürürlükte olduðu 13 yýl boyunca bu ülke ticaretinin 45.000.000
sterlinden 120.000.000 sterline yükselmesi olgusuna daha önce de
deðinmiþtim. Bu kýsacýk ifadenin içerdiði bütün olaylar üzerinde bir an
düþünülsün; ticaretteki böyle dev bir artýþýn yürütülmesi amacýyla ser-
mayeye olan muazzam talep ile birlikte, bu büyük talebin karþýlanacaðý
doðal kaynaðýn, yani bu ülkenin yýllýk tasarruflarýnýn, son üç-dört yýldýr,
hiç bir kâr getirmeyen savaþ giderleri için tüketildiði gözönünde bulun-
durulsun. Bu durumda ben, faiz oranýnýn þimdikinden niçin daha yük-
sek olmadýðýna, yani bu dev iþlerin yürütülmesi için gerekli sermaye
üzerindeki baskýnýn, sizin gördüðünüzden niçin daha þiddetli olmadýðý-
na þaþtýðýmý itiraf etmek isterim.”
Bizim tefecilik üzerine mantýk üstadýndan ne þahane laf salatasý!
Burada gene, artan sermaye deðeri ile ortaya çýkýyor! Ona göre, bir yan-
da, yeniden-üretim sürecinde bu muazzam geniþleme, dolayýsýyla, reel
sermaye birikimi yeralýyor, öte yanda ise, ticaretteki bu dev artýþý karþýla-
mak için “muazzam bir talebin” doðduðu bir “sermaye” bulunuyor! Bu
muazzam üretim artýþý, sermayenin kendisinde bir artýþ deðil miydi, ve
bu bir talep yarattýðýna göre bir arz da ve onunla birlikte artmýþ bir para-
sermaye arzý da yaratmamýþ mýydý? Eðer faiz oraný çok yükselmiþ ise, o
zaman, bu sýrf, para-sermayeye olan talebin, bunun arzýndan daha da
hýzlý artmýþ olmasýndan ileri gelmektedir, baþka bir deyiþle, bu, sanayi
üretiminin geniþlemesiyle birlikte, kredi sistemine dayanan temelinin
de geniþlemesi demektir. Yani, fiili sýnai geniþleme, “kredi” için artan bir
talebe neden olmuþtu, ve bizim bankerin “sermaye için muazzam ta-
lep” derken herhalde kastettiði bu son taleptir. Ýhracatý, 45 milyon ster-
linden 120 milyon sterline yükselten þey mutlaka yalnýzca sermayeye
olan bu talep deðildi. Ve üstelik, Kýrým Savaþýnýn yuttuðu ülkenin yýllýk
tasarruflarýnýn bu büyük talep için arz kaynaklarý olduðunu söylerken

Karl Marks 377


Kapital III
Overstone ne demek istiyor? Önce, küçük Kýrým Savaþýndan çok daha
farklý bir savaþ olan, 1792-1815 birikimini Ýngiltere acaba nasýl gerçek-
leþtirdi? [sayfa 374] Sonra, doðal kaynak kuruduðuna göre, sermaye acaba
hangi kaynaktan akýyordu? Ýngiltere’nin, yabancý ülkelerden borç para
istemediðini herkes bilir. Yok eðer, doðal kaynaðýn yanýsýra bir de yapay
kaynak varsa, bir ülke için doðal kaynaðý savaþta, yapayý da ticarette
kullanmak ne güzel olurdu. Ama eðer yalnýz eski para-sermaye mevcut-
sa, bu, onun etkinliðini yüksek bir faiz oraný ile iki katýna çýkartamaz
mýydý? Bay Overstone, öyle görünüyor ki, ülkenin yýllýk tasarruflarýnýn
(ne var ki bu durumda güya tüketilmiþ bulunuyorlar) yalnýz para-ser-
mayeye çevrildiðini düþünüyor. Oysa eðer, gerçek bir birikim, yani üreti-
min geniþlemesi ve üretim araçlarýnýn çoðalmasý yer almamýþsa, bu
üretimin üzerinden, alacaklý para taleplerinin birikmesi ne iþe yarardý?
“Sermayenin deðerinde”, yüksek bir kâr oranýndan ileri gelen
artýþý Overstone, para-sermayeye olan daha fazla talebin yolaçtýðý artýþla
özdeþleþtiriyor. Bu talep, kâr oranýndan tamamen baðýmsýz nedenlere
baðlý olarak da artabilir. 1847’deki, reel sermayenin deðer kaybý sonucu
görülen yükselmeyi, o kendisi, örnek diye veriyor. Ýþine geldiði gibi, ser-
mayenin deðerini ya reel sermayeye ya da para-sermayeye baðlýyor.
Bankacý lordumuzun samimiyetsizliði ile, didaktik bir hava taþýyan
darkafalý banker görüþ açýsý, þu satýrlarda daha da sýrýtýyor (3728. Soru:)
“Ýskonto oranýnýn tüccar için önemli olmadýðýný düþündüðünüzü ifade
ettiniz; sizce normal kâr oranýnýn ne olduðunu lütfen bize söyler misi-
niz?” – Bay Overstone bu soruya karþýlýk vermenin “olanaksýz” olduðunu
beyan ediyor. – “3729. Ortalama kâr oranýnýn diyelim %7-10 arasýnda
olduðu kabul edildiðinde, iskonto oranýnda %2-7 ya da 8 arasýndaki bir
deðiþikliðin, kâr oranýný önemli ölçüde etkilemesi gerekir, deðil mi?”
(Bu sorunun kendisi giriþim kârý oraný ile kâr oranýný bir sepete koymak-
ta ve kâr oranýnýn faiz ile giriþim kârýnýn ortak kaynaðý olduðu olgusunu
görmezlikten gelmektedir. Faiz oraný belki kâr oranýný etkilemeyebilir
ama giriþim kârýný deðil. Overstone yanýtlýyor:) “Her þeyden önce
iþadamlarý kârlarýný ciddi þekilde engelleyen bir iskonto oraný ödemeye-
ceklerdir; bunu yapmaktansa, iþlerini durdurmayý yeð tutacaklardýr.”
(Evet, eðer kendilerini mahvetmeden bunu yapabilirlerse. Kârlarý yük-
sek olduðu sürece, istedikleri için iskonto öderler, düþük olduðu zaman
ise zorunlu olduklarý için.) “Ýskonto ne demektir? Bir kimse bir senedi
niçin iskonto ettirir? ... Daha büyük miktarda sermayenin kumandasýný
ele geçirmeyi istediði için.” (Halte-la!* Çünkü, baðlanmýþ olan sermaye-
nin para olarak geri döneceðini umar da onun için; iþinin durmasýna
engel olmak ister de onun için; vadesi gelmiþ borçlarýný ödemek zorunda-
dýr da onun için. Ancak iþi iyi olduðu zaman ya da iþler kötü gitse de bir
baþkasýnýn sermayesi üzerinde spekülasyon yaparken daha fazla serma-

* Dur Bakalým! Artýk yeter! -ç.

378 Karl Marks


Kapital III
ye talep eder. Ýskonto hiç bir zaman bir iþ geniþletme aracý olamaz.) “Ve
niçin, daha büyük miktarda sermayenin kumandasýný ele geçirmek is-
ter? Çünkü bu sermayeyi [sayfa 375] kullanmak ister, peki bu sermayeyi
niçin kullanmak ister? Çünkü böyle yapmak kendisi için kârlýdýr da on-
dan; eðer iskonto bu kârýný ortadan kaldýracak olsa, bu artýk onun için
kârlý olmaktan çýkar.”
Bu kendini beðenmiþ mantýkçý, poliçelerin ancak, iþi geniþletmek
amacýyla iskonto ettirildiðini, ve iþin kârlý olduðu için geniþletildiðini var-
sayýyor. Birinci varsayým yanlýþtýr. Normal iþadamý, sermayesinin, para-
biçimde kendisine döneceðini beklediði ve böylece yeniden-üretim
sürecinin akýþýna devam etmesini istediði için senet iskonto ettirir; yok-
sa iþini geniþletmek ya da ek sermaye saðlamak için deðil, verdiði kredi
ile aldýðý krediyi dengelemek için bu yola baþvurur. Ve eðer iþini krediye
dayanarak geniþletmek isterse, senet iskonto ettirmek pek iþine yara-
maz, çünkü, bu yalnýzca elinde bulunan para-sermayeyi bir biçimden
bir baþka biçime çevirmekten baþka bir þey deðildir; bu durumda uzun
vadeli bir borç almayý tercih edecektir. Kredi dolandýrýcýsý, iþlerini geniþ-
letmek için, bir kirli iþini bir baþkasýyla kapatmak için; kâr etmek için
deðil, bir baþkasýna ait sermayeyi ele geçirmek için borç senetlerini is-
konto ettirecektir.
Bay Overstone böylece iskontoyu (sermayeyi temsil eden senet-
lerin nakit paraya çevrilmesiyle özdeþleþtireceði yerde) ek sermaye borç
almakla özdeþleþtirdikten sonra, azýcýk sýkýþtýrýlýnca hemen geriye çeki-
lir. – (3730. Soru:) “Bir iþle uðraþan tüccarlar, iskonto oranýnda geçici bir
artýþ olsa bile, belli bir süre için iþlerini sürdürmek zorunda deðiller mi-
dir?” – (Overstone:) “Hiç kuþku yok ki, herhangi belirli bir iþlemde, bir
kimse,sermaye üzerinde, yüksek bir faiz oraný yerine düþük bir faiz ora-
ný ile kumanda etmeyi saðlayabilirse, konu bu sýnýrlý açýdan alýndýðýnda,
bu, onun için elveriþli bir durum olur.” – Ama, öte yandan, Bay Oversto-
ne’un birdenbire yalnýz kendi sermayesinin, banker sermayesinin “ser-
maye” olduðunu anlamasýný ve ona poliçe iskonto ettiren kimseyi, sýrf
sermayesi metalar biçiminde varolduðu için, ya da Bay Overstone’un bir
baþka para-biçime çevirdiði sermayesinin para-biçiminin poliçe þeklinde
olmasý nedeniyle, sermayesiz bir kimse olarak kabul etmesini saðlayan
bakýþ açýsý ise, çok sýnýrsýz bir bakýþ açýsý oluyor.
“3732. 1844 tarihli yasayla ilgili olarak ortalama faiz oranýnýn, bank-
adaki külçe miktarýna yaklaþýk olarak oranýnýn ne olduðunu bize söy-
leyebilir misiniz? Külçe miktarý 9.000.000 ya da 10.000.000 sterlin iken,
faiz oranýnýn yüzde 6-7, 16.000.000 sterlin olduðu zaman ise, diyelim
yüzde 3-4 olmasý acaba gerçek olabilir mi?” (Soruyu soran, onu, banka-
daki külçe miktarýyla etkilendiðine göre ve sermayenin deðeriyle etki-
lendiðine göre faiz oranýný açýklamaya zorlamak istiyor.) – “Böyle oldu-
ðunu sanmýyorum ... ama eðer öyleyse, 1844 yasasýnýn getirdiðinden
daha sýký önlemler almamýz gerektiði kanýsýndayým, çünkü, eðer külçe

Karl Marks 379


Kapital III
ihtiyatý ne kadar büyük olursa, faiz oranýnýn o kadar düþük olacaðý doðru
ise, bu durumda bizim, yedek külçeyi sýnýrsýz bir miktara çýkartmak [sayfa
376] için iþe koyulmamýz gerekir; böylece faizi sýfýra indirmiþ olurduk.” –
Soruyu soran Cayley bu tatsýz þakaya aldýrmayarak devam eder: “3733.
Eðer böyle ise, 5.000.000 sterlinlik külçenin bankaya geri geldiðini kabul
edersek, bunu izleyen altý ay içersinde külçenin tutarý diyelim 16.000.000
sterline yükselir ve böylece faiz oranýnýn yüzde 3 ya da 4’e düþtüðünü
varsayarsak, faiz oranýndaki bu düþmenin, ülke ticaretindeki büyük azal-
madan ileri geldiði nasýl söylenebilir? – Ben faiz oranýndaki düþmenin
deðil, son yükselmenin, ülkenin iþ hayatýndaki büyük artýþla yakýn iliþkisi
olduðunu söyledim.” – Ama Cayley’in söylediði þuydu: Eðer, faiz ora-
nýndaki bir yükselme, altýn yedeðindeki bir daralma ile birlikte, iþ ha-
yatýndaki bir geniþlemenin belirtisi ise, faiz oranýnda bir düþme, altýn re-
zervindeki geniþleme ile birlikte, iþ hayatýndaki bir daralmanýn belirtisi
olmak gerekir. Overstone’un buna verecek yanýtý yok. – (3736. Soru:)
“Sizin” (metinde daima “Lord Hazretleri” deniyor) “paranýn, sermaye
elde etme aracý olduðunu söylediðinizi farkettim.” (Yanlýþlýk iþte burada,
parayý bir araç olarak anlamakta; oysa para, sermayenin bir biçimidir.)
“Ýngiltere Bankasýnýn altýn yedeðindeki bir tükenme, tersine, kapitalist-
ler için para bulmada büyük bir güçlük yaratmaz mý?” – (Overstone:)
“Hayýr, para elde etmek isteyenler kapitalistler deðil, kapitalist olmayan-
lardýr ve bunlar niçin para elde etmek isterler? ... Çünkü para aracýlýðý ile
bunlar, kapitalist olmayan kiþilerin iþlerini yürütmek için kapitalistin ser-
mayesinin kumandasýný ele geçirmiþ olurlar.” Burada artýk fabrikatörler
ile tüccarlarýn kapitalist olmadýklarýný, kapitalistin sermayesinin yalnýzca
para-sermaye olduðunu açýkça ilan etmiþ oluyor. – “3737. Bu durumda,
poliçe çeken kimseler kapitalist deðiller mi? Poliçe çeken kimseler ka-
pitalist olabilirler de olmayabilirler de.” –Burada sýkýþýp kalýyor.
Daha sonra kendisine, tüccarlarýn poliçelerinin, satýlan ya da sevk-
edilen metalarý temsil edip etmediði soruluyor. Burada, o, poliçelerin,
metalarýn deðerini banknotlarýn altýnýn deðerini temsil ettiði gibi temsil
ettiklerini inkar ediyor. (3740, 3741.) Bunlar biraz küstahça.
“3742. Tüccarýn amacý para elde etmek deðil mi? – Hayýr; para
elde etmek poliçe çekmekte amaç deðildir; para elde etmek poliçeyi
iskonto ettirmede amaçtýr.” – Poliçe çekmek, metalarý bir kredi-parasý
biçimine çevirmektir, týpký poliçe iskonto ettirmenin, bu kredi-parasýný
bir baþka biçime, yani banknota çevirme olmasý gibi. Bay Overstone hiç
deðilse burada, iskonto ettirmenin amacýnýn para elde etmek olduðunu
kabul ediyor. Bir süre önce, iskontonun, sermayeyi bir biçimden bir
baþka biçime çevirmenin deðil, ek sermaye elde etmenin bir yolu ol-
duðunu söylemiþti.
“3743. Sizin 1825, 1837 ve 1839’da görüldüðünü söylediðiniz gibi,
bir paniðin baskýsý altýnda, ticaretle uðraþan bir topluluðun büyük arzusu
nedir; bunlarýn amacý, sermaye elde etmek midir, yoksa yasal geçerli

380 Karl Marks


Kapital III
ödeme aracý elde etmek midir? – Bunlarýn amacý, iþlerini desteklemek
için sermaye üzerinde kumanda elde etmektir.” Bunlarýn amacý, o sý-
ralardaki kredi kýtlýðý nedeniyle vadesi gelmiþ senetlerini karþýlamak için,
[sayfa 377] ödeme aracý elde etmektir; böylece metalarým düþük fiyatlarla
elden çýkartmak zorunda kalmayacaklardýr. Bunlarýn ellerinde kendile-
rine ait hiç sermayeleri olmasa bile, bunu ödeme aracýyla birlikte elde
etmiþ olmuyorlardý, çünkü, herhangi bir eþdeðer vermeksizin deðer elde
ediyorlardý. Bu þekildeki para elde etme isteði, daima, deðeri, metalar
ya da alacaklý hakký þeklinden, para-biçimine çevirme isteðinden ibaret-
tir. Bu nedenle, bunalýmlar bir yana býrakýlsa bile, borç sermaye almak
ile iskonto arasýndaki büyük fark, iskontonun yalnýzca parasal haklarýn
bir biçiminden diðerine ya da gerçek paraya çevrilmesi olgusunda yatar.
[Burada editör olarak birkaç noktayý eklemek üzere araya gir-
mek isterim.
Norman’a ve Loyd-Overstone’a göre banker, daima baþkalarýna
“sermaye avans veren” kimsedir ve müþterileri de, ondan “sermaye”
talep eden kimselerdir. Ýþte bunun için Overstone, “sermaye üzerinde
kumanda elde etmek istedikleri için” bu kimselerin banker aracýlýðý ile
poliçelerini iskonto ettirdiklerini (3729) ve “sermaye üzerinde kuman-
dayý düþük bir faiz ile elde edebilmelerinin” bu kimseler için hoþ bir þey
olacaðýný söylüyor (3730). “Para, sermaye elde etme aracýdýr.” (3736),
ve panik sýrasýnda, ticaretle uðraþan topluluðun büyük isteði “sermaye
üzerinde kumanda elde etmektir” (3743). Sermayenin ne olduðu ko-
nusunda Loyd-Overstone’un düþtüðü bütün yanýlgýlar içersinde hiç deðilse
þu kadarý açýktýr ki, o, bankerin müþterilerine verdiði þeye sermaye diyor
ve bunu müþterinin daha önce sahip bulunmadýðý, ama elinde buluna-
na ek olarak kendisine avans verilen sermaye olarak tanýmlýyor.
Banker, para-biçimde bulunan toplumsal sermayenin (borç ver-
me yoluyla) daðýtýcýsý olarak hareket etmeye o kadar alýþmýþtýr ki, elin-
den para çýkmasýna yolaçan her iþlevi, borç verme olarak görüyor.
Ödediði bütün paralar ona, bir borç verme gibi görünüyor. Paranýn doðru-
dan doðruya borç verilmesi halinde bu tamamen doðrudur. Yok eðer
para, senet iskonto etme iþlemi için verilmiþ ise, aslýnda bu, senedin
vade gününe kadar verilmiþ bir avans olur. Böylece onda, yaptýðý bütün
ödemelerin avans olduðu düþüncesi yer eder; üstelik bunlar, faiz ya da
kâr elde etme amacýyla yapýlan her para yatýrýmýnýn, ekonomik bakým-
dan, ilgili para sahibinin, özel bir kiþi niteliðiyle, bir giriþimci olarak gene
kendisine verdiði bir avans anlamýnda deðil, ama belirli bir anlamda
bankerin müþterisine, halen elinde bulundurduðu sermayeyi çoðaltan
bir miktar parayý borç vermesi anlamýnda avanslardýr.
Bankerin bürosundan ekonomi politiðe sýçrayan iþte bu anlayýþtýr
ki, bankerin, müþterisinin tasarrufuna verdiði nakit paranýn sermaye mi,
yoksa düpedüz para, dolaþým aracý ya da kullanýlagelen para mý olduðu
konusundaki yanýltýcý tartýþmayý doðurmuþtur. Aslýnda –pek basit olan–

Karl Marks 381


Kapital III
bu tartýþmayý çözümlemek için kendimizi bir banka müþterisinin yerine
koymak gerekir. Her þey bu müþterinin ne istediðine ve aldýðýna baðlý-
dýr. [sayfa 378]
Eðer banka, ondan herhangi bir güvence istemeksizin yalnýzca
kiþisel kredisine dayanarak borç verirse, sorun açýktýr. Bu durumda müþ-
teri, zaten yatýrmýþ olduðu sermayeye ek olarak belli bir miktarda deðeri
avans almýþ olur. O, bunu para-biçiminde alýr; þu halde, aldýðý þey düpe-
düz para deðil, ayný zamanda para-sermayedir de.
Buna karþýlýk eðer müþteri bu avansý, tahvil, senet, vb. karþýlýðýnda
alýrsa,o zaman bu, geriye ödenme koþuluyla kendisine ödenen para
anlamýnda bir avanstýr. Ama bu bir sermaye avansý deðildir. Çünkü bu
deðerli senetler de sermayeyi temsil ederler ve hem de verilen avanstan
daha büyük bir miktarý. Bu nedenle de avansý alan, güvence olarak
bankaya verdiðinden daha az sermaye-deðer almýþ olur; bu onun için,
ek bir sermaye elde edilmesi demek deðildir. O, bu iþe, sermayeye ge-
reksinmesi olduðu için deðil –çünkü o buna, deðerli senetler halinde za-
ten sahiptir– paraya gereksinmesi olduðu için girmiþtir. Ýþte bu yüzden
burada, sermaye deðil bir para avansý sözkonusudur.
Yok eðer borç, poliçelerin iskontosu ile verilirse, o zaman avansýn
biçimi bile yokolur. Þimdi, sýrf bir alým-satým sözkonusudur. Poliçe, ciro
yoluyla bankanýn mülkiyetine, buna karþýlýk, para da müþterinin mülki-
yetine geçer. Müþteri bakýmýndan bir geriye ödeme sözkonusu deðildir.
Müþteri eðer, poliçe ya da benzeri bir kredi aracý ile nakit para satýn ala-
cak olsa, bu, nakit parayý, pamuk,demir ya da tahýl gibi diðer metalarý ile
satýn almasýndan, ne daha fazla, ne de daha az avans sayýlýr. Ama buna
bir sermaye avansý demek daha az sözkonusudur. Ýki tüccar arasýndaki
her satýnalma ve satýþ, bir sermaye transferidir. Bir sermaye avansý an-
cak, sermaye transferi karþýlýklý deðil tek taraflý olduðu ve bir süreyle
sýnýrlandýrýldýðý zaman sözkonusudur. Ýskonto yoluyla sermaye avansý,
bu nedenle, ancak, poliçenin, satýlan herhangi bir metaý temsil etmeyen
ve asýl niteliðini bilse hiç bir bankerin kabul etmeyeceði spekülatif bir
poliçe olmasý halinde mümkündür. Normal iskonto iþlemi ile banka
müþterisi, demek ki, ne sermaye ve ne de para olarak avans almýþ olur.
Müþterinin aldýðý þey, satýlan metalar karþýlýðýnda elde ettiði paradýr.
Müþterinin bankadan sermaye istediði ve elde ettiði durumlar,
demek ki, yalnýzca para avans aldýðý ya da para satýn aldýðý durumlardan
açýkça farklýdýr. Ve hele Bay Loyd-Overstone, bankasýnýn fonlarýný, çok
ender durumlar dýþýnda karþýlýklý güvence olmaksýzýn avans vermediði
için (o benim Manchester’deki firmanýn bankeri idi), onun, sermaye
darlýðý çeken fabrikatörlere cömert bankerler tarafýndan borç verilen
büyük miktarlardaki sermaye ile ilgili göz yaþartýcý tasvirlerinin kuyruklu
yalanlar olduðu da ayný þekilde açýktýr.
Þu da var ki, otuzikinci bölümde Marx da aslýnda ayný þeyi söylüy-
or: “Ödeme araçlarýna olan talep, tüccarlar ile üreticiler; saðlam güven-

382 Karl Marks


Kapital III
celer verebildikleri ölçüde sýrf bir paraya çevrilebilme talebidir; maddi
bir teminatýn sözkonusu olmadýðý ve böylece, ödeme araçlarý avansýnýn,
kendilerine yalnýz para-biçimini saðlamakla kalmayýp, ayný zamanda [say-
fa 379] gereksinmeleri olan, þekli ne olursa olsun, ödeme yapmaya elveriþli
bir eþdeðer saðladýðý zaman bu talep, para-sermaye talebidir.” – Ve yine
otuzüçüncü bölümde: “Paranýn bankerlerin elinde toplandýðý geliþmiþ
kredi sisteminde, parayý avans verenler, en azýndan nominal olarak bu
bankerlerdir. Bu avans yalnýz dolaþýmdaki parayla ilgilidir. Bu bir dolaþým
avansýdýr, dolaþýmda bulunan sermaye avansý deðildir.” Bu konuyu bil-
mesi gereken Bay Champman da, iskonto iþlemi üzerine olan bu anlayýþý
doðruluyor: B. C. 1857: “Bankerin elinde poliçe vardýr, banker bu po-
liçeyi satýn almýþtýr.” Ýfade sorusu 5139.
Ne var ki biz bu konuya yirmisekizinci bölümde tekrar dönece-
ðiz. -F.E.]
“3744. Lütfen bize ‘sermaye’ ile fiilen ne demek istediðinizi anla-
týr mýsýnýz?” – (Overstone:) “Sermaye, ticaretin kendileriyle yürütüldüðü
çeþitli metalardan oluþur; (capital consists of various commodities, by
the means of which trade iscarried on) sabit sermaye vardýr ve döner
sermaye vardýr. Gemileriniz, doklarýnýz, rýhtýmlarýnýz ... sabit sermayedir;
yiyecekleriniz, giyecekleriniz, vb., döner sermayedir.”
“3745. Dýþarýya külçe akýþý altýnda ülke çok sýkýþmýþ durumda
mýdýr? – Sözcüðün rasyonel anlamýnda deðil.” (Ardýndan eski rikardocu
para teorisi geliyor.) ... “Eþyanýn doðal halinde, dünyadaki para, çeþitli
ülkeler arasýnda belli oranlarda daðýlmýþtýr; bunlar öyle oranlardýr ki,”
(paranýn) “bu þekilde daðýlýmý ile, bir ülke ile dünyanýn diðer bütün
ülkeleri arasýndaki iliþki ortaklaþa bir deðiþim iliþkisi halini alýr; ne var ki,
bu daðýlýmý etkileyen, denge bozucu durumlar ortaya çýkar ve bu gibi
hallerde, belli bir ülkenin parasýnýn belli bir kýsmý, diðer ülkelere geçer.”
– “3746. Lord Hazretleri þimdi ‘para’ terimini kullanýyorlar. Sizi daha
önce iyi anladýmsa, bunun bir sermaye kaybý olduðunu söylemiþtiniz. –
Sermaye kaybý denen acaba neydi?” – “3746. Külçe ihracý mý? – Hayýr,
ben böyle demedim. Külçeyi eðer sermaye sayarsanýz, hiç kuþkusuz bu
bir sermaye kaybýdýr; dünya parasýný oluþturan deðerli madenlerin belli
bir kýsmýndan ayrýlmaktýr.” – “3748. Anladýðýma göre Lord Hazretleri, siz,
faiz oranýndaki bir deðiþikliðin sýrf sermayenin deðerindeki bir deðiþikliðin
iþareti olduðunu söylemiþtiniz, deðil mi? – Evet söyledim.” – “3749. Ve
iskonto oraný genellikle, Ýngiltere Bankasýndaki külçe stokunun durumu
ile deðiþiyordu, deðil mi? – Evet, ama ben daha önce, bir ülkede para
miktarýndaki (demek ki, onun burada kastettiði, fiilen mevcut altýn mik-
tarýdýr) deðiþiklikten doðan faiz oraný dalgalanmalarýnýn çok küçük ol-
duðunu ifade etmiþtim.”
“3750. Lord Hazretleri iskonto oranýnda normale göre daha süre-
kli, ama geçici bir artýþ olduðu zaman, eskisine göre bir sermaye azal-
masý mý olduðunu söylemek istiyorlar? – Sözcüðün bir anlamýnda daha

Karl Marks 383


Kapital III
az. Sermaye ile sermayeye olan talep arasýndaki oran deðiþmiþtir; bu,
sermaye miktarýndaki bir azalmadan deðil, talepteki artýþtan ileri gelebi-
lir.” (Oysa biraz önce, sermaye = para ya da altýn idi, ve daha önce de,
faiz oranýndaki [sayfa 380] yükselmeyi, iþlerin ya da sermayenin daralmasýn-
dan çok geniþlemesinden ileri gelen, yüksek kâr oraný ile açýklamýþtý.)
“3751. Siz, sermaye ile özellikle neyi kastediyorsunuz? – Bu tama-
men, her kimsenin istediði sermayenin ne olduðuna baðlýdýr. Bu, bir
ülkenin iþlerini yürütmek için kumandasý altýnda bulunan sermayedir ,
ve bu iþ iki katýna çýkýnca, bunun yürütüleceði sermayeye olan talepte
de büyük bir artýþ olmasý gerekir.” (Bu kurnaz banker önce iþ faaliyetini
iki katýna çýkartýyor, sonra da bunu iki katýna çýkartacak sermayeye olan
talebi. Gözü, Bay Loyd’dan, iþ hacmini iki katýna çýkartabileceði miktar-
da sermaye rica eden müþterisinden baþkasýný görmüyor.) – “Sermaye
herhangi baþka bir meta gibidir,” (ama Bay Loyd’a göre sermaye, me-
talarýn toplamýndan baþka bir þey deðildir) “Fiyatý, arz ve talebe baðlý
olarak deðiþir.” (Þu halde metalar, fiyatlarýný, bir kez meta ve bir ikinci
kez sermaye olarak iki kez deðiþtiriyor.)
“3752. Ýskonto oranýndaki deðiþiklikler genellikle, bankanýn kasa-
larýnda bulunan altýn miktarlarýndaki deðiþikliklerle baðlý durumdadýr.
Lord Hazretlerinin iþaret ettikleri sermaye acaba bu sermaye midir? –
Hayýr” – “3753. Acaba Lord Hazretleri, Ýngiltere Bankasýnda büyük bir
sermaye stoku varken, iskonto oranýnýn da yüksek olduðu bir durumu
örnek gösterebilir mi? – Ýngiltere Bankasý sermaye depo edilen bir yer
deðil; para depo edilen bir yerdir” – “3754. Lord Hazretleri, faiz oranýnýn,
sermaye miktarýna baðlý bulunduðunu söylediler; lütfen bize hangi ser-
mayeyi kastettiðinizi söyler misiniz ve bankada büyük bir külçe stoku
bulunduðu bir sýrada faiz oranýnýn da yüksek olduðu bir durumu örnek
olarak gösterebilir misiniz? – Çok olasýdýr ki (bak hele!) bankadaki külçe
birikimi düþük bir faiz oraný ile ayný zamana rasgelebilir, çünkü sermay-
eye olan talebin azaldýðý bir dönem” (yani, para-sermaye; burada deðini-
len 1844 ve 1745 dönemi, bir gönenç dönemi idi) “hiç kuþkusuz, sahip-
lerine sermaye üzerinde kumanda saðlayan araç ya da aletlerin birike-
bildiði bir dönemdir.” – “3755. Öyleyse siz, iskonto oraný ile, bankanýn
hazinesindeki külçe miktarý arasýnda bir baðýntý olmadýðý inancýndasýn-
ýz? – Bir baðýntý olabilir ama bu, ilke olarak bir baðýntý deðildir” (oysa,
1844 tarihli kendi Banka Yasasý, faiz oranýnýn, bankanýn sahip olduðu
külçe miktarý ile düzenlenmesini, Ýngiltere Bankasýnýn bir ilkesi haline
getirmiþti), “zaman bakýmýndan bir çakýþma olabilir (there may be a
coincidence of time).” – “3758. Eðer sizi doðru anladýmsa, yüksek iskon-
to oraný sonucu olarak baský altýnda bulunan bu ülke tüccarlarýnýn zor-
luklarýnýn, sermaye elde etmek olduðunu, para elde etmek olmadýðýný
söylemiþtiniz deðil mi? – Siz, benim aralarýnda bu þekilde iliþki kurmadý-
ðým iki þeyi biraraya getiriyorsunuz; onlar hem sermaye bulmada ve
hem de para bulmada sýkýntý çekiyorlar. Para elde etme ve sermaye

384 Karl Marks


Kapital III
elde etme güçlüðü, kendi geliþmesinin birbirini izleyen iki aþamasý ola-
rak alýndýðýnda, ayný güçlüktür.” – Burada balýk gene aða düþmüþtür.
Birinci güçlük, poliçe iskonto ettirmek ya da meta güvencesi [sayfa 381]
karþýlýðý borç elde etme güçlüðüdür. Bu, sermayeyi ya da sermayeyi
temsil eden ticari bir sembolü paraya çevirme güçlüðüdür. Ve bu güçlük,
kendisini, diðer þeyler arasýnda, yüksek faiz oranýnda belli eder. Ama,
para elde edildiðine göre ikinci güçlük de ne oluyor? Sýrf bir ödeme
sözkonusu olduðuna göre, bir kimsenin elindeki paradan kurtulmasýn-
da ne gibi bir güçlük olabilir? Ve eðer sözkonusu olan satýnalma ise, bir
kimsenin, bunalým sýralarýnda satýn almada güçlük çektiði görülmüþ þey
midir? Ve sýrf konuyu aydýnlatmak için diyelim ki, eðer bu, tahýl, pamuk,
vb. gibi özel bir kýtlýk ile ilgili ise, bu güçlük ancak bu metalarýn fiyatlarý
bakýmýndan sözkonusu olabilir, yoksa para-sermayenin deðeri, yani faiz
oraný bakýmýndan deðil; ve bu güçlük de son tahlilde, bizim kahramaný-
mýzýn þimdi bunlarý alacak parasý olmasý olgusu ile aþýlmýþ olur.
“3760. Ama yüksek bir iskonto oraný, para elde etmede artmýþ bir
güçlük deðil midir? – Para elde etmede artmýþ bir güçlüktür, ama bu
güçlük paraya sahip olmak istemenizden ileri gelmiyor; bu yalnýzca,
sermaye elde etmede, uygar bir devletin karmaþýk iliþkilerine göre artmýþ
güçlüðün kendisini ortaya koyduðu biçimdir” (ve iþte bu biçim, banke-
rin cebine kâr getirir).
“3763. (Overstone yanýtlýyor:) Banker, bir yandan mevduat kabul
eden ve öte yandan bu mevduatý, kiþilerin ellerine sermaye biçiminde
güvenle tevdi ederek kullanan bir aracýdýr.”
En sonunda, onun sermayeden ne anladýðýný görüyoruz. O, pa-
rayý, güvenle tevdi ederek, kibarcasý, faiz karþýlýðý borç vererek sermay-
eye çeviriyor.
Bay Overstone, iskonto oranýndaki bir deðiþikliðin, bankadaki al-
týn rezervi miktarýndaki ya da mevcut para miktarýndaki deðiþiklikle esaslý
bir iliþkisi bulunmadýðýný, olsa olsa zaman bakýmýndan bir çakýþmanýn
sözkonusu olabileceðini ifade ettikten sonra yineliyor:
“3805. Ülkedeki para dýþarýya akarak azaldýðý zaman deðeri artar
ve Ýngiltere Bankasý, paranýn deðerindeki bu deðiþikliðe kendisini uydur-
mak zorunda kalýr” (burada sözkonusu olan, sermaye olarak paranýn
deðerindeki, baþka bir deyiþle faiz oranýndaki deðiþikliktir, çünkü para-
nýn para olarak deðeri, metalara kýyasla ayný kalýr) “ve teknik deyimiyle
bu, faiz oranýnýn yükselmesi demektir.”
“3819. Ben bu ikisini hiç bir zaman birbirine karýþtýrmam.” – Para
ile sermayeyi demek istiyor; çünkü, zaten hiç bir zaman bunlar arasýnda
bir ayrým yapmýyor ki.
“3834. Ülkenin zorunlu yiyecek maddelerinin ikmali için” (1847
yýlýnda tahýl için) “ödenmek zorunda kalýnan ve aslýnda sermaye olan
çok büyük miktar.”
“3841. Ýskonto oranýndaki deðiþmelerin, hiç kuþkusuz” (Ýngiltere

Karl Marks 385


Kapital III
Bankasýnýn) “rezerv durumu ile çok yakýn iliþkisi vardýr, çünkü, bu re-
zerv durumu, ülkedeki para miktarýndaki artýþ ya da azalmanýn göster-
gesidir; ve ülkedeki para miktarýndaki artýþ ya da azalma ile orantýlý [sayfa
382] olarak, paranýn deðeri de artar ya da azalýr; banka iskonto oranýnýn
da bu deðiþikliðe uymasý gerekir.” – Böylece Overstone, n° 3755’te, þid-
detle reddettiði þeyi burada kabul etmiþ oluyor. – “3842. Bunlar arasýnda
sýký bir iliþki vardýr.” Yani, bir yanda, bankanýn tedavül kýsmýndaki külçe
miktarý ile, öte yanda, bankacýlýk kýsmýndaki banknot rezervini kastedi-
yor. Faiz oranýndaki deðiþmeyi, burada para miktarýndaki deðiþmeyle
açýklýyor. Ama bu söyledikleri yanlýþtýr. Ülkede, dolaþýmdaki para arttýðý
için, yedek para azalabilir. Halk daha fazla banknot aldýðý ve meta yýðma
azalmadýðý zaman, durum böyle olur. Ama böyle bir durumda faiz oraný
yükselir, çünkü, Ýngiltere Bankasýnýn banka sermayesi, 1844 tarihli yasa
ile sýnýrlandýrýlmýþtýr. Ama bunu söylemeye onun dili varmýyor, çünkü bu
yasa yüzünden bankanýn iki kýsmý arasýnda hiç bir iliþki kalmamýþ bulu-
nuyor.
“3859. Yüksek bir kâr oraný daima sermaye için büyük bir talep
yaratacak; sermaye için yüksek bir talep onun deðerini yükseltecektir.”
– Ýþte sonunda, yüksek bir kâr oraný ile sermayeye olan talep arasýndaki
iliþkiyi Overstone’un anladýðý þekliyle görüyoruz. Þimdi, örneðin 1844-
45’te pamuklu sanayiinde, pamuklu eþyaya karþý talep fazla olduðu hal-
de, ham pamuk ucuz olduðu ve ucuz kaldýðý için yüksek bir kâr oraný
görülüyordu. Sermayenin deðeri (ve daha önceki bir ifadesinde Over-
stone sermayeye, herkesin kendi iþi için gereksinme duyduðu þey diyor-
du), bu örnekte demek ki ham pamuðun deðeri, fabrikatör için artmamýþ
oluyordu. ... Bu yüksek kâr oraný, bazý pamuklu fabrikatörlerini, iþlerini
geniþletmek amacýyla krediyle para elde etmeye itmiþ olabilir. Böylece
fabrikatörün, para-sermayeye karþý talebi yükselmiþtir, yoksa baþka hiç
bir þeye karþý deðil.
“3889. Týpký kaðýdýn banknot olabilmesi ya da olmamasý gibi,
külçe de para olabilir de olmayabilir de.”
“3896. Lord Hazretlerini doðru anlýyorsam, 1840’ta benimsemiþ
olduðunuz, Ýngiltere Bankasýnýn çýkarttýðý banknotlardaki dalgalanmala-
rýn, külçe miktarýndaki dalgalanmalara uymasý gerektiði görüþünü
býrakmýþ bulunuyorsunuz? – Þu ölçüde býrakmýþ bulunuyorum ki ... eli-
mizde bulunan bilgilere göre, Ýngiltere Bankasýnýn dolaþýmda bulunan
banknotlarýnýn, Ýngiltere Bankasýnýn banka rezervlerinde bulunan bank-
notlara eklenmesi gerekiyor.” – Ýþte bu mükemmel. Bankanýn, hazine
dairesindeki altýn kadar ve bundan da 14 milyon fazla kaðýt para basabi-
leceði üzerine olan keyfi hüküm hiç kuþkusuz. onun çýkarttýðý kaðýt parala-
rýn, altýn rezervlerindeki dalgalanmalar ile dalgalanacaðý anlamýný taþýyor.
Oysa, bugün “elimizde bulunan bilgiler”, bankanýn böylece basabileceði
(ve Issue Department’ýn Banking Department’a devredeceði) banknot
kitlesinin, Ýngiltere Bankasýnýn iki kýsmý arasýnda, altýn rezervindeki dal-

386 Karl Marks


Kapital III
galanmalar ile dalgalanan bu dolaþýmýn, Ýngiltere Bankasý dýþýndaki bank-
not dolaþýmýndaki dalgalanmalarý belirlemediðini açýkça ortaya koyduðu
için, bu son –gerçek dolaþým– banka yönetimi için önemsiz [sayfa 383] bir
sorun haline gelmiþ, bankanýn iki kýsmý arasýnda cereyan eden ve ger-
çek dolaþýmla arasýndaki fark, rezervlerde yansýyan dolaþým tek baþýna
kesin bir önem kazanmýþtýr. Dýþ alem için bu içerdeki dolaþým, yalnýz
rezervlerin, bankanýn, banknot çýkartma konusundaki yasal azamiye ne
derece yaklaþtýðýný ve müþterilerinin, banking department’tan daha ne
kadar alabileceklerini göstermesi bakýmýndan önemlidir.
Aþaðýdaki satýrlar, Overstone’un mala fides’inin* parlak örneðidir:
“4243. Sizce, sermaye miktarý aydan aya, son yýllarda iskonto oranýndaki
dalgalanmalarda görüldüðü gibi, deðerini deðiþtirecek derecede dalga-
lanýr mý? – Sermaye talebi ile arzý arasýndaki iliþki, hiç kuþkusuz çok kýsa
dönemlerde bile dalgalanabilir. ... Diyelim Fransa yarýn, çok büyük bir
miktar borç alacaðýný bildirecek olsa, hiç kuþku yoktur ki, bu derhal, bu
ülkede paranýn deðerinde yani sermayenin deðerinde büyük bir
deðiþikliðe yolaçar.”
“4245. Fransa, herhangi bir amaçla, birdenbire 30 milyon deðe-
rinde meta istediðini bildirse, daha bilimsel ve daha yalýn bir terimle,
sermaye için büyük bir talep doðar.”
“4246. Fransa’nýn, aldýðý borçla satýn almak istediði sermaye bir
þeydir, sermayeyi kendisiyle satýn alacaðý para baþka bir þeydir; burada,
deðer bakýmýndan deðiþen para mýdýr, deðil midir? – Bu soruyla bana
öyle geliyor ki, asýl yeri bu komisyon odasýndan çok, bir bilgenin hücresi
olmasý gereken, eski soruyu yinelemiþ oluyoruz.” Ve bunu söyleyerek
çekiliyor, ama bilgenin hücresine deðil.84 [sayfa 384]

84
Sermayeyle ilgili konularda, Overstone’un düþtüðü kavram kargaþasý üzerinde Otuzikinci
Bölümün sonunda daha fazla durulacaktýr. [- F. E.]
* Kötü niyet. -ç.

Karl Marks 387


Kapital III
YÝRMÝYEDÝNCÝ BÖLÜM
KAPÝTALÝST ÜRETÝMDE KREDÝNÝN ROLÜ

KREDÝ sistemi konusunda buraya kadar yapýlan genel açýklama-


lar þunlar olmuþtur:
I. Kâr oranýnýn eþitlenmesini, ya da tüm kapitalist üretimin dayan-
dýðý bu eþitlenme hareketlerini saðlamak üzere kredi sisteminin zorunlu
geliþmesi.
II. Dolaþým giderlerinin azalmasý.
1) Dolaþým giderlerinden baþta gelen birisi, bizatihi deðer olmasý
nedeniyle paranýn kendisidir. Bu giderde, kredi aracýlýðý ile üç þekilde
tasarruf saðlanýr.
A. Ticari iþlemlerin büyük bir bölümünde paranýn tamamen bir
yana býrakýlmasýyla.
B. Dolaþým aracýnýn dolaþýmýný hýzlandýrmakla.85 Bu kýsmen [sayfa
385] aþaðýda, 2)’de belirtilecek olan þeylere tekabül eder. Bir yanda bu
hýzlandýrma teknik bir iþlemdir; yani tüketime ait metalarýn, fiili devir

85
“Yýl boyunca dolaþýmdaki banknot tutarý 1812 yýlýnda 106.538.000 frank; 1818’de
101.205.000 frank idi; oysa para dolaþýmý ya da her türlü hesaba ait yýllýk toplam ödemeler ve
tahsilat, 1812’de 2.837.712.000 frank, 1818’de 9.665.030.000 frank idi. Fransa’da para dolaþým
faaliyeti bu nedenle 1818 yýlýnda 1812’ye göre üçte-bir oranýnda idi. Dolaþým hýzýnýn en büyük
düzenleyicisi kredidir. Bu durum, para-piyasasý üzerindeki þiddetli bir baskýnýn niçin genellikle
dolu bir dolaþýmla eþzamanlý olduðunu açýklar.” (The Currency Theory Reviewed, etc., s. 65.) –
“1833 Eylülü ile 1843 Eylülü arasýnda, bütün Birleþik Krallýk’ta yaklaþýk 300 banka, banknot
çýkartan bankalar arasýna katýldý; bunun sonucu, dolaþýmda ikibuçuk milyon miktarýnda bir
azalma oldu; 1833 Eylülü sonunda 36.035.244 sterlin, 1843 Eylülü sonunda 33.518.554 sterlin
idi.” (Lc., s. 53.) – “Ýskoçya’daki olaðanüstü dolaþým faaliyeti 100 sterlin ile Ýngiltere’de 420
sterlini gerektirecek miktarda parasal iþlemi gerçekleþtiriyordu.” (Lc., s. 55. Bu son örnek yalnýz
bu iþlemin teknik yaný ile ilgilidir.)

388 Karl Marks


Kapital III
büyüklükleri ve sayýsý ayný iken; daha küçük miktarda para ya da para
simgesi ayný iþlevi yerine getirir. Bu, bankacýlýk tekniðine baðlý bulunan
bir þeydir. Öte yandan, kredi, metalarýn baþkalaþým hýzlarýný artýrarak,
paranýn dolaþým hýzýný da artýrmýþ olur.
C. Altýn para yerine kaðýt paranýn konulmasý.
2) Kredi aracýlýðý ile, dolaþýmýn ya da metalarýn baþkalaþýmýnýn,
daha sonra da sermayenin baþkalaþýmýnýn bireysel evrelerinin hýzlandý-
rýlmasý ve bununla birlikte genellikle yeniden-üretim sürecinin hýz ka-
zanmasý. (Öte yandan, kredi, satýnalma ve satma hareketlerinin birbirin-
den uzun süre ayrýlmalarýna yardým eder ve böylece spekülasyon için
bir temel hizmeti görür.) Yedek fonlarda, þu iki þekilde görülebilecek
daralma: bir yandan, dolaþým aracýnda bir azalma olarak, öte yandan,
sermayenin, daima para-biçiminde bulunmasý gereken kýsmýnda bir ek-
silme olarak.86
III. Hisse senetli þirketlerin kuruluþu. Böylece:
1) Üretimin ve giriþimin ölçeðinde, bireysel sermayeler için olanak-
sýz bulunan muazzam bir geniþleme ayný zamanda, daha önce hükü-
met giriþimleri olan kuruluþlarýn kamu giriþimi haline gelmesi.
2) Kendisi toplumsal üretim biçimine dayanan ve üretim araçlarý
ile emek-gücünün toplumsal yoðunlaþmasýný öngören sermaye, burada,
özel sermayeden farklý olarak, doðrudan doðruya toplumsal sermaye
(doðrudan biraraya gelmiþ bireylerin sermayeleri) biçimini alýr ve bunun
giriþimleri, özel giriþimlerden ayrý ve farklý toplumsal giriþimler þekline
girer. Bu, özel mülkiyet olarak sermayenin, kapitalist üretimin kendi
çerçevesi içersinde ortadan kalkmasýdýr.
3) Fiilen iþlev yapan kapitalistin yalnýzca bir yönlendirici,
baþkalarýna ait sermayenin yöneticisi, ve sermaye sahibinin sýrf bir sahip,
sýrf bir para-kapitalist haline dönüþmesi. Bunlarýn aldýklarý temettüler,
faiz ile giriþim kârýný, yani toplam kârý içerse bile, (çünkü, yöneticinin
ücreti, fiyatý, herhangi baþka bir emek gibi emek-piyasasýnda düzenle-
nen, belirli türden vasýflý bir emeðin ücretidir ya da böyle olmalýdýr), bu
toplam kâr bundan böyle ancak faiz biçiminde elde edilmekte, yani
týpký yöneticinin kiþiliðinde, bu iþlevin sermaye sahipliðinden ayrýlmýþ
olmasý gibi, fiili yeniden-üretim sürecindeki iþlevden þimdi tamamen
ayrýlmýþ bulunan sermaye mülkiyeti için sýrf bir tazminat olarak alýn-
maktadýr. Kâr , böylece (artýk yalnýz, hakkýný borç alanýn kârýndan alan
kýsmý, yani faiz deðil), üretim araçlarýnýn sermayeye dönüþmesinden,
yani bu üretim araçlarýnýn, gerçek üreticiler karþýsýnda yabancýlaþma-
larýndan, bir baþkasýnýn mülkiyeti olarak, yöneticiden en son gündelikçi
iþçiye kadar [sayfa 386] üretimde fiilen yeralan bütün bireyler arasýnda bulu-
nan zýtlýktan doðan, baþkalarýnýn artý-emeðine sýrf bir elkoyma olarak

86
“Bankalarýn kuruluþundan önce ... dolaþým amaçlarý için çekilen sermaye miktarý, her
zaman, fiili meta dolaþýmýnýn gerektirdiðinden fazlaydý.” (Economist, 1845, s. 238.)

Karl Marks 389


Kapital III
görünür. Hisse senetli þirketlerde, iþlev, sermaye mülkiyetinden ayrýlmýþtýr,
dolayýsýyla da emek, üretim araçlarý sahipliðinden ve artý-emekten ta-
mamen ayrýlmýþtýr. Kapitalist üretimin sonal geliþmesinin bu sonucu,
her ne kadar artýk bireysel üreticilerin özel mülkiyeti olmaktan çok, bira-
raya gelmiþ üreticilerin doðrudan toplumsal mülkiyeti haline gelmiþse
de, sermayenin, üreticilerin mülkiyetine yeniden dönüþmesine yönelik
zorunlu bir geçiþ evresidir. Öte yandan bu hisse senetli þirketler, yeni-
den-üretim sürecinde, hala kapitalist mülkiyet ile baðlý bulunan bütün
iþlevlerin, sýrf biraraya gelmiþ üreticilerin iþlevlerine, toplumsal iþlevlere
dönüþmesi yönünde bir geçiþ evresidir.
Daha ileriye gitmeden dikkate alýnmasý gerekli, ekonomik ba-
kýmdan önemli bir de þu olgu var: Kâr, burada, faizin katýksýz bir biçimi-
ne büründüðü için, bu tür giriþimler, sýrf faiz saðlasalar bile gene de
olanaklýdýr, ve bu, genel kâr oranýndaki düþmeyi durduran nedenlerden
biridir, çünkü, deðiþmeyen sermayenin deðiþen sermayeye oranýnýn pek
büyük olduðu bu gibi giriþimler, genel kâr oranýnýn eþitlenmesine zorun-
lu olarak girmezler.
[Marx yukardaki satýrlarý yazalý beri, bildiðimiz gibi, ikinci ve üçüncü
derece hisseli þirketleri temsil eden yeni sanayi giriþim biçimleri geliþmiþ
bulunuyor. Bugün geniþ-ölçekli sanayiin bütün alanlarýnda üretimin her
gün artan bir hýzla geliþmesi, bu artan ürünlere ait piyasalarýn büyümele-
rinde görülen yavaþlama ile dengelenir. Hýzla geliþen üretimin bir ayda
ürettiðini, piyasa bir yýlda zor emebilir. Buna, bir de, her sanayi ülkesinin
kendisini diðerlerinden ve özellikle Ýngiltere’den ayýran ve üstelik ülke
içersindeki üretimin verimini yapay olarak artýran koruyucu gümrük po-
litikasýný eklemek gerekir. Sonuç, genel, kronik bir aþýrý-üretim, düþük
fiyatlar, düþen ve hatta büsbütün yokolan kârlar; kýsacasý, göklere çýkar-
týlan rekabet özgürlüðü, artýk sabrýnýn son noktasýna ulaþmýþtýr ve kendi
apaçýk, rezilce iflasýný kendi aðzýyla ilan etmek zorundadýr. Ve bu, her
ülkede belli bir alandaki büyük sanayicilerin, üretimin düzenlenmesi
için kartel halinde birleþmesi yoluyla yer alýr. Bir komite, her kuruluþun
üreteceði miktarý saptar ve gelen sipariþlerin daðýlýmýnda son söz sahibi-
dir. Bazan Ýngiliz ve Alman demir sanayilerinde olduðu gibi, uluslararasý
karteller bile kurulmuþtur. Ne var ki, bu tür üretim ortaklýklarý bile yeterli
olmamýþtýr. Firmalar arasýndaki çýkar çatýþmalarý bu ortaklýðý sýk sýk
bosmuþ, rekabeti geri getirmiþtir. Bu, üretimin ölçeðinin olanak verdiði
bazý sanayi kollarýnda, bu sanayi kolundaki tüm üretimin tek bir yönetim
altýnda, tek bir büyük anonim þirket halinde toplanmasýna yolaçar.
Amerika’da bu tekrar tekrar,denenmiþtir; Avrupa’da bugüne kadar bu-
nun en büyük örneði, bütün Ýngiliz alkali üretimin tek bir firmanýn eline
toplayan United Alkali Trust’tür. Otuzu aþkýn firmanýn eski sahipleri tüm
kuruluþlarýnýn yaklaþýk deðerinin karþýlýðý olarak, tröstün sabit [sayfa 387]
sermayesini temsil eden, aþaðý yukarý 5 milyon sterlin tutarýnda hisse
senedi almýþlardýr. Teknik yönetim, ayný eski ellerde kalmakta, ama iþ

390 Karl Marks


Kapital III
yönetimi ve denetimi, genel bir idarenin elinde toplanmaktadýr. Yaklaþýk
1 milyon sterlin tutarýnda dolaþan sermaye (floating capital), satýn alýn-
mak üzere kamuya sunulmuþtur. Toplam sermaye bu nedenle 6 milyon
sterline ulaþmýþ bulunuyor. Ýþte böylece, tüm kimya sanayiinin temelini
teþkil eden bu kolda rekabetin yerini Ýngiltere’de tekel almýþ ve gelecek-
te tüm toplumun, ulusun, en tatlý biçimde soyulmasý için yol açýlmýþtýr. -
F. E.]
Bu kapitalist üretim tarzýnýn, bizzat kapitalist üretim tarzý içersin-
de ortadan kaldýrýlmasýdýr ve dolayýsýyla prima facie yeni bir üretim biçi-
mine geçiþin yalnýzca bir evresini temsil eden, kendi kendini çözümleyen
çeliþkidir. Bu böyle bir çeliþki olarak, kendisini, kendi sonuçlarýyla da
ortaya koyar. Bazý alanlarda tekel kurar ve böylece devlet müdahalesini
gerekli kýlar. Yeni bir finans aristokrasisi, kurucular, spekülatörler ve dü-
pedüz nominal direktörler þeklinde yeni bir asalaklar zümresi türetir;
birleþik kuruluþlar, hisse senedi çýkartmak ve hisse senedi spekülasyon-
larý yoluyla tam bir sahtekarlýk ve dolandýrýcýlýk sistemi yaratmýþ olur.
Bu, özel mülkiyetin denetimi olmaksýzýn, özel bir üretim biçimidir.
IV. Kapitalist özel sanayiin, kapitalist sistemin kendi temeli üze-
rinde yokedilmesini temsil eden ve yeni üretim alanlarýna yayýldýkça ve
buralarý egemenliði altýna aldýkça özel sanayii ortadan kaldýran hisse
senetli þirketler iþi dýþýnda, kredi, bireysel kapitaliste ya da kendisine
kapitalist gözüyle bakýlan kimseye, belli sýnýrlar içersinde baþkalarýnýn
sermayesi ve malý, ve böylece de baþkalarýnýn emeði üzerinde mutlak
bir denetim olanaðý saðlar.87 Kendi bireysel sermayesi üzerinde deðil de
toplumsal sermaye üzerindeki bu denetim, ona, toplumsal emek üze-
rinde denetim olanaðýný verir. Bir kimsenin gerçekten sahip olduðu ya
da kamuoyunca sahip bulunduðu kabul edilen sermayenin kendisi, ar-
týk yalnýzca kredi üstyapýsýnýn oturduðu bir temel haline gelir. Bu, özel-
likle, toplumsal ürünün çok büyük bir kýsmýnýn kendisinden geçtiði toptan
ticaret için doðrudur. Bütün standart ölçüler, kapitalist üretimde hala
azçok haklý görülebilecek bütün mazeretler burada yokolur. Spekülas-
yon yapan toptancý tüccarýn tehlikeye attýðý mülkiyet, kendi mülkiyeti
deðil, toplumsal mülkiyettir. Sermayenin kökeninin tasarruf olduðu yo-
lundaki söz de, burada gene çýkarcý bir anlama bürünür; çünkü onun

87
Örneðin, 1857 gibi bir bunalým yýlýnda iflas eden firmalarýn Times’taki listesine bakýnýz ve
bu iflas edenlerin özel mülklerini borç miktarlarý ile karþýlaþtýrýnýz. “Þurasý bir gerçektir ki, sermaye
ve krediye sahip kimselerin satýnalma gücü, spekülatif piyasalar konusunda bilgisi bulunmayan
bir kimsenin düþünebileceðinin çok daha ötesindedir.” (Tooke, Inquiry into the Currency
Principle, s. 79.) “Normal iþini yürütmeye yetecek kadar sermayesi bulunduðu bilinen ve iþinde
iyi bir krediden yararlanan bir kimse eðer ticaretini yaptýðý nesnenin fiyatýnda bir yükselme
olacaðýna inanýrsa ve giriþtiði spekülasyonun baþýnda ve geliþmesi sýrasýndaki koþullar kendisine
yardým ederse, sermayesi ile kýyaslanamayacak kadar muazzam miktarlarda satýn almada
bulunabilir.” (lbid., s, 136.) “Tüccarlar, fabrikatörler, vb., ticari iþlemlerini, yalnýz kendilerine ait
sermayenin kullanýmýyla yapabileceklerinin çok daha ötesine götürürler. Sermaye, bir ticari
kuruluþunun giriþeceði iþlemin sýnýrý olmaktan çok, iyi bir kredinin üzerine kurulabileceði bir
temeldir.” (Economist, 1847, s. 333.)

Karl Marks 391


Kapital III
istediði þey, [sayfa 388] kendisi için baþkalarýnýn tasarrufta bulunmasýdýr.
[Týpký, son zamanlarda bütün Fransa’nýn elbirliðiyle Panama Kanalý do-
landýrýcýlarý için birbuçuk milyon frank tasarrufta bulunmalarý gibi. Aslýn-
da, Panama Kanalý ile ilgili sahtekarlýðýn baþtan sona öyküsü, daha bu iþ
olmadan, tam yirmi yýl önce burada kesinlikle beklenen ve bilinen bir
þeydi. -F.E.] Tutumlulukla ilgili öteki sözler de, gene, þimdi kendisi de
bir kredi aracý haline gelen lüks ile düpedüz çürüðe çýkartýlmýþ haldedir.
Kapitalist üretimin daha az geliþmiþ aþamalarýnda bir anlam taþýyan kav-
ramlar burada tamamen anlamsýz hale gelmiþtir. Baþarý ve baþarýsýzlýðýn
her ikisi de burada, sermayenin merkezileþmesine ve böylece en görül-
memiþ ölçüde mülksüzleþtirmeye varýr. Mülksüzleþtirme burada, doðru-
dan üreticilerden baþlar, daha küçük ve orta boy kapitalistlerin kendilerine
kadar uzanýr. Bu, kapitalist üretim tarzý için çýkýþ noktasýdýr ve baþarýlmasý,
bu üretim tarzýnýn hedefidir. Son kertede, bütün bireylerin üretim araçla-
rýndan yoksun býrakýlmasýný, kendisine amaç edinmiþtir. Toplumsal üre-
timin geliþmesiyle birlikte üretim araçlarý, özel üretimin araçlarý ve özel
üretimin ürünleri olmaktan çýkar ve bundan sonra ancak biraraya gelmiþ
üreticilerin elinde, üretim araçlarý, yani bunlarýn toplumsal ürünleri ol-
duklarý için gene bunlarýn toplumsal mülkiyeti olabilirler. Ne var ki bu
mülksüzleþtirme, kapitalist sistem içersinde çeliþkili bir biçimde, toplum-
sal mülkiyetin bir azýnlýk tarafýndan ele geçirilmesi biçiminde görünür;
ve kredi sistemi bu azýnlýða gitgide daha fazla sýrf bir maceralar toplu-
luðu niteliðini verir. Mülkiyet burada, hisse senedi biçiminde bulunduðu
için, hareketi ve eldeðiþtirmesi, tamamen, küçük balýklarýn köpek balý-
klarý tarafýndan yutulduklarý ve kuzularýn borsa kurtlarý tarafýndan mi-
deye indirildikleri, borsada oynanan bir kumar halini alýr. Hisse senetli
þirketlerde toplumsal üretim araçlarýnýn özel mülkiyet gibi göründüðü
eski biçime karþý bir düþmanlýk vardýr, ama hisse senedine dönüþme,
hala kapitalizmin aðlarý içersinde kapana sýkýþmýþ haldedir; bu nedenle,
servetin toplumsal servet ve özel servet olarak nitelikleri arasýndaki zýt-
lýðý aþacak yerde, bu þirketler bunu yalnýzca yeni bir biçim içersinde ge-
liþtirirler.
Ýþçilere ait kooperatif fabrikalar, fiili kuruluþlarýnýn her yerinde,
mevcut sistemin bütün kusur ve eksikliklerini doðal olarak yeniden üret-
tikleri ve üretmek zorunda kaldýklarý halde, eski biçim içersinde, yeninin
ilk sürgünlerini temsil ederler. Ama sermaye ile emek arasýndaki zýtlýk,
buralarda, önce, ancak biraraya gelmiþ emekçileri kendi kendilerinin
kapitalistleri haline getirmek, yani bunlara, üretim araçlarýný kendi eme-
klerinden yararlanmak için kullanma olanaðýný vermek þeklinde olsa
bile aþýlmýþ olur. Bunlar, maddi üretim güçlerindeki ve buna tekabül
eden toplumsal üretim biçimindeki geliþme belli bir aþamaya ulaþtýðý
zaman, yeni bir üretim tarzýnýn eskisinden doðallýkla nasýl doðup büyü-
düðünü gösterirler. Kapitalist üretim tarzýnýn doðurduðu fabrika sistemi
olmasa, kooperatif fabrikalar olmazdý. Ne de bunlar , ayný üretim tarzýn-

392 Karl Marks


Kapital III
dan [sayfa 389] doðan kredi sistemi olmaksýzýn geliþebilirdi. Kredi sistemi
yalnýz, kapitalist özel giriþimlerin kapitalist hisse senetli þirketlere yavaþ
yavaþ dönüþmesi için belli baþlý temel olmakla kalmaz, bu kooperatif
giriþimlerin, az-çok ulusal bir ölçekte yavaþ yavaþ geniþlemesi için de
aracýlýk eder. Kapitalist hisse senetli þirketler de kooperatif fabrikalar
kadar, kapitalist üretim tarzýndan ortaklaþa üretim tarzýna geçiþte geçici
biçimler olarak kabul edilmelidir; aradaki tek ayrým, zýtlýðýn, birisinde
negatif diðerinde ise pozitif olarak çözülmesidir.
Buraya kadar kredi sisteminin geliþmesini –ve kapitalist mülkiye-
tin bu geliþmenin özünde yatan ortadan kalkýþýný– baþlýca, sanayi ser-
mayesi ile iliþkisi bakýmýndan inceledik. Aþaðýdaki bölümlerde kredi
sistemini, faiz getiren sermaye ile faiz getiren sermaye olarak iliþkisi ve
bu sermaye üzerindeki etkisi bakýmýndan ve böylece büründüðü þekil
açýsýndan ele alacaðýz; ve genellikle bir de hala belirtilmesi gereken
özellikle ekonomik birkaç nokta kalýyor.
Ama önce þu:
Kredi sisteminin, aþýrý-üretimin ve ticarette aþýrý-spekülasyonun
ana manivelalarý gibi görünmesinin biricik nedeni, doðasý gereði esnek
olan yeniden-üretim sürecinin burada son sýnýrlarýna kadar zorlanmasý-
dýr; ve bu zorlanmaya da, toplumsal sermayenin büyük bir kýsmýnýn,
bunun sahibi olmayan ve dolayýsýyla iþleri, bizzat kendi iþini yürüttüðü
zaman kendi malý olan sermayesinin sýnýrlarýný dikkatle ölçüp biçtiði
halde þimdi bambaþka bir biçimde ele alan kimseler tarafýndan kullanýl-
masý yolaçar. Bu yalnýzca þu olguyu gözler önüne serer ki, kapitalist
üretimin çeliþkili niteliðine dayanan sermayenin kendi kendisini
geniþletmesi, ancak belli bir noktaya kadar gerçek serbest bir geliþmeye
izin verir ve böylece, aslýnda, sürekli olarak kredi sistemi ile yýkýlmasý ve
kopartýlmasý gereken kaçýnýlmaz engeller ve baðlar yaratýr.88 Dolayýsýyla,
kredi sistemi, üretken güçlerin maddi geliþmelerini ve bir dünya-piya-
sasý kurulmasýný hýzlandýrmaktadýr. Yeni bir üretim tarzýnýn bu maddi
temellerini böyle bir yetkinlik derecesine yükseltmek, kapitalist üretim
sisteminin tarihsel görevidir. Ayný zamanda, kredi, bu çeliþkinin þiddetli
patlamalarýný –bunalýmlarý– hýzlandýrýr ve böylece eski üretim biçimini
çözüp daðýtacak öðeleri oluþturur.
Kredi sisteminin özünde yatan iki karakteristiðinden birisi, kapita-
list üretimin itici gücü olan, baþkalarýnýn emeðinin sömürülmesi yoluyla
zenginleþmeyi, en katýksýz ve en dev boyutlara ulaþmýþ bir kumar ve
sahtekarlýk sistemi halini alýncaya kadar geliþtirmek, ve toplumsal serve-
ti sömüren azýnlýðýn sayýsýný gitgide azaltmak, diðeri de, yeni bir üretim
tarzýna geçiþ biçimini oluþturmaktýr. Kredi sisteminin Law’dan Isaac
Pereire’e kadar belli baþlý sözcülerine, dolandýrýcý ve peygamber kar-
masý o tatlý özelliði veren de, iþte onun bu belirsiz niteliðidir. [sayfa 390]

88
Th. Chalmers [On Political Economy, etc., Glasgow 1832, -Ed.]

Karl Marks 393


Kapital III
YÝRMÝSEKÝZÝNCÝ BÖLÜM
DOLAÞIM ARACI VE SERMAYE
TOOKE VE FULLARTON’UN GÖRÜÞLERÝ

DOLAÞIM aracý ile sermaye arasýnda, Tooke,89 Wilson ve diðer-


lerinin çizdikleri ayrým, ve dolayýsýyla para olarak dolaþým aracý, genellik-
le para-sermaye olarak dolaþým aracý ile, faiz getiren sermaye olarak
[sayfa 391] (Ýngilizcedeki para getiren sermaye “moneyed capital” anlamýn-

89
Burada, Tooke’dan s. 390’da [bu baskýda: s. 355.] Almancasýndan aktardýðýmýz konuyla
ilgili pasajýn aslýný veriyoruz: “Bankerlerin yaptýklarý iþ, talep üzerine ödenebilecek banknotlarýn
çýkartýlmasý bir yana býrakýldýðýnda, tüccarla tüccar ve tüccarla tüketiciler arasýndaki iþlemlerin
Dr. (Adam) Smith tarafýndan iþaret edilen ayrýmýna uygun olarak iki kola ayrýlabilir. Bankerlerin
iþlerinin bir kolu sermayelerini hemen kullanma durumunda olmayan kimselerden sermaye
toplamak ve bunu, bu olanaða sahip kimselere daðýtmak ya da aktarmaktýr. Diðer kolu,
müþterilerinin gelirlerinden mevduat kabul etmek ve tüketim nesnelerine yaptýklarý giderleri
için istenilen miktarlarý bunlara ödemektir. .. bunlardan ilki sermaye dolaþýmý, ikincisi para
dolaþýmýdýr. “ (Tooke, Inquiry into the Currency Principle, London, s. 36.) Birincisi “sermayenin
bir yandan toplanmasý ve diðer yandan daðýlýmýdýr.”; ikincisi, “çevrenin yerel amaçlarý için
dolaþýmýn düzenlenmesidir.” (Ibid., s. 37.) Kinnear’ýn aþaðýya alýnan satýrlarýnda çok daha doðru
bir anlayýþ belirtilmekte: “Para. .. aslýnda farklý iki iþlemi yerine getirmek için kullanýlýr. ... Tüccarlar
ile tüccarlar arasýnda, bir deðiþim aracý olarak, sermayenin aktarýlmasýný saðlayan bir araçtýr;
yani para olarak belli bir miktar sermayenin, metalar þeklinde eþit miktarda sermaye karþýlýðýnda
deðiþilmesidir. Ama ücretlerin ödenmesinde ve tüccarlar ile tüketiciler arasýndaki satýnalma ve
satýþta kullanýlan para-sermaye olmayýp, gelirdir; topluluðun gelirlerinin, günlük harcamalara
ayrýlan kýsmýdýr. Bu, sürekli günlük kullaným için dolaþýmda bulunur ve sözcüðün tam anlamýyla
dolaþým aracý denilebilecek kýsýmdýr. Sermaye avanslarý, tamamen, banka ile diðer sermaye
sahiplerinin isteklerine baðlýdýr, çünkü borç alacaklar nasýl olsa her zaman bulunur; oysa dolaþým
aracý miktarý, paranýn günlük harcamalar amacý nedeniyle içinde dolaþtýðý topluluðun
gereksinmelerine baðlýdýr.” (J. G. Kinnear, The Crisisand the Currency, London 1847, [s. 3-4].)

394 Karl Marks


Kapital III
da) dolaþým aracý arasýndaki ayrýmlar, karmakarýþýk edilmiþtir ve þu iki
þeye varýr.
Dolaþýmdaki para, bir yandan gelirin harcanmasýný, dolayýsýyla,
bireysel tüketiciler ile perakendeci tüccarlar –tüketicilere, üretken tüke-
ticilerden ya da üreticilerden farklý olarak satýþ yapan bütün tüccarlar bu
kategoriye girerler– arasýndaki trafiði saðladýðý sürece, sikke (para) ola-
rak dolaþýmda bulunur. Burada para, sürekli olarak sermayenin yerini
aldýðý halde, sikke iþlevi ile dolaþým yapar. Bir ülkedeki paranýn belli bir
kýsmý, bu kýsým devamlý deðiþen sikkelerden oluþtuðu halde, sürekli
olarak bu iþleve ayrýlmýþtýr. Ne var ki, para, ister satýnalma aracý (dolaþým
aracý), ister ödeme aracý þeklinde olsun, sermayenin transferini saðladý-
ðý sürece, sermayedir. Bu nedenle, parayý sikkeden ayýran þey, ne satý-
nalma araçlýðý ve ne de ödeme araçlýðý iþlevidir, çünkü o, tüccar ile
tüccar arasýnda, bunlarý birbirlerinden nakit parayla satýn almada bulun-
duklarý sürece, satýnalma aracý olarak da iþ görebileceði gibi, tüccar ile
tüketici arasýnda, kredi verildiði ve gelir daha ödenmeden harcandýðý
sürece ödeme aracý olarak da iþ görebilir. Demek ki, aradaki fark, ikinci
durumda bu paranýn yalnýz bir taraf için, satýcý için sermayeyi yerine
koymakla kalmayýp, diðer taraf olan alýcý tarafýndan sermaye olarak har-
canmasý, elden çýkartýlmasýdýr. Dolayýsýyla, fark, gerçekte, gelirin para-
biçimi ile sermayenin para-biçimi arasýndadýr, yoksa, dolaþýmdaki para
ile sermaye arasýnda deðildir; çünkü, belli bir miktardaki para, tüccarlar
arasýndaki alým-satýmlarda olduðu kadar, tüketiciler ile tüccarlar arasýn-
daki alýþ-veriþlerde de dolaþým yapar. Ýþte bunun için, her iki iþlevinde
de ayný derecede dolaþýmdaki paradýr. Tooke’un görüþü, bu soruna çeþitli
yollardan karýþýklýklar getirmektedir:
1) Ýþlevsel özellikleri karýþtýrarak;
2) Her iki iþlevde bir arada dolaþan para miktarý sorununu ortaya
atarak.
3) Her iki iþlevi yerine getirmek için dolaþýmda bulunan ve böyle-
ce, yeniden-üretim sürecinin her iki alanýnda yeralan para miktarlarýnýn
nispi oranlarý sorununu öne sürerek.
1. nokta üzerinde: Paranýn bir biçimde dolaþým aracý ve diðerin-
de sermaye olduðu yolundaki iþlevsel ayrýmlarý birbirine karýþtýrma. Para,
ister gelirin gerçekleþtirilmesi, ister sermayenin transferi için olsun, bir
ya da diðer iþlevi yerine getirdiði sürece, satýn almada ve satýþta, ya da
ödemede, satýnalma ya da ödeme aracý olarak, ve sözcüðün daha geniþ
anlamýyla, dolaþým aracý olarak iþlev yapar. Paranýn, onu harcayan ya da
alanýn hesaplarýnda, onun için sermaye ya da geliri temsil etmesi ko-
nusunda taþýdýðý anlam, hiçbir þeyi deðiþtirmez, ve bu iki kez görünmek-
tedir. Ýki ayrý alanda dolaþýmda bulunan paranýn türleri farklý olmakla
birlikte, ayný para parçasý, örneðin, beþ sterlinlik bir banknot bir alandan,
diðerine geçer ve her iki iþlevi ardarda yerine getirir; ve bu yalnýz, pera-
kendeci tüccarýn, sermayesine para-biçimini ancak müþterilerinden al-

Karl Marks 395


Kapital III
dýðý [sayfa 392] sikke þeklinde verebilmesi nedeniyle bile olsa kaçýnýlmaz
bir þeydir. Gerçek bozuk paranýn, dolaþým alanýnýn aðýrlýk merkezinin,
perakende ticaret alaný olduðu kabul edilebilir; perakendeci tüccarýn
para bozmak için her zaman buna gereksinmesi vardýr ve müþterilerin
yaptýklarý ödemelerde gene devamlý olarak bu paralarý geri alýr. Ama o,
bir de, para, yani deðer ölçüsü olarak hizmet eden madenden yapýlma
sikke de alýr; Ýngiltere’de, bir sterlinlik sikkeler hatta banknotlar özellikle
beþ-on sterlinlik banknotlar vardýr. Bu altýn sikkeler ile banknotlarý ve
ayýrabildiði bozuk parayý perakendeci tüccar her gün ya da her hafta
bankasýna yatýrýr ve satýn almalarýnýn karþýlýðýný, bankadaki mevduatý
üzerine çektiði çeklerle öder. Ne var ki, ayný altýn sikkeler ve banknotlar
da, tüketici olarak tüm halk tarafýndan, gelirlerinin para-biçimi þeklinde,
bankalardan, doðrudan doðruya ya da dolaylý (örneðin, ücretlerin öden-
mesi için fabrikatörlerin çektikleri bozuk paralar) yoldan devamlý çekilir
ve, sürekli biçimde perakendeci tüccarlara geri dönerek, sermayeleri-
nin bir kýsmýný ve ayný zamanda da gelirlerinin bir kýsmýný tekrar gerçek-
leþtirmiþ olurlar. Bu son durum önemlidir ve Tooke bunu tamamen
gözden kaçýrmýþtýr. Ancak paranýn, para-sermaye olarak harcandýðý yeni-
den-üretim sürecinin baþlangýcýnda (Kitap II, Kýsým 1), sermaye-deðer,
saf sermaye-deðer olarak bulunur. Çünkü, üretilen metalar, sýrf sermay-
eyi deðil, artý-deðeri de içerirler; bunlar artýk bizatihi sermaye olmakla
kalmayýp, sermaye olarak gerçeklik kazanmýþ sermaye, kendilerine bir
gelir kaynaðý katýlmýþ sermayedirler. Perakendeci tüccarýn, kendisine
dönen paraya karþýlýk verdiði þey, metalarý, bu nedenle, onun için ser-
maye artý kâr, sermaye artý gelirdir.
Ayrýca perakendeci tüccara dönmekle dolaþýmda bulunan para,
sermayesinin para-biçimini yerine konulmuþ olur.
Bu nedenle gelirin dolaþýmý olarak dolaþým ile, sermayenin
dolaþýmý arasýndaki farký, dolaþýmdaki para ile sermaye arasýndaki farka
indirgemek tamamen yanlýþtýr. Bu ifade biçimi, Tooke’un örneðinde onun
düpedüz, kendi banknotunu çýkartan bir bankerin görüþünü benimsemiþ
olmasýndan ileri geliyor. Bu banknotlarýn, sürekli olarak halkýn elinde
bulunan ve dolaþým aracý olarak iþ gören kýsmý (devamlý deðiþik bank-
notlardan oluþsa bile) bankere, kaðýt ve baský giderleri dýþýnda herhangi
bir gidere malolmazlar. Bunlar, onun kendi adýna düzenlenmiþ,
dolaþýmda bulunan borç senetleridir (poliçelerdir), ama kendisine para
getirmekte ve böylece, sermayesini geniþletme aracý olarak hizmet et-
mektedirler. Gene de bunlar ister kendisine ait olsun, ister borç alýnmýþ
olsun, kendi sermayesinden farklýdýrlar. Ýþte bunun için banker bakýmýn-
dan, dolaþýmdaki ile sermaye arasýnda bu terimlerin tanýmlanmalarýyla
ve hele Tooke tarafýndan yapýlan tanýmlamalarla hiç bir iliþkisi bulunma-
yan özel bir ayrým vardýr.
Bu farklý nitelik –ister gelirin para-biçimi olarak, ister sermayenin
[sayfa 393] para-biçimi olarak hizmet etsin– paranýn bir dolaþým aracý olma

396 Karl Marks


Kapital III
niteliðinde hiç bir þeyi deðiþtirmez; bu iþlevlerden hangisini yerine geti-
rirse getirsin, o, bu niteliðini daima korur. Gerçekte para, satýnalma ve
satýþlarýn daðýnýklýðý ve geliri harcayanlarýn çoðunluðunun, iþçilerin kredi
ile nispeten az þey satýn alabilmeleri nedeniyle, gelirin para-biçimi ola-
rak iþ gördüðü hallerde, daha çok, fiili dolaþým aracý (sikke, satýnalma
aracý) olarak hizmet eder; oysa, dolaþým aracýnýn, sermayenin para-biçi-
minde bulunduðu, ticaret aleminin trafiði içersinde para, kýsmen
yoðunlaþma ve kýsmen de mevcut kredi sistemi nedeniyle, esas olarak
ödeme aracý hizmeti görür. Ama, ödeme aracý olarak para ile, satýnalma
aracý (dolaþým aracý) olarak para arasýndaki ayrým, paranýn kendisine
iliþkin bir ayrýmdýr. Bu, para ile sermaye arasýndaki bir ayrým deðildir.
Perakende ticarette daha fazla bakýr ve gümüþ, toptan ticarette daha
fazla altýn dolaþým yapar, ama bu, bir yandan gümüþ ile bakýr, öte yan-
dan altýn arasýndaki ayrým, dolaþým ile sermaye arasýndaki fark demek
deðildir.
2. nokta üzerinde: Her iki iþlevle birarada dolaþýmda bulunan
para miktarý sorununun öne sürülmesi; para, ister satýnalma aracý, ister
ödeme aracý olarak –bu iki alandan hangisinde bulunursa bulunsun, ve
gelir ya da sermayeyi gerçekleþtirme iþlevinden baðýmsýz olarak–
dolaþýmda bulunduðu sürece, dolaþýmdaki kitlesinin miktarý, daha önce,
metalarýn basit dolaþýmýný irdelerken geliþtirilmiþ olan yasalara (Buch I,
Kap. III, 2, b) tabidir. Dolaþým hýzý, dolayýsýyla, ayný para parçalarýnýn belli
bir süre içersinde satýnalma ve ödeme aracý olarak yerine getirdikleri
iþlevlerin kaç kez yinelendiði, eþzamanlý satýn almalarýn satýþlarýn ya da
ödemelerin kitlesi, dolaþýmda bulunan metalarýn fiyatlarýnýn toplamý ve
ensonu ayný sürede tasfiye edilecek ödeme bilançolarý, her iki durumda
da, dolaþýmdaki paranýn, dolaþým aracýnýn kitlesini belirler. Bu þekilde
kullanýlan paranýn, ödeyici ya da parayý alan için sermayeyi ya da geliri
temsil etmesinin hiç bir önemi yoktur ve durumu hiç bir þekilde deðiþtir-
mez. Bu paranýn kitlesi, yalnýzca, satýnalma ve ödeme aracý olarak yaptý-
ðý iþlev ile belirlenir.
3. nokta üzerinde: Her iki iþlevi yerine getiren, ve dolayýsýyla, yeni-
den-üretim sürecinin her iki alanýnda dolaþýmda bulunan dolaþým aracý
miktarlarýnýn nispi oranlarý sorunu konusunda. Her iki dolaþým alaný bir-
birleriyle içsel bir baðlantý halindedir, çünkü, bir yandan, harcanacak
olan gelirlerin kitlesi, tüketimin hacmini ifade eder, ve öte yandan, üre-
tim ve ticarette dolaþýmý yapan sermaye kitlelerinin büyüklüðü, yeniden-
üretim sürecinin hacmini ve hýzýný ifade eder. Bununla birlikte bu ayný
koþullar, her iki iþlevde ya da her iki alanda dolaþýmda bulunan para
miktarý üzerinde, ya da Ýngilizlerin bankacýlýk dilinde kullandýklarý deyimle
dolaþým aracý miktarý üzerinde, hatta zýt yönlerde iþleyen farklý etkide
bulunurlar. Ve, bu Tooke’un, sermaye ile dolaþým aracý arasýnda [sayfa 394]
yaptýðý kaba ayrým için yeni bir neden saðlamýþ olur. Currency Theory’yi
savunan beylerin, iki þeyi birbirine karýþtýrmalarý olgusu, bunlarý iki farklý

Karl Marks 397


Kapital III
kavram gibi göstermenin nedeni olamaz.
Bolluk zamanlarýnda, yeniden-üretim sürecindeki yoðun geniþ-
leme, hýzlanma ve canlanma dönemlerinde, iþçiler tam istihdam halin-
dedirler. Genellikle ücretlerde de bir yükselme olur, ve bu, ticari çevrimin
diðer dönemlerinde ortalamanýn altýna düþen ücretleri bir ölçüde telafi
eder. Ayný zamanda, kapitalistlerin gelirleri de önemli ölçüde büyür. Tü-
ketim genellikle artar. Meta-fiyatlarý, hiç deðilse, ticaretin çeþitli hayati
kollarýnda düzenli bir yükselme gösterir. Dolayýsýyla dolaþýmdaki para
miktarý, en azýndan belirli sýnýrlar içersinde artar, çünkü dolaþýmýn hýzýn-
daki büyüme, bir yandan da, dolaþým aracý miktarýndaki büyümeye bazý
engeller koyar. Toplumsal gelirin ücretleri oluþturan kýsmý, baþlangýçta
sanayi kapitalistleri tarafýndan deðiþen sermaye biçiminde ve daima para-
biçiminde yatýrýldýðý için, bu, bolluk zamanlarýnda dolaþýmý için daha
fazla parayý gerektirir. Ama bizim, bunu, –önce, deðiþen sermayenin do-
laþýmý için gerekli para, sonra da emekçilerin gelirinin dolaþýmý için ge-
rekli para olarak– iki kez hesaba katmamýz gerekir. Ýþçilere ücret olarak
ödenen paralar, perakende ticarette harcanýr ve daha küçük çevrimler
içersinde çeþitli ara iþlemlerden geçerek, aþaðý yukarý haftada bir kez,
bankalara, perakendecilerin mevduatlarý olarak dönerler. Bolluk zaman-
larýnda, paranýn geriye akýþý, sanayi kapitalistleri için yumuþak ve düzen-
lidir, bu nedenle de paraya olan gereksinme, daha fazla ücret ödenme
zorunluluðu yüzünden ve deðiþen sermayenin dolaþýmý için daha fazla
paraya gereksinme olduðu için artmýþ olmaz.
Toplam sonuç, gönenç dönemlerinde, gelirin harcanmasýna hiz-
met eden dolaþým aracý kitlesinin önemli ölçüde artmasýdýr.
Sermayenin transferi, þu halde, kapitalistlerin yalnýz kendi arala-
rýnda gerekli dolaþýma gelince, canlý bir iþ dönemi, ayný zamanda, en es-
nek ve kolay kredi dönemidir. Kapitalist ile kapitalist arasýndaki dolaþýmýn
hýzý, doðrudan doðruya kredi ile düzenlenir ve bakiyelerin ödenmesi
için gerekli dolaþým aracý kitlesi, nakit satýn almalarda bile, buna uygun
olarak azalýr. Bu kitle mutlak anlamda artabilir, ama yeniden-üretim
sürecinin geniþlemesine kýyasla, her türlü koþul altýnda nispi olarak aza-
lýr. Bir yandan, daha büyük bir ödemeler kitlesi, paranýn aracýlýðý olmak-
sýzýn yapýlýr; öte yandan, sürecin canlýlýðý nedeniyle, ayný para miktarýnýn
hem satýnalma ve hem de ödeme aracý olarak hareketinde bir hýzlanma
olur. Ayný miktar para, daha çok sayýda bireysel sermayelerin geriye
akýþýný saðlar.
Bütünüyle bakýldýðýnda, bu gibi dönemlerde para dolaþýmý, I. De-
partmaný (gelirin harcanmasý) mutlak anlamda geniþlediði halde II. De-
partmaný (sermayenin transferi), hiç deðilse nispi olarak daralsa bile,
tamamen dolu (full) görünür. [sayfa 395]
Sermayenin geriye akýþlarý, ikinci cildin birinci kýsmýnda yeniden-
üretim sürecinin irdelenmesi sýrasýnda gördüðümüz gibi, meta-serma-
yenin paraya çevrilmesini, P-M-P’ ifade eder. Kredi, para-biçimde geriye

398 Karl Marks


Kapital III
akýþý, hem sanayi kapitalisti ve hem de tüccar için, fiili geriye akýþ zama-
nýndan baðýmsýz kýlar. Bunlarýn her ikisi de kredi ile satýþ yapar; bunlarýn
metalarý, böylece, kendileri için tekrar paraya çevrilmeden önce, dolayý-
sýyla, kendilerine para-biçimde geriye akmadan önce elden çýkartýlmýþ
olur. Buna karþýlýk, bunlar, kredi ile satýn almada bulunurlar ve bu þekilde,
metalarýnýn deðerleri, bu deðer gerçekten paraya dönüþtürülmeden önce
bile, yani meta-fiyatlarý vadesi gelip ödenmeden önce, üretken ya da
meta-sermayeye çevrilmiþ olur. Bu gibi gönenç zamanlarýnda geriye
akýþ yumuþak ve kolay geçer. Perakendeci toptancýya, toptancý fabri-
katöre, fabrikatör hammadde ithalcisine, vb. güvenle ödemede bulunur.
Bu hýzlý ve güvenli geriye akýþ görüntüsü, daima, gerçekte sona erdikten
sonra da, kredilerin hâlâ devam etmesi nedeniyle epeyce bir süre daha
devam eder, çünkü, kredi geriye dönüþleri, gerçek geriye dönüþlerin
yerini almýþtýr. Bankalar, müþterileri, paradan çok poliçe ile ödeme yap-
maya baþlar baþlamaz tehlikenin kokusunu alýrlar. Liverpool’lu banka
direktörünün, s. 398’deki ifadesine bakýnýz.
Daha önce belirttiðim bir þeyi buraya almak istiyorum: “Kredinin
egemen olduðu dönemlerde, paranýn dolaþým hýzý, meta-fiyatlarýndan
daha hýzlý artar, oysa, kredinin azaldýðý dönemlerde, meta-fiyatlarý,
dolaþýmýn hýzýndan daha yavaþ düþer.” (Zur Kritik der politischen Öko-
nomie, 1859, s. 83, 84.)
Bunalým döneminde bunun tersi doðrudur. I No’lu dolaþým dara-
lýr, fiyatlar düþer, ücretler de ayný þekilde düþer; çalýþan iþçi sayýsý azalýr,
ticari iþlemlerin kitlesi küçülür. Tersine, paraya olan gereksinme, kredi-
nin daralmasýyla, II No’lu dolaþýmda artar. Bu noktayý daha ayrýntýlarýyla
hemen inceleyeceðiz.
Hiç kuþku yoktur ki, yeniden-üretim sürecindeki durgunluk ile
elele giden kredi azalmasý ile, I No. için, gelirin harcanmasý için gerekli
dolaþým kitlesi daralýr, oysa II No. için, sermayenin transferi için gerekli
olan kitle geniþler. Ne var ki, bu ifadenin Fullarton ve diðerlerinin
düþünceleri ile ne derecede uyuþtuðu, incelenmesi gereken bir þeydir:
“Borca dayanan bir sermaye talebi ile, ek dolaþým aracý talebi tamamen
ayrý þeylerdir ve çoðu kez aralarýnda bir bað yoktur.” (Fullarton, l.c., s. 82,
Beþinci Bölümün baþlýðý.)90 [sayfa 396]

90
“Parasal araçlara” (yani sermaye borç almak için) “olan talebin, ek dolaþým araçlarýna
olan taleple özdeþ olduðunu ya da hatta çoðu kez bunlarýn birbirine baðlý olduðunu tasavvur
etmek gerçekten büyük bir yanýlgýdýr. Bu taleplerden herbiri, özellikle kendisini etkileyen koþullar
içersinde ortaya çýkar ve birbirlerinden çok farklýdýr. Her þeyin elveriþli göründüðü, ücretlerin
yüksek olduðu, fiyatlarýn yükselmekte ve fabrikalarýn faal bulunduðu sýralarda, daha büyük ve
daha fazla sayýda ödemeler yapmak zorunluluðuna sýký sýkýya baðlý ek iþlevlerin yerine getirilmesi
için genellikle ek bir dolaþým aracý arzý gerekli olur; buna karþýlýk, herþeyden önce ticari döngünün
daha ileri bir aþamasýnda, güçlüklerin kendilerini göstermeye baþladýðý, piyasalarýn malla
dolduðu, geriye ödemelerin geciktiði, faizin yükseldiði sýralarda, banka üzerinde sermaye avans-
larý için bir baský doðar. Bankanýn sermaye avansý vermek için kendi banknotlarý dýþýnda bir
aracý bulunmadýðý, bu nedenle de banknot çýkartmayý reddetmenin, kredi saptamayý reddetmek
olduðu doðrudur. Ama, bir kez kredi saðlandý mý, her þey kendisini piyasa gereksinmelerine

Karl Marks 399


Kapital III
Her þeyden önce þurasý açýktýr ki, yukarda sözü edilen iki durum-
dan ilkinde, dolaþým aracý kitlesinin artmak zorunda olduðu gönenç
dönemleri boyunca buna olan talep artar. Ama, bunun gibi þu da açýktýr
ki, bir fabrikatör, para-biçiminde daha fazla sermaye harcamak zorunda
kaldýðý için, bankadaki mevduatýndan, þu ya da bu miktarda altýn ya da
banknot çekerse, onun sermayeye olan talebi bu yüzden artmýþ olmaz.
Artan þey, yalnýzca, sermayesini harcadýðý bu özel biçime olan talebidir.
Talep, yalnýz, sermayesini dolaþýma soktuðu teknik biçimle ilgilidir. Týp-
ký, kredi sistemindeki farklý geliþmelerde olduðu gibi, örneðin ayný deðiþen
sermaye ya da ayný miktar ücret, bir ülkede diðerine göre, daha büyük
bir dolaþým aracý kitlesine gereksinme gösterir; örneðin, Ýngiltere’de
Ýskoçya’dan, Almanya’da Ýngiltere’den daha fazla olmasý gibi. Bunun
gibi tarýmda, yeniden-üretim sürecinde iþ görmekte olan ayný sermaye,
iþlevini yerine getirebilmek için, farklý mevsimlerde farklý miktarlarda
paraya gereksinme gösterir.
Ama Fullarton’un sözünü ettiði zýtlýk doðru deðildir. Depresyon
dönemini gönenç döneminden ayýran þey, hiçbir zaman Fullarton’un
dediði gibi, borç sermayeye olan kuvvetli talep deðil, bu talebin gönenç
[sayfa 397] dönemlerinde kolaylýkla, depresyon dönemlerinde güçlükle
karþýlanmasýdýr. Gönenç dönemi boyunca kredi sistemlerindeki pek

uygun biçimde ayarlar; borç öylece kalýr ve dolaþým aracý, eðer kendisine gereksinme duyu-
luyorsa, kendisini çýkartana geri götürecek yolu bulur. Buna göre, Parlamento Raporlarýnýn
þöyle bir gözden geçirilmesi insaný þuna inandýrabilir ki, Ýngiltere Bankasýnýn elindeki tahviller
ile senetler, dolaþýmdaki kendi banknotlarýyla çoðu kez ayný yönde deðil, zýt yönde bir dalgalanma
gösterir ve bu nedenle bu büyük kurumun ortaya koyduðu örnek, taþra bankerlerinin, banknot
dolaþýmýnýn normal olarak kullanýldýðý amaçlar için zaten yeterli olmasý halinde hiçbir bankanýn
kendi dolaþýmýný geniþletmeyeceði, ama bu sýnýr aþýldýktan sonra, avanslarýna yapacaðý her
ekin kendi sermayesinden yapýlmasý ve kendi rezervindeki bazý deðerli senetlerin satýþý ya da
bu gibi senetlere daha fazla yatýrým yapmaktan kaçýnarak saðlanmasý gerekeceði yolunda sýký
sýkýya sarýldýklarý doktrine bir istisna teþkil edemez. Bir önceki sayfada sözünü ettiðim 1833 ve
1840 yýllarý arasýndaki döneme ait Parlamento Raporlarýndan derlenen tablo, bu gerçeðin sürekli
örneklerini saðlar; ve bunlardan iki tanesi o denli dikkat çekicidir ki, bunlarýn ötesine gitmeye
benim için hiçbir gerek yoktur. Bankanýn kaynaklarýný, krediyi ayakta tutmak ve para piyasasýnýn
güçlüklerini karþýlamak için sonuna kadar zorlandýðý 3 Ocak 1837 tarihinde, borç ve ýskonto
yoluyla verdiði avanslarýn, 17.022.000 sterlin gibi muazzam bir tutara ulaþtýðýný görüyoruz; bu,
savaþtan beri pek görülmeyen bir miktar olduðu gibi, bu arada 17.076.000 sterlin gibi düþük bir
noktada öylece hareketsiz kalan tüm toplam çýkartýlmýþ banknot miktarýna neredeyse eþittir.
Öte yandan, 4 Haziran 1833’te dolaþýmdaki banknot 18.892.000 sterlin, elde bulunan özel
senetlerin toplamý ancak 972.000 sterlin kadardý ve bu son yarým yüzyýlda görülen belki de en
düþük miktardý!” (Fullarton, l.c., s. 97, 98.) Parasal araçlara olan talep ile altýna (Wilson, Tooke
ve diðerleri buna sermaye diyorlar) olan talebin hiçbir þekilde özdeþ þeyler olmasý gerekmediði,
Ýngiltere Bankasý Guvernörü Mr. Weguelin’in þu ifadesinden de anlaþýlmaktadýr: ‘’Bu ölçüdeki
poliçe ýskontosu” (ardarda üç gün için, günlük bir milyon) “halk daha büyük miktarda aktif
dolaþým talep etmedikçe, rezervleri” (banknot rezervlerini) “azaltamaz. Poliçelerin ýskontosu
üzerine çýkartýlan banknotlar, bankerler aracýlýðý ile ve mevduat yoluyla dönecektir. Bu iþlemler
altýn ihracý amacýyla yapýlmadýkça ve ülke içersinde halký banknotlarýný kasalarýna kitlemeye
yöneltecek derecede bir panik hali yoksa ... rezervleri bu iþlemlerin büyüklüðü etkilemez.” –
“Banka günde bir-buçuk milyonluk ýskonto yapabilir ve bu, rezervleri en ufak þekiIde etkilenmek-
sizin sürekli yapýlabilir, banknotlar mevduat olarak geri döner, yalnýzca bir hesaptan diðerine
yapýlan aktarma dýþýnda hiçbir deðiþiklik olmaz.” (Report on Bank Acts, 1857, Evidence, n° 241,
500.) Banknotlar, burada, demek ki, sýrf kredi transferinin bir aracý gibi hizmet etmektedir.

400 Karl Marks


Kapital III
büyük geliþme ve dolayýsýyla borç sermayeye olan talepteki muazzam
artýþ ile bu talebin kolayca karþýlanmasý, depresyon dönemindeki kredi
darlýðýnýn kesin nedenidir. Ýþte bunun için, her iki döneme, taþýdýklarý
özelliði veren, borç sermayeye olan talebin hacmindeki farktýr.
Daha önce de belirttiðimiz gibi, her iki dönemi de birbirinden
ayýran baþlýca olgu, tüketiciler ile tüccarlar arasýnda dolaþým aracýna
olan talep, gönenç dönemlerinde, kapitalistler arasýnda dolaþým aracýna
olan talep, depresyon döneminde aðýr basar. Depresyon döneminde
bunlardan ilki azalýr, ikincisi artar.
Fullarton ile diðerlerine kesin bir önem taþýyormuþ gibi görünen
þey, böyle dönemlerde, Ýngiltere Bankasýnýn sahip olduðu security’ler
[tahvil ve senetler] arttýðý halde, dolaþýmdaki banknotlarýn azalmakta
olmasý, ya da bunun tersinin görülmesidir. Ne var ki bu security’lerin
[tahvil ve senetlerin] düzeyi, nakdi istikrazlarýn, ýskonto edilmiþ poliçele-
rin, alýnýp satýlabilir teminatlar karþýlýðý verilen avanslarýn hacmini ifade
eder. Böylece, Fullarton, yukarýya alýnan pasajda (s. 435, dipnot 90).
Ýngiltere Bankasýnýn elinde bulunan security’lerin çoðu kez, dolaþýmýna
ters düþen bir yönde dalgalandýðý ve bunun, çoktan beri özel bankalarýn
benimsedikleri, hiçbir bankanýn, kendi çevresinin gereksinmeleri ile be-
lirlenen belli bir noktanýn ötesinde banknot çýkartamayacaðý; ama eðer
bir banka, avanslarýný bu sýnýrýn ötesine çýkarmak isterse, bunu sermay-
esinden yapmak zorunda olduðu, þu halde, ya senet ve tahvilleri paraya
çevireceði ya da baþka bir durumda bunlara yatýracaðý mevduatý kullan-
mak zorunda kalacaðý görüþünü doðruladýðýný söylüyor.
Þu da var ki, bu, Fullarton’un sermayeden ne anladýðýný da ortaya
koyuyor. Sermaye burada ne anlama geliyor? Banka artýk, kendisine
haliyle hiçbir gidere malolmayan kendi banknotlarý ya da ödeme vaatle-
ri ile avans vermediðine göre, bu durumda, baþka neyle avans verecek-
tir? Securities in reserve’ün [ihtiyat olarak tutulan tahvil ve senetlerin],
yani devlet tahvillerinin, hisse senetlerinin ve diðer faiz getiren senetlerin
satýþýndan elde edeceði hasýlat ile. Peki ama, bu gibi deðerli senetlerin
satýþý karþýlýðýnda ne alýr? Para-altýn, ya da Ýngiltere Bankasýnýn çýkardýðý
gibi, yasal ödeme araçlarý olan banknotlar. Demek ki, bankanýn avans
verdiði þey, her türlü koþul altýnda, paradýr. Bu para, ne var ki, þimdi ban-
kanýn sermayesinin bir kýsmýný oluþturur. Eðer banka bunu altýn olarak
veriyorsa, bunda anlaþýlmayacak bir þey yoktur. Yok eðer banknot ola-
rak verirse, banka bunlar karþýlýðýnda faiz getiren senet gibi gerçek bir
deðeri elden çýkarttýðý için, bu banknotlar, sermayeyi temsil ederler. Özel
bankalar sözkonusu ise, bunlarýn ellerindeki deðerli senetlerin satýþýyla
saðladýklarý banknotlar, aslýnda, Ýngiltere Bankasýnýn ya da [sayfa 398] ken-
dilerinin çýkarttýklarý banknotlardan baþkasý olamaz, çünkü, diðerleri, de-
ðerli senetlerin ödenmesinde hemen hemen hiç kabul edilmezler. Ama,
Ýngiltere Bankasýnýn kendisi sözkonusu ise geriye aldýðý kendi banknot-
larý, ona sermayeye, yani faiz getiren senetlere malolur. Üstelik banka,

Karl Marks 401


Kapital III
böylece dolaþýmdan kendi banknotlarýný çekmiþ olur. Bu banknotlarý
yeniden dolaþýma soksa, ya da bunlarýn yerine ayný miktarda yeni bank-
notlar çýkartsa, bunlar þimdi sermayeyi temsil ederler. Ve bunlar, kapita-
listlere avans vermek için ya da daha sonra, nakdi istikrazlara olan talep
azaldýðýnda, deðerli senetlere yeniden yatýrýmda bulunmak için kullanýl-
dýðýnda, gene sermayeyi temsil ederler. Bütün bu durumlarda sermaye
terimi yalnýz banker açýsýndan kullanýlmýþtýr ve bankerin sýrf kendi kre-
disinden daha fazlasýný borç verme zorunda kaldýðý anlamýna gelir.
Bilindiði gibi, Ýngiltere Bankasý, bütün avanslarýný kendi banknot-
larýyla verir. Þimdi eðer, böyle olduðu halde, bankanýn dolaþýmda bulu-
nan banknotlarý, kural olarak, ýskonto edilen poliçeler ile elindeki diðer
deðerli senetlere oranla azalýr ve böylece verdiði avanslar artarsa –
dolaþýma sokulan banknotlara ne olur? Bunlar nasýl bankaya geri döner-
ler?
Her þeyden önce, parasal araçlara olan talep, aleyhte ulusal bir
ödemeler dengesinden doðuyor ve bu yüzden dýþarýya bir altýn akýmý
olduðu anlamýna geliyorsa, sorun çok basittir. Poliçeler, banknotlarla
ýskonto edilir. Banknotlar, bankanýn issue department’ýnda [kendi teda-
vül servisinde] altýnla deðiþtirilirler ve bu altýn ihraç edilir. Banka sanki,
poliçeleri ýskonto ederken, banknotlar araya girmeksizin doðrudan doðru-
ya altýn ödemiþ gibidir. Bazý durumlarda 7-10 milyon sterline ulaþa-bilen
böyle bir talep artýþý, doðal olarak, ülkenin iç dolaþýmýna, tek bir beþ
sterlinlik banknot bile katmaz. Þimdi eðer, bankanýn, dolaþým aracý deðil
sermaye avans verdiði söylenecek olursa, bunun iki anlamý vardýr. Önce,
banka, kredi deðil, gerçek deðerleri, kendi sermayesinin ya da kendisi-
ne yatýrýlan sermayenin bir kýsmýný avans vermektedir. Ýkincisi, banka, iç
dolaþým için deðil, uluslararasý dolaþým için avans vermekte, dünya-
parasý avansý vermektedir; ve bu amaç için, paranýn, daima kendi para-
yýðma biçiminde, madeni halde varolmasý gerekir; bu biçim içersinde o
sýrf bir deðer-biçimi deðil, deðerin kendisi, deðerin para-biçimidir. Bu
altýn þimdi, her ne kadar hem banka ve hem de ihracatçý altýn-tüccarý
için sermayeyi, yani banka ya da ticaret sermayesini temsil ederse de,
ona olan talep, sermayeye deðil, para-sermayenin mutlak biçimine karþý
olan taleptir. Bu talep, tam da, yabancý piyasalarýn satýlamayan Ýngiliz
meta-sermayeleri ile dolup taþtýðý anda ortaya çýkar. Bunun için, isteni-
len sermaye, sermaye olarak sermaye deðil, paranýn dünya piyasasýnýn
evrensel metaý biçimindeki, para olarak sermayesidir; ve bu onun, ilk
ve asýl deðerli maden biçimidir. Bu nedenle, dýþarýya altýn akýþ- larý,
Fullarton’un Tooke’un, vb. öne sürdükleri gibi, a mefe question of capi-
tal [sýrf bir sermaye sorunu] deðildir. Bu, daha çok, özgül bir iþlevde
olsa bile bir question of money’dir [para sorunudur]. Bunun, Currency
Theory’nin [sayfa 399] savunucularýnýn öne sürdükleri gibi, bir iç sorun olm-
amasý olgusu, Fullarton ile diðerlerinin sandýklarý gibi, sýrf bir question of
capital [sermaye sorunu] olduðunu tanýtlamaz. Bu, paranýn uluslararasý

402 Karl Marks


Kapital III
bir ödeme aracý biçimi içersindeki, bir question of money [para sorunu]
dur. “Bu sermayenin” (ülke içersinde kötü bir ürün sonucu, dýþarýdan
getirilen bir milyon quarter buðdayýn satýnalma fiyatý) “mal olarak mý
yoksa madeni para ile mi transfer edileceði, bu alýþveriþin niteliðini hiç-
bir þekilde etkilemeyen bir noktadýr.” (Fullarton, l.c., s. 131.) Ama bu,
dýþarýya bir altýn akýþý olup olmamasý sorununu önemli ölçüde etkiler.
Sermaye, deðerli madenler biçiminde transfer edilmiþtir, çünkü, ya hiç
transfer edilme olanaðý yoktur, ya da ancak, metalar þeklinde büyük bir
kayýp pahasýna sevkedilebilir. Modern bankacýlýk sisteminin dýþarýya al-
týn akýþý konusunda duyduðu korku, deðerli madenleri tek gerçek servet
kabul eden parasal sistemin o güne kadar hayal edebileceði her þeyi
geride býrakýr. Örneðin, Ýngiltere Bankasý Guvemörü Morris’in, 1847-48
bunalýmý konusunda Parlamento Komitesinde verdiði aþaðýdaki ifadeyi
alýnýz: (3846. Soru:) “Ben, stoklardaki ve sabit sermayedeki deðer kay-
býndan söz ettiðim zaman, stoklara ve her türden ürüne yatýrýlmýþ bulu-
nan bütün sermayenin, ayný þekilde deðer kaybettiðini; ham pamuðun,
ham ipeðin ve iþlenmemiþ yünün Kýta Avrupasýna ayný düþük fiyatlarla
gönderildiðini, þekerin, kahvenin ve çayýn, zorlama satýþlarda olduðu
gibi feda edildiðini bilmiyor muydunuz? – Büyük miktarda besin mad-
desi ithalinin sonucu ortaya çýkan dýþa altýn akýþýnýn karþýlanmasý ama-
cýyla, ülkenin önemli ölçüde fedakarlýkta bulunmasý kaçýnýlmazdý.” –
“3848. Altýný geri almak için, böylesine bir fedakarlýða katlanýlacak yer-
de, bankanýn kasalarýnda yatan 8 milyon sterline el atmak daha iyi ol-
maz mýydý dersiniz? – Hayýr, olmazdý.” Burada tek gerçek servet sayýlan
þey, altýndýr.
Fullarton, Tooke’un keþfini aktanyor: “with only one or two ex-
ceptions, and those admitting of satisfactory explanation, every remar-
kable fall of exchange, followed by a drain of gold, that has
occurredduring the last half-century, has been coincident throughout
with a comparatively low state of the circulating medium, and vice
versa.”* (Flullarton, p. 121.) Bu keþif, bu gibi dýþarýya altýn akýþlarýnýn,
genellikle, bir canlýlýk ve spekülasyon döneminden sonra “the signal of
a collapse already commenced ... an indication of overstocked markets,
of a cessation of the foreign demand for our productions, of delayed
returns, and, as the necessary sequel of all these, of commercial discre-
dit, manufactories shut up, artisams starving, and a general stagnation
of industry and enterprise.”** (p. 129) olarak görüldüðünü tanýtlamakta-

* “Tatminkar bir açýklamasý yapýlabilecek yalnýz bir-iki istisna dýþýnda, son yarým yüzyýl
boyunca görülen, dýþarýya bir altýn akýþýnýn izlediði borsadaki her önemli düþme, baþtan sona,
dolaþým aracýnda nispi bir düþük düzeyle ayný zamana raslar, ve bunun terside doðrudur.”-ç.
** “Zaten baþlamýþ bulunan bir çöküþün iþareti ... aþýrý dolu piyasalarýn, ürünlerimize karþý
dýþ taleplerin durmasýnýn, geciken ödemelerin ve bütün bunlarýn zorunlu sonucu olarak, ticari
itibarsýzlýðýn, fabrikalarýn kapanmasýnýn, zanaatkarlarýn açlýktan kýrýlmalarýnýn, sanayi ve ticarette
genel bir durgunluðun bir belirtisi”. -ç.

Karl Marks 403


Kapital III
dýr. Bu, kuþkusuz, Currency Theory [sayfa 400] savunucularýnýn, “a full circu-
lation drives out bullion and the low circulation attracts it”* yolundaki
iddialarýnýn en iyi þekilde hemen çürütülmesi demektir. Tersine, Ýngilte-
re Bankasý genellikle, bir gönenç dönemi boyunca kuvvetli bir altýn ye-
deði bulundurduðu halde, bu yýðma çoðu zaman bir fýrtýnayý izleyen
durgunluk döneminde oluþur.
Dýþarýya altýn akýþýyla ilgili bütün bu bilgiçlik, demek ki en sonun-
da, uluslararasý dolaþým ve ödeme aracý talebinin, iç dolaþým ve ödeme
aracý talebinden farklý olduðunu (ve bu nedenle, söylemeye gerek yok-
tur ki, Fullarton’un yapýtýnýn 112. sayfasýnda belirttiði gibi, “the existence
of a drain does not necessarily imply any diminution of the internal
demand for circulation.”)** ve deðerli madenlerin ihracý ve bunlarýn
uluslararasý dolaþýma sokulmasý, banknotlarýn ya da sikkelerin iç dolaþýma
sokulmalarý ile ayný þey olmadýðýný söylemeye gelir dayanýr. Gerisine
gelince, daha önce bir baþka nedenle, uluslararasý ödemeler için
toplanmýþ bulunan bir yýðýlma hareketlerinin, dolaþým aracý olarak para-
nýn hareketleriyle bir iliþkisi bulunmadýðýný göstermiþtim.*** Þu da var
ki sorun, yýðmanýn, benim paranýn niteliðinden geliþtirdiðim farklý
iþlevlerinin –ülke içinde vadesi gelen ödemeleri karþýlayacak yedek öde-
me araçlarý fonu olma iþlevi, yedek dolaþým araçlarý fonu olma iþlevi; ve
ensonu, dünya-parasýnýn yedek fonu olma iþlevinin– burada tek bir ye-
dek fona indirgenmesi ile karmaþýk bir duruma gelmektedir. Bundan
bir de, bazý koþullar altýnda, Bankadan iç piyasaya olan altýn akýþýnýn,
dýþarýya altýn akýþý ile birleþebileceði sonucu da çýkmaktadýr. Sorun, bu
yýðmaya bir de kredi sistemi ile kredi-parasýnýn geliþtiði ülkelerde bank-
notlarýn çevrilebilirliðini garanti eden fon olarak hizmet etmek gibi, ek
bir iþlevin de keyfi olarak yüklenmesiyle, daha karmaþýk hale gelmiþtir.
Ve bütün bunlara ek olarak, 1) ulusal yedek fonun tek bir merkez bank-
asýnda toplanmasý, ve 2) bunun elden gelen en küçük düzeye indirilme-
si. Ýþte Fullarton da bundan yakýnýyor (s. 143): “One cannot contemplate
the perfect silence and facility with which variations of the exchange
usually pass of in continental countries, compared with the state of
feverish disquiet and alarm always produced in England whenever the
treasure at the Bank seems to be at all approaching to exhaustion,
without being struck with the great advantage in. this respect which a
metallic currency possesses.”**** Ne var ki biz þimdi dýþanya altýn akýþým
bir yana býraksak bile, Ýngiltere Bankasý gibi banknot çýkartan bir banka,

* “Dolu bir dolaþýmýn altýný ittiði ve düþük bir dolaþýmýn altýný çektiði”. -ç.
** “Dýþa olan bir akýþýn varlýðý, içerdeki dolaþým aracý talebinde zorunlu olarak herhangi bir
azalma olduðu anlamýna gelmez,” -ç.
*** Kapital, Birinci Cilt, s. 165-166 -Ed.
**** ‘’Bankadaki altýn stoklarýnýn tükenmeye yüz tutar gibi olduðunda Ýngiltere’de daima
görülen ateþli huzursuzluk ve endiþe haline bakarak, Kýta Avrupa ülkelerindeki kambiyo
deðiþikliklerinin genellikle nasýl bir sükunet ve kolaylýkla geçiþtirildiðini görmek, ister istemez,
insaný, madeni paranýn bu bakýmdan taþýdýðý büyük yararý düþünmeye zorluyor.” -ç.

404 Karl Marks


Kapital III
çýkardýðý banknotlarýn miktarýný artýrmadan nasýl olur da, kendi saðladýðý
parasal araçlarýn miktarýný artýrabilir?
Bankayý ilgilendirdiði kadarýyla, duvarlarý dýþýndaki bütün [sayfa 401]
banknotlar, ister dolaþýmda bulunsun, ister özel kimselerin elinde yýðýlmýþ
olsun, dolaþýmda sayýlýr, yani elinden çýkmýþ durumdadýr. Þu halde, eðer
banka, ýskonto ve borç verme iþlerini geniþletecek olursa, deðerli senet-
ler karþýlýðý verdiði avanslar ile, bu amaç için çýkarttýðý bütün banknotla-
rýn geriye dönme zorunluluðu vardýr, çünkü böyle olmazsa, dolaþým
hacmini artýracaktýr ki, bunun olmasý hiç istenmez. Bu geriye dönüþ iki
þekilde olabilir.
Birincisi: Banka, A’ya, deðerli senetler karþýlýðý banknot verir; A
bunlarla B’ye vadesi gelen poliçeleri karþýlamak için ödemede bulunur
ve B bu banknotlarý tekrar bankaya yatýrýr. Bu, banknotlarýn dolaþýmýný
sona erdirir ama, borç varlýðým hâlâ sürdürür. (“The loan remains, and
the currency, if not wanted, finds its way back to the issuer.”* Fullarton,
p. 97.) Bankanýn A’ya avans verdiði banknotlar, þimdi kendisine geri
dönmüþtür; ama banka, A’nýn ya da A’nýn iskonto ettirdiði poliçeyi çe-
ken her kimse onun alacaklýsý, ve sözü edilen banknotlarýn ifade ettiði
deðer tutarýnda B’ye borçlu durumundadýr; böylece B, banka sermay-
esinin bu miktara tekabül eden kýsmý üzerinde tasarruf hakkýna sahiptir.
Ýkincisi: A, B’ye ödemede bulunur ve B kendisi ya da banknotlar-
la ödeme yaptýðý C, bu banknotlarý, bankaya vadesi gelen senetleri öde-
mek için doðrudan doðruya ya da dolaylý olarak kullanýr. Bu durumda
bankaya, kendi banknotlarý ile ödeme yapýlmýþ olur. Böylece iþlem
tamamlanmýþ olur (geriye yalnýz, A’nýn bankaya yapacaðý ödeme
kalmýþtýr).
Þimdi, bankanýn A’ya verdiði avansa, ne ölçüde sermaye avansý
ya da sýrf bir ödeme aracý avansý olarak bakmak gerekecektir?91
[Bu, verilen borcun kendi niteliðine baðlýdýr. Þu üç durumu birbi-
rinden ayýrdetmek gerekir.
Birinci durum. – A, bankadan bu miktardaki borcu, karþýlýðýnda
herhangi bir güvence vermeksizin sýrf kendi kiþisel kredisine dayanarak
almýþtýr. Bu durumda, yalnýzca ödeme aracý elde etmiþ olmakla kalmaz,
kesinlikle yeni bir sermaye de elde etmiþ olur ve bunu, vadesi gelene
kadar, kendi iþinde de kullanabilir ve ek bir sermaye olarak gerçekleþ-
tirebilir.
Ýkinci durum. – A, bankaya güvence olarak, deðerli senetler, dev-
let tahvilleri ya da hisse senetleri ve bunlara karþýlýk olarak, parasal de-
ðerlerinin, diyelim üçte-ikisi tutarýnda nakit borç almýþtýr. Bu durumda,

91
Asýl metinde bunu izleyen kýsým, bu konuyla ilgisi bakýmýndan anlaþýlmaz haldedir ve
köþeli parantezin sonuna kadar editör tarafýndan yeniden yazýlmýþtýr. Bu noktaya, bir baþka
bakýmdan, Yirmialtýncý Bölümde deðinilmiþ bulunuluyor. [Bu baskýda: s. 366. -Ed.] -F. E.
* “Borç hâlâ vardýr ve eðer gereksinme yoksa dolaþým aracý, tekrar kendisini çýkartana geri
dönme yolunu bulur.” -ç.

Karl Marks 405


Kapital III
gereksinmesi olan ödeme aracýný almýþtýr, ama ek bir sermaye alma-
mýþtýr, çünkü bankaya, ondan aldýðýndan daha büyük bir sermaye-deð-
eri emanet etmiþtir. Ne var ki bu daha büyük sermaye-deðer, bir yandan
onun parasal gereksinmeleri için (ödeme aracýna olan gereksinmesi
için) [sayfa 402] mevcut bulunmuyordu, çünkü belli bir faiz getiren sermaye
biçiminde yatýrýlmýþtý; öte yandan, A’nýn bu sermaye-deðeri satmak su-
retiyle doðrudan doðruya ödeme aracýna çevirmek istememesinin ken-
disine göre nedenleri vardý. Bu deðerli tahvil ve senetler, diðer þeyler
yanýnda, yedek sermaye olarak da iþ görüyordu ve o bunlarý iþte bu nite-
likleriyle harekete geçirmiþti. Bu nedenle, A ile banka arasýndaki alýþveriþ,
geçici bir karþýlýklý sermaye transferinden ibaretti ve o, istediði ödeme
aracýný aldýðý halde, ek bir sermaye elde etmemiþ oluyordu (tam tersi-
ne!). Öte yandan banka için bu alýþveriþ, para-sermayenin geçici olarak
borç biçimine sokulmasý, para-sermayenin bir biçimden diðerine çevril-
mesidir ve bu çevrilme, bankacýlýðýn temel bir iþlevidir.
Üçüncü durum. – A, bankaya, bir poliçe ýskonto ettirir ve deðerini,
ýskonto miktarý düþüldükten sonra alýr. Bu durumda o, bankaya, likit
olmayan bir para-sermayeyi, likit biçimdeki bir deðer karþýlýðýnda
satmýþtýr. Henüz vadesi dolmamýþ bir poliçeyi nakit para karþýlýðýnda
satmýþtýr. Poliçe þimdi bankanýn malýdýr, Poliçenin bankaya ödenme-
mesi halinde, son ciro eden A’nýn bundan bankaya karþý sorumlu ol-
masý, sorunu deðiþtirmez. O bu sorumluluðu, diðer ciro edenlerle ve
poliçeyi çekenle paylaþmaktadýr ve bunlarýn hepsi de ona karþý sorum-
ludurlar. Bu durumda, öyleyse karþýmýzda bir borç verme deðil, yalnýzca
düpedüz bir alým-satým vardýr. Bu yüzden A, bankaya hiç bir þey geri
ödemek zorunda deðildir. Vadesi geldiðinde, banka poliçeyi para olarak
tahsil eder. Burada gene, A ile banka arasýnda bir sermaye transferi
olmuþtur ve bu týpký diðer herhangi bir baþka metaýn alým-satýmý gibi ya-
pýlmýþtýr, ve bu nedenle de A herhangi bir ek sermaye almamýþtýr. Onun
gereksinmesi olan þey de, aldýðý þey de ödeme aracýydý ve o bunu, ban-
kanýn, ona ait para-sermayeyi –poliçesini– bir biçimden bir baþka biçi-
me –paraya– çevirmesiyle elde etmiþtir.
Ýþte bunun için, ancak birinci durumda, gerçek bir sermaye avan-
sý sözkonusu olabilir; ikinci ve üçüncü durumlarda, soruna, ancak her
sermaye yatýrýmýnýn “bir sermaye avansý”ný temsil ettiði ölçüde, böyle
bakýlabilir. Bu anlamda banka, A’ya para-sermaye avansý verir; ama bu
A için, olsa olsa, genellikle sermayesinin bir kýsmý olmasý anlamýnda pa-
ra-sermayedir. Ve o bunu, özellikle sermaye olarak istemez ve kullan-
maz, daha çok, özellikle ödeme aracý olarak ister ve kullanýr. Böyle ol-
masaydý, kendisiyle ödeme aracý saðlanan her sýradan meta satýþýný, bir
sermaye avansý diye kabul etmemiz gerekirdi.- F. E.]
Kendileri banknot çýkartan özel bankalar sözkonusu olduðunda,
arada þu fark vardýr ki, eðer bu banknotlar, yerel dolaþýmda kalmýyorlar,
mevduat þeklinde ya da vadesi gelmiþ poliçeleri ödemek için kendileri-

406 Karl Marks


Kapital III
ne dönmüyorlarsa bunlar, özel bankayý, bu banknotlarý altýn ya da Ýngil-
tere Bankasýnýn banknotlarý ile ödemek durumunda býrakan kimselerin
ellerinde bulunuyor demektir. Bu durumda demek ki, bankanýn verdiði
borç, aslýnda, Ýngiltere Bankasýnýn banknotlarý ile verilen bir avansý ya da
özel banka için ayný þey demek olan, altýn ile verilen bir avansý, [sayfa 403]
dolayýsýyla banka sermayesinin bir kýsmýný temsil eder. Ayný þey, bank-
not çýkartmak için yasal bir üst düzeyin saptandýðý, Ýngiltere Bankasýnýn
kendisi ya da bir baþka banka, kendi banknotlarýný dolaþýmdan çekmek
için tahvil ve senet satmak ve sonra da bunlarý avans þeklinde tekrar
çýkartmak zorunda kalýrsa, onlar için de geçerlidir; böyle bir durumda,
bankanýn banknotlarý, kendi harekete geçirilmiþ banka sermayesinin bir
kýsmýný temsil eder.
Dolaþým tamamen madeni parayla olsa bile, 1) bir altýn akýþý
[Marx’ýn burada, hiç deðilse bir kýsmý dýþarýya giden bir altýn akýþýndan
sözettiði anlaþýlýyor -F.E.] hazineyi boþaltabilirdi, ve 2) altýn baþlýca, öde-
meleri yapmak için (eski iþlemlerin kapatýlmasý için) banka tarafýndan
istendiðinden, maddi güvence karþýlýðý verilen avanslar önemli ölçüde
artabilirdi, ama bunlar mevduat ya da vadesi gelen poliçelerin ödenme-
si þeklinde geri gelirlerdi; böylece bir yandan bankanýn elindeki deðerli
tahvil ve senetler artarken, toplam para varlýðý azalýrdý, öte yandan da
banka, eskiden sahibi olarak elinde bulundurduðu ayný miktarý, þimdi
mevduat sahiplerinin borçlusu olarak elinde bulundurur, ve ensonu, top-
lam dolaþým aracý miktarý azalýrdý.
Buraya kadar, verilen avanslarýn banknot olarak yapýldýðýný ve bu
yüzden de, bunun, çýkartýlan banknot miktarýnda, bir anda gözden kay-
bolsa da, geçici bir artýþa yolaçacaðýný varsaymýþ bulunuyoruz. Ama buna
gerek de yoktur. Banka, kaðýt banknot yerine, A adýna bir kredi hesabý
açabilir ve bu durumda A, bankanýn borçlusu, onun sanal mevduat sahi-
bi haline gelir. A, alacaklýlarýna, banka üzerine çektiði çeklerle ödeme
yapar ve bu çekleri alanlar bunlarý kendi bankerlerine aktarýrlar; banka
bunlarý Clearing House’da, adýna çekilmiþ çeklerle takas eder. Bu du-
rumda, araya banknot hiç girmemiþ olur ve tüm iþlem, bankanýn kendi
borcunu, kendi üzerine çekilmiþ bir çekle kapatmasýndan ibarettir; bu-
nun fiili karþýlýðý ise bankanýn A’dan olan alacaðýdýr. Burada banka A’ya,
adýna açtýðý kredi nedeniyle, kendi banka sermayesinin bir kýsmýný borç
vermiþtir.
Parasal araçlara olan bu talep, sermaye talebi olduðu sürece, bu
ancak para-sermaye talebidir. Bu yalnýz banker açýsýndan sermaye, yani
altýn (dýþarýya altýn ihracý halinde) ya da Ulusal Bankanýn banknotlarýdýr
ve özel bir banka bunlarý ancak bir eþdeðer karþýlýðýnda satýn alabilir ve
bu nedenle de onun için sermayeyi temsil eder. Ya da gene faiz getiren
deðerli senetler, devlet tahvilleri, hisse senetleri, vb. gibi, altýn ya da
banknot elde edilmesi için satýlmalarý zorunlu olan senetler sözkonusu-
dur. Bununla birlikte, bu deðerli senetlerden devlet tahvilleri yalnýz bun-

Karl Marks 407


Kapital III
larý satýn alan için ve bu nedenle kendisi için satýnalma fiyatýný bunlara
yatýrdýðý sermayeyi temsil eden kimse için sermayedir. Bunlarýn kendi-
leri sermaye deðil, yalnýz devlet borcuna karþýlýk verilen alacak senetle-
ridir. Eðer bunlar ipotek senetleri ise, yalnýzca, gelecekteki toprak rantý
üzerinde hak saklayan belgelerdir. Ve eðer bunlar hisse senetleri ise,
[sayfa 404] yalnýzca elinde bulundurana gelecekteki artý-deðerden pay alma
hakkýný saðlayan mülkiyet belgeleridir. Bütün bunlar gerçek sermaye
deðillerdir. Bunlar, sermayeyi oluþturan öðeler olmadýklarý gibi, bizatihi
deðer de deðillerdir. Bunlara benzer iþlemlerle, bankaya ait para, mev-
duata çevrilebilir ve böylece banka, bu paranýn sahibi olmak yerine borç-
lusu haline gelir ve onun üzerinde farklý bir mülkiyet hakkýna sahip olur.
Bu, banka için ne kadar önemli olursa olsun, yedek sermaye kitlesinde
ya da hatta belli bir ülkedeki para-sermaye kitlesinde hiç bir þeyi deðiþtir-
mez. Bu nedenle sermaye burada yalnýz para-sermayeyi temsil eder ve
fiilen para– biçiminde mevcut deðilse, yalnýzca sermaye üzerinden bir
hakký gösterir. Bu çok önemlidir, çünkü, banka sermayesinde bir kýtlýk
ve bu sermayeye olan þiddetli talep, bu gibi durumlarda, tersine, üretim
aracý ve ürünler biçiminde pek bol bulunan ve piyasayý dolduran fiili
sermayedeki azalma ile karýþtýrýlýr.
Ýþte bunun için, toplam dolaþým aracý kitlesi ayný kaldýðý ya da
azaldýðý halde, bankanýn elinde güvence olarak tutulan deðerli senetle-
rin kitlesinin nasýl olup da arttýðýný, dolayýsýyla parasal araçlara olan artan
talebin banka tarafýndan nasýl karþýlanabildiðini açýklamak kolaydýr. Bu
toplam kitle, bu gibi para darlýðý dönemlerinde iki þekilde denetim altý-
na alýnýr; 1) bir altýn akýþý ile; 2) çýkartýlan banknotlarýn derhal geri dön-
mesi halinde; ya da iþlemlerin, banknotlarýn aracýlýðý olmaksýzýn, yalnýzca
açýk kredi hesap yoluyla yapýldýðý ve dolayýsýyla ödemelerin basit kredi
iþlemleriyle gerçekleþtirildiði; bu ödemelerin tasfiye edilmesi, iþlemin
tek amacý olduðu hallerde, sýrf ödeme aracý olmasý nedeniyle paraya
olan talep ile. Paranýn sýrf ödemelerin tasfiyesinde hizmet ettiði durum-
larda (ve bunalým zamanlarýnda borçlar, satýn almaktan çok ödemek
için; yani iþlemleri baþlatmak için deðil, eskileri sonuçlandýrmak için
alýnýr) bakiyelerin paranýn aracýlýðý olmaksýzýn sýrf kredi iþlemleri ile tasfi-
ye edilmediði zamanlarda bile dolaþýmýnýn ancak bir anlýk olmasý ve bu
yüzden de parasal araçlara karþý þiddetli bir talebin bulunduðu sýrada,
dolaþýmý geniþletmeksizin bu gibi iþlemlerin çok büyük boyutlarda yapý-
labilmesi, paranýn bir özelliðidir. Ancak, Ýngiltere Bankasýnýn dolaþýmýnýn,
kendisi bakýmýndan, parasal araçlarýn geniþlemesiyle birlikte kararlý kal-
masý ya da hatta azalmasý olgusu tek baþýna, Fullarton, Tooke ve diðer-
lerinin (parasal araçlar ile ek sermaye olarak capital on loan [borç ser-
maye] almayý özdeþ saymakla düþtükleri hatalý düþüncenin sonucu)
varsaydýklarý gibi, paranýn (banknotlarýn) ödeme aracýlýðý iþlevi içersin-
deki dolaþýmýnýn artmadýðýný, geniþlemediðini prima facie tanýtlamaz.
Banknotlarýn satýnalma aracý olarak dolaþýmý, parasal araçlarýn böyle bol

408 Karl Marks


Kapital III
olmasýný gerektiren depresyon dönemlerinde azaldýðý için, ödeme aracý
olarak dolaþýmlarý artabilir ve toplam dolaþým miktarý, satýnalma ve öde-
me aracý olarak iþlev yapan banknotlarýn toplamý, ayný kalabilir ve hatta
azalabilir. Kendilerini çýkartan bankaya hemen geri dönen banknotlarýn,
ödeme aracý olarak yaptýklarý dolaþým, bu iktisatçýlarýn gözünde düpe-
düz [sayfa 405] dolaþým sayýlmamaktadýr.
Ödeme aracý olarak dolaþýmýn hýzý, satýnalma aracý olarak
dolaþýmýn hýzýnda görülen azalmadan daha büyük bir oranda artacak ol-
sa, satýnalma aracý olarak hizmet eden para, miktar olarak önemli ölçü-
de azalmýþ olmakla birlikte, toplam dolaþým artabilir. Ve bu bunalýmýn
belirli dönemlerinde, yani kredinin tamamen çöktüðü, yalnýz metalar ile
deðerli senetlerin satýlamaz hale geldiði deðil, poliçelerin ýskonto ettirile-
mediði, parayla ya da tüccar diliyle nakitle yapýlan ödemeler dýþýnda hiç
bir þeyin geçerli olmadýðý zamanlarda da fiilen ortaya çýkar. Fullarton ve
diðerleri, banknotlarýn ödeme aracý olarak dolaþýmlarýnýn, bu gibi para
kýtlýðý dönemlerinin karakteristik özelliði olduðunu bilmedikleri için on-
lar bu görüngüyü raslantý olarak ele alýrlar. “With respect again to those
examples of eager competition for the possession of bank-notes, which
characterise seasons of panic and which may sometimes, as at the
close of 1825, lead to a sudden, though only temporary, enlargement of
the issues, even while the efflux of bullion is still going on, these, I
apprehend, are not to be regarded as among the natural or necessary
concomitants of a low exchange, the demand in such cases is not for
circulation” (satýnalma aracý olarak dolaþým diye okuyunuz), “but for
hoarding, a demand on the part of alarmed bankers and capitalists
which arises generally in the last act of the crisis” (yani, yedek bir öde-
me aracý için), “after a long continuation of the drain, and is the precur-
sor of its termination.”* (Fullarton, p. 130.)
Ödeme aracý olarak parayý incelerken (Buch I, Kap. III, 3, b);
ödemeler zincirinin birdenbire kesintiye uðradýðý zaman paranýn nasýl
kendi düþünsel biçiminden çýkýp, deðerin maddi ve ayný zamanda da
metalar karþýsýnda mutlak bir biçimine girdiðini açýklamýþ bulunuyoruz.
Bu, bazý örneklerle (dipnot 100 ve 101) gösterilmiþti. Bu kesintinin ken-
disi, kredideki kararsýzlýðýn ve bununla birlikte görülen, piyasalarýn aþýrý
malla dolmasý, metalarýn deðer kaybetmesi, üretimin kesintiye uðra-
masý, vb. gibi durumlarýn kýsmen bir sonucu ve kýsmen de bir nedenidir.
Bununla birlikte þurasý açýktýr ki, Fullarton, satýnalma aracý olarak para
ile ödeme aracý olarak para arasýndaki ayrýmý, currency [dolaþým aracý]

* “Banknot ele geçirmek için giriþilen ve panik dönemlerini belirleyen, bazan da 1825
yýlýnýn sonunda olduðu gibi, ülke dýþýna altýn akýmý henüz devam ederken bile görülebilen o
hýrslý rekabet örneklerine tekrar dönecek olursak, bence bunlarý düþük kambiyo kurlarýnýn
doðal ya da zorunlu sonuçlarý gibi görmemek gerekir; bu gibi hallerde talep, dolaþým için
deðildir, para yýðmak içindir, korkuya kapýlan bankerler ile kapitalistlerin, genellikle bunalýmýn
son perdesinde dýþarýya uzun süreli bir altýn akýþýnýn sonucu olarak ortaya çýkan ve bunalýmýn
sona ereceðini müjdeleyen bir taleptir.” -ç.

Karl Marks 409


Kapital III
ile sermaye arasýndaki asýlsýz bir ayrým haline sokmaktadýr. Bu da gene,
dolaþýmýn, darkafalý banker anlayýþýndan ileri gelmektedir.
Þöyle bir soru da sorulabilirdi: bu gibi darlýk dönemlerinde sýkýntý-
sý çekilen, sermaye midir yoksa ödeme aracý olarak özgül bir iþlevi olan
[sayfa 406] para mýdýr? Ve bu ünlü bir tartýþma konusudur.
Her þeyden önce, bu darlýk altýn akýþý ile kendisini gösterdiði süre-
ce, talep edilen þeyin uluslararasý ödeme aracý olduðu açýktýr. Ne var ki
para kendi özgül uluslararasý ödeme aracý niteliði içersinde, bizatihi de-
ðerli bir cevher, bir deðer miktarý olarak, kendi madeni gerçekliði ile al-
týndýr. Ayný zaman da, o, sermaye, meta-sermaye olarak deðil para-ser-
maye olarak sermaye, metalar biçiminde deðil para-biçiminde (ve söz-
cüðün seçkin anlamýyla paranýn, içersinde evrensel dünya piyasa metaý
olarak varolduðu biçimde) sermayedir. Burada, ödeme aracý olarak pa-
raya olan talep ile, sermayeye olan talep arasýnda bir çeliþki yoktur. Çe-
liþki daha çok, para-biçim içersindeki sermaye ile meta-biçim içersindeki
sermaye arasýndadýr; ve onun burada talep edildiði ve iþlevini yerine
getirebileceði tek biçim, para-biçimidir.
Bu altýn (ya da gümüþ) talebi dýþýnda bu gibi bunalým dönemle-
rinde, herhangi bir sermaye kýtlýðý olduðu söylenemez. Tahýl fiyatlarýnda-
ki yükselme ya da pamuk kýtlýðý, vb. gibi olaðanüstü durumlarda böyle
bir þey olabilir; ama bunlar, böyle dönemlerde mutlaka ve zorunlu ola-
rak birlikte görülmezler; ve böyle bir sermaye kýtlýðýnýn varolduðu, sýrf
parasal araçlara karþý büyük bir talep bulunmasý olgusuna bakýlarak he-
men söylenemez. Tam tersine, piyasalar aþýrý derecede dolmuþ, meta-
sermayeye boðulmuþtur. Þu halde, bu darlýðýn nedeni, hiç bir þekilde
meta-sermaye kýtlýðý olamaz. Bu soruna, ilerde tekrar döneceðiz. [sayfa 407]

410 Karl Marks


Kapital III
ÜÇÜNCÜ KÝTAP
TÜM OLARAK KAPÝTALÝST ÜRETÝM SÜRECÝ
II
BEÞÝNCÝ KISIM
KÂRIN FAÝZE VE GÝRÝÞÝM KÂRINA BÖLÜNMESÝ
FAÝZ GETÝREN SERMAYE
(DEVAM)

––––––––––––

YÝRMÝDOKUZUNCU BOLÜM
BANKA SERMAYESÝNÝ OLUÞTURAN KISIMLAR

ÞÝMDÝ, banka sermayesini oluþturan kýsýmlarý daha ayrýntýlý olarak


incelemek gerekiyor.
Fullarton ile diðerlerinin dolaþým aracý olarak para ile ödeme ara-
cý olarak para –dýþarýya altýn akýþýný ilgilendirdiði sürece evrensel para da
dahil– arasýndaki ayrýmý, dolaþým aracý (currency) ile sermaye arasýnda-
ki ayrým haline getirdiklerini biraz önce görmüþ bulunuyoruz.
Sermayenin bu konuda oynadýðý acayip rol, banker ekonomi bili-
minin, paranýn gerçekten par excellence sermaye olduðunu savunmasýnýn
olduðu kadar, aydýnlanmýþ ekonomi biliminin de paranýn sermaye ol-
madýðýnda ayak diremesinin nedenidir.
Ýlerdeki tahlillerimizde, para-sermayenin, burada, faiz getiren ser-
maye anlamýnda moneyed capital (nakdi sermaye) ile karýþtýrýlmakta
olduðunu, oysa asýl anlamýnda para-sermayenin, diðer sermaye biçim-
lerinin, yani meta-sermaye ile üretken sermayenin tersine, daima yalnýz-
ca geçici bir sermaye biçimi olduðunu ortaya koyacaðýz.
Banka sermayesi, 1) nakit para, altýn ya da banknotlar ve, 2) de-
ðerli senetlerden oluþur. Deðerli senetler de iki alt-bölüme ayrýlabilir: bir
süre için geçerli olan, zaman zaman vadesi dolan ve iskonto edilmeleri,
[sayfa 411] bankerlerin asýl iþini oluþturan ticari senetler ya da poliçeler; ve

Karl Marks 413


Kapital III
devlet tahvilleri, hazine bonolarý, her türden hisse senetleri gibi kamu
tahvilleri, kýsacasý, poliçelerden önemli ölçüde farklý, faiz getiren senet-
ler. Ýpotekler de buraya katýlabilir. Bu somut kýsýmlardan oluþan ser-
maye de, gene, bankerin yatýrdýðý sermaye ile, onun banka sermayesini
ya da borç alýnmýþ sermayesini oluþturan mevduata ayrýlabilir. Banknot
çýkartan bankalar sözkonusu olduðunda, bunlarýn da banka sermayesi
arasýna alýnmasý gerekir. Biz, þimdilik, mevduat ile banknotlarý konu-dýþý
býrakacaðýz. Her ne olursa olsun þurasý açýktýr ki, banker sermayesini
fiilen oluþturan kýsýmlar (para, poliçeler, mevduat), çeþitli öðelerin, ban-
kerin kendi sermayesini ya da mevduatý, yani baþkalarýnýn sermayesini
temsil etmesi nedeniyle etkilenmiþ olmazlar. Banker, iþini, ister yalnýz
kendi sermayesi ile ister yalnýz mevduat sermayesiyle yürütsün, bu bölün-
me aynen kalýr.
Her belirli ve düzenli para gelirinin, bir sermaye üzerinden doðmuþ
olsun olmasýn, bir sermaye üzerinden saðlanan faiz gibi görünmesi ol-
gusundan sorumlu olan faiz getiren sermaye biçimidir. Para gelir, önce
faize çevrilir ve bu faizden, insan, onun hangi sermayeden doðduðunu
saptayabilir. Bunun gibi, faiz getiren sermaye söz konusu olduðunda,
her deðer miktarý, gelir olarak harcanmadýðý sürece sermaye olarak gö-
rünür; yani bu deðer miktarý, getirebileceði olasý ya da fiili faiz karþýsýnda
ve ona zýt olarak, ana para gibi görünür.
Sorun basittir. Yýllýk ortalama faiz oraný %5 olsun. 500 sterlinlik bir
miktar, bu durumda, faiz getiren sermayeye çevrilecek olursa, yýlda 25
sterlin getirir. Yýllýk 25 sterlinlik her sabit gelire, öyleyse 500 sterlinlik bir
sermaye üzerinden alýnan faiz gözüyle bakýlabilir demektir. Ne var ki,
bu, 25 sterlinin kaynaðýnýn, ister yalnýzca bir mülkiyet ya da tasarruf hak-
ký olsun, ister taþýnamaz mal gibi gerçek bir üretim öðesi olsun, doðru-
dan doðruya aktarýlabilir olmasý ya da aktarýlabilecek duruma gelebileceði
bir biçime girmesi durumlarý dýþýnda tamamen hayali bir anlayýþtýr ve
böyle bir görüþ olarak da kalýr. Ulusal borçlar ile ücretleri örnek olarak
alalým.
Devlet her yýl alacaklýlarýna, kendilerinden borç aldýðý sermaye
için belli bir miktar faiz ödemek zorundadýr. Bu durumda alacaklý yatýr-
dýðý sermayeyi borçlusundan geri alamaz, ancak hakkýný ya da mülkiyet
hakkýný satabilir. Sermayenin kendisi tüketilmiþtir, yani devlet tarafýndan
harcanmýþtýr. Artýk mevcut deðildir. Devlet alacaklýsýnýn elinde, 1) diye-
lim, 100 sterlin tutarýnda bir borç senedi vardýr., ve 2) bu borç senedi,
alacaklýya, devletin yýllýk gelirinden, yani yýllýk vergi gelirinden, belli bir
miktar, örneðin 5 sterlin ya da %5 tutarýnda bir hak saðlar; 3) alacaklý,
100 sterlinlik bu borç senedini dilediði bir kimseye satabilir. Faiz oraný
%5 ve devletin verdiði güvence saðlamsa, alacaklý A, bu borç senedini
kural olarak B’ye 100 sterline satabilir; B için 100 sterlini yýllýk %5 faizle
vermek ya da 100 sterlin ödemek suretiyle devletten yýlda 5 sterlin tuta-
rýnda haraç saðlamak hiç farketmez. Ne var ki, bütün bu durumlarda

414 Karl Marks


Kapital III
insanlarýn gözünde bir sürgün (faiz) doðuran burada devlet öde-
[sayfa 412]
meleri kabul edilen bu sermaye, hayaldir, hayali sermayedir. Yalnýz dev-
lete borç verilen bu meblað artýk mevcut olmamakla kalmayýp, zaten
hiç bir zaman onun sermaye olarak harcanmasý düþünülmemiþti, ve o
ancak sermaye olarak yatýrýlmakla, kendisini koruyan deðere dönüþtü-
rülebilirdi. Ýlk alacaklý A için, yýllýk vergilerden kendisine düþen pay, ser-
mayesi üzerinden faizi temsil eder; týpký mirasyedinin servetinden tefeciye
düþen payýn ona faiz olarak görünmesi gibi; oysa her iki durumda da
borç verilen meblað sermaye olarak yatýrýlmamýþtýr. Devlete ait borç
senedinin satýþ olanaðý, A için, kendi ana parasýný geri almanýn potansi-
yel aracýný temsil eder. B’ye gelince, onun sermayesi kendi görüþ açýsýn-
dan, faiz getiren sermaye olarak yatýrýlmýþtýr. Arada geçen iþlemi
ilgilendirdiði kadarýyla, B, devletin geliri üzerinden A ‘ya ait bulunan hak-
ký satýn almakla, yalnýzca A’nýn yerini almýþ durumdadýr. Bu iþlem kaç
kez yinelenirse yinelensin, devlet borcu sermayesi, tamamen hayali ola-
rak kalýr, ve o borç senetleri satýlamaz duruma gelir gelmez, bu sermaye
hayali artýk görünmez olur. Bununla birlikte, bu hayali sermayenin de,
birazdan göreceðimiz gibi, kendi hareket yasalarý vardýr.
Þimdi de biz, –nasýl ki faiz getiren sermaye, genel olarak bütün o
saçma-sapan biçimlerin kaynaðý, ve böylece de örneðin borçlar, banke-
re metalar olarak görünebiliyorsa– olumsuz bir niceliðin sermaye olarak
göründüðü ulusal borç sermayesinin karþýtý olarak emek-gücünü ele
alalým. Ücretler burada, faiz olarak anlaþýlmakta ve bu yüzden emek-
gücü de bu faiz getiren sermaye olarak düþünülmekte. Örneðin, bir yýllýk
ücret 50 sterlin ve faiz oraný da %5 ise, yýllýk emek-gücü 1.000 sterlinlik
bir sermayeye eþit olmaktadýr. Kapitalist anlayýþ biçiminin saçmalýðý bura-
da tepe noktasýna ulaþmaktadýr, çünkü, sermayedeki geniþleme, emek-
gücünün sömürüsüne dayanýlarak açýklanacak yerde, sorun tersine
çevriliyor ve emeðin üretkenliði, faiz getiren sermayenin bu esrarlý nite-
liði, emek-gücünün kendisine baðlanarak açýklanýyor. Onyedinci yüzyý-
lýn ikinci yarýsýnda, bu, gözde bir anlayýþ olabilirdi (örneðin, Petty’nin)
ama bugünlerde bile bazý vülger iktisatçýlar tarafýndan ve özellikle de
bazý Alman istatistikçileri tarafýndan büyük bir ciddiyetle kullanýlmakta-
dýr.1 Ne yazýk ki, iki tatsýz, cansýkýcý olgu, bu yalýn kat anlayýþý bozuyor.
Her þeyden önce, emekçinin, bu faizi elde etmesi için çalýþmasý gereki-
yor. Sonra da, iþçi kendi emek-gücünün sermaye-deðerini, transfer
ederek nakite çeviremiyor. Ýþin doðrusu, iþçinin emek-gücünün yýllýk
deðeri, onun ortalama yýllýk ücretine eþittir ve alýcýya karþýlýk olarak emeði
aracýlýðý ile vermek zorunda olduðu þey, bu ayný deðer, artý, bir artý-

1
“Ýþçi, yýllýk ücretinin para-deðerinin, faizden alýnan gelir olarak kabul edilmesiyle elde
edilen bir sermaye-deðere sahiptir. ... Ortalama günlük ücreti %4 üzerinden ... sermayeleþtirerek,
erkek bir tarým iþçisi için þu ortalama deðeri elde ederiz: Avusturya’da, 1.500 taler; Prusya’da,
1.500; Ýngiltere’de, 3.750; Fransa’da, 2.000; orta Rusya’da, 750 taler.” (Von Reden, Vergleichende
Kulturstatistik, Berlin, s. 434.)

Karl Marks 415


Kapital III
deðer, yani emeðiyle eklenen artýþtýr. Köleci toplumda, iþçinin bir [sayfa
413] sermaye-deðeri vardýr, yani onun satýnalma fiyatý. Ve kiralanmasý
halinde, kiralayanýn önce, bu satýnalma fiyatý üzerinden faiz ödemesi ve
ayrýca da, sermaye üzerinden yýllýk aþýnýp yýpranmayý yerine koymasý
gerekir.
Hayali sermaye oluþumuna, sermayeleþtirme deniyor. Her devre-
sel gelir, ortalama bir faiz oraný ile borç alýnan bir sermaye tarafýndan
gerçekleþtirilebilecek bir gelir gibi, faiz oraný üzerinden hesaplanarak
sermayeleþtirilir. Örneðin, yýllýk gelir 100 sterlin, faiz oraný %5 ise, 100
sterlin, 2.000 sterlin üzerinden yýllýk faizi temsil eder ve bu 2.000 sterline,
yýllýk 100 sterlin üzerinden yasal mülkiyet hakkýnýn sermaye-deðeri gözüy-
le bakýlýr. Bu mülkiyet hakkýný satýn alan kimse için, 100 sterlinlik yýllýk
gelir gerçekten de, %5 faizle yatýrýlmýþ sermayesi üzerinden alýnan faizi
temsil eder. Böylece, sermayenin fiili geniþleme süreci ile olan bütün
baðlarý tamamen kaybolmuþ ve dolayýsýyla, otomatik olarak kendi ken-
disini geniþletme özelliðini taþýyan bir þey olarak sermaye kavramý
kuvvetlendirilmiþ oluyor.
Borç senedinin –güvencenin– devlet borçlarýnda olduðu gib ta-
mamen hayali bir sermayeyi temsil etmemesi halinde bile, bu gibi se-
netlerin sermaye-deðerleri gene de tamamen aldatýcýdýr. Kredi sisteminin
ortaklaþa sermayeyi ne þekilde yarattýðýný daha önce görmüþtük. Senet,
bu sermayeyi temsil eden mülkiyet hakký olarak iþ görür. Demiryollarý-
na, madenlere, deniz ulaþým þirketleri ve benzerlerine ait hisse senetleri
gerçek sermayeyi, yani bu gibi giriþimlere yatýrýlan ve iþleyen sermayeyi
ya da bu gibi giriþimlerde sermaye olarak kullanýlmak amacýyla hisse-
darlar tarafýndan yatýrýlan para miktarým temsil eder. Doðal olarak bu,
bütün bunlarýn düpedüz bir dolandýrýcýlýðý temsil edebilme olasýlýðýný da
ortadan kaldýrmaz. Ama bu sermaye, bir defasýnda, mülkiyet hakkýnýn
(hisse senetleri) sermaye-deðeri, diðer bir defasýnda, bu giriþimlere yatý-
rýlan ya da yatýrýlacak olan fiili sermaye olarak, iki kez var olamaz. Yalnýz
ikinci biçimde vardýr, ve bir hisse senedi yalnýzca, artý-deðerin, kendisi
tarafýndan gerçekleþtirilecek kýsmýna tekabül eden bir mülkiyet hakký-
dýr. A, bu hakký B’ye ve B de C’ye satabilir. Bu alýþveriþler, sorunun nite-
liðinde hiç bir þeyi deðiþtirmez. A ya da B, mülkiyet hakkýný sermaye bi-
çiminde elde tutmakta, ama C, sermayesini, hisse senetli sermayeden
gelmesi beklenen artý-deðerden alacaðý sýrf bir mülkiyet hakkýna çevirmiþ
bulunmaktadýr.
Yalnýz hükümet bonolarýnýn deðil, hisse senetlerinin de mülkiyet
haklarýnýn deðerlerinin baðýmsýz hareketi, bunlarýn üzerlerinde hak sahi-
bi olabilecekleri sermaye ya da talebin yaný sýra, gerçek sermayeyi teþkil
ettikleri hayaline kuvvet kazandýrýr. Çünkü bunlar, fiyatlarý baðýmsýz ola-
rak saptanan ve kendine özgü hareketleri olan metalar halini alýrlar.
Bunlarýn piyasa deðerleri, gerçek sermayenin deðerinde (deðerdeki
geniþleme deðiþse bile) herhangi bir deðiþme olmaksýzýn, kendi nomi-

416 Karl Marks


Kapital III
nal deðerlerinden farklý biçimde saptanýr. Bir yandan bunlarýn piyasa
[sayfa 414] deðerleri, yasal hak saðladýklarý gelir miktarýna ve güvenine baðlý
olarak dalgalanma gösterir. Hissenin nominal deðeri, yani baþlangýçta
bu hissenin temsil ettiði yatýrýlan meblað 100 sterlin ise ve bu kuruluþ %5
yerine %10 faiz veriyorsa, hissenin piyasa deðeri, diðer þeyler ayný kal-
mak üzere, faiz oraný %5 olduðu sürece 200 sterline yükselir, çünkü, %5
üzerinden sermayeleþtirilmiþ iken, þimdi 200 sterlinlik hayali bir serma-
yeyi temsil etmektedir. Bunu 200 sterline satýn alan kimse, bu sermaye
yatýrýmý üzerinden %5’lik bir gelir elde eder. Giriþimin geliri azalýnca, bu-
nun tersi doðrudur. Bu senedin piyasa deðeri kýsmen spekülatiftir, çün-
kü bu yalnýz fiili gelir ile deðil, ayný zamanda, önceden hesaplanan, bek-
lenen gelir ile de saptanmýþtýr. Ama gerçek sermayedeki geniþlemenin
deðiþmez olduðu ya da devlet borçlarýnda olduðu gibi sermayenin mev-
cut olmadýðý durumlarda yýllýk gelirin yasa ile saptandýðý ve güvenlik
altýna alýndýðý kabul edilirse, bu senetlerin fiyatý, faiz oraný ile ters orantýlý
olarak yükselir ya da düþer. Faiz oranýnýn %5’ten %10’a yükselmesi halin-
de, 5 sterlinlik bir gelir garanti eden senetler þimdi yalnýz 50 sterlinlik bir
sermayeyi temsil eder. Tersine, faiz oraný %2½’ye düþecek olsa, ayný
senetler 200 sterlinlik bir sermayeyi temsil eder. Bunlarýn deðerleri dai-
ma, yalnýzca sermayeleþtirilmiþ gelir, yani hayali bir sermaye üzerinden
o günkü faiz oranýyla hesaplanan gelirdir. Bu nedenle, para piyasasýnýn
daralmasý halinde, bu senetlerin fiyatý iki nedenle düþecektir: önce, faiz
oraný yükseldiði için, sonra da, nakite çevirmek üzere daha büyük miktar-
larda senet piyasaya sürüldüðü için. Fiyattaki bu düþme, ister bu senet-
lerin sahiplerine saðlayacaklarý gelir, devlet tahvillerinde olduðu gibi
deðiþmez olsun, ister, sanayi kuruluþlarýnda olduðu gibi temsil ettiði ger-
çek sermayedeki geniþleme, olasýlýkla yeniden-üretim sürecindeki bo-
zukluklarla etkilenmiþ olsun, bunlara bakýlmaksýzýn gerçekleþir. Son
durumda, sözü edilene eklenmesi gerekli bir baþka deðer kaybý da var-
dýr. Fýrtýna sona erer ermez bu senet, iþteki bir baþarýsýzlýðý, ya da sahte-
karlýðý temsil etmemesi ölçüsünde gene eski düzeyine yükselir. Bunalým
sýralarýndaki deðer kaybý, servetlerin biraraya toplanmasýnda güçlü bir
araç hizmetini görür.2
Bu senetlerin deðerindeki düþme ya da artmanýn, temsil ettikleri
gerçek sermayenin deðerinin hareketinden baðýmsýz olmasý ölçüsünde,
ulusun sahip olduðu servet, deðerdeki düþme ya da yükselmeden sonra
da gene eski büyüklüðündedir. “Kamu hisse senetleri ile kanal ve de-
miryolu hisseleri 23 Ekim 1847 tarihine kadar toplam 114.752.225 sterlin
2
[Metalar ile deðerli senetlerin son derece deðer kaybettiði ve tamamen satýlamaz hale
geldiði Þubat Devriminden hemen sonra, Liverpool’daki Ýsviçreli bir tüccar -babama anlattýðýna
göre- varýný-yoðunu paraya çeviriyor, elinde parayla Paris’e geliyor ve Rothschild’i bularak, birlikte
bir giriþimde bulunmayý öneriyor. Rothschild gözlerini adama dikiyor, ona doðru koþuyor,
omuz1arýndan tutuyor ve soruyor: “Avez-vous de I’argent sur vous?” - “Oui, M. le baron.” -
“Alors vous étes mon homme!”(“Yanýnýzda para var mý?” - “Evet, Baron.” - “Öyleyse siz benim
adamýmsýnýz.”) - Ve ikisi birlikte kârlý bir iþ yaptýlar. -F.E.]

Karl Marks 417


Kapital III
tutarýnda deðer kaybetmiþ bulunuyordu.” (Morris, Ýngiltere Bankasý Gu-
vernörü, 1847-48 Ticari Bunalýmý Konusundaki rapordaki ifadesi [sayfa 415]
[n° 3800].) Bu deðer kaybýnýn, üretimde ve kanallar ve demiryollarý üze-
rindeki gidiþ-geliþte fiili bir durmayý, ya da baþlamýþ bulunan giriþimlerin
askýya alýnmasýný ya da sermayenin beþ para etmeyen serüvenler peþinde
çarçur edilmesini yansýtmasý dýþýnda, ulus, nominal para-sermayenin bu
sabun köpüðünün patlamasýyla zerre kadar yoksullaþmýþ olmaz.
Bu senedin aslýnda temsil ettiði þey, ya devlet borçlarýnda olduðu
gibi, parasý ya da sermaye-deðeri, sermayeyi hiç bir þekilde temsil et-
meyen, ya da temsil ettiði gerçek sermayenin deðerinden baðýmsýz ola-
rak yönetilen gelecekteki üretimler üzerinden birikmiþ alacaklar ya da
yasal haklardan baþka bir þey deðildir.
Kapitalist üretime dayanan bütün ülkelerde bu türden büyük
miktarlarda sözde faiz getiren sermaye ya da para getiren sermaye var-
dýr. Ve para-sermaye birikimi ile aslýnda anlatýlmak istenilen þey, üretim
üzerinde biriken bu haklardan, piyasa-fiyatlarýnýn, bu haklarýn hayali ser-
maye-deðerlerinin birikiminden baþka bir þey deðildir.
Banker sermayesinin bir kýsmý þimdi bu sözde faiz getiren senet-
lere yatýrýlmýþ durumdadýr. Bu aslýnda, yedek sermayenin, fiili banka-
cýlýk iþinde hiç bir iþlevi yerine getirmeyen bir kýsmýdýr. Bu senetlerin en
önemli kýsmý, poliçelerden, yani sanayi kapitalistleri ya da tüccarlar ta-
rafýndan yapýlan ödeme vaatlerinden oluþur. Borç para veren için, bu
poliçeler faiz getiren poliçelerdir, bir baþka deyiþle, bunlarý satýn aldýðýn-
da o, vadesi gelene kadar geçecek zamana ait faizi düþmüþtür. Buna
iskonto etmek deniliyor. Poliçenin temsil ettiði meblaðdan ne miktar
indirim yapýlacaðý, o sýradaki faiz oranýna baðlýdýr.
Ensonu banker sermayesinin son kýsmý, onun, altýn ye banknot
olarak para rezervinden oluþur. Belli bir süre için anlaþmayla baðlý bu-
lunmayan mevduat her zaman mevduat sahibinin tasarrufundadýr. Bun-
lar sürekli dalgalanma durumundadýr. Ama, bir mevduat sahibi
mevduatýndan para çekerken bir diðeri yatýrýr ve böylece, genel ortala-
ma toplam mevduat miktarý normal iþ dönemlerinde pek az dalgalan-
ma gösterir.
Kapitalist üretimin geliþtiði ülkelerde, bankalarýn yedek fonlarý dai-
ma ortalama olarak yýðma biçiminde mevcut para miktarýný ifade eder
ve bu yýðmanýn bir kýsmý da, bizatihi hiç bir deðeri olmayan senetlerden,
sýrf altýn üzerine çeklerden ibarettir. Banker sermayesinin büyük kýsmý
bu nedenle tamamen hayalidir ve, senetlerden (poliçelerden), hükü-
met tahvillerinden (bunlar harcanmýþ sermayeyi temsil ederler) ve hisse
senetlerinden (gelecekteki gelir üzerine çeklerden) oluþur. Ve þurasýný
da unutmamak gerekir ki, bankerin kasasýndaki bu senedin temsil ettiði
sermayenin, para-deðerinin kendisi, senedin, garanti edilen gelir üzerin-
den çeklerden (örneðin, hükümet tahvillerinden) ya da gerçek sermaye
üzerine mülkiyet haklarýndan (örneðin, hisse senetlerinden) ibaret bu-

418 Karl Marks


Kapital III
lunmasý ölçüsünde hayalidir, ve bu deðer, senedin hiç deðilse kýsmen
temsil ettiði gerçek sermayenin deðerinden farklý olarak belirlenir; ya
da, senedin, sermaye üzerinden deðil de gelir üzerinden bir hakký tem-
sil etmesi [sayfa 416] durumunda, ayný gelir üzerindeki hak, sürekli deðiþen
hayali bir para-sermaye ile ifade edilir. Buna ek olarak, bu hayali banker
sermayesinin, geniþ ölçüde, kendisine ait sermayeyi deðil, ona ister faiz
getiren ister getirmeyen biçimde olsun mevduat yatýran kamuya ait ser-
mayeyi temsil ettiðini de gözden kaçýrmamak gerekir.
Mevduat, daima, para, altýn, banknot ya da bunlar üzerine çekler-
le yapýlýr. Fiili dolaþýmýn gereksinmelerine uygun olarak daralan ya da
geniþleyen yedek fon dýþýnda bu mevduat aslýnda daima bir yandan,
poliçeleri iskonto edilen ve böylece avans alan sanayi kapitalistleri ile
tüccarlarýn elindedir; öte yandan. da, deðerli senet ticareti yapanlarýn
(borsa simsarlarýnýn), kendilerine ait tahvil ve senetleri satmýþ bulunan
özel kuruluþlarýn ya da (hazine tahvilleri ve yeni borçlar halinde) hükü-
metin elinde bulunur. Mevduatýn kendisi çifte bir rol oynar. Bir yandan
bunlar, biraz önce belirttiðimiz gibi, faiz-getiren sermaye olarak borç
verilmiþlerdir ve bu yüzden de, bankanýn kasalarýnda bulunmayýp, yalný-
zca defterlerinde, mevduat sahiplerinin alacaklarý olarak görünürler. Öte
yandan bunlar, sahiplerinin karþýlýklý alacaklarý, mevduatlarý üzerine çe-
klerle hesaplanabildikleri ve birbirlerine göre kapatýlabildikleri sürece
sýrf bu gibi kayýtlar þeklinde iþlev yaparlar. Bu bakýmdan, bu mevduatla-
rýn ayný bankere yatýrýlmýþ olup da bu bankerin, çeþitli hesaplarý birbirle-
riyle dengeleyebilmesinin ya da farklý bankalarda bulunup da, bu
bankalarýn karþýlýklý olarak çekleri deðiþtirip, yalnýz bakiyeleri birbirlerine
ödemelerinin hiç bir önemi yoktur. Faiz getiren sermaye ve kredi si-
stemindeki geliþmeyle, bütün sermaye kendisini çiftleþtirmiþ ve bazan
da üçleþtirmiþ gibi görünür; ayný sermaye, ya da hatta belki de ayný
alacak talebi, çeþitli þekillerde farklý ellerde, farklý biçimlerde görünür-
ler.3 Bu “para-sermaye”nin daha büyük bir kýsmý tamamen hayalidir.
Yedek fon dýþýnda bütün mevduat, banker üzerinden alacak talebidir ve

3
[Sermayenin, bu iki katýna, üç katýna ulaþmasý, son yýllarda, örneðin Londra Borsasýnýn
raporlarýnda kendi baþýna bir baþlýðý iþgal eden mali tröstler aracýlýðý ile oldukça büyük bir
geliþme gösterdi. Belli sýnýftan faiz getiren senet, örneðin, yabancý devlet tahvilleri, Ýngiliz belediye
ya da Amerikan devlet bonolarý, demiryolu hisse senetleri, vb. satýn almak için bir þirket kuruldu.
Sözgelimi, 2 mi!yon sterlinlik bir sermaye, hisse senetlerinin satýþýyla toplandý. Müdürler kurulu
sözkonusu deðerleri satýn alýyor ya da bunlar üzerinde az çok aktif spekülasyon yapýyor, ve
giderleri düþtükten sonra, yýllýk faizi ortaklara temettü olarak daðýtýyordu. Üstelik bazý anonim
þirketleri, normal hisse senetlerini, tercihli ve ertelemeli diye iki sýnýfa ayýrma usulünü benimse-
diler. Tercihliler, toplam kârýn izin vermesi koþuluyla, deðiþmeyen bir faiz, diyelim %5 alýyorlardý;
bundan arta kalan olursa, bunu da ertelemeliler alýyordu. Bu kentte, tercihli senetlere yapýlan
“saðlam” sermaye yatýrýmý, -ertelemeli senetli- fiili spekülasyondan azçok ayrýlýyordu. Birkaç
büyük kuruluþ bu yeni usulü benimsemek istemedikleri için, yeni þirketlerin kurulmasý gibi bir
yola baþvuruldu. Bunlar, eski þirketlerin hisse senetlerine bir ya da birkaç milyon sterlin yatýrý-
yorlar ve satýn alýnan hisselerin nominal deðeri tutarýnda yeni senetler çýkarýyorlar, ama bunlarýn
yarýsý tercihli, yarýsý ertelemeli olarak çýkartýlýyordu. Bu gibi durumlarda ilk hisse senetleri,
yenilerinin çýkartýlmasýna dayanak hizmeti gördükleri için iki katýna çýkmýþ oluyordu. -F.E.]

Karl Marks 419


Kapital III
ama mevduat olarak hiç bir zaman mevcut deðildir. Kliring odalarýndaki
iþlemlerde hizmet gördükleri ölçüde, bankerler için –bankerler bunlarý
borç verdikten sonra– sermaye iþlevini yerine getirirler. Bankerler, karþýlýklý
çeklerini, varolmayan mevduat [sayfa 417] üzerinden kendi karþýlýklý hesa-
plarýný tasfiye ederek öderler.
Adam Smith, para borç vermede sermayenin oynadýðý rolle ilgili
olarak þunlarý söylüyor: “Ne. var ki, para-ticaretinde bile, para, para ola-
rak sahiplerinin bizzat kullanmak istemedikleri sermayelerin, bir elden
diðerine aktarýlmasýný saðlayan feragat senedinden baþka bir þey deðil-
dir. Bu sermayeler, aktarýlmada araç olarak hizmet eden paranýn mik-
tarýndan, oran kabul etmeyecek kadar büyük olabilir; ayný para parçalarý,
birçok farklý borç vermelere olduðu kadar, birçok farklý satýn almalara
da ardarda hizmet ederler. Örneðin A, W’ye 1.000 sterlin borç verir ve W
bu para ile derhal B’den 1.000 sterlin deðerinde mal satýn alýr. Bu parayý
kendisi kullanma olanaðý bulunmayan B, ayný para parçalarýný X’e borç
verir ve o da hemen bu paralarla C’den 1.000 sterlin deðerinde mal satýn
alýr. C, ayný þekilde ve ayný nedenle bu paralarý Y’ye borç verir ve o da
gene bunlarla D’den mal satýn alýr. Bu þekilde, sikke ya da kaðýt, ayný
para parçalarý birkaç gün içersinde, herbirisi deðer olarak, bu parçalarýn
toplamýna eþit, üç farklý borç verme ve üç farklý satýn almada araç olarak
hizmet ederler. Ellerinde para bulunan A, B ve C gibi üç kiþinin, borcu
olan üç kiþiye, W, X ve Y’ye devrettikleri þey, bu satýn almalarý yapma
gücüdür. Bu güç, borcun hem deðerini ve hem de kullanýmýný içerir. Bu
üç paralý kimsenin borç verdiði sermayeler, kendisiyle satýn alýnabilecek
mallarýn deðerine eþittir, ve satýn almalarýn yapýldýðý paranýn üç katýdýr.
Bununla birlikte verilen bu borçlar, farklý borçlular tarafýndan satýn alýn-
an mallar, borcun vadesi geldiðinde, bir kârla birlikte, sikke ya da kaðýt
para olarak eþit bir deðeri geri getirecek þekilde kullanýldýðý takdirde
tam bir güvenlik altýnda olabilir. Ve, ayný para parçalarý böylece, üç kiþiye
verilen üç ayrý borcun araçlarý olarak ya da ayný nedenle, deðerlerinin
otuz katý tutarýnda hizmet edebilecekleri gibi, ayný þekilde, ardarda geri-
ye ödeme araçlarý olarak da hizmet edebilirler.” ([An Inquiry into the
Nature and Causes ofthe Wealth of Nations, Aberdeen, London 1848, s.
236. -Ed.] Book ll, Chap. IV.)
Ayný para parçasý, dolaþým hýzýna baðlý olarak çeþitli satýn almalar
için kullanýlabildiðine göre, bunun gibi çeþitli borçlar için de kullanýlabi-
lir, çünkü, satýn almalar onu bir kimseden bir baþka kimseye taþýr ve
borç, satýnalma araya girmeksizin, bir kimseden bir baþkasýna yapýlan
aktarmadan baþka bir þey deðildir. Her satýcý için para, metalarýnýn dönüþ-
müþ biçimini temsil eder. Her deðerin sermaye-deðer olarak ifade edil-
diði bugünlerde çeþitli borç vermelerde ardarda çeþitli sermayeleri temsil
eder. Bu, yalnýzca, paranýn ardarda çeþitli meta-deðerleri gerçekleþtire-
bileceði þeklindeki daha önceki bir sözün bir baþka ifadesidir. Ayný za-
manda, para, gerçek sermayelerin kiþiden kiþiye aktarýlmasý için, dolaþým

420 Karl Marks


Kapital III
aracý olarak hizmet eder. Borç verme sözkonusu olduðunda, para, kiþiden
kiþiye, dolaþým aracý olarak geçmez. Borç verenin elinde kaldýðý sürece,
dolaþým aracý olarak deðil, ona ait sermayenin varlýk biçimi olarak mev-
cuttur. Ve o, parayý, bir baþkasýna borç verirken, bu biçim içersinde
aktarýr. Eðer A parayý B’ye ve o da C’ye, arada herhangi bir [sayfa 418] satýn-
alma olmaksýzýn borç vermiþ ise, ayný para üç sermayeyi deðil, sadece
bir sermayeyi –tek bir sermaye-deðeri– temsil eder. Onun gerçekten
temsil ettiði sermayelerin sayýsý, çeþitli meta-sermayelerin deðer-biçimi
olarak kaç kez iþlev yaptýðýna baðlýdýr.
Adam Smith’in borç vermeler için genel olarak söylediði þeyler,
kamunun bankerlere verdiði borçlarýn yalnýzca bir baþka adý olan mev-
duat için de geçerlidir. Ayný para parçalarý, þu ya da bu sayýda mevduat
için araç olarak hizmet edebilir.
“Bugün A’ya yatýrmýþ olduðunuz 1.000 sterlinlik mevduatýn, yarýn
tekrar kullanýlarak B’de bir mevduat olmasý, hiç kuþkusuz doðrudur.
Ertesi günü ise B tarafýndan tekrar kullanýlýr ve C’de bir mevduat teþkil
edebilir ... ve bu böylece devam edip gider; ve para olarak ayný 1. 000
sterlin böylece, ardarda yapýlan transferler ile, mutlak olarak sonsuz bir
mevduat toplamý halinde çoðalýr. Demek oluyor ki, Birleþik Krallýk’taki
bütün mevduatýn onda-dokuzunun, bunlardan sorumlu bulunan ban-
kerlerin defterlerindeki kayýtlardan öte bir varlýða sahip bulunmamalarý
pekala olasýdýr. ... Böylece, örneðin Ýskoçya’da, dolaþýmdaki para hiç bir
zaman 3 milyon sterlini geçmediði halde, bankalardaki mevduatýn 27
milyon olduðu tahmin edilmektedir. Bankalardan toplu halde para çe-
kilmediði takdirde ayný 1.000 sterlinin yoluna devam etmesi halinde,
ayný kolaylýkla, sonsuz miktarda borcu tasfiye etmesi olasýdýr. Peraken-
deciye olan borcunuzu bugün kapattýðýnýz ayný 1.000 sterlin ile o da
yarýn tüccara olan borcunu, tüccar da ertesi günü bankaya olan borcunu
kapatabilir ve bu böyle sürer gider; böylece ayný 1.000 sterlin, elden ele,
bankadan bankaya geçebilir ve akla gelebilecek miktarlarda borcu kapa-
tabilir.” (The currency Theory Reviewed, s. 62-63.)
Bu kredi sisteminde her þeyin çiftleþmesi, üçleþmesi ve yalnýzca
tasavvurda bulunan bir hayalete dönüþmesi, insanýn ensonu somut bir
þeyi yakaladýðý umuduna kapýldýðý “yedek fonda” aynen geçerlidir.
Ýngiltere Bankasý Guvernörü Mr. Morris’e bir kez daha kulak vere-
lim: “Özel bankalarýn rezervleri, mevduatlar halinde Ýngiltere Bankasýnýn
elindedir. Bir altýn Ýhracý her þeyden önce Ýngiltere Bankasýnýn rezervleri
üzerinde etkisini gösterir; ama bu, Ýngiltere Bankasýndaki rezervlerinin
bir kýsmýnýn çekilmesi anlamýna da geldiði için, diðer bankalarýn rezerv-
leri üzerinde de etkili olur. Bu, ülkedeki bütün bankalarýn rezervleri üze-
rinde etkisini gösterir.” (Commercial Distress, 1847-48, n° 3639, 3642.)
Demek ki, en sonunda bu yedek fonlar, Ýngiltere Bankasýnýn yedek fonu
ile kanýp giderler.4 Bununla birlikte, bu yedek fon da çifte bir varlýða
sahiptir. Bankacýlýk þubesindeki (banking departmant) yedek fon, bank-

Karl Marks 421


Kapital III
anýn, dolaþýmdaki banknotlarýn üzerinde ve ötesinde çýkartmakla yetkili
bulunduðu banknot fazlalýðýna eþittir. Banknot çýkartýlmasýnýn yasal üst
düzeyi 14 milyon sterlin (bunun için külçe rezervine [sayfa 419] gerek yok-
tur; bu, devletin Bankaya borçlu bulunduðu, yaklaþýk meblaðdýr) artý,
Bankanýn deðerli madenler stoku miktarýdýr. Bankanýn deðerli maden-
ler stoku 14 milyon sterline ulaþtýðý takdirde, Banka, banknot olarak; 28
milyon sterlin çýkartabilir ve eðer bunun 20 milyon sterlini dolaþýmda
bulunursa, bankacýlýk þubesinin (banking department) yedek fonu 8
milyon sterlin olur. Demek ki, 8 milyon deðerindeki bu banknot, Banka-
nýn tasarrufundaki yasal banker sermayesi ve ayný zamanda, mevduat-
larý için yedek fondur. Þimdi eðer dýþarýya bir altýn akýþý olur ve Bankadaki
deðerli maden stoku 6 milyon sterlin azalýrsa –bu durum buna eþdeðer
sayýda banknotun yokedilmesini gerektirir– bankacýlýk þubesinin (ban-
king department) yedeði 8 milyon sterlinden 2 milyon sterline düþer.
Banka bir yandan faiz oranýný epeyce bir miktar yükseltir, öte yandan,
bankada mevduatý bulunan baþka bankalar ile diðer mevduat sahipleri,
Bankada kendi kredilerini içersine alan yedek fonda büyük bir azalma
olduðunu görürler. 1857 yýlýnda Londra’daki dört büyük hisseli banka,
Ýngiltere Bankasý, 1844 tarihli Banka Yasasýný yürürlükten kaldýran bir
“hükümet kararý” saðlamadýðý takdirde, bütün mevduatlarýný çekmekle
ve böylece bankacýlýk þubesini (banking department) iflas ettirmekle bu
bankayý tehdit ettiler.5 Böylece 1847 yýlýnda olduðu gibi bankacýlýk þubesi,

4
[O zamandan beri bunun nasýl bir yoðunluk kazandýðý, 18 Aralýk 1892 tarihli Daily News’ten
alýnan ve 1892 Kasýmýnda Londra’daki onbeþ büyük bankanýn, banka rezervlerine ait aþaðýdaki
resmi tabloda görülmektedir:

Bankanýn Adý Borçlar (Pasif) Nakit Rezervler Yüzde


City £9.317.629 £746.551 8.01
Capital and Counties 11.392.744 1.307.483 11.47
Imperial 3.987.400 447.157 11.22
Lloyds 23.800.937 2.966.806 12.46
Lon. And Westminster 24.671.559 3.818.885 15.50
Lon. And S. Western 5.570.268 812.353 14.58
London Joint Stock 12.127.993 1.288.977 10.62
London and Midland 8.814.499 1.127.280 12.79
London and County 37.111.035 3.600.374 9.70
National 11.163.829 1.426.225 12.77
National Provincial. 41.907.384 4.614.780 41.01
Parrs and the Alliance 12.794.489 1.532.707 11.98
Prescott & Co 4.041.058 538.517 13.07
Union of London. 15.502.618 2.300.084 14.84
Williams, Deacon & 10.452.381 1.317.628 12.60
Manchester & Co.
Toplam £232.655.823 £27.845.807 11.97

Yaklaþýk 28 milyonluk bu toplam rezervin en az 25 milyonu, Ýngiltere Bankasýnda mevduat


olarak yatýrýlmýþ halde, en fazla 3 milyonu, 15 bankanýn kendi kasalarýnda nakit olarak
bulunmaktadýr. Ne var ki, Ýngiltere Bankasýnýn bankacýlýk þubesinin nakit rezervi, ayný 1892
Kasým ayý boyunca 16 milyonu bile bulmuyordu. -F.E.]
5
1844 tarihli Banka Yasasýnýn yürürlükten kalkmasýyla, Banka, sahip bulunduðu altýn
rezervini dikkate almaksýzýn istediði kadar banknot çýkartabiliyordu; böylece, dilediði miktarda

422 Karl Marks


Kapital III
(banking department), bankanýn tedavül þubesinin [sayfa 420] (issue de-
partment) elinde birkaç milyon (örneðin, 1847’de 8 milyon) bulunduðu
halde dolaþýmdaki banknotlarýn çevrilebilirliðini garanti edemez duru-
ma gelecektir. Ama bu da gene hayali idi.
“Bankerlerin kendilerinin hemen gereksinmeleri bulunmayan
(mevduatlarýn) büyük bir kýsmý, bill brokers’lerin [borsa simsarlarýnýn]
eline geçiyor ve bunlar da aldýklarý ve avans karþýlýðý güvence olarak,
Londra’da ve ülkenin diðer yerlerinde bulunan kimselere ait zaten is-
konto etmiþ olduklarý ticari senetleri bankerlere veriyorlardý. Banker iste-
nildiðinde bu paranýn ödenmesi için bill broker’a karþý sorumlu oluyordu;
ve bu gibi iþlemler öylesine boyutlara ulaþmýþtý ki, Bankanýn [Ýngiltere
Bankasýnýn] þimdiki Guvernörü Mr. Neave ifadesinde þöyle diyordu: ‘Bir
brokerýn [simsarýn] 5 milyonu olduðunu biliyorduk ve bir baþkasýnýn 8
ile 10 milyon arasýnda bir miktara sahip bulunduðu inancýna varmýþtýk;
bir tanesinin 4, bir baþkasýnýn 3½ milyonu vardý ve bir üçüncününki 8
milyonun üzerindeydi. Bu söylediklerim broker’lara [simsarlara] verilen
mevduatlardýr.’” (Report of Committee on Bank Acts, 1857-58, S. 5, Sec-
tion 8.)
“Londralý bill broker’lar [borsa simsarlarý], yaptýklarý muazzam
ticari iþlemleri, hiç bir nakit yedeðe sahip olmaksýzýn, vadesi gelen po-
liçelerin ödenmesine ya da çok sýkýþmalarý halinde, iskonto edilmiþ po-
liçelerin güvencesi karþýlýðýnda Ýngiltere Bankasýndan avans elde etme
gücüne güvenerek yürütüyorlardý.” (Ibid., s. Vlll, Section 17.) “Londra’daki
iki bill broking [borsa simsarlýðý yapan] firmasý 1847’de ödemeleri dur-
durdu; daha sonra her ikisi de yeniden iþe baþladý. 1857’de her ikisi de
tekrar ödemeleri durdurdu. Bir firmanýn 1847’deki borç toplamý yuvar-
lak hesap 2.683.000 sterlin, sermayesi ise 180.000 sterlin idi; ayný firma-
nýn 1857’deki borç toplamý 5.300.000 sterlin ve sermayesi belki de 1847’
dekinin dörtte-biri kadardý. Öteki firmanýn borç toplamý, ödemeyi dur-
durduðu her dönemde 3.000.000 ile 4.000.000 sterlin arasýndaydý, ser-
mayesi ise ancak 45.000 sterlin kadardý.” (Ibid., s. XXl, Section 52.) [sayfa
421]

hayali kaðýt para-sermaye yaratýlýyor ve bunlar bankalara, komisyonculara, ve bunlar aracýlýðýyla


da ticarete borç vermek amacýyla kullanýlýyordu. [ - F.E.]

Karl Marks 423


Kapital III
OTUZUNCU BÖLÜM
PARA-SERMAYE VE GERÇEK SERMAYE
I

KREDÝ sistemi ile ilgili olarak þimdi yaklaþmakta olduðumuz güç


sorunlar þunlardýr:
Birincisi : Gerçek para-sermayenin birikimi. Bu, ne ölçüde ger-
çek bir sermaye birikiminin, yani geniþlemiþ ölçekte yeniden-üretimin
bir göstergesidir ve ne ölçüde deðildir? Sermaye bolluðu denilen þey –
yalnýz faiz getiren sermaye, yani para getiren sermaye ile ilgili olarak
kullanýlan bir ifade– yalnýzca sýnai aþýrý-üretimi ifade etmenin özel bir
þekli midir, yoksa onun yaný sýra apayrý bir görüngü mü oluþturur? Bu
bolluk ya da para-sermaye arzýndaki bu fazlalýk, durgunlaþmýþ para kit-
lelerinin (külçe, altýn sikke ve banknotlar) varolmasý ile ayný zamana mý
rastlýyor, ve böylece bu aþýrý para bolluðu, borç sermaye bolluðunun bir
ifadesi ve dýþsal bir biçimi mi oluyor?
Ýkincisi: Para kýtlýðý, yani borç sermaye yokluðu, gerçek sermaye
(meta sermaye ve üretken sermaye) kýtlýðýný ne ölçüde ifade eder? Ve
bu, öte yandan, para olarak para kýtlýðý ve dolaþým aracý kýtlýðý ile ne öl-
çüde ayný zamana raslar?
Para-sermayenin ve genellikle para-servetin buraya kadar göz-
den geçirdiðimiz kendine özgü birikim biçimi, ensonu, emek üzerinde
[sayfa 422] mülkiyet hakký birikimi þeklini almýþ bulunuyor. Ulusal borç ser-

424 Karl Marks


Kapital III
mayesinin birikimi, yalnýzca, vergi gelirinin belli bir kýsmý üzerinde kesin
bir hak ayrýcalýðýna sahip bulunan devlet alacaklarý sýnýfýnda bir artýþ
olduðu anlamýný taþýdýðýný ortaya koymuþtu.6 Bu olgular aracýlýðýyla böy-
lece, borçlardaki bir birikim bile bir sermaye birikimi gibi görünebilir ve
kredi sisteminde yeralan çarpýklýðýn ulaþtýðý boyutlar gözle görülür duru-
ma gelir. Aslýnda borç alýnan ve çoktan harcanmýþ bulunan sermaye için
verilen bu borç senetleri, tüketilmiþ bulunan sermayenin bu kaðýttan
kopyalarý, bunlarý ellerinde bulunduranlar için, sanki bunlar satýlabilir ve
dolayýsýyla da ve tekrar sermayeye çevrilebilir metalarmýþ gibi sermaye
olarak hizmet ederler.
Toplum hizmetleri, demiryollarý, madenler, vb., üzerindeki mülki-
yet haklarý, aslýnda, gördüðümüz gibi, gerçek sermaye üzerinde mülki-
yet hakkýdýr. Ama bu mülkiyet haklarý, bu sermayeyi bir kimsenin tasar-
rufu altýna sokmaz. Bu sermaye geri çekilemez. Bu haklar, yalnýzca, bu
sermaye tarafýndan üretilecek artý-deðerin bir kýsmý üzerinde yasal hak-
lar saðlar. Bu haklar da gene, gerçek sermayenin kaðýt üzerindeki bir
kopyasý halini alýrlar; sanki bir mala ait yükleme belgeleri, yüklenilen
maldan baðýmsýz, ve onunla eþzamanlý ayrý bir deðere sahip bulunabilir-
miþ gibi. Bunlar, mevcut olmayan bir sermayeyi nominal olarak temsil
eder hale gelirler. Çünkü, gerçek sermaye, bunlarla yanyana bulunur ve
bu kopyalarýn bir kimseden bir baþka kimseye aktarýlmasý ile el deðiþ-
tirmiþ olmaz. Bunlar, yalnýz belli bir geliri garanti ettikleri için deðil, satýþlarý
yoluyla, sermaye-deðerler olarak karþýlýklarýnýn elde edilebilmesi nede-
niyle de faiz getiren sermaye biçimine girerler. Bu haklarýn birikmesi,
demiryollarýnda, madenlerde, buharlý gemilerde, vb. bir birikmeyi ne
ölçüde ifade ederse, fiili yeniden-üretim sürecindeki geniþlemeyi de
ayný ölçüde ifade eder; týpký örneðin taþýnabilir mallarla ilgili bir vergi
listesindeki büyümenin, bu mallardaki büyümeyi göstermesi gibi. Meta-
lar gibi alým-satým iþlemlerinin konusu olan ve dolayýsýyla sermaye-de-
ðerler gibi dolaþabilen kaðýt üzerindeki bu kopyalar, bu nitelikleriyle haya-
lidirler, ve deðerleri, temsil ettikleri gerçek sermayenin deðerinin hare-
ketinden tamamen baðýmsýz olarak düþebilir ya da yükselebilir. Bunla-
rýn deðerleri, yani Borsadaki fiyatlarý, zorunlu olarak, faiz oranýndaki bir
düþmeyle –para-sermayenin kendine özgü hareketlerinden baðýmsýz ola-
rak bu düþme, sýrf kâr oranýndaki bir düþme eðiliminden ileri geldiði öl-
çüde– bir yükselme eðilimine sahiptir; bu nedenle bu hayali servet, baþka

6
Kamu fonu, yýllýk gelirin borçlarý ödemek üzere bir yana ayrýlan kýsmýný temsil eden
hayali sermayeden baþka bir þey deðildir. Eþdeðer miktarda bir sermaye harcanmýþtýr; borçlar
için payda olarak hizmet eden budur, ama kamu fonunun temsil ettiði þey bu deðildir; çünkü,
sermaye artýk mevcut deðildir. Sanayiin çalýþmasýyla yeni bir servetin yaratýlmasý gerekir; har-
canmýþ bulunan bu serveti borç verenler için, bu servetin bir kýsmý yýllýk olarak bir yana ayrýlýr;
bu kýsým, onu üretenlerden, vergiler yoluyla alýnýr ve devletin alacaklýlarýna verilir, ve ülkede
sermaye ile faiz arasýndaki adet haline gelmiþ orana göre, bu alacaklýlarýn alacaklarý yýllýk geliri
saðlayabilecek sermayeye eþdeðer hayali bir sermaye varsayýlýr. (Sismondi, Nouveaux principes
[Second editions, Paris 2827], II, s. 230.)

Karl Marks 425


Kapital III
bir neden olmasa bile kapitalist üretim sýrasýnda, baþlangýçta
[sayfa 423]
özgül nominal deðerin her bir parçasý için ifade edilen deðere baðlý
olarak geniþler.7
Bu deðerli senetlerin fiyatlarýndaki dalgalanmalar yoluyla elde edi-
len kazançlar ya da uðranýlan kayýplar, ve bunlarýn demiryollarý kralla-
rýnýn, vb. elinde toplanmasý, öz ve nitelikleri gereði gitgide daha fazla bir
kumar konusu haline gelir, ve sermaye, servet elde etmenin asýl yön-
temi olarak, emeðin yerini alýyormuþ gibi görünür ve ayný zamanda, açýk
þiddetin yerine geçer. Bu tür sanal para-servet, yalnýz özel kimselerin
para– servetlerinin deðil, daha önce de belirttiðimiz gibi, banker sermay-
esinin de çok önemli bir kýsmýný oluþturur.
Bu sorunu kýsa yoldan çözümlemek için, þunu belirtelim ki, para-
sermaye birikimi ile, servetin, bir yandan özel para-kapitalistleri ve öte
yandan devlet, topluluklar ve parayý borç alan ve yeniden üretenler arasýn-
da aracýlýk eden bankerlerin (meslekleri borç para vermek olan kimse-
lerin) elinde birikmesi de kastedilebilir. Çünkü, kredi sistemindeki uçsuz
bucaksýz geniþleme, ve genellikle bütün kredi, kendi özel sermayeleri
gibi bunlar tarafýndan sömürülür. Bu adamlar daima sermayeye ve para-
biçiminde gelire ya da para üzerinde doðrudan doðruya bir hakka sahip-
tirler. Bu sýnýfýn servet birikimi, gerçek birikimden tamamen farklý bir
biçimde olabilir, ama ne olursa olsun bu, bu sýnýfýn, gerçek birikimin
büyük bir kýsmýný cebe indirdiðini tanýtlar.
Önümüzdeki sorunun ölçeðini küçültelim. Devlet tahvilleri, hisse
senetleri ve her türden diðer senet ve tahviller gibi, borç verilen sermaye
için –faiz getirmek üzere ayrýlan sermaye için– yatýrým alanlarýdýr. Bun-
lar, bu tür sermayenin borç verildiði biçimlerdir. Ama bunlarýn kendileri,
kendilerine yatýrýlmýþ bulunan borç sermayesi deðillerdir. Öte yandan,
kredi sisteminin yeniden-üretim sürecinde doðrudan doðruya rol oyna-
dýðý ölçüde, sanayicilerin ya da tüccarlarýn, bir senedi iskonto ettirmek
ya da borç almak istedikleri zaman gereksinme duyduklarý þey, ne hisse
senedidir ne de devlet tahvili. Onun istediði þey paradýr. Bunun için,
baþka türlü para bulamayýnca bu tahvilleri ya rehine koyar ya da satar.
Bizim burada ele almak durumunda olduðumuz da iþte bu borç ser-
mayesinin birikimidir ve özellikle de, borç verilebilir para-sermayenin
birikimidir. Biz, burada, binalarýn, makinelerin ya da diðer sabit sermay-
enin borç verilmesi üzerinde durmuyoruz. Sanayiciler ile tüccarlarýn,
metalar þeklinde ve yeniden-üretim sürecinin sýnýrlarý içersinde birbirle-
rine verdikleri avanslarla da ilgilenmiyoruz; oysa bu noktayý da önce

7
Birikmiþ borç verilebilir para-sermayenin bir kýsmý gerçekte yalnýzca sanayi sermayesinin
bir ifadesidir. Örneðin, Ýngiltere, 1851 yýlýnda, Amerikan demiryollarý ile öteki giriþimlere 80 mil-
yon sterlin yatýrým yaptý, bu yatýrýmýn nerdeyse tamamý, Amerikalýlarýn karþýlýk olarak ödeme
zorunda bulunmadýklarý Ýngiliz mallarýnýn ihracýyla gerçekleþtirildi. Ýngiliz ihracatçýlarý, bu metalar
için Amerika’ya poliçe çektiler ve bunlarla Ýngiliz hisse senedi aracýlarý satýn aldýlar ve hisse se-
nedi satýn alýnmasý için Amerika’ya gönderdiler.

426 Karl Marks


Kapital III
daha ayrýntýlý olarak incelememiz gerekir. Biz burada yalnýzca, bankerle-
rin [sayfa 424] aracý olarak sanayicilere ve tüccarlara verdikleri para-borçlar-
la ilgileniyoruz.

––––––––––––

Önce, ticari krediyi, yani yeniden-üretim sürecinde iþ gören kapi-


talistlerin birbirlerine verdikleri krediyi tahlil ederek iþe baþlayalým. Bu,
kredi sisteminin temelini teþkil eder. Bu, bir poliçe ile belli bir ödeme
vadesi olan bir borç senedi ile, yani ertelemeli bir ödeme belgesi ile
temsil edilir. Herkes birbirine kredi verir , birbirinden kredi alýr. Þimdilik
büsbütün ayrý bir alan olan banker kredisini bir yana býrakalým. Bu po-
liçeler, tüccarlarýn kendi aralarýnda birbirlerine ciro edilerek –iskonto
ettirilmeksizin– ödeme aracý olarak dolaþtýðý sürece ve ölçüde, sýrf bir
alacaðýn A’dan B’ye transferidir ve görünüþü hiç bir biçimde deðiþtirmez.
Yalnýzca, bir kimse yerine bir baþkasý geçer. Ve bu anlamda, borçlarýn
ödenmesi bile, para araya girmeksizin yapýlabilir. Örneðin, iplikçi A, pa-
muk simsarý B’ye ve bu da ithalatçý C’ye bir senet ödemek zorundadýr.
Þimdi eðer, çoðu kez olduðu gibi C ayný zamanda iplik ihraç ediyorsa,
A’dan poliçe ile iplik alabilir ve iplikçi A, simsar B’ye, simsarýn C’den
ödeme þeklinde aldýðý kendi senedi ile ödemede bulunabilir. Olsa olsa,
bir bakiyenin para olarak ödenmesi gerekecektir. Demek ki bütün iþlem,
pamuk ile ipliðin deðiþtirilmesinden ibaret olur. Ýhracatçý yalnýz iplikçiyi
ve pamuk simsarý, pamuk üreticisini temsil eder.
Bu tamamen ticari kredi devresinde, iki þeyi dikkate almak gere-
kir.
Birincisi: Bu karþýlýklý alacaklarýn tasfiyesi, sermayenin geriye
akýþýna, yani yalnýzca ertelenmiþ bulunan M-P hareketine baðlýdýr. Ýplikçi
eðer pamuklu mallar yapýmcýsýndan poliçe almýþ ise, yapýmcý, bu öde-
meyi ancak, piyasadaki pamuklu mallarý o arada satýlmýþ ise yapabilir.
Eðer tahýl spekülatörü aracýsýna bir poliçe çekmiþ ise, aracý bu parayý,
tahýlýn o arada umulan fiyatla satýlmýþ olmasý halinde ödeyebilir. Bu
ödemeler demek ki, yeniden-üretimin, yani üretim ve tüketim süreçleri-
nin akýcýlýðýna baðlýdýr. Ama, krediler karþýlýklý olduðu için birinin öden-
mesi ötekinin ödenmesine baðlýdýr; çünkü, poliçe çekerken taraflardan
birisi, ya kendi iþindeki sermayenin geriye akýþýný ya da o arada poliçesi-
nin vadesi gelecek bir üçüncü þahsýn kendi iþindeki sermayenin geriye
dönüþünü hesaba katmýþtýr. Sermayenin geriye akýþýnýn gecikmesi halin-
de, senetlerini karþýlayabilmek için, sermayenin beklenen geriye akýþý
dýþýnda ödemeler, ancak poliçeyi çeken kimsenin tasarrufundaki yedek
sermaye aracýlýðý ile yapýlabilir.
Ýkincisi: Bu kredi sistemi, nakit ödemeler zorunluluðunu ortadan
kaldýrmaz. Her þeyden önce, giderlerin büyük bir kýsmýnýn, sözgelimi,
ücretlerin, vergilerin, vb. daima nakit olarak ödenmesi gerekir. Ayrýca,

Karl Marks 427


Kapital III
C’den nakit ödeme yerine poliçe alan kapitalist B, bu poliçenin vadesi
gelmeden önce, D’ye vadesi dolmuþ bulunan kendi poliçesini ödemek
zorunda da olabilir ve bu durumda elinde nakit parasý olmasý gerekir.
[sayfa 425] Yukarda varsayýldýðý gibi tam bir yeniden-üretim devresi, yani
pamuk ekicisinden pamuk iplikçisine ve geriye doðru olan devre, ancak
bir istisna olabilir; bu devre, birçok noktalarda sürekli kesintiye uðraya-
caktýr. Yeniden-üretim sürecinin irdelenmesinde görmüþ olduðumuz gibi
(Ýkinci Kitap, Üçüncü Kýsým) deðiþmeyen sermaye üreticileri, deðiþmeyen
sermayeyi kýsmen kendi aralarýnda deðiþtirirler. Bunun sonucu, poliçe-
ler azçok birbirlerini karþýlamýþ olurlar. Bunun gibi, yükselmekte olan
üretim çizgisi üzerinde de, pamuk simsarý pamuk iplikçisine, iplikçi,
pamuklu mal yapýmcýsýna, fabrikatör ihracatçýya, ihracatçý –belki gene
de pamuk– ithalatçýya poliçe çeker. Ama bu alýþveriþlerin yaptýðý devre,
ve dolayýsýyla alacaklar dizisinin dönüþü ayný zamana denk gelmez. Ör-
neðin, iplikçinin dokumacýdan olan alacaðý, kömür tüccarýnýn makina
yapýmcýsýndan olan alacaðý ile tasfiye edilemez. Çünkü iplikçinin, kendi
iþinde, makine yapýmcýsýndan herhangi bir karþý-alacaðý olamaz, çünkü,
ürünü olan iplik hiç bir zaman, makina yapýmcýsýnýn yeniden-üretim
sürecine bir öðe olarak girmez. Bu yüzden bu gibi alacaklarýn parayla
tasfiyesi gerekir.
Bu ticari kredinin sýnýrlarý, kendi baþlarýna düþünüldüðünde þun-
lardýr: 1) sanayiciler ile tüccarlarýn serveti, yani geriye dönüþlerin gecik-
mesi halinde, yedek sermaye üzerindeki komuta gücü; 2) bu dönüþlerin
kendileri. Bu geriye ödemeler geciktirilebilir ya da metalarýn fiyatlarý bu
arada düþebilir veya durgun bir piyasa yüzünden metalar geçici olarak
satýlamaz hale gelebilir. Poliçelerin vadeleri ne denli uzun olursa, yedek
sermayenin de o denli büyük olmasý gerekir, ve fiyatlarda bir düþme ya
da piyasadaki aþýrý yýðýlma nedeniyle, geriye dönüþlerdeki azalma ya da
gecikme olasýlýðý o denli büyük olur. Ve üstelik, baþlangýçta yapýlan alýþ-
veriþler, meta-fiyatlarýndaki yükselme ya da düþme üzerine oynanan
spekülasyona ne denli fazla dayandýrýlmýþ ise dönüþler o denli az güven-
li olur. Ama þurasý da açýktýr ki, emeðin üretkenlik gücünde ve dolayýsýy-
la geniþ-ölçekli üretimdeki geliþmeyle birlikte: 1) piyasalar geniþler ve
üretim alanýndan daha uzak hale gelir; 2) dolayýsýyla kredilerin de uzatýl-
masý gerekir; 3) spekülatif öðe böylece, gitgide daha fazla, ticari iþlemlere
egemen hale gelir. Geniþ ölçekte ve uzak piyasalar için yapýlan üretim,
toplam ürünü ticaretin ellerine teslim eder; ne var ki, bir ulusun serma-
yesinin, ticaretin, tüm ulusal ürünü kendi sermayesiyle satýn alabilecek
ve sonra da satacak biçimde, kendini iki katýna çýkartmasý olanaksýzdýr.
Kredi, bu yüzden burada vazgeçilmez bir þeydir; bu kredinin hacmi,
üretimin deðerinin hacmindeki büyüme ile büyüdüðü gibi, vadesi de,
piyasalarýn artan uzaklýklarý ile birlikte uzar. Burada karþýlýklý bir etki
sözkonusudur. Üretim sürecindeki geliþme krediyi geniþletir ve kredi
de, sýnai ve ticari iþlemlerin geniþlemesine yolaçar.

428 Karl Marks


Kapital III
Bu krediyi, banker kredisinden ayrýlmýþ olarak incelediðimiz za-
man [sayfa 426] bunun, sanayi sermayesinin kendi hacmindeki artýþ ile bir-
likte büyüdüðü açýktýr. Borç sermayesi ile sanayi sermayesi burada
özdeþtir. Borç verilen sermaye, ya nihai bireysel tüketim ya da üretken
sermayenin deðiþmeyen öðelerinin yerine konulmasý için ayrýlan meta-
sermayedir. Burada borç sermayesi olarak görünen þey, daima, yeni-
den-üretim sürecinin belli bir evresinde mevcut bulunan, ama satýnalma
ve satýþ aracýlýðý ile bir kimseden bir baþkasýna geçtiði halde, eþdeðeri,
satýn alan tarafýndan ilerdeki belirlenen bir tarihe kadar ödenmeyen
sermayedir. Örneðin pamuk, iplikçiye, iplik, pamuklu mallar yapýmcýsý-
na, pamuklular, tüccara bir poliçe karþýlýðýnda transfer edilir; bu mallar
tüccarýn elinden ihracatçýya ihracatçýdan da Hindistan’daki bir tüccara
poliçe karþýlýðýnda aktarýlýr ve bu tüccar da pamuklularý satarak yerine
indigo, vb. satýn alýr. Bu elden ele geçiþ sýrasýnda, pamuðun, pamuklu
mallara dönüþümü gerçekleþtirilir ve pamuklular da en sonunda
Hindistan’a ihraç edilir ve indigo ile deðiþtirilerek bu indigo Avrupa’ya
sevkedilir ve tekrar yeniden-üretim sürecine girer. Yeniden-üretim süre-
cinin çeþitli evreleri burada, iplikçi pamuða, pamuklu mallar fabrikatörü
ipliðe, tüccar pamuklu mallara, vb., herhangi bir ödeme yapmaksýzýn
kredi ile gerçekleþtirilmiþtir. Sürecin ilk aþamalarýnda meta, pamuk, çeþitli
üretim evrelerinden geçer ve bu geçiþi kredi saðlar. Ama, pamuk, üre-
tim sürecinde meta olarak son þeklini alýr almaz, ayný meta-sermaye,
ancak, onun uzak pazarlara taþýnmasýný saðlayan çeþitli tüccarlarýn elle-
rinden geçer ve bunlardan sonuncusu, ensonu bu metalarý tüketicilere
satar ve bunlarýn yerine baþka metalar satýn alýr; bu metalar da ya tüketi-
lir ya da yeniden-üretim sürecine girer. Öyleyse burada iki aþama arasýnda
bir ayrým yapmak gerekiyor: birinci aþamada kredi, ayný nesnenin üreti-
minde fiili ardarda evreleri baþlatýyor; ikincisinde kredi yalnýzca o nes-
nenin bir tüccardan diðerine taþýnmasýný da içeren transfer iþlemini,
baþka bir deyiþle M-P sürecini gerçekleþtiriyor. Ne var ki burada da meta
gene hiç deðilse dolaþým sürecinde, yani yeniden-üretim sürecinin bir
evresindedir.
Buradan þu sonuç çýkýyor ki, burada borç verilen sermaye, hiç bir
zaman atýl sermaye olmayýp, sahibinin elinde biçimini deðiþtirmek zorun-
da olan sermayedir; sahibi için o yalnýzca meta-sermaye biçiminde, yani
tekrar dönüþtürülmesi zorunlu bir biçimde, ilk adýmda en azýndan para-
ya çevrilmesi gereken sermaye biçiminde bulunur. Demek oluyor ki,
burada kredinin baþlatýp gerçekleþtirdiði þey metalarýn baþkalaþýmýdýr;
yalnýz M-P deðil, ayný zamanda P-M ve fiili üretim sürecidir. Yeniden
üretken devre içersindeki büyük bir kredi miktarý (banker kredisi dýþýnda),
borç verilmeye hazýr durumda bekleyen ve kârlý yatýrým arayan büyük
bir atýl sermaye olduðu anlamýna gelmez. Bu daha çok, yeniden– üretim
sürecinde, daha çok sermaye kullanýldýðý anlamýna gelir. Kredi, demek
ki, burada, 1) sanayi kapitalistlerini ilgilendirdiði kadarýyla, sanayi ser-

Karl Marks 429


Kapital III
mayesinin bir evreden diðerine geçiþini, birbiriyle ilgili ve birbirine yakýn
üretim alanlarýnýn baðlantýsýný; 2) tüccarlarý ilgilendirdiði kadarýyla, [sayfa
427] metalarýn, para karþýlýðýnda kesin satýþlarýna ya da baþlýca metalarla
deðiþtirilmelerine kadar, bir kimseden bir baþkasýna taþýnmasýný ve
geçiþini saðlar.
Azami kredi burada, sanayi sermayesinin tam istihdamý ile özdeþ-
tir, yani tüketim sýnýrlarý dikkate alýnmaksýzýn, yeniden üretken gücünün
en üst düzeyde harcanmasý demektir. Bu tüketimin sýnýrlarý, yeniden-
üretim sürecinin kendi çabalarýyla geniþletilir. Bir yandan bu, emekçiler-
le kapitalistlerin gelirlerinde tüketimi artýrýr, öte yandan da, üretken tüke-
tim çabalarýyla özdeþtir.
Yeniden-üretim süreci sürekli olduðu, ve dolayýsýyla geriye akýþ
güven altýna alýndýðý sürece, bu kredi vardýr ve geniþler, ve geniþlemesi,
yeniden-üretim sürecinin kendisindeki geniþlemeye dayanýr. Geriye
dönüþlerdeki gecikmeler, aþýrý dolu piyasalar ya da düþen fiyatlar sonu-
cu, yeniden-üretim sürecinde bir duraklama olur olmaz, sanayi sermay-
esinde aþýrý bir bolluk görülür, ama iþlevlerini yerine getiremeyecek bir
biçim içersindedir. Muazzam miktarlarda meta-sermaye vardýr ama, sa-
týlamaz durumdadýr. Muazzam miktarda sabit sermaye vardýr, ama yeni-
den-üretim sürecindeki týkanýklýk nedeniyle çoðu kullanýlmaz durumda-
dýr. Kredi, 1) bu sermaye boþ kaldýðý, yani yeniden-üretim evrelerinden
bir tanesinin içersinde hapsedildiði, baþkalaþýmlarýný tamamlayamadýðý
için; 2) yeniden-üretim sürecinin sürekliliðine olan güven sarsýldýðý için;
3) bu ticari krediye olan talep azaldýðý için, daralýr. Üretimini kýsan ve de-
posunda bir yýðýn satýlmamýþ iplik bulunan iplikçi, krediyle pamuk satý-
nalma gereksinmesi duymaz; elinde gereðinden fazla mal bulunan tüc-
car, krediyle baþka meta alacak durumda deðildir.
Dolayýsýyla, yeniden-üretim sürecindeki bu geniþlemede ya da
hatta normal akýþta bir bozukluk olunca kredi de kýtlaþýyor; kredi ile
meta elde etmek güçleþiyor. Bununla birlikte, nakit ödeme talebi ile,
kredili satýþlara karþý gösterilen titizlik, bir çöküþü izleyen sanayi çevrimi
evresinin özellikleridir. Bizzat kriz sýrasýnda, herkesin elinde ürün bulun-
duðu, bunlarý satamadýðý, ama ödemeleri karþýlayabilmek için satmak
zorunda olduðundan, kredi kýtlýðýnýn en üst düzeye ulaþtýðý (ve bu ne-
denle banker kredisine ait iskonto oranýnýn en yüksek olduðu) sýrada,
en büyük miktarlarda bulunan, atýl ya da yatýrým arayan sermaye kitlele-
ri deðil, daha çok, kendi yeniden-üretim sürecinde engellenmiþ bulu-
nan sermaye kitlesidir. O sýrada yatýrýlmýþ bulunan sermaye, yeniden-üre-
tim süreci týkandýðý için, büyük kitleler halinde gerçekten atýl durumda-
dýr. Fabrikalar kapanýr, hammaddeler yýðýlýr, son þeklini almýþ ürünler,
metalar olarak piyasayý kaplar. Ýþte bu nedenle, bu gibi durumlarda,
suçu, üretken sermaye kýtlýðýna yüklemek son derece yanlýþtýr. Kýsmen,
normal ama geçici olarak küçülmüþ ölçekte yeniden-üretim sürecine,
ve kýsmen de, felce uðramýþ tüketime oranla, üretken sermayedeki aþýrý

430 Karl Marks


Kapital III
bolluk, asýl bu gibi zamanlarda sözkonusudur.
Bütün toplumun yalnýz sanayi kapitalistleri ile ücretli iþçilerden
[sayfa 428] oluþtuðunu kabul edelim. Ayrýca, toplam sermayenin büyük bir
kýsmýnýn, ortalama oranlarýnda kendilerini yerine koymaktan alýkoyan
ve özel1ikle kredi ile geliþmiþ bulunan tüm yeniden-üretim sürecinin
genel iç baðýntýlarý nedeniyle her zaman geçici nitelikte genel bir dura-
klamayý davet eden fiyat dalgalanmalarýný da dikkate almayalým. Kredi
sisteminin uygun bir ortam saðladýðý, hileli alýþveriþlerle spekülasyonlarý
da bir yana býrakalým. Bu durumda bir bunalým, ancak ekonominin çe-
þitli kollarýndaki üretimde görülen orantýsýzlýðýn, ve kapitalistlerin tüketi-
mi ile birikimleri arasýndaki orantýsýzlýðýn bir sonucu olarak açýklanabilirdi.
Ama, görüldüðü gibi, üretime yatýrýlmýþ bulunan sermayenin yerine kon-
masý, geniþ ölçüde, üretken olmayan sýnýflarýn tüketim gücüne baðlý bu-
lunuyor; oysa iþçilerin tüketim gücü kýsmen ücretler yasasý ile, kýsmen
de, bunlarýn kapitalist sýnýf tarafýndan kârlý bir biçimde çalýþtýrýlabildiði
sürece kullanýlmalarý olgusu ile sýnýrlýdýr. Bütün gerçek bunalýmlarýn son
nedeni, daima kapitalist üretimin üretici güçleri sanki yalnýz toplumun
mutlak tüketim gücü bu güçlerin sýnýrýný teþkil edermiþçesine geliþtirme
çabasýna zýt olarak, kitlelerin yoksulluðu ve sýnýrlý tüketimidir.
Hiç deðilse geliþmiþ kapitalist uluslar arasýnda gerçek bir üretken
sermaye kýtlýðýndan, ancak, bellibaþlý besin maddelerinde ya da bellibaþlý
sanayi hammaddelerinde genel bir kötü ürün zamanlarýnda sözedilebi-
lir.
Ne var ki bu ticari krediye ek olarak önümüzde bir de gerçek
para kredi bulunmakta. Sanayiciler ile tüccarlarýn aralarýnda alýp ver-
dikleri avanslar, bunlara bankerler ve borç para verenlerin yaptýklarý para
avanslarla birbirine karýþmýþ durumdadýr. Poliçe iskontolarýnda avans
yalnýzca nominaldir. Fabrikatör ürününü, poliçe karþýlýðý satar ve bunu
bir bill broker’a [simsara] kýrdýrýr. Gerçekte, simsarýn verdiði avans, ban-
kerden saðladýðý kredidir ve banker de bu parayý simsara, mevduat sa-
hiplerinin para-sermayesinden vermiþtir. Bu mevduat sahipleri, sanayi
kapitalistleri ile tüccarlarýn kendilerinden ve (tasarruf bankalarý aracýlýðý
ile) iþçilerden – ayrýca, toprak rantý alanlardan ve öteki üretken olmayan
sýnýflardan ibarettir. Böylece, bir bireysel sanayici fabrikatör ve tüccar,
büyük bir yedek fon bulundurmak ve kendisine yapýlacak fiili ödemele-
re baðlý kalmak zorunluluðundan kurtulmuþ olur. Öte yandan, kýsmen
poliçe dalavereleri, kýsmen de sýrf poliçe icadetmek için yapýlan meta
alýþveriþi ile bütün süreç öylesine karmaþýk hale gelir ki, geriye ödeme-
lerin gerçekte uzun zaman sonra ve ancak, kýsmen dolandýrýlan para-
ikrazcýlarýnýn ve kýsmen de dolandýrýlan üreticilerin sýrtýnda yapýldýðý hal-
lerde bile, geriye ödemelerin düzenli olduðu çok kârlý bir iþ görüntüsü
uzun süre devam eder. Böylece iþler daima, çöküþün tam arifesinde,
neredeyse fazlasýyla saðlýklý bir görünüþtedir. Bunun en iyi kanýtýný ör-
neðin, 1857 ve 1858 tarihli Banka Yasalarý üzerine Raporlar vermektedir-

Karl Marks 431


Kapital III
ler. Bu raporlarda, 1857 Aðustosunda bunalýmýn patlak vermesinden
yalnýzca bir ay önce, bütün banka müdürlerinin, tüccarlarýn, [sayfa 429] ký-
sacasý baþlarýnda Lord Overstone olmak üzere davet edilen bütün uzm-
anlarýn, gönenç, ve iþlerdeki saðlýklý durum nedeniyle birbirlerini
kutladýklarý görülmektedir. Ve ne gariptir ki, Tooke, History of Prices adlý
yapýtýnda, bunalýmlarla ilgili bir tarihçi olarak bu hayali görünüþe bir kez
daha aldanmaktadýr. Birdenbire patlak veren çöküþe kadar iþler daima
tepeden týrnaða saðlýklý, ve kampanya bütün hýzýyla devam etmektedir.

––––––––––––

Þimdi, para-sermaye birikimine bir kez daha geri dönüyoruz. Borç


verilebilir sermayedeki her büyüme, gerçek bir sermaye birikimini ya da
yeniden-üretim sürecindeki bir geniþlemeyi göstermez. Bu, büyük miktar-
larda borç sermayesinin bomboþ kaldýðý, bir bunalýmý hemen izleyen
sanayi çevrimi evresinde çok açýk duruma gelir. Üretim sürecinin daral-
dýðý (1847 bunalýmýndan sonra, Ýngiliz sanayi bölgelerinde üretim üçte-
bir azalmýþtý), meta-fiyatlarýnýn en alt düzeye indiði, giriþim ruhunun felce
uðradýðý bu gibi zamanlarda faiz oraný düþüktür ve burada o, tam da
sanayi sermayesindeki daralýþýn, ve iþ görememenin bir sonucu olarak
borç verilebilir sermayedeki artýþtan fazla bir þeyi ifade etmez. Meta-
fiyatlarý düþtüðü, alýþveriþ sayýsý azaldýðý ve ücretlere yatýrýlan sermaye
eksildiði zaman, daha az miktarda dolaþým aracýna gereksinme buluna-
caðý apaçýktýr; öte yandan, dýþ borçlar, ya altýn ihracýyla ya da iflaslarýn
sonucu olarak tasfiye edildikten sonra, dünya-parasý olarak iþlev yap-
mak üzere ek bir paraya da gereksinme olmayacaktýr; en sonu, poliçe
iskontosu ile iliþkili iþlerin hacmi, poliçelerin kendi sayýlarýndaki ve büyük-
lüklerindeki azalma ile orantýlý olarak küçülecektir. Þu halde, dolaþým
aracý ya da ödeme aracý olarak iþ görecek olan borç verilebilir para-ser-
mayeye olan talep (yeni sermaye yatýrýmý hala konu-dýþýdýr) azalacak ve
dolayýsýyla bu sermaye nispeten bollaþacaktýr. Bu gibi koþullar altýnda,
ne var ki, borç verilebilir sermaye arzý da, daha ilerde göreceðimiz gibi
artacaktýr.
Ýþte bu yüzden, 1847 bunalýmýndan sonra, durum, “alýþveriþlerde
bir daralma ve büyük bir aþýrý para bolluðu”, (Commercial Distress, 1847-
48, Evidence, n° 1664) sözleriyle nitelendiriliyordu. Faiz oraný, “ticaretin
neredeyse büsbütün yokedilmesi ve paranýn kullanýlmasý ile ilgili yolla-
rýn neredeyse büsbütün ortadan kalkmasý” nedeniyle çok düþüktü (loc.
cit., s. 45, Liverpool Krallýk Bankasý müdürü Hodgson’un ifadesi). Bu
olgularý açýklamak için bu baylarýn uydurduklarý saçmalýklar (üstelik
Hodgson bunlarýn en iyilerinden biriydi) þu satýrlardan görülebilir: “Bu-
nalým” (1847) “ülkede, kýsmen dünyanýn her yerinden yapýlan ithalat
için altýn olarak ödemede bulunmak zorunluluðunun kýsmen de dolaþan
sermayenin (floating capital) sabit sermaye içersinde erimesinin yolaç-

432 Karl Marks


Kapital III
týðý, para-sermayedeki gerçek bir azalmadan doðmuþtur.” [l.c., 39.]
Dolaþan sermayenin sabit sermayeye çevrilmesinin, nasýl olup da bir
ülkedeki para-sermayeyi azalttýðýný anlamak olanaksýzdýr. Çünkü, de-
miryollarý [sayfa 430] örneðinde, yani o sýrada sermayenin bellibaþlý yatýrýldý-
ðý bu alanda, köprüler ve raylar için ne altýn ne de kaðýt para kullanýlmýþtý,
ve demiryolu hisse senetlerine yatýrýlan para, sýrf ödemeler þeklinde
yatýrýlmýþ bulunmasý ölçüsünde, bankalara yatýrýlan diðer paralarýn yeri-
ne getirdiði iþlevlerin tamamen aynýsýný yerine getirmiþ ve hatta yukarda
gösterildiði gibi, borç verilebilir para-sermaye miktarýný geçici olarak
artýrmýþtýr bile; ama, yapým iþleri için fiilen harcanmasý ölçüsünde, ülke
içersinde, satýnalma ve ödeme aracý olarak dolaþýmda bulunmuþtur.
Ancak sabit sermayenin ihraç edilememesi ölçüsünde ve bu olanaksýz-
lýk karþýsýnda, ihraç edilen mallar karþýlýðýnda yapýlan geriye ödemeler-
den saðlanan sermaye –nakit ya da külçe olarak yapýlan geriye ödemeler
de dahil– hesap-dýþý kalýr ve ancak bu ölçüde para-sermaye etkilenebi-
lir. Ne var ki o sýrada Ýngiliz ihraç mallarý da dýþ piyasalarda daðlar gibi
yýðýlmýþtý ve satýlamýyordu. Kendi normal iþ sermayelerinin bir kýsmýný
demiryollarý hisse senetlerine baðlayan ve bu yüzden de iþlerini yürüt-
mek için borç sermayeye muhtaç hale gelen Manchester’li tüccarlar ile
fabrikatörlerin floating capital’larý gerçekten de sabit hale gelmiþti ve
bunlar bunun sonuçlarýna katlanmak zorunda kalmýþlardý. Ama bunlar,
iþlerine ait olup da oradan çektikleri sermayeyi, demiryolu yerine diye-
lim ki madenlere yatýrmýþ olsalardý –demir, kömür, bakýr gibi madenci-
lik ürünlerinin kendileri floating capital olduðu halde– durum gene ayný
olurdu. Kötü bir ürün yýlý, hububat ithali ve altýn ihracý nedeniyle, mevcut
para-sermayedeki fiili azalma, hiç kuþkusuz, demiryolu sahtekarlýðý ile
hiç bir iliþkisi bulunmayan bir olguydu. –”Ticari sermayelerinin bir kýs-
mýný demiryollarý için çekmeleri nedeniyle ... hemen bütün ticari firma-
lar, iþlerini azçok sermaye kýtlýðý ile karþý karþýya býraktýlar.”– “Ticari
firmalarýn demiryollarýna yaptýklarý büyük ölçüdeki borç vermeler [loc.
cit., s. 42] bunlarý ... senetlerini iskonto ettirmek ve böylece ticari
iþlemlerini yürütmek için bankalara çok fazla yüklenmek zorunda býrak-
tý” (ayný Hodgson’un sözleri, l.c., s. 67). “Demiryolu spekülasyonlarý sonu-
cu Manchester’de muazzam zararlara uðranýldý.” (R. Gardner, daha önce,
Buch I, Kap. XIII, 3. c’de ve baþka birkaç yerde de anýlmýþtý; ifade n°
4884, loc. cit.)
1847 bunalýmýnýn belli baþlý nedenlerinden biri, piyasalarýn mal-
larla dolup taþmasý ve Doðu Hindistan’da yapýlan meta ticaretiyle ilgili
inanýlmaz sahtekarlýktý. Ama, bu alanda iþ yapan çok zengin firmalarý
bile iflas ettiren baþka nedenler de vardý: “Bunlarýn büyük olanaklarý
vardý ama, hazýr, elaltýnda deðildi. Sermayelerin hepsi, Mauritius’daki
çiftliklerde, indigo fabrikalarýnda ya da þeker fabrikalarýnda baðlanmýþ
durumdaydý. 500.000-600.000 sterline kadar büyük borçlara giren firma-
larýn elinde senetlerini ödeyecek hazýr kýymetleri yoktu, ve en sonunda,

Karl Marks 433


Kapital III
senetlerini ödemek için tamamen kredilerine dayanmak zorunda bu-
lunduklarý [sayfa 431] gerçeði ortaya çýktý.” (Ch. Turner, Liverpool’da büyük
bir Doðu-Hint tüccarý n° 730, loc. cit.) Ayrýca bkz: Gardner (n° 4872, loc.
cit.): “Çin ile yapýlan ticaret anlaþmasýndan hemen sonra, ülkemiz için,
Çin ile yapýlan ticaretimizde büyük bir geniþleme olacaðý konusunda
öylesine büyük bir umut belirdi ki, özellikle Çin piyasasý için alýnan tür-
den kumaþlarýn yapýmý için, sýrf bu ticaret gözönünde bulundurularak
büyük kumaþ fabrikalarý kuruldu, ve eski fabrikalarýmýz da bütün bunla-
ra eklenmiþ oldu.” –”4874. Peki bu ticaretin sonu ne oldu? – Neredeyse
tarife sýðmaz büyük bir felaket; 1844 ile 1845’te Çin’e yapýlan tüm sevki-
yatýn üçte-ikisinden fazlasýnýn hiç bir zaman geriye ödendiðini hiç san-
mýyorum; geriye yapýlacak ödemeler için çayýn bellibaþlý meta olmasý
ve zaten kendisine gereksinme bulunmasý sonucu, biz fabrikatörler, çay-
dan alýnan gümrükte yapýlacak büyük bir indirime güvenmiþtik.” – Ve
ardýndan, Ýngiliz fabrikatörlerinin pek bönce ifade edilen amentüleri ge-
liyor: “Bizim dýþ piyasa ile olan ticaretimizin hiç biri, onlarýn mal satýnal-
ma güçleri ile sýnýrlý deðildir ama, bizim mallarýmýz karþýlýðýnda onlardan
aldýðýmýz þeyleri tüketebilme olanaklarýmýzla sýnýrlýdýr.” (Ýngilizlerin tica-
ret yaptýklarý nispeten yoksul ülkeler hiç kuþkusuz ne miktarda olursa
olsun Ýngiliz mallarýnýn karþýlýðýný ödüyor ve tüketiyordu ama ne yazýk ki
zengin Ýngiltere, karþýlýk olarak gönderilen ürünleri yutamýyordu.) – “4876.
Ýlk partide bazý mallar gönderdim ve bu mallar yaklaþýk yüzde 15 zararý-
na satýldý; aracýlarýmýn satýn alacaðý çay fiyatýnýn, bu ülkede o açýðý kapa-
tacak kadar büyük bir kâr saðlayacaðýna tam bir güvenim vardý, oysa ...
kâr saðlamak þöyle dursun, bazý hallerde yüzde 25 ve yüzde 50’ye kadar
zarar ettim.” – “4877. Fabrikatörler genellikle kendi hesaplarýna mý ihra-
cat yaparlardý? – Esas olarak; bence tüccarlar çok geçmeden bu iþlerin
yararlý olmadýðýný gördüler ve kendileri doðrudan doðruya ilgilenecekle-
rine, fabrikatörleri sevkiyat yapmaya teþvik ettiler.” – Öte yandan 1857’de,
zararlar ile baþarýsýzlýklar geniþ ölçüde tüccarlara yüklendi, çünkü fabri-
katörler, dýþ piyasalarý malla doldurma görevini “kendi hesaplarýna” on-
larýn üzerine yýktýlar.

––––––––––––

Bankacýlýktaki geniþleme karþýsýnda (1857’yi hemen izleyen bir-


kaç yýl içersinde, kapitalist çiftçilerin mevduatlarýnýn dört katýna çýktýðýný
gösteren, aþaðýdaki Ýpswich örneðine bakýnýz), daha önce özel yýðma ya
da yedek sikke olarak bulunan paranýn, belli bir süre için daima borç
verilebilir sermayeye çevrilmesi olgusundan doðan para-sermaye artýþý,
Londra’daki hisse senedi bankalarýnýn, mevduata faiz ödemeye baþlama-
larý üzerine, mevduatta görülen artýþlarý daha fazla, üretken sermayede
bir büyüme olduðunu göstermez. Üretimin ölçeði ayný kaldýðý sürece bu
geniþleme, ancak borç verilebilir para-sermayede, üretken para-serma-

434 Karl Marks


Kapital III
yeye göre daha fazla bir bolluða yol açar. Dolayýsýyla faiz oraný düþer.
[sayfa 432]
Yeniden-üretim süreci, aþýrý gerilimden önceki gönenç haline te-
krar ulaþýr ulaþmaz, ticari kredi fazlasýyla geniþler; bu, gerçekten de gene,
kolay geriye akýþlar ve geniþlemiþ üretim için “saðlam” bir temel teþkil
eder. Bu durumda, asgarinin üzerine yükselmekle birlikte faiz oraný hala
düþüktür. Bu aslýnda, düþük bir faiz oraný ve dolayýsýyla borç verilebilir
sermayede nispi bir bolluðun, sanayi sermayesinde gerçek bir geniþleme
ile ayný zamana rasladýðýnýn söylenebileceði biricik zamandýr. Geriye
ödemelerin düzenli ve rahat akýþý, geniþ ticari kredi ile birlikte, talep
artmýþ olmakla birlikte, borç sermayesinin arzýný saðlar ve faiz oranýnýn
yükselmesini engeller. Öte yandan, herhangi bir yedek sermayeleri ol-
maksýzýn ya da hiç sermayeleri bulunmaksýzýn çalýþan ve tamamen para-
krediye dayanarak iþ gören açýkgözlerin sayýlarý, ilk kez kabarmýþ görünür.
Þimdi buna bir de, her türden sabit sermayede bir geniþleme, ve büyük
ve geniþ-ölçekli yeni giriþimlerin açýlmalarý eklenir. Faiz artýk normal
düzeyine yükselir. Yeni bir bunalým baþlar baþlamaz da tekrar en yüksek
düzeyine ulaþýr. Kredi birdenbire kesilir, ödemeler durur, yeniden-üre-
tim süreci felce uðrar, ve daha önce sözü edilen istisnalar ile, aþýrý bol
bir atýl sanayi sermayesi, neredeyse mutlak bir borç sermaye yokluðu ile
yanyana görülür.
Genellikle, borç sermayesinin faiz oranýnda ifadesini bulan hare-
keti, sanayi sermayesinin hareketiyle zýt yöndedir. Düþük ama asgarinin
üzerinde bir faiz oranýnýn, bunalýmdan sonraki “iyileþme” ve artan gü-
venle bir arada görüldüðü evre, ve özellikle faiz oranýnýn, en düþük ile en
yükseðin tam ortasýnda, ortalama düzeye eriþtiði evre, borç sermayesin-
deki bollukla, sanayi sermayesindeki büyük geniþlemenin ayný zamana
rasladýðý biricik iki dönemdir. Ama, sýnai çevrimin baþlangýcýnda, düþük
bir faiz oraný, sanayi sermayesinde bir daralmayla, ve sýnai çevrimin
sonunda, yüksek bir faiz oraný, sanayi sermayesinde bir bollukla ayný
zamanda görülür. “Ýyileþme” ile birlikte görülen düþük bir faiz oraný,
ticari kredinin, henüz kendi kendine yettiði için banka kredisine ancak
pek az gereksinme gösterdiðini ortaya koyar.
Sýnai çevrim öyle bir niteliktedir ki, bir kez ilk hareket verildi mi,
ayný devrenin, devresel olarak kendi kendini yeniden üretmesi gerekir.8
8
[Bir baþka yerde de deðindiðim gibi [Kapital, Birinci Cilt, s. 37-38, -Ed.] son büyük genel
bunalýmdan beri burada bir deðiþiklik olmuþtur. Daha önceki on yýllýk döngüleriyle, devresel
süreçlerin had biçimi, yerini -çeþitli sanayi ülkelerinde çeþitli zamanlarda yer alan- iþlerde nis-
peten kýsa ve hafif bir iyileþme ve nispeten uzun ve kararsýz depresyon arasýnda deðiþen, daha
kronik ve daha uzun süreli biçimlere býrakmýþ görünmektedir. Ama bu, belki de, yalnýzca,
döngülerin sürelerinin uzamasý sorunudur. Dünya ticaretinin ilk yýllarýnda, 1815-47 arasýnda, bu
döngülerin yaklaþýk beþ yýl sürdüðü gösterilebilir; 1847 ile 1867 arasýnda, döngü açýkça on yýldýr;
þimdi, acaba, bugüne deðin eþi görülmemiþ yeni bir dünya bunalýmýnýn hazýrlýk aþamasýnda mý
bulunuyoruz? Pek çok þey bu yöne iþaret ediyor. Son l867 genel bunalýmýndan beri, bir çok de-
rin deðiþiklikler olmuþtur. Ulaþtýrma ve iletiþim araçlarýndaki dev geniþleme -okyanuslardaki
þilepler, demiryollarý, telgraf, Süveyþ Kanalý- gerçek bir dünya piyasasýný bir olgu haline getirmiþtir.

Karl Marks 435


Kapital III
Gevþeme dönemi boyunca üretim, bir önceki çevrimde ulaþtýðý ve þimdi
kendisi için gerekli teknik temelin kurulduðu düzeyin altýna düþer. Gö-
nenç döneminde –ara dönemde– bu temel üzerinde geliþmeye devam
eder. Aþýrý-üretim ve spekülasyon döneminde, üretim sürecinin kapitali-
stçe sýnýrlarýný aþana kadar, üretken güçleri sonuna dek zorlar. [sayfa 433]
Bunalým dönemi boyunca, ödeme aracý kýtlýðý olduðu açýktýr. Po-
liçelerin paraya çevrilebilmesi, metalarýn kendi baþkalaþýmlarýnýn yerini
alýr , ve yalnýzca kredi ile iþ gören firmalarýn oraný ne kadar büyükse, bu
gibi zamanlarda bu, o kadar fazla olur. 1844-45’de görüldüðü gibi, bilisiz-
lik içeren ve hatalý banka yasalarý bu para bunalýmýný daha da yoðun-
laþtýrabilir. Ama hiç bir banka yasasý bu bunalýmý önleyemez.
Yeniden-üretim sürecinin tüm sürekliliðinin krediye dayandýðý bir
üretim sisteminde, kredinin birdenbire kesildiði ve ancak nakit ödeme-
lerin geçerli olduðu sýralarda –ödeme araçlarýna olan büyük hücum
karþýsýnda– bir bunalýmýn mutlaka ortaya çýkacaðý açýktýr. Bu yüzden, ilk
bakýþta bütün bunalým sýrf bir kredi ve para bunalýmý gibi görünür. Ve
aslýnda bu, yalnýzca, poliçelerin paraya çevrilebilme sorunudur. Ne var
ki bu poliçelerin çoðunluðu, fiili alým-satýmlarý temsil eder ve bu alým-
satýmlarýn geniþliðinin toplumun gereksinmelerinin çok üzerinde olmasý,
en sonunda, bütün bu bunalýmýn temelidir. Ayný zamanda, bu poliçele-
rin muazzam bir miktarý, þimdi günýþýðýna çýkan ve sabun köpüðü gibi
sönen düpedüz bir dolandýrýcýlýðý; ayrýca, baþkalarýnýn sermayesi ile ya-
pýlan baþarýsýz spekülasyonlarý; ve ensonu, deðer kaybeden ya da hiç
satýlmayan meta-sermayeyi, ya da hiç bir zaman tekrar gerçekleþtirileme-
yecek olan geriye dönüþleri temsil eder. Yeniden-üretim sürecindeki
zoraki geniþlemeye dayanan bu baþtan sona yapay sisteme, hiç kuþkusuz,
Ýngiltere Bankasý gibi bir bankanýn, bütün dolandýrýcýlara, senetleri yo-
luyla deðersiz sermaye vermesi ve deðer kaybetmiþ bütün metalarý eski
nominal deðerleri üzerinden satýn almasýyla çare bulunamaz. Ayrýca bura-
da her þey çarpýtýlmýþ bir görünüþtedir, çünkü bu senet dünyasýnda, ger-
çek fiyat ile bunun gerçek temeli hiç bir yerde görünmez, yalnýz külçeler,
madeni sikkeler, banknotlar, poliçeler, senetler vardýr. Özellikle, ülkenin
Londra gibi tüm para iþlerinin toplandýðý merkezlerde, bu çarpýklýk daha
göze batar haldedir; süreç baþtan sona anlaþýlmaz hale gelmiþtir; üretim
merkezlerinde bu, daha az böyledir.

Ýngiltere’nin sanayideki eski tekeline bir takým rakip sanayi ülkeleri karþý çýkmýþtýr; dünyanýn
her yanýnda, Avrupa’daki fazla sermaye yatýrýmý için, uçsuz bucaksýz ve çeþitli alanlar açýlmýþ,
böylece daha geniþ bir alana daðýlmasý ve yerel aþýrý-spekülasyonun daha kolay önlenmesi
olanaðý saðlanmýþtýr. Bütün bunlar aracýlýðý ile, eski bunalýmý üreten ortamlar ve bunlarýn geliþ-
mesini saðlayan olanaklar, ya yokedilmiþ ya da çok azaltýlmýþtýr. Ayný zamanda, karteller ve
tröstler karþýsýnda, iç piyasadaki rekabet gerilediði halde, dýþ piyasalarda, Ýngiltere dýþýnda bütün
büyük sanayi ülkelerinin çevresini çevirdikleri koruyucu gümrük tarifeleriyle sýnýrlandýrýlmýþ
bulunmaktadýr. Ne var ki, bu koruyucu gümrük tarifeleri, dünya piyasasýna kimin egemen ola-
caðýný kararlaþtýracak olan, son genel sanayi savaþý için yapýlan hazýrlýklardan baþka bir þey
deðildir. Þu halde, eski bunalýmlarýn yinelenmesine karþý iþleyen her etmen, kendi içersinde,
gelecekteki çok daha güçlü bir bunalýmýn tohumlarýný taþýmaktadýr. -F.E.]

436 Karl Marks


Kapital III
Bunalým sýrasýnda görülen aþýrý sanayi sermayesi bolluðu ile ilgili
olarak þunlarýn da dikkate alýnmasý gerekir: meta-sermayenin kendisi
ayný zamanda para-sermaye, yani metalarýn fiyatlarýnda ifadesini bulan
[sayfa 434] belli bir deðer miktarýdýr. Kullaným-deðeri olarak bu, belli nicelik-
te kullaným nesneleridir ve bunalým zamanlarýnda bunlarýn mevcudun-
da bir fazlalýk vardýr. Ama bizatihi para-sermaye olarak, potansiyel
para-sermaye olarak, sürekli geniþlemeye ve daralmaya tabidir. Buna-
lým arifesinde ve bunalým sýrasýnda, potansiyel para-sermaye niteliði içer-
sindeki meta-sermaye daralmýþtýr. Sahibi ve alacaklýlarý için, satýn alýndýðý,
ve iskonto ve rehin iþlemlerinin kendisine dayanýlarak yapýldýðý zamana
göre, daha az para-sermayeyi (poliçeler ve borçlar için teminatý) temsil
eder. Bir ülkede para-sermayenin, darlýk zamanlarýnda azaldýðýný iddia
etmenin anlamý eðer buysa, bu, meta-fiyatlarýnýn düþtüðünü söylemekle
ayný þeydir. Fiyatlardaki böyle bir çöküntü yalnýzca, bunlarda bulunan
daha önceki enflasyonu dengelemiþ olur.
Üretken olmayan sýnýflar ile, sabit gelirleriyle yaþayanlarýn gelirle-
ri, aþýrý-üretim ve aþýrý-spekülasyon ile elele giden fiyat enflasyonu sý-
rasýnda genellikle ayný kalýr. Dolayýsýyla, bunlarýn tüketim kapasiteleri ve
bununla birlikte de, toplam yeniden-üretimin normal olarak bunlarýn
tüketimine giren kýsmýný yerine koyma olanaklarý da nispi olarak azalýr.
Talepleri nominal olarak ayný kaldýðý zaman bile, gerçekte azalýr.
Ýthalat ve ihracat ile ilgili olarak þu noktayý dikkate almak gerekir
ki, birbiri ardýna bütün ülkeler, bunalýma sürüklenmiþ olurlar ve o za-
man, birkaçý dýþýnda hepsinin de, gereðinden fazla ithalat ve ihracat
yaptýklarý, bu yüzden de hepsinin, aleyhlerinde bir ödeme dengesine
sahip olduklarý ortaya çýkar. Bu nedenle, rahatsýzlýk, aslýnda ödemeler
dengesinde deðildir. Örneðin, Ýngiltere, dýþarýya bir altýn akýþýndan mus-
tariptir. Çok fazla ithalat yapmýþtýr. Ama ayný zamanda, bütün öteki ül-
kelerde de, Ýngiliz mallarý ile aþýrý bir dolma olmuþtur. Demek ki, onlar
da aþýrý-ithalatta bulunmuþlar ya da aþýrý-ithalat yapma durumuna sokul-
muþlardýr. (Krediyle ihracat yapan bir ülke ile, krediyle pek az ihracat
yapan ya da hiç yapmayan ülke arasýnda gerçi bir fark vardýr, ama o sý-
rada bu ikincisi de kredi ile ithalat yapma durumundadýr; ve ancak
mallarýn bu ülkeye konsinye olarak gönderilmesi halinde, durum böyle
deðildir.) Bunalým, önce Ýngiltere’de, ödemeler dengesi nedeniyle en
fazla kredi veren ve en az kredi alan, hemen tasfiye edilmesi gerekli va-
desi gelmiþ ödemeler dengesinin genel ticaret dengesi lehte olsa bile
aleyhte olduðu ülkede patlak verebilir. Bu durum, kýsmen verilmiþ bulu-
nan kredilerin ve kýsmen de, dýþ ülkelere büyük miktarlarda sermaye
borç verilerek, fiili ticaretin saðladýðý geriye dönüþlere ek olarak, geriye
büyük kitleler halinde meta akýþýna yolaçýlmasýnýn bir sonucu þeklinde
açýklanmaktadýr. (Bununla birlikte, bunalým, zaman zaman, ticaret ve
sermaye kredisinin çoðunu Ýngiltere’den alan Amerika’da patlak ver-
miþtir.) Ýngiltere’de dýþarýya altýn akýþý ile baþlayan ve onunla birlikte

Karl Marks 437


Kapital III
görülen çöküntü, Ýngiltere’nin ödemeler dengesini, kýsmen ihracatçýla-
rýnýn iflasý ile (aþaðýda bu konuda daha fazla durulacaktýr), kýsmen meta-
sermayesinin bir kýsmýný düþük fiyatlarla dýþ ülkelerde elden çýkartmakla
ve kýsmen de, yabancý deðerli [sayfa 435] senetlerin satýþý ve Ýngiliz deðerli
senetlerinin satýn alýnmasý ile dengelemektedir. Þimdi bir baþka ülkeye
sýra gelmiþtir. Ödemeler dengesi kýsa bir süre için bu ülke lehindeydi;
ama þimdi, ödemeler dengesi ile ticaret dengesi arasýnda normal olarak
bulunan zaman aralýðý ortadan kalkmýþ ya da en azýndan bunalým nede-
niyle kýsalmýþtýr: þimdi birdenbire bütün ödemelerin hemen yapýlmasý
bekleniyor. Ayný þey þimdi burada yineleniyor. Ýngiltere’de þimdi geriye
bir altýn akýþý var, diðer ülkelerde ise dýþarýya doðru. Bir ülkede aþýrý ithal
olarak görünen þey, diðerinde aþýrý ihraç olarak görünüyor ve tersi. Ne
var ki, aþýrý ithal ve aþýrý ihraç bütün ülkelerde yapýlmýþtýr (biz burada,
kötü üründen falan deðil, genel bir bunalýmdan sözediyoruz); yani kre-
dinin teþvik ettiði bir aþýrý-üretim ve bununla elele giden genel bir enflasy-
on.
1857’de, Birleþik Devletler’de bunalým patlak verdi. Bunu, Ýngil-
tere’den Amerika’ya bir altýn akýþý izledi. Ne var ki Amerika’daki balon
patlar patlamaz, bu sefer de, bunalým Ýngiltere’de patlak verdi ve altýn,
Amerika’dan Ýngiltere’ye aktý. Ýngiltere ile Kýta Avrupasý arasýnda da ayný
þey oldu. Ödemeler dengesi, genel bunalým zamanlarýnda her ulus için,
hiç deðilse ticari bakýmdan geliþmiþ bir ulus için aleyhtedir, ama daima
her ülke için, yaylým ateþi gibi, yani herbirine ödeme yapma sýrasý gelir
gelmez, bu böyledir. Ve bir kez bunalým patlak verdi mi, örneðin Ýngilte-
re’deki gibi, bu, süreler dizisini, çok kýsa dönemler halinde sýkýþtýrýr. Ýþte
o zaman bütün bu uluslarýn ayný zamanda aþýrý-ihracat yaptýklarý (yani
aþýrý-üretimde bulunduklarý) ve aþýrý-ithalat yaptýklarý (yani, aþýrý-ticaret
yaptýklarý), hepsinde fiyatlarýn þiþtiði, ve kredinin gereðinden fazla yayýl-
dýðý ortaya çýkar. Ve hepsinde ayný çöküþ olur. Dýþarýya altýn akýþý görün-
güsü hepsinde ardarda yer alýr ve bu da tam da genel niteliði ile, 1) dýþa-
rýya altýn akýþýnýn, bunalýmýn nedeni deðil, yalnýzca bir görüngüsü ol-
duðunu; 2) bunalýmýn çeþitli ülkelere isabet sýrasýnýn yalnýzca bu ülkele-
rin kýyamet günlerinin ne zaman olduðunu, yani bunalýmýn ne zaman
baþladýðýný ve duraðan haldeki öðelerin buralarda ne zaman ortaya çýktý-
ðýný gösterdiðini tanýtlar.
Ýngiliz iktisat yazarlarýnýn –1830’dan beri sözü edilmeye deðer ik-
tisat yazýný ana çizgileriyle, dolaþým aracý (currency), kredi ve bunalýmlar
konularýnda yazýn halini almýþtýr– bellibaþlý özelliði, bunalým zamanlarýn-
da, kambiyo kurlarýndaki dönüþe karþýn, deðerli madenlerin ihracýna,
sýrf ulusal bir görüngü olarak yalnýzca Ýngiltere açýsýndan bakmalarý ve
bunalým zamanlarýnda kendi bankalarý faiz oranýný yükselteceði zaman,
öteki bütün Avrupa bankalarýnýn da faiz oranýný yükseltmeleri, ve dýþarýya
altýn akýþý konusunda bugün kendi ülkelerinde yükselen tehlike çýðlýkla-
rýnýn, yarýn Amerika’nýn, ertesi günü de Almanya ve Fransa’nýn izlemele-

438 Karl Marks


Kapital III
ri olgusuna gözlerini sýký sýkýya kapatmalarýdýr.
1847 yýlýnda, “bu ülkenin” [çoðunlukla tahýl için] “üzerine düþen
yükümlülükleri yerine getirmesi gerekiyordu. Ne yazýk ki bunlar büyük
ölçüde iflaslarla karþýlanýyordu” [zengin Ýngiltere, Kýta Avrupasýna ve
Amerika’ya karþý olan yükümlülüklerine, iflaslarla çare bulmuþtu], “ama
[sayfa 436] bunlar iflaslarla karþýlanmadýklarý ölçüde, altýn ihracý ile karþýla-
nýyorlardý.” (Report of Committee on Bank Acts, 1857.) Baþka bir deyiþle,
Ýngiltere’de bir bunalýmýn banka yasasý ,ile yoðunlaþtýrýldýðý ölçüde, bu
yasa, kýtlýk dönemlerinde tahýl ihraç eden ülkeleri, önce tahýllarý üzerin-
den sonra da tahýla ödenecek para üzerinden dolandýrmada bir araç
oluyordu. Kendileri þu ya da bu ölçüde kýtlýk içersinde ter döken ülkeler
için, bu gibi dönemlerde tahýl ihracýný yasaklamak, bu nedenle, Ýngiltere
Bankasýnýn, tahýl ithali için “yükümlülüklerini iflaslarla karþýlama” planýný
suya düþürmek için çok akýllýca bir önlem olur. Tahýl üreticileri ile spe-
külatörlerinin, kârlarýnýn bir kýsmýný ülkelerinin çýkarý için kaybetmeleri,
Ýngiltere’nin çýkarlarý için sermayelerini kaybetmelerinden herhalde çok
daha iyidir.
Bütün bunlardan çýkan sonuç þudur ki, bunalým sýralarýnda ve
genellikle iþlerin iyice durgunlaþtýðý dönemlerde meta-sermaye, potan-
siyel para-sermaye olma niteliðini geniþ ölçüde yitirmektedir. Ayný þey,
borsada para-sermaye olarak dolaþýmda bulunduðu ölçüde, hayali ser-
maye, faiz getiren senet için de doðrudur. Yükselen faiz ile birlikte fiyatý
düþer. Ayrýca, sahibi para saðlamak için piyasaya büyük miktarlarda me-
ta yýðmak zorunda kalacaðý için, genel bir kredi kýtlýðýnýn sonucu olarak
da meta-sermayenin fiyatý düþer. Ensonu, hisse senetleri sözkonusu ol-
duðunda, kýsmen, çeklerini teþkil ettiði gelirlerdeki azalmanýn ve kýs-
men de, çoðu kez temsil ettiði firmalarýn sahte kimliðinin sonucu olarak
da düþer. Bu hayali para-sermaye bunalým zamanlarýnda büyük ölçüde
azalýr ve bununla birlikte de, sahibinin piyasada onun üzerinden borç
para alma olanaðý da. Bununla birlikte, bu senetlerin borsa listesindeki
para eþdeðerlerinin küçülmesinin, temsil ettikleri gerçek sermaye ile
hiç bir iliþkisi yoktur, ama sahiplerinin borçlarýný tasfiye etmeleri ile ger-
çekten yakýn iliþkisi vardýr. [sayfa 437]

Karl Marks 439


Kapital III
OTUZBÝRÝNCÝ BÖLÜM
PARA-SERMAYE VE GERÇEK SERMAYE
II
(DEVAM)

ÞU soru ile henüz iþimiz bitmiþ deðil: borç verilebilir para-serma-


ye biçimindeki sermaye birikimi, gerçek birikimle, yani yeniden-üretim
sürecinin geniþlemesiyle ne ölçüde çakýþýr?
Paranýn borç verilebilir para-sermayeye dönüþmesi, paranýn üret-
ken sermayeye dönüþmesinden çok daha basit bir sorundur. Ama bura-
da þu iki þeyi birbirinden ayýrmak gerekir:
1) paranýn, borç sermayesine basit dönüþümü;
2) sermayenin ya da gelirin, borç sermayesine dönüþtürülmüþ
paraya dönüþmesi.
Gerçek bir sanayi sermayesi birikimi ile baðlý bulunan, pozitif bir
borç sermayesinin birikimini, ancak bu son nokta içersine alabilir.

1. PARANIN BORÇ SERMAYESÝNE DÖNÜÞMESÝ

Üretken birikim ile baðlý büyük bir borç sermaye yýðýlmasý ya da


fazlalýðýnýn, ancak, onunla ters orantýlý olmasý ölçüsünde meydana gele-
bileceðini görmüþ bulunuyoruz. Sýnai çevrimin iki evresinde durum böy-
ledir; ilki, sanayi sermayesinin, hem üretken ve hem de meta-sermaye
biçiminde daraldýðý sýrada, yani bunalýmdan sonra çevrimin baþlangýcýn-
da; ve ikinci olarak da, iyileþmeler baþladýðý, ama ticari kredinin daha
henüz banka kredisini büyük ölçüde kullanmadýðý sýrada. Birinci du-
rumda, [sayfa 438] daha önce üretimde ve ticarette kullanýlan para-ser-

440 Karl Marks


Kapital III
maye, atýl borç sermayesi olarak görünür; ikincisinde, artan ölçüde, ama
çok düþük bir faiz oraný ile kullanýlýr görünür, çünkü sanayi ve ticaret
kapitalistleri, þimdi, para-kapitalistlere kendi koþullarýný kabul ettirmek-
tedirler. Borç sermayesi bolluðu, birinci durumda, sanayi sermayesinde
bir durgunluðu, ikincisinde –geriye ödemelerin akýcýlýðý, kýsa vadeli kre-
diler ve çoðu iþlemlerin kendi sermayesi ile yapýlmasý nedeniyle– ticari
kredinin banka kredisinden nispi bir baðýmsýzlýðým ifade eder.
Baþkalarýnýn kredi sermayesine güvenen spekülatörler, henüz sahneye
çýkmamýþtýr; kendi sermayeleri ile çalýþan kimseler, aþaðý yukarý saf kre-
di iþlemlerinden henüz uzaktýrlar. Ýlk evrede, borç sermaye fazlalýðý, ger-
çek birikimin tam karþýtýný ifade eder. Ýkinci evrede, yeniden-üretim
sürecindeki yenilenen bir geniþleme ile ayný zamana raslar; onunla bir-
likte görülür, ama onun nedeni deðildir. Borç sermaye bolluðu artýk
azalmaktadýr, yani talebe göre henüz ancak nispidir. Her iki durumda
da, gerçek birikim sürecinin geniþlemesini, düþük bir faizin –bu, birinci
durumda düþük fiyatlarla, ikincisinde yavaþ yavaþ yükselen fiyatlarla ayný
zamanda görülür– kârýn, giriþim kârýna dönüþmüþ bulunan kýsmýný artýr-
masý olgusu saðlamýþtýr. Faizin, gönenç döneminin doruða ulaþtýðý sýra-
da ortalama düzeyine yükseldiði, gerçekten büyüdüðü, ama kârla orantýlý
olmadýðý zamanlarda, bu, daha da büyük ölçüde yer alýr.
Öte yandan, borç sermayesi birikiminin, gerçek bir sermaye biri-
kimi olmadan da yer alabileceðini, yani bankacýlýk sistemindeki geniþle-
me ve yoðunlaþma, dolaþým yedeklerinde ya da özel ödeme araçlarý
yedek fonunda saðlanan ve kýsa bir süre için daima borç sermayesine
çevrilen tasarruflar gibi sýrf teknik yollardan da meydana gelebileceðini
görmüþ bulunuyoruz. Bu yüzden kendisine dolaþan sermaye (floating
capital) de denilen bu borç sermayesi, daima ancak kýsa süreler için
borç sermayesi biçiminde (ve gerçekte, ancak kýsa bir süre, iskonto için
de kullanýlabilir) kalmakla birlikte, sürekli bir yükselme ve alçalma du-
rumundadýr. Birisi çökecek olsa bir baþkasý ilave yapar. Dolayýsýyla, borç
verilebilir para-sermaye kitlesi, gerçek birikimden tamamen baðýmsýz
olarak büyür (biz burada, birkaç yýl için verilen borçlardan deðil, yalnýz
poliçeler ve mevduat üzerinden kýsa vadeli olanlardan sözediyoruz).
Banka Komitesi. 1857. Soru 501. “‘Floating capital’ sözü ile neyi
kastediyorsunuz?” – [Ýngiltere Bankasý Guvernörü Mr. Weguelin’in yaný-
tý:] “Bu, kýsa süreli borç para için kullanýlýyor. ... (502) Ýngiltere Bankasý
banknotlarý ... taþra bankalarý dolaþým araçlarý, ve ülkedeki toplam ma-
deni para.” – [Soru:] “Komiteye sunulan belgelere göre, eðer siz floating
capital ile aktif dolaþýmý” [Ýngiltere Bankasý banknotlarýnýn dolaþýmýný]
“kastediyorsanýz, aktif dolaþýmda çok büyük dalgalanmalar olduðu anla-
þýlýyor mu?” [Ama bu aktif dolaþýmýn, para-ikrazcýsý ya da bizzat yeni-
den-üretimde bulunan kapitalist tarafýndan avans verilmesi arasýnda çok
büyük bir fark vardýr. Weguelin’in yanýtý:] “Ben floating capital’a, önemli
[sayfa 439] dalgalanmalar gösteren, bankerlerin yedeklerini de katýyorum.”

Karl Marks 441


Kapital III
– Bunun anlamý, mevduatýn bankerler tarafýndan henüz tekrar borç
verilmemiþ bulunan, ama bunlarýn yedekleri olarak kabul edilen, ve
büyük bir kýsmý, yatýrýldýklarý Ýngiltere Bankasýnýn da yedeði olan kýsmýn-
da önemli dalgalanmalar olduðudur. En sonu, ayný bay þöyle diyor: floa-
ting capital, külçe altýn, yani çubuk ya da sikke olabilir (503). – Para
piyasasýnýn, bu anlaþýlmasý güç kredi dilinde, ekonomi politiðin bütün
kategorilerinin nasýl bambaþka bir anlam ve biçime girdiklerini görmek,
gerçek bir harika. Floating capital, orada, kuþkusuz büsbütün farklý bir
þey olan, circuleting capital [döner sermaye] için kullanýlan bir terim
oluyor; ve, para, sermaye; külçe altýn, sermaye; banknotlar, dolaþým
aracý; sermaye, bir meta; borçlar, metalar ve sabit sermaye, satýþý zor
senet þeklinde yatýrýlmýþ para oluyor!
“Londra’daki hisse senetli bankalar ... 1847’de 8.850.774 sterlin
olan mevduatlarýný 1851’de 43.100.724 sterline yükselttiler. ... Komiteni-
ze verilen ifadeden þu sonuç çýkýyor ki, bu muazzam meblaðýn büyük
bir kýsmý, bu amaç için o zamana kadar mevcut bulunmayan kaynaklar-
dan saðlanmýþtýr; ve bankalarda hesap açmak ve mevduat bulundur-
mak alýþkanlýðý, daha önce sermayelerini (!) bu þekilde kullanmayan
çok sayýda sýnýflara da yayýlmýþtýr. Özel Taþra Bankerleri Birliðinin” [bun-
lar hisse senetli bankalardan farklýdýr] “Baþkaný olan ve komiteye ifade
vermekle görevlendirilen Mr. Rodwell, Ýpswich çevresinde bu uygula-
manýn, son zamanlarda bölge çiftçileri ve esnaflarý arasýnda dört kat
arttýðýný; neredeyse bütün çiftçilerin, yýlda ancak 50 sterlin rant ödeyen-
lerin bile, þimdi bankalarda mevduat bulundurduklarýný söylemiþtir. Bir
araya gelen bu mevduat hiç kuþkusuz ticarette kullanýlmak üzere bir yol
buluyor ve özellikle ticari faaliyetin merkezi olan Londra’da toplanarak,
önce senetlerin iskontosunda ya da Londra bankerlerinin müþterilerine
verilen diðer avanslarda kullanýlýyor. Ayrýca, bankerlerin kendilerinin he-
men gereksinmeleri olmayan bu büyük kýsým ise bill broker’larýn [sim-
sarlarýn] eline geçiyor; bunlar, karþýlýðýnda bankere, kendilerine verilen
meblaðýn teminatý olarak, Londra’da ve ülkenin çeþitli yerlerinde bulu-
nan kimseler için zaten iskonto edilmiþ ticari senetleri veriyorlar.” (Bank
Committee, 1858, s.v.)
Bill broker’a, zaten daha önce kendisinin iskonto ettiði poliçeler
karþýlýðý avans vermekle, banker aslýnda bunlarý reeskont etmiþ oluyor;
ne var ki gerçekte bu senetlerin pek çoðunu bill broker zaten reeskont
etmiþ bulunuyor ve, bill brokerin senetlerini reeskont etmek için banke-
rin kullandýðý ayný para ile bill broker þimdi yeni senetleri reeskont edi-
yor. Bunun neye yol açtýðýný þu satýrlar gösteriyor: “Karþýlýksýz poliçeler
ve açýk krediler ile, büyük hayali krediler yaratýlmýþ oldu; taþradaki hisse
senetli bankalarýn bu gibi poliçeleri iskonto ederek ve bunlarý gerçek
niteliklerine bakmaksýzýn yalnýz bankanýn kredisine dayanarak, Londra
piyasasýndaki bill broker’lara reeskont ettirerek büyük olanaklar [sayfa 440]
saðlanmýþ oldu.” (loc. cit., s. xxý.) Bu reeskont ve borç verilebilir para-

442 Karl Marks


Kapital III
sermayeyi artýrma yolunda baþvurulan bu tekniðin kredi sahtekarlýklarý-
na saðladýðý yardým konusunda, Economist’ten yapýlan þu alýntý ilginçtir:
“Son birkaç yýldýr sermaye” [yani, borç verilebilir para-sermaye] “ülke-
nin bazý bölgelerinde, kullanýlabileceðinden daha büyük bir hýzla birikti,
oysa diðer bölgelerde, sermayeyi kullanma araçlarý, sermayenin kendis-
inden daha büyük bir hýzla arttý. Bütün ülke boyunca tamamen tarýmsal
bölgelerdeki bankerler, mevduatlarýný kendi bölgelerinde, kârlý ve gü-
venli bir þekilde kullanacak yeterli olanak bulamadýklarý halde, büyük
ticaret kentleri ile, fabrika ve madencilik bölgelerindeki bankerler, ser-
mayeye karþý, kendi olanaklarý ile karþýlayamayacaklarý ölçüde bir talep-
le karþýlaþtýlar. Farklý bölgelerdeki bu farklý durumlar son yýllarda sermaye
daðýlýmý için yeni tür firmalarýn kurulmalarýna ve hýzla geniþlemelerine
yolaçtý; genellikle bill broker denilen bu kimseler gerçekte büyük ölçek-
te iþ yapan bankerlerdir. Bu firmalarýn iþi bu gibi dönemlerde, bankerle-
re ait sermaye fazlalýðýný; bunu kullanamayan bölgelerden, ve bir de
halka açýk þirketler [public companies] ile, büyük ticari kuruluþlarýn geçici
olarak kullanýlmayan paralarýný, daha önce kararlaþtýrýlan bir faiz oraný
ile almak ve bunlarý genellikle onlarýn müþterilerinden alýnan senetleri
reeskont ederek, daha büyük sermaye talebi olan bölgelerdeki banker-
lere daha yüksek bir faiz oraný ile vermektir ... böylece, Lombard Street,
yedek sermayenin, bunun kârlý olarak kullanýlamadýðý ülkenin bir bölge-
sinden, bu sermayeye talep bulunan bir baþka bölgesine transferinin, ya
da ayný koþullar altýndaki bireyler arasýnda sermaye aktarýlmasýnýn yapýl-
dýðý büyük bir merkez olmuþtur. Baþlangýçta bu iþlemler, neredeyse ta-
mamen banka deðerli senetleri üzerine borç alma ve borç vermeden
ibaretti. Ama, ülkedeki sermaye hýzla birikip de, banka kuruluþlarý ta-
rafýndan daha fazla tasarruf edilir hale gelince, bu ‘iskonto firmalarýnýn’
tasarrufundaki fonlar öylesine geniþledi ki, bunlar, önce dock warrants
of merchandise (doklardaki metalarýn depolama dokümanlarý) ve ar-
dýndan da, henüz ülkeye gelmemiþ, genellikle olmasa bile bazan tücca-
rýn kendi simsarý üzerine çektiði çeklerle saðlanan mallarý temsil eden
yükleme belgeleri karþýlýðýnda avans vermeye baþladýlar. Bu uygulama,
Ýngiltere ticaretinin bütün niteliðini hýzla deðiþtirdi. Lombard Street’te
böylece saðlanan olanaklar Mincing Lane’deki simsarlara büyük bir güç
verdi ... ve bunlar da, bütün bu avantajý ithalatçý tüccarlara sundular;
ithalatçý tüccarlar bundan öylesine yararlandýlar ki, 25 yýl önce bir tücca-
rýn, yükleme belgesi ya da hatta dock warrants üzerinden avans almýþ
olmasý, kredisinin mahvý demek olduðu halde, bu uygulama son yýllar-
da öylesine yaygýnlaþmýþtý ki, þimdi, 25 yýl önceki gibi artýk az görülen bir
istisna deðil, genel bir kural halini aldýðý söylenebilir. Bu kadarla da kal-
madý, bu sistem o kadar ileri götürüldü ki, uzak sömürgelerin gelecekte-
ki ürünlerine karþý çekilen çeklerle Lombard Street’te büyük [sayfa 441]
meblaðlar toplandý. Ýthalat yapan tüccarlara saðlanmýþ bulunan bu gibi
olanaklar, bunlarýn dýþ ülkelerdeki iþlemlerini geniþletmelerine ve þimdiye

Karl Marks 443


Kapital III
deðin iþlerini çevirdikleri dolaþan (floating) sermayelerini, üzerlerinde
pek az ya da hiç denetimde bulunamayacaklarý, ne olacaðý belirsiz sabit
deðerlere –yabancý plantasyonlara– yatýrmalarýna yolaçtý. Ve böylece biz,
kýrsal bölgelerde, taþra bankalarýnda mevduat þeklinde küçük meblað-
lar halinde toplanan ve kullanýlmak üzere Lombard Street’te biraraya
gelen ülke sermayesinin doðrudan doðruya krediye dönüþerek, önce,
madencilik ve fabrika bölgelerindeki bankalara senet reeskont etmek
suretiyle buralardaki iþlemlerin geniþletilmesi için; sonra da, dock war-
rants ve sevk evraký üzerinden avans vererek yabancý ürünlerin ithali
için daha büyük olanaklar saðlamakta kullanýldýðýný ve böylece, yabancý
ülkelerle sömürgelerde iþ yapmakta olan firmalarýn ‘yasal’ ticari sermay-
esini serbest býrakarak, yabancý plantasyonlara en uygunsuz yatýrýmlarýn
yapýlmasýna fýrsat verildiðini görüyoruz.” (Economist, November 20, 184
7, s. 1334.) Bu, kredilerin nasýl “güzelce” yenilip yutulduðunu gösteriyor.
Taþradaki mevduat sahibi, yalnýz bankerine para yatýrdýðýný sanýyor, ve
üstelik, bankeri bir baþkasýna borç verdiði zaman, bu borcu, kendi taný-
dýðý özel kiþilere verdiðini hayal ediyor. O, bu bankerin, mevduatýný,
yaptýðý iþler üzerinde en ufak bir denetimleri bulunmayan Londralý bir
bill brokerin emrine verdiði konusunda en ufak bir kuþku duymuyor.
Demiryollarý gibi büyük kamu kuruluþlarýnýn, yatýrýlan mevduatla-
rýn, gerçekten kullanýlana kadar, belli bir süre daima bankerlerin tasar-
rufunda kalmalarý nedeniyle borç sermayesini geçici olarak nasýl
artýrabileceklerini daha önce görmüþ bulunuyoruz.

––––––––––––

Þu da var ki, borç sermayesinin kitlesi, dolaþým aracý miktarýndan


tamamen farklýdýr. Dolaþým aracý miktarý ile biz burada, deðerli madeni
çubuklar da dahil, bir ülkede mevcut olan ve dolaþýmda bulunan bütün
banknotlar ile sikkelerin toplamýný kastediyoruz. Bu miktarýn bir kýsmý,
bankalarýn büyüklükleri sürekli deðiþiklik gösteren yedeklerini oluþturur.
“1857 yýlý 12 Kasýmýnda” [1844 tarihli Banka Yasasýnýn yürürlük-
ten kaldýrýldýðý tarih] “Londra Bankasýnýn (Londra ve bütün þubeleri da-
hil) bütün yedeði ancak 580.751 sterlindi; ayný tarihteki mevduat tutarý
22.500.000 sterlindi ve bunun yaklaþýk altý buçuk milyonu Londralý ban-
kerlere aitti. (Bank Acts, 1858, s. LVIl)
Faiz oranýndaki deðiþmeler (daha uzun dönemlerde meydana
gelenler ya da çeþitli ülkeler arasýnda faiz oranýnda görülen deðiþiklikler
dýþýnda kalanlar; bunlardan ilki, genel kâr oranýndaki deðiþmelere, ikin-
cisi, kâr oranlarý ile, kredinin geliþme derecesindeki farklýlýklara baðlýdýr)
borç sermayesinin (öteki bütün koþullar, güven durumu, vb. eþit olmak
[sayfa 442] üzere), yani para, sikke ve banknot biçiminde borç verilen ser-
mayenin arzýna baðlýdýr; ve bu, yeniden-üretimi yürütenlerin kendi arala-
rýnda ticari kredi aracýlýðý ile borç verdikleri sanayi sermayesi ile

444 Karl Marks


Kapital III
–meta-biçimindeki– sanayi sermayesi olarak karþýtlýk halindedir.
Bununla birlikte, bu borç verilebilir para-sermayenin kitlesi,
dolaþýmdaki para kitlesinden farklý ve ondan baðýmsýzdýr.
Örneðin, 20 sterlin günde beþ kez borç verilse, 100 sterlinlik bir
para-sermaye borç verilmiþ olur ve bu ayný zamanda bu 20 sterlinin
üstelik en az dört kez satýnalma ya da ödeme aracý olarak hizmet ettiði
anlamýna gelir; çünkü, eðer araya, satýnalma ve ödeme girmemiþ olsay-
dý –ve böylece sermayenin (emek-gücü de dahil metalarýn) çevrilmiþ
biçimini en az dört kez temsil etmemiþ olsaydý– 100 sterlinlik bir ser-
maye teþkil etmez, ama ancak herbiri 20 sterlinlik beþ alacaðý oluþtururdu.
Kredi sistemi geliþmiþ ülkelerde, borç verilmeye hazýr bütün para-
sermayenin, bankalarda ve faizcilerde, mevduat biçiminde bulunduðu-
nu kabul edebiliriz. Bu varsayým, hiç deðilse, bir tüm olarak, iþ yaþamý
için doðrudur. Ayrýca, iþlerin iyi gittiði zamanlarda, gerçek spekülasyon
daha baþlamadan önce –kredinin kolay, güvenin tam olduðu sýralarda–
dolaþým iþlevlerinin çoðu, sikke ya da kaðýt paranýn yardýmý olmaksýzýn,
basit bir kredi transferi ile çözümlenir.
Nispeten küçük miktarda dolaþým aracý varken, büyük meblaðlar
halinde mevduatýn bulunmasý olasýlýðý, yalnýzca þuna baðlýdýr:
1 ) ayný sikkenin yerine getirdiði satýn almalar ve ödemeler sayýsý-
na;
2) geriye dönüþ yolculuklarýnýn sayýsýna; böylece o, bankalara
mevduat olarak geriye döner, öyle ki, bir ödeme ve satýnalma aracý ola-
rak yinelenen iþlevi, mevduata yenilenen dönüþmesiyle saðlanmýþ olur.
Örneðin, küçük bir esnaf her hafta bankaya para olarak 100 sterlin yatý-
rýr; banker, fabrikatörün mevduatýnýn bir kýsmýný bununla öder; fabri-
katör bununla iþçilerine ücretlerini öder; ve iþçiler bu parayý küçük esnafla
alýþveriþte kullanýrlar ve o da tekrar bankaya yatýrý. Böylece, bu küçük
esnafýn bankaya yatýrdýðý 100 sterlin önce fabrikatöre mevduatýný öde-
mek için; ikinci olarak, iþçilere ödeme yapmak için; üçüncü olarak es-
nafýn kendisine ödemede bulunmak için; dördüncü olarak, ayný küçük
esnafýn para-sermayesinin diðer bir kýsmýný mevduat olarak yatýrmak
için hizmet etmiþtir; demek ki, yirmi haftanýn sonunda, bu esnaf kendi
parasýna karþýlýk, bankadan para çekmek zorunda kalmazsa, ayný yüz
sterlin aracýlýðý ile bankaya 2.000 sterlin yatýrmýþ olur.
Bu para-sermayenin ne ölçüde atýl olduðunu, yalnýzca bankalarýn
ek fonlarýndaki yükselip alçalmalar gösterir. Bu nedenle, 1857’de Ýngil-
tere Bankasýnýn Guvernörü olan Mr. Weguelin, Ýngiltere Bankasýnýn altý-
nlarýnýn “biricik” yedek sermaye olduðu sonucuna varmaktadýr: “1258.
Bence pratikte iskonto oraný, ülkede bulunan kullanýlmayan sermaye
miktarý ile belirlenir. Kullanýlmayan sermaye miktarýný, tamamen külçe
rezervi olan Ýngiltere Bankasýnýn yedekleri temsil eder. Bu nedenle, [sayfa
443] ne zaman bu külçe çekilecek olsa, ülkedeki kullanýlmayan sermaye
miktarý azalýr ve dolayýsýyla geriye kalanýn deðeri yükselir.” – [Newmarch]

Karl Marks 445


Kapital III
“1364. Ýngiltere Bankasýndaki külçe rezervi gerçekte, ülkenin bütün tica-
retinin kendisine dayanýlarak yürütüldüðü merkezi rezerv ya da birikmiþ
hazinedir. ... Döviz iþlemleri de iþte daima bu rezerv ya da birikim üze-
rinden yapýlýr.” (Report on Bank Acts, 1857 [s.108, 119].)

––––––––––––

Ýhracat ve ithalat istatistikleri, gerçek, yani üretken ve meta-ser-


maye birikiminin bir ölçüsünü saðlamaktadýr. Bunlarý, Ýngiliz sanayinin
on yýllýk çevrimsel geliþme dönemleri boyunca (1815-1870) bunalýmdan
önceki son gönenç azamisinin, daima, bunu izleyen gönenç asgarisi
olarak tekrar göründüðünü ve bunun üzerine yeni ve çok daha yüksek
bir zirveye týrmandýðýný göstermektedir.
1824 gönenç yýlýnda Büyük Britanya’dan ve Ýrlanda’dan ihraç edi-
len ürünlerin gerçek ya da bildirilen deðeri, 40.396.300 sterlindi. 1825
bunalýmý ile birlikte, ihracat tutarý bu meblaðýn altýna düþüyor ve yýlda 5
ile 39 milyon arasýnda oynuyor. 1834’te gönencin geri dönüþüyle birlikte,
daha önceki azaminin üzerine, 41.649.191 sterline yükseliyor ve 1836’da
yeni bir azamiye, 53.368.571’e ulaþýyor. 1837 ile baþlayarak tekrar 42
milyona düþüyor ve böylece yeni asgari, eski azamiden daha yüksek
oluyor ve ardýndan 50 ile 53 milyon arasýnda dalgalanýyor. Gönencin
dönüþü, ihracat tutarýný 1844’te, 58.500.000 sterline yükseltiyor ve böyle-
ce 1836'nýn azamisi gene aþýlmýþ oluyor. 1845’te 60.111.082 sterline ulaþý-
yor; 1846’da tekrar 57 milyonun üzerinde bir rakama düþüyor, 1847’de
yaklaþýk 59 milyona yükseliyor, 1848’de yaklaþýk 53 milyon oluyor, 1849’da
63.500.000 sterline, 1853’te neredeyse 99 milyona yükseliyor. 1854’te 97
milyon, 1855’te 94.500.000, 1856’da yaklaþýk 116 milyon oluyor ve 1857’de
122 milyonla tepe noktaya ulaþýyor. 1858’de, 116 milyona düþüyor, 1859’
da 130 milyona, 1860’te yaklaþýk 136 milyona yükseliyor ve 1861’de an-
cak 125 milyon oluyor (yeni düþük düzey burada gene daha önceki aza-
miden daha yüksektir), 1863’te 146.500.000 sterline yükseliyor.
Ayný þey, kuþkusuz, piyasalardaki geniþlemeyi gösteren ithalat du-
rumlarý ile de ortaya konabilir; burada yalnýz, üretimin ölçeði sözko-
nusudur. [Hiç kuþkusuz bu ancak, Ýngiltere’nin fiili sanayi tekelini elinde
tuttuðu zaman için geçerlidir; ama bu genellikle, dünya piyasasý hala
geniþleme halinde olduðu sürece, modern geniþ ölçekte sanayiye sahip
bütün ülkeler topluluðu için geçerlidir. -F.E.]

2. SERMAYENÝN YA DA GELÝRÝN BORÇ


SERMAYESÝNE ÇEVRÝLEN PARAYA DÖNÜÞMESÝ

Biz, burada, ticari kredinin akýþýndaki bir duraklamanýn ya da bir


tasarrufun –bu, ister fiili dolaþým aracýnda, ister yeniden üretim
[sayfa 444]
sürecinde iþ gören kimselerin yedek sermayesinde bir tasarruf olsun–

446 Karl Marks


Kapital III
ifadesi olmamasý ölçüsünde para-sermaye birikimini inceleyeceðiz.
Bu iki durum dýþýnda, para-sermaye birikimi, Avustralya ve Kali-
forniya’daki yeni altýn madenlerinin sonucu olarak, 1852 ve 1853 yýllarýn-
da görüldüðü gibi, olaðandýþý bir altýn akýþýyla da meydana gelebilir. Bu
altýn, Ýngiltere Bankasýna yatýrýldý. Altýný yatýranlar, bunun karþýlýðýnda,
doðrudan doðruya tekrar bankerlerine yatýrmadýklarý senetler aldýlar. Bu
þekilde dolaþým aracý olaðandýþý arttý. (Weguelin’in ifadesi, Bank Com-
mittee, 1857, n° 1329.) Banka, iskonto oranýný %2’ye düþürerek bu mev-
duattan yararlanmaya çalýþtý. 1853 yýlýnýn altý ayý boyunca, Bankada biriken
altýn kitlesi, 22-23 milyona yükseldi.
Bütün borç para veren kapitalistlerin birikimi, doðal olarak, doðru-
dan doðruya para-biçimde oluyor, oysa, görmüþ olduðumuz gibi, sanayi
kapitalistlerinin fiili birikimi, kural olarak, üretken sermayenin kendi öð-
elerindeki artýþla gerçekleþir. Dolayýsýyla, kredi sistemindeki geliþme ve
borç para verme iþinin, büyük bankalarýn elinde büyük boyutlarda top-
lanmasý, tek baþýna, gerçek birikimden farklý bir biçim olarak borç veri-
lebilir sermaye birikimini hýzlandýracaktýr. Bu nedenle, borç sermayesin-
deki bu hýzlý geliþme, gerçek birikimin bir sonucudur, çünkü, yeniden-
üretim sürecindeki geliþmenin getirdiði bir sonuçtur; ve, bu para-kapita-
listler için birikim kaynaðýný teþkil eden kâr, yalnýzca, yeniden üretken
kapitalistlerin aþýrdýklarý artý-deðerden bir indirimdir (ve ayný zamanda,
baþkalarýna ait tasarruflardan saðlanan faizin bir kýsmýna elkonulmasý-
dýr). Borç sermayesi, hem sanayi ve hem de ticaret kapitalistlerinin zara-
rýna birikir. Sýnai çevrimin aleyhteki evrelerinde, faiz oranýnýn geçici olarak,
özellikle güç durumda bulunan bazý iþkollarýndaki bütün kârý yutacak
derecede yükselebileceðini görmüþtük. Ayný zamanda, devlet tahvilleri
ile diðer tahvillerin fiyatlarý da düþer. Böyle zamanlarda, para-kapitalist-
ler, bu deðer kaybetmiþ tahvillerden büyük miktarlarda satýn alýrlar ve
bunlar daha sonraki evrelerde hemen eski düzeylerine ulaþýrlar ve bu-
nun üzerine yükselirler. Bunlar tekrar satýlarak, halka ait para-sermaye-
nin bir kýsmý böylece cebe indirilmiþ olur. Satýlmayan kýsým ise, itibari
deðerden düþük satýn alýndýðý için, daha yüksek bir faiz saðlar. Ama
para-kapitalistler, bütün kârlarý, ve bunlarla tekrar sermayeye çevrilmiþ
olanlarý, önce borç verilebilir para-sermayeye çevirirler. Borç verilebilir
sermaye birikimi –onun bir sürgünü olmakla birlikte gerçek birikimden
farklý olarak-, biz yalnýz para-kapitalistleri, bankerleri, vb. tek baþlarýna
dikkate aldýðýmýz zaman bile, bu özel kapitalistler sýnýfýnýn bir birikimi
olarak yer alýr. Ve bu birikim, yeniden-üretim sürecindeki gerçek biri-
kimle birlikte ortaya çýkan kredi sistemindeki her geniþlemeyle birlikte
büyür.
Faiz oraný düþükse, para-sermayedeki bu deðer kaybý, bankalara
deðil, esas olarak mevduat sahiplerinin sýrtýna yüklenir. Hisse senetli
[sayfa 445] bankalarýn geliþmesinden önce, Ýngiltere’deki tüm mevduatýn
dörtte-üçü, bankalarda faiz getirmeksizin yatýyordu. Þimdi bunlara faiz

Karl Marks 447


Kapital III
ödenmekle birlikte, bu, cari faiz oranýndan en az %1 azdýr.
Öteki kapitalist sýnýflarýn para birikimine gelince, biz, faiz getiren
senetlere yatýrýlmýþ olanlar ile, bu biçimde biriken kýsmý dikkate almýyor-
uz. Biz, yalnýzca, borç verilebilir para-sermaye olarak piyasaya sürülen
kýsmý dikkate alýyoruz.
Önce önümüzde, kârýn gelir olarak harcanmayýp, birikim için bir
yana ayrýlan, ama sanayi kapitalistlerinin kendi iþlerinde o an için gerek-
sinmeleri bulunmayan kýsým var. Bu kâr, doðrudan doðruya meta-ser-
maye þeklinde bulunmakta, onun deðerinin bir kýsmýný oluþturmakta ve
onunla birlikte para olarak gerçekleþmektedir; Þimdi eðer o, meta-ser-
mayenin üretim öðelerine tekrar çevrilmemiþ ise (þimdilik, ilerde ayrý
olarak irdeleyeceðimiz tüccarý konu-dýþý býrakýyoruz), bir süre için para-
biçiminde kalmak zorundadýr. Bu miktar, kâr oranýnýn düþmesi halinde
bile, sermayenin kendi miktarý ile birlikte artar. Gelir olarak harcanacak
kýsým yavaþ yavaþ tüketilir, ama, o arada, mevduat olarak banker için
borç sermayesi oluþturur. Demek ki, kârýn gelir olarak harcanan kýs-
mýndaki büyümenin kendisi bile, yavaþ ve sürekli yinelenen borç ser-
mayesi birikimini ifade eder. Ayný þey, birikim için ayrýlan diðer kýsým
için de geçerlidir. Bu nedenle kredi sisteminde ve örgütlenmesindeki
geliþmeyle, gelirdeki bir artýþ bile, yani sanayici ve tüccar kapitalistlerin
tüketimi, kendisini, borç sermayesinin bir birikimi olarak ifade eder. Ve
bu, yavaþ yavaþ tüketildikleri sürece, bütün gelirler için, baþka bir deyiþle,
toprak rantý için, daha yüksek biçimleri içersinde ücretler için üretken
olmayan sýnýflarýn gelirleri için, vb. doðrudur. Bunlarýn hepsi de, belli bir
süre için, para gelir biçimini alýrlar ve dolayýsýyla, mevduata ve böylece
de borç sermayesine çevrilebilir haldedirler. Bütün gelir –ister tüketim
için, ister birikim için ayrýlmýþ olsun– herhangi bir para-biçiminde varol-
duðu sürece, paraya çevrilmiþ meta-sermayenin deðerinin bir kýsmýdýr
ve bu yüzden de, gerçek birikimin bir ifadesi ve sonucudur, ama kendisi
üretken sermaye deðildir. Bir iplikçi, ipliðini pamuk karþýlýðýnda –geliri
teþkil eden kýsmýný da para karþýlýðýnda– deðiþtirdiðinde, onun sanayi
sermayesinin gerçek varlýk biçimi, dokumacýnýn ya da belki de özel bir
tüketicinin eline geçmiþ bulunan ipliktir, ve bu iplik aslýnda –ister yeni-
den-üretim için, ister tüketim için olsun– sermaye-deðerin olduðu ka-
dar, içerdiði artý-deðerin de varlýk biçimidir. Paraya dönüþtürülmüþ bulu-
nan artý-deðerin büyüklüðü, ipliðin içerdiði artý-deðerin büyüklüðüne bað-
lýdýr. Ama, paraya çevrilir çevrilmez, bu para artýk, bu artý-deðerin, yalnýz-
ca, deðer varlýk biçimidir. Ve bu biçim içersinde iken, borç sermayesi
olmasýna ancak bir adým kalmýþtýr. Bu amaca ulaþmak için, eðer sahibi
tarafýndan henüz borç verilmiþ deðilse yapýlacak tek þey onu mevduata
çevirmektir. Buna karþýlýk, üretken sermayeye tekrar çevrilebilmesi için,
daha önce belli bir asgari sýnýra ulaþmýþ olmasý gerekir. [sayfa 446]

448 Karl Marks


Kapital III
OTUZÝKÝNCÝ BÖLÜM
PARA-SERMAYE VE GERÇEK SERMAYE
III
(SON)

BU þekilde tekrar sermayeye çevrilecek olan büyük para kitlesi,


muazzam bir yeniden-üretim sürecinin sonucudur; ama, borç verilebilir
para-sermaye olarak tek baþýna alýndýðýnda, bu, bizatihi bir yeniden üret-
ken sermaye kitlesi deðildir.
Buraya kadarki serimimizdeki en önemli nokta, gelirin tüketime
ayrýlan kýsmýndaki geniþlemenin (geliri deðiþen sermayeye eþit olduðu
için iþçiyi konu-dýþý býrakýyoruz) kendisini baþlangýçta, bir para-sermaye
birikimi olarak göstermesidir. Bu nedenle gerçek sanayi sermayesi biri-
kiminden büsbütün farklý bir þey olan para-sermaye birikimine bir et-
men girmektedir; çünkü, yýllýk ürünün tüketime ayrýlan kýsmý, hiç bir
þekilde sermaye haline gelmez. Bunun bir kýsmý sermayeyi, yani tüke-
tim araçlarý üreticilerinin deðiþmeyen sermayesini yerine koyar, ama
fiilen sermayeye çevrildiði ölçüde, bu deðiþmeyen sermayenin üretici-
lerinin gelirinin doðal biçiminde bulunur. Geliri temsil eden ve sýrf tüke-
timin saðlanmasýna hizmet eden ayný para, bir süre için, düzenli olarak
borç verilebilir sermayeye çevrilir. Bu para, ücretleri temsil ettiði ölçüde,
ayný zamanda deðiþen sermayenin para-biçimidir; ve tüketim araçlarý
üreticilerinin deðiþmeyen sermayesini yerine koyduðu sürece de, deðiþ-
meyen sermayelerin geçici olarak büründüðü ve deðiþmeyen sermaye-
lerin aynen yerine konulmasý gereken öðelerinin satýn alýnmasýna hizmet
eden [sayfa 447] para-biçimdir. Ne birinci ve ne de ikinci biçimde, büyüklüðü,

Karl Marks 449


Kapital III
yeniden-üretim sürecindeki geniþlemeyle birlikte artmakla birlikte, biza-
tihi kendisi birikimi temsil etmez. Bununla birlikte, geçici olarak borç
verilebilir para, yani para-sermaye iþlevini yerine getirir. Dolayýsýyla bu
bakýmdan, para-sermaye birikimi, bireysel tüketimin geniþlemesi olgusu
nedeniyle, daima daha büyük bir sermaye birikimini yansýtmak zorunda-
dýr; çünkü bu, para aracýlýðý ile gerçekleþtiði gerçek birikim açýsýndan,
yani yeni sermaye yatýrýmlarýna izin veren para açýsýndan, para-biçimi
saðladýðý için, para- sermaye birikimi olarak görünür.
Demek oluyor ki, borç verilebilir para-sermaye birikimi, kýsmen
yalnýz, sanayi sermayesinin devresi sýrasýnda dönüþtüðü bütün paranýn,
üretken kapitalistler tarafýndan yatýrýlan paranýn deðil, bunlar tarafýndan
borç alýnan paranýn biçimine girmesi olgusunu ifade eder, ve böylece
gerçekten de, yeniden-üretim sürecinde yer almasý gereken paranýn ya-
týrýmý, borç alýnan paranýn yatýrýmý olarak görünür. Gerçekte, ticari kredi
esasýna göre, bir kimse bir baþka kimseye yeniden-üretim süreci için
gerekli parayý ödünç verir. Ama bu, þimdi þu biçimi almaktadýr: bir grup
yeniden üretken kapitalistten borç olarak para alan bir banker, bu pa-
rayý, bir baþka grup yeniden üretken kapitaliste borç vermekle, yüce bir
velinimet rolünde görünür; ve ayný zamanda, bu sermaye üzerindeki
denetim, tamamýyla, aracý olma kimliðini taþýdýðý için, bankerin eline
geçmiþ olur.
Hala sözü edilmesi gerekli birkaç özel para-sermaye birikim þekli
daha kalýyor. Örneðin, üretim öðelerinin, hammaddelerin, vb. fiyatlarýn-
daki düþme ile sermaye serbest kalýr. Sanayi kapitalistinin, yeniden-üre-
tim sürecini hemen geniþletememesi durumunda, para-sermayenin bir
kýsmý, fazlalýk olarak devre dýþýna çýkar ve borç verilebilir para-sermaye-
ye çevrilir. Ýkinci olarak, tüccarýn iþinde bir kesinti olduðu sýralarda, para-
biçiminde bir sermaye, özellikle tüccar tarafýndan serbest býrakýlýr. Eðer
tüccar, bir dizi ticari iþlemi tamamlamýþ ve bu gibi kesintiler nedeniyle
bir yeni diziye hemen baþlayamýyorsa, gerçekleþen bu para onun için
ancak bir birikmiþ para yýðmayý, artý-sermayeyi temsil eder. Ama ayný
zamanda bu, doðrudan bir borç verilebilir para-sermaye birikimini tem-
sil eder. Birinci durumdaki para-sermaye birikimi, yeniden-üretim süre-
cinin daha uygun koþullar altýnda yinelenmesini, daha önce baðlý bulunan
sermayenin bir kýsmýnýn fiilen serbest kalmasýný; baþka bir deyiþle, yeni-
den-üretim sürecinin, ayný miktar para ile geniþletilmesi için bir olanaðý
ifade eder. Ama öteki durumda, yalnýzca ticari iþlemlerin akýþýndaki bir
kesintiyi ifade eder. Bununla birlikte, her iki durumda da, borç verilebilir
para-sermaye haline çevrilmesi –birisinde, gerçek birikim sürecindeki
bir ilerlemeyi, diðerinde bir engellemeyi ifade ettiði halde– bir birikimi
ifade eder ve para piyasasý ile faiz oranýný ayný derecede etkiler. Ensonu,
para-sermaye birikimini, küpünü doldurup da yeniden-üretim sürecin-
den elini eteðini çeken kimselerin sayýsý da etkiler. [sayfa 448] Sanayi çevri-
mi sýrasýnda elde edilen kârlar ne kadar büyük olursa, bunlarýn sayýsý da

450 Karl Marks


Kapital III
o kadar kabarýk olur. Bu durumda borç verilebilir para-sermaye birikimi,
bir yandan, gerçek bir birikimi (nispi büyüklüðüne uygun olarak) ve öte
yandan da, ancak sanayi kapitalistlerinin, sýrf para– kapitalistlere ne ölçü-
de dönüþtüðünü ifade eder. Kârýn, gelir olarak tüketilmeye ayrýlmayan
öteki kýsmýna gelince, bu kýsým ancak, kendisinin saðlanmýþ olduðu üre-
tim alanýndaki iþin geniþletilmesinde yatýrýlmak üzere hemen bir yer bu-
lunamadýðý takdirde, para-sermayeye çevrilir. Bunun iki nedeni olabilir.
Ya bu üretim alaný sermaye ile doymuþ haldedir, ya da birikimin ser-
maye olarak hizmet edebilmesi için, önce, bu özel alanda gerekli olan
yeni sermayenin yatýrým büyüklüklerine baðlý olarak belli bir hacme
ulaþmasý gerekmektedir. Þu halde, bu kýsým bir süre için borç verilebilir
para-sermayeye çevrilir, ve diðer alanlarda, üretimin geniþletilmesinde
iþ görür. Öteki bütün koþullar eþit olmak üzere, tekrar sermayeye çevril-
mek için ayrýlan kâr miktarý, elde edilen kârýn kitlesine ve dolayýsýyla
yeniden-üretim sürecinin kendisinin geniþliðine baðlýdýr. Ancak eðer bu
yeni birikim, yatýrým alaný bulunmamasý, yani üretim alanlarýndaki fazla-
lýklar ve aþýrý borç sermayesi arzý nedeniyle, kullanýlmasý için güçlüklerle
karþýlaþýyorsa, bu borç verilebilir para-sermaye bolluðu, yalnýzca kapita-
list üretimin sýnýrlýlýðýný gösterir. Bunun ardýndan gelen kredi sahtekarlýk-
larý, bu artý-sermayenin kullanýlmasýnýn yolu üzerinde hiç bir gerçek
engelin bulunmadýðýný tanýtlar. Bununla birlikte, sermayenin kendi geniþ-
leme yasalarýnda, yani sermaye olarak kendisini gerçekleþtirebileceði
sýnýrlarda gerçekten kaçýnýlmaz bir engel vardýr. Para-sermaye olarak
para-sermaye bolluðu, mutlaka bir aþýrý-üretimi göstermediði gibi, ser-
maye için yatýrým alaný kýtlýðýna da iþaret etmez.
Borç sermayesi birikimi, yalnýzca, paranýn, borç verilebilir para
olarak üstüste yýðýlmasý olgusundan ibarettir. Bu süreç, paranýn serma-
yeye gerçek dönüþümünden çok farklýdýr; bu, yalnýzca, paranýn, serma-
yeye dönüþtürülebilecek bir biçim içersinde birikimidir. Ama bu birikim,
daha önce de gösterdiðimiz gibi, gerçek birikimden çok farklý olaylarý
yansýtabilir. Gerçek birikim devamlý olarak geniþlediði sürece, bu uza-
yan para-sermaye birikimi kýsmen onun sonucu, kýsmen onunla birlikte
görülen, ama ondan tamamen farklý bulunan durumlarýn, ve ensonu,
kýsmen de, gerçek birikimin yolu üzerindeki engellerin sonucu bile ola-
bilir. Borç sermayesi birikiminde, gerçek sermayeden baðýmsýz olmakla
birlikte onunla birlikte ortaya çýkan durum ve koþullarýn yol açtýðý enflas-
yon olmasa bile, çevrimin belirli evrelerinde sürekli olarak bir para-ser-
maye, þiþkinliði olmasý ve bu þiþkinliðin kredideki geniþlemeyle büyümesi
zorunlu bir þeydir. Ve bununla birlikte, üretim sürecini, kapitalist sýnýrla-
rýnýn ötesine ve ilersine götürme zorunluluðu þunlarý da geliþtirmek
zorundadýr: aþýrý-ticaret, aþýrý-üretim ve aþýrý-kredi. Ayný zamanda da, bu-
nun daima, bir tepkiyi davet edecek biçimler içersinde ortaya çýkmasý
gerekir. [sayfa 449]
Para-sermaye birikiminin, toprak rantýndan, ücretlerden, vb. ileri

Karl Marks 451


Kapital III
gelmesi ile ilgili olarak burada bu konunun incelenmesine gerek yoktur.
Yalnýz konunun bir yönünü vurgulamak gerekir: kapitalist üretimin geliþ-
mesiyle birlikte ortaya çýkan iþbölümü sonucu, (iddiharcýlarýn) fiili tasar-
ruf ve perhiz iþi, birikimin öðelerini oluþturmalarý ölçüsünde, bu öðelerin
asgarisini alan ve bankalar iflas ettiði zaman, emekçiler gibi, çoðu kez
tasarruflarýný bile kaybedenlere býrakýlmýþtýr. Bir yandan, sanayici kapita-
list, sermayesini bizzat kendisi “tasarruf” etmemiþtir, yalnýzca baþkalarýnýn
tasarruflarý üzerinde, sermayesinin büyüklüðü ile orantýlý olarak bir ku-
manda gücüne sahiptir; öte yandan, para-kapitalist, baþkalarýna ait tasar-
ruflarý kendi sermayesi haline getirir ve yeniden üretici kapitalistlerin
halktan saðladýklarý ve birbirlerine verdikleri krediyi, kendisini zenginleþtir-
mek için özel bir kaynak haline getirir. Kapitalist sistemin, sermayenin,
bir kimsenin kendi emeðinin ve tasarruflarýnýn meyvesi olduðu ko-
nusundaki hayali de böylece yýkýlmýþ olur. Kâr, yalnýz baþkalarýnýn el ko-
nulan emeðini deðil, bu baþkalarýna ait emeði harekete geçiren ve sö-
müren sermayeyi de kapsar; sermaye de, para-kapitalistin, sanayi kapi-
talistinin tasarrufuna verdiði ve buna karþýlýk da kendi adýna onu sömür-
düðü, baþkalarýna ait mülkiyetten oluþur.
Kredi sermayesi konusunda birkaç düþüncenin daha eklenmesi
gerekir.
Ayný para parçasýnýn kaç kez borç sermayesi olarak iþ görebile-
ceði, daha önce de göstermiþ olduðumuz gibi:
1) Satýþ ya da ödeme ile kaç kez meta-deðer gerçekleþtirdiðine,
dolayýsýyla sermaye transfer ettiðine ve ayrýca kaç kez gelir gerçekleþtir-
diðine baðlýdýr. Sermayenin ya da gelirin gerçekleþen deðeri olarak, kaç
kez el deðiþtirmesinin, fiili alýþveriþ iþlemlerinin geniþliðine ve büyüklüð-
üne baðlý olduðu besbellidir.
2) Bu, ödemelerdeki tasarrufa ve kredi sistemindeki geliþme ve
örgütlenmeye baðlýdýr.
3) Ensonu, kredi iþlemlerinin yoðunlaþmasýna ve hýzýna baðlýdýr;
böylece bir noktada bir mevduat toplanýr toplanmaz, bir baþka noktada
borç olarak hareket eder.
Borç sermayesinin varlýk biçiminin yalnýzca gerçek paranýn, altý-
nýn ya da gümüþün –tözü, deðer ölçüsü olarak iþ gören metaýn– varlýk
biçimi olduðu varsayýlsa bile, bu para-sermayenin büyük bir kýsmý dai-
ma zorunlu olarak düpedüz hayali, yani týpký kaðýt para gibi deðer üze-
rinde sahiplik hakkýdýr. Para, sermayenin devresinde iþlev yaptýðý sürece,
gerçekten de bir an için para-sermaye oluþturur; ama kendisini borç
verilebilir sermaye haline dönüþtürmez; daha çok, üretken sermayenin
öðeleri ile deðiþilir, ya da gelirin gerçekleþtirilmesinde dolaþým aracý ola-
rak ödenir ve dolayýsýyla da kendisini, sahibi için borç sermayesine çe-
virmez. Ama, borç sermayesine dönüþtürüldüðü ve ayný para tekrar tekrar
[sayfa 450] borç sermayesini temsil ettiði sürece, ancak tek bir noktada ma-
deni para biçiminde, diðer bütün noktalarda yalnýzca sermaye üzerinde

452 Karl Marks


Kapital III
hak biçiminde varolduðu açýktýr. Yapýlan varsayýma göre, bu haklarýn
birikimi, gerçek birikimden, yani meta-sermayenin, vb. deðerinin paraya
çevrilmesinden doðar; ama þu da var ki, bu hak ya da alacaklarýn biriki-
mi, doðmuþ olduklarý gerçek birikimden farklý olduðu gibi, bu paranýn
borç verilmesiyle saðlanan gelecekteki birikimden de (yeni üretim süre-
cinden) farklýdýr.
Prima facie, borç sermayesi, daima para-biçiminde9 daha sonra-
da para üzerinde hak olarak varolur; çünkü, baþlangýçta varolduðu para,
þimdi borç alanýn elinde gerçek para-biçimdedir. Borç veren için ise,
para üzerinde bir hakka, bir sahiplik hakkýna dönüþmüþtür. Bu nedenle,
ayný gerçek para kitlesi, çok farklý para-sermaye kitlelerini temsil edebi-
lir. Ýster gerçekleþmiþ sermayeyi, ister gerçekleþmiþ geliri temsil etsin,
düpedüz para, sýrf bir borç verme hareketi ile, geliþmiþ kredi sistemin-
deki genel biçimi içersinde ele alýrsak, mevduat þekline dönüþtürülmesi
ile, borç sermayesi halini alýr. Mevduat, mevduat sahibi için para-ser-
mayedir. Ama bankerin elinde, sahibinin kasasý yerine bankerin kasasýnda
boþuboþuna yatan, sýrf bir potansiyel para-sermaye olabilir.10 [sayfa 451]

9
B. A.1857 Banker Twells’in tanýklýðý: “4516. Banker olarak siz, sermaye ile mi yoksa para
ile mi iþ yapýyorsunuz? - Biz para ile iþ yapýyoruz.” - “4517. Bankanýza mevduatlar ne olarak
yatýrýlýr? - Para olarak.” - “4518. Nasýl ödenir? - Para olarak.” - “4519. Bu durumda, bunlara,
paradan baþka bir ad verilebilir mi? - Hayýr.”
Overstone (bkz: Yirmialtýncý Bölüm) sürekli olarak “sermaye” ile “para”yý birbirine
karýþtýrmaktadýr. “Paranýn deðeri”, ayný zamanda, onun için faiz demektir, ama para kitlesi
tarafýndan belirlendiði sürece; “sermayenin deðeri”nin faiz olmasý gerekiyor, ama üretken
sermayeye olan talep ve bu sermaye ile elde edilen kâr tarafýndan belirlendiði sürece. Þöyle
diyor: “4140. ‘Sermaye’ sözcüðünün kullanýlmasý çok tehlikelidir.” - “4148. Bu ülkeden altýn
ihracý, bu ülkedeki para miktarýndaki bir azalmadýr, ve bu ülkedeki para miktarýnda azalma,
kuþkusuz, genellikle para piyasasý üzerinde bir baský yaratýr”, [ama buna göre, sermaye-piyasasý
üzerinde yaratmýyor]. - “4112. Ülkeden para çýktýðýna göre, ülkedeki miktar azalmýþ olur. Ülkede
kalan miktardaki bu azalma, o paranýn deðerinde bir artýþ meydana getirir”, [bu, aslýnda onun
teorisinde, para olarak paranýn deðerinde, dolaþýmdaki daralma yoluyla, metalarýn deðerlerine
oranla bir artýþ demektir; yani paranýn deðerindeki bir artýþ, metalarýn deðerindeki bir düþme
ile ayný þeydir. Ne var ki, o bile, bu arada, dolaþýmdaki para kitlesinin fiyatlarý belirlemediðine
her türlü kuþkunun ötesinde inanmýþ bulunuyor; þimdi artýk, dolaþým aracý olarak paradaki
azalmanýn, faiz-getiren sermaye olarak onun deðerini ve dolayýsýyla faiz oranýný yükselttiði
sanýlýyor]. “Ve, geriye kalan paranýn artan deðeri, para çýkýþýný durdurur ve bozulan dengenin
yeniden kurulmasý için gerekli miktarda parayý geri getirene kadar ayný düzeyde tutulur. “
Overstone’un çeliþkilerinden baþka örnekler daha ilerde görülecek.
10
Karýþýklýk bu noktada baþlýyor: bu iki þeyin her ikisi de “para” sanýlýyor; yani, bankerin
ödemesi gerekli hak olarak mevduat, ve bankerin elinde bulunan yatýrýlmýþ para. Banker Twells,
1857 tarihli Banka Komitesinde þu örneði veriyor: “Ýþe eðer 10.000 sterlin ile baþlarsam, 5.000
sterlin ile meta satýn alýr ve bunu depoya koyarým. Diðer 5.000 sterlini, gerektiðinde çekmek ve
kullanmak üzere bir bankaya yatýrýrým. Bu, benim için, 5.000 sterlini mevduat ya da para þeklinde
olduðu halde, hala 10.000 sterlinlik sermayedir” (4528). Þimdi bu, aþaðýdaki garip tartýþmaya
yol açýyor. - “4531. Siz elinizdeki 5.000 sterlini bir baþkasýna vermiþ bulunuyorsunuz deðil mi? -
Evet.” - “4532. Þimdi onun elinde 5.000 sterlin mevduat var? - Evet.” - “4533. Ve size geriye 5.000
sterlin kalýyor? - Çok doðru.” -”4534. Onun elinde para olarak 5.000 sterlin, sizin elinizde para
olarak 5.000 sterlin bulunuyor? - Evet.” - “4535. Ama ensonu bu, paradan baþka bir þey deðil,
deðil mi? - Hayýr.” Bu karýþýklýðýn nedeni, kýsmen, 5.000 sterlini bankaya yatýrmýþ bulunan A’nýn,
bu parayý, hala elindeymiþ gibi çekebilmesi ve elden çýkarabilmesidir. Bu bakýmdan bu, onun
için, potansiyel para olarak hizmet ediyor. Ne var ki, mevduatýndan para çektiði her durumda
mevduatýný pro tonto yoketmiþ oluyor. Eðer gerçek para çekiyor ve kendi parasý zaten bir

Karl Marks 453


Kapital III
Maddi servetin büyümesiyle birlikte, para-kapitalistler sýnýfý da bü-
yür; bir yandan, iþten elini eteðini çekmiþ kapitalistlerin, rantiyelerin sayý-
sý ve serveti artar; öte yandan, kredi sisteminde geliþme daha da hýzlanýr,
ve bankerlerin, borç para verenlerin, parababalarýnýn sayýsýný çoðaltýr.
Mevcut para-sermayedeki geliþmeyle birlikte, faiz getiren senetlerin, dev-
let tahvillerinin, hisse senetlerinin miktarý, daha önce de gördüðümüz
gibi büyür. Þu da var ki, ayný zamanda, mevcut para-sermayeye olan
talep de büyür ve bu senetler üzerinde spekülasyon yapan jobbers [ko-
misyoncular], para piyasasýnda egemen bir rol oynarlar. Bu senetlerin
bütün alým ve satýmý, gerçek sermaye yatýrýmlarýnýn bir ifadesi olmuþ
olsaydý, bunlarýn, borç sermayesine olan talep üzerinde bir etkileri ola-
mayacaðýný söylemek doðru olurdu; çünkü, A, senedini sattýðý zaman,
B’nin bu senede yatýrdýðý kadar parayý çekmiþ olurdu. Senedin aslýnda
temsil ettiði sermaye (hiç deðilse para-sermaye olarak) deðil de, yalnýz-
ca senedin kendisi varolduðu zaman bile, bu, daima, bu gibi para-ser-
maye için pro tanto* yeni bir talep yaratýr. Ama, ne olursa olsun, bu,
daha önce B’nin tasarrufunda olup da, þimdi A’nýn tasarrufunda olan
para-sermayedir.
B. A. 1857, n° 4886. “Ýskonto oranýný belirleyen nedenleri anlatýr-
ken, bunun, diðer tür senetlerden farklý olarak tüccar senetlerinin iskon-
tosunda kullanýlan piyasadaki sermaye miktarý ile saptandýðýný söylemek
sizce doðru mudur?” – [Chapman:] “Hayýr, faiz sorununu, cari nitelikteki
bütün çevrilebilir senetler (all convertible securities of a current charac-
ter) etkiler; bunu, yalnýzca, senetlerin iskontosu ile sýnýrlandýrmak yanlýþ
olur, çünkü, son zamanlarda çok yaygýn olduðu gibi, rehin karþýlýðýnda
ya da hatta hazine senetleri karþýlýðýnda, ticari haddin çok üzerinde bir
faiz ile büyük bir para talebi varken, ticaret dünyamýzýn bundan etkilen-
mediðini söylemek saçma olur; bu durumun onun üzerinde kesin so-
nuçlu etkileri olmuþtur.” – “4890. Bankerlerce de kabul edilen saðlam
ve geçerli senetler piyasada bulunuyor ve herkes bunlar üzerinden para
çekmek istiyorsa, hiç kuþkusuz bunun ticari senetler üzerinde bir etkisi
görülecektir; örneðin parasýný ayný zamanda, rehin ya da benzeri bir
teminat karþýlýðýnda %6 faiz ile borç verme durumunda bulunan bir
kimseden, ticari senetler karþýlýðýnda bana parasýný %5 faiz ile borç ver-
mesini beklemem yersiz olur; bu bizi ayný þekilde etkiliyor; paramý %6

baþkasýna borç verilmiþ bulunuyorsa, ona ödenen kendi parasý deðil, baþka mevduat sahiplerinin
parasýdýr. B’ye olan borcunu kendi bankeri üzerine bir çekle öder ve B de bu çeki kendi ban-
kasýna yatýrýrsa ve A’nýn bankerinin elinde de B’nin bankeri üzerine çekilmiþ bir çek varsa, bu
iki banker yalnýzca çekleri deðiþirler, A’nýn yatýrmýþ olduðu para, para iþlevini iki kez yerine
getirmiþ olur; önce, A’nýn yatýrdýðý parayý alan kimsenin elinde, sonra da A’nýn kendi elinde.
Ýkinci iþlevinde, yalnýzca alacaklarýn (A’nýn kendi bankerinden ve bu bankerin, B’nin bankerinden
alacaklarýnýn) tasfiyesi, para kullanýlmaksýzýn yapýlmýþ olur. Burada mevduat iki kez para olarak
iþ görür; gerçek para olarak ve para üzerinde bir hak olarak. Sýrf para üzerinde haklar, ancak
alacaklarýn tasfiyesinde paranýn yerini alabilir.
* O ölçüde, o kadar. -ç.

454 Karl Marks


Kapital III
üzerinden borç verme olanaðým varken, kimse benim senetlerimi
%5½’den iskonto etmemi bekleyemez.” – “4892. Para piyasasýný maddi
[sayfa 452] bakýmdan etkilemek üzere, 2.000 ya da 5.000 ya da 10.000 ster-
lin satýn alan yatýrýmcýlardan sözetmiyoruz. Rehin karþýlýðýndaki faiz ora-
ný bana soracak olursanýz, yüzbinlerce sterlin ile iþ yapan, büyük
miktarlarda borç alan ya da piyasada satýn almada bulunan ve halkýn bir
kâr karþýlýðýnda bu parayý alana kadar bu parayý ellerinde tutan ve kendi-
lerine jobbers denilen kimselerden sözetmek isterim; bu adamlar da,
bu nedenle para isterler.”
Kredi sistemindeki geliþmeyle birlikte, Londra gibi, ayný zaman-
da bu senetler için ana ticaret merkezi olan, biraraya toplanmýþ büyük
para piyasalarý doðdu. Bankerler, halka ait muazzam miktarlarda para-
sermayeyi, bu çirkin iþadamlarý güruhunun emrine verdiler ve böylece
de kumarbazlar sürüsü çoðaldý. Ýngiltere Bankasý Guvernörlüðü ile gö-
revli James Morris, 1848’de Lordlar Kamarasý Gizli Komitesinde, “Borsa-
da para, genel bir ifadeyle, baþka yerlerden daha ucuzdur,” diyordu
(C.D. 1848, baský 1857, n° 219).
Faiz getiren sermayeyi irdelerken, faiz oranýnýn, uzun bir yýllar
dizisinde, diðer koþullar eþit kalmak üzere, kendisi kâr eksi faizden fazla
bir þey olmayan giriþim kârý ile deðil, ortalama kâr oraný ile belirlendiðini
görmüþ bulunuyoruz.
Ticari faizdeki, yani borç para verenler tarafýndan, ticaret dünyasýn-
daki iskontolar ve borçlar için hesaplanan faizdeki deðiþmeler için de,
sanayi çevrimi sýrasýnda, faiz oranýnýn kendi asgarisini aþtýðý ve ortalama
düzeyine eriþtiði (ki, daha sonra bunu aþar) bir evreye ulaþýlacaðý ve bu
hareketin kârdaki yükselmenin bir sonucu olduðu da daha önce
belirtilmiþti ve bir baþka yerde ayrýntýlý bir biçimde incelenecektir.
Bu arada iki þeyi burada belirtmek gerekir.
Birincisi: Faiz oraný uzun bir süre için ayný düzeyde kalýyorsa (biz
burada, Ýngiltere gibi, ortalama faiz oranýnýn uzun bir dönem için veri
olduðu, ve kendisini, uzun vadeli borçlar karþýlýðý ödenen faizde –buna
özel faiz de denebilir– gösteren belli bir ülkedeki faiz oranýndan sözedi-
yoruz), bu prima facie faiz oranýnýn bu dönem boyunca yüksek olduðu-
nun bir kanýtýdýr, ama bu, giriþim kârý oranýnýn yüksek olduðunu zorunlu
olarak tanýtlamaz. Bu son ayrým, genellikle kendi sermayeleri ile iþ gö-
ren kapitalistler için azçok ortadan kalkmýþtýr; bunlar kendi kendilerine
faiz ödedikleri için yüksek bir kâr oraný gerçekleþtirirler. Uzun süreli
yüksek bir faiz oraný olasýlýðý, kâr oraný yüksek olduðu zaman vardýr; ne
var ki bu söylenenler, fiili sýkýþýklýk evreleri için deðildir. Ama, bu yüksek
kâr oraný, yüksek bir faiz oraný düþüldükten sonra, geriye ancak düþük
bir giriþim kârý oraný býrakabilir. Yüksek kâr oraný sürüp gittiði halde, giri-
þim kârý oraný düþebilir. Bu bir kez baþlayýnca giriþimin devam etmesi
zorunluluðu nedeniyle olasýdýr. Bu aþama boyunca iþler büyük ölçüde
sýrf kredi sermayesi ile (baþkalarýnýn sermayesi ile) yürütülür; ve yüksek

Karl Marks 455


Kapital III
[sayfa 453]kâr oraný kýsmen spekülatif ve gelecekte umulan nitelikte olabi-
lir. Yüksek bir faiz oraný, yüksek bir kâr oraný ile ama azalan bir giriþim
kârý ile ödenebilir. Bu ödeme (ve bu kýsmen spekülasyon dönemleri
boyunca yapýlýr) kârdan deðil, borç alýnan sermayenin kendisinden ya-
pýlýr ve bu bir süre böyle devam edebilir.
Ýkincisi: Para-sermayeye olan talebin ve dolayýsýyla faiz oranýnýn,
kâr oraný yüksek olduðu için büyüdüðünü söylemek, sanayi sermayesi-
ne olan talebin arttýðýný ve dolayýsýyla faiz oranýnýn yüksek olduðunu
söylemekle ayný þey deðildir.
Bunalým zamanlarýnda borç sermayesine olan talep ve dolayýsýy-
la faiz oraný en üst düzeyine yükselir; kâr oraný ve bununla birlikte sa-
nayi-sermayesine olan talep büsbütün yokolup gitmiþtir. Bu gibi
zamanlarda herkes, daha önce baðlanmýþ olduðu yükümlülüklerini tas-
fiye için, yalnýzca ödemede bulunma amacýyla borç alýr. Buna karþýlýk,
bunalýmdan sonraki canlanan faaliyet döneminde, borç sermayesi, satý-
nalma amacýyla ve para-sermayeyi üretken ya da ticari sermayeye çe-
virme amacýyla talep edilir. Ve o sýrada bu talebi yapan ya sanayi kapitalisti
ya da tüc- cardýr. Sanayi kapitalisti bunu üretim araçlarý ile emek-gücü-
ne yatýrýr.
Emek-gücü talebi kâr oranýyla belirlendiði için, buna karþý artan
talep, hiç bir zaman kendi baþýna kâr oranýnýn yükselmesinin bir nedeni
deðildir. Yüksek ücretler her ne kadar sanayi çevriminin bazý özel evre-
leri sýrasýnda daha yüksek kârlarýn bir sonucu olabilirse de, yüksek kârýn
bir nedeni deðildir.
Emeðin sömürüsü özellikle uygun koþullar altýnda yeraldýðý için
emek-gücüne olan talep artabilir ama, emek-gücüne ve dolayýsýyla deði-
þen sermayeye olan talepteki bu yükselme, kendi baþýna kârý artýrmaz;
tersine, onu pro tanto düþürür. Ne var ki deðiþen sermayeye olan talep
oranýný gene de ayný zamanda artýrabilir, böylece de faiz oranýný yüksel-
tebilecek para-sermayeye olan talep de artabilir. Emek-gücünün piyasa-
fiyatý, ortalamanýn üzerine yükselir, ortalamanýn üzerinde emekçi çalýþ-
týrýlýr ve faiz oraný ayný zamanda, bu gibi koþullar altýnda para-sermayeye
olan talep arttýðý için yükselir. Emek-gücüne olan talepteki bu yükselme,
bu metaýn fiyatýný, diðer metalara olan talepteki yükselmenin o metaýn
fiyatýný artýrmasý gibi yükseltir; ama, özellikle bu metaýn nispi ucuzluðu-
na geniþ ölçüde baðlý bulunan kâr, artmýþ olmaz. Ama ayný zamanda –
varsayýlan koþullar altýnda– bu, para-sermayeye olan talebi artýrdýðý için
faiz oranýný da yükseltir. Para-kapitalist, eðer parayý borç vermek yerine
kendisini sanayi kapitalistine dönüþtürecek olursa, emek-gücü için daha
fazla ödemede bulunmak zorunda kalmasý olgusu kârýný yükseltmez,
daha çok, bununla orantýlý olarak düþürür. Ýþlerin gidiþi öyle olabilir ki,
kârý gene de yükseltebilir, ama bunun nedeni hiç bir zaman, emeðe da-
ha fazla ödemede bulunmasý deðildir. Bununla birlikte, bu durum para-
sermayeye olan talebi artýrdýðý sürece, faiz oranýný yükseltmek için ye-

456 Karl Marks


Kapital III
terlidir. Ýþlerin baþka bakýmlardan uygun gitmediði sýrada ücretlerin [sayfa
454] bazý nedenlerle yükselmesi halinde, bu ücret artýþlarý, kâr oranýný
düþürür, ama faiz oranýný, para-sermayeye olan talebi artýrdýðý ölçüde
yükseltir.
Emek bir yana býrakýldýðýnda, Overstone’un “sermayeye olan ta-
lep” dediði þey yalnýzca metalara olan talepten ibarettir. Metalara olan
talep, ya ortalamanýn üzerine yükseldiði ya da metalarýn arzý ortalama-
nýn altýna düþtüðü için fiyatlarýný yükseltir. Sanayi kapitalisti ya da tüccar,
ayný miktar meta için eskiden 100 sterlin öderken þimdi diyelim 150
sterlin ödemek durumunda kalýrsa, 100 sterlin yerine þimdi 150 sterlin
borç almak ve eðer faiz oraný %5 ise, eskiden 5 sterlin öderken þimdi
7½ sterlin faiz ödemek zorundadýr. Ödeyeceði faiz tutarý þimdi daha
fazla sermaye borç almak zorunda olduðu için yükseltmiþtir.
Bay Overstone’un bütün çabasý, borç sermayesi ile sanayi serma-
yesinin faizlerini özdeþ þeyler olarak göstermektir; öte yandan da onun
Bank Act’i tamamen, faizler arasýndaki bu ayný farký, para-sermayenin
çýkarýna sömürmek için düzenlenmiþtir.
Metalara olan talebin, bunlarýn arzýnýn ortalamanýn altýna düþmesi
halinde, eskisinden daha fazla para-sermaye çekmemesi olasýlýðý vardýr.
Bunlarýn toplam deðeri için ayný meblaðýn ya da daha küçük bir me-
blaðýn ödenmesi gerekecektir, ama ayný meblað karþýlýðýnda daha küçük
miktarda kullaným-deðeri alýnmýþ olacaktýr. Bu durumda, metalara olan
talep, bunlarýn arzlarýna göre artacaðý ve dolayýsýyla metalarýn fiyatý yük-
seleceði halde, borç sermayesine olan talep ayný kalacak ve bu yüzden
de faiz oraný yükselmeyecektir. Borç sermayesine olan toplam talep
artmadýkça faiz oranýnda bir deðiþme olamaz ve yukardaki varsayýmlar
gereði durum böyle deðildir.
Bir nesnenin arzý, tahýlda, pamukta, vb., kötü bir ürün alýndýðýnda
olduðu gibi ortalamanýn altýna da düþebilir; ve bu metalarda yapýlacak
spekülasyon, fiyatlarda meydana gelebilecek daha da fazla yükselmeyi
hesaba kattýðý ve bunu geçici olarak yükseltmenin en iyi yolu da arzýn
bir kýsmýný piyasadan çekmek olduðu için, borç sermayesine karþý talep
artabilir. Ama, satýn alýnan metalarýn bedelini bunlarý satmaksýzýn öde-
mek için para, ticari “poliçe iþlemleri” yoluyla saðlanýr. Bu durumda,
borç sermayesine olan talep artar ve faiz oraný, bu metaýn piyasaya ar-
zýna yapay olarak engel olmak için giriþilen bu manevranýn sonucu ola-
rak yükselebilir. Bu yükselen faiz oraný, öyleyse, meta-sermaye arzýndaki
yapay azalmayý yansýtýr.
Buna karþýlýk, bir nesneye olan talep, arzýndaki artýþ ve o nesne-
nin ortalama fiyatýnýn altýnda satýlmasý nedeniyle büyüyebilir.
Bu durumda, borç sermayesine olan talep ayný kalabilir ya da
hatta düþebilir, çünkü, ayný miktar para ile daha fazla meta elde edilebi-
lir. Üretim amaçlarý için en uygun anýn avantajlarýndan yararlanmak ama-
cýyla, ya da fiyatlarda ilerde meydana gelecek yükselme umuduyla,

Karl Marks 457


Kapital III
spekülatif amaca dayalý stok yýðýlmasý da olabilir. Bu durumda, borç
sermayesine olan talep büyüyebilir ve faiz oranýnda görülen yükselme
üretken [sayfa 455] sermaye öðelerinin aþýrý stok yýðýlmasýna yapýlan ser-
maye yatýrýmýný yansýtýr. Biz burada yalnýz, meta-sermayeye olan talebin
ve meta-sermaye arzýnýn, borç sermayesine karþý olan talebi etkilemesi-
ni incelemekteyiz. Sanayi çevrimi evrelerinde yeniden-üretim sürecinin
deðiþen durumlarýnýn borç sermayesi arzýný nasýl etkilediðini yukarda
irdelemiþ bulunuyoruz. Piyasa faiz oranýnýn, (borç) sermaye arzý ve tale-
bi tarafýndan belirlendiði yolundaki saçma önermeyi Overstone kendi
önermesiyle, yani borç sermayesinin genel olarak sermaye ile eþdeðer
olduðu yolundaki önermesiyle kurnazca birleþtirmiþtir, ve böylece o,
tefeciyi biricik kapitalist ve sermayesini de biricik sermaye haline getir-
meye çabalamaktadýr.
Darlýk sýralarýnda, borç sermayesine olan talep, ödeme aracýna
olan taleptir ve baþka bir þey deðil; bu hiç bir zaman, satýnalma aracý
olarak paraya olan bir talep deðildir. Ayný zamanda, faiz oraný, gerçek
sermaye, yani üretken ve meta sermaye ister bol ister kýt olsun, çok
fazla yükselebilir. Ödeme aracýna talep tüccarlar ile üreticiler saðlam bir
güvence gösterebildikleri sürece sýrf bir paraya çevrilmeye olan taleptir;
bu güvence yoksa bu talep para-sermaye talebidir, böylece aldýklarý
ödeme aracý avansý bunlara yalnýz paranýn biçimini vermiþ olmaz, ayný
zamanda da, ödemede bulunmalarý için, biçimi ne olursa olsun ellerin-
de bulunmayan bir eþdeðeri de saðlamýþ olur. Þimdiki bunalým teorisi
üzerindeki tartýþmada her iki tarafýn da hem haklý ve hem de haksýz
olduðu nokta iþte budur. Yalnýzca bir ödeme aracý kýtlýðý bulunduðunu
söyleyenlerin kafasýnda, ya yalnýz bona fide güvencelere sahip kimseler
vardýr, ya da bunlar, bütün müflis dolandýrýcýlarý, kaðýt-parçalarý aracýlýðý
ile ödeme gücü olan ve saygýdeðer kapitalistlere dönüþtürmenin, bank-
alarýn görevi olduðuna ve buna güçlerinin de yettiðine inanan budalalar-
dýr. Yalnýzca bir sermaye kýtlýðý olduðunu söyleyenler ise, ya düpedüz
sözcük oyunu yapmaktadýrlar, çünkü, iþte tam böyle zamanlarda, aþýrý-
ithalatýn ve aþýrý-üretimin bir sonucu olarak, çevrilemeyen [inconverti-
ble] bir sermaye kitlesi vardýr, ya da bunlar yalnýzca, þimdi gerçekten,
kendi iþleri için artýk baþkalarýna ait sermayeyi elde edemeyecekleri bir
duruma düþen ve gene þimdi bankanýn yalnýz kaybettikleri sermayeyi
ödemeleri için yardýmda bulunmakla kalmayýp, dolandýrýcýlýklarýný sür-
dürmelerini saðlamasýný da isteyen kredi þövalyelerinden sözetmekte-
dirler.
Paranýn, deðerin baðýmsýz bir biçimi olarak, metalara karþýt bir
durumda bulunmasý ya da deðiþim-deðerinin parada baðýmsýz bir biçi-
me bürünmek zorunda olmasý, kapitalist üretimin temel bir ilkesidir; ve
bu da ancak, belli bir metaýn, deðeri diðer bütün metalarýn ölçüsü hali-
ne gelen bir madde halini alarak, genel bir meta –diðer bütün metalar-
dan farklý– par excellence bir meta þeklini almasýyla mümkündür. Bunun,

458 Karl Marks


Kapital III
kendisini, özellikle, paranýn yerine, bir yandan kredi iþlemlerini, öte yan-
dan kredi-parasýný geniþ ölçüde koyan, geliþmiþ kapitalist uluslar arasýn-
da iki bakýmdan ortaya koymasý zorunlu olur. Kredilerin kýsýldýðý ya da
büsbütün kesildiði darlýk zamanlarýnda, para birdenbire, biricik ödeme
[sayfa 456] aracý ve diðer bütün metalarla mutlak bir karþýtlýk içersinde,
deðerin gerçek bir varlýk biçimi olarak ortaya çýkar. Metalarýn evrensel
deðer kaybý, bunlarýn paraya, yani tamamýyla kendi hayali biçimlerine
dönüþtürülmesindeki güçlük ya da hatta olanaksýzlýk iþte buradan gelir.
Ýkinci olarak, kredi-parasýnýn kendisi de, ancak, nominal deðeri tuta-
rýndaki gerçek paranýn mutlak olarak yerini aldýðý ölçüde paradýr. Dýþarýya
bir altýn akýþý ile çevrilebilirliði, yani gerçek altýnla özdeþliði kuþkulu hale
gelir. Bu çevrilebilirliðin koþullarýnýn korunmasý amacýyla alýnan, faiz ora-
nýnýn yükseltilmesi, vb. gibi zoraki önlemlere de iþte bunun için
baþvurulur. Bu durum, hatalý para teorilerine dayanan ve Overstone ve
ayný soydan para-tüccarlarýnýn çýkarlarý için ulusun sýrtýna yüklenen ya-
lan-yanlýþ yasalarla, þu ya da bu uçlara kadar götürülebilir. Ne var ki
bunun asýl temelini hazýrlayan, üretim tarzýnýn kendisinin dayandýðý te-
meldir. Kredi-parasýndaki bir deðer kaybý (para olarak taþýdýðý tamamen
hayali niteliðini kaybetmesinin burada sözünü bile etmiyoruz) bütün mev-
cut iliþkileri altüst eder. Bu yüzden de, paradaki bu deðerin hayali ve
baðýmsýz varlýðýný korumak amacýyla, metalarýn deðerleri feda edilir. Para-
de-ðer olarak, ancak para güvenli olduðu sürece o da güvenlidir. Para
olarak birkaç milyon için, meta olarak birçok milyonlarýn bu nedenle
feda edilmesi gerekir. Kapitalist üretimde bu kaçýnýlmazdýr ve onun hoþ
yanlarýndan birisi de budur. Daha önceki üretim tarzlarýnda bu olmaz,
çünkü dayandýklarý dar temel üzerinde ne kredi ne de kredi-parasý pek
fazla geliþmez. Emeðin toplumsal niteliði metalarýn para-varlýk biçimi ve
dolayýsýyla da gerçek üretime yabancý bir þey olarak göründüðü sürece
para bunalýmlarý –gerçek bunalýmlardan baðýmsýz ya da bunlarýn yo-
ðunlaþmýþ þekli olarak– kaçýnýlmazdýr. Öte yandan, bir bankanýn kredisi
sarsýlmadýðý sürece, bu gibi durumlarda, kredi-parasýný artýrmak sureti-
yle paniði hafifleteceði ve daraltmak suretiyle de þiddetlendireceði açýk
bir þeydir. Modern sanayiin bütün tarihi, içerdeki üretimin örgütlenmiþ
olmasý koþuluyla, madeni paraya ancak uluslar arasý ticaretin dengesi
geçici olarak bozulduðu zamanlarda gerçekten gereksinme duyulabile-
ceðini göstermiþtir. Ýç piyasanýn þimdi bile madeni paraya gereksinmesi
olmadýðýný, sözde ulusal bankalarýn nakit ödemeleri geçici olarak dur-
durmalarý ve bu yola ancak olaðanüstü durumlarda biricik çare olarak
baþvurmalarý da göstermektedir.
Ýki birey sözkonusu olduðunda, bunlarýn birbirleriyle alýþveriþle-
rinde her ikisinin de aleyhte bir ödemeler dengesine sahip olduklarýný
söylemek gülünç olur. Bunlarýn karþýlýklý olarak birbirlerinin alacaklýsý ve
borçlusu olmalarý halinde, eðer karþýlýklý alacaklarý birbirini götürmüyor-
sa, bakiye için birisinin alacaklý, ötekisinin ise borçlu olmasý gerekeceði

Karl Marks 459


Kapital III
açýktýr. Uluslar sözkonusu olduðunda durum hiç de böyle deðildir. Bir
ulus için, ticaret bilançosunun eninde sonunda kapatýlmasý gerektiði
halde, ödemeler bilançosunun lehte ya da aleyhte olabileceðini kabul
eden bütün iktisatçýlar da durumun böyle olmadýðýný kabul ederler. [sayfa
457]
Ödemeler bilançosu, ticaret bilançosundan, ticaret bilançosunun
belli bir tarihte kapatýlmasý gerekmesi bakýmýndan ayrýlýr. Bunalýmlarýn
þimdi gerçekleþtirdikleri þey, ödemeler bilançosu ile ticaret bilançosu
arasýndaki farký, kýsa bir aralýk halinde daraltmaktýr; bunalým geçiren ve
bu nedenle de ödemelerini zamanýnda yerine getirmeyen bir ulusun
karþý karþýya kaldýðý belirli durumlar zaten hesaplarýn tasfiyesi zamanýn-
da böyle bir kýsalmaya yolaçmýþtýr. Önce, dýþarýya deðerli maden sevki;
ardýndan, gönderilen mallarýn düþük fiyatlarla satýþý; elden çýkarýlmak ya
da içerde onlar karþýlýðýnda para avanslarý elde etmek için meta ihracý;
faiz oranýný yükseltmek, kredileri kesmek, senet ve tahvillerin deðerler-
ini düþürmek, yabancý tahvilleri elden çýkartmak, bu deðeri düþürülmüþ
tahvillere yatýrýlmak üzere yabancý sermayeyi çekmek, ve ensonu, bir
yýðýn alacaðý tasfiye eden iflas. Ayný zamanda, bunalýmýn patlak verdiði
ülkeye çoðu kez hala madeni para gönderilmektedir, çünkü bu ülkeye
çekilen çekler güvenli olmamakta ve madeni parayla ödeme en güveni-
lir olmaktadýr. Üstelik, Asya bakýmýndan, bütün kapitalist uluslar, genel-
likle ayný zamanda –doðrudan doðruya ya da dolaylý– onun borçlusu-
durlar. Bu çeþitli koþullar, diðer ilgili ulus üzerinde tam etkisini gösterir
göstermez, o da ayný þekilde altýn ve gümüþ ihraç etmeye baþlar, kýsa-
casý, ödemeler vadesinde yapýlamamaktadýr ve ayný olaylar yinelenmek-
tedir.
Ticari kredide, faiz –kredi fiyatý ile nakit fiyat arasýndaki fark ola-
rak– metalarýn fiyatýna ancak, poliçeleri normal vadenin üzerinde olduk-
larý sürece girer. Tersi durumda girmez. Ve bunu herkesin bir eliyle al-
dýðý krediyi bir baþka eliyle vermesi olgusu açýklar. [Bu, benim deneyim-
lerime uymuyor. -F.E.] Ama, iskonto, buraya bu biçim içersinde girdiði
sürece, bu, bu ticari kredi ile deðil, para piyasasý tarafýndan belirlenir.
Eðer faiz oranýný belirleyen para-sermaye arzý ve talebi, Over-
stone’un öne sürdüðü gibi, fiili sermayenin arz ve talebi ile ayný þey ol-
saydý, faiz, çeþitli metalara ya da ele alýnan ayný metaýn çeþitli evrelerine
(hammadde, yarý mamul ürün, son þeklini almýþ ürün) baðlý olarak, ayný
zamanda düþük ve yüksek olurdu. 1844’te Ýngiltere Bankasýnýn faiz ora-
ný, %4 (ocaktan eylüle) ile, %2½ ve 3 (kasýmdan yýl sonuna kadar) ara-
sýnda oynuyordu. 1845’te %2½, 2¾, ve ocaktan ekime kadar %3, geriye
kalan aylarda %3 ile 5 arasýndaydý. Temiz Orleans pamuðunun ortalama
fiyatý 1844’te 6¼ peni, 1845’te 47/8 peni idi. 3 Mart 1844 tarihinde Liver-
pool’daki pamuk stoku 627.042 balya ve 3 Mart 1845’te 773.800 balya
idi. Pamuðun düþük olan fiyatlarýna göre faiz oranýnýn 1845’te düþük
olmasý gerekirdi, ve gerçekten de bu sürenin büyük bir kýsmýnda düþüktü.

460 Karl Marks


Kapital III
Ama, iplik fiyatlarýna göre faiz oranýnýn yüksek olmasý gerekirdi, çünkü,
fiyatlar nispi olarak, kârlar mutlak olarak yüksekti. Libresi 4 peni olan
pamuktan 1845’te, 4 peni eðirme gideriyle (iyi cins secunda mule twist
No 40) ya da iplikçiye ödenen 8 peni toplam giderle iplik eðrilebilir, ve
bu iplik, 1845 eylül ve ekiminde libresi 10½ ya da 11½ peniden [sayfa 458]
satýlabilirdi. (Bkz: aþaðýda, Wylie’nin tanýklýðý.) Bütün sorun þu þekilde
çözümlenebilir: Borç sermayesi arzý ve talebi, genellikle sermaye arzý ve
talebi ile ayný olurdu (bu son söz saçma olduðu halde; çünkü, sanayici
ya da tüccar kapitalist için meta, onun sermayesinin bir biçimidir, ama o
hiç bir zaman sermaye olarak böyle bir meta talep etmez, o ancak belli
bir metaý meta olarak talep eder ve, kendi sermayesinin devresinde
onun oynamak zorunda olduðu role bakmaksýzýn bir meta olarak, ör-
neðin tahýl ya da pamuk olarak bu metaý satýn alýr ve karþýlýðýný öder),
eðer ortada borç para verenler olmasaydý ve onlarýn yerine borç veren
kapitalistler, makinelere, hammaddelere, vb. sahip olsaydýlar ve bunlarý
þimdi evlerin kiraya verilmesi gibi, bu nesnelerden bazýlarýna kendileri
de sahip bulunan sanayi kapitalistlerine borç ya da kiraya vermiþ olsalar-
dý. Böyle bir durumda, borç sermayesi arzý, sanayi kapitalistleri için üre-
tim öðelerinin ve tüccarlar için metalarýn arzý ile ayný þey olurdu. Ama
açýktýr ki, o zaman da, borç veren ile borç alan arasýndaki kâr bölüþümü,
borç verilen ve onu kullanmakta olanýn mülkiyetinde bulunan sermaye-
nin oranýna baðlý olurdu.
Bay Weguelin’egöre (B. A., 1857), faiz oraný “kullanýlmayan ser-
maye miktarý” tarafýndan belirlenir (252); o, ‘’kullaným yeri arayan büyük
bir sermaye kitlesinin bir göstergesinden baþka bir þey deðildir’’ (271);
daha sonra bu kullanýlmayan sermaye floating capital (dolaþan sermaye)
halini alýyor ve bu sözle o “Ýngiltere Bankasý banknotlarý ile ülkedeki
diðer tür dolaþým araçlarýný, örneðin, taþra bankalarý dolaþým araçlarýný
ve ülkedeki sikke miktarýný” kastediyor “... floating capital’a (dolaþan
sermayeye) ben bankerlerin rezervlerini de katýyorum” diyor (502, 503)
ve daha sonra külçe altýnlarý da buna ekliyor (503). Böylece ayný Bay
Weguelin, Ýngiltere Bankasýnýn faiz oraný üzerinde “Biz” [Ýngiltere Bank-
asý] “kullanýlmayan sermayenin daha büyük bir kýsmýný elde bulundur-
duðumuz” zaman büyük etkisi olduðunu söylediði (1198) halde Bay
Overstone’un yukardaki tanýklýðýna göre, Ýngiltere Bankasý, “sermaye için
bir yer deðildir.” Bay Weguelin þunlarý da söylüyor: “Bence iskonto ora-
ný, ülkede bulunan kullanýlmayan sermayenin miktarý ile belirlenir. Kul-
lanýlmayan sermaye miktarýný, tamamý külçe rezervi olan, Ýngiltere Ban-
kasýnýn rezervleri temsil eder. Bu nedenle, bu altýn çekildiðinde ülkede-
ki kullanýlmayan sermaye miktarý azalýr ve dolayýsýyla da, geriye kalanýn
deðeri artmýþ olur” (1258). J. Stuart Mill þöyle diyor (2102): “Banka,
banking department’nýn borçlarý karþýlayabilmesi için, bu kýsýmda re-
zervleri doldurabilmek için elden geleni yapmak zorundadýr; ve bu ne-
denle dýþarýya bir altýn akýþýnýn geliþerek devam ettiðini farkeder etmez,

Karl Marks 461


Kapital III
rezervlerini güven altýna almak ve iskontolarý ya da senet satýþlarýný dar-
altmaya baþlamak zorundadýr.” – Rezerv, yalnýz banking department
bakýmýndan düþünüldüðünde, yalnýz mevduatlar için rezerv demektir.
Overstone’lara göre banking departmen’ýn “otomatik” banknot [sayfa 459]
çýkartýlmasýyla ilgilenmeksizin, yalnýz banker olarak hareket etmesi ge-
rekir. Ama, gerçek darlýk zamanlarýnda Banka, banking department’ýn
yalnýz banknotlardan ibaret bulunan yedeklerinden baðýmsýz olarak, al-
týn rezervini dikkatle izler ve, iflas etmek istemiyorsa izlemek zorundadýr
da. Çünkü, külçe rezervi suyunu çektiði ölçüde, banknot rezervi de erir
ve bunu, hiç kimse, 1844 tarihli Bank Act ile bunun böyle olmasýný akýllý-
ca düzenleyen Bay Overstone’dan daha iyi bilemez. [sayfa 460]

462 Karl Marks


Kapital III
OTUZÜÇÜNCÜ BÖLÜM
KREDÝ SÝSTEMÝNDE DOLAÞIM ARACI

“DOLAÞIM hýzýnýn büyük düzenleyicisi kredidir. Bu, para piyasasý


üzerindeki þiddetli baskýnýn genellikle niçin dolu bir dolaþýmla çakýþtýðýný
açýklar.” (The Currency Theory Reviewed, s. 65.)
Bunu iki anlama almak gerekir. Bir yandan, dolaþým aracýnda
tasarruf saðlayan bütün yöntemler, kredi üzerine dayanýrlar. Öte yan-
dan, örneðin 500 sterlinlik bir banknot alalým. A, bunu bir poliçeyi öde-
mek için belli bir tarihte B’ye verir; B, ayný gün bunu bankerine mevduat
olarak yatýrýr; banker gene ayný gün bununla, C için bir poliçe iskonto
eder; C, bununla bankaya ödeme yapar ve banka da bunu bill broker’a
[simsara] avans olarak verir, vb.. Banknotun satýnalma ve ödemeye hiz-
met etmek üzere burada yaptýðý dolaþýmýn hýzýný, tekrar tekrar bir kim-
seye mevduat biçiminde geri dönmesi ve tekrar bir baþkasýna borç
biçiminde devredilmesinin hýzý etkiler. Dolaþým aracýndaki basit tasar-
ruf, en geliþmiþ biçimde clearing house’da –vadesi gelen poliçelerin
düpedüz deðiþtirilmelerinde– ve paranýn sýrf bakiyelerin tasfiyesi için
ödeme aracý olarak gördüðü genel iþlevde görülür. Ne var ki, bu poliçe-
lerin kendi varlýklarý da, gene, sanayiciler ile tüccarlarýn karþýlýklý olarak
birbirlerine verdikleri krediye baðlýdýr. Bu kredi azalýrsa, poliçelerin ve
özellikle uzun vadeli olanlarýn sayýlarý da azalýr, dolayýsýyla da, hesaplarýn
tasfiyesi ile ilgili bu [sayfa 461] yöntemin etkinliði azalýr. Parayý alýþveriþ iþlem-
lerine karýþtýrmadan ibaret bulunan, ve bütünüyle, paranýn ödeme aracý

Karl Marks 463


Kapital III
olarak iþlevine –ki, bu da gene krediye dayanýr– dayanan bu tasarruf, an-
cak iki türde olabilir (bu ödemelerin bir araya toplanmasýyla ilgili olarak
þu ya da bu ölçüde geliþmiþ teknikler dýþýnda); poliçelerin ya da çekle-
rin temsil ettiði karþýlýklý alacaklar, ya ayný banker tarafýndan tasfiye edi-
lir ve bu banker, yalnýzca, birinin hesabýndaki alacaðý diðerinin hesabýna
aktarýr, ya da çeþitli bankerler kendi aralarýnda bu tasfiye iþlemini yapar-
lar.11 Sekiz-on milyonluk poliçenin, örneðin Overend, Gurney and Co.
firmasý gibi, bir bill broker’ýn elinde toplanmasý, hesaplarýn bu þekilde
ayný yerde karþýlýklý olarak denkleþtirilmesini daha geniþ boyutlara ulaþ-
týrmanýn bellibaþlý yollarýndan biriydi. Dolaþým aracýnýn etkinliði bu þe-
kildeki tasarruf ile, yalnýzca hesaplarýn kapatýlmasý için gerekli olan küçük
bir miktarýn elde bulundurulmasý derecesine kadar artýrýldý. Öte yandan,
dolaþým aracý olarak akan paranýn hýzý tamamen (bu yolla da parada
tasarruf saðlanmýþtýr), para ile ardarda yapýldýklarý sürece, satýnalma ve
satýþlarýn akýþýna, ödemeler zincirine baðlýdýr. Ama dolaþýmýn hýzýný kre-
di etkiler ve dolayýsýyla da artýrýr. Örneðin tek bir para parçasý, kredinin
aracýlýðý olmaksýzýn, ancak beþ hareketi gerçekleþtirebilir ve sýrf dolaþým
aracý olarak her bireyin elinde daha uzun süre kalýr; ilk sahibi olan A,
B’den, B, C’den, C, D’den, D, E’den ve E, F’den satýn almada bulunur,
yani elden ele geçiþi sýrf gerçek satýn almalar ve satýþlar yoluyla olmuþtur.
Ama, A, B’nin yaptýðý ödeme ile aldýðý parayý bankaya yatýrýr ve banka da
bunu C’nin poliçelerini iskonto etmekte kullanýr, C, D’den satýn alýr, D
parayý bankasýna yatýrýr ve banka da bunu E’ye borç verir ve E’de Fden
satýn alýrsa, sýrf dolaþým aracý (satýnalma aracý) olarak hýzý bile, birkaç
kredi iþlemiyle, B’nin parayý bankere vermesi, bankerin C’ye ait senedi
iskonto etmesi, D’nin parayý bankerine vermesi, bankerin E’ye ait senedi
iskonto etmesi ile, yani dört kredi iþlemi aracýlýðý ile artýrýlmýþ olur. Bu
kredi iþlemleri olmaksýzýn, ayný para parçasý, peþpeþe beþ satýn almayý
belli bir, sürede yerine getiremezdi. Filli alým ve satýmlarda aracýlýk et-
meksizin, mevduat olarak yatýrýlma ve iskonto iþlemleri yoluyla onun el
deðiþtirmesi olgusu, burada, bir dizi fiili alým-satýmda el deðiþtirmesini
hýzlandýrmýþtýr. [sayfa 462]
Bir ve ayný banknotun, birkaç bankada mevduat teþkil edebile-
ceðini daha önce görmüþtük. Bunun gibi, ayný bankada, çeþitli mev-
duatlarý da teþkil edebilir. Banker, A’nýn yatýrmýþ olduðu banknotla B’nin

11
Bir banknotun dolaþýmda kaldýðý ortalama gün sayýsý:

Yýllan 5 £ Banknot 10 £ Banknot 20-100 £ 200-500 £ £1,000 £ Banknot


Banknot Banknot
1792 ? 236 209 31 22
1818 48 137 121 48 13
1846 79 71 34 12 8
1856 70 58 27 9 7
(Ýngiltere Bankasý kasadarý Marshall tarafýndan derlenmiþtir. Report on Bank Acts, 1857,
Appendix II, s. 300-301.)

464 Karl Marks


Kapital III
poliçesini iskonto eder. B, C’ye ödeme yapar ve C, ayný banknotu ayný
bankaya yatýrýr.
Basit para dolaþýmýný irdelerken (Buch I, Kap III, 2), fiili
dolaþýmdaki para kitlesinin, dolaþým hýzý ile ödemelerdeki tasarruf veri
kabul edildiðinde, metalarýn fiyatlarý ve alýþveriþlerin miktarý ile belirlen-
diðini göstermiþ bulunuyoruz. Ayný yasa, banknotlarýn dolaþýmýný da dü-
zenlemektedir.
Aþaðýdaki tabloda, Ýngiltere Bankasýnýn, halkýn elinde bulunduðu
sürece yýllýk ortalama banknot sayýsý gösterilmektedir; 5-10 sterlin, 20-
100 sterlin, 200 ve 1.000 sterlin arasýnda daha büyük miktarlar ve bir de,
bu gruplarýn herbirinin toplam dolaþýmdaki yüzdeleri bu tabloya alýnmýþtýr.
Miktarlar biner þeklindedir, yani son üç sýfýr yazýlmamýþtýr. [Bkz: aþaðýdaki
tablo.]*
(B. A. 1858, s. xxvý.) Dolaþýmdaki banknotlarýn toplam tutarý, de-

£ 200-
£ 5-10 £ 20-100
Yýllar % % 1,000 % Toplam
Banknot Banknot
Banknot
1844 9.263 45,7 5.735 28,3 5.253 26,0 20.241
1845 9.698 46,9 6.082 29,3 4.942 23,8 20.722
1846 9.918 48,9 5.778 28,5 4.590 22,6 20.286
1847 9.591 50,1 5.498 28,7 4.066 21,2 19.155
1848 8.732 48,3 5.046 27,9 4.307 23,8 18.085
1849 8.692 47,2 5.234 28,5 4.477 24,3 18.403
1850 9.164 47,2 5.587 28,8 4.646 24,0 19.398
1851 9.362 48,1 5.554 28,5 4.557 23,4 19.473
1852 9.839 45,0 6.161 28,2 5.856 26,8 21.856
1853 10.699 47,3 6.393 28,2 5.541 24,5 22.653
1854 10.565 51,0 5.910 28,5 4.234 20,5 20.709
1855 10.628 53,6 5.706 28,9 3.459 17,5 19.793
1856 10.680 54,4 5.645 28,7 3.323 16,9 19.648
1857 10.659 54,7 5.567 28,6 3.241 16,7 19.467

mek ki, ticari iþler, ihracat ile ithalatýn gösterdiði gibi, iki katýndan fazla
arttýðý halde, 1844’ten 1857’ye kadar mutlak bir azalma göstermiþtir. 5
ve 10 sterlinlik daha küçük banknotlar, tabloda da görüldüðü gibi, 1844’te
9.263.000 sterlinden, 1857’de 10.659.000 sterline yükselmiþtir. Ve bu, o
sýradaki, altýn dolaþýmýnda görülen özellikle büyük artýþla ayný zamanda
olmuþtur. Buna karþýlýk, daha yüksek deðerdeki banknotlarda (200-1.000
sterlin) 1852’de 5.856.000 sterlinden, 1857’de 3.241.000 sterline bir azal-
ma, yani 2½ milyon sterlinden fazla bir düþme olmuþtur. Bu þöyle açý-
klanýr: “8 Haziran 1854’te, Londra’daki özel bankerler, hisse senetli

* Bu tablo, Marx’ýn deðindiði kaynaðýn fotokopisinin örneðidir. Bazý rakamlar yanlýþtýr. -Ed.

Karl Marks 465


Kapital III
bankalarýn, Clearing House kuruluþuna katýlmalarýna izin vermiþler, ve
kýsa bir süre sonra kesin kliring iþleri, Ýngiltere [sayfa 463] Bankasý içersinde
örgütlenmiþtir. Günlük takaslar þimdi, çeþitli bankalarýn bu kuruluþtaki
hesaplarýndaki transferler ile yapýlmaktadýr. Bu sistemin kabul edilmesi-
yle bankerlerin eskiden hesaplarýnýn kapatýlmasý için kullandýklarý büyük
banknotlar artýk gereksiz hale gelmiþtir.” (B. A. 1858, s. v.)
Toplam ticarette kullanýlan paranýn nasýl çok küçük bir asgariye
indirilmiþ bulunduðu, Kitap I’e alýnan (Kap. III, not 103), tablodan çýkartý-
labilir. Bu tabloyu, Londra’daki firmalarýn en büyüklerinden birisi olan ve
küçük bir tüccarýn gerekli her tür malý satýn alabileceði Morrison, Dillon
and Co., Banka komitesine sunmuþtur.
W. Newmarch’ýn Banka Komitesinde (1857) yaptýðý tanýklýða (n°
1741) göre, dolaþým aracýndaki tasarrufa baþka koþullar da yardýmcý
olmaktadýr: bir peni ile gönderilen posta havalesi, demiryollarý, telgraf,
kýsacasý, geliþen ulaþtýrma ve haberleþme araçlarý; böylece þimdi Ýngilte-
re, aþaðý yukarý ayný banknot dolaþýmý ile, beþ-altý kez daha fazla iþin
yürütülmesini saðlayabilmektedir. Bu ayrýca büyük ölçüde, dolaþýmdan
10 sterlinin üzerindeki banknotlarýn çekilmesinden de ileri gelmiþtir. Bir
sterlinlik banknotlarýn da dolaþýmda bulunduðu Ýskoçya ile Ýrlanda’da
banknot dolaþýmýnýn yaklaþýk %31 yükselmiþ olmasý olgusunun doðal
açýklamasýný, Newmarch burada görmektedir (1747). Birleþik Krallýk’ta,
bir sterlinlik banknotlar da dahil, toplam banknot dolaþýmýnýn 39 milyon
sterlin olduðu söylenmiþtir (1749). Altýn dolaþýmý ise 70 milyon sterlin
(1750). Ýskoçya’da, banknot dolaþýmý 1834’te 3.120.000 sterlin, 1844’te
3.020.000 sterlin ve 1854’te 4.050.000 sterlindi (1752).
Yalnýz bu sayýlardan bile, banknot çýkartan bankalarýn, bu bank-
notlarýn her an altýn paraya çevrilebildikleri sürece dolaþýmdaki banknot
sayýsýný hiç bir þekilde artýramayacaðý açýktýr. [Likit olmayan kaðýt para
burada hiç dikkate alýnmamýþtýr; likit olmayan banknotlar ancak, þimdi
Rusya’da olduðu gibi devlet kredisi ile fiilen desteklendiði yerlerde ge-
nel dolaþým aracý halini alabilir. O zaman bunlar, Kitap I’de (Kap. III, 2,
c) “Sikke ve Deðer Sembolleri” baþlýðý altýnda incelenmiþ bulunan, dev-
let tarafýndan çýkartýlan likit olmayan kaðýt para ile ilgili yasalara tabidir-
ler. -F. E.]
Dolaþýmdaki banknot miktarý, devir gereksinmelerince düzenle-
nir ve her fazla banknot, kendisini çýkartana doðru gerisin geri döner.
Ýngiltere’de yalnýz Ýngiltere Bankasýnýn banknotlarý, yasal ödeme aracý
olarak genel dolaþýmda bulunduklarý için, biz bu noktada taþra bankala-
rýnýn, önemsiz ve yalnýzca yerel olan banknot dolaþýmlarýný dikkate al-
mayabiliriz.
1858 Banka Komitesi önünde, Ýngiltere Bankasý Guvernörü Mr.
Neave þöyle tanýklýk ediyor: “n° 947. (Soru:) Halka sunulduðunu [sayfa 464]
söylediðiniz aþaðý yukarý 20.000.000 sterlinlik banknot miktarýnýn ayný
kalmasý için hangi önlemleri alýyorsunuz? – Olaðan zamanlarda, halkýn

466 Karl Marks


Kapital III
kullanmasý için yaklaþýk 20.000.000 sterline gereksinme olduðu görülüy-
or. Yýl boyunca bazý özel dönemlerde bu miktar 1.000.000 ya da 1.500.000
sterlin daha artýyor. Halkýn daha fazlasýný istemesi halinde, bunu daima
Ýngiltere Bankasýndan alabileceðini söylemiþtim.” – “948. Panik arasýn-
da halkýn banknot miktarýný azaltmanýza izin vermeyeceðini söylediniz;
bunu açýklamanýzý istiyorum. – Panik sýrasýnda bence halk istediði kadar
banknot elde edebilir; ve hiç kuþkusuz bankanýn bir taahhüdü olduðu
sürece, halk bu taahhüdü Bankadan banknot almak için kullanabilir.” –
“949. bu duruma göre, öyle görünüyor ki, her an yaklaþýk 20.000.000
sterlin tutarýnda geçerli para gerekmektedir? – Halk için, 20.000.000 ster-
lin tutarýnda banknot; bu, deðiþiklik gösteriyor. 18.500.000, 19.000.000,
20.000.000, vb. sterlin kadar, ama ortalama alýnýrsa 19-20 milyon sterlin
diyebilirsiniz.”
Commercial Distress (C. D. 1848-57) (Ticari Bunalýmý konusunda
Lordlar Komitesinde, Thomas Tooke’un tanýklýðý, n° 3094: “Bankanýn,
halkýn elindeki kendi dolaþým aracý miktarýný geniþletme konusunda bir
yetkisi yoktur; ama bankanýn, çok þiddetli bir iþleme baþvurmaksýzýn
halkýn elindeki banknot miktarýný azaltma yetkisi vardýr.”
Nottingham’da 30 yýl bankerlik yapan J. C. Wright, bu taþra ban-
kasý için dolaþýmda halkýn gereksinme duyduðu ve istediðinden fazla
banknot tutulabilme olanaksýzlýðýný uzun uzun açýkladýktan sonra, Ýngil-
tere Bankasý için þunlarý söylüyor (C.D. 1848-57) n° 2844: “Ýngiltere Ban-
kasý üzerinde” (banknot çýkartýlmasý için) “herhangi bir denetim bu-
lunduðunu bilmiyorum ama, herhangi bir dolaþým fazlalýðý mevduata
geçecek ve böylece baþka bir ad almýþ olacaktýr.”
Ayný þey, neredeyse tamamen kaðýt paranýn dolaþýmda bulun-
duðu Ýskoçya için de doðrudur, çünkü hem burada ve hem de Ýrlanda’da,
bir sterlinlik banknotlar da kullanýlmakta ve “Ýskoçlar altýndan nefret et-
mektedir.” Bir Ýskoç bankasýnýn müdürü Kennedy diyor ki, bankalar
kendi banknot dolaþýmlarýný bile daraltamazlar ve “yapýlabilmeleri için
banknot ya da altýna gereksinme bulunan iç alýþveriþler olduðu sürece,
bankerlerin, ya mevduat sahiplerinin talepleri yoluyla, ya da þu veya bu
þekilde, bu alýþveriþlerin gerektirdiði miktarda dolaþým aracýný saðlama-
larý gerekir Ýskoç bankalarý, iþlemlerini sýnýrlandýrabilirler ama, dolaþým
araçlarýný denetleyemezler.” (Ibid., n° 3446, 3448.) Bunun gibi, Union
Bank of Scotland’ýn müdürü Anderson da diyor ki (Ibid., n° 3578): “ken-
di aranýzdaki” [Ýskoç bankalarý arasýndaki] “deðiþim sistemi, herhangi
bir bankanýn aþýrý banknot çýkartmasýný engelliyor mu? – Evet; deðiþim
sisteminden daha güçlü bir engel daha var” [aslýnda bununla hiç bir
ilgisi bulunmuyor, ama, her bankanýn banknotlarýnýn bütün Ýskoçya’da
dolaþýmda bulunmasýný gerçekten de saðlamýþ oluyor], “Ýskoçya’da yay-
gýn olan bu bankada hesap bulundurma uygulamasý; elinde parasý olan
herkesin bir banka hesabý var ve hemen gereksinmesi [sayfa 465] olmayan
parayý her gün bu hesaba yatýrýyor, böylece iþgününün sonunda, halkýn

Karl Marks 467


Kapital III
cebindeki para bir yana, bankalarýn dýþýnda pek az para bulunuyor.”
Ayný þey, Ýrlanda Bankasý Guvernörü MacDonnel ile Ýrlanda Pro-
vincial Bank’ýn Müdürü Murray’ýn ayný Komitedeki tanýklýklarýnýn da be-
lirttiði gibi Ýrlanda için de geçerlidir.
Banknot dolaþýmý, Ýngiltere Bankasýnýn isteðinden baðýmsýz oldu-
ðu gibi, bu banknotlarýn altýna çevrilebileceðini garanti eden bankanýn
kasalarýndaki altýn rezervinin durumundan da baðýmsýzdýr. “18 Eylül 1846
tarihinde, Ýngiltere Bankasýnýn dolaþýmdaki banknotlarý 20.900.000 ster-
lin, Bankadaki külçe altýn ve gümüþ tutarý 16.273.000 sterlindi; ve 5 Ni-
san 1847’de dolaþýmdaki banknot 20.815.000 sterlin ve külçe tutarý
10.246.000 sterlindi. ... Ülkede dolaþýmdaki parada herhangi bir daralma
olmaksýzýn altý milyon altýnýn ihraç edildiði apaçýktý.” (J. G. Kinnear, The
Crisis and The Currency, London 1847, s. 5.) Kuþkusuz, bu ancak,
Ýngiltere’de bu-günkü koþullar altýnda olmuþtur ve burada bile ancak,
yasalarýn, banknot çýkartýlmasý ile deðerli maden rezervi arasýnda farklý
bir oraný öngör- mediði sürece olabilmiþtir.
Demek oluyor ki, yalnýz iþ ve ticaretin gereksinmeleri, dolaþýmdaki
para –banknot ve altýn– miktarý üzerinde etkili olmaktadýr. Burada her
þeyden önce iþlerin genel durumundan baðýmsýz olarak, her yýl kendi-
lerini yineleyen devresel dalgalanmalarý dikkate almak gerekir; böylece
son 20 yýlda “dolaþým bir ayda yüksek, diðerinde düþük ve bir baþka
ayda orta düzeyde olmaktadýr.” (Newmarch, B. A. 1857, n° 1650.)
Bu nedenle her yýl aðustos ayýnda hasat giderlerini ödemek için,
genellikle altýn olarak birkaç milyon Ýngiltere Bankasýndan iç dolaþýma
geçmektedir; çünkü, ücretler bu ayda yapýlan bellibaþlý ödemelerdir ve
banknotlar Ýngiltere’de bu amaç için pek geçerli olmamaktadýr. Yýl so-
nuna kadar bu para tekrar bankaya dönmektedir. Ýskoçya’da, altýn lira
yerine, neredeyse bir sterlinlik banknotlardan baþka bir þey bulunmamak-
ta ve bu yüzden banknot dolaþýmý, buna benzer durumlarda, yani yýlda
iki kez, mayýs ve kasým aylarýnda, 3 milyondan 4 milyona yükselmekte-
dir; iki hafta sonra geriye akýþ baþlamakta ve yaklaþýk bir ay içersinde
tamamlanmaktadýr. (Anderson, C. D. 1848-57, n° 3595-3600.)
Ýngiltere Bankasýnýn banknot dolaþýmý da her üç ayda bir, “te-
mettü”, yani devlet borçlarý üzerinden faiz ödenmesi nedeniyle geçici
dalgalanmalar göstermekte, banknotlar önce dolaþýmdan çekilmekte
ve sonra da tekrar piyasaya çýkmaktadýr; ama çok geçmeden de gene
geriye dönmektedir. Weguelin (B. A. 1857, n° 38) banknot dolaþýmýndaki
bu dalgalanmanýn ikibuçuk milyona ulaþtýðýný söylemektedir. Ne var ki,
mahut Overend, Gurney ve Ortaklarý firmasýndan Bay Chapman, para
piyasasýnda bu yüzden doðan dalgalanmanýn çok daha yüksek olduðu-
nu tahmin etmektedir. “Bu temettülerin ödenmesi için 6-7 milyon sterli-
ni çektiðiniz zaman, bu arada bu meblaðýn yerini doldurabilecek birisinin
aracý olarak bulunmasý gerekir.” (B. A. 1857, n° 5196.) [sayfa 466]
Dolaþým aracý miktarýnda, sanayi çevriminin çeþitli evrelerine te-

468 Karl Marks


Kapital III
kabül eden dalgalanmalar çok daha önemli ve uzun sürelidir. Þimdi de
bu konuda adý geçen firmanýn bir baþka ortaðýnýn, saygýdeðer Quaker
Samuel Gurney’in söylediklerine kulak verelim (C. D. 1848-57, n° 2645):
“Ekim (1847) sonunda, halkýn elindeki banknot tutarý 20.800.000 sterlin-
di. O dönemde, para piyasasýnda banknot elde etmede büyük bir güçlük
vardý. Bu, 1844 tarihli yasanýn koyduðu sýnýrlandýrmalar sonucu, bunlarý
elde edememek kaygýsýndan ileri geliyordu. Halen [Mart 1848] halkýn
elindeki banknot miktarý ... 17.700.000 sterlindir ama, þu anda herhangi
bir ticari panik bulunmadýðý için bu miktar gerekli olanýn çok üzerinde-
dir. Londra’da, elinde kullanabileceðinden daha çok miktarda banknot
bulundurmayan ne banka vardýr ne de sarraf.” – 2650. Ýngiltere Banka-
sýnýn kasalarý dýþýnda bulunan ... banknot miktarý, aktif bir dolaþýmýn
devamý için tamamen yetersiz kalmakta, iþ dünyasýnýn hali ve kredi du-
rumu ... ayný þekilde dikkate alýnmamýþ bulunmaktadýr.” – “2651. Halen
halkýn elinde bulunan dolaþým miktarý ile ilgili olarak taþýdýðýmýz fazlalýk
duygusu, büyük ölçüde, içinde bulunduðumuz büyük durgunluk dur-
umundan gelmektedir. Yüksek fiyatlar ve alýþveriþlerdeki canlýlýk kar-
þýsýnda, 17.700.000 sterlin bize bir sýnýrlama duygusu vermektedir.”
[Ýþlerin durumu böyle olduðu ve verilen borçlarýn geriye dönüþü
düzenli olduðu ve dolayýsýyla kredi sarsýlmadýðý sürece, dolaþýmdaki
geniþleme ve daralma, yalnýzca, sanayiciler ile tüccarlarýn gereksinme-
lerine baðlý bulunmaktadýr. Altýn hiç deðilse Ýngiltere’de, toptan ticarette
söz– konusu haline gelmediði ve altýn dolaþýmýna, mevsimlik dalgalan-
malar dýþýnda, uzun bir süre için oldukça deðiþmez gözüyle bakýlabildiði
için, Ýngiltere Bankasýnýn banknot dolaþýmý, bu deðiþmelerin yeterli doðru-
lukta bir ölçütünü oluþturur. Bunalýmý izleyen durgunluk döneminde
dolaþým en alt düzeyindedir; canlanan taleple birlikte, dolaþým aracýna
karþý daha büyük bir gereksinme doðar ve artan gönençle birlikte büyür;
dolaþým aracý miktarý, aþýrý-gerilim ve aþýrý-spekülasyon döneminde tepe
noktasýna ulaþýr; bunalým çýð gibi patlak verir ve daha dün yýðýnla bulu-
nan banknotlar piyasada görülmez olur ve onunla birlikte, senet kýran-
lar, senet ve tahvil karþýlýðýnda borç verenler ve meta satýn alýcýlarý da,
Ýngiltere Bankasý imdada çaðrýlýr, ama onun gücü de çok geçmeden
tükenir, çünkü 1844 tarihli Bank Act, bütün dünya banknot diye feryat
eder ve meta sahipleri ellerindekini satamadýklarý halde borçlarýný öde-
meye çaðrýlýr ve banknot bulabilmek için her türlü fedakarlýðý yapmaya
hazýrken, bankayý banknot dolaþýmýný kýsmaya zorlamaktadýr. “Panik
sýrasýnda,” diyor daha önce adý geçen Wright (loc. cit., n° 2930), “ülke,
bankerler ile baþkalarý dolaþým aracýný istif halinde biriktirdikleri için,
olaðan zamana göre iki katý dolaþým aracýna gereksinme duyar.”
Bunalým bir kez patlak verdi mi, artýk yalnýzca, bir ödeme aracý
sorunu halini alýr. Ama herkes, bu ödeme aracýný ele geçirmek için bir
baþkasýna baðlý olduðu ve hiç kimse, vadesi geldiðinde karþýsýndakinin
[sayfa 467] ödemeyi yapýp yapamayacaðýndan emin olmadýðý için, piyasada

Karl Marks 469


Kapital III
bulunan bu ödeme aracý, yani para için bir hücumdur baþlar. Herkes
eline geçirebildiði parayý bir yana istif eder ve böylece, en çok gereksin-
me duyulduðu bir günde banknotlar ortalýkta görünmez olur. Samuel
Gurney (1848-57 C. D. n° 1116), 1847 Ekiminde, böyle bir bunalým sý-
rasýnda, kasalara kitlenen banknot miktarýnýn 4-5 milyona ulaþtýðýný tah-
min etmektedir. -F. E.]
Bu konuda, Gurney’in daha önce adý geçen ortaðý Chapman’ýn,
1857 tarihli Banka Komitesindeki sorgusu özellikle ilginçtir. Buraya, ben,
bu tanýklýðýn, deðinilen bazý noktalarý daha sonra incelenecekse de,
bellibaþlý yerlerini alacaðým.
Bay Chapman þöyle diyor:
“4963. Herhangi bir kapitalistin (Londra’da olduðu gibi), para pi-
yasasý üzerinde, dolaþým aracýnýn çok düþük düzeyde olduðu bir sýrada,
büyük bir kýtlýk ve baský yaratacak güce sahip bulunmasýnýn doðru bir
þey olmadýðý inancýný taþýdýðýný da hiç tereddüt etmeden söyleyebilirim.
Bir amaca ulaþmak istedikleri takdirde piyasadan 1 ya da 2 milyon ster-
lin tutarýnda banknot çekebilecek güçte birden fazla kapitalistin bulun-
masý da ... mümkündür.” – 4965.* Büyük bir spekülatör, 1 ya da 2 mil-
yon sterlin tutarýnda devlet eshamý satabilir ve böylece piyasadan para
çeker. Daha çok yakýnlarda böyle bir þey oldu ve “çok þiddetli bir baský
yaratýyor”.
4967. Bu sýrada banknotlar gerçekten de üretken deðildir. “Ama
bu, onun [spekülatörün -ç.] büyük amacýný eðer gerçekleþtiriyorsa hiç
bir þey deðildir; onun büyük amacý, devlet fonlarýnýn fiyatýný düþürmek,
kýtlýk yaratmaktýr ve bunu yapmak tamamen onun gücü içersindedir.” –
Bir örnek: Bir sabah borsada paraya karþý büyük bir talep vardý; hiç
kimse bunun nedenini bilmiyordu; birisi Chapman’dan %7’den 50.000
sterlin borç vermesini istedi. Chapman çok þaþýrdý, çünkü onun faiz
oraný çok daha düþüktü; kabul etti. Biraz sonra adam gene geldi, %7½’
den 50.000 sterlin daha aldý ve ardýndan da %8’den 100.000 sterlin daha;
ve %8½’den daha da istiyordu. Bu durumda Chapman bile tedirgin oldu.
Az sonra, piyasadan birdenbire önemli miktarda para çekildiði açýða
çýktý. Ama Chapman þöyle diyor, “%8’den epeyce borç verdim; daha
öteye gitmekten korktum; ne olacaðýný bilmiyordum.”
Þurasýný hiç unutmamak gerekir ki, halkýn elinde neredeyse her
zaman banknot olarak 19-20 milyon sterlin bulunduðu varsayýlmakla
birlikte, bu banknotlarýn fiilen dolaþýmda bulunan kýsmý ile, bankalarda
yedek olarak atýl tutulan kýsmý, birbiriyle orantýsý bakýmýndan sürekli
önemli ölçüde deðiþir. Eðer bu yedek büyük ve dolayýsýyla fiili dolaþým
küçük ise, bu, para piyasasý açýsýndan dolaþýmýn dolu, paranýn bol ol-
duðu (the circulation is full, money is plentiful) anlamýna gelir, yok eðer
bu [sayfa 468] yedek küçük, dolayýsýyla da fiili dolaþým dolu ise, para piya-

* 1894 Almanca baskýsýnda bu sayý 4995’tir. -Ed.

470 Karl Marks


Kapital III
sasý diliyle dolaþým düþük, para kýt (the circulation is low, money is
scarce) – diðer bir deyiþle, atýl borç sermayeyi temsil eden kýsým küçük-
tür. Dolaþýmda, sanayi çevriminin evrelerinden baðýmsýz gerçek bir
geniþleme ya da daralma –halkýn gereksinmesi olan miktar gene de
ayný kalmak üzere-, ancak teknik nedenlerle meydana gelir; örneðin,
vergilerin ya da devlet borçlarý ile ilgili faizlerin ödendiði zamanlarda.
Vergiler ödendiði zaman, normalin üzerinde banknot ve altýn Ýngiltere
Bankasýna akar, ve aslýnda gereksinmeleri dikkate alýnmaksýzýn dolaþým
daralmýþ olur. Devlet borçlarý üzerinden temettü ödendiði zaman bunun
tersidir. Birinci durumda, dolaþým aracý elde etmek için bankadan borç
alýnýr. Ýkinci durumda, yedekleri geçici olarak büyüdüðü için özel ban-
kalarda faiz oraný düþer. Bunun, mutlak dolaþým aracý miktarý ile bir
iliþkisi yoktur; ne var ki bu, bu dolaþým aracýný harekete geçiren ve bu
süreç, kendisi için borç sermayesinin elden çýkarýlmasý anlamýna gelen
ve dolayýsýyla da kârý cebe indiren bankayý yakýndan ilgilendirir.
Bir durumda, dolaþým aracý yalnýzca geçici olarak yer deðiþtirmiþtir
ve Ýngiltere Bankasý bunu, üç aylýk vergilerden ve devlet borçlarý üzerin-
den ödenen üç aylýk temettülerin ödenmesinden hemen önce, kýsa
vadeli borçlar vererek dengeler; bu fazla banknotlarýn çýkartýlmasý önce,
vergilerin ödenmesinin yolaçtýðý boþluklarý doldurur ve çok geçmeden
bunlarýn bankaya yapýlan ôdemelerle geriye dönüþü ise, temettülerin
ödenmesi ile halkýn eline geçen fazla banknotlarý geriye getirmiþ olur.
Diðer durumda ise, düþük ya da dolu dolaþým, daima yalnýzca,
ayný miktar dolaþým aracýnýn, fiili dolaþým ve mevduata, yani borç verme
aracýna, farklý bir þekilde bölüþümü sorunudur.
Öte yandan, eðer örneðin, Ýngiltere Bankasýna altýn akýþýna daya-
nýlarak çýkartýlan banknot sayýsý artmýþ ise, bu banknotlar, Banka dýþýnda
poliçelerin iskontosuna yardýmcý olur ve borçlarýn tekrar ödenmesi yo-
luyla tekrar Bankaya dönerler, böylece dolaþýmdaki mutlak banknot mik-
tarý ancak geçici olarak artmýþ olur.
Dolaþým eðer iþlerdeki geniþleme nedeniyle dolu ise (bu, fiyatlar
nispeten düþük olduðu durumda bile olabilir), yükselen kârlar ile artan
yeni yatýrýmlar sonucu, borç sermayesine olan talep nedeniyle, faiz ora-
ný nispeten yüksek olabilir. Ýþlerdeki daralma ya da belki de kredi bol-
luðu nedeniyle dolaþým düþük ise, faiz oraný, fiyatlar yüksek olsa bile
düþük olabilir. (Bkz: Hubbard.)
Mutlak dolaþým miktarýnýn, ancak darlýk zamanlarýnda faiz oraný
üzerinde belirleyici bir etkisi vardýr. Dolu dolaþým için talep, 1847’de
Bank Act’in yürürlükten kaldýrýlmasýnýn dolaþýmda herhangi bir geniþ-
lemeye yolaçmayýp, yalnýzca, istif edilmiþ banknotlarý meydana çýkara-
rak bunlarý dolaþýma aktarmasýnda olduðu gibi, kredi eksikliði nedeniyle,
[sayfa 469] ya sýrf, bir yana yýðýlan dolaþým aracýna olan talebi (para dolaþý-
mýnýn azalan hýzý ile ayný özdeþ para parçalarýnýn sürekli olarak borç
sermayesine çevrilmesi dikkate alýnmazsa) yansýtabilir; ya da, 1857’de

Karl Marks 471


Kapital III
Bank Act’in yürürlükten kaldýrýlmasýndan bir süre sonra olduðu gibi, o
günkü koþullar altýnda, daha fazla dolaþým aracýna fiilen gereksinme
olabilir.
Yoksa mutlak dolaþým aracý miktarýnýn, faiz oraný üzerinde her-
hangi bir etkisi yoktur, çünkü –dolaþým aracýndaki tasarruf ile hýzýnýn
deðiþmediði kabul edildiðinde– faiz oranýný belirleyen þey, önce, meta-
fiyatlarý ile yapýlan alýþveriþlerin miktarý (böylece, bunlardan biri genellik-
le diðerinin etkisini nötralize eder) ve ensonu, kredi durumudur, oysa,
mutlak dolaþým miktarý, hiç bir þekilde, faiz oraný üzerinde ters bir etki
göstermez; ve ikinci olarak da, çünkü meta-fiyatlarý ve faizin, birbirleri
üzerinde herhangi bir doðrudan karþýlýklý iliþki içersinde bulunmalarý
zorunluluðu yoktur.
Bank Restriction Act’in yürürlükte kaldýðý sürece (1797-1819) bir
currency [dolaþým aracý] fazlalýðý vardý, ve faiz oraný, daima, nakit öde-
melerin yeniden baþlamasýndan sonraki düzeye göre, daha yüksekti.
Daha, sonra, banknot çýkartýlmasýnýn sýnýrlandýrýlmasý ve kurlarýn yüksel-
mesiyle, hýzla düþtü. 1822, 1823 ve 1832’de genel dolaþým düþük ve faiz
oraný da öyleydi. 1824, 1825 ve 1836’da dolaþým dolu idi ve faiz oraný
yükseldi. 1830 yazýnda dolaþým dolu ve faiz oraný düþüktü. Yeni altýn
madenlerinin bulunmasýndan beri para dolaþýmý bütün Avrupa’da
geniþledi ve faiz oraný yükseldi. Bu nedenle, faiz oraný, dolaþýmdaki para
miktarýna baðlý deðildir.
Dolaþým aracý çýkartýlmasý ile sermaye borç verilmesi arasýndaki
farký, en iyi, fiili yeniden-üretim süreci ortaya koymaktadýr. .
Üretimi oluþturan farklý kýsýmlarýn birbirleriyle ne þekilde
deðiþildiklerini görmüþ bulunuyoruz.(Kitap II, Part III [Ýkinci Cilt, Üçüncü
Kýsým. -Ed.]) Örneðin, deðiþen sermaye, maddi bakýmdan, emekçilerin
geçim araçlarýndan, kendi ürünlerinin bir kýsmýndan oluþmaktadýr. Ama
bu onlara, parça parça, para olarak ödenmektedir. Kapitalist bunu yatýr-
mak zorundadýr, ama yeni deðiþen sermayeyi gelecek hafta, bir önceki
hafta ödediði eski parayla ödeyebilmesi büyük ölçüde kredi sistemi ör-
gütüne baðlýdýr. Ayný þey, toplam toplumsal sermayeyi oluþturan çeþitli
kýsýmlar arasýnda örneðin tüketim araçlarý ile, tüketim araçlarýnýn üretim
araçlarý arasýndaki deðiþim için de geçerlidir. Bunlarýn dolaþýmý için pa-
ranýn, görmüþ olduðumuz gibi, deðiþimi yapan taraflarýn birisi ya da her
ikisi tarafýndan yatýrýlmýþ olmasý gerekmektedir. Para bunun üzerine dola-
þýmda kalmakta, ama deðiþim tamamlandýktan sonra kendisini yatýrana
geri dönmektedir, çünkü, bu para, onun fiilen kullanýlan sanayi sermay-
esinin üzerinde ve ötesinde yatýrýlmýþ bulunmaktadýr. (Kitap II, Yirminci
Bölüm). Geliþmiþ bir kredi sisteminde, paranýn bankerlerin [sayfa 470] elin-
de toplanmasýyla bu parayý yatýran, hiç deðilse nominal olarak bankerler
olmaktadýr. Bu yatýrým yalnýzca dolaþýmdaki parayla ilgilidir. Bu bir ser-
maye yatýrýmý deðil, dolaþýma yapýlan bir yatýrýmdýr.
Chapman: “5062. Halkýn elinde büyük miktarlarda para olduðu

472 Karl Marks


Kapital III
halde,bunlara sahip olunamadýðý zamanlar olabilir.” Panik sýrasýnda da
para vardýr; ama herkes bunu, borç verilebilir sermayeye, yani borç veri-
lebilir paraya çevirmemek için gözünü dört açmaktadýr; herkes bu para-
ya, gerçek ödeme gereksinmelerini karþýlamak amacýyla sýký sýkýya
sarýlmaktadýr.
“5099. Kýrsal bölgelerdeki taþra bankerleri kullanmadýklarý baki-
yeleri size ve diðer firmalara gönderiyorlar deðil mi? – Evet.” – “5100.
Öte yandan Lancashire ve Yorkshire bölgeleri sizden, iþlerinde kullan-
mak üzere senetlerinin iskonto edilmesini istiyorlar? – Evet.” – “5101.
Demek ki, ülkenin bir kýsmýndaki fazla para, ülkenin öteki kýsmýndaki
talebi karþýlamak için kullanýlýyor? – Evet, tamamen öyle.”
Chapman, bankalarýn, kendi fazla para-sermayelerini, kýsa dö-
nemler için eshama ve hazine bonolarýna yatýrma adetlerinin, son zaman-
larda, bu paranýn at call [emre hazýr] yani istenildiðinde ödenilmek
üzere borç verilmesinin yaygýnlaþmasýndan beri epeyce azaldýðýný söyle-
mektedir. O, þahsen bu gibi bonolarýn satýn alýnmasýnýn hiç de pratik
olmadýðý kanýsýnda. Bu yüzden o, parasýný güvenilir poliçelere yatýrýyor
ve bunlarýn bir kýsmýnýn her gün vadesi geldiði için, daima, günü gününe
ne miktarda paranýn eline geçeceðini bilmiþ oluyor. [5101-5105.]
Ýhracattaki büyüme bile kendisini az çok her ülke için, ama özel-
likle krediyi veren ülke için, iç para piyasasý üzerinde, darlýk dönemine
kadar pek de hissedilmeyen artan bir talep olarak ortaya koymaktadýr.
Ýhracat arttýðý zaman Ýngiliz fabrikatörleri, sevkedilen Ýngiliz mallarýna
karþýlýk ihracatçý tüccarlar üzerine genellikle uzun vadeli poliçeler çeki-
yorlar (5126). – “5127. Genellikle bu poliçelerin zaman zaman tekrar çe-
kileceði konusunda bir uzlaþma sözkonusu deðil mi? – [Chapman:] Bu,
bizden saklanan bir þeydir; biz bu tür bir poliçeyi kabul edemeyiz. ... Bu-
nun yapýldýðýný söyleyebilirim, ama böyle bir konu üzerinde konuþmam.”
[Masum Chapman.] “5129. Ülke ihracatýnda, geçen yýl olduðu gibi 20
milyon sterlinlik büyük bir artýþ olunca, bu, doðal olarak, bu ihracatý
temsil eden poliçelerin iskontosu için büyük sermaye talebine yolaçma-
yacak mýdýr? – Hiç kuþkusuz.” – “5130. Bu ülke genel kural olarak, ya-
pýlan bütün ihracatlar için yabancý ülkelere kredi verdiðine göre, bu, bir
süre için, buna tekabül edecek þekilde artmýþ bir sermayenin emilmesi
olmayacak mýdýr? – Bu ülke, muazzam kredi vermektedir; ama, daha
sonra kendi hammaddesi için kredi almaktadýr. Bize Amerika’dan dai-
ma 60 gün, öteki ülkelerden 90 gün vade tanýnmaktadýr. Öte yandan biz
de kredi veriyoruz; Almanya’ya mal gönderdiðimizde, iki ya da üç ay
veriyoruz.”
Wilson, Chapman’dan, Ýngiltere üzerine poliçelerin, ithal edilen
bu [sayfa 471] hammaddeler ile sömürge mallarýnýn gemiye yüklenmesiyle
ayný anda çekilip çekilmediðini ve bu poliçelerin, yükleme belgeleriyle
birlikte gelip gelmediðini soruyor (5131). Chapman öyle sanýyor, ama
bu gibi “ticari” iþlemler konusunda bilgisi bulunduðunu itiraf etmiyor, ve

Karl Marks 473


Kapital III
bu alanda uzman olanlardan sorulmasýný tavsiye ediyor. – Chapman
Amerika’ya ihracat yaparken, “mallarýn transit olarak simgelendiðini,”
söylüyor 5133; bu karýþýk söz herhalde, Ýngiliz ihracatçýsýnýn, metalarýna
karþýlýk Londra’daki büyük Amerikan bankalarýndan birisine dört ay va-
deli bir poliçe çektiði ve bu firmanýn Amerika’dan maddi bir teminat
getirdiði anlamýna geliyor.
“5136. Genel kural olarak, daha uzak yerlerle ticaret yapan, ve
sermayesini, mallar satýlana kadar bekleyen tüccarlar da yok mu? Ken-
dilerine ait büyük servetleri olan, kendi sermayelerini yatýrabilen ve mal-
larýna karþýlýk avans almayan firmalar bulunabilir; ama, mallarýnýn büyük
kýsmý, ünlü bazý eski firmalarýn poliçeleri ile avanslara çevrilmiþ durumda-
dýr.” – “5137. Bu firmalar ... Londra’da ya da Liverpool’da, ya da bir baþ-
ka yerde bulunmakta.” – “5138. Bu nedenle, fabrikatörün kendi parasýný
yatýrmasý ya da Londra’da ya da Liverpool’da para verecek bir tüccar
bulmasý farketmemektedir; bu gene de bu ülkede verilen bir avans
mýdýr? – Tamamen öyle. Pek az durumda fabrikatörün bununla bir ilgisi
vardýr” [ama 1847’de neredeyse bütün durumlarda vardý]. “Diyelim,
Manchester’de mamul mal ticareti yapan bir kimse, mal satýn alýr ve
bunlarý Londra’daki dürüst bir firma aracýlýðý ile sevkeder; Londra’daki
firma, bu mallarýn hepsinin anlaþmaya uygun biçimde sandýklandýðýna
kanaat getirirse, Hindistan’a, Çin’e ya da bir baþka yere gönderilen bu
mallar karþýlýðýnda, Londra’daki bu firma üzerine altý ay vadeli poliçe
çeker; þimdi artýk bankacýlýk alemi iþe karýþýr ve bu poliçeyi onun için
iskonto eder; böylece, mallarýn bedelini ödeme zorunda olduðu tarihte,
bu poliçenin iskonto edilmesi yoluyla para saðlamýþ olur.” – “5139. O, bu
parayý elde etmiþtir ama, banker de kendi parasýný elinden çýkartmýþtýr,
deðil mi? – Bankerin elinde de poliçe vardýr, banker bu poliçeyi satýn
almýþtýr; o, kendi banka sermayesini, bu þekilde, yani ticari poliçeleri
kýrmak suretiyle kullanmaktadýr.” [Demek ki, Chapman bile poliçe is-
konto etmeye bir para avansý olarak deðil, ama bir meta satýn alýnmasý
olarak bakmaktadýr. -F. E.] – “5140. Bu gene de, Londra’da para piyasasý
üzerindeki talebin bir kýsmýný teþkil etmektedir? – Hiç kuþkusuz, bu,
para piyasasýnýn ve Ýngiltere Bankasýnýn bellibaþlý uðraþýdýr. Ýngiltere Ban-
kasý bu poliçeleri elde etmekten bizim kadar memnundur, çünkü bu-
nun iyi bir yatýrým olduðunu bilirler.” – “5141. Bu þekilde, ihracat arttýkça,
para piyasasý üzerindeki talep de artmýþ olmuyor mu? – Ülkenin gönenci
arttýkça biz” [Chapman’lar] “buna katýlmýþ oluyoruz.” – “5142. Demek
ki, sermayenin kullanýmý için bu çeþitli alanlar birdenbire artýnca, hiç
kuþkusuz, bunun doðal sonucu olarak, faiz oraný da yüksek olacaktýr? –
Kesinlikle öyle.” [sayfa 472]
5143’te Chapman, “yapýlan büyük ihracatýmýz karþýsýnda, külçe
için böylesine bir gereksinmemiz olduðunu hiç anlayamýyor.”
5144’te saygýdeðer Wilson soruyor: “Ýhracatýmýz için, yaptýðýmýz
ithalat için, almýþ olduðumuzdan daha fazla kredi vermiþ olmuyor muy-

474 Karl Marks


Kapital III
uz? – Ben de bu noktada kuþkuluyum. Bir kimse, Manchester’deki mal-
larýnýn Hindistan’a gönderilmesini kabul ettiðinde, sizin on aydan daha
kýsa bir süreyi kabul etmemiz olanaksýzdýr. Hindistan bize ödeme yap-
madan bir süre önce, pamuðu için bizim Amerika’ya ödeme yapmamýz
gerekiyor (bu tamamen doðrudur); ama gene de o, iþlerinde oldukça
hassastýr.” – “5145. Geçen yýl olduðu gibi mamul mallar ihracatýmýzda
20 milyon sterlinlik bir artýþ olsa, bu artan mal miktarýný telafi etmemiz
için hammadde ithalatýmýzda eskisine göre çok büyük bir artýþ olmasý
zorunlu olacaktýr” [ve bu þekilde, aþýrý-ihracat, aþýrý-ithalat ile aþýrý-üre-
tim, aþýrý-ticaret ile bir tutulmuþ oluyor] “deðil mi? – Hiç kuþkusuz öyle.”
– “5146. Çok önemli miktarda hesap bakiyesi ödememiz gerekecek,
yani hiç kuþkusuz o sýrada hesap bakiyesi aleyhimizde olacak, ama
uzun vadede Amerika ile ... döviz hesabý lehimizdedir ve bir süredir
Amerika’dan büyük miktarda külçe almaktayýz.”
5148. Wilson, tefecibaþý Chapman’a, aldýðý yüksek faiz oranýný,
büyük bir gönencin ve yüksek bir kâr oranýnýn belirtisi diye kabul edip
etmediðini soruyor. Chapman besbelli bu lafebesinin bönlüðüne þaþarak,
doðal olarak, bunu doðruluyor, ama þunlarý ekleyecek kadar da dürüst
davranýyor: “Baþý sýkýþan kimseler de vardýr ve bunlarýn yerine getirmek
zorunda olduðu yükümlülükleri vardýr; kârlý olsun olmasýn bunlarý yerine
getirmeleri gerekir; ama bunun sürekliliði” [yani, yüksek faiz oranýnýn
devamý] “gönencin belirtisi olabilir.” – Her ikisi de, yüksek bir faiz ora-
nýnýn, ayný zamanda, 1857’de olduðu gibi, ülkenin, baþkalarýnýn cebin-
den ödedikleri için yüksek bir faizi ödeyebilen (ve böylece de, herkes
için faiz oranýnýn belirlenmesine yardýmcý olan) gezginci kredi þövalyeleri
tarafýndan periþan edildiðinin, oysa bu arada kendilerinin gelecek kârlar
üzerinden beyler gibi yaþadýklarýnýn belirtisi olabileceðini de unutuyor-
lar. Ayný zamanda bu, fabrikatörler ile baþkalarý için de çok kârlý bir iþ
saðlayabilir. Borç sisteminin sonucu olarak geriye ödemeler tamamen
aldatýcý hale gelir. Faiz oraný yüksek olduðu sýrada, baþkalarýndan daha
düþük bir oranla iskonto yaptýðý için, Ýngiltere Bankasýný ilgilendirdiði
kadarýyla, herhangi bir açýklamayý gerektirmemekle birlikte, aþaðýdaki
noktalarý da açýklýða kavuþturmuþ olur.
“5156. Diyebilirim ki,” diyor Chapman, “uzun bir süredir yüksek
bir faiz oranýnýn bulunduðu þu sýralarda, iskontolarýmýz en üst düzeyde-
dir.” [Chapman bu sözleri, çöküntüden iki ay önce, 21 Temmuz 1857’de
söylemiþti.] – “5157. 1852’de” [faiz oraný küçük iken] “iskontolarýmýz bu
kadar yüksek deðildi.” Çünkü iþler, o sýrada gerçekten epeyce daha
saðlýklýydý.
“5159. Piyasada büyük bir para akýþý varken ... ve banka oraný dü-
þük [sayfa 473] iken, bir poliçe azalmasý olur. ... 1852’de, tümüyle farklý bir
gidiþ vardý. Ülkenin ithalat ve ihracatý hiç bir zaman þimdiki düzeyde ol-
mamýþtý.” – “5161. Bu yüksek iskonto oraný ile iskontolarýmýz, 1854’teki
kadar çoktu.” [Faiz oranýnýn 5 ile 5½ arasýnda olduðu sýrada.]

Karl Marks 475


Kapital III
Chapman’ýn tanýklýðýnýn çok eðlenceli bir kýsmý, bu insanlarýn,
halkýn parasýna gerçekten nasýl kendi paralarý gözüyle baktýklarýný ve
iskonto ettikleri poliçelerin devamlý çevrilebilirlik hakkýný nasýl kendile-
rinde gördüklerini açýklamaktadýr. Sorular ve yanýtlar büyük bir bönlüðü
ortaya koymakta. Büyük firmalarca kabul edilen poliçelerin her an para-
ya çevrilmesini saðlamak, ve Ýngiltere Bankasýnýn, her türlü koþul altýnda
bunlarýn bill broker’lar için reeskontunu saðlamasýný temin etmek, yasa-
koyucunun yükümlülüðü haline geliyor. Ve gene de 1857’de, 8 milyon
olan borçlarýyla kýyaslandýðýnda çok küçük sermayeleri olan, böyle üç
bill broker iflas etti. “5177. Bu sözlerinizle onlarýn,” [yani, Baring’ler ya da
Loyd’lar tarafýndan kabul edilen poliçelerin] “þimdi Ýngiltere Bankasýnýn
zorunlu olarak altýnla deðiþtirilebilir banknotlarý gibi, zorunlu olarak is-
konto edilmesi gerektiði inancýnda olduðunuzu mu söylemek istiyor-
sunuz?, – Bunlarýn iskonto edilmemesinin çok esef verici bir þey olacaðý
inancýndayým; elinde, Smith, Payne and Co., ya da Jones, Loyd and Co.
firmalarýnýn poliçeleri bulunan bir kimsenin, bunlarý iskonto ettiremediði
için ödemeyi durdurmak zorunda kalmasý çok olaðanüstü bir durum.” –
“5178. Messrs. Baring’in sözleþmesi, poliçenin vadesi geldiðinde belli bir
miktar paranýn ödenmesini zorunlu kýlmýyor mu? – Bu tamamen doðru;
ama Messrs. Baring, bu sözleþmeyi yaptýðýnda ve, böyle bir sözleþmede
bulunan diðer her tüccar bunu hiç bir zaman altýn sterlin olarak öde-
meyi akýllarýna bile getirmezler; bunu, Clearing House’da ödeyecekler-
ini düþünürler.” – “5180. Halka henüz poliçenin vadesi gelmeden, bunu
herhangi bir kimseye iskonto ettirecek para isteme hakkýný verebilecek
bir sistemin bulunmasýný mý düþünüyorsunuz? – Hayýr, poliçeyi kabul
edenden deðil; ama eðer siz bununla, bizim iskonto edilmiþ ticari po-
liçeleri elde etmemizin olanaksýzlýðýný anlatmak istiyorsanýz, durumu
baþtan sona deðiþtirmemiz gerekir.” – “5182. Öyleyse siz onun,” [ticari
poliçenin] “ayný, Ýngiltere Bankasý banknotlarýnýn altýna çevrilebilir ol-
masý gibi, paraya çevrilebilir olmasý gerektiði kanýsýndasýnýz? – Bazý
koþullar altýnda tamamen öyle.” – “5184. Demek ki, sizce currency ile
ilgili mevzuat öyle olmalý ki, saðlam nitelikte bir poliçe her an, týpký
banknot gibi kolayca deðiþilebilmelidir? – Evet öyle.” – “5185. Ýngiltere
Bankasýnýn ya da herhangi bir kimsenin yasayla bunu deðiþtirme zorun-
da olmasý gerektiðini mi söylemek istiyorsunuz? – Benim söylemek iste-
diðim, currency ile ilgili yasa hazýrlanýrken, saðlam ve yasal olmasý kaydýyla
ülkedeki poliçelerin paraya çevrilmeme olasýlýðýný engelleyen hükümler
getirilmelidir.” – Banknotlarýn altýna çevrilmesine oranla, ticari poliçele-
rin paraya çevrilmesi iþte budur. [sayfa 474]
“5190. Ülkedeki para-tüccarlarý aslýnda yalnýzca halký temsil eder-
ler.” Týpký Bay Chapman’ýn daha sonralarý, Davidson davasýnda, mahke-
me önünde halký temsil etmesi gibi. Bkz: Great Ciýy Frauds.*

* S. Laing, New Series of the Great City Frauds of Cole, Davidson, and Cordon, London. -Ed.

476 Karl Marks


Kapital III
“5196. Üç ayýn sonunda” [temettüler ödendiði zaman] “mutlaka
... Ýngiltere Bankasýna gitmemiz gerekiyor. Temettülerin ödenmesi için
dolaþýmdan, gelirin 6-7 milyon sterlinini çektiðinizde, o arada birisinin
bunu saðlamasý gerekir. “ – [Bu duruma göre, sözkonusu olan, sermaye
ya da borç sermayesi deðil, para arzýdýr.]
“5169. Bizim ticari çevremizi tanýyan herkesin bilmesi gerekir ki,
hazine tahvillerini satma olanaðýný bulamadýðýmýz, Hindistan tahvilleri-
nin hiç bir iþe yaramadýðý, birinci derecede ticari poliçeleri iskonto etti-
remediðiniz bir duruma düþünce, yaptýklarý iþ gereði, talep üzerine
dolaþým aracý ödemek durumunda bulunanlarýn –ki, bütün bankerler
bu durumdadýr– büyük bir endiþeye kapýlmalarý doðaldýr. Bunun sonu-
cu ise herkesin rezervini iki katýna çýkartmasý oluyor. Aþaðý yukarý 500
dolayýnda bulunan bütün taþra bankerlerinin, Londra’daki muhabirleri-
ne banknot olarak 5.000 sterlin göndermelerini istemeleri üzerine, bütün
ülkede bunun etkisinin ne olacaðýný görürsünüz. Böylesine sýnýrlý miktarý
ortalama olarak alsak bile, –ki düpedüz abes bir þeydir– dolaþýmdan
2.500.000 sterlin çekilmiþ olacaktýr. Peki bu miktarý kim saðlayacak?”
Öte yandan, elinde parasý bulunan özel kapitalistler, vb., faiz ne
olursa olsun parayý vermeye yanaþmýyorlar; bunlar da Chapman’ýn aðzý-
yla konuþuyorlar: “5195. Gerektiðinde parayý geri almak kuþkusunu taþý-
maktansa hiç faiz almamak yeðdir.”
“5173. Sistemimiz þöyledir: Bir anda ulusal sikke ile ödenmesi
talep edilebilecek 300 milyon sterlin borç bulunsa, bu miktarýn tamamý-
nýn karþýlýðý 23.000.000 kaðýt sterlin ya da buna yakýn bir meblað tutar;
bu bizi her an kývrandýrabilecek bir durum deðil midir? Ýþte bunalým
sýrasýnda kredi sisteminden birdenbire para sistemine geçiþin sonucu.
Bunalým sýrasýnda ülke içersindeki panikten baþka, bir para mik-
tarýndan, ancak külçe altýn, evrensel para olduðu ölçüde sözedilebilir.
Oysa Chapman’ýn hiç sözünü etmediði de bu; o yalnýz banknot olarak
kaðýt paradan sözediyor.
Ayný Chapman: “5218. Para piyasasýndaki düzensizliðin bellibaþlý
nedeni” [1847 Nisan ayý ile daha sonra ekim ayýndaki] “o yýlki olaðanü-
stü ithalat sonucu, takaslarýmýzý düzenlemek için gerekli para miktarý
idi”.
Her þeyden önce, bu dünya piyasasý para rezervi o sýrada en alt
düzeye indirilmiþti. Sonra bu ayný zamanda, kredi-parasý ile banknotlarýn
çevrilebilirliði için güvence olarak iþ görüyordu. Bu þekilde, tamamen
farklý iki iþlevi birleþtiriyordu, ama bunlarýn her ikisi de, paranýn niteliðin-
den ileri geliyordu, çünkü, gerçek para daima dünya piyasa parasýdýr
[sayfa 475] ve kredi-parasý daima dünya piyasa parasý üzerine dayanýr.
1847’de, 1844 tarihli Bank Act yürürlükten kaldýrýlmaksýzýn, “Clea-
ring House’larýn, iþlerini düzenlemesi olanaksýzdý.” (5221.)
Ama Chapman ne de olsa kaçýnýlmaz bunalýmý sezmiþti: “5236.
Para piyasasýnda bazý durumlar vardýr ki (ve bugünkü durum buna çok

Karl Marks 477


Kapital III
yakýndýr); para elde edilmesi son derece güçtür ve Bankaya baþvurulmasý
zorunludur “.
“5239. Bizim, Bankadan, 1847 Ekiminin 19, 20, ve 22’sinde, cuma,
cumartesi ve pazartesi günleri aldýðýmýz meblaðlar ile ilgili olarak, eðer
biz gelecek çarþamba günü senetleri alabilirsek ne mutluydu bize; para
tekrar bize doðrudan doðruya akmýþ, panik bitmiþti.” – 23 Ekim salý
günü Bank Act yürürlükten kaldýrýlmýþ ve böylece bunalým sona ermiþti.
Chapman, ayný Londra üzerine çekilen poliçelerin, 100-120 mil-
yon sterlin tuttuðuna inanýyor (5274). Bu meblað, taþra firmalarý üzerine
çekilen yerel poliçeleri içermiyor.
“5287. 1856 Ekiminde, halkýn elindeki banknot tutan, 21.155.000
sterline ulaþtýðý halde, para bulmada olaðanüstü bir güçlük vardý; halkýn
elinde bu kadar para olduðu halde biz elimizi süremiyorduk.” – Bu du-
rum, Eastern Bank’ýn bir süre için (Mart 1856) içine düþtüðü sýkýþýklýðýn
yolaçtýðý korkudan ileri geliyordu.
5290-92. Panik sona erer ermez, “kârlarýný faizden saðlayan bütün
bankerler, hemen parayý kullanmaya baþladýlar.”
5302. Chapman, banka rezervleri azaldýðý andaki huzursuzluðu,
mevduatlar ile ilgili endiþeye baðlý olarak açýklamýyor, ama daha çok,
birdenbire büyük paralar ödemek zorunda kalabilecek kimselerin hep-
sinin de, para piyasasýnda bir darlýk olduðu anda, son sýðýnak olarak
bankaya baþvurabileceklerini çok iyi bildiklerini söylüyor; ve “eðer bank-
alarýn rezervleri çok küçük ise, bunlar bizi görmekten pek hoþlanmazlar,
tam tersine.”
Ne varki bu rezervlerin gerçek büyüklük olarak eriyip gittiðini gör-
mek de çok hoþ. Bankerler günlük iþlerinin gerektirdiði kadar küçük bir
miktarý, ya kendi ellerinde ya da Ýngiltere Bankasýnda tutmakta, bill
broker’lar, herhangi bir rezerv olmaksýzýn “ülkedeki akýþkan banka pa-
rasýný” elde bulundurmakta. Ve Ýngiltere Bankasýnýn elinde mevduatlar
karþýlýðý borçlarýný dengelemek için, bankerlere ve baþkalarýna ait yede-
klerle, çok düþük bir düzeye, diyelim 2 milyon sterline kadar düþmesine
izin verdiði bazý public deposits (devlet mevduatý), vb. dýþýnda bir þey
bulunmamakta. Kaðýt olarak bu 2 milyon dýþýnda, demek ki bütün bu
spekülasyonun, darlýk zamanlarýnda külçe rezervinden baþka bir yedeði
bulunmamakta (ve bu da yedeði azaltmakta, çünkü dýþarý giden külçeye
karþýlýk gelen banknotlarýn da geçersiz kýlýnmasý gerekmektedir), ve böy-
lece, dýþarýya altýn akýþý yoluyla bu yedekteki her küçülme, bunalýmý
artýrmaktýr.
“5306. Clearing House’da ticari iþlemleri tasfiye etmek için para
[sayfa 476] bulunmadýðý takdirde, bence bundan sonraki tek seçenek, bir
araya gelerek, ödemelerimizi birinci sýnýf poliçelerle, Hazine üzerine,
Messrs, Smith, Payne, vb., üzerine çekilecek poliçelerle yapmaktýr.” –
“5307. Demek oluyor ki, hükümet size dolaþým aracý saðlamakta baþarý
gösteremediði taktirde, bunu siz kendiniz icad edeceksiniz? – Baþka ne

478 Karl Marks


Kapital III
yapabiliriz? Halk gelip dolaþým aracýný elimizden alýyor; para bulunmuyor.”
– “5308. Onlarýn haftanýn her günü Manchester’de yaptýklarýný, demek,
siz de Londra’da yapmýþ olacaksýnýz? – Evet.”
Cayley’in (Attwood okuluna baðlý bir Birmingham’lý), Overstone’un
sermaye anlayýþýyla ilgili olarak sorduðu bir soruya Chapman’ýn yanýtý
özellikle kurnazcadýr: “5315. Bu komitede, 1847 bunalýmý gibi bir buna-
lým sýrasýnda, herkesin aradýðý þeyin para deðil sermaye olduðu söylen-
di, bu konuda düþünceniz nedir? – Bunu anlayamadým; biz yalnýzca
para ticareti yapýyoruz; bununla ne demek istediðinizi anlayamýyorum.”
– “5316. Eðer siz onunla [ticari sermaye] bir kimsenin kendi iþinde kul-
landýðý para miktarýný kastediyorsanýz, buna sermaye diyorsanýz, birçok
durumda, bu, kendisine halk tarafýndan” –Chapman’larýn aracýlýðý ile–
“verilen kredi yoluyla iþlerinde kullandýðý paranýn çok küçük bir kýsmýný
oluþturur.”
“5339. Bizim madeni parayla ödeme yapmamýza son verdiren
þey, zenginlik isteði midir? – Kesinlikle deðil. ... Bunun nedeni zenginlik
isteðimiz deðil, çok yapay bir sistem içersinde hareket etmemizdir; dola-
þým aracýmýz üzerinde çok büyük bir talebin eþiðine vardýðýmýzda (supe-
rincumbant), bu dolaþým aracýný elde etmemizi engelleyen durumlar
doðabilir; ülkenin bütün ticari sanayii felce mi uðrayacak? Bütün istih-
dam yollarýný kapatacak mýyýz?” – “5338. Ödemelerimizi madeni paray-
la yapmaya devam mý edelim, yoksa, ülke sanayiini mi devam ettirelim
sorusu sorulsa, ben, bunu býrakalým demekte hiç duraksamam.”
“Bunalýmý artýrmak ve sonuçlarýndan yararlanmak amacýyla,”
[5358] banknot istif edilmesiyle ilgili olarak, bunun çok kolay olabile-
ceðini söylüyor. Bunun için, üç büyük banka yeterli olabilir. “5383. Bu
ticaret merkezindeki büyük alýþveriþlerle yakýn ilgisi bulunan bir insan
olarak, kapitalistlerin, pençelerine düþen kimselerin mahvolup gitmele-
rinden büyük kârlar saðlamak için bu bunalýmlardan yararlandýklarýný
bilmeniz gerekmez mi? – Bunun böyle olduðuna hiç kuþku yok.” – Ve
biz bu konuda; ticari bir deyiþle “kurbanlarýn mahvolup gitmesinden
muazzam kârlar” elde etme çabasý içersinde, ensonu kendi ipini kendi
eliyle çekmekle birlikte, bay Chapman’a pekala inanabiliriz. Ortaðý Gur-
ney de þöyle diyor: Bu iþleri bilen için, iþlerdeki her deðiþiklik bir yarar
saðlar, Chapman diyor ki: “Toplumun bir kesiminin, öteki kesimden hiç
haberi yok; bunlardan birisi, örneðin, kýtaya ihracat yapan, ya da kullan-
dýðý hammaddeyi ithal eden fabrikatör; bunun, külçe iþiyle uðraþan kim-
se ile ilgili hiç bir bilgisi yok.” (5046.) – Ve böylece, günlük güneþlik bir
günde Gurney ile Chapman’ýn kendileri de, “bu konuda bilgileri olmadý-
ðý” [sayfa 477] için, o mahut iflasla yüzyüze geldiler.
Daha önce de gördüðümüz gibi, banknot çýkartýlmasý her zaman
bir sermaye avansý anlamýný taþýmýyor. Tooke’un, Lordlar Kamarasýnýn
C. D. 1848 Komitesindeki aþaðýdaki tanýklýðý, yalnýzca, bir sermaye avan-
sýnýn, yeni banknotlar çýkartýlmasý yoluyla bir banka tarafýndan bile

Karl Marks 479


Kapital III
gerçekleþtirilmiþ olsa bile, mutlaka dolaþýmdaki banknot sayýsýnda bir
artýþý belirtmediðini göstermektedir.
“3099. Örneðin, Ýngiltere Bankasýnýn, avanslarýný büyük ölçüde
geniþlettiði halde, ek banknot çýkartýlmasýna yolaçmayacaðýna inanýyor
musunuz? – Bunu kanýtlayan pek çok olgu var; en çarpýcý örneklerden
birisi 1835’te, Bankanýn, Doðu Hint mevduatlarý ile Doðu-Hint Kumpan-
yasýndan alýnan borçlarý, halka verilen daha büyük avanslarda kullan-
masýydý. O sýrada halkýn elinde bulunan banknot miktarý aslýnda daha
da azalmýþtý. Ve 1846’da, demiryolu mevduatýnýn bankalara ödenmesi
sýrasýnda da buna benzer bir tutarsýzlýk görülmüþtü; senet ve tahviller
(iskonto edilen ve mevduat olarak) yaklaþýk otuz milyona çýkmýþtý, oysa
bunun halkýn elindeki banknot miktarýnda farkedilebilir bir etkisi
olmamýþtý.”
Banknotlar dýþýnda, toptan ticaretin, çok daha önemli bir baþka
dolaþým aracý daha vardýr: poliçeler. Saðlam poliçelerin her yerde ve her
koþul altýnda kabul edilmesinin, iþlerin düzenli akýþý için ne denli önemli
olduðunu Bay Chapman bize göstermiþti. “Gilt nicht mehr der Tausves
Jontof, was soll gelten, Zeter, Zeter!”* Bu Ýki dolaþým aracý arasýnda
acaba ne gibi bir baðýntý vardýr?
Gilbart bu konuda þöyle yazýyor: “... Banknot dolaþým miktarýnda-
ki azalma, poliçe dolaþým miktarýný düzenli olarak artýrýr. Bu poliçeler iki
sýnýftýr: ticari poliçeler ve banker poliçeleri ... para kýtlaþýnca borç para
verenler, ‘bizim üzerimize poliçe çekin, biz kabul ederiz’ derler. Ve bir
taþra bankeri, nakit verecek yerde, müþterisi için poliçe iskonto edince,
ona, Londra’daki temsilcisi üzerine yirmibir günlük kendi çekini verir.
Bu poliçeler, dolaþým aracý olarak hizmet ederler.”(J. W. Gilbart, An
Inquiry into the Causes of the Pressure, etc., s. 31.)
Bunu Newmarch biraz deðiþik bir biçimde doðruluyor, B. A. 1857,
n° 1426:
“Poliçe dolaþým miktarýndaki dalgalanmalar ile banknot
dolaþýmýndaki dalgalanmalar arasýnda bir baðýntý yoktur ... oldukça dü-
zenli biricik sonuç ... para piyasasý üzerinde, iskonto oranýndaki bir yük-
selme ile kendisini gösteren bir baský olduðu sýralarda, poliçe dolaþým
hacminde büyük bir artýþ olduðudur, ve bunun tersi de doðrudur.”
Bununla birlikte, bu gibi zamanlarda çekilen poliçeler hiç bir za-
man, Gilbart’ýn dediði gibi yalnýz kýsa vadeli banka-çekleri deðildir. Ter-
sine [sayfa 478] bunlar çoðunlukla ve gerçek alýþveriþleri hiç bir þekilde tem-
sil etmeyen ya da yalnýzca üzerlerine poliçe çekilmesi amacýyla yapýlan
iþlemleri temsil eden hatýr senetleridir; bunlarýn her ikisinin de yeteri
kadar örneðini vermiþ bulunuyoruz. Economist (Wilson) bu poliçeler ile
banknotlarýn güvenilirliðini karþýlaþtýrýrken þöyle diyor: “Talep üzerine

* “Eðer Tausves-Jontof da bir hiçse,


Geriye ne kalýr? Aþaðýlýk iftiracý!”
Heine, Disputation. -Ed.

480 Karl Marks


Kapital III
ödenilebilir banknotlarýn fazlalýðý, hiç bir zaman piyasada tutulamazlar,
çünkü bu fazlalýk, ödeme için daima bankaya dönecektir, oysa, iki ay
vadeli poliçeler, çok fazla miktarlarda çekilebilir, çünkü bunlarýn vadesi
gelip de diðerleri ile deðiþtirilmelerine kadar herhangi bir denetim söz-
konusu deðildir. Uzak bir tarihte ödenecek olan poliçelerin dolaþýmýnýn
güvenilir diye kabul edilip de, talep üzerine ödenen kaðýt paranýn
dolaþýmýnýn güvenliðine karþý çýkmak bizim için tamamen açýklanamaz
bir þeydir. “ (Economist, May 22, 1847, s. 575.)
Dolaþýmdaki poliçe miktarý bu nedenle, týpký banknotlar gibi yal-
nýzca, iþ ve ticaretin gereksinmeleri ile belirlenir; olaðan zamanlarda,
Birleþik Krallýk’ta 1850 ile 1860 arasýnda, dolaþýmda, 39 milyon banknota
ek olarak, yaklaþýk 300 milyon poliçe bulunuyordu ve bu poliçelerin 100-
120 milyonu yalnýz Londra üzerine çekilmiþti. Dolaþýmdaki poliçe hac-
minin, banknot dolaþýmý üzerinde bir etkisi yoktur, ancak para darlýðý
sýrasýnda, poliçe miktarý artýp da nitelikleri bozulunca, dolaþýmdaki bank-
not miktarýnýn, poliçe miktarý üzerinde bir etkisi olduðu görülür. Ensonu,
bunalým döneminde, poliçe dolaþýmý bütünüyle çöker; herkes nakit öde-
me kabul ettiði için, ödeme vaadi artýk geçersiz duruma gelir; yalnýzca
banknot, hiç deðilse Ýngiltere’de, dolaþým gücünü korur, çünkü, toplam
serveti ile ulus, Ýngiltere Bankasýný desteklemektedir.

––––––––––––

Ne de olsa kendisi de 1857’de para piyasasýnýn kodamanlarýndan


olan Bay Chapman’m bile Londra’da, istediði anda tüm para piyasasýný
altüst edebilecek ve böylece daha küçük para ticareti yapanlara kan
kusturabilecek güçte birkaç büyük para-kapitalistin bulunduðundan acý
acý yakýndýðýný görmüþ bulunuyoruz. Bir-iki milyon deðerinde esham
satýp, piyasadan buna eþit banknot (ve ayný zamanda borç sermayesi)
çekerek, bir darlýðý önemli ölçüde yoðunlaþtýrabilecek böyle birkaç para
kapkaççýsýnýn olduðunu söylüyordu. Üç büyük bankanýn elele vermesi-
yle mevcut darlýk buna benzer manevralarla bir paniðe çevrilebilirdi.
Londra’daki en büyük sermaye gücü hiç kuþkusuz Ýngiltere Ban-
kasýdýr, ama, yarý-hükümet kuruluþu olarak statüsü, yetkisini böyle zalim
bir þekilde ortaya koymaktan onu alýkoyuyordu. Gene de, özellikle 1844
tarihli Banka Yasasýndan beri o da, küpünü doldurmanýn yollarýný
öðrenmiþti.
Ýngiltere Bankasýnýn 14.553.000 sterlinlik bir sermayesi olduðu gibi,
buna ek olarak da emrinde 3 milyon sterlinlik “bakiye”, yani daðýtýlmamýþ
[sayfa 479] kâr ve, gerekli olana kadar Bankaya yatýrýlmasý gereken vergi,
vb. olarak hükümet tarafýndan toplanan bütün para bulunuyordu. Biz
buna bir de, normal zamanlarda yaklaþýk 30 milyon sterlin tutarýndaki
öteki mevduatlar ile, herhangi bir rezerve dayanmaksýzýn çýkartýlan bank-
notlarý katarsak, Newmarch’ýn aþaðýdaki sözlerinin (B. A. 1857, n° 1889)

Karl Marks 481


Kapital III
oldukça ýlýmlý bir tahmin olduðunu görürüz: “Para piyasasýnda (Londra)
sürekli olarak kullanýlan fonlarýn tutarýnýn, 120 milyon sterlin kadar bir
þey olabileceðini rahatlýkla söyleyebilirim; bu 120 milyon sterlinin çok
önemli bir kýsmý, aþaðý yukarý yüzde 15-20 kadarý, Ýngiltere Bankasý ta-
rafýndan kullanýlmaktadýr.”
Bankanýn, kasalarýndaki külçe rezervi tarafýndan karþýlanmamak
üzere çýkarttýðý banknotlar ile, kendisi için yalnýz dolaþým aracý deðil, bu
karþýlýksýz banknotlarýn nominal tutarýnda –hayali olsa bile– bir ek ser-
maye teþkil eden deðer sembolleri de yaratmýþ olur. Ve bu ek sermaye,
ek kâr getirir. – 1857 Banka Yasasýnda Wilson, Newmarch’a soruyor:
“1563. Bir bankerin dolaþým aracý, ortalama düzeyde tutulduðu sürece,
bu bankerin fiili sermayesine bir ektir, deðil mi? – Tabii öyle.” – “1564.
Demek ki, bu dolaþýmdan elde ettiði kâr, fiilen sahip bulunduðu serma-
yeden deðil, krediden saðlanan bir kâr oluyor? – Elbette.”
Ayný þey, banknot çýkartan özel bankalar içinde doðrudur. 1866-
1868 numaralý yanýtlarýnda Newmarch, bunlar tarafýndan çýkartýlan bütün
banknotlarýn üçte-ikisini (son üçte-birin, bu bankalardaki külçe rezervler
tarafýndan karþýlanmasý gerekiyor), bu miktarda sikke tasarruf edildiði
için, “bir o kadar sermaye yaratýlmasý olarak” kabul ediyor. Bunun sonu-
cu olarak bankerin kârý, öteki kapitalistlerden daha büyük olmayabilir.
Böyle de olsa, bu kârý onun, bu ulusal sikke tasarrufundan saðladýðý
gerçeði gene ortadadýr. Ulusal bir tasarrufun özel bir kâr halini almasý
olgusu burjuva iktisatçýlarýný zerre kadar þaþýrtmamakta, çünkü genellik-
le kâr, ulusal emeðe elkonulmasýdýr. Örneðin –çýkarttýðý banknotlarýn sýrf
devlet sayesinde kredisi olan– Ýngiltere Bankasýnýn (1797-1817) devlet-
ten, yani halktan, devlet borçlarý üzerinden faiz biçiminde ödemeler
alarak, devletin aldýðý güce dayanarak ayný banknotlarý kaðýttan paraya
çevirmesinden ve sonra da bunu tekrar devlete borç vermesinden daha
saçma bir þey olabilir mi?
Ne var ki, bankalarýn sermaye yaratma için baþka yollarý da var.
Gene Newmarch’a göre, taþra bankalarý, yukarda söylendiði gibi, ellerin-
deki fazla fonlarý (yani, Ýngiltere Bankasý banknotlarýný), iskonto edilmiþ
poliçeler karþýlýðýnda Londra’daki bill broker’lara göndermeyi adet hali-
ne getirmiþler. Bu poliçeler ile banka kendi müþterilerine hizmet etmek-
te, çünkü kendi yerel müþterilerinden aldýðý poliçeleri, yaptýðý ticari iþlerin
kendi yöresinde bilinmesine engel olmak için tekrar kullanmama kura-
lýný izlemektedir. Londra’dan alýnan bu poliçeler yalnýz, Londra’da doðru-
dan doðruya ödemeler yapmak zorunda bulunan ve bankanýn Londra
üzerine kendi çekini tercih etmeyen müþterilere hizmet etme [sayfa 480]
amacýný yerine getirmekle kalmaz, ayrýca, bankerin cirosu bunlar için
yerel kredi saðladýðý için, yerel ödemelerin tasfýye edilmelerine de hiz-
met etmiþ olurlar. Böylece, örneðin Lancashire’da, bütün yerel bankala-
rýn kendi banknotlarý ile, Ýngiltere Bankasýna ait banknotlarýn büyük bir
kýsmý, bu gibi poliçeler tarafýndan dolaþým dýþýna sürülmüþtür. (Ibid.,

482 Karl Marks


Kapital III
1568-1574.)
Böylece biz, burada, bankalarýn, 1) kendi banknotlarýný çýkart-
mak, 2) Londra’ya, vadesi 21 gün olan ama çekilir çekilmez karþýlýðý
nakit olarak hemen kendilerine ödenen çekler çekmek ve, 3) her þeyden
önce ve aslýnda banka aracýlýðý ile yapýlan ciro nedeniyle –hiç deðilse o
bölgeyi ilgilendirdiði kadarýyla– bir krediye haiz bulunan iskonto edilmiþ
poliçelere ödeme yapmak suretiyle bankalarýn nasýl kredi ve sermaye
yarattýklarýný görmüþ bulunuyoruz.
Ýngiltere Bankasýnýn gücünü, piyasa faiz oranýný düzenlemesi orta-
ya koyar. Normal faaliyet sýralarýnda Banka, külçe rezervinden dýþarýya
olan ýlýmlý altýn akýþýna, ödeme aracýna olan talep, son otuz yýl boyunca
önemli ölçüde sermaye gücü kazanan özel bankalar, hisse senetli bank-
alar ve bill broker’lar tarafýndan karþýlandýðý için, iskonto oranýný yüksel-
terek12 engel olamaz. Böyle bir durumda, Ýngiltere Bankasýnýn baþka
çarelere baþvurmasý gerekir. Ama Banker Glyn’in (Glyn, Mills, Currie ve
Ortaklarý firmasýndan), 1848-57 ticari bunalýmýný araþtýran Commercial
Distress Komisyonunda söylediði sözler kritik dönemler için hâlâ gerçe-
kliðini korumaktadýr: – “1709. Ülke üzerindeki büyük baský koþullarý al-
týnda, Ýngiltere Bankasý faiz oranýný düzenler.” – “1710. Olaðanüstü bu-
nalým dönemlerinde ... özel bankerler ile simsarlarýn (brokers) iskonto-
larý nispeten sýnýrlý hale gelince, bu iþi yerine getirmek Ýngiltere Banka-
sýnýn üzerine düþmekte ve o zaman piyasa oranýný düzenleme gücüne
bu banka sahip bulunmaktadýr.”
Þu da var ki, hükümetin korumasý altýnda bulunan ve bunun ge-
tirdiði ayrýcalýklardan yararlanan bir kamu kuruluþu olan Ýngiltere Ban-
kasý, gücünü, öteki özel giriþimlerin yaptýðý gibi, insafsýzca kötüye kul-
lanamaz. Bu nedenle Hubbard, Bankacýlýk Komitesinde (B. A. 1857)
þöyle demektedir: “2844. [Soru:] Ýskonto oraný en yüksekken, Banka,
gidilecek en ucuz yer ve en düþükken bill broker’lar en ucuz firmalardýr,
deðil mi? – [Hubbard:] Bu daima böyle olacaktýr, çünkü Ýngiltere Bank-
asý hiç bir zaman rakipleri kadar düþük düzeye inmemekte ve iskonto
oraný en yüksekken, hiç bir zaman ayný yükseklikte olmamaktadýr.” [sayfa
481]
Ne yazýk ki, darlýk zamanlarýnda Ýngiltere Bankasýnýn, özel deyimi-
yle piyasayý sýkýþtýrmasý, yani zaten ortalamanýn üzerinde bulunan faiz
oranýný daha da yükseltmesi, iþ hayatýnda gene de ciddi bir olaydýr.

12
Londra Union Bank hissedarlarýnýn 17 Ocak 1894’te yaptýklarý genel toplantýda Baþkan
Ritchie, Ýngiltere Bankasýnýn iskonto oranýný, 1893’te, temmuzda %2½’den 3’e ve aðustosta
%4’e çýkarttýðýný ve dört hafta içersinde, buna karþýn o zamandan beri altýn olarak tam 4½ mil-
yon sterlin kaybettiðini, banka oranýný %5’e yükselttiðini ve bunun üzerine altýnýn kendisine geri
döndüðünü, banka oranýnýn eylülde %4’e ve ekimde de %3’e düþürüldüðünü anlatmaktadýr.
Ama bu banka oraný piyasada kabul edilmemiþti. “Banka oraný %5 iken, iskonto oraný %3½ idi
ve para için oran %2½; banka oraný %4’e düþünce iskonto oraný %23/8 ve para oraný %1¾;
banka oraný %3 iken iskonto oraný %½’ye ve para oraný bunun da altýnda bir þeye düþmüþtü.”
(Daily News, January 18, 1894.) -F. E.

Karl Marks 483


Kapital III
“Banka, piyasayý sýkýþtýrmaya baþlar baþlamaz, dýþarýya ihracat için bütün
satýn almalar hemen kesilmekte ... ihracatçýlar, fiyatlar, depresyonun en
düþük noktasýna ulaþana kadar beklemekte ve ancak o zaman satýn
almada bulunmaktadýrlar. Ama bu noktaya varýlýnca kurlar düzenlen-
mekte – depresyonun en düþük noktasýna ulaþana kadar, altýn ihracý
durmaktadýr. Ýthalat için mal satýn alýnmasý, dýþarýya gönderilmiþ bulu-
nan altýnýn bir kýsmýnýn geriye gelmesini saðlayabilir ama bunlar, dýþarýya
akýþa engel olamayacak kadar geç gelmektedirler.” (J. W, Gilbart, An
lnquiry into the Causes of the Pressure on the Money-Market, London
1840, s. 35.) – “Dolaþým aracýný, döviz kurlarý ile düzenlemenin bir baþka
etkisi de, kýtlýk sýralarýnda, çok yüksek bir faiz oranýna yolaçmasýdýr.”
(loc. cit., s. 40.) “Kambiyo kurlarýnýn düzeltilmesinin yükü, ülkedeki üret-
ken sanayiin omuzlarýna yüklenmekte, oysa, bu sýrada Ýngiltere Banka-
sýnýn kârlarý, iþlerini daha az miktarda deðerli madenle yürütmesi sonucu,
fiilen büyümektedir.” (loc. cit., s. 52.)
Ama, Samuel Gurney dostumuz da der ki: “Faiz oranýndaki büyük
dalgalanmalar, bankerler ile tefeciler için yararlýdýr – konjonktürdeki bütün
dalgalanmalar, iþini bilen kimse için yararlýdýr.” Piyasadaki istikrarsýzlýðý
insafsýzca sömürerek Gurney’ler iþin kaymaðýný topladýðý halde, Ýngiltere
Bankasý bunu ayný rahatlýkla yapamýyor ama, iþlerin genel durumunu
saptama konusunda sahip olduklarý olaðanüstü olanaklar sayesinde, yö-
neticilerin ceplerine dolan kiþisel kârlar bir yana, gene de oldukça tatlý
bir kâra konuyor. Nakit ödemelere baþlandýðýnda, 1817 tarihli Lordlar
Kamarasý Komitesine sunulan bilgilere göre, 1797’den 1817 tarihine ka-
dar geçen bütün dönem için Ýngiltere Bankasýnýn saðladýðý bu kârlar þu
þekilde idi:

Bonolar ve temettü artýþlarý 7.451.136


Sahipleri arasýnda bölüþülen yeni hisse senetleri 7.276.500
Sermayenin artan deðeri 14.553.000
Toplam 29.280.636

Bu sonuç, 11.642.100 sterlin üzerinden 19 yýllýk bir dönemde alýn-


an bir sonuçtur. (D. Hardcastle, Banks and Bankers, 2nd ed., London
1843, s. 120.) Nakit ödemeleri 1797’de durduran Ýrlanda Bankasýnýn to-
plam kazancýný da ayný yöntemle deðerlendirecek olursak, þu sonuçlarý
elde ederiz:

1821'de verilmesi gereken temettüler 4.736.085


Deklere edilen bonolar 1.225.000
Aktif artýþý 1.214.800
Sermayenin artan deðeri 4.185.000
Toplam 11.360.885

484 Karl Marks


Kapital III
Bu, 3 milyon sterlinlik bir sermaye üzerinden alýnan sonuçtur.
(Ibid., s. 363-64)* [sayfa 482]
Ve bütün bunlar, merkezileþmenin faziletleri üzerine yapýlan
konuþmalardan sonra! Odak noktasý sözde ulusal bankalar ile büyük
para tüccarlarý ve bunlarýn çevresindeki tefecilerden oluþan kredi sis-
temi, büyük bir merkezileþmeyi içermekte ve bu parazitler sýnýfýna yal-
nýzca, zaman zaman sanayici kapitalistleri soyma olanaðýný vermekle
kalmamakta, ayný zamanda da fiili üretime en tehlikeli biçimde bur-
nunu sokma gücünü vermektedir – ve bu çete, üretim konusunda hiç
bir þev bilmediði gibi, onunla en ufak bir ilgisi de bulunmamaktadýr.
1844 ve 1845 tarihli yasalar, sayýlan, maliyeciler ve stock-jobbers [borsa
komisyoncularý] ile artan bu eþkýyalarýn büyüyen gücünün bir kanýtýdýr.
Eðer hâlâ bu saygýdeðer eþkýyalarýn, hem ulusal ve hem de ulus-
lararasý üretimi sýrf üretimin çýkarlarý için sömürdüklerinden ve kendiler-
inin de sömürüldüðünden, kuþkulanan varsa, bankerlerin yüksek ahlaki
deðerleri konusundaki þu vaazdan çok þeyler öðrenebilir: “Bankacýlýk
kuruluþlarý ... ahlaki ve dini kurumlardýr. ... Bankerlerin uyanýk ve azarla-
yýcý gözleri tarafýndan görülmek korkusu, kaç genç tüccarý, yaygaracý ve
müsrif kimselerle dostluk kurmaktan alýkoymuþtur? ... Bankerinin gözün-
de itibarýný sürdürmek endiþesi ayný þey midir? Bankerinin bir kaþ çat-
masýnýn onun üzerindeki etkisi, arkadaþlarýnýn çýðlýk ve cesaret kýrýcý
sözlerinden daha büyük deðil midir? Kuþkuya yolaçmasý ve dolayýsýyla
parasal olanaklarýnýn kýsýtlanmasý ya da kesilmesi sonucunu verebilecek
bir hilekarlýk ya da yalancýlýkla suçlanma olasýlýðý onu tirtir titretmez mi?
... Ve onun için bankerlerin dostça tavsiyesi, papazýnkinden daha da
deðerli deðil midir?” (G. M. Bell, Ýskoçyalý bir banka müdürü, The Philo-
sophy of Joint-Stock Banking, London 1840), s.46, 47.) [sayfa 483]

* Almanca baskýda bu sayý 163’tür. -Ed.

Karl Marks 485


Kapital III
OTUZDÖRDÜNCÜ BÖLÜM
CURRENCY PRlNCIPLE
VE 1844 TARÝHLÝ ÝNGÝLÝZ BANKA YASASI

[BUNDAN önceki bir yapýtta,13 Ricardo’nun meta-fiyatlarýyla ilgili


olarak, paranýn deðeri üzerine olan teorisi, incelenmiþti; bu nedenle,
burada, biz, kendimizi yalnýz zorunlu olan noktalarla sýnýrlandýrabiliriz.
Ricardo’ya göre, madeni paranýn deðeri, onda maddeleþmiþ bulunan
emek-zamaný ile belirlenir; ama, ancak, para miktarý, deðiþilecek olan
metalarýn miktarý ve fiyatý ile tam bir orantý içersinde bulunduðu sürece.
Eðer para miktarý, bu oranýn üzerine çýkacak olursa, deðeri düþer, meta-
fiyatlarý yükselir; yok eðer bu normal oranýn altýna düþerse, deðeri yük-
selir, meta-fiyatlarý düþer – diðer bütün koþullar eþit olarak kabul edili-
yor. Birinci durumda, bu altýn fazlalýðýnýn bulunduðu ülke, deðeri düþmüþ
bulunan altýný ihraç edecek ve meta ithal edecektir; ikinci durumda,
altýn, kendi deðerinin üzerinde deðer biçilen ülkelere akacak, buna
karþýlýk, deðerinin altýna düþen metalar bu ülkelerden, normal fiyatlarýna
ulaþacaklarý diðer piyasalara akacaktýr. Bu koþullar altýnda, “altýnýn ken-
disi, sikke ya da külçe olarak, kendi deðerinden daha büyük ya da daha
küçük-büyüklüðün madeni deðerinin bir simgesi haline gelebilir ve þurasý
da açýktýr ki, dolaþýmdaki altýna çevrilebilir banknotlarýn da ayný [sayfa 484]
yazgýyý paylaþmalarý zorunludur. Banknotlar altýna çevrilebilir ve dolayý-
13
Karl Marx, Zur Kritik der politischen Ekonomie, Berlin 1859, s. 150 vd. (Ekonomi Politiðin
Eleþtirisine Katký, Sol Yayýnlarý, Ankara 1976, s. 217 vd.)

486 Karl Marks


Kapital III
sýyla da gerçek deðerleri nominal deðerlerine tekabül edebilir, ama ma-
deni ve altýna çevrilebilir banknotlardan oluþan toplam dolaþým aracý
(the aggregate currency, consisting of metal and of convertible notes),
dolaþýmdaki metalarýn deðiþim-deðerleri ve altýnýn madeni deðeri ile
belirlenen düzeyin üzerine yükselerek ya da altýna düþerek yukarda
sayýlan nedenlerle, toplam miktarlarýna baðlý olarak deðer kazanabilir ya
da kaybedebilir. Altýna oranla kaðýdýn deðil, bir arada alýnan altýn ve ka-
ðýdýn ya da bir ülkenin toplam dolaþým aracýnýn bu deðer kaybý, Ricar-
do’nun temel buluþlarýndan biridir ve Lord Overstone ile ortaklarý bunu
kendi hizmetlerine alarak Sir Robert Peel’in 1844 ve 1845 tarihli banka
yasasýnýn temel ilkesi yapmýþlardýr.” (loc. cit., s. 155.)
Adý anýlan yapýtta verilen bu rikardocu teorinin yanlýþlýðýný burada
tekrar ortaya koymaya gerek yoktur. Bizi, burada, yalnýzca, Peel’in yu-
karda sözü edilen Banka Yasalarýný dikte eden banka teorisyenleri oku-
lunun, Ricardo’nun tezlerini iþleyiþ biçimleri ilgilendiriyor.
“19. yüzyýl ticari bunalýmlarý, özellikle 1825 ve 1836 büyük buna-
lýmlarý, Ricardo’nun para teorisinin geliþmesine deðil, ama yeni bir uy-
gulamasýna olanak saðladý. Bunlar, artýk, Hume’e göre 16. ve 17. yüz-
yýllarda deðerli madenlerin deðerden düþmeleri, ya da Ricardo’ya göre
18. yüzyýl boyunca ve 19. yüzyýlýn baþýnda kaðýt paranýn deðerinin düþmesi
gibi, tek baþýna ekonomik görüngüler deðildi; bunlar, þimdi içersinde
kapitalist üretim sürecinin bütün öðelerinin çatýþmalarýný ortaya döktüðü
ve kökeni ve çaresi bu sürecin en yüzeysel, en soyut alanýnda, para
dolaþýmý alanýnda aranan, dünya pazarýnýn büyük fýrtýnalarýydý. Bu iktisa-
di meteoroloji peygamberleri okulunun hareket noktasýný oluþturan ger-
çek teorik varsayým, gerçekte, Ricardo’nun salt madeni dolaþým yasalarýný
bulmasýna neden olan dogmaya varmaktadýr. Bunlara kalan iþ, kredi ya
da banknot dolaþýmýný, bu yasalara baðýmlý kýlmaktan ibaretti.
“Ticari bunalýmlarýn en genel, en göze görünür olayý, meta-fiyatla-
rýnýn oldukça uzun süreli bir genel yükseliþi izleyen, ani ve genel düþü-
þüdür. Meta-fiyatlarýndaki genel düþme, paranýn bütün metalara oranla
göreli deðerinin yükselmesi gibi ve, tersine, fiyatlarýn genel yükseliþi pa-
ranýn göreli deðerinde bir düþme gibi gösterilebilir. Her iki durumda da
görüngünün sözü edilmekte, ama açýklanmamaktadýr. ... Farklý söyleyiþ
biçimi, sorunu Almancadan Ýngilizceye çevriliyormuþ gibi bir ufak
deðiþiklikle yerinde býrakmaktadýr. Demek ki, Ricardo’nun para teorisi,
tam zamanýnda geliyordu, bu teori, ayný fikrin yersiz yinelenmesine bir
neden-sonuç iliþkisi görüntüsü kazandýrýyordu. Meta-fiyatlarýnýn genel
dönemsel düþüþü neden ileri gelmektedir? Paranýn göreli deðerinin dö-
nemsel yükseliþinden. Meta-fiyatlarýnýn genel dönemsel yükseliþi neden
ileri gelmektedir? Paranýn göreli deðerinde dönemsel bir düþüþten. Ayný
biçimde gene doðru sayýlmasý gereken bir ifadeyle denilebilirdi ki, [sayfa
485] fiyatlarýn dönemsel yükseliþi ve düþüþü, fiyatlarýn dönemsel yükseliþi
ve düþüþünden ileri gelir. ... Bilinen þeylerin yinelenmesine bir neden-

Karl Marks 487


Kapital III
sonuç iliþkisi görünüþü kazandýrmasý bir kez kabul edildikten sonra, geri
kalan þey, kolaylýkla bundan çýkarýlabilir. Meta-fiyatlarýnýn yükselmesi,
paranýn deðerinin düþmesinden ileri gelir, ama paranýn deðerinin
düþmesi, Ricardo’nun bize öðrettiði gibi, dolaþýmda bir aþýrý bolluktan,
yani dolaþan para kitlesinin paranýn kendi içkin deðeriyle ve metalarýn
içkin deðeriyle belirlenen düzeyi aþmasýndan ileri gelir. Gene ayný biçim-
de, meta- fiyatlarýnda genel bir düþüþ, dolaþýmda bulunan paranýn kýtlýðý
sonucunda paranýn deðerinin kendi içkin deðerinin üzerine çýkmasýyla
açýklanýr. Demek ki, dönemsel olarak fazla ya da eksik para dolaþýmda
bulunduðu için, fiyatlar dönemsel olarak yükselirler ya da düþerler. Eðer
þimdi fiyatlarýn yükselmesinin para dolaþýmýnda bir azalmayla, fiyatlarýn
düþmesinin ise bir artmayla birlikte gitmesi sözkonusuysa, bu istatistiki
olarak kanýtlanamasa da dolaþýmda bulunan meta kitlesindeki herhangi
bir azalma ya da çoðalma sonucu, dolaþýmdaki para miktarýnýn mutlak
olmasa bile, hiç deðilse göreli bir þekilde artmýþ ya da azalmýþ olduðu
söylenebilir. Gördük ki, Ricardo’ya göre fiyatlarýn bu genel dalgalanma-
larý, salt madeni bir dolaþýmla zorunlu olarak birlikte meydana gelirler,
ama ardarda geliþleriyle birbirlerini denkleþtirirler, böylece örneðin ye-
tersiz bir dolaþým, fiyatlarda bir düþmeye, metalarýn yabancý ülkelere
ihracýna neden olur, ama, bu ihracat, dýþardan içeriye bir altýn ithaline
yolaçar, gene bu da fiyatlarýn yükselmesini doðurur; metalarýn ithal ve
altýnýn ihraç edildiði çok fazla dolaþým durumunda ise bunun tersi ol-
maktadýr. O halde Ricardo’nun dolaþýmý ile kusursuz bir uyum içinde
olan fiyatlardaki bu genel dalgalanmalara karþýn, bu dolaþýmýn þiddetli
ve had biçimi, yani bunalým biçimi, geliþmiþ kredi sistemi dönemlerine
ait olduðuna göre, banknot basýmýnýn tamý tamýna madeni dolaþým ya-
salarýyla düzenlenmediði apaçýk ortadadýr. Madeni dolaþým, derhal sik-
ke olarak dolaþýma giren ve böylece içeri ya da dýþarý akýþýyla meta-fi-
yatlarýnda düþmeye ya da yükselmeye neden olan deðerli madenlerin
ithalinde ve ihracýnda kendine çare bulur. Þimdi meta-fiyatlarý üzerinde
ayný etkiyi elde etmek için, bankalarýn, yapay olarak madeni dolaþýmýn
yasalarýný taklit etmeleri gerekecektir. Eðer altýn dýþardan içeriye akýn
ederse, bu dolaþýmda yetersizlik olduðunun, paranýn deðerinin fazla yük-
sek, meta-fiyatlarýnýn ise fazla düþük olduðunun bir kanýtýdýr ve, bunun
sonucu olarak, yeni ithal edilen altýna orantýlý olarak banknotlarý dolaþýma
koymak gerekir. Bunun tersi durumda, ülkeden çýkan altýnýn miktarýyla
orantýlý olarak, banknotlarý dolaþýmdan çekmek gerekir. Baþka bir deyiþle,
banknotlarýn dolaþýma sürülüþü, deðerli madenlerin ithalat ve ihracatýna
göre ya da kambiyo kuruna göre düzenlenmelidir. Ricardo’nun, altýnýn
ancak sikke olduðu ve, sonuç olarak, ithal edilen her altýnýn dolaþan pa-
rayý artýrdýðý, dolayýsýyla fiyatlarý yükselttiði; ihraç edilen her altýnýn sikke-
yi azalttýðý ve, sonuç olarak, fiyatlarý düþürdüðü yolundaki yanlýþ varsayý-
mý, bu [sayfa 486] teorik varsayým, burada, ayrý ayrý her durumda mevcut
olan altýn kadar sikkeyi dolaþýma koymaktan ibaret olan pratik de-

488 Karl Marks


Kapital III
neyim haline gelir. Lord Overstone (Jones Loyd’un bankeri), Albay Tor-
rens, Norman, Clay, Arbuthnot ve Ýngiltere’de Currency Principle okulu
adý altýnda tanýnan daha pek çok yazar, bu öðretiyi yalnýzca öðütlemekle
kalmadýlar, Sir Robert Peel’in 1844 ve 1845 Banka Yasalarý sayesinde,
bu teoriyi, hâlâ yürürlükte olan Ýngiliz ve Ýskoç banka mevzuatýnýn teme-
li yaptýlar. En geniþ anlamýyla bütün ülke ölçüsünde yapýlan deneyimle-
re göre, onlarýn, pratik planda olduðu gibi teorik plandaki utanýlacak
fiyaskolarý ancak kredi teorisinde açýklamasýný bulabilecektir.” (loc. cit.,
s.165-168.*)
Bu okulun eleþtirisini, Thomas Tooke, James Wilson (Economist,
1844-1847) ve John Fullarton yapmýþlardýr. Ne var ki, biz, bazý vesilelerle,
özellikle bu cildin Yirmisekizinci Bölümünde, bunlarýn da, altýnýn niteliði
konusunda ne kadar eksik bilgi sahibi olduklarýný ve, para ile sermaye
iliþkisi konusunda nasýl belirsizlik içersinde bulunduklarýný görmüþ bulu-
nuyoruz. Biz, burada, yalnýzca, Peel’in Banka Yasalarý (B. C. 1857) ile
ilgili olarak, 1857 tarihli Avam Kamarasý Komitesindeki tartýþmalardan
bazý bölümleri almakla yetineceðiz. -F. E.]
Ýngiltere Bankasý eski Guvernörü J. G. Hubbard’ýn tanýklýðý: “2400.
Külçe ihracýnýn ... meta-fiyatlarý üzerinde hiç bir etkisi olmamýþtýr. Bunun
etkisi, çok önemli bir etkisi, faiz getiren tahvillerin fiyatý üzerinde olmuþtur,
çünkü faiz oraný deðiþince, bu faizi içeren metalarýn deðeri zorunlu ola-
rak önemli ölçüde etkilenir.” – Hubbard, 1834-1843 ve 1845-1853** yýlla-
rýný kapsayan iki tablo veriyor. Bu tablolar, baþlýca onbeþ ticari maldaki
fiyat deðiþmelerinin, altýn ihraç ve ithali ile, faiz oranýndan tamamen
baðýmsýz olduðunu gösteriyor. Öte yandan bu tablolar, gerçekte, “bizim
yatýrýlmamýþ sermayemizin temsilcisi olan” altýn ihracatý ve ithalatý ile,
faiz oraný arasýndaki yakýn iliþkiyi gösteriyor. “[2402] 1847’de çok büyük
miktarda Amerikan tahvil ve deðerli senedi tekrar Amerika’ya ve Rus
tahvil ve senetleri tekrar Rusya’ya, ve diðer Kýta Avrupasý tahvil ve senet-
leri, hububat ikmalimizi saðladýðýmýz yerlere transfer edilmiþtir.”
Hubbard’ýn aþaðýdaki tablolarýnýn dayandýðý baþlýca onbeþ mal
þunlarý içermektedir: pamuk, pamuk ipliði, pamuklu dokumalar, yün,
yünlü kumaþ, keten, keten bezi, indigo, dökme demir, kalay, bakýr, do-
nyaðý, þeker, kahve ve ipek. [sayfa 487]
Hubbard’ýn bu konudaki yorumu: “1834-43 yýllarý arasýndaki 10
yýlda olduðu gibi, 1844-53 yýllarý arasýndaki 10 yýlda, bankanýn külçe altýn
rezervindeki dalgalanmalar da, her zaman, iskonto üzerine avans verilmiþ
borç verilebilir paranýn deðerindeki bir azalma ya da artýþ ile birlikte
olmuþtur; bu ülkede meta-fiyatlarýndaki deðiþmeler, Ýngiltere Bankasýn-
ýn külçe rezervindeki dalgalanmalarda görüldüðü gibi, dolaþým miktarýn-
dan tam bir baðýmsýzlýðý ortaya koymaktadýr.” (Bank Act Report, 1857, II,

* Karl Marx, Ekonomi Politiðin Eleþtirisine Katký, s. 234- 231. -Ed.


** 1894 Almanca baskýda: 1856. -Ed.

Karl Marks 489


Kapital III
II. 1834-1843

Bankanýn Baþlýca Onbeþ Malýn


Ýskontonun
Tarih Külçe Fiyat Fiyat Deðiþme-
Piyasa Oraný
Rezervi £ Artýþý Azalýþý yen
1 Mart 1834 9.104.000 %2¾ - - -
1 Mart 1835 6.274.000 %3¾ 7 7 1
1 Mart 1836 7.918.000 %3¼ 11 3 1
1 Mart 1837 4.077.000 %5 5 9 1
1 Mart 1838 10.471.000 %2¾ 4 11 -
1 Eylül 1839 2.684.000 %6 8 5 2
1 Haziran 1840 4.571.000 %4¾ 5 9 1
1 Aralýk 1840 3.642.000 %5¾ 7 6 2
1 Aralýk 1841 4.873.000 %5 3 2 -
1 Aralýk 1842 10.603.000 %2½ 2 13 -
1 Haziran 1843 11.566.000 %2¼ 1 14 -
II. 1844-1853

Bankanýn Baþlýca Onbeþ Malýn


Ýskontonun
Tarih Külçe Fiyat Fiyat Deðiþ-
Piyasa Oraný
Rezervi £ Artýþý Azalýþý meyen
1 Mart 1844 16.162.000 %2¼ - - -
1 Aralýk 1845 13.237.000 %4½ 11 4 -
1 Eylül 1846 16.366.000 %3 7 8 -
1 Eylül 1847 9.140.000 %6 6 6 3
1 Mart 1850 17.126.000 %2½ 5 9 1
1 Haziran 1851 13.705.000 %3 2 11 2
1 Eylül 1852 21.853.000 %1¾ 9 5 1
1 Aralýk 1853 15.093.000 %5 14 - I

s. 290, 291.)
Metalarýn arz ve talebi piyasa-fiyatlarýnýn belirlediðine göre, iskon-
to oranýnda ifadesini bulan borç verilebilir para-sermayeye olan talebi
(ya da daha doðrusu bunun arza göre gösterdiði sapmalarý), gerçek
“sermaye” talebi ile özdeþleþtirmekle Overstone’un nasýl bir yanýlgýya
düþtüðü burada açýk hale geliyor. Meta-fiyatlarýnýn, currency [dolaþým
aracý -ç.] miktarýndaki dalgalanmalar tarafýndan düzenlendiði yolundaki
sav, þimdi, iskonto oranýndaki dalgalanmalarýn, para-sermayeden farklý
olarak, gerçek maddi sermayeye olan talepteki dalgalanmalarla ifade
edildiði þeklindeki tümce ile gizleniyor. Ayný komitede hem Norman’ýn
ve [sayfa 488] hem de Overstone’un fiilen bu savý öne sürdüklerini ve özel-
likle ikincinin, en sonunda köþeye sýkýþtýrýlana kadar, durmadan kaça-
mak yollara baþvurmak zorunda kaldýðýný görmüþ bulunuyoruz. (Bölüm
XXVI.) Belli bir ülkede mevcut altýn miktarýndaki deðiþikliklerin, dolaþým

490 Karl Marks


Kapital III
aracý hacmini artýrmak ya da azaltmak suretiyle, bu ülkedeki meta-fiyat-
larýný yükseltmesi ya da düþürmesi gerekeceði, aslýnda eski bir marta-
valdýr. Eðer altýn ihraç ediliyorsa, demek ki, bu Currency teorisine göre,
meta-fiyatlarýnýn bu altýný ithal eden ülkede yükselmesi gerekir ve böyle-
ce, altýn ihraç eden ülkeden yapýlan ihracatýn deðerinin de, altýn ithal
eden ülkenin piyasasý üzerinde yükselmesi gerekir; buna karþýlýk, altýn
ithal eden ülkenin ihracat deðerinin, iç piyasada, yani altýný alan ülkede
bir yükselme meydana getirdiði halde, altýn ihracatçýsý ülkenin piyasasýnda
düþmesi gerekecektir. Ama aslýnda, altýn miktarýndaki bir azalma, yalný-
zca faiz oranýný yükseltir, oysa, altýn miktarýndaki artýþ, faiz oranýný düþürür;
faiz oranýndaki dalgalanmalar, maliyet-fiyatlarýnýn belirlenmesine ya da
arz ve talebin belirlenmesine girmemiþ olsaydý, meta-fiyatlarý da bund-
an hiç etkilenmemiþ olurdu.
Ayný raporda, Hindistan ile iþ yapan büyük bir firmanýn yöneticisi
N. Alexander, 1850’lerde Hindistan’a ve Çin’e büyük gümüþ akýþý ko-
nusunda aþaðýdaki görüþleri öne sürüyor. Bu, kýsmen, Çin’de Ýngiliz do-
kumalarýnýn satýþýný engelleyen Çin Ýç Savaþýnýn ve kýsmen de, Avrupa’da
ipekböcekleri arasýnda görülen ve Ýtalya ile Fransa’daki ipekböceði
yetiþtirilmesini büyük ölçüde azaltan hastalýðýn bir sonucuydu.
“4337. Gümüþ akýþý Çin’e mi yoksa Hindistan’a mýdýr? – Gümüþü
Hindistan’a gönderiyorsunuz ve bunun büyük bir kýsmý ile afyon satýn
alýyorsunuz; bu afyonun hepsi de, ipek satýn alýnmasý için fon oluþturmak
üzere Çin’e gidiyor; Hindistan’daki pazarlarýn durumu (buradaki gümüþ
birikimine karþýn), tüccar için, mal ya da Ýngiliz mamulleri göndermek
yerine, gümüþle ödemede bulunmayý daha kârlý hale getiriyor.” – “4338.
Gümüþ elde etmek için, Fransa’dan dýþarýya büyük bir akýþ olmamýþ
mýdýr? – Evet, çok büyük.” – 1344. Fransa’dan ve Ýtalya’dan ipek ithal
etmek yerine, biz, oralara, hem Bengal’den ve hem de Çin’den büyük
miktarlarda ipek gönderiyoruz.”
Baþka bir deyiþle, gümüþ, o kýtanýn para madeni, Asya’ya meta-
fiyatlarý, bu metalarý üreten ülkede (Ýngiltere’de) yükseldiði için deðil, bu
metalarý ithal eden ülkedeki aþýrý ithal sonucu fiyatlar düþmüþ olduðu
için, meta yerine gönderilmiþtir; ve bu, gümüþü Ýngiltere Fransa’dan
aldýðý halde ve karþýlýðýný kýsmen altýnla ödemek zorunda olduðu halde
böyle olmuþtur. Currency teorisine göre, fiyatlarýn, yapýlan bu gibi ithaller
sonucu Ýngiltere’de düþmesi, Hindistan’da ve Çin’de yükselmesi gere-
kirdi.
Bir baþka örnek. Lordlar Kamarasý Komitesinde (C. D. 1848-57)
Liverpool’lu ilk tüccarlardan birisi þöyle tanýklýk ediyor: – “1994. 1845 yýlý
sonunda [pamuk iplikçiliðinden] daha kazançlý ve böylesine büyük kâr-
lar saðlayan bir baþka iþ yoktu. Pamuk stoku büyük ve iyiydi, iþe [sayfa 489]
yarar pamuðun libresi 4 peniye satýn alýnabilirdi, ve bu pamuktan, iyi
secunda mule twist No 40, 4 peniyi geçmeyen bir maliyetle yapýlabilir,
yani iplikçi için libre baþýna bütün gider 8 peniyi geçmezdi. Bu iplik,

Karl Marks 491


Kapital III
büyük miktarlarda satýlýr ve libresi 10½ ve 11½ peniden eylül ve ekim
aylarý için büyük sözleþmeler yapýlýrdý, ve bazý durumlarda iplikçiler,
pamuðtýn ilk maliyetine eþit kâr saðlarlardý.” – “1996. Bu iþ kolu, 1864
baþlarýna kadar kazançlý olmaya devam etti.” – “2000. 3 Mart 1844’te
pamuk stoku [627.042 balya] bugünkünün [3 Mart 1848’de 301.070 ba-
lya olan stokun] iki katý idi ama fiyatý libre baþýna 1¼ peni daha pahalý
idi.” [5 peniye karþýlýk 6¼ peni.] Ayný zamanda, secunda mule twist No
40 iyi makine ipliðinin libresi 1847 Ekim ayýnda 11½-12 peniden 9½
peniye, aralýk sonunda 7¾ peniye düþtü; iplik, eðirildiði pamuðun satý-
nalma fiyatýna satýldý (Ibid., n° 2021 ve 2022). Bu, sermaye “kýt” olduðu
için, paranýn “pahalý” olmasý gerektiðini söyleyen Overstone’un bilge-
liðindeki bencilliði ortaya koymaktadýr. 3 Mart 1844’te banka faiz oraný
%3 idi; 1847 Ekim ve Kasýmýnda %8 ve 9’a yükseldi, ve 3 Mart 1848’de
hâlâ %4 idi. Pamuk fiyatlarý satýþlarýnýn büsbütün durmasý ve bunu izle-
yen yüksek faiz oranýyla birlikte ortaya çýkan panik sonucu, ikmal duru-
muna tekabül eden fiyatlarýn çok altýna düþtü. Dolayýsýyla bir yandan
1848 yýlýnda ithalatta büyük bir düþme, öte yandan da, Amerika’daki
üretimde bir azalma görüldü; böylece, 1849 yýlýnda pamuk fiyatlarýnda
bir yükselme oldu. Overstone’a kalýrsa, ülkede pek çok para olduðu için
metalar da fazla pahalýydý.
“2002. Pamuklu sanayiindeki son gerileme, hammadde stoku
çok fazla azalmakla birlikte fiyatlar daha düþük göründüðüne göre, ham-
madde kýtlýðýna baðlanamaz.” Overstone, fiyatlarý ya da metalarýn deðerini
paranýn deðeriyle, yani faiz oranýyla ne güzel de birbirine karýþtýrýyor.
Soru 2026’ya verdiði yanýtta Wylie, Currency teorisi üzerine genel yargý-
sýný özetliyor, ve buna dayanarak da 1847 Mayýsýnda Cardwell ile Sir
Charles Wood, “1844 tarihli Banka Yasasýný bütün hükümleriyle uygula-
ma zorunluluðunu teyit ediyorlar.” – “Bu ülkeler bana öyle geldi ki, nite-
likleri gereði, paraya yapay olarak yüksek bir deðer ve bütün meta ve
ürünlere yapay ve mahvedici düþük bir deðer vereceklerdir.” – Bu Ban-
ka Yasasýnýn genellikle iþ hayatý üzerindeki etkileri ile ilgili olarak da þun-
larý söylüyor: “Ýmalatýn yapýldýðý kentlerden, Birleþik Devletler’e giden
mallarýn satýn alýnmalarý için tüccarlar ile bankerler üzerine çekilen ve
normal dört ay vadeli olan poliçeler, büyük fedakarlýklara katlanýlmaksý-
zýn iskonto ettirilmediði için, bu dört aylýk poliçelerin iskonto edilmez
hale geldiði 25 Ekim tarihli (Banka Yasasýnýn yürürlükten kaldýrýldýðý)
Hükümet Genelgesine kadar, sipariþlerin yerine getirilmesi büyük ölçü-
de engelleniyordu.” (2097). – Daha sonra, Banka Yasasýnýn yürürlükten
kaldýrýlmasýnýn taþrayý da ferahlattýðým görüyoruz. – “2102. Geçen ekim
ayýnda [1847] burada mal satýn alýp da sipariþlerinin, ne kadar müm-
künse o kadarýný hemen kesintiye uðratmayan Amerikalý alýcý, yok [sayfa
490] gibiydi; ve paranýn pahalýlýðý haberi Amerika’ya ulaþýnca bütün yeni
sipariþler kesildi.” – “2134. Tahýl ile þekerin özel bir durumu vardý. Tahýl
piyasasýný, alýnacak ürünün durumu, þekeri ise büyük stoklar ile ithalat

492 Karl Marks


Kapital III
etkilemiþti.” – “2163. Amerika’ya olan borçlarýmýzýn ... bir kýsmý, sevkedi-
len mallarýn zorunlu satýþlarý ile tasfiye edildi ve korkarým ki, geriye kala-
ný da, buradaki iflaslar ile iptal edildi.” – “2196. Doðru anýmsýyorsam,
1847 Ekiminde bizim borsada yüzde 70 faiz ödendi.”.
[Uzun süren yan etkileriyle 1837 bunalýmýný 1842’de normal bu-
nalým-sonrasý dönem izledi ve aþýrý-üretimi kabul etmemekte –çünkü
böyle bir þey, vülger ekonomiye göre saçma ve olanaksýzdý– ayak direy-
en sanayiciler ile tüccarlarýn bencil körlüðü en sonunda öyle bir karýþýklýða
yolaçtý ki, Currency Okulu kendi dogmasýný ulusal ölçüde uygulamaya
koyma olanaðýný buldu. 1844 ve 1845 tarihli banka mevzuatý yasalaþtý.
1844 tarihli Banka Yasasý, Ýngiltere Bankasýný, iki kýsma, para bas-
ma kýsmý ile bankacýlýk iþlemleri kýsmýna ayýrdý. Birinci kýsým, 14 milyon
tutarýnda teminat –bellibaþlý kýsmý devlet borçlarý– ile, bütün madeni
birikimi –bunun dörtte-birinden fazlasý gümüþ olamaz– kabul eder ve bu
toplam tutarýnda banknot çýkartýr. Bu banknotlar, halkýn elinde bulun-
madýðý sürece, bankacýlýk kýsmýnda alýkonulur ve, günlük kullaným için
gerekli küçük bir sikke miktarý (bir milyon kadar) ile birlikte, her an em-
re hazýr yedeðini teþkil eder. Banknot çýkartan kýsým, halka, banknot
karþýlýðýnda altýn ve altýn karþýlýðýnda banknot verir; halkla olan diðer iþ-
lemleri bankacýlýk kýsmý yürütür. Ýngiltere ile Galler’de 1844’de kendi
banknotlarýný çýkartma yetkisi verilen özel bankalarýn bu ayrýcalýklarý de-
vam etti, ancak çýkartacaklarý miktar saptandý; bu bankalardan birisi
kendi banknotlarýný çýkartmaya son verdiði takdirde, Ýngiltere Bankasý,
böylece ortaya çýkan miktarýn üçte-ikisi kadar kendi karþýlýksýz banknot-
larýný artýrabilir; bu þekilde çýkarttýðý banknotlar 1892 yýlýnda 14 milyon-
dan 16½ milyon (tam olarak söylenirse 16.450.000) sterline çýkmýþ oldu.
Demek ki, bankanýn hazinesinden çýkan her altýn beþ sterlin için,
beþ sterlinlik bir banknot, banknot çýkartma kýsmýna döner ve yokedilir;
hazineye giden her beþ altýn sterlin için yeni bir beþ sterlinlik banknot,
dolaþýma girer. Bu þekilde, Overstone’un, madeni dolaþým yasalarýný sýký
sýkýya izleyen ideal kaðýt para dolaþýmý uygulamaya konulmuþtur ve böy-
lece, Currency teorisi savunucularýna göre, bunalýmlar artýk tümüyle sona
erdirilmiþtir.
Oysa aslýnda, Bankanýn birbirinden baðýmsýz iki kýsma ayrýlmasý,
kritik zamanlarda, yönetimi, bankanýn bütün mevcut olanaklarýndan ra-
hatça yararlanma olasýlýðýndan yoksun býrakmýþtýr; böylece, öyle durumlar
olabilir ki, bankacýlýk kýsmý iflasýn eþiðinde olduðu halde ihraç kýsmýnýn
elinde, 14 milyonluk teminata ek olarak, hiç el sürülmeyen bir-kaç mil-
yon altýn bulunabilir. Ve bu, hemen hemen her bunalýmda, büyük [sayfa
491] kýsmý, bankanýn deðerli maden rezervi ile “karþýlanmasý gereken bü-
yük bir altýn ihracýnýn yeraldýðý dönem bulunduðu için çok daha da ko-
lay olabilir. Ne var ki, o zaman dýþarýya giden, her altýn beþ sterlin için, ül-
ke-içi dolaþým beþ sterlinlik bir banknottan yoksun kalacak ve böylece,
dolaþým aracý miktarý tam da kendisine en fazla gereksinme bulunduðu

Karl Marks 493


Kapital III
sýrada azalacaktýr. Demek ki, 1844 tarihli Banka Yasasý, bütün ticaret
alemini, böylece, bunalýmýn patlak verdiði anda yedek bir banknot istifi
yapmaya teþvik etmekte, baþka bir deyiþle, bunalýmý hýzlandýrmakta ve
yoðunlaþtýrmaktadýr. Kritik anlarda, parasal araca, yani ödeme araçlarý-
na karþý talebin bu gibi yapay yollardan yoðunlaþtýrýlmasý ve ayný anda
da arzýn sýnýrlandýrýlmasý ile Banka Yasasý, faiz oranýný, bunalým sýrasýnda
þimdiye deðin görülmeyen bir yüksekliðe çýkartmýþ oluyor. Dolayýsýyla,
yasa, bunalýmlarý yokedeceði yerde, ya bütün sanayi aleminin ya da
Banka Yasasýnýn yokolup gideceði bir noktaya kadar yoðunlaþtýrmýþ
oluyor. Hem 25 Ekim 1847’de ve hem de 12 Kasým 1857’de bunalým
böyle bir noktaya kadar ulaþtý; hükümet o sýrada, 1844 tarihli yasayý
yürürlükten kaldýrarak, Bankanýn banknot çýkartma tahdidini kaldýrdý ve
bu da her iki halde, bunalýmýn üstesinden gelinmesine yetti. 1847’de,
birinci sýnýf teminatlar karþýlýðýnda tekrar banknot çýkartýlacaðý konusun-
da verilen güvence, istifteki 4-5 milyon sterlinlik banknotun yeniden gün
ýþýðýna çýkmasýna ve dolaþýma sokulmasýna yetti; 1857’de, yasal miktarý
aþan banknot çýkartýlmasý, neredeyse bir milyona ulaþtý, ama bu ancak
çok kýsa bir süre devam etti.
Þurasýný da belirtmek gerekir ki, 1844 mevzuatý hâlâ, madeni pa-
rayla yapýlan ödemelerin durdurulduðu ve banknotlarýn devalüe edildiði
bir dönem olan 19. yüzyýlýn ilk yirmi yýlýný anýmsatan izleri taþýmaktadýr.
Banknotlarýn taþýdýklarý güvenceyi kaybedecekleri korkusu hâlâ açýkça
bellidir. Ama bu kaygý tamamen dayanaksýzdýr, çünkü 1825 yýlýnda bile,
dolaþýmdan çekilmiþ bulunan bir sterlinlik eski banknot stokunun orta-
ya çýkartýlarak dolaþýma sokulmasý, bunalýmý sona erdirdi ve böylece, en
yaygýn ve derin güvensizlik zamanlarýnda bile, banknotlarýn güvencesi-
nin sarsýlmadýðýný tanýtlamýþ oldu. Ve bunun anlaþýlmasý hiç de güç deði-
ldir, çünkü ne olursa olsun bütün ulus, kendi güvencesi ile bu deðer
sembollerini desteklemektedir. –F. E.]
Þimdi de, Banka Yasasýnýn etkisi üzerine yapýlan birkaç yoruma
gözatalým. John Stuart Mil1, 1844* tarihli Banka Yasasýnýn aþýrý-spekülasyo-
nu engellediðine inanýyor. Ne mutlu ki, bu bilge kiþi, 12 Haziran 1857’de
konuþtu. Dört ay sonra bunalým patlak verdi. O, düpedüz, “banka mü-
dürleri ile genellik1e ticaret erbabýný, bunlar, ticari bunalýmýn niteliðin-
den daha iyi anladýklarý, ve aþýrý-spekülasyonu desteklemekle hem
kendilerine ve hem de halka yaptýklarý büyük kötülük için” kutladý. (B.C.
1857, n° 2031.) [sayfa 492]
Bilge kiþi Bay Mill, “Ücret ödeyen fabrikatörler ile diðerlerine avans
olarak verilmek üzere,” bir sterlinlik banknot çýkartýldýðý takdirde, “... bu
banknotlarýn, bunlarý tüketim için harcayan kimselerin ellerine geçebile-
ceðini ve bu durumda, bu banknotlarýn kendilerinin, metalar için bir
talep teþkil edeceðini ve bir süre için fiyatlarda bir yükselmeye yolaçabi-

* 1894 Almanca baskýda: 1847. -Ed.

494 Karl Marks


Kapital III
leceðini” [2066] düþünüyor. Acaba Bay Mill, fabrikatörlerin iþçilere altýn
yerine kaðýtla ödeme yaptýklarý için daha yüksek bir ücret mi ödeyece-
klerini sanýyor? Yoksa o, fabrikatör, 100 sterlinlik banknot halinde aldýðý
borcu altýnla deðiþtirmiþ olsa, bu ücretlerin, derhal bir sterlinlik, bank-
notlarla ödenmesi halinden daha mý az bir talep teþkil edeceðine ina-
nýyor? Örneðin o, bazý maden bölgelerinde, ücretlerin yerel bankanýn
banknotlarý ile ödendiðini ve bu yüzden birkaç iþçinin birarada tek bir
beþ sterlinlik banknotu aldýðýný bilmiyor mu? Þimdi bu onlarýn taleplerini
artýrmýþ mý oluyor? Yoksa bankerler fabrikatörlere, büyüklere göre küçük
banknotlarla daha kolay ve daha çok miktarda mý para veriyor?
[Mill’in bir sterlinlik banknotlara karþý olan bu garip korkusu, eko-
nomi politik üzerine olan tüm yapýtý, çeliþkiye karþý hiç duraksama gös-
termeyen bir seçmeciliði açýða vurmamýþ olsaydý, anlaþýlmaz ve açýk-
lanamaz bir þey olurdu. Bir yandan, Overstone’a karþý Tooke ile birçok
noktada fikir birliði halinde; öte yandan, meta-fiyatlarýnýn, mevcut para
miktarý ile belirlendiðine inanýyor. Ýþte bunun için, öteki bütün koþullar
eþit olmak üzere, her çýkartýlan bir sterlinlik banknot için, bir altýn sterli-
nin, Bankanýn kasalarýna doðru yola koyulacaðýna hiç aklý kesmiyor.
Dolaþým aracý miktarýnýn artabileceðinden ve dolayýsýyla deðerinin dü-
þeceðinden, yani meta-fiyatlarýnýn yükseleceðinden korkuyor. Yukarda
sözü edilen kaygýnýn ardýnda yatan iþte yalnýzca budur. -F. E.]
Tooke, C. D. 1848-57 önünde, Bankanýn iki kýsma ayrýlmasý, ve
banknotlarýn madeni paraya çevrilmesini garanti altýna almak için alýnan
gereksiz önlemlerle ilgili olarak þu görüþleri öne sürüyor:
1837 ve 1839 yýllarýna göre, faiz oranýnda 1847’de görülen daha
büyük dalgalanmalarýn biricik nedeni, Bankanýn iki kýsma ayrýlmasýdýr
(3010). – Banknotlarýn güveni ne 1825’te ve ne de 1837 ile 1839’da etki-
lenmiþ oldu (3015). 1825’te altýna karþý olan talebin tek amacý, taþra
bankalarýnýn bir sterlinlik banknotlarýna olan güvenin bütünüyle sarsýl-
masýyla ortaya çýkan boþluðun doldurulmasýydý; bu boþluk, Ýngiltere Ban-
kasý da bir sterlinlik banknotlar çýkartana kadar yalnýz altýn ile dol-
durulabildi (3022). – 1825 Kasým ve Aralýðýnda, ihracat amaçlarý için al-
týna karþý en ufak bir talep bulunmuyordu (3023).
“Ýçerde olduðu kadar dýþarda da görülen bu güven kaybý kar-
þýsýnda, temettüler ile mevduatlarýn ödenmesinin durdurulmasý, bank-
notlarýn ödenmesinin durdurulmasýndan çok daha tehlikeli sonuçlar
verebilirdi (3028).”
“3035. Eninde sonunda banknotlarýn altýna çevrilebilmesini tehli-
keye atabilecek bir durumun, bir ticari bunalým sýrasýnda daha da ciddi
[sayfa 493] güçlükleri birlikte getirebilecek bir durum olduðunu söyleyemez
misiniz? – Kesinlikle söylenemez.”
“1847 yýlý boyunca ... daha fazla miktarda dolaþým aracý çýkartýl-
masý, 1825 yýlýnda olduðu gibi, bankanýn kasalarýnýn tekrar dolmasýna
katkýda bulunabilirdi” (3058).

Karl Marks 495


Kapital III
1857 B. A. Komitesinde Newmarch þöyle tanýklýk ediyor: “1357.
(Bankanýn) kýsýmlarýnýn bu þekilde ayrýlmalarýnýn ... birinci kötü etkisi ...
ve, külçe rezervinin ikiye bölünmesinin kaçýnýlmaz sonucu, Ýngiltere Ban-
kasýnýn, bankacýlýk iþlemlerinin, yani Ýngiltere Bankasýnýn, onu ülkenin
ticaret hayatý ile en yakýn temasa getiren iþlemlerinin tamamýnýn, daha
önceki rezerv miktarýnýn ancak yarýsýyla yürütülmesi olmuþtur. Rezervin
böylece ikiye bölünmesiyle öyle bir durum ortaya çýkmýþtýr ki, banka-
cýlýk kýsmýnýn rezervi, küçük ölçüde bile olsa bir azalma gösterdiði anda,
Bankanýn iskonto oraný üzerinde deðiþiklik yapmasý zorunlu hale gel-
miþtir. Dolayýsýyla, bu azalan rezervler, iskonto oranýnda sýk sýk deðiþik-
liklere ve ani yükselmelere yolaçmaktadýr.” – “1358. 1844’ten beri de-
ðiþikliklerin” [1857 Haziranýna kadar] “sayýsý altmýþý bulmuþtur, oysa 1844’
ten önce, ayný süredeki deðiþiklikler hiç kuþkusuz bir düzineye bile ulaþ-
mamýþtýr.”
1811'den beri Ýngiltere Bankasýnýn müdürü ve bir süre için de Gu-
vernörü olan Palmer’in, C. D.. 1848-57 Lordlar Kamarasý Komitesindeki
tanýklýðý özellikle ilginçtir:
“828. 1825 Aralýðýnda, bankada kalan külçe rezervi yaklaþýk
1.100.000 sterlindi. Eðer bu Yasa [1844 tarihli Banka Yasasý] yürürlükte
bulunsaydý banka o sýrada kuþkusuz in toto* iflas ederdi. Aralýkta, saný-
rým, bir haftada 5-6 milyon banknot çýkartýldý ve o sýrada panik hafifletilmiþ
oldu.”
“825. Banka eðer o sýrada görmüþ bulunduðu iþlemleri yürüt-
meye kalkýþmýþ bulunsaydý, bugünkü Yasanýn baþarýsýzlýða uðrayacaðý
birinci dönem [1 Temmuz 1825’ten beri] 28 þubat 1837 idi; o dönemde
bankanýn elinde 3.900.000-4.000.000 sterlin deðerinde külçe vardý, ve
Bankanýn rezervinde yalnýzca 650.000 sterlin kalmýþ olacaktý. Diðer bir
dönem 1839 yýlýnda, 9 Temmuzdan 5 Aralýða kadar devam eden dö-
nemdi.”. – “826. Bu dönemdeki rezerv miktarý neydi? Yedek, 5 Eylülde
toplam 200.000 sterlin daha azdý (the reserve was minus altogether £
200.000). 5 Kasýmda, yaklaþýk bir, bir-buçuk milyona yükseldi.” – “830.
1844 tarihli Yasa, bankanýn, 1837 yýlýnda Amerikan ticaretine yaptýðý yar-
dýmý engellerdi.” – “831. Belli baþlý Amerikan firmalarýndan üçü iflas etti.
... Amerika’yla ilgili hemen bütün firmalar, güvenilemez bir duruma düþ-
tüler ve Banka o sýrada yardýma gelmeseydi, bir-iki firmadan fazlasýnýn,
iþlerini sürdürebileceklerini sanmýyorum.” – “836. 1837 bunalýmý, [sayfa
494] 1847 bunalýmý ile kýyaslanamaz. 1837 yýlýndaki bunalým baþlýca Ame-
rika ticaretine inhisar ediyordu.” – 838. (1837 Haziran baþýnda banka
yönetimi bunalýma çare bulma sorununu tartýþtý. ) “Bazý baylar ... uygula-
nacak en doðru ilkenin faiz oranýnýn yükseltilmesi olduðu düþüncesini
savundular, böylece meta-fiyatlarý düþürülmüþ olacaktý; kýsacasý, parayý
pahalýlandýrýp metalarý ucuzlatarak, dýþ ödemeler yapýlabilecekti.” – “906.

* Tamamýyla. -ç.

496 Karl Marks


Kapital III
Bankanýn gücünün, yani fiili sikke miktarýnýn eski ve doðal yöntemlerle
sýnýrlandýrýlmasý yerine, 1844 tarihli yasa ile yapay bir sýnýrlandýrma geti-
rilmesi, yapay güçlükler yaratma eðilimini taþýr ve dolayýsýyla, meta-fiyat-
larý üzerinde gereksiz bir iþlem Yasa hükümleri uyarýnca gerekli olabilir.”
– “968. 1844 tarihli Yasa hükümlerini iþleterek, normal koþullar altýnda
külçe rezervini fiilen dokuz-buçuk milyonun altýna indiremezsiniz. O za-
man bu, fiyatlar ile kredi üzerinde bir baskýya yolaçar ve dýþ ülkelerle
yapýlan ticarette kambiyo kurlarýnda, altýn ithalini artýracak bir karýþýklýk
yaratarak emisyon kýsmýnýn kasalarýndaki altýn miktarýný büyütür.” – “996.
Þimdi sizin (bankanýn) tabi olduðunuz sýnýrlandýrmalar altýnda siz, kam-
biyo kurlarý üzerinde etkin olabilmek için gümüþ gerektiði bir sýrada,
elinizin altýnda yeterli ölçüde gümüþ bulunmayacaktýr.” – “999. Banka-
nýn kasalarýndaki gümüþ miktarýný beþte-bir olarak sýnýrlandýran hük-
mün amacý nedir? – Bu soruyu yanýtlayamam.”
Bunun amacý, parayý pahalandýrmaktý; Currency teorisi dýþýnda,
bankanýn iki kýsma ayrýlmasý ve Ýskoç ve Ýrlanda bankalarýnýn, belli bir
miktarýn ötesinde çýkartacaklarý banknotlarýn karþýlýðý olarak altýn rezervi
bulundurma zorunluluðunun konulmasý ayný amaca dayalýydý. Bu usul,
maden rezervinin bir merkezde toplanmamasý sonucunu doðurdu ve
böylece aleyhteki kambiyo kurlarýnýn düzeltme gücü azaltýlmýþ oldu.
Aþaðýdaki bütün koþullarýn amacý faiz oranýný yükseltmekti: Ýngiltere Ban-
kasý, karþýlýðýnda altýn rezervi bulunmasý hali dýþýnda, 14 milyonun üze-
rinde banknot çýkartamayacaktý; bankacýlýk kýsmý, sýradan bir banka gibi
yönetilecek para bolken faiz oranýný düþürmeye, para kýtken faiz oranýný
yükseltmeye çalýþacaktý; Kýta Avrupasý ve Asya ile kambiyo kurlarýnýn
baþlýca düzeltme aracý olan gümüþ rezervinin sýnýrlandýrýlmasý; Ýskoç ve
Ýrlanda bankalarý ile ilgili olan ve ihracat için hiç bir þekilde altýna gerek-
sinme göstermeyen, ama þimdi, bunlarýn çýkarttýklarý banknotlarýn ta-
mamen hayali olan çevrilebilirliðini saðlamak bahanesiyle altýn
bulundurulmasýný zorunlu kýlan hükümler. Gerçek þudur ki, 1844 tarihli
yasa, Ýskoç bankalarýnda ilk kez 1857 yýlýnda altýna karþý bir hücuma
neden oldu. Yeni Banka mevzuatý, dýþarýya altýn akýþý ile iç piyasa amaçlarý
için olan altýn akýþý arasýnda herhangi bir ayrým da yapmýyor; ama söyle-
meye gerek yoktur ki, bunlarýn etkileri tamamen farklýdýr. Dolayýsýyla da,
piyasa faiz oranýnda sürekli büyük dalgalanmalar meydana geliyor.
Gümüþ ile ilgili olarak Palmer, iki ayrý nedenle, 992 ve 994 numaralý
yanýtlarýnda, bankanýn yalnýzca kambiyo kurlarýnýn Ýngiltere lehine ol-
duðu zaman, yani gümüþ çok bollaþtýðýnda, banknot karþýlýðýnda gümüþ
[sayfa 495] satýn alabildiðini söylüyor; çünkü: “1003. Gümüþ olarak önemli
miktarda külçe bulundurmanýn tek amacý, kambiyo kurlarý ülke aleyhi-
ne olduðu sürece, dýþ ödemeleri kolaylaþtýrmaktýr.” – “1004. Gümüþ ...
dünyanýn her yerinde para olan bir metadýr, ve dolayýsýyla da [dýþ öde-
meler] amacý için ... en dolaysýz metadýr. Son zamanlarda Birleþik Dev-
letler yalnýzca altýn kabul etmektedir.”.

Karl Marks 497


Kapital III
Ona göre, aleyhte olan kambiyo kurlarý, dýþ ülkelere altýn akýþýna
yolaçmadýðý sürece, darlýk zamanlarýnda bankanýn faiz oranýný eski %5’lik
düzeyin üzerine çýkartmasýna gerek yoktu. 1844 tarihli yasa olmasaydý,
banka, kendisine getirilen bütün birinci sýnýf poliçeleri hiç güçlük çek-
meden iskonto edebilirdi. [1018-20.] Ama, 1844 tarihli yasa ve bankanýn
1847 Ekiminde içinde bulunduðu durum karþýsýnda, “bankanýn kredi
firmalarýndan isteyebileceði ve bunlarýn da, ödemelerini yapabilmek için
vermekten kaçýnabilecekleri hiç bir faiz oraný yoktu” [1022]. Ve bu yük-
sek faiz oraný da, Yasanýn tam amacýydý.
“1029. ... Faiz oranýnýn dýþ talepler [deðerli madenler için] üzerin-
deki etkisi ile ülke içersindeki bir kredi sýkýþýklýðý döneminde Banka
üzerindeki baskýyý frenlemek amacýyla faiz oranýndaki yükselme arasýn-
da benim çizmek istediðim büyük ayrým.” –”1023. 1844 tarihli yasadan
önce ... kurlar ülkenin lehinde iken ve bütün ülkede kesin bir panik ve
endiþe varken, banknot çýkartýlmasý için konulmuþ hiç bir sýnýr yoktu ve
bu bunalým durumu ancak böyle hafifletilebilirdi.”
Ýngiltere Bankasýnýn yönetiminde 39 yýl bir yer iþgal eden bir kim-
se iþte bunlarý söylüyor. Þimdi de, özel bir bankeri, 1801’den beri Spoo-
ner, Attwood and Co. firmasýnýn ortaklarýndan olan Twells’e kulak
verelim. 1857 tarihli B. C.’de dinlenen tanýklar arasýnda yalnýz o, ülkenin
içersinde bulunduðu gerçek durumu görmemize yardým ediyor ve
yaklaþan bunalýmý görüyor, Ne var ki o da, baþka bakýmlardan Birming-
ham’lý bir little-shilling adamýdýr; týpký, bu okulun kurucularý olan ortakla-
rý Attwood kardeþler gibi. (Bkz: Zur Kritik der pol. (Ek., s. 59.*) Þöyle
tanýklýk ediyor: “4488. Sizce, 1844 tarihli yasa nasýl iþledi? – Sorunuzu
eðer bir banker olarak yanýtlamam gerekirse, Yasanýn fazlasýyla iyi
iþlediðini söyleyebilirim, çünkü, bankerler ile her türden [para] kapita-
listler için zengin bir verim saðladý. Ama bu yasa iþlerini güvenle düzen-
leyebilmesi için iskonto oranýnýn kararlý olmasýný isteyen dürüst ve
çalýþkan iþadamlarý için çok kötü iþlemiþ oldu. ... Borç para vermeyi pek
kârlý bir iþ haline getirdi,” – “4489. O, [Banka Yasasý] Londra’daki ticaret
bankalarýnýn, hisse senedi sahiplerine %20-%22 kâr vermelerini saðlamýþ
oldu deðil mi? – Geçen gün bunlardan birisi %18, ve sanýrým bir baþkasý
%20 veriyordu; bunlarýn, 1844 tarihli yasayý çok kuvvetle desteklemeleri
gerekir.” – “4490. Büyük sermayesi olmayan küçük iþadamlarý ile saygý-
deðer tüccarlarý ... gerçekten de çok büyük sýkýntýya sokuyor [sayfa 496] –
Benim bu konuda bilgi edinmemi saðlayan tek yol, bunlara ait olan ve
þaþýrtýcý miktarlara ulaþan ödenmemiþ poliçeleri görmemdir. Bunlarýn,
hepsi de daima küçük meblaðlar, belki de 20 ile 100 sterlin arasýnda;
bunlarýn büyük bir kýsmý ödenmemiþ ve ülkenin her yanýna ödenmemiþ
olarak geri dönüyorlar; bu her zaman, küçük esnaf ... arasýndaki büyük
sýkýntýnýn bir belirtisidir.” – 4494. Þimdi o, iþlerin kârlý olmadýðýný söylüy-

* Ekonomi Politiðin Eleþtirisine Katký, s. 111. -Ed.

498 Karl Marks


Kapital III
or. Aþaðýdaki sözleri, hiç kimsenin bir bunalýmdan en ufak bir kuþku bile
duymadýðý sýrada, bunalýmýn gizli varlýðýný farkettiðini göstermesi baký-
mýndan çok önemlidir.
“4494. Mallarýn fiyatý Mincing Lane’de ayný kalýyor, ama hiç bir
þey sattýðýmýz yok, ne fiyatta olursa olsun satamýyoruz; nominal fiyatý
koruyoruz.” – 4495. Þu olayý anlatýyor: Bir Fransýz, Mincing Lane’deki bir
komisyoncuya belli bir fiyatta satýlmak üzere 3.000 sterlinlik mal gönde-
riyor. Komisyoncu istenilen fiyatý kabul edemiyor ve Fransýz da bu fi-
yatýn altýnda satamýyor. Metalar satýlmýyor, ama Fransýz’a para gerek. Bu
durumda komisyoncu ona 1.000 sterlin avans veriyor ve Fransýz da,
mallarýný teminat göstererek komisyoncuya üç ay vadeli 1.000 sterlinlik
bir poliçe çekiyor. Üç ay sonra poliçenin vadesi geliyor ama mallar gene
satýlmýyor. Komisyoncu poliçeyi ödemek zorunda kalýyor ve 3.000 ster-
linlik teminata sahip olduðu halde bunu nakite çeviremiyor ve bunun
sonucu güç duruma düþüyor. Böylece bir kimse kendisiyle birlikte bir
baþkasýný da zor duruma sokmuþ oluyor. – “4496. Büyük ihracatla ilgili
olarak ... ülke içersinde iþlerde bir durgunluk olduðunda, bu zorunlu ola-
rak ihracatý kamçýlýyor.” – “4497. Ülke içersindeki tüketimin azaldýðýný
mý sanýyorsunuz? – Gerçekten çok fazla ... büyük ölçüde ... küçük esnaf
bu konuda en iyi otoritedir.” – “4498. Ýthalat gene de çok büyük; bu, tü-
ketimin fazla olduðunu göstermiyor mu? – Gösteriyor, eðer satabilirse-
niz, ama depolarýn çoðu bu mallarla dolu; sözünü ettiðim þu olayda,
elde, satýlmayan 3.000 sterlin deðerinde mal var.”
“4514. Para deðerli olduðunda, sermayenin ucuz olduðunu söyle-
yebilir misiniz? – Evet.” – Demek ki bu adam, yüksek bir faiz oraný de-
ðerli bir sermaye ile ayný þeydir diyen Overstone ile hiç de ayný fikirde
deðil.
Aþaðýdaki satýrlar iþlerin nasýl yürütüldüðünü gösteriyor: “4616.
Diðerleri, çok ileri gidiyor ve þaþýlacak ithalat ve ihracat iþleri çeviriyorlar;
sermayelerinin kendilerine saðladýðýnýn çok ötesinde büyük iþler; bütün
bunlardan hiç kuþku yok. Bu adamlar baþarýya ulaþabilirler; giriþtikleri
tehlikeli iþte þanslarý yardým eder, büyük servetler elde edebilirler, iþlerini
yoluna koyarlar. Þimdi iþlerin büyük ölçüde yürütüldüðü sistem iþte bu.
Bir sevkiyatta yüzde 20, 30, 40 kaybý göze alanlar var, bir dahaki riskli iþ
bu kayýplarýný geriye getirebilir. Ardarda baþarýsýzlýða uðrarlarsa mahvo-
lup giderler; son zamanlarda bu gibi durumlara sýk sýk raslýyoruz; ticari
firmalar geriye bir kuruþ býrakmadan iflas edip gidiyorlar.” [sayfa 497]
“4791. Düþük faiz oraný [son on yýldaki] bankerler aleyhine iþliyor,
doðrudur, ama sizlere defterleri göstermeden þimdiki kârlarýn [kendi
kârlarýnýn], eskisine göre ne denli yüksek olduðunu anlatmak çok güç
olur. Fazla para çýkartýlmasý nedeniyle faiz düþtüðü zaman, büyük mev-
duatlarýmýz bulunur; faiz yüksek olursa, bundan bu þekilde yararlanýrýz.”
– “4794. Para, ýlýmlý bir faiz oranýnda iken bize daha fazla talep yapýlýr;
daha fazla borç veririz; bu iþ [biz bankerler için] böyle iþler. Faiz oraný

Karl Marks 499


Kapital III
yükselince biz de ortalamanýn üzerinde faiz alýrýz; almamýz gerekenin
üzerinde faiz alýrýz.”
Ýngiltere Bankasýnýn çýkarttýðý banknotlarýn kredisinin, bütün uzm-
anlarca her türlü kuþkunun ötesinde kabul edildiðini görmüþ bulunuyo-
ruz. Gene de Banka Yasasý bu banknotlarýn çevriIebilirliði için, altýn olarak
dokuz-on milyonu tamamen baðlýyor. Bu rezervin kutsallýðý ve dokunul-
mazlýðý böylece, eski zamanlardaki iddiharcýlar arasýnda görülenden çok
daha ileriye götürülmüþ oluyor. Mr. Brown (Liverpool), C. D.1847-57 Ko-
misyonunda þöyle tanýklýk ediyor: “2311: Bu para [emisyon kýsmýndaki
maden rezerv], Parlamento Yasasýný ihlal etmeksizin el sürülemediðine
göre, denize dökülmüþ gibidir.”
Daha önce de adý geçen ve yaptýðý tanýklýk, Londra’daki modem
inþaat sistemini göstermek için de kullanýlan (Kitap II, Bölüm XII) inþaat
müteahhidi E. Capps, 1844 tarihli Banka Yasasý konusundaki kanýsýný
þöyle özetliyor [B. A. 1857]: “5508. Bütünüyle bakýldýðýnda ... þimdiki
sistem [Banka Yasasýnýn getirdiði sistem] demek ki size göre sanki, sa-
nayiin kârlarýný zaman zaman tefecinin cebine aktarmak için kurnazca
düzenlenmiþ bir plan gibidir, öyle mi ? – Evet öyle. Yapý iþinde bunun
böyle iþlediðini biliyorum.”
Daha önce de söylendiði gibi Ýskoç bankalarý da, 1845 tarihli Ban-
ka Yasasý ile, Ýngiliz bankalarýna benzeyen bir sistem altýna zorla
sokulmuþtu. Bunlar, her banka için saptanan sýnýrýn ötesinde banknot
çýkartmak için altýn rezervi bulundurma zorundaydýlar. Bunun sonucu,
1848-57 C. D. Komisyonundaki þu tanýðýn sözlerinden anlaþýlabilir.
Bir Ýskoç Bankasýnýn müdürü Kennedy: “3375.1845 tarihli Yasa-
nýn yürürlüðe girmesinden önce Ýskoçya’da, altýn dolaþýmý diyebileceðimiz
bir þey var mýydý? – Hayýr, hiç yoktu.” – “3376. O zamandan beri, herhan-
gi ek bir dolaþým oldu mu? – Hayýr olmadý; halk altýndan hoþlanmaz.” –
3450. Ýskoç bankalarýnýn 1845’ten beri tutmak zorunda olduklarý yaklaþýk
900.000 sterlin tutarýndaki altýn, onun kanýsýnca, yalnýzca zararlý olabilir
ve “Ýskoçya’nýn sermayesinin bu kadarlýk bir kýsmýný kâr getirmeyecek
bir biçimde emmektedir. “
Ayrýca, Union Bank of Scotland’ýn müdürü Anderson da diyor ki:
“3588. Ýskoç bankalarýnýn altýn için Ýngiltere Bankasý üzerindeki tek baskýsý
döviz içindi öyle mi? – Öyle, ve bu baský, Edinburgh’ta altýn [sayfa 498] tut-
makla kalkmýþ olmayacaktýr.” – “3590. Ýngiltere Bankasýnda” [ya da
Ýngiltere’deki özel bankalarda] “ayný miktarda teminata sahip olmakla,
Ýngiltere Bankasýna bir altýn akýþý yapmadan önce ne kadar gücümüz
varsa gene o kadar gücümüz var.”
Ensonu, Economist’ten (Wilson) bir yazý aktarýyoruz: “Ýskoç ban-
kalarý, Londra’daki þubelerinde, kullanýlmayan nakit meblaðlarý tutuyor-
lar; bu þubeler de bunlarý Ýngiltere Bankasýna koyuyor. Bu durum Ýskoç
bankalarýna, bu meblaðlarýn sýnýrlarý içersinde bankanýn madeni rezerv-
leri üzerinde kullanma hakký saðlýyor, ve bu para, dýþ ödemelerin yapýl-

500 Karl Marks


Kapital III
masý gerektiði anda gerekli bulunan bu yerde daima bulunmaktadýr.” –
Bu sistem, 1845 tarihli Yasa ile bozulmuþ bulunuyor: 1845 tarihli Yasanýn
Ýskoçya üzerindeki etkisi sonucu “son zamanlarda bankanýn sikkelerin-
de, Ýskoçya’daki sýrf olasýlýða dayalý bulunan ve belki de hiç yapýlamaya-
cak olan bir talebin karþýlanmasý için büyük bir akýþ görülmüþtür. ... Bu
döneme kadar, büyük bir miktar, düzenli olarak Londra ile Ýskoçya arasýn-
da gidip gelirdi. Bir Ýskoç bankasýnýn, kendi banknotlarý için artan bir
talep beklediði bir an gelince, Londra’dan bir sandýk altýn getirildi; bu
dönem geçince de ayný sandýk, çoðu kez açýlmadan Londra’ya geri
gönderildi.” (Economist, October 23, 1847 [s. 1214-1215].)
[Ve, Banka Yasasýnýn babasý, banker Samuel Jones Loyd, namý
diðer Lord Overstone bütün bunlara ne diyor?
Daha 1848’de, Ticari Bunalým konusundaki Lordlar Kamarasý Ko-
mitesinde 25 Ekim 1847 tarihli Hükümet Mektubunun verdiði, banknot
çýkartýlmasýnýn artýrýlmasý yetkisinin bile bunalýmýn þiddetini azaltmaya
yettiði olgusuna karþýn, “yeterli sermaye yokluðunun neden olduðu bu-
nalým ve yüksek faiz oranýnýn, fazladan banknot çýkartýlmasýyla ortadan
kaldýrýlamayacaðýný” (1524 ) yinelemiþti:
O, “Yüksek faiz ile sanayi kârlarýndaki düþmenin, sanayi ve tica-
ret amaçlarý için kullanýlabilecek maddi sermayedeki azalmanýn zorun-
lu bir sonucu” (1604) olduðu görüþünü savunuyordu. Ve bununla birlikte,
aylardýr sanayiin içersine düþtüðü bunalým, depolarý dolduran, taþýran,
ama fiilen satýlamayan maddi meta-sermayeden ibaret bulunuyordu;
iþte sýrf bu yüzden, maddi üretken sermaye, daha fazla satýlmasý olanak-
sýz meta-sermaye üretmemek için, bütünüyle ya da kýsmen boþu boþuna
beklemektedir.
Ve, 1857 tarihli Banka Komitesinde de þöyle diyordu: “1844 tarih-
li yasa ilkelerine olan kesin baðlýlýk ve uygulanmasýnda gösterilen ça-
bukluk ile her þey düzen ve yumuþaklýk içersinde geçti, parasal sistem
güvenli ve saðlamdýr, ülkedeki gönenç tartýþýlamaz durumdadýr, 1844
tarihli yasanýn erdemine olan kamu güveni günden güne güçlenmekte,
ve eðer komite, bu yasanýn dayandýðý ilkelerin saðlamlýðý ya da saðladýðý
yararlý sonuçlarýn daha baþka pratik örneklerini görmek istiyorsa, komi-
teye verilecek doðru ve yeterli yanýt: çevrenize bakýnýz, ülkenin bugünkü
iþ ve ticaret durumuna bir gözatýnýz, ... halkýn memnunluðuna bakýnýz,
[sayfa 499] toplumun bütün sýnýflarýna yayýlan servet ve gönence bakýnýz; ve
bunu yaptýktan sonra komite, bu sonuçlarýn alýnmasýný saðlayan yasanýn
devamýna engel olup olmamak konusunda, yerinde ve adaletli bir karar
verebilecektir.” (B. C.1857; n° 4189.)
Overstone’un 14 Temmuzda Komite önünde okuduðu övgüye,
ayný yýlýn 12 Kasýmýnda, banka yönetimine yazýlan mektup biçimindeki
yanýtta, geriye kalanlarýn kurtarýlabilmesi için, 1844 tarihli, mucizeler ya-
ratan yasanýn, hükümetçe yürürlükten kaldýrýldýðý bildiriliyordu. -F. E.]
[sayfa 500]

Karl Marks 501


Kapital III
OTUZBEÞÝNCÝ BÖLÜM
DEÐERLÝ MADEN VE KAMBÝYO KURU

I. ALTIN REZERVÝNÝN HAREKETÝ

Darlýk zamanlarýnda banknot birikimi bakýmýndan þurasýný dikka-


te almak gerekir ki, bu, en ilkel toplum koþullarý altýnda, karýþýklýk zaman-
larýnda deðerli maden yýðmanýn bir tekrarýdýr. 1844 tarihli yasanýn iþleyiþi
ülkedeki bütün deðerli madenleri dolaþým aracý haline sokmak istediði
için de ilginçtir; bu yasa, dýþarýya bir altýn akýþýný, dolaþým aracýndaki
daralma ile, içeriye bir altýn akýþýný, dolaþým aracýndaki geniþleme ile bir
tutmak istemektedir. Ama, sonuçta denemeler, bunun tersinin doðru
olduðunu tanýtlamýþtýr. Biraz ilerde sözünü edeceðimiz tek bir istisna
dýþýnda, Ýngiltere Bankasýnýn dolaþýmdaki banknot miktarý, 1844’ten beri
hiç bir zaman, kendisine çýkartma yetkisi verilen azami düzeye
ulaþmamýþtýr. 1857 bunalýmý, öte yandan, bazý koþullar altýnda bu azami-
nin de yeterli olmadýðýný tanýtlamýþtýr. 1857 yýlý 13 Kasýmýndan 30 Kasý-
mýna kadar, bu azaminin üzerinde günde ortalama 488.830 sterlin dola-
þýmda bulunuyordu (B. A. 1858, s. xý). O sýrada, yasal azami 14.475.000
sterlin, artý, bankanýn mahzenlerindeki maden rezerv miktarý idi.
Deðerli maden giriþi ve çýkýþý ile ilgili olarak þunlarý dikkate almak
gerekir:
Birincisi, bir yandan altýn ve gümüþ üretmeyen bir bölge içersin-
de, ileri-geri maden hareketi ile, öte yandan, altýn ve gümüþün üretim
[sayfa 501] kaynaklarýndan, çeþitli diðer ülkelere akýþý ve bu ek madenin

502 Karl Marks


Kapital III
bunlar arasýndaki daðýlýmý arasýnda bir ayýrým yapmak gerekir.
Rusya’daki altýn madenlerinden önce, Kaliforniya ile Avustralya,
etkilerini hissettiriyorlardý, 19. yüzyýlýn baþýndan beri altýn ikmali, aþýnan
sikkelerin deðiþtirilmesine, lüks eþyalarýn yapýmýna ve Asya’ya gümüþ
ihracýna ancak yetiyordu.
Bununla birlikte, önce, o zamandan beri Asya’ya gümüþ ihracý,
Amerika ile Avrupa’nýn Asya ile yaptýðý ticaret nedeniyle olaðanüstü artýþ
gösterdi. Avrupa’dan ihraç edilen gümüþün yerini, geniþ ölçüde ek altýn
arzý aldý. Sonra, yeni ithal edilen altýnýn bir kýsmýný, içerdeki para dolaþýmý
emdi. 1857 yýlýna kadar, altýn olarak yaklaþýk 30 milyonun, Ýngiltere’nin
iç dolaþýmýna eklendiði tahmin edilmiþtir.14 Ayrýca, Avrupa ve Amerika’nýn
bütün merkez bankalarýndaki ortalama maden rezervi düzeyi 1844’ten
beri artýþ gösterdi. Ayný zamanda, daha büyük miktarlarda altýn sikke iç
dolaþýmdan çýktýðý ve hareketsiz hale geldiði için, paniði izleyen durgun-
luk döneminde banka rezervlerindeki daha hýzlý büyüme sonucu iç para
dolaþýmýnda bir geniþleme oldu. Ensonu: lüks eþyalarýn yapýmý için deð-
erli maden tüketimi, yeni altýn yataklarýnýn bulunmasýndan beri artan
zenginlik sonucu, büyüme gösterdi.
Ýkincisi, deðerli maden, altýn ya da gümüþ üretmeyen ülkeler
arasýnda gider gelir, ayný ülke sürekli olarak bu madeni hem ithal et-
mekte ve hem de ihraç etmektedir. Bu hareketin þu ya da bu yöndeki
aðýrlýðýdýr ki, son tahlilde, dýþarýya bir altýn akýþý mý yoksa içerde bir
büyüme mi olduðunu belirler, çünkü, düpedüz gidip gelmeler ve çoðu
kez paralel hareketler, geniþ ölçüde birbirini eþitler. Ne var ki, bu neden-
le, sonucu ilgilendirdiði kadarýyla, bu süreklilik ve çoðu kez de, her iki
hareketin birbirine paralel oluþu dikkate alýnmamýþtýr. Daha büyük bir
deðerli maden ithali ya da ihracý, daima, meta ithali ya da ihracý arasýn-
daki oranýn bir sonucu ve ifadesi olarak yorumlanmýþtýr, oysa, bu ayný
zamanda meta alýþveriþinden tamamen baðýmsýz olarak, bizzat deðerli
maden ithali ile ihracý arasýndaki baðýntýnýn bir göstergesidir.
Üçüncüsü, ithalatýn ihracattan fazla oluþu ya da bunun tersi, ge-
nellikle, merkez bankalarýnýn maden rezervlerindeki artýþla ya da azal-
mayla ölçülmüþtür. Bu ölçütün hassaslýk derecesi, doðal olarak, genellikle
bankacýlýðýn merkezileþme derecesine baðlýdýr. Çünkü buna baðlý ola-

14
Bunun para piyasasý üzerinde yaptýðý etkiyi, Newmarch’ýn aþaðýdaki tanýklýðý göster-
mektedir: “1509. 1853 yýlýnýn sonunda, halk arasýnda oldukça büyük bir kaygý vardý ve o yýlýn ey-
lülünde, Ýngiltere Bankasý, iskonto oranýný üç nedenle yükseltti. ... Ekim ayý baþlarýnda, halk
arasýnda önemli derecede bir kaygý ve korku vardý. Bu kaygý ve korku, Avustralya’dan yaklaþýk
5 milyon sterlin tutarýnda deðerli madenin gelmesi sonucu, kasým ayý sona ermeden çok büyük
ölçüde azaldý ve neredeyse yokoldu ... Ekim ve kasým aylarýnda yaklaþýk 6 milyon sterlin tutarýnda
deðerli madenin gelmesiyle, 185 güzünde gene ayný þey oldu. Üç ayda, eylül, ekim ve kasýmda,
yaklaþýk 8 milyon sterlin tutarýnda deðerli maden gelmesiyle, bir kaygý ve korku dönemi olduðunu
bildiðimiz 1855 güzünde tekrar ayný þey oldu; ve sonra, geçen yýlýn, 1856’nýn sonunda gene
tamamen ayný þeyin olduðunu görüyoruz. Gerçekte, herhangi bir mali baskýnýn doðal ve tam
çözümü için, altýn bir geminin eriþmesini bekleme alýþkanlýðýna kapýlýp kapýlmadýðýmýz konu-
sunda, hemen her komite üyesinin gözlemlerine baþvurabilirim.” [B. A. 1857.]

Karl Marks 503


Kapital III
rak, [sayfa 502] ulusal bankalar denilen kuruluþlarda genellikle birikmiþ bu-
lunan deðerli madenlerin hacmi, ulusal maden rezervini temsil eder.
Ama bunun böyle olduðu kabul edildiðinde, bu saðlýklý bir ölçek deðil-
dir, çünkü, ek olarak yapýlan bir ithal, bazý koþullar altýnda, iç dolaþým ve
lüks eþya yapýmýnda daha fazla altýn ve gümüþ kullanýlmasýyla emilmiþ
olabilir; ayrýca, ek bir ithal yapýlmaksýzýn, iç dolaþým için, altýn sikke çe-
kilmiþ olabilir ve böylece maden rezervi, ihracatta ayný zamanda bir artýþ
olmaksýzýn azalabilir.
Dördüncüsü, azalma hareketi uzun bir süre devam ettiðinde, altýn
ihracý dýþarýya bir altýn akýþý biçimini alabilir ve bu azalma, hareketin eði-
limini temsil eder ve bankanýn maden rezervini, ortalama düzeyinin
epeyce altýna, neredeyse ortalama asgarisine doðru düþürür. Bu asgari
düzey, banknotlarýn ödenmelerini güvence altýna alan yasalarla her ayrý
durum için farklý þekilde belirlendiði için, azçok keyfi olarak saptanmýþtýr.
Dýþarýya altýn akýþýnýn Ýngiltere’de ulaþabileceði nicel sýnýrlar konusunda,
Newmarch, 1857 Banka Yasasý Komitesinde þöyle tanýklýk etmiþtir (Ta-
nýklýk n° 1494): “Deneyimlere göre, dýþ ticaretteki dalgalanmalardan doð-
an dýþarýya altýn akýþýnýn, 3-4 milyon sterlini aþmasý olasýlýðý pek azdýr.” –
1847’de, Ýngiltere Bankasýnýn altýn rezervi düzeyinde 23 Ekimde meyda-
na gelen en düþük nokta, 26 Aralýk 1846’ya göre 5.198.156 sterlin, ve
1846 yýlýnýn (29 Aðustos) en yüksek düzeyine göre 6.453.748 sterlin bir
azalma olduðunu göstermiþtir.
Beþincisi, ulusal bankalar denilen kurumlarýn maden rezervleri-
nin saptanmasý, ki, bu saptanma, bu maden birikiminin büyüklüðünü
bizzat düzenlemez, çünkü bu büyüklük sýrf iç ve dýþ ticaretin felce uðra-
masý ile büyüyebilir, üç yönlü bir iþlevi yerine getirir: 1) uluslararasý öde-
meler için yedek fon, bir baþka deyiþle, dünya-parasý yedek fonu; 2)
ardarda geniþleyen ve daralan iç maden dolaþýmý için yedek fon; 3)
mevduatlarýn ödenmesi ve kaðýt paranýn altýna çevrilmesi için yedek fon
(bu son iþlev, bankanýn iþlevleri ile ilgili olup, para olarak paranýn iþlevleri
ile hiç bir iliþkisi yoktur). Bankalarýn bu yedek-fonlarý, dolayýsýyla, bu üç
iþlevin herbirini etkileyen koþullar tarafýndan da etkilenebilir. Böylece
uluslararasý bir fon olarak, ödemeler dengesi –bu dengeyi belirleyen et-
menler ve ticaret dengesine oraný ne olursa olsun– tarafýndan da etkile-
nebilir. Ýç maden dolaþýmýna ait yedek fon olarak da, bu dolaþýmdaki
geniþleme ya da daralma tarafýndan etkilenebilir. Üçüncü iþlev –teminat
fonu olma iþlevi-, söylendiði gibi, maden rezervinin baðýmsýz hareketini
belirlemez, ama iki yönlü etkisi olur. Ýç dolaþýmda madeni paranýn
(gümüþün deðer-ölçüsü olduðu ülkelerde gümüþ sikkeler de dahil) yer-
ini alan banknotlarýn çýkartýlmasý halinde, yedek fonun 2)’deki iþlevi
geçersiz olur. Ve deðerli madenin bu iþlevin yerine getirilmesine hizmet
eden kýsmý, uzun bir süre dýþ ülkelerin yolunu tutar. Bu durumda, ma-
den sikkeler iç dolaþým için çekilmemiþlerdir ve böylece, maden rezer-
vinin, dolaþýmdaki sikke haline getirilmiþ madenin bir kýsmýnýn hareketsiz

504 Karl Marks


Kapital III
hale [sayfa 503] getirilmesiyle artmasý da bununla birlikte ortadan kalkmýþ
olur. Ayrýca, mevduatlarýn ödenmesi ve banknotlarýn altýna çevrilmesi
için her zaman asgari bir maden rezervi bulundurulmasý gerekiyorsa, bu
da kendine göre, dýþarýya ya da içeriye altýn akýþýnýn sonuçlarýný etkiler;
bu, rezervin, bankanýn her zaman bulundurma zorunda olduðu kýsmýný
ya da, belli zamanlarda, yararsýz olduðu için elden çýkartmak istediði
kýsmý etkiler. Dolaþým, tamamen madeni ise ve bankacýlýk sistemi
toplaþmýþ ise, banka da kendi maden rezervini, kendi mevduatlarýnýn
ödenmesi için teminat olarak düþürme zorundadýr ve dýþarýya bir ma-
den akýþý, 1857’de Hamburg’da görüldüðü gibi bir paniðe yolaçabilir.
Altýncýsý, belki de 1837 dýþýnda, gerçek bunalýmlar, daima, ancak
kambiyo kurlarýndaki bir deðiþmeden sonra, yani deðerli maden ithali,
ihracýna göre tekrar aðýrlýk kazanýr kazanmaz patlak verirler.
1825’te gerçek çöküþ, altýn akýþý kesildikten sonra gelmiþti. 1839’
da, bir altýn akýþý vardý, ama bu bir çöküntüye yolaçmadý. 1847’de altýn
akýþý nisan ayýnda kesildi ve çöküntü ekim ayýnda geldi. 1857’de, dýþ ül-
kelere altýn akýþý, kasým ayý baþýnda kesildi ve çöküntü ayný ayýn sonla-
rýnda geldi.
Bu, 1847 bunalýmýnda özellikle belliydi; altýn akýþý, hafif bir buna-
lým baþlangýcýna yolaçtýktan sonra nisan ayýnda kesildi ve gerçek ticari
bunalým ancak ekim ayýnda baþladý.
Aþaðýdaki tanýklýk, 1848 [Secret Committee of the House of Lords
on Commercial Distress’de] Ticari Bunalýmý Konusundaki Lordlar Kama-
rasý Gizli Komitesinde yapýlmýþtý. Bu tanýklýk 1857 yýlýna kadar basýl-
mamýþtý. (Biz bunu da C. D.1848-57 olarak aktarmýþtýk.)
Tooke’un tanýklýðý: 1847 Nisan’da, sözcüðün tam anlamýyla pa-
niðe varmamakla birlikte bir darlýk baþlamýþtý, ama nispeten kýsa süreli
oldu ve önemli bir ticari iflas görülmedi. Ekim ayýnda para darlýðý, nisan
ayýndakinden çok daha yoðundu ve neredeyse hiç görülmemiþ sayýda
ticari iflaslar oldu (2996). – Nisan ayýnda kambiyo kurlarý, özellikle Ame-
rika ile, olaðandýþý büyüklükte ithalatýn ödenmesinde bizi önemli miktarda
altýn ihracýna zorladý ancak büyük bir çabayla Banka dýþarýya altýn akýþýný
durdurdu ve oranlarý yükseltti (2997). – Ekim ayýnda kambiyo kurlarý
Ýngiltere’nin lehine idi (2998). – Kambiyo kurlarýnda deðiþme, nisanýn
üçüncü haftasýnda baþladý (3000). – Temmuz ve aðustosta dalgalandý
(3001). – Aðustosta altýn akýþý, iç dolaþým için bir talepten ortaya çýktý
(3003).
Ýngiltere Bankasý Guvernörü J. Morris: Kambiyo kuru 1847’den
beri Ýngiltere’nin lehinde olduðu ve dolayýsýyla altýn ithali yapýldýðý halde,
bankanýn külçe rezervi azaldý. “2.200.000 sterlin, iç talep sonucu, ülke-
den çýktý”(137). – Bu, bir yandan, demiryolu yapýmýnda daha fazla iþçi
çalýþmasýyla, öte yandan, “bunalým sýrasýnda ellerinde altýn bulunmasýný
arzu eden bankerler” ile açýklandý (147). [sayfa 504]
1811’den beri, Ýngiltere Bankasýnýn eski guvernörü ve müdürle-

Karl Marks 505


Kapital III
rinden, Palmer: “684. 1847 Nisanýnýn ortalarýndan 1844 tarihli yasanýn
sýnýrlandýrýcý maddesinin kaldýrýldýðý güne kadar geçen dönem boyunca,
döviz durumu bu ülkenin lehine idi.”
1847’de kendi baþýna bir parasal panik yaratan dýþa altýn akýþý, bu
nedenle, her zaman olduðu gibi, yalnýzca bir bunalýmýn habercisiydi, ve
patlak vermeden önce, tersine bir akýþ baþlamýþtý bile: 1839’da, tahýl, vb.
satýn alýnmasý için, dýþarýya kuvvetli bir altýn akýþý oldu, ama ne bunalým
vardý, ne de parasal panik.
Yedincisi, genel bunalýmlar yerleþir yerleþmez, altýn ile gümüþ –
üretici ülkelerden içeri akan yeni deðerli madenler bir yana– çeþitli ülke-
lerin kendi birikimleri olarak, varolduklarý eski denge durumu içersinde
orantýlý olarak daðýlýrlar. Öteki koþular eþit olmak üzere, her ülkedeki
birikimin büyüklüðü, o ülkenin, dünya piyasasýnda oynadýðý rol ile belir-
lenecektir. Bu birikim, normal payýndan daha fazlasýna sahip bulunan
ülkeden, normal miktarýn daha azýna sahip olan ülkelere doðru akar. Bu
gidiþ-geliþ hareketleri, yalnýzca çeþitli ulusal rezervler arasýndaki
baþlangýçta varolan daðýlýmý yeniden saðlar. Ne var ki, bu yeniden da-
ðýlým, kambiyo kurlarýný incelerken ele alacaðýmýz, çeþitli koþullarýn etki-
si ile meydana gelir. Normal daðýlým yeniden kurulur kurulmaz –bu andan
baþlayarak– bir büyüme aþamasýna girilir ve ardýndan tekrar dýþa akýþ
hareketi baþlar. [Bu son tümce, kuþkusuz, dünya para piyasasýnýn mer-
kezi olarak, yalnýzca Ýngiltere için geçerlidir. -F. E.]
Sekizincisi, dýþarýya maden akýþý, genellikle, dýþ ticaret durumun-
da bir deðiþmenin belirtisidir ve bu deðiþiklik de, yaklaþan yeni bir buna-
lýmýn ön habercisidir.15
Dokuzuncusu, ödemeler dengesi. Asya lehinde ve, Avrupa ile
Amerika aleyhinde olabilir.16

––––––––––––

Baþlýca iki dönemde, deðerli maden ithali yer alýr. Bir yandan, bu
bunalýmý izleyen ve sýnýrlý bir üretimi yansýtan, düþük faiz oranýnýn birinci
evresinde yer alýr; ve sonra, faiz oranýnýn yükseldiði ama ortalama dü-
zeyine henüz ulaþmadýðý ikinci evrede. Bu, geriye ödemelerin çabuk
geldiði, ticari kredinin bol olduðu ve dolayýsýyla da, borç sermayesine
olan talebin, üretimdeki geniþlemeyle ayný oranda artmadýðý bir evredir.
15
Newmarch’a göre, dýþ ülkelere altýn akýþý þu üç nedenden ileri gelebilir 1) tamamen
ticari koþullardan yani 1836-1844 arasý ve tekrar 1847’de olduðu gibi, eðer ithalat ihracattan
fazla olmuþ ise - belli baþlý büyük bir hububat ithali; 2) 1857’de Hindistan’da demiryolu yapýmýnda
olduðu gibi, dýþ ülkelerde Ýngiliz sermaye yatýrýmý için araç saðlamak için, ve 3) 1853 ve 1854’te
Doðu’da, savaþ amaçlarý için olduðu gibi, dýþ ülkelerde belirli harcamalar nedeniyle.
16
1918. Newmarch. “Hindistan ile Çin’i bir araya getirirseniz, Hindistan ile Avustralya
arasýndaki alýþveriþ hesaba katýlýrsa ve daha da önemlisi Çin ile Birleþik Devletler arasýndaki
ticaret dikkate alýnýrsa, bu üçgensel iþlemde denge bizim aracýlýðýmýz ile saðlanmaktadýr ... ve
bu durumda, ticaret dengesinin yalnýz bu ülkenin deðil, Fransa ile Birleþik Devletler’in de
aleyhinde olduðu doðrudur.” - (B A. 1857.)

506 Karl Marks


Kapital III
Her iki [sayfa 505] evrede de, nispeten bol borç sermayesi ile, altýn ve gümüþ
biçiminde, yani yalnýzca baþlýca borç sermayesi olarak iþ görebileceði
bir biçimde ek sermaye fazlalýðý, zorunlu olarak, faiz oranýný ve onunla
birlikte de piyasanýn genel durumunu ciddi olarak etkiler.
Öte yandan, bir maden akýþý, sürekli ve büyük ölçüde bir deðerli
maden ihracý, geriye ödemeler akýþý durur durmaz ve piyasalar malla
dolar dolmaz baþlar, ve bir gönenç görüntüsü ancak kredi aracýlýðý ile
sürdürülür; baþka bir deyiþle, borç sermayesine karþý büyük ölçüde ar-
tan bir talep ve dolayýsýyla da faiz oraný en azýndan ortalama düzeyine
ulaþýr ulaþmaz bu maden akýþý baþlar. Kendisini dýþarýya altýn akýþýnda
ortaya koyan bu koþullar altýnda, sermayenin, doðrudan doðruya borç
verilebilir sermaye biçiminde sürekli þekilde çekilmesinin etkisi önemli
ölçüde yoðunlaþýr. Bu, zorunlu olarak, faiz oraný üzerinde dolaysýz bir
etki yapar. Ama, faiz oranýndaki yükselme, kredi iþlemlerini sýnýrlama
yerine bunlarý geniþletir ve bütün kredi kaynaklarý üzerinde büyük bir
baskýya yolaçar. Ýþte bu yüzden, bu dönem, çöküntüden önce gelen
dönemdir.
Newmarch’a soruldu (B. A. 1857): “1520. Ama o zaman, dolaþým-
daki senetlerin hacmi, iskonto oraný ile birlikte artýyor mu? – Öyle görünüy-
or.” – “1522. Tamamen olaðan zamanlarda, ana hesap defteri gerçek
deðiþim aracýdýr; ama bir güçlük ortaya çýktýðýnda, örneðin demin sözü-
nü ettiðim koþullar altýnda, banka iskonto oranýnda bir yükselme olur ...
o zaman, iþlemler, doðal olarak, poliçe çekilmesine dökülür; bu poliçe-
ler, yalnýz, yapýlan alýþýveriþin yasal kanýtlarý olmasý bakýmýndan daha
uygun olmakla kalmaz, baþka yerlerdeki satýn almalarý gerçekleþtirmek
için de daha elveriþli olduklarý gibi, sermaye saðlayabilecek bir kredi
aracý olmalarý yönünden de çok elveriþlidirler.” – Üstelik, bazý tehlikeli
durumlar bankayý, iskonto oranýný yükseltme durumunda býrakýr býrak-
maz –böylece, ayný zamanda, bankasýnýn iskonto edeceði senetlerin
vadelerini kýsaltma olasýlýðý da ortaya çýkmýþ olur– bunun hýzla yükse-
leceði konusunda genel bir kaygý ortalýðý kaplar. Herkes, ve her þeyden
önce de kredi sahtekarlarý, böylece, gelecekteki senetleri iskonto ettir-
mek ve belli bir tarihte elden geldiðince çok kredi aracýný ellerinde
bulundurma çabasýna düþerler. Bu nedenler, öyleyse þuna varýyor: etki-
sini hissettiren þey, ithal ya da ihraç edilen deðerli madenin, deðerli
maden olarak düpedüz miktarý deðil, önce, deðerli madenin para biçi-
minde sermaye olarak taþýdýðý özgül nitelik sayesinde ve sonra da, tera-
zinin bir kefesine eklendiðinde sallanmakta olan göstergenin kesinlikle
bir yana dönmesine yeterli olan bir tüy gibi hareket etmesi ile bu etkisini
göstermiþ olur; yapýlacak bir ekin þu ya da bu yanýnýn aðýr basmasýna
yeteceði koþullar altýnda ortaya çýktýðý için bu etkiyi gösterir. Böyle olma-
saydý, diyelim 5-8 milyon sterlin tutarýndaki bir altýn çýkýþýnýn –ve bu, bu-
güne kadar görülen en üst sýnýrdýr– hissedilebilir bir etki yaratmasýný
açýklamak olanaksýz olurdu. Ýngiltere’de ortalama altýn olarak dolaþýmda

Karl Marks 507


Kapital III
bulunan 70 milyon sterlin ile kýyaslandýðýnda bile önemsiz görülen, ser-
mayenin [sayfa 506] bu küçük azalmasý ya da artýþý, Ýngiltere’ninki gibi bir
üretim hacmi ile kýyaslandýðýnda gerçekten de ihmal edilebilir ufak bir
büyüklüktür.17 Ama, bir yandan bütün para-sermayeyi üretimin emrine
sokmaya (ya da ayný þey demek olan, bütün para geliri sermayeye çe-
virmeye) yönelmiþ bulunan, öte yandan, çevrimin belli evresinde ma-
den rezervini en aza indirerek yerine getirmesi gerekli iþlevleri yapmasýna
olanak vermeyen, iþte bu geliþmiþ kredi ve bankacýlýk sistemidir ki, bütün
organizmadaki bu aþýrý hassaslýðý yaratmaktadýr. Üretimin daha az geliþ-
miþ aþamalarýnda, birikimin, ortalama düzeyinin altýna düþmesi ya da
üzerine yükselmesi nispeten önemsiz bir sorundur. Bunun gibi, sýnai
çevrimin kritik döneminde ortaya çýkmadýðý takdirde, çok önemli ölçü-
de bir altýn akýþý bile nispeten etkisizdir.
Yapmýþ olduðumuz açýklamalarda, kötü bir ürün döneminin, vb.
sonucu olarak yer alan, dýþarýya altýn akýþý durumlarýný incelemedik. Bu
gibi durumlarda, bu altýn akýþýnda ifadesini bulan, üretimin dengesinde-
ki büyük ve ani sarsýntý, bu akýþýn etkileri bakýmýndan daha fazla bir
açýklamayý gerektirmez. Bu sarsýntýnýn, üretimin bütün hýzýyla ilerlediði
bir döneme raslamasý ölçüsünde, yapacaðý etki de o kadar büyük olur.
Biz, bir de, banknotlarýn altýna çevrilebilirliðinin teminatý ve tüm
kredi sisteminin ekseni olarak, maden rezervinin iþlevini inceleme-dýþý
býraktýk. Merkez bankasý, kredi sisteminin eksenidir. Ve maden rezervi
de bankanýn eksenidir.18 Kitap I’de ödeme araçlarýnýn irdelenmesinde
(Kap. III) göstermiþ olduðum gibi, kredi sisteminden parasal sisteme
geçiþ, gereklidir. Maden esasýna dayalý bir sistemin kritik bir anda de-
vam ettirilmesi için, gerçek servetten çok büyük fedakarlýklar yapýlmasý
gerektiðini, Tooke da, Loyd-Overstone da kabul etmiþlerdir. Tartýþma,
yalnýzca bir fazlalýk ya da eksikliðin denge haline getirilmesi ve doðacak
sonucun az ya da çok rasyonel bir biçimde ele alýnmasý þeklini alýyor.19
Toplam üretimle kýyaslandýðýnda önemsiz belli bir miktar maden, siste-
min eksen noktasý olarak kabul edilmiþtir. Bunalýmlar sýrasýnda eksen

17
Örneðin, Weguelin’in gülünç yanýtýna bakýnýz [B. A. 1857], burada, Weguelin, beþ
milyonluk altýn akýþýnýn bir o kadar sermaye eksilmesi olduðunu söylüyor ve böylece, fiyatlarda
belirsiz büyüklükte bir artýþ ya da gerçek sanayi sermayesinde deðer kaybý geniþleme ya da
daralma olduðu zaman meydana gelmeyen belirli olaylarý açýklamaya çalýþýyor. Bu görüngüleri,
doðrudan doðruya, gerçek sermayenin (bu sermayenin maddi öðeleri açýsýndan
düþünüldüðünde) kitlesindeki bir geniþleme ya da daralmanýn belirtileri olarak açýklamaya
kalkýþmak da gene ayný derecede gülünçtür.
18
Newmarch (B. A. 1857): “1364. Ýngiltere Bankasýndaki külçe rezervi aslýnda, ülkenin tüm
ticaretinin dayandýðý merkezi rezerv ya da maden birikimidir; ülkedeki bütün öteki bankalar,
Ýngiltere Bankasýna, yedek sikkelerini çekebilecekleri, merkezi bir birikim ya da depo olarak
bakmaktadýrlar; ve kambiyo kurlarýnýn etkisi iþte daima bu birikim ya da hazine üzerinde
kendisini gösterir.”
19
“Demek ki, pratikte hem Bay Tooke ve hem de Bay Loyd, altýna karþý olan fazla talebi ...
zamanýnda ... faiz oranýný yükseltme ve sermaye yatýrýmýný sýnýrlandýrma yoluyla krediyi daraltma
ile karþýlayacaklardýr. ... Ne var ki, Bay Loyd’un ilkeleri, çok ciddi huzursuzluklar yaratacak olan
... bazý [yasal] sýnýrlamalara ve mevzuata yolaçar.” (Economist [11 Aralýk], 1847, s. 1418.)

508 Karl Marks


Kapital III
noktasý olarak sahip bulunduðu bu niteliðin dehþet verici açýklanmasý
bir yana, iþte size birinci sýnýf teorik bir ikicilik. Her þeyi iyi bilen ekonomi
politik, [sayfa 507] “sermayeyi”, ex profess* ele aldýðý sürece, altýn ve gümüþe
tepeden, küçümseyerek bakýyor ve bunlarý en ilgisiz ve yararsýz ser-
maye biçimleri olarak görüyor. Ama, bankacýlýk sistemini ele aldýðý anda,
her þey tepetaklak ediliyor ve, altýn ile gümüþ par excellence** sermaye
oluveriyor ve korunmalarý için, diðer her türden sermaye ile emek feda
ediliyor. Ama, altýn ile gümüþ, öteki servet biçimlerinden nasýl ayýrdedili-
yor? Deðerlerinin büyüklükleri ile deðil, çünkü bu, onlarda maddeleþen
emek miktarý ile belirlendiði için bunlarýn deðerinin büyüklüðü ile deðil,
servetin toplumsal niteliðinin baðýmsýz somutlaþmalarýný temsil etmesi,
ifade etmesi olgusuyla ayýrdedilirler. [Toplumun serveti, ancak, kendile-
ri bu servetin özel malikleri olan, özel bireylerin serveti olarak vardýr. Bu
servet, toplumsal niteliðini, ancak, bu bireylerin, kendi gereksinmelerini
karþýlamak için karþýlýklý olarak farklý nicelikte kullaným-deðerlerini
deðiþmeleri olgusunda ortaya koyar. Kapitalist üretim sisteminde, bunu,
ancak para aracýlýðý ile yapabilirler. Yani bireyin serveti, ancak, para ara-
cýlýðý ile toplumsal servet olarak gerçekleþir. Servetin toplumsal niteliði,
iþte bu þeyde, parada somutlaþmýþtýr. -F. E.] Servetin bu toplumsal var-
lýðý böylece, toplumsal servetin gerçek öðelerinin yanýsýra ve onlarýn
dýþýnda, bir þeyin, maddenin ve malýn ötesinde bir görünüþe bürünür.
Üretim akýþ halindeyken bu unutulur. Kendisi de servetin toplumsal bir
biçimi olan kredi, parayý bir yana iter ve onun yerine geçer. Üretimin
toplumsal niteliðine olan güvendir ki, ürünlerin para-biçiminin, bir þey,
uçucu, düþsel, sýrf hayali bir þey görünüþüne bürünmesine izin verir. Ne
var ki, kredi sarsýlýr sarsýlmaz –ve, modern sanayi çevriminde bu evre
zorunlu olarak daima ortaya çýkar– bütün gerçek servet, fiilen ve hemen
paraya, altýn ve gümüþe çevrilecektir; sistemin kendisinden zorunlu ola-
rak doðup geliþen çýlgýnca bir istek ortaya çýkar. Ve, bu muazzam talebi
karþýlamasý beklenen altýn ve gümüþün hepsi, topu topu, bankanýn mah-
zenlerindeki birkaç milyondan ibarettir.20
Dýþarýya altýn akýþlarýnýn etkileri arasýnda, demek ki, toplumsal
üretim olarak üretimin, gerçekte toplumsal denetim altýnda olmamasý
olgusu, servetin toplumsal biçiminin onun dýþýnda bir þey olarak var
olmasýyla çarpýcý bir biçimde ortaya konmuþ olur. Kapitalist üretim sis-
temi, aslýnda, bu özelliði, meta ticaretine ve özel meta deðiþimine da-
yandýklarý sürece, daha önceki üretim sistemleriyle paylaþýr. Ama ancak
kapitalist üretim sistemindedir ki, bu, en çarpýcý ve acayip, saçma çeliþki
20
“Altýna olan talebin, faiz oranýný yükseltme dýþýnda deðiþtirilemeyeceði görüþüne tamamen
katýlýyor musunuz?” – Chapman (Büyük borsa simsarlýðý firmasý Overend, Gurney ve Ortaklarýnýn,
kurucularýndan): “Katýldýðýmý söyleyebilirim. ... Külçe rezervimiz belli bir noktaya düþünce, hemen
tehlike çanlarýný çalmamýz, gücümüzün kesildiðini ve dýþarýya para gönderen herkesin böylece
kendisini felakete attýðýný söylememiz yerinde olur.” (B. A. 1857, Evidence n° 5057.)
* Mesleki olarak, açýkça. -ç.
** En üstün. -ç.

Karl Marks 509


Kapital III
ve paradoks biçiminde, göze görünür hale gelir, çünkü, her þeyden önce,
doðrudan kullaným-deðeri, üreticilerin kendi tüketimleri için üretim, ka-
pitalist [sayfa 508] üretimde tamamen ortadan silinmiþ, böylece de servet,
ancak, birbiri içine geçen üretim ve dolaþým þeklinde ifade edilen top-
lumsal bir süreç olarak varolmaktadýr; sonra da, kredi sisteminin
geliþmesiyle kapitalist üretim, servetin ve servete ait hareketlerin ayný
anda maddi ve hayali engeli olan maden engelini aþmak için durmadan
bir yol aramakta, ama her seferinde baþýný bu duvara çarpmaktadýr.
Bunalým sýrasýnda, bütün poliçelerin, senetlerin ve metalarýn, ayný
anda, banka parasýna, ve bütün bu banka parasýnýn da altýna çevrilebilir
olmasý talep edilmektedir.

II. KAMBÝYO KURLARI

[Kambiyo kuru, para olarak kullanýlan madenlerin, uluslararasý


hareketine ait barometre olarak bilinmektedir. Eðer Ýngiltere’nin Al-
manya’ya, Almanya’nýn Ýngiltere’ye yapmasý gerekenden daha fazla öde-
me yapmasý gerekiyorsa, markýn, sterlinle ifade edilen fiyatý Londra’da
yükselir, ve sterlinin markla ifade edilen fiyatý, Hamburg ve Berlin’de
düþer. Eðer Ýngiltere’nin Almanya’ya olan bu ödeme yükümlülüklerin-
deki fazlalýk, örneðin, Almanya’nýn Ýngiltere’den yapacaðý satýn almalar-
daki fazlalýkla tekrar dengelenmezse, Almanya üzerine mark olarak
çekilen poliçelerin sterlin fiyatýnýn, Ýngiltere’den Almanya’ya ödeme yü-
kümlülüklerini yerine getirmek üzere, poliçe yerine maden (altýn sikke
ya da külçe) göndermeye yetecek noktaya kadar yükselmesi gerekir.
Olaylarýn izlediði tipik yol budur.
Eðer bu deðerli maden ihracý, daha büyük boyutlara ulaþýr ve
daha uzun bir süre sürecek olursa, bundan, Ýngiltere’de banka rezervleri
etkilenir ve Ýngiltere para piyasasý, özellikle de Ýngiltere Bankasý koruyu-
cu önlemler almak zorunda kalýr. Bunun baþlýca yolu, daha önce de
gördüðümüz gibi, faiz oranýný yükseltmektir. Dýþarýya altýn akýþý önemli
bir ölçüye ulaþýnca, kural olarak para piyasasý daralýr, yani para-biçimin-
de borç sermayesine olan talep, arzý epeyce aþar ve bunu doðal olarak
daha yüksek bir faiz oraný izler; Ýngiltere Bankasýnca saptanan iskonto
oraný bu duruma uyar ve piyasada kendisini hissettirir. Bununla birlikte,
dýþarýya külçe akýþý normal ticari iþlemler karýþýmýndan baþka nedenler-
le de olabilir (örneðin, yabancý devletlere borçlar, dýþ ülkelere sermaye
yatýrýmlarý, vb. gibi), ve böyle durumlarda Londra para piyasasý, faiz ora-
nýnda fiili bir yükselmeyi haklý gösterecek durumda deðildir; Ýngiltere
Bankasý böyle olunca, önce, özel deyimiyle, “açýk piyasada” büyük ikraz-
larla “parayý kýtlaþtýrmak” zorunda kalýr ve böylece, faiz oranýnda bir
yükselmeyi haklý gösterecek ya da gerekli kýlacak bir durumu yapay
olarak yaratýr; bu gibi manevralar yýldan yýla güçleþmektedir. -F. E.]
Faiz oranýndaki bu yükselmenin kambiyo kurlarý üzerindeki etki-

510 Karl Marks


Kapital III
si, 1857 banka mevzuatý ile ilgili Avam Kamarasý Komitesindeki (alýn-
týlarda, B. A. ya da B. C. 1857 olarak geçmektedir) þu ifadelerle gösteril-
mektedir. [sayfa 509]
John Stuart Mill: “2176. Ticari bir güçlük durumunda daima ...
tahvil fiyatlarýnda önemli bir düþme olmakta ... yabancýlar, bu ülkede
demiryolu hisse senetleri satýn almakta, ya da Ýngiliz yabancý demiryolu
hisse sahipleri bunlarý dýþ ülkelerde satmaktadýrlar ... külçe transferi bu
ölçüde önlenmektedir.” – “2182. Çeþitli ülkeler arasýndaki, faiz oraný ile
ticari baskýnýn dengelenmesinin genellikle bunlar aracýlýðý ile saðlandýðý,
tahvil ve hisse senetleri üzerine iþ yapan zengin bir bankerler ve simsar-
lar sýnýfý. ..yükselmesi olasý senetlerle tahvi11eri satýn almak için, her an
pusuda beklemektedirler. ... Bunlarýn senet ve tahvil satýn alacaklarý ül-
keler, dýþarýya külçe göndermekte olan ülkelerdir.” – “2184. Bu sermaye
yatýrýmlarý 1847 yýlýnda, dýþarýya altýn akýþýnýn azalmasýna yetecek dere-
cede, büyük bir ölçüde yapýldý.”
1838’den beri Ýngiltere Bankasýnýn müdürlerinden ve bankanýn
eski Guvernörü J. G. Hubbard: “2545. Avrupa’da çeþitli para piyasalarýn-
da dolaþýmda bulunan ... Avrupa ülkelerine ait büyük miktarlarda tahvil
vardýr, ve bunlarýn deðeri ... bir piyasa yüzde 1 ya da 2 düþer düþmez,
bunlar, deðerlerini henüz koruduklarý piyasalara gönderilmek üzere der-
hal satýn alýnýrlar.” – “2565. Dýþ ülkeler, bu ülkenin tüccarlarýna epeyce
borçlu deðiller mi? – Evet, büyük ölçüde.” – “2566. Öyleyse, bu borçlarýn
tahsili, bu ülkede çok büyük bir sermaye birikimine neden olabilir? –
1847’de, durumumuz, Amerika’nýn ve Rusya’nýn bu ülkeye olan, þu ka-
dar milyonluk eski borçlarýna bir çizgi çekmekle, kesinlikle düzeltilmiþ
oldu.” [ayný zamanda, Ýngiltere de bu ayný ülkelere hububat için olan
“þu kadar milyonluk” borcunun büyük bir kýsmýna Ýngiliz borçlularýn
iflaslarý yoluyla “bir çizgi çekmekten” geri kalmadý. Bkz: B. A. 1857,
Otuzuncu Bölüm, s. 31. -F. E.] – “2572. 1847’de, bu ülke ile St. Peters-
burg arasýnda kurlar çok yüksek idi. Bankaya, 14 milyon sterlinlik sýnýr-
landýrmaya bakmaksýzýn [altýn rezervinin üzerinde ve ötesinde -F. E.]
banknot çýkartma yetkisini veren Hükümet Mektubu yayýnlanýnca, is-
konto oranýnýn %8 olmasý bekleniyordu. O anda, o sýradaki iskonto ora-
ný ile, St. Petersburg’dan Londra’ya altýn sevketmek ve bu altýný, satýn
alýnmasý karþýlýðýnda çekilecek üç ay vadeli poliçe ile %8 üzerinden borç
vermek çok kârlý bir iþti.” – “2573. Altýn üzerine yapýlan bütün iþlemlerde,
dikkate alýnmasý gerekli pek çok nokta vardýr; [altýna karþýlýk çekilen. -F.
E.] poliçenin vadesi boyunca yatýrýmlar için sözkonusu olan bir kambiyo
kuru ve bir faiz oraný vardýr.”

ASYA ÝLE OLAN KAMBÝYO KURU

Aþaðýdaki noktalar, bir yandan, Ýngiltere’nin, Asya ile olan kambi-


yo kurlarýnýn aleyhinde olduðu zaman uðradýðý zararlarý, Asya’dan yap-

Karl Marks 511


Kapital III
týklarý ithalatý Ýngiltere’deki aracýlar yoluyla ödeyen diðer ülkeler zarar
hesabýna nasýl telafi ettiðini göstermesi bakýmýndan önemlidir. Öte [sayfa
510] yandan, bunlar bir de, Bay Wilson’un deðerli maden ihracýnýn kam-
biyo kurlarý üzerindeki etkisini, genellikle sermaye ihracýnýn bu kurlar
üzerindeki etkisi ile bir tutmak için burada bir kez daha budalaca bir
giriþimde bulunmasýný göstermesi bakýmýndan da önemlidir; her iki du-
rum da altýn ihracý, ödeme ya da satýnalma aracý olarak deðil, sermaye
yatýrýmý için yapýlmaktadýr. Her þeyden önce, söylemeye gerek yoktur
ki, Hindistan demiryolu yatýrýmý için þu kadar milyon sterlin tutarýnda
deðerli maden göndermek ile demir ray göndermek arasýnda hiç bir
fark yoktur; bunlar, yalnýzca, ayný miktar sermayeyi bir baþka ülkeye
transfer etmenin iki farklý biçimidir; yani bu, normal ticari dolaþýma gir-
meyen ve ihracatçý ülkenin, bu demiryollarýnýn saðlayacaklarý kazanç-
tan, gelecekte ellerine geçecek yýllýk bir gelirden baþka bir ödeme bekle-
medikleri bir transferdir. Bu ihracat eðer deðerli maden biçiminde yapý-
lýrsa, ihracatçý ülkenin para piyasasý ve onunla birlikte de faiz oraný üze-
rinde doðrudan bir etkisi olacaktýr; zorunlu olarak, her türlü koþul altýnda
olmasa bile, daha önce özetlenen koþullar altýnda bu etkiyi gösterir,
çünkü, deðerli maden, deðerli maden olarak doðrudan doðruya borç
verilebilir para-sermaye ve bütün para sisteminin esasýdýr. Gene bu deð-
erli maden ihracý, döviz kurunu da doðrudan doðruya etkiler. Deðerli
maden, ancak, diyelim Hindistan üzerine çekilen ve Londra para piya-
sasýna arzedilen poliçelerin, bu fazladan ödemeleri karþýlamaya yetme-
mesi nedeniyle ve bu ölçüde ihraç edilmiþtir. Baþka bir deyiþle, Hindistan
üzerine çekilen poliçeler için, bunlarýn arzýný aþan bir talep bulunmakta-
dýr ve böylece kurlar, Hindistan’a borçlu olduðu için deðil, olaðanüstü
meblaðlarý Hindistan’a göndermek zorunda olduðu için, bir süre
Ýngiltere’nin aleyhine dönmektedir. Uzun sürede, Hindistan’a bu þekilde
gönderilen deðerli madenlerin, Hindistan’da Ýngiliz mallarýna karþý olan
talepleri artýracak bir etki yaratmasý gerekir, çünkü dolaylý olarak Hin-
distan’ýn Avrupa mallarýna karþý tüketim gücünü yükseltir. Ama sermaye,
eðer ray, vb. biçimde gönderilmiþ ise, döviz kuru üzerinde herhangi bir
etkisi olamaz, çünkü, Hindistan’ýn bunu telafi edecek bir geriye ödeme-
de bulunmasý sözkonusu deðildir. Ýþte sýrf bu nedenle, para piyasasý
üzerinde herhangi bir etkisi olamaz. Wilson, böyle bir etkinin varlýðýný,
bu gibi bir fazladan harcamanýn, parasal araca karþý ek bir talep yarata-
caðý ve dolayýsýyla da faiz oranýný etkileyeceðini söyleyerek kurmak iste-
mektedir. Böyle bir durum olabilir; ama bütün durumlarda bunun böyle
olacaðýný öne sürmek tamamen yanlýþtýr. Raylar nereye gönderilirse gön-
derilsin, ister Ýngiltere, ister Hindistan topraðýna döþensin, bunlar, belli
bir alanda Ýngiltere üretiminin belirli bir geniþlemesinden baþka bir þeyi
ifade etmezler. Çok geniþ sýnýrlar içersinde bile, üretimdeki bir geniþ-
lemenin, faiz oranýný yükseltmeksizin olamayacaðýný söylemek saçma
olur. Parasal araçlar, yani kredi iþlemlerini kapsayan, yapýlan toplam

512 Karl Marks


Kapital III
iþler büyüyebilir; ama bu kredi iþlemleri, faiz oraný ayný kaldýðý halde
artabilir. Binsekizyüzkýrklarda Ýngiltere’de demiryolu hummasý sýrasýnda
durum fiilen böyleydi. [sayfa 511] Faiz oraný yükselmedi. Ve açýktýr ki, ger-
çek sermayeyi, bu durumda metalarý ilgilendirdiði kadarýyla, para piya-
sasý üzerindeki etki, bu metalar ister yabancý ülkelere gönderilsin, ister
ülke içersinde tüketilsin, gene ayný olacaktýr. Bu, ancak, Ýngiltere’nin dýþ
ülkelere yaptýðý sermaye yatýrýmlarýnýn, onun ticari ihracatý, yani karþý-
lýðýnda ödeme yapýlmasýný gerektiren ihracatý üzerinde kýsýtlayýcý bir etki
yaptýðý ve böylece bir geriye akýþa yolaçtýðý zaman, ya da bu sermaye ya-
týrýmlarý, zaten, aþýrý kredi geniþlemesine ve kredi sahtekarlýðý iþlemlerinin
baþlangýcýna iþaret eden genel belirtiler olmasý ölçüsünde farkedilebilir-
di.
Wilson’un sorularýyla Newmarch’ýn bunlara verdiði yanýtlar þöyle:
“1786. Bir baþka gün siz, Doðu için olan gümüþ talebi ile ilgili olarak,
Doðuya sürekli olarak gönderilen büyük miktarlarda külçeye karþýn, Hin-
distan ile kambiyo kurlarýnýn bu ülkenin lehine olduðuna inandýðýnýzý
söylemiþtiniz; kurlarýn, bu ülkenin lehine olduðunu kabul etmenizin her-
hangi bir dayanaðý var mý? – Evet var. ... 1851 yýlýnda Birleþik Krallýk’tan
Hindistan’a yapýlan ihracatýn gerçek deðeri 7.420.000 sterlindi; buna, In-
dia House çeklerinin tutarýný, yani kendi giderlerini karþýlamak amacýy-
la, Doðu Hint Kumpanyasýnýn, Hindistan’dan çektiði fonlarý da eklemek
gerekir. O yýl, bu çeklerin toplamý 3.200.000 sterlindi ve böylece, Birleþik
Krallýk’tan Hindistan’a yapýlan toplam ihracat 10.620.000 sterlindi. 1855’te
... Birleþik Krallýk’tan ihraç edilen mallarýn gerçek deðeri 10.350.000 ster-
line yükseldi ve India House çekleri 3.700.000 sterlindi, böylece de bu
ülkeden yapýlan toplam ihracat 14.050.000 sterlindi. 1851 yýlýyla ilgili ola-
rak, bence, Hindistan’dan bu ülkeye yapýlan ithalatýn gerçek deðerinin
ne olduðunu söylemek için bilgi bulunmamakta, ama 1854 ve 1855’te
bir gerçek deðer bildirimi var; 1855’te Hindistan’dan bu ülkeye ithal
edilen mallarýn toplamý gerçek deðeri 12.670.000 sterlindi ve bu miktar,
daha önce söylediðim 14.050.000 sterlin ile karþýlaþtýrýlýnca, iki ülke arasýn-
daki doðrudan ticaret bakýmýndan Birleþik Krallýk lehine 1.380.000 ster-
linlik bir bakiye býrakýr.” [B.A.1857.]
Bunun üzerine, Wilson, kambiyo kurlarýnýn da, dolaylý ticaret ta-
rafýndan etkilendiðini belirtiyor. Örneðin, Hindistan’dan Avustralya ve Ku-
zey Amerika’ya yapýlan ihracat, Londra üzerine çeklerle karþýlanýyor ve
bu nedenle de sanki bu mallar Hindistan’dan doðrudan doðruya
Ýngiltere’ye gitmiþ gibi kambiyo kurlarýný etkiliyor. Üstelik, Hindistan ile
Çin bir arada düþünülünce, bilanço, Ýngiltere’nin aleyhine oluyor, çünkü
Çin, devamlý olarak Hindistan’a afyon için aðýr bir ödeme yapmak, ve
Ýngiltere de Çin’e ödemede bulunmak zorunda ve böylece, bu meblað-
lar, bu dairesel yoldan Hindistan’a gitmekte (1787, 1788).
1791. Wilson, þimdi de, sermayenin, ister “demir ray ve lokomo-
tif, ister sikke biçiminde gitmiþ olsun”, döviz kurlarý üzerindeki etkisinin

Karl Marks 513


Kapital III
ayný olup olmayacaðýný soruyor. Newmarch doðru olarak þöyle yanýt-
lýyor: Son birkaç yýlda, demiryolu yapýmý için Hindistan’a gönderilmiþ
[sayfa 512] bulunan 12 milyon sterlin, Hindistan’ýn düzenli aralýklarla Ýngilte-
re’ye ödemek zorunda olduðu, yýllýk bir ödeneðin satýn alýnmasýna hiz-
met etmiþtir. “Ama, külçe piyasasý üzerindeki ilk etkisi bakýmýndan, bu
12 milyon sterlinlik yatýrým, ancak külçenin fiili bir para yatýrýmýný ger-
çekleþtirmesi ölçüsünde etkili olabilirdi.”
1797. [Weguelin soruyor:] “Bu demir (raylar) için geriye bir öde-
me yapýlmadýðýna göre, kurlarý etkilediði nasýl söylenebilir? – Yapýlan
harcamalarýn, metalar biçiminde gönderilmiþ bulunan kýsmýnýn, kurlarý
etkilediðini sanmýyorum. ... Ýki ülke arasýndaki kurlar, denilebilir ki, yal-
nýzca, bir ülkede arzedilen senet ya da poliçe miktarý ile, diðer ülkede
buna karþýlýk arzedilen miktar tarafýndan saptanýr; kurlar üzerine olan
rasyonel teori iþte budur. Þimdi, bu 12 milyon sterlinin dýþarýya gönderil-
mesine gelince, para her þeyden önce bu ülkede toplanmýþtýr ... þimdi,
eðer yapýlan alýþveriþin niteliði gereði, bu 12 milyon sterlinin hepsinin,
Kalküta, Bombay ve Madras’ta hazineye yatýrýlmýþ bulunmasý gerekiyor-
sa ... gümüþ fiyatlarý ve kurlar üzerinde ani bir talep çok þiddetli bir
þekilde kendisini gösterir; týpký Hindistan Kumpanyasýnýn, yarýn, senet-
lerinin, 3 milyondan 12 milyon sterline yükseltileceðini ilan etmesi gibi.
Ne var ki, bu 12 milyon sterlinin yarýsý ... bu ülkede metalar ... demir ray-
lar, keresteler ve diðer malzemenin ... satýn alýnmasýnda harcanmýþtýr ...
bu, bu ülkeye ait sermayenin, Hindistan’a gönderilecek özel bir türdeki
meta için bu ülkede harcanmasýdýr, ve bu, burada sona erer.” – “1798.
[Weguelin:] Ama, demiryollarý için gerekli demir ve kereste gibi nes-
nelerin üretimi, yabancý mallarýn büyük ölçüde tüketimine yolaçar ve bu
da kurlarýný etkileyebilir? – Hiç kuþkusuz.”
Wilson þimdi, demirin, büyük bir ölçüde, emeði temsil ettiðini ve
bu emek için ödenen ücretin, büyük bir ölçüde ithal edilen mallarý tem-
sil ettiðini düþünüyor (1799) ve þöyle soruyor:
“1801. Ama tamamen genel bir ifadeyle, karþýlýðýnda ürün ya da
baþka bir þekilde herhangi bir þey almaksýzýn, ithal edilen nesnelerin
tüketimi ile üretilen mallarý dýþ ülkelere gönderdiðimiz takdirde, kambi-
yo kurlarý bu ülkenin aleyhine dönmüþ olmaz mý? – Büyük demiryolu
harcamalarý sýrasýnda bu ülkede geçerli olan, iþte bu ilkenin kendisiydi
[1845]. Üç, dört ya da beþ yýl, demiryollarý için 30 milyon sterlin harcan-
dý, ve bunun hemen hepsi de, ücretlerin ödenmesine gitti. Üç yýl boyun-
ca, demiryolu, lokomotif, vagon ve istasyonlarýn yapýmýnda, bütün fabrika
bölgelerinde çalýþanlardan daha fazla sayýda insan çalýþtýrýldý. Bu kimse-
ler ... aldýklarý ücretleri, çay, þeker, alkollü içkiler ve diðer yabancý malla-
rýn satýn alýnmasýnda harcadýlar; bu metalar ithal edilmiþti; ama þu da
bir gerçektir ki, bu büyük harcamalarýn yapýldýðý sýrada, bu ülke ile diðer
ülkeler arasýndaki kambiyo kurlarý büyük ölçüde karýþýklýða uðramadý.
Dýþarýya külçe akýþý olmadý, tersine, içeriye bir akýþda oldu.”

514 Karl Marks


Kapital III
1802. Wilson, Ýngiltere ile Hindistan arasýnda eþit bir ticaret den-
gesi ve kambiyo kurlarý ile, fazladan demir ve lokomotif gönderilmesi-
nin, [sayfa 513] “Hindistan’la aradaki kambiyo kurlarýný etkileyeceði”, üzerinde
ýsrar ediyor. Newmarch, raylar oraya sermaye yatýrýmý olarak gönderil-
diði ve Hindistan da bunlar için þu ya da bu þekilde bir ödemede bulun-
madýðý sürece, bunu bu þekilde görmüyor; þöyle ekliyor: “Bir ülkenin,
ticaret yaptýðý diðer bütün ülkeler ile sürekli olarak kendi aleyhinde, ters
bir kambiyo kuru durumuna sahip olamayacaðý ilkesini kabul ediyor-
um; bir ülkeyle aleyhte bir kur, bir baþkasýyla lehte bir kur yaratýr.” –
Wilson, þu saçmalýkla itiraz ediyor: “1803. Sermaye þu ya da bu biçimde
gönderilmiþ olsun, sermaye transferi gene ayný olmayacak mýdýr? – Borç
bakýmýndan ayný olabilir.” – “1804. Demek ki, Hindistan’da demiryolu
yapýmýnýn etkisi, ister külçe, ister malzeme gönderilsin, sanki hepsi de
külçe olarak gönderilmiþ gibi, sermayenin deðerini burada artýrmasý ba-
kýmýndan sermaye piyasasý üzerinde ayný olacak mýdýr?”
Demir fiyatlarý eðer yükselmemiþse, bu, herhalde, raylarýn içer-
diði “sermayenin deðerinin” artmamýþ olduðunun bir kanýtý idi. Bizi bura-
da ilgilendiren þey, para-sermayenin deðeri, yani faiz oranýdýr. Wilson,
para-sermayeyi, genel olarak sermaye ile özdeþleþtirmek istiyor. Aslýnda
yalýn gerçek þu ki, Ýngiltere’de 12 milyon sterlin, Hint demiryollarý için
toplanmýþtý. Bu, kambiyo kurlarý ile doðrudan hiç bir ilgisi bulunmayan
bir sorun olduðu gibi, bu 12 milyonun gönderilmesi de para piyasasý için
bir önem taþýmaz. Eðer para piyasasý iyi durumda ise, bunun üzerinde
mutlaka etkili olmasý gerekmez; týpký Ýngiliz demiryolu hisse senetleri-
nin 1844 ve 1845’te para piyasasýný etkilememesi gibi. Yok eðer para
piyasasý, her nasýlsa dar bir boðazda ise, faiz oranýný gerçekten de etki-
leyebilir, ama kuþkusuz bu etki yükseltici bir yöndedir; ve bu, Wilson’un
teorisine göre, Ýngiltere için kambiyo kurlarýný lehte etkileyecek, yani bu,
Hindistan’a olmasa bile bir baþka ülkeye deðerli maden ihracý eðilimini
frenleyecektir. Bay Wilson, bir konudan diðerine atlýyor. Soru 1802’de,
etkileneceði kabul edilen þey kambiyo kurlarýdýr. Soru 1804’de ise, “ser-
mayenin deðeri”; oysa bunlar birbirinden tamamen farklý þeylerdir. Faiz
oraný kurlarý, kurlar faiz oranýný etkileyebilir, ama kurlar dalgalanýrken
faiz oraný kararlý, faiz oraný dalgalanýrken kurlar kararlý olabilir. Dýþarýya
gönderilen sermayenin sýrf biçimi nedeniyle böylesine farklý bir etki ya-
ratacaðýný, yani sermayenin biçimindeki farkýn, özellikle para-biçiminde
oluþunun bu denli önemli olduðunu –ki bu aydýnlanmýþ ekonomiye çok
ters düþmektedir– Wilson bir türlü kafasýna sokamýyor. Newmarch’ýn
Wilson’a verdiði yanýt tek yanlýdýr, çünkü o, birdenbire ve neden yokken
kambiyo kurundan faiz oranýna niçin atladýðýný belirtmiyor. Newmarch’ýn,
Soru 1804’e verdiði yanýt belirsiz ve kaçamaktýr: “Kuþkusuz, eðer 12
milyon sterlinin toplanmasý için bir talep varsa, genel faiz oraný bakýmýn-
dan bu 12 milyonun, külçe ya da malzeme olarak gönderilmek üzere
istenmesinin bir önemi yoktur. Bununla birlikte bence” [söylediðinin

Karl Marks 515


Kapital III
tam tersini söylemek istediði zaman, bu “bununla birlikte” ne güzel bir
geçiþtir] “bu pek de önemsiz deðildir” (önemsizdir, ama gene [sayfa 514]
de önemsiz deðildir, “çünkü, bir durumda 6 milyon sterlin derhal geri
dönecektir, diðerinde o kadar çabuk geri dönmeyecektir. Bu nedenle, 6
milyon sterlinin bu ülkede harcanmasýnýn ya da tamamen ülke dýþýna
gönderilmesinin bazý farklarý” [ne kesinlik!] “olabilir.” Altý milyonun der-
hal geri döneceðini söylerken ne demek istiyor acaba? Ýngiltere’de
harcanmýþ bulunan 6 milyon sterlin, Hindistan’a sevkedilmiþ olan raylar,
lokomotifler, vb. þeklinde bulunmakta, dolayýsýyla geriye dönmemekte-
dir; bunlarýn deðeri amortisman yoluyla çok yavaþ dönmektedir; oysa,
deðerli maden olarak bu altý milyon, belki de, ayni olarak, çok hýzlý
dönebilirdi. Öteki altý milyon ücretlere harcandýðý için, bu para
tüketilmiþtir; ama ödemeler için kullanýlan para, her zamanki gibi ülke
içersinde dolaþýmda bulunmaktadýr ya da rezerv oluþturmaktadýr. Ayný
þey, ray üreticilerinin kârlarý ve altý milyonun, deðiþmeyen sermayeyi
yerine koyan kýsmý için de doðrudur. Demek ki, geriye dönüþlerle ilgili
bu belirsiz sözler, yalnýzca, doðrudan doðruya þunu söylemekten kaçýn-
mak için söylenmiþtir: Para ülkede kalmýþtýr ve, borç verilebilir para-
sermaye olarak iþ gördüðü sürece, para piyasasý için tek farký (dolaþýmýn
daha fazla sikke emebileceði olasýlýðý dýþýnda) B yerine A’nýn hesabýna
geçirilmesidir. Sermayenin, baþka ülkelere deðerli maden deðil metalar
þeklinde transfer edildiði bu tür bir yatýrým, kambiyo kurunu (ama, ihraç
edilen sermayenin yatýrýldýðý ülke ile olan kuru deðil) ancak, bu ihraç
edilen metalarýn üretimi, baþka yabancý metalarýn fazladan ithalini gere-
ktirdiði ölçüde etkiler. Bu üretim, demek ki, fazladan yapýlan bu ithali
dengeleyememektedir. Bununla birlikte, ister sermaye yatýrýmý için, is-
ter normal ticari amaçlar için olsun, krediyle yapýlan bütün ihracat için
ayný þey olmaktadýr. Üstelik, bu ithal fazlalýðý, Ýngiliz mallarý için, örneðin,
sömürgeler ya da Birleþik Devletler tarafýndan, bir tepki þeklinde ek bir
talep fazlalýðýný da davet edebilir.
––––––––––––

Daha önce [1786] Newmarch, Doðu Hint Kumpanyasýnýn senet-


leri nedeniyle Ýngiltere’den Hindistan’a yapýlan ihracatýn, ithalattan daha
fazla olduðunu söylemiþti. Sir Charles Wood, onu, bu nokta üzerinde
sorguya çekiyor. Ýngiltere’nin Hindistan’a yaptýðý ihracatýn Hindistan’dan
yaptýðý ithalattan olan bu fazlalýðýný, aslýnda, Hindistan’dan yapýlan ve
karþýlýðýnda Ýngiltere’nin bir eþdeðer ödemediði ithalat oluþturuyor. Doðu
Hint Kumpanyasýnýn (þimdi Doðu Hint hükümeti) poliçeleri, Hindistan’dan
alýnan bir haraç haline geliyor. Örneðin, 1855’te Hindistan’dan Ýngiltere’ye
ithalat, 12.610.000 sterline ulaþýyor; Ýngiltere’nin Hindistan’a ihracatý ise
10.350.000 sterline; Hindistan lehine olan 2.250.000 sterlin.* “Eðer bütün

* Yaklaþýk 2¼ milyon; daha doðrusu 2.320.000.-Ed.

516 Karl Marks


Kapital III
durum bu ise, bu 2.250.000 sterlinin [sayfa 515] herhangi bir þekilde Hindis-
tan’a ödenmesi gerekirdi. Ama, o sýrada, India House’dan* haberler
geliyor. India House, Hindistan’daki çeþitli eyaletler üzerine, 3.250.000
sterline kadar poliçe çekilmesini kabul edeceðini ilan ediyor. (Bu me-
blað, Doðu Hint Kumpanyasýnýn Londra’daki giderleriyle, hisse senedi
sahiplerine ödenecek temettüler için toplanýyordu.] Ve böylece, yalnýz
yapýlan ticaretten ileri gelen 2.250.000 sterlinlik açýk kapatýlýyor, 1.000.000
sterlinlik bir fazlalýk da ödeniyordu.” (1917.) [B. A.1857. ]
“1922. [Wood:] Demek ki, bu India House poliçelerinin etkisi,
Hindistan’a yapýlan ihracatý artýrmak deðil, bunu pro tanto azaltmak
oluyor?” [Bunun anlamý: Hindistan’dan yapýlan ithalatý, bu ülkeye yapýla-
cak ayný miktar ihracat ile karþýlama zorunluluðunda bir indirim yapýl-
masýdýr.] Newmarch bunu, Ýngiltere’nin bu 3.700.000 sterlin karþýlýðýnda
Hindistan’a “iyi bir hükümet” ihraç ettiðini söyleyerek açýklýyor (1925).
Eski bir Hindistan Bakaný olan Wood, Ýngiltere’nin Hindistan’a ithal ettiði
“iyi hükümetin” ne olduðunu çok iyi biliyor ve haklý olarak þu alaylý ya-
nýtý veriyor: “1926. Öyleyse, sizin bu söylediðiniz, Doðu Hint Kumpanyasý
poliçeleriyle saðlanan ihracat, ürün deðil, iyi hükümet ihracatý oluyor.” –
Ýngiltere, dýþ ülkelerde, “iyi bir hükümet” kurmak için ve sermaye yatýrý-
mý olarak “bu þekilde” epeyce ihracat yaptýðýna ve böylece, normal tica-
ret düzeninin tamamen dýþýnda bir ithalata –kýsmen, ihraç ettiði “iyi hü-
kümet” karþýlýðý aldýðý haraç ve kýsmen de, sömürgelere, ve baþka yerle-
re yatýrýlan sermayenin, gelirleri biçiminde, yani karþýlýðýnda herhangi bir
eþdeðer ödemek zorunda bulunmadýðý haraçlar biçiminde bir ithalata–
sahip bulunduðuna göre, karþýlýðýnda herhangi bir þey ihraç etmeksizin,
aldýðý bu haracý düpedüz tükettiði zaman, kambiyo kurlarýnýn bundan
etkilenmeyeceði apaçýktýr. Þu halde, Ýngiltere bu haracý, Ýngiltere’de de-
ðil dýþ ülkelerde, üretken ya da üretken olmayan biçimde –sözgelimi,
bununla Kýrým’a silah ve cephane gönderdiði zaman– yeniden yatýrdýðý
zaman, kambiyo kurlarýnýn bundan etkilenmeyeceði de açýktýr. Üstelik
dýþardan yapýlan ithalatýn, Ýngiltere’nin gelirine girmesi ölçüsünde –hiç
kuþkusuz bunlarýn, karþýlýðýnda herhangi bir eþdeðer ödemeyi gerektir-
meyen haraç biçiminde ödenmesi gerekir ve, bu karþýlýðý ödenmeyen
haracýn deðiþimi ya da normal ticari yollardan– Ýngiltere bunlarý hem
tüketebilir ve hem: de sermaye olarak yatýrabilir. Bu her iki durumda da
kambiyo kurlarý etkilenmez, ve iþte bizim bilge Wilson bunu göremiyor.
Yerli ya da yabancý bir ürünün, gelirin bir kýsmýný teþkil etmesi halinde –
yabancý ürün sözkonusu ise, yerli ürünün yalnýzca yabancý bir ürünle
deðiþtirilmiþ olmasý yeterlidir-bu gelirin, üretken ya da üretken olmayan
biçimde tüketimi, belki üretimin ölçeðini deðiþtirebilir ama, kambiyo
kurlarý üzerinde hiç bir etkisi olmaz. Aþaðýdaki satýrlarý, bunu akýldan
çýkartmadan okumak gerekir: [sayfa 516]

* Eskiden Hindistan’da üç büyük eyalet: Madras, Bombay ve Bengal. -ç.

Karl Marks 517


Kapital III
1934. Wood, Kýrým’a gönderilen savaþ malzemesinin, Türkiye ile
olan kambiyo kurlarýný nasýl etkileyebileceðini Newmarch’a soruyor. Ne-
wmarch yanýtlýyor: “Sýrf savaþ malzemesi gönderilmesinin kurlarý mutla-
ka etkileyeceðini sanmýyorum ama; deðerli maden gönderilmesi mutlaka
kurlarý etkileyecektir.” Burada o, para-biçimindeki sermayeyi, öteki
biçimlerdeki sermayelerden böylece ayýrmýþ oluyor. Ama þimdi Wilson
soruyor:
“1935. Karþýlýðýnda herhangi bir ithalat yapýlmamak üzere, her-
hangi bir maldan büyük bir miktarda ihraç ederseniz” (Bay Wilson, “iyi
hükümet” ya da daha önce ihraç edilen sermaye yatýrýmlarý dýþýnda,
Ýngiltere’ye, karþýlýðýnda herhangi bir ihracat yapýlmaksýzýn çok önemli
ölçüde ithalat –hiç bir zaman normal ticari harekete girmeyen ithalat–
yapýldýðýný unutuyor. Ama bu ithalat tekrar, diyelim, Amerikan ürünleri-
yle deðiþtiriliyor ve, bu Amerikan mallarýnýn, karþýlýðýnda herhangi bir
ithalat yapýlmaksýzýn ihraç edilmiþ olmasý, bu ithalatýn deðerinin, dýþarýya
bir eþdeðer akýþý olmaksýzýn tüketilebileceði olgusunu deðiþtirmiyor; bun-
lar, karþýlýðýnda bir ihracat yapýlmaksýzýn alýnmýþtýr ve bu nedenle de
ticaret dengesine girmeksizin tüketilebilir], “ithalatýnýz ile yaratmýþ ol-
duðunuz dýþ borçlarý ödememiþ oluyorsunuz” [ama eðer siz, bu ithalat-
larý, örneðin, dýþarýya verilmiþ kredi ile ödemiþ durumda iseniz, yeni bir
borca girmiþ olmazsýnýz ve bu sorunun da uluslararasý ticaret dengesi ile
bir ilgisi kalmaz; sorun, yalnýzca tüketilen ürünler ister yerli, ister yabancý
olsun, üretken ve üretken olmayan harcamalar þeklini alýr], “ve bu yüz-
den yaptýðýnýz ihracatýn karþýlýðýnda bir ithalat yapýlmadýðý için, dýþ bor-
çlarýn ödenmemesi nedeniyle, bu iþlemle, kambiyo kurlarýný etkilemiþ
olmanýz gerekmez mi? – Genel olarak alýndýðýnda, ülkeler bakýmýndan
bu doðrudur.”
Wilson’un bu sözleri þunu söylemeye varýyor; karþýlýðýnda ithalat
olmayan her ihracat ayný zamanda, karþýlýðýnda bir ihracat bulunmayan
bir ithalattýr, çünkü, yabancý, yani ithal edilmiþ metalar, ihraç edilen mal-
larýn üretimine girmektedir. Buradaki varsayým, bu türden her ihracýn,
karþýlýðý ödenmeyen ithalata dayandýðý ya da yarattýðýdýr ve dolayýsýyla
dýþarýda bir borcu öngörmektedir. Aþaðýdaki iki durum dikkate alýnma-
dýðý zaman bile bu varsayým yanlýþtýr: 1) Ýngiltere, bazý ithalatýný, yani
Hindistan’dan yaptýðý ithalatýn bir kýsmýný, bedavadan yapmakta,
karþýlýðýnda bir eþdeðer ödememektedir. Bu mallarý, Amerika’dan yaptý-
ðý ithalat ile deðiþtirebilir ve bunlarý, karþýlýðýnda ithalat yapmaksýzýn ih-
raç edebilir; her halükarda, deðeri ilgilendirdiði kadarýyla yaptýðý iþ,
kendisine bedavaya mal olan bir þeyi ihraç etmekten ibarettir. 2) Ýngilte-
re, yaptýðý ithalatýn karþýlýðýný, sözgelimi Amerika’dan yaptýðý ithalatý ödeye-
bilir ve bu, ek bir sermaye teþkil eder; eðer o bunlarý, üretken olmayan
biçimde; diyelim savaþ malzemesi olarak tüketirse, bu, Amerika’ya karþý
herhangi bir borç teþkil etmez ve Amerika ile olan kurlarý etkilemez.
Newmarch, 1934 ve 1935 numaralý yanýtlarýnda kendisiyle çeliþiyor ve

518 Karl Marks


Kapital III
Wood, 1938 numaralý soruda dikkatini buna çekiyor: “Karþýlýðýnda
[sayfa 517]
ithalat yapýlmaksýzýn ihraç edilen nesnelerin [savaþ malzemesinin] yapý-
mýnda kullanýlan mallarýn hiç birisi, bu nesnelerin gönderildiði ülkeden
gelmiyor ise, nasýl olur da bu ülke ile olan kambiyo kurlarý bundan etki-
lenir; Türkiye ile olan ticaretin, normal denge durumunda olduðu kabul
edilirse, bu savaþ malzemesinin Kýrým’a gönderilmesi ile, bu ülke ile
Türkiye arasýndaki kurlar nasýl etkilenmiþ olabilir? Burada, Newmarch
soðukkanlýlýðýný yitiriyor ve ayný basit soruyu 1934 numarada doðru ola-
rak yanýtladýðýný unutarak þöyle diyor: “Bana öyle geliyor ki, biz, artýk
pratik sorularý tükettik ve þimdi baþka bir alemdeki metafizik tartýþmalara
daldýk.”

––––––––––––

[Wilson ‘un, ister deðerli maden, ister meta biçiminde olsun, bir
ülkeden bir baþka ülkeye yapýlan her sermaye transferinin, kambiyo
kurlarýný etkilediði konusundaki iddiasýnýn bir deðiþik þekli daha var.
Wilson, kuþkusuz, faiz oranýnýn, özellikle, karþýlýklý kambiyo kurlarý söz-
konusu olan iki ülkedeki faiz oranlarý arasýndaki oranýn, kambiyo kuru-
nu etkilediðini biliyor. Þimdi eðer o, genel olarak sermaye fazlalýklarýnýn,
yani her þeyden önce, deðerli maden de dahil her tür metaýn, faiz ora-
nýný etkilemede bir rolü olduðunu gösterebilirse, hedefine bir adým daha
yaklaþmýþ olacaktýr; bu sermayeden önemli bir miktarýn bir baþka ül-
keye transferi, bu durumda, her iki ülkede de faiz oranýný zýt yönlerde
olmak üzere deðiþtirecektir. Böylece ikincil bir yoldan, her iki ülke arasýn-
daki kambiyo kuru da deðiþmiþ olacaktýr. -F. E.]
Ýþte böylece, o sýrada yayýnlamakta olduðu Economist’in 22 Mayýs
1847 tarihli sayýsýnýn 574. sayfasýnda þöyle diyor:
“... Kuþkusuz, külçe dahil her türden büyük meta stoklarýn ortaya
koyduðu gibi, bu sermaye bolluðu, zorunlu olarak, yalnýzca meta-fiyatla-
rýnýn düþmesine yolaçmayacak, sermayenin kullanýmý için daha düþük
bir faiz oranýný da birlikte getirecektirl). Eðer elimizde bulunan meta
stoku, önümüzdeki iki yýl için ülkeye yetecek miktarda ise, belli bir süre
için bu metalar üzerinde tasarruf etme gücü, bu stoklarýn yalnýzca iki ay
yeterli olabileceði duruma kýyasla, daha düþük bir faiz oraný üzerinde
elde edilebilir2). Bütün para ikrazlarý, hangi þekil altýnda yapýlýrsa yapýl-
sýn, yalnýzca, metalar üzerindeki tasarruf gücünün, bir kimseden bir
baþkasýna aktarýlmasýndan ibarettir. Bu nedenle, metalar bol olduðu za-
man, paranýn faizinin düþük olmasý, metalar kýt olduðu zaman ise para-
nýn faizinin yüksek olmasý gerekir3). Metalar bollaþtýðýnda, satýcý sayýsý,
alýcý sayýsýna oranla artar, ve hemen kullanýlmak üzere gerekli olanýn
üzerindeki miktar oranýnda, daha büyük bir kýsmýnýn ilerde kullanýlmak
üzere saklanmasý gerekir. Bu koþullar altýnda, malý elinde bulunduranýn,
gelecekte yapýlacak bir ödeme için ya da kredi ile satýþ yapmaya razý

Karl Marks 519


Kapital III
olacaðý [sayfa 518] oranlar, birkaç hafta içersinde elindeki bütün stokun
eriyeceðine güveni bulunmasý haline göre daha düþük olacaktýr4).”
l
)’inci yargý ile ilgili olarak, bunalýmý izleyen dönemde daima ol-
duðu gibi, içeriye büyük bir deðerli maden akýþýnýn, üretimde bir daral-
ma ile eþzamanlý olarak yer alabileceðini dikkate almak gerekir. Bir son-
raki evrede, deðerli maden, baþlýca deðerli maden üreten ülkelerden
gelebilir; diðer metalarýn ithali genellikle bu dönem boyunca yapýlan
ihracatla dengelenir. Bu iki evrede, faiz oraný düþüktür ve ancak yavaþ
yavaþ yükselir, bunun nedenini irdelemiþ bulunuyoruz. Bu düþük faiz
oraný, “her türden büyük meta stoklarýnýn” etkisine baþvurmaksýzýn, her
zaman açýklanabilir. Ve bu etki nasýl meydana gelir? Düþük pamuk fiya-
tý, örneðin iplikçilerin, vb. yüksek kâr saðlamalarýný olanaklý hale getirir.
Ve þimdi, niçin faiz oraný düþüktür? Kuþkusuz, borç alýnan sermaye üze-
rinden elde edilebilecek kâr yüksek olduðu için deðil. Ama yalnýzca ve
sýrf, o günkü koþullar altýnda, borç sermayesine karþý talep, bu kârla
orantýlý olarak büyümediði için; baþka bir deyiþle, borç sermayesinin,
sanayi sermayesinden farklý bir harekete sahip olmasý nedeniyle. Oysa
Economist’in tanýtlamak istediði þey bunun tam tersidir, yani borç ser-
mayesinin hareketiyle, sanayi sermayesinin hareketinin özdeþ olduðu-
dur.
2
)’nci yargý ile ilgili olarak, eðer biz, iki yýllýk stoklarla ilgili saçma
varsayýmý, bir anlam ifade etmeye baþlayacaðý noktaya indirgersek, bu,
piyasanýn aþýrý dolu olduðunu gösterir. Bu, fiyatlarda bir düþmeye neden
olur. Bir balya pamuða daha az para ödenmesi gerekecektir. Ve bu, hiç
bir zaman, bu pamuðun satýn alýnmasý için gerekli paranýn daha kolay
borç alýndýðý þeklinde bir sonuca ulaþýlmasýný haklý göstermez. Bu, para
piyasasýnýn durumuna baðlýdýr. Para eðer daha kolay borç alýnabiliyorsa,
bunun tek nedeni, ticari kredinin, normal banka kredisinin kullanýmýn-
dan daha az gereksinme gösterecek bir durumda bulunmasýdýr. Piyasayý
dolduran metalar, ya geçim araçlarýdýr ya da üretim araçlarý. Her ikisinin
de düþük fiyatta olmasý, sanayici kapitalistin kârýný artýrýr. Sanayi serma-
yesi ile paraya olan talep arasýndaki özdeþlikten çok, bir zýtlýk sözkonusu
deðilse, bu niçin faiz oranýný düþürsün? Koþullar öyledir ki, tüccar ile
sanayici kapitalist, birbirine daha kolay kredi verebilmektedirler; ticari
kredideki bu kolaylýk nedeniyle, sanayici de tüccar da daha az banka
kredisine, muhtaç durumdadýr; dolayýsýyla faiz oraný düþük olabilir. Bu
düþük faiz oranýnýn, her ikisi de, birbirine paralel bir yol izleyebilmesine
karþýn, deðerli maden giriþiyle hiç bir ilgisi yoktur, ve, ithal edilen malla-
rýn fiyatlarýnýn düþük olmasýný saðlayan ayný nedenler, ayný zamanda, bir
ithal edilen deðerli maden fazlalýðý da yaratabilir. Eðer ithal piyasasý ger-
çekten týkabasa dolu ise, bu, ithal mallarýna karþý talebin azalmýþ oldu-
ðunu tanýtlar ve bu durum, iç sýnai üretimde bir daralmaya baðlanmamýþ
ise, düþük fiyatlar ile açýklanamaz; ama bu gene, düþük fiyatlarla aþýrý-
ithalat olduðu sürece, açýklanmasý olanaksýz bir durum olur. Fiyatlardaki

520 Karl Marks


Kapital III
bir düþmenin, faiz oranýndaki bir düþmeye eþit olduðunu tanýtlamak için
[sayfa 519] bir yýðýn saçmalýk. Bunlarýn her ikisi de ayný zamanda yanyana
bulunabilir. Böyle olduðu zaman da, bu, sanayi sermayesinin hareketi
ile borç verilebilir para-sermayenin hareketinin yönlerindeki zýtlýðýn bir
yansýmasý olacaktýr. Yoksa, bunlarýn özdeþliðinin bir yansýmasý deðil.
3
)’üncü nokta ile ilgili olarak, bu açýklamadan sonra bile, bol bol
meta bulunurken, para faizinin niçin düþük olmasý gerektiðini anlamak
güçtür. Meta ucuzken, belli bir miktarý satýn almak için eskiden 2.000
sterlin gerekirken þimdi yalnýzca 1.000 sterlin yeterli olabilir. Ama belki
de ben, 2.000 sterlin yatýrýrým da eskisinin iki katý meta satýn alabilirim.
Böylece, borç alabileceðim ayný sermaye yatýrýmý ile, iþimi geniþletmiþ
olurum. Daha önceki gibi, 2.000 sterlin deðerinde metalar satýn alýrým.
Meta piyasasý üzerindeki talebim, meta-fiyatlarýndaki düþme ile birlikte
yükseldiði halde, para piyasasýndaki talebim, bu nedenle ayný kalabilir.
Ama eðer, metalara karþý bu talep azalýr, yani üretim, meta-fiyatlarýndaki
düþme ile geniþlemezse –bu, Economist’in bütün yasalarýný yalanlayan
bir olaydýr-; kâr arttýðý halde, borç verilebilir para-sermayeye olan talep
azalýrdý. Ama bu artan kâr, borç sermayesine karþý bir talep yaratýr. Þu
da var ki, meta-fiyatlarýnýn düþük düzeyi, belki de þu üç nedenden ileri
gelebilir: Birincisi, talep noksanlýðý. Bu durumda, faiz oraný, metalar ucuz
olduðu için deðil; üretim felce uðradýðý için düþüktür, çünkü, bu düþük
fiyatlar, felce uðrayan üretimin yansýmalarýndan baþka bir þey deðildir.
Ýkincisi, arzýn talebi aþmasýndan ileri gelebilir. Bu, piyasa, vb. üzerinde
aþýrý bir yýðýlmanýn sonucu olabilir, ve bir bunalýma yolaçabilir ve buna-
lým boyunca yüksek bir faiz oraný ile ayný zamanda görülebilir; ya da bu,
metalarýn deðerindeki bir düþmenin sonucu olabilir, böylece ayný talep
daha düþük fiyatlarla karþýlanabilir. Bu son durumda, faiz oraný niçin
düþer? Kâr arttýðý için mi? Eðer bu, ayný üretken ya da meta-sermayenin
elde edilmesi için daha az para-sermayenin gerekli olmasýndan ileri
geliyorsa, bu yalnýzca, kâr ile faizin birbirleriyle ters orantýlý olduklarýný
tanýtlar. Her ne olursa olsun, Economist’in genel yargýsý yanlýþtýr. Metala-
rýn düþük para-fiyatlarý ile, düþük bir faiz oraný, mutlaka bir arada bulun-
maz. Böyle olmasaydý, ürünlere ait para-fiyatlarýnýn düþük olduðu en
yoksul ülkelerde faiz oraný en düþük, tarýmsal ürünlere ait para-fiyatlarýn
en yüksek olduðu en zengin ülkelerde faiz oranýnýn en yüksek olmasý
gerekirdi. Genel olarak, Economist de kabul ediyor: Paranýn deðeri düþer-
se, faiz oraný üzerinde bir etkisi olmuyor, 100 sterlin, her zamanki gibi
105 sterlin getiriyor. Eðer 100 sterlinin deðeri daha az olursa, 5 sterlininki
de öyle oluyor. Bu baðýntý, ilk meblaðýn deðer kazanmasý ya da kaybet-
mesi ile deðiþmiþ olmuyor. Deðer açýsýndan düþünüldüðünde, belli bir
miktar meta, belli bir miktar paraya eþittir. Bu deðer artarsa, daha büyük
bir para miktarýna eþit olur. Düþtüðünde ise bunun tersi doðrudur. Eðer
deðer 2.000’e eþitse, %5 = 100; eðer 1.000’e eþitse, %5 = 50’dir. Ama
bu, faiz oranýný hiç bir þekilde deðiþtirmez. Bu sorunun tek rasyonel

Karl Marks 521


Kapital III
tarafý, ayný miktar metaýn satýþ deðeri, 2.000 sterlin tuttuðu [sayfa 520] za-
man gerekli olan para miktarýnýn, l.000 sterlin tuttuðu zamanki paradan
daha fazla tutmuþ olmasýdýr. Ama bu, yalnýzca, kâr ile faizin burada bir-
biriyle ters orantýlý olduðunu gösterir. Çünkü, deðiþmeyen ve deðiþen
sermayeleri oluþturan kýsýmlarýn fiyatlarý ne kadar düþük olursa, kâr o
kadar yüksek ve faiz o kadar düþüktür. Ama bunun tersi de olabilir ve
çoðu kez de öyle olur. Örneðin, iplik ve dokuma için talep olmadýðýn-
dan, pamuk ucuz olabilir; ve, pamuklu sanayiideki büyük kârlar, pa-
muða karþý büyük bir talep yarattýðý için pamuk nispeten pahalý olabilir.
Öte yandan, sýrf pamuk fiyatý düþük olduðu için, sanayicilerin kârlarý
yüksek olabilir. Hubbard’ýn tablosu, faiz oraný ile meta-fiyatlarýnýn, tama-
men baðýmsýz hareket ettiklerini, oysa, faiz oranýnýn hareketlerinin, ma-
den rezervi ile kambiyo kurlarýnýn hareketlerine sýký sýkýya baðlý olduðunu
tanýtlamaktadýr.
Economist diyor ki: “Bu nedenle, metalar ne zaman bol olursa,
paranýn faizinin düþük olmasý gerekir.” Bunalým sýrasýnda bunun tama-
men tersi olur. Metalar aþýrý boldur, paraya çevrilemez ve bu yüzden de
faiz oraný yüksektir; çevrimin bir baþka evresinde metalara olan talep
büyüktür ve dolayýsýyla geriye ödemeler hýzlýdýr, ama ayný zamanda, bu
hýzlý geriye ödemeler nedeniyle faiz oraný düþük olduðu için, fiyatlar
yükselmektedir. “Ne zaman onlar (metalar) kýt ise, paranýn faizinin yük-
sek olmasý gerekir. “ Bunalýmý izleyen gevþek dönemde bunun tersi
doðrudur. Metalar, talebe oranla deðil mutlak anlamda kýttýr; ve faiz
oraný düþüktür.
4
)’üncü yargýyla ilgili olarak, bir meta sahibinin, bunu nasýl olsa
satabileceði kaydýyla, mevcut stokun hýzla tükenmesi haline göre, pi-
yasanýn malla dolup taþtýðý sýralarda elindekileri daha ucuz fiyatla elden
çýkarmasý akla-yatkýn bir þeydir, ama bu yüzden niçin faiz oranýnýn
düþmesi gerektiði, o kadar açýk deðildir.
Piyasanýn, ithal mallarýyla dolup taþtýðý bir sýrada, meta sahipleri-
nin, mallarýný piyasaya sürmekten kaçýnmak için, borç sermayesine karþý
artan bir talepte bulunmalarý sonucu, faiz oraný yükselebilir. Ticari kredi-
nin akýcýlýðý, banka kredisine olan talebi nispeten düþük tutabileceði
için, faiz oraný düþebilir.

––––––––––––

Economist, 1847’de, yükselen faiz oranlarýnýn ve para piyasasý


üzerinde basýnç yapan diðer durumlarýn, kambiyo kurlarý üzerindeki hýz-
lý etkisinden sözediyor. Ama þunu da unutmamak gerekir ki, kambiyo
kurlarýndaki deðiþmeye karþýn, dýþarýya altýn akýþý, nisan ayý sonuna dek
devam etti; mayýs baþlarýna dek bunda bir dönüþ olmadý.
1 Ocak 1847’de, bankanýn maden rezervi 15.066.691 sterlindi;
faiz oraný %3½; Paris üzerinde üç aylýk kambiyo kuru 25,75; Hamburg’da

522 Karl Marks


Kapital III
13,10; Amsterdam’da 12,¼ idi. 5 Martta, maden rezervi 11.595.535 sterli-
ne düþtü; iskonto oraný %4’e yükseldi; kambiyo kuru Paris üzerinde [sayfa
521] 25,67½’ye düþtü. Hamburg üzerinde 13,9¼’e, Amsterdam üzerinde
12,2½’ye düþtü. Altýn akýþý devam etti. Aþaðýdaki tabloya bakýnýz:
1847 Ýngiltere Para En Yüksek
Bankasý'nýn Piyasasý Üç Aylýk Kurlar
Külçe Rezervi
£
Paris Hamburg Amsterdam
20 Mart 11.231.630 Banka Ýskonto Oraný %4 25,67½ 13,9¾ 12,2½
3 Nisan 10.246.410 Banka Ýskonto Oraný %5 25,80 13,10 12,3½
10 Nisan 9.867.053 Para çok kýt 25,90 13,10½ 12,4½
17 Nisan 9.329.841 Banka Ýskonto Oraný %5,5 26,02½ 13,40¾ 12,5½
24 Nisan 9.243.890 Piyasa sýkýþýk 26,05 13,12 12,6
4 Mayýs 9.337.746 Sýkýþýklýk Artýyor 26,45 13,123/4 12,6½
8 Mayýs 9.588.759 Sýkýþýklýk en üst düzeyde 26,27½ 13,15½ 12,7¾

1847’de, Ýngiltere’den toplam deðerli maden ihracý 8.602.597 £’e


ulaþtý.
Amerika Birleþik Devletleri'ne £ 3.226.411
Fransa'ya £ 2.479.892
Ticaret ortaklýðý olan Avrupa kentlerine £ 958.781
Hollanda'ya £ 247.743

Mart sonunda kurlarda meydana gelen deðiþikliðe karþýn, altýn


akýþý, belki de Amerika’ya, tam bir ay daha devam etti.
“Biz böylece,” [diyor Economist, 2 Aðustos 1847, s. 954] “faiz
oranýndaki yükselmenin etkilerinin ve aleyhteki kurlarý düzeltme ve altýn
akýþýný tekrar bu ülkeye çevirme iþlemlerini izleyen baskýnýn ne kadar
hýzlý ve güçlü olduðunu görmüþ oluyoruz. Bu etki, ticaret dengesinden
tamamen ayrý olarak ortaya çýkmýþtýr. Daha yüksek bir faiz oraný, hem
yabancý ve hem de Ýngiltere’ye ait tahvillerin fiyatlarýnýn düþmesine, ve
yabancýlar hesabýna büyük satýn almalarýn yapýlmasýna yolaçtý; bu, bu
ülkeden çekilecek poliçe miktarýný artýrdý, öte yandan yüksek faiz oraný
ile, para elde edilmekte çekilen güçlük öylesine büyüktü ki, miktarlarý
arttýðý halde bu poliçelere olan talep düþtü. ... Ayný nedenle ithalatla ilgili
sipariþler iptal edildi ve, dýþ ülkelerdeki Ýngiliz sermaye yatýrýmlarý para-
ya çevrildi ve kullanýlmak üzere bu ülkeye getirildi. Böylece, örneðin, 10
mayýs tarihli Rio de Janeiro Price Current’da þunlarý okuyoruz: ‘Kurlar,
[Ýngiltere ile] esas olarak [Brezilya] devlet tahvillerinin, Ýngiliz müþteriler
hesabýna yapýlan büyük ölçüde satýþlarýnýn ödenmesi için piyasa üzerin-
de meydana gelen baskýnýn sonucu olarak bir gerileme daha gösterdi.’
Bu ülkeye ait olan ve faiz oraný burada çok düþük iken dýþ ülkelerdeki
devlet ve diðer tahvillere yatýrýlan sermaye, faiz oraný yükselince böylece

Karl Marks 523


Kapital III
[sayfa 522] tekrar geri getirildi.

ÝNGÝLTERE’NÝNÝ TÝCARET DENGESÝ

Yalnýz Hindistan, “iyi hükümet”, Ýngiliz sermayesinde faiz, temet-


tü, vb. karþýlýðý Ýngiltere’ye 5 milyon haraç vermek zorundaydý ve bu
miktara, resmi memurlarýn maaþlarýndan yaptýklarý tasarruflar ile Ýngiliz
tüccarlarýnýn, Ýngiltere’ye yatýrýlmak üzere kârlarýndan ayýrarak her yýl
ana-yurda gönderdikleri meblaðlar dahil deðildi. Her Ýngiliz sömürgesi,
ayný nedenler için büyük ödemeler yapmak zorundaydý. Avustralya, Batý
Hint Adalarý ve Kanada’daki bankalarýn çoðu, Ýngiliz sermayesi ile
kurulmuþtur ve temettüler Ýngiltere’de ödenebilir. Ayný þekilde, Ýngiltere,
üzerinden faiz aldýðý bir çok yabancý –Avrupa, Kuzey Amerika ve Güney
Amerika– hazine bonolarýna sahiptir. Buna ek olarak, yabancý demiryol-
larý, kanallar, madenler, vb. üzerinde hisseleri bulunmakta ve buralar-
dan temettü almaktadýr. Bütün bunlar için ödemelerin hemen hepsi,
Ýngiliz ihracat tutarýnýn üzerinde ve ötesinde kalan ürünlerle yapýlmýþtýr.
Buna karþýlýk, Ýngiltere’den, yabancý ülkelerdeki Ýngiliz hisse senetleri
sahipleriyle, dýþ ülkelerdeki Ýngilizlerin tüketimi için gönderilen meblað,
buna kýyasla önemsizdir.
Ticaret dengesini ve borsa kurlarýný ilgilendirdiði kadarýyla, sorun,
“her dönemin kendine özgü sorunudur”. Genellikle ... Ýngiltere, ihracatý-
na uzun vadeli krediler vermekte, oysa ithalata peþin para ödemektedir.
Belirli zamanlarda, uygulamadaki bu farkýn kurlar üzerinde önemli etki-
leri olmaktadýr. Ýhracatýmýzýn çok önemli ölçüde arttýðý bir zamanda,
örneðin 1850’de, sürekli ve artan bir Ýngiliz sermaye yatýrýmýnýn devam
etmesi gerekir ... bu þekilde, 1850’ye ait ödemeler, 1849’da ihraç edilen
mallar karþýlýðý yapýlabilir. Ama, 1850’deki ihracatýn 1849’daki ihracatý 6
milyondan fazla aþmasý halinde, bunun pratikteki sonucu, bu miktarda
bir fazla paranýn dýþarýya gönderilmesi ve ayný yýl içersinde dönmesi
olmak gerekir. Ve bu þekilde, kambiyo kurlarý ile faiz oraný üzerinde bir
etki meydana getirilmiþ oluyor. Bunun tersine, ticari bir bunalým sonucu
iþlerimiz bozulunca ve ihracatýmýz büyük ölçüde azalýnca, geçen yýllarýn
büyük ihracatýna ait ödemeler ithalatýmýzýn deðerini önemli miktarda
aþýyor, kurlar bununla orantýlý olarak lehimize dönüyor, içerde hýzla ser-
maye birikiyor, faiz oraný düþüyor.” (Economist, 11 Ocak 1851 [s. 30].)
Kambiyo kurlarý þunlara baðlý olarak deðiþebilir:
1) Nedeni ne olursa olsun –tamamen ticari ya da dýþarýya ser-
maye yatýrýmý ya da savaþ için hükümet harcamalarý, vb. gibi, dýþ ülkele-
re nakit ödemeler yapýldýðý sürece– o andaki ödemeler dengesi sonucu.
2) Belli bir ülkede –metal ya da kaðýt- paranýn deðer kaybetmesi
sonucu. Bu tamamen nominaldir. Eðer 1 sterlin, eskisine göre ancak
onun yarýsý kadar bir parayý temsil ediyorsa, 25 frank yerine 12,5 frank
sayýlmasý doðaldýr. [sayfa 523]

524 Karl Marks


Kapital III
3) “Para” olarak birisi gümüþ öteki altýn kullanan iki ülke arasýn-
daki kambiyo kurlarý sözkonusu olduðunda, kurlar, bu iki madenin deðe-
rindeki nispi dalgalanmalara baðlýdýr, çünkü bunlar zorunlu olarak, iki
maden arasýndaki pariteyi deðiþtirirler. 1850’deki kurlar buna örnek ola-
bilir: Ýngiltere’nin ihracatý büyük ölçüde arttýðý halde, bu kurlar Ýngiltere
aleyhine idi. Gene de dýþarýya bir altýn akýþý olmadý. Bu durum, altýn
karþýsýnda gümüþün deðerindeki geçici yükselmenin bir sonucuydu. (Bkz:
Economist, 30 Kasým 1850 [s.1319-1320].)
1 sterlinin kur paritesi: Paris, 25 frank 20 sent; Hamburg, 13 mark
10,5 þilin; Amsterdam 11 florin 97 selit. Paris kurlarýnýn 25,20 franký geç-
mesi ölçüsünde, Fransa’nýn Ýngiliz borçlularý ya da Fransýz metalarýnýn
alýcýlarý için daha lehte olmaktadýr. Her iki durumda da, amacýný gerçek-
leþtirmek için, daha az sterline gereksinmesi olacaktýr. Deðerli madenin
kolayca elde edilemediði daha uzak ülkelerde, Ýngiltere’ye yapýlacak
ödemeler için gerekli poliçeler kýt ve yetersiz olduðunda, bunun doðal
sonucu, kendilerine karþý büyük bir talep olduðu için genellikle Ýngiltere’ye
gönderilen ürünlerin fiyatlarýný, poliçe yerine bunlarý göndermek ama-
cýyla yükseltmektedir; Hindistan’da çoðu kez durum budur.
Ýngiltere’de para çok bolken, faiz oraný düþük, tahvil ve senet
fiyatlarý yüksek iken bile, kurlar aleyhte olabilir ya da hatta dýþarýya bir
altýn akýþý bile meydana gelebilir.
1848 yýlý boyunca, saðlam poliçeler, pek az ve orta derecede
olanlar, 1847 bunalýmý ve Hindistan ile yapýlan ticarette genel bir kredi
azlýðý sonucu, kolayca kabul edilmedikleri için, Ýngiltere, Hindistan’dan
büyük miktarlarda gümüþ kabul etti. Bütün bu gümüþler daha Ýngiltere’ye
gelir gelmez, devrimin pek çok para-yýðma oluþumuna yolaçtýðý Kýta
Avrupasý’nýn yolunu tuttu. Ayný gümüþ kitlesi, bu sefer de kambiyo kur-
larý kârlý hale getirdiði için 1850’de tekrar Hindistan yolculuðuna çýktýlar.

––––––––––––

Parasal sistem esas olarak bir katolik, kredi sistemi ise protestan
kurumudur. The Scotch hate gold. [“Ýskoçlar altýndan nefret eder.”] Me-
talarýn, kaðýt biçimindeki parasal varlýðý, ancak toplumsal bir varlýktý.
Kurtuluþu getiren, imandýr. Metalarýn özünde taþýdýðý ruh olarak para-
deðere iman, üretim tarzýna ve onun getirmesi kaçýnýlmaz düzene iman,
sýrf kendisini geniþleten sermayenin kiþileþmesi olarak üretime aracýlýk
eden bireylere iman. Ne var ki, protestanlýk kendisini katolikliðin temel-
lerinden ne kadar kurtarmýþ ise, kredi sistemi de ancak o kadar kendisi-
ni parasal sistemin esaslarýndan kurtarmýþtýr. [sayfa 524]

Karl Marks 525


Kapital III
OTUZALTINCI BOLÜM
KAPÝTALÝST-ÖNCESÝ ÝLÝÞKÝLER

FAÝZ getiren sermaye ya da arkaik biçimiyle söylersek tefeci ser-


maye, ikiz kardeþi tüccar sermayesi ile birlikte, kapitalist üretim tarzýn-
dan çok önce gelen ve toplumun çok farklý ekonomik biçimlerinde
bulunan, Nuh zamanýndan kalma sermaye biçimlerine aittir.
Tefeci sermayenin varlýðý, ancak, ürünlerin hiç deðilse bir kýsmý-
nýn metalara dönüþmüþ olmasýný ve paranýn, çeþitli iþlevleri içersinde,
meta ticaretinin yanýsýra geliþmiþ bulunmasýný gerektirir.
Tefeci sermayenin geliþmesi, tüccar sermayesinin geliþmesiyle
ve özellikle para-ticareti yapan sermayenin geliþmesiyle baðlý haldedir.
Eski Roma’da, manüfaktürün, antik dünyadaki ortalama geliþme dü-
zeyinin çok altýnda bulunduðu Cumhuriyetin son yýllarýndan baþlayarak,
tüccar sermayesi, para-ticareti yapan sermaye ve tefeci sermaye, antik
biçim içersinde kendi en üst düzeylerine kadar geliþti.
Biz, para yýðmanýn zorunlu olarak parayla birlikte ortaya çýktýðýný
görmüþ bulunuyoruz. Ama profesyonel iddiharcýlar, ancak tefeciye
dönüþtükten sonra önem kazanmýþlardýr. [sayfa 525]

526 Karl Marks


Kapital III
Tüccar, kâr saðlamak, sermaye olarak kullanmak, yani yatýrmak
için borç para alýr. Dolayýsýyla, ilksel toplum biçimlerinde faizcinin tüc-
carla iliþkisi, modern kapitalistle olan iliþkisi ile aynýdýr. Bu özgün iliþki
katolik üniversiteler tarafýndan da uygulandý. “Alcala, Salamanca, Ingol-
stadt, Breisgau’daki Freiburg, Mayence, Cologne, Treves üniversiteleri,
birbiri ardýna, ticari borçlar için faizin yasallýðýný kabul ettiler. Bu onayl-
amalarýn ilk beþ tanesi Lyons kenti konsüllüðünün arþivlerinde saklanmýþ
ve Bruyset-Ponthus’un Traité de l’usure et des intérêts, Lyons, adlý yapýtý-
nýn ekinde yayýnlanmýþtýr.” (M. Augiet, le Crédit Public, etc., Paris 1842,
s. 206.) Köle ekonomisinin (ataerkil türde deðil de daha sonra Yunan ve
Roma zamanlarýnda) servet yýðma ve dolayýsýyla paranýn, köle, toprak
vb., satýn alýnmasý yoluyla baþkalarýnýn emeðine elkonulmasý aracý ola-
rak hizmet ettiði bütün biçimlerde, para, sýrf bu þekilde yatýrýlabildiði
için, sermaye olarak harcanabilir, yani faiz getirebilir.
Bununla birlikte, kapitalist üretime öngelen dönemlerde, tefeci
sermayenin varolduðu karakteristik biçimler iki türdür. Ben, karakteri-
stik biçimler deyimini özellikle kullanýyorum. Bu ayný biçimler, kapitalist
üretimde, kendilerini yinelerler, ama yalnýzca ikincil biçimler olarak. O
zaman bunlar artýk, faiz getiren sermayenin niteliðini belirleyen biçimler
deðillerdir. Bu iki biçim þunlardýr: birincisi, üst sýnýflarýn bol keseden
harcayan senyörlerine, özellikle büyük toprak sahiplerine,borç para ver-
erek tefecilik; ikincisi, kendi emek araçlarýna sahip bulunan küçük üreti-
cilere borç para vererek tefecilik. Bunlar, zanaatçýlarý kapsar, ama esas
olarak köylüleri kapsar, çünkü, özellikle kapitalist-öncesi koþullar altýn-
da, bu koþullarýn, küçük baðýmsýz bireysel üreticilerin varlýðýna izin ver-
diði sürece köylü sýnýfý bunlarýn ezici çoðunluðunu oluþturur.
Bir yandan zengin toprak sahiplerinin tefecilik yüzünden yýkýmý,
öte yandan küçük üreticilerin büsbütün yoksullaþmasý, büyük miktarlar-
da para-sermayenin oluþumuna ve yoðunlaþmasýna yol açmýþtýr. Ne var
ki, bu sürecin, modern Avrupa’da olduðu gibi, ne ölçüde eski üretim
tarzýna son verdiði ve bunun yerine kapitalist üretim tarzýný geçirip geçir-
mediði, tamamen tarihsel geliþme aþamasýna ve bununla birlikte ortaya
çýkan koþullara baðlýdýr.
Faiz getiren sermayenin karakteristik biçimi olarak tefeci sermaye,
bizzat çalýþan köylü ile küçük usta zanaatçýnýn yürüttüðü küçük-ölçekli
üretimin egemenliðine tekabül eder. Emekçi, emek araçlarý ve emeðin
ürünü ile sermaye biçiminde geliþmiþ kapitalist üretim koþullarýnda ol-
duðu gibi, karþý karþýya gelince, bir üretici olarak, herhangi bir borç para
alma olanaðýna sahip deðildir. Borç para alsa hile, bunu, artýk, örneðin,
kiþisel gereksinmelerini karþýlamak için rehinci dükkanýndan almakta-
dýr. Oysa, emekçi, ister gerçek, ister sözde olsun, emek araçlarý ile ürü-
nünün sahibi olduðu zaman, borç sermayesinin karþýsýna üretici olarak
çýkar, ve borç sermayesi de onun karþýsýnda tefeci sermaye olarak bu-
lunur. Banker, zenginlere, oysa tefeci, fakirlere borç verdiði için, banke-

Karl Marks 527


Kapital III
re [sayfa 526] saygý duyulduðu halde tefecinin küçümsendiðini ve nefret
edildiðini söylerken Newman konuyu hafife almýþ oluyor. (F. W. New-
man, Lectures on Political Economy, London 1851, s. 44.) Newman, iki
toplumsal üretim tarzý arasýndaki farkýn ve bunlara tekabül eden top-
lumsal düzenlerin, konunun özünü oluþturduðunu ve bu durumun, zen-
gin ile fakir arasýndaki ayrýmla açýklanamayacaðý olgusunu göremiyor.
Üstelik, küçük üreticinin kanýný emip kurutan tefecilik, zengin büyük
malikane sahibinin kanýný kurutan tefecilikle elele gider. Romalý patri-
syenlerin faizciliði, Romalý plebleri, bu küçük köylülerin kökünü kazýr
kazýmaz, bu tür sömürü sona erdi ve bu küçük köylü ekonomisinin
yerini katýksýz bir köle ekonomisi aldý.
Kýtý kýtýna geçim araçlarýnýn üzerindeki tüm fazlalýk (daha sonra
üreticilerin ücretleri halini alan miktar), faiz biçimi içersinde, tefecilik
tarafýndan tüketilebilir (bu, sonra, kâr ve toprak rantý biçimini alýr), dola-
yýsýyla, devletin hak talep ettiði pay dýþýnda kalan bütün artý-deðeri yutan
bu faiz düzeyini, faizin normal olarak hiç deðilse ancak artý-deðerin bir
kýsmýný oluþturduðu modern faiz oraný düzeyi ile karþýlaþtýrmak çok saç-
madýr. Böyle bir karþýlaþtýrma, ücretli iþçinin, kârý, faizi ve toprak rantý-
ným, yani tüm artý-deðeri ürettiði ve kendisini çalýþtýran kapitaliste verdiði
olgusunu görmezlikten gelmiþ oluyor. Carey, bu saçma karþýlaþtýrmayý,
sermayedeki geliþmenin ve buna baðlý olarak faiz oranýndaki düþmenin,
emekçi için ne denli yararlý olduðunu göstermek amacýyla yapýyor. Üste-
lik, ele geçirdiði kurbanýndan artý-emek sýzdýrmakla yetinmeyen tefeci,
onun elindeki emek araçlarýnýn, topraðýn, evin, vb. bile mülkiyetini yavaþ
yavaþ eline geçirmekte ve sürekli olarak onu mülksüzleþtirme çabasý
içersinde bulunmaktadýr; ve burada gene emekçinin, kendi emek araçla-
rýndan bu þekilde tamamen mülksüzleþtirilmesinin, kapitalist üretim tar-
zýnýn ulaþmak istediði bir sonuç deðil, daha çok, onun çýkýþ noktasý için
bir önkoþul olduðu unutulmaktadýr. Ücretli-köle, týpký gerçek köle gibi,
durumu nedeniyle –hiç deðilse üretici olma niteliði içersinde– bir alaca-
klýnýn kölesi haline gelemez; ücretli-kölenin, tüketici olma niteliði içer-
sinde bir alacaklýnýn kölesi haline gelebileceði de doðrudur. Tefeci ser-
maye, bu biçim içersinde, gerçekten de, üretim tarzýný deðiþtirmeksizin,
doðrudan üreticinin bütün artý-emeðini ele geçirmektedir; böyle olunca
emek araçlarýnýn, üreticilerin mülkiyet ya da tasarrufunda bulunmasý –
ve buna tekabül eden küçük-ölçekli üretim– onun temel önkoþuludur;
böylece, bir baþka deyiþle, sermaye, emeði doðrudan doðruya boyun-
duruðu altýna almaz, ve dolayýsýyla onun karþýsýna sanayi sermayesi ola-
rak çýkmaz, – bu tefeci sermaye, üretim tarzýný yýkýma uðratýr, üretici
güçleri geliþtirmek yerine felce uðratýr, ve ayýn zamanda, emeðin to-
plumsal üretkenliðinin, kapitalist üretim tarzýnda olduðu gibi, emeðin
kendi aleyhine de olsa geliþemediði sefil koþullarý devam ettirir.
Tefecilik. böylece, bir yandan, antik ve feodal servet ve antik ve
feodal mülkiyet üzerinde zayýflatýcý ve yýkýcý bir etki yapar. Öte yandan

528 Karl Marks


Kapital III
da, [sayfa 527] küçük-köylü ve küçük-kasabalý* üretimini, kýsacasý, üretici-
nin hala kendi üretim araçlarýnýn sahibi olarak göründüðü bütün biçim-
leri zayýflatýr ve yýkar. Geliþmiþ kapitalist üretim tarzýnda, emekçi, üretim
araçlarýnýn yani ekip biçtiði topraðýn, iþlediði hammaddelerin, vb. sahibi
deðildir. Oysa bu sistemde, üreticinin, üretim araçlarýndan ayrýlmasý,
üretim tarzýnýn kendisinde fiili bir devrimi yansýtýr. Birbirinden ayrý emekçi-
ler, ayrýn ama birbirine baðlý faaliyetleri yerine getirmek amacýyla büyük
iþyerlerinde biraraya getirilmiþlerdir; alet, makine haline gelmiþtir. Üre-
tim tarzýnýn kendisi, artýk küçük mülkiyetle birarada olan üretim aletleri-
nin daðýlmasýna izin vermediði gibi, emekçinin kendisinin de tek baþýna
çalýþmasýna izin vermez. Kapitalist üretimde, tefecilik, artýk, üreticiyi kendi
üretim araçlarýndan ayýramaz, çünkü zaten üreticiler üretim araçlarýn-
dan ayrýlmýþlardýr.
Tefecilik, üretim araçlarýnýn daðýnýk olduðu yerlerde, para-serveti
biraraya toplar. Üretim tarzýný deðiþtirmez, ama onun üzerine kene gibi
iyice yapýþýr ve mahveder. Kanýný emerek gücünü keser ve yeniden-
üretimi, gitgide daha periþan koþullar altýnda devam etmek zorunda
býrakýr. Üretim araçlarý mülkiyetinin, üreticinin kendilerine ait olmasýnýn,
ayný zamanda, politik statünün, yurttaþýn özerkliðinin temelini oluþturduðu
antik dünyada pek belirgin bir biçimde görülen tefecilere karþý nefretin
kökeninde iþte bu yatmaktadýr.
Köleliðin egemenliði ölçüsünde ya da artý-ürünün feodal bey ve
maiyeti tarafýndan tüketilmesi ölçüsünde, köle sahibi ya da feodal bey,
tefecinin pençesine düþer, ama üretim tarzý hala ayný kalýr; yalnýzca,
emekçinin durumu daha da aðýrlaþýr. Borca batan köle sahibi ya da feo-
dal bey daha da zalimleþir, çünkü, kendisi de daha fazla ezilmektedir.
Ya da en sonu, antik Roma’da þövalyelerin olduðu gibi, kendisi de top-
rak sahibi ya da köle sahibi haline gelen tefeciye yerini býrakýr. Ne de
olsa, büyük ölçüde bir politik iktidar aracý olduðu için, sömürüsü de az
çok ataerkil kalan bu eski sömürücünün yerini, katý, para-delisi bir son-
radan görme almýþtýr. Ama, böylece üretim tarzý deðiþmemiþtir.
Tefecilik, ancak saðlam temeli ve sürekli yeniden-üretiminin da-
yandýðý politik örgütlenmenin de temeli olan mülkiyet biçimlerini yoket-
tiði ve çözüþtürdüðü ölçüde bütün kapitalist-öncesi üretim tarzýnýn üze-
rinde devrimci bir etkiye sahiptir. Asya biçimleri altýnda, tefecilik, ekono-
mik çöküntü ve politik yozlaþma dýþýnda, herhangi bir etki göstermeksi-
zin uzun süre devam edebilir. Ancak kapitalist üretimin diðer önkoþul-
larýnýn bulunduðu yer ve zamanda, tefecilik, bir yandan feodal bey ile
küçük-ölçekli üreticiyi mahvetmek, öte yandan, emek araçlarýný serma-
ye içersinde toplamak suretiyle, yeni üretim tarzýnýn kurulmasýnda yar-
dýmcý araçlardan biri halini alýr. [sayfa 528]

* Almanca özgün metinde “kleinbürgerliche”, Fransýzca çeviride “petite bourgeoise” olmakla


birlikte, Ýngilizce çeviride “small-burgher” olan bu terimi, “küçük-burglu” karþýlýðý, “küçük-ka-
sabalý” olarak çeviriyoruz, -ç.

Karl Marks 529


Kapital III
Ortaçaðda hiç bir ülkede genel bir faiz oraný yoktu. Kilise daha
baþlangýçta, faizle borç verilmesini yasaklamýþtý. Yasalar ile mahkeme-
ler, borç para verilmesiyle ilgili pek az koruyucu önlem koyuyordu. Tek
tek durumlarda ise alýnan faiz çok yüksekti. Sýnýrlý para dolaþýmý, çoðu
ödemeleri nakit yapma gerekliliði ve hele poliçe iþlemlerinin henüz daha
geliþmemiþ bir düzeyde bulunmasý, halký borç para almaya zorluyordu.
Hem faiz oranlarýnda ve hem de tefecilik anlayýþýnda büyük farklýlýklar
vardý. Charlemagne zamanýnda %100 faiz, tefecilik sayýlýyordu. Constance
gölü üzerinde Lindan’da 1348’de bazý kasabalýlar %2162/3 alýyorlardý.
Zürih’te Kent Meclisi, yasal faiz oranýnýn %431/3 olmasýný kararlaþtýrmýþtý.
Ýtalya’da normal faiz oraný, 12. yüzyýldan 14. yüzyýla kadar %20’yi geç-
mediði halde, bazan %40 ödenmesi zorunlu hale geliyordu. Verona,
%12½ faiz oranýný yasal oran olarak saptadý. Ýmparator Frederik II, faiz
oranýný %10 olarak saptadý, ama yalnýzca Yahudiler için. Hýristiyanlar için
de bir þey söylemeye tenezzül etmedi. Almanya’nýn Ren eyaletlerinde,
13. yüzyýldan beri %10 faiz oraný kuraldý. (Hüllmann, Geschishte des
Städtewesens, II, s. 55-57.)
Tefeci sermaye, sermayenin üretim tarzýnýn henüz bulunmadýðý
bir sermayeye özgü bir sömürü yöntemi kullanmaktadýr. Bu durum,
kendisini, burjuva ekonomisi içersinde geri kalmýþ sanayi kollarýnda ya
da modem üretim tarzýna geçiþe direnen sanayi kollarýnda yinelemek-
tedir. Örneðin eðer biz, Ýngiltere’deki faiz oranýný Hindistan’daki ile karþý-
laþtýrmak istiyorsak, Ýngiltere Bankasýnýn faiz oranýný deðil, örneðin küçük
makineleri kiraya verenlerin, ev sanayilerinde çalýþan küçük üreticiye
uyguladýklarý faiz oranýný almamýz gerekir.
Tefecilik, tüketici servete zýt, kendisi sermaye doðuran bir süreç
olmasý bakýmýndan tarihsel olarak önemlidir. Tefecinin sermayesi ile
tüccarýn serveti, toprak mülkiyetinden baðýmsýz, bir para-servetin oluþma-
sýný teþvik eder. Ne kadar az ürün meta niteliðine girerse ve deðiþim-
deðerinin üretim üzerindeki egemenliði ne kadar az ve sýnýrlýysa, para, o
kadar fazla fiili ve asýl servet –kullaným-deðerlerindeki sýnýrlý temsil edili-
þine zýt–, genel olarak servet þeklinde görünür. Ýþte para-yýðmanýn teme-
li budur. Dünya-parasý ve para-yýðma olarak, para olmasý dýþýnda o,
özellikle, ödeme aracý biçimidir ve böyle olduðu için de, metalarýn mut-
lak biçimi olarak görünür. Ve özellikle bu ödeme aracý iþlevi, faizi ve
dolayýsýyla da para-sermayeyi geliþtirir. Çarçur edici ve yozlaþtýrýcý zen-
ginliðin istediði þey, para olarak para, her þeyi satýnalma (ve bu arada da
borçlarýný ödeme) aracý olarak paradýr. Küçük üreticinin paraya, her
þeyden önce ödeme yapmak için gereksinmesi vardýr. (Toprakbeyleri
ile devlete ayni olarak yapýlan hizmetin ve ödenen vergilerin, para-ranta
ve para-vergilere dönüþmesi burada büyük bir rol oynar.) Her iki durum-
da da, para olarak para gereklidir. Öte yandan, para-yýðmayý ilk kez ger-
çek hale getiren ve para-yýðýcýnýn rüyalarýný gerçekleþtiren þey, tefeciliktir.
Bu para-yýðmanýn sahibinden istenen þey, sermaye deðil para olarak

530 Karl Marks


Kapital III
paradýr; ama, faiz aracýlýðý ile o, bu birikmiþ parayý, sermayeye,
[sayfa 529]
yani artý-emeðin bir parçasýný ya da tamamýný ele geçirme aracýna çevi-
rir ve ayný þekilde, üretim araçlarýnýn bir kýsmýný, bunlar nominal olarak
baþkalarýnýn mülkiyetinde kalsa bile elde etmek ister. Tefecilik, üretimin
gözeneklerinde yaþar, týpký Epikür’ün tanrýlarýnýn, dünyalar arasýndaki
boþlukta yaþamasý gibi. Para bulmak ne kadar güçleþirse, meta-biçim,
ürünlerin genel biçimini o kadar az oluþturur. Dolayýsýyla, tefeci, paraya
gereksinmesi olanýn ödeme ya da direnme gücü dýþýnda hiç bir engel
tanýmaz. Küçük-köylü ve küçük-kasabalý üretiminde para, emekçinin
üretim araçlarý (bu üretim tarzýnda emekçi hala büyük ölçüde bu üre-
tim araçlarýnýn sahibidir), beklenmedik durumlar ya da olaðanüstü kar-
gaþalýklar sonucu elinden çýktýðý ya da normal yeniden-üretim yoluyla
yerine konulmadýðý zamanlarda, belli baþlý satýnalma aracý olarak iþ görür.
Geçim araçlarý ile hammaddeler, bu üretim gereksinmelerinin önemli
bir kýsmýný oluþturur. Bunlar eðer çok pahalý hale gelirlerse, ürün için
yapýlan ödemeler ile yerine konma olasýlýðý ortadan kalkabilir, týpký nor-
mal bir kötü ürün döneminin, köylünün tohumluðunu yerine koymasýna
engel olmasý gibi. Romalý patrisyenlerin plebleri askere almaya zorlaya-
rak mahvettikleri, ve onlarýn emek araçlarýný yeniden-üretmelerine en-
gel olan, ve bu nedenle de, bunlarý dilenci haline sokan bu savaþ (yoksul-
laþma ve yeniden-üretim için gerekli koþullardan yoksun býrakma bura-
da egemen biçimdir), patrisyenlerin hazinelerini, depolarýný, o zamanýn
parasý olan yaðma edilmiþ bakýrla doldurdu. Bunlar, pleblere gerekli
metalarý, hububatý, atlarý, sýðýrlarý doðrudan vermek yerine, kendileri için
iþe yaramayan bu bakýrlarý borç verdiler ve bu durumdan, çok aþýrý
tefeci faizler kopartmak için yararlanarak, plebleri, kendilerine borçlu
köleler haline getirdiler. Charlemagne zamanýnda Frank köylüleri gene
böyle savaþlarla periþan oldular ve önlerinde, borçlu olmak yerine serf
haline gelme dýþýnda bir seçenekleri kalmadý. Roma Ýmparatorluðunda,
bilindiði gibi, çekilen büyük açlýk çoðu kez çocuklarýn satýlmasýna ve
özgür insanlarýn kendilerini köle olarak zenginlere satmalarýna yolaçtý.
Ýþte bütün bunlar genel dönüm noktalarý ile ilgili þeyler. Bireysel durum-
larda ise, küçük üreticilerin, üretim araçlarýnýn devamý, ya da kaybý,
binlerce beklenmedik olaya baðlý olup, bu olaylarýn ya da kayýplarýn
herbiri, yoksulluðun belirtisi ve asalak tefecinin yavaþça sokulacaðý ve
yerleþeceði bir yara olabilir. Yalnýzca bir ineðinin ölümü bile, küçük-
köylünün yeniden-üretimini eski ölçeðinde yenilemesine engel olabilir.
Ardýndan tefecinin pençesine düþer ve bir kez bu pençeye düþtü mü
oradan zor kurtulur.
Tefecinin gerçekten önemli ve kendisine özgü alaný, ne var ki,
ödeme aracý olarak paranýn iþlevidir. Belli bir tarihte vadesi dolan bir
ödeme, toprak rantý, haraç, vb. kendisiyle birlikte, bu amaç için para
bulma gereksinmesini de getirir. Bu nedenle, antik Roma’dan modern
zamanlara kadar büyük ölçüde tefecilik, vergi tahsildarlarýna, fermiers

Karl Marks 531


Kapital III
généraux,[sayfa 530] receveurs généraux’ya* dayanýr. Demek ki, ticaret ve
meta üretiminin genelleþmesiyle birlikte, satýnalma ve ödemenin za-
man olarak birbirinden ayrýlmasýnda da bir geliþme olur. Paranýn belli
bir tarihte ödenmesi zorunlu olur. Bunun nasýl olup da, bugünlerde bile,
para-kapitalist ile tefecinin birbirine karýþtýðý bir duruma yolaçabileceðini,
modern para bunalýmlarý göstermektedir. Ne var ki, bu ayný tefecilik,
üreticileri gitgide daha fazla borca batýrarak ve tek baþýna faiz yükü
normal yeniden-üretimi olanaksýz hale getirdiði için, olaðan ödeme araç-
larýný yok ederek, ödeme aracý olarak paraya karþý olan gereksinmeyi
daha da artýrmanýn baþlýca yollarýndan biri durumunu alýr. Bu noktada
tefecilik, ödeme aracý olarak parayý birden ortaya çýkarýr ve paranýn bu
iþlevini, sanki kendi alanýymýþ gibi, geniþletir.
Kredi sistemi, tefeciliðe karþý bir tepki olarak geliþir. Ama bu, ne
yanlýþ anlaþýlmalýdýr, ne de antik yazarlar, kilise pederleri, Lutherya da
ilk sosyalistlerin yaptýðý gibi yorumlanmalýdýr. Bu, faiz getiren sermaye-
nin kapitalist üretim tarzýnýn koþullarýna ve gereksinmelerine boyun eð-
mesinden ne fazla ve ne de az bir þeyi ifade eder.
Genellikle, faiz getiren sermaye, modern kredi sisteminde, kapi-
talist üretim tarzýnýn koþullarýna uymuþtur. Tefecilik, bu niteliðiyle yalnýz-
ca, devam etmekle kalmayýp, geliþmiþ kapitalist üretime sahip uluslarda,
daha önceki bütün yasalarýn getirdiði engellerden de kurtulmuþtur. Faiz
getiren sermaye, kiþiler ya da sýnýflarla iliþkisi bakýmýndan, ya da borç
almanýn, kapitalist üretim tarzýna tekabül eden anlamda yapýlmadýðý ve
yapýlamayacaðý; borç almanýn, bir rehincide olduðu gibi kiþisel bir gere-
ksinmenin sonucu yapýldýðý; paranýn saða-sola saçmak amacýyla müsrif
zenginlerce borç alýndýðý, ya da, üreticinin, küçük çiftçi ya da zanaatçý
gibi kapitalist olmayan bir üretici olduðu ve bu yüzden de, doðrudan
üretici olarak henüz kendi üretim araçlarýnýn sahibi bulunduðu; en sonu,
kapitalist üreticinin bizzat çok küçük ölçekte üretim yapmasý nedeniyle,
kendi baþýna iþ gören üreticilere benzediði yer ve durumlarda, tefeci
sermayesi biçimini hâlâ korur.
Faiz getiren sermayeyi –kapitalist üretim tarzýnýn temel bir öðesi
olmasý ölçüsünde– tefeci sermayeden ayýran þey, hiçbir zaman, bu ser-
mayenin niteliði ya da özelliði deðildir. Bu, salt, sermayenin iþlem gör-
düðü deðiþik koþullardýr ve bu nedenle de borç para verenle karþý karþýya
gelen borç alanýn tümüyle dönüþmüþ bir özelliðidir. Serveti olmayan bir
kimse sanayici ya da tüccar kiþiliði ile kredi aldýðý zaman bile, bu, onun
kapitalist olarak iþlev yapacaðý ve borç alýnan sermaye ile, karþýlýðý öden-
meyen emeðe elkoyacaðý düþüncesiyle yapar. Krediyi, o, potansiyel ka-
pitalist kiþiliðiyle alýr. Serveti olmayan, ama enerjisi, kararlýlýðý, yeteneði
ve ticari zekasý olan bir kimse, bu þekilde kapitalist olabilir –ve her bi-
reyin ticari deðin, kapitalist üretim tarzýnda oldukça doðru olarak [sayfa 531]

* Mültezim, genel tahsildar. -ç.

532 Karl Marks


Kapital III
tahmin edilebilir– ve bu durum, kapitalist üretim tarzýnýn mazur gösteri-
cileri tarafýndan büyük bir hayranlýkla karþýlanýr. Bu durum sürekli ola-
rak, bireysel kapitalistlerin zaten bulunduklarý alanlara, onlara sahip olacak
bir yýðýn yeni sanayi þövalyesi getirmekle birlikte, ayný zamanda, ser-
mayenin kendi üstünlüðünü takviye eder, dayandýðý temeli geniþletir ve,
toplum katlarýndan kendisi için devamlý yeni güçler devþirmesini de
saðlar. Bunun gibi, ortaçaðda katolik kilisesinin, toplumsal durumuna,
doðumuna ve servetine bakmaksýzýn, kilise hiyerarþisini ülkenin en iyi
beyinlerinin oluþturmasý, dinsel egemenliði kurup saðlamlaþtýrmasýnýn
ve halký ezmesinin baþlýca yollarýndan birisi olmuþtur. Yönetici sýnýf, yö-
netilen sýnýfýn en önde gelen kafalarýný ne kadar fazla bünyesi içersinde
eritebilirse, egemenliði o denli saðlam ve o denli tehlikeli hale gelir.
Modern kredi sistemini baþlatanlar, kendilerine çýkýþ noktasý ola-
rak, genellikle faiz getiren sermayeye karþý bir aforozu deðil, tersine,
onun açýkça tanýnmasýný alýyorlardý.
Biz, burada, tefeciliðe karþý uyanan ve yoksul halký, örneðin Monts-
de-piété (1350’de Franché-Comté de Sarlins’de, ve daha sonra, 1400 ve
1479’da Ýtalya’da Perugia ve Savona’da) gibi kuruluþlara karþý korumayý
amaçlayan tepkileri sözkonusu etmiyoruz. Bunlar, dindarca istekleri, bun-
larýn gerçekleþtirilmeleri sýrasýnda tam tersine çeviren tarihin cilvelerini
ortaya dökmeleri bakýmýndan dikkate deðerdir. Ilýmlý bir tahlile göre,
Ýngiliz iþçi sýnýfý, Monts-de-piété’nin modern izleyicileri olan rehinci dükk-
anlarýna %100 faiz ödüyor.21 17. yüzyýlýn son on yýlý boyunca, Ýngiliz ari-
stokrasisini, gayrimenkule dayanan kaðýt para kullanan çiftçi bankalarý
aracýlýðý ile tefecilikten kurtarmaya kalkýþan Dr. Hugh Chamberleyne ya
da John Briscoe gibi kimselerin kredi hayallerinden de söz etmiyoruz.22
Venedik ve Cenova’da, 12. ve 14. yüzyýlda kurulan kredi kurumla-
rý, deniz ticareti ile ona baðlý bulunan toptan ticareti, modasý geçmiþ
tefecilikten ve para iþindeki tekelden kurtarmak gereksinmesinden
doðmuþtur. Bu kent cumhuriyetlerinde kurulan gerçek bankalar, ayný
anda, devletin ilerdeki vergi gelirleri karþýlýðýnda borç aldýðý kamu kredi
kurumlarý halini almýþlardýr, ama þurasýný da unutmamak gerekir ki, bu
kurumlarýn [sayfa 532] kuran tüccarlarýn kendileri bu devletlerin önde gelen

21
“Bir ay içersinde sýk sýk görülen dalgalanmalar ve küçük bir meblað elde etmek için re-
hine verilen bir eþyanýn kurtarýlmasý için bir baþkasýnýn rehine verilmesi ile, paraya karþýlýk
ödenen faiz bu denli artmaktadýr. Baþkentte yaklaþýk 240 izinli rehinci var, ülkede ise nerdeyse
1.450. Bu iþ için kullanýlan sermayenin bir milyon sterlini geçtiði tahmin ediliyor, ve bu sermaye
bir yýlda üç devir yapýyor ve her seferinde ortalama yaklaþýk %331/3 faiz saðlýyor; yapýlan bir
hesaba göre, Ýngiltere’de alt tabaka, bir süre için aldýðý borç karþýlýðý yýlda yaklaþýk bir milyon
ödemektedir ve ceza olarak elkonulan eþyalarý bu miktarýn dýþýndadýr.” (J. D. Tuckett, A History
of the Past and Present State of the Labouring Populution, London 1846, I, s. 114.)
22
Yapýtlarýnýn baþlarýnda bile, baþlýca amaçlarý olarak þunlarý belirtiyorlar: “Toprak sahip-
lerinin genel yararý, topraðýn deðerindeki büyük artýþ,” “soylularýn, büyük toprak sahiplerinin,
vb. vergi” dýþý tutulmasý, “yýllýk gelirlerinin artýrýlmasý, vb.”. Yalnýz, tefeciler, soylular ile çiftçilere,
Fransa’dan gelen bir istilâ ordusunun yapabileceðinden daha fazla zarar veren, o beterin beteri
ulus düþmanlarý zarar etmeye katlanabilirler.

Karl Marks 533


Kapital III
yurttaþlarý idiler ve, faizcilerin pençelerinden kendilerini olduðu kadar
devleti de kurtarmak23 ve ayný zamanda da, devlet üzerinde daha sýký ve
güvenli bir denetim kurmak istiyorlardý. Ýngiltere Bankasý kurulduðu za-
man, Tory’ler iþte bunun için karþý çýkmýþlardý: “Bankalar cumhuriyetçi
kuruluþlardýr. Venedik’te, Cenova’da, Amsterdam’da ve Hamburg’da ge-
liþmiþ bankalar vardýr, ama Fransa Bankasý ya da Ýspanya Bankasý diye
bir þeyi duyan var mýdýr?”
Amsterdam Bankasý (1609), modern kredi sisteminin geliþme-
sinde, Hamburg Bankasýndan (1619) daha fazla çað açýcý deðildi. Bu,
salt bir mevduat bankasýydý. Verdiði çekler, aslýnda, yatýrýlmýþ bulunan
sikke haline getirilmiþ ve getirilmemiþ deðerli madenler karþýlýðýnda mak-
buzlardý ve ancak alýcýlarýn sýralarý ile dolaþýmda bulunuyordu. Ama,
Hollanda’da, ticari kredi ve para ticareti, ticaret ve manüfaktür ile elele
geliþti, ve faiz getiren sermaye, bu geliþme sýrasýnda, sýnai ve ticari kredi-
nin egemenliði altýna girdi. Bu, düþük faiz oranýnda zaten görülebilir. Ne
var ki, Hollanda, 17. yüzyýlda, Ýngiltere’nin þimdi olduðu gibi, ekonomik
geliþmenin modeli kabul ediliyordu. Yoksulluk temeline dayanan eski
usul tefecilik tekeli, bu ülkede, kendi aðýrlýðý ile çöktü.
Bütün 18. yüzyýl boyunca, ticaret ve sanayi sermayesi, faiz getiren
sermayeye boyun eðeceðine, bunun tersini saðlamak için Hollanda ör-
nek gösterilerek, faiz oranýnýn zorunlu olarak indirilmesi (ve yasalarýn
buna göre düzenlenmesi) için feryat ediliyordu. Bu hareketin baþlýca
sözcüsü, o günkü Ýngiliz özel bankacýlýðýn babasý Sir Josiah Child idi. Te-
fecilerin tekeline karþý, toptan hazýr elbise yapýmcýlarý Moses & Son þir-
ketinin, “özel terziler” tekeline karþý verdiði savaþýmda yaptýðý gibi verip
veriþtiriyordu. Bu ayný Josiah Child, Ýngiliz stock-jobbing’inin (borsa spe-
külatörlüðünün) de babasýydý. Böylece Doðu Hint Kumpanyasýnýn bu
otokratý, bu kumpanyanýn tekelini serbest ticaret adýna savunuyordu.
Thomas Manley’e (Interest of Money Mistaken)* karþý þöyle diyordu.
“Çekingen ve titreyen tefeciler güruhunun savunucusu sýfatýyla, en aðýr
toplarýný, benim en zayýf olduðunu ilan ettiðim noktalar üzerine çeviriyor
... düþük faiz oranýnýn servetin nedeni olduðunu düpedüz yadsýyor ve
bunun yalnýzca onun sonucu olduðuna yemin ediyor.” (Traitis sur le
Commerce, etc., 169, trad. Amsterdam et Berlin, 1754.) “Bir ülkeyi [sayfa
533] zenginleþtiren ticaret olduðuna göre ve faiz oranýný indirmek de tica-

23
“Zengin sarraf (bankalarýn öncüsü), örneðin, Ýngiltere’de Charles II’ye, yüzde-yirmi, yüzde
otuz faiz ödetiyordu. Bu kârlý iþ, sarrafý, gitgide daha fazla krala borç vermeye, bütün gelire
gözkoymaya, Parlamentonun saðladýðý bütün olanaklarý bu olanaklar saðlanýr saðlanmaz, rehin
almaya, ve ayný zamanda, senetlerini, firmalarý ve haraçlarý satýn ve rehin almaya teþvik etti; ve
böylece bütün gelirler, bunlarýn elinden geçiyordu.” (John Francis, History of the Bank of Eng-
land, London 1848, I, s. 31.) “Bir banka kurulmasý, bundan önce birkaç kez önerilmiþti. En
sonu, bu bir zorunluluktu.” (l. c., 38.) “Parlamentonun kabul edeceði ödeneklerin teminatý
üzerine, akla-yatkýn bir faiz oraný ile para bulabilmek için, tefecilerin kanýný kuruttuðu hükümetin
kendisi için, bir banka kurulmasý zorunluydu.” (l. c., s. 59, 60.)
* Thomas Manley, bu kitabýn yazarý deðildi. Kitap, yazarýnýn adý konmadan 1668’de
Londra’da yayýmlanmýþtý. -Ed.

534 Karl Marks


Kapital III
reti artýrdýðýna göre, tefecilikte faizin düþürülmesi ya da kýsýtlanmasý,
kuþkusuz, bir ulusun servetinin en verimli baþlýca nedenidir. Bir þeyin
ayný anda bazý koþullar altýnda bir neden ve diðer koþullar altýnda bir
sonuç olabileceðini söylemek hiç de saçma deðildir. (l. c., s. 155.) Yu-
murta tavuðun nedeni ve tavuk da yumurtanýn nedenidir. Faizi düþürmek,
servette bir artýþa neden olabilir ve servette her artýþ, faiz oranýnda daha
da fazla bir indirime neden olabilir. (l. c., s. 156.) Ben çalýþmayý savu-
nuyorum, bana karþý olan kimse ise tembelliði ve miskinliði.” (s. 779.)
Tefeciliðe karþý bu þiddetli savaþ, faiz getiren sermayenin sanayi
sermayesine boyuneðmesi için gösterilen bu istek, modem bankacýlýk
sisteminde, kapitalist üretimin bu önkoþullarýný kuran organik buluþlarýn
habercilerinden baþka bir þey deðildir; bankalar, bir yandan, bütün atýl
para rezervlerini biraraya toplayýp, bunlarý para piyasasýna sürerek, tefeci
sermayesinin tekelini elinden almakta, öte yandan da, kredi parasýný
yaratarak, deðerli maden tekelini sýnýrlandýrmaktadýr.
Bizim, yukarda Josiah Child örneðinde gördüðümüz gibi, tefeci-
liðe ayný karþý çýkma, faiz getiren sermayenin sanayi sermayesine boyu-
neðmesi için bu istek, 17. yüzyýlýn son otuz yýlý ile 18. yüzyýlýn baþlarýnda
Ýngiltere’de bankacýlýk üzerine bütün yazýlarda görülecektir. Biz, ayrýca
bunlarda, kredinin mucizeler yaratan etkileri, deðerli maden tekeline
son verilmesi ve bunun yerini kaðýdýn almasý, vb. konularýnda çok büyük
hayallere raslýyoruz.
Ýngiltere Bankasý ile Ýskoçya Bankasýnýn kurucusu Ýskoçyalý Willi-
am Peterson þöyle diyor:
Ýngiltere Bankasýna karþý, “bütün sarraflar ile rehinciler büyük bir
yaygara kopardýlar.” (Macaulay, History of England, IV, s. 499.). “Ýlk on
yýl boyunca banka, büyük zorluklara karþý savaþým verdi; büyük dýþ kav-
galar; çýkardýðý banknotlar ancak nominal deðerlerinin çok altýnda kabul
ediliyordu ... sarraflar (bunlarýn elindeki deðerli maden ticareti, ilkel bank-
acýlýðýn temeli olarak iþ görüyordu), bankayý, yaptýklarý iþler azaldýðý, is-
konto oranlarý düþtüðü, devlette yaptýklarý iþler, rakiplerinin eline geçtiði
için kýskanýyorlardý.” (J. Frances, l. c., s. 73.)
Ýngiltere Bankasý kurulmadan önce, 1683’te bir Ulusal Kredi Ban-
kasý kurulmasý için bir plan önerilmiþti. Bu bankanýn amaçlarý arasýnda,
“elinde önemli miktarda mal bulunan bir tüccar, bu bankanýn yardýmý
ile bu mallarý rehine koyarak kredi saðlar ve bunlarý zararýna satacaðý
yerde, iyi bir piyasa bulana kadar, personelini çalýþtýrýr ve ticaretini
geliþtirir.” [J. Frances, l. c., s. 39-40.] Birçok giriþimlerden sonra bu Kredi
Bankasý, Bishopsgate Street’de Devonsbire House’da kuruldu. Banka,
sanayicilerle tüccarlara, rehin edilen mallar karþýlýðýnda ve deðerlerinin
dörtte-üçü tutarýnda, poliçe biçiminde borç veriyordu. Bu poliçelerin
dolaþýmýný saðlamak için, her iþ kolundan, birkaç kiþi bir dernek oluþ-
turdular ve bu poliçelerin sahipleri buralardan sanki nakit ödemede bu-
lunuyormuþçasýna, [sayfa 534] kolayca mal alabiliyordu. Bu banka iþi ge-

Karl Marks 535


Kapital III
liþmedi. Mekanizmasý fazla karýþýktý ve malýn deðer kaybetmesi halinde,
göze alýnan risk çok fazlaydý.
Eðer biz, Ýngiltere’de, modern kredi sisteminin kurulmasýna
öncülük eden ve onu teorik olarak özendiren bu kayýtlarýn gerçek içeri-
klerine gözatarsak, bunlarda gördüðümüz tek koþul, faiz getiren ser-
maye ile genel olarak borç verilebilir üretim araçlarýnýn, kapitalist üretim
tarzýnýn boyunduruðu altýna sokulmasý isteðidir. Öte yandan, eðer biz,
yalnýzca kullanýlan sözlere bakarsak –ifade biçimi de dahil– Saint-
Simon’un izleyicilerinin, bankacýlýk ve kredi konusundaki hayalleriyle
tam bir anlaþma halinde bulunduðumuzu çoðu kez þaþýrarak görüyoruz.
Týpký fizyokratlarýn yazýlarýnda cultivateur’ün,* topraðý fiilen ekip
biçen kimse için deðil, büyük çiftçi karþýlýðý kullanýlmasý gibi, Saint-Si-
mon ile onu izleyenlerde, travailleur** için deðil, sanayici ve tüccar ka-
pitalist için kullanýlmýþtýr. “Un travailleur a besoin d’aides, de seconds,
d’ouvriers; il les cherche intelligents, habiles, dévoués; il les met à l’oeuvre,
et leurs travaux son productifs.”*** ([Enfantin] Religion saint-simonien-
ne. Economie politique et Politique, Paris 1831, s. 104.)
Gerçekte þunu unutmamak gerekir ki, Saint-Simon, yalnýz son
yapýtý, Le Nouveau Christianisme’de doðrudan doðruya iþçi sýnýfý adýna
konuþmakta ve onlarýn özgürlüðe kavuþturulmasýnýn, çabalarýnýn hedefi
olacaðýný ilan etmektedir. Daha önceki bütün yazýlarý, aslýnda, feodal
düzene karþý modern burjuva toplumun ya da Napoleon döneminin
mareþalleri ile yasa koyucularýna karþý, sanayici ile bankerin övgüsün-
den baþka bir þey deðildir. Owen’ýn ayný dönemdeki yazýlarýyla
karþýlaþtýrýldýðýnda, ne büyük bir fark!24 Saint Simon’un izleyicileri için,
sanayi kapitalist, yukarýya alýnan pasajda da görüldüðü gibi, gene travail-
leur par excellence.***** kalmaktadýr. Bunlarýn yazýlanýn eleþtirel bir
gözle okuduktan sonra, insan, bunlarýn kredi ve banka hayallerinin, Saint-
Simon’un eski izleyicisi Emile Pereire tarafýndan kurulan crédit
mobilier’de gerçekleþtiðini görünce, þaþýrmayacaktýr. Þu da var ki, bu
24
Müsvedde üzerinde tekrar çalýþmýþ olsaydý, Marx, kuþkusuz bu kýsmý epeyce deðiþtirirdi.
Bunun nedeni, Marx’ýn tam bu satýrlarý yazdýðý sýrada, Fransa’da Ýkinci Ýmparatorluk döneminde,
Saint-Simon’un eski izleyicilerinin oynadýklarý rol olmuþtur; bu okulun, dünyayý borçtan
kurtaracak olan kredi hayalleri, tarihin cilvesiyle, hiç görülmemiþ ölçekte muazzam bir
dolandýrýcýlýk þeklinde gerçekleþtirilmiþti. Daha sonralarý Marx, Saint-Simon’un dehasýndan ve
ansiklopedik zekasýndan yalnýz hayranlýkla sözetmiþtir. Daha önceki yapýtlarýnda Saint-Simon’un
burjuvazi ile proletarya arasýnda tam o sýrada meydana gelmeye baþlayan zýtlýðý görmemesi ve,
travailleun arasýna, burjuvazinin üretime faal olarak katýlan kýsmýný da sokmasý, Fourier’nin,
sermaye ile emeði uzlaþtýrma çabasý üzerindeki anlayýþýna tekabül eder ve Fransa’nýn o gün-
lerdeki ekonomik ve politik durumu ile açýklanýr. Bu konuda, Owen’ýn daha uzak görüþlü
olmasý, bulunduðu ortamýn farklý oluþundan ileri geliyor, çünkü Owen, sanayi devrimi ve sýnýf
zýtlaþmasýnýn adamakýllý keskinleþtiði bir dönemde yaþamýþtý - F. E.
* Çiftçi tarýmcý. -ç.
** Emekçi. -ç.
*** “Bir travailleur (iþçi), yardýmcýlara, destekçilere, emekçilere gereksinme duyar; bunlarýn
zeki, becerikli, baðlý olmasýný ister; o bunlarý iþe koþar ve bunlarýn emeði üretkendir.” (Religion
saint-simonienne, Economie politique et Politique, Paris 1831, s. 104.)
**** En üstün emekçi. -ç.

536 Karl Marks


Kapital III
biçim ancak, Fransa gibi, ne kredi sisteminin ve ne de büyük-ölçekli
sanayiin henüz [sayfa 535] modem geliþme düzeyine ulaþmadýðý bir ülkede
egemen olabilirdi. Bu, Ýngiltere ve Amerika’da kesinlikle olanaksýzdý.
Crédit mobilier’in çekirdeði, Doctrine de Saint-Simon. Exposition. Pre-
mière annee, 1828-29, 3. ed., Paris 1831, adlý yapýttan alýnan kýsýmlarda
zaten bulunmaktadýr. Bankerlerin, kapitalistler ile özel tefecilerden daha
ucuza borç para verebilecekleri anlaþýlabilir bir þeydir. Bu bankerler, bu
nedenle, “sanayicilere, borç verebilecekleri kimsenin seçiminde daha
kolay yanýlabilen gayrimenkul sahipleri ile kapitalistlerden daha ucuza,
yani daha düþük faizle araç saðlayabilirler” (s. 202). Ama yazarlarýn
kendileri dipnotta þunlarý ekliyorlar: “Bankerlerin, aylak zenginler ne
travailleur’ler arasýndaki aracýlýktan saðladýklarý çýkar, çoðu kez bizim
örgütlenmemiþ toplumumuzun verdiði ve kendisini çeþitli sahtekarlýklar
ve gözboyayýcýlýk þeklinde ortaya koyan fýrsatlarla dengelenir ya da hatta
ortadan kaldýrýlýr. Bankerler çoðu kez travailleur’ler ile aylak zenginler
masýnda toplumun zararýna, her ikisini de sömürmek amacýyla, yolunu
bulurlar.” Travailleur, burada, capitaliste industriel* anlamýna gelir. Ne
var ki, modern bankacýlýk sisteminin emrindeki araçlarý sýrf aylak kimse-
lerin araçlarý olarak görmek de yanlýþtýr. Her þeyden önce bu, sermaye-
nin, sanayiciler ve tüccarlar tarafýndan, geçici olarak para rezervi ya da
yatýrýlacak sermaye þeklinde, boþ duran para-biçiminde tuttuklarý kýsmý-
dýr. Þu halde, bu, aylak sermayedir, ama aylaklarýn sermayesi deðildir.
Sonra, genellikle bu, bütün gelir ve tasarruflarýn, geçici ya da sürekli
olarak biriktirilecek kýsmýdýr. Her ikisi de banka sisteminin niteliðinde
esastýr.
Ama þunu da her zaman akýlda tutmak gerekir ki, önce para –
deðerli maden biçimindeki–, kredi sisteminin, kendi niteliði gereði, hiç
bir zaman kendisini kopartamayacaðý temel olarak kalýr. Sonra, kredi
sistemi, toplumsal üretim araçlarýnýn özel kimselerin (sermaye ve to-
prak mülkiyeti biçiminde) tekelinde bulunmasýný öngörür ve kendisi, bir
yandan, kapitalist üretim tarzýnýn özünde taþýdýðý bir þekildir, öte yandan
da, onun en yüksek ve nihai biçimine ulaþmasýnda itici güçtür.
Bankacýlýk sistemi, resmi örgütlenmesini ve merkezileþmesini il-
gilendirdiði kadarýyla, kapitalist üretim tarzýnýn meydana getirdiði yapay
ve en geliþmiþ ürünüdür; bu olgu, daha 1697 yýlýnda, Some Thoughts of
the Interests of England adlý yapýtta ifade edilmiþti. Bu, Ýngiltere Bankasý
gibi kurumlarýn, gerçek hareketleri tamamen kendi alanlarý dýþýnda kal-
dýðý ve bunlarýn karþýsýnda pasif bir rol oynadýðý halde, ticaret ve sanayi
üzerindeki muazzam kudretinin nedenidir. Bankacýlýk sistemi, gerçekte
genel bir defter tutma ve üretim araçlarýnýn toplumsal bir ölçekte daðýl-
ma biçimine sahiptir; ama, yalnýzca bu biçime. Görmüþ olduðumuz gibi,
bireysel kapitalistin ya da bir bireysel sermayenin ortalama kârý, her

* Sanayici kapitalist. -ç.

Karl Marks 537


Kapital III
sermayenin ilk elden ele geçirdiði artý-emek miktarýyla deðil, toplam
sermayenin ele geçirdiði toplam artý-emek miktarý tarafýndan belirleni-
yordu [sayfa 536] ve her bireysel sermaye, ancak toplumsal sermayedeki
payýyla orantýlý olarak bir kâr alýyordu. Sermayenin bu toplumsal niteliði,
ancak kredi ve bankacýlýk sisteminin tam olarak geliþmesiyle ortaya
çýkmýþ ve bütünüyle gerçekleþmiþtir. Öte yandan, bu sistem daha da
ileri gitmiþtir. Bu sistem, toplumun henüz faal olarak kullanýlmayan bütün
mevcut ve hatta potansiyel sermayesini, sanayici ve tüccar kapitalistle-
rin emrine verir; dolayýsýyla, bu sermayeyi ne borç veren ve ne de borç
alan, onun gerçek sahibi ya da üreticisi deðildir. Böylece, o, sermayenin
özel niteliðini yokeder ve dolayýsýyla, sermayenin kendisinin ortadan kal-
dýrýlmasýný, fiilen, ama ancak fiilen içerir. Bankacýlýk sistemi aracýlýðý ile,
özel bir iþ olarak sermaye bölüþtürülmesi, bu toplumsal iþlev, özel kapi-
talistler ile tefecilerin elinden alýnmýþtýr. Ama ayný zamanda, bankacýlýk
ve kredi, böylece, kapitalist üretimi bizzat kendi sýnýrlarýnýn ötesine itme-
de en güçlü manivela, ve bunalýmlar ile spekülasyonlarýn en etkili araçla-
rýndan birisi halini almýþtýr.
Bankacýlýk sistemi, ayrýca, paranýn yerine, çeþitli dolaþan kredi
biçimlerini koyarak, paranýn, aslýnda emeðin ve emeðin ürünlerinin top-
lumsal niteliðinin özel bir ifadesinden baþka bir þey olmadýðým göster-
mektedir; ne var ki, özel üretimin temeli ile zýtlýk halinde bulunan bu ni-
teliði ile para, son tahlilde daima bir þey, diðer metalarýn yanýsýra özel bir
meta olarak görünmek zorundadýr.
En sonu, kuþkusuz kredi sistemi, kapitalist üretim tarzýndan, bira-
raya gelmiþ emeðe dayanan üretim tarzýna geçiþ sýrasýnda güçlü bir
manivela olarak hizmet edecektir; ama doðal olarak, ancak üretim tarzý-
nýn kendisindeki öteki büyük organik devrimler ile baðýntýlý bir öðe ola-
rak. Buna karþýlýk, sosyalist anlamda, kredi ve bankacýlýk sistemiyle ilgili
hayaller, kapitalist üretim tarzý ve onun þekillerinden birisi olarak kredi
sistemi konusunda tam bir bilgisizlikten ileri gelmektedir. Üretim araçla-
rýnýn sermayeye dönüþtürülmesi sona erer ermez (bu, toprak üzerinde
özel mülkiyetin ortadan kaldýrýlmasýný da içerir) kredi artýk bir þey ifade
etmez hale gelir. Ne var ki, bunu, Saint-Simon’un izleyicileri bile anlamýþ-
lardý. Öte yandan, kapitalist üretim tarzý varolmaya devam ettiði sürece,
faiz getiren sermaye de, onun biçimlerinden birisi olarak varlýðýný sür-
dürür ve gerçekte, ona ait kredi sisteminin temelini oluþturur. Yalnýz,
meta üretimini sürdürmek ve parayý ortadan kaldýrmak isteyen sansas-
yonel yazar Proudhon,25 o acayip yaratýk crédit gratuit’yi*, küçük-burjuva
sýnýfýnýn dindarca isteðinin bu sözde gerçekleþmiþ þeklini hayal edebile-
cek güçteydi.
Religion saint-simonienne, Economie politique et Politique’in 45.
25
Karl Marx, Misère de la Philosophie, Bruxelles et Paris, 1847. - Karl Marx, Zur Kritik der
politischen Œkonomie, s. 64 [Ekonomi Politiðirý Eleþtirisine Katký, s. 116. -Ed.]
* Karþýlýksýz kredi. -ç.

538 Karl Marks


Kapital III
sayfasýnda þunlarý okuyoruz: “Kredi, bazý kimselerin çalýþma yeteneði ve
[sayfa 537] isteði olmaksýzýn sýnai aletlere sahip bulunduðu ve diðer çalýþkan
kimselerin ise, emek aletlerinden yoksun olduðu bir toplumda, bu araçla-
rýn, sahiplerinin elinden bunlarý nasýl kullanacaðýný bilenlerin eline, müm-
kün olduðu kadar kolay þekilde aktarýlmasý amacýna hizmet eder. Bu
tanýmýn, krediye, mülkiyetin oluþum þeklinin bir sonucu olarak baktýðýna
dikkat ediniz.” Bu nedenle kredi, mülkiyetin bu oluþumuyla birlikte orta-
dan kalkar. Daha ilerde 98. sayfada, bugünkü bankalar, “kendi alanlarý
dýþýnda yeralan iþlemlerin baþlattýklarý, ama kendilerinin ilk itici kuvveti
saðlamadýklarý hareketleri izlemeyi kendi iþleri saymaktadýrlar; baþka
bir deyiþle, bankalar, kendilerine borç verdikleri travailleurs bakýmýn-
dan, kapitalistlerin rolünü oynamaktadýrlar.” Bankalarýn, kendilerinin yö-
netimi ele almalarý ve “yönettikleri kurumlar ile yaptýklarý iþlerin sayýsý ve
yararlýlýðý ile” (s. 101) kendilerini göstermeleri fikri, crédit mobilier’yi çe-
kirdek olarak içermektedir. Ayný þekilde, Charles Pecqueur, bankalarýn
(Saint-Simon’un izleyicileri buna Systeme général des banques diyor)
“üretimi yönetmesini” istiyor. Pecqueur, aslýnda, Saint-Simon’un bir iz-
leyicisidir, ama çok daha radikaldir. O “kredi kurumunun ... bütün ulu-
sal üretim hareketini denetlemesini” istiyor. – “Gereksinme içersindeki
yetenekli ve erdemli kimselere, araç ve gereçler verecek, ama bu borç-
lularý zorla sýký bir üretim ve tüketim birlikteliðine sokmadan, tersine,
kendi deðiþim ve üretimlerini düzenlemelerine yardým edecek ulusal
bir kredi kurumunun kurulmasýna çalýþýn. Bu þekilde, baþaracaðýnýz tek
þey, özel bankalarýn zaten þimdi yaptýklarý þey, yani anarþi, üretim ve
tüketim arasýnda oransýzlýk, bir kimsenin birden bire mahvolmasý ve bir
baþkasýnýn birdenbire zengin olmasý olur; böylece kuracaðýmýz kurum,
bir kimseye belli bir miktar çýkar saðlamaktan, buna karþýlýk, bir baþka-
sýnýn bunun ceremesini çekmesinden baþka bir iþ yapmýþ olmayacaktýr
... ve siz, yalnýzca, týpký þimdi kapitalist patronlarýn yaptýklarý gibi, yardým
ettiðiniz ücretli-emekçilere birbirleriyle rekabet etmeleri için araç saðlamýþ
olacaksýnýz.”(Ch. Pecqueur, Theorie Nouvelle d’Economie Sociale et Po-
litique, Paris 1842, s. 434.)
Tüccar sermayesi ile faiz getiren sermayenin en eski sermaye bi-
çimleri olduðunu görmüþ bulunuyoruz. Ama bunlardan faiz getiren ser-
mayenin halkýn kafasýnda par excellence sermaye biçimini almasý do-
ðaldýr. Tüccar sermayesinde, araya, siz ister buna kandýrma, emek ya
da baþka bir þey deyin, aracýnýn faaliyeti girmektedir. Oysa, faiz getiren
sermayede, sermayenin kendi kendisini üretici niteliði, kendisini
geniþleten deðer, artý-deðer üretimi tamamen gizemli bir özellik gibi gö-
rünmektedir. Ýþte bunun için, bazý iktisatçýlar bile, özellikle Fransa gibi,
sanayi sermayesinin henüz tamamen geliþmediði ülkelerde, faiz getiren
sermayeye temel sermaye biçimi olarak sarýlmakta ve örneðin toprak
rantýna, borç biçimi burada da egemen olduðu için, sýrf onun deðiþik bir
biçimi gözüyle bakmaktadýrlar. Böylece, kapitalist üretim tarzýnýn iç dü-

Karl Marks 539


Kapital III
zenlenmesi tamamen yanlýþ anlaþýlmakta ve topraðýn da sermaye gibi
yalnýz kapitalistlere [sayfa 538] borç verildiði olgusu gözden kaçýrýlmýþ
olmaktadýr. Kuþkusuz, makineler ve bürolar gibi üretim araçlarý da, para
yerine aynen borç verilebilir. Ama o zaman bunlar, belli bir para mik-
tarýný temsil ederler, ve faize ek olarak, aþýnma ve yýpranma için bir
kýsým ödenmesi olgusu, bunlarýn kullaným-deðerleri, yani sermayenin
bu öðelerinin özgül doðal biçimlerine baðlýdýr. Burada, kesin rol oynay-
an etmen, gene, bunlarýn doðrudan üreticilere mi –ki bu da, hiç deðilse
bu olayýn geçtiði alanda kapitalist üretim tarzýnýn bulunmamasý
önkoþulunu gerektirir–, yoksa sanayici kapitalistlere mi –ki bu da tama-
men, kapitalist üretim tarzýna dayanan varsayýmdýr– ödünç verilmiþ ol-
masýdýr. Burada, binalarýn, vb. bireysel kullaným için kiralanmasý halini
ayrýca tartýþma konusu etmek, hem konu-dýþý ve hem de anlamsýz bir
þey olur. Ýþçi sýnýfýnýn, bu yollarla da, hem de çok büyük ölçüde soyul-
duðu apaçýktýr, ama bunu da, gene, iþçilere, geçim araçlarýný satan pera-
kendeci tüccarlar yapmaktadýr. Ve bu, üretim sürecinin kendisinde
yeralan asýl sömürüye paralel giden ikincil bir sömürü þeklidir. Satma ile
borç verme arasýndaki ayrým, bu durumda tamamen önemsiz ve yalnýz-
ca biçimseldir, ve daha önce de deðinildiði gibi,* sorunun gerçek nite-
liðine büsbütün yabancý olanlar dýþýnda, hiç kimseye önemli bir þeymiþ
gibi görünmez.

––––––––––––

Tefecilik, ticaret gibi, belli bir üretim tarzýný sömürür. O, bu biçimi


yaratmaz, ama onunla dýþsal iliþki içersindedir. Tefecilik onu daima yeni
baþtan sömürebilmek için, doðrudan doðruya devam ettirmeye çabalar;
tutucudur ve bu üretim tarzýný yalnýzca daha sefil hale getirir. Üretim
sürecine meta olarak ne kadar az üretim öðesi girer ve oradan meta
olarak çýkarsa, bunlarýn ilk biçimleri olan para, ayrý bir hareket olarak o
kadar fazla görünür. Toplumsal yeniden-üretimde dolaþýmýn oynadýðý
rol nedenli önemsiz olursa, tefecilik o denli geliþip serpilir.
Para-servetin, özel bir tür servet olarak geliþmesi, tefeci sermaye
bakýmýndan, bu sermayenin bütün alacaklarýnýn, para alacak biçiminde
bulunduðu anlamýna gelir. Bir ülkede, üretimin ana gövdesi ne kadar
fazla doðal hizmetlerle, yani kullaným-deðerleriyle sýnýrlý ise, bu sermaye
o kadar fazla geliþir.
Tefecilik, aþaðýdaki ikili rolü oynadýðý ölçüde, sanayi sermayesi-
nin önkoþullarýný geliþtirmekte güçlü bir mekanizmadýr: birincisi, genel-
likle, tüccar servetinin yaný sýra, baðýmsýz bir para-servet oluþturmak;
ikinci olarak da, emek araçlarýna elkoymak, yani emek araçlarýnýn eski
sahiplerini mahvetmek.

* Bu baskýda s. 302-309. -Ed.

540 Karl Marks


Kapital III
ORTAÇAÐLARDA FAÝZ

“Ortaçaðlarda nüfus, tamamen tarýmsaldý. Bu feodal sistem içer-


sinde [sayfa 539] ancak az bir alýþveriþ olabilirdi ve dolayýsýyla kâr da küçük
olurdu. Dolayýsýyla, tefeciliðe karþý olan yasalar ortaçaðlarda haklýydý.
Ayrýca, tarýmsal bir ülkede, bir kimse fakirliðe ya da sefalete düþmedikçe,
ancak ender olarak borç para almak ister. ... Henry VIII zamanýnda faiz
%10 olarak sýnýrlandýrýlmýþtý. James I bunu yüzde 8’e indirdi. ... Charles
II, yüzde 6’ya indirdi; Kraliçe Anne’ýn saltanatý sýrasýnda, bu, yüzde 5’e
indirildi. ... O devirlerde, borç verenlerin, aslýnda, yasal olmakla birlikte
fiili bir tekelleri vardý, ve bu nedenle de, öteki tekelciler gibi bunlarýn da
bir düzen içersine sokulmasý gerekiyordu. Zamanýmýzda, faiz oranýný
düzenleyen, kâr oranýdýr. O devirlerde ise, kâr oranýný düzenleyen þey
faiz oraný idi. Borç para veren, tüccardan yüksek bir faiz oraný istedi mi,
tüccar da mallarýna yüksek bir kâr oraný koymak zorundaydý. Böylece,
büyük bir miktar para, alýcýlarýn cebinden alýnýp, borç para verenlerin
cebine konuyordu.” (Gilbart, History and Principles of Banking. s. 163,
164, 165.)
“Bana söylendiðine göre, her Leipzig Fuarýnda yýlda þimdi 10 gul-
den, yani her yüz gulden için 300 gulden alýnýyormuþ;* bazýlarý, Neuen-
burg Fuarýný da ekleyince, bu, her yüz gulden için 40 gulden ediyormuþ;
acaba bu böyle mi bilmiyorum. Utanç verici! Bunun þeytanca sonucu ne
olacaktýr? ... Þimdi Leipzig’de 100 florini olan herkes yýlda 40 florin alýyor
ve bu, her yýl bir köylü ya da kasabalýyý paralayýp gövdeye indirmekle
ayný þeydir. Bir kimsenin 1.000 florini varsa ve yýlda 400 florin alýyorsa,
bu, her yýl bir þövalye ya da zengin soyluyu gövdeye indirmek demektir.
Eðer bir kimsenin elinde 10.000 florini varsa, yýlda 4.000 florin alýyorsa,
bu, her yýl zengin bir kontu yiyip yutmak demektir. Eðer bir kimsenin,
büyük tüccarlar gibi, 100.000 florini varsa ve yýlda 40.000 florin alýyorsa,
bu, her yýl varlýklý bir prensi çiðnemeden yutmak demektir. Yok eðer bir
kimsenin elinde 1.000.000 florin var da, yýlda 400.000 florin alýyorsa; bu,
her yýl haþmetli bir kralýn gövdeye indirilmesi demektir. Ve o, böylece,
ne kendisini, ne malýný-mülkünü tehlikeye atmakta, iþ güç yapmamak-
ta, ocaðýn karþýsýna geçip patates kýzartmaktadýr; aþaðýlýk bir eþkýya evde
oturup da on yýlda bütün dünyayý iþte böylece gövdeye indirebilir.” (Bu
parça, Bücher vom Kaufhandel und Wueher vom Jahre 1524 adlý yapýt-
tan alýnmýþtýr; Luther’s Werke, Wittenberg 1589, Teil 6, s.312.)
“Onbeþ yýl önce, öylesine tehdit edici bir þekilde yayýlmýþtý ki, her
hangi bir düzelmeyi pek de ummadýðým bir sýrada, tefeciliðe karþý kale-
mi elime aldým. O zamandan heri öylesine saldýrgan hale geldi ki, artýk,
kötülük, günah ya da ayýp diye sýnýflandýrýlmasýna tenezzül etmiyor ve

* Yazar burada, yýlda üç kez, -Yeni yýlda, Paskalya’da ve St. Michael Gününde– kurulan
Leipzig Fuarýnda üç taksitte, faizle birlikte ödenen 100 gulden borçtan sözediyor. -Ed.

Karl Marks 541


Kapital III
sanki halk için büyük bir yarar ve hýristiyanca hizmet saðlýyormuþ gibi,
katýksýz erdem ve onur gibi övülmek istiyor. Þimdi bizim, onura [sayfa 540]
dönüþen bu utançtan, erdeme dönüþen bu kötülükten kurtulmamýza
kim yardým edecek?” (Martin Luther, An die Pfarherm wider den Wue-
her zu predigen, Wittenberg 1540.)

––––––––––––

“Yahudiler, Lombardlar, tefeciler, gasp edenler, bizim ilk banker-


lerimiz, bizim ilkel para tüccarlarýmýzdý, bunlarýn karakteri biraz adice
idi. ... Bunlara, Londralý sarraflar da katýldý. Bir bütün olarak ... bizim ilkel
bankerler ... kötü bir takým idi; bunlar açgözlü tefeciler, taþ kalpli vam-
pirlerdi.” (D. Hardcastle, Banks and Bankers, 2nd ed., London 1843, s.19,
20.)
“Venedik’in (bir banka kurmakla) gösterdiði örnek, böylece he-
men taklit edildi; bütün kýyý kentleri, ve genellikle, baðýmsýzlýklarý ve
ticaretleriyle ün yapmýþ bütün kentler, ilk bankalarýný kurdular. Gemileri-
nin çoðu kez uzun zaman alan dönüþ yolculuðu, kaçýnýlmaz olarak kre-
diyle iþ yapýlmasýna yolaçtý. Bunu, Amerika’nýn bulunmasý ve bu kýta ile
yapýlan ticaret daha da yoðunlaþtýrdý.” (Esas nokta da buydu.) Gemilerin
kiralanmasý büyük borçlarý zorunlu hale getirdi; bu, eski Atina’da ve Yu-
nan’da uygulanmýþ bulunan bir usuldü. 1308’de, Bruges tüccar loncasýn-
ýn bir sigorta þirketi vardý. (M. Augier, l. c., s. 202, 203.)
Modern kredi sisteminin geliþmesinden önce, 17. yüzyýlýn son
otuz yýlýnda Ýngiltere’de bile hâlâ görülen ve büyük toprak sahiplerine ve
genellikle zevküsefa peþinde koþan varlýklý kiþilere verilen borçlarýn ne
boyutlara ulaþtýðý, diðer þeyler arasýnda, Sir Dudley North’un yapýtlarýnda
görülebilir. Sir North, yalnýz ilk Ýngiliz tüccarlarýndan birisi deðil, ayný
zamanda, zamanýnýn en önde gelen teorik iktisatçýlardan birisiydi: “Bu
ülkede ticaretle uðraþan kimselere iþlerini yürütmek için verilen miktar,
faizle kullanýlan paranýn onda-biri bile deðildir; faizle verilen paranýn büyük
bir kýsmý, lüks eþya ve büyük toprak sahipleri olduðu halde, toprakla-
rýnýn getirdiðinden daha fazla harcayan kimselerin giderlerinin karþýlan-
masý için kullanýlýyordu; bunlar malikanelerini satmaktansa rehine
koymayý tercih ediyorlardý.” (Discourses upon Trade, London 1691, s. 6-
7.)
18. Yüzyýlda Polonya: ‘’Varþova, baþlýca temeli ve amacý banker-
lerin tefecilik yapmasý olan, çok canlý bir poliçe ticaretiyle uðraþýyordu.
Müsrif toprakbeylerine %8 faizle borç verecekleri parayý saðlamak için,
dýþ ülkelerden açýk poliçe kredisi arýyorlar ve buluyorlardý; bu kredi her
hangi bir meta ticaretine dayanmýyordu ve poliçeyi çeken yabancý, bu
dalavere ile yapýlan geriye ödemeleri aldýðý sürece devam ediyordu. Ne
var ki bunlar, yaptýklarý bu iþin bedelini, Tapper ve diðer çok saygýdeðer
Varþovalý bankerlerin iflaslarý sonucu çok aðýr biçimde ödediler.” (J. G.

542 Karl Marks


Kapital III
Büsch, Theoretisch-praktische Darstellung der Handlung, ete.,. 3rd. ed.,
Hamburg 1808, vol.II., s. 232, 233.) [sayfa 541]

FAÝZÝN YASAKLANMASI ÝLE KÝLÝSENÝN SAÐLADIÐI


ÇIKARLAR

“Faiz alýnmasý kilisece yasaklanmýþtý, ama sýkýntý ve darlýk sýrasýn-


da, para bulmak amacýyla mal-mülk satýlmasý yasaklanmamýþtý. Borcu
alanýn borcunu ödemesine kadar belli bir süre için güvence olarak, bor-
cu verene mal ve mülkün devredilmesi de yasaklanmamýþ, alacaklýya
parasýndan ayrý kalmasýna ödül olarak, bu maldan serbestçe yararlan-
ma hakký tanýnmýþtý. ... Bizzat kilise, kiliseye baðlý topluluklar ve pia
corpora* bu uygulamadan, özellikle haçlý seferleri sýrasýnda büyük çý-
karlar saðlamýþlardýr. Böylece, ulusal servetin çok büyük bir kýsmý, “ölü
el” denilen bir kurumun tasarrufuna geçmiþ oldu; hele Yahudiler, bu
gibi tefecilikle uðraþmaktan men edildikleri ve bu gibi gayrimenkul ipo-
tekleri tasarruf etmenin saklanmasý olanaksýz olduðu için, bu servet daha
da büyüktü. ... Faiz üzerine konulan bu yasaklama olmasaydý, kilise ile
manastýrlar hiç bir zaman bu kadar büyük servet sahibi olamazlardý.” (l.
c., s. 55.) [sayfa 542]

* Hayýr kurumlarý. -ç.

Karl Marks 543


Kapital III
ALTINCI KISIM
ARTI-KÂRIN TOPRAK RANTINA
DÖNÜÞMESI

––––––––––––

OTUZYEDÝNCÝ BÖLÜM
GÝRÝÞ

TOPRAK mülkiyetinin çeþitli tarihsel biçimlerinin tahlili bu yapýtýn


kapsamý dýþýnda kalýr. Bununla ancak, sermaye tarafýndan üretilen artý-
deðerin, toprak sahibinin payýna düþen bölümü ölçüsünde ilgileneceðiz.
Þu halde týpký manüfaktürde olduðu gibi, tarýmda da kapitalist üretim
tarzýnýn egemen olduðunu varsayýyoruz; bir baþka deyiþle, tarým, diðer
kapitalistlerden, esas olarak sermayelerinin ve bu sermayenin harekete
geçirdiði ücretli emeðin yatýrýlma biçimiyle ayýrdedilen kapitalistler ta-
rafýndan yürütülmektedir. Bizi ilgilendirdiði kadarýyla, nasýl fabrikatör,
iplik ya da makine üretirse, çiftçi de, buðday vb. üretir. Kapitalist üretim
tarzýnýn, tarýmý da denetimine aldýðý varsayýmý, bu üretim tarzýnýn, üreti-
min ve burjuva toplumunun bütün alanlarýnda hüküm sürmesi demek-
tir, yani onun önkoþullarý, örneðin sermayeler arasýnda serbest rekabet,
sermayenin bir üretim alanýndan diðerine aktarýlmasý olanaðý ve ortala-
ma kârýn bir düzeyde olmasý vb. tümüyle olgunlaþmýþtýr. Burada ince-
leyeceðimiz toprak mülkiyeti biçimi, sermayenin ve kapitalist üretim
tarzýnýn etkisi ile, ya feodal toprak sahipliðinden ya da toprak ve tarlanýn
zilyetliðinin doðrudan üretici için üretimin önkoþullarýndan biri olduðu
ve onun topraða sahip olmasýnýn, kendi üretim tarzýnýn geliþmesi açýsýn-
dan [sayfa 543] en elveriþli koþul olarak gözüktüðü, bir geçim aracý olarak

544 Karl Marks


Kapital III
küçük-köylü tarýmýndan dönüþen, özellikle tarihsel bir biçimdir. Nasýl,
kapitalist üretim tarzý, daima, emeðin koþullarýnýn, emekçilerin elinden
alýnmasýna dayanýyorsa, bu, tarýmda da, tarým emekçilerinin topraktan
kopartýlmalarýný ve tarýmý kâr amacýyla yürüten kapitaliste baðlý kýlýnma-
larýný öngörür. Böylece, tahlilimizin amacý açýsýndan baþka toprak mül-
kiyeti ve tarým biçimlerinin var olmuþ olmasý, ya da hâlâ var olduðu yo-
lundaki itiraz, tamamen yersizdir. Böyle bir itiraz, ancak, tarýmdaki kapi-
talist üretim tarzýný ve buna tekabül eden toprak mülkiyeti biçimini,
tarihsel deðil de, ebedi kategoriler olarak alan iktisatçýlara uygulanabilir.
Bizim, toprak mülkiyetinin modern biçimini inceleme nedenimiz
sýrf, sermayenin topraða yatýrýlmasýndan doðan bütün özgül üretim ve
deðiþim iliþkilerini inceleme gereksinmesine dayanýr. Bu yapýlmadýkça,
sermaye tahlilimiz tamamlanmýþ olmayacaktýr. Bu nedenle, biz, yalnýz-
ca sermayenin bizzat tarýma, yani belli bir halký besleyen ana tarým ürü-
nünün üretimine yatýrýlmasý üzerinde duracaðýz. Bu amaç için, buðdayý
kullanabiliriz, çünkü buðday, kapitalist yönden geliþmiþ modern ulusla-
rýn baþlýca geçim aracýdýr. (Ya da, tarým yerine, madenciliði kullanabili-
riz, çünkü her ikisi için de yasalar aynýdýr.)
Adam Smith’in en büyük katkýlarýndan biri, keten ve boya eczasý
gibi tarýmsal ürünlerin üretimine ve baðýmsýz sýðýr yetiþtiriciliðine vb. yatý-
rýlan sermaye için toprak rantýnýn, ana geçim maddesinin üretimine
yatýrýlan sermayeden elde edilen toprak rantý tarafýndan belirlendiðini
göstermiþ olmasýdýr.* Gerçekten de, o zamandan beri, bu konuda baþka
hiçbir ilerleme kaydedilmemiþtir. Bütün sýnýrlamalar ya da eklemeler,
toprak mülkiyeti üzerine ayrý bir incelemede yapýlmalýdýr, burada deðil,
bu yüzden, –buðday üretimine ayrýlmýþ toprak kastedilmedikçe– ex pro-
fesso toprak mülkiyetinden sözetmeyeceðiz, buna, yalnýzca, yeri gelince,
örnek olarak baþvuracaðýz.
Eksik bir þey kalmasýn diye, toprak deyiminin içine, topraðýn bir
eki olarak bir kimseye ait olduklarý sürece, suyu, vb. kattýðýmýzý da belir-
telim.
Toprak mülkiyeti, bazý kiþilerin, yeryüzünün belli bölgelerini, baþka
herkesi dýþtalayarak, tamamen, kendi özel irade alanlarý þeklinde tekel-
leri altýna almalarýný öngörür.26 Bunu aklýmýzda tutarsak, sorun, kapitalist

* Smith, An lnquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations, Aberdeen, Lon-
don 1848, s. 105-106.-Ed.
26
Hiç birþey, Hegel’in geliþtirdiði özel toprak mülkiyetinden daha komik olamaz. Buna
göre, insan bir birey olarak, iradesini, dýþsal doðanýn ruhu olarak gerçekliðe vermelidir, ve bu
yüzden bu doðaya sahip olmalý ve onu kendi özel mülkü yapmalýdýr. Eðer bu, “birey”in, bir bi-
rey olarak insanýn yazgýsýysa, bundan, her insanýn, gerçek bir birey olmak için, bir toprak sahibi
olmasý gerektiði çýkacaktýr. Çok yeni bir ürün olan topraðýn serbest özel mülkiyeti Hegel’e göre
belirli bir toplumsal iliþki deðil, bir birey olarak insanýn “doða”yla bir iliþkisi, insanýn, her þeyi
mülk edinmekte mutlak bir hakkýdýr. (Hegel, Philosophie des Rechts, Berlin 1840, s. 79.) En
azýndan þu kadarý açýktýr: birey, ayný toprak parçasýna dayanarak, ayný biçimde gerçek bir birey
haline gelmek isteyen bir baka bireyin iradesine karþý, salt kendi “irade”si ile bir toprak sahibi
olarak varlýðýný koruyamaz. Bu, kesinlikle, iyi niyetten baþka bir þeyi de gerektirir. Üstelik, “birey”in

Karl Marks 545


Kapital III
[sayfa 544]üretim temeli üzerinde, bu tekelin gerçekleþtirilmesini, yani ik-
tisadi deðerini araþtýrmaktýr. Bu kiþilerin, yeryüzünün bazý bölgelerini
kullanmada ya da kötüye kullanmada, yasal güce sahip olmalarýyla, hiç
bir þey çözümlenmiyor. Bu gücün kullanýlmasý, tümüyle, onlarýn istem-
lerinden baðýmsýz olan, iktisadi koþullara dayanýr. Yasal görüþ, tek baþýna,
yalnýzca, bütün diðer mal sahipleri, mallarýyla ne yapabiliyorlarsa, toprak
sahibinin de toprakla ayný þeyi yapabileceði anlamýna gelir. Ve bu görüþ,
bu topraðýn serbest özel mülkiyeti konusundaki yasal görüþ, eski dünya-
da, ancak toplumun organik düzeninin daðýlmasýyla ve modern dünya-
da, ancak kapitalist üretimin geliþmesiyle ortaya çýkar. Bu, Asya’ya,
Avrupalýlar tarafýndan ancak bazý bölgelerde sokulabilmiþtir. Ýlkel biriki-
mi incelediðimiz bölümde (Buch I, Kap. XXIV), bu üretim tarzýnýn, bir
yandan, doðrudan üreticilerin, topraðýn (vasallar, serfler, köleler vb.
þeklinde) yalnýzca bir eki olma durumundan çýkmalarýný, öte yandan da,
insan yýðýnlarýnýn topraktan kopartýlmalarýný þart koþtuðunu görmüþtük.
Bu ölçüde, toprak mülkiyetinin tekeli tarihsel bir öncüldür ve yýðýnlarýn
þu ya da bu biçimde sömürülmesine dayanan bütün önceki üretim tarz-
larýnda olduðu gibi, kapitalist üretim tarzýnýn da temeli olmaya devam
etmektedir. Ama, baþlangýç halindeki kapitalist üretim tarzýnýn karþýsýnda
bulduðu toprak mülkiyeti biçimi ona uymaz. O, önce, tarýmý, sermayeye
baðlý kýlarak, kendisi için, gerekli olan biçimi yaratýr. Böylece –hukuki
biçimleri ne kadar farklý olursa olsun– feodal toprak mülkiyetini, klan
mülkiyetini, mark komünlerindeki küçük köylü mülkiyetini, bu üretim
tarzýnýn gereklerini karþýlayan iktisadi biçimlere dönüþtürür. Kapitalist
üretim tarzýnýn, belli baþlý sonuçlarýndan biri, bir yandan, tarýmý, toplu-
mun en azgeliþmiþ kesimince uygulanan, kendi kendine devam eden
salt deneysel ve mekanik bir süreç olmaktan çýkartýp, özel mülkiyet
koþullarý altýnda bu ne kadar mümkünse, tarýmbilimin bilinçli, bilimsel
bir [sayfa 545] uygulamasý haline sokmasý;27 yani bir yandan, toprak mülki-

iradesini gerçekleþtirmek için nereyi sýnýrladýðýný – bu iradenin gerçekleþmesi için bütün bir
ülkeyi mi, yoksa, mal edinilmeleriyle, “iradenin, eþya üzerinde üstünlüðünün kendini göste-
rebileceði” [s. 80] bütün bir ülkeler grubunu mu gerektirdiðini saptamak, kesinlikle olanaksýzdýr.
Burada Hegel tam bir çýkmaza giriyor. “Mal edinme, çok özel bir türdendir; bedenimle deðe-
bileceðimden fazlasýna sahip olmam, ama öte yandan açýktýr ki, dýþsal þeyler tutabileceðimden
daha yaygýndýr. Böyle bir þeye böylece sahip olmakla, bir baþkasý, dolayýsýyla ona baðlanmaktadýr.
Mal edinme eylemini elimle uygularým, ama bunun kapsamý geniþletilebilir.” (s. 90.) Bu, “kav-
ram”m, olaðanüstü bir saflýkla kabul edilmesidir, ve ta baþlangýçta, –burjuva toplumuna ait–
çok belirli bir hukuki toprak mülkiyeti görüþünü mutlak olarak kabul eden bu kavramýn, bu
toprak mülkiyetinin gerçek yapýsýný “hiç” anlamadýðýný tanýtlar. Bu, ayný zamanda, toplumsal,
yani iktisadi geliþme gerekleri deðiþtikçe, “pozitif hukukun” belirlenmelerinin de deðiþebileceði
ve deðiþmesi gerektiðinin kabulünü de içerir.
27
Johnston gibi çok tutucu tarým kimyacýlarý, gerçekten rasyonel bir tarýmýn, her yerde,
özel mülkiyetten kaynaklanan aþýlmaz engellerle karþýlaþtýðýný kabul etmektedirler. Dünyadaki
özel mülkiyet tekelinin ex professo savunucularý olan yazarlar da bunu kabul etmekteler; örneðin
Charles Comte’un, özel amacý, özel mülkiyetin savunulmasý olan iki ciltlik yapýtýnda olduðu gi-
bi. “Bir Ulus” diyor, “onu besleyen topraðýn her bölümü, genel çýkarla en iyi uyuþan amaca ay-
rýlmadýkça, niteliði ile baðdaþan bir gönenç ve güç derecesine eriþemez. Ulusun zenginliðinde
güçlü bir geliþme saðlamak için, tek ve özellikle son derece bilgili bir iradenin, eðer mümkünse,

546 Karl Marks


Kapital III
yetini, egemenlik ve kulluk iliþkilerinden koparmasý, öte yandan da, bir
üretim aracý olarak topraðý, toprak mülkiyetinden ve toprak sahibinden
–ki onun için toprak, yalnýzca, tekeli sayesinde sanayici kapitalistten,
kapitalist çiftçiden topladýðý belli bir para miktarýný temsil eder– tümüyle
ayýrmasýdýr; [kapitalist üretim tarzý] toprak sahipliði ile toprak arasýndaki
baðlantýyý öylesine kökünden çözer ki, malikaneleri Ýskoçya’da olduðu
halde, toprak sahibi bütün yaþamýný Ýstanbul’da geçirebilir. Böylece, top-
rak mülkiyeti, bütün eski siyasal ve toplumsal süslerini ve iliþkilerini,
kýsacasý, daha sonra göreceðimiz gibi, hem sanayici kapitalistlerin ken-
dilerinin, hem de onlarýn teorik sözcülerinin toprak mülkiyetine karþý
giriþtikleri savaþýmýn ateþiyle yararsýz ve saçma fazlalýklar diye verdikleri
bütün bu geleneksel ekleri üzerinden atarak, saf iktisadi biçimini alýr. Bir
yandan, tarýmýn rasyonelleþtirilerek ilk kez toplumsal bir ölçüde iþlenebilir
hale getirilmesi, öte yandan da topraktaki mülkiyetin ad absurdum*
azaltýlmasý, kapitalist üretim tarzýnýn büyük baþarýlarýdýr. Bütün diðer ta-
rihsel ilerlemeleri gibi, bunlarý da, önce, doðrudan üreticileri tümüyle
yoksullaþtýrarak elde etmiþtir.
Esas konumuza geçmeden önce, yanlýþ, anlamaya meydan ver-
memek için, baþlangýç niteliðinde birkaç söz daha söylemek gerekiyor.
Kapitalist üretim tarzýnýn önkoþullarý o halde þunlardýr: Topraðý
gerçekten iþleyenler, bir kapitalist tarafýndan, tarýmla, yalnýzca sermaye-
nin özel bir sömürü alaný olarak, özel bir üretim dalýndaki sermayesi için
bir yatýrým olarak uðraþan bir kapitalist çiftçi tarafýndan istihdam edilen
ücretli iþçilerdir. Kapitalist çiftçi, toprak sahibine, kullandýðý topraðýn sa-
hibine, sermayesini, bu özel üretim dalýna yatýrma hakký karþýlýðýnda
sözleþme ile saptanmýþ belirli dönemlerde, örneðin her yýl, (týpký para-
sermaye ödünç alanýn belirli bir faiz ödemesi gibi) bir miktar para öder.
Ýster tarýmsal toprak, yapý arsalarý, madenler, balýkçýlýk bölgeleri ya da
[sayfa 546] “ormanlar için olsun ödenen bu para miktarý toplamýna, toprak
rantý adý verilir. Bu, toprak sahibinin, topraðýný, kapitalist çiftçiye kirala-
mayý kabul ettiði bütün dönem için ödenir. Bu nedenle, toprak rantý,
burada, topraktaki mülkiyetin, iktisadi açýdan gerçekleþtiði, yani deðer
ürettiði biçimidir. O halde, burada, birlikte ve karþýlýklý zýtlýk halinde, mo-

mülkünün her parçasýnýn görevini vermeyi ve her parçasýnýn bütün ötekilerin gönencine katkýda
bulunmasýný saðlamayý üstlenmesi gerekir. Ama böyle bir iradenin varlýðý ... topraðýn özel par-
çalara bölünmesiyle ... ve her mal sahibine güvence verilen, mülkünü hemen hemen mutlak
bir biçimde kullanma yetkisiyle baðdaþmayacaktýr.” [Traite de la propriéte,Tome I, Paris 1834,
s. 228. -Ed.] – Johnston, Comte ve ötekiler, mülkiyet ile rasyonel bir teknik tarým arasýndaki bir
çeliþkiden sözettiklerinde, yalnýzca bir bütün olarak belli bir ülkenin topraðýnýn iþlenmesi zorun-
luluðunu düþünüyorlar. Ama, özel tarýmsal ürünlerin ekiminin piyasa-fiyatlarýndaki dalgalan-
malara baðlý oluþu ve bu ekimdeki bu fiyat dalgalanmalarýndan doðan sürekli deðiþiklikler –he-
men para kazanýlmasý amacýna yöneltilmiþ olan kapitalist üretimin tüm ruhu-, ardarda kuþaklar
zincirinin gereksinme duyduðu tüm sürekli yaþam gereksinmeleri dizisini saðlamak zorunda
olan tarýmla çeliþki halindedir. Ancak ender olarak, yani özel mülk olmayýp, devlet denetimine
tabi olduklarý zaman bir bütün olarak toplumun çýkarlarýna azçok uygun düþen bir biçimde
yönetilen ormanlar, bunun çarpýcý bir örneðini verirler.
* Anlamsýzca, saçma olarak. -ç.

Karl Marks 547


Kapital III
dern toplumun çerçevesini oluþturan üç sýnýfýn hepsi – ücretli iþçiler,
sanayici kapitalistler ve toprak sahipleri ortaya çýkmýþ oluyor.
Sermaye, ya kimyasal nitelikte iyileþtirmeler, gübreleme vb. ile
olduðu gibi geçici bir biçimde, ya da drenaj kanallarý, sulama çalýþmalarý,
düzleme, çiftlik binalarý vb. ile olduðu gibi daha sürekli bir biçimde
topraða katýlarak, ona baðlanabilir. Baþka yerlerde, topraða bu biçimde
uygulanan sermayeye la terre-capital* adýný verdim.28 Bu, sabit sermaye
kategorisine dahildir. Topraða katýlan sermayenin faizi, ve bir üretim
aracý olarak bu yolla onda meydana getirilen iyileþtirmeler, kapitalist
çiftçinin toprak sahibine ödediði rantýn bir bölümünü oluþturabilir,29 ama
ister doðal, ister iþlenmiþ durumda olsun, topraðýn o haliyle kullanýmý
için ödenen gerçek toprak rantýný oluþturmaz. Bizim þimdiki araþtýrma
alanýmýz dýþýnda kalan toprak mülkiyeti üzerine yöntemli bir inceleme-
de, toprak sahibinin gelirinin bu bölümü, uzun uzadýya tartýþýlmalýdýr.
Burada, onun hakkýnda birkaç söz söylemek yetecektir. Tarýmdaki
alýþýlmýþ üretim süreçlerine eþlik eden, daha geçici sermaye yatýrýmla-
rýnýn istisnasýz hemen hepsi, kapitalist çiftçi tarafýndan yapýlýr. Tarým rasyo-
nel bir biçimde yapýlýrsa, yani örneðin Birleþik Devletler’in eski
köle-sahipleri arasýnda moda olduðu gibi, topraðýn vahþice yaðma edil-
mesine indirgenmezse, genel olarak asýl tarým gibi, bu yatýrýmlar da,
topraðý iyileþtirirler,30 ürününü artýrýrlar, ve topraðý salt malzeme olmakt-
an çýkarýp toprak-sermayeye dönüþtürürler; bununla birlikte, kibar to-
prak sahipleri bu tip uygulamalara karþý sözleþme ile kendilerini güvence
altýna almýþlardýr. Ýþlenmiþ bir tarla, ayný doðal nitelikteki iþlenmemiþ bir
tarladan daha deðerlidir. Topraða katýlan ve daha uzun bir süre içinde
tüketilen, daha sürekli, sermaye yatýrýmlarý da, esas olarak ve bazý alan-
larda çoðu kez tümüyle kapitalist çiftçi tarafýndan yapýlýr. Ama sözleþmede
yükümlenilen zaman sona erer ermez, –ve kapitalist üretimin geliþmesi
[sayfa 547] ile, toprak sahiplerinin sözleþme süresini mümkün olduðu kadar
kýsaltmaya çalýþmalarýnýn nedenlerinden biri de budur-, topraða katýlmýþ
olan iyileþtirmeler, asýl maddenin, topraðýn ayrýlmaz bir niteliði olarak
toprak sahibinin malý olurlar. Toprak sahibi, yeni yaptýðý sözleþmede,

28
Misère de la Philosophie, s. 165 [Karl Marx, Felsefenin Sefaleti, Sol Yayýnlarý, Ankara 1975,
s. 171, 172. -Ed.] Burada terre-matière ve terre-capital arasýnda bir ayrým yapmýþtým. “Zaten
üretim araçlarý biçimine dönüþtürülmüþ bulunan topraklara salt daha çok sermaye yatýrma
olgusu, topraða madde olarak, yani topraðýn boyutlarýna bir þey eklemliksizin, topraðý sermaye
olarak artýrýr. ... Sermaye olarak toprak, herhangi bir baþka sermayeden daha ölümsüz deðildir.
... Sermaye olarak toprak, sabit sermayedir; ama sabit sermaye de, týpký, döner sermaye gibi,
tüketilir.”
29
“Oluþturabilir” diyorum, çünkü bazý koþullar altýnda, bu faiz, toprak rantý yasasýyla dü-
zenlenir ve bu yüzden büyük doðal verimliliðe sahip bakir topraklar arasýndaki rekabette olduðu
gibi, ortadan kaybolabilir.
30
Bkz: James Anderson, [A Calm lnvestigation of the Circumstances that have led to the
Present Scarcity of Grain in Britain, London 1801, s. 35-36, 38, -Ed.] ve Carey [The Past, The
Present and The Future, Philadelphia 1848, s. 129-131. -Ed.]
* Sermaye olarak toprak, toprak-sermaye. -ç.

548 Karl Marks


Kapital III
topraða katýlan sermayenin faizini, toprak rantýnýn kendisine ekler. Ve
bunu, þimdi topraðý ister bu iyileþtirmeleri yapan kapitalist çiftçiye, ister
bir baþka çiftçiye kiralasýn, gene yapar. Böylece rantý artmýþ olur, ve eðer
topraðýný satmak isterse (topraðýn fiyatýnýn nasýl belirlendiðini birazdan
göreceðiz), þimdi deðeri daha yüksek olacaktýr. Yalnýzca topraðý deðil,
iyileþtirilmiþ topraðý karþýlýðýnda hiç bir þey ödemediði topraða katýlan
sermayeyi de satmaktadýr. Bizzat toprak rantýnýn hareketlerinden tama-
men ayrý olarak, toprak sahiplerinin artan bir biçimde zenginleþmesinin,
rantlarýnýn, sürekli artmasýnýn ve iktisadi geliþme süreci ile birlikte, mali-
kanelerinin para-deðerinin durmadan büyümesinin sýrlarýndan biri de
burada yatar. Böylece, toplumsal geliþmenin, kendi yardýmlarý olmaksý-
zýn yaratýlmýþ bir ürününü cebe indirirler – fruges consumere nati.* Ama
bu, ayný zamanda, tarýmýn rasyonel geliþmesinin önüne çýkan en büyük
engellerden de biridir, çünkü kiracý çiftçi, kiralama dönemi boyunca
tam kazancýný almayý umut edemeyeceði bütün iyileþtirmelerden ve
harcamalardan kaçýnýr. Yalnýzca, 18. yüzyýlda, modern rant teorisinin**
gerçek bulucusu –ayrýca zamanýnýn becerikli bir kapitalist çiftçisi ve ileri
bir tarýmbilimcisi olan– James Anderson’un deðil, ayný zamanda, günü-
müzde, Ýngiltere’deki toprak mülkiyetinin bugünkü yapýsýna karþý çýkan-
larýn da, bu durumu bir engel sayarak, býkýp usanmadan þiddetle
yerdiklerini görüyoruz.
A. A. Walton,*** History of the Landed Tenures of Great Britain
and Ireland, London 1865’te, bu konuda þöyle diyor (s. 96, 97): “Ülkenin
her yerindeki pek çok tarýmsal birliðin tüm çabalarý, bu iyileþtirmeler,
kiracý çiftçinin ya da emekçinin koþullarýný düzeltmekten çok, toprak-
beyinin malikanesinin ve kiraya verdiði mallarýn deðerinin çok daha
büyük ölçüde artmasý anlamýna geldiði sürece, tarýmsal iyileþmenin ger-
çek ilerlemesi açýsýndan çok geniþ ve gerçekten dikkate deðer sonuçlar
veremeyeceklerdir. Genellikle, çiftçiler, toprakbeyi ya da onun aracýsý
kadar, ya da hatta Tarýmsal Birliðin baþkaný kadar, topraðýn iyice temiz-
lenmesi ve iþlenmesinde daha çok emek istihdamý ile birlikte, iyi drenaj,
bol gübre ve iyi yönetimin, hem iyileþtirmede, hem üretimde fevkalade
sonuçlar vereceðinin farkýndalar. Ancak, bütün bunlarýn yapýlabilmesi
için epeyce harcama gerekmektedir, ve çiftçiler þunun da farkýndalar ki,
topraðý [sayfa 548] ne kadar iyileþtirseler ya da deðerini artýrsalar; uzun dö-
nemde esas kârý, daha yüksek rant ve malikanelerinin artan deðeri biçi-
minde, toprakbeyleri alacaklardýr. ... Bu söylevcilerin [tarým þenliklerinde
konuþan toprakbeyleri ve aracýlarýnýn] garip bir dikkatsizlikle onlara söy-
lemeyi ihmal ettikleri þeyi –yani yaptýklarý bütün iyileþtirmelerde, aslan

* Topraðýn meyvelerini tüketime yetenekli. -ç. - (Horace, Epistles. Book I. 2, 27. Ed.)
** J. Anderson’un rant teorisi konusundaki bkz. K. Marx, Theorien über den Mehwert (K.
Marx-F.Engels, Werke, Band 26, 2. Teil, s.103-l06, 110-114, 134-139).-Ed.
*** Asýl mesleði mimarlýk olan Alfred A. Walton, demokratik davalarýn aktif bir destekleyicisi
ve Birinci Enternasyonal’in 1867’den 1870’e kadar Genel Konsey üyesiydi -Ed.

Karl Marks 549


Kapital III
payýnýn, uzun vadede mutlaka toprakbeylerinin cebine gideceðini-, gö-
rebilecek kadar uyanýktýrlar. ... Ýlk kiracý, çiftliði ne kadar iyileþtirirse,
onun ardýlý, toprakbeyinin, rantý, her zaman, önceki iyileþtirmelerden
doðan topraktaki deðer artýþýyla orantýlý olarak artýracaðýný görecektir.”
Asýl tadýmda bu süreç, topraðýn yapý amacýyla kullanýldýðý haldeki
kadar açýklýkla henüz görülmez. Ýngiltere’de yapý amacýyla kullanýlan,
ama freehold* olarak satýlmamýþ olan topraðýn çok büyük bir bölümü,
toprak sahiplerince, 99 yýllýðýna, ya da mümkünse daha kýsa bir süre için
kiralanmýþtýr. Bu dönemin sona ermesinden sonra, yapýlar, topraðýn ken-
disiyle birlikte, toprak sahibinin eline geçer. ‘’Onlar [kiracýlar] kiralarýnýn
bitimine kadar aþýrý bir toprak rantý ödedikten sonra, kiralamanýn bitimi-
yle, evi oturulabilir bir halde büyük toprakbeyine devretmek zorundadýr-
lar. Kiralama biter bitmez, aracý ya da denetçi gelecek, evinizi inceleyecek,
ve onu iyice onarmanýzý saðlayacak, sonra da ona elkoyacak ve beyinin
mülküne katacaktýr. ... Ýþin aslý þudur ki, eðer bu sistemin oldukça uzun
bir süre tam olarak iþlemesine izin verilirse, hem krallýktaki ev mülkiyeti-
nin tamamý, hem de toprak, büyük toprakbeylerinin elinde toplanacak-
týr. Temple Bar’dan kuzeye ve güneye, Londra’nýn Batý Yakasýnýn tümü,
yarým düzine büyük toprakbeyine aittir denilebilir, hepsi çok yüksek
kiralarla verilmiþtir ve kiralamalarýn tamamen sona ermediði yerlerde
de bunlarýn vadesi yakýnda dolacaktýr. Krallýktaki bütün kentler için aþaðý
yukarý ayný þey söylenebilir. Bu gözüdoymaz dýþtalama ve tekel sistemi,
burada da kalmaz. Liman kentlerimizdeki dok yerlerinin hemen tümü,
ayný gasp süreci ile, karadaki büyük levyatanlarýn** elinde toplanmýþtýr.”
( l.c., s. 93.) Bu durumda, açýktýr ki, 1861 nüfus sayýmý, Ýngiltere ve Gal
için toplam nüfusu 20.066.224 ve toprakbeylerinin sayýsýný 36.032 olarak
verirken, evsahiplerinin, ev sayýsýna ve nüfusa oraný, büyük toprakbeyleri
bir yana, küçükler öte yana konulduðunda tümüyle farklý gözükecektir.
Bu yapý sahipliði örneði önemlidir. Her þeyden önce, gerçek top-
rak rantý ile, toprak rantýna bir ek olabilecek, topraða katýlan sabit ser-
maye faizi arasýndaki farký açýkça göstermektedir. Tarýmdaki kiracý tara-
fýndan topraða katýlan sermayenin faizi gibi, yapýlarýn faizi de, kiralama
sürdüðü sürece, sanayici kapitalistin, yapý spekülatörünün ya da kira-
cýnýn eline geçer ve topraðýn kullanýmý için, belirlenmiþ tarihlerde yýllýk
olarak ödenmesi gereken toprak rantý ile hiç bir ilgisi yoktur. Ýkinci ola-
rak, [sayfa 549] baþkalarýnca topraða katýlan sermayenin sonunda toprakla
birlikte toraksahibinin eline geçtiðini ve bunun faizinin kirayý artýrdýðýný
da göstermektedir.
Bazý yazarlar, ya toprakbeyliðinin sözcüsü gibi hareket ederek ve
burjuva iktisatçýlarýnýn saldýrýlarýna karþý þiddetle savunmaya geçerek, ya
da Carey gibi, kapitalist üretim sistemini, bir çeliþkiler sistemi olmaktan
çýkartýp, bir “uyumluluklar” sistemine dönüþtürmeye çalýþarak, toprak
* Mülk, mülkiyet. -ç.
** Tevratta ve hýristiyan yazýmýnda çoðu kez kötülüðü simgeleyen bir deniz canavarý. -ç.

550 Karl Marks


Kapital III
rantýný toprak mülkiyetinin bu özgül ikisadi anlatýmýný, faizle özdeþmiþ
gibi göstermeye çalýþmýþlardýr. Böylece, toprakbeyleri ile kapitalistler
arasýndaki karþýtlýk ortadan kalkacaktý. Kapitalist üretimin ilk aþamalarýnda
ise karþýt yöntem kullanýlmýþtýr. O zamanlar, halk arasýnda toprak mülki-
yetine hâlâ özel mülkiyetin eski ve saygýdeðer biçimi gözüyle bakýlýyor,
sermaye faizi, tefecilik olarak yeriliyordu. Bu yüzden, nasýl Turgot,* faizi
haklý gösterecek nedenleri toprak rantýnýn varlýðýndan çýkarmýþsa, Dud-
ley North, Locke ve diðerleri de, sermaye faizini toprak rantýna benzer
bir biçimde sundular. Toprak rantýnýn topraða katýlan sermayenin faizi
için herhangi bir ekleme olmaksýzýn saf biçimiyle varolabileceði ve va-
rolduðu gerçeði bir yana, yakýn zamanýn bu yazarlarý unutuyorlar ki,
toprakbeyi, bu yolla, ona hiç bir þeye malolmayan baþka kiþilerin ser-
mayelerinin faizini almakla kalmaz, ayný zamanda, baþkalarýna ait bu
sermayeyi, karþýlýðýný vermeden cebe indirir. Belirli bir üretim tarzýnýn
karþýlýðý olan bütün diðer mülkiyet biçimleri gibi, toprak mülkiyetini de
haklý çýkaracak neden þudur: üretim tarzýnýn kendisi geçici bir tarihsel
zorunluluktur ve buna, ondan çýkan üretim ve deðiþim iliþkileri de dahil-
dir. Ýlerde göreceðimiz gibi, toprak mülkiyetinin diðer mülkiyet biçimle-
rinden þu bakýmdan farklý olduðu bir gerçektir: geliþmenin belli bir aþa-
masýnda kapitalist üretim tarzýnýn bakýþ açýsýndan bile toprak mülkiyeti
gereksiz ve zararlý görünmektedir.
Toprak rantý bir baþka þekilde de faizle karýþtýrýlabilir ve böylelikle
onun özgül niteliði yanlýþ yorumlanabilir. Toprak rantý, toprakbeyinin ge-
zegenimizdeki belirli bir toprak parçasýný kiraya vermek yoluyla topladý-
ðý belirli bir miktar para biçimine bürünür. Görmüþtük ki, her özel para
toplamý sermayeye dönüþtürülebilir, yani sanal bir sermayenin faizi ola-
rak düþünülebilir. Örneðin, eðer, ortalama faiz oraný %5 ise,yýlda 200
sterlinlik bir toprak rantý, 4.000 sterlinlik bir sermayenin faizi olarak ka-
bul edilebilir. Bu yolla sermayeye dönüþtürülen toprak rantý, topraðýn
alýþ-fiyatýný ya da deðerini oluþturur. Bu, emeðin fiyatý gibi, prima facie**
akla-uygun olmayan bir kategoridir, çünkü yeryüzü, emeðin ürünü deðil-
dir ve bu yüzden deðeri yoktur. Ama öte yandan, bu akla-uygun [sayfa 550]
olmayan biçimin arkasýnda, gerçek bir üretim iliþkisi gizlenmiþtir. Eðer
bir kapitalist, yýlda 200 sterlin rant getiren bir toprak satýn alýr ve bunun
için 4.000 sterlin öderse, sanki bu sermayeyi faizli senetlere yatýrmýþ
veya doðrudan doðruya %5 faizle ödünç vermiþ gibi, 4.000 sterlinlik
sermayesi üzerinden, yýlda, ortalama %5 faiz almýþ olur. Bu, 4.000 ster-
linlik bir sermayenin %5’ten geniþlemesi demektir. Bu varsayýma göre,
topraðýnýn alýþ-fiyatýný, onun getirdiði gelirle yirmi yýl içinde karþýlayabile-

* Anne-Robert Jacques Turgot (1827-81); l’Auhie baronu, Quesnay’ýný öðrencisi ve kendisi


de Fizyokrat yazar. Rèflecxions sur la formation et la distribution du richesses’i 1766’da yayýmladý.
Quesney’nin 1774’de ölümünden sonra XVI. Louis’nin maliye bakaný olarak F’ýzyokratçý görüþleri
uygulamak istedi ama baþarýlý olamadý. -Ed.
** Ýlk bakýþta. -ç.

Karl Marks 551


Kapital III
cektir. Bu nedenle, Ýngiltere’de malikanelerin alýþ-fiyatý, þu kadar “yýllýk
alým” olarak hesaplanmaktadýr. Bu da yalnýzca toprak rantýnýn sermay-
eye dönüþtürülmesini ifade etmenin bir baþka yoludur. Gerçekten de
bu, –topraðýn deðil onun getirdiði toprak rantýnýn– olaðan faiz oranýna
göre hesaplanmýþ alýþ-fiyatýdýr. Ama, tersine olarak, rant, sermayeye dö-
nüþtürülmesiyle açýklanamaz ve ondan çýkartýlamazken, rantýn sermay-
eye dönüþtürülmesi, rantýn varlýðýný öngörür. Rantýn satýþýndan baðýmsýz
olarak varlýðý, araþtýrmanýn baþlangýç noktasý olarak daha doðrudur.
O halde, bundan þu sonuç çýkar: eðer toprak rantýnýn sabit bir
büyüklük olduðunu varsayarsak, faiz oraný yükselip düþtükçe, topraðýn
fiyatý da tersine olarak yükselip düþebilir. Olaðan faiz oraný %5’ten %4’e
düþecek olursa, yýlda 200 sterlinlik bir toprak rantý, 4.000 sterlin yerine,
5.000 sterlinlik bir sermayenin gerçekleþtirilmesini temsil edecektir. Böy-
lece, ayný toprak parçasýnýn fiyatý, 4.000 sterlinden 5.000 sterline, ya da
20 yýllýk alýmdan 25 yýllýk alýma yükselmiþ olur. Karþýt durumda, bunun
tersi olacaktýr. Bu, topraðýn fiyatýnýn, toprak rantýnýn kendisinden baðým-
sýz olan ve yalnýzca faiz oraný ile düzenlenen bir hareketidir. Ama görmüþ
olduðumuz gibi, toplumsal geliþme sýrasýnda kâr oraný düþme eðilimi
gösterdiðine göre, ve bu yüzden bir kâr oraný ile düzenlendiði ölçüde,
faiz oraný da ayný eðitime sahip olduðuna göre ve üstelik, faiz oraný, kâr
oranýnýn etkisinin dýþýnda, ödünç verilebilir sermayenin büyümesi sonu-
cu da düþme eðilimi gösterdiðine göre, bundan þu sonuç çýkar: topraðýn
fiyatý, toprak rantýnýn hareketinden ve rantýn da bir bölümünü oluþturduðu,
topraðýn ürünlerinin fiyatlarýndan bile baðýmsýz olarak, bir yükselme eði-
limine sahiptir.
Toprak rantýnýn kendisinin, topraðý satýn alan kiþi açýsýndan bür-
ündüðü faiz biçimiyle karýþtýrýlmasý –toprak rantýnýn niteliðini hiç bilme-
mekten doðan bir karýþtýrmadýr bu– insaný zorunlu olarak en saçma
sonuçlara götürür. Bütün eski ülkelerde toprak mülkiyeti özellikle kibar
bir mülkiyet biçimi ve toprak alýmý da fevkalade güvenli bir sermaye
yatýrýmý sayýldýðýndan, toprak rantýnýn satýn alýndýðý faiz oraný diðer uzun
vadeli sermaye yatýrýmlarýnýnkinden genellikle daha düþüktür; öyle ki,
gayrimenkul satýn alan bir kimse, ayný sermaye için diðer yatýrýmlarda
%5 alacakken, alýþ-fiyatý üzerinden yalnýzca %4 faiz alýr. Bir baþka deyiþle,
toprak rantý için diðer yatýrýmlarýn getireceði ayný miktarda yýllýk gelir
miktarý için ödediðinden daha fazla sermaye öder. Bu, Mr. Thiers’i,* La
Propriété üzerine yazdýðý genellikle çok zayýf yapýtýnda [sayfa 551] (Fransýz
Ulusal Meclisinde, 1849’da Proudhon’a karþý yaptýðý bir konuþmanýn yeni-
den basýmý**) toprak rantýnýn düþük olduðu sonucuna götürmüþtür, oysa
* Louis-Adolphe Thiers (1797-1877), tarihçi, politikacý ve devlet adamý. Louis-Philippe
döneminde içiþleri bakaný ve baþbakan. Üçüncü Cumhuriyette, 1871-73 arasý ilk baþkan. 1871
Paris Komününün kanlý kasabý. Kepazece biyografisini izleyen Marx, Fransa’da Ýç Savaþ’ta onun
için, “Thiers, þu bacaksýz canavar,” der. -Ed.
** Proudhon’un konuþmasý, “Compte rendu des séances de I’Assamblee Nationale” de
(Tome II, Paris 1849, s. 666-71) yayýnlanmýþtýr. -Ed.

552 Karl Marks


Kapital III
ki bu, yalnýzca onun alýþ-fiyatýnýn yüksek olduðunu kanýtlamaktadýr.
Sermayeye dönüþtürülmüþ toprak rantýnýn, topraðýn fiyatý ya da
deðeri gibi görülmesi, öyle ki, böylelikle topraðýn herhangi bir mal gibi
alýnýp satýlmasý gerçeði, bazý savunucularýn toprak mülkiyetini haklý gös-
termelerine bir neden olmuþtur, çünkü, týpký diðer mallarda olduðu gibi,
alýcý, toprak için bir karþýlýk ödemektedir; ve toprak mülkiyetinin büyük
bir bölümü bu yolla el deðiþtirmiþtir. Bu durumda ayný neden, köleliði
haklý göstermek için de kullanýlabilir, çünkü köle sahibince satýn alýnan
kölenin emeðinin getirdiði kazanç, yalnýzca bu alýma yatýrýlan sermaye-
nin faizini temsil etmektedir. Toprak rantýnýn varlýðýný haklý gösterecek
nedeni, onun alým ve satýmýndan çýkarmak, genel olarak, onun varlýðýný,
gene kendi varlýðý ile haklý göstermek anlamýna gelir.
Toprak rantýnýn –yani kapitalist üretim tarzý temeline dayanan
toprak mülkiyetinin baðýmsýz ve özgül iktisadi biçiminin– bilimsel bir
tahlili için, onu, anlamý çarpýtan ve insaný þaþýrtan, konuyla ilgisiz her
þeyden arýnmýþ saf biçimiyle incelemek ne kadar önemli ise, toprak
mülkiyetinin fiili etkilerinin anlaþýlmasý için –hatta, toprak rantý kavra-
mýyla ve toprak rantýnýn niteliðiyle çeliþen ve gene de toprak rantýnýn
varoluþ biçimleri gibi görünen pek çok gerçeðin teorik olarak kavranýl-
masý için– teoride bu karýþýklýklara yolaçan kaynaklarý öðrenmek de o
kadar önemlidir.
Uygulamada, kiracýnýn toprak sahibine, topraðý iþleme hakký
karþýlýðýnda, kira parasý olarak ödediði her þey, toprak rantý gibi görünür.
Bu haracýn bileþimi ve kaynaklarý ne olursa olsun, gerçek toprak rantý ile
ortak yaný þudur: toprak sahibi denen kiþinin, gezegenimizin bir bölü-
münü tekel altýna almasý ona böyle bir haraç almak ve böyle bir deðer
biçmek olanaðýný vermektedir. Bunun gerçek toprak rantý ile ortak yaný
þudur: bu haraç, daha önceden de belirttiðimiz gibi, topraðýn kiralan-
masýndan gelen sermayeye dönüþtürülmüþ gelirden baþka bir þey ol-
mayan topraðýn fiyatýný belirlemektedir.
Yukarda gördük ki, topraða katýlan sermayenin faizi, toprak rantý-
nýn böyle dýþardan gelme bir parçasýný oluþturabilir; bu, iktisadi geliþme
ilerledikçe, ülkenin toplam rantý üzerinde sürekli olarak büyüyen fazla-
dan bir ekleme haline gelecek bir parçadýr. Ama bu faizden ayrý olarak,
kira parasý kýsmen ya da bazý durumlarda, yani gerçek toprak rantýnýn
hiç olmadýðý –bu yüzden de topraðýn gerçekten de deðersiz olduðu– bir
durumda tamamen, ya ortalama kârdan ya normal ücretlerden, ya da
her ikisinden birden yapýlan bir indirimi gizleyebilir. Ýster kârdan, ister
[sayfa 552] ücretlerden olsun, bu bölüm burada, toprak rantý olarak görünür,
çünkü normal olarak sanayici kapitalistin ya da ücretli iþçinin eline geçe-
ceði yerde, kira parasý biçiminde toprakbeyine ödenmektedir. Ýktisadi
açýdan, bu bölümlerden ne biri ne de diðeri, toprak rantýný oluþturur;
ama uygulamada, gerçek toprak rantý kadar toprakbeyinin gelirini, teke-
lin iktisadi gerçekleþmesini oluþturur ve toprak fiyatlarý üzerinde ayný

Karl Marks 553


Kapital III
derecede belirleyici etkisi vardýr.
Biz, þimdi, toprak rantýnýn, kapitalist üretim tarzýndaki toprak mül-
kiyetini ifade etme yolunun, kapitalist üretim tarzýnýn kendisi varolma-
dan, yani ne kiracýnýn kendisi bir sanayici kapitalist ne de yönetimi
kapitalist bir yönetim tipi olmadan, resmen var olduðu koþullardan söze-
tmiyoruz. Örneðin Ýrlanda’da durum budur. Orada kiracý, genellikle bir
küçük çiftçidir. Rant olarak toprakbeyine ödediði miktar çoðu kez yalný-
zca kendi kârýnýn, yani (kendi emek aletlerinin sahibi olmasý sýfatýyla
hakkettiði) kendi öz artý-emeðinin bir kýsmýný deðil, ayýn zamanda bir
baþka durumda ayný miktar emek karþýlýðýnda alabileceði, normal ücre-
tinin de bir kýsmýný içine alýr. Bunun yaný sýra, topraðýn iyileþtirilmesi için
hiç bir þey yapmayan toprakbeyi, kiracýnýn çoðunlukla topraða kendi
emeðiyle kattýðý küçük sermayesine de elkoyar. Bu, týpký tefecinin ben-
zer koþullarda yapacaðý þeye benzer; tek fark tefecinin, bu iþte, hiç olma-
zsa kendi sermayesini de tehlikeye atacaðýdýr. Bu sürekli yaðma, Ýrlanda
Kiracýlýk Haklarý Yasasý üzerindeki tartýþmanýn özüdür. Bu yasanýn temel
amacý, kiracýsýna topraktan çýkmasýný emrettiði zaman, toprakbeyini top-
rakta yaptýðý iyileþtirmeler ya da topraða kattýðý sermayesi karþýlýðýnda
kiracýya tazminat vermeye zorlamaktýr. Palmerston, þu alaycý yanýtla, bu
talebi hep bir kenara atmýþtýr: “Avam Kamarasý, toprak sahiplerinin me-
clisidir.”*
Ayrýca toprakbeyinin topraðýn verdiði toplam ürün ile hiç bir iliþkisi
olmayan –kapitalist üretime sahip ülkelerde bile– yüksek bir kirayý kabul
ettirebileceði, istisnai koþullardan da sözetmiyoruz. Örneðin, Ýngiliz fabri-
ka bölgelerinde, küçük toprak parçalarýnýn ya küçük bahçeler halinde
ya da boþ zamanlarda amatör çiftçilik için iþçilere kiralanmasý böyle bir
nitelik taþýmaktadýr. (Reports of lnspectors of Factories.)
Bizim burada sözünü ettiðimiz, geliþmiþ kapitalist ülkelerdeki ta-
rýmsal ranttýr. Örneðin, Ýngiliz kiracýlarý arasýnda, öðretim, eðitim, gele-
nek, rekabet ve diðer durumlarla sermayelerini tarýma kiracý olarak
yatýrmaya yöneltilmiþ ve zorlanmýþ birçok küçük kapitalist bulunmakta-
dýr. [sayfa 553] Ortalama kârdan daha az bir kârla yetinmek ve bunun bir
kýsmýný rant olarak toprakbeylerine devretmek zorundadýrlar. Ancak bu
koþulla sermayelerini, topraða, tarýma yatýrmalarýna izin verilmektedir.
Toprakbeyleri, her yerde, yasama üzerinde önemli, Ýngiltere’de ise üste-
lik, ezici bir etkiye sahip olduklarýndan, bu durumdan, bütün kiracýlar
sýnýfýný aldatarak soymak amacýyla yararlanabilmektedirler. Örneðin, her-

* Marx’ýn bu cilt üzerinde çalýþtýðý sýrada, Parlamento’nun 1862-63 oturumunda, Ýrlanda


grubunun, Ýrlandalý kiracý çiftçilerin haklarý için giriþtikleri yeni bir mücadeleye tanýk olundu.
Palmerston, 23 haziran 1863’de o mahut sözleri söyledi ve ‘komünist doktrinler’ diye tanýmlanan,
toprak kiralama sistemindeki ufaktefek reformlara saldýrdý. Marx bu konuya, Uluslararasý Ýþçi
Birliðinin yýllýk toplantýsýnda yaptýðý konuþmada yer verdi. O sýralar, Ýrlanda Kiracýlýk Haklarý
Yasasý çýkalý zaten on yýl olmuþtu. Bu yasa ilk çýktýðýnda Marx, New York Daily Tribune’de (11
Temmuz 1853) bunun getirdiði hükümleri analiz eden bir makale de yazmýþtý. Bu yazý, Marx ve
Engels Ýrlanda Konusunda (Londra, 1971) baþlýklý yapýtta yayýnlandý. -Ed.

554 Karl Marks


Kapital III
kesin kabul edeceði gibi, jakobenlere-karþý savaþ sýrasýnda anormal bir
biçimde artan kiralarýn, aylak toprakbeylerinin çýkarýna uygun olarak
devam etmesini saðlamak için, ülkeye yüklenen bir ekmek vergisi –
1815 Tahýl Yasalarý–, olaðanüstü zengin harmanlar dýþýnda, gerçekten
de, tarýmsal ürünlerin fiyatlarýnýn, tahýl ithalatýnýn kýsýtlanmadýðý bir du-
rumda düþeceði düzeyden daha yukarda tutulmasý sonucunu yarattý.
Ama bu yasalar, fiyatlarýn, toprakbeylerinin, yabancýlara ait tahýlýn ithala-
týnda yasal sýnýrý oluþturacak biçimde, normal fiyat görevini yapmak üzere
ilan ettikleri düzeyde tutulmasý sonucunu yaratmadý. Ama, kira iliþkileri,
bu normal fiyatlarýn yarattýðý hava içinde sözleþmeye baðlandý. Bu al-
danma ortadan kalkar kalkmaz, yeni normal fiyatlarý içeren yeni bir yasa
yapýldý, ki bu da açgözlü toprakbeyinin hayallediði þeyin, eski yasalar
kadar güçsüz bir ifadesiydi. Bu yolla, kiracýlar, 1815’ten otuzlara kadar
dolandýrýldýlar. Bundan, bütün bu dönem boyunca süren bir tarýmsal
sýkýntý sorunu doðdu. Bundan, bu dönemde, bütün bir kiracýlar kuþaðýnýn
mülksüz-leþtirilmesi ve yýkýmý ve bunlarýn yerlerine yeni bir kapitalistler
sýnýfýnýn geçmesi sonucu doðdu.31
Ancak, çok daha genel ve önemli olan bir gerçek, gerçek çiftlik-
emekçisinin ücretinin normal ortalamanýn altýna düþmesidir, öyle ki, bu
ücretin bir kýsmý, kira parasýnýn bir bölümünü oluþturmak üzere çýkartýlýr
ve böylece, topak rantý kisvesi altýnda, emekçinin yerine, toprakbeyinin
cebine akar. Örneðin, Ýngiltere’de ve Ýskoçya’da uygun konuma sahip
birkaç ilçe dýþýnda durum, hemen hemen genellikle böyledir. Ýngiltere’de,
Tahýl Yasalarýnýn kabulünden önce atanmýþ olan parlamento denetleme
komitelerinin, ücretlerin düzeyi üzerine yaptýðý araþtýrmalar –bunlar 19.
yüzyýlda, ücret tarihine yapýlan en deðerli ve hemen hemen hiç yarar-
lanýlmamýþ katkýlardýr ve ayný zamanda da Ýngiliz aristokrasisi ve burju-
vazisinin kendileri için diktikleri bir teþhir direðidir– inandýrýcý bir biçimde
ve her kuþkunun ötesinde kanýtladý ki, jakobenlere-karþý savaþ sýrasýn-
daki yüksek kira oranlan ve toprak fiyatlarýndaki buna tekabül eden
artýþ, kýsmen, ücretlerden düþülen miktardan ve ücretleri asgari fiziksel
gereksinmelerin bile altýna düþürülmesinden, baþka bir deyiþle, normal
ücretin bir kýsmýnýn toprakbeylerine devredilmesinden baþka bir nede-
ne baðlý deðildir. Paranýn deðerinin düþmesi ve tarýmsal bölgelerde Yok-
sullarý Koruma Yasalarýnýn kötüye kullanýlmasý gibi çeþitli olaylar, [sayfa 554]
kiracýlarýn gelirlerinin büyük ölçüde arttýðý ve toprakbeylerinin þaþýlacak
servetler topladýðý bir zamanda, bu iþin yapýlmasýný mümkün kýldý. Ger-
çekten de, tahýlýn vergilendirilmesi için kiracýlarýn ve toprakbeylerinin
öne sürdükleri esas iddialardan biri, çiftlik-emekçilerinin ücretlerini daha
aþaðý düþürmenin fiziksel açýdan olanaksýz olmasýydý. Bu durum, önem-

31
Bkz: Anti-Corn Law Price-Essays. Ancak, Tahýl Yasalarý, her zaman fiyatlarý yapay olarak
daha yüksek bir düzeyde tutmuþtur. Daha iyi yerlerdeki kiracýlar için, bu, lehte bir durumdur.
Bunlar, koruyucu gümrüklerin, haklý ya da haksýz olarak istisnai ortalama fiyata güvenen büyük
kiracýlar yýðýnýný pasif tutmasýndan kazanç saðladýlar.

Karl Marks 555


Kapital III
li ölçüde deðiþmemiþtir ve bütün Avrupa ülkelerinde olduðu gibi, Ýn-
giltere’de de, normal ücretlerin bir kýsmý, her zamanki gibi, toprak rantý
tarafýndan emilmektedir. Hayýrsever aristokratlardan Kont Shaftesbury,
sonralarý Lord Ashley, Ýngiliz fabrika iþçilerinin durumlarý karþýsýnda çok
olaðanüstü bir biçimde duygulandý ve on saatlik iþgünü ajiasyonu sý-
rasýnda parlamentoda onlarýn sözcüsü olarak hareket ettiði zaman,
sanayicilerin sözcüleri, ona ait köylerde çalýþan tarým emekçilerine ait
ücret istatistiklerini yayýnlayarak intikamlarýný aldýlar (bkz: Buch. I, Kap.
XXIII, 5, e). (“Ýngiliz Tarým Proletaryasý”), bunlar bu hayýrseverin aldýðý
toprak rantýnýn bir kýsmýnýn, kiracýlarýnca, onun için, tarým emekçilerinin
ücretlerinden aþýrýlan ganimetten oluþtuðunu açýkça göstermekteydi. Bu
yayýn, þu bakýmdan da ilginçtir: onun ortaya çýkardýklarý, 1814 ve 1815
komitelerince yapýlan en kötü açýklamalar yanýnda cesaretle yer alabilir.
Koþullar, tarým emekçilerinin ücretinde geçici bir artýþ olmasýný zorlar
zorlamaz, kapitalist kiracý çiftçiler, ayný zamanda toprak rantý da düþü-
rülmedikçe, ücretleri, sanayiin diðer dallarýnda yükseltildiði gibi normal
düzeye yükseltmenin olanaksýz olacaðý ve onlarý mahvedeceði yolunda
çýðlýk atmaya baþlarlar. Burada, toprak rantýnýn içinde, emekçilerin ücret-
lerinden düþülen ve toprakbeylerine devredilen bir miktarýn bulunduðu
itirafý yatmaktadýr. Örneðin, Ýngiltere’de, 1849’dan 1859’a kadar, tarým
emekçilerinin ücretleri, önemli olaylarýn biraraya gelmesiyle artýþ göster-
di; bu olaylar, Ýrlanda’dan gelen tarým emekçileri arzýný kesen Ýrlanda’yý
terk olayý; tarýmsal nüfusun fabrikalarca olaðanüstü bir biçimde emil-
mesi; savaþ dönemine özgü bir asker talebi; Avustralya ve Birleþik
Devletler’e (Kaliforniya) fevkalade geniþ ölçüde göç edilmesi, ve burada
üzerinde durmamýza gerek olmayan diðer durumlardýr. Ayný zamanda,
bu dönem boyunca, 1854 ve 1856 kötü tarým yýllarý dýþýnda, ortalama
tahýl fiyatlarý %16’dan fazla düþtü. Kiracý çiftçiler kiralarýn düþürülmesi
için yaygara kopardýlar. Tek tek bazý durumlarda baþarýlý oldular, ama,
bir bütün olarak, bu talebi gerçekleþtiremediler. Baþka þeylerin yaný sýra,
buharlý-motorlarýn ve yeni makinelerin seri olarak üretimi ile, ki bunlar
bir dereceye kadar atlarýn yerini almýþ, onlarý ekonominin dýþýna itmiþ,
ama ayný zamanda, kýsmen, tarýmsal gündelikçi iþçileri iþlerinden ederek
yapay bir nüfus fazlalýðý yaratmýþ ve böylece ücretlerde yeni bir düþüþe
yolaçmýþtýr, üretim maliyetlerinde bir indirim yoluna gittiler. Ve bu, bu
onyýl boyunca, toplam nüfustaki büyümeye karþýlýk tarýmsal nüfustaki
nispi azalmaya karþýn, ve tamamen tarýmcý olan bazý bölgelerdeki tarým-
sal nüfusun mutlak azalmasýna karþýn [sayfa 555] oldu.32 Bu yüzden, o zaman-
lar Cambridge’de ekonomi politik profesörü olan Fawcett [1884’te Posta
ve Telgraf Bakaný iken ölmüþtür] 12 Ekim 1865’teki Sosyal Bilim Kong-
resinde þöyle diyordu: “Ýþçiler göç etmeye baþlýyorlardý ve çiftçiler, daha
32
John C. Morton, The Forces Used in Agriculture, Londra Sanat Derneðindeki konuþma,
1860; 12 Ýskoç ve 35 Ýngiliz kontluðundaki 100 kiracýdan toplanan gerçek belgelere dayan-
dýrýlmýþtýr.

556 Karl Marks


Kapital III
þimdiden, göç yüzünden emek daha pahalý hale gelmeye baþladýðý için,
eskiden ödedikleri kadar yüksek kiralar ödemeyeceklerine dair yakýnýyor-
lardý.” O halde, burada da, yüksek toprak rantý, doðrudan doðruya, düþük
ücretlerle bir tutulmaktadýr. Ve toprak fiyatlarýnýn düzeyi bu durumla
belirlendiði sürece –artan rant– topraðýn deðerindeki bir yükseliþ eme-
ðin deðer yitirmesi ile, yüksek toprak fiyatý, düþük emek fiyatý ile özdeþtir.
Ayný þey, Fransa için de geçerlidir. “Rant artýyor, çünkü bir yan-
dan ekmeðin, þarabýn, etin, sebzelerin ve meyvenin fiyatlarý artýyor, öte
yandan emeðin fiyatý ayný kalýyor. Eðer yaþlý kiþiler, 100 yýl kadar geriye
giderek, babalarýnýn hesaplarýný incelerlerse, kýrsal Fransa’da bir günlük
emeðin fiyatýnýn bugünkünün aynýsý olduðunu göreceklerdir. O zaman-
dan beri, etin fiyatý üç katýna çýkmýþtýr. ... Bu devrimin kurbaný kimdir?
Bir mülke sahip olan zengin adam mý, yoksa orda çalýþan yoksul adam
mý? ... Ranttaki artýþ, genel bir felaketin kanýtýdýr.” (Du Mécanisme de la
Société en France et en Angleterre, M Rubichon, 2. baský, Paris 1837, s.
101.)
Bir yandan ortalama kârdan, öte yandan da ortalama ücretlerden
düþülen miktarý temsil eden ranta ait örnekler:
Daha önce de aktarma yaptýðýmýz, emlak komisyoncu ve tarým
makinisti Morton* diyor ki, birçok yerde, büyük mülklerin rantýnýn
küçüklerinkinden daha düþük olduðu görülmektedir; çünkü, “ikinciler
için rekabet, birinciler için olan rekabetten genellikle daha fazladýr ve
çiftçilikten baþka bir iþle uðraþmayý düþünebilen pek az küçük çiftçi
bulunduðundan, uygun bir iþ bulma kaygýsý, çoðu durumda, onlarý man-
týken onaylayabilecekleri ranttan daha yüksek rant ödemeye sürükle-
mektedir.” (John L. Morton, The Resources of Estates, London 1858, s.
116.)
Ancak, Ýngiltere’de bu farkýn yavaþ yavaþ ortadan kalktýðý
düþünülmektedir. Morton bunu büyük ölçüde tam da küçük kiracýlar
sýnýfýnýn göç etmesine baðlýyor. Ayýn Morton, bir örnekle, bizzat kiracýnýn
ücretinin ve daha da kesin bir biçimde, onun emekçilerinin ücretlerinin,
toprak rantý yüzünden bir miktar düþtüðünü göstermektedir. Bu, iki atlý
sabanýn kullanýlamadýðý 70-80 akrdan (30-34 hektar) az kira topraklarýn-
da ortaya çýkmaktadýr. “Çiftçi, herhangi bir emekçi kadar zahmetle, kendi
elleriyle çalýþmadýkça, çiftliði onun geçimini karþýlamayacaktýr. Eðer iþin
yapýlmasýný iþçiye býrakýr ve kendisi yalnýzca onlarý gözlemeye [sayfa 556]
devam ederse, pek uzak olmayan bir dönemde, rantýný ödeyemediðini
görmesi çok mümkündür.” (l. c., s. 118.) Bu nedenle, Morton, belirli bir
yerdeki kiracýlar çok yoksul olmadýkça, kiralanan yerin 70 akrdan küçük
olmamasý gerektiði sonucuna varýr, öyle ki, kiracýlar iki ya da üç at kul-
lanabilsinler.

* Marx burada yanýlmýþ. Buradaki alýntý, önceki dipnotta (32) adý anýlan John Chalmers
Mortan’dan (1821-88) deðil, John Lockbart Morton’dan yapýlmýþ. Ayný çaðda yaþayan her iki
Morton da tarým bilimiyle uðraþmýþlardýr. -Ed.

Karl Marks 557


Kapital III
Membre de l’Institut et de la Société Centrale d’Agriculture, Mö-
syö Leonce de Lavergne olaðanüstü bir basiret gösteriyor. Economie
Rurale de l’Angleterre adlý yapýtýnda, (alýntýlar Ýngilizce çevirisindendir,
London 1855), Fransa’da kullanýlan, ama sýðýrýn yerine atýn geçtiði
Ýngiltere’de kullanýlmayan, sýðýrdan elde edilen yýllýk kazanca iliþkin
aþaðýdaki karþýlaþtýrmayý yapýyor (s. 42):

FRANSA ÝNGÝLTERE
Süt 4 milyon £ Süt 16 milyon £
Et 16 milyon £ Et 20 milyon £
Emek 8 milyon £ Emek -
28 milyon £ 36 milyon £

Ama onun söylediðine göre, Ýngiltere’de daha büyük bir toplam


elde edilmesinin nedeni, Ýngiltere’de sütün, Fransa’dakinden iki kat pa-
halý olmasýdýr. Oysa, her iki ülkedeki et fiyatlarý eþit alýnmýþtýr (s. 35); bu
nedenle, Ýngiliz süt üretimi 8 milyon sterline ve toplam da 28 milyon
sterline düþer, bu da Fransa’dakine eþittir. Mr. Lavergne, hem miktar,
hem de fiyat farklýlýklarýnýn ikisini birden hesaplamalarýna katýnca, ger-
çekten de biraz fazla oluyor, öyle ki, Ýngiltere bazý maddeleri Fransa’dan
daha pahalýya üretince bu, Ýngiliz tarýmýnýn bir üstünlüðü gibi görünüyor,
oysa bu, olsa olsa kiracýlar ve toprakbeyleri için daha büyük bir kâr
anlamýna gelir.
Mr. Lavergne’in, yalnýzca Ýngiliz tarýmýnýn baþarýlarýndan haberli
olmakla kalmayýp, ayrýca Ýngiliz kiracýlarýnýn ve toprakbeylerinin önyar-
gýlarýný da onayladýðý 48. sayfada anlaþýlýyor: “Genel olarak bütün tahýllar
bir büyük sakýnca taþýrlar. ... Bunlar, yetiþtikleri topraðýn gücünü tüketir-
ler.” Mr. Lavergne, diðer bitkilerin buna yolaçmadýðýna inanmakla kal-
mýyor, ayrýca, yem ürünlerinin ve yumrulu ürünlerin topraðý zenginleþtire-
ceðine de inanýyordu. “Yem bitkileri, büyümeleri için gerekli esas unsur-
larý atmosferden alýr, topraða ondan aldýklarýndan daha çok þey verirler;
böylece, hem doðrudan doðruya, hem de, hayvan gübresine dönüþmek
suretiyle, tahýllarýn ve genel olarak topraðýn gücünü tüketen bütün ürün-
lerin verdiði zararý, iki yolla giderirler; bu nedenle, ilkelerden biri, bu
ürünlerle en azýndan almaþýk ekilmelerdir; Norfolk almaþýk ekimi bund-
an ibarettir.” (s. 50-51.)
Tevekkeli deðil, bu Ýngiliz köy peri masallarýna inanan Mr. Laver-
gne, tahýl üzerine konan gümrük vergisi kaldýrýldýðýndan beri, Ýngiliz çift-
lik-emekçilerinin ücretlerinin eski anormalliklerini yitirdiðine de inanýyor.
(Bu konuda daha önce söylenenlere bakýnýz: [sayfa 557] Buch I, Kap. XXIII,
5, s. 701-729.) Ama, Mr. John Bright’ýn, 14 Aralýk 1865’te, Birmingham’da
yaptýðý konuþmayý da dinleyelim. 5 milyon ailenin, tümüyle, parlamen-
toda temsil edilmediðine deðindikten sonra, þöyle devam ediyor: “Birleþik
Krallýk’ta, bunlardan bir milyonu ya da bir milyondan fazlasý, talihsiz

558 Karl Marks


Kapital III
yoksullar listesine dahildir. Bir milyonu da yoksulluðun tam biraz üstün-
de, ama her zaman yoksulluða düþecekler diye korku içindedirler. Koþul-
larý ve umutlarý bundan daha lehte deðildir. Þimdi, toplumun bu kesiminin
bilisiz ve aþaðý tabakasýna bakalým. Düþük koþullarýna, yoksulluklarýna,
acýlarýna, ve herhangi bir düzelme konusundaki kesin umutsuzluklarýna
bakalým. Neden Birleþik Devletler’de, –hatta Güney devletlerinde, köle-
liðin hüküm sürdüðü dönemde bile– her zenci, kendisi için bir genel
azatlýk yýlý geleceðine inanýyordu? Ama bu insanlar için –bu ülkedeki, bu
en aþaðý tabakadaki sýnýf için– burada ilan ediyorum ki, ne daha iyi bir
þey umudu, ne de onu elde etmek için birazcýk heves vardýr. Bir Dor-
setshire emekçisi olan John Cross hakkýnda son zamanlarda gazeteler-
de çýkan bir küçük yazýyý okudunuz mu? Haftada altý gün çalýþýyordu, ve
haftada sekiz þilin karþýlýðýnda yirmidört yýl boyunca yanýnda çalýþtýðý
patronu, ona mükemmel bir bonservis vermiþti. John Cross, bu ücretle,
ahýr gibi bir evde yaþayan yedi çocuðunu – zayýf karýsýný ve ufak bebe-
ðini geçindirmek zorundaydý. John Cross, altý penilik bir tahta parmaklýk
aldý – hukuken, çaldý sanýrým. Bu suç için, sulh yargýçlarýnca yargýlandý
ve 14 veya 20 günlük hapse mahkum oldu. ... Diyebilirim ki, John Cross’
unkine benzeyen binlerce durum, bütün ülkede, özellikle Güneyde görü-
lebilir, ve bunlarýn koþullarý öyledir ki, þimdiye kadar en gayretli araþtýr-
macý bile nasýl sað kaldýklarý esrarýný çözememiþtir. Þimdi ülkeye bir
gözatýn ve bu beþ milyon aileye ve bu tabakanýn umutsuz koþullarýna
bakýn. Özgür olmayan ulusun durmadan çalýþtýðý ve hemen hemen hiç
dinlenme bilmediði doðru deðil m? Yönetici sýnýfla karþýlaþtýrýn bunu –
ama o zaman komünistlikle suçlanacaðým. ... Ama, çalýþan ve özgür
olmayan bu büyük ulusu, yönetici sýnýflar diyebileceðimiz kesimle kar-
þýlaþtýrýn. Onun zenginliðine bakýn, gösteriþine bakýn, lüksüne bakýn. Býk-
kýnlýðýna tanýk olun –çünkü onlar arasýnda da býkkýnlýk vardýr, ama bu,
doygunluðun getirdiði býkkýnlýktýr– sanki yeni bir zevk peþindelermiþ gibi,
oradan oraya koþuþmalarýna bakýn.” (Morning Star,14 Aralýk1865.)
Aþaðýda, artý-emeðin ve dolayýsýyla artý-ürünün, toprak rantýyla –
en azýndan kapitalist üretim tarzý temeli üzerinde, artý-ürünün, nitel ve
nicel olarak özellikle belirlenmiþ parçasýyla– nasýl genellikle karýþtýrýldýðýný
göreceðiz. Genel olarak artý-emeðin doðal temeli, yani onun yokluðu
halinde bu emeðin var olamayacaðý doðal önkoþul þudur: Doða –to-
praðýn hayvansal ya da bitkisel ürünleri, balýkçýlýk bölgeleri vb. biçimin-
de– gerekli geçim araçlarýný, bütün bir iþgününü tüketmeyecek bir emek
[sayfa 558] harcanmasý koþullarýnda saðlamalýdýr. Bu tarýmsal emeðin doðal
verimi, (bunun içine basit toplama, avlanma, balýkçýlýk ve sýðýr yetiþtiriciliði
için harcanan emek de girer), bütün artý-emeðin temelidir, çünkü bütün
emek, her þeyden önce ve baþlangýçta yiyecek elde etmeye ve üretme-
ye yöneliktir. (Hayvanlar, ayný zamanda, soðuk iklimlerde ýsýnmak için
deri saðlarlar; ayrýca maðara-konutlar vb..)
Artý-ürünle toprak rantýnýn ayýn biçimde birbirine karýþtýrýlmasýnýn,

Karl Marks 559


Kapital III
Mr. Dove’da* daha farklý bir biçimde ifade edildiði görülür. Baþlangýçta
tarýmsal ve sýnai emek ayrýlmamýþlardý; ikincisi birincinin bir ekiydi. Top-
raðý iþleyen kabilenin, ev komününün ya da ailenin artý-emeði ve artý-
ürünü, hem tarýmsal, hem de sýnai emeði. kapsýyordu. Her ikisi birarada
yürüyordu. Uygun aletler olmaksýzýn avlanmak, balýkçýlýk ve tarým olanak-
sýzdý. Dokuma, eðirme vb. önce tarýmsal bir yan uðraþ olarak uygula-
nýyordu.
Daha önceleri gösterdik ki, nasýl, bir tek iþçinin emeði gerekli-
emeðe ve artý-emeðe ayrýlýrsa, iþçi sýnýfýnýn toplam emeði de ayný þekilde
bölünebilir; öyle ki, iþçi sýnýfý için toplam geçim araçlarýný (bu amaç için
gerekli olan üretim araçlarý dahil) üreten kýsým, toplumun tümü için
gerekli-emek görevini yerine getirir. Ýþçi sýnýfýnýn geri kalanýnca harcanan
emeðe de artý-emek gözüyle bakýlabilir. Ama gerekli-emek, hiç de, yal-
nýzca tarýmsal emekten oluþmuþ deðildir, ayrýca, emekçinin ortalama
tüketimine zorunlu olarak giren bütün diðer ürünleri üreten emeði de
kapsar. Üstelik, toplumsal açýdan, bazýlarý yalnýzca gerekli-emek harcar,
çünkü baþkalarý yalnýzca,artý-emek harcamaktadýr, ve tersi de söylene-
bilir. Bu, aralarýndaki bir iþbölümünden baþka bir þey deðildir. Ayný þey,
genel olarak tarým ve sanayi emekçileri arasýndaki iþbölümü için de
geçerlidir. Bu yanda emeðin salt sýnai niteliði, öte yanda salt tarýmsal
niteliðine tekabül eder. Bu salt tarýmsal emek hiç de doðal deðil, daha
çok –toplumsal geliþmenin– bir ürünüdür –hem de her yerde henüz
eriþmemiþ olan çok modern bir ürünü– ve üretimin geliþmesinde çok
belirli bir aþamaya tekabül eder. Nasýl ki, ‘tarýmsal emeðin bir kýsmý, ya
yalnýzca lüks gereksinmeleri karþýlayan, ya da sanayide hammadde gö-
revi yapan, ama býrakýn yýðýnlar için yiyecek olarak hizmet etmeyi, hiç
bir þekilde yiyecek görevi yapmayan ürünler içinde maddeleþirse, öte
yandan sýnai emeðin bir kýsmý da, hem tarým hem de tarým-dýþý emekçi-
ler için gerekli tüketim araçlarý görevi yapan ürünler içinde maddeleþmiþ-
tir. Toplumsal bir bakýþ açýsýndan, bu sýnai emeðe, artý-emek gözüyle
bakmak yanlýþtýr. Tarýmsal emeðin gerekli kýsmý kadar, bu da, kýsmen,
gerekli-emektir. Ayrýca, önceden doðal olarak tarýmsal emeðe baðlý olan
sýnai emeðin bir kýsmýndan baðýmsýz kýlýnmýþ bir biçiminden, þimdi on-
dan ayrýlmýþ olan, özellikle tarýmsal emeðin zorunlu bir karþýlýklý ekin-
den baþka bir þey deðildir. (Salt maddi açýdan, örneðin makine ile çalýþan
500 dokumacý, çok [sayfa 559] büyük bir ölçüde artý-kumaþ, yani kendi gi-
yimleri için gerekenden fazla kumaþ üretir.)
En sonu, toprak rantýnýn, yani topraðýn üretim yada tüketim amaç-
larýyla kullanýlmasý karþýlýðýnda, toprak rantý adý altýnda, toprakbeyine
ödenen kira parasýnýn çeþitli görünümleri incelenirken, þu da akýlda tu-
tulmalýdýr: kendilerinin deðeri olmayan, yani toprak gibi emek ürünü
olmayan, ya da antikalar ve bazý büyük ustalarýn sanat eserleri vb. gibi

* P. Dave, The Elements of Political Science, Edinburgh 1854, s. 264, 273. -Ed.

560 Karl Marks


Kapital III
emek harcanarak yeniden üretilemeyecek olan þeylerin fiyatý, birçok
raslansal düzenlemelerle belirlenebilir. Bir þeyi satmak için, bu þey tekel
altýna alýnmak ve yabancýlaþtýrýlmak olanaðýný taþýsýn yeter; baþka bir
þeye gerek yoktur.

––––––––––––

Toprak rantýnýn analizini karanlýk hale getiren ve onu incelerken


kaçýnýlmasý gereken üç büyük hata vardýr.
1° Toplumsal üretim sürecinin farklý geliþme aþamalarýna ait olan
çeþitli rant biçimlerinin birbirine karýþtýrýlmasý.
Rantýn özgül biçimi ne olursa olsun, bütün tipler þu ortak niteliðe
sahiptir: Rantýn maledinilmesi, toprak mülkiyetinin gerçekleþtirildiði
biçimdir ve toprak rantý da, buna karþýlýk, toprak mülkiyetinin varlýðýný,
gezegenimizin belirli parçalarýna, belirli kiþilerin sahip olmasýný öngörür.
Sahip, Asya’da, Mýsýr’da vb. olduðu gibi, topluluðu temsil eden bir kiþi
olabilir, ya da bu toprak mülkiyeti kölelikte ya da serflikte olduðu gibi,
yalnýzca, herhangi bir kiþinin, dolaysýz üreticilerin kendilerine sahip ol-
masýnýn raslansal bir sonucu olabilir; ya da, üretici olmayanlarýn, doða-
nýn salt özel mülkiyetine sahip olmasý, toprak üzerinde yalnýzca bir hak
olabilir; en sonu, kolonistlerde ve toprak sahibi küçük köylülerde ol-
duðu gibi, doðrudan doðruya –ayrý ve toplumsal olarak geliþmemiþ eme-
ðe– belirli toprak parçalarýnýn ürünlerinin, dolaysýz üreticiler tarafýndan
üretilmesi ve maledilmesinin kapsamýna giriyor görünen, toprakla olan
bir iliþki de olabilir.
Çeþitli rant biçimlerindeki bu ortak öðe, –yani rantýn toprak mül-
kiyetinin, iktisaden gerçekleþtirilmesi oluþu, bazý kiþilerin, gezegenimi-
zin ,bazý bölümlerinde özel hakka sahip olmalarýna olanak saðlayan
hukuksal masal– farklýlýklarýn gözden kaçmasýný mümkün kýlmaktadýr.
2° Toprak rantýnýn tümü artý-deðerdir, artý-emeðin ürünüdür. Ayni
rant olarak geliþmemiþ biçiminde, hâlâ doðrudan doðruya artý-ürünün
kendisidir. Buradan, kapitalist üretim tarzýna tekabül eden rantýn –ki bu,
her zaman, kârýn üstünde, yani kendisi artý-deðerden (artý-emek) oluþan
metalarýn bir deðer bölümünün üstünde bir fazladýr– artý-deðerin bu
özel ve özgül parçasýnýn, yalnýzca genel olarak artý-deðerin ve kârýn var-
lýðýnýn genel koþullarýnýn açýklanmasýyla açýklandýðý yolunda yanlýþ bir
düþünce çýkar. Bu koþullar þunlardýr: dolaysýz, üreticiler kendi [sayfa 560]
emek-güçlerini yeniden-üretmek için, kendi yeniden-üretimleri için ge-
rekli olan zamanýn ötesinde çalýþmalýdýrlar. Genel olarak artý-emek har-
camalýdýrlar. Bu, öznel koþuldur. Nesnel koþul ise, artý-emek harcaya-
bilmeleri gerektiðidir. Doðal koþullar öyle olmalýdýr ki, mevcut emek-za-
manlarýnýn bir bölümü, üreticiler olarak yeniden-üretimlerine ve kendi
geçimlerine yetmelidir, gerekli geçim araçlarýnýn üretimi bütün emek-
güçlerini tüketmemelidir. Doðanýn verimliliði, burada bir sýnýr, bir baþ-

Karl Marks 561


Kapital III
langýç noktasý, bir temel yaratýyor. Öte yandan, emeklerinin toplumsal
üretken gücünün geliþimi, öteki sýrýrý oluþturur. Daha yakýndan inceler-
sek, geçim araçlarýnýn üretimi, doðrudan üreticilerin varlýklarýnýn ve ge-
nel olarak bütün üretimin en birinci koþulu olduðuna göre, bu üretimde
kullanýlan emek, yani en geniþ iktisadi anlamýyla tarýmsal emek, yete-
rince verimli olmalýdýr ki, bütün mevcut emek-zamanýný, doðrudan üre-
ticiler için geçim araçlarýnýn üretiminde soðurmasýn, yani tarýmsal artý-
emek ve dolayýsýyla tarýmsal artý-ürün mümkün olsun. Daha geliþtirirsek,
toplam tarýmsal emek, toplumun bir parçasýnýn hem gerekli, hem de
artý-emeði, toplumun tümü için, yani tarým-dýþý emekçiler için de gerekli
geçimi saðlamaya yetmelidir. Dolayýsýyla bu demektir ki, tarýmsal ve
sýnai emek arasýndaki büyük iþbölümü mümkün olmalýdýr; ve gene bu-
nun gibi, geçim araçlarý üretim çiftçilerle, hammadde üretenler arasýn-
daki iþbölümü de mümkün olmalýdýr. Geçim araçlarýnýn doðrudan üre-
ticilerin emeði, kendi açýlarýndan, gerekli-emek ve artý-emek olarak bölü-
nürse de, bu emek, toplumsal açýdan, yalnýzca, geçim araçlarýný üret-
mek için harcanan gerekli-emeði temsil eder. Bu arada ayný þey, tek tek
atölyelerdeki iþbölümünden farklý olarak, toplumun tümü içindeki bütün
iþbölümü için de geçerlidir. Bu emek, belirli maddelerin üretimi için, bu
belirli maddelerle, toplumun belirli bir gereksinmesinin karþýlanmasý için
gerekli olan emektir. Eðer bu iþbölümü orantýlý ise, çeþitli gruplarýn ürün-
leri deðerleri üzerinden (geliþmenin sonraki bir aþamasýnda üretim-fi-
yatlarý üzerinden satýlýrlar) ya da, bu deðerlerin belirli bir deðiþik biçimi
olan fiyatlar üzerinden, ya da genel yasalarla belirlenen üretim-fiyatlarý
üzerinden satýlýrlar. Bu, gerçekten de, deðer yasasýnýn tek tek metalar ya
da maddeler dolayýsýyla deðil de, iþbölümü ile baðýmsýz kýlýnmýþ belirli
toplumsal üretim alanlarýnýn her bir toplam ürüne dolayýsýyla yaptýðý bir
etkidir, öyle ki, yalnýzca her özgül meta için, gerekli emek-zamanýndan
fazlasý kullanýlmamýþ oluyor, ayný zamanda, toplam toplumsal zamanýn
yalnýzca gerekli oransal miktarý, çeþitli gruplarca tüketilmiþ oluyor. Çün-
kü metaýn, kullaným-deðerini temsil etmesi koþulu geçerlidir. Ama eðer
bireysel metalarýn kullaným-deðeri, bunlarýn özel bir gereksinmeyi karþýla-
yýp karþýlamadýklarýna baðlýysa, toplam ürün kitlesinin kullaným-deðeri,
her özel ürün çeþidi için duyulan belirli nicelikte toplumsal gereksin-
meyi, yeterli bir biçimde karþýlayýp karþýlamadýðýna ve dolayýsýyla, eme-
ðin bu, nicel olarak belirlenmiþ toplumsal gereksinmelere uygun olarak,
farklý alanlar arasýnda orantýlý biçimde daðýtýlýp daðýtýlmadýðýna [sayfa 561]
baðlýdýr. (Bu noktaya, sermayenin üretimin, çeþitli alanlarý arasýnda daðý-
lýmýnda deðinilecektir.) Toplumsal gereksinme, yani toplumsal ölçekte
kullaným-deðeri, burada, üretimin çeþitli özgül alanlarýnda harcanan top-
lam toplumsal emek-zaman miktarý için belirleyici öðe olarak görün-
mektedir. Ama bu, yalnýzca, önceden tek tek metalara uygulanmýþ olan
yasanýn aynýsýdýr, yani bir metaýn kullaným-deðeri, onun deðiþim-deðeri-
nin ve dolayýsýyla deðerinin temelidir. Ancak bu oranýn ihlali, metaýn

562 Karl Marks


Kapital III
deðerinin, dolayýsýyla onun içerdiði artý-deðerin gerçekleþtirilmesini ola-
naksýz kýldýðý ölçüde, bu nokta, gerekli-emek ve artý-emek arasýndaki
iliþki açýsýndan bir anlam taþýr. Örneðin, toplam üründe gerçekleþen
emek-zamaný, belli koþullar altýnda gerekli olan kadar olduðu halde,
üretilen pamuklu mallar nispeten fazla olabilir. Ama burada, toplumun
genel emeðinin fazla bir miktarý bu özel üretim kolunda harcandýðý için,
ürünün bir kýsmý yararsýzdýr. Bu nedenle, sanki ancak gerekli oranda
üretilmiþ gibi satýlýr. Gerekli emek-zamaný, burada, farklý bir anlama
bürünmüþ olsa da, çeþitli özel üretim alanlarý için kullanýlabilecek bu
toplumsal emek-zamaný payýnýn nicel sýnýrý, genel olarak deðer yasasýn-
ýn daha geliþmiþ bir ifadesinden baþka bir þey deðildir. Bunun ancak bu
kadarý, toplumsal gereksinmelerin karþýlanmasý için gereklidir. Burada
ortaya çýkan sýnýrlama, kullaným-deðeri yüzündendir. Toplum, mevcut
üretim koþullarý altýnda, toplam emek-zamanýnýn ancak bu kadarýný bu
özel üretim türü için kullanabilmektedir. Ama artý-emeðin ve artý-deðe-
rin öznel ve nesnel koþullarýnýn, genel olarak, ne kâr ne de rantýn özel
biçimi ile hiç bir ilgisi yoktur. Bu koþullar, hangi özel biçime bürünürse
bürünsün, artý-deðer için geçerlidirler. Bu nedenle, toprak rantýný açýkla-
mazlar.
3° Aþaðýdaki ayýrdedici özellik, esas olarak, toprak mülkiyetinin
iktisaden gerçekleþtirilmesinde, toprak rantýnýn geliþmesinde, ön plana
çýkar: yani, toprak rantýnýn miktarý hiç de alýcýnýn hareketleriyle belirlen-
mez, daha çok alýcýnýn hiç katýlmadýðý toplumsal emeðin baðýmsýz geliþ-
mesiyle belirlenir. Bu yüzden, kolayca, gerçekte meta üretimine –ve
özellikle, bütünüyle meta üretimi olan kapitalist üretime– dayanan bütün
üretim dallarýnýn ve onlarýn bütün ürünlerinin ortak bir niteliði olan þeye,
rantýn (ve genel olarak tarýmsal ürünlerin) bir özelliði olarak bakýlmýþ
olabilir.
Toprak rantýnýn miktarý (ve onunla birlikte topraðýn deðeri) top-
lam toplumsal emeðin bir sonucu olarak, toplumsal geliþme ile büyür.
Bu, bir yandan topraðýn ürünlerinin piyasasýnýn ve bu ürünlere olan tale-
bin geniþlemesine yolaçar, öte yandan da, bizzat topraða olan talebi
canlandýrýr, bu da bütün iþ faaliyeti dallarýnda, hatta tarýmsal olmayanlar-
da bile rekabetçi bir üretimin önkoþuludur. Daha tam bir ifadeyle, –eðer
yalnýzca gerçek tarýmsal rant gözönünde tutulursa– rant ve dolayýsýyla
topraðýn deðeri, toprak ürünleri piyasasý ile ve böylece de geçim araçlarý
ve hammaddelere gereksinme duyan ve talep eden tarým-dýþý nüfusun
[sayfa 562] artmasý ile birlikte geliþir. Tarým-dýþý nüfusa oranla tarýmsal nü-
fusu sürekli olarak azaltmak, kapitalist üretimin niteliðinde vardýr, çünkü
sanayide (dar anlamda) deðiþmeyen sermayenin deðiþen sermayeye
göre artýþý, deðiþen sermayede, nispi bir azalma olsa da, mutlak bir artýþ-
la birarada gider; öte yandan, tarýmda, belirli bir toprak parçasýndan ya-
rarlanmak için gerekli olan deðiþen sermaye mutlak olarak azalýr; böyle-
ce, bu, ancak yeni toprak1arýn ekime açýlmasý ölçüsünde artabilir, ama

Karl Marks 563


Kapital III
bu da, gene, önkoþul olarak, tarým-dýþý nüfusta daha da fazla bir büyü-
meyi gerektirir.
Gerçekten de, biz, burada, tarýmýn ve onun ürünlerinin ayýrdedici
bir özelliðini incelemiyoruz. Tam tersine, ayný þey, meta üretimine ve
onun mutlak biçimi olan kapitalist üretime dayanan bütün öteki üretim
dallan için de geçerlidir.
Bu ürünler, ancak diðer metalar onlar için bir eþdeðer olduklarý,
yani diðer ürünler onlarýn karþýsýna metalar ve deðerler olarak çýktýklarý
ölçüde, böylece de, üreticilerin kendileri için doðrudan geçim aracý ola-
rak üretilmeyip de metalar olarak, ancak deðiþim-deðerlerine (para)
dönüþmeleriyle, yabancýlaþmalarýyla, kullaným-deðeri haline gelen ürün-
ler olarak üretildikleri ölçüde, metadýrlar, ya da gerçekleþtirilecek, para-
ya dönüþtürecek bir deðiþim-deðerine sahip kullaným-deðerleridirler. Bu
metalarýn piyasasý, toplumsal iþbölümü ile geliþir; üretken emeklerin
ayrýlmasý, karþýlýklý olarak onlarýn ürünlerini, metaya, birbiri için eþdeðere
dönüþtürür; onlarý karþýlýklý olarak piyasa görevi yapar duruma getirir.
Bu, hiç de tarýmsal ürünlere özgü deðildir.
Rant, para-rant olarak, ancak meta üretimi temeli üzerinde özel-
likle de kapitalist üretimde geliþebilir ve tarýmsal üretim meta üretimi
haline geldiði ölçüde, yani tarým-dýþý üretim tarýmsal üretimden baðým-
sýz olarak geliþtiði ölçüde geliþir; çünkü, tarýmsal ürün, bu ölçüde, meta,
deðiþim-deðeri ve deðer haline gelir. Kapitalist üretim ile meta üretimi,
ve böylece deðer üretimi geliþtiði sürece, artý-deðer ve artý-ürün üretimi
de geliþir. Ama sonuncunun geliþtiði oranda, toprak mülkiyeti, toprak
tekeli aracýlýðýyla, bu artý-deðerin gitgide artan bir bölümünü ele geçirme
ve böylelikle de rantýnýn deðerini ve bizzat topraðýn fiyatýný yükseltme
yeteneðine kavuþur. Kapitalist, hâlâ, bu artý-deðerin ve artý-ürünün geliþ-
mesinde faal bir görev yapmaktadýr. Ama toprak sahibi, bu büyümeye
hiçbir katkýda bulunmadan, yalnýzca artý-ürün ve artý-deðerdeki büyüyen
payý maledinme durumundadýr. Onun durumunun ayýrdedici özelliði
budur; topraðýn ürünlerinin ve böylece bizzat topraðýn deðerinin, bunla-
rýn piyasasý geniþlediði ölçüde, bunlara olan talep ve bununla birlikte,
toprak ürünlerinin karþýsýna çýkan metalar alemi –baþka bir deyiþle, ta-
rým-dýþý meta üreticileri yýðýný ve tarým-dýþý meta üretimi– büyüdüðü ölçü-
de artmasý gerçeði deðil. Ama bu, toprak sahibi hiç bir þey yapmadan
gerçekleþtiðinden, deðer toplamýný, artý-deðer toplamýnýn ve artý-deðerin
bir bölümünün toprak rantýna dönüþmesinin, toplumsal üretim süreci-
ne, genel olarak meta üretiminin geliþmesine baðlý olmasý, ona, eþsiz bir
þey gibi [sayfa 563] görünür. Bu nedenle, Dove, örneðin rantý bundan çýkar-
maya çalýþýr. Dove der ki, rant, tarýmsal ürün toplamýna deðil, onun
deðerine baðlýdýr;* ama bu da, tarým-dýþý nüfusun toplamýna ve verimli-
liðine baðlýdýr. Ama bütün diðer ürünler için þu da doðrudur ki, o ürün,

* P. Dove, The Elements of Political Science, Edinburgh 1854, s. 279. -Ed.

564 Karl Marks


Kapital III
kendine eþdeðer oluþturan, bütün diðer metalarýn kýsmen toplamý, kýs-
men de çeþidi arttýkça, bir meta olarak geliþir. Bu, daha önce, deðerin
genel sunuluþu ile baðýntýlý olarak gösterilmiþti.* Bir yandan, bir ürünün
deðiþilebilirliði, genel olarak, ona ek olarak var olan metalarýn çeþitliliðine
baðlýdýr. Öte yandan da, özellikle, bu ürünün, meta olarak üretilebileceði
miktar, ona baðlýdýr.
Ýster sýnai, ister tarýmsal olsun, hiç bir üretici, tek baþýna ele alýn-
dýðýnda, deðer ya da meta üretmez. Onun ürünü ancak belirli toplumsal
karþýlýklý-iliþkiler, kapsamý içinde bir deðer ve bir meta haline gelir. Birin-
cisi, toplumsal emeðin bir ifadesi olarak göründüðü sürece, bu nedenle
de. Birey olarak üreticinin emek-zamaný genel olarak toplumsal emek-
zamanýnýn bir parçasý sayýldýðý sürece bu böyledir ve ikincisi, emeðinin
bu toplumsal niteliði, parasal niteliði aracýlýðýyla ve fiyatý ile belirlenen
genel deðiþilebilirliði aracýlýðýyla, ürününe damgasýný vurmuþ görünür.
Bu yüzden. eðer bir yandan rant yerine artý-deðer, ya da daha da
dar bir biçimde, genel olarak artý-ürün açýklanýyorsa, öte yandan da,
metalar ve deðerler olmak sýfatýyla bütün ürünlere ait olan bir özelliði,
yalnýzca tarýmsal ürünlere atfetmek hatasýna düþülür. Bu, deðerin genel
belirlenmesinden, belirli bir metaýn deðerinin gerçekleþtirilmesine geçen-
ler tarafýndan, daha da kabalaþtýrýlýr. Her meta, deðerini, ancak dolaþým
süreci içinde gerçekleþtirebilir ve deðerini gerçekleþtirip gerçekleþtirme-
diði ya da hangi ölçüde gerçekleþtirdiði, mevcut piyasa koþullarýna bað-
lýdýr.
O halde, tarýmsal ürünlerin deðer haline gelmeleri ve deðer ola-
rak geliþmeleri, yani diðer metalarýn karþýsýna meta olarak çýkmalarý ve
tarým-dýþý ürünlerin onlarýn karþýsýna meta olarak çýkmasý; ya da toplum-
sal emeðin özgül ifadeleri olarak geliþmeleri, toprak rantýnýn bir özelliði
deðildir. Toprak rantýnýn özelliði, daha çok þudur: tarýmsal ürünlerin, de-
ðerler (metalar) olarak geliþtikleri koþullarla birlikte ve onlarýn deðerleri-
nin gerçekleþtiði koþullarla birlikte, toprak mülkiyetinin kendi yardýmý
olmaksýzýn üretilmiþ olan bu deðerlerin artan bir bölümünü maledinme
gücü de büyür; ve böylece, artý-deðerin artan bir bölümü, toprak rantýna
dönüþür. [sayfa 564]

* Kapital, Birinci Cilt, s. 106. -Ed.

Karl Marks 565


Kapital III
OTUZSEKÝZÝNCÝ BÖLÜM
FARKLILIK RANTI (DÝFERANSÝYEL RANT):
GENEL GÖRÜÞLER

TOPRAK rantý tahliline, þu varsayýmla baþlayacaðýz: bu tür bir rant


ödeyen ürünler, artý-deðerin bir kýsmýnýn ve dolayýsýyla toplam fiyatýnda
bir kýsmýnýn, toprak rantý haline döndüðü ürünler, yani hem tarým, hem
de madencilik ürünleri, bütün diðer metalar gibi, üretim-fiyatlarý üzerin-
den satýlýrlar. (Bizim amacýmýz için, kendimizi tarým ve madencilik ürün-
leriyle sýnýrlamamýz yeterlidir.) Bir baþka deyiþle, satýþ-fiyatlarý þu öðeler-
den oluþur: maliyetleri (tüketilen deðiþmeyen ve deðiþen sermayenin
deðeri), artý, genel kâr oraný tarafýndan belirlenen ve tüketilsin ya da tü-
ketilmesin yatýrýlan toplam sermaye üzerinden hesaplanan bir kâr. O
halde, biz, bu ürünlerin ortalama satýþ-fiyatlarýnýn, üretim-fiyatlarýna eþit
olduðunu varsayýyoruz. Þimdi þu soru ortaya çýkýyor: bu koþullar altýnda
toprak rantýnýn geliþmesi nasýl mümkün oluyor; yani kârýn bir bölümü-
nün toprak rantýna dönüþmüþ hale gelmesi, böylece meta-fiyatýnýn bir
bölümünün toprakbeyine düþmesi nasýl mümkün oluyor.
Toprak rantýnýn bu biçiminin genel niteliðini sergilemek için, be-
lirli bir ülkedeki fabrikalarýn çoðunun güçlerini, buharlý makinelerden
elde ettiklerini, daha küçük bir kýsmýnýn da, doðal çaðlayanlardan elde
ettiklerini varsayalým. Ayrýca varsayalým ki, birincilerde, 100’lük bir ser-
maye tüketen bir meta miktarý için, üretim-fiyatý 115’tir. %15 kâr, yalnýz-
ca [sayfa 565] tüketilen 100’lük sermaye üzerinden deðil, bu meta-deðerin

566 Karl Marks


Kapital III
üretilmesinde kullanýlan toplam sermaye üzerinden hesaplanmýþtýr. Daha
önce göstermiþtik ki, bu üretim-fiyatý, bireysel üreticinin bireysel mali-
yet-fiyatý tarafýndan deðil, bütün üretim alanýndaki ortalama sermaye
koþullarý altýndaki metaýn ortalama maliyet-fiyatý tarafýndan belirlenir.
Bu, gerçekten de, üretimin piyasa-fiyatý, dalgalanmalarýndan ayrý olarak,
ortalama piyasa-fiyatýdýr. Metalarýn deðerinin niteliði, kendini, bu deðe-
rin belirli bir meta miktarýnýn ya da tek baþýna bir metaýn üretimi için,
tek baþýna herhangi bir üretici açýsýndan gerekli emek-zamanýyla deðil
de, toplumsal bakýmdan gerekli emek-zamanýyla, yani mevcut ortalama
toplumsal üretim koþullarý tarafýnda, piyasadaki toplumsal bakýmdan
gerekli meta türlerinin toplam miktarýnýn üretimi için gerekli emek-za-
manýyla belirlenmesini, genel olarak piyasa-fiyatý biçiminde ve üstelik,
düzenleyici piyasa-fiyatý, ya da üretimin piyasa-fiyatý biçiminde ortaya
kor.
Bu durumda kesin rakamlar önem taþýmadýðýndan, ayrýca, su gü-
cü ile iþleyen fabrikalardaki maliyet-fiyatýnýn 100 yerine 90 olduðunu
varsayacaðýz. Bu meta miktarýna ait, üretimin düzenleyici piyasa-fiyatý,
%15 kârla, 115 olduðuna göre, makinelerini su gücüne dayanarak iþleten
fabrikatörler de metalarýný 115’ten, yani piyasa-fiyatýný düzenleyen or-
talama fiyat üzerinden satacaklardýr. O zaman, kârlarý 15 yerine 25 ola-
cak, düzenleyici üretim-fiyatý, onlara %10’luk bir artý-kâr saðlayacaktýr,
bunun nedeni, metalarýný üretim-fiyatýnýn üzerinde satmalarý deðil, üre-
tim-fiyatýna satmalarýdýr, çünkü onlarýn metalarý, istisnai uygun koþullar
altýnda, yani bu alanda hüküm süren ortalamadan daha uygun koþullar
altýnda üretilmektedir, ya da sermayeleri bu uygun koþullarda iþlemek-
tedir.
Ýki þey, hemen ortaya çýkýyor.
Birincisi, doðal bir çaðlayaný devinim gücü olarak kullanan üreti-
cilerin artý-kârý, her þeyden önce, dolaþým sürecindeki alýþveriþlerin piya-
sa-fiyatlarýndaki raslansal dalgalanmalarýn, raslansal sonuçlarý olmayan
tüm artý-kârda (üretim-fiyatlarýný tartýþýrken bu kategoriyi tahlil etmiþtik)
ayný sýnýfa dahildir. Bu durumda, bu artý-kâr da, diðerleri gibi, bu uygun
durumdaki üreticilerin bireysel üretim-fiyatlarý ile, bütün bu üretim-ala-
nýndaki, piyasayý düzenleyen genel toplumsal üretim-fiyatý arasýndaki
farka eþittir. Bu fark, metalarýn genel üretim-fiyatýnýn, bireysel üretim-
fiyatlarýnýn üzerinde kalan fazlasýna eþittir. Bu fazlanýn, iki düzenleyici
sýnýrý, bir yandan bireysel maliyet-fiyatý, ve dolayýsýyla, bireysel üretim-
fiyatý ve öte yandan da, genel üretim-fiyatýdýr. Su gücü ile üretilen me-
talarýn deðeri daha küçüktür, çünkü onlarýn üretimi için daha küçük bir
toplam emek miktarý gereklidir, yani daha az emek –maddeleþmiþ bir
biçimde– deðiþmeyen sermayenin içine onun bir parçasý olarak girer.
Burada kullanýlan emek daha üretkendir, onun bireysel üretken gücü,
ayný türden fabrikalarýn çoðunluðunda istihdam edilenden daha büyük-
tür. Onun daha büyük üretken güce sahip olduðu, ayný miktarda meta

Karl Marks 567


Kapital III
üretmek için, ötekilere göre daha az miktarda deðiþmeyen ser-
[sayfa 566]
maye daha az miktarda maddeleþmiþ emek gerektirmesi gerçeði ile
gösterilmiþtir. Ayrýca da, daha az canlý emek gerektirir, çünkü su ile
iþleyen çarkýn ýsýtýlmasýna gerek yoktur. Ýstihdam edilen emeðin bu daha
büyük bireysel verimliliði, deðeri düþürür, ama maliyet-fiyatýný ve böyle-
likle, metaýn üretim-fiyatýný da düþürür. Birey olarak sanayici kapitalist
için, bu, kendini metalarýnýn daha düþük maliyet-fiyatý biçiminde ortaya
kor. Daha az miktarda maddeleþmiþ emek için ödeme yapmak ve istih-
dam edilen daha az canlý emek-gücü için, daha az ücret ödemek zorun-
dadýr. Metalarýnýn maliyet-fiyatý düþük olduðundan, bireysel üretim-fiyatý
da düþüktür. Maliyet-fiyatý, 100 yerine 90’dýr. Bu nedenle, bireysel üre-
tim-fiyatý, 115 yerine yalnýzca 103½ olacaktýr (100 : 115 = 90 : 103½).
Bireysel üretim-fiyatý ile genel üretim-fiyatý arasýndaki fark, onun bireysel
maliyet-fiyatý ile genel maliyet-fiyatý arasýndaki fark tarafýndan sýnýrlan-
mýþtýr. Bu, onun artý-kârýnýn sýnýrlarýný oluþturan büyüklüklerden biridir.
Diðeri, genel üretim-fiyatýnýn büyüklüðüdür ki, genel kâr oraný, düzen-
leyici öðelerden biri olarak bunun içine girer. Eðer kömür ucuzlarsa sa-
nayici kapitalistin bireysel maliyet-fiyatý ile, genel maliyet-fiyatý arasýndaki
fark ve bununla birlikte artý-kârý azalacaktýr. Eðer, metalarýný bireysel
deðerleri üzerinden ya da bireysel deðerleri tarafýndan belirlenen üre-
tim-fiyatý üzerinden satmak zorunda býrakýlýrsa, bu fark yok olacaktýr.
Bu, bir yandan, metalarýn genel piyasa-fiyatlarý, bireysel fiyatlarýn reka-
bet vasýtasýyla eþitlenmesinden doðan fiyat üzerinden satýlmasý gerçe-
ðinin, ve öte yandan da onun harekete geçirdiði emeðin daha büyük bi-
reysel veriminin, bütün emeðin verimliliði gibi; emekçiye deðil, iþverene
yarar saðlamasý, sermayenin verimliliði gibi görünmesi gerçeðinin bir
sonucudur.
Genel üretim-fiyatý, bu artý-kârýn sýnýrlarýndan biri olduðuna göre,
genel kâr oraný düzeyi onun öðelerinden biri olduðundan, bu artý-kâr,
ancak genel ve bireysel üretim-fiyatý arasýndaki farktan ve bunun sonu-
cu olarak, genel ve bireysel kâr oraný arasýndaki farktan doðabilir. Bu
farkýn üstünde bir fazlalýk, ürünlerin piyasa tarafýndan düzenlenen üre-
tim fiyatýna deðil, bu fiyatýn üstünde satýlmasýný öngörür.
Ýkincisi, buraya kadar, buhar yerine doðal sugücü kullanan fabri-
katörün artý-kârý, baþka herhangi bir artý-kârdan hiç bir þekilde farklý
deðildir. Bütün normal artý-kâr, yani raslansal satýþlar ya da piyasa-fiyatý
dalgalanmalarý yüzünden olmayan bütün artý-kâr, belirli bir sermayenin
metalarýnýn bireysel üretim-fiyatý ile, genel olarak bu üretim alanýndaki
sermaye tarafýndan üretilen metalarýn piyasa-fiyatlarýný ya da bir baþka
deyiþle, bu üretim dalýna yatýrýlan toplam sermayenin metalarýnýn piya-
sa-fiyatlarýný düzenleyen genel üretim-fiyatý arasýndaki farkla düzenlenir.
Ama þimdi bu farka bakalým.
Mevcut durumda, sanayici kapitalist, artý-kârýný, genel kâr oraný
tarafýndan düzenlenen üretim-fiyatýndan kiþisel olarak kendisi için doð-

568 Karl Marks


Kapital III
an artýyý hangi duruma borçludur? [sayfa 567]
Bunu ilkönce, doðada hemen hazýr olarak bulunan ve suyu buha-
ra dönüþtüren kömür gibi, kendisi bir emek ürünü olmayan doðal bir
güce –çaðlayanýn devindirici gücüne– borçludur. Kömürün deðeri var-
dýr, onun için bir eþdeðer ödenmek zorundadýr ve bir maliyeti vardýr.
Çaðlayan, üretimine hiç emek girmeyen doðal bir üretim öðesidir.
Ama hepsi bu deðil. Buharla iþgören fabrikatör de, ona hiç bir
þeye malolmayan, ama emeði daha verimli yapan ve böylece emekçiler
için gerekli olan geçim araçlarýnýn yapýmýný ucuzlaþtýrdýklarýna göre, artý-
deðeri ve böylelikle kârý artýran doðal güçler kullanýr. Bu doðal güçler,
böylece, elbirliðinden, iþbölümünden vb. doðan, emeðin toplumsal doð-
al güçleri gibi, sermaye tarafýndan tekel altýna alýnýrlar. Fabrikatör, kö-
mür için ödeme yapar, ama suyun fiziksel durumunu deðiþtirme, buhara
dönüþme niteliði için, buharýn esnekliði vb. için yapmaz. Bu doðal güçle-
rin tekel altýna alýnmasý, yani onlarýn ürettiði emek-gücündeki artýþ,*
buhar makineleriyle çalýþan bütün sermayeler için geçerlidir. Bu durum,
emek ürününün, artý-deðeri temsil eden kýsmýný,ücretlere dönüþtürülen
kýsmýna bakarak artýrabilir. Bunu yaptýðý sürece, genel kâr oranýný artýrýr,
ama hiç bir artý-deðer yaratmaz, çünkü, bu, bireysel kârýn ortalama kâr
üzerinde kalan kýsmýndan oluþur. Bu yüzden, bu durumda, doðal bir
gücün, bir çaðlayanýn kullanýlmasýnýn artý-kâr yaratmasý gerçeði yalnýz-
ca, buradaki artan emek veriminin doðal bir güç uygulanmasýndan doð-
masý durumuna baðlý olamaz. Deðiþiklik yaratan baþka durumlar
gereklidir.
Tersine olarak, doðal güçlerin, sanayide, yalnýzca uygulanmasý,
genel kâr oraný düzeyini etkileyebilir, çünkü bu, gerekli geçim araçlarým
üretmek için gerekli olan emek miktarýný etkiler. Ama kendi baþýna
genel kâr oranýndan hiç bir sapma yaratmaz ve bizim burada ilgilen-
diðimiz iþte tam bu noktadýr. Ayrýca, bir bireysel sermayenin özel bir
üretim alanýnda baþka yoldan gerçekleþtirdiði artý-kâr –çünkü çeþitli üre-
tim alanlarýnda görülen kâr oranlarýndaki sapmalar, sürekli olarak bir
ortalama oranda dengelenirler-, raslansal sapmalardan ayrý olarak, mali-
yet-fiyatýnda, üretim-maliyetlerinde bir düþüþ yüzündendir. Bu düþüþ, ya
sermayenin ortalamadan daha büyük miktarlarda kullanýlmasý gerçeðin-
den doðar, öyle ki, üretimin faux frais’si** düþürülür, emeðin verimli-
liðini artýran genel nedenler (elbirliði, iþbölümü vb.), daha fazla yoðun-
lukla, daha yüksek ölçüde etken hale gelebilir, çünkü bunlarýn faaliyet
alaný daha geniþlemiþtir; ya da, bu düþüþ, iþler sermaye miktarýndan ayrý
olarak, daha iyi emek yöntemleri, yeni buluþlar, geliþtirilmiþ makineler,
kimyasal imalat sýrlarý vb., kýsacasý yeni ve geliþmiþ, ortalamadan iyi
üretim araçlarý ve üretim yöntemleri kullanýlmasý gerçeðinden doðar.

* Bunu emek-gücündeki artýþ yerine emeðin üretkenliðindeki artýþ diye almak belki daha
doðru olur. -Ed.
** Üretken olmadýðý halde zorunlu olan ikincil maliyetler; beklenmedik masraf. -ç.

Karl Marks 569


Kapital III
Maliyet-fiyatýndaki düþüþ ve bundan doðan artý-kâr, burada, iþlev gören
sermayenin yatýrýlma biçiminin sonucudur. Bunlar, ya sermayenin bir
kiþinin elinde [sayfa 568] olaðanüstü büyük miktarlarda toplanmasý gerçeðin-
den (ortalama olarak, eþit büyüklükte sermaye kullanýlýr kullanýlmaz,
ortadan kalkan bir koþul) ya da, belirli bir büyüklükteki sermayenin öze-
llikle verimli bir biçimde kullanýlmasý gerçeðinden (istisnai üretim yön-
temi genelleþince, ya da daha geliþmiþ bir yöntem onu geçince yok olan
bir koþul) doðar.
O halde, artý-kârýn nedeni, burada, ister daha fazla bir büyüklükte
sermaye kullanýlmasý yüzünden olsun, ister sermayenin daha etkin uy-
gulanmasý yüzünden olsun, sermayeden (ki bu, onun harekete geçirdiði
emeði de kapsar) doðar; ve iþin aslýnda, ayný üretim alanýndaki bütün
sermayenin ayný biçimde yatýrýlmamasý için hiç bir özel neden yoktur.
Tam tersine, sermayeler arasýndaki rekabet, bu farklýlýklarý gitgide daha
çok ortadan kaldýrýr. Deðerin, toplumsal bakýmdan gerekli emek-zama-
nýyla belirlenmesi, metalarýn ucuzlamasýyla ve metalarýn ayný uygun
koþullar altýnda üretilmesi yolundaki zorlama ile kendini ortaya kor. Ama
çaðlayandan yararlanan bir sanayici kapitalistin artý-kârýnda durum baþ-
kadýr. Onun kullandýðý emeðin artan üretkenliði, ne sermayenin ve eme-
ðin kendinden gelir, ne de sermayeden ve emekten farklý olan, ama
sermayeye katýlmýþ olan bir doðal gücün salt uygulanmasýndan gelir.
Bu, örneðin buharýn esnekliði gibi, bir doða gücünün, ama ayný üretim
dalýndaki tüm sermayenin emrinde olmayan bir doða gücünün uygulan-
masýna baðlý olan, emeðin daha büyük doðal üretkenliðinden doðar. Bir
baþka deyiþle, ne zaman bu üretim alanýna sermaye genel olarak yatýrý-
lýrsa, bunun da uygulanacaðý sanýlmamalýdýr. Tam tersine, bu, yalnýzca
yeryüzünün ve eklentilerinin belirli bölümlerini elinde tutanlarýn emrin-
de olan, çaðlayan gibi, tekel altýna alýnabilir bir doða gücüdür. Daha
büyük bir emek üretkenliði için bu doðal öncülün yaratýlmasý, herhangi
bir sermayenin, suyu buhara dönüþtürebilmesi gibi, sermayenin gücü
dahilinde deðildir. Bu, ancak, doðada yerel olarak bulunur ve bulunma-
dýðý yerde, belirli bir sermaye yatýrýmý ile kurulamaz. Makineler ve kö-
mür gibi emeðin üretebildiði ürünlere deðil, topraðýn bazý bölümlerinde
hüküm süren özgül doðal koþullara baðlýdýr. Çaðlayanlara sahip olan
fabrikatörler, sahip olmayanlarýn bu doðal gücü kullanmalarýna engel
olurlar, çünkü toprak, özellikle sugücüne sahip toprak, enderdir. Ama
belli bir ülkedeki çaðlayanlar sýnýrlý da olsa, bu, sýnai amaçlarý için kulla-
nýlmasý mümkün olan sugücü miktarýnýn artmasýný engellemez. Devin-
dirici gücünden tamamen yararlanabilmek için, insan, çaðlayaný elektrik
enerjisi üretmede kullanabilir. Eðer böyle bir durum varsa, sugücünden
mümkün olduðu kadar yararlanabilmek için, su çarký geliþtirilebilir; sýra-
dan çarkýn su miktarýna uygun düþmediði yerlerde, tribünler kullanýlabi-
lir vb.. Bu doðal güce sahip olunmasý, ona sahip olanýn elinde bir tekel
oluþturur; bu, yatýrýlmýþ sermayenin üretkenliðinde, bizzat sermayenin

570 Karl Marks


Kapital III
üretim süreci ile yaratýlamayacak bir artýþýn koþuludur;33 bu biçimde
tekel altýna [sayfa 569] alýnabilen bu doðal güç, her zaman topraða baðlýdýr.
Böyle bir doðal güç, sözkonusu üretim alanýnýn genel koþullarýna dahil
deðildir, bu üretim alanýnýn genellikle yaratýlabilen koþullarýna da dahil
deðildir.
Þimdi varsayalým ki, çaðlayanlar, ait olduklarý topraklarla birlikte,
yeryüzünün bu bölümlerinin sahibi olduðu kabul edilen kiþilerin, yani
toprak sahiplerinin elinde olsun. Bu sahipler çaðlayanlara sermaye yatý-
rýlmasýný ve bunlardan sermaye tarafýndan yararlanýlmasýný engellesin-
ler. Böyle bir yararlanmaya izin verebilirler de, yasaklayabilirler de. Ama
sermaye kendi baþýna çaðlayan yaratamaz. Bu nedenle, bu çaðlayanla-
rýn kullanýlmasýndan doðan artý-kâr, sermaye yüzünden deðil, sermaye
tarafýndan tekel altýna alýnabilen, ve tekel altýna alýnmýþ olan bir doðal
gücün kullanýlmasý yüzündendir. Bu koþullar altýnda artý-kâr, toprak ran-
týna dönüþtürülür, yani bir çaðlayanýn sahibinin eline geçer. Eðer, fabri-
katör, çaðlayanýn sahibine yýlda 10 sterlin öderse, onun kârý 15 sterlindir,
yani bu durumda üretim-maliyetini meydana getiren 100 sterlin üzerin-
den %15’tir; ve, kendi üretim alanýnda buharla çalýþan bütün öteki kapi-
talistler kadar, ya da onlardan daha iyi bir durumda olmasý olasýdýr.
Eðer, kapitalistin kendisi bir çaðlayanýn sahibi olsaydý, bu, durumda hiç
bir deðiþiklik yaratmayacaktý. Böyle bir durumda, eskiden olduðu gibi
10 sterlinlik artý-kârý, çaðlayan sahibi sýfatýyla cebine atacaktý, kapitalist
sýfatýyla deðil; ve bu fazla, gerçekte sermayesinden deðil, tekel altýna
alýnabilen, sermayesinden ayrý, kýt bir doðal gücün denetiminden kaynak-
landýðý içindir ki, toprak rantýna dönüþtürülür.
Birincisi, açýktýr ki, bu rant, her zaman bir farklýlýk rantýdýr, çünkü
metalarýn genel üretim-fiyatýna belirleyici bir öðe olarak dahil olmaz,
daha çok ona dayanýr. Deðiþmez bir biçimde, bir yanda tekel altýna alýn-
mýþ doðal güce egemen olan özel bir sermayenin, bireysel üretim-fiyatý
ile, öte yanda sözkonusu üretim alanýna yatýrýlan toplam sermayenin
genel üretim-fiyatý arasýndaki farktan doðar.
Ýkincisi, bu toprak rantý, kullanýlan sermayenin ya da onun tarafýn-
dan elkonulan emeðin üretkenliðindeki mutlak artýþtan doðmaz, çünkü
bu, ancak metalarýn deðerini düþürebilir; bu, belirli bir, üretim alanýna
yatýrýlmýþ özgül ayrý sermayenin, üretkenliði kolaylaþtýran bu istisnai ve
doðal koþullarýn dýþýnda tutulan sermaye yatýrýmlarýyla karþýlaþtýrýldýðýnda,
sahip olduðu daha fazla nispi verimlilik yüzündendir. Örneðin, kömürün
deðeri olmasý ve sugücünün deðeri olmamasý gerçeðine karþýn, eðer
buharýn kullanýlmasý, sugücünün kullanýlmasýnýn saðlamadýðý ezici bir
yarar saðlýyorsa, ve bu yararlar, masrafý fazlasýyla karþýlýyorsa, o zaman,
sugücü kullanýlmayacak ve hiç bir artý-kâr üretemeyecek ve dolayýsýyla
33
Fazla kâr için. bkz: Inquiry [into those Principles, Respecting the Nature of Demand and
the Necesseýy of Consumption, lately advocated by Mr. Malthus, London 1821. -Ed.] (Malthus’a
karþý).

Karl Marks 571


Kapital III
da hiç rant üretemeyecektir.
Üçüncüsü, doðal güç, artý-kârýn kaynaðý deðil, yalnýzca doðal tem-
elidir, çünkü bu doðal temel, emeðin üretkenliðinde istisnai bir artýþý
mümkün kýlmaktadýr. Ayný biçimde, kullaným-deðeri, genel olarak,
deðiþim-deðerini taþýr, ama onun nedeni deðildir. Eðer ayný kullaným-
deðeri [sayfa 570] emeksiz elde edilebilseydi, hiç bir deðiþim-deðerine sahip
olmayacak, ama gene de, eskiden olduðu gibi, kullaným-deðeri olarak
ayný doðal yararlýlýða sahip olacaktý. Öte yandan, kullaným-deðerine sahip
olmadýkça, yani emeðin doðal bir taþýyýcýsý olmadýkça, hiç bir þey deðiþim-
deðerine sahip olamaz. Çeþitli deðerlerin, üretim-fiyatlarý biçiminde ve
çeþitli bireysel üretim-fiyatlarýnýn, piyasayý düzenleyen, genel bir üretim-
fiyatý biçiminde ortalamaya ulaþmalarý gerçeði olmasaydý, çaðlayanýn
kullanýlmasý yoluyla ortaya çýkan emeðin üretkenliðindeki salt artýþ, bu
metalarýn içerdiði kâr payýný artýrmaksýzýn, yalnýzca, bu çaðlayanýn. Yar-
dýmýyla üretilen metalarýn fiyatýný düþürecekti. Öte yandan, bunun gibi,
sermayenin kendi malý gibi kullandýðý emeðin doðal ve toplumsal üret-
kenliðini maledinmesi gerçeði olmasaydý, emeðin artan üretkenliði ken-
di baþýna artý-deðere dönüþtürülmeyecekti.
Dördüncüsü, kendi baþýna çaðlayanýn özel mülkiyetinin, artý-de-
ðer (kâr) bölümünün yaratýlmasýyla, ve dolayýsýyla, genel olarak çaðla-
yan aracýlýðýyla üretilen metaýn fiyatýnýn yaratýlmasýyla hiç bir ilgisi yoktur.
Eðer toprak mülkiyeti olmasaydý, örneðin çaðlayanýn bulunduðu toprak,
fabrikatör tarafýndan hak iddia edilmeyen toprak olarak kullanýlmýþ ol-
saydý, bu artý-kâr gene mevcut olacaktý. Bu nedenle, toprak mülkiyeti,
deðerin artý-kâra dönüþtürülen bölümünü yaratmaz, yalnýzca, toprak sa-
hibinin, çaðlayanýn sahibinin, bu artý-kârý, fabrikatörün cebinden kendi
cebine aktarmasýný mümkün kýlar. Toprak mülkiyeti, bu artý-kârýn yara-
týlmasýnýn nedeni deðildir, onun toprak rantý biçimine dönüþtürülmesinin,
ve dolayýsýyla kârýn ya da meta-fiyatýnýn bu bölümünün topraðýn ya da
çaðlayanýn sahibi tarafýndan maledinilmesinin nedenidir.
Beþincisi, açýktýr ki, çaðlayanýn fiyatý, eðer toprak sahibi onu bir
üçüncü tarafa, ya da hatta fabrikatörün kendisine satacak olursa alacaðý
fiyat, fabrikatörün bireysel maliyet-fiyatýna girse de, metalarýn üretim-
fiyatýna hemen girmez; çünkü burada rant, buhar makinesi tarafýndan
üretilen benzer metalarýn üretim-fiyatýndan doðar ve bu fiyat, çaðlayan-
dan baðýmsýz olarak düzenlenmiþtir. Üstelik, bir bütün olarak çaðlayanýn
bu fiyatý, akla-aykýrý bir ifadedir, ama onun arkasýnda gerçek bir iktisadi
iliþki saklýdýr. Genel olarak toprak gibi ve herhangi bir doðal güç gibi,
çaðlayanýn da bir deðeri yoktur, çünkü hiç bir maddeleþmiþ emeði tem-
sil etmemektedir ve dolayýsýyla, normal olarak, deðerin, para terimi ile
ifadesinden baþka bir þey olmayan fiyata da sahip deðildir. Deðer yoksa,
eo ipso* para ile ifade edilebilecek bir þey de yoktur. Bu fiyat, sermaye-

* Ayný gerçekten. -ç.

572 Karl Marks


Kapital III
ye çevrilmiþ ranttan baþka bir þey deðildir. Toprak sahipliði, toprak sahi-
binin bireysel kârla ortalama kâr arasýndaki farký maledinmesini müm-
kün kýlar. Bu yolla elde edilen, her yýl yenilenen kâr, sermayeye çevrilebilir
ve o zaman, bizzat doðal gücün fiyatý gibi gözükebilir. Eðer çaðlayaný
kullanan fabrikatörün gerçekleþtirdiði artý-kâr, yýlda 10 sterlin tutuyorsa,
[sayfa 571] ve ortalama faiz %5 ise, o zaman, bu 10 sterlin, 200 sterlinlik bir
sermayenin yýllýk faizini temsil eder ve o zaman yýllýk 10 sterlinin –ki çað-
layan, sahibinin, bunu, fabrikatörden almasýný mümkün kýlmýþtýr– ser-
mayeye çevrilmesi, bizzat çaðlayanýn sermaye-deðeri gibi görünür. Çað-
layanýn kendisinin deðeri olmadýðý, onun fiyatýnýn, kapitalistçe hesaplanan,
maledinilmiþ artý-deðerin salt bir yansýmasý olduðu, hemen þu gerçek-
ten ortaya çýkar: 200 sterlinlik fiyat, yalnýzca, 10 sterlinlik bir artý-kârýn, 20
yýl ile çarpýlmasýyla elde edilen sonucu temsil eder, oysa, diðer koþullar
eþit kalýrsa, ayný çaðlayan, sahibinin, bu 10 sterlini, her yýl, sayýsýz yýllar
boyunca –30 yýl, 100 yýl ya da x yýl– maledinmesini mümkün olacaktýr ve
oysa öte yandan, sugücü ile uygulanamayan yeni bir üretim yöntemi,
buhar makinesi ile üretilen metalarýn maliyet-fiyatýný 100 sterlinden 90
sterline düþürecek olursa, artý-kâr, ve böylelikle rant ve böylece de çað-
layanýn fiyatý yok olacaktýr.
Þimdi, farklýlýk rantý kavramýný genel olarak tanýmladýðýmýza göre
asýl tarým içindeki incelenmesine geçeceðiz. Tarým için söyleyecekleri-
miz, bütünüyle madencilik için de geçerlidir. [sayfa 572]

Karl Marks 573


Kapital III
OTUZDOKUZUNCU BÖLÜM
FARKLILIK RANTININ BÝRÝNCÝ BÝÇÝMÝ
(FARKLILIK RANTI I)

RICARDO’nun aþaðýdaki saptamalarý tamamen doðrudur:


“Rant, her zaman, eþit noktalarda iki sermaye ve emek kullanýmý
ile elde edilen ürünler arasýndaki farktýr.” (Principles, [London 1852], s.
59.) (Farklýlýk rantý kastediliyor, çünkü, Ricardo, farklýlýk rantýndan baþka
rant olmadýðýný varsaymaktadýr.) Bu, genel olarak artý-kârý deðil; toprak
rantýný ilgilendirdiðinden, “eþit toprak parçalarý üzerinde” diye eklemesi
gerekirdi.
Bir baþka deyiþle artý-kâr, eðer normalse ve dolaþým sürecindeki
raslansal olgular yüzünden deðilse, her zaman iki eþit miktarda sermaye
ve emeðin ürünleri arasýndaki fark olarak üretilir, ve bu artý-kâr, iki eþit
miktarda sermaye ve emek, eþit sonuç vermeyen eþit toprak parçalarý
üzerinde kullanýldýðý zaman, toprak rantýna dönüþür. Ayrýca, bu artý-kârýn,
yatýrýlan eþit miktarlardaki sermayenin, eþit olmayan sonuçlarýndan doð-
masý, hiç de mutlaka gerekli deðildir. Çeþitli yatýrýmlar, eþit olmayan
miktarlarda da sermaye kullanabilirler. Gerçekten de, durum genellikle
böyledir. Ama örneðin, herbiri 100 sterlinlik eþit oranlar, eþit olmayan so-
nuçlar yaratýrlar; yani bunlarýn kâr oranlarý farklýdýr. Bu, herhangi bit ser-
maye yatýrýmý alanýnda artý-kârýn varlýðýnýn, genel önkoþuludur. Ýkinci
önkoþul, bu artý-kârýn toprak rantý biçimine (ya da kârdan ayrý bir [sayfa 573]

574 Karl Marks


Kapital III
biçim olarak genel olarak ranta) dönüþtürülmesidir; her durumda, bu
dönüþümün ne zaman, nasýl ve hangi koþullarda gerçekleþtiði araþtýrýlma-
lýdýr.
Ricardo, farklýlýk rantýyla sýnýrlý kalmak koþuluyla, aþaðýdaki göz-
lemde de haklýdýr:
“Hangi neden olursa olsun, ayný ya da yeni topraktan elde edilen
üründeki eþitsizliði azaltýrsa, toprak rantýný da düþürmeye eðilim göster-
ir, ve hangi neden olursa olsun, bu eþitsizliði artýrýrsa, zorunlu olarak kar-
þý bir etki yaratýr ve toprak rantýný yükseltmeye eðilim gösterir.” (s. 74.)
Ancak bu nedenler arasýnda yalnýzca genel nedenler (verimlilik
ve yer) deðil, þunlar da bulunur: 1) ayný biçimde iþleyip iþlemediði açý-
sýndan, vergilerin daðýlýmý; Ýngiltere’de olduðu gibi vergilerin daðýlýmý
merkezileþtirilmediði ve vergi, rant üzerine deðil de, toprak üzerine kon-
duðunda, daima ikinci durum sözkonusudur; 2) ülkenin farklý kýsýmla-
rýnda, tarýmsal geliþmedeki farklýlýktan doðan eþitsizlikler, çünkü, bu üre-
tim dalý, geleneksel niteliði yüzünden, manüfaktüre göre daha zor eþit-
leþir; ve 3) sermayenin kapitalist kiracýlar arasýnda daðýlýmýndaki eþitsizlik.
Tarýmýn, kapitalist üretim tarzý tarafýndan istilasý, baðýmsýz olarak üretim-
de bulunan köylülerin ücretli-iþçilere dönüþtürülmesi, gerçekten de, bu
üretim tarzýnýn son fethi olduðundan, burada, bu eþitsizlikler, bütün dið-
er üretim dallarýnda olduðundan daha büyüktür.
Bu baþlangýç sözlerinden sonra, önce, Ricardo’nunkinin tersine,
benim tahlilimin kendine özgü özelliklerinin kýsa bir özetini sunacaðým.

––––––––––––

Önce, eþit ölçüdeki farklý toprak parçalarýna uygulanan eþit miktar-


larda sermayenin, eþit olmayan sonuçlarýný, ya da eþit olmayan ölçüdeki
toprak parçalarý sözkonusu ise, eþit olanlara dayanýlarak hesaplanan so-
nuçlarý göreceðiz.
Bu eþit olmayan sonuçlarýn –sermayeden tamamen baðýmsýz
olan– iki genel nedeni þudur: 1) Verimlilik. (Bu birinci hususa iliþkin ola-
rak, topraðýn doðal verimliliði ile ne kastedildiðini ve hangi öðelerin iþe
karýþtýðým tartýþmak gerekli olacaktýr.) 2) Topraðýn yeri. Bu, koloniler du-
rumunda belirleyici bir öðedir ve genel olarak toprak parçalarýnýn ekile-
bileceði sýrayý belirler. Ayrýca, açýktýr ki, farklýlýk rantýnýn bu iki nedeni
–verimlilik ve yer– karþýt yönlerde iþleyebilir. Belirli bir toprak parçasý,
çok uygun bir yere sahip olabilir, ama verimliliði çok düþük olabilir, ya
da tersi olabilir. Bu durum önemlidir. Çünkü belirli bir ülkenin topraðýnýn
ekime açýlmasýnda, iyiden kötüye doðru, ya da kötüden iyiye doðru,
ayný þekilde pekala nasýl ilerlenebileceðini açýklar. En sonu, açýktýr ki,
genel olarak toplumsal üretimin ilerlemesi, bir yandan yerel piyasalar
yaratmak ye haberleþme ve ulaþtýrma olanaklarý saðlayarak yerleri [sayfa
574] iyileþtirmek yoluyla, toprak rantýnýn bir nedeni olarak yerden doðan

Karl Marks 575


Kapital III
farklýlýklarý gidermek etkisine sahiptir, öte yandan da tarýmý, manüfak-
türden ayýrarak ve bir yandan büyük üretim merkezleri kurup, öte yan-
dan da tarýmsal bölgeleri nispeten tecrit ederek toprak parçalarýnýn ayrý
ayrý yerleri arasýndaki farklarý artýrýr.
Ancak, þimdilik, yerle ilgili bu sorunun üzerinde durmayacaðýz ve
doðal verimlilikle yetineceðiz. Doðal verimlilikteki farklýlýk, iklimsel öðel-
erden vb. baþka, topraðýn üst tabakasýnýn kimyasal bileþimine, yani bitki-
nin besini olan farklý içeriðine baðlýdýr. Ancak, iki toprak parçasý için
kimyasal bileþimin ve bu açýdan doðal verimliliðin ayný olduðunu varsay-
sak bile, gerçek etkin verimlilik, bu bitki besini unsurlarýnýn azçok kolay-
lýkla emilecek ve ekinleri beslemek üzere hemen kullanýlabilecek bir
biçimde olup olmamasýna baðlý olarak deðiþir. Bu nedenle, benzer do-
ðal verimliliðe sahip toprak parçalarý üzerinde ayný doðal verimliliðin ne
ölçüde saðlanabileceði, kýsmen tarýmdaki kimyasal geliþmelere, kýsmen
de mekanik geliþmelere baðlý olacaktýr. Verimlilik, topraðýn nesnel bir
niteliði olmakla birlikte, her zaman, iktisadi bir iliþki, tarýmdaki mevcut
geliþmenin kimyasal ve mekanik düzeyiyle olan bir iliþki anlamýna gelir,
ve, bu yüzden, bu geliþme düzeyiyle deðiþir. Ýster kimyasal yollarla (sert
killi toprak üzerinde bazý sývý gübrelerin kullanýlmasý ve aðýr killi topra-
klarýn kireçlendirilmesi gibi), ister mekanik yollarla (aðýr topraklar için
özel sabanlar gibi), eþit verimlilikte bir topraðý, gerçekte daha az verimli
yapan engeller, yokedilebilir (aðaçlama da bu bölüme dahildir). Ya da
hatta, ekime açýlan toprak tiplerinin sýrasý buna uyarak deðiþtirilebilir ,
örneðin, Ýngiliz tarýmýnýn belirli bir geliþme döneminde, hafif kumlu to-
prakla aðýr killi topraðýn düzeltilmesi gibi. Bu, bir kez daha göstermekte-
dir ki, tarihsel olarak, ekime açýlan topraklarýn sýralanmasýnda tersi olduðu
gibi, daha verimli topraktan daha az verimli topraða da geçilebilir. Ayný
sonuç, toprak bileþiminde, yapay olarak yaratýlan bir iyileþtirme ile, ya
da, yalnýzca tarýmsal yöntemlerde bir deðiþiklikle elde edilebilir. En sonu,
toprakaltý da iþlenmeye ve üst tabakalara döndürülmeye baþlanýr baþlan-
maz, toprak tiplerinin farklý toprakaltý koþullarýna baðlý olan, hiyerarþik
düzenlenmesinde bir deðiþiklikle de ayný sonuç yaratýlabilir. Bu, kýs-
men, (yem bitkilerinin ekimi gibi) yeni tarýmsal yöntemler kullanýlmasý-
na, kýsmen de, ya toprakaltýný üst tabakalara çeviren, üst toprakla karýþtý-
ran ya da toprakaltýný çevirmeden eken mekanik araçlarýn kullanýlmasý-
na baðlýdýr.
Çeþitli toprak parçalarýnýn farklý verimliliði üzerindeki bütün bu
etkiler öyledir ki, iktisadi verimlilik açýsýndan, emeðin üretkenliðinin dü-
zeyi, bu durumda tarýmýn, doðal toprak verimliliðini hemen yararlanýla-
bilir kýlma yeteneði –çeþitli geliþme dönemlerinde farklý olan bu yetenek-,
doðal toprak verimliliði denen þeyde, onun kimyasal bileþimi ve diðer
doðal özellikleri kadar bir etken oluþturur.
O halde, tarýmda belirli bir geliþme aþamasýnýn mevcut olduðunu
[sayfa 575] varsayýyoruz. Ayrýca, toprak tiplerinin hiyerarþik düzenlenmesi-

576 Karl Marks


Kapital III
nin bu geliþme aþamasýna uyduðunu varsayýyoruz ki, kuþkusuz, farklý
toprak parçalarý üzerindeki eþzamanlý sermaye yatýrýmlarýnda durum
her zaman böyledir. O zaman farklýlýk rantý, ya yükselen ya da alçalan
bir sýra oluþturur, çünkü gerçekte ekilen toprak parçalarýnýn tümü için
bu sýra belirlenmiþ bulunsa da, bu sýranýn oluþmasýna yolaçan bir dizi
hareket, aralýksýz meydana gelmiþtir.
Dört toprak türünün mevcut olduðunu varsayalým: A, B, C, D.
Ayrýca, bir quarter buðdayýn fiyatýnýn = 3 sterlin ya da 60 þilin olduðunu
varsayalým. Rant, yalnýzca farklýlýk rantý olduðuna göre, en kötü toprak
için quarter baþýna bu 60 þilinlik fiyat, üretim-fiyatýna eþittir, yani ser-
maye artý ortalama kâra eþittir.
A, harcanan her 50 þilin karþýlýðýnda 1 quarter = 60 þilin getiren
en kötü toprak olsun; dolayýsýyla, kâr, 10 þilin ya da %20 olacaktýr.
B, ayný harcama karþýlýðýnda 2 quarter = 120 þilin getirsin. Bu 70
þilinlik kâr, ya da 60 þilinlik bir artý-kâr demektir.
C, ayný harcama için 3 quarter = 180 þilin getirsin; toplam kâr =
130 þilin; artý-kâr = 120 þilindir.
D, 4 quarter = 240 þilin = 180 þilinlik artý-kâr getirsin.
O zaman aþaðýdaki sýrayý elde etmiþ olacaðýz [Tablo I]:

TABLO I
Toprak Yatýrýlan
Ürün Kâr Rant
Tipi Sermaye
Quarter Þilin Quarter Þilin Quarter Þilin
1
A 1 60 50 /6 10 - -
B 2 120 50 11/ 6 70 1 60
C 3 180 50 21/ 6 130 2 120
D 4 240 50 31/ 6 190 3 180
Toplam 10 600 6 360

Herbirinin rantý þöyledir: D = 190 þilin = 10 þilin, ya da D ile A


arasýndaki fark; C = 130 þilin = 10 þilin, ya da C ile A arasýndaki fark; B
=70 þilin = 10 þilin, ya da B ile A arasýndaki fark; ve B, C, D için toplam
rant = 6 quarter = 360 þilin, D ve A, C ve A, B ve A arasýndaki farklarýn
toplamýna eþittir.
Belirli bir koþuldaki belirli bir ürünü temsil eden bu sýra, soyut
olarak düþünüldüðünde (durumun gerçekte niçin böyle olabileceðinin
nedenlerini zaten sunmuþ bulunuyoruz), D’den A’ya, verimli topraktan,
[sayfa 576] gitgide daha az verimli topraða doðru alçalabilir, ya da A’dan
D’ye, nispeten zayýf topraktan, gitgide daha çok verimli topraða doðru
yükselebilir, ya da, ensonu, dalgalanabilir, yani bir yükselerek, bir alçala-
rak – örneðin D,den C’ye, C’den A’ya ve A’dan B’ya dalgalanabilir.
Alçalan bir sýra durumunda süreç aþaðýdaki gibi olurdu: Bir quar-

Karl Marks 577


Kapital III
ter buðdayýn fiyatý, yavaþ yavaþ, diyelim 15 þilinden 60 þiline yükseldi. D
tarafýndan üretilen 4 quarter (bu 4 quarter, þu kadar milyon quarter
olarak alýnabilir), artýk yetiþmemeye baþlayýnca, buðdayýn fiyatý, arz ek-
sikliðinin, C tarafýndan üretilebileceði bir noktaya yükseldi. Yani buð-
dayýn fiyatýnýn quarter baþýna 20 þiline yükselmesi gerekti. Quarter baþýna
30 þiline yükseldiðinde, B, ekime açýlabildi; ve 60 þiline ulaþtýðýnda, A
ekime açýlabildi; ve yatýrýlan sermaye, %20’den daha aþaðý bir kâr oraný
ile yetinmek zorunda kalmadý. Bu yolla, D için bir rant oluþmuþ oldu,
önce quarter baþýna 5 þilinden = ürettiði 4 quarter için 20 þilin; sonra
quarter baþýna 15 þilinden = 60 þilin, sonra da quarter baþýna 45 þilinden
= 4 quarter için 100 þilin.
Eðer, D’nin kâr oraný, baþlangýçta, ayný þekilde %20 idiyse, o za-
man D’nin 4 quarter buðday üzerinden toplam kârý da 10 þilinden iba-
retti, ama, bu fiyat 15 þilin olduðunda, fiyatýn 60 þilin olduðu durumdan
daha fazla tahýlý temsil ediyordu. Ama tahýl, emek-gücünün yeniden-
üretimine dahil olduðundan ve her quarter’ýn bir kýsmý ücretlerin bir
kýsmýný, öteki kýsmý da deðiþmeyen sermayeyi karþýlamak zorunda ol-
duðundan, bu koþullar altýnda, artý-deðer ve böylece, diðer þeyler eþit
ise, kâr oraný da daha yüksek oluyordu. (Kâr oraný sorununun özel ola-
rak ve ayrýntýsýyla tahlili gerekecek.)
Öte yandan, eðer sýra ters düzende ise, yani eðer süreç A’dan
baþladýysa, o zaman, buðdayýn fiyatý, önce, yeni toprak ekime açýlmak
zorunda olunca quarter baþýna 60 þilinin üzerine çýkacaktýr. Ama, gerekli
arz, 2 quarter’lýk bir arz, B tarafýndan üretileceði için, fiyat, tekrar 60
þiline düþecektir; çünkü B, buðdayý, quarter baþýna 30 þilin maliyetle
üretti, ama 60 þiline sattý, çünkü arz, tam talebi karþýlamaya yetmekte-
dir. Böylece önce B için 60 þilin olmak üzere ve C ve D için de ayný yolla,
bir rant oluþtu; C ve D’nin, sýrasýyla quarter baþýna 20 ve 10 þilinlik bir
gerçek deðere sahip buðday üretmesine karþýn, baþtan beri, piyasa-fi-
yatýnýn 60 þilinde kaldýðý varsayýldý, çünkü, toplam talebin doyurulmasýn-
da A’nýn ürettiði bir quarter’lýk arza her zamanki kadar gerek vardý. Bu
durumda, talepteki, arzýn üzerine çýkan, önce A tarafýndan sonra A ve B
tarafýndan doyurulan artýþ, sýrasýyla B, C ve D’nin ekilmesini mümkün
kýlmýþ olmayacak, yalnýzca, ekim alanýnda genel bir geniþlemeye yo-
laçacak ve daha verimli topraklar ancak sonralarý ekime açýlabilecekti.
Birinci sýrada, fiyattaki bir artýþ, rantý yükseltecek ve kâr oranýný
düþürecektir. Böyle bir azalma, karþý etki yapan koþullar tarafýndan, ta-
mamen ya da kýsmen engellenebilir. Bu nokta, ilerde daha ayrýntýlý [sayfa
577] açýklanmalýdýr. Unutulmamalýdýr ki, genel kâr oraný, bütün üretim
alanlarýnda, artý-deðer tarafýndan, ayýn biçimde belirlenmez. Sýnai kârý
belirleyen, tarýmsal kâr deðildir, bunun tersi doðrudur. Ama bundan,
baþka zaman sözedelim.
Ýkinci sýrada, yatýrýlan sermaye üzerinden kâr oraný ayný kalacak-
týr. Kâr miktarý daha az tahýlla temsil olunacaktýr; ama tahýlýn nispi fiyatý,

578 Karl Marks


Kapital III
diðer metalarýnkine kýyasla artmýþ olacaktýr. Ancak, kârdaki artýþ, böyle
bir artýþýn yeraldýðý her yerde, kapitalist kiracý çiftçinin cebine akacaðý ve
büyüyen bir kâr olarak gözükeceðine, rant biçiminde kârdan ayrýlýr. An-
cak, tahýlýn fiyatý, burada varsayýlan koþullar altýnda deðiþmeden sabit
kalabilir.
Farklýlýk rantýnýn geliþmesi ve büyümesi, hem sabit, hem de artan
fiyatlar için, ve hem daha kötü topraktan daha iyi topraklara doðru de-
vamlý bir ilerleme için, hem de daha iyi topraktan daha kötü topraklara
doðru devamlý bir gerileme için ayný kalacaktýr.
Þimdiye kadar varsaydýk ki: 1) fiyatlar bir sýrada artar, ötekinde
deðiþmeden kalýr; 2) daha iyi topraktan daha kötüye, ya da daha kötü
topraktan daha iyiye sürekli bir ilerleme vardýr.
Ama þimdi, varsayalým ki, tahýla olan talep, baþlangýçtaki 10 raka-
mýndan 17 quarter’a çýksýn; ayrýca, en kötü toprak A’nýn yerini, 60 þilinlik
üretim-fiyatýyla (50 þilin maliyet, artý 10 þilin, %20 kâr) 11/3 quarter üreten
bir baþka A topraðý alsýn, öyle ki, quarter baþýna üretim-fiyatý = 45 þilin
olsun; ya da, belki, eski A topraðý sürekli, rasyonel ekimle iyileþtirilmiþ
olabilir, ya da ayný maliyetle, örneðin yoncaya vb. geçilmesiyle daha
verimli olarak iþletiliyor olabilir, öyle ki, ayný sermaye yatýrýmýyla ürünü,
11/3 quarter’a yükselir. Ayrýca, varsayalým ki, B, C, ve D tipi topraklar,
eskiden olduðu gibi ayný ürünü versinler, ama örneðin verimi A ve B
arasýnda olan A’, ve ayrýca B ve C arasý verimlilikte B’ ve B” gibi yeni
toprak türleri de ortaya çýkarýlsýn. O zaman aþaðýdaki olguyu gözlem-
leyeceðiz:
Birincisi: Bir quarter buðdayýn üretim-fiyatý, ya da düzenleyici pi-
yasa-fiyatý 60 þilinden 45 þiline, ya da %25 düþüyor.
Ýkincisi: Ekim, daha fazla verimli topraktan daha az verimliye
doðru, ve daha az verimli topraktan, daha fazla verimliye doðru, bir
arada ilerliyor. A’ topraðý, A topraðýndan daha verimli, ama, þimdiye
kadar ekilmiþ olan B, C ve D topraklarýndan daha az verimlidir. B’ ve B”,
A’dan, A”den ve B’den daha verimli, ama C ve D’den daha az verimlidir.
Sýra, böylece, çapraz biçimde ilerliyor. Ekim, A’dan vb. mutlak olarak
daha az verimli topraða doðru deðil, þimdiye kadar en verimli toprak
tipleri olan C ve D’ye göre, nispeten daha az verimli topraða doðru ilerli-
yor; öte yandan, ekim, mutlak olarak daha verimli topraða deðil, þimdiye
kadar en az verimli toprak olan A’ya göre, ya da A ve B’ye göre nispeten
daha fazla verimli topraða doðru ilerler.
Üçüncüsü: B’nin rantý düþer; onun gibi C ve D’nin rantý da düþer;
[sayfa 578] ama tahýl olarak toplam rant 6 quarter’dan 7 / quarter’a yükse-
2
3
lir; ekilen ve rant getiren toprak miktarý artar, ve ürün miktarý 10 quar-
ter’dan 17 quarter’a çýkar. Kâr, A için ayný kalmasýna karþýn, tahýl olarak
ifade edilirse artar, ama kâr oranýnýn kendisi artabilir, çünkü nispi artý-
deðer artar. Bu durumda, ücret, yani deðiþen sermaye yatýrýmý, ve dola-
yýsýyla toplam harcama, ucuzlayan geçim araçlarý yüzünden azalýr. Para

Karl Marks 579


Kapital III
olarak ifade edilen bu toplam rant, 360 þilinden 345 þiline düþer.
Yeni sýrayý yazalým. [Tablo II.]

TABLO II
Quarter
Baþýna
Yatýrýlan
Toprak Tipi Ürün Kâr Rant Üretim-
Sermaye
Fiyatý
(Þilin)
Quarter Þilin Quarter Þilin Quarter Þilin
A 11/3 60 50 2
/9 10 - - 45
A' 12/3 75 50 5
/9 25 1
/3 15 36
8 2
B 2 90 50 /9 40 /3 30 30
B' 21/3 105 50 12/9 SS 1 45 253/7*
B'' 21/3 120 50 15/9 70 11/3 60 22½
C 3 135 50 18/9 85 12/3 75 20
D 4 180 50 28/9 130 22/3 120 15
Toplam 17 71/3 345
* 1894 Almanca baskýda: 252/7. -Ed.

Ensonu, eðer eskisi gibi, yalnýzca A, B, C ve D toprak türleri ekilmiþ


olsaydý, ama bunlarýn verimliliði öyle bir þekilde yükselseydi ki, A, 1
quarter yerine 2 quarter; B - 2 yerine 4 quarter; C - 3 yerine 7 quarter; D -
4 yerine 10 quarter üretse, ayný nedenler, çeþitli toprak tiplerini farklý
biçimde etkilediðinden, toplam üretim 10 quarter’dan 23’e çýkar. Nü-
fustaki bir artýþ ve fiyatlardaki bir düþüþ vasýtasýyla, talebin bu 23 quarter’ý
emeceðini varsayarsak, aþaðýdaki sonucu elde edeceðiz [Tablo III]:

TABLO III
Quarter
Toprak Yatýrýlan Baþýna
Ürün Kâr Rant
Tipi Sermaye Üretim-
Fiyatý
Quarter Þilin Quarter Þilin Quarter Þilin
1
A 2 60 50 30 /3 10 0 0
B 4 120 50 15 21/3 70 2 60
C 7 210 50 84/7 51/3 160 5 150
D 10 300 50 6 81/3 250 8 240
Toplam 23 15 450

[sayfa 579]
Bu ve diðer tablolardaki sayýsal oranlar rasgele seçilmiþlerdir, ama
varsayýmlar tamamen akla-uygundur.
Ýlk ve esas varsayým, tarýmda bir iyileþtirmenin farklý topraklar
üzerinde farklý etki yapacaðý ve bu durumda en iyi toprak tipleri olan C

580 Karl Marks


Kapital III
ve D’yi, A ve B tiplerinden daha fazla etkileyeceðidir. Deneyim, bunun
karþýtý da ortaya çýkabilse bile, genel olarak durumun böyle olduðunu
göstermiþtir. Eðer iyileþtirme daha kötü topraklan iyilerinden daha fazla
etkileseydi, sonuncularýn rantý yükseleceðine düþerdi. Ama, biz, tablomuz-
da, bütün toprak tiplerinin verimindeki mutlak büyümenin, daha iyi top-
rak tipleri olan C ve D’nin, daha fazla olan nispi verimlerindeki bir artýþý
da birlikte getirdiðini varsaydýk; bu, ayný sermaye yatýrýmýndaki ürün ara-
sýndaki farkta bir artýþ ve dolayýsýyla, farklýlýk rantýnda bir artýþ demektir.
Ýkinci varsayým, toplam talebin, toplam üründeki artýþa ayak uy-
durduðudur. Birincisi, böyle bir artýþýn daha çok kerteli olarak –III. sýra
kuruluncaya kadar– deðil de, birdenbire doðacaðýný düþünmeye gerek
yok. Ýkincisi, yaþam gereksinmeleri tüketiminin, bunlar ucuzladýkça ar-
tacaðý doðru deðildir. Ýngiltere’de Tahýl Yasalarýnýn kaldýrýlmasý bunun
tersinin geçerli olduðunu tanýtladý. (bkz: Newman*); karþýt görüþ, yalnýz-
ca, hava durumunun basit sonuçlarý olan, hasattaki büyük ve ani deðiþi-
kliklerin, tahýl fiyatlarýnda bir seferinde olaðanüstü bir düþüþ, öteki sefe-
rinde de olaðanüstü bir artýþ yaratmasý gerçeðinden kaynaklanýr. Böyle
bir durumda, fiyattaki ani ve kýsa ömürlü azalma, tüketimin geniþlemesi
üzerinde tam etkisini gösterecek zamaný bulamazken, bu azalma, dü-
zenleyici üretim-fiyatýnýn kendisinin alçalmasýndan doðarsa, yani uzun-
vadeli bir nitelik taþýrsa, bunun tersi geçerlidir. Üçüncüsü, tahýlýn bir kýsmý,
brandi ya da bira olarak tüketilebilir; ve bu her iki maddenin artan tüke-
timi, hiç de dar sýnýrlar içinde hapsolmuþ deðildir. Dördüncüsü, sorun,
kýsmen nüfustaki artýþa, kýsmen de Ýngiltere’nin 18. yüzyýlýn ortasýndan
çok sonralarý hâlâ yaptýðý gibi, ülkenin tahýl ihraç etmesi gerçeðine baðlý-
dýr, öyle ki, talep, yalnýzca ulusal tüketim sýnýrlarý içinde düzenlenmez.
En sonu, buðday üretimindeki artýþ ve fiyat azalmasý, çavdar ya da yulaf
yerine buðdayýn yýðýnlarýn temel tüketim maddesi olmasý sonucunu ver-
ebilir, öyle ki, ona olan talep, yalnýzca bu nedenle bile olsa artabilir, týpký
üretim azalýp, fiyat yükselince bunun tersinin yer alabileceði gibi. – Böy-
lece, bu varsayýmlarla ve daha önce seçilen oranlarla, sýra III. quarter
baþýna fiyatýn 60 þilinden 30 þiline, yani %50 düþmesi; üretimin, sýra I’e
kýyasla, 10’dan 23 quarter’a, yani %130 yükselmesi; rantýn, B topraðý için
sabit kalmasý, C için %25,** ve D için %331/3*** artmasý; ve toplam
rantýn 18 sterlinden 22% sterline:**** yani %25***** yükselmesi sonu-
cunu verir. [sayfa 580]
Ya toplumun herhangi bir aþamasýndaki belirli sýralamalar oldukla-
rý, örneðin yanyana, üç farklý ülkede mevcut bulunduklarý, ya da ayný
ülkenin geliþmesindeki farklý dönemlerde birbirlerini izledikleri

* F. Newrnan, Lectures on Political Economy, London 1851, s. 158. -Ed.


** 1894 Almanca baskýsýnda: iki katýna çýkmasý. -Ed.
*** lbid.: iki katýndan fazlasýna çýkmasý. - Ed.
**** Ibid.: 22. -Ed.
***** Ibid.: %221/9. -Ed.

Karl Marks 581


Kapital III
düþünülebilecek olan bu üç tablonun bir karþýlaþtýrmasý (ki bununla sýra
I, A’dan D’ye yükselerek ve D’den A’ya alçalarak, iki kez ele alýnacaktýr)
þunu gösterir:
1) Sýra, tamamlandýðýnda, oluþum sürecinin seyri ne olursa ol-
sun, her zaman aþaðý inen bir çizgideymiþ gibi görünür; çünkü, rantý tah-
lil ederken, baþlangýç noktasý, daima en fazla rant getiren toprak olacaktýr,
ve ancak sonunda hiç rant getirmeyen topraða geleceðiz.
2) En kötü toprak, yani hiç rant getirmeyen toprak üzerindeki
üretim-fiyatý, her zaman piyasa-fiyatýný düzenleyen fiyat olacaktýr; Tablo
I’deki piyasa-fiyatý, eðer sýrasý yükselen bir çizgide oluþmuþsa, gittikçe
daha iyi toprak durmadan ekime açýldýðýndan, salt sabit kalsa da, bu
böyledir. Böyle bir durumda, en iyi toprakta üretilen tahýlýn fiyatý, A tipi
topraðýn düzenleyici olarak kalmasý, bu tip toprakta üretilen miktara
baðlý olduðu sürece, düzenleyici bir fiyattýr. Eðer, B, C ve D, talebin gere-
ktirdiðinden daha fazla üretirse, A, düzenleyici olmaktan çýkar. Storch,
en iyi toprak tipini düzenleyici olarak aldýðýnda, müphem bir biçimde
bunu gözönünde tutmaktadýr.* Bu yolla, Amerikan tahýl fiyatý, Ýngiliz
tahýl fiyatýný düzenlemektedir.
3) Farklýlýk rantý, (coðrafi yer sorununu þimdilik bir yana býrakýr-
sak), tarýmsal geliþmedeki her belirli aþama için belirli olan, topraðýn do-
ðal verimliliðindeki farklýlýklardan doðar; bir baþka deyiþle, en iyi toprak
alanýnýn sýnýrlý oluþundan ve eþit olmayan toprak tiplerine eþit miktarda
sermaye yatýrýlmasý gereðinden doðar, öyle ki, ayýn miktarda sermaye,
eþit olmayan bir ürün sonucunu verir.
4) Farklýlýk rantýnýn ve dereceli bir farklýlýk rantýnýn varlýðý daha iyi
topraklardan daha kötüye ilerleyen alçalan bir sýra halinde geliþebildiði
gibi, daha kötü topraklardan daha iyiye doðru karþýt yönde ilerleyen
yükselen bir sýra halinde de geliþebilir, ya da almaþýk hareketlerle, dama
biçiminde ortaya çýkabilir. (Sýra I, D’den A’ya; ya da A’dan D’ye ilerley-
erek oluþturulabilir; sýra II, her iki tip hareketi içerir.)
5) Oluþma biçimine baðlý olarak, farklýlýk rantý, toprak ürünlerinin,
duraðan, yükselen ya da düþen fiyatýyla birlikte geliþebilir. Düþen bir fiyat
durumunda, toplam üretim ve toplam rant artabilir ve en kötü toprak
olan A’nýn yerini daha iyisi almýþ olsa da, ya da A’nýn kendisi iyileþmiþ
olsa da ve daha iyi, ya da hatta en iyi olan diðer toprak üzerindeki rant
azalabilse, de, þimdiye kadar rantsýz olan toprakta rant geliþebilir (Tablo
II); bu süreç, ayrýca, (para olarak) toplam rantta bir azalma ile baðýntýlý
olabilir. En sonu, ekimdeki genel bir iyileþtirme yüzünden [sayfa 581] fiyatla-
rýn düþtüðü bir zamanda, öyle ki en kötü topraðýn ürününün ve bunun
fiyatýnýn azaldýðý bir zamanda, daha iyi topraklarýn rantý ayný kalabilir ya
da düþebilirken, bu rant en iyi topraklarda artabilir. Gene de, her topra-

* H. Storch, Cours d’économie politique au Exposition des principes qui déterminent la


prospérité des nations, Tome II, St.-Petersburg 1815. s. 78-79. -Ed.

582 Karl Marks


Kapital III
ðýn farklýlýk rantý, en kötü topraða oranla, eðer ürünlerin miktarýndaki
farklýlýk verilmiþ ise, diyelim bir quarter buðdayýn fiyatýna baðlýdýr. Ama
fiyat verildiðinde, farklýlýk rantý ürünlerin miktarýndaki farkýn büyüklüðü-
ne baðlýdýr ve eðer bütün topraklarýn mutlak veriminin artmasýyla, daha
iyi topraklarýn verimi, daha kötülerinkine nispeten daha fazla büyürse,
bu farkýn büyüklüðü de orantýlý olarak büyür. Bu yolla, (bkz: Tablo I),
fiyat 60 þilin olduðunda, D üzerindeki rant onun A’ya oranla farklýlýk
ürünü ile belirlenir; bir baþka deyiþle, 3 quarter’lýk fazla ile belirlenir. Bu
yüzden, rant = 3 x 60 = 180 þilindir. Ama Tablo III’te, fiyat = 30 þilinken,
rant, A = 8 quarter’a kýyasla, D’nin artý-ürün miktarý ile belirlenir; bu ne-
denle de, 8 x 30 = 240 þilin elde ederiz.
Böylece, –West, Malthus ve Ricardo’da hâlâ görülen– farklýlýk ran-
týna iliþkin birinci yanlýþ varsayým, yani bunun, zorunlu olarak gittikçe
daha kötü topraklara doðru bir hareketi, ya da topraðýn veriminin sürekli
azalmasýný öngördüðü varsayým halledilmiþ oluyor.* Gördüðümüz gibi,
bu, gittikçe daha iyi topraklara doðru bir hareketle de oluþabilir; daha iyi
bir toprak, önceden en kötü topraðýn iþgal ettiði en düþük mevkiye geçin-
ce oluþabilir; tarýmdaki ileriye dönük bir iyileþme ile baðýntýlý olabilir.
Önkoþul, yalnýzca, farklý toprak türlerindeki eþitsizliktir. Verimlilikteki artýþ
açýsýndan, toplam alanýn mutlak verimindeki artýþýn bu eþitsizliði orta-
dan kaldýrmadýðýný, artýrdýðýný, olduðu gibi býraktýðýný, ya da azalttýðýný
varsayar.
18. Yüzyýlýn baþýndan ortalarýna kadar Ýngiltere’nin tahýl fiyatlarý,
düþen altýn ve gümüþ fiyatlarýna karþýn sürekli olarak düþerken, ayný
zamanda (bu dönemin tümüne bir bütün olarak bakarsak), rantta, ran-
týn toplam miktarýnda, ekili toprak alanýnda, tarýmsal üretimde ve nüfu-
sta bir artýþ vardý. Bu, yükselen bir çizgide, ama en kötü toprak olan
A’nýn ya iyileþtirdiði ya da tahýl üretimi alanýndan silindiði bir biçimde,
Tablo II ile baðýntýlý olarak ele alýnan Tablo I’e tekabül eder; ancak bu
demek deðildir ki, A, baþka tarýmsal ya da sýnai amaçlar için kullanýlm-
amaktadýr.
19. yüzyýlýn baþlarýndan (tarih daha kesin belirlenmelidir) 1815’e
kadar tahýl fiyatlarýnda, ranttaki, toplam rant miktarýndaki, ekili toprak
alanýndaki, tarýmsal üretimdeki ve nüfustaki düzenli bir artýþla birlikte
giden sürekli bir artýþ vardý. Bu, alçalan bir çizgide, Tablo I’e tekabül
eder. (Burada bu dönemdeki düþük nitelikli topraðýn ekimi üzerine
kaynaklar göster.) [sayfa 582]
Petty’nin ve Davenant’ýn zamanlarýnda, çiftçiler ve toprak sahiple-
ri, iyileþtirmelerden ve yeni topraðýn ekime açýlmasýndan yakýnýrlardý;
daha iyi topraðýn rantý azalýyor, ve rant getiren toprak alanýnýn geniþ-

* [West] Essay on the Application of Capital to Land, London 1815. - Malthus, Principles of
Political Economy. London 1836. - Malthus, An Inquiry into the Nature and Progress of Rent, and
the Principles by which it is regulated. London 1815. - Ricardo, On the Principle of Political
Economy and Taxation, Third edition, London 1821, Chap. II. -Ed.

Karl Marks 583


Kapital III
lemesiyle rant miktarý artýyordu.
(Bu üç nokta, ilerde, alýntýlarla açýklanmalýdýr; bunun gibi, belli bir
ülkedeki topraðýn, ekili çeþitli kýsýmlarýnýn verimindeki fark da açýklan-
malýdýr.)
Genel olarak farklýlýk rantýna bakýldýðýnda, belirtmek gerekir ki,
piyasa-deðeri, her zaman, toplam ürün miktarýna ait toplam üretim-fi-
yatýnýn üzerindedir. Bir örnek olarak, Tablo I’i alalým. On, quarter’lýk
toplam ürün 600 þiline satýlmaktadýr, çünkü piyasa-fiyatý quarter baþýna
60 þilin tutan üretim-fiyatý ile belirlenmektedir. Ama gerçek üretim-fiyatý
þöyledir:
A ................................ 1 quarter = 60 þilin 1 quarter = 60 þilin
B ................................ 2 quarter = 60 þilin 1 quarter = 30 þilin
C ................................ 3 quarter = 60 þilin 1 quarter = 20 þilin
D ................................ 4 quarter = 60 þilin 1 quarter = 15 þilin
Ortalama
10 quarter = 240 þilin 1 quarter = 24 þilin

Bu 10 quarter’ýn gerçek üretim-fiyatý 240 þilindir; ama bunlar 600


þiline, yani üretim-fiyatýnýn %250’sine satýlmaktadýr. 1 quarter için ger-
çek ortalama fiyat 24 þilindir, piyasa-fiyatý, 60 þilin, yani gene üretim-
fiyatýnýn %250’sidir.
Bu, kapitalist üretim temeli üzerinde, rekabet yoluyla kendini orta-
ya koyan piyasa-deðeri tarafýndan bir belirlenmedir; bu sonuncusu sah-
te bir toplumsal deðer yaratýr. Bu, topraðýn ürünlerinin tabi olduðu piya-
sa-deðeri yasasýndan doðar. Böylece tarýmsal ürünler de dahil olmak
üzere, ürünlerin piyasa-deðerinin belirlenmesi her ne kadar toplumsal
açýdan bilinçsiz ve kasýtsýz bir davranýþ olsa da, toplumsal bir davranýþtýr.
Zorunlu olarak ürünün deðiþim-deðerine dayanýr, topraða ve onun veri-
mindeki farklara deðil. Eðer kapitalist, toplum biçiminin yýkýldýðýný ve
toplumun bilinçli ve planlý bir birlik olarak örgütlendiðini varsayarsak, o
zaman, 10 quarter, 240 þilinin içerdiðine eþit bir baðýmsýz emek-zamaný
miktarýný temsil edecektir. O zaman toplum, bu tarýmsal ürünü, onun
içindeki gerçek emek-zamanýnýn iki-buçuk katýna satýn almayacak ve
toprak sahipleri sýnýfýnýn temeli böylece yýkýlacaktýr. Bu, ürünün fiyatýn-
da, ithalattan doðan miktar kadar bir azalma ile ayný etkiyi yaratacaktýr.
Bu nedenle, mevcut üretim tarzýný koruyarak, ama, farklýlýk rantýnýn da
devlete ödendiðini varsayarak, diðer þeyler eþit olmak koþuluyla, tarým-
sal ürünlerinin fiyatlarýnýn ayný kalacaðý doðruyken, eðer kapitalist üreti-
min yerine, birlik geçerse, ürünlerin deðerinin ayný kalacaðýný söylemek
de o derece yanlýþtýr. Ayný türden metalar için piyasa-fiyatýnýn özdeþliði,
deðerin toplumsal niteliðinin, kapitalist üretim ve genel olarak, bireyler
arasýnda metalarýn deðiþimine dayanan herhangi bir üretim temeli [sayfa
583] üzerinde kendini ortaya koyuþ biçimidir: Toplumun, tüketici kimli-
ðiyle, tarýmsal ürünler için yaptýðý fazla ödeme, emek-zamanýnýn tarým-

584 Karl Marks


Kapital III
sal üretimdeki gerçekleþtirilmesinde eksi olan þey, þimdi toplumun bir
kesimi için, toprakbeyleri için bir artýdýr.
Gelecek bölümde II baþlýðýyla verilecek tahlil için önemli olan bir
ikinci durum da þöyledir:
Sorun, yalnýzca, akr baþýna, ya da hektar baþýna rant sorunu deðil,
genel olarak üretim-fiyatý ile piyasa-fiyatý arasýndaki, ya da, akr baþýna,
bireysel ve genel üretim-fiyatý arasýndaki fark sorunu deðil; ayrýca da,
her tip topraktan ne kadar akrýn ekili olduðu sorunudur. Burada önem
taþýyan nokta, doðrudan doðruya yalnýzca rantýn büyüklüðüyle, yani tüm
ekili alanýn toplam rantýyla ilgilidir; ama ayný zamanda da ne fiyatlarda
bir yükselme, ne de fiyatlar düþtüðünde çeþitli toprak tiplerinin nispi
verimlerindeki farklarda bir artýþ yokken, rant oranýndaki bir yükselme-
nin incelenmesinde bir temel taþý olarak bize yardýmcý olur.
Yukarda þunu vermiþtik [Tablo I]:

TABLO I
Üretim-Fiyatý Ürün Tahýl-Rant Para-Rant
Toprak Tipi Akr
(Sterlin) (Quarter) (Querter) (Sterlin)
A 1 3 1 0 0
B 1 3 2 1 3
C 1 3 3 2 6
D 1 3 4 3 9
Toplam 4 10 6 18

Þimdi, ekili dönümlerin sayýsýnýn, her kategoride, iki katýna çýktý-


ðýný varsayalým. O zaman durum þu olur [Tablo Ia]:

TABLO Ia
Üretim-
Ürün Tahýl-Rant Para-Rant
Toprak Tipi Akr Fiyatý
(Quarter) (Querter) (Sterlin)
(Sterlin)
A 2 6 2 0 0
B 2 6 4 2 6
C 2 6 6 4 12
D 2 6 8 5 18
Toplam 8 20 12 36

[sayfa 584]
Ýki durum daha varsayalým. Birinci durumda, üretimin, iki en fa-
kir toprak tipi üzerinde aþaðýdaki biçimde yayýldýðýný düþünelim [Tablo
Ib]:

Karl Marks 585


Kapital III
TABLOIb

Toprak Akr Üretim-Fiyatý Ürün Tahýl-Rant Para-Rant


Tipi (Quarter) (Quarter) (Quarter)
Akr Toplam
Baþýna (Sterlin)
(Sterlin)
A 4 3 12 4 0 0
B 4 3 12 8 4 12
C 2 3 6 6 4 12
D 2 3 6 8 6 18
Toplam 12 36 26 14 42

Ve en sonu, 4 toprak kategorisi için, üretimde ve ekili alanda eþit


olmayan bir geniþleme varsayalým [Bkz: Tablo Ic].
Her þeyden önce, bütün bu durumlarda, –I, la, Ib ve Ic– akr baþýna
rant ayný kalýr, çünkü, gerçekte, ayýn toprak tipindeki akr baþýna ayný
sermaye yatýrýmýnýn sonucu deðiþmeden kalmýþtýr. Biz, yalnýzca, her-
hangi bir ülkede, verilen herhangi bir anda geçerli olan þeyi, yani çeþitli
toprak tiplerinin, toplam ekili alanla belirli oranlar halinde bulunduðunu
varsaydýk. Ve, ayrýca, karþýlaþtýrýlan herhangi iki ülke için, ya da farklý dö-
nemlerdeki ayný ülke için, her zaman geçerli olan þeyi, yani toplam ekili
alanýn farklý toprak tipleri arasýnda daðýlma oranlarýnýn deðiþtiðini var-
saydýk.
TABLO Ic
Toprak Akr Üretim-Fiyatý Ürün Tahýl-Rant Para-Rant
Tipi (Quarter) (Quarter) (Quarter)
Akr Toplam
Baþýna (Sterlin)
(Sterlin)
A 1 3 3 1 0 0
B 2 3 6 4 2 6
C 5 3 15 15 10 30
D 4 3 12 16 112 36
Toplam 12 36 36 24 72

Ia’yý, I ile karþýlaþtýrýrsak, görürüz ki, dört kategorinin hepsindeki


topraðýn ekimi, ayný oranda artarsa, ekili akr miktarýnýn iki katýna çýk-
masý toplam üretimi iki katýna çýkarýr ve ayný þey, tahýl ve para-rant için
de geçerlidir. [sayfa 585]
Ancak, eðer Ib’yi ve sonra da Ic’yi I ile karþýlaþtýrýrsak, görürüz ki,
her iki halde de, ekim altýndaki alan üç katýna çýkmýþtýr. Her iki halde
de, 4 akrdan 12 akra çýkmýþtýr, ama Ib’de, artýþa en fazla katkýda bulun-

586 Karl Marks


Kapital III
anlar A ve B sýnýflarý olmuþ, A hiç rant getirmemiþ ve B en küçük miktar-
da farklýlýk rantý getirmiþtir. Böylece yeni ekilmiþ 8 akrdan, A ve B’nin
herbiri 3, yani birlikte 6 akr yükümlenirken, C ve D’nin herbiri 1, yani bir-
likte 2 akr yükümlenirler. Baþka bir deyiþle, artýþýn üç-çeyreðini A ve B,
ve ancak bir-çeyreðini C ve D yükümlenir. Bu öncülle, Ib’nin I ile kar-
þýlaþtýrýlmasýnda, üç kat artmýþ ekim alaný, ürünün üç kat artmasý sonu-
cunu vermez, çünkü ürün 10’dan 30’a deðil, yalnýzca 26’ya çýkar. Öte
yandan artýþýn önemli bir kýsmý, hiç rant getirmeyen A ile ilgili olduðun-
dan ve daha iyi topraklardaki artýþýn büyük bir kýsmý, B ile ilgili olduðun-
dan, tahýl-rant, yalnýzca 6 quarter’dan 14 quarter’a ve para-rant 18 ster-
linden 42 sterline çýkar.
Ama eðer Ic’yi I ile karþýlaþtýrýrsak, ki burada hiç rant getirmeyen
toprak, alan olarak artmakta ve asgari bir rant getiren toprak ancak pek
az artmaktadýr, C ve D ise, artýþýn esas kýsmýný yükümlenmiþtir, görürüz
ki, ekili alan üç katýna çýktýðýnda üretim 10’dan 36 quarter’a yani baþlan-
gýçtaki miktarýnýn üç katýndan fazlasýna yükselir. Tahýl-rant 6’dan 24
quarter’a ya da, baþlangýçtaki miktarýn dört katýna ve para-rant da bu-
nun gibi, 18 sterlinden 72 sterline çýkar.
Bütün bu durumlarýn hepsinde, tarýmsal ürünün fiyatýnýn
deðiþmeden kalmasý, eþyanýn doðasý gereðidir. Bütün durumlarda, top-
lam rant, bu geniþleme, tamamen, hiç rant getirmeyen toprak üzerinde
olmadýkça, ekimin geniþlemesiyle artar. Ama bu artýþ deðiþir. Eðer bu
geniþleme daha iyi toprak tiplerini iþin içine katýyorsa, ve dolayýsýyla
toplam ürün yalnýzca alanýn geniþlemesiyle orantýlý olarak deðil de, bu-
nun yerine, ondan daha hýzlý artýyorsa, tahýl ve para-rant da o ölçüde
artar. Eðer, geniþlemede esas sözkonusu olan, en kötü toprak ve ona
yakýn toprak tipleri ise (bununla en kötü topraðýn sabit bir tipi temsil
ettiði varsayýlýyor), toplam rant, ekimin yayýlmasýyla orantýlý olarak art-
maz. Böylece, hiç rant getirmeyen A topraðýnýn ayný kalitede olduðu iki
ülke verilmiþse, rant, toplam ekili alandaki en kötü toprak ve düþük top-
rak tipleri tarafýndan temsil edilen kýsýmla ters orantýlýdýr ve bu yüzden
de, eþit toplam toprak alanlarý üzerinde eþit sermaye yatýrýmlarý varsay-
arsak, üretimle ters orantýlýdýr. Böylece belli bir ülkenin toplam toprak
alaný içindeki, en kötü ekili toprak miktarýyla, daha iyi ekili toprak mik-
tarý arasýndaki bir iliþki, toplam rant üzerinde, en kötü ekili topraðýn
kalitesi ile, daha iyi ve en iyisinin kalitesi arasýndaki iliþkinin, akr baþýna
rant üzerindeki ve –baþka þeyler ayný kalmak koþuluyla– toplam rant
üzerindeki etkisinin, tersi bir etki yapar. Bu iki noktanýn karýþtýrýlmasý,
farklýlýk rantýna karþý ileri sürülen her türden hatalý itirazlara yolaçmýþtýr.
O halde, toplam rant, ekimin yalnýzca geniþlemesiyle ve bunun
sonucu olarak topraða daha büyük sermaye ve emek yatýrýlmasýyla ar-
tar.
Ama en önemli nokta þudur: Çeþitli toprak türleri için, akr baþýna
[sayfa 586] rantlarýn oranýnýn ve dolayýsýyla da her akra yatýrýlan sermayeye

Karl Marks 587


Kapital III
iliþkin olarak düþünülen rant oranýnýn ayný kalacaðýný varsaymamýza
karþýn, genelde, aþaðýdaki durum gözlemlenecektir: Eðer Ia’yý I ile karþý-
laþtýrýrsak, ekili akr sayýsýnýn ve bunlara yatýrýlan sermayenin orantýlý ola-
rak arttýðý bu durumda, görürüz ki, toplam üretim, geniþleyen ekili alanla
orantýlý olarak arttýkça, yani her ikisi de iki katýna çýktýkça, rant da iki
katýna çýkar. Nasýl ki akr sayýsý 4’ten 8’e çýktýysa; rant da 18 sterlinden 36
sterline çýkmýþtýr.
Eðer 4 akrlýk toplam alaný ele alýrsak, görürüz ki, toplam rant 18
sterlini bulmuþtur ve böylece, hiç rant getirmeyen toprak da dahil olmak
üzere, ortalama rant 4½ sterlindir. Örneðin, 4 akrýn hepsine sahip olan
bir toprakbeyi bu hesaplamayý yapabilir; ve bu yolla, ortalama rant, bütün
ülke için istatistiki olarak hesaplanmýþ olur. 18 sterlinlik toplam rant, 10
sterlinlik bir sermaye yatýrýmý ile elde edilmiþtir. Bu iki rakamýn oranýna
rant oraný adýný veriyoruz, dolayýsýyla, mevcut durumda, bu, %180’dir.
4 yerine 8 akrýn ekildiði Ia’da ayný rant oraný elde edilir, ama bü-
tün toprak tipleri, artýþa ayný oranda katkýda bulunmuþtur. 36 sterlinlik
toplam rant, 8 akr ve 20 sterlinlik bir sermaye yatýrýmý için, akr baþýna 4½
sterlin ortalama rant ve %180’lik bir rant oraný verir.
Ama, artýþýn esas olarak iki düþük kaliteli toprak kategorisi üzerin-
de yer aldýðý Ib’yi ele alýrsak, 12 akr için 42 sterlinlik bir rant ya da akr
baþýna, 3½ sterlinlik bir ortalama rant elde ederiz. Yatýrýlan toplam ser-
maye 30 sterlin, dolayýsýyla da rant oraný = %140’dýr. Böylece akr baþýna
ortalama rant 1 sterlin azalmýþ ve rant oraný %180’den %140’a düþmüþtür.
O halde, burada, toplam rantta, 18 sterlinden 42 sterline bir artýþ, ama
hem akr baþýna hem de sermaye temeli üzerinde hesaplanan ortalama
rantta bir düþüþ görüyoruz: düþüþ, üretimdeki bir artýþa paralel olarak
yer alýr, ama bununla orantýlý deðildir. Bu durum, bütün topraklar için
hem akr baþýna, hem de sermaye harcamasý temeli üzerinden hesa-
planan rant ayný kalsa da, gene ortaya çýkar. Ortaya çýkar, çünkü, artýþýn
üç çeyreði hiç rant getirmeyen A topraðýnda ve ancak asgari rant getiren
B topraðýndadýr.
Eðer Ib durumunda, geniþlemenin tümü, yalnýzca A topraðýnda
yer alsaydý, A’da 9 akr; B’de 1 akr, C’de 1 akr ve D’de 1 akr olacaktý. Top-
lam rant eskisi gibi 18 sterlin olacaktý; dolayýsýyla da 12 akr için ortalama
rant, akr baþýna 1½ sterlin olacaktý; ve 30 sterlinlik bir sermaye yatýrýmý
üzerinden 18 sterlinlik bir rant %60’lýk bir rant oraný verecekti. Toplam
rant artmamýþken, hem akr baþýna, hem de yatýrýlan sermaye üzerinden
hesaplanan ortalama rant, büyük ölçüde azalmýþ olacaktý.
Ensonu, Ie’yi I ve Ib ile karþýlaþtýralým. I ile karþýlaþtýrýldýðýnda alan
üç katýna çýkmýþtýr. Sermaye de öyle. Toplam rant 12 akr için 72 sterlin,
ya da, akr baþýna –Durum I’deki 4½ sterline karþýn– 6 sterlindir. Yatýrýlan
sermaye üzerinden rant oraný (72 sterlin: 30 sterlin) %180 yerine, [sayfa 587]
%240’týr. Toplam ürün, 10 quarter’dan 36’yaçýkmýþtýr.
Toplam ekili akr miktarýnýn, yatýrýlan sermayenin ve ekili toprak

588 Karl Marks


Kapital III
tipleri arasýndaki farklarýn ayný olduðu, ancak daðýlýmýn farklý olduðu Ib
ile karþýlaþtýrýldýðýnda, ürün, 26 quarter yerine 36 quarter, akr baþýna
ortalama rant 3½ sterlin yerine 6 sterlin,ve yatýrýlan ayný toplam sermay-
eye iliþkin rant oraný %140 yerine %240’týr.
Tablo Ia, Ib ve Ic’deki çeþitli koþullarýný ister farklý ülkelerde ayný
zamanda yanyana bulunuyorlar gözüyle bakalým, ister ayný ülkede birbi-
ri arkasýndan varoluyorlar gözüyle bakalým, aþaðýdaki sonuçlara ulaþýrýz:
En kötü, rantsýz topraðýn ürünü ayný kaldýðýndan, tahýlýn fiyatý deðiþmeden
kaldýðý sürece; ekili çeþitli toprak tiplerinin verimliliðindeki farklýlýk ayný
kaldýðý sürece; herbirinin ürünü, dolayýsýyla, her toprak tipindeki ekili
alanýn eþit tam parçalarý (akrlarý) üzerindeki belli eþit sermaye yatýrýmla-
rý ayný kaldýðý sürece; bu yüzden, her toprak kategorisinin akr baþýna
rantlarý arasýndaki oran sabit kaldýðý ve ayný toprak türünün her parçasý-
na yatýrýlan sermayenin rant oraný sabit kaldýðý sürece: Birincisi, bütün
artýþýn, rantsýz toprakta olduðu durum dýþýnda, rant, ekili alanýn geniþle-
mesiyle ve bunun sonucu olan artan sermaye yatýrýmý ile, durmadan
çoðalýr. Ýkincisi, hem akr baþýna ortalama rant (toplam rant bölü toplam
ekili akr sayýsý), hem de, ortalama rant oraný (toplam rant bölü yatýrýlan
toplam sermaye), çok büyük ölçüde deðiþebilir ve gerçekten de, her
ikisi de, ayný doðrultuda, ama birbirleriyle farklý orantýda deðiþirler. Eðer,
geniþlemenin yalnýzca rantsýz toprak A’da olduðu durumu hesaba kat-
mazsak, görürüz ki akr baþýna ortalama rant ve tarýma yatýrýlan sermaye
üzerinden ortalama rant oraný, çeþitli toprak gruplarýnýn toplam ekili
alan içindeki oranlarýna; ya da, ayný anlama gelen, kullanýlan toplam
sermayenin deðiþik verimlilikteki toprak çeþitleri arasýndaki daðýlýmýna
baðlýdýr. Ýster çok, ister az toprak ekilsin, ve bu yüzden toplam rant ister
daha büyük, ister daha küçük olsun (geniþlemenin yalnýzca A’da kaldýðý
durum dýþýnda), akr baþýna ortalama rant, ya da yatýrýlan sermaye üze-
rinden ortalama rant oraný, toplam ekili alan içindeki çeþitli toprak kate-
gorilerinin oranlarý deðiþmediði sürece, ayný kalýr. Ekimin geniþlemesi
ve sermaye yatýrýmýnýn yayýlmasý ile, toplam rantta, hatta çok büyük öl-
çüde bir artýþ meydana gelmesine karþýn, rantsýz topraðýn ve ancak, pek
az farklýlýk rantý getiren topraðýn geniþlemesi, daha büyük rant getiren
üstün nitelikteki topraðýn geniþlemesinden daha fazla olduðu zaman,
akr baþýna ortalama rant ve sermaye üzerinden ortalama rant oraný aza-
lýr. Tersine olarak, daha iyi toprak, toplam alanýn nispeten daha büyük
bir kýsmýný oluþturduðu ve dolayýsýyla yatýrýlan sermayeden nispeten daha
büyük bir pay aldýðý ölçüde, akr baþýna ortalama rant ve sermaye üzerin-
den ortalama rant oraný, bununla orantýlý olarak artar.
Bundan dolayý, eðer, ya ayný dönemdeki farklý ülkeleri, ya da ayný
ülkenin farklý dönemlerini karþýlaþtýrýrken, istatistiki çalýþmada genellikle
yapýldýðý gibi, toplam ekili topraðýn akrý ya da hektarý baþýna ortalama
[sayfa 588] rantý ele alýrsak, görürüz ki, akr baþýna ortalama rant düzeyi ve
bunun sonucu olarak toplam rant, belli bir ölçüye, kadar, (hiç bir zaman

Karl Marks 589


Kapital III
daima ayný kalmayan, ama tersine daha hýzlý artan) belli bir ülkenin
topraðýnýn, nispi deðil, mutlak verimliliðine; yani ayný alanýn verdiði or-
talama ürün miktarýna uyar. Çünkü, toplam ekili alanda, üstün toprakla-
rýn payý ne kadar büyükse, eþit büyüklükteki toprak alanlarý üzerindeki
eþit sermaye yatýrýmlarýnýn ürünü o kadar büyük; ve akr baþýna ortalama
rant o kadar yüksek olur. Tersi durumda, bunun karþýtý olur. Böylece
rant, farklý verimlilik oraný ile deðil, mutlak verimlilikle belirleniyor görünür
ve farklýlýk rantý yasasý geçersiz görünür. Bu nedenle, bazý olgular redde-
dilir, ya da onlarý, ortalama tahýl fiyatlarýndaki ve ekili topraðýn farklý ve-
rimliliðindeki varolmayan farklarla açýklamak için çaba harcanýr, oysa
bu, olgular, yalnýzca, toplam rantýn, toplam ekili toprak alanýna ya da
topraktaki toplam sermaye yatýrýmýna oranýnýn –rantsýz topraðýn verimli-
liði ayný kaldýðý ve dolayýsýyla üretim fiyatlarý ve çeþitli toprak türleri arasýn-
daki farklar deðiþmediði sürece– yalnýzca akr baþýna rant ya da sermaye
üzerinden rant oraný tarafýndan deðil, bunun kadar da, ekili akrlarýn
toplam sayýsý içindeki her toprak tipine ait dönümlerin nispi sayýsý ile; ya
da, ayný þey demek olan yatýrýlan toplam sermayenin çeþitli toprak tiple-
ri arasýndaki daðýlýmý ile belirlenmesi gerçeðinden doðar. Ýþin garibi,
þimdiye kadar bu gerçek tamamýyla gözden kaçýrýlmýþtýr. Her ne olursa
olsun, görüyoruz ki (ve bu bizim daha ileri tahlilimiz için önemlidir),
fiyatlar ayný kaldýðý, çeþitli topraklarýn farklý verimliliði deðiþtirilmediði ve
akr baþýna rant, ya da gerçekten rant getiren her toprak tipinde akr ba-
þýna sermaye yatýrýmý için, yani gerçekten rant getiren bütün sermaye
için rant oraný deðiþmeden kaldýðý sürece, akr baþýna ortalama rantýn
nispi düzeyi ve ortalama rant oraný, (ya da toplam rantýn, topraða yatý-
rýlan toplam sermayeye oraný), ekimin yalnýzca yaygýn bir biçimde geniþ-
lemesiyle, yükselebilir ya da düþebilir.

––––––––––––

I baþlýðý altýnda ele alýnan farklýlýk rantý biçimine iliþkin olarak


aþaðýdaki ek hususlarý da belirtmek zorunludur; bunlar, farklýlýk rantý II
için de kýsmen geçerlidir.
Birincisi, görüldü ki, fiyatlar sabit olduðu ve ekilen toprak parçala-
rýnýn farklý verimliliði deðiþtirilmeden kaldýðý zaman, akr baþýna ortalama
rant, ya da sermaye üzerinden ortalama rant oraný ekimin geniþlemesiyle
artabilir. Belli bir ülkenin bütün topraklarý maledinilir edinilmez, ve top-
raktaki yatýrým, ekim ve nüfus belli bir düzeye eriþince –kapitalist üretim
tarzý egemen hale gelince ve tarýmý da kucaklayýnca, bütün bunlar veri
olan koþullardýr– deðiþen kalitede ekilmemiþ topraðýn fiyatý (yalnýzca
farklýlýk rantýnýn varlýðýný varsayarsak) ayný kalitede ve eþdeðer yerdeki
ekili toprak parçalarýnýn fiyatý tarafýndan belirlenir. Bu toprak, [sayfa 589] hiç
rant getirmese de –yeni topraðý ekime açmanýn maliyeti çýkarýldýktan
sonra– fiyat aynýdýr. Topraðýn fiyatý, gerçekten de, sermayeye çevrilmiþ

590 Karl Marks


Kapital III
ranttan baþka bir þey deðildir. Ama ekili toprak durumunda bile, fiyat
yalnýzca, gelecek rantlarý öder, örneðin mevcut faiz oraný %5 iken ve
yirmi yýllýk rant önceden bir kerede ödendiði zaman olduðu gibi. Toprak
satýldýðý zaman rant getiren toprak olarak satýlýr ve rantýn gelecekte olma
niteliði (ki burada, bu topraðýn bir ürünü olarak ele alýnýyor, oysa, yalnýz-
ca öyle gibi görünmektedir), ekili topraðý ekilmemiþ topraktan ayýrmaz.
Ekilmemiþ topraðýn fiyatý, onun rantý gibi, –rantýn, sözleþmeli biçimini
temsil eden þeyin fiyatý– toprak gerçekte kullanýlmadýkça tamamen ger-
çek-dýþýdýr. Ama bu biçimde a priori olarak belirlenmiþtir ve alýcý bu-
lunur bulunmaz gerçekleþtirilir. Bu yüzden, belirli bir ülkedeki gerçek
ortalama rant, onun yýllýk, gerçek ortalama rantý ve bu sonuncunun top-
lam ekili alanla baðýntýsý tarafýndan belirleniyorken, ekilmemiþ topraðýn
fiyatý, ekili topraðýn fiyatý ile belirlenir ve bu nedenle, ekili topraða yatý-
rýlan sermayenin ve oradan elde edilen sonuçlarýn bir yansýmasýndan
baþka bir þey deðildir. En kötüsü dýþýnda, bütün topraklar rant getirdiði-
ne göre, (ve bu rant, farklýlýk rantý II baþlýðý altýnda görebileceðimiz gibi,
sermaye miktarý ve buna tekabül eden ekim yoðunluðu ile artar), ekil-
memiþ toprak parçalarýnýn nominal fiyatý böylece oluþur ve bunlar böy-
lece metalar haline, sahipleri için bir zenginlik kaynaðý haline gelirler.
Bu, ayný zamanda, –bütün bir bölgede, hatta ekili olmayan kýsýmda bile,
toprak fiyatýnýn neden arttýðýný da açýklar (Opdyke). Örneðin Birleþik
Devletler’de toprak spekülasyonu, tamamen, sermaye ve emeðin ekil-
memiþ topraktaki bu yansýmasýna dayanýr.
Ýkincisi, ekili topraklarýn geniþletilmesinde, ilerleme, genel alarak
ya düþük kalitede topraklara doðru ya da çeþitli belli toprak tipleri üze-
rinde, bunlarla karþýlaþýlan biçime baðlý alarak, deðiþen ürünlarda yer
alýr. Düþük kalitede toprak üzerinde geniþleme, doðal olarak asla istey-
erek yapýlmaz, bir kapitalist üretim tarzý varsayarsak, ancak yükselen
fiyatlardan doðabilir ve herhangi bir baþka üretim tarzýnda ise ancak
zorunluluktan doðabilir. Ama bu, mutlaka böyle deðildir. Zayýf toprak,
genç ülkelerdeki her ekim geniþlemesinde kesin önem taþýyan, yer ne-
deniyle nispeten daha iyi bir topraða yeð tutulabilir; üstelik, belli, bir böl-
gedeki toprak oluþumu, genel alarak verimli diye sýnýflandýrýlabilse bile,
gene de daha iyi ve daha kötü topraklarýn karmakarýþýk bir durumund-
an oluþabilir, öyle ki, düþük kalitedeki toprak, salt üstün kalitedeki top-
raðýn hemen yakýnýnda bulunmasý nedeniyle bile olsa, ekilmek zorunda
olabilir. Eðer düþük kaliteli toprak üstün toprakla çevrelenmiþse, sonun-
cusu, ona, henüz ekili alanýn bir parçasý haline gelmemiþ alan ya da gel-
mek üzere olan daha verimli topraða kýyasla, yer üstünlüðü saðlar.
Böylece, Michigan eyaleti, tahýl ihracatçýsý haline gelen ilk Batý
eyaletlerinden biri olmuþtur. Oysa, topraðý, bir bütün alarak zayýftýr. Ama,
New York eyaletine yakýnlýðý ve Göller ve Erie kanalýndan geçen su [sayfa
590] yollarý, ona baþlangýçta, doðanýn daha verimli toprak bahþettiði ama
Batýya daha uzak olan eyaletlere bakarak üstünlük saðlamýþtýr. New York

Karl Marks 591


Kapital III
eyaleti ile kýyaslanan eyaletin oluþturduðu örnek de, üstün kaliteli top-
raktan düþük kaliteli topraða geçiþi sergiler. New York eyaleti topraðý,
özellikle batý kýsmý, buðday ekimi için oranlama kabul etmez bir biçim-
de daha verimlidir. Bu verimli toprak, açgözlüce ekim yöntemleriyle
verimsiz toprak haline dönüþtürülmüþtür ve þimdi Michigan topraðý daha
verimli görünmektedir.
“1838’de, buðday unu, Batýya gitmek üzere Buffalo’dan gemilere
yüklenirdi ve New York ile Yukarý Kanada’nýn, buðday bölgesi, bu arzýn
ana kaynaklarýydýlar. Þimdi, yalnýzca oniki yýl sonra, büyük bir buðday ve
un arzý, Erie gölü boyunca Batýdan getirilmekte ve Erie Kanalý üzerinden
Daðuya yollanmak üzere, Buffalo ve bitiþik Blackrock limanýnda gemile-
re yüklenmektedir. ... Batý eyaletlerinden gelen bu büyük arzýn –ki bu
arz, Avrupa’daki kýtlýk sýrasýnda anormal bir biçimde canlanmýþtý– etkisi
Batý New York’ta buðdayýn deðerini düþürmek, buðday ekimini daha az
kazançlý yapmak ve New York çiftçilerinin dikkatini, daha çok otlakçý-
lýða ve süt veren hayvan yetiþtiriciliðine, meyve yetiþtiriciliðine ve Kuzey-
Batýnýn onlarla böyle doðrudan doðruya rekabet edemeyeceðini
düþündükleri kýrsal ekonominin öteki dallarýna çevirmek olmuþtu.” (J.
W. Johnston, Notes on North America, London 1851, I, s. 220-223.)
Üçüncüsü, kolonilerdeki ve genel olarak, daha ucuz fiyatlarla tahýl
ihraç edebilen genç ülkelerdeki topraðýn, zorunlu olarak daha büyük
doðal verimlilikte olmasý gerektiði yanlýþ bir varsayýmdýr. Böyle durum-
larda tahýl, yalnýzca deðerinin altýnda deðil, üretim-fiyatýnýn da altýnda,
yani daha eski ülkelerdeki ortalama kâr oranýnýn belirlediði üretim-fiyatý-
nýn da altýnda satýlýr.
Johnston’un dediði gibi (s. 223), bizim, “büyük doðal üretkenlik
ve sýnýrsýz zengin toprak parçalarý fikri ile her yýl Buffalo limanýna akan
büyük buðday arzýný saðlayan yeni eyaletler arasýnda bir iliþki kurmayý
adet edinmiþ olmamýz gerçeði, her þeyden önce, iktisadi koþullarýn bir
sonucudur. Örneðin Michigan gibi bir alanýn tüm nüfusu, önce, hemen
yalnýzca, çiftlikle ve özellikle sýnai ürünlerle ve tropikal mallarla deðiþi-
lebilen tek þey alan tarýmsal yýðýn ürünleri üretimiyle uðraþýrlar. Bu yüz-
den bu nüfusun tüm artý-üretimi tahýl biçiminde ortaya çýkar. Bu, baþýndan
itibaren, modern dünya piyasasý temeli üzerinde kurulmuþ olan koloni
devletleri, daha önceki, özellikle eski zamanlardaki devletlerden ayýrýr.
Bunlar, dünya pazarý aracýlýðýyla, baþka koþullar altýnda kendileri üret-
mek zorunda olacaklarý giysi ve aletler gibi mamul mallarý alýrlar. Ancak
böyle bir temel üzerindedir ki, Birleþik Devletler’in Güney eyaletleri, pa-
muðu, ana ürünleri yapabildiler. Dünya pazarýndaki iþbölümü bunu müm-
kün kýlar. Dolayýsýyla, gençlikleri ve nispeten küçük nüfuslarý hesaba
katýldýðýnda büyük bir artý-üretime sahip görünüyorlarsa, bu ne [sayfa 591]
topraklarýnýn verimliliðine de emeklerinin verimli oluþu yüzünden deðil,
daha çok, emeklerinin ve dolayýsýyla da bu emeðin katýldýðý artý-ürünün
tek yanlý biçimi yüzündendir.

592 Karl Marks


Kapital III
Üstelik, yeni ekilmiþ olan ve daha önce uygarlýðýn hiç dokunma-
dýðý nispeten düþük kalitede bir toprak, iklim koþullarýnýn o zamanlar
tümüyle aleyhte olmamasý kaydýyla –hiç olmazsa topraðýn üst tabakala-
rýnda– kolayca emilen, büyük ölçüde bitki besini biriktirmiþtir. Öyle ki,
gübre uygulanmasý olmaksýzýn ve hatta çok yüzeysel bir ekimle bile
uzun bir süre ürün verecektir. Batýnýn kýrlarý, ek olarak, hemen hiçbir
temizleme masrafý gerektirmeme üstünlüðüne sahiptirler, çünkü doða
onlarý ekilebilir yapmýþtýr.[33a] Bu tür daha az verimli alanlarda fazla, top-
raðýn yüksek veriminin, yani akr baþýna ürünün bir sonucu olarak deðil,
daha yaþlý ülkelere oranla topraðýn çiftçi için maliyeti hiç ya da hiçe
yakýn bir þey olduðundan hiç bir iþleme yapýlmadan ekilebilen büyük
akr miktarýnýn bir sonucu olarak üretilir. Örneðin, New York’un, Michi-
gan’ýn, Kanada’nýn vb. bazý kýsýmlarýnda olduðu gibi, yarýcýlýðýn var ol-
duðu yerlerde durum budur. Bir aile, iþlemeden, böyle, diyelim 100 akr
eksin, akr baþýna ürün fazla olmasa da 100 akrdan gelen ürün, satýþ için
önemli bir fazla býrakýr. Buna ek olarak, doðal otlaklarda, sýðýr hemen
hiç bir maliyeti olmadan, yapay otlaklar gerektirmeden otlatýlabilir. Burada
belirleyici olan topraðýn niteliði deðil, niceliðidir. Böyle iþlenmeden ekim
olanaðý, doðal olarak, azçok hýzlý bir biçimde, yani yeni topraðýn verimi-
yle ters orantýlý ve ürünlerinin ihracý ile doðru orantýlý olarak, tüketilir.
“Ve gene de, böyle bir ülke, buðdayýn bile ilk mükemmel ürünlerini
verecek ve ülkenin kaymaðýný alanlara, pazara gönderilmek üzere tahýl-
dan büyük bir artý saðlayacaktýr.” (l.c., s. 224.) Daha olgun uygarlýklara
sahip, ekilmeyen topraðýn fiyatýnýn ekileninki ile belirlendiði vb, ülkeler-
deki mülkiyet iliþkileri, böyle ekstansif bir ekonomiyi olanaksýz kýlar.33a
[Son zamanlarda Malthus’un ünlü “nüfus, geçim araçlarý üzerinde bir
yüktür” sözünü, gülünç hale koyan ve onun yerine, nüfus üzerinde bir
yük olan geçim araçlarý onlardan zorla uzaklaþtýrýlmadýkça. tarýmýn ve
onunla birlikte Almanya’nýn yýkýlacaðý yolundaki tarýmcý feryatlarý doðu-
ran þey, tam da bu kýrlýk ya da bozkýr bölgelerin hýzla büyüyen ekimidir.
Bu bozkýrlarýn, kýrlarýn, pampalarýn, Ilanolarýn vb. ekimi, gene de yalnýz-
ca baþlangýç halindedir: bu yüzden bunun Avrupa tarýmýndaki devrim
yapýcý etkisi, gelecekte, þimdiye kadar olduðundan daha da fazla kendi-
ni duyuracaktýr. -F.E.]
Bu yüzden bu topraðýn, Ricardo’nun düþündüðü gibi aþýrý ölçüde
zengin olmasý gerekmediði ya da eþit verimlilikte topraklarýn ekilmesi
gerekmediði, þu aþaðýdaki örnekten anlaþýlabilir. Michigan eyaletinde,
1848’de 465.900 akra buðday ekilmiþti ki, bu, 4.739.300 bushel ya da akr
33a
[Son zamanlarda Malthus’un ünlü “nüfus, geçim araçlarý üzerinde bir yüktür” sözünü,
gülünç hale koyan ve onun yerine, nüfus üzerinde bir yük olan geçim araçlarý onlardan zorla
uzaklaþtýrýlmadýkça. tarýmýn ve onunla birlikte Almanya’nýn yýkýlacaðý yolundaki tarýmcý feryatlarý
doðuran þey, tam da bu kýrlýk ya da bozkýr bölgelerin hýzla büyüyen ekimidir. Bu bozkýrlarýn,
kýrlarýn, pampalarýn, Ilanolarýn vb. ekimi, gene de yalnýzca baþlangýç halindedir: bu yüzden
bunun Avrupa tarýmýndaki devrim yapýcý etkisi, gelecekte, þimdiye kadar olduðundan daha da
fazla kendini duyuracaktýr. -F.E.]

Karl Marks 593


Kapital III
baþýna ortalama 101/5 bushel veriyordu; tohumluk tahýlý çýkardýktan son-
ra bu, akr baþýna 9 bushel’den az býrakýyordu. Bu eyaletin 29 ilçesinden
2’si ortalama 7 bushel, 3'ü ortalama 8 bushel, 2-9, 7-10, 6-11, 3-12, 4-13
bushel ve yalnýzca bir ilçe ortalama 16 bushel ve bir diðeri akr baþýna 18
bushel üretmiþtir. (l. c., s. 225.)
Pratik ekim için, daha yüksek toprak verimliliði, bu verimlilikten
hemen yararlanmada daha büyük yetenekle elele gider. Sonuncusu [say-
fa 592] doðal olarak zayýf bir toprakta olduðundan daha büyük olabilir,
ama bu, bir kolonistin ilk ele alacaðý ve sermaye eksik olduðu zaman
ele almasý gereken toprak türüdür.
Ensonu, ekimin daha büyük alanlara –þimdiye kadar ekilmiþ olan
topraktan daha düþük kalitede topraða baþvurulmasý gereken az önce
deðinilen durum dýþýnda– A’dan D’ye kadar çeþitli tür topraklara yayýl-
masý, böylece, örneðin B ve C’den daha büyük parçalarýn ekilmesi, tahýl
fiyatlarýnda hiç de, örneðin pamuk eðirmedeki bir önceki yýllýk yayýlma-
nýn, iplik fiyatlarýnda sürekli bir artýþ gerektirmesinde olduðundan daha
fazla bir ön artýþ gerektirmez. Piyasa-fiyatlarýndaki önemli artýþ ya da
düþüþler üretimin hacmini etkilerse de, (kapitalist iliþkiler içinde iþleyen
bütün öteki üretim dallarýnda olduðu gibi) tarýmda buna bakýlmaksýzýn,
gene de, üretimi ne geciktirici ne de olaðanüstü bir biçimde canlandýrýcý
bir etki yapan düzeydeki ortalama fiyatlarda bile, sürekli bir nispi fazla-
üretim vardýr; bu fazla-üretim, aslýnda, birikimle özdeþtir. Öteki üretim
tarzlarýnda bu nispi fazla-üretimi, doðrudan doðruya nüfus artýþý, kolonil-
erde ise sürekli göç, harekete geçirir. Talep sürekli olarak artar ve bunu
önceden gören yeni sermaye, bu yatýrým, farklý tarýmsal ürünler için
koþullara göre deðiþse de, sürekli olarak yeni topraða yatýrýlýr. Bunu ya-
ratan, aslýnda, yeni sermayelerin oluþumudur. Ama bireysel kapitalist
açýsýndan, o, üretiminin hacmini, onu hâlâ kendisi denetleyebildiði ölçü-
de mevcut sermayesinin hacmi ile ölçer. Onun amacý, piyasanýn müm-
kün olduðu kadar büyük bir bölümünü ele geçirmektir. Eðer herhangi
bir fazla-üretim olursa, suçu kendi üzerine almayacak, rakiplerinin üzeri-
ne atacaktýr. Bireysel kapitalist, mevcut piyasanýn daha büyük bir oranýný
kendine ayýrarak ya da bizzat piyasayý geniþleterek üretimini geniþletebilir.
[sayfa 593]

594 Karl Marks


Kapital III
KIRKINCI BÖLÜM
FARKLILIK RANTININ ÝKÝNCÝ BÝÇÝMÝ
(FARKLILIK RANTI II)

BURAYA kadar, farklýlýk rantýný, yalnýzca, farklý verimlilikteki eþit


toprak alanlarýna yatýrýlmýþ eþit sermaye miktarlarýnýn deðiþen üretken-
liði olarak ele aldýk, öyle ki, farklýlýk rantý, en kötü, rantsýz topraða yatý-
rýlan sermayeden gelen ürün ile üstün kalitedeki topraktan gelen ürün
arasýndaki farkla belirleniyordu. Farklý toprak parçalarýna yatýrýlmýþ yan-
yana sermayeler bulunuyordu, öyle ki, her yeni sermaye yatýrýmý, top-
raðýn daha yaygýn ekimini, ekili alanda bir geniþlemeyi ifade ediyordu.
Ancak, son tahlilde, farklýlýk rantý, niteliði gereði, yalnýzca topraða yatý-
rýlan eþit sermayelerin farklý üretkenliðinin sonucuydu. Ama, eðer farklý
üretkenlikteki sermayeler ardarda ayný toprak parçasýna, ya da yanyana,
farklý toprak parçalarýna yatýrýlýrsa, sonuçlar ayný olmak kaydýyla, bir þey
fark eder mi?
Her þeyden önce, yadsýnamaz ki, artý-kârýn oluþumu açýsýndan
A’nýn bir akrý baþýna 3 sterlinlik üretim-fiyatýnýn 1 quarter getirmesi, öyle
ki 3 sterlin, üretim-fiyatý ve 1 quarter’ýn düzenleyici piyasa-fiyatý olurken,
B’nin bir akr baþýna 3 sterlinlik üretim-fiyatýnýn 2 quarter, böylelikle 3
sterlin artý-kâr getirmesi, bunun gibi, C’nin bir akrý baþýna 3 sterlinlik üre-
tim-fiyatýnýn 3 quarter ve 6 sterlin artý-kâr getirmesi ve en sonu, D’nin bir
akrý baþýna 3 sterlinlik üretim-fiyatýnýn 4 quarter ve 9 sterlin [sayfa 594] artý-

Karl Marks 595


Kapital III
kâr getirmesi ile ayný sonucun bu 12 sterlinlik üretim-fiyatýnýn ya da 10
sterlinlik sermayenin, bir ve ayný akra, ayný sýra içinde, ayný baþarý ile
uygulanmasýndan elde edilmesi arasýnda bir fark yoktur. Her iki durum-
da da, herbiri 2½ sterlinlik olan deðer bölümleri, ardarda –ister yanyana
deðiþik verimlilikte dört akra, ister ardarda tek ve ayný akr topraða– ya-
týrýlan 10 sterlinlik bir sermaye sözkonusudur ve bunlarýn deðiþik ürünle-
rinden dolayý, bir bölüm hiç artý-kâr getirmezken, öteki bölümler, rantsýz
yatýrýma göre ürün farklarýyla orantýlý olarak,artý-kâr getirirler.
Artý-kâr ve sermayenin farklý deðer bölümleri için çeþitti artý-kâr
oranlarý her iki durumda da ayný biçimde oluþur. Ve rant onun özünü
oluþturan bu artý-kârýn bir biçiminden baþka bir þey deðildir. Ama ne
olursa olsun, ikinci yöntemde, artý-kârýn ranta dönüþtürülmesiyle, artý-
kârýn kapitalist kiracýdan toprak sahibine aktarýlmasýný içeren bu biçim
deðiþikliði ile ilgili bazý zorluklar vardýr. Ýngiliz kiracýlarýn resmi tarým ista-
tistiklerinde direniþlerinin nedeni budur. Ve sermaye yatýrýmlarýnýn ger-
çek sonuçlarýnýn belirlenmesi konusunda toprakbeylerine karþý giriþtikleri
savaþýmýn nedeni de budur (Morton). Çünkü rant, toprak kiraya verildiði
zaman saptanýr ve bundan sonra, ardarda sermaye yatýrýmlarýndan doð-
an artý-kâr, kiralama devam ettiði sürece kiracýnýn cebine akar. Ýþte bunun
için kiracýlar, uzun süreli kiralamalar için savaþmýþlar, öte yandan da,
toprak beylerinin daha büyük güce sahip olmalarý yüzünden isteðe göre
saptanan kira sürelerinin, yani her yýl iptal edilebilen kiralamalarýn sayý-
sýnda bir artýþ olmuþtur.
Bu yüzden, ta baþtan beri açýktýr ki, eþit sermayelerin, yanyana,
eþit toprak alanlarýna eþit olmayan sonuçlarla mý yatýrýldýðý, yoksa bunla-
rýn ayný topraða ardarda mý yatýrýldýðý, artý-kârýn oluþum yasasý açýsýndan
önemsiz olsa da, artý-kârýn toprak rantýna dönüþtürülmesi açýsýndan,
büyük ölçüde farkeder. Ýkinci yöntem, bu dönüþtürmeyi, bir yandan
daha dar sýnýrlar içine, bir yandan da daha deðiþken sýnýrlar içine hapse-
der. Bu nedenle, entansif ekim uygulayan ülkelerde, vergi tahakkuk
memurunun iþi, Morton’un Resources of Estates* adlý yapýtýnda göster-
diði gibi, çok önemli, karmaþýk ve güç bir meslek haline gelir (ve iktisadi
açýdan, entansif ekimle, sermayenin, bitiþik birkaç toprak parçasý arasýnda
bölünmesi yerine, ayný toprak parçasý üzerinde yoðunlaþmasýndan baþka
bir þeyi kastetmiyoruz). Eðer toprak iyileþtirmeleri daha sürekli bir nite-
likteyse, topraðýn yapay olarak yükseltilmiþ farklýlýk verimliliði, kiralama
sona erer ermez, doðal farklýlýk verimliliðiyle çakýþýr, ve bu yüzden rantýn
deðerlendirilmesi, genel olarak, farklý verimlilikteki parçalarý üzerinde
rant saptanmasýna tekabül eder. Öte yandan, artý-kârýn oluþumu, aktif
sermayenin büyüklüðü ile belirlendiði sürece, belirli bir miktar aktif ser-
maye için rant miktarý, ülkenin ortalama rantýna eklenir ve böylece, yeni
kiracýnýn ekime ayný entansif biçimde devam etmesi için yeterince ser-

* London 1858, s. 209, cd. -Ed.

596 Karl Marks


Kapital III
mayeye hükmetmesinin ortamý hazýrlanýr. [sayfa 595]
Farklýlýk rantý II’nin incelenmesinde, aþaðýdaki hususlar gene vur-
gulanmalýdýr.
Birincisi, bunun temeli ve hareket noktasý, yalnýzca tarihsel açý-
dan deðil, ayrýca herhangi bir belli zaman dönemindeki hareketleri söz-
konusu olduðu sürece de, farklýlýk rantý I’dir, yani eþit olmayan verimlilikte
ve farklý yerlerdeki topraklarýn yanyana, ayný zamanda ekilmesidir; bir
baþka deyiþle, toplam tarýmsal sermayenin eþit olmayan bölümlerini,
eþit olmayan nitelikteki toprak parçalarýna, yanyana, ayný zamanda uy-
gulanmasýdýr.
Tarihsel olarak bu açýktýr. Kolonilerde, kolonistlerin yatýracak pek
az sermayeleri vardýr; baþlýca üretim araçlarý emek ve topraktýr. Her aile-
nin baþý, kendisi ve akrabalarý için, komþu kolonistler yanýnda baðýmsýz
bir iþ alaný arar. Kapitalist-öncesi üretim tarzlarýnda bile, asýl tarýmsal
durum genellikle böyle olsa gerek. Baðýmsýz üretim dallarý olarak koyun
çobanlýðý ve sýðýr yetiþtiriciliðinde, genel olarak topraktan yararlanma,
azçok ortaklaþadýr ve bu yararlanma ta baþtan beri oldukça yoðundur.
Kapitalist üretim tarzýnýn hareket noktasý, üretim araçlarýnýn, gerçekten
ya da hukuken, bizzat topraðý iþleyenin malý olduðu daha önceki üretim
tarzlarýdýr, tek sözcükle, tarýmla elsanatý gibi meþgul olunmasýdýr. Eþyanýn
doðasý gereði, bu sonuncusu, ücretli-emekçilere dönüþen doðrudan üre-
ticiler karþýsýnda, üretim araçlarýnýn yoðunlaþmasýna ve bunlarýn sermaye-
ye dönüþmesine ancak kademeli olarak izin verir. Kapitalist üretim tar-
zý, burada, tipik olarak ortaya çýktýðý ölçüde, önce, özellikle koyun ço-
ban- lýðý ve sýðýr yetiþtiriciliðinde oluþur. Ama bu haliyle, sermayenin
nispeten küçük bir toprak alaný üzerinde yoðunlaþmasýnda deðil, atlarýn
bakým masraflarýndan ve öteki üretim-maliyetlerinden tasarruf eden daha
geniþ-ölçekli üretimde, ama aslýnda, ayný topraða daha fazla yatýrým
yapmamakla kendini gösterir. Üstelik tarla tarýmýnýn doðal yasalarýna
uygun olarak sermaye, –burada, ayný zamanda, daha önce üretilmiþ
olan üretim araçlarý anlamýnda kullanýlmaktadýr– ekim, belirli bir geliþme
düzeyine ulaþtýðý ve toprak buna uygun olarak kuvvetini tükettiði zaman,
topraðýn ekiminde belirleyici öðe haline gelir. Ýþlenen alan iþlenmeyen
alana oranla küçük olduðu ve topraðýn gücü tüketilmediði sürece (ve
gerçek tarýmýn ve bit- kisel beslenmenin egemen olmasýndan önceki
dönemde, sýðýr yetiþti- riciliðinin ve et tüketiminin hüküm sürdüðü sýra-
da durum budur), yeni geliþen üretim tarzý, köylü üretiminin karþýsýna,
esas olarak bir kapitalist için iþlenen topraðýn yaygýnlýðý ile, bir baþka
deyiþle, gene sermayenin daha büyük toprak alanlarýna yaygýn uygulanýþý
ile çýkar. Bu yüzden, baþýndan beri anýmsanmalýdýr ki, farklýlýk rantý I, bir
hareket noktasý görevi yapan tarihsel temeldir. Öte yandan, herhangi bir
belli anda, farklýlýk rantý II’nin hareketi, yalnýzca, kendisi de farklýlýk rantý
I’in rengarenk te-melinden baþka bir þey olmayan bir alan içinde olur.
[sayfa 596]

Karl Marks 597


Kapital III
Ýkincisi, II. biçimindeki farklýlýk rantýnda kiracýlar arasýnda ser-
mayenin daðýlýmýndaki (ve kredi elde etme olanaðýndaki) farklýlýklar da,
verimlilikteki farklýlýklara eklenir. Gerçek imalat (manüfaktür -ç.) sanayi-
inde, her iþ dalý, hýzla, kendi asgari iþ hacmini ve buna tekabül eden ser-
mayeyi geliþtirir, bunun altýnda hiç bir bireysel iþ, baþarý ile yürütülemez.
Ayný biçimde, her iþ dalý, bu asgarinin üstünde, üreticiler yýðýnýnýn hük-
medeceði ve hükmettiði, bir normal ortalama sermaye miktarý geliþtirir.
Daha büyük bir sermaye hacmi, fazla-kâr üretebilir, daha küçük bir ha-
cim, ortalama kârý bile getirmez. Kapitalist üretim tarzý, tarýmda, kapita-
list üretim tarzýnýn klasik yurdu olan Ýngiltere’de görülebileceði gibi, ancak
yavaþça ve eþit olmayan bir biçimde geliþir. Serbest tahýl ithalatý mevcut
olmadýðý sürece, ya da hacim küçük olduðu için etkisi ancak sýnýrlý
olduðu sürece, düþük kalitedeki topraðý iþleyen ve dolayýsýyla, ortalama
üretim koþullarýndan daha kötü koþullar altýnda olan üreticiler, piyasa-
fiyatýný saptarlar. Çiftçiliðe yatýrýlan ve genel olarak buna elveriþli olan
toplam sermaye yýðýnýnýn büyük bir bölümü onlarýn elindedir.
Þurasý bir gerçektir ki, örneðin, köylü, küçük toprak parçasý üze-
rinde daha çok emek harcar. Ama bu emek, üretkenliðin nesnel top-
lumsal ve maddi koþullarýndan tecrit edilmiþ emektir; bu koþullardan
zorla kopartýlan ve yoksun býrakýlan emektir.
Bu durum, gerçek kapitalist kiracýlarýn, artý-kârýn bir bölümünü
maledinmelerini mümkün kýlar – eðer kapitalist üretim tarzý, tarýmda da
manüfaktürde olduðu kadar eþit bir biçimde geliþseydi, en azýndan bu
nokta sözkonusu olduðu ölçüde, bu durum ortadan kalkabilirdi.
Önce, þimdilik bu artý-kârýn, toprak rantýna dönüþmesinin hangi
koþullar altýnda gerçekleþebileceðinin üzerinde durmadan, farklýlýk rantý
II ile artý-kârýn oluþumunu ele alalým.
Bu durumda ortadadýr ki, farklýlýk rantý II, yalnýzca farklý bir biçim-
de ifade edilmiþ olan, ama özünde ona özdeþ olan, farklýlýk rantý I’dir.
Çeþitli toprak tiplerinin verimliliðindeki deðiþiklik, farklýlýk rantý I duru-
munda, ancak topraða yatýrýlan sermayelerden eþit olmayan sonuçlar
elde edildiði ölçüde, yani ya eþit sermaye büyüklüklerine, ya da orantýlý
miktarlara göre elde edilen ürün miktarlarý eþit olmadýðý ölçüde etkisini
gösterir. Bu eþitsizlik, ister ayný topraða ardarda yatýrýlan çeþitli sermaye-
ler için olsun ister farklý tipte birkaç toprak parçasýna yatýrýlan sermaye-
ler için olsun – bu, ne verimlilikteki farklýlýkta, ne topraðýn ürününde hiç
bir deðiþiklik yapamaz ve dolayýsýyla da sermayenin daha üretken biçim-
de yatýrýlan bölümleri için farklýlýk rantýnýn oluþumunda hiç bir deðiþiklik
yapamaz. Bu, gene, þimdi de, eskiden olduðu gibi, ayný sermaye yatýrý-
mýyla farklý verimlilik gösteren topraktýr, þu farkla ki, farklýlýk rantý I duru-
munda, çeþitli toprak türlerinin bunlara yatýrýlan toplumsal sermayenin
farklý eþit parçalarý için yaptýðýný, burada, ayný toprak, farklý parçalar halin-
de ardarda yatýrýlan bir sermaye için yapar. [sayfa 597]
Eðer Tablo I’de [Bkz: s. 576] gösterilen, çeþitli kiracýlar tarafýndan

598 Karl Marks


Kapital III
herbiri 2½ sterlinlik baðýmsýz sermayeler biçiminde, dört toprak tipinin,
A, B, C, ve D’nin her akrýna yatýrýlacak olan 10 sterlinlik sermayenin
aynýsý, bunun yerine, D’nin tek ve ayný akrýna ardarda yatýrýlsaydý, öyle ki
birinci yatýrým 4 quarter, ikincisi 3, üçüncüsü ve dördüncüsü 1 quarter
(ya da bunun tersi bir sýralama ile) getirseydi, o zaman en az üretken
olan sermayenin saðladýðý quarter’ýn fiyatý, yani = 3 sterlin, hiç farklýlýk
rantý getirmeyecek, ama üretim-fiyatý 3 sterlin olan buðday arzýna gerek-
sinme olduðu sürece, üretim-fiyatýný belirleyecekti. Ve kapitalist üretim
tarzýnýn hüküm sürdüðünü varsaydýðýmýza göre, öyle ki, 3 sterlinlik fiyat,
genel olarak 2½ sterlinlik bir sermayenin getirdiði ortalama kârý içere-
ceðine göre, öteki 2½ sterlinlik üç bölümden her biri, üretimdeki farka
göre artý-kâr getirecektir, çünkü bu üretim, kendi üretim-fiyatýnda deðil,
2½ sterlinlik en az üretken yatýrýmýn üretim-fiyatýnda satýlmaktadýr; so-
nuncu yatýrým hiç rant getirmez ve ürünlerinin fiyatý, üretim-fiyatlarý ge-
nel yasasý ile belirlenir. Artý-kârýn oluþumu, Tablo I’deki gibi olacaktýr.
Burada bir kez daha görülmektedir ki, farklýlýk rantý II, farklýlýk
rantý I’i önceden varsayar. 2½ sterlinlik bir sermayeden elde edilen, yani
en kötü topraktan elde edilen asgari üretim, burada, 1 quarter varsayýl-
maktadýr, Ayrýca, 4 quarter getiren ve kiracýnýn 3 quarter’lýk bir farklýlýk
rantý ödediði 2½ sterlinden baþka, D tipi toprakla iþ gören kiracýnýn, bu
ayný topraða, týpký en kötü toprak A üzerindeki ayný sermaye gibi, yalnýz-
ca 1 quarter getiren 2½ sterlin yatýrdýðý da varsayýlmaktadýr. Bu, rant ge-
tirmeyen bir sermaye yatýrýmý olacaktýr, çünkü ona yalnýzca ortalama
kâr saðlamaktadýr. Ranta dönüþtürülebilecek hiç artý-kâr olmayacaktýr.
Öte yandan, D’deki ikinci sermaye yatýrýmýnýn bu azalan ürünü, kâr ora-
ný üzerine hiç bir etki yapmayacaktýr. Sanki, 2½ sterlin A tipi topraðýn ek
bir akrýna yeniden yatýrýlmýþ gibi olacaktýr, bu artý-kârý ve dolayýsýyla, A,
B, C ve D topraklarýnýn farklýlýk rantýný hiç bir biçimde etkilemeyecek bir
durumdur. Ama, kiracý için, D’deki bu 2½ sterlinlik ek yatýrým, varsayý-
mýmýza uygun olarak, D’nin akrý baþýna yapýlan baþlangýçtaki 2½ sterlin-
lik yatýrým kadar kârlý olabilecektir, bu sonuncusunun 4 quarter getir-
mesine karþýn, bu böyledir. Dahasý, eðer herbiri 2½ sterlinlik iki baþka
yatýrým, sýrasýyla 3 quarter ve 2 quarter’lýk ek bir ürün getirecek olurlarsa,
gene, D’deki, 4 quarter, yani 3 quarter’lýk bir artý-kâr getiren 2½ sterlinlik
ilk yatýrýmdan gelen ürüne oranla bir azalma olmuþ olacaktýr. Ama bu,
yalnýzca artý-kârýn miktarýndaki bir azalma olacaktýr ve ne ortalama kârý
ne de düzenleyici üretim-fiyatýný etkilemeyecektir. Sonuncu durum, an-
cak, eðer, bu azalan artý-kârý getiren ek üretim, A’daki üretimi gereksiz
kýlar ve akr A’yý ekim dýþýna atarsa, sözkonusu olacaktýr. Böyle bir du-
rumda, eðer akr B, rantsýz toprak ve piyasa-fiyatýnýn düzenleyicisi haline
gelmiþse, akr D’deki ek sermaye yatýrýmýnýn azalan üretkenliðine, üre-
tim-fiyatýnda, örneðin 3 sterlinden 1½ sterline bir düþüþ eþlik edecektir.
[sayfa 598]
D’nin ürünü þimdi = 4 + 1 + 3 + 2 = 10 quarter olacaktýr, oysa

Karl Marks 599


Kapital III
eskiden = 4 quarter idi. Ama B’nin düzenlediði quarter baþýna fiyat 1½
sterline düþmüþ olacaktýr. D ve B arasýndaki fark = 10 - 2 = 8 quarter,
quarter baþýna 1½ sterlin üzerinden = 12 sterlin olacaktýr, oysa D’den
gelen para-rant önceden = 9 sterlin idi. Buraya bir nokta koyalým. Akr
baþýna hesaplanan rant miktarý, herbiri 2½ sterlinlik iki ek sermayenin
azalan artý-kâr oranýna karþýn, %331/3 artmýþ olacaktýr.
Farklýlýk rantýnýn genel olarak ve I. biçimle birleþmiþ II. biçim
halinde özel olarak, nasýl son derece karmaþýk birleþmelere yolaçacaðýný
buradan anlýyoruz, oysa örneðin Ricardo, bunu, çok tek-yanlý olarak ve
sanki basit bir sorun imiþ gibi ele almaktadýr. Yukardaki durumda ol-
duðu gibi, düzenleyici piyasa-fiyatýnda bir düþme ve ayný zamanda da
verimli topraklardan gelen rantta yükselme olabilir, öyle ki, gerek mut-
lak ürün, gerek mutlak artý-ürün artar. (Farklýlýk rantý I’de, alçalan bir sýra
ile, akr baþýna mutlak artý-ürünün sabit kalmasýna ya da hatta azalmasý-
na karþýn, nispi artý-ürün ve böylece de akr baþýna rant artabilir.) Ama
ayný zamanda da, ayný topraða ardarda yapýlan sermaye yatýrýmlarýnýn
üretkenliði, bunlarýn büyük bir bölümünün daha verimli topraklara
düþmesine karþýn azalýr. Belli bir görüþ açýsýndan –gerek üretim, gerek-
se üretim-fiyatlarý ile ilgili olarak– emeðin üretkenliði artmýþtýr. Ama, bir
baþka görüþ açýsýndan bu azalmýþtýr, çünkü artý-kâr oraný ve akr baþýna
artý-ürün ayný topraktaki çeþitli sermaye yatýrýmlarý için azalýr.
Ardarda sermaye yatýrýmlarýnýn azalan üretkenliði durumunda, yal-
nýzca, eðer bu sermaye yatýrýmlarý en kötü toprak A’nýn dýþýnda baþkasýna
yapýlamýyorsa, farklýlýk rantý II’ye, zorunlu olarak üretim-fiyatýnda bir artýþ
ve üretkenlikte mutlak bir azalma eþlik eder. Eðer, 2½ sterlinlik bir ser-
maye yatýrýmý ile 3 sterlinlik bir üretim-fiyatýnda 1 quarter veren A’nýn bir
akrý, 2½ sterlinlik ek bir harcama, yani 5 sterlinlik toplam yatýrým ile, yal-
nýzca toplam 1½ quarter verirse, o zaman bu 1½ quarter’ýn üretim fiyatý
= 6 sterlin, ya da 1 quarter’inki = 4 sterlindir. Büyüyen bir sermaye ya-
týrýmý ile üretkenlikteki her azalma, burada akr baþýna düþen üretimde
nispi bir azalma anlamýna gelecektir , oysa, üstün nitelikte topraklar üze-
rinde, bu, yalnýzca fazla artý-üründe bir azalmayý ifade edecektir.
Ama, eþyanýn doðasý gereði, entansif ekimin geliþmesiyle, yani
ayný topraða ardarda sermaye yatýrýmlarý ile, bu, daha iyi topraklar üze-
rinde daha avantajlý olarak ya da daha büyük ölçüde gerçekleþecektir.
(Eskiden yararsýz olan bir topraðýn, yararlý toprak haline dönüþtürüldüðü
sürekli iyileþtirmeleri kastetmiyoruz.) Bu yüzden, ardarda sermaye yatý-
rýmlarýnýn azalan üretkenliðinin baþlýca etkisi, yukarda belirtilen etki ol-
malýdýr. Daha iyi topraðýn seçilmesinin nedeni, yatýrýlan sermayenin kârlý
olacaðý konusunda en büyük vaadi vermesidir; çünkü bu toprak, yarar-
lanýlmaya hazýr en doðal verimlilik öðelerini içermektedir. [sayfa 599]
Tahýl Yasalarýnýn kaldýrýlmasýndan sonra, Ýngiltere’de ekim daha
da yoðun hale geldiði zaman, eski buðday topraðýnýn büyük bir bölümü
baþka amaçlara, özellikle sýðýr otlaklarýna ayrýlmýþ, buðday için en uygun

600 Karl Marks


Kapital III
verimli topraðýn ise suyu kurutulmuþ ve baþka yollarla iyileþtirilmiþti.
Böylece, buðday ekimi için sermaye daha dar bir alanda yoðunlaþmýþtý.
Bu durumda –ve en iyi topraðýn en büyük artý-ürünü ile, rantsýz
toprak A’nýn üretimi arasýndaki bütün olasý artý oranlarý, burada, akr ba-
þýna artý-üründe, nispiden çok mutlak bir artýþla uyuþur– yeni oluþan artý-
kâr (potansiyel rant) eski ortalama kârýn ranta dönüþtürülmüþ bir
bölümünü (üretimin eskiden ortalama kârý ifade eden bir bölümünü)
deðil, bu biçimden ranta dönüþtürülen ek bir artý-kârý temsil eder.
Öte yandan, yalnýzca, tahýla olan talebin, piyasa-fiyatýnýn A’nýn üre-
tim-fiyatýnýn üstüne çýkacaðý ölçüde arttýðý, öyle ki A, B, ya da herhangi
bir baþka türde topraðýn artý-ürününün, ancak 3 sterlinden daha yüksek
bir fiyata arz olunabileceði bir durumda A, B, C ve D toprak tiplerinden
herhangi birine yapýlan ek bir sermaye yatýrýmýndan gelen üründeki
azalýþa, üretim-fiyatýndaki ve düzenleyici piyasa-fiyatýndaki bir yükselme
eþlik edecektir. Bu, (en azýndan A’nýn kalitesinde) ek A topraðýnýn ekil-
mesiyle sonuçlanmaksýzýn ya da baþka koþullarýn sonucu olan daha
ucuz bir arz olmaksýzýn, uzun bir zaman dönemi boyunca devam ettiði
sürece, baþka her þey eþit ise, ücretler, ekmeðin fiyatýndaki artýþýn sonu-
cu olarak artacak ve kâr oraný buna uygun olarak düþecektir. Bu durum-
da, artan talebin, A’dan daha düþük kalitedeki topraðýn ekime açýlmasýyla
mý, yoksa dört toprak tipinden herhangi birine yapýlan ek sermaye yatý-
rýmlarýyla mý karþýlandýðý önemli deðildir. Farklýlýk rantý, o zaman, azalan
bir kâr oraný ile birlikte artacaktýr.
Zaten ekili olan topraklara yatýrýlan daha sonraki ek sermayelerin
azalan üretkenliðinin, üretim-fiyatýnda bir artýþa, kâr oranýnda bir düþüþe
ve daha yüksek farklýlýk rantýnýn oluþmasýna yolaçabileceði –çünkü, so-
nuncusu, belli koþullar altýnda, týpký A’dan daha düþük kalitedeki toprak,
piyasa-fiyatýna düzenliyormuþçasýna her tür toprak üzerinde artacaktýr–
bu tek durum, Ricardo tarafýndan –farklýlýk rantý II’nin bütün oluþumunu
indirgediði– tek durum, normal durum olarak nitelendirilmiþtir.
Eðer yalnýzca A tipi toprak ekilmiþ olsaydý ve ona yapýlan ardarda
sermaye yatýrýmlarýna üründeki orantýlý bir artýþ eþlik etmemiþ olsaydý,
durum gene bu olacaktý.
O halde, burada, farklýlýk rantý II’nin incelenmesinde, farklýlýk ran-
tý I tamamen gözden yitirilir.
Ekili topraklardan gelen arzýn yetersiz olduðu ve bu nedenle düþük
kalitede yeni ek toprak ekime açýlýncaya kadar, ya da çeþitli toprak tür-
lerine yatýrýlan ek sermayeden gelen toplam üretim, ancak, o zamana
dek egemen olan üretim-fiyatýndan daha yüksek bir üretim-fiyatýnda arz
edilinceye kadar, piyasa-fiyatýnýn, sürekli olarak üretim-fiyatýndan [sayfa
600] yüksek olduðu bu durum dýþýnda, ek sermayelerin üretkenliðindeki
orantýlý düþüþ, düzenleyici üretim-fiyatýný ve kâr oranýný olduðu gibi býra-
kýr. Geri kalanlar için, üç ek durum mümkündür.
a) Eðer A, B, C ya da D toprak tiplerinden herhangi birine yatýrýlan

Karl Marks 601


Kapital III
ek sermaye, yalnýzca A’nýn üretim-fiyatýyla belirlenen kâr oranýný getirir-
se, o zaman, A tipi ek topraðýn ekilmesi durumunda oluþacaðýndan
daha fazla hiç bir artý-kâr ve dolayýsýyla, hiçbir potansiyel rant oluþmaz.
b) Eðer ek sermaye daha büyük bir ürün getirirse, düzenleyici
fiyatýn ayný kalmasý koþuluyla, kuþkusuz, yeni artý-kâr (potansiyel rant)
oluþur. Durum zorunlu olarak bu deðildir; özellikle de, bu ek üretim, A
topraðýný ekim dýþýna ve böylece de rekabet eden topraklar dizisinin
dýþýna attýðý zaman, durum bu deðildir. Bu durumda düzenleyici üretim-
fiyatý düþer. Eðer buna ücretlerdeki bir düþme eþlik ederse, ya da eðer
daha ucuz ürün, deðiþmeyen sermayeye onun öðelerinden biri olarak
girecek olursa, kâr oraný yükselecektir. Eðer ek sermayenin artan üret-
kenliði en iyi topraklar olan C ve D üzerinde ortaya çýkmýþsa, artan artý-
kârýn (ve dolayýsýyla artan rantýn) oluþumunun fiyatlardaki düþme ve kâr
oranýndaki yükselme ile ne ölçüde birlikte gideceði, bütünüyle, artan
üretkenlik derecesine ve yeni ek sermaye miktarýna baðlý olacaktýr. Kâr
oraný, ücretlerde bir düþme olmaksýzýn, deðiþmeyen sermaye unsurla-
rýnýn ucuzlamasýyla da yükselebilir.
c) Eðer ek sermaye yatýrýmý azalan artý-kâr ile birlikte ama ek har-
camadan gelen ürün, gene de A’ya yatýrýlan ayný sermayeden gelen ürü-
nün üzerinden bir fazla býrakacak bir biçimde gerçekleþirse, artan arz, A
topraðýný ekim dýþýnda býrakmadýkça, bütün durumlar altýnda yeni bir
artý-kâr oluþumu meydana gelir. Bu, D, C, B ve A üzerinde ayný zamanda
meydana gelebilir. Ama öte yandan, eðer en kötü toprak A, ekim dýþýna
atýlmýþsa, o zaman, düzenleyici üretim-fiyatý düþer ve para olarak ifade
edilen artý-kârýn ve dolayýsýyla farklýlýk rantýnýn artmasý ya da düþmesi, 1
quarter azalmýþ fiyatý ile artý-kârý oluþturan quarter’larýn artan sayýsý arasýn-
daki iliþkiye baðlý olacaktýr. Ama her ne olursa olsun, burada belirtmeye
deðer ki, ardarda sermaye yatýrýmlarýndan gelen artý-kârýn azalmasý ile,
üretim-fiyatý, ilk bakýþta, yükselecek gibi görülürken, bunun yerine
düþebilir.
Bu azalan artý-ürünlerle ek sermaye yatýrýmlarý, bütünüyle, örneðin
herbiri 2½ sterlinlik dört yeni baðýmsýz sermayenin, A ve B, B ve C, C ve
D arasýnda verimliliðe sahip ve sýrasýyla 1½, 21/3, 22/3 ve 3 quarter ürün
veren topraklara yatýrýlacaðý duruma tekabül eder. Bütün bu topraklar
üzerinde, dört ek sermayenin hepsi için artý-kâr oranýnýn, nispeten daha
iyi topraktaki ayný sermaye yatýrýmýnýn artý-kâr oranýna oranla azalmýþ
olmasýna karþýn, artý-kâr (potansiyel rant) oluþacaktýr. Ve bu dört serma-
yenin, D’ye mi vb. yatýrýldýðý, yoksa D ve A arasýnda mý daðýtýldýðý önem-
siz olacaktýr.
Þimdi farklýlýk rantýnýn iki biçimi arasýnda önemli bir farka geliyo-
ruz. [sayfa 601]
Farklýlýk rantý I’de, sabit üretim-fiyatý ve sabit farklýlýklar mevcut-
ken, akr baþýna düþen ortalama rant, ya da sermaye üzerinden ortalama
rant oraný, rant ile birlikte artabilir. Ama bu ortalama, yalnýzca bir soyut-

602 Karl Marks


Kapital III
lamadýr. Akr baþýna ya da sermayeye göre hesaplanan gerçek rant mik-
tarý burada, ayný kalýr.
Öte yandan, ayný koþullar altýnda, akr baþýna hesaplanan rant
(farklýlýk rant II) miktarý, yatýrýlan sermayeye oranla ölçülen kâr oraný
ayný kalsa da artabilir.
A, B, C ve D topraklarýndan herbirinde, 2½ sterlin yerine 5 sterlin-
lik sermayenin, yani 10 sterlin yerine toplam 20 sterlinin yatýrýlmasýyla,
üretimin iki katýna çýktýðýný ve nispi verimliliðin ayný kaldýðýný varsayalým.
Bu, bu toprak türlerinden herbirinin 1 akrý yerine 2 akrýný ayný maliyette
ekmekle ayný þeydir. Kâr oraný ayný kalacaktýr; bunun artý-kârla ya da
rantla iliþkisi de ayný kalacaktýr. Ama eðer, A þimdi 2, B - 4, C - 6 ve D - 8
quarter getiriyorsa, üretim-fiyatý gene de quarter baþýna 3 sterlin olarak
kalacaktýr, çünkü bu artýþ, ayný sermaye ile iki katýna çýkmýþ olan verim-
lilik yüzünden deðil, iki katýna çýkmýþ sermaye ile ayný orantýlý verimlilik
yüzündendir. Eskiden nasýl A’nýn 1 quarteri 3 sterline mal oluyorduysa,
þimdi de A’nýn iki quarteri 6 sterline malolacaktýr. Dört topraðýn hepsin-
de kâr iki katýna çýkacaktýr, ama yalnýzca yatýrýlan sermaye iki katýna
çýktýðý için. Ama, ayný oranda rant da iki katýna çýkmýþ olacaktýr; B için 1
yerine 2 quarter, C için 2 yerine 4 quarter ve D için 3 yerine 6 quarter
olacaktýr; ve buna uygun olarak da B, C ve D için para-rant, þimdi, sý-
rasýyla 6 sterlin, 12 sterlin ve 18 sterlin olacaktýr. Akr baþýna ürün gibi, akr
baþýna para-rant ve dolayýsýyla topraðýn fiyatý da, ki bununla para-rant
sermayeye çevrilir, iki katýna çýkacaktýr. Bu biçimde hesaplanan tahýl ve
para olarak rant miktarý ve böylece de topraðýn fiyatý artar, çünkü hesa-
planmasýnda kullanýlan ölçüt, yani akr, sabit büyüklükte bir alandýr. Öte
yandan, yatýrýlan sermaye üzerinden kâr oraný olarak hesaplandýðýnda,
orantýlý rant miktarýnda hiç bir deðiþiklik yoktur. 18’lik rant 10’luk serma-
ye yatýrýmýna göre ne ise, 36’lýk toplam rant, 20’lik sermaye yatýrýmýna
göre odur. Ayný þey, her tip topraðýn para-rantýnýn ona yatýrýlan sermaye-
ye oraný için de geçerlidir; örneðin, C’de, 12 sterlinlik rant, 5 sterlinlik
sermayeye göre ne ise, eskiden 6 sterlinlik rant, 2½ sterlinlik sermayeye
göre o idi. Burada, yatýrýlan sermayeler arasýnda hiç bir yeni farklýlýk
doðmaz, ama yalnýzca, ek sermaye, eskiden olduðu gibi ayný orantýlý
ürüne sahip rant getiren topraklardan birine ya da hepsine yatýrýldýðý
için, yeni artý-kârlar doðar. Örneðin eðer bu iki kat yatýrým, yalnýzca C’de
yer almýþsa, C, B ve D arasýndaki sermayeye göre hesaplanan farklýlýk
rantý ayný kalacaktýr: çünkü C’den elde edilen rant miktarý iki katýna
çýktýðý zaman, yatýrýlan sermaye de iki katýna çýkmýþtýr.
Bu gösterir ki, üretim-fiyatý, kâr oraný ve farklýlýklar deðiþmeden
kalýrken (ve dolayýsýyla, sermayeye göre hesaplanan artý-kâr oraný ya da
[sayfa 602] rant oraný deðiþmeden kalýrken) akr baþýna düþen ürün ve para
olarak rant miktarý ve, dolayýsýyla, topraðýn fiyatý yükselebilir.
Ayný þey, azalan artý-kâr ve dolayýsýyla rant oranlarýyla, yani hâlâ
rant getiren ek sermaye harcamalarýnýn azalan üretkenliðiyle de meyda-

Karl Marks 603


Kapital III
na gelebilir. Eðer 2½ sterlinlik ikinci sermaye yatýrýmlarý, üretimi iki katý-
na çýkarmamýþ, B yalnýzca 3½ quarter, C - 5 quarter ve D - 7* quarter
getirmiþse, B’deki 2½ sterlinlik ikinci sermaye için rant, 1 yerine yalnýzca
½ quarter, C’de - 2 yerine 1 quarter ve D’de - 3 yerine 2 quarter olacak-
týr. Bu durumda ardarda iki yatýrým için rant ve sermaye arasýndaki
Birinci Yatýrým Ýkinci Yatýrým
B: Rant 3 £ Sermaye 2½ £ B: Rant 1½ £ Sermaye 2½ £
C: Rant 6 £ Sermaye 2½ £ C: Rant 3 £ Sermaye 2½ £
D: Rant 9 £ Sermaye 2½ £ D: Rant 6 £ Sermaye 2½ £

oranlar þöyle olacaktýr:


Sermayenin nispi üretkenliðinin ve sermaye üzerinden hesaplanan
artý-kârýn bu azalan oranýna karþýn, tahýl ve para-rant, B’de 1 querter’dan
1½ querter’a (3 sterlinden 4½ sterline), C’de - 2 querter’dan 3 querter’a
(6 sterlinden 9 sterline) ve D’de - 3 querter’dan 5 querter’a (9 sterlinden
15 sterline) çýkmýþ olacaktýr. Bu durumda ek sermayeler için farklýlýklar,
A’ya yatýrýlan sermayeye oranla, azalmýþ olacaktýr, üretim-fiyatý ayný ka-
lacaktýr, ama akr baþýna rant ve dolayýsýyla akr baþýna topraðýn fiyatý art-
mýþ olacaktýr. Þimdi farklýlýk rantý I’i, kendi temeli olarak öngören farklýlýk
rantý II’nin bileþimleri ele alýnacaktýr. [sayfa 603]

* 1894 Almanca baskýda: 6 quarter. -Ed.

604 Karl Marks


Kapital III
KlRKBÝRÝNCÝ BÖLÜM
FARKLILIK RANTI II – BÝRÝNCÝ DURUM:
ÜRETÝM-FÝYATI SABÝT

BURADAKÝ varsayým, piyasa-fiyatýnýn, önceden olduðu gibi, en


kötü toprak A’ya yatýrýlan sermaye tarafýndan düzenlendiðini kabul et-
mektedir.
I. Eðer rant getiren topraklardan –B, C, D– herhangi birine yatý-
rýlan ek sermaye, yalnýzca A topraðý üzerindeki ayný sermaye kadar üre-
tirse, yani eðer yalnýzca düzenleyici üretim-fiyatýnda ortalama kâr getirir,
ama hiç artý-kâr getirmezse, o zaman rant üzerindeki etkisi sýfýrdýr. Her
þey eskisi gibi kalýr. Sanki A kalitesinde, yani en kötü topraktan rasgele
birkaç akr ekili alana eklenmiþ gibidir.
II. Ek sermayeler çeþitli topraklardan herbirinin üzerinde,
büyüklüklerine orantýlý olarak ek ürün getirirler; bir baþka deyiþle üretim
hacmi, her toprak tipinin özel verimliliðine göre – ek sermayenin
büyüklüðüyle orantýlý olarak büyür. Otuzdokuzuncu bölümde aþaðýdaki
Tablo I ile iþe baþladýk. [Bkz: s. 605, Tablo I]:
Bu durumda, tabloda olduðu gibi, sermaye yatýrýmýnýn bütün to-
praklarda iki katýna çýkmasý zorunlu deðildir. Ek sermaye bir ya da bir-
kaç rant getiren topraða, hangi oranda olursa olsun yatýrýldýðý sürece,
yasa aynýdýr. Gerekli olan tek þey, üretimin her toprak üzerinde sermaye
ile ayný oranda artmasýdýr. Burada rant, yalnýzca, topraktaki artan bir [sayfa
604] sermaye yatýrýmýnýn sonucu olarak ve bu artýþla orantýlý olarak artar.

Karl Marks 605


Kapital III
TABLO I

Rant Artý-
Ürün Satýþ-
Toprak Sermaye Kâr Üretim- Kazanç Kâr
Akr (Quar Fiyatý Quert
Tipi £ £ Fiyatý £ £ Sterlin Oraný
ter) £ er
(%)
A 1 2½ ½ 3 1 3 3 0 0 0
B 1 2½ ½ 3 2 3 6 1 3 120
C 1 2½ ½ 3 3 3 9 2 6 240
D 1 2½ ½ 3 4 3 12 3 9 360*
Toplam 4 10 12 10 30 6 18
* 1894 Almanca baskýda bu sütun: %12. %24, %36. -Ed.

Ve þimdi þuna dönüþmüþtür:


TABLO II
Rant Artý-
Üretim
Toprak Sermaye Kâr Ürün Satýþ- Kazanç Kâr
Akr -Fiyatý
Tipi £ £ (Quarter) Fiyatý £ £ Querter Sterlin Oraný
£
(%)
A 1 2½+2½=5 1 6 2 3 6 0 0 0
B 1 2½+2½=5 1 6 4 3 12 2 6 120
C 1 2½+2½=5 1 6 6 3 18 3 12 240
D 1 2½+2½=5 1 6 8 3 24 6 18 360
Toplam 4 20 20 60 12 36

Artan sermaye harcamasýnýn sonucu olan ve bununla orantýlý olan ürün


ve ranttaki bu artýþ, ürünün ve rantýn miktarý açýsýndan, rant getiren ayný
kalitedeki toprak parçalarýnýn ekili alanlarýnýn artmýþ olduðu ve eskiden
ayný tip topraklara yatýrýlan sermaye harcamasýna eþit bir harcama ile
ekime açýldýðý zamankinin aynýdýr. Örneðin Tablo II’deki durumda, eðer
2½ sterlinlik ek sermaye B, C, ve D’nin ek bir akrýna yatýrýlmýþ olsaydý,
sonuç ayný kalacaktý.
Üstelik, bu varsayým, daha üretken bir sermaye yatýrýmýný deðil,
yalnýzca ayný alan üzerinde önceki baþarýnýn aynýsýyla, daha fazla bir
sermaye harcamasýný ifade eder.
Bütün nispi oranlar burada ayný kalmaktadýr. Kuþkusuz, oransal
[sayfa 605] farklýlýklarý hesaba katmaz, salt aritmetik farklýlýklarý hesaba ka-
tarsak, o zaman, farklýlýk rantý, çeþitli topraklar üzerinde deðiþebilir. Ör-
neðin ek sermayenin yalnýzca B ve D’ye yatýrýlmýþ olduðunu varsayalým.
Bu durumda D ve A arasýndaki fark = 7 quarter’dýr, oysa eskiden = 3
qýýarter idi; B ve A arasýndaki fark = 3 quarter’dýr, oysa eskiden = 1 idi;
C ve B arasýndaki fark = - 1’dir oysa eskiden = + 1 idi vb.. Ama, eþit ser-
maye harcamalarý için üretkenlik farklýlýðýný ifade ettiði ölçüde, farklýlýk
rantý I’de belirleyici olan bu aritmetik farklýlýk, burada tamamen önem-
sizdir; çünkü yalnýzca, çeþitli toprak parçalarý üzerindeki her eþit serma-

606 Karl Marks


Kapital III
ye bölümü için farklýlýk deðiþmeden kalýrken, farklý ek sermaye yatýrým-
larýnýn ya da ek yatýrým yokluðunun bir sonucudur.
III. Ek sermayeler artý-ürün getirir ve böylece de artý-kâr oluþturur,
ama kendi artýþlarýyla orantýlý olarak deðil, azalan bir oranda. [Bkz: Tablo
III.]
TABLO III
Rant Artý-
Üretim- Satýþ-
Toprak Sermaye Kâr Ürün Kazanç Kâr
Akr Fiyatý Fiyatý Quert
Tipi £ £ (Quarter) £ Sterlin Oraný
£ £ er
(%)
A 1 2½ ½ 3 1 3 3 0 0 0
B 1 2½+2½=5 1 6 2+1½=3½ 3 10½ 1½ 4½ 90
C 1 2½+2½=5 1 6 3+2=5 3 15 3 9 180
D 1 2½+2½=5 1 6 4+3½=7½ 3 22½ 5½ 16½ 330
Toplam 17½ 3½ 21 17 51 10 30

Bu üçüncü varsayým durumunda da, gene ek ikinci sermaye yatý-


rýmlarýnýn çeþitli topraklar arasýnda ayný biçimde daðýtýlýp daðýtýlmadýðý;
azalan artý-kâr üretiminin orantýlý olarak meydana gelip gelmediði; ek
sermaye yatýrýmlarýnýn hepsinin, rant getiren ayný toprak tipinde olup
olmadýðý, ya da bunlarýn rant getiren deðiþik kalitedeki toprak parçalarý
arasýnda eþit olarak mý, yoksa eþit olmayan bir biçimde mi daðýtýldýðý
önemsizdir. Bütün bu durumlar geliþtirilecek yasa için önemsizdir. Tek
varsayým, ek sermaye yatýrýmlarýnýn, rant getiren topraklardan herhangi
birinin üzerinde artý-kâr getireceði, ama sermayedeki artýþ miktarýna göre
azalan oranda artý-kâr getireceðidir. Önümüzdeki tabloda bu azalmanýn
sýnýrlarý, en iyi toprak D üzerindeki ilk sermaye harcamasýnýn ürünü olan
4 quarter= 12 sterlin ve en kötü toprak A’daki ayný sermaye harca-
masýnýn ürünü olan 1 quarter= 3 sterlin arasýndadýr. Sermaye yatýrýmý I
durumunda, en iyi topraktan gelen ürün, üst sýnýrý oluþturur ve ne rant
ne de artý-kâr getiren en kötü toprak A’daki ayný sermaye harcamasýn-
dan [sayfa 606] gelen ürün, ardarda sermaye yatýrýmlarýnýn azalan üretken-
liði ile, artý-kâr üreten toprak tiplerinden herhangi biri üzerinde ardarda
sermaye yatýrýmlarýnýn getirdiði ürünün alt sýnýrýdýr. Nasýl ki, varsayým II,
ekili alana, daha iyi topraklardan, ayný kalitedeki toprak parçalarýnýn
eklendiði, ekili topraklardan herhangi birinin miktarýnýn yükseldiði duru-
ma tekabül ediyorsa, varsayým III de, çeþitli verimlilik dereceleri, D’den
A’ya kadar, yani en iyiden en kötü topraklara kadar uzanan topraklar
arasýnda daðýlmýþ olan ek parçalarýn ekildiði duruma tekabül eder. Eðer
ardarda sermaye harcamalarý, yalnýzca D topraðýna yapýlmýþsa, bunlar,
D ve A arasýnda, sonra D ve C arasýnda, ve gene bunun gibi D ve B ara-
sýndaki mevcut farklýlýklarý içerebilirler. Eðer bunlarýn hepsi C topraðýna
yapýlmýþsa, o zaman yalnýzca C ve A, ve C ve B arasýndaki farklýlýklarý;
eðer yalnýzca B’ye yapýlmýþsa, yalnýzca B ve A arasýndaki farklýlýklarý

Karl Marks 607


Kapital III
içerebilirler.
Ama yasa þudur: Bütün bu topraklar üzerinde, rant, yatýrýlan ek
sermaye ile orantýlý olarak olmasa da mutlak olarak artar.
Artý-kâr oraný, gerek ek sermaye, gerekse topraða yatýrýlan top-
lam sermaye gözönünde tutulursa azalýr; ama artý-kârýn mutlak büyüklüðü
artar; týpký, genel olarak sermaye üzerinden azalan kâr oranýnýn çoðun-
lukla mutlak kâr miktarýnda bir artýþla elele gitmesi gibi. Böylece B’ye
yatýrýlan bir sermayenin ortalama artý-kârý = sermaye üzerinden %90’dýr,
oysa bu, ilk sermaye harcamasý için = %120 idi. Ama toplam artý- kâr 1
quarter’dan 1½ quarter’a, ya da 3 sterlinden 4½ sterline yükselir. Top-
lam rant –yatýrýlan sermayenin iki kata çýkmýþ büyüklüðüyle iliþkili ola-
rak deðil de, kendi baþýna düþünülürse– mutlak olarak artmýþtýr. Çeþitli
topraklardan gelen rantlardaki farklýlýklar ve bunlarýn nispi oranlarý, burada
deðiþebilir; ama farklýlýklardaki bu deðiþme, birbirine oranla rantlardaki
artýþýn nedeni deðil, bir sonucudur.
IV. Daha iyi topraklardaki ek sermaye yatýrýmlarýnýn, ilk yatýrýmlar-
dan daha çok ürün getirdiði durum, daha öte bir tahlil gerektirmemek-
tedir. Söylemeye gerek yok ki, bu varsayým altýnda, akr baþýna rant artacak
ve harcama hangi topraða yapýlmýþ olursa olsun, ek sermayeye oranla
daha çok artacaktýr. Bu durumda, ek sermaye yatýrýmýna iyileþtirmeler
eþlik eder. Bu, ek bir daha az sermaye harcamasýnýn, ek bir daha fazla
sermaye harcamasýnýn daha önce yarattýðýnýn aynýsý, ya da ondan daha
büyük bir etki yarattýðý durumlarý da içerir. Bu durum bir önceki ile
tamamen özdeþ deðildir, ve ayrým, bütün sermaye yatýrýmlarýnda önem-
lidir. Örneðin eðer 100, 10’luk bir kâr getirirse ve eðer belli bir biçimde
kullanýlan 200, 40’lýk bir kâr getirirse, o zaman, kâr %10'dan %20’ye
çýkmýþtýr ve bu ölçüde, sanki daha etkili bir biçimde kullanýlan 50, 5
yerine 10’luk bir kâr getiriyormuþ gibidir. Burada, kârýn, üretimdeki orantýlý
bir artýþla iliþkili olduðunu varsayýyoruz. Ancak fark þudur ki, bir durum-
da sermayeyi iki katýna çýkarmam gerekirken, ötekinde, yarattýðým etki,
þimdiye kadar kullanýlan sermaye ile iki katýna çýkmýþtýr. 1) Eskisinin
[sayfa 607] yarýsý kadar canlý ve maddeleþmiþ emekle, öncekinin ayný ürünü
mü, yoksa, 2) ayný emekle öncekinin iki katý ürünü mü, yoksa, 3) iki katý
emekle, eski üretimin dört katýný mý üretmiþ olmam hiç de ayný þey de-
ðildir. Birinci durumda, emek –canlý ya da maddeleþmiþ biçimde– ser-
best kalmýþtýr ve baþka türlü kullanýlabilir; sermaye ve emeði kullanma
gücü artar. Sermayenin (ve emeðin) serbest kalmasý, bizatihi bir zengin-
lik artýþýdýr; bu, bu ek sermayenin birikimle elde edilmiþliðiyle tamamen
ayný etkiye sahiptir, ama birikim zahmetine gerek býrakmamaktadýr.
100’lük bir sermayenin on metrelik bir ürün ürettiðini varsayýn.
100, deðiþmeyen sermayeyi, canlý emeði ve kârý içermektedir. Böylece
bir metre 10’a malolur. Þimdi, eðer ben, ayný 100’lük sermaye ile 20
metre üretebilirsem, o zaman bir metre 5’e malolur. Öte yandan, eðer
50’lik bir sermaye ile 10 metre üretebilirsem, o zaman da bir metre ge-

608 Karl Marks


Kapital III
ne 5’e malolur, ve önceki meta arzý yeterliyse, 50’lik bir sermaye serbest
kalýr. Eðer 40 metre üretmek için 200’lük bir sermaye yatýrmam gereki-
yorsa, o zamanda bir metre 5’e malolur. Deðerin ve ayrýca fiyatýn belir-
lenmesi, burada, sermaye harcamasýyla orantýlý olan üretim miktarýndan
baþka herhangi bir farklýlýk ayýrdetmemize olanak vermez. Ama birinci
durumda, ek sermaye, belki de, eðer gerekli olursa, üretimi iki katýna
çýkarmak üzere tasarruf edilmiþtir;* ikinci durumda sermaye serbest
kalmýþtýr;** üçüncü durumda, eski üretken güç tarafýndan saðlanacaðý
zamanki ile ayný oranda olmasa bile, artan üretim, yalnýzca yatýrýlan
sermayenin çoðalmasý ile elde edilebilir. (Bu, Birinci Kýsma dahildir.)
Kapitalist üretim açýsýndan, deðiþmeyen sermaye kullanýlmasý,
her zaman,artý-deðeri artýrma bakýmýndan deðil, daha çok, maliyet-fi-
yatýný düþürme bakýmýndan, deðiþen sermaye kullanýlmasýndan daha
ucuzdur, – ve artý-deðer yaratan öðede, emekte bile maliyet tasarrufu,
düzenleyici üretim-fiyatý ayný kaldýðý sürece, kapitalist için bu görevi yeri-
ne getirir ve ona kâr saðlar. Gerçekte, bu, kapitalist üretim tarzýna uygun
düþen kredi geliþmesini ve ikraz sermayesinde bir bolluðu öngörür. Eðer
100 sterlin yýl boyunca 5 emekçinin üretimi ise, bir yandan 100 sterlin ek
deðiþmeyen sermaye; öte yandan da 100 sterlin deðiþen sermaye kulla-
nýrým. Eðer artý-deðer oraný = %100 ise, o zaman, 5 emekçinin yarattýðý
deðer = 200 sterlindir; öte yandan, 100 sterlin deðiþmeyen sermayenin
deðeri = 100 sterlin ve sermaye olarak, eðer faiz oraný = %5 ise, belki
de = 105 sterlindir. Ayný para miktarlarý üretime deðiþmeyen sermaye
deðeri büyüklükleri olarak mý, yoksa deðiþen sermaye deðeri büyüklükleri
olarak mý sürülmelerine baðlý olarak, ürettikleri ürün açýsýndan çok far-
klý deðerler ifade ederler. Üstelik, kapitalistin görüþ açýsýndan metalarýn
maliyetine iliþkin olarak þu farklýlýk da vardýr; bu para, sabit sermayeye
yatýrýldýðý ölçüde 100 sterlinlik deðiþmeyen sermayeden yalnýzca [sayfa 608]
aþýnma ve eskime metaýn deðerine girer, oysa ücretlere yatýrýlan 100
sterlin, tümüyle, metada yeniden üretilmelidir.
Hiç sermaye edinmeyen ya da ancak yüksek faiz oranlarýnda
edinen kolonistler ve genel olarak baðýmsýz küçük üreticiler durumun-
da, ürünün ücretleri temsil eden bölümü onlarýn geliridir, oysa kapitalist
için bu, bir sermaye yatýrýmý oluþturur. Bu yüzden, birinciler, bu emek
harcanmasýna, kendilerini her þeyden çok ilgilendiren emek-ürünün vaz-
geçilmez önkoþulu gözüyle bakarlar. Ama, artý-emeklerine gelince, zorun-
lu emek çýkarýldýktan sonra, bu, apaçýk bir biçimde, artý-üründe
gerçekleþir; ve bu sonuncuyu satabildikleri anda, ya da kendileri için
kullandýklarý anda, ona, kendilerine hiç bir þeye malolmamýþ bir þey gö-
züyle bakarlar, çünkü onlara hiç bir maddeleþmiþ emeðe malolmamýþtýr.
Onlara zenginliðin yabancýlaþmasý gibi gözüken þey, yalnýzca madde-

* 1894 Almanca baskýda: sermaye serbest kalýr. -Ed.


** Ibid. : Ek sermaye tasarruf edilir. -Ed.

Karl Marks 609


Kapital III
leþmiþ emek harcanmasýdýr. Kuþkusuz, ellerinden geldiðince yükseðe
satmak isterler; ama deðerin altýnda ve kapitalist üretim fiyatýnýn altýnda
bir satýþ bile, bu kâr, borçlar, ipotekler vb. tarafýndan önceden emilme-
dikçe, onlara gene kâr gibi görünür. Öte yandan, kapitalist için, gerek
deðiþmeyen, gerekse deðiþen sermaye yatýrýmý, bir sermaye konmasýný
temsil eder. Sonuncunun nispeten daha büyük ölçüde konmasý, diðer
þeyler ayný kalmak koþuluyla, maliyet-fiyatýný ve, gerçekte, metalarýn
deðerini düþürür. Bu yüzden, kâr, yalnýzca artý-emekten, dolayýsýyla da
yalnýzca deðiþen sermaye kullanýmýndan doðarsa da, canlý emek, birey
olarak kapitaliste, üretim-fiyatýndaki, baþka her þeyden önce asgariye
düþürülmesi gereken en pahalý unsur gibi görünebilir. Bu, donmuþ eme-
ðin nispeten daha büyük kullanýmýnýn canlý emeðe oranla, toplumsal
emeðin üretkenliðinde bir artýþa ve daha büyük bir toplumsal zenginliðe
iþaret ettiði gerçeðinin kapitalistvari tahrif edilmiþ bir biçiminden baþka
bir þey deðildir. Rekabet açýsýndan, her þey böyle tahrif edilmiþ ve
baþaþaðý çevrilmiþ görünür.
Üretim-fiyatlarýnýn deðiþmeden kaldýðý varsayýlarak, daha iyi top-
raklardaki, yani B’den yukarý bütün topraklardaki ek sermaye yatýrýmla-
rý, deðiþmeyen, artan, ya da azalan üretkenlikle yapýlabilir. A topraðý için,
eðer üretkenlik ayný kalýrsa –ki bunda toprak hiç rant getirmemeye de-
vam eder– ve ayrýca eðer üretkenlik artarsa, bu, ancak varsaydýðýmýz ko-
þullar altýnda mümkün olacaktýr; o zaman A’ya yatýrýlan sermayenin bir
bölümü rant getirirken, öteki getirmeyecektir. Ama eðer A’daki üretken-
lik azalacak olursa, bu, olanaksýz olacaktýr, çünkü, o zaman üretim-fiyatý
ayný kalmayacak, yükselecektir. Ama bütün bu durumlarda, yani ek ser-
mayelerin getirdiði artý-ürün, bu ek sermayelerle, ister orantýlý, ister bu
orandan daha büyük ya da daha küçük olsun –bu yüzden de sermaye
üzerinden artý-kâr oraný, bu sermaye arttýðý zaman, ister sabit kalsýn,
ister yükselsin, ister düþsün, akr baþýna artý-ürün ve buna uygun olan
artý-kâr artar ve dolayýsýyla tahýl ve para olarak potansiyel rant da artar.
Akr baþýna hesaplanan artý-kâr ya da rantýn salt miktarýndaki [sayfa 609]
büyüme, yani bir sabit birime –mevcut durumda bir akr ya da bir hektar
gibi belli bir toprak miktarýna– dayanýlarak hesaplanmýþ artan bir miktar,
artan bir oran olarak ifadesini bulur. Bundan dolayý akr baþýna hesap-
lanan rantýn büyüklüðü, böyle koþullar altýnda yalnýzca topraða yatýrýlan
sermayedeki artýþýn sonucu olarak artar. Elbette, bu, üretim-fiyatlarýnýn
ayný kaldýðý varsayýldýðýnda ve, öte yandan, ek sermayenin üretkenliði
ister deðiþmeden kalsýn, ister azalsýn ya da artsýn, buna bakmaksýzýn
gerçekleþir. Bu son durumlar akr baþýna rantýn büyüklüðünün arttýðý ara-
lýðý deðiþtirir, bizzat bu artýþýn varlýðýný deðil. Bu, farklýlýk rantý II’ye özgü
olan ve onu farklýlýk rantý I’den ayýran bir olgudur. Eðer ek sermaye ya-
týrýmlarý, zaman içinde ardarda ayný topraða yapýlmak yerine, mekan
içinde ardarda, uygun kalitedeki yeni ek toprak üzerine yanyana yapýlmýþ
olsaydý, rantýn miktarý artmýþ olacaktý ve önceden de gösterildiði gibi,

610 Karl Marks


Kapital III
toplam ekili alandan gelen ortalama rant da artacaktý, ama akr baþýna
rantýn büyüklüðü deðil. Toplam üretimin ve artý-ürünün miktarý ve deð-
eri sözkonusu olduðu ölçüde ayný sonuç verilmiþse, sermayenin daha
küçük bir toprak alaný üzerinde yoðunlaþmasý, akr baþýna rant miktarýný
yükseltir, oysa ayný koþullar altýnda, sermayenin daha büyük bir alana
daðýlmasý, öteki koþullar eþit olmak kaydýyla, bu etkiyi yaratmaz. Ama
kapitalist üretim tarzý ne kadar geliþirse, ayný toprak alaný üzerinde ser-
mayenin yoðunlaþmasý da o kadar geliþir ve bu yüzden de, akr baþýna
hesaplanan rant o kadar çok artar. Dolayýsýyla, üretim-fiyatlarýnýn özdeþ
olduðu, top-rak tipindeki farklýlýklarýn özdeþ olduðu, ve ayný miktarda
sermayenin yatýrýldýðý –ama bir ülkede, daha çok, sýnýrlý bir toprak alaný
üzerinde ardarda harcamalar biçiminde olduðu halde, ötekinde, daha
çok, daha büyük bir alana düzenli harcamalar biçiminde yatýrýldýðý– iki
ülke veril-miþse, toplam rant her iki ülke için de ayný olsa bile, akr
baþýna rant ve dolayýsýyla topraðýn fiyatý birinci ülkede daha yüksek,
ikincisinde daha düþük olacaktýr. Böylece, rantýn büyüklüðündeki farklý-
lýk, burada, çeþitli topraklarýn doðal verimliliðindeki farklýlýðýn bir sonucu
olarak açýklanamaz, kullanýlan emeðin miktarýndaki farklýlýðýn bir sonu-
cu olarak da açýk-lanamaz, yalnýzca sermayenin yatýrýldýðý farklý biçimle-
rin bir sonucu olarak açýklanabilir.
Burada artý-üründen sözettiðimizde, bu, her zaman, üretimin artý-
kârý temsil eden tam kesri olarak anlaþýlmalýdýr. Çoðunlukla, fazla ürün
ya da artý-ürünle, üretimin toplam artý-deðeri temsil eden bölümünü ya
da bazý durumlarda ortalama kârý temsil eden bölümünü kastederiz. Bu
terimin rant getiren sermaye durumunda aldýðý özel anlam, daha önce
de görüldüðü gibi, yanlýþ anlamaya yolaçmaktadýr. [sayfa 610]

Karl Marks 611


Kapital III
KlRKÝKÝNCÝ BÖLÜM
FARKLILIK RANTI II – ÝKÝNCÝ DURUM:
ÜRETÝM-FÝYATI DÜÞÜYOR

ÜRETÝM-FÝYATI, ek sermaye yatýrýmlarý, deðiþmeyen, düþen, ya


da yükselen bir üretkenlik oraný ile birlikte yeraldýðý zaman düþebilir.

      I. Ek Sermaye Yatýrýmýnýn Üretkenliði Ayný Kalýr

Bu yüzden, bu durumda, varsayým, üretimin, çeþitli topraklara


yatýrýlan sermaye ile orantýlý olarak ve bunlarýn herbirinin kalitelerine
uygun olarak arttýðýdýr. Bu demektir ki, topraklardaki sabit farklýlýklar
için, artý-ürün, artan sermaye yatýrýmýyla orantýlý olarak artar. O halde, bu
durum farklýlýk rantýný etkileyebilecek olan A topraðýndaki herhangi bir
ek sermaye yatýrýmýný kapsamaz. Bu toprak için, artý-kâr oraný = 0’dýr;
böylece de, ek sermayenin üretkenliðinin ve dolayýsýyla artý-kâr oranýnýn
ayný kaldýðýný varsaydýðýmýzdan = 0 olarak kalýr.
Ama bu koþullar altýnda düzenleyici üretim-fiyatý ancak düþebilir,
çünkü bu, A’nýn üretim-fiyatý deðil, bir sonraki iyi topraðýn, B’nin, ya da
düzenleyici durumuna gelen A’dan daha iyi herhangi bir topraðýn üre-
tim-fiyatýdýr; öyle ki, sermaye A’dan, ya da belki de, eðer C’nin üretim-
fiyatý, düzenleyici üretim-fiyatý haline gelirse, A ve B’den çekilir ve böylece
C’den aþaðý durumda olan bütün topraklar, tahýl üreten topraklar [sayfa 611]

612 Karl Marks


Kapital III
arasýndaki rekabetin dýþýna atýlýr. Bunun önkoþulu, varsayýlan koþullar
altýnda, ek sermaye yatýrýmlarýndan gelen ek ürünün talebi karþýlamasýdýr,
öyle ki, düþük kalitedeki A topraðýndan vb. gelen ürün, tam bir arzýn ye-
niden kurulmasý için gereksiz hale gelir.
O halde, örneðin Tablo II’yi ele alalým, ama öyle bir biçimde ele
alalým ki, 20 quarter yerine 18 quarter talebi karþýlasýn. A topraðý üretim
dýþý kalacaktýr. B* ve onun quarter baþýna 30 þilinlik üretim-fiyatý düzen-
leyici olacaktýr. Bu durumda, farklýlýk rantý þu biçime bürünür [Tablo: IV]
TABLO IV
Tablo II’ye oranla, toprak rantý, böylece, 36 sterlinden 9 sterline
Quarter Artý-
Üretim- Tahýl- Para-
Toprak Sermaye Kâr Ürün Baþýna Kazanç Kâr
Akr Fiyatý Rant Rant
Tipi £ £ (Quarter) Satýþ- £ Oraný
£ (Querter) (Sterlin)
Fiyatý £ (%)
B 1 5 1 6 4 1½ 6 0 0 0
C 1 5 1 6 6 1½ 9 2 3 60
D 1 5 1 6 8 1½ 12 4 6 120
Toplam 3 15 3 18 18 27 6 9

ve tahýlda 12 quarter’dan 6 quarter’a düþmüþ olacaktýr; toplam üretim


yalnýzca 20’den 18’e, 2 quarter düþmüþ olacaktýr. Sermaye üzerinden
hesaplanan artý-kâr oraný, üçte-bire, yani %180’den %60’a düþmüþ ola-
caktýr.** Böylece, burada, üretim-fiyatýndaki bir düþüþe, tahýl ve para
olarak ranttaki bir azalma eþlik etmiþtir.
Tablo I’e oranla, yalnýzca para-rantta bir azalma vardýr; her iki
durumda da, tahýl-rant 6 quarter’dýr; ama bir durumda bu = 18 sterlin,
ötekinde ise 9 sterlindir. C*** topraðý için, tahýl-rant, Tablo I ile karþýlaþ-
týrýldýðýnda ayný kalmýþtýr. Gerçekte, ayný biçimde hareket eden ek ser-
mayenin sonucu olan ek üretim yüzündendir ki, A’dan gelen ürün, piya-
sa-dýþý býrakýlmýþ, ve dolayýsýyla A topraðý, rekabet içindeki bir üretim
öðesi olarak safdýþý edilmiþtir ve bu gerçek yüzündendir ki, eskiden
düþük kaliteli A topraðýnýn oynadýðý rolün aynýsýný daha iyi B topraðýnýn
oynadýðý yeni bir farklýlýk rantý I oluþmuþtur. Dolayýsýyla, bir yandan B’den
gelen rant ortadan kalkmýþtýr; öte yandan ise, ek sermaye yatýrýmý [sayfa
612] B’den gelen rant ortadan kalkmýþtýr; öte yandan ise, ek sermaye ya-
týrýmý ile B, C ve D arasýndaki farklýlýklarda –varsayýmýmýza uygun ola-
rak– hiç bir deðiþme olmamýþtýr. Bu nedenle, üretimin ranta dönüþ-
türülmüþ olan bölümü azalmýþtýr.
Eðer, yukardaki sonuç –A dýþýnda tutulmuþken talebin karþýlan-
masý– muhtemelen, C ya da D’deki, ya da her ikisindeki sermayenin iki
katýndan fazlasýnýn yatýrýlmasýyla baþarýlmýþ olsaydý, o zaman sorun far-

* 1894 Almanca baskýda: D. -Ed.


** Ibid.: yarýyarýya, %180’den %90’a,-Ed.
** 1894 Almanca baskýda: C ve D topraðý için. -Ed.

Karl Marks 613


Kapital III
klý bir biçime bürünecekti. Örneðin, eðer üçüncü sermaye yatýrýmý, C’ye
yapýlmýþsa. [Bkz: Tablo IVa.]
Bu durumda, Tablo IV ile karþýlaþtýrýldýðýnda, C’den gelen üretim
6 quarter’dan 9 quarter’a, artý-ürün 7 quarter’dan 3 quarter’a ve para-
rant 3 sterlinden 4½ sterline yükselmiþtir. Öte yandan, bu sonuncunun
12 sterlin olduðu Tablo II* ve 6 sterlin olduðu Tablo I ile karþýlaþtýrýldýðýnda,
para-rant azalmýþtýr. Tahýl olarak toplam rant = 7 quarter’dýr ve Tablo
II’ye oranla (12 quarter) düþmüþ ve Tablo I’e oranla (6 quarter) yük-
selmiþtir; para olarak (10½ sterlin) her ikisine de oranla (18 sterlin ve 36
sterlin) düþmüþtür.
Eðer 2½ sterlinlik üçüncü sermaye yatýrýmý, B topraðý üzerinde
kullanýlmýþ olsaydý, varsayýmýmýza göre, ardarda yatýrýmlar ayný toprak
üzerinde hiç bir farklýlýk doðurmadýðýna ve B topraðý hiç bir rant getir-
mediðine göre, bu, gerçekten de üretimin miktarýný deðiþtirecek, ama
rantý etkilemeyecekti.
TABLO IVa
Quarter Artý-
Üretim- Tahýl- Para-
Toprak Sermaye Kâr Ürün Baþýna Kazanç Kâr
Akr Fiyatý Rant Rant
Tipi £ £ (Quarter) Satýþ-Fiyatý £ Oraný
£ (Querter) (Sterlin)
£ (%)
B 1 5 1 6 4 1½ 6 0 0 0
C 1 7½ 1½ 9 9 1½ 13½ 3 4½ 60
D 1 5 1 6 8 1½ 12 4 6 120
Toplam 3 17½ 3½ 21 21 31½ 7 10½

Öte yandan eðer üçüncü sermaye yatýrýmýnýn, C yerine D üzerin-


de olduðunu varsayarsak, þunu elde ederiz [Bkz: s. 614, Tablo: IVb]
Burada yatýrýlan sermaye 10 sterline karþý yalnýzca 17½ sterlin
olmasýna, yani iki katý olmamasýna karþýn, toplam ürün 22 quarter’dýr,
Tablo I’dekinin iki katýndan fazladýr. Tablo II’de yatýrýlan sermayenin [sayfa
613] daha büyük – yani 20 sterlin olmasýna karþýn, toplam ürün de Tablo
II’dekinden 2 quarter daha büyüktür.
TABLO lVb

Quarter Artý-
Üretim- Tahýl- Para-
Toprak Sermaye Kâr Ürün Baþýna Kazanç Kâr
Akr Fiyatý Rant Rant
Tipi £ £ (Quarter) Satýþ-Fiyatý £ Oraný
£ (Querter) (Sterlin)
£ (%)
B 1 5 1 6 4 1½ 6 0 0 0
C 1 5 1 6 6 1½ 9 2 3 60
D 1 7½ 1½ 9 12 1½ 18 6 9 120
Toplam 3 17½ 3½ 21 22 33 8 11

* 1894 Almanca baskýda: I. -Ed.

614 Karl Marks


Kapital III
Tablo I ile karþýlaþtýrýldýðýnda, D topraðýndan gelen tahýl-rant 3*
quarter’dan 6 quarter’a çýktýðý halde, para-rant, 9 sterlin olarak ayný
kalmýþtýr. Tablo II ile karþýlaþtýrýldýðýnda, D’den gelen tahýl-rant aynýdýr,
yani 6 quarter’dýr, ama para-rant 18 sterlinden 9 sterline düþmüþtür.
Toplam rantlarý karþýlaþtýrýrsak, Tablo IVb’deki tahýl-rant = 8 quar-
ter, Tablo I’dekinden = 6 quarter, ve Tablo IVa’dakinden = 7 quarter,
daha büyüktür; ama Tablo II’dekinden = 12 quarter, daha küçüktür.
Tablo IVb’deki para-rant = 12 sterlin, Tablo IVa’dakinden = 10½ sterlin,
daha büyük ve Tablo I’dekinden = 18 sterlin, ve Tablo II’dekinden = 36
sterlin daha küçüktür.
Toplam rantýn, Tablo IVb’deki koþullar altýnda (B’den gelen ran-
týn safdýþý edilmesiyle), Tablo I’dekine eþit olmasý için, 6 sterlinlik daha
fazla artý-ürüne, yani yeni üretim-fiyatý olan 1½ sterlin üzerinden 4 quar-
ter’a gereksinmemiz vardýr. O zaman, Tablo I’deki gibi, gene 18 sterlin-
lik bir toplam rant elde ederiz. Gereken ek sermayenin büyüklüðü, onu,
C’ye ya da D’ye yatýrmamýza, ya da ikisi arasýnda bölüþtürmemize göre
deðiþecektir.
C’de, 5 sterlinlik sermaye 2 quarter’lýk artý-ürün getirir; dolayýsýyla
10 sterlinlik ek sermaye 4 quarter’lýk ek artý-ürün getirir. D’de, burada
varsayýlan koþullar altýnda, yani ek sermaye yatýrýmlarýnýn üretkenliðinin
ayný kalmasý koþulunda, 4 quarter’lýk ek tahýl-rant üretmek için, 5 ster-
linlik ek sermaye yetecektir. O zaman, aþaðýdaki sonuçlan elde ede-
ceðiz. (Bkz: s. 615, tablo IVe, IVd.)
Toplam para-rant, ek sermayelerin sabit üretim-fiyatlarýnda yatý-
rýldýðý Tablo II’dekinin tam yarýsý olacaktýr. [sayfa 614]
TABLO lVc
Rant Artý-
Üretim-
Toprak Sermaye Kâr Ürün Satýþ- Kazanç Kâr
Akr Fiyatý
Tipi £ £ (Quarter) Fiyatý £ £ Querter Sterlin Oraný
£
(%)
B 1 5 1 6 4 1½ 6 0 0 0
C 1 15 3 18 18 1½ 27 6 9 60
D 1 7½ 1½ 9 12 1½ 18 6 9 120
Toplam 27½ 5½ 33 34 51 12 18

TABLO lVd
Üretim- Rant Artý-Kâr
Toprak Sermaye Kâr Ürün Satýþ- Kazanç
Akr Fiyatý Oraný
Tipi £ £ (Quarter) Fiyatý £ £ Querter Sterlin
£ (%)
B 1 5 1 6 4 1½ 6 0 0 0
C 1 5 1 6 6 1½ 9 2 3 60
D 1 12½ 2½ 15 20 1½ 30 10 15 120
Toplam 22½ 4½ 27 30 45 12 18

* 1894 Almanca baskýda: 2. -Ed.

Karl Marks 615


Kapital III
En önemli þey, yukardaki tablolarý Tablo I ile karþýlaþtýrmaktýr.
Görürüz ki, üretim-fiyatý yarýyarýya, yani quarter baþýna 60 þilinden 30
þiline düþmüþken, toplam para-rant, ayný, yani = 18 sterlin kalmýþtýr, ve
tahýl-rant buna uygun olarak iki katýna, 6 quarter’dan 12 quarter’a
çýkmýþtýr. B üzerinde rant yokolmuþtur; C üzerinde, para-rant, IVc’de
yarýyarýya artmýþ, ama IVd’de yarýyarýya düþmüþtür; D üzerinde IVe’de
ayný, = 9 sterlin kalmýþ ve IVd’de 9 sterlinden 15 sterline çýkmýþtýr. Üre-
tim 10 quarter’dan IVc’de 34 quarter’a ve IVd’de 30 quarter’a çýkmýþtýr;
kâr ise, 2 sterlinden, IVc’de 5½ sterline ve IVd’de 4½ sterline çýkmýþtýr.
Toplam sermaye yatýrýmý, bu durumda 10 sterlinden 27½ sterli-
ne, ve ötekinde 10 sterlinden 22½ sterline çýkmýþtýr; yani her iki durum-
da da iki katýndan fazla artmýþtýr. Rant oraný, yani yatýrýlan sermaye
üzerinden hesaplanan rant, lV’ten IVd’ye kadar bütün tablolarda her
toprak türü için her yerde ayýndýr – ki bu, zaten, ardarda iki sermaye
yatýrýmýnýn üretkenlik oranýnýn her toprak tipi için ayný kaldýðý varsayý-
mýyla ifade edilmiþtir. Ama Tablo I’e oranla, bu oran, gerek bütün toprak
türlerinin [sayfa 615] ortalamasý, gerek tek tek bunlarýn herbiri için,
düþmüþtür. Tablo I’de bu, ortalama olarak = %180 olduðu halde, IVc’de
= 18 : 27½ x 100 = %655/11, IVd’de = 18 : 22½ x 100 = %80’dir. Akr ba-
þýna ortalama para-rant artmýþtýr. Önceden, Tablo I’de, dört akrýn tü-
münden, akr baþýna ortalama 4½ sterlin olduðu halde, IVc ve IVd’de bu,
üç akr üzerinde, akr baþýna 6 sterlindir. Rant getiren toprak üzerinde,
eskiden ortalamasý 6 sterlin olduðu halde, bu, þimdi akr baþýna 9 sterlin-
dir. Demek ki, akr baþýna rantýn para-deðeri artmýþtýr ve þimdi eskiden
temsil ettiðinin iki katý kadar tahýlý temsil etmektedir; ama, 12 quarter’lýk
tahýl-rant, þimdi, sýrasýyla 34 ve 30* quarter’lýk toplam üretimin yansýn-
dan az olduðu halde, Tablo I’de, 6 quarter, 10 quarter’lýk toplam üreti-
min 3/5’ini temsil eder. Dolayýsýyla toplam üretimin tam kesri olarak rantýn
düþmüþ olmasýna ve ayrýca yatýrýlan sermaye üzerinden hesaplanan rantýn
düþmüþ olmasýna karþýn, rantýn akr baþýna hesaplanan para-deðeri
yükselmiþtir ve bir ürün olarak deðeri daha da yükselmiþtir. Eðer Tablo
IVd’de, D topraðýný ele alýrsak, görürüz ki, burada sermaye harcamasýna
tekabül eden üretim-fiyatý = 15 sterlindir, ki bunun 12½ sterlini yatýrýlan
sermayedir. Para-rant = 15 sterlindir. Tablo I’de, ayný D topraðý için,
üretim-fiyatý = 3 sterlin, yatýrýlan sermaye = 2½ sterlin, ve para-rant = 9
sterlin idi; yani sonuncusu, üretim-fiyatýnýn üç katý ve sermayenin he-
men hemen dört katý idi. Tablo IVd’de, D için 15 sterlin olan para-rant,
üretim-fiyatýna tam eþittir ve sermayeden yalnýzca ½ büyüktür. Gene de,
akr baþýna para-rant 2/3 büyüktür, yani, 9 sterlin yerine 15 sterlindir. Tablo
I’de 3 quarter’lýk tahýl-rant = 4 quarter’lýk toplam ürünün ¾’üdür; Tablo
IVd’de, bu, 10 quarter ya da D’nin akrý baþýna düþen toplam ürünün (20
quarter) yarýsýdýr. Bu göstermektedir ki, akr baþýna rant, toplam ürünün

* 1894 Almanca baskýda: 33 ve 27. -Ed.

616 Karl Marks


Kapital III
daha küçük bir tam kesrini oluþturmasýna ve yatýrýlan sermayeye oranla
düþmüþ olmasýna karþýn, akr baþýna rantýn para-deðeri ve tahýl deðeri
artabilir.
Tablo I’de toplam ürünün deðeri = 30 sterlin; rant = 18 sterlin ya
da onun yarýsýndan fazladýr. IVd’de toplam ürünün deðeri = 45 sterlindir
– ki bunun 18 sterlini ya da yarýdan azý ranttýr.
Þimdi, fiyatta quarter baþýna 1½ sterlinlik düþüþe, yani %50’lik bir
düþüþe karþýn, ve rekabet eden topraklarýn 4 akrdan 3 akra düþmesine
karþýn, akr baþýna hesaplanan, gerek tahýl-rant, gerek para-rant artarken,
toplam para-rantýn ayný kalmasýnýn ve toplam tahýl-rantýn iki katýna çýk-
masýnýn nedeni, daha fazla quarter’lýk artý-ürün üretilmesidir. Tahýlýn fi-
yatý %50 düþer ve artý-ürün %100 artar. Ama bu sonucun elde edilmesi
için, varsaydýðýmýz koþullar altýnda toplam üretim üç katýna çýkmalýdýr
ve üstün topraklardaki sermaye yatýrýmý, iki katýndan fazla artmalýdýr. Bu
sonuncunun hangi oranda artmasý gerektiði, her toprak tipine yatýrýlan
sermayenin üretkenliðinin, onun büyüklüðüyle orantýlý olarak arttýðý dai-
ma varsayýlýrsa, her, þeyden önce, ek sermaye yatýrýmlarýnýn daha iyi
[sayfa 616] ve en iyi topraklar arasýndaki daðýlýmýna baðlýdýr.
Eðer üretim-fiyatýndaki düþüþ daha küçük olsaydý, ayný para-rantý
üretmek için daha az ek sermaye gerekecekti. Eðer A topraðýný ekim
dýþýna atmak için gerekli olan arz –ve bu yalnýzca A’nýn akrý baþýna
düþen üretime deðil, ayrýca A’nýn tüm ekili alan içindeki payýna da baðlý-
dýr– böylece, eðer bu amaç için gerekli olan arz, ve bu nedenle, A’dan
daha iyi topraklarda gerekli olan ek sermaye yatýrýmý miktarý da daha
büyük olsaydý, o zaman, öteki koþullar ayný kalmak kaydýyla, B topraðýnýn
para ve tahýl-rant getirir olmaktan çýkmasýna karþýn, para ve tahýl-rantlar
daha da çok artacaktý.
Eðer A’dan çýkartýlan sermaye = 5 sterlin olsaydý, bu durum için
karþýlaþtýrýlacak tablolar, Tablo II ve Tablo IVd olacaktý. Toplam üretim
20 quarter’dan 30, quarter’a yükselecekti. Para-rant yalnýzca yarý
büyüklükte, ya da 36 sterlin yerine 18 sterlin olacaktý; tahýl-rant, ayný,
yani 12 quarter olacaktý.
Eðer, D üzerinde, 27½ sterlinlik bir sermayeyle, 44 quarter = 66
sterlinlik –D’nin eski oranýna uygun olarak 2½ sterlinlik sermaye baþýna
4 quarter– bir toplam ürün üretebilseydi, toplam rant, bir kez daha,
Tablo II’de elde edilen düzeye ulaþacaktý, ve tablo, aþaðýdaki gibi görüne-
cekti:
Toprak Sermaye Üretim Tahýl-Rant Para-Rant
Tipi (Sterlin) (Quarter) (Quarter) (Sterlin)
B 5 4 0 0
C 5 6 2 3
D 27½ 44 22 33
Toplam 37½ 54 24 36

Toplam üretim, Tablo II’deki 20 quarter’a karþý 54 quarter ola-

Karl Marks 617


Kapital III
caktý ve para-rant ayný = 36 sterlin olacaktý. Ama toplam sermaye 37½
sterlin olacaktý, oysa bu, Tablo II’de = 20 idi. Toplam yatýrýlan sermaye
hemen hemen iki katýna çýkacakken, üretim, yaklaþýk olarak, üç katýna
çýkacaktý; tahýl-rant iki katýna çýkacak ve para-rant ayný kalacaktý. De-
mek ki, eðer –üretkenlik ayný kalýrken– rant getiren daha iyi topraklarda-
ki, yani A’dan daha iyi bütün topraklardaki ek para-sermaye yatýrýmýnýn
bir sonucu olarak fiyat düþerse, o zaman, toplam sermaye, üretim ve
tahýl-rantla ayný oranda artmama eðilimine sahiptir; böylece, tahýl-rantta-
ki artýþ, düþen fiyat yüzünden ortaya çýkan para-rant kaybýný karþýlayabilir.
Ayný yasa, ayrýca, D’ye deðil, C’ye, yani daha fazla rant getiren topraklar
yerine daha az rant getiren topraklara daha çok sermaye yatýrýldýkça,
yatýrýlan sermayenin orantýlý bir biçimde büyük olmasý gereði ile de ken-
dini ortaya koyar. Sorun, yalnýzca þudur: para-rantýn ayný kalabilmesi
[sayfa 617] ya da yükselebilmesi için, belli bir miktarda ek artý-ürün üretilm-
elidir, ve artý-ürün getiren topraklarýn verimliliði ne kadar büyükse, bu, o
kadar az sermaye gerektirecektir. Eðer B ve C, ve C ve D arasýndaki
farklýlýk daha da büyükse, daha az ek sermaye gerekli olacaktýr. Kesin
oran, 1) fiyattaki düþüþ oraný, bir baþka deyiþle, þimdi rant getirmeyen B
topraðý ile, eskiden rant getirmeyen toprak olan A arasýndaki farklýlýk
tarafýndan; 2) B’nin üstündeki daha iyi topraklar arasýndaki farklýlýklarýn
oraný tarafýndan; 3) yeni yatýrýlan ek sermaye miktarý tarafýndan; ve 4)
bunun, çeþitli kalitedeki topraklar arasýnda daðýlýmý tarafýndan belirlenir.
Gerçekte, görüyoruz ki, bu yasa, yalnýzca, birinci durumda zaten
gösterilmiþ olan þeyi ifade etmektedir: Üretim-fiyatý verildiði zaman,
büyüklüðü ne olursa olsun, rant, ek sermaye yatýrýmýnýn bir sonucu ola-
rak artabilir. Çünkü, A’nýn safdýþý edilmesi yüzünden þimdi B’nin en kötü
toprak ve quarter baþýna 1½ sterlinin yeni üretim-fiyatý olduðu bir du-
rumda, yeni bir farklýlýk rantý I’e sahip bulunuyoruz. Bu, Tablo II için
olduðu kadar, Tablo IV için de geçerlidir. Baþlangýç noktamýzýn A yerine
B topraðý olmasý ve üretim-fiyatýmýzýn 3 sterlin yerine 1½ sterlin olarak
alýnmasý dýþýnda, bu, ayný yasadýr.
Burada önemli olan þey þudur: Sermayeyi A topraðýndan çekmek
ve arzý onsuz yaratmak için, þu ya da bu kadar sermaye gerekli olduðu
ölçüde, görürüz ki, bütün toprak parçalarýnda olmasa da, en azýndan
bazýlarýnda ve ekili toprak parçalarýnýn ortalamasý sözkonusu olduðu süre-
ce, buna, deðiþmeyen, yükselen, ya da alçalan bir akr baþýna rant eþlik
edebilir. Görmüþtük ki, tahýl-rant ve para-rant, birbirleriyle tek tür bir
iliþki sürdürmezler. Tahýl-rantýn hâlâ ekonomide bir önem taþýmasý, yal-
nýzca gelenekler yüzündendir. Bunun gibi, pekala gösterilebilir ki, ör-
neðin, bir fabrikatör, 5 sterlinlik kârý ile, önceden 10 sterlinlik bir kârla
satýn alabileceðinden çok daha fazla iplik satýn alabilir. Bu her durum ve
koþulda gösterir ki, sayýn toprakbeyleri, ayný zamanda, imalatçý
kuruluþlarýn, þeker rafinerilerinin ve alkol damýtým evlerinin vb. sahipleri
ya da hissedarlarý olduklarý zaman, kendi hammaddelerinin üreticileri

618 Karl Marks


Kapital III
olmak sýfatýyla, para-rant düþtüðü zaman bile, gene önemli bir kâr saðla-
yabilirler.34

      II. Ek Sermayenin Azalan Üretkenlik Oraný

Demin ele alýnan durumda olduðu gibi, bu durumda da, üretim-


fiyatý, ancak A’dan daha iyi topraklardaki ek sermaye yatýrýmlarý A’dan
gelen üretimi gereksiz kýldýðý ve bu yüzden sermaye A’dan çekildiði, [sayfa
618] ya da A öteki ürünlerin üretimi için kullanýldýðý zaman düþebildiði
ölçüde, bu, soruna, yeni hiç bir þey getirmemektedir. Bu durum yukar-
da ayrýntýlý olarak tartýþýlmýþ bulunuyor. Akr baþýna tahýl ve para olarak
rantýn artabileceði, azalabileceði ya da deðiþmeden kalabileceði
gösterilmiþti.
Karþýlaþtýrmalarý yaparken, kolaylýk olsun diye, aþaðýdaki tabloyu
veriyoruz [Tablo IV]:
TABLO IV
Quarter
Baþýna Tahýl- Para- Artý-Kâr
Toprak Sermaye Kâr Ürün
Akr Üretim- Rant Rant Oraný
Tipi £ £ (Quarter)
Fiyatý (Querter) (Sterlin) (%)
£
A 1 2½ ½ 3 1 0 0 0
B 1 2½ ½ 1½ 2 1 3 120%
C 1 2½ ½ 1 3 2 6 240%
3
D 1 2½ ½ /4 4 3 9 360%
180%
Toplam 4 10 10 6 18
(Ortalama)

Þimdi, B, C ve D’nin, azalan bir üretkenlik oranýnda saðladýklarý


16 quarter’lýk bir miktarýn A’yý ekim dýþýnda tutmaya yettiðini varsayalým.
Böyle bir durumda Tablo III, aþaðýdakine dönüþür [Tablo V]:
TABLO V
Sermaye
Toprak Kâr Ürün Satýþ- Tahýl-Rant Para-Rant Artý-Kâr Oraný
Akr Yatýrýmý Kazanç £
Tipi £ (Quarter) Fiyatý £ (Querter) (Sterlin) (%)
£
B 1 2½+2½=5 1 2+1½=3½ 15/7 6 0 0 0
C 1 2½+2½=5 1 3+2=5 15/7 84/7 1½ 24/7 %513/7
D 1 2½+2½=5 1 4+3½=7½ 15/7 126/7 4 66/7 %1371/7**
%942/7
Toplam 3*** 15 16 27 3/7 5½ 93/7
Ortalama****

* 1894 Almanca baskýda: 512/5. -Ed.


** lbid.: 1371/5. -Ed.
*** lbid.: 4. -Ed.
**** Burada, VI., VII., VIII., IX. ve X. Tablolardaki gibi hiç rant getirmeyen toprak hesaba
katýlmamýþnr. -Ed.
34
Yukardaki, IVa’dan IVd’ye kadar olan tablolar yeniden hesaplanmalýdýr. Çünkü bunlarýn

Karl Marks 619


Kapital III
Burada, ek sermayenin azalan bir üretkenlik oranýnda, ve çeþitli
toprak tipleri için deðiþen bir azalmada, düzenleyici üretim-fiyatý 3 ster-
linden 15/7 sterline düþmüþtür. Sermaye yatýrýmý, yarý yarýya –10 sterlin-
den 15 sterline– yükselmiþtir. Para-rant, hemen hemen yarý yarýya [sayfa
619] –18 sterlinden 9 / sterline düþmüþtür, ama tahýl-rant, yalnýzca /
3 1
7 12
oranýnda –6 quarter’dan 5½ quarter’a– düþmüþtür. Toplam üretim 10’dan
l6’ya, ya da %60 oranýnda yükselmiþtir. Tahýl-rant, toplam ürünün üçtebi-
rinden biraz azýný oluþturmaktadýr. Yatýrýlan sermayenin para-ranta oraný
15 : 93/7’dir, oysa eskiden bu oran 10 : 18 idi.

      III. Ek Sermayenin Artan Üretkenlik Oraný

Bu, bu bölümün baþýndaki, üretkenlik oraný ayný kalýrken üretim-


fiyatýnýn düþtüðü Deðiþke I’den, yalnýzca, A topraðým dýþarda býrakmak
için belli bir miktar ek ürün gerektiðinde, bunun burada hýzlý olmasýyla
ayrýlýr.
Ek sermaye yatýrýmlarýnýn artan üretkenliðinde olduðu gibi düþen
üretkenliðinde de, yaratýlan etki, yatýrýmlarýn çeþitli topraklar arasýndaki
daðýlýmýna uygun olarak deðiþebilir. Bu deðiþen etki, farklýlýklarý denge-
lediði ya da vurguladýðý ölçüde, daha iyi topraklarýn farklýlýk rantý ve
bundan dolayý da toplam rant, zaten farklýlýk rantý I’de olduðu gibi,
düþecek ya da yükselecektir. Diðer bakýmlardan, herþey, A ile birlikte
dýþarda býrakýlan toprak alanýnýn ve sermayenin büyüklüðüne, ve talebi
karþýlayacak ek ürünü üretmek için, yükselen bir üretkenlik halinde,
gerekli olan artan sermayenin nispi büyüklüðüne baðlýdýr.
Burada incelenmeye deðer olan ve gerçekten de bizi bu farklýlýk
kârýnýn farklýlýk rantýna dönüþtürülme yolunun araþtýrýlmasýna geri götü-
ren tek nokta þudur:
Üretim-fiyatýnýn ayný kaldýðý birinci durumda, A’ya yatýrýlabilecek
olan ek sermaye, farklýlýk rantýna etki yapmaz, çünkü A topraðý, eskiden
olduðu gibi hiç bir rant getirmez, ürününün fiyatý ayný kalýr ve piyasayý
düzenlemeye devam eder.
Üretkenlik oraný ayný kalýrken, üretim-fiyatýnýn düþtüðü ikinci du-
rumda, Deðiþke I’de, A topraðý zorunlu olarak dýþarda býrakýlacaktýr.
Deðiþke II için (düþen üretkenlik oraný durumunda düþen üretim-fiyatý)
bu daha da geçerlidir. Çünkü tersi durumda A topraðýna yatýrýlan ek

hepsinde bir hesaplama hatasý vardýr. Bu durum, bu tablolardan çýkartýlan teorik sonuçlarý
etkilememiþse de, kýsmen, akr baþýna üretim için oldukça büyük sayýsal deðerler getirmiþtir.
Bunlara bile ilke olarak karþý çýkýlamaz. Bütün kabartma ve topoðrafik haritalarda, düþey için,
yatay için olandan çok daha büyük bir ölçek seçmek adettir. Ama gene de, herhangi biri,
tarýmcý duygularýnýn bu yüzden incindiðini düþünürse, akr sayýsýný onu tatmin edecek herhangi
bir sayýsal deðerle çarpmakta serbesttir. Ayrýca, Tablo I’de, 1, 2, 3, 4 quarter yerine, akr baþýna
10,12, 14, 16 bushel (8 bushel = 1 quarter) seçilebilir, öteki tablolardaki elde edilen sayýsal
deðerler olasýlýk sýnýrlarý içinde kalacaktýr; sonucun, yani rant artýþýnýn sermaye artýþýna oranýnýn
tamamen ayný olduðu görülecektir. Bir sonraki bölümde yayýnlayanýn dahil ettiði tablolarda
böyle yapýlmýþtýr. - F. E.

620 Karl Marks


Kapital III
sermaye üretim-fiyatýný artýrmak zorunda kalacaktýr. Ama, burada, ek
sermayenin üretkenliðinin artmasý yüzünden üretim-fiyatýnýn düþtüðü ikin-
ci durumun Deðiþke III’ünde, bu ek sermaye, bazý koþullar altýnda, daha
iyi topraklara olduðu gibi, A topraðýna da yatýrýlabilir. 2½ sterlinlik bir ek
sermayenin A topraðýna yatýrýldýðý zaman 1 quarter yerine 1½ quarter
ürettiðini varsayalým. [Bkz: s. 621, Tablo VI.]
TABLO VI
Rant Artý-
Satýþ-
Toprak Kâr Üretim- Ürün Kazanç Kâr
Akr Sermaye £ Fiyatý
Tipi £ Fiyatý £ (Quarter) £ Querter Sterlin Oraný
£
(%)
A 1 2½+2½=5 1 6 1+11/5=21/5 28/11 6 0 0 0
B 1 2½+2½=5 1 6 2+22/5=42/5 28/11 12 21/5 6 120
C 1 2½+2½=5 1 6 3+33/5=63/5 28/11 18 42/5 12 240
D 1 2½+2½=5 1 6 4+44/5=84/5 28/11 24 63/5 18 360
20 4 24 22 60 131/5 36 240

Temel Tablo I ile karþýlaþtýrýlmaktan baþka, bu tablo, iki katlýk bir


sermaye yatýrýmýnýn, sermaye yatýrýmýna orantýlý olan sabit bir üretken-
likle birlikte gittiði Tablo II ile de karþýlaþtýrýlmalýdýr.
Varsayýmýmýza uygun olarak, düzenleyici üretim-fiyatý düþer. Eðer
bu, sabit, = 3 sterlin kalacak olsaydý, o zaman eskiden yalnýzca 2½
sterlinlik bir sermaye ile hiç bir rant getirmeyen en kötü toprak A, þimdi,
daha kötü toprak ekime sokulmaksýzýn rant getirecekti. Bu, yatýrýlan ilk
[sayfa 620] sermaye, için deðil, sermayenin yalnýzca bir bölümü için bu
topraðýn üretkenliðindeki bir artýþ nedeniyle olacaktý. Ýlk 3 sterlinlik üre-
tim-fiyatý 1 quarter getirir; ikincisi 11/5 quarter getirir; ama 21/5 quarter’lýk
tüm ürün, þimdi ortalama fiyatý üzerinden satýlmaktadýr. Ek sermaye ya-
týrýmýyla,üretkenlik oraný arttýðýna göre, bu bir iyileþtirmeyi öngörür. Bu
iyileþtirme akr baþýna yatýrýlan sermayede genel bir artýþtan (daha fazla
gübre, daha fazla mekanikleþmiþ emek, vb.) oluþabilir, ya da öyle olabi-
lir ki, nitelik olarak farklý, daha üretken bir sermaye yatýrýmýnýn ortaya
çýkarýlmasý, eðer mümkünse, yalnýzca bu ek sermaye aracýlýðýyla müm-
kün olur. Her iki durumda da, akr baþýna 5 sterlinlik sermaye yatýrýmý
21/5 quarter’lýk bir ürün getirir, oysa bu sermayenin yarýsýnýn, yani 2½
sterlinin yatýrýlmasý, yalnýzca 1 quarter’lýk ürün getirir. A tipi topraktan
önemli bir alan, akr baþýna yalnýzca 2½ sterlinlik bir sermaye ile ekil-
meye devam edildiði sürece, A topraðýndan gelen ürün, geçici pazar ko-
þullarýna bakýlmaksýzýn, yeni ortalama fiyat yerine, ancak daha yüksek
bir üretim-fiyatý üzerinden satýlmaya devam edilebilirdi. Ama, akr baþýna
5 sterlinlik sermaye biçimindeki yeni iliþki ve dolayýsýyla da iyileþtirilmiþ
yönetim evrensel hale gelir gelmez düzenleyici üretim-fiyatý 28/11 sterline
düþmek zorunda kalacaktýr. Sermayenin iki bölümü arasýndaki, farklýlýk
ortadan kalkacaktýr, ve o zaman, aslýnda, bir akrlýk A topraðýnýn yalnýzca

Karl Marks 621


Kapital III
2½ sterlinlik bir sermaye ile ekilmesi anormal olacak, yani yeni üretim
koþullarýna uymayacaktýr. Bu durumda, ayný akra yatýrýlan sermayenin
farklý bölümlerinin getirdiði ürünler arasýnda artýk bir farklýlýk olmaya-
cak, ancak akr baþýna yeterli ve yetersiz bir toplam sermaye yatýrýmý
arasýnda bir farklýlýk olacaktýr. Bu her þeyden önce göstermektedir ki,
çok sayýdaki kiracý çiftçilerin ellinde bulunan yetersiz sermaye (çok sayý-
da olmalýdýr, çünkü küçük bir sayý, yalnýzca üretim-fiyatlarýnýn altýnda
satmak zorunda kalýrdý), topraklarýn kendilerinin, azalan bir dizide
farklýlaþmalarýyla ayný etkiyi doðurur. Düþük kalitedeki topraklarýn düþük
[sayfa 621] kalitede ekimi, üstün topraklardan gelen rantý artýrýr; eþit ölçüde
kötü kalitede daha iyi ekilmiþ topraklardan, tersi durumda, gelmeyecek
olan rantýn gelmesine bile yolaçabilir. Ýkinci olarak, göstermektedir ki,
farklýlýk rantý, ayný toplam alana yapýlan, ardarda sermaye yatýrýmlarýn-
dan doðduðu ölçüde, gerçekte, çeþitli sermaye yatýrýmlarýnýn etkilerinin
artýk tanýnamadýðý ve ayýrdedilemediði ve bu yüzden de en kötü to-
praktan rant gelmesi sonucunu vermek yerine: 1) örneðin A’nýn bir akrýn
toplam ürününün ortalama fiyatýný yeni düzenleyici fiyat yaptýðý, ve 2)
yeni koþullar altýnda topraðýn yeterli ekimi için gerekli olan akr baþýna
toplam sermaye miktarýnýn deðiþmesi olarak ortaya çýktýðý, ve tek tek
ardarda sermaye yatýrýmlarýnýn da, bunlarýn herbirine ait etkileri kadar,
seçilemez bir biçimde, birbirine karýþmýþ görüneceði bir ortalamaya
dönüþür. Üstün kalitedeki topraklardan gelen tek tek farklýlýk rantlarý
için de tamamen ayný þey geçerlidir. Her durumda, bunlar, –þimdi nor-
mal hale gelmiþ olan– artmýþ sermaye yatýrýmýnda sözkonusu topraktan
gelen ortalama üretim ile en kötü topraktan gelen üretim arasýndaki
farkla belirlenirler.
Hiçbir toprak,bir sermaye yatýrýmý olmaksýzýn ürün vermez. Basit
farklýlýk rantýnda, farklýlýk rantý I’de bile, durum budur; üretim-fiyatýný
düzenleyen bir akrlýk A topraðý, þu þu fiyatlarla þu þu kadar ürün getirir,
ve üstün kalitede B ve D topraklarý þu kadar farklýlýk ürünü ve dolayýsýyla
düzenleyici üretim-fiyatýnda, þu þu kadar para-rant getirir dendiði za-
man, daima mevcut üretim koþullarý altýnda normal sayýlan belli bir
miktar sermayenin yatýrýldýðý varsayýlmaktadýr. Ayný biçimde, metalarýn
üretim-fiyatlarýnda üretilebilmeleri için, her ayrý sanayi dalýnda, belli bir
asgari sermaye gereklidir.
Eðer bu asgari düzey, ayný toprak üzerindeki iyileþtirmelerle iliþkili
olan ardarda sermaye yatýrýmlarýnýn bir sonucu olarak deðiþirse, bu
deðiþiklik kerteli olarak gerçekleþir. Örneðin A’nýn, belirli bir sayýda akrý
bu ek iþler sermayeyi almadýðý sürece, A’nýn daha iyi ekilen akrlarýnda,
deðiþmeyen üretim-fiyatý yüzünden, bir rant ortaya çýkar ve bütün üstün
kalitedeki topraklardan, B, C ve D’den gelen rant artar. Ama yeni ekim
yöntemi normal yöntem olacak kadar genel hale gelir gelmez, üretim-
fiyatý düþer; üstün kalitedeki parçalardan gelen rant gene azalýr, ve A
topraðýnýn þimdi ortalama hale gelmiþ olan iþler sermayeye sahip bulun-

622 Karl Marks


Kapital III
mayan bölümü, ürününü, bireysel üretim-fiyatýnýn, yani ortalama kârýn
altýnda satmak zorunda kalýr.
Düþen bir üretim-fiyatý durumunda, bu, ayrýca, artan sermaye yatý-
rýmýnýn sonucu olarak –gereken toplam ürün, üstün kalitedeki topra-
klarca saðlanýr saðlanmaz, ve böylece, örneðin, iþler sermaye, A’dan
çekilir çekilmez, yani A, bu belli ürünün, örneðin buðdayýn üretiminde
artýk rakip olmaktan çýkar çýkmaz– ek sermayenin azalan üretkenliðiyle
bile ortaya çýkar. Yeni düzenleyici daha iyi toprak B’ye, þimdi ortalama
olarak yatýrýlmasý gereken sermaye miktarý, bu durumda normal hale
gelir, [sayfa 622] ve toprak parçalarýnýn deðiþen verimliliðinden sözedildiði
zaman, bu yeni akr baþýna normal sermaye miktarýnýn kullanýldýðý var-
sayýlmaktadýr.
Öte yandan, açýktýr ki, örneðin Ýngiltere’de 1848’den önce akr
baþýna 8 sterlin ve bu yýldan sonra 12 sterlin olan bu ortalama sermaye
yatýrýmý, kira sözleþmelerinin yapýlmasýnda ölçüt olacaktýr. Bundan daha
fazla harcayan çiftçi için, sözleþme süresi boyunca, artý-kârý ranta
dönüþtürülmez. Sözleþmenin bitiminden sonra bunun olup olmayacaðý
da ayný ek sermaye artýrýmýný yapabilecek durumda olan çiftçiler arasýn-
daki rekabete baðlý olacaktýr. Burada, artan üretimi, ayný ya da hatta
azalan bir sermaye harcanmasý ile saðlamaya devam eden türde sürekli
toprak iyileþtirmelerinden söz etmiyoruz. Bu tür iyileþtirmeler, sermaye-
nin ürünleri olmalarýna karþýn, topraðýn kalitesindeki doðal farklýlýklarla
ayný etkiye sahiptir.
O halde görüyoruz ki, farklýlýk rantý II durumunda, aslýnda farklýlýk
rantý I durumunda görünmeyen bir etken ortaya çýkar, çünkü bu sonun-
cusu, akr baþýna normal sermaye yatýrýmýndaki herhangi bir deðiþiklikten
baðýmsýz olarak var olmaya devam edebilir. Bu etken, bir yandan, üreti-
mi, þimdi akr baþýna normal ortalama üretim olarak görünen, düzen-
leyici A topraðýndaki çeþitli sermaye yatýrýmlarýnýn sonuçlarýnýn bulanýk-
laþmasýdýr. Öte yandan da normal asgarideki ya da akr baþýna sermaye
yatýrýmýnýn ortalama büyüklüðündeki deðiþikliktir, öyle ki, bu deðiþiklik
topraðýn bir özelliði gibi görünür. En sonu, bu, artý-kârý rant biçimine dö-
nüþtürme yolundaki farklýlýktýr.
Üstelik, I ve II. tablolarla karþýlaþtýrýldýðýnda Tabla VI gösteriyor ki,
para-rant, I’e göre iki kat artmýþ, ama II’ye göre deðiþmemiþken, tahýl-
rant, I’e göre iki kattan fazla ve II’ye göre 11/5 quarter artmýþtýr. Eðer (öte-
ki koþullar ayný kalmak kaydýyla) daha fazla ek sermaye, üstün kalitede-
ki topraklara ayrýlmýþ olsaydý, ya da eðer öte yandan A’daki ek sermayenin
etkisi daha az farkedilir, ve böylece A’dan gelen quarter baþýna düzen-
leyici ortalama fiyat daha yüksek olsaydý, bu para-rant büyük ölçüde
artmýþ olacaktý.
Eðer ek sermaye aracýlýðýyla doðan üretkenlik artýþý, çeþitli top-
raklar için baþka baþka sonuçlar verirse, bu, onlarýn farklýlýk rantlarýnda
bir deðiþiklik yaratacaktýr.

Karl Marks 623


Kapital III
Her durum ve koþulda, gösterilmiþtir ki, örneðin iki katýna çýkmýþ
bir sermaye yatýrýmý ile akr baþýna rant, –üretim-fiyatý, yatýrýlan ek ser-
mayenin üretkenlik oranýnýn artmasý sonucu düþerken, yani bu üretken-
lik, artan sermayeden daha yüksek bir oranda büyüdüðü zaman– yalnýzca
iki katýna çýkmakla kalmayabilir, iki kattan fazla da artabilir. Ama eðer
üretim-fiyatý, A topraðýnýn üretkenliðindeki daha hýzlý bir artýþ sonucu
çok daha aþaðý düþecek olursa, bu düþebilir de.
Örneðin B ve C’deki ek sermaye yatýrýmlarýnýn, üretkenliði, A’da
artýrdýklarý oranda artýrmadýklarýný, öyle ki, B ve C için orantýlý farklýlýkla-
rýn azaldýðýný ve üretimdeki artýþýn fiyattaki düþüþü karþýlamadýðýný [sayfa
623] varsayalým. Bu durumda, Tablo II ile karþýlaþtýrýldýðýnda, D’den gelen
rant artacak ve B ve C’den gelen düþecektir.
En sonu, eðer üstün kaliteli topraklara A’da olduðundan daha
fazla ek sermaye, üretkenlikte ayný nispi artýþla yatýrýlmýþsa, ya da eðer
üstün kaliteli topraklardaki ek sermaye yatýrýmý, artan bir üretkenlik ora-
nýnda yapýlmýþsa, para-rant yükselecektir. Her iki durumda da farklýlýklar
artacaktýr.
Ek sermaye yatýrýmýnýn getirdiði iyileþtirme, farklýlýklarý tamamen
ya da kýsmen azalttýðý ve A’yý B ve C’den daha fazla etkilediði zaman
para-rant düþer. Üstün kaliteli topraklarýn üretkenliðindeki artýþ ne kadar
küçükse, bu, o kadar fazla düþer. Tahýl-rant yükselecek mi, düþecek mi,
yoksa deðiþmeden mi kalacak, bu, yaratýlan eþitsizliðin derecesine bað-
lýdýr.
TABLO VIa
Toprak Sermaye Ürün Satýþ-Fiyatý Kazanç Tahýl-Rant Para-Rant
Akr Kâr £
Tipi Yatýrýmý £ (Quarter) £ £ (Querter) (Sterlin)
A 1 2½+2½=5 1 1+3=4 1½ 6 0 0
B 1 2½+2½=5 1 2+2½=4½ 1½ 6¾ ½ ¾
C 1 2½+2½=5 1 3+5=8 1½ 12 4 6
D 1 2½+2½=5 1 4+12=16 1½ 24 12 18
Toplam 4 20 32½ 16½ 24¾

Ya –çeþidi topraklarýn ek verimliliðindeki orantýlý farklýlýk


deðiþmeden kalýrken– rant getiren topraklara, rant getirmeyen A topraðýn-
dan daha fazla sermaye yatýrýldýðý zaman ve daha yüksek rant getiren
topraklara, daha düþük rant getirenlerden daha fazla sermaye yatýrýldýðý
zaman; ya da verimlilik –ek sermaye ayný kalýrken– daha iyi ve en iyi
topraklarda A’da olduðundan daha çok arttýðý zaman, para-rant artar ve
bunun gibi tahýl-rant da artar, yani para ve tahýl-rantlar daha iyi topra-
klardaki daha kötülerdekinin üzerinde olan bu verimlilik artýþýyla orantýlý
olarak artar.
Ama bütün durumlarda, artan üretken güç, yalnýzca deðiþmeyen
sermaye yatýrýmýyla, artan verimliliðin sonucu olmayýp, ek bir sermaye-
nin sonucu olduðu zaman, rantta nispi bir artýþ vardýr. Þu görüþ açýsý

624 Karl Marks


Kapital III
mutlak olarak geçerlidir: bu sermaye, ister sabit ya da azalan fiyatlarda
sabit bir üretkenlik oranýyla, ister sabit ya da düþen fiyatlarda azalan bir
üretkenlik oranýyla, isterse düþen fiyatlarda artan bir üretkenlik oranýyla
faaliyet göstersin, bütün öteki durumlarda olduðu gibi, burada da, rant
[sayfa 624] ve akr baþýna artan rant (farklýlýk rantý I durumunda olduðu gibi,
bütün ekili alan üzerinden – ortalama rant büyüklüðü), topraktaki artan
bir sermaye yatýrýmýnýn sonucudur. Çünkü bizim varsayýmýmýz: ek ser-
mayenin, sabit, düþen, ya da yükselen bir üretkenlik oranýyla sabit fiyat-
lar; ve sabit, düþen ya da yükselen üretkenlik oranýyla düþen fiyatlar,
þuna dönüþür: sabit ya da düþen fiyatlarda ek sermayenin sabit bir üret-
kenlik oraný, sabit ya da düþen fiyatlarda düþen bir üretkenlik oraný, ve
sabit ve düþen fiyatlarda artan bir üretkenlik oraný. Bütün bu durumlar-
da rant deðiþmeden kalabilir ya da düþebilirse de, öteki koþullar ayný
kalmak kaydýyla, eðer ek sermaye yatýrýmý, artan üretkenlik için bir önko-
þul deðilse, daha da fazla düþecektir. Bu durumda ek sermaye, mutlak
olarak azalmýþ olsa bile her zaman nispeten yüksek rantýn nedenidir.
[sayfa 625]

Karl Marks 625


Kapital III
KIRKÜÇÜNCÜ BÖLÜM
FARKLILIK RANTI II – ÜÇÜNCÜ DURUM:
YÜKSELEN ÜRETÝM-FÝYATI
SONUÇLAR

[YÜKSELEN bir üretim-fiyatý, hiç rant getirmeyen en kötü kalite-


deki topraðýn üretkenliðinin azalmasýný öngörür. A topraðýna yatýrýlan 2½
sterlinlik sermaye 1 quarter’dan az, ya da 5 sterlin - 2 quarter’dan az
üretmedikçe, ya da A’dan bile daha kötü bir toprak ekime açýlmak
zorunda olmadýkça, varsayýlan düzenleyici üretim-fiyatý, quarter baþýna
3 sterlinin üzerine çýkamaz.
Ýkinci sermaye yatýrýmýnýn, sabit ya da hatta artan üretkenliði du-
rumunda, bu, ancak eðer 2½ sterlinlik birinci sermaye yatýrýmýnýn üret-
kenliði azalmýþsa mümkün olacaktýr. Bu durum oldukça sýk görülür.
Örneðin, eski ekim yöntemi altýnda yüzeysel bir sürme ile, gücü tükenmiþ
olan üst toprak gitgide daha az ürün verdiði zaman ve sonra da, daha
derinden sürülerek altüst edilen toprak, daha rasyonel bir ekimle eskis-
inden daha iyi ürün ürettiði zaman. Ama, doðrusunu söylemek gerekir-
se, bu özel durum burada geçerli deðildir. Yatýrýlan 2½ sterlinlik ilk serma-
yenin üretkenliðinin azalmasý, koþullarýn orada da benzer olduðu var-
sayýlsa bile, üstün topraklar için farklýlýk rantý I’de bir azalma anlamýna
gelir; oysa biz, burada, yalnýzca farklýlýk rantý II’nin üzerinde duruyoruz.
Ama bu özel durum, farklýlýk rantý II’nin varlýðý öngörülmeden ortaya [sayfa

626 Karl Marks


Kapital III
626]çýkamayacaðý ve aslýnda farklýlýk rantý I’deki bir deðiþikliðin II üzerin-
deki etkisini temsil ettiði için, bunu örneklendirerek açýklayacaðýz [Tab-
lo: Vll]:
TABLO VII

Yatýrýlan Üretim Satýþ- Tahýl- Para- Rant


Toprak Kâr Ürün Kazanç
Akr Sermaye -Fiyatý Fiyatý Rant Rant Oran
Tipi £ (Quarter) £
(Sterlin) £ £ (Qr.) (£) ý (%)

A 1 2½+2½=5 1 6 ½+1¼=11/3 33/7 6 0 0 0


B 1 2½+2½=5 1 6 1+2½=3½ 33/7 12 1¾ 6 120
C 1 2½+2½=5 1 6 1½+3¾=5¼ 33/7 18 3½ 12 240
D 1 2½+2½=5 1 6 4+5=7 33/7 24 5¼ 18 360
20 17½ 60 10½ 36 240

Para-rant ve kazanç, Tablo II’dekinin aynýdýr. Artan düzenleyici


üretim-fiyatý, ürün miktarý olarak kaybedilmiþ olaný telafi eder; bu fiyat
ve ürün miktarý ters orantýlý olduðuna göre bunlarýn matematiksel çarpý-
mýnýn ayný kalacaðý açýktýr.
Yukardaki durumda, ikinci sermaye yatýrýmýnýn üretkenliðinin, bi-
rinci sermayenin ilk üretkenliðinden daha büyük olduðu varsayýlmýþtýr.
Aþaðýdaki tabloda gösterileceði üzere, ikinci yatýrýmýn, yalnýzca birincinin-
kine eþ bir üretkenliðe sahip olduðunu varsayarsak, hiç bir þey deðiþmez.
[Bkz: Tablo VIII]
TABLO VIII

Yatýrýlan Üretim Satýþ- Tahýl- Para- Rant


Toprak Kâr Ürün Kazanç
Akr Sermaye -Fiyatý Fiyatý Rant Rant Oraný
Tipi £ (Quarter) £
(Sterlin) £ £ (Qr.) (£) (%)

A 1 2½+2½=5 1 6 ½+1¼=11/3 4 6 0 0 0
B 1 2½+2½=5 1 6 1+2=3 4 12 1½ 6 120
C 1 2½+2½=5 1 6 1½+3=4½ 4 18 3 12 240
D 1 2½+2½=5 1 6 2+4=6 4 24 4½ 18 360
20 15 60 9 36 240

Burada da, ayný oranda artan üretim-fiyatý, para-rantta olduðu gibi,


ürün durumunda da, üretkenlikteki azalmayý tamamen telafi eder.
Üçüncü durum, saf biçimiyle, ancak birinci sermaye yatýrýmýnýn
üretkenliði sabit kalýrken, ikinci sermaye yatýrýmýnýn üretkenliði azaldýðý
[sayfa 627] zaman –ki birinci ve ikinci durumlarda bu her zaman
varsayýlmýþtýr– ortaya çýkar. Burada farklýlýk rantý I etkilenmemiþtir, yani,
deðiþiklik yalnýzca farklýlýk rantý II’den doðan bölümü etkilemektedir. Ýki
örnek vereceðiz: birinci örnekte ikinci sermaye yatýrýmýnýn üretkenliðinin
½’ye, ikinci örnekte ¼’e indiðini varsayýyoruz [Tablo IX]:

Karl Marks 627


Kapital III
TABLO IX

Yatýrýlan Üretim- Satýþ- Tahýl- Para- Rant


Toprak Kâr Ürün Kazanç
Akr Sermaye Fiyatý Fiyatý Rant Rant Oraný
Tipi £ (Quarter) £
(Sterlin) £ £ (Qr.) (£) (%)

A 1 2½+2½=5 1 6 1+½=1½ 4 6 0 0 0
B 1 2½+2½=5 1 6 2+1=3 4 12 1½ 6 120
C 1 2½+2½=5 1 6 3+1½=4½ 4 18 3 12 240
D 1 2½+2½=5 1 6 4+2=6 4 24 4½ 18 360
20 15 60 9 36 240

Üretkenlikteki azalmanýn Tablo VIII’de birinci sermaye yatýrýmý


için, IX’da ikinci sermaye yatýrýmý için olmasý gerçeði dýþýnda Tablo IX,
Tablo VIII’in aynýsýdýr [Tablo X]:
TABLO X

Yatýrýlan Tahýl- Para- Rant


Toprak Kâr Üretim- Ürün Satýþ- Kazanç
Akr Sermaye Rant Rant Oraný
Tipi £ Fiyatý £ (Quarter) Fiyatý £ £
(Sterlin) (Qr.) (£) (%)

A 1 2½+2½=5 1 6 1+¼=1¼ 44/5 6 0 0 0


B 1 2½+2½=5 1 6 2+½=2½ 44/5 12 1¼ 6 120
C 1 2½+2½=5 1 6 3+¾=3¾ 44/5 18 2½ 12 240
D 1 2½+2½=5 1 6 4+1=5 44/5 24 3¾ 18 360
20 12½ 60 7½ 36 240

Bu tabloda da, toplam kazanç, para-rant ve rant oraný, Tablo II,


VII ve VIII’dekinin ayný kalýr, çünkü yatýrýlan sermaye ayný kalýrken, ürün
ve satýþ-fiyatý gene ters orantýlýdýr. [sayfa 628]
Ama, üretim-fiyatýnýn yükseldiði öteki olasý durumda, yani o za-
mana kadar ekilme zahmetine deðmeyen kötü kalitedeki topraðýn eki-
me açýlmasý durumunda iþler nasýldýr?
a ile göstereceðimiz bu tür bir topraðýn rekabete girdiðini varsa-
yalým. O zaman eskiden rant getirmeyen A topraðý rant getirecek ve
önceki Tablo VII, VIII, ve X, aþaðýdaki biçimleri alacaklardýr [Tablo VIIa,
VIIIa, Xa):
TABLO VlIa

Üretim Rant
Sermaye Kâr Ürün Satýþ- Kazanç
Toprak Tipi Akr -Fiyatý Artýþ
£ £ (Quarter) Fiyatý £ £ Querter Sterlin
£
a 1 5 1 6 1½ 4 6 0 0 0
A 1 2½+2½ 1 6 ½+1¼=1¾ 4 7 ¼ 1 1
B 1 2½+2½ 1 6 1+2½=3½ 4 14 2 8 1+7
C 1 2½+2½ 1 6 1½+3¾=5¼ 4 21 3¾ 15 1+2x7
D 1 2½+2½ 1 6 2+3=7 4 28 5½ 22 1+3x7
30 19 76 11½ 46

628 Karl Marks


Kapital III
TABLO VIIla
Üretim Rant
Sermaye Kâr Ürün Satýþ-
Toprak Tipi Akr -Fiyatý Kazanç £ Artýþ
£ £ (Quarter) Fiyatý £ Querter Sterlin
£
a 1 5 1 6 1¼ 44/5 6 0 0 0
A 1 2½+2½ 1 6 ½+1=1½ 44/5 71/5 ¼ 11/5 11/5
B 1 2½+2½ 1 6 1+2=3 44/5 142/5 1¾* 82/5 11/5+71/5
C 1 2½+2½ 1 6 1½+3=4½ 44/5 213/5 3¼ 153/5 11/5+2x71/5
D 1 2½+2½ 1 6 2+4=6 44/5 284/5 4¾ 224/5 11/5+3x71/5
30 16¼ 78 10** 48
* 1894 Almanca baskýda: 2¼. -Ed.
** Ibid.: 9. -Ed.

TABLO Xa
Satýþ- Rant
Sermaye Kâr Üretim- Ürün Kazanç
Toprak Tipi Akr Fiyatý Artýþ
£ £ Fiyatý £ (Quarter) £ Querter Sterlin
£
a 1 5 1 6 11/8 41/3 6 0 0 0
A 1 2½+2½ 1 6 1+¼=1¼ 41/3 62/3 1
/8 2
/3 /32

B 1 2½+2½ 1 6 2+½=2½ 41/3 131/3 13/8 71/3 2


/3+62/3
C 1 2½+2½ 1 6 3+¾=3¾ 41/3 20 25/8 14 2
/3+2x62/3
D 1 2½+2½ 1 6 4+1=5 41/3 262/3 37/8 202/3 2
/3+3x62/3
30 135/8 722/3 8 422/3

a topraðýnýn araya katýlmasýyla yeni bir farklýlýk rantý I doðar; bu


yeni temel üzerinde, farklýlýk rantý II de deðiþmiþ bir biçimde geliþir. a
topraðý yukardaki üç tablonun herbirinde farklý verimliliðe sahiptir; oran-
týlý [sayfa 629] olarak artan verimlilikler dizisi ancak A topraðýyla baþlar. Yük-
selen rantlar dizisi de ayný biçimde davranýr. Daha önce rantsýz olan, en
kötü rant getiren topraðýn rantý, yalnýzca bütün daha yüksek rantlara
eklenen bir sabittir. Ancak bu sabitin çýkarýlmasýndan sonradýr ki, farklýlý-
klar dizisi daha yüksek rantlar için açýkça ortaya çýkar ve bunun gibi,
farklý topraklarýn verimlilik dizisi ile olan paralelliði de ortaya çýkar. Bütün
tablolarda A’dan D’ye kadar verimlilikler þu iliþki içindedir: 1: 2 : 3 : 4, ve
buna uygun olarak rantlar da þu iliþki içindedir:
VIIa’da 1 : (1 + 7) : (1 + 2 x 7) : (1 + 3 x 7),
VIIIa’da 11/5 : (11/5 + 71/5) : (11/5 + 2 x 71/5) : (11/5 + 3 x 71/5), ve
Xa’da 2/3 : (2/3 + 62/3) : (2/3 + 2 X 62/3) : (2/3 + 3 x 62/3).
Kýsacasý eðer A’dan gelen rant = n, ve bir sonraki daha yüksek
verimlilikteki topraktan gelen rant = n +m ise, dizi þöyledir: n : (n + mý)
: (n + 2m) : (n + 3m), vb.. -F. E.]

––––––––––––

[Daha önce geçen üçüncü durum, elyazmasýnda ayrýntýsýyla ince-


lenmediðinden –yalýnýzca baþlýk vardýr– yukarda olduðu gibi elinden ge-
len en iyi bir biçimde boþluðu doldurmak, yayýnlayana düþen bir görev

Karl Marks 629


Kapital III
oldu. Ancak, buna ek olarak, üç ana durum ve dokuz alt durumdan
oluþan yukardaki tüm farklýlýk rantý II tahlilinden genel sonuçlar çýkar-
mak da gene ona düþmektedir. Ancak elyazmasýnda sunulan örnekler
bu amaca pek uygun düþmemektedir. Birincisi, bunlar eþit alanlar için
ürünleri 1 : 2 : 3 : 4, iliþkisinde olan toprak parçalarýný, yani ta baþýndan
beri büyük ölçüde abartýlmýþ olan ve bu temel üzerine yapýlan varsayým-
larýn ve hesaplarýn daha sonraki geliþmesinde son derece müthiþ sayýsal
deðerlere yolaçan farklýlýklarý karþýlaþtýrýrlar. Ýkincisi, tamamen yanlýþ [say-
fa 630] bir izlenim yaratýrlar. Eðer 1 : 2 : 3 : 4, vb. iliþkisinde olan verimlilik
dereceleri için 0 : 1 : 2 : 3 vb. dizisinde rantlar elde edilmiþse, kiþi ikinci
diziyi birinciden çýkarmak ve rantlarýn iki kat, üç kat vb. artmasýný, top-
lam ürünlerin iki kat, üç kat vb. artmasýyla açýklamak eðilimine kapýlýr.
Oysa bu, bütünüyle yanlýþ olacaktýr. Verimlilik dereceleri n : (n + 1) : (n
+ 2) : (n + 3) : (n + 4) iliþkisinde olduðu zaman bile, rantlar 0 : 1 : 2 : 3 :
4 iliþkisi içindedirler. Rantlar verimlilik dereceleri gibi deðil, –sýfýr noktasý
olarak rantsýz toprakla baþlayan verimlilik farklýlýklarý gibi iliþkidedirler.
Metni örneklemek için özgün tablolarýn sunulmasý gerekliydi. Ama
aþaðýdaki araþtýrma sonuçlarý için anlaþýlýr bir temel elde etmek üzere,
aþaðýda ürünlerin bushel 1/8 quarter ya da 36,35 litre) olarak ve þilin
(=mark) olarak gösterildiði yeni bir tablo dizisi sunuyorum.
Bunlarýn birincisi, Tablo XI, önceki Tablo I’e tekabül eder. 10
þilinlik kâr eklendiðinde = akr baþýna 60 þilinlik bir toplam üretim-fiyatý
yapan, 50 þilinlik bir ilk sermaye yatýrýmýyla A’dan E’ye kadar beþ farklý
kalitedeki toprak için ürünleri ve rantlarý gösterir. Tahýl olarak ürün daha
düþük alýnmýþtýr: akr baþýna 10, 12, 14, 16, 18 bushel. Ortaya çýkan üre-
tim-fiyatý, bushel baþýna 6 þilindir.
Aþaðýdaki 13 tablo, bu bölümde ve önceki iki bölümde incele-
nen, sabit, düþen ve yükselen üretim-fiyatlarýnda ayný toprakta akr baþýna
50 þilinlik ek sermayenin yatýrýldýðý farklýlýk rantý II’nin üç farklý durumu-
na tekabül eder. Bu durumlardan herbiri, sýrasýyla birinciye göre ikinci
sermaye yatýrýmýnýn 1) sabit 2) düþen ve 3) yükselen üretkenliði duru-
munda aldýklarý biçimle sunulmuþlardýr. Bu örnekleme amacý için özel-
likle yararlý olan birkaç baþka deðiþke yaratýr.
Durum I’de: Sabit üretim-fiyatý – þunlarý elde ederiz:
Deðiþke 1: Ýkinci sermaye yatýrýmýnýn üretkenliði ayný kalýr (Tablo
XII).
Deðiþke 2: Üretkenlik azalýr. Bu, ancak, A topraðýnda hiç bir ikinci
sermaye yatýrýmý yapýlmadýðý zaman yer alabilir, yani öyle ki:
a) B topraðý da hiç rant getirmez (Tablo XIII), ya da,
b) B topraðý tümüyle rantsýz hale gelmez (Tablo XIV).
Deðiþke 3: Üretkenlik artar (Tablo XV). Bu durum da, gene, A
topraðýnda ikinci bir sermaye yatýrýmýný dýþtalar.
Durum II’de: Düþen üretim-fiyatý – þunlarý elde ederiz:
Deðiþke 1: Ýkinci sermaye yatýrýmýnýn üretkenliði ayný kalýr (Tablo

630 Karl Marks


Kapital III
XVI).
Deðiþke 2: Üretkenlik azalýr (Tablo XVII). Bu iki deðiþke, A to-
praðýnýn rekabet dýþýna çýkarýlmasýný ve B topraðýnýn rantsýz hale gelme-
sini ve üretim-fiyatýný düzenlemesini gerektirir.
Deðiþke 3: Üretkenlik artar (Tablo XVIII). Burada A topraðý düzen-
leyici kalýr.
Durum III’te: Yükselen üretim-fiyatý – iki olasýlýk vardýr: A topraðý
[sayfa 631] rantsýz kalabilir ve fiyatý düzenlemeye devam edebilir, ya da
A’dan daha kötü toprak rekabete girer ve fiyatý düzenler, bu durumda A,
rant getirir.
Birinci olasýlýk : A topraðý düzenleyici olarak kalýr.
Deðiþke 1: Ýkinci yatýrýmýn üretkenliði ayný kalýr (Tablo XIX). Bu,
bizim varsaydýðýmýz koþullar altýnda, birinci yatýrýmýn üretkenliðinin azal-
masý koþuluyla mümkündür.
Deðiþke 2: Ýkinci yatýrýmýn üretkenliði azalýr (Tablo XX). Bu, birin-
ci, yatýrýmýn ayný üretkenliði koruyabileceði olasýlýðýný dýþtalamaz.
Deðiþke 3: Ýkinci yatýrýmýn üretkenliði artar (Tablo XXI*). Bu, gene,
birinci yatýrýmýn üretkenliðinin düþmesini öngörür.
Ýkinci olasýlýk : Düþük kalitedeki bir toprak (a ile gösterilen) reka-
bete girer; A topraðý rant getirir.
Deðiþke 1: Ýkinci yatýrýmýn üretkenliði ayný kalýr (Tablo XXII).
Deðiþke 2: Üretkenlik azalýr (Tablo XXIII).
Deðiþke 3: Üretkenlik artar (Tablo XXIV).
Bu üç deðiþke, sorunun genel koþullarýna uyar ve daha fazla yor-
um gerektirmez. Þimdi tablolarý veriyoruz [Tablo XI]:
TABLO XI
Üretim- Satýþ-
Toprak Ürün Kazanç Rant Rant
Fiyatý Fiyatý
Tipi (Bushel) (Þilin) (Þilin) Artýþý
(Þilin) (Þilin)
A 60 10 6 60 0 0
B 60 12 6 72 12 12
C 60 14 6 84 24 2x12
D 60 16 6 96 36 3x12
E 60 18 6 108 48 4x12
120 10x12

Ayný topraða yatýrýlan ikinci sermaye için:


Birinci Durum: Üretim-fiyatý deðiþmeden kalýr.
Deðiþke 1: Ýkinci sermaye yatýrýmýnýn üretkenliði ayný kalýr. [Tablo
XII] [sayfa 632]
Deðiþke 2 : Ýkinci sermaye yatýrýmýnýn üretkenliði azalýr; A to-
praðýn da ikinci bir yatýrým yoktur.
1) B topraðý rant getirmez olur. [Tablo XIII.]

*1894 Almanca baskýda: XIX, -Ed.

Karl Marks 631


Kapital III
TABLO XII
Toprak Üretim- Ürün Satýþ-Fiyatý Kazanç Rant Rant
Tipi Fiyatý (Þilin) (Bushel) (Þilin) (Þilin) (Þilin) Artýþý
A 60+60=120 10+10=20 6 120 0 0
B 60+60=120 12+12=24 6 144 24 24
C 60+60=120 14+14=28 6 168 48 2X24
D 60+60=120 16+16=32 6 192 72 3X24
E 60+60=120 18+18=36 6 216 96 4X24
240 10x24

TABLO XIII
Satýþ-
Toprak Üretim-Fiyatý Kazanç Rant
Ürün (Bushel) Fiyatý Rant Artýþý
Tipi (Þilin) (Þilin) (Þilin)
(Þilin)
A 60 10 6 60 0 0
B 60+60=120 12+8=20 6 120 0 0
C 60+60=120 14+9 /3=231/3
1
6 140 20 20
D 60+60=120 16+102/3=262/3 6 160 40 2x20
E 60+60=120 18+12*=30 6 180 60 3x20
120 6x20
* 1894 Almanca baskýda: 20. -Ed.

2) B topraðý tamamen rantsýz hale gelmez. [Tablo XIV.]


TABLO XIV
Satýþ-
Toprak Üretim- Kazanç Rant
Ürün (Bushel) Fiyatý Rant Artýþý
Tipi Fiyatý (Þilin) (Þilin) (Þilin)
(Þilin)
A 60 10 6 60 0 0
B 60+60=120 12+9=21 6 126 6 6
C 60+60=120 14+10½=24½ 6 147 27 6+21
D 60+60=120 16+12=28 6 168 48 6+2x21
E 60+60=120 18+13½=31½ 6 189 69 6+3x21
150 4x6+6x21

Deðiþke 3: Ýkinci sermaye yatýrýmýnýn üretkenliði artar; burada da,


A topraðýnda ikinci bir yatýrým yoktur. [Tablo XV.]
TABLO XV
Toprak Üretim- Satýþ-Fiyatý Kazanç Rant
Ürün (Bushel) Rant Artýþý
Tipi Fiyatý (Þilin) (Þilin) (Þilin) (Þilin)
A 60 10 6 60 0 0
B 60+60=120 12+15=27 6 162 42 42
C 60+60=120 14+17½=31½ 6 189 69 42+27
D 60+60=120 16+20=36 6 216 96 42+2x27
E 60+60=120 18+22½=40½ 6 243 123 42+3x27
330 4x42+6x27

[sayfa 633]
Ýkinci durum: Üretim-fiyatý azalýr.
Deðiþke 1: Ýkinci sermaye yatýrýmýnýn üretkenliði ayný kalýr. A to-

632 Karl Marks


Kapital III
praðý rekabet dýþýna çýkar ve B topraðý rantsýz hale gelir. [Tablo XVI.]
TABLO XVI
Satýþ-
Toprak Üretim-Fiyatý Ürün Kazanç Rant Rant
Fiyatý
Tipi (Þilin) (Bushel) (Þilin) (Þilin) Artýþý
(Þilin)
B 60+60=120 12+12=24 5 120 0 0
C 60+60=120 14+14=28 5 140 20 20
D 60+60=120 16+16=32 5 160 40 2x20
E 60+60=120 18+18=36 5 180 60 3x20
120 6x20

Deðiþke 2: Ýkinci sermaye yatýrýmýnýn üretkenliði azalýr; A topraðý


rekabet dýþýna çýkar ve B topraðý rantsýz hale gelir. [Tablo XVII.]
TABLO XVII
Toprak Üretim-Fiyatý Satýþ-Fiyatý Kazanç Rant
Ürün (Bushel) Rant Artýþý
Tipi (Þilin) (Þilin) (Þilin) (Þilin)
5
B 60+60=120 12+9=21 5 /7 120 0 0
C 60+60=120 14+10½=24½ 55/7 140 20 20
D 60+60=120 16+12=28 55/7 160 40 2x20
E 60+60=120 18+13½=31½ 55/7 180 60 3x20
120 6x20

Deðiþke 3: Ýkinci sermaye yatýrýmýnýn üretkenliði artar; A topraðý


rekabette kalýr; B topraðý rant getirir. [Tablo XVIII.]
TABLO XVIII
Toprak Üretim-Fiyatý Satýþ-Fiyatý Kazanç Rant
Ürün (Bushel) Rant Artýþý
Tipi (Þilin) (Þilin) (Þilin) (Þilin)
4
A 60+60=120 10+15=25 4 /5 120 0 0
B 60+60=120 12+18=30 44/5 144 24 24
C 60+60=120 14+21=35 44/5 168 48 2x24
D 60+60=120 16+24=46 44/5 192 72 3x24
4
E 60+60-120 18+27=45 4 /5 216 96 4x24
240 10x24

Üçüncü Durum: Üretim-fiyatý yükselir.


A) A topraðý rantsýz olarak kalýr ve fiyatý düzenlemeye devam
eder.
Deðiþke 1: Ýkinci sermaye yatýrýmýnýn üretkenliði ayný kalýr; bu,
birinci sermaye yatýrýmýnýn üretkenliðinin azalmasýný gerektirir. [Tablo
XIX.] [sayfa 634]
TABLO XIX
Satýþ-
Toprak Üretim-Fiyatý Ürün Kazanç Rant
Fiyatý Rant Artýþý
Tipi (Þilin) (Bushel) (Þilin) (Þilin)
(Þilin)
A 60+60=120 5+15=20 6 120 0 0
B 60+60=120 6 +18=24 6 14424 24
C 60+60=120 7+21=28 6 16848 2x24
D 60+60=120 8+24=32 6 19272 3x24
E 60+60=120 9+27=36 6 21696 4x24
240 10x24
* 1894 Almanca baskýda, Tablo XXI'in rakamlarý yanlýþlýkla bu baþlýk altýna
sokulmuþtur. Bunlar, Deðiþke 1'e uygun olarak deðiþtirilmiþtir. -Ed.

Karl Marks 633


Kapital III
Deðiþke 2: Ýkinci sermaye yatýrýmýnýn üretkenlik azalýr; bu, birinci
yatýrýmýn sabit üretkenliðini dýþtalamaz. [Tablo XX.]
TABLO XX
Satýþ-
Toprak Üretim-Fiyatý Ürün Kazanç Rant Rant
Fiyatý
Tipi (Þilin) (Bushel) (Þilin) (Þilin) Artýþý
(Þilin)
A 60 + 60 = 120 10 + 5 = 15 8 120 0 0
B 60 + 60 = 120 12 + 6 = 18 8 144 24 24
C 60 + 60 = 120 14 + 7 = 21 8 168 48 2 x 24
D 60 + 60 = 120 16 + 8 = 24 8 192 72 3 x 24
E 60 + 60 = 120 18 + 9 = 27 8 216 96 4 x 24
240 10 x 24

Deðiþke 3: Ýkinci sermaye yatýrýmýnýn üretkenliði yükselir; var-


sayýlan koþullar altýnda, bu, birinci yatýrýmýn azalan üretkenliðini öngörür.
[Tablo XXI.]
TABLO XXI
Toprak Üretim-Fiyatý Ürün Satýþ-Fiyatý Kazanç Rant Rant
Tipi (Þilin) (Bushel) (Þilin) (Þilin) (Þilin) Artýþý
A 60+60=120 5+12½=17½ 66/7 120 0 0
B 60+60=120 6+15=21 66/7 144 24 24
C 60+60=120 7+17½=24½ 66/7 168 48 2x24
D 60+60=120 8+20=28 66/7 192 72 3x24
E 60+60=120 9+22½=31½ 66/7 216 96 4x24
240 10x24

B) Düþük kalitede bir toprak (a ile gösterilen) fiyat düzenleyicisi


haline gelir ve böylece A topraðý rant getirir. Bu, bütün deðiþkeler için,
ikinci yatýrýmýn sabit üretkenliðini mümkün kýlar.
Deðiþke 1: Ýkinci sermaye yatýrýmýnýn üretkenliði ayný kalýr. [Tablo
XXII.] [sayfa 635]
TABLO XXII
Satýþ-
Toprak Üretim-Fiyatý Ürün Kazanç Rant Rant
Fiyatý
Tipi (Þilin) (Bushel) (Þilin) (Þilin) Artýþý
(Þilin)
a 120 16 7½ 120 0 0
A 60+60=120 10+10=20 7½ 150 30 30
B 60+60=120 12+12=24 7½ 180 60 2x30
C 60+60=120 14+14=28 7½ 210 90 3x30
D 60+60=120 16+16=32 7½ 240 120 4x30
E 60+60=120 18+18=36 7½ 270 150 5x30
450 15x30

Deðiþke 2: Ýkinci sermaye yatýrýmýnýn üretkenliði azalýr. [Tablo


XXIII.]
Deðiþke 3: Ýkinci sermaye yatýrýmýnýn üretkenliði artar. [Tablo
XXIV.]

634 Karl Marks


Kapital III
TABLO XXIII
Satýþ-
Toprak Üretim-Fiyatý Kazanç Rant
Ürün (Bushel) Fiyatý Rant Artýþý
Tipi (Þilin) (Þilin) (Þilin)
(Þilin)
a 120 15 8 120 0 0
A 60+60=120 10+7½=17½ 8 140 20 20
B 60+60=120 12+9=21 8 168 48 20+28
C 60+60=120 14+10½=24½ 8 196 76 20+2x28
D 60+60=120 16+12=28 8 224 104 20+3x28
E 60+60=120 18+13½=31½ 8 252 132 20+4x28
380 5x20+10x28
TABLO XXIV
Toprak Üretim-Fiyatý Satýþ-Fiyatý Kazanç Rant
Ürün (Bushel) Rant Artýþý
Tipi (Þilin) (Þilin) (Þilin) (Þilin)
a 120 16 7½ 120 0 0
A 60+60=120 10+12½=21½ 7½ 168¾ 48¾ 15+33¾
B 60+60=120 12+15=27 7½ 202½ 82½ 15+2x33¾
C 60+60=120 14+17½=31½ 7½ 236¼ 116¼ 15+3x33¾
D 60+60=120 16+20=36 7½ 270 150 15+4x33¾
E 60+60=120 18+22½=40½ 7½ 303¾ 183¾ 15+5x33¾
581¼ 5x15+15x33¾

Bu tablolar aþaðýdaki sonuçlara yolaçar: Her þeyden önce, rantlar


dizisi –rantsýz düzenleyici topraðý sýfýr noktasý olarak alýrsak– týpký verim-
lilik farklýlýklarý dizisi gibi davranýr. Rantý belirleyen etkenler mutlak ürün
deðil, yalnýzca ürün farklýlýklarýdýr. [sayfa 636] Çeþitli topraklar ister akr baþýna
1, 2, 3, 4, 5 bushel getirsin, isterse 11, 12, 13, 14, 15 bushel getirsin, her
iki durumda da rantlar, 0, 1, 2, 3, 4 bushel dizisini ya da bunlarýn para
olarak eþdeðerini oluþtururlar.
Ama çok daha önemli olan þey, ayný toprakta yinelenen sermaye
yatýrýmý ile elde edilen toplam ranta iliþkin sonuçtur.
Tahlil edilen 13 durumdan beþinde, sermaye yatýrýmý iki katýna
çýktýðýnda toplam rant iki katýna çýkar, 10 x 12 þilin yerine 10 x 24 þilin =
240 þilin olur. Bu durumlar þunlardýr:
Durum I, sabit fiyat, deðiþke 1: sabit üretim yükselmesi (Tablo
XII).
Durum II, düþen fiyat, deðiþke 3: artan üretim yükselmesi (Tablo
XVIII).
Durum III, artan fiyat her üç deðiþkede de, (A topraðýnýn düzen-
leyici olarak kaldýðý) birinci olasýlýk (Tablo XIX, XX ve XXI).
Dört durumda da rant iki kattan fazla artar, yani:
Durum 1, deðiþke 3, sabit fiyat, ama artan üretim yükselmesi
(Tablo XV). Toplam rant 330 þiline çýkar.
Durum III, her üç deðiþkede de, (A topraðýnýn rant getirdiði) ikin-
ci olasýlýk (Tablo XXII, rant = 15 X 30 = 450 þilin; Tablo XXIII, rant = 5 x
20 + 10 x 28 = 380 þilin; Tablo XXIV, rant = 5 x 15 + 15 x 33¾ = 581¼
þilin).
Bir durumda rant yükselir, ama birinci sermaye, yatýrýmýnýn getir-

Karl Marks 635


Kapital III
diði miktarýn iki katýna deðil:
Durum 1; sabit fiyat, deðiþke 2: B’nin tamamen rantsýz hale gel-
mediði koþullar altýnda ikinci yatýrýmýn düþen üretkenliði (Tablo XIV,
rant = 4 x 6 + 6 x 21 = 150 þilin).
Ensonu, yalnýzca üç durumda, toplam rant –birlikte ele alýnan
tüm topraklar için– birinci yatýrým ile olduðu gibi, ikinci bir yatýrýmla da
ayný kalýr (Tablo XI); bunlar A topraðýnýn rekabet dýþýna çýktýðý ve B’nin
düzenleyici, ve bu nedenle de rantsýz toprak haline geldiði durumlardýr.
Böylece, B’nin rantý yalnýzca yok olmakla kalmaz, ayrýca da rant dizisi-
nin ardarda gelen her teriminden çýkartýlýr: sonuç böyle belirlenir. Bu
durumlar þunlardýr:
Durum I, deðiþke 2 koþullar öyledir ki, A topraðý dýþarda
býrakýlmýþtýr (Tablo XIII). Toplam rant, Tablo XI’de olduðu gibi, 6 x 20 ya
da 10 x 12 = 120’dir.
Durum II, deðiþke 1 ve 2. Burada A topraðý, varsayýmlara uygun
bir biçimde, zorunlu olarak dýþarda býrakýlmýþtýr (Tablo XVI ve XVII) ve
toplam rant gene 6 x 20= 10x 12= 120 þilindir.
O halde, bu demektir ki: Bütün mümkün durumlarýn büyük çoðun-
luðunda –özellikle toplam miktarýnda olduðu gibi, rant getiren topraðýn
akrý baþýna– rant, topraktaki artan bir sermaye yatýrýmýnýn sonucu olarak
yükselir. Tahlil edilen onüç durumdan yalnýzca üçünde, rantýn toplamý
deðiþmeden kalýr. Bunlar en düþük kalitedeki –o zamana kadar düzen-
leyici ve rantsýz olan– topraðýn rekabet dýþýna atýldýðý ve bir sonraki [sayfa
637] kalitedeki topraðýn onun yerini aldýðý, yani rantsýz hale geldiði du-
rumlardýr. Ama bu durumlarda bile, üstün kaliteli topraklar üzerindeki
rantlar, ilk sermaye yatýrýmýndan doðan rantlara. kýyasla yükselir; C için
rant 24’ten 20’ye düþtüðü zaman, D ve E için rantlar, sýrasýyla, 36 ve
48’den 40 ve 60 þiline yükselirler.
Toplam rantlarýn ilk sermaye yatýrýmýndaki düzeyin altýna düþmesi
(Tablo XI), yalnýzca A topraðý gibi, B topraðý da rekabet dýþýna atýlýrsa ve
C topraðý düzenleyici ve rantsýz hale gelirse mümkün olacaktýr.
Böylece, topraða ne kadar çok sermaye yatýrýlmýþsa ve belli bir
ülkede, tarýmýn geliþmesi ve genel olarak uygarlýk ne kadar ilerlemiþse,
rantlar, toplam miktar olarak olduðu gibi, akr baþýna da o kadar çok
artar, ve toplumun, artý-kârlar biçiminde büyük toprak sahiplerine öde-
diði haraç o kadar büyük olur – bir kez ekime açýlmýþ olan çeþitli topra-
klarýn hepsi rekabeti sürdürebildikleri sürece bu böyledir.
Büyük toprakbeyleri sýnýfýnýn þaþýlacak canlýlýðýný, bu yasa açýklýyor.
Hiç bir toplumsal sýnýf, bu kadar masraflý yaþamamaktadýr, baþka hiç bir
sýnýf onun yaptýðý gibi, bu amaç için paranýn nereden alýnabileceðine
bakmaksýzýn, ‘’toplumsal konumunun’’ gerisine düþmemek için, gele-
neksel lüks üzerinde hak iddia etmemektedir, ve baþka hiç bir sýnýf
böyle kaygýsýzca borç üstüne borç yýðmamaktadýr. Ama, bu sýnýf –baþka
insanlarýn topraða yatýrdýklarý, kapitalistin buradan elde ettiði kârlarla

636 Karl Marks


Kapital III
tamamen oransýz bir biçimde ona bir rant getiren sermaye sayesinde–
gene dörtayak üzerine düþmektedir.
Ancak ayný yasa, büyük toprakbeyinin canlýlýðý neden giderek tü-
kendiðini de açýklamaktadýr.
1846’da Ýngiliz tahýl gümrükleri kaldýrýldýðý zaman, Ýngiliz fabri-
katörleri, böylelikle toprak sahibi aristokrasiyi sadakaya muhtaç hale
soktuklarýna inanmýþlardý. Oysa, onlar, her zamankinden daha da zen-
gin hale geldiler. Bu nasýl oldu? Çok basit. Her þeyden önce, çiftçiler,
þimdi, sözleþme ile, yýlda akr baþýna 8 sterlin yerine 12 sterlin yatýrmaya
zorlanýyorlardý. Ýkincisi de, Avam Kamarasýnda da güçlü bir biçimde
temsil edilen toprakbeyleri, akaçlama projeleri ve topraklarý üzerindeki
öteki sürekli iyileþtirmeler için, kendi kendilerine büyük bir hükümet
yardýmý saðladýlar. En kötü toprak tümüyle tarýmdan çýkartýlmayýp, bu-
nun yerine, olsa olsa baþka amaçlarla –ve çoðunlukla yalnýzca geçici
olarak– kullanýlýr hale geldiðinden, rantlar, artan sermaye yatýrýmýyla oran-
týlý olarak yükseldi ve dolayýsýyla toprak sahibi aristokrasi her zamankin-
den daha iyi duruma geldi.
Ama her þey geçicidir. Okyanus-aþýrý vapurlar ve Kuzey ve Güney
Amerikanýn ve Hindistan’ýn demiryollarý, bazý çok özel toprak parçala-
rýnýn, Avrupa tahýl piyasalarýnda rekabet etmesini mümkün kýldý. Bunlar,
bir yandan Kuzey Amerika kýrlarý ve Arjantin pampalarý – çift sürme iþi
için bizzat doða tarafýndan temizlenmiþ olan düzlükler ve ilkel ekimle ve
gübre olmaksýzýn bile gelecek yýllar için zengin hasatlar vaadeden [sayfa
638] bakir topraklardý. Öte yandan da, acýmasýz ve zorba bir devletin –
çoðu kez iþkence ile– onlardan zorla aldýðý vergiler için para saðlama
amacýyla ürünlerinin bir bölümünü, hem de sürekli olarak artan bir bölü-
münü satmak zorunda kalan Rus ve Hint komünist topluluklarýn toprak
parçalarý vardý. Bu ürünler, üretim-fiyatýna bakýlmaksýzýn satýlýyordu, bun-
lar, tüccarýn önerdiði fiyat üzerinden satýlýyordu, çünkü, vergi zamaný
gelince, köylünün, çaresiz, paraya gereksinmesi oluyordu. Ve –gerek
bakir düzlüklerden, gerek vergilerin ezdiði Rus ve Hint köylülerinden
gelen– bu rekabet karþýsýnda, Avrupalý kiracý çiftçi ve köylüler, eski rant-
larda varlýklarýný sürdüremiyorlardý. Avrupa’daki topraðýn bir bölümü tahýl
ekimi açýsýndan kesinlikle rekabet dýþýna çýktý ve rantlar her yerde düþtü.
Bizim ikinci durum, deðiþke 2 –düþen fiyatlar ve ek sermaye yatýrýmýnýn
düþen üretkenliði-, Avrupa için bir kural haline geldi; ve dolayýsýyla da
Ýskoçya’dan Ýtalya’ya, Güney Fransa’dan Doðu Prusya’ya kadar toprak-
beyleri matem tuttular. Neyse ki, düzlükler tümüyle ekime açýlmýþ olm-
aktan çok uzaktýr; Avrupa’nýn bütün büyük toprakbeylerini ve hem de
üstelik küçüklerini yýkmaya yetecek kadar kalmýþtýr. -F. E.]

––––––––––––

Rantýn tahlil edileceði baþlýklar þunlardýr:

Karl Marks 637


Kapital III
A. Farklýlýk rantý,
1) Farklýlýk rantý kavramý. Bir örnek olarak sugücü. Asýl tarýmsal
ranta geçiþ.
2) Çeþitli toprak parçalarýnýn, deðiþen verimliliðinden doðan farklý-
lýk rantý I.
3) Ayný toprak parçasýnda ardarda sermaye yatýrýmlarýndan doð-
an farklýlýk rantý II. Farklýlýk rantý II:
a) deðiþmeden kalan,
b) düþen,
c ) ve yükselen bir üretim-fiyatý ile incelenmelidir.
Ve ayrýca,
d) artý-kârýn ranta dönüþmesi.
4) Bu rantýn kâr oraný üzerine etkisi.
B. Mutlak rant.
C. Topraðýn fiyatý.
D. Toprak rantýna iliþkin son sözler.

––––––––––––

Genel olarak farklýlýk rantýnýn incelenmesinden çýkartýlacak genel


sonuçlar þunlardýr:
Birincisi, artý-kârýn oluþmasý çeþitli biçimlerde gerçekleþebilir. Bir
yandan, farklýlýk rantý I temeli üzerinde, yani tüm tarýmsal sermayenin
deðiþik verimlilikteki topraklardan oluþan topraða yatýrýlmasý temeli [sayfa
639] üzerinde. Ya da, farklýlýk rantý II biçiminde, ayný topraktaki ardarda
sermaye yatýrýmlarýnýn deðiþen farklýlýk üretkenliði, yani –rantsýz, ama
üretim fiyatýný düzenleyen-, en kötü topraktaki ayný sermaye yatýrýmý ile
saðlanan üretkenlikten –örneðin, quarter buðday olarak ifade edilen–
daha büyük bir üretkenlik temeli üzerinde. Ama, bu artý-kâr nasýl doðar-
sa doðsun, bunun ranta dönüþtürülmesi, yani çiftçiden toprakbeyine
geçiþi, her zaman, tek tek ardarda sermaye yatýrýmlarýnýn kýsmi üretim-
lerinin çeþitli gerçek bireysel (yani, piyasanýn düzenlendiði genel üretim-
fiyatýndan baðýmsýz olan) üretim-fiyatlarýnýn daha önceden tek bir orta-
lama üretim-fiyatýna indirgenmiþ olmasýný öngörür. Genel düzenleyici
akr baþýna üretim-fiyatýnýn bu bireysel ortalama üretim-fiyatýndan fazlasý,
akr baþýna rantý oluþturur ve onun bir ölçüsüdür. Farklýlýk rantý I duru-
munda, farklýlýk sonuçlarý, kendi baþlarýna ayýrdedilebilirler, çünkü bun-
lar belli bir akr baþýna sermaye yatýrýmý ve normal kabul edilen bir ekim
derecesinde –birbirinden ayrý ve yanyana varolan– farklý toprak bölüm-
leri üzerinde yer alýrlar. Farklýlýk rantý II durumunda, bunlar önce ayýrde-
dilebilir hale getirilmelidir; aslýnda farklýlýk rantý I’e dönüþtürülmelidir, ve
bu ancak belirtilen yoldan yapýlabilir. Örneðin s. 226’daki Tablo III’ü ele
alalým.
B topraðý, yatýrýlan 2½ sterlinlik birinci sermaye için akr baþýna 2

638 Karl Marks


Kapital III
quarter, ve eþit büyüklükteki ikinci yatýrým için 1½ quarter; ikisi birlikte
ayný akrdan 3½ quarter getirir. Bu 3½ quarter’ýn hangi parçasýnýn yatý-
rýlan sermaye I’in ve hangi parçasýnýn yatýrýlan sermaye II’nin ürünü ol-
duðunu ayýrdetmek mümkün deðildir, çünkü hepsi ayný toprakta
yetiþtirilmiþtir. Gerçekte, 3½ quarter, 5 sterlinlik toplam sermayenin ür-
ünüdür; ve sorunun aslý þundan ibarettir: 2½ sterlinlik bir sermaye 2
quarter getirmiþtir ve 5 sterlinlik bir sermaye 4 quarter yerine 3½ quarter
getirmiþtir. Eðer 5 sterlin 4 quarter getirseydi, yani her iki sermaye yatýrý-
mýnýn ürünü eþit olsaydý, gene bunun gibi, ürün 5 quarter bile olsaydý,
yani ikinci sermaye yatýrýmý 1 quarter’lýk bir fazla getirecek olsaydý, du-
rum gene týpký böyle olacaktý. Ýlk 2 quarter’ýn üretim-fiyatý, quarter baþýna
1½ sterlin, ikinci 1½ quarter’ýnki ise quarter baþýna 2 sterlindir. Dolayýsýy-
la 3½ quarter’ýn hepsi 6 sterline malolur. Bu, toplam ürünün bireysel
üretim-fiyatýdýr ve ortalama olarak quarter baþýna 1 sterlin 142/7 þilin, yani
yaklaþýk 1¾ sterlin tutmaktadýr. A topraðý tarafýndan belirlenen genel
üretim-fiyatý, yani 3 sterlin ile, bu, quarter baþýna 1¼ sterlinlik ve böylece
3½ quarter için 43/8 sterlinlik bir toplam artý-kâra yolaçmaktadýr. B’nin
ortalama üretim-fiyatýnda bu, 1½ kadar quarter’a tekabül eder. Bir baþka
deyiþle, B’den gelen artý-kâr, B’den gelen üretimin bir tam kesri ile, yani
tahýl olarak rantý ifade eden ve –genel üretim-fiyatýna uygun olarak– 4½
sterline satýlan 1½ quarter’la temsil edilir. Ama öte yandan, B’nin bir
akrýndan gelen ürünün, A’nýn bir akrýndan gelenden fazlasý, [sayfa 640] oto-
matik olarak artý-kârý ve dolayýsýyla da artý-ürünü temsil etmez. Varsayý-
mýmýza göre, A’nýn bir akrý yalnýzca 1 quarter getirdiði halde, B’nin bir
akrý, 3½ quarter getirir. Bu yüzden B’den gelen fazla ürün 2½ quarter’dýr,
ama artý-ürün yalnýzca 1½ quarter’dýr; çünkü B’ye yatýrýlan sermaye,
A’ya yatýrýlanýn iki katýdýr ve böylece üretim-fiyatý da iki kattýr. Eðer 5
sterlinlik bir yatýrým A’da da yer almýþ olsaydý ve üretkenlik oraný ayný
kalsaydý, o zaman, üretim 1 quarter yerine 2 quarter olacaktý ve o za-
man görülecekti ki, gerçek artý-ürün 3½’nin 1’le karþýlaþtýrýlmasýyla de-
ðil, 3½’nin 2’yle karþýlaþtýrýlmasýyla belirlenir, yani 2½ quarter deðil,
yalnýzca 1½ quarter’dýr. Dahasý, eðer 2½ sterlin tutarýnda bir üçüncü
sermaye yatýrýmý B’ye yapýlsaydý ve bu, yalnýzca 1 quarter getirseydi –bu
quarter o zaman A’daki gibi 3 sterline malolacaktý– 3 sterlinlik satýþ-fiyatý
yalnýzca üretim-fiyatýný kapsayacak, yalnýzca ortalama kâr saðlayacak,
ama hiç bir artý-kâr saðlamayacak ve böylece de ranta dönüþtürülebilecek
hiç bir þey getirmeyecekti. Herhangi bir belli toprak tipinden gelen akr
baþýna üretimin, A topraðýndan gelen akr baþýna üretimle karþýlaþtýrýlmasý,
bunun eþit bir sermaye yatýrýmýndan mý, yoksa daha büyük bir sermaye
yatýrýmýndan mý gelen üretim olduðunu göstermez, ayrýca ek üretimin,
yalnýzca üretim-fiyatýný mý kapsadýðýný, yoksa ek sermayenin daha büyük
üretkenliði yüzünden mi olduðunu da göstermez.
Ýkincisi, artý-kârýn yeni oluþumu sözkonusu olduðu ölçüde, sýnýrý,
üretim-fiyatýný tam kapsayan, yani, bir quarter’ý, bir akrlýk A topraðýna

Karl Marks 639


Kapital III
yatýrýlan ayný sermaye yatýrýmýyla ayný pahada üreten, yani varsayýmýmý-
za göre 3 sterline üreten sermaye yatýrýmý olan, ek sermaye yatýrýmlarý
için azalan bir üretkenlik oraný varsayarsak – iþte bu söylediklerimizden
þu sonuç çýkar: B’nin bir akrýnda toplam sermaye yatýrýmýnýn artýk hiç bir
rant getirmeyeceði sýnýra, B’nin akrý baþýna üretimin bireysel ortalama
üretim-fiyatý, A’nýn akrý baþýna üretim-fiyatýnýn düzeyine yükseldiði za-
man ulaþýlýr. Eðer B’ye, yalnýzca üretim-fiyatýný getiren, yani ne artý-kâr
ne de yeni rant getiren sermaye yatýrýmlarý yapýlmýþsa, o zaman, bu
gerçekten, quarter baþýna bireysel ortalama üretim-fiyatýný yükseltir, ama
artý-kârý ve sonunda da, önceki sermaye yatýrýmlarýnýn oluþturduðu rantý
etkilemez. Çünkü ortalama üretim-fiyatý, her zaman A’nýnkinin altýnda
kalýr ve quarter baþýna fiyat fazlasý azaldýðý zaman, quarter’larýn sayýsý
orantýlý olarak artar, öyle ki, toplam fiyat fazlasý deðiþmeden kalýr.
Varsayýlan durumda B’deki 5 sterlin tutarýndaki ilk iki sermaye
yatýrýmý, 3½ quarter, böylece de, varsayýmýmýza göre 1½ quarter’lýk rant
= 4½ sterlin getirir. Þimdi, eðer 2½ sterlinlik, ama yalnýzca bir –ek quar-
ter getiren bir üçüncü sermaye yatýrýmý yapýlýrsa, o zaman 4½ quarter’ýn
toplam üretim-fiyatý (%20 kâr dahil) = 9 sterlin; böylece quarter baþýna
ortalama fiyat = 2 sterlin olur. B üzerinde, quarter baþýna ortalama üre-
tim-fiyatý, böylece 15/7 sterlinden 2 sterline çýkmýþtýr ve quarter baþýna
artý-kâr, A’nýn düzenleyici fiyatý ile karþýlaþtýrýldýðýnda, 12/7 sterlinden 1
sterline düþmüþtür. Ama 1 x 4½ = 4½ sterlindir, týpký eskiden 12/7 x 3½
[sayfa 641] = 4½ sterlin olduðu gibi.
Þimdi varsayalým ki, herbiri 2½ sterlin tutarýnda bir dördüncü ve
beþinci ek sermaye yatýrýmý, genel üretim-fiyatýnda bir quarter üretme-
nin ötesine geçmeyen B’ye yapýlmýþ olsun. Bu durumda akr baþýna to-
plam üretim 6½2 quarter ve bunlarýn üretim-fiyatý da 15 sterlin olacaktýr.
B için quarter baþýna ortalama üretim-fiyatý, gene –2* sterlinden 24/13
sterline– yükselmiþ olacak ve quarter baþýna artý-kâr, A’nýn düzenleyici
üretim-fiyatýna oranla gene –1 sterlinden 9/13 sterline– düþmüþ olacaktýr.
Ama þimdi, bu 9/13 sterlinin, 4½ quarter yerine 6½ quarter temeli üzerin-
de hesaplanmasý gerekecektir. Ve 9/13 X 6½ = 1 x 4½ = 4½ sterlindir.
Bundan birinci olarak þu sonuç çýkar ki, rant getiren toprakta ek
sermaye yatýrýmlarýný mümkün kýlmak için –hatta, ek sermayenin tü-
müyle artý-kâr üretmez hale geldiði ve yalnýzca ortalama kâr getirmeye
devam ettiði noktaya kadar– bu koþullar altýnda düzenleyici üretim-fi-
yatýnda hiç bir artýþ gerekmez. Ayrýca bundan þu sonuç çýkar ki, burada,
quarter baþýna artý-kâr ne kadar azalýrsa azalsýn, akr baþýna toplam artý-
kâr ayný kalýr; bu azalýþ, her zaman, akr baþýna üretilen quarter sayýsýn-
daki buna tekabül eden bir artýþla dengelenir. Ortalama üretim-fiyatýnýn
genel üretim-fiyatý düzeyine ulaþabilmesi için (dolayýsýyla, B topraðý için
3 sterlin), üretimi, düzenleyici üretim-fiyatý üç sterlinden daha yüksek

* 1894 Almanca baskýda: 1. -Ed.

640 Karl Marks


Kapital III
bir üretim-fiyatýna sahip olan ek yatýrýmlarýn yapýlmasý gerekir. Ama gö-
receðiz ki, yalnýzca bu, B’nin quarter baþýna ortalama üretim-fiyatýný,
hemen, 3 sterlinlik genel üretim-fiyatý düzeyine yükseltmeye yetmez.
B topraðýnýn þunlarý ürettiðini varsayalým:
1) Üretim-fiyatý eskisi gibi 6 sterlin olan 3½ quarter, yani her ikisi
de artý-kâr getiren, ama azalan miktarda artý-kâr getiren herbiri 2½ ster-
lin tutarýnda iki sermaye yatýrýmý.
2) 3 sterlinden 1 quarter; bireysel üretim-fiyatýnýn düzenleyici üre-
tim-fiyatýna eþit olduðu bir sermaye yatýrýmý,
3) 4 sterlinden 1 quarter; bireysel üretim-fiyatýnýn düzenleyici fi-
yat tan %25 yüksek olduðu bir sermaye yatýrýmý.
Bu durumda, 105/6* sterlinlik bir sermaye yatýrýmýna akr baþýna 13
sterlinlik 5½ quarter elde edeceðiz; bu, ilk sermaye yatýrýmýnýn dört katý-
dýr, ama ilk sermaye yatýrýmýnýn üretiminin üç katý bile deðildir.
13 sterlinden 5½ quarter, düzenleyici üretim-fiyatýnýn 3 sterlin ol-
duðu varsayýlýrsa, quarter baþýna 24/11 sterlinlik bir ortalama üretim-fiyatý,
yani quarter baþýna 7/11 sterlinlik bir fazla verir. Bu fazla, ranta dönüþtü-
rülebilir. 13 sterlinlik üretim-fiyatý çýkarýldýktan sonra, B’nin quarter baþýna
mevcut ortalama üretim-fiyatý, yani quarter baþýna 24/11 sterlin üzerinden
hesaplandýðýnda 125/52 quarter’ý temsil eden 3½ sterlinlik bir artý-kâr ya
da rant kalýr. Para-rant 1 sterlin, ve tahýl-rant ½ quarter kadar [sayfa 642] da-
ha az olacaktýr, ama B’deki dördüncü ek sermaye yatýrýmýnýn yalnýzca
artý-kâr getirmemekle kalmayýp, ortalama-kârdan daha azýný getiriyor
olmasý gerçeðine karþýn, artý-kâr ve rant hâlâ var olmaya devam edecek-
tir. Varsayalým ki, yatýrým 3)’e ek olarak, yatýrým 2) de düzenleyici üre-
tim-fiyatýný aþan bir fiyatta üretmektedir. Bu durumda, toplam üretim: 6
sterlin için 3½ quarter + 8 sterlin için 2 quarter; 14 sterlin üretim-fiyatý
için, toplam 5½ quarter’dýr. Quarter baþýna ortalama üretim-fiyatý 26/11
sterlin olacak ve 5/11 sterlinlik bir fazla býrakacaktýr. 3 sterlinden satýlan
5½ quarter, 16½ sterlinlik bir toplam verir; 14 sterlinlik üretim-fiyatýný
çýkardýktan sonra rant için 2½ sterlin kalýr. B üzerindeki mevcut ortala-
ma üretim-fiyatýnda bu bir quarter’ýn 55/56’sýna eþit olacaktýr. Bir baþka
deyiþle eskisinden az olsa da hâlâ rant gelmektedir.
Bu gösterir ki, her durum ve koþulda, üretimi, düzenleyici üretim-
fiyatýndan daha fazlaya malolan daha iyi topraklardaki ek sermaye yatý-
rýmlarýyla, rantýn azalmasý gerekse de, –en azýndan kabul edilebilir uy-
gulama sýnýrlarý içinde– ortadan kalkmaz.. Bir yandan bu daha az üret-
ken sermayenin toplam sermaye yatýrým içindeki tam kesriyle orantýlý
olarak, öte yandan da üretkenliðindeki azalýþla orantýlý olarak azalacak-
týr. Ürünün ortalama fiyatý hâlâ düzenleyici fiyatýn altýnda olacak ve böy-
lece, ranta dönüþtürülebilecek artý-kârýn oluþmasýna hâlâ izin veriyor
olacaktýr.

* 1894 Almanca baskýda: 10. -Ed.

Karl Marks 641


Kapital III
Þimdi, azalan üretkenlikteki ardarda dört sermaye yatýrýmýnýn (2½
sterlin, 2½ sterlin, 5 sterlin ve 5 sterlin) sonucu olarak, B’nin quarter
baþýna ortalama fiyatýnýn, genel üretim-fiyatýna uyduðunu varsayalým.
[Bkz: Tablo, s. 644].
Çiftçi, bu durumda, her quarter’ý bireysel üretim-fiyatýndan, do-
layýsýyla toplam quarter sayýsýný, 3 sterlinlik düzenleyici fiyatla çakýþan
quarter baþýna ortalama üretim-fiyatlarýndan satar. Böylece 15 sterlinlik
sermayesi üzerinden hâlâ %20 = 3 sterlin kâr etmektedir. Ama rant yok
olmuþtur. Quarter baþýna bireysel üretim-fiyatlarýnýn genel üretim-fiyatýy-
la bu eþitlenmesinde, fazlaya ne olmuþtur?
Ýlk 2½ sterlinden gelen artý-kâr 3 sterlin, ikinci 2½ sterlinden ge-
len 1½ sterlindir, yatýrýlan sermayenin 1/3'ünden, yani 5 sterlinden gelen
toplam artý-kâr= ½ sterlin = %90’dýr.
Yatýrým 3) durumunda, 5 sterlin yalnýzca artý-kâr getirmemekle
kalmaz, genel üretim-fiyatýndan satýlan 1½ quarter’lýk üretimi, 1½ ster-
linlik bir açýk verir. Ensonu, gene 5 sterlin tutarýnda olan yatýrým 4) duru-
munda, genel üretim-fiyatýndan satýlan 1 quarter’lýk üretimi, 3 sterlinlik
bir açýk verir. Böylece, her iki sermaye yatýrýmý, birlikte, yatýrým 1) ve
2)’den gerçekleþtirilen artý-kâra eþit olan, 4½ sterlinlik bir açýk verir.
Artý-kâr ve açýk dengelenirler. Bu yüzden rant yokolur. Gerçekte,
bu, yalnýzca, artý-kârý ya da rantý oluþturan artý-deðer unsurlarý, þimdi,
ortalama kârýn oluþumuna girdikleri için mümkündür. Çiftçi, 15 sterlin
üzerinden bu 3 sterlin ya da %20 ortalama kârý, rant pahasýna yapar. [sayfa
643]
Üretim-Fiyatý Rant Ýçin Artý
Kazanç Quarter Toplam Satýþ- Kazanç
Sermaye £ Kâr £ (Qr.) £
(Or.) Baþýna £ £ Fiyatý £ £
1) 2½ ½ 2 1½ 3 3 6 1 3
2) 2½ ½ 1½ 2 3 3 4½ ½ 1½
3) 5 1 1½ 4 6 3 4½ -½ -1½
4) 5 1 1 6 6 3 3 -1 -3
15 3 6 18 18 0 0

B’nin bireysel ortalama üretim-fiyatýnýn, piyasa-fiyatýný düzenley-


en, A’nýn genel üretim-fiyatýna eþitlenmesi, ilk sermaye yatýrýmlarýndan
gelen ürünün, düzenleyici fiyatýn altýnda olan bireysel fiyatý ile düzen-
leyici fiyat arasýndaki farkýn, daha sonraki sermaye yatýrýmlarýndan ge-
len ürünün, düzenleyici fiyatýn üzerinde olan fiyat ile düzenleyici fiyat
arasýndaki farkla gitgide daha çok telafi edilmesini ve ensonu dengelen-
mesini öngörür. Ýlk sermaye yatýrýmlarýndan gelen ürün kendi baþýna
satýldýðý sürece, artý-kâr gibi görünen þey, böylece, giderek onun ortala-
ma üretim-fiyatýnýn parçasý haline gelir ve dolayýsýyla, sonunda tümüyle
onun tarafýndan emilinceye kadar, ortalama kârýn oluþumuna girer.
Eðer B’ye, 15 sterlin yerine yalnýzca 5 sterlin yatýrýlmýþ olsaydý ve
son tablodaki ek 2½ quarter, akr baþýna 2½ sterlinlik bir yatýrýmla A’dan
2½ yeni akrýn ekime açýlmasýyla üretilmiþ olsaydý, yatýrýlan ek sermaye,

642 Karl Marks


Kapital III
yalnýzca 6¼ sterlin tutarýnda olacak, yani bu 6 quarter’ýn üretimi için A
ve B’deki toplam yatýrým 15 sterlin yerine, yalnýzca 11¼ sterlin olacak ve
bunlarýn toplam üretim-fiyatý da, kâr dahil, 13½ sterlin olacaktý. 6 quar-
ter hâlâ 18 sterline satýlacak, ama sermaye yatýrýmý 3¾ sterlin azalmýþ
olacak ve B’den gelen rant, akr baþýna eskisi gibi 4½ sterlin olacaktý.
Eðer ek 2½ quarter’ýn üretimi A’dan daha düþük kalitede bir topraðýn A -
1 ve A - 2’nin ekime açýlmasýný gerektirirse, durum farklý olacaktýr, öyle
ki, quarter baþýna üretim-fiyatý: A - l topraðýnda 1½ quarter için = 4
sterlin ve A - 2 topraðýndaki son quarter için= 6 sterlin olacaktýr. Bu
durumda, 6 sterlin, quarter baþýna düzenleyici üretim-fiyatý olacaktýr. O
zaman, B’den gelen 3½ quarter, 10½ sterlin yerine 21 sterline satýlacak-
tý, ki bu, 4½ sterlinlik bir rant yerine 15 sterlinlik bir rant, ya da, 1½
quarter yerine 2½ quarter’lýk bir tahýl-rant demek olacaktýr. Gene bunun
gibi, A üzerinde bir quarter, þimdi 3 sterlin = ½ quarter’lýk bir rant getire-
cektir.
Bu konuyu daha fazla tartýþmadan önce, bir baþka gözlem yapa-
lým: [sayfa 644]
Toplam sermayenin, 1½ quarter’lýk fazlayý üreten bölümü, to-
plam sermayenin, 1½ quarter’lýk açýðý üreten bölümü ile dengelenir
dengelenmez, B’den gelen bir quarter’ýn ortalama fiyatý, A tarafýndan
düzenlenen quarter baþýna 3 sterlinlik genel üretim-fiyatý ile eþitlenir,
yani çakýþýr. Bu eþitlenmenin ne kadar çabuk gerçekleþeceði ya da bu
amaç için B’ye düþük-üretkenlikte ne kadar sermaye yatýrýlmasý gerek-
tiði, ilk sermaye yatýrýmlarýnýn artý-üretkenliðinin veri olduðu varsayýlýrsa,
en kötü, düzenleyici toprak, A’da, ayný miktarda bir yatýrýma oranla,
daha sonraki yatýrýmlarýn nispi düþük üretkenliðine, ya da düzenleyici
fiyata oranla, bunlarýn ürününün bireysel üretim-fiyatýna baðlý olacaktýr.

––––––––––––

Þimdi, yukardakilerden þu sonuçlar çýkartýlabilir:


Birincisi: Ayný topraða, artý-üretkenlikteki ek sermayeler yatýrýldýðý
sürece, artý-üretkenlik azalýyor olsa bile, tahýl ve para olarak akr baþýna
mutlak rant, yatýrýlan sermayeye oranla, nispeten azalmasýna karþýn (bir
baþka deyiþle, artý-kâr ya da rant oraný), artar. Burada, sýnýr, yalnýzca
ortalama kâr getiren, ya da ürününün bireysel üretim-fiyatý, genel üre-
tim-fiyatý ile çakýþan ek sermaye tarafýndan belirlenir. Bu koþullar altýn-
da, daha kötü topraklardan gelen üretim, artan arzýn bir sonucu olarak
gereksiz hale gelmedikçe, üretim-fiyatý ayný kalýr. Fiyat düþüyorken bile,
bu ek sermayeler, belli sýnýrlar içinde, daha az olsa da, hâlâ artý-kâr
üretebilirler.
Ýkincisi: Yalnýzca ortalama kâr getiren, bu yüzden de artý-üretken-
liði = 0 olan ek sermaye yatýrýmý, mevcut artý-kârýn ve dolayýsýyla rantýn
miktarýný hiç bir biçimde deðiþtiremez. Böylece, quarter baþýna bireysel

Karl Marks 643


Kapital III
ortalama fiyat, üstün kalitedeki topraklarda artar; quarter baþýna fazla
azalýr, ama bu azalan fazlayý içeren quarter’larýn sayýsý artar, öyle ki ma-
tematiksel çarpým ayný kalýr.
Üçüncüsü: Ürünü, düzenleyici fiyatý aþan bir bireysel üretim-fiyatý-
na sahip olan –bu yüzden artý-üretkenlik yalnýzca = 0 deðil, sýfýrdan
daha azdýr ya da negatif bir niceliktir, yani düzenleyici toprak A’daki eþit
bir sermaye yatýrýmýnýn üretkenliðinden daha azdýr– ek sermaye yatýrým-
larý, üstün topraktan gelen toplam üretimin bireysel ortalama üretim-
fiyatýný, genel üretim-fiyatýna gitgide daha çok yaklaþtýrýrlar, yani bunlarýn
arasýndaki, artý-kârý ya da rantý oluþturan farklýlýðý gitgide daha çok azal-
týrlar. Artý-kâr ya da rantý oluþturmuþ olan þeyin giderek büyüyen bir
bölümü, ortalama kârýn oluþumuna girer. Ama, gene de, B’nin bir akrýna
yatýrýlan toplam sermaye, bu artý-kârýn, düþük-üretkenlikteki sermaye
miktarý arttýkça ve bu düþük-üretkenlik ölçüsünde azalmasýna karþýn,
artý-kâr getirmeye devam eder. Bu durumda artan sermaye ve artan
üretimle, rant, yalnýzca ikinci durumda olduðu gibi yatýrýlan sermayenin
artan büyüklüðüne göre nispi olarak azalmakla kalmaz, akr baþýna mut-
lak olarak da azalýr. [sayfa 645]
Rant ancak, daha iyi B topraðýndan gelen bireysel ortalama üre-
tim-fiyatý, düzenleyici fiyatla çakýþtýðý zaman ortadan kaldýrýlabilir, öyle ki
daha üretken ilk sermaye yatýrýmlarýndan gelen artý-kârýn tümü, ortala-
ma kârýn oluþumunda tüketilir.
Akr baþýna ranttaki düþüþün asgari sýnýrý, onun ortadan kalktýðý
noktadýr. Ama bu nokta, ek sermaye yatýrýmlarý, düþük-üretkenlikte olur
olmaz deðil, düþük-üretkenlikte ek sermaye yatýrýmý etkisi ile sermaye
yatýrýmlarýnýn aþýrý-üretkenliðini silecek kadar hacimce büyük olduðu za-
man ortaya çýkar, öyle ki, toplam sermaye yatýrýmýnýn üretkenliði, A’ya
yatýrýlan sermayeninkinin aynýsý olur ve bu yüzden de B’nin quarter’ý
baþýna bireysel ortalama fiyat, A’nýn quarter’ý baþýna fiyatýn aynýsý olur.
Bu durumda da, düzenleyici üretim-fiyatý olan quarter baþýna 3
sterlin, rantýn ortadan kalkmasýna karþýn ayný kalacaktýr. Ancak bu nok-
tadan sonradýr ki, üretim-fiyatý, ya ek sermayenin düþük üretkenliðinin
derecesinde ya da eþit düþük-üretkenlikteki ek sermayenin hacminde
bir artýþ dolayýsýyla artmak zorunda kalacaktýr. Örneðin, eðer, yukardaki
tabloda (s. 644) ayný toprak üzerinde quarter baþýna 4 sterlinden 1½
quarter yerine 2½ quarter üretilmiþ olsaydý, 22 sterlinlik bir üretim-fiyatý
için 7 quarter’lýk bir toplam elde etmiþ olacaktýk; bir quarter 1/7 sterline
malolmuþ olacaktý; böylece bu, genel üretim-fiyatýnýn 1/7 sterlin üzerinde
olacak ve bu yüzden de, sonuncusu artmak zorunda kalacaktý.
O halde, uzun bir süre için, en iyi topraklardan gelen quarter
baþýna bireysel üretim-fiyatý, genel üretim-fiyatýna eþit duruma gelinceye
kadar, bu sonuncunun ilkinden fazlasý –ve böylece de artý-kâr ve rant–
tümüyle ortadan kalkýncaya kadar, düþük-üretkenlikteki, ve hatta artan
düþük-üretkenlikteki ek sermaye yatýrýlabilir.

644 Karl Marks


Kapital III
Ve o zaman bile, daha iyi topraklardan gelen rantýn ortadan kalk-
masý, yalnýzca, bunlarýn ürününün bireysel ortalama fiyatýnýn genel üre-
tim-fiyatý ile çakýþtýðýný, öyle ki bu sonuncuda henüz bir artýþa gerek
olmadýðýný ifade eder.
Yukardaki örnekte, daha iyi B topraðý üzerinde –ancak bu, daha
iyi ya da rant getiren topraklar dizisinde en düþük olandýr– 3½ quarter,
artý-üretkenlikteki 5 sterlinlik bir sermaye tarafýndan ve 2½ quarter, düþük-
üretkenlikteki 10 sterlinlik bir sermaye tarafýndan üretilmiþti, yani 6
quarter’lýk bir toplam üretilmiþti; demek ki, bu toplamýn 5/12’si, sermaye-
nin düþük-üretkenlikteki bu sonuncu kesimlerince üretilmiþti. Ve ancak
bu noktadadýr ki, 6 quarter’ýn bireysel ortalama üretim-fiyatý, quarter
baþýna 3 sterline yükselir ve böylece genel üretim-fiyatý ile çakýþýr.
Ancak, toprak mülkiyeti yasasý altýnda, son 2½ quarter, A top-
raðýnýn yeni 2½ akrý üzerinde üretilebildikleri durum dýþýnda, bu biçim-
de quarter baþýna 3 sterlinden üretilemezlerdi. Ek sermayenin yalnýzca
genel üretim-fiyatýnda ürettiði durum, sýnýrý oluþturmuþ olacaktý. Bu nok-
tanýn ötesinde, ayný topraktaki ek sermaye yatýrýmý durmak zorunda
kalacaktý. [sayfa 646]
Gerçekten de, eðer çiftçi, bir kez, ilk iki sermaye yatýrýmý için, 4½
sterlin rant öderse, onu ödemeye devam etmelidir, ve 3 sterlinden faz-
lasýna* bir quarter üreten her sermaye yatýrýmý, kârýndan bir azalma ile
sonuçlanacaktýr. Düþük-üretkenlik durumunda bireysel üretim-fiyatýnýn
eþitlenmesi böylece engellenir.
A topraðýna ait üretim-fiyatý, quarter baþýna 3 sterlinin B’ye ait
fiyatý düzenlediði önceki örnekte bu durumu ele alalým.
Ýlk iki sermaye yatýrýmýnda 3½ quarter için üretim-fiyatý, gene,
çiftçi için quarter baþýna 3 sterlindir; çünkü o, 4½ sterlinlik bir rant öde-
mek zorundadýr; demek ki, bireysel üretim-fiyatý ile genel üretim-fiyatý
arasýndaki farký cebe indiren kendisi deðildir. O halde, ilk iki sermaye
yatýrýmý için ürün fiyatýndaki fazlalýk, üçüncü ve dördüncü sermaye yatý-
rýmlarýndaki ürünle ortaya çýkan açýðý dengelemekte ona hizmet etmez.
Sermaye (£) Kâr (£) Üretim- Kazanç Quearter Satýþ-Fiyatý Artý-Kâr Zarar
Fiyatý (£) (Qr.) Baþýna Üretim Quearter Toplam (£) (£)
Fiyatý (£) Baþýna £ £
1. 2½ ½ 3 2 1½ 3 6 3 --
2. 2½ ½ 3 1½ 2 3 4½ 1½ --
3. 5 1 6 1½ 4* 3 4½ -- 1½
4. 5 1 6 1 6 3 3 -- 3
15 3 18 18 4½ 4½
* 1894 Almanca baskýda: 3. -Ed.

Yatýrým 3)’ten gelen 1½ quarter, çiftçiye, kâr dahil 6 sterline ma-


lolur; ama, quarter baþýna 3 sterlinlik düzenleyici fiyatta bunlarý yalnýzca
4½ sterline satabilir. Bir baþka deyiþle, yalnýzca tüm kârýný yitirmekle

* 1894 Almanca baskýda: 3 sterlinden azýna. -Ed.

Karl Marks 645


Kapital III
kalmayacak, ama onun da ötesinde yatýrdýðý 5 sterlinlik sermayenin 1½
sterlinini, ya da %10’unu da yitirecektir. Kâr ve sermaye kaybý, yatýrým 3)
durumunda, 1½ sterline, ve yatýrým 4) durumunda 3 sterline varacak,
yani toplam 4½ sterlin, ya da, tam, daha iyi sermaye yatýrýmlarýndan
gelen rant kadar olacaktýr; oysa bu sonunculara ait bireysel üretim-fiyatý,
B’den gelen toplam ürünün bireysel ortalama üretim-fiyatýnýn
eþitlenmesinde rol oynayamazlar, çünkü fazla, rant olarak bir üçüncü
tarafa ödenir.
Talebi karþýlamak üzere, ek 1½ quarter’ý, üçüncü sermaye yatýrý-
mýyla üretmek gerekmiþ olsaydý, düzenleyici piyasa-fiyatý, quarter baþýna
4 sterline çýkmak zorunda kalacaktý. Düzenleyici piyasa-fiyatýndaki bu
[sayfa 647] artýþýn sonucunda, B’den gelen rant, birinci ve ikinci yatýrýmlar
için yükselecek ve A üzerinde rant oluþacaktý.
Demek ki, farklýlýk rantýnýn, artý-kârýn ranta biçimsel bir dönüþü-
münden baþka bir þey olmamasýna ve toprak mülkiyetinin, yalnýzca, bu
durumda toprak sahibinin, çiftçinin artý-kârýný kendisine aktarmasýný
mümkün kýlmasýna karþýn, gene de görürüz ki, ayný topraktaki ardarda
sermaye yatýrýmý, ya da ayný þey demek olan, ayný topraða yatýrýlan ser-
mayedeki artýþ, sermayenin üretkenlik oraný azaldýðý ve düzenleyici fiyat
ayný kaldýðý zaman, sýnýrýna çok daha hýzlý ulaþýr; aslýnda, artý-kârýn, top-
rak mülkiyetinin sonucu olan toprak rantýna salt biçimsel dönüþümünün
bir sonucu olarak, az çok yapay bir engele ulaþýlýr. Burada, ötekilerden
daha dar sýnýrlar içinde gerekli hale gelen genel üretim-fiyatýndaki artýþ,
bu durumda, yalnýzca farklýlýk rantýndaki artýþýn bir nedeni olmakla kal-
maz, ayrýca da rant olarak farklýlýk rantýnýn varlýðý, ayný zamanda, –gerek-
li hale gelen artan ürün arzýný böylece saðlamak üzere– genel üretim-fiya-
týndaki daha önceki ve daha hýzlý artýþýn bir nedenidir.
Ayrýca aþaðýdaki hususlar da belirtilmelidir:
Eðer A topraðý, ek ürünü, ikinci bir sermaye yatýrýmýyla, 4 sterlinin
altýnda arzedecek olursa, ya da, üretim-fiyatý gerçekten de 3 sterlinden
yüksek, ama 4 sterlinden düþük olan yeni ve A’dan kötü toprak rekabe-
te girecek olursa, B topraðýndaki bir ek sermaye yatýrýmý ile, düzenleyici
fiyat, yukardaki gibi, 4 sterline çýkamaz. O halde görüyoruz ki, farklýlýk
rantý I ve farklýlýk rantý II, birincisi ikincisinin temeli iken, ayný zamanda
birbirleri için sýnýr görevi yaparlar, ki bununla bazan ayný topraða ardarda
bir sermaye yatýrýmý, bazan da ek topraða yanyana bir sermaye yatýrýmý
yapýlýr. Benzer biçimde, öteki durumlarda, örneðin daha iyi toprak ele
alýndýðýnda birbirlerini sýnýrlarlar. [sayfa 648]

646 Karl Marks


Kapital III
KIRKDÖRDÜNCÜ BÖLÜM
EN KÖTÜ EKÝLÝ TOPRAK ÜZERÝNDE
FARKLILIK RANTI

VARSAYALIM KÝ, tahýla olan talep artýyor ve arz, yalnýzca, rant


getiren topraklarda, düþük-üretkenlik koþullarý altýnda ardarda sermaye,
yatýrýmlarýndan ya da A topraðýnda, gene azalan üretkenlikteki ek ser-
maye yatýrýmýndan ya da A’dan daha düþük kalitede yeni topraklardaki
sermaye yatýrýmýndan doðabiliyor.
B topraðýný, rant getiren topraklarýn temsilcisi olarak ele alalým.
Ek sermaye yatýrýmý, B üzerindeki bir quarter’lýk (nasýl ki her akr
bir milyon akrý temsil edebilirse, bir quarter da burada bir milyon quarter’ý
temsil edebilir) üretim, artýþýný mümkün kýlabilmek için, piyasa-fiyatýnýn
o zamana kadar hüküm süren quarter baþýna 3 sterlinlik üretim-fiyatýnýn
üzerine çýkmasýný gerektirir. Artan üretimin, en yüksek rantý getiren top-
raklar tarafýndan, C ve D, vb. topraklan tarafýndan da saðlanabilir, ama
ancak azalan artý-üretkenlikle; ancak, B’den gelen quarter’ýn talebi kar-
þýlamak için zorunlu olduðu varsayýlmaktadýr. Eðer bu quarter, B’ye, daha
fazla sermaye yatýrýlarak, A’ya yapýlan ayný ek sermaye ile üretilenden
daha ucuza üretilirse, ya da A’da sermayeye yapýlan ek, ayný þeyi 3¾
sterline yaptýðý halde, örneðin 1 quarter’ý üretmek için 4 sterlin gerekti-
ren A - 1 topraðýna inilerek daha ucuza üretilirse, B’deki ek,sermaye,
piyasa-fiyatýný düzenleyecektir. [sayfa 649]

Karl Marks 647


Kapital III
A, þimdiye kadar olduðu gibi bir quarter’ý 3 sterline üretir. Bunun
gibi, B de, eskisi gibi, toplam üretimi için 6 sterlinlik bir bireysel üretim-
fiyatýnda 3½ quarter’lýk toplam üretir. Þimdi, eðer, ek bir quarter A üze-
rinde 3¾ sterline üretilebildiði halde, B üzerinde, ek bir quarter üretmek
için 4 sterlinlik bir ek üretim-fiyatý (kâr dahil) gerekli hale gelirse, doðal
olarak, bu quarter, B’dense A üzerinde üretilecektir. O halde, bu quarter’ýn
B üzerinde 3½ sterlinlik ek üretim-fiyatý ile üretilebileceðini varsayalým.
Bu durum 3½ sterlin tüm üretim için düzenleyici fiyat haline gelecektir.
B, þimdi, 4½ quarter’lýk mevcut üretimini 15¾ sterline satacaktýr. Bunun
6 sterlini ilk 3½ quarter’ýn ve 3½ sterlini son quarter’ýn üretim-fiyatýdýr,
yani 9½ sterlinlik bir toplam. Bu, rant için, eski 4½ sterline karþýn, 6¼
sterline eþit olan bir artý-kâr býrakmaktadýr. Bu durumda A’nýn bir akrý da
½ sterlinlik bir rant getirecek, ama 3½ sterlinlik üretim-fiyatýný düzenle-
yen en kötü toprak A deðil, onun yerine daha iyi toprak B olacaktýr. Kuþ-
kusuz burada, A kalitesinde ve o zamana kadar ekilenlerle eþit uygunlukta
bir mevkide, yeni topraðýn mevcut olmadýðýný, ya zaten ekili olan A par-
çasýnda daha yüksek bir üretim-fiyatýnda ikinci bir sermaye yatýrýmýnýn
ya da daha da kötü A - 1 topraðýnýn ekiminin gerektiðini varsayýyoruz. Ar-
darda sermaye yatýrýmlarýyla farklýlýk rantý II yürürlüðe girer girmez, ar-
tan üretim-fiyatýnýn sýnýrlarý daha iyi toprak tarafýndan düzenlenebilir, ve
farklýlýk rantý I’in temeli olan en kötü toprak da rant getirebilir. Böylece,
bir tek farklýlýk rantýyla bile, tüm ekili toprak, rant getirecektir. O zaman,
aþaðýdaki iki tabloyu elde edeceðiz; burada üretim-fiyatý ile yatýrýlan ser-
maye toplamý artý %20 kâr; bir baþka deyiþle, her 2½ sterlinlik sermaye
üzerinden ½ sterlinlik kâr ya da 3 sterlinlik bir toplam kastediyorum.
Üretim- Satýþ- Para Olarak Tahýl- Para-
Ürün
Toprak Tipi Akr Fiyatý Fiyatý Kazanç Rant Rant
(Quarter)
£ £ £ (Qr.) (£)
A 1 3 1 3 3 0 0
B 1 6 3½ 3 10½ 1½ 4½
C 1 6 5½ 3 16½ 3½ 10½
D 1 6 7½ 3 22½ 5½ 16½
Toplam 4 21 17½ 52½ 10½ 31½

Yalnýzca bir quarter getiren 3½ sterlinlik yeni sermaye, B’ye yatý-


rýlmadan önce durum budur. Bu yatýrýmdan sonra, durum þöyle görünür
[s. 651’deki tablo]: [sayfa 650]
Para
Üretim- Satýþ- Tahýl- Para-
Ürün Olarak
Toprak Tipi Akr Fiyatý Fiyatý Rant Rant
(Quarter) Kazanç
£ £ (Qr.) (£)
£
A 1 3 1 3½ 3½ 1/7 ½
B 1 9½ 4½ 3½ 15¾ 111/14 6¼
C 1 6 5½ 3½ 19¼ 311/14 13¼
D 1 6 7½ 3½ 26¼ 511/14 20¼
Toplam 4 24½ 18½ 64¾ 11½ 40½

[Bu da gene pek doðru hesaplanmamýþtýr. Her þeyden önce B

648 Karl Marks


Kapital III
çiftçisi için 4½ quarter’ýn maliyeti, birincisi üretim-fiyatý olarak 9½ sterlin
ve ikincisi rant olarak 4½ sterlin, yani toplam 14 sterlindir; quarter baþýna
ortalama = 31/9 sterlindir. Böylece, toplam üretiminin bu ortalama fi-
yatý, düzenleyici piyasa-fiyatý haline gelir. Böylece, A üzerindeki rant ½
sterlin yerine 1/9 sterlin tutarýnda olacak ve B üzerindeki rant þimdiye
kadar olduðu gibi 4½ sterlin kalacaktýr; 31/9 sterlinden 4½ quarter = 14
sterlin ve, eðer üretim-fiyatý olarak 9½ sterlini çýkartýrsak, 4½ sterlin artý-
kâr için kalýr. O halde görüyoruz ki, sayýsal deðerlerde deðiþiklik yapýl-
masý gerektiði halde, bu örnek, zaten rant getiren daha iyi topraðýn nasýl
farklýlýk rantý II aracýlýðýyla fiyatý düzenleyebileceðini ve böylece o zama-
na kadar rantsýz olan tüm topraklarý, rant getiren toprak haline
dönüþtürebileceðini göstermektedir. -F. E.]
Tahýlýn düzenleyici üretim-fiyatý yükselir yükselmez, yani düzen-
leyici topraktan gelen bir quarter tahýlýn üretim-fiyatý ya da çeþitli toprak
tiplerinden birinde düzenleyici sermaye yatýrýmý yükselir yükselmez tahýl-
rant artmalýdýr. Bu, sanki tüm topraklar daha az üretken hale gelmiþ ve
2½ sterlinlik her yeni sermaye yatýrýmýyla 1 quarter yerine, örneðin, yal-
nýzca 5/7 quarter üretiyormuþ gibidir. Ayný sermaye yatýrýmýyla, tahýl ola-
rak bundan baþka ne üretirlerse, artý-kârý ve dolayýsýyla rantý temsil eden
artý-ürüne dönüþür. Kâr oranýnýn ayný kaldýðý varsayýlýrsa, çiftçi, kârý ile
daha az tahýl satýn alabilir. Eðer –ya ücretler asgari fiziki düzeye, yani
emek-gücünün normal deðeri altýna düþürüldüðü için; ya emekçinin ge-
reksindiði ve fabrikatörün saðladýðý öteki tüketim maddeleri nispeten
daha ucuz hale geldiði için; ya iþgünü daha uzun ya da daha yoðun hale
geldiði, öyle ki tarým-dýþý olan ama tarýmsal kârý düzenleyen üretim dalla-
rýnda kâr oraný ayný kaldýðý veya yükseldiði için; ya da, ensonu, yatýrýlan
sermaye miktarý ayný kalsa da, tarýmda daha fazla deðiþmeyen ve daha
az deðiþen sermaye kullanýldýðý– ücretler artmazsa, kâr oraný ayný kala-
bilir. [sayfa 651]
Böylece, daha da kötü topraðý ekime açmaksýzýn, þimdiye kadar
en kötü toprak olan A üzerinde rantýn doðabileceði birinci yöntemi
incelemiþ bulunuyoruz; yani rant, onun þimdiye kadar düzenleyici olan,
bireysel üretim-fiyatý ile, daha iyi toprak üzerinde düþük-üretkenlik
koþullarýnda kullanýlan son ek sermayenin gerekli ek ürünü saðladýðý,
yeni, daha yüksek üretim-fiyatý arasýndaki farktan doðabilir.
Eðer ek ürünün, bir quarter’ý 4 sterlinden daha aþaðýsýna ürete-
meyen A - 1 topraðý tarafýndan saðlanmasý gerekseydi, A’nýn akrý baþýna
rant, 1 sterline yükselmiþ olacaktý. Ama bu durumda, A - 1 topraðý en
kötü ekili toprak olarak A’nýn yerini almýþ olacaktý ve bu sonuncusu,
rant-getiren topraklar dizisinde en düþük konuma geçmiþ olacaktý. Farklý-
lýk-rantý I deðiþmiþ olacaktý. O halde, bu durum, ayný toprak parçasýnda-
ki ardarda sermaye yatýrýmlarýnýn deðiþen üretkenliðinden doðan farklýlýk
rantý II’nin incelenmesine dahil deðildir.
Ama, bunlardan ayrý olarak, A topraðý üzerinde, farklýlýk rantý iki

Karl Marks 649


Kapital III
baþka yoldan doðabilir.
Fiyat deðiþmeden –herhangi bir belli fiyat, hatta öncekilere oran-
la daha düþük bir fiyat– ek sermaye yatýrýmý artý-üretkenlikle sonuçlandý-
ðý zaman, ki bu, prima facie ye belli bir noktaya kadar, her zaman, tam
da en kötü topraktaki durum olmalýdýr.
Oysa ikincisi, A topraðýndaki ardarda sermaye yatýrýmlarý azaldýðý
zaman.
Her iki durumda da talebi karþýlamak için üretim artýþý gerektiði
varsayýlmaktadýr.
Ama, farklýlýk rantý açýsýndan, burada, daha önce geliþtirilen yasa
nedeniyle özel bir güçlük doðar ki, bu yasaya göre, belirleyici etken rolü
oynayan þey, her zaman, toplam üretim (ya da toplam sermaye harca-
masý), için quarter baþýna bireysel ortalama üretim-fiyatýdýr. Oysa, A top-
raðý durumunda, daha iyi topraklardaki durumlarda olduðu gibi yeni
sermaye yatýrýmlarý için bireysel üretim-fiyatýnýn genel üretim-fiyatý ile
eþitlenmesini sýnýrlayan bir baþka üretim-fiyatý yoktur. Çünkü A’nýn bi-
reysel üretim-fiyatý, tamý tamýna, piyasa-fiyatýný düzenleyen genel üre-
tim-fiyatýdýr.
Varsayalým ki:
1) Ardarda sermaye yatýrýmlarýnýn üretkenliði arttýðý zaman, A’nýn
bir akrý, 5 sterlinlik bir yatýrým verilmiþse 2 quarter yerine -6 sterlinlik bir
üretim-fiyatýna tekabül eden– 3 quarter üretecektir. 2½ sterlinlik birinci
yatýrým 1 quarter, ikincisi 2 quarter getirmiþtir. Bu durumda 6 sterlinlik
bir üretim-fiyatý, 3 quarter getirecektir, öyle ki 1 quarter’ýn ortalama ma-
liyeti 2 sterlin olacaktýr; yani eðer 3 quarter, quarter baþýna 2 sterline
satýlýrsa, o zaman A, þimdiye kadar olduðu gibi hiç rant getirmez, ama
yalnýzca farklýlýk rantý II’nin temeli deðiþmiþtir; düzenleyici üretim-fiyatý,
þimdi 3 sterlin yerine 2 sterlindir; 2½ sterlinlik bir sermaye þimdi en kötü
toprak üzerinde 1 quarter yerine, ortalama 1½ quarter üretir ve þimdi
bu, 2½ sterlinlik bir yatýrým verilmiþse, bütün daha iyi [sayfa 652] topraklar
için resmi üretkenliktir. Bundan sonra, bunlarýn daha önceki artý-ürün-
lerinin bir bölümü, gerekli ürünlerinin oluþumuna girer, týpký bunlarýn
artý-kârlarýnýn bir bölümünün ortalama kârýn oluþumuna girmesi gibi.
Öte yandan, eðer hesaplama, onlar için genel üretim-fiyatý ser-
maye yatýrýmýnýn sýnýrý olduðundan, ortalama hesabýn mutlak artýyý hiç
deðiþtirmediði daha iyi topraklar temel alýnarak yapýlýrsa, o zaman, ilk
sermaye yatýrýmý 3 sterline malolur ve ikinci yatýrýmdan gelen 2 quarter’ýn
herbiri de yalnýzca 1½ sterline malolur. Bu, böylece, A üzerinde, 1 quar-
ter’lýk tahýl-ranta ve 3 sterlinlik para-ranta yolaçacak, ama 3 quarter, eski
fiyat 9 sterlin üzerinden satýlacaktýr. Eðer 2½ sterlinlik bir üçüncü ser-
maye, ikinci yatýrýmla ayný üretkenlik koþullarý altýnda yapýlsaydý, o za-
man toplam, 9 sterlinlik bir üretim-fiyatý için 5 quarter olacaktý. Eðer
A’nýn bireysel ortalama üretim-fiyatý düzenleyici fiyat olarak kalacak olur-
sa, o zaman bir quarter, 14/5 sterlinden satýlacaktýr. Ortalama fiyat bir kez

650 Karl Marks


Kapital III
daha düþmüþ olacaktýr – üçüncü sermaye yatýrýmýnýn üretkenliðindeki
yeni bir artýþla deðil, yalnýzca, ikincisiyle ayný ek üretkenliðe sahip, yeni
bir sermaye yatýrýmýn eklenmesiyle, A topraðýnda, daha yüksek ama
sabit üretkenlikteki ardarda sermaye yatýrýmlarý, rant-getiren topraklar-
da olduðu gibi rantý yükseltmek yerine, orantýlý olarak üretim-fiyatým ve
böylece de, diðer þeyler eþit olmak koþuluyla, bütün öteki topraklar
üzerindeki farklýlýk rantýný düþürecektir. Öte yandan, 1 quarter’ý, 3 ster-
linlik bir üretim-fiyatýnda üreten birinci sermaye yatýrýmý, aslýnda, düzen-
leyici olarak kalýrsa, o zaman, 5 quarter, 15 sterline satýlacak ve A topra-
ðýndaki daha sonraki sermaye yatýrýmlarýnýn farklýlýk rantý 6 sterlin tuta-
rýnda olacaktýr. A topraðýnýn akrý baþýna ek sermaye, nasýl uygulanýrsa
uygulansýn, bu durumda bir iyileþtirme olacak ve sermayenin ilk bölü-
münü daha üretken yapacaktýr. Sermayenin 1/3'ü, 1 quarter ve öteki 2/3'ü,
4 quarter üretmiþtir demek gülünç olacaktýr. Çünkü, 3 sterlin yalnýzca 1
quarter üretecekken, akr baþýna 9 sterlin, her zaman 5 quarter ürete-
cektir. Burada bir rantýn doðup doðmayacaðý, bir artý-kârýn elde edilip
edilmeyeceði, tümüyle koþullara baðlý olacaktýr. Normal olarak düzen-
leyici üretim-fiyatý düþmek zorunda kalacaktýr. Eðer A topraðýnýn bu
iyileþtirilmiþ ama daha pahalý ekimi, yalnýzca bu ekim daha iyi topraklar-
da da yeraldýðý için oluyorsa bir baþka deyiþle tarýmda genel bir devrim
oluyorsa, durum böyle olacaktýr; öyle ki, þimdi A’nýn doðal verimliliðin-
den sözettiðimiz zaman, onun, 3 sterlin yerine 6 sterlin ya da 9 sterlinle
iþlendiði varsayýlmaktadýr. Eðer, belli bir ülkenin esas arzýný saðlayan, A
topraðýnýn ekili akrlarýnýn çoðunluðu bu yeni yöntemi kullanacak olursa,
bu durum özellikle geçerli olacaktýr. Ama, eðer iyileþtirme, önce A’nýn
yalnýzca küçük bir alanýna yayýlacak olursa, o zaman, bu daha iyi ekilen
bölüm artý-kâr getirecek, toprakbeyi, bunu, hýzla, tümüyle ya da kýsmen
ranta dönüþtürecek ve rant biçiminde saptayacaktýr. Bu yolla –eðer ta-
lep, artan arza ayak uydurursa– A topraðýnýn gitgide daha fazlasý bu [sayfa
653] yeni ekim yöntemini kullanmaya baþladýkça, A kalitesindeki tüm
topraklar üzerinde yavaþ yavaþ rant oluþabilir ve artý-üretkenlik, piyasa
koþullarýna baðlý olarak tümüyle ya da kýsmen ortadan kalkabilir. A’nýn
üretim-fiyatýnýn, artan sermaye harcamasý koþullarýnda elde edilen ürü-
nün ortalama fiyatýna eþitlenmesi, bu artan sermaye yatýrýmýnýn artý-kâ-
rýnýn rant biçiminde saptanmasýyla böylece engellenebilir. O halde, daha
önce ek sermayenin üretkenliði azaldýðý zaman daha iyi topraklarda
görüldüðü gibi, üretim-fiyatýný yükselten þey, gene, yalnýzca bireysel ve
genel üretim-fiyatlarý arasýndaki farkýn bir sonucu olan farklýlýk rantý yeri-
ne, artý-kârýn ranta dönüþtürülmesi, yani toprak mülkiyetinin müdahale-
si olacaktýr. Bu, A topraðý durumunda her iki fiyatýn çakýþmasýný önle-
yecektir, çünkü, üretim-fiyatýnýn, A üzerindeki ortalama üretim-fiyatý ta-
rafýndan düzenlenmesine müdahale edecektir; böylece, gerekli olanýn
üzerinde bir üretim-fiyatýný sürdürecek ve dolayýsýyla rant yaratacaktýr.
Dýþardan özgürce tahýl ithal edilse bile, çiftçilerin dýþardan düzenlenen

Karl Marks 651


Kapital III
üretim-fiyatýnda, rant getirmeksizin tahýl ekiminde rekabet edebilecek
topraklarýnýn, baþka amaçlar, örneðin otlak olarak kullanmaya zorlan-
malarýyla da ayný sonuç saðlanabilir ya da devam ettirilebilir, öyle ki
yalnýzca rant getiren topraklar, yani quarter baþýna bireysel ortalama
üretim-fiyatlarý dýþardan belirlenen fiyatýn altýnda olan topraklar, tahýl
ekimi için kullanýlacaktýr. Bir bütün olarak, mevcut durumda üretim-
fiyatýnýn düþeceði, ama ortalamasýnýn düzeyine düþmeyeceði; ortalama-
nýn üzerinde, ama en kötü ekili toprak A’nýn üretim-fiyatýnýn altýnda
olacaðý, öyle ki, yeni A topraðýnýn rekabetinin sýnýrlandýðý varsayýlmalýdýr.

2) Ek sermayelerin üretkenliði azaldýðý zaman.


Varsayalým ki, A - 1 topraðý, ek quarter’ý üretmek için 4 sterlin ge-
rektirmektedir, oysa A topraðý, onu, 3¾ sterline, yani daha ucuza, ama
gene de ilk sermaye yatýrýmýyla üretilen quarter’dan ¾ sterlin daha paha-
lýya üretmektedir. Bu durumda, A üzerinde üretilen iki quarter’ýn toplam
fiyatý = 6¾ sterlin; böylece quarter baþýna ortalama fiyat da = 33/8 sterlin
olacaktýr. Üretim-fiyatý artacaktýr. Ama yalnýzca 3/8 sterlin; oysa eðer ek
sermaye 3¾ sterlinden üretim yapan yeni topraða yatýrýlmýþ olsaydý, bu
fiyat, bir 3/8 sterlin daha artacak, ya da 3¾ sterline yükselecek ve böylece
de bütün öteki farklýlýk rantlarýnda orantýlý bir artýþ getirecekti.
A’nýn quarter’ý baþýna 31/8 sterlinlik üretim-fiyatý, böylece, artan bir
sermaye yatýrýmý durumundaki ortalama üretim-fiyatýna eþitlenecek ve
düzenleyici fiyat olacaktýr; böylece, hiç bir artý-kâr üretmeyeceðinden
hiç bir rant getirmeyecektir.
Ama, eðer, ikinci sermaye yatýrýmýyla üretilen bu quarter 3¾ ster-
line satýlmýþsa, o zaman, A topraðý ¾ sterlinlik bir rant getirecektir, ve
gerçekten de, hiç bir ek sermaye yatýrýmýnýn yer almadýðý ve dolayýsýyla
hâlâ [sayfa 654] quarter baþýna 3 sterlinden üretim yapan A’nýn bütün akrla-
rýnda böyle olacaktýr. A’nýn herhangi bir ekilmemiþ alaný kaldýðý sürece,
fiyat ancak geçici olarak ¾ sterline çýkabilir. A’nýn yeni alanlarýndan ge-
len rekabet, elveriþli mevkiin, bir quarter’ý ¾ sterlinden aþaðýya üretme-
sini mümkün kýlan tüm A tipi toprak tükeninceye kadar, üretim-fiyatýný 3
sterlinde tutacaktýr. O halde, toprakbeyi, bir akrlýk toprak, rant getirdiði
sürece, kiracý çiftçinin öteki akra rantsýz sahip olmasýna izin vermeye-
cek olsa da, varsayacaðýmýz þey budur.
Üretim-fiyatýnýn ortalama fiyatta eþitlenip eþitlenmediði, ya da,
ikinci sermaye yatýrýmýnýn bireysel üretim-fiyatýnýn 3¾ sterlinde düzenle-
yici hale gelip gelmediði, gene, mevcut A topraðýndaki bir ikinci serma-
ye yatýrýmýnýn ne ölçüde genel hale geldiðine baðlýdýr. Ýkinci durum, yal-
nýzca, toprakbeyi, quarter baþýna 3¾ sterlinlik fiyat üzerinden elde edi-
len artý-kârý rant olarak saptamak üzere, talep doyuruluncaya dek yeterli
zamana sahip olduðu zaman ortaya çýkar.

––––––––––––

652 Karl Marks


Kapital III
Ardarda sermaye yatýrýmlarýnýn azalan üretkenliðiyle ilgili olarak
Liebig’e* bakýnýz. Gördük ki, üretim-fiyatý sabit kaldýðý sürece, yatýrýlan
sermayenin, artý-üretkenliðindeki ardarda azalýþ, her zaman, akr baþýna
rantý artýrýr ve bu, düþen bir üretim-fiyatý ile bile olabilir.
Ama genel olarak, þunu belirtmek gerekir.
Kapitalist üretim tarzý açýsýndan, ürünlerin fiyatýnda, bu ürünler,
daha önce yapýlmayan bir harcamaya ya da ödemeye giriþilmedikçe
saðlanamayacaðý zaman, daima, nispi bir artýþ yer alýr. Çünkü üretimde
tüketilen sermayenin yerine konmasýyla, yalnýzca bazý üretim araçlarýnýn
temsil ettiði deðerin yerine konmasýný kastediyoruz. Üretime aracý ola-
rak giren ve hiç bir þeye malolmayan doðal öðeler, üretimde hangi rolü
oynarlarsa oynasýnlar, sermayenin parçalarý olarak deðil, doðanýn ser-
mayeye karþýlýksýz bir armaðaný olarak, yani kapitalist üretim tarzý altýn-
da, bütün öteki üretkenlikler gibi, sermayenin üretkenliði gibi görünen,
doðanýn üretken gücünün, emeðe verdiði karþýlýksýz bir armaðan olarak
girerler. Bu yüzden, baþlangýçta hiç bir þeye malolmayan böyle bir doðal
güç, üretime katýlýrsa, üretilmesine yardým ettiði ürün, talebi karþýlamaya
yettiði sürece, fiyatýn belirlenmesine girmez. Ama geliþme süreci içinde,
bu doðal gücün yardýmýyla saðlanabilecek olan üretimden daha büyük
bir üretim talep edilirse, yani eðer bu ek üretimin, bu doðal gücün yardý-
mý olmaksýzýn, ya da insan emek-gücünün onu desteklemesiyle yaratýl-
masý gerekirse, o zaman, sermayeye yeni bir ek öðe girer. Böylece, ayný
üretimi elde etmek için nispeten daha büyük bir sermaye yatýrýmý gere-
kli olur. Bütün öteki koþullar ayný kalmak kaydýyla, üretim-fiyatýnda bir
artýþ olur. [sayfa 655]
[“1876 Þubat ortasýnda baþlanan” bir defterden parça. -F. E.]
Topraða katýlan sermaye üzerinden salt faiz olarak farklýlýk rantý
ve rant.
–Bir sermaye harcamasý gerektiren iþlemler aracýlýðýyla, topraðýn
fiziksel ve kýsmen de kimyasal koþullarýný deðiþtiren ve topraða sermaye
katýlmasý olarak kabul edilebilecek olan– sözde sürekli iyileþtirmeler,
hemen hemen tümüyle belli, sýnýrlý bir yerdeki, özel bir toprak parçasý-
na, baþka bir yerde, bazen pek yakýndaki, baþka bir toprak parçasýnýn
doðal olarak sahip olduðu özellikleri vermekten ibarettir. Bir toprak par-
çasý doðal olarak düzdür, ötekinin düzleþtirilmesi gerekir; biri doðal akaç-
lamaya sahiptir, öteki yapay akaçlama gerektirir; birine doða derin bir
üst toprak tabakasý bahþetmiþtir, öteki yapay derinleþtirme gerektirir; bir
balçýk toprak, doðal olarak gerekli miktar kumla karýþmýþtýr, ötekinin, bu
oranýn elde edilmesi için iþlenmesi gerekir; bir çayýr, doðal olarak sulan-
mýþ ya da mil tabakalarýyla kaplanmýþtýr, öteki, bu duruma ulaþmak için
emek gerektirir, ya da burjuva iktisatçýlarýn diliyle, sermaye gerektirir.

* Liebig, Die Chemie in ihrer Anwendung auf Agricultur und Physiologie, Braunschweig
1862. -Ed.

Karl Marks 653


Kapital III
Bu, gerçekten de eðlenceli bir teoridir, buna göre, karþýlaþtýrmalý
üstünlükleri sonradan edinmiþ olan bir toprak parçasý durumunda, rant,
faiz olduðu halde, bu üstünlüklere doðal olarak sahip olan baþka bir
toprak parçasý durumunda faiz deðildir. (Aslýnda bu, uygulamada öylesi-
ne çarpýtýlmýþtýr ki, rant bir durumda gerçekten de faizle çakýþtýðýndan,
öteki durumlarda da, durum kesinlikle böyle deðilken, hatalý bir biçim-
de, gene ranta faiz denmektedir.) Oysa toprak, sermaye yatýrýldýðý için
deðil, yatýrýlan sermaye, bu topraðý eskiden olduðundan daha üretken
yaptýðý için sermaye yatýrýldýktan sonra rant getirir. Belli bir ülkedeki tüm
topraklarýn bu sermaye yatýrýmýna gereksinmesi olduðu varsayýlýrsa, bunu
almamýþ olan her toprak parçasýnýn önce bu aþamadan geçmesi gerekir
ve daha þimdiden sermaye yatýrýmýnýn saðladýðý topraðýn doðurduðu
rant (bu durumda, getirilen faiz), týpký toprak, bu üstünlüðe doðal olarak
sahipmiþ ve öteki topraðýn önce bunu yapay olarak edinmesi gerekirmiþ
gibi, farklýlýk rantý oluþturur.
Faize dönüþebilecek olan bu rant da, yatýrýlan sermaye amortize
edilir edilmez salt farklýlýk rantý haline gelir. Tersi durumda, bir ve ayný
sermaye, sermaye olarak iki kez varolmak zorunda kalacaktýr.

––––––––––––

Çok eðlendirici bir olgu da, Ricardo’nun, deðer belirlenmesinin


yalnýzca emeðe dayandýðý fikrine karþý çýkan tüm muhaliflerinin, farklýlýk
rantýna, topraktaki farklýlýklardan doðan bir þey gözüyle bakmak yerine,
burada deðeri belirleyenin emek deðil, doða olduðunu belirtmeleridir;
ama bunlar, ayný zamanda da bu belirlemeyi, topraðýn yerine, ya da –ve
daha da büyük bir ölçüde– ekimi sýrasýnda topraða konan sermayenin
[sayfa 656] faizine baðlamaktadýrlar. Ayný emek, belli bir zaman dönemi
içinde yaratýlan bir üründe ayný deðeri üretir; ama bu ürünün büyüklüðü
ya da miktarý ve dolayýsýyla bu ürünün herhangi bir tam kesri ile iliþkili
olan deðer bölümü, belli bir emek miktarý için, yalnýzca ürünün miktarý-
na baðlýdýr, ve buna karþýlýk bu sonuncusu da verilen emek miktarýnýn
üretkenliðine baðlýdýr, bu miktarýn mutlak büyüklüðüne deðil. Bu üret-
kenliðin, doða yüzünden mi, yoksa toplum yüzünden mi olduðu önemli
deðildir. Yalnýzca bizzat üretkenliðin emeðe, dolayýsýyla sermayeye ma-
lolduðu durumda, bu, üretim-fiyatýný yeni bir öðe ile artýrýr – ki doða ken-
di baþýna bunu yapmaz. [sayfa 657]

654 Karl Marks


Kapital III
KIRKBEÞÝNCÝ BÖLÜM
MUTLAK TOPRAK RANTI

FARKLILIK rantý tahlilinde, en kötü topraðýn hiç bir toprak rantý


getirmediði, ya da daha genel olarak koyarsak, yalnýzca, ürünü, piyasayý
düzenleyen üretim-fiyatýnýn altýnda bir bireysel üretim-fiyatýna sahip olan
topraðýn toprak rantý ödediði, öyle ki bu biçimde ranta dönüþtürülen bir
artý-kâr doðduðu varsayýmýndan hareket ettik. Her þeyden önce þunu
belirtmek gerekir ki, farklýlýk rantý yasasý bu haliyle, bu varsayýmýn doðru-
luðundan ya da yanlýþlýðýndan tümüyle baðýmsýzdýr.
Piyasanýn düzenlendiði genel üretim-fiyatýna P diyelim. O zaman,
P, en kötü toprak A’nýn üretiminin bireysel üretim-fiyatý ile çakýþýr; yani
onun fiyatý, üretimde tüketilen deðiþmeyen ve deðiþen sermaye artý
ortalama kârý (= iþletmenin kârý artý faiz) karþýlar.
Bu durumda rant sýfýra eþittir. Bir sonraki daha iyi toprak B’nin
bireysel üretim-fiyatý = P’’dür, ve P > P’’dür; yani P, B topraðýnýn ürünü-
nün gerçek üretim-fiyatýndan fazlasýný karþýlar. Þimdi P-P’ = d olduðunu
varsayalým; dolayýsýyla d, P’nin P’’nden fazlasý, B tipi topraðýn çiftçisinin
gerçekleþtirdiði artý-kârdýr. Bu d, toprakbeyine ödenmesi gereken ranta
dönüþtürülür. P’’, üçüncü toprak tipi C’nin gerçek üretim-fiyatý, ve P-P’’
= 2d olsun; o halde bu 2d ranta dönüþtürülür; gene bunun gibi, P’’’,
dördüncü toprak tipi D’nin bireysel üretim-fiyatý, ve toprak rantýna
dönüþtürülen P-P’’’ = 3d olsun, vb.. Þimdi A topraðý için rant [sayfa 658] = 0

Karl Marks 655


Kapital III
ve dolayýsýyla ürününün fiyatý = P + 0'ýn hatalý olduðunu varsayalým.
Bunun yerine, onun da rant = r getirdiðini varsayalým. Bu durumda iki
farklý sonuç çýkar.
Birincisi : A topraðýnýn ürününün fiyatý onun üzerindeki üretim-
fiyatý tarafýndan düzenlenmeyecek, bu fiyatýn üzerinde bir fazla içere-
cek, yani = P + r olacaktýr. Çünkü, kapitalist üretim tarzýnýn normal ola-
rak iþlediðini varsayarsak, yani çiftçinin toprakbeyine ödediði r fazlasýn-
ýn, ne ücretlerden, ne de sermayenin ortalama kârýndan bir çýkartmayý
temsil etmediðini varsayarsak, çiftçi, bunu, yalnýzca, ürünü üretim-fiyatý-
nýn üzerinde, böylece de, eðer bu fazlayý rant biçiminde toprakbeyine
aktarmak zorunda olmasaydý, ona artý-kâr getirecek biçimde satarak
ödeyebilir. Bu durumda, bütün topraklardan elde edilen, piyasadaki to-
plam üretimin düzenleyici piyasa-fiyatý, sermayenin, bütün üretim alan-
larýnda genel olarak getirdiði üretim-fiyatý, yani maliyetler artý ortalama
kâra eþit bir fiyat olmayacak, üretim-fiyatý artý rant olacaktýr. P deðil, P +
r olacaktýr. Çünkü A topraðýnýn ürününün fiyatý, genel olarak, düzenleyici
genel piyasa-fiyatýnýn, yani toplam ürünün saðlanabileceði fiyatýn sýnýrýný
temsil eder, ve bu ölçüde, bu toplam ürünün fiyatýný düzenler.
Ama ikincisi: Tarýmsal ürünlerin genel fiyatýnýn bu durumda önemli
ölçüde deðiþmiþ olmasýna karþýn, farklýlýk rantý yasasý, gene de hiç bir
biçimde etkisini yitirmez. Çünkü A topraðýnýn ürününün fiyatý ve böyle-
likle genel piyasa-fiyatý = P + r ise, B, C, D vb. topraklarý için fiyat da
gene bunun gibi, = P + r olacaktýr. Ama, B topraðý için P-P’ = d olduðu-
na göre, (p + r) - (P’ + r) de gene bunun gibi = d, ve C topraðý için, P-
P’’. = (P + r) - (P’’ + r) = 2d, ve ensonu, D topraðý için P-P’’’ = (P + r) -
(P’’’ + r) = 3d olacaktýr vb.. Böylece rantýn bu yasadan baðýmsýz bir öðe
içermesine ve tarýmsal ürünün fiyatýyla birlikte genel bir artýþ gösterme-
sine karþýn, farklýlýk rantý, eskisinin ayný olacaktýr ve ayný yasa tarafýndan
düzenlenecektir. O halde bundan þu sonuç çýkar ki, en az verimli top-
raklardaki rant açýsýndan durum ne olursa olsun, farklýlýk rantý yasasý
yalnýzca bundan baðýmsýz olmakla kalmaz, farklýlýk rantýný, niteliðine uy-
gun olarak kavramanýn tek biçimi, A topraðý üzerindeki rantý = 0 saymak-
týr. Farklýlýk rantý açýsýndan, bunun gerçekten = 0 mý yoksa > 0 mý ol-
duðu önemli deðildir ve aslýnda hesaba katýlmaz.
O halde, farklýlýk rantý yasasý aþaðýdaki incelemenin sonuçlarýn-
dan baðýmsýzdýr.
Eðer þimdi, en kötü toprak A’nýn ürününün hiç bir rant getir-
mediði varsayýmýnýn temelini daha derinden araþtýracak olursak, yanýt,
zorunlu olarak þöyle olacaktý: Eðer tarýmsal ürünün, diyelim tahýlýn, piya-
sa-fiyatý, A topraðýndaki bir ek sermayenin yatýrýmýnýn olaðan üretim-
fiyatý ile sonuçlandýðý, yani sermaye üzerinden olaðan ortalama kârýn
geldiði düzeye ulaþýrsa, bu koþul, ek sermayeyi A topraðýna yatýrmak
için yeterlidir. Bir baþka deyiþle, bu koþul, olaðan kâr getiren yeni ser-
mayeyi yatýrmak ve onu normal biçimde kullanmak için, kapitaliste ye-

656 Karl Marks


Kapital III
terlidir. [sayfa 659]
Burada þunu belirtmek gerekir ki, bu durumda, piyasa-fiyatý, A’nýn
üretim-fiyatýndan yüksek olmalýdýr. Çünkü, ek sermaye yaratýlýr yaratýl-
maz, açýktýr ki, arz ve talep arasýndaki iliþki deðiþikliðe uðrar. Eskiden arz
yetersizdi. Þimdi yeterlidir. O halde fiyat düþmelidir. Düþmesi için, A’nýn
üretim-fiyatýndan yüksek olmuþ olmasý gerekir. Ama yeni ekime açýlan
A topraðýnýn daha az verimli olmasý gerçeði yüzünden, fiyat, B topraðýnýn
üretim-fiyatýnýn piyasayý düzenlediði zamanki kadar düþük bir düzeye
tekrar düþmez. A’nýn üretim-fiyatý, piyasa-fiyatýndaki, geçici deðil, nispe-
ten sürekli yükseliþin sýnýrýný oluþturur. Öte yandan ekime açýlan yeni
toprak, o zamana kadar düzenleyici olan A topraðýndan daha verimli ise
ve gene de ancak artan talebi karþýlamaya yetiyorsa, piyasa-fiyatý deðiþme-
den kalýr. Ama, en zayýf toprak tipinin rant getirip getirmediði sorusunun
araþtýrýlmasý, bu durumda da, bizim mevcut soruþturmamýzla çakýþýr,
çünkü burada da, A topraðýnýn hiç bir rant getirmediði varsayýmý, piyasa-
fiyatýnýn, kapitalistin bu fiyatla, yatýrýlan sermaye artý ortalama kârý tam
olarak kapsamasýna yeterli olmasý gerçeðiyle açýklanacaktýr; kýsacasý,
piyasa-fiyatýnýn ona metalarýnýn üretim-fiyatýný getirdiði gerçeðiyle açýk-
lanacaktýr.
Her durum ve koþulda, kapitalist çiftçi, kapitalist olarak böyle bir
karar gücüne sahip olduðu ölçüde, bu koþullar altýnda A topraðýný ekebi-
lir. A topraðýndaki normal sermaye yayýlmasýnýn önkoþulu þimdi mev-
cuttur. Ama kapitalist çiftçinin, þimdi, sermayenin yayýlmasý için ortalama
koþullar altýnda, hiç rant ödemek zorunda olmasa bile, A topraðýna ser-
maye yatýrabileceði öncülünden, A kategorisine dahil olan bu topraðýn,
þimdi, hemen çiftçinin kullanýmýnda olduðu sonucu asla çýkmaz. Kiracý
çiftçinin, hiç bir rant ödemek zorunda olmasaydý, sermayesi üzerinden
olaðan kân gerçekleþtirebileceði gerçeði, hiç de, toprakbeyinin topraðýný
bedavadan çiftçiye vermesi ve iþ arkadaþlýðý uðruna credit gratuit* bah-
þedecek kadar hayýrsever olmasý için bir temel oluþturmaz. Böyle bir
varsayým, toprak mülkiyetinin soyutlanmasý, toprak mülkiyetinin kaldýrýl-
masý anlamýna gelecektir, ve tam da bu sonuncunun varlýðýdýr ki, ser-
maye yatýrýmýna ve toprakta sermayenin özgürce yayýlmasýna bir
sýnýrlama oluþturur. Çiftçinin, eðer hiç rant ödemek zorunda olmasaydý,
bir baþka deyiþle, gerçekte, sanki toprak mülkiyeti yokmuþ gibi davrana-
bilseydi, tahýl fiyatlarý düzeyinin, A topraðýnýn iþlenmesindeki sermayesi-
nin yatýrýmý ile, olaðan kârý gerçekleþtirmesine olanak saðlayacaðý
yolundaki basit düþüncesinin karþýsýnda, bu sýnýrlama hiç de ortadan
kalkmaz. Ama, farklýlýk rantý, toprak mülkiyetinde bir tekelin varlýðýný,
sermayeye bir sýnýrlama olarak toprak mülkiyetini öngörür, çünkü bu
olmaksýzýn, artý-kâr, ne toprak rantýna dönüþtürülecek, ne de çiftçinin
yerine toprakbeyinin payýna düþecektir. Ve bir sýnýrlama olarak toprak

* Bedava kredi. -ç.

Karl Marks 657


Kapital III
mülkiyeti, farklýlýk rantý biçiminde rant, örneðin A topraðý üzerinde orta-
dan [sayfa 660] kalktýðý zaman bile, var olmaya devam eder. Eðer, toprakta
sermaye yatýrýmýnýn rant ödenmeksizin gerçekleþebileceði, kapitalist üre-
time sahip bir ülkedeki durumlarý ele alýrsak, göreceðiz ki, bunlarýn tümü
de, toprak mülkiyetinin ayrýca hukuken kaldýrýlmasýna olmasa bile, de
facto* kaldýrýlmasýna dayanmaktadýrlar; ama bu, ancak, tam da niteliði
gereði raslansa1 olan çok özgül koþullar altýnda yer alabilir.
Birincisi: Toprakbeyinin kendisi bir kapitalist ya da kapitalistin
kendisi bir toprakbeyi olduðu zaman. Bu durumda, piyasa-fiyatý, þimdi A
topraðý olan topraktan, üretim-fiyatýný, yani sermayenin yenilenmesi artý
ortalama kârý elde etmesini mümkün kýlmaya yetecek kadar yükselir
yükselmez, topraðýný kendisi yönetebilir. Ama niçin? Çünkü, onun için,
toprak mülkiyeti, sermaye yatýrýmýna bir engel oluþturmaz. Topraðýna
yalnýzca doðanýn bir öðesi olarak davranabilir ve bu yüzden yalnýzca
sermayesini yayma düþünceleri, kapitalist düþünceler ona yol gösterebi-
lir. Böyle durumlar pratikte ortaya çýkar, ama ancak istisnai olarak. Top-
raðýn kapitalist ekimi, nasýl ki, iþlev yapmakta olan sermayenin, toprak
mülkiyetinden ayrýlmasýný öngörürse, bir kural olarak, toprak mülkiyeti-
nin kendi-kendine yönetimini de dýþtalar. Hemen anlaþýlmaktadýr ki, bu
durum, salt raslansal bir durumdur. Eðer artan tahýl talebi, kendi-kendi-
ne yöneten mülk sahiplerinin elinde olandan daha büyük bir A tipi top-
rak alanýnýn ekimini gerektirirse, bir baþka deyiþle, ekilmek üzere A tipi
topraðýn bir bölümünün kirayla tutulmasý gerekirse, toprak mülkiyetinin
sermaye yatýrýmýna koyduðu sýnýrlamanýn bu nazari kaldýrýlmasý, bir anda
çöker. Kapitalist üretim tarzý altýnda, sermaye ile toprak, çiftçiler ile top-
rakbeyleri arasýndaki farklýlaþma ile iþe baþlamak, sonra da dönerek,
her nerede ve her ne zaman, sermaye, toprak mülkiyeti ondan ayrý ve
farklý deðilse, topraðýn ekiminden rant saðlamayacak olursa, toprakbey-
lerinin bir kural olarak kendi topraklarýný yönettiklerini varsaymak saç-
ma bir çeliþkidir. (Aþaðýda aktarýlan, Adam Smith’in madencilik rantýna
iliþkin parçalarýna bakýnýz.**) Toprak mülkiyetinin bu kaldýrýlmasý raslan-
saldýr. Olabilir de olmayabilir de.
Ýkincisi: Kiraya verilen bir mülkün toplam alanýnda, mevcut piya-
sa-fiyatlarýnda hiç rant getirmeyen bazý bölümler olabilir, öyle ki bunlar,
aslýnda bedavadan verilmiþtir. Ama toprakbeyi buna o gözle bakmaz,
çünkü o, kiraya verilen topraðýn toplam rantýný görür, onu oluþturan ayrý
ayrý parçalarýn özgül rantýný deðil. Bu durumda, kiraya verilen mülkün
içindeki rantsýz parçalar açýsýndan, sermaye yatýrýmýna bir sýnýrlama ola-
rak toprak mülkiyeti, kapitalist çiftçi için ortadan kalkar; ve bu, gerçekte,
toprakbeyinin kendisiyle sözleþme ile olur. Ama, kapitalist çiftçi, salý
bunlarla baðlantýlý olan toprak için rant ödediðinden, bu parçalar için

* Fiili olarak. -ç.


** Bu baskýda: s. 681.-Ed.

658 Karl Marks


Kapital III
rant ödemez. Burada, arz açýðýný üretmek için kesinlikle yeni bir üretim
[sayfa 661] alaný olarak daha zayýf A topraðýna baþvurmak yerine daha zayýf
A topraðýnýn, yalnýzca, daha iyi topraðýn ayrýlmaz bir parçasýný oluþturduðu
bir düzenleme öngörülmektedir. Ama araþtýrýlmasý gereken durum, tamý
tamýna, A tipi topraktaki bazý toprak parçalarýnýn baðýmsýz olarak yöne-
tilmesi gereken, yani kapitalist üretim tarzý altýnda genellikle hüküm
süren koþullar yüzünden baðýmsýz olarak kiraya verilmesi gereken du-
rumdur.
Üçüncüsü: Bir çiftçi, bu yolla saðlanan ek ürün, ona yalnýzca, yü-
rürlükte olan piyasa-fiyatlarýnda, üretim-fiyatýný getirse bile, yani ona ola-
ðan kârý saðlasa, ama hiç bir ek rant ödemesine olanak vermese bile,
ayný kiraya verilmiþ mülke, ek sermaye yatýrabilir. Böylece, topraða yatý-
rýlan sermayenin bir bölümü ile toprak rantý öder, ama öteki ile ödemez.
Ancak, bu varsayýmýn sorunun çözümüne ne kadar az yardýmcý olduðu
þu aþaðýdakinden anlaþýlabilir: Eðer piyasa-fiyatý (ve topraðýn ve- rimlili-
ði), eski sermayede olduðu gibi, üretim-fiyatýna ek olarak bir artý-kâr
getiren ek sermayesiyle, ek bir ürün elde etmesini mümkün kýlarsa, kira
sözleþmesi sona ermediði sürece, bu artý-kârý cebe indirebilmektedir.
Ama niçin? Çünkü, toprak mülkiyetinin sermayesinin topraða yatýrýlmasý-
na koyduðu sýnýrlama, kira sözleþmesi süresince ortadan kaldýrýl- mýþtýr.
Ama, daha zayýf nitelikteki ek topraðýn ona bu artý-kârý saðlamasý için,
baðýmsýz olarak temizlenmesi ve baðýmsýz olarak kiraya verilmesi gere-
ktiði yolundaki basit gerçek, eski topraktaki ek sermaye yatýrýmýnýn, ar-
týk, gereken arz artýþýný üretmeye yetmediðini çürütülmez bir biçimde
tanýtlamaktadýr. Bir varsayým ötekini dýþtalýyor. Þurasý bir gerçek ki, þimdi
þöyle söylenebilir: En kötü toprak A üzerindeki rantýn kendisi –karþýlaþtýr-
ma ister toprak sahibinin kendisi tarafýndan iþlenen topraða göre (ama
bu, salt bir raslansal istisna olarak meydana gelir), ister hiç rant getirme-
yen eski kiraya verilmiþ mülklerdeki ek sermaye yatýrýmlarýna göre ya-
pýlsýn– farklýlýk rantýdýr. Ama bu, 1) çeþitli toprak kategorilerinin verimli-
liðindeki farklýlýktan doðmayan ve dolayýsýyla A topraðýnýn hiç rant getir-
mediðini ve ürününün üretim-fiyatýndan satýldýðýný öngörmeyen bir farklýlýk
rantý olacaktýr; ve 2) ayný kiraya verilmiþ mülkteki ek sermaye yatýrýmla-
rýnýn rant getirip getirmemesi durumunun, ekime açýlacak A sýnýfýndan
yeni topraðýn rant getirip getirmemesi sorunu ile ilgisi yoktur, týpký, ör-
neðin, yeni bir baðýmsýz imalat iþinin kurulmasýnýn, ayný daldaki bir baþka
fabrikatörün, sermayesinin bir bölümünün, hepsini kendi iþinde kullan-
madýðý için faiz getiren senete yatýrmasý, ya da ona tam kâr getirmeyen,
ama gene de faizden daha fazla getiren bazý iyileþtirmeler yapmasý ile
ilgisi olmamasý gibi. Bu, onun için ikincil önem taþýr. Öte yandan, yeni
ek kuruluþlar, ortalama kârý getirmelidir ve bu ortalama kârý elde etmek
umuduyla örgütlenmiþlerdir. Elbette þurasý bir gerçektir ki, eski kiraya
verilmiþ mülklerdeki ek sermaye yatýrýmlarý ve A tipi yeni topraðýn ek
ekimi, karþýlýklý olarak birbirini sýnýrlar. Daha az elveriþli üretim koþullarý

Karl Marks 659


Kapital III
altýndaki ayný kiraya verilmiþ mülke ek sermayenin [sayfa 662] yatýrýlabile-
ceði sýnýr, A topraðýndaki rakip yeni yatýrýmlarla belirlenir, öte yandan, bu
toprak kategorisinin getirebileceði rant, eski kiraya verilmiþ mülklerdeki
rakip ek sermaye yatýrýmlarýyla sýnýrlanmýþtýr.
Ama bütün bu belirsiz kaçamaklar, basit bir biçimde þöyle ifade
edilen sorunu çözmezler: Tahýlýn (bu araþtýrmada, bu, genel olarak to-
prak ürünlerini temsil etmektedir) piyasa-fiyatýnýn, A topraðýndan bölüm-
lerin ekime açýlmasýna izin verecek yeterlikte olduðunu ve bu yeni alan-
lara yatýrýlan sermayenin üretim-fiyatýný getirebildiðini, yani sermaye artý
ortalama kârý tekrar yerine koyabildiðini varsayýn. Böylece, A topraðýnda
sermayenin normal yayýlmasý için koþullarýn var olduðunu varsayýn. Bu
yeterli midir? Bu sermaye, bu durumda, gerçekten yatýrýlabilir mi? Yoksa
piyasa-fiyatý, en kötü toprak A’nýn bile rant getirdiði noktaya kadar yük-
selmeli midir? Bir baþka deyiþle, toprak sahibinin tekeli, salt kapitalist
görüþ açýsýndan tekelin yokluðunda durum böyle olmazken sermaye
yatýrýmým engeller mi? Sorunun kendisinin konuþ biçiminden þu çýk-
maktadýr ki, eðer örneðin, ek sermayeler, belli piyasa-fiyatýnda ortalama
kâr getiren, ama hiç rant getirmeyen eski kiraya verilmiþ mülklere yatý-
rýlmýþsa, bu durum, sermayenin, gene ortalama kârlarý getiren, ama hiç
rant getirmeyen A topraðýna, þimdi gerçekten yatýrýlýp yatýrýlamayacaðý
sorusunu hiç bir biçimde yanýtlamaz. Ama önümüzdeki soru da tam
budur. Hiç rant getirmeyen ek sermaye yatýrýmlarýnýn talebi karþýlamadýðý
gerçeði, A tipi yeni topraðýn ekime açýlmasý zorunluluðu ile tanýtlan-
maktadýr. Eðer A topraðýnýn ek ekimi ancak rant getirdiði ölçüde, yani
üretim-fiyatýndan daha fazla getirdiði ölçüde gerçekleþiyorsa, tam iki
seçenek mümkündür. Ya, piyasa-fiyatý öyle olmalýdýr ki, eski kiraya veril-
miþ mülklerdeki ek sermaye yatýrýmlarý ister çiftçi, ister toprakbeyi tara-
fýndan cebe indirilsin, artý-kâr getirsinler. Fiyattaki bu artýþ ve son ek ser-
maye yatýrýmlarýndan gelen bu artý-kâr, bu durumda, A topraðýnýn rant
getirmeksizin ekilememesi gerçeðinin sonucudur. Çünkü, eðer, üretim-
fiyatý, yalnýzca ortalama kâr getirecek ekimin gerçekleþmesi için yeterli
olsaydý, fiyat bu kadar yükseðe çýkmayacaktý ve bu yeni toprak parçala-
rýnýn rekabeti, bunlar tam bu üretim-fiyatýný getirir getirmez hissedilmeye
baþlanacaktý. Hiç rant getirmeyen eski kiraya verilmiþ mülklerdeki ek
yatýrýmlarla rekabet edenler, bu durumda, A topraðýndaki gene hiç rant
getirmeyen yatýrýmlar olacaktý. – Ya da, eski kiraya verilmiþ mülklerdeki
son yatýrýmlar hiç rant getirmezler, ama gene de piyasa-fiyatý, A topraðýnýn
ekime açýlmasýný ve rant getirmesini mümkün kýlacak ölçüde yüksel-
miþtir. Bu durumda, hiç rant getirmeyen ek sermaye yatýrýmý, yalnýzca,
A topraðý, piyasa-fiyatý rant ödemesine izin verinceye kadar ekilmeye-
ceði için mümkün olmuþtur. Bu koþul olmaksýzýn onun ekimi, daha
düþük bir fiyat düzeyinde zaten baþlamýþ olacaktý ve rantsýz olaðan kârý
getirmek için yüksek piyasa-fiyatý gerektiren eski kiraya verilmiþ mülk-
lerdeki o daha sonraki sermaye yatýrýmlarý, yer alamayacaktý. Þurasý ger-

660 Karl Marks


Kapital III
çektir ki, bunlar, yüksek piyasa-fiyatýnda yalnýzca ortalama kâr [sayfa 663]
getirirler. O halde A topraðý ekime açýldýðý andan itibaren düzenleyici
üretim-fiyatý haline gelecek olan daha düþük bir üretim-fiyatýnda, bun-
lar, bu ortalama kârý getirmeyeceklerdi, yani o halde, yatýrýmlar bu ko-
þullar altýnda hiç yer almamýþ olacaklardý. Bu yolla, A topraðýndan gelen
rant, gerçekten de, hiç rant getirmeyen eski kiraya verilmiþ mülklerdeki
yatýrýmlarla karþýlaþtýrýldýðýnda farklýlýk rantýný oluþturacaktýr. Ama öyle
ki, A’nýn toprak alanlarýnda oluþan bu farklýlýk rantý, bu alanlarýn, rant
getirmedikçe ekime hiç de açýk olmamalarý gerçeðinin bir sonucundan
baþka bir þey deðildir, yani öyle ki, aslýnda, toprak tiplerindeki hiç bir
farklýlýk tarafýndan belirlenmeyen ve eski kiraya verilmiþ mülklerdeki
olasý ek sermaye yatýrýmlarýna bir engel oluþturan bu rant için zorunlu-
luk sözkonusudur. Her iki durumda da, A topraðýndan gelen rant, yalnýz-
ca tahýl fiyatlarýndaki yükselmenin bir sonucu olmayacak, tersine,
ekiminin mümkün olmasý için en kötü topraðýn rant getirmesi gerektiði
gerçeði, tahýl fiyatlarýnýn, bu koþulun gerçekleþeceði noktaya kadar yük-
selmesinin nedeni olacaktýr.
Farklýlýk rantý þu özelliðe sahiptir: toprak mülkiyeti, burada, yalnýz-
ca, tersi durumda, çiftçinin cebine akacak olan ve çiftçinin sözleþme
süresi boyunca belli koþullar altýnda gerçekten de cebe indirebileceði
artý-kârýn yolunu keser. Toprak mülkiyeti, burada, yalnýzca, mülkiyetle
hiç bir ilgisi olmaksýzýn (aslýnda, piyasa-fiyatýný düzenleyen üretim-fiyatý-
nýn rekabetle belirlenmesi sonucunda) doðan ve artý-kâra dönüþen meta-
fiyatýnýn bir bölümünün aktarýlmasýnýn nedenidir – fiyatýn bu bölümünün
bir kiþiden ötekine, kapitalistten toprakbeyine aktarýlmasýnýn nedenidir.
Ama toprak mülkiyeti, fiyatýn bu bölümünü, ya da fiyatýn bu bölümünü
koþullandýran fiyat artýþýný yaratan neden deðildir. Öte yandan, en kötü
toprak A, üretim-fiyatýnýn üzerinde bir þey, rant getirinceye kadar –ekimi
üretim-fiyatýný getirecek olmasýna karþýn– ekilemezse, o zaman, toprak
mülkiyeti, fiyattaki bu artýþýn yaratýcý nedenidir. Toprak mülkiyetinin ken-
disi rantý yaratmýþtýr. Eðer, sözü edilen ikinci durumda olduðu gibi, þimdi
A topraðý üzerinde ödenen rant, yalnýzca üretim-fiyatýný ödeyen, eski ki-
raya verilmiþ mülklerdeki son ek sermaye yatýrýmlarý ile karþýlaþtýrýldý-
ðýnda, farklýlýk rantýný oluþturuyorsa, bu gerçek deðiþmez. Çünkü, dü-
zenleyici piyasa-fiyatý, A topraðýndan rant gelmesine izin verecek ölçüde
yükseðe çýkýncaya kadar, A topraðýnýn ekilemeyeceði koþulu – yalnýzca
bu koþul, burada, piyasa-fiyatýnýn, eski kiraya verilmiþ mülklerdeki son
yatýrýmlarýn, gerçekte yalnýzca, üretim-fiyatlarýný, ama ayný zamanda da
A topraðý üzerinde rant getiren bir üretim-fiyatým getirmelerini mümkün
kýlacak bir noktaya yükselmesi gerçeðinin temelidir. A topraðýnýn rant
getirmek zorunda olmasý gerçeði, bu durumda, A topraðý ile eski kiraya
verilmiþ mülklerdeki son yatýrýmlar arasýndaki farklýlýk rantýnýn nedeni-
dir. [sayfa 664]
Genel olarak, A topraðýnýn hiç rant getirmediðini söylerken –tahýl

Karl Marks 661


Kapital III
fiyatýnýn üretim-fiyatý ile düzenlendiðini varsayarak– sözcüðün kesin an-
lamýnda rantý kastediyoruz. Eðer çiftçi, emekçilerinin normal ücretlerin-
den, ya da kendi normal ortalama kârýndan düþülen bir miktarý oluþturan
‘’kiralama parasý’’ ödüyorsa,rant, yani metalarýnýn fiyatýnýn, ücretlerden
ve kârdan ayrý, baðýmsýz bir parçasýný ödemektedir. Zaten belirtmiþtik
ki, uygulamada, bu, sürekli olarak, gerçekleþmektedir. Belli bir ülkede
tarým emekçilerinin ücretleri genel olarak, normal ortalama ücretler dü-
zeyinin altýna düþürüldüðü, öyle ki, ücretlerden düþürülen bir miktar,
ücretlerin bir bölümü, genel bir kural olarak ranta girdiði sürece, en kötü
topraðý eken çiftçi için, bu, istisnai bir durum oluþturmaz. En kötü top-
raðýn ekimini mümkün kýlan ayný üretim-fiyatýnda, bu düþük ücretler za-
ten onu meydana getiren bir öðeyi oluþtururlar, ve bu yüzden ürünün
üretim-fiyatýnda satýlmasý, bu topraðý eken çiftçinin herhangi bir rant
ödemesini mümkün kýlmaz. Toprakbeyi, topraðýný, satýþ-fiyatýnda ücret-
lerin üzerinde gerçekleþtirdiðinin, tümünü ya da bütün bir bölümünü,
toprakbeyine rant biçiminde ödemekten hoþnut kalabilen herhangi bir
emekçiye de kiraya verebilir. Ancak bütün bu durumlarda, kiralama pa-
rasý ödenmesi gerçeðine karþýn, hiç bir gerçek rant ödenmemiþtir. Ama
her nerede, koþullar, kapitalist üretim tarzý altýndaki koþullara tekabül
ediyorsa, rant ve kiralama parasý çakýþmalýdýr. Oysa burada tahlil edil-
mesi gereken de tam bu normal koþuldur.
Yukarda ele alýnan durumlar bile –ki bunlarda, kapitalist üretim
tarzý altýnda, topraktaki sermaye yatýrýmlarý gerçekten rant getirmeden
yapýlabilirler– sorunumuzun çözümüne katkýda bulunmaz, koloni
koþullarýna atýfta bulunmak ise daha da yararsýzdýr. Bir koloninin koloni
olduðunu saptayan ölçüt –burada yalnýzca gerçek tarýmsal kolonilerden
sözediyoruz– yalnýzca, mevcut, doðal durumdaki geniþ verimli toprak
alaný deðildir. Daha çok, bu topraðýn maledinilmemiþ olmasý, özel mül-
kiyete tabi tutulmamýþ olmasý durumudur. Eski ülkelerle koloniler arasýn-
daki, toprak açýsýndan büyük fark þurada yatar: Wakefield’in35 doðru
olarak belirttiði ve fizyokrat Mirabeau pere’in* ve öteki eski iktisatçýlarýn
ondan çok önce keþfettiði gibi, toprak mülkiyetinin hukuken ya da ger-
çekte var olmayýþý. Kolonistler yalnýzca topraðý mal mý ediniyorlar, yok-
sa, gerçekten devlete, toprakta, geçerli hukuki bir tasarruf hakký için
nominal bir toprak fiyatý biçiminde bir ücret mi ödüyorlar, burada hiç
önemli deðildir. Ayrýca oraya zaten yerleþmiþ olan kolonistlerin, topraðýn
hukuki sahibi olabilmeleri de önemli deðildir. Gerçekten de, toprak mül-
kiyeti, burada sermaye yatýrýmýna –ve ayrýca, sermayesiz emek yatýrýmý-
na– hiç bir sýnýrlama getirmez; topraðýn bir kýsmýnýn oraya zaten [sayfa 665]
yerleþmiþ olan kolonistler tarafýndan maledinilmesi, yeni gelenlerin ser-
mayelerini ya da emeklerini yeni toprak üzerinde kullanmalarýný engel-
35
Wakefield, England and America, London 1833. Ayrýca, Das Kapital, Buch I, Kap. xxv
[Kapital, Birinci Cilt, Otuzüçüncü Bölüm. -Ed.] ile karþýlaþtýrýnýz.
* Baba. -ç.

662 Karl Marks


Kapital III
lemez. Bu yüzden –toprak mülkiyetinin sermayenin bir yatýrým alaný
olarak topraðý kýsýtladýðý hallerde-; toprak mülkiyetinin, topraðýn ürünle-
rinin fiyatý ve rant üzerine etkisini incelemek gerekli olduðu zaman,
tarýmda, ne kapitalist üretim tarzýnýn, ne de ona uygun düþen toprak
mülkiyeti biçiminin, var olmadýðý –aslýnda toprak mülkiyeti hiç yoktur–
özgür burjuva kolonilerinden sözetmek son derece saçma olacaktýr. Ör-
neðin Ricardo, toprak rantý konusundaki bölümünde böyle yapmakta-
dýr. Önsözde, topraðýn maledinilmesinin topraðýn ürünlerinin deðeri
üzerine etkisini araþtýrmak niyetinde olduðunu belirtmekte ve bundan
sonra doðrudan doðruya kolonileri bir örnek olarak almakta, bununla,
topraðýn nispeten ilkel bir durumda bulunduðunu ve topraktan yararlan-
manýn toprak mülkiyeti tekeli ile sýnýrlanmadýðýný varsaymaktadýr.
Topraðýn salt hukuki sahipliði, toprak sahibi için hiç bir toprak
rantý yaratmaz. Ama, gerçekten de, ona, toprak ister gerçek tarýmsal
amaçlar için, ister yapý vb. gibi öteki üretim amaçlarý için kullanýlsýn, ikti-
sadi koþullar, topraðý kendisine bir artý getirecek biçimde kullanmasýna
izin verinceye dek, kullaným dýþýnda tutmak gücünü verir. O, alanýn mut-
lak büyüklüðünü çoðaltamaz ya da azaltamaz, ama piyasaya konan top-
rak miktarýný deðiþtirebilir. Dolayýsýyla, Fourier’nin de zaten gözlemlemiþ
olduðu gibi, tüm uygar ülkelerde topraðýn nispeten önemli bir bölümü-
nün daima ekilmeden kalmasý tipik bir gerçektir.
O halde, talebin, diyelim o zamana kadar ekilenlerden daha az
verimli olan yeni topraklarýn ekime açýlmasýný gerektirdiðini varsayarsak
– toprakbeyi, sýrf topraðýn ürününün piyasa-fiyatý, çiftçiye üretim-fiyatýný
ve böylece de topraktaki yatýrýmý üzerinden olaðan kârý getirecek ölçü-
de yükseldi diye, topraðýný hiç bir karþýlýðý olmadan kiraya verecek mi-
dir? Hiç de deðil. Sermaye yatýrýmýnýn ona rant getirmesi gerekir. Topraðý
için ona kiralama parasý ödenebilinceye kadar, topraðýný kiraya vermez.
Bu yüzden, piyasa-fiyatý, üretim-fiyatýnýn üzerinde bir noktaya, örneðin
p + r’ye çýkmalýdýr, öyle ki, toprakbeyine rant ödenebilsin. Varsayýmýmý-
za göre toprak mülkiyeti kiraya verilinceye kadar hiç bir þey getirmediðin-
den, o zamana kadar iktisaden deðersiz olduðundan piyasa-fiyatýndaki,
üretim-fiyatýnýn üzerine çýkan ufak bir artýþ, en zayýf nitelikteki yeni top-
raðý piyasaya getirmeye yeter.
Þimdi þu soru doðuyor: En kötü topraðýn hiç bir verimlilik farkýn-
dan saðlanamayacak toprak rantý getirmesi gerçeðinden, topraðýn ürü-
nünün fiyatýnýn, zorunlu olarak, olaðan anlamda bir tekel fiyatý olduðu ya
da vergiyi devlet yerine toprakbeyinin koymasý yolundaki tek ayrýmla
rantýn bir vergi gibi girdiði bir fiyat olduðu sonucu çýkar mý? Söylemeye
gerek yok ki, bu vergi, kendine özgü iktisadi sýnýrlara sahiptir. Eski kiraya
verilmiþ mülklerdeki ek sermaye yatýrýmlarýyla, dýþardan gelen toprak
ürünlerinin rekabetiyle –bunlarýn ithalinin kýsýtsýz olduðunu varsayarsak–
[sayfa 666] toprakbeylerinin kendileri arasýndaki rekabetle, ve ensonu, tüke-
ticilerin gereksinmeleri ve ödeme yetenekleriyle sýnýrlanmýþtýr. Ama bura-

Karl Marks 663


Kapital III
da sorun bu deðildir. Sorun en kötü toprak üzerinden ödenen rantýn, bir
metaya konan verginin onun, fiyatýna girmesi, yani metaýn deðerinden
baðýmsýz bir öðe olarak girmesi ile ayný biçimde, bu topraðýn ürünlerinin
fiyatýna –varsayýmýmýza göre genel piyasa-fiyatýný düzenleyen fiyat– girip
girmediðidir.
Bu, hiç de zorunlu olarak çýkan bir sonuç deðildir, ve bunun böy-
le olduðu yolundaki tartýþma, yalnýzca metalarýn deðeri ile üretim-fiyatla-
rý arasýndaki ayrýmýn þimdiye kadar anlaþýlmamýþ olmasýndandýr. Gördük
ki, bir bütün olarak ele alýndýðýnda, metalarýn üretim-fiyatlarýnýn, yalnýz-
ca toplam deðerleri tarafýndan düzenlenmelerine karþýn, ve çeþitli tür-
deki metalarýn üretim-fiyatlarýnýn hareketinin, bütün öteki koþullar eþit
olmak kaydýyla yalnýzca deðerlerinin hareketiyle belirlenmesine karþýn,
bir metaýn üretim-fiyatý, hiç de deðerine özdeþ deðildir. Gösterilmiþti ki,
bir metaýn üretim-fiyatý, deðerinin üzerinde ya da altýnda olabilir, ve deð-
eri ile yalnýzca istisnai olarak çakýþýr. Dolayýsýyla topraðýn ürünlerinin üre-
tim-fiyatlarýnýn üzerinde satýlmasý gerçeði, hiç de bunlarýn deðerlerinin
üzerinde satýldýðýný tanýtlamaz; týpký, sanayi ürünlerinin, ortalama olarak
üretim-fiyatlarý üzerinden satýlmalarý gerçeðinin, deðerleri üzerinden sa-
týldýklarýný tanýtlamamasý gibi. Tarýmsal ürünlerin, üretim-fiyatlarýnýn üze-
rinde ve deðerlerinin altýnda satýlmalarý mümkünken, öte yandan da, bir
çok sýnai ürün, salt deðerleri üzerinde satýldýklarý için, üretim-fiyatýný ge-
tirir.
Bir metaýn üretim-fiyatýnýn deðeriyle baðýntýsý, salt, metaý üreten
sermayenin deðiþen bölümünün deðiþmeyen bölümüne oranýyla, ya da
onu üreten sermayenin organik bileþimi ile belirlenir. Eðer, belli bir üre-
tim alanýnda, sermayenin bileþimi, ortalama toplumsal sermayeninkin-
den düþükse, yani sermayenin ücretler için kullanýlan deðiþen parçasý,
emeðin maddi koþullarý için kullanýlan deðiþmeyen parçasýna oranla,
ortalama toplumsal sermayede olduðundan daha büyükse, o zaman,
onun ürününün deðeri, üretim-fiyatýnýn üzerinde olmalýdýr. Bir baþka
deyiþle, böyle sermaye daha çok canlý emek kullandýðý için, emeðin eþit
biçimde sömürüldüðünü varsayarsak, toplumsal ortalama sermayenin
eþit büyüklükteki bir tam bölümünden daha çok artý-deðer ve dolayýsýy-
la daha çok kâr üretir. Bu yüzden, bu üretim-fiyatý, sermayenin yerine
konmasý artý ortalama kâra eþit olduðuna ve ortalama kâr bu metada
üretilen kârdan daha düþük olduðuna göre, ürününün deðeri üretim-
fiyatýnýn üzerindedir. Ortalama toplumsal sermaye tarafýndan üretilen
artý-deðer, bu düþük, bileþimdeki bir sermaye tarafýndan üretilen artý-
deðerden azdýr. Belli bir üretim alanýna yatýrýlan sermaye, toplumsal or-
talama sermayeden daha yüksek bir bileþimde ise, durum tersidir. Onun
ürettiði metalarýn deðeri, üretim-fiyatlarýnýn altýndadýr, en geliþmiþ sa-
nayilerin ürünlerinde durum genellikle böyledir. [sayfa 667]
Eðer, belli bir üretim alanýndaki sermaye, ortalama toplumsal ser-
mayeden daha düþük bir bileþimde ise, o zaman bu her þeyden önce,

664 Karl Marks


Kapital III
yalnýzca, bu özel üretim alanýndaki toplumsal emeðin üretkenliðinin,
ortalamanýn altýnda olduðunu söylemenin bir baþka biçimidir; çünkü,
ulaþýlan üretkenlik düzeyi, deðiþmeyen sermayenin deðiþen sermayeye
nispi üstünlüðünde, ya da –verilen sermaye için– ücretler için kullanýlan
bölümün sürekli azalmasýnda kendini gösterir. Öte yandan, eðer belli bir
üretim alanýndaki sermaye daha yüksek bir bileþimdeyse, o zaman bu,
üretkenlikte, ortalamanýn üzerinde olan bir geliþmeyi yansýtýr.
Nitelikleri gereði, incelenmeleri tartýþmamýz dýþýnda tutulan ger-
çek sanat yapýtlarýný bir yana býrakýrsak, üstelik açýktýr ki, farklý üretim
alanlarý kendilerine özgü teknik özelliklerine uygun olarak, farklý oranlar-
da deðiþen ve deðiþmeyen sermaye gerektirirler, ve canlý emek bazýla-
rýnda daha büyük, ötekilerde daha küçük rol oynamak zorundadýr.
Örneðin, tarýmdan kesinlikle ayýrdedilmesi gereken istihraç sanayiinde,
deðiþmeyen sermayenin bir öðesi olarak hammadde, bütünüyle mev-
cut deðildir ve hatta, yardýmcý madde bile ender olarak önemli bir rol
oynar. Oysa madencilik sanayiinde, deðiþmeyen sermayenin öteki par-
çasý, yani sabit sermaye, önemli bir rol oynar. Gene, burada da, ilerle-
me, deðiþen sermayeye oranla deðiþmeyen sermayedeki nispi artýþla
ölçülebilir.
Eðer asýl tarýmdaki sermayenin bileþimi, ortalama toplumsal ser-
mayeninkinden düþükse, o zaman, bu, prima facie, geliþmiþ üretime
sahip ülkelerde, tarýmýn, iþleme sanayilerindeki ile ayný ölçüde ilerlemiþ
olduðu gerçeðini ifade eder. Böyle bir gerçek –belirleyici iktisadi koþullar
da kýsmen dahil1 olmak üzere tüm öteki koþullardan baþka– kimyada,
jeolojide ve fizyolojideki daha sonraki ve oldukça yeni geliþmelere, ve
özellikle bunlarýn tarýma uygulanmalarýna oranla mekanik biçimlerdeki
geliþmenin ve özellikle bunlarýn uygulanmalarýnýn, daha erken ve daha
hýzlý olmasýyla açýklanabilir. Bu arada þunu belirtelim, bizzat tarýmýn iler-
lemesinin, deðiþen sermayeye oranla deðiþmeyen sermayedeki nispi
bir büyüme ile sürekli olarak ifade edildiði, kesin ve eskiden beri bilinen
bir gerçektir.36 Kapitalist üretimin hüküm sürdüðü belirli bir ülkede, ör-
neðin Ýngiltere’de, tarýmsal sermayenin bileþiminin ortalama toplumsal
sermayeninkinden düþük olup olmadýðý, ancak istatistiki olarak kararlaþ-
týrýlacak bir sorundur, ve bizim amaçlarýmýz açýsýndan, buna ayrýntýlý ola-
rak girmek gereksizdir. Her durum ve koþulda, tarýmsal ürünlerin deðe-
rinin üretim-fiyatýndan ancak bu varsayýma dayanýlarak yüksek olabile-
ceði, teorik olarak saptanmýþtýr. Bir baþka deyiþle tarýmda belli büyüklük-
teki bir sermaye, ortalama toplumsal bileþime sahip ayný büyüklükteki
bir sermayeden, daha çok artý-deðer üretir, ya da, ayný þey demek olan,
daha çok artý-emeði harekete geçirir ve emri altýna alýr (ve bununla [sayfa
668] genel olarak daha çok canlý emek kullanýr).

36
Bkz: Dombasle (Annales agricoles de Roville, ou Méletanges d’agriculture, d’économie
rurale et de léegislation agricole, Paris 1824-37. -Ed.) ve R. Jones [An Essay on ýhe Disýribution of
Wealth, etc., London 1831, s. 223 vd.. -Ed.].

Karl Marks 665


Kapital III
O halde, bu varsayým, burada tahlil ettiðimiz ve ancak bu var-
sayým yürürlükte olduðu sürece geçerli olan rant biçimi için yeterlidir.
Bu varsayým nerede geçerli deðilse, buna uygun olan rant biçimi de ar-
týk geçerli olmaz.
Ama, tarýmsal ürünlerin deðerinde, üretim-fiyatlarýnýn üzerinde
bir fazlanýn salt varlýðý, kendi baþýna, çeþitli toprak tiplerinin verimliliðin-
deki ve ayný toprak üzerindeki ardarda sermaye yatýrýmlarýndaki farklýlý-
klardan baðýmsýz olan bir toprak rantýnýn –kýsacasý, kavram olarak farklýlýk
rantýndan kesinlikle ayýrdedilecek ve dolayýsýyla mutlak rant diye adlan-
dýrabileceðimiz bir rantýn varlýðýný açýklamak için yeterli deðildir. Çok
sayýda imalat ürünü, ranta dönüþtürülebilecek, ortalama kârýn üzerinde
herhangi bir fazla ya da artý-kâr getirmeksizin, deðerlerinin, üretim-fiyat-
larýndan daha yüksek olmasý gerçeði ile tanýmlanýrlar. Tersine, üretim-
fiyatý ve onun ifade ettiði genel kâr oraný kavramý ve bunlarýn varlýðý, tek
tek metalarýn, deðerleri üzerinden satýlmadýðý gerçeðine dayanýr. Üre-
tim-fiyatlarý, meta-deðerlerinin bir eþitlenmesinden doðar. Çeþitli üretim
alanlarýnda tüketilen ayrý ayrý sermaye-deðerleri yerine konduktan son-
ra, bu, tüm artý-deðeri, tek tek üretim alanlarýnda üretilmiþ olan ve böy-
lece bunlarýn metalarýna katýlmýþ olan miktarda orantýlý olarak deðil,
ortaya konan sermayelerin büyüklüðü ile orantýlý olarak daðýtýr. Ancak
bu biçimdedir ki, üretim-fiyatý ve onun tipik öðesi olan ortalama kâr do-
ðar. Toplam sermaye tarafýndan üretilen artý-deðerin daðýtýlmasýnda re-
kabet aracýlýðýyla bu eþitlemeyi saðlamak ve bu eþitlemenin önündeki
tüm engelleri yenmek, sermayelerin sürekli eðilimidir. Bu yüzden bun-
lar tüm koþullar altýnda metalarýn deðerleri ve üretim-fiyatlarý arasýndaki
farklýlýktan deðil de, daha çok, piyasaya hükmeden genel üretim-fiyatý
ile, ondan farklý olan bireysel üretim-fiyatlarý arasýndaki farklýlýktan doð-
an artý-kârlarý; belli bir üretim alanýnda geçerli olan, ve onun için iki farklý
alan arasýnda geçerli olmayan ve böylece de çeþitli alanlarýn genel üre-
tim-fiyatlarýný, yani genel kâr oranýný etkilemeyen, bunun yerine deðerle-
rin üretim-fiyatlarýna dönüþmesini ve genel bir kâr oranýný öngören
artý-kârlarý hoþ görmek eðilimindedirler. Ama bu varsayým, daha önce
de tartýþýldýðý gibi, toplam toplumsal sermayenin, çeþitli üretim. alanlarý
arasýnda sürekli olarak deðiþen orantýlý daðýlýmýna, sermayelerin aralýk-
sýz giriþ-çýkýþýna, bunlarýn bir alandan ötekine aktarýlabilmelerine, kýsa-
casý, bunlarýn toplam toplumsal sermayenin baðýmsýz parçalarý için, bir
sürü elveriþli yatýrým alanýný temsil eden, çeþitli üretim alanlarý arasýnda-
ki serbest hareketlerine dayanýr. Bu durumda öncül, hiç bir engelin, ya
da salt raslansal ve geçici bir engelin, sermayelerin –örneðin meta-de-
ðerlerinin üretim-fiyatlarýndan daha yüksek olduðu, ya da üretilen artý-
deðerin ortalama kârý aþtýðý bir üretim alanýnda– deðeri üretim-fiyatýna
indirmek ve böylece, bu üretim alanýnýn fazla artý-deðerini, sermayenin
yararlandýðý bütün alanlar arasýnda orantýlý daðýtmaktaki [sayfa 669] rekabe-
tine müdahale etmemesidir. Ama eðer tersi olursa, eðer sermaye ancak

666 Karl Marks


Kapital III
kýsmen yenebileceði, ya da hiç yenemeyeceði, ve bazý alanlardaki yatýrý-
mýný sýnýrlayan, bu yatýrýmý, ancak, artý-deðerin bir ortalama kâra genel
eþitlenmesini kýsmen ya da tümüyle dýþtalayan koþullar altýnda kabul
eden yabancý bir güçle karþýlaþýrsa, o zaman açýktýr ki, böyle üretim
alanlarýnda, metalarýn deðerinin üretim-fiyatlarýndan fazlasý, ranta dö-
nüþtürülebilen ve bu niteliðiyle de kâra göre baðýmsýz kýlýnmýþ bir artý-
kâra yolaçacaktýr. Böyle bir yabancý güç ve engel, topraða yatýrým yapmak
çabasýnda sermayenin karþýsýna çýktýðý zaman, toprak mülkiyeti tarafýn-
dan temsil edilir; böyle bir güç, kapitalistle karþý karþýya olan toprakbeyi-
dir.
Burada toprak mülkiyeti, yeni ekime açýlacak topraðýn, hiç bir
farklýlýk rantý getirmeyen ve toprak mülkiyeti olmasaydý, piyasa-fiyatýndaki
küçük bir artýþla bile ekilebilecek olan, öyle ki, düzenleyici piyasa-fiyatý-
nýn, bu en kötü topraðýn çiftçisine yalnýzca üretim-fiyatýný saðlayacaðý bir
kategoriye dahil olabilmesine karþýn, o zamana kadar ekilmemiþ ya da
kiraya verilmemiþ olan toprakta, bir vergi koymaksýzýn, ya da bir baþka
deyiþle bir rant talep etmeksizin hiç bir yeni sermaye yatýrýmýna izin ver-
meyen engeldir. Ama toprak mülkiyetinin koyduðu engel yüzünden, pi-
yasa-fiyatý, topraðýn, üretim-fiyatýnýn üzerinde bir artý getirebileceði, yani
bir rant getirebileceði bir düzeye çýkmalýdýr. Ancak, varsayýmýmýza göre,
tarýmsal sermayenin ürettiði metalarýn deðeri, bunlarýn üretim-fiyatlarýn-
dan yüksek olduðundan (az sonra tartýþacak bir durum dýþýnda) bu rant,
üretim-fiyatýnýn üzerindeki deðer fazlasýný, ya da onun bir kýsmýný oluþ-
turur. Rantýn, deðer ile üretim-fiyatý arasýndaki farkýn tümüne mý, yoksa
bunun daha büyük ya da daha küçük bir parçasýna mý eþit olduðu,
tamamen, arz ve talep arasýndaki iliþkiye ve yeni ekime açýlan topraðýn
alanýna baðlý olacaktýr. Rant, tarýmsal ürünlerin deðerinin, bunlarýn üre-
tim-fiyatlarý üzerindeki fazlasýna eþit olmadýðý sürece, bu fazlanýn bir
bölümü, daima, tüm artý-deðerin çeþitli bireysel sermayeler arasýnda
orantýlý daðýlýmýna ve genel eþitlenmesine girecektir. Rant, üretim-fiyatý
üzerindeki deðer fazlasýna eþit olur olmaz, artý-deðerin ortalama kârýn
üzerinde olan bu bölümünün tümü, bu eþitlenmenin dýþýna çekilecektir.
Ama bu mutlak rant, ister üretim-fiyatý üzerindeki deðer fazlasýnýn tümü-
ne, ister yalnýzca bir parçasýna eþit olsun, tarýmsal ürünler, fiyatlarý deð-
erlerini aþtýðý için deðil, fiyatlarý deðerlerine eþit olduðu için, ya da fiyatlarý
deðerlerinden düþük, ama üretim-fiyatlarýndan yüksek olduðu için, her
zaman, bir tekel fiyatýna satýlacaklardýr. Bunlarýn tekeli, deðerleri genel
üretim-fiyatýndan yüksek olan öteki sanayi ürünlerinden farklý olarak,
üretim-fiyatý ile bir düzeye getirilmemeleri gerçeðinden ibarettir. Üretim-
fiyatýnýn bir bölümü gibi, deðerin bir bölümü de, gerçekten verilen bir
sabit, yani üretimde tüketilen sermaye = k’yi temsil eden maliyet-fiyatý
olduðundan, bunlarýn arasýndaki fark, öteki, deðiþen bölüme, üretim-
fiyatýnda, p’ye, kâra eþit olan, yani toplumsal sermaye [sayfa 670] üzerinden
ve toplumsal sermayenin bir tam kesri olarak her bireysel sermaye üze-

Karl Marks 667


Kapital III
rinden hesaplanan toplam artý-deðere eþit olan; ama metalarýn deðerin-
de, bu özel sermayenin yarattýðý gerçek artý-deðere eþit olan, ve bu ser-
mayenin yarattýðý meta-deðerlerinin bütünleyici bir parçasýný oluþturan
artý-deðere dayanýr. Eðer metalarýn deðeri, üretim-fiyatlarýndan yüksek-
se, o zaman bunlarýn üretim-fiyatý = k + p, ve deðer = k + p + d, öyle
ki P + d = burada içerilen artý-deðerdir. Onun için, deðer ile üretim-
fiyatý arasýndaki fark = d, bu sermaye tarafýndan yaratýlan artý-deðerin,
genel kâr oraný aracýlýðýyla ona ayrýlan artý-deðerden fazlasýdýr. Bundan
þu sonuç çýkar ki, tarýmsal ürünlerin fiyatlarý, deðerlerine eriþmeksizin,
üretim-fiyatlarýndan daha yüksek olabilir. Ayrýca bundan þu çýkar ki, bun-
larýn fiyatlarý deðerlerine ulaþmadan önce, tarýmsal ürünlerin fiyatýnda
sürekli bir artýþ, belli bir noktaya kadar, yer alabilir. Gene bundan þu
çýkar ki, tarýmsal ürünlerin deðerinin, bunlarýn üretim-fiyatýnýn üzerinde-
ki fazlasý, salt toprak mülkiyetindeki tekelin bir sonucu olarak, genel
piyasa-fiyatlarýnda belirleyici bir öðe haline gelebilir. Ensonu, bundan þu
çýkar ki, bu durumda, ürünün fiyatýndaki artýþ, rantýn nedeni deðildir,
bunun yerine rant, ürünün fiyatýndaki artýþýn nedenidir. En kötü topraðýn
bir birim alanýndan gelen ürünün fiyatý = p + r ise, o zaman P + r’nin
düzenleyici fiyat haline gelmesi varsayým olduðundan, tüm farklýlýk rant-
larý r’nin buna tekabül eden katlarýnca artacaktýr.
Eðer tarým-dýþý toplumsal sermayenin ortalama bileþimi = 85s +
15d ve artý-deðer oraný = %100 olsaydý, o zaman üretim-fiyatý = 115
o1acaktý. Eðer tarýmsal sermayenin bileþimi = 75s +25d olsaydý ve artý-
deðer oraný ayný olsaydý, o zaman tarýmsal ürünün deðeri ve düzenleyici
piyasa-fiyatý = 125 olacaktý. Eðer tarýmsal ve tarým-dýþý ürün, ayný ortala-
ma fiyata eþitlenecekse (kýsa olsun diye, her iki üretim dalýnda da to-
plam sermayenin eþit olduðunu varsayýyoruz), o zaman toplam artý-deðer
= 40, ya da 200’lük sermaye üzerinden %20 olacaktýr. Birinin olduðu
kadar, ötekinin ürünü de, 120’ye satýlacaktýr. Böylece, üretim-fiyatlarýna
eþitlenmede, tarým-dýþý ürünün ortalama piyasa-fiyatlarý, deðerlerinin üze-
rinde, tarýmsal ürününki ise, altýnda kalacaktýr. Eðer tarýmsal ürünler
tam deðerlerinde satýlsalardý, bunlar, eþitlenmede olduklarýndan 5 fazla,
sýnai ürünler ise 5 az olacaklardý. Eðer piyasa koþullarý, tarýmsal ürünle-
rin tam deðerlerinde, üretim-fiyatý üzerindeki tam artýya satýlmalarýna
izin vermezse, o zaman, etki iki aþýrý uç arasýnda olur; sýnai ürünler de-
ðerlerinin biraz üzerinde, tarýmsal ürünler ise üretim-fiyatlarýnýn biraz
üzerinde satýlýrlar.
Toprak mülkiyeti, tarýmsal ürünün fiyatýný, üretim-fiyatýnýn üzeri-
ne çýkarabilirse de, buna deðil, daha çok, piyasanýn genel durumuna,
piyasa-fiyatýnýn üretim-fiyatýný ne ölçüde aþtýðýna ve deðere yaklaþtýðýna,
ve bu yüzden tarýmda yaratýlan, verilen ortalama kârýn üzerindeki artý-
deðerin, ne ölçüde, ya ranta dönüþtürüleceðine, ya da artý-deðerin orta-
lama kâra genel eþitlenmesine gireceðine dayanýr. Her durum ve koþulda,
[sayfa 671] üretim-fiyatýnýn üstündeki deðer fazlasýndan doðan bu mutlak

668 Karl Marks


Kapital III
rant, tarýmsal artý-deðerin bir parçasýndan, bu artý-deðerin ranta dönüþtü-
rülmesinden, onun toprakbeyi tarafýndan aþýrýlmasýndan baþka bir þey
deðildir; týpký farklýlýk rantýnýn, artý-kârýn ranta dönüþmesinden, onun,
genellikle düzenleyici bir üretim-fiyatý altýnda, toprakbeyi tarafýndan
aþýrýlmasýndan doðmasý gibi. Rantýn bu iki biçimi, tek normal biçimdir.
Bunlardan baþka, rant, yalnýzca, ne üretim-fiyatý ne de metalarýn deðeri
tarafýndan deðil, alýcýlarýn gereksinmeleri ve ödeme yetenekleri tarafýn-
dan belirlenen gerçek bir tekel fiyatýna dayanabilir. Bunun tahlili, piyasa-
fiyatlarýnýn gerçek hareketinin ele alýndýðý rekabet teorisine dahildir.
Belli bir ülkede, tarýma elveriþli olan bütün topraklar, kiraya veril-
miþse –kapitalist üretim tarzýnýn ve normal koþullarýn genel olduðunu
varsayarsak –rant ödemeyen hiç bir toprak var olmayacaktýr; ama hiç
rant getirmeyebilen bazý sermayeler, topraða yatýrýlan bazý sermaye par-
çalarý olabilir. Çünkü toprak kirayla tutulur tutulmaz, toprak mülkiyeti,
gerekli sermayenin yatýrýmýna karþý mutlak bir engel rolü oynamayý býra-
kýr. Ama, bundan sonra bile, topraða katýlan sermayenin toprakbeyine
dönmesi, kiracýnýn faaliyetini çok kesin sýnýrlar içine hapsettiði ölçüde,
toprak mülkiyeti nispi bir engel rolü oynamaya devam eder. Yalnýzca bu
durumda, bütün rant farklýlýk rantýna dönüþtürülecek, ancak bu, toprak
verimliliðindeki herhangi bir farkla deðil, özel bir toprak tipindeki son
sermaye yatýrýmlarýndan gelen artý-kârlar ile, en kötü kalitede topraðýn
kiralanmasý için ödenen rant arasýndaki farkla belirlenen bir farklýlýk ran-
tý olacaktýr. Toprak mülkiyeti, ancak, toprakbeyi, topraðý sermaye yatýrý-
mýna açtýðý için bir haraç aldýðý ölçüde mutlak bir engel rolü oynar. Böy-
le bir açýlma elde edildiði zaman, artýk o, belli bir toprak parçasýndaki
herhangi bir sermaye yatýrýmýnýn ölçüsüne hiç bir mutlak sýnýr koyamaz.
Genel olarak konut yapýmý, evlerin yapýlacaðý topraðýn bir üçüncü tara-
fýndan mülkiyetinde olmasý biçiminde bir engelle karþýlaþýr. Ama bu top-
rak, bir kez, konut yapýmý için kiraya verilince, büyük mü yoksa küçük
mü bir ev yapacaðý, kiracýya baðlýdýr.
Eðer tarýmsal sermayenin ortalama bileþimi, ortalama toplumsal
sermayeninkine eþit, ya da ondan yüksek olsaydý, o zaman mutlak rant
–gene az önce tanýmlanan anlamda– yani gerek farklýlýk rantýndan, ge-
rekse gerçek bir tekel fiyatýna dayanan ranttan eþit ölçüde farklý olan
rant, ortadan kalkacaktý. O zaman tarýmsal ürünün deðeri, üretim-fiyatý-
nýn üzerinde olmayacak ve tarýmsal sermaye daha fazla emek harekete
geçirmeyecekti ve bu yüzden tarým-dýþý sermayeden daha fazla bir artý-
emek de gerçekleþtirmeyecekti. Uygarlýðýn ilerlemesiyle tarýmsal ser-
mayenin bileþimi, ortalama toplumsal sermayeninkine eþit hale gelecek
olursa, ayný durum ortaya çýkacaktýr.
Ýlk bakýþta, bir yandan tarýmsal sermayenin bileþiminin yüksel-
diðini, baþka bir deyiþle, onun deðiþmeyen parçasýnýn deðiþen parçasý-
na oranla arttýðý varsaymak, öte yandan da, tarýmsal ürünün fiyatýnýn,
yeni ve [sayfa 672] daha önce ekilenden daha kötü topraðýn rant getirmesi-

Karl Marks 669


Kapital III
ne, bu durumda, ancak, piyasa-fiyatýnýn, deðerin ve üretim-fiyatýnýn üze-
rinde olan fazlasýndan kaynaklanabilecek bir rant, kýsacasý, yalnýzca ürü-
nün tekel fiyatýndan elde edilen bir rant getirmesine izin verecek ölçüde
yükseleceðini varsaymak, çeliþkili gibi görünmektedir.
Burada bir ayýrým yapmak gereklidir. Her þeyden önce, kâr ora-
nýnýn oluþma biçimi incelenirken belirtilmiþti ki, teknik açýdan konuþur-
sak, ayný bileþime sahip sermayeler, yani makine ve hammaddelere
oranla eþit miktarlarda emeði harekete geçiren sermayeler, bu sermay-
elerin deðiþmeyen bölümlerinin farklý deðerleri yüzünden gene de farklý
bileþimlerde olabilirler. Hammaddeler ve makine, bir durumda ötekin-
den daha pahalý olabilir. Çünkü, örneðin, 100’lük bir sermaye ile, eðer
bu 100 içinden karþýlanacak olan hammaddenin maliyeti, bir durumda
40, ötekinde 20 ise, ayný miktarda emek harekete geçirilemeyeceðine
göre, harekete geçirilecek ayný miktarda emek için (ve varsayýmýmýza
göre bu, ayný hammadde yýðýnýný harekete geçirmek için gerekli olacak-
týr), bir durumda ötekinden daha büyük bir sermaye konmasý gereke-
cektir. Ama daha pahalý hammaddenin fiyatý daha ucuzunkinin düzeyine
düþer düþmez, bu iki sermayenin, ayný teknik bileþimde olduðu hemen
ortaya çýkacaktýr. Canlý emek ile bu sermayenin kullandýðý emek koþulla-
rýnýn yýðýný ve niteliði arasýndaki teknik oranlarda hiç bir deðiþiklik olma-
masýna karþýn, bu durumda, deðiþmeyen ve deðiþen sermaye arasýndaki
deðer oraný ayný olacaktýr. Öte yandan daha düþük bir organik bileþimdeki
bir sermaye, salt deðer-bileþimi açýsýndan, yalnýzca deðiþmeyen bölüm-
lerinin deðerindeki bir artýþtan dolayý, daha yüksek bir organik bileþimdeki
bir sermaye ile ayný sýnýftanmýþ gibi görünebilir. Canlý emek-gücüne or-
anla daha fazla makine ve hammadde kullandýðý için bir sermayenin =
60s + 40d olduðunu, öteki sermayenin ise daha fazla canlý-emek (%60),
az makine (örneðin %10) ve emek-gücüne oranla daha az ve daha ucuz
hammadde (örneðin %30) kullandýðý için = 40s + 60d olduðunu varsa-
yalým. Böylece, bu durumda, ham ve yardýmcý maddelerin deðerinde
30’dan 80’e basit bir artýþ, bileþimi eþitleyebilecektir, öyle ki, þimdi, ikinci
sermaye, makine olarak 10’a karþýlýk 80 hammadde ve 60 emek-gücün-
den, ya da 90s + 60d’den oluþacaktýr, bu da teknik bileþimde bir, deðiþiklik
yer almaksýzýn, yüzde olarak gene = 60s + 40d olacaktýr. Baþka bir deyiþle,
eþit organik bileþimdeki sermayeler, farklý deðer bileþiminde olabilirler
ve ayný deðer-bileþimi yüzdelerine sahip olan sermayeler, deðiþik orga-
nik bileþim dereceleri gösterebilir ve böylece emeðin toplumsal üret-
kenliðinin geliþmesinde farklý aþamalar ifade edebilirler. O halde, salt ta-
rýmsal sermayenin genel deðer-bileþimi düzeyinde olmasý durumu, onda
emeðin toplumsal üretkenliðinin de eþit ölçüde çok geliþmiþ olduðunu
tanýtlamayacaktýr. Yalnýzca gene onun üretim koþullarýnýn bir parçasýný
oluþturan kendi ürününün daha pahalý olduðunu, ya da eskiden yakýnda
bulunan gübre gibi [sayfa 673] yardýmcý maddelerin þimdi uzaktan getiril-
mek zorunda olduðunu vb. tanýtlayacaktýr.

670 Karl Marks


Kapital III
Ama, bundan ayrý olarak, tarýmýn kendine özgü niteliði hesaba
katýlmalýdýr.
Emekten tasarruf saðlayan makinelerin, kimyasal yardýmcýlarýn
vb. tarýmda daha çok kullanýldýðýný, ve bu yüzden deðiþmeyen sermaye-
nin, kullanýlan emek-gücü kütlesine oranla, yalnýzca deðer olarak deðil,
ayný zamanda, kütle olarak da, teknik açýdan arttýðýný varsayalým, o za-
man, tarýmda, (madencilikte olduðu gibi) sorun, yalnýzca emeðin top-
lumsal üretkenliði deðil, ayný zamanda da, doðal koþullarýna baðlý olan
doðal üretkenliðidir. Tarýmdaki toplumsal üretkenlik artýþýnýn doðal güçte-
ki azalýþý güçbela karþýlamasý, ya da hatta karþýlamamasý –bu karþýlama
gene de ancak kýsa bir süre için etkili olacaktýr– olasýdýr, öyle ki, burada-
ki teknik geliþmeye karþýn, üründe hiç bir ucuzlama olmaz, yalnýzca
daha da büyük bir fiyat artýþý engellenir. Ayrýca nispi artý-ürün artarken,
yükselen tahýl fiyatlarýyla, ürünlerin mutlak kütlesinin azalmasý da müm-
kündür; þöyle ki, esas olarak, yalnýzca aþýnma ve eskimenin yenilenme-
sini gerektiren makine ve hayvanlardan oluþan deðiþmeyen sermayedeki
nispi bir artýþ ve ürün içinden, tam olarak sürekli yenilenmeyi gerektiren
ücretlere harcanan deðiþmeyen sermayedeki buna tekabül eden bir
azalýþ durumunda bu böyle olur.
Dahasý tarýmdaki ilerleme ile, teknik yardýmlarýn daha az geliþmiþ
olmasý halinde piyasa-fiyatýnda daha büyük bir artýþ gerektirecek olan,
daha zayýf topraðý ekmek ve ondan bir rant elde etmek için, piyasa-fiya-
týnda ortalamanýn üzerinde yalnýzca mütevazý bir artýþýn yetmesi de müm-
kündür.
Örneðin daha geniþ-ölçekli sýðýr yetiþtiriciliðinde, kullanýlan emek-
gücü kütlesinin, sýðýrýn kendisi tarafýndan temsil edilen deðiþmeyen ser-
mayeye oranla çok küçük olmasý gerçeði, tarýmsal sermayenin, tarým-
dýþýndaki ortalama toplumsal sermayenin harekete geçirdiðinden, yüz-
de olarak, daha fazla emek-gücü harekete geçirdiði iddiasýný çürütüyor
diye kabul edilebilir. Ama burada belirtmek gerekir ki rant tahlilinde be-
lirleyici olarak, uygar uluslarýn arasýnda baþlýca geçim araçlarýný saðlay-
an ana bitkisel besin maddelerini üreten tarýmsal sermaye bölümünü
ele aldýk. Adam Smith –ve bu, onun deðerli yanlarýndan biridir– zaten
göstermiþtir ki, sýðýr yetiþtiriciliðinde ve genel olarak, baþ geçim aracýnýn,
yani tahýlýn üretilmesi iþinde kullanýlmayan topraða yatýrýlan sermayeler
için, tamamen farklý bir fiyat belirlenmesi gözlemlenecektir. Yani bu du-
rumda, fiyat öyle bir biçimde belirlenir ki, –örneðin yapay bir otlak ola-
rak, sýðýr yetiþtiriciliði için kullanýlan, ama ayný kolaylýkla, belli bir kalitedeki
tahýl tarlalarýna dönüþtürülebilecek olan– topraðýn ürününün fiyat, ayný
kalitede ekilebilir toprak üzerindeki rantýn aynýsýný üretmeye yetecek
yüksekliðe çýkmalýdýr. Baþka, bir deyiþle, tahýl tarlalarýnýn rantý, sýðýrýn fi-
yatýnda belirleyici bir öðe haline gelir ve bu nedenle Ramsay, bu [sayfa 674]
biçimde sýðýrýn fiyatýnýn rant tarafýndan, toprak mülkiyetinin iktisadi ifa-
desi tarafýndan, kýsacasý toprak mülkiyeti aracýlýðýyla yapay olarak yük-

Karl Marks 671


Kapital III
seltildiðini haklý olarak belirtmiþtir.*
“Ekimin yayýlmasý ile, iþlenmemiþ kýrlar, kasaplýk ete olan talebin
karþýlanmasý bakýmýndan yetersiz hale gelirler. Ekili topraklarýn büyük
bir parçasýnýn sýðýr yetiþtiriciliði ve beslenmesi için kullanýlmasý gerekir,
bu yüzden de sýðýrýn fiyatý, yalnýzca onlarýn bakýmý için gerekli olan eme-
ði deðil, çiftçilikte kullanýlan böyle bir topraktan toprakbeyinin elde ede-
bileceði rantý ve çiftçinin elde edebileceði kârý da ödemeye yetecek
kadar olmalýdýr. En ekilmemiþ sahalarda üretilen sýðýr, ayný pazara geti-
rildiði zaman, aðýrlýklarýyla ve iyilikleriyle orantýlý olarak, en iþlenmiþ to-
praklar üzerinde yetiþtirilenlerle ayný fiyata satýlýr. Bu alanlarýn sahipleri
bundan yararlanýr ve topraklarýnýn rantýný sýðýrlarýnýn fiyatý ile orantýlý ola-
rak yükseltirler.” (Adam Smith, Book I, Ch, xý, Part 1.) Bu durumda,
gene, tahýl-ranttan farklý olarak, farklýlýk rantý en kötü topraðýn lehinde-
dir.
Mutlak rant, ilk bakýþta, salt bir tekel fiyatýný rantýn sorumlusu
yapar gibi görünen bir olguyu açýklar. Adam Smith’in örneði ile devam
ederek, örneðin insan faaliyetinden baðýmsýz olarak var olan, yani aðaç
yetiþtiriciliði ve bakýmýnýn bir ürünü olmayan herhangi bir Norveç orma-
nýnýn sahibini ele alalým. Eðer bu ormanýn sahibi, belki de Ýngiltere’den
gelen bir talebin sonucu olarak tomruk kestiren bir kapitalistten bir rant
alýrsa, ya da bu orman sahibi kapitalist sýfatýyla hareket ederek tomruðu
kendisi kestirirse, o zaman yatýrýlan sermayeden ayrý olarak tomruktan
onun eline büyük ya da küçük bir miktarda rant geçecektir. Bu, doðanýn
saf bir ürününden elde edilen saf bir tekel fiyatý gibi görünür. Ama aslýn-
da, burada, sermaye, hemen tümüyle emeðe harcanan bir deðiþen par-
çadan oluþur ve böylece de ayný büyüklükteki bir baþka sermayeye
göre, daha fazla artý-emeði harekete geçirir. O halde, kerestenin deðeri,
daha yüksek bir organik bileþimdeki sermayenin ürününün deðerine
göre, daha fazla ödenmemiþ emek ya da artý-deðer fazlasý içerir. Bu ne-
denle, bu tomruktan ortalama kâr elde edilebilir ve rant biçiminde önemli
bir artý, orman sahibinin payýna düþebilir. Tersine olarak, tomruk kesimi-
nin kolaylýkla yaygýnlaþtýrýlabilmesi, bir baþka deyiþle, üretimin kolaylýkla
hýzla artýrýlabilmesi sayesinde, tomruðun fiyatýnýn, deðerine eþit olmasý
için, ve böylece de, (ortalama kâr olarak kapitaliste düþen bölümün
üzerindeki) tüm ödenmemiþ emek fazlasýnýn, rant biçiminde orman
sahibinin eline geçmesi için, talep çok büyük ölçüde artmalýdýr.
Yeni ekime açýlan topraðýn daha önce ekilen en kötü topraktan
daha da düþük kalitede olduðunu varsaymýþtýk. Eðer iyiyse, bir farklýlýk
rantý getirir. Ama biz, burada, tamý tamýna, rantýn bir farklýlýk rantý olarak
ortaya çýkmadýðý durumu tahlil ediyoruz. Mümkün olan yalnýzca iki du-
rum vardýr: Yeni ekilen toprak, ya eskiden ekilen topraktan daha düþük
kalitededir, ya da onun kadar iyidir. Eðer düþük kalitede ise, [sayfa 675] so-

* G. Ramsay, An Essay on the Distribution on Wealth, Edinburgh 1836, s. 278-279. -Ed.

672 Karl Marks


Kapital III
run zaten tahlil edilmiþ bulunuyor. Geriye yalnýzca, onun kadar iyi oldu-
ðu durumun tahlil edilmesi kalýyor.
Farklýlýk rantý tahlilimizde geliþtirmiþ olduðumuz üzere, ekimin
ilerlemesi pekala, daha kötü toprak kadar, eþit ölçüde iyi ya da hatta da-
ha iyi topraklarý da sürüme açabilir.
Birincisi. Çünkü farklýlýk rantýnda (ya da farklýlýk rantý olmayan
durumda bile, bir yandan genel olarak toprak verimliliðinin, öte yandan
da topraðýn yerinin, onun, bir kat ve rant getirecek biçimde düzenleyici
piyasa-fiyatýnda ekimine izin verip vermeyeceði sorusu her zaman doð-
duðuna göre, genel olarak herhangi bir rantta) iki koþul, bazan biri öteki-
ni hükümsüz kýlarak, bazan da sýrasýyla belirleyici etkiyi yaparak, karþýt
yönlerde çalýþýrlar. Piyasa-fiyatýndaki artýþ –ekimin maliyet-fiyatýnýn
düþmemiþ olmasý, yani hiç bir teknik ilerlemenin daha fazla ekime yeni
bir hýz vermemiþ olmasý koþuluyla– bulunduðu yer nedeniyle daha önce
rekabet dýþýna atýlmýþ daha verimli topraðý ekime açabilir. Ya da, düþük
kalitedeki topraðýn yerinin üstünlüðünü öyle artýrabilir ki, onun daha az
olan verimliliði bununla dengelenir. Ya da piyasa-fiyatýnda hiç bir artýþ
olmaksýzýn, yer, ulaþtýrma araçlarýndaki geliþme aracýlýðýyla daha iyi top-
raklarý rekabete sokabilir. Kuzey Amerika’nýn geniþ kýrlýk devletlerinde
geniþ çapta gözlemlenebileceði gibi. Daha eski uygarlýða sahip ülkeler-
de, Wakefield’in doðru olarak gözlemlediði gibi, yerin belirleyici olduðu
kolonilerdekiyle ayný ölçüde olmasa bile, sürekli olarak ayný þey yer
alýr.* O halde özetlersek, yerin ve verimliliðin çeliþen etkileri, ve sürekli
olarak dengelenen ve durmadan, eþitlenmeye yönelik ilerici deðiþik-
liklerden geçen yer etkeninin deðiþkenliði, sýrayla, eþit ölçüde iy1, daha
iyi ve daha kötü toprak alanlarýný ekim altýndaki eski toprak alanlarýyla
yeni rekabete sokar.
Ýkincisi. Doða biliminin ve tarýmbilimin geliþmesiyle, topraðý oluþ-
turan öðeleri hemen hizmete hazýr duruma sokabilen araçlar deðiþtirile-
rek topraðýn verimliliði de deðiþtirilir. Bu yolla, bir zamanlar düþük kalite-
de gözü ile bakýlan Fransa’daki ve Ýngiltere’nin doðu kontluklarýndaki
hafif toprak tipleri, son zamanlarda birinci duruma yükselmiþlerdir. (Bkz:
Passy.**) Öte yandan, kötü kimyasal bileþiminden ötürü deðil de, eki-
mini önleyen bazý mekanik ve fiziksel engellerden ötürü düþük kalitede
sayýlan toprak, bu engelleri yenecek araçlar bulunur bulunmaz, iyi top-
rak, haline dönüþtürülür.
Üçüncüsü. Bütün eski uygarlýklarda, örneðin devlet mülkiyetinde-
ki topraklar, komün topraklarý vb. biçimindeki eski tarihsel ve gelenek-
sel iliþkiler, büyük toprak parçalarýný, salt keyfi olarak ekilmekten alýkoy-
muþlardýr, bunlar ekime, ancak azar azar dönmektedirler. Bunlarýn eki-

* [E. Wakefield,] England and America. A Comparison of the Social and Political State of
both Nations, Vol. I, London 1833, s. 214-215. -Ed.
** H. Passy, Rente du sol. Dictionnaire de I’économie politique’te. Tome II, Paris 1854, s.
515. -Ed.

Karl Marks 673


Kapital III
me açýlma sýrasý, ne iyi kalitelerine, ne de yerlerine deðil, tümüyle dýþ
[sayfa 676] koþullara baðlýdýr. Tarým Alanlarýnýn Meraya Çevrilmesi Yasalarý
aracýlýðýyla, ardarda, özel mülk haline gelen ve sürüme açýlan Ýngiliz
komün topraklarýnýn tarihi izlenirken, Liebig gibi bir modern tarým kimy-
acýsýnýn, bazý alanlarý, kimyasal özellikleri yüzünden ekim için ayýrýp,
ötekileri dýþtalayarak bu topraklarýn bu sýra ile seçimini gösterdiði yo-
lundaki fantastik fikirden daha gülünç bir þey olamaz. Bu durumda daha
belirleyici olan þey, hýrsýzý yaratan fýrsattýr; büyük toprakbeylerinin male-
dinmelerini haklý göstermek için baþvurduklarý görünüþte azçok akla-
uygun hukuki hilelerdir.
Dördüncüsü. Nüfusun ve sermaye artýþýnýn herhangi bir zaman
ulaþtýðý geliþme aþamasýnýn, ekimin geniþlemesine, esnek de olsa, bazý
sýnýrlar koymasý gerçeðinden baþka, piyasa-fiyatýný geçici olarak etkile-
yen –bir dizi iyi ve kötü mevsim gibi– raslansal etkilerden baþka, tarýmýn
daha geniþ bir alana yayýlmasý, sermaye piyasasýnýn genel durumuna ve
bir ülkedeki iþ koþullarýna baðlýdýr. Para darlýðý dönemlerinde, tarýma ek
sermaye yatýrýlmasý için, ekilmemiþ topraðýn kiracýya –ister rant ödesin,
ister ödemesin farketmez– bir ortalama kâr getirmesi yetmeyecektir. Bir
sermaye fazlalýðýnýn olduðu dönemlerde piyasa-fiyatýnda bir artýþ olmak-
sýzýn bile, eðer yalnýzca öteki normal koþullar mevcutsa, sermaye tarýma
akacaktýr. O zamana kadar ekilmiþ olandan daha iyi toprak, aslýnda, salt
elveriþsiz yer yüzünden, ya da o zamana kadar kullanýmýnýn karþýsýna
aþýlmaz engeller çýkmýþsa ya da raslansal olarak, rekabet dýþýnda tutulmuþ
olacaktýr. Bu nedenle, biz, yalnýzca son ekilen topraklar kadar iyi olan
topraklarla ilgileneceðiz. Ancak, gene de, ekim için temizleme maliye-
tinde, yeni toprak ile son ekilen arasýnda farklýlýk vardýr. Ve bu iþe giriþilip
giriþilmeyeceði, piyasa-fiyatlarýnýn düzeyine ve kredi koþullarýna baðlýdýr.
Bu durumda, bu toprak, gerçekten rekabete girer girmez öteki koþullarýn
eþit olduðu varsayýlýrsa piyasa-fiyatý bir kez daha, önceki düzeyine
düþecektir, ve yeni toprak o zaman, buna tekabül eden eski toprakla
ayný rantý getirecektir. Bunun hiç rant getirmediði varsayýmý, bu varsayý-
mýn savunucularýnca, tam da tanýtlamalarý istenen þey varsayýlarak, yani
son topraðýn hiç rant getirmediði varsayýlarak, tanýtlanmaktadýr. Ayný
biçimde, son yapýlan evlerin, kiraya verilmiþ olsalar bile, asýl ev-rantý
dýþýnda, bina için hiç bir rant getirmediði de tanýtlanabilir. Oysa aslýnda,
sýk sýk, uzun bir süre için, boþ kaldýklarý zaman, herhangi bir ev-rantý bile
getirmezden önce, rant getirirler. Týpký, belli bir toprak parçasýnda ardar-
da sermaye yatýrýmlarýnýn, orantýlý bir artý ve böylece de birinci yatýrýmla
ayný rantý getirebilmeleri gibi, son ekilenle ayný kalitede olan tarlalar da,
ayný maliyet için ayný kazancý getirebilirler. Tersi durumda, ayný kalitede-
ki tarlalarýn nasýl olup da ardarda ekime açýldýðý tümüyle açýklanamaz
olacaktýr; öyle görünmektedir ki, geri kalanlarýn hepsini rekabete sok-
mamak için, ya bunlarýn tümünü birlikte almak, ya da bunun yerine
bunlardan bir tekini bile almamak gerekir. Toprakbeyi, her zaman bir

674 Karl Marks


Kapital III
rant elde etmeye, yani hiç karþýlýðýnda bir þeyler almaya [sayfa 677] hazýrdýr.
Ama, sermaye, isteklerini gerçekleþtirmek için belli koþullar gerektirir.
Bu yüzden, toprak parçalarý arasýndaki rekabet, toprakbeyinin onlarýn
rekabetini istemesine deðil, yeni alanlarda öteki sermayelerle rekabet
etmek isteyen mevcut sermayeye baðlýdýr.
Asýl tarýmsal rant salt bir tekel fiyatý olduðu ölçüde, bu sonuncusu
ancak çok küçük olabilir, týpký, ürünün deðerinin, onun üretim-fiyatý üze-
rindeki fazlasý ne olursa olsun, normal koþullar altýnda, burada mutlak
rantýn ancak küçük olabileceði gibi. O halde, mutlak rantýn özü þundan
ibarettir: Ayný artý-deðer oraný ya da emeðin sömürülme derecesi veril-
miþse, çeþitli üretim alanlarýndaki eþit ölçüde büyük sermayeler, deðiþen
ortalama bileþimlerine uygun olarak farklý miktarlarda artý-deðer üretir-
ler. Sanayide bu çeþitli artý-deðer kütleleri, bir ortalama kâr halinde eþit-
lenirler ve toplumsal sermayenin tam parçalarý olarak bireysel sermayeler
arasýnda eþit biçimde daðýtýlýrlar. Üretim, ya tarým ya da hammaddelerin
çýkarýlmasý için topraðý gerektirdiði zaman, toprak mülkiyeti, topraða
yatýrýlan sermayeler arasýnda böyle bir eþitlenmeyi engeller, ve tersi du-
rumda, genel kâr oranýna eþitlenmeye katýlacak olan artý-deðerin bir
bölümünü ele geçirir. O halde, rant, metalarýn deðerinin ya da daha özel
olarak artý-deðerin bir bölümünü oluþturur ve onu emekçilerinden çekip
almýþ olan kapitalistlerin kucaðýna düþeceði yerde, onu kapitalistlerden
çekip alan toprakbeylerinin payýna düþer. Bununla, tarýmsal sermaye-
nin, tarým-dýþý sermayenin eþit büyüklükteki bir bölümünden daha fazla
emeði harekete geçirdiði varsayýlmaktadýr. Bu ayrýlýðýn ne ölçüde sürdü-
ðü, ya da hiç varolup olmadýðý, sanayiye oranla tarýmýn nispi geliþmesine
baðlýdýr. Deðiþmeyen sermayeye oranla deðiþen sermayedeki orantýlý
azalýþ, sýnai sermayede, tarýmsal sermayede olduðundan, hâlâ daha bü-
yük olmadýkça, bu farkýn azalmasý gerektiði, durumun niteliði gereðidir.
Bu mutlak rant, deðiþmeyen sermayenin bir öðesinin, hammad-
denin hiç bulunmadýðý ve makine ve öteki sabit sermayeden oluþan ser-
mayenin çok önemli olduðu dallar dýþýnda, en düþük sermaye bileþiminin
hüküm sürdüðü asýl istihraç sanayiinde daha da önemli bir rol oynar.
Rantýn tümüyle bir tekel fiyatýna atfedilebilir göründüðü tam da burada,
metalarýn deðerleri üzerinden satýlmalarý için ya da rantýn, bir metaýn
artý-deðerinin onun üretim-fiyatý üzerindeki tüm fazlasýna eþit olmasý
için, olaðanüstü elveriþli piyasa koþullarý gereklidir. Bu, örneðin, balýkçý-
lýktan, taþ ocaklarýndan, doðal ormanlardan vb. gelen rant için geçerli-
dir.37 [sayfa 678]

37
Ricardo bunu çok yüzeysel bir biçimde ele almaktadýr. Bkz: Principles’da, Bölüm II’nin
tam baþýnda, Norveç’teki orman rantýna iliþkin olarak Adam Smith’e karþý olan pasaj.

Karl Marks 675


Kapital III
KIRKALTINCI BÖLÜM
ARSA RANTI
MADENCÝLÝKTEKÝ RANT
TOPRAÐIN FÝYATI

NEREDE bir rant varsa, orada her zaman farklýlýk rantý ortaya çý-
kar ve tarýmsal farklýlýk rantý gibi, ayný yasalarla yönetilir. Nerede doðal
güçler tekel altýna alýnabiliyor ve onlarý kullanan sanayici kapitaliste bir
artý-kâr güvencesi veriyorsa, ister çaðlayanlar, zengin madenler, balýkla
dolu sular, ister daha elveriþli bir yerde bulunan bir arsa olsun, burada,
yeryüzünün bir bölümüne tasarruf nedeniyle bu doðal nesnelerin sahibi
haline gelmiþ olan kiþi, bu artý-kârý, rant biçiminde, iþlev yapmakta olan
sermayeden çekip alacaktýr. Adam Smith, yapý amacýna iliþkin toprak
açýsýndan, bunun rantýnýn temelinin, bütün tarým-dýþý topraklarýnki gibi,
asýl tarýmsal rant tarafýndan düzenlendiðini ileri sürmüþtür (kitap I, Bölüm
xý, 2 ve 3). Bu rant, her þeyden önce, burada, yerin, farklýlýk rantý üzerin-
deki aðýr basan etkisiyle (örneðin baðlarda ve büyük kentlerdeki arsalar-
da çok önemlidir); ikinci olarak, tek faaliyeti (özellikle madenlerde) sa-
nayici kapitalistten farklý olarak, hiç bir þey katmadýðý ve uðruna hiç bir
þeyi tehlikeye atmadýðý toplumsal geliþmedeki ilerlemeden yararlanmak
olan malsahibinin, elle tutulur ve tam pasifliði ile; ve ensonu, özellikle
yoksulluðun en utanmazca sömürüsü aracýlýðýyla (çünkü yoksulluk, ev-
kirasý için Potosi madenlerinin Ýspanya için olabildiðinden [sayfa 679] daha

676 Karl Marks


Kapital III
kazançlýdýr38) pek çok durumda tekel fiyatlarýnýn hüküm sürmesiyle, ve
sýnai sermaye ile elele verip birleþtiði zaman, ücret savaþýmlarýyla uðraþan
emekçilere karþý, onlarý oturulacak bir yer olarak yeryüzünden hemen
hemen kovmakta bir araç olarak kullanýlabilen toprak mülkiyetinin kor-
kunç gücüyle ayýrdedilir.39 Böylece, toprak mülkiyeti, genel olarak top-
rakbeyine, karasal cismi, topraðýn baðrýný, havayý ve böylece de yaþamýn
saðlanmasý ve geliþmesini sömürme ayrýcalýðý verdiðinden, toplumun
bir parçasý, yeryüzünde oturma izni için, ötekinden haraç alýr. Yalnýzca
nüfus artýþý ve onunla birlikte büyüyen barýnak talebi deðil, ya topraða
katýlan, ya da tüm sýnai yapýlar, demiryollarý, depolar, fabrika yapýlarý,
doklar vb. gibi onun üzerinde kök salan ve ona dayanan sabit sermaye-
nin geliþmesi de, zorunlu olarak bina rantýný artýrýr. Bir eve yatýrýlan ser-
maye üzerinden faiz ve amortismaný oluþturduðu ölçüde ev-rantýnýn salt
toprak için olan rantla karýþtýrýlmasý, bu durumda, Carey gibi bir kiþinin
tüm iyi niyetiyle bile, özellikle, Ýngiltere’de olduðu gibi toprakbeyi ve yapý
spekülatörü farklý kiþiler olduðu zaman mümkün deðildir. Burada iki
öðe ele alýnmalýdýr: bir yandan, yeryüzünden yeniden-üretim ya da istih-
raç için yararlanýlmasý; öte yandan da, tüm üretimin ve tüm insan faali-
yetinin bir öðesi olarak gerekli olan yer. Ve topraktaki mülkiyet, her iki
anlamda da haracýný ister. Arsalara olan talep, yer ve temel olarak top-
raðýn deðerini yükseltir, böylece de yapý malzemesi olarak hizmet eden
karasal cismin öðelerine olan talep de ayný zamanda artar.40
Hýzla büyüyen kentlerde, özellikle inþaatýn bir sanayi olarak sür-
dürüldüðü yerlerde, örneðin Londra’da, yapý spekülasyonunda gerçek
amacý, evin deðil, toprak rantýnýn oluþturduðu, Londra’daki büyük bir
yapý spekülatörü olan Edward Capps’ýn, 1857 Banka Yasalarý Seçme Ko-
mitesi önünde yaptýðý, Kitap II, Bölüm Xll’de* aktarýlan tanýklýkla zaten
gösterilmiþti. Capps, orada n° 5435’te þöyle diyordu: “Kanýmca dünyada
yükselmek isteyen bir insan dürüst bir iþ sürdürerek yükselmeyi pek az
umabilir ... buna spekülatif inþaatý eklemek zorundadýr ve bu, çok küçük
bir çapta yapýlmamalýdýr; ... çünkü inþaatçý, yapýlarýn kendilerinden çok
az kâr eder; kârýnýn esas kýsmýný, geliþen toprak rantlarýndan elde eder.
Belki bir parça toprak alýr ve onun için yýlda 300 sterlin vermeyi kabul
eder; özenle planlayarak ve üzerine bazý yapý türleri kondurarak, ondan
yýlda 400 sterlin ya da 450 sterlin kazanmayý baþarabilir, ve onun kârý,
çoðu durumda hemen hiç dönüp bakmadýðý ... yapýlarýn kârýndan çok,
yýlda 100 sterlin ya da 150 sterlinlik artan toprak rantý [sayfa 680] olacaktýr.”
Ve parantez olarak, unutulmamalýdýr ki, genellikle 99 yýlýn sonunda,
38
Laing [National Distress; its Causes and Remedies, London 1844. -Ed.] Newmann [Lectures
on Political Economy, London 1857. -Ed.]
39
Crowlington grevi, Engels, Lage der arbeitenden Klasse in England, s. 307.
40
“Londra caddelerinin düzeltilmesi; Ýskoçya kýyýlarýndaki bazý kýraç kayalýk sahiplerini,
eskiden hiç rant getirmeyen þeyden bir rant elde etmelerini mümkün kýldý.” Adam Smith, [An
Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nation, Kitap I, Bölüm XI, 2.
* Bkz: Kapital, Ýkinci Cilt, Onikinci Bölüm, s. 265-266. -Ed.

Karl Marks 677


Kapital III
sözleþmenin bitiminden sonra bütün binalarýyla ve –genellikle bu arada
iki-üç kat artmýþ olan toprak rantý ile– toprak, yapý spekülatöründen ya
da onun yasal varisinden baþlangýçtaki son toprakbeyine döner.
Asýl madencilik rantý, tarýmsal rantla ayný yoldan belirlenir. “Bazý
madenler vardýr ki, bunlarýn ürünleri, emeði ödemeye ve olaðan kârlarý
ile birlikte, onlarý çalýþtýrmakta kullanýlan sermayeyi yerine koymaya güç-
bela yetiþir. Bunlar için giriþimcisine biraz kâr getirirler, ama toprakbeyi-
ne hiç rant getirmezler. Bunlar, ancak toprakbeyi tarafýndan kârlý bir bi-
çimde iþletilebilirler, toprakbeyi, iþe giriþen kendisi olduðundan, bu iþte
kullandýðý sermayeden olaðan kârý elde eder. Ýskoçya’daki pek çok kö-
mür madeni bu yolla çalýþtýrýlýr, ve baþka bir yolla da çalýþtýrýlamaz. Top-
rakbeyi, bir miktar rant ödemeksizin bunlarý hiç kimsenin çalýþtýrmasýna
izin vermeyecektir, ve hiç kimsenin de herhangi bir rant ödemeye gücü
yetmez.” (Adam Smith, Book I, Ch. XI, 2.)
Rantýn, ondan baðýmsýz olarak, ürünün ya da topraðýn bir tekel
fiyatý mevcut olduðu için, bir tekel fiyatýndan mý kaynaklandýðý, yoksa bir
rant mevcut olduðu için, ürünlerin bir tekel fiyatýndan mý satýldýðý arasýn-
da bir ayýrým yapýlmalýdýr. Bir tekel fiyatýndan sözettiðimiz zaman, genel
olarak, genel üretim fiyatýyla olduðu kadar ürünlerin deðeriyle de belir-
lenen fiyattan baðýmsýz olarak yalnýzca alýcýlarýn satýnalma þevkleri ve,
ödeme yetenekleriyle belirlenen bir fiyatý kastediyoruz. Ancak nispeten
küçük miktarlarda üretilebilen çok olaðanüstü bir kalitede þarap üreten
bir bað, bir tekel fiyatý getirir. Ürünün deðerinden fazlalýðý, tümüyle, titiz
þarap içicisinin serveti ve düþkünlüðü ile belirlenecek olan bu tekel fi-
yatýndan, baðcý, önemli bir artý-kâr saðlayacaktýr. Bir tekel fiyatýndan
gelen bu artý-kâr, ranta dönüþtürülür ve bu biçimiyle, yeryüzünün, eþsiz
özelliklerle donanmýþ bu parçasýna tasarruf hakký sayesinde, toprakbeyi-
nin kucaðýna düþer. O halde burada tekel fiyatý, rantý yaratýr. Öte yan-
dan, eðer tahýl, yalnýzca üretim-fiyatýnýn üzerinde deðil, ama toprak mülki-
yetinin ekilmemiþ topraða rant ödenmeksizin sermaye yatýrýlmasýna koy-
duðu sýnýrlar yüzünden, deðerinin de üzerinde satýlýrsa, rant bir tekel
fiyatý yaratacaktýr. Bir takým insanlarýn, toplumun artý-deðerinin bir bölü-
münü haraç olarak ve üstelik üretimin geliþmesiyle sürekli olarak artan
bir ölçüde kendilerine maletmelerini mümkün kýlan tek þeyin, bunlarýn
yeryüzünün temellük hakký olduðu, kapitalize edilen rantýn, yani tam da
bu kapitalize edilen haracýn, bu nedenle baþka herhangi bir ticaret mad-
desi gibi satýlabilen topraðýn fiyatý olarak görünmesi gerçeði ile gizlen-
mektedir. Bu yüzden, alýcý rant hakkýnýn, bedavadan ve kapitalistin emeði,
riski ve giriþimcilik ruhu olmaksýzýn elde edildiðini deðil,bunun yerine
rant hakký için bir eþdeðer ödediðini düþünür. Daha öncede belirtildiði
gibi, rant, alýcýya, yalnýzca, topraðý ve dolayýsýyla rant hakkýný satýn aldýðý
sermayenin faizi gibi görünür. Ayný biçimde köle sahibi satýn [sayfa 681] al-
dýðý bir zenciye kendi mülkü gözüyle bakar, kölelik kurumu bu sýfatla
onu bu zenci üzerinde hak sahibi kýldýðý için deðil, onu, herhangi bir baþ-

678 Karl Marks


Kapital III
ka meta gibi, alým-satým yoluyla elde ettiði için bu böyledir. Ama temel-
lük hakkýnýn kendisi, satýþla yalnýzca aktarýlýr, yaratýlamaz. Temellük hakký
satýlmadan önce varolmalýdýr, ve bir dizi satýþ, sürekli yineleme ile, bu
hakký, bir tek satýþýn yaratabildiðinden daha fazla yaratamaz. Onu ilk
olarak yaratan þey, üretim iliþkileriydi. Bunlar derilerini deðiþtirmeleri
gereken noktaya ulaþýr ulaþmaz, iktisadi ve tarihsel açýdan haklý olan ve
toplumsal yaþamý yaratan süreçten doðan temellük hakkýnýn maddi
temeli de, ona dayanan bütün iþlemlerle birlikte, bir kenara atýlýr. Toplu-
mun daha yüksek bir iktisadi biçimi açýsýndan, tek tek bireylerce, yeryü-
zünün özel sahipliði, bir adamýn ötekine özel sahipliði kadar saçma
görünecektir. Bütün bir toplum, bir ulus bile, ya da hatta hepsi birarada
var olan toplumlarýn tümü birden bire yeryüzünün sahibi deðillerdir.
Bunlar onun yalnýzca zilyetleri, yararlanma hakký sahipleridir, ve boni
patres familias* gibi onu gelecek kuþaklara, ilerlemiþ bir durumda de-
vretmeleri gerekir.

––––––––––––

Aþaðýdaki topraðýn fiyatýnýn tahlilinde, tüm rekabet dalgalanmala-


rýný tüm toprak spekülasyonunu ve ayrýca topraðýn üreticilerin temel ale-
tini oluþturduðu ve bu nedenle onlarca hangi fiyatla olursa olsun satýn
alýnmasý gerektiði küçük toprak mülkiyetini hesaba katmýyoruz.
I. Topraðýn fiyatý rant yükselmeksizin yükselebilir, þöyle ki:
1) Faiz oranýndaki, rantýn daha pahalý satýlmasýna neden olan salt
bir düþüþ ile, ve böylece kapitalize edilmiþ rant, ya da topraðýn fiyatý
yükselir;
2) Topraða katýlan sermayenin faizi yükseldiði için.
II. Rant arttýðý için topraðýn fiyatý yükselebilir.
Topraðýn ürününün fiyatý yükseldiði için, rant artabilir, bu durum-
da, en kötü ekili toprak üzerindeki rant, ister büyük ister küçük olsun,
isterse hiç olmasýn, farklýlýk rantý oraný her zaman artar. Oran ile, ranta
dönüþtürülen artý-deðer bölümünün, tarýmsal ürünü üreten yatýrýlan ser-
mayeye oranýný kastediyoruz. Bu, artý-ürünün, toplam ürüne oranýndan
farklýdýr, çünkü, toplam ürün, yatýrýlan sermayenin tümünü, yani ürünün
yanýsýra var olmaya devam eden sabit sermayeyi kapsamaz. Öte yan-
dan, bu oran, farklýlýk rantý getiren topraklarda ürünün artan bir bölümü-
nün, bir artý-ürün fazlasýna dönüþtüðü gerçeðini içerir. En kötü topraðýn
tarýmsal ürününün fiyatýndaki artýþ, önce rantý ve böylece de topraðýn
fiyatýný yaratýr.
Oysa rant, tarýmsal ürünün fiyatýnda bir yükselme olmadan da
artabilir. Bu fiyat sabit kalabilir ya da hatta azalabilir. [sayfa 682]
Eðer fiyat sabit kalýrsa, rant, (tekel fiyatlarýndan ayrý olarak) yalnýz-

* Ailenin büyük babasý. -ç.

Karl Marks 679


Kapital III
ca, bir yandan, eski topraklara yatýrýlan sermaye miktarýnýn aynýsý veril-
miþken, daha iyi kalitede yeni topraklar ekildiði, ama bunlar artan talebi
karþýlamaya ancak yettiði, öyle ki, düzenleyici piyasa-fiyatý ayný kaldýðý
için büyüyebilir. Bu durumda, eski topraklarýn fiyatý yükselmez, ama
yeni ekilen topraklarýn fiyatý eskilerinkinin üzerine çýkar.
Ya da, öte yandan, nispi üretkenliði ve piyasa-fiyatýnýn ayný kaldý-
ðýný varsayarsak, topraðý iþleyen sermaye kütlesi arttýðý için rant yükselir.
Rantýn böylece, yatýrýlan sermayeye oranla ayný kalmasýna karþýn, gene
de, kütlesi, örneðin iki katýna çýkabilir, çünkü, sermayenin kendisi iki
katýna çýkmýþtýr. Fiyatta hiç bir düþüþ olmadýðýndan ikinci sermaye yatýrý-
mý, týpký birincisi gibi, bir artý-kâr getirir ve bu da, gene, sözleþmenin biti-
minden sonra ranta dönüþtürülür. Burada rantýn kütlesi artar çünkü bir
rant üreten sermayenin kütlesi artar. Ayný toprak parçasýndaki çeþitli ar-
darda sermaye yatýrýmlarýnýn ancak ürünleri eþit olmadýðý sürece rant
üretebilecekleri, öyle ki, böylece bir farklýlýk rantý doðabileceði tezi 1.000
sterlinlik iki sermayeden herbiri eþit üretkenlikteki iki tarlaya yatýrýldýðý
zaman her iki tarlanýn da farklýlýk rantý üreten daha iyi bir toprak tipine
ait olmalarýna karþýn, bunlardan yalnýzca birinin rant üretebileceði savý-
na indirgenir. (Rant kütlesi, bir ülkenin toplam rantý, bu yüzden, tek tek
toprak parçalarýnýn fiyatý, ya rant oraný, ya da hatta, tek tek toprak par-
çalarý üzerindeki rant kütlesi de mutlaka artmaksýzýn, yatýrýlan sermaye
kütlesi ile büyür; bu durumda rant miktarý, ekimin daha geniþ bir alana
yayýlmasý ile büyür. Hatta bu, tek tek toprak parçalarý üzerindeki rantta
bir azalma ile bile birleþebilir.) Tersi durumda, bu kez, öteki teze, yani
yanyana bulunan iki farklý toprak parçasýndaki sermaye yatýrýmý ayný
parçadaki ardarda sermaye yatýrýmlarýndan farklý yasalar izler tezine yol-
açacaktýr, oysa farklýlýk rantý, tam da, her iki durumda da yasanýn özdeþ-
liðinden, ister ayný tarlaya, ister farklý tarlalara yatýrýlan sermayenin artan
üretkenliðinden çýkmaktadýr. Burada var olan ve görmezlikten gelinen
tek deðiþiklik, ardarda sermaye yatýrýmlarýnýn farklý toprak parçalarýna
uygulandýðýnda, toprak mülkiyeti engeli ile karþýlaþmasýdýr; ayný toprak
parçasýna ardarda sermaye yatýrýmlarýnda durum böyle deðildir. Ýki far-
klý sermaye biçiminin pratikte birbirini gemlediði, karþýt eðilimleri açý-
klayan þey budur. Burada, hiç bir zaman sermayede herhangi bir farklýlýk
ortaya çýkmaz. Eðer sermayenin bileþimi ve bunun gibi artý-deðer oraný
ayný ka-lýrsa, kâr oraný deðiþmeden kalýr, öyle ki sermaye iki katýna
çýktýðý zaman, kâr kütlesi iki katýna çýkar. Ayný biçimde, rant oraný, var-
sayýlan ko- þullar altýnda ayný kalýr. Eðer 1.000 sterlinlik bir sermaye x’lik
bir rant üre-tirse, 2.000 sterlinlik bir sermaye, varsayýlan koþullar altýnda,
2x’lik bir rant üretir. Varsayýmýmýza göre, iki kata çýkan sermaye ayný
tarlada iþle-diðine göre, deðiþmeden kalan toprak alanýna iliþkin olarak
hesaplanan rant düzeyi, kütle olarak artýþýnýn bir sonucu olarak da
artmýþtýr. 2 sterlinlik bir rant getiren ayný akr, þimdi [sayfa 683] 4 sterlin
getirir.41

680 Karl Marks


Kapital III
Artý-deðerin bir bölümünün, para-rantýn –çünkü para, deðerin
baðýmsýz ifadesidir– topraða oraný, aslýnda saçma ve akla aykýrýdýr; çün-
kü, burada, birbirleriyle ölçülmüþ olan ayný büyüklükler, kýyas kabul et-
mezler –bir yanda, özel bir kullaným-deðeri, þu kadar feet karelik bir
toprak parçasý ve öte yanda deðer, özellikle artý-deðer. Aslýnda bu, veri-
len koþullar altýnda, þu kadar feet topraðýn sahipliðinin, bu feet karede,
patates içindeki bir domuz gibi debelenen sermayenin gerçekleþtirdiði
belli bir miktar ödenmemiþ emeði, toprak sahibinin çekip almasýný müm-
kün kýldýðýndan baþka bir þey ifade etmez. [Elyazmasýnda burada ayraç
içinde yazýlmýþ, ama sonradan üstü çizilmiþ, “Liebig” adý vardýr. -F. E.]
Ama Prima facie, ifade, insanýn beþ liralýk bir paranýn dünyanýn çapýyla
iliþkisinden sözetmek istemesiyle aynýdýr. Ancak, bazý iktisadi iliþkilerin
ortaya çýktýklarý ve uygulamada kendilerini gösterdikleri akla-aykýrý biçim-
lerin uzlaþmasý, bu iliþkilerin, günlük yaþamlarýndaki aktif aracýlarýný etki-
lemez. Ve bunlar böyle iliþkiler içinde hareket etmeye alýþýk olduklarýna
göre, burada tuhaf hiç bir þey bulmamaktadýrlar. Tam bir çeliþki, onlara
birazcýk bile esrarlý gelmez. Ýç baðýntýlarýndan ayrýlmýþ olan ve kendi
baþlarýna tecrit edildikleri zaman saçma olan belirtiler arasýnda, sudaki
bir balýk kadar rahattýrlar. Hegel’in bazý matematik formüller için söyle-
diði, burada da geçerlidir: sýradan saðduyuya akla-aykýrý gibi gelen, akla-
uygun, ve ona akla-uygun gibi gelen, bizzat akla-aykýrýdýr.*
Toprak alaný, kendisi ile baðýntýlý olarak ele alýndýðýnda, rantýn
kütlesindeki bir artýþ, böylece, rant oranýndaki bir artýþ gibi ifade edilir.
Bir durumu açýklayacak koþullar ötekinde bulunmadýðý zaman duyulan
utangaçlýk da buradan gelir.
Ama, topraðýn fiyatý, tarýmsal ürünün fiyatý azaldýðý zaman bile,
artabilir.
Bu durumda, farklýlýk rantý ve onunla birlikte daha iyi topraklarýn
fiyatý, daha ileri farklýlaþmalar yüzünden artmýþ olabilir. Ya da, durum bu
deðilse, tarýmsal ürünün fiyatý, daha büyük emek üretkenliði sayesinde
düþmüþ olabilir, ama öyle bir biçimde ki, artan üretim, bunu fazlasýyla
dengeler. Bir quarter’ýn 60 þiline malolduðunu varsayalým. Þimdi, eðer
ayný akr, ayný sermaye ile, bir yerine iki quarter üretecek ve bir [sayfa 684]

41
Rant üzerindeki önemli çalýþmasýný Kitap IV’te tartýþacaðýmýz Rodbertus’un iyi yönlerinden
biri, bu noktayý getirmiþ olmasýdýr. Ama, bir hata iþleyerek, birinci olarak sermaye açýsýndan bir
kâr artýþýnýn, her zaman bir sermaye artýþý ile ifade edildiðini, öyle ki kâr kütlesi artýnca oranýn
ayný kaldýðýný varsaymýþtýr. Oysa bu hatalýdýr, çünkü sermaye bileþiminde bir deðiþiklik verilmiþse,
emeðin sömürülmesi ayný kalsa da, kâr oraný artabilir, bunun nedeni, tam da, sermayenin de-
ðiþmeyen bölümünün orantýlý deðerinin deðiþen bölümüne oranla düþmesidir. Ýkinci olarak,
sanki klasik iktisadýn, rant artýþý ya da düþüþüne iliþkin tahlilindeki genel öncülü bu imiþ gibi,
para-rantýn nicel olarak belirli bir toprak parçasýna, örneðin bir akra oranýný ele alma hatasýný
iþlemiþtir. Bu da hatalýdýr. Klasik iktisat, rantý doðal biçimiyle ele aldýðý ölçüde, rant oranýný, ürü-
ne göre, ve rantý para-rant olarak ele aldýðý ölçüde, yatýrýlan sermayeye göre inceler, çünkü as-
lýnda bunlar rasyonel ifadelerdir.
* Hegel Encyclopädie der philosophichen Wissenschaften in Grundrise, 1. Teil, Die Logik.
Werke’de, Band 6, Berlin 1840, s. 404. -Ed.

Karl Marks 681


Kapital III
quarter’ýn fiyatý 40 þiline düþecek olursa, o zaman iki quarter 80 þiline
malolacaktýr, öyle ki ayný akra yatýrýlan ayný sermayenin ürününün deð-
eri, fiyatta, quarter baþýna üçte-birlik bir düþüþe karþýn, üçte-bir artmýþ
olacaktýr. Ürünü, üretim-fiyatýnýn ya da deðerinin üzerinde satmaksýzýn
bunun nasýl mümkün olacaðý, farklýlýk rantý tahlilinde geliþtirilmiþtir. Ýþin
aslýnda bu, yalnýzca iki yoldan olabilir. Ya kötü toprak, tarým dýþýnda
tutulur, ama daha iyi topraðýn fiyatý, farklýlýk rantýndaki artýþ ile artar, yani
genel iyileþme, çeþitli toprak tiplerini farklý biçimde etkiler. Ya da, ayný
üretim-fiyatý (ve eðer mutlak rant ödeniyorsa ayný deðer), emek üret-
kenliði daha büyük hale geldiði zaman, en kötü toprak üzerinde, daha
büyük bir ürün kütlesi ile kendini ifade eder. Ürün, eskisinin ayný deðeri
temsil eder, ama onun tam parçalarýnýn sayýsý artarken, fiyatý düþmüþtür.
Ayný sermaye kullanýldýðý zaman bu olanaksýzdýr; çünkü bu durumda,
ayný deðer, kendini, her zaman ürünün herhangi bir bölümü aracýlýðýyla
ifade eder. Ancak, ek sermaye, alçý taþý ve deniz kuþu gübresi vb. için,
kýsacasý etkileri birkaç yýla yayýlan iyileþtirmeler için harcadýðý zaman, bu
olanaklýdýr. Gerekli koþul, bir tek quarter’ýn fiyatýnýn düþmesi, ama
quarter’larýn sayýsýndaki artýþla ayný ölçüde düþmemesidir.
III. Rantýn ve onunla birlikte genel olarak topraðýn ya da özel
toprak türlerinin fiyatýnýn yükselebileceði bu farklý koþullar, birbirleriyle
kýsmen rekabet edebilir, ya da birbirlerini kýsmen dýþtalayabilirler, ve
ancak sýrayla hareket edebilirler. Ama yukardakinden þu sonuç çýkar ki,
topraðýn fiyatýndaki bir artýþýn sonucu, mutlaka, rantta da bir artýþ olmasý.
deðildir, ya da her zaman topraðýn fiyatýnda bir artýþý da birlikte getiren
bir rant artýþý, mutlaka, tarýmsal üründeki bir artýþa baðlý deðildir.42

––––––––––––

Topraðýn yorulmasýna yolaçan gerçek doðal nedenlerin kaynak-


larýný aramak yerine bu arada þunu da belirtelim ki, o zamanki tarýmsal
kimyanýn düzeyi yüzünden farklýlýk rantý üzerine yazan iktisatçýlarýn tümü
bunlardan habersizdi, sýnýrlý bir toprak alanýna her sermaye miktarýnýn
yatýrýlamayacaðý yolundaki yüzeysel kavram benimsendi; örneðin Edin-
burgh Review’nun* Richard Jones’a karþý, tüm Ýngiltere’nin, Soho Mey-
danýnýn ekilmesiyle doyurulamayacaðý iddiasý gibi. Eðer bu, tarýmýn özel
bir dezavantajý olarak düþünülüyorsa, asýl tam bunun tersi doðrudur.
Burada sermayeyi verimli sonuçlarla, ardarda yatýrmak mümkündür,
çünkü topraðýn kendisi bir üretim aleti olarak görev yapmaktadýr; oysa
bir fabrikada toprak yalnýzca bir temel, bir yer ve iþlemlerin bir dayanaðýný
saðlayan bir alan görevi yaptýðýndan, durum böyle deðildir, ya da [sayfa 685]
ancak sýnýrlý bir ölçüde böyledir. Daðýnýk elsanatlarýna oranla geniþ-ölçe-
42
Rant yükseldiði zaman topraðýn fiyatýndaki gerçek düþüþe iliþkin olarak bkz: Passy.
* 1894 Almanca baskýda: “Westmister Review”. – Tome LIV, August-December 1831, s. 94-
95. -Ed.

682 Karl Marks


Kapital III
kli sanayiin, küçük bir alanda, çok fazla üretim yoðunlaþtýrabileceði doðru-
dur. Gene de, herhangi belli üretkenlik düzeyinde, her zaman belirli bir
miktarda yer gereklidir, ve yüksek yapýlarýn inþasýnýn da pratik sýnýrla-
malarý vardýr. Bunun ötesinde, herhangi bir üretim geniþlemesi, toprak
alanýnda da bir geniþleme ister. Makineye yatýrýlan sabit sermaye vb.
kullanýmla iyileþmez, tersine eskir. Yeni buluþlar gerçekten de bu açý-
dan bazý iyileþtirmelere izin verirler, ama üretim gücündeki herhangi bir
belli geliþme ile, makineler her zaman kötüleþeceklerdir. Eðer üretken-
lik hýzla geliþirse, eski makinenin tümü, daha üstün olanlarla yenilenm-
elidir, bir baþka deyiþle eski makinenin tümü kaybedilmiþtir. Oysa toprak,
eðer gereken, biçimde davranýlýrsa, her zaman iyileþir. Ardarda sermaye
yatýrýmlarýnýn, önceki yatýrýmlar yitirilmeden kazanç getirmesine izin ve-
ren topraðýn üstünlüðü, bu ardarda sermaye yatýrýmlarýndan gelen ürün-
de farklýlýðýn olanaklý olduðunu gösterir. [sayfa 686]

Karl Marks 683


Kapital III
KIRKYEDÝNCÝ BÖLÜM
KAPÝTALÝST TOPRAK RANTININ DOÐUÞU

I. GÝRÝÞ

Kapitalist üretim tarzýnýn teorik ifadesi olarak, modern iktisat açý-


sýndan toprak rantýnýn tahlilindeki gerçek güçlüðün nerede yattýðý ko-
nusunda açýklýða kavuþmalýyýz. Toprak rantýný “yeniden” açýklamak için
giriþilen her yeni çabanýn kanýtladýðý gibi, daha modern yazarlarýn pek
çoðu bile, henüz bunu kavramýþ deðildir. Yenilik, hemen hemen istisna-
sýz, çoktan modasý geçmiþ görüþlerin yinelenmesinden ibarettir. Güçlük,
tarýmsal sermayenin ürettiði artý-ürünü ve tarýmsal sermayenin buna te-
kabül eden genel olarak artý-deðerini açýklamak deðildir. Bu sorun, han-
gi alana yatýrýlýrsa yatýrýlsýn tüm üretken sermaye tarafýndan üretilen
artý-deðerin tahlili ile çözümlenmiþtir. Güçlük, daha çok, artý-deðerin,
çeþitli sermayeler arasýnda ortalama kâra eþitlenmesinden sonra çeþitli
sermayeler, üretimin bütün alanlarýndaki toplumsal sermaye tarafýndan
üretilen toplam artý-deðerden nispi büyüklükleriyle orantýlý olarak payla-
rýný aldýktan sonra, topraða yatýrýlan sermaye tarafýndan rant biçiminde
toprakbeyine ödenen artý-deðer fazlasýnýn kaynaðýný, bir baþka deyiþle,
bu eþitlenmeden ve genel olarak daðýtýlacak olan tüm artý-deðerin görü-
nüþteki zaten tamamlanmýþ daðýlýmýndan sonra gelen kaynaðý göster-
mekten ibarettir. Modern iktisatçýlarý, toprak mülkiyetine karþý sýnai [sayfa
687] sermayenin sözcüleri olarak bu sorunu araþtýrmaya iten pratik ne-

684 Karl Marks


Kapital III
denlerden –toprak rantýnýn tarihi üzerine bölümde daha açýkça belirte-
ceðimiz nedenlerden*– tamamen ayrý olarak, sorun, teorisyenler olarak
onlar için büyük önem taþýyordu. Tarýma yatýrýlan sermaye için rantýn
ortaya çýkmasýnýn, yatýrým alanýnýn kendisi tarafýndan yaratýlan bir özel
etki yüzünden olduðunu, yeryüzünün kendisine ait bambaþka nitelikler
yüzünden olduðunu kabul etmek, aslýnda deðer kavramýndan vazgeç-
mekle, böylece de bu alanýn bilimsel olarak anlaþýlmasý yolundaki tüm
çabalarý býrakmakla ayný þeydir. Rantýn, tarýmsal ürünün fiyatýndan öden-
diði yolundaki basit gözlem bile –ki bu, eðer çiftçi, üretim-fiyatýný kapata-
caksa, rantýn aynî olarak ödendiði yerlerde bile ortaya çýkar– bu fiyatýn,
olaðan üretim-fiyatý üzerindeki fazlasýný açýklama, bir baþka deyiþle, ta-
rýmsal ürünlerin nispi pahalýlýðýný, tarýmsal üretimin doðal üretkenliðinin,
öteki üretim dallarýnýn üretkenliðinden fazlalýðý temeli üzerinde açýkla-
ma çabalarýnýn saçmalýðýný göstermiþtir. Çünkü bunun tersi geçerlidir:
emek ne kadar üretkense, onun ürününün her tam parçasý da o kadar
ucuzdur; çünkü, ayný emek miktarýný, yani ayný deðeri içeren kullaným-
deðerlerinin kütlesi de o kadar çok büyüktür.
Bu yüzden, rantý tahlil etmenin tüm güçlüðü, tarýmsal kârýn or-
talama kârýn üzerindeki fazlasýný, artý-deðeri deðil, bu üretim alanýna
özgü olan artý-deðer fazlasýný; baþka bir deyiþle, “net ürünü” deðil, bu
net ürünün öteki sanayi dallarýnýn net ürününün üzerindeki fazlasýný açý-
klamaktan ibarettir. Ortalama kârýn kendisi, çok belirli tarihsel üretim
iliþkileri altýnda, toplumsal süreçlerin hareketleriyle oluþan bir ürün,
görmüþ olduðumuz gibi, çok karmaþýk ayarlama gerektiren bir üründür.
Ortalama kârýn üzerinde bir artýdan biraz olsun sözedebilmek için, bu
ortalama kârýn kendisi, bir ölçüt ve kapitalist üretimde olduðu gibi genel
olarak üretimin bir düzenleyicisi olarak zaten belirlenmiþ olmalýdýr. Bu
nedenle, tüm artý-emeði zorlama ve tüm artý-deðere doðrudan elkoyma
iþlevini sermayenin yapmadýðý toplumsal biçimlerde ve bu yüzden ser-
mayenin toplumsal emeði henüz tamamen denetimi altýna almadýðý ya
da ancak arada sýrada aldýðý yerlerde, modern anlamda ranttan, ortala-
ma kârýn üzerinde, yani her bireysel sermayenin, toplam toplumsal ser-
maye tarafýndan üretilen artý-deðerdeki orantýlý payýnýn üzerinde bir
artýdan oluþan bir ranttan sözedilemez. Örneðin Passy gibi bir kiþinin
(aþaðýya bakýnýz) ilkel toplumda, ranttan, kârýn** –artý-deðerin tarihsel
olarak belirlenen, ama Passy’ye göre hiç bir toplum olmaksýzýn da he-
men hemen ayný ölçüde var olabilecek toplumsal biçiminin– üzerinde
bir artý olarak sözetmesi, onun saflýðýný gösterir.
Günlerinde hâlâ geliþmemiþ olan kapitalist üretim tarzýný, genel
olarak, [sayfa 688] ancak tahlil etmeye baþlamýþ olan daha eski iktisatçýlar
için, rantýn tahlili ya hiç bir güçlük getirmez, ya da yalnýzca tamamen

* Bu nedenler, “Theories of Surplus Values’, Part II, Chapter IX’de ele alýnmýþtýr. -Ed.
** Passy, Rente du sol. Dictionnaire de I’économie politique’te, Tome II, Paris 1854, s. 511. -
Ed.

Karl Marks 685


Kapital III
farklý bir türde bir güçlük getirir. Petty, Cantillon* ve genel olarak, feodal
zamanlara daha yakýn olan yazarlar, toprak rantýnýn genel olarak artý-
deðerin normal biçimi olduðunu varsayarlar, oysa onlar için kâr, hâlâ,
þekilsiz bir biçimde ücretlerle birleþmiþtir ya da olsa olsa kapitalistin
toprakbeyinden kopardýðý artý-deðerin bir parçasý olarak görünür. Böyle-
ce bu yazarlar, hareket noktalarý olarak, birincisi tarýmsal nüfusun hâlâ
ulusun büyük çoðunluðunu oluþturduðu ve ikincisi, toprakbeyinin, hâlâ
toprak mülkiyeti tekeli sayesinde, doðrudan üreticilerin artý-deðerine bi-
rinci elden elkoyan kiþi olarak göründüðü, bu yüzden de toprak mülki-
yetinin hâlâ üretimin temel koþulu olarak gözüktüðü bir durumu ele
alýrlar. Bu yazarlar için, tersine olarak, kapitalist üretim açýsýndan, toprak
mülkiyetinin, sermayeden, onun tarafýndan üretilen (yani onun tarafýn-
dan doðrudan üreticilerden aþýrýlan) ve zaten doðrudan maledinilmiþ
olan artý-deðerin bir bölümünü nasýl geri çekip almayý becerdiðini araþtýr-
maya çalýþan soru, henüz sorulamazdý.
Fizyokratlar, baþka nitelikteki güçlüklerden sýkýntý çekiyorlardý.
Bunlar, gerçekte sermayenin ilk sistematik sözcüleri olarak, genel ola-
rak artý-deðerin niteliðini tahlil etmeye giriþtiler. Onlar için bu tahlil, ka-
bul ettikleri tek artý-deðer biçimi olan rantýn tahliliyle çakýþýr. Bu yüzden,
rant getiren sermayeyi ya da tarýmsal sermayeyi, artý-deðer üreten tek
sermaye ve onun tarafýndan harekete geçirilen tarýmsal emeði de, artý-
deðer üreten tek emek sayarlar, ki bu, kapitalist görüþ açýsýndan tama-
men yerinde bir biçimde, tek üretken emek sayýlabilir. Artý-deðerin yaratýl-
masýný belirleyici saymakta tamamen haklýdýrlar. Bunlar, Kitap IV’te**
anlatýlacak olan öteki üstünlüklerinden baþka, esas olarak salt dolaþým
alanýnda iþ gören tüccar sermayesinden, Petty ve onun ardýllarýnca ya-
pýlan bilimsel tahlil baþlangýçlarýný kendi pratik çýkarlarý uðruna bir kena-
ra iten, kaba gerçekçiliði ile o dönemin gerçek kaba iktisadýný oluþturan
merkantil sisteme karþý olarak üretken sermayeye döndükleri için deð-
er taþýrlar. Bu arada belirtelim ki, merkantil sistemin bu eleþtirisinde,
yalnýzca onun sermaye ve artý-deðer kavramlarý ele alýnmýþtýr. Daha önce
belirtilmiþti ki,*** parasal sistem, haklý olarak, kapitalist üretimden önce
ve onun koþulu olarak, dünya piyasasý için üretimi ve ürünün metalara
ve böylece de paraya dönüþmesini ileri sürer. Bu sistemin daha [sayfa 689]

* Marx, William Petty’yi (1623-87) ‘tuzukuru burjuvazinin, onlar için dünyalarýn en iyisi olan
kendi dünyalarý ile ilgili bayaðý düþüncelerini bilgiççe sistemleþtirmeye ve bunlarý ebedi ger-
çeklermiþ gibi ilan etmeye kalkýþan vülger iktisatçýlara karþýlýk, burjuva toplumundaki gerçek
üretim iliþkilerini araþtýran’ ve bu bakýmdan klasik ekonomi politiðin kurucusu olarak kabul
eder. (Kapital, c I, s. 96, dipnot 33) Burada gönderme yapýlan yapýtý: ‘A Treatise of Taxes and
Contributions’, London, 1667, p. 23-24. Ayrýca bkz. Theories of Surplus-Values, part 1, p. 176-7.
Richard Cantillon, Essai sur la nature du commerce en général, Amsterdam, 1756. Cantillon
(1680-1734) kitabý Hollanda’da Fransýzca basýlmýþtý ama kendisi Ýngiliz iktisatçýsý ve taciriydi. -
Ed.
** Theories of Surplus-Values, Part 1, Chapters II, VI, and addenda 8-10.
*** Ekonomi Politiðin Eleþtirisine Katký, Sol Yayýnlarý,1970, 1. Kýsým, 2. Bölüm, s. 258 vd..-
Ed.

686 Karl Marks


Kapital III
merkantil sistem olarak geliþmesinde, artýk belirleyici olan, meta deðeri-
nin paraya dönüþmesi deðil, artý-deðer, yaratýlmasýdýr – ama dolaþým
alanýnýn anlamsýz görüþ açýsýndan ve ayný zamanda öyle bir biçimde ki,
bu artý-deðer artý-para olarak ticaret dengesi artýsý olarak temsil edilir.
Ama ayný zamanda, o dönemin ilgili tüccar ve fabrikatörlerinin, temsil
ettikleri kapitalist geliþme aþamasýna uygun olan tipik özelliði þudur:
feodal tarýmsal toplumlarýn sýnai toplumlara dönüþmesi ve buna tekabül
eden, uluslarýn dünya piyasasýndaki sýnai savaþýmlarý, sözde doðal yol.
dan deðil, bunun yerine, zorlayýcý önlemlerle ulaþýlacak olan, sermaye-
nin hýzlandýrýlmýþ geliþmesine dayanýr. Ulusal sermaye azar azar ve yavaþ
yavaþ mý sýnai sermayeye dönüþüyor, yoksa, bu geliþme, koruyucu güm-
rükler aracýlýðýyla, esas olarak toprak sahipleri, orta ve küçük-köylüler,
ve elsanatçýlarý üzerine konulan bir vergi aracýlýðýyla, baðýmsýz doðrudan
üreticilerin hýzlandýrýlmýþ mülksüzleþtirilmeleri yoluyla ve þiddetle
hýzlandýrýlmýþ sermaye birikimi ve yoðunlaþmasý aracýlýðýyla, kýsacasý ka-
pitalist üretim koþullarýnýn hýzlandýrýlmýþ bir biçimde kurulmasýyla mý
hýzlandýrýlýyor, bu ikisi arasýnda çok fark vardýr. Ayný zamanda, doðal
ulusal üretken güçten, kapitalist ve sýnai yararlanma açýsýndan da bu
ikisi arasýnda çok fark vardýr. Bu yüzden merkantil sistemin ulusal nite-
liði, onun sözcülerinin dudaklarýnda bir sözden ibaret deðildir. Bunlar,
yalnýzca ulusun zenginliði ve devletin kaynaklarý ile ilgilenme bahanesi
altýnda, aslýnda, kapitalist sýnýfýn çýkarlarýnýn ve genel olarak servet birik-
tirilmesinin devletin nihai amacý olduðunu söylerler ve böylece eski ilahi
devlet yerine burjuva toplumunu ilan ederler. Ama ayný zamanda, ser-
mayenin ve kapitalist sýnýfýn, kapitalist üretimin çýkarlarýnýn geliþmesinin,
modern toplumda ulusal gücün ve ulusal egemenliðin temelini
oluþturduðunun da bilinçli olarak farkýndadýrlar.
Dahasý, fizyokratlar, aslýnda tüm artý-deðer üretiminin ve bu ne-
denle de sermayedeki tüm geliþmenin doðal temelinin tarýmsal emeðin
üretkenliði olduðunu söylerken haklýdýrlar. Eðer insan, bir iþgününde,
her emekçinin kendi yeniden-üretimi için gerekli olandan daha fazla
geçim aracý –ki bu tam anlamýyla daha fazla tarýmsal ürün demektir–
üretecek yetenekte olmasaydý, eðer tüm çalýþma, emek-gücünün gün-
lük harcanmasý, yalnýzca, kendi kiþisel gereksinmeleri için gerekli geçim
araçlarýnýn üretimine yetseydi, o zaman, ne artý-üründen, ne de artý-
deðerden sözedilemezdi. Emekçinin bireysel gereksinmelerini aþan bir
tarýmsal emek üretkenliði bütün toplumlarýn temelidir ve hepsinden önce
de, toplumun sürekli olarak artan bir bölümünün temel gýda maddeleri
üretimiyle ilgisini kesen ve onlarý Steuart’ýn dediði gibi, “özgür baþlar”*
haline dönüþtüren, onlarý öteki alanlardaki sömürü için elveriþli kýlan,
kapitalist üretimin temelidir.

* J. Steuart, An Inquiry into the Principles of Political Economy, Vol. I, Dublin 1770, s. 396. -
Ed.

Karl Marks 687


Kapital III
Ama artý-emeðin ve dolayýsýyla genel olarak artý-deðerin doðal
[sayfa 690]koþullarýyla ilgili en ilkel kavramlarý, gerçekte de tüm ölüm döþe-
ðindeki klasik iktisadýn alaca karanlýðýnda papaðan gibi yineleyen ve
böylece, toprak rantý özel bir biçim olarak araþtýrýldýktan ve artý-deðerin
özgül bir bölümü haline geldikten çok sonra toprak rantý üzerine yeni ve
çarpýcý bir þeyler söylediklerini düþünen Daire, Passy vb. gibi daha yeni
yazarlara ne demeli?* Geliþmenin eskimiþ belli bir aþamasýnda, yeni, öz-
gün, derin ve haklý olan ne var idiyse, bunu, yavan, bayat ve yanlýþ hale
döndüðü bir dönemde yankýlamak, özellikle kaba iktisada özgüdür. Kaba
iktisat, böylece, klasik iktisatla ilgili olan sorunlar konusunda tam bilisiz-
liðini itiraf eder. Bu sorunlarý, ancak burjuva toplumunun daha düþük bir
geliþme düzeyinde sorulabilecek sorularla karýþtýrýr. Ayný þey, serbest
ticarete iliþkin fizyokratik sözleri aralýksýz olarak ve kendinden hoþnut bir
tavýrla gevelemesi için de geçerlidir. Bu sözler þu ya da bu devletin pra-
tik ilgisini ne kadar çok kendilerine çekerlerse çeksinler, çoktandýr teo-
rik önemlerini yitirmiþlerdir.
Tarýmsal ürünün hiç bir parçasýnýn dolaþým sürecine girmediði ya
da çok önemsiz bir bölümünün girdiði, ve o zaman da toprakbeyinin
gelirini temsil eden ürün parçasýnýn ancak nispeten küçük bir bölümü-
nün dolaþýma girdiði asýl doðal ekonomide, örneðin, birçok Roma lati-
fundiasýnda ya da Charlemagne villalarýnda ve aþaðý yukarý tüm ortaçað
boyunca olduðu gibi (bkz: Vinçard, Histoire de travail) büyük malika-
nelerin ürünü ve artý-ürünü hiç de salt tarýmsal emeðin ürünlerinden
ibaret deðildir.
Bu, sýnai emeðin ürünlerini de pekala ayný ölçüde içerir. Temeli
oluþturan tarýmýn ikincil uðraþlarý olarak ev elsanatlarý ve manüfaktür
emeði –Avrupa antikitesinde ve ortaçaðlarda olduðu gibi, geleneksel ör-
gütün henüz yýkýlmamýþ olduðu günümüz Hint topluluðunda da– doðal
ekonominin dayandýðý üretim tarzýnýn önkoþuludur. Kapitalist üretim tarzý,
bu iliþkiyi tümüyle ortadan kaldýrýr; bu, özellikle Ýngiltere’de, 18. yüzyýlýn
son üçte-birinde geniþ çapta incelenebilecek olan bir süreçtir. Aþaðý yu-
karý yarý-feodal toplumlarda büyümüþ olan Herrenschwand gibi dü-
þünürler, örneðin 18. yüzyýlýn sonlarý gibi geç bir dönemde bile, manüfak-
türün tarýmdan bu ayrýlmasýný, çýlgýnca bir toplumsal serüven, akýlalmaz
ölçüde riskli bir varolma biçimi sayarlar. Ve, kapitalist tarýmla en büyük
benzeþime sahip antikitenin, tarýmsal ekonomilerinde, yani Kartaca ve
Roma’da bile, bir plantasyon ekonomisine benzerlik, gerçekten kapita-
list sömürü tarzýna tekabül eden bir biçime benzerlikten daha büyüktür.42a

* Daire, Introduction. Physiocrats’ta, 1. Teil, Paris 1846; Passy, Rente du sol, l. c., s, 511, -Ed.
42a
Adam Smith, onun zamanýnda (bu, günümüzde, tropikal ve subtropikal ülkelerdeki
plantasyonlar için de geçerlidir) toprakbeyi, örneðin Cato’nun kendi malikanelerinde olduðu
gibi ayný zamanda bir kapitalist olduðu için, rant ve kârýn, nasýl henüz birbirinden ayrýlmadýðýný
vurguluyor. [Smith, An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations, Aberdeen,
London, s, 44. -Ed.] Ama bu ayrýlma tam da kapitalist üretim tarzýnýn önkoþuludur, üstelik kö-
leciliðin temeli, kapitalist üretim tarzý kavramýyla tam bir çeliþki içindedir.

688 Karl Marks


Kapital III
Ama ayný zamanda da, kapitalist üretim tarzýný tanýyan, Herr [sayfa 691]
Mommsen43 gibi her parasal ekonomide bir kapitalist üretim tarzý
keþfetmeyen bu kiþi için bütün esas noktalarda tümüyle hayalci olan bir
biçimsel benzeþim, hiç de antikite sýrasýndaki kýta Ýtalya’sýnda deðil, olsa
olsa ancak Sicilya’da bulunacaktýr, çünkü bu ada, Roma için haraca
baðlý tarýmsal bir yer görevi yapýyordu, öyle ki tarýmý esas olarak ihracat
amaçlamaktaydý. Modern anlamda çiftçiler, burada vardý.
Rantýn niteliði üzerine hatalý bir kavram, aynî-rantýn, kýsmen kili-
seye verilen aþar olarak ve kýsmen de eskiden yapýlmýþ sözleþmelerle
sürdürülen bir antika olarak, kapitalist üretim koþullarýyla tamamen
çeliþkili bir biçimde, ortaçaðlarýn doðal ekonomisinden modern zaman-
lara sürüklenmiþ olmasý gerçeðine dayanýr. Böylece bu, rantýn, tarýmsal
ürünün fiyatýndan deðil, kütlesinden, bu nedenle de toplumsal koþul-
lardan deðil, yeryüzünden doðduðu izlenimini yaratýr. Daha önce göster-
miþtik ki, artý-deðerin bir artý-üründe kendini göstermesine karþýn. bu-
nun tersi, ürünün kütlesindeki salt bir artýþý temsil eden artý-ürünün
artý-deðer oluþturduðu geçerli deðildir. Bu, deðerde bir eksi miktarý tem-
sil edebilir. Aksi halde, 1860'ýn pamuk sanayii, 1840'ýnkine oranla büyük
artý-deðer gösterecekti, oysa tersine, iplik fiyatý düþmüþtür. Tahýl fiyatý
arttýðý için, bu artý-deðer daha pahalý hale gelen buðdayýn mutlak biçim-
de azalan kütlesi olarak göründüðü halde, ardarda kötü ürünlerin bir
sonucu olarak rant büyük ölçüde artabilir. Tersine olarak da, azalan
rantýn daha büyük kütlede daha ucuz buðday olarak görünmesine karþýn,
fiyat düþtüðü için ardarda bolluk yýllarýnýn sonucu olarak, rant düþebilir.
Aynî-ranta gelince, þimdi belirtmek gerekir ki, her þeyden önce bu, mo-
dasý geçmiþ bir üretim tarzýndan kalan ve bir kalýntý olarak varlýðýný uzat-
mayý baþaran salt bir gelenektir. Kapitalist üretim tarzý ile çeliþkisi, özel
sözleþmelerde kendi baþýna ortadan kalkmasý ve Ýngiltere’deki kilise
aþarýnda olduðu gibi, yasamanýn müdahale edebildiði yerlerde, bir çað-
dýþýlýk olarak zorla silkilip atýlmasý ile kendini gösterir.* Ýkinci olarak da
aynî-rantýn, kapitalist üretim temeli üzerinde sürdüðü yerlerde, bu, para-
rantýn ortaçað kýlýðýndaki bir ifadesinden baþka bir þey deðildir ve ola-
maz da. Buðday, örneðin quarter baþýna 40 þilinden satýlsýn. Bu buðdayýn
bir bölümü, bunun içerdiði ücretlerin, yerine geçmelidir ve yeni harca-
ma için elde bulunmak üzere satýlmalýdýr. Bir baþka bölümü, kendine
düþen vergi payýný ödemek üzere satýlmalýdýr. Tohum ve hatta gübrenin
bir bölümü, kapitalist üretim tarzýnýn ve onunla birlikte toplumsal iþbölü-
münün geliþtiði yerlerde, yeniden-üretim sürecine metalar olarak girer-
ler, yani yerine koyma amacý ile satýn alýnmalarý gerekir ve bu yüzden
43
Herr Mommsen, “Roma Tarihi”nde, kapitalist terimini hiç de modern ekonominin ve
modern toplumun kullandýðý anlamda deðil, Ýngiltere ya da Amerika’da olmasa bile, Avrupa
kýtasýnda geçmiþ koþullarý yansýtan eski bir gelenek olarak yaþamaya devam eden, popüler bir
kavram olarak kullanýyor.
* Burada, 1836-1860 arasýnda kabul edilen Aþarý Hafifletme Yasasý’na deðiniliyor. Bu yasaya
göre Kilisenin aldýðý aþar aynî hizmetten para olarak ödeme yapmaya çevrilmiþti.

Karl Marks 689


Kapital III
de bu quarter’ýn [sayfa 692] bir baþka bölümü, bunun için para saðlamak
üzere satýlmalýdýr. Bunlar, üretimin koþullarý olarak ürünün yeniden- üre-
timine tekrar girmek üzere, gerçek metalar olarak satýn alýnmayýp aynî
olarak ürünün kendisinden alýndýklarý ölçüde –yalnýzca tarýmda deðil,
deðiþmeyen sermaye üreten öteki birçok üretim dallarýnda olduðu gibi–
kayýtlarda hesap-parasý olarak görünürler ve maliyet-fiyatýnýn öðeleri ola-
rak çýkartýlýrlar. Makinelerin eskime ve aþýnmasý ve genel olarak sabit
sermaye, para ile karþýlanmalýdýr. Ve ensonu, ya gerçek para ya da hes-
ap-parasý cinsinden maliyetler olarak ifade edilen bu miktar üzerinden
hesaplanan kâr gelir. Bu kâr, ürünün fiyatý ile belirlenen, gayrisafi ürü-
nün belirli bir bölümü ile temsil edilir, ve o zaman, kalan fazla bölüm,
rantý oluþturur. Sözleþme ile taahhüt edilen aynî-rant, fiyatla belirlenen
bu fazladan daha büyükse, o zaman bu, rantý deðil, kârdan yapýlan bir
indirimi oluþturur. Yalnýzca bu olasýlýk yüzündendir ki, aynî-rant ürünün
fiyatýný yansýtmadýðý ölçüde, modasý geçmiþ bir biçimdir, ama gerçek
ranttan daha büyük ya da daha küçük olabilir ve böylece, yalnýzca kâr-
dan bir indirimi deðil, ayrýca sermayenin yenilenmesi için gerekli olan
öðelerden yapýlan bir indirimi de kapsayabilir. Aslýnda, yalnýzca ad ola-
rak deðil, özünde de rant olduðu ölçüde, bu aynî-rant, yalnýzca ürünün
fiyatýnýn üretim-fiyatýnýn üzerinde olan fazlasý ile belirlenir. Yalnýz, bu, bu
deðiþkenin sabit bir büyüklük olmasýný öngörür. Ama, aynî-rantýn, birin-
cisi emekçiyi geçindirmeye, ikincisi kapitalist kiracý çiftçiye gereksin-
diðinden daha fazla yiyecek býrakmaya yeteceðini ve ensonu, geri kala-
nýnýn doðal rantý oluþturacaðý düþüncesi pek rahatlatýcý bir düþüncedir.
200.000 yardalýk pamuklu mal üreten bir fabrikatör de buna çok benzer.
Bu kadar yardalýk mal, yalnýzca onun iþçilerini giydirmeye, karýsýný, bütün
çoluk çocuðunu ve kendisini bol bol giydirmeye yetmekle kalmaz, pa-
muklu mallar cinsinden büyük bir rant ödemeye ek olarak, ayrýca geriye
de satýþ için yeterli pamuklu kalýr. Her þey çok basit! Üretim-fiyatýný,
200.000 yardalýk pamuklu mallardan çýkarýn ve rant için bir pamuklu
mallar artýþý kalacaktýr. Ama gerçekten de, satýþ-fiyatýný bilmeden üre-
tim-fiyatýný, diyelim 10.000 sterlini 200.000 yardalýk pamuklu maldan çýkar-
mak, parayý pamuklu maldan çýkarmak, bir deðiþim-deðerini aslýnda bir
kullaným-deðerinden çýkarmak ve böylece þu kadar yardalýk pamuklu
malýn, Ýngiliz lirasý üzerindeki artýþýný belirlemek safça bir düþünce ola-
caktýr. Bu, hiç olmazsa, düz çizgilerin ve eðrilerin farkedilemez bir biçimde
bir arada gitmelerinin bir sýnýrý vardýr kavramýna dayanýlarak, dairenin
kare yapýlmasýndan bile kötüdür. Ama M. Passy’nin reçetesi böyledir.
Ýster kafanýzda, ister gerçekte, pamuklu mallar paraya çevrilmeden önce
pamuklu mallardan parayý çýkarýn! Geri kalan ranttýr, ama bu naturali-
ter* (bkz: örneðin Karl Arnd**) kavranmalýdýr, safsatacýlýðýn þeytanlýkla-

* Doðal olarak. -ç.


** K. Arnd, Die naturgemässe Wolkswirtschaft, gegenüber dem Monopoliengeiste und dem
Cummunismus, Hanau 1845, s. 461-62. -Ed.

690 Karl Marks


Kapital III
rýyla deðil. [sayfa 693] Aynî-rantýn tüm restorasyonu ensonu þu budalalýða
indirgenmiþtir, üretim-fiyatýnýn þu kadar bushel buðdaydan çýkarýlmasý
ve bir hacim ölçüsünden bir miktar paranýn çýkarýlmasý.

II. EMEK-RANT

Eðer toprak rantýný, en basit biçimiyle, doðrudan üreticinin, ger-


çekte ya da hukuken kendisine ait olan iþ aletlerini (saban, sýðýr, vb.)
kullanarak, haftanýn bir kýsmýnda gerçekten kendisinin sahip olduðu top-
raðý ektiði ve geri kalan günlerde, feodal beyden hiç bir karþýlýk almaksý-
zýn feodal beyin malikanesinde çalýþtýðý emek-rant biçimini ele alýrsak,
burada, durum hâlâ çok açýktýr, çünkü bu durumda rant ve artý-deðer
özdeþtir. Burada ödenmemiþ artý-emeðin kendisini ifade ettiði biçim,
kâr deðil, ranttýr. Emekçinin (self-sustaining self*) bu durumda, ne ölçü-
de vazgeçilmez yaþam gereksinmelerinin üzerinde bir artý, yani kapita-
list üretim tarzý altýnda ücretler diye adlandýracaðýmýzýn üzerinde bir artý
elde edebileceði, öteki koþullar deðiþmeden kaldýðýnda, emek-zama-
nýnýn, kendisi için emek-zamaný ile feodal beyi için zorunlu emek-zama-
ný olarak bölündüðü orana baðlýdýr, Bu nedenle, yaþamýn vazgeçilmez
gereksinmelerinin üzerindeki bu artý, kapitalist üretim tarzý altýnda kâr
olarak çýkan þeyin tohumu, tümüyle, bu durumda yalnýzca doðrudan
ödenmemiþ artý-emek olmakla kalmayýp, ayrýca da bu sýfatla ortaya
çýkan toprak rantýnýn miktarýyla belirlenir. Bu, burada toprakla çakýþan
ve topraktan farklý iseler, onun salt eklentileri olan üretim araçlarýnýn
“sahibi” için ödenmemiþ artý-emektir. Burada serfin ürününün, geçimi-
ne ek olarak, onun emek koþullarýnýn yeniden-üretimine de yetmesi
gerektiði koþulu, bütün üretim tarzlarý altýnda ayný kalan bir koþuldur.
Çünkü bu, bunlarýn özel biçiminin sonucu deðil, genel olarak tüm sürek-
li ve üretken emeðin, daima ayný zamanda da yeniden-üretim olan, yani
kendi iþleme koþullarýnýn yeniden-üretimini de içeren her sürekli üreti-
min, doðal bir önkoþuludur. Ayrýca açýktýr ki, doðrudan doðruya emekçi-
nin, kendi geçim araçlarýnýn üretimi için gerekli olan üretim araçlarýnýn
ve emek koþullarýnýn “zilyedi” olarak kaldýðý tüm biçimlerde, mülkiyet
iliþkileri, ayný zamanda, doðrudan bir beylik ve kölelik iliþkisi olarak orta-
ya çýkmalýdýr, öyle ki, doðrudan üretici özgür deðildir; yükümlü-emeðin
bulunduðu serflikten, salt bir haraca baðlýlýk iliþkisine indirilebilecek olan
bir özgürlük noksanlýðý. Varsayýmýmýza göre, burada, doðrudan üretici-
nin, kendi üretim araçlarýna, emeðinin gerçekleþtirilmesi ve geçim araçla-
rýnýn üretimi için zorunlu olan gerekli maddi emek koþullarýna sahip
olduðu görülecektir. O, tarýmsal faaliyetini ve onunla baðlantýlý olan kýr-
sal ev sanayilerini baðýmsýz olarak yürütür. Küçük köylülerin kendi arala-
rýnda, Hindistan’da yaptýklarý gibi, azçok doðal bir üretim topluluðu

* Kendi geçimini kendi saðlayan. -ç.

Karl Marks 691


Kapital III
oluþturmalarý durumu bu baðýmsýzlýðý baltalamaz, çünkü burada sözko-
nusu olan, yalnýzca [sayfa 694] malikanenin ismi beyinden baðýmsýzlýktýr.
Böyle koþullar altýnda, topraðýn ismi sahibi için artý-emek, bürünülen bi-
çim ne olursa olsun, onlardan ancak ekonomi-dýþý baský ile alýnabilir.44
Bu, köle ya da plantasyon ekonomisinden, kölenin yabancý üretim ko-
þullarý altýnda ve baðýmsýz olmadan çalýþmasýyla ayrýlýr. O halde, kiþisel
baðýmlýlýk koþullarý gereklidir, ne ölçüde olursa olsun kiþisel özgürlük
eksikliði ve topraðýn bir eklentisi olarak topraða baðlý olmak, sözcüðün
gerçek anlamýyla baðýmlýlýk. Eðer doðrudan üreticiler özel bir toprak
sahibi ile karþýlaþmayýp, Asya’da olduðu gibi, toprakbeyleri ve, ayný za-
manda hükümdarlarý olarak baþlarýnda duran bir devletin doðrudan emri
altýnda iseler, o zaman, rant ve vergiler çakýþýr ya da daha doðrusu, bu-
rada, toprak rantýnýn bu biçiminden farklý olan hiç bir vergi bulunmaz.
Böyle koþullar altýnda, bu devlete baðlý herkes için geçerli olandan daha
güçlü bir siyasal ya da iktisadi baskýnýn varlýðýna gerek yoktur. Devlet, bu
durumda en yüksek beydir. Burada, egemenlik, ulusal çapta yoðunlaþmýþ
olan topraðýn sahipliðinden oluþur. Ama öte yandan, topraðýn gerek özel,
gerek ortaklaþa zilyetliði ve tasarrufu olmasýna karþýn, topraðýn özel mül-
kiyeti yoktur.
Ödenmemiþ artý-emeðin doðrudan üreticilerden çekilip alýnmasýn-
ýn özel iktisadi biçimi, doðrudan üretimin kendisinden doðan ve kendisi
de belirleyici bir öðe olarak onu etkileyen, yönetenler ile yönetilenlerin
iliþkisini belirler. Ama, bunun üzerine de, üretim iliþkilerinin kendilerin-
den doðan iktisadi topluluðun tüm oluþumu, böylece de ayný zamanda
onun özel siyasal biçimi yerleþmiþtir. Tüm toplumsal yapýnýn ve onunla
birlikte egemenlik ve baðýmlýlýk iliþkisinin siyasal biçiminin, kýsacasý, buna
uygun düþen özel devlet biçiminin, en içteki sýrrýný, gizli temelini açýða
vuran þey, her zaman, üretim koþullarýna sahip olanlar ile doðrudan
üreticiler arasýndaki iliþkidir – bu, her zaman, doðal olarak, emek yön-
temlerinin geliþmesinde belli bir aþamaya ve böylece de onun toplum-
sal üretkenliðine uygun düþen bir iliþkidir. Bu, ayný iktisadi temelin –esas
koþullarý açýsýndan ayný– sayýsýz farklý deneysel durumlar, doðal çevre,
ýrksal iliþkiler, dýþsal tarihsel etkiler vb. yüzünden, yalnýzca deneyimsel
olarak verilen koþullarýn tahlili ile anlaþýlabilen görünüþteki sonsuz deðiþ-
meler ve nüanslar göstermesini engellemez.
En basit, ve en ilkel rant biçimi olan emek-rant bakýmýndan þu
kadarý açýktýr: Rant, burada, artý-emeðin ilkel biçimidir ve onunla çakýþýr.
Ama artý-deðerin baþkalarýnýn ödenmemiþ emeði ile –bu özdeþliðini,
burada tahlil etmek gerekmez, çünkü doðrudan üreticinin kendisi için
emeði, yer ve zaman bakýmýndan toprakbeyi için emeðinden hâlâ ayrý

44
Bir ülkenin fethinden sonra, fatihin yakýn amacý, oranýn halkýný da kendi istediði gibi
kullanmak oluyordu. Karþ: Linguet [Théroie des loix civilles, ou Principles fondamentaux de la
societe, Tomes I-II, Londres 1767. -Ed.]. Bkz: ayrýca Möser [Osnabrükische Geschichte, 1. Teil,
Berlin und Slettin, s. 178. -Ed.].

692 Karl Marks


Kapital III
olduðundan ve bu sonuncusu, doðrudan doðruya bir üçüncü kiþi için
gaddarca yükümlü-emek biçiminde ortaya çýktýðýndan, bu artý-deðer [sayfa
695] hâlâ göz1e görülür, elle tutulur biçimde mevcuttur. Ayný biçimde
rant üretmek üzere topraðýn sahip olduðu “öz nitelik”, burada, elle tu-
tulur açýk bir sýrra indirgenir, çünkü rant saðlama yeteneði, burada, top-
raða baðlý emek-gücünü ve emek-gücünün sahibini, bunu, kendi zorunlu
gereksinmelerini karþýlamak için gerekli olanýn ötesinde bir ölçüde
sýkýþtýrmaya ve harekete geçirmeye zorlayan mülkiyet iliþkisini de içerir.
Rant, doðrudan, emek-gücünün bu artý harcamasýnýn, toprakbeyi tarafýn-
dan maledinilmesidir; çünkü doðrudan üretici, ona, hiç bir ek rant öde-
mez. Artý-deðerin ve rantýn yalnýzca özdeþ olmakla kalmayýp artý-deðerin
elle tutulur, artý-emek biçiminde olduðu burada, genel olarak artý-deðe-
rin doðal koþullarý ya da sýnýrlarý olan rantýn doðal koþullarý ya da sýnýrlarý
apaçýktýr. Doðrudan üretici 1) yeterince emek -gücüne sahip olmalýdýr
ve 2) emeðinin doðal koþullarý, hepsinden önce de ektiði toprak, yete-
rince üretken olmalýdýr, kýsacasý, emeðinin doðal üretkenliði, kendi zorun-
lu gereksinmelerinin karþýlanmasý için gerekli olanýn üzerinde bir miktar
artý-emeði elde bulundurmasýna olanak verecek kadar büyük olmalýdýr.
Rantý yaratan bu olanak deðil, bu olanaðý gerçeðe dönüþtüren zorlama-
dýr. Ama olanaðýn kendisi de, öznel ve nesnel doðal durumlar tarafýndan
koþullandýrýlmýþtýr. Ve burada da gizemli hiç bir þey yoktur. Emek-gücü
çok ufak ve emeðin doðal koþullarý kýt ise, artý-emek de küçüktür, ama
böyle bir durumda, bir yanda üreticilerin istekleri, öte yandan da artý-
emeði sömürenlerin nispi sayýsý ve ensonu, bu birkaç sömürücü toprak
sahibi için bu pek az üretken artý-emeðin gerçekleþtiði artý-ürün de küçük-
tür.
Ensonu, aslýnda emek-rant, tüm öteki koþullar eþit kaldýðýnda,
doðrudan üreticinin kendi durumunu iyileþtirmeye, servet edinmeye,
gerekli geçim araçlarýnýn üzerinde bir fazla üretmeye ne ölçüde mukte-
dir olacaðý, ya da kapitalist anlatým biçimini þimdiden kullanýrsak, ken-
disi için bir kâr üretip üretmeyeceði ve ne kadar kâr, yani kendisi tara-
fýndan üretilmiþ olan ücretlerinin üzerinde ne kadar bir fazla üreteceði,
tamamen, artý-emeðin nispi miktarýna ya da yükümlü-emeðe baðlý ola-
caktýr. Burada rant, artý-deðerin, normal, herþeyi kapsayan adeta meþru
biçimidir ve bu durumda ücretlerin üzerinde herhangi bir baþka fazlanýn
ötesinde olmak anlamýna gelen, kârýn üzerinde bir fazla olmaktan çok
uzak olup, bunun yerine, bu kârýn miktarý ve hatta varlýðýnýn kendisi, öte-
ki koþullar eþitse, rant miktarýna, yani toprakbeylerine teslim edilecek
yükümlü artý-emeðe baðlýdýr.
Doðrudan üretici, malsahibi deðil, yalnýzca bir zilyet olduðuna göre
ve artý-emeðinin tümü aslýnda de jure* toprakbeyine ait olduðuna göre,
bazý tarihçiler, bu koþullar altýnda, yükümlü-emeðe tabi olanlarýn ya da

* Meþru. -ç.

Karl Marks 693


Kapital III
serflerin herhangi bir baðýmsýz mülkiyet, ya da göreli konuþursak, servet
edinmelerinin biraz olsun mümkün olacaðý konusunda þaþkýnlýklarýný
[sayfa 696] belirtmiþlerdir. Ancak, geleneðin, bu toplumsal üretim iliþkilerinin
ve buna uygun düþen üretim tarzýnýn dayandýðý ilkel ve geliþmemiþ koþul-
larda egemen rol oynamasý gerektiði ortadadýr. Ayrýca açýktýr ki, her
zaman olduðu gibi, burada da, mevcut düzeni yasa olarak onaylamak
ve onun, kullaným ve gelenek ile gelen sýnýrlarýný yasal olarak yerleþtirmek
toplumun yönetici kesiminin çýkarýnadýr. Bu arada þunu belirtelim, her
þey bir yana, bu, mevcut düzenin temelinin ve esas iliþkilerinin sürekli
yeniden-üretimi, zaman içinde, ayarlý ve düzenli bir biçime bürünür bü-
rünmez, kendiliðinden olur. Ve böyle bir ayar ve düzenin kendisi, top-
lumsal istikrara ve salt raslantý ve keyfilikten baðýmsýzlýða kavuþacak
olan her üretim tarzýnýn vazgeçilmez öðeleridir. Bunlar, tam da onun
toplumsal istikrarýnýn ve bu yüzden de salt keyfilik ve salt raslantýdan
nispi özgürlüðünün biçimidir. Geri üretim süreci koþullarý altýnda olduðu
gibi, buna tekabül eden toplumsal koþullarda da, bu biçime, bunlarýn
yeniden üretiminin salt yinelenmesi ile kavuþur. Eðer bu bir süre devam
etmiþse, gelenek ve görenek olarak yerleþir ve ensonu, açýk bir yasa
olarak onaylanýr. Ama, bu artý-emek biçimi, yükümlü-emek, tüm top-
lumsal üretken güçlerin eksik geliþmesine ve emek yöntemlerinin ken-
dilerinin hamlýðýna dayandýðýna göre, doðal olarak, doðrudan üreticinin
toplam emeðinin, geliþmiþ üretim tarzlarý altýnda, özellikle kapitalist üre-
tim tarzý altýnda olduðundan, nispeten çok daha küçük bir bölümünü
emecektir. Örneðin, toprakbeyi için yükümlü-emeðin baþlangýçta hafta-
da iki gün olduðunu kabul edelim. Bu, haftada iki günlük yükümlü-
emek böylece saptanmýþtýr, töresel ya da yazýlý yasa ile hukuken düzen-
lenen sabit bir büyüklüktür. Ama doðrudan üreticinin kendisinin kullaný-
mýnda olan haftanýn geri kalan günlerinin üretkenliði, onun deneyimi
sýrasýnda geliþmesi gereken deðiþken bir büyüklüktür, týpký edindiði yeni
istekler gibi ve týpký ürününün piyasasýnýn geniþlemesinin ve emek-gücü-
nün bu bölümünü kullanýrken gösterdiði artan güvenin onu emek-gücü-
nü daha büyük ölçüde kullanmaya özendireceði gibi; burada unutulma-
malýdýr ki, onun emek-gücünün kullanýmý hiç de tarýmla sýnýrlý deðildir,
kýrsal ev sanayiini de içerir. Kuþkusuz burada elveriþli koþullara, doðuþtan
gelen ýrksal özelliklere vb. baðlý olarak belli bir iktisadi geliþmenin yeral-
masý olasýlýðý ortaya çýkar.

III. AYNÎ-RANT

Emek-rantýn aynî-ranta dönüþmesi, iktisadi açýdan toprak rantý-


nýn niteliðinde hiç bir þeyi deðiþtirmez. Burada ele alýnan biçimlerde,
toprak rantýnýn niteliði, rantýn, artý-deðerin ya da artý-ürünün tek egemen
ve normal biçimi olmasýdýr. Bu, ayrýca, rantýn, kendi yeniden-üretimi
için gereken emek koþullarýna tasarruf eden doðrudan üreticinin, bu

694 Karl Marks


Kapital III
durumda her þeyi kucaklayan emek koþulu olan topraðýn, sahibine ver-
mek zorunda olduðu tek artý-emek ya da tek artý-ürün olmasý gerçeði ile
ifade [sayfa 697] edilir. Ve dahasý, toprak doðrudan üreticinin karþýsýna on-
dan baðýmsýz ve toprakbeyi tarafýndan kiþileþtirilen yabancý mülkiyet
olarak çýkan tek emek koþuludur. Aynî-rant, ne ölçüde egemen ve üstün
toprak rantý biçimi olursa olsun, ayrýca, her zaman daha önceki biçimin
kalýntýlarý, yani toprakbeyi ister özel bir kiþi, ister devlet olsun, emek
olarak, angarya-emek olarak ödenen rantýn kalýntýlarý, azçok buna eþlik
eder. Aynî-rant, doðrudan üretici için daha yüksek bir uygarlýk aþamasý,
yani emeðinin ve genel olarak toplumun daha yüksek bir geliþme dü-
zeyini öngörür. Ve, önceki biçiminden, artý-emeðin doðal biçimiyle, do-
layýsýyla toprakbeyinin ya da onun temsilcilerinin doðrudan gözetimi ve
zorlamasý altýnda harcanmasýnýn artýk gerekli olmamasýyla ayrýlýr; doðru-
dan üretici, doðrudan zorlamadan çok koþullarýn itmesiyle, kýrbaçtan
çok yasal yollarla, bu emeði kendiliðinden harcamak üzere harekete
geçirilir. Doðrudan üreticinin vazgeçilmez gereksinmelerinin ötesindeki
ve gerçekten kendisine ait olan üretim alanýndaki, eskiden olduðu gibi
kendi topraðýnýn ötesinde, yakýndaki beyin malikanesi üzerinde olmak
yerine, kendisi tarafýndan iþlenen topraðýn üzerindeki üretim anlamýn-
da, artý-üretim, daha þimdiden, burada kendiliðinden anlaþýlan bir kural
haline gelmiþtir. Bu iliþkide, doðrudan üretici, eskiden olduðu gibi bu
emek-zamanýnýn bir parçasýnýn, baþlangýçta hemen hemen tüm artý bölü-
münün, karþýlýksýz olarak toprakbeyine ait olmasýna karþýn, tüm emek-
zamanýný kendi bildiðince kullanýr; þu farkla ki, toprakbeyi, artýk, bu artý-
emeði doðrudan doðal biçimiyle almaz, bunun yerine içinde gerçekleþtiði
ürünlerin doðal biçimiyle alýr. Aynî-rantýn saf biçimiyle ortaya çýktýðý her
yerde, toprakbeyi için çalýþmanýn yarattýðý, külfetli ve yükümlü-emeðin
düzenlenme biçimine göre azçok rahatsýz edici fasýla (bkz: Buch I, Kap.
VIII, 2) (“Ýmalatçý ve Boyar”) ortadan kalkar ya da en azýndan, aynî-rant
ile yanyana bir miktar angarya-emek de yer aldýðý zaman, yýl boyunca
bir-kaç kýsa aralýða iner. Üreticinin kendisi için emeði ile, toprakbeyi için
emeði, artýk, zaman ve yer açýsýndan, elle tutulur bir biçimde ayrýlmýþ
deðildir. Saf biçimiyle bu aynî-rant, daha yüksek ölçüde geliþmiþ üretim
tarzlarýna ve üretim iliþkilerine de küçük parçalar halinde sürüklense de,
varlýðý için bir doðal ekonomiyi öngörür, yani ekonominin koþullarý ya
bütünüyle, ya da büyük bölümüyle ekonominin kendisi tarafýndan üreti-
lir, onun gayrisafi ürününden doðrudan doðruya yerine konur ve yeni-
den-üretilir. Dahasý, bu, kýrsal ev sanayii ile tarýmýn birleþmesini öngörür.
Rantý oluþturan artý-ürün, bu bileþik tarýmsal ve sýnai aile emeðinin ür-
ünüdür, aynî-rant, ister ortaçaðlarda çoðu kez olduðu gibi azçok sýnai
ürünü içersin, ister yalnýzca, gerçek toprak ürünleri olarak ödensin, far-
ketmez. Bu rant biçiminde, artý-emeði temsil eden aynî-rantýn, kýrsal
ailenin tüm artý-emeðini, tamamen tüketmesi hiç de gerekli deðildir:
Emek-ranta oranla, üretici, gerekli gereksinmelerini karþýlayan [sayfa 698]

Karl Marks 695


Kapital III
emeðinin ürünü için olduðu gibi, ürünü kendisine ait olacak olan artý-
emek için de zaman kazanmak üzere daha fazla hareket alanýna sahip-
tir. Gene bunun gibi, bu biçim, tek tek doðrudan üreticilerin iktisadi
durumlarýnda daha büyük farklýlýklara yolaçacaktýr. En azýndan böyle bir
farklýlaþma olanaðý, doðrudan üretici için, sýrasý geldiðinde, öteki emekçi-
leri doðrudan doðruya sömürme araçlarýný elde etme olanaðý vardýr.
Ancak, saf biçimi ile aynî-rant üzerinde durduðumuzdan, burada, bu bizi
ilgilendirmemektedir; týpký genel olarak çeþitli rant biçimlerinin birleþe-
bileceði saflýðýný kaybedeceði ve karýþabileceði sayýsýz kombinasyon
çeþitlerine giremeyeceðimiz gibi. Aynî-rant biçimi, belli bir ürün tipine ve
üretimin kendisine baðlý olmakla ve tarým ile ev sanayiinin vazgeçilmez
birleþmesi aracýlýðýyla, köylü ailesinin pazardan ve üretimin hareketin-
den ve kendi alaný dýþýnda kalan toplum kesiminin tarihinden baðýmsýz
olarak kendi kendini geçindirdiði hemen tam kendine-yeterliliði aracý-
lýðýyla, kýsacasý genel olarak doðal ekonominin niteliði sayesinde, bu
biçim, örneðin Asya’da gördüðümüz gibi, duraðan toplumsal koþullara
temel saðlamaya çok uygundur. Burada da daha önceki emek-rant biçi-
minde olduðu gibi, toprak rantý, artý-deðerin ve bunun için artý-emeðin,
yani doðrudan üreticinin bedavaya, dolayýsýyla da, bu zorlama altýnda
gerçekleþtirdiði –temel emek koþulunun, topraðýn sahibinin yararýna sun-
duðu– tüm fazla emeðin normal biçimidir. Eðer hatalý bir biçimde önce-
den davranýp, doðrudan üreticinin gerekli-emeði üzerinde olan emek
fazlasýnýn kendisi için tuttuðu bölümüne kâr diyebilirsek, kârýn, aynî-
rantýn belirlenmesiyle pek az ilgisi vardýr. Bu kâr, tersine, rantýn sýrtýndan
büyür ve doðal sýnýrýný aynî-rantýn büyüklüðünde bulur. Bu sonuncusu,
emek koþullarýnýn, bizzat üretim araçlarýnýn yeniden-üretimini ciddi bir
biçimde tehlikeye koyan boyutlara ulaþabilir, üretimin yayýlmasýný azçok
olanaksýz kýlabilir ve doðrudan üreticileri, geçim araçlarýnýn fiziki asgari
düzeyine indirebilir. Fetihçi bir ticari ulus, örneðin Hindistan’daki Ýngiliz-
ler gibi, bu biçimle karþýlaþtýðý ve bundan yararlandýðý zaman durum
özellikle böyledir.

IV. PARA-RANT

Para-rant ile –kapitalist üretim tarzýna dayanan, ortalama kârýn


üzerinde bir fazladan baþka bir þey olmayan sýnai ve ticari toprak rantýn-
dan ayrý olarak– burada, aynî-rantýn biçimindeki salt bir deðiþiklikten
doðan toprak rantýný kastediyoruz, týpký aynî-rantýn da emek-rantýn bir
deðiþmesinden baþka bir þey olmayýþý gibi. Burada, doðrudan üretici,
ürün yerine onun fiyatýný toprakbeyine (bu ister devlet, ister bir özel kiþi
olabilir) aktarýr. Doðal biçimlerindeki ürünlerin bir fazlasý artýk yetmez;
bu doðal biçiminden, para-biçimine dönüþtürülmelidir. Doðrudan üreti-
ci, hâlâ en azýndan geçim araçlarýnýn büyük bölümünü kendisi üretme-
ye [sayfa 699] devam ederse de, bu ürünün belirli bir bölümü þimdi metaya

696 Karl Marks


Kapital III
dönüþtürülmeli, metalar olarak üretilmelidir. Böylece, tüm üretim tarzý-
nýn niteliði azçok deðiþir. Baðýmsýzlýðýný, toplumsal baðlantýdan kopuk-
luðunu yitirir. Þimdi daha büyük ya da daha küçük para harcamalarýný
içeren üretim maliyeti oraný, belirleyici duruma gelir; her durum ve ko-
þulda gayri-safi ürünün paraya çevrilecek bölümünün, bir yandan tekrar
yeniden– üretim araçlarý görevi, öte yandan da doðrudan geçim araçlarý
görevi yapmasý gereken bölümün üzerinde olan fazlasý, belirleyici bir rol
kazanýr. Ama, sonuna yaklaþmasýna karþýn, bu rant tipinin temeli de,
onun hareket noktasýný oluþturan aynî-rantýnki ile ayný kalýr. Eskiden
olduðu gibi, doðrudan üretici, ya miras yoluyla ya da baþka bir gelenek-
sel hakla, hâlâ topraðýn zilyedidir ve en hayati üretim koþulunun sahibi
olan beyi için fazla angarya-emek, yani paraya dönüþtürülmüþ artý-ürün
biçiminde, karþýlýðýnda hiç bir eþdeðerin verilmediði ödenmemiþ emek
harcamak zorundadýr. Tarým aletleri ve her türlü taþýnýr eþya gibi, top-
raktan ayrý olan emek koþullarýnýn sahipliði, daha önceki rant biçimle-
rinde bile, önce gerçekten, sonra da ayrýca hukuken doðrudan üreticinin
mülkiyeti haline dönüþmüþtür ve bu, para-rant biçimi için daha da geçerli
bir önkoþuldur. Önce arasýra, sonra azçok ulusal çapta ortaya çýkan
aynî-rantýn para-ranta dönüþmesi, ticarette, kent sanayiinde, genel ola-
rak meta üretiminde ve dolayýsýyla para dolaþýmýnda önemli bir geliþme
öngörür. Ayrýca, ürünler için bir piyasa-fiyatý ve bunlarýn kabaca deðerle-
rine yaklaþan fiyatlarda satýlmalarýný varsayar, daha önceki biçimlerde
böyle bir durum hiç de gerekmiyordu. Doðu Avrupa’da, bu dönüþümün,
gözlerimizin önünde yeralýþýný, hâlâ kýsmen gözlemleyebiliriz. Toplum-
sal emeðin üretkenliðinde belli bir geliþme olmaksýzýn, bunun ne kadar
olanaksýz olabileceði, Roma Ýmparatorluðunda bunu uygulamak için
giriþilen çeþitli baþarýsýz çabalarla ve hiç olmazsa bu rantýn devlet vergisi
bölümünü para-ranta dönüþtürmeye çalýþýldýktan sonra aynî-ranta
dönüþlerle tanýtlanabilir. Ayný geçiþ güçlükleri, örneðin, para-rantýn, daha
önceki biçimlerin kalýntýlarýyla birleþtiði ve onlar tarafýndan bozulduðu
devrim-öncesi Fransa’da görülür.
Aynî-rantýn bir biçim deðiþtirmesi ve onun antitezi olarak para-
rant, þimdiye kadar incelediðimiz toprak rantý tipinin, yani artý-deðerin
ve üretim koþullarýnýn sahibi için harcanmasý gereken ödenmemiþ artý-
emeðin normal biçimi olarak toprak rantýnýn sonal biçimi ve ayný za-
manda da son bulma biçimidir. Bu rant, saf biçimiyle, emek-rant ve
aynî-rant gibi, kârýn üzerinde bir fazlayý temsil etmez. Anlaþýldýðý üzere
kârý içine alýr. Kâr onun yanýsýra, hemen hemen fazla emeðin ayrý bir
bölümü olarak ortaya çýktýðý ölçüde, daha önceki biçimlerdeki rant gibi,
ancak, para-rantýn temsil ettiði artý-emeðin harcanmasýndan sonra ka-
lan, ister kiþinin kendisinin, ister baþkasýnýn fazla emeðinin, sömürülme
olanaklarýyla iliþkili olarak geliþebilecek olan bu rüþeym halindeki kârýn
normal sýnýrýný oluþturmaya devam eder. Eðer bu rantla birlikte, herhan-
gi [sayfa 700] bir kâr gerçekten de doðacak olursa, o zaman, bu kâr, rantýn

Karl Marks 697


Kapital III
sýnýrýný oluþturmaz, tersine, rant, kârýn sýnýrýdýr. Ancak, zaten belirtildiði
gibi, para-rant, ayný zamanda, þimdiye kadar ele alýnan, artý-deðer ve
artý-emekle prima facie çakýþan toprak rantýnýn, yani artý-deðerin normal
ve egemen biçimi olarak toprak rantýnýn son bulma biçimidir.
Para-rant daha sonraki geliþmesinde –örneðin küçük kiracý köylü
çiftçi gibi bütün ara biçimlerden ayrý olarak– ya topraðýn köylülerin mül-
kü haline dönüþmesine ya da kapitalist üretim tarzýna uygun düþen
biçime, yani kapitalist kiracý çiftçinin ödediði ranta yolaçacaktýr.
Para-rantýn egemen olmasý ile, toprakbeyi ile topraðýn bir kýs-
mýnýn tasarrufunu elinde tutan ve onu iþleyen uyruklar arasýndaki gele-
neksel ve göreneksel yasal iliþki, zorunlu olarak, pozitif hukukun kural-
larýna uygun olarak sözleþme ile saptanmýþ saf bir para iliþkisine dönüþür.
Böylece topraðý iþlemekle uðraþan zilyet, gerçekte salt bir kiracý haline
gelir. Bu dönüþüm, bir yandan, öteki genel üretim iliþkilerinin izin ver-
mesi koþuluyla, eski köylü zilyetlerin gitgide daha çok mülksüzleþtiril-
mesine ve bunlarýn yerine kapitalist kiracýlar konmasýna hizmet eder.
Öte yandan da, eski zilyedin, para karþýlýðýnda, rant yükümlülüðünden
kendini kurtarmasýna ve iþlediði topraða tam olarak sahip olan baðýmsýz
bir köylüye dönüþmesine yolaçar. Ayrýca, aynî-rantýn para-ranta dönüþ-
mesine, kendilerini para karþýlýðý kiraya veren mülksüz bir gündelikçiler
sýnýfýnýn oluþumu, kaçýnýlmaz olarak eþlik etmekle kalmaz, hatta bu
oluþum ondan önce meydana gelir. Bunlarýn doðuþu sýrasýnda, bu yeni
sýnýfýn ancak arasýra ortaya çýktýðý dönemde, rant ödemelerine tabi, daha
gönenç içindeki köylüler arasýnda, ücretli tarým emekçilerini kendi he-
saplarýna sömürme göreneði zorunlu olarak geliþir, týpký feodal döneml-
erde, daha hali-vakti yerinde köylülerin kendilerinin de serf tutmasý gibi.
Bu yolla, giderek, belli bir miktar servet biriktirme ve bizzat, gelecekteki
kapitalistler haline dönüþme olanaðý elde ederler. Böylece, toprakta biz-
zat çalýþan eski zilyetler, geliþmesi, kýrýn sýnýrlarý ötesindeki kapitalist
üretimin genel geliþmesi ile belirlenen, kapitalist kiracýlar için bir ana
okulunun doðmasýný bizzat saðlamýþ olurlar. Bu sýnýf, özellikle elveriþli
koþullarýn yardýmýna kavuþtuðu zaman çok hýzlý boy atar, 16. yüzyýlda
paranýn o dönemdeki artan oranlý deðer kaybýnýn, geleneksel uzun kira
sözleþmeleri altýnda, onlarý, toprakbeylerinin zararýna olarak zenginleþ-
tirdiði Ýngiltere’de olduðu gibi.
Dahasý: rant, para-rant biçimine bürünür bürünmez ve böylece
de rant ödeyen köylü ile toprakbeyi arasýndaki iliþki, sözleþme ile sapta-
nan bir iliþki haline gelir gelmez –ancak dünya piyasasý, ticaret ve manü-
faktür nispeten yüksek, belli bir düzeye eriþtiði zaman genel olarak
mümkün olan bir geliþme– kapitalistlere toprak kiralama da kaçýnýlmaz
olarak ortaya çýkar. Bu sonuncular þimdiye kadar kýrsal sýnýrlarýn ötesin-
de durmuþlardýr ve þimdi, kýra ve tarýma, kentlerde edinilmiþ olan ser-
mayeyi ve onunla birlikte de geliþtirilmiþ olan kapitalist iþ tarzýný –yani
bir [sayfa 701] ürünün salt bir meta olarak ve yalnýzca bir artý-deðeri male-

698 Karl Marks


Kapital III
dinme aracý olarak yaratýlmasýný taþýrlar. Bu biçim, yalnýzca, feodal üre-
tim tarzýndan kapitalist üretim tarzýna geçiþ döneminde dünya piyasasý-
na egemen olan ülkelerde genel kural haline gelebilir. Kapitalist kiracý
çiftçi, toprakbeyi ile topraðýn gerçek iþleyeni arasýna girdiði zaman, eski
kýrsal üretim tarzýndan doðan tüm iliþkiler parçalanýr. Çiftçi, bu tarým
emekçilerinin gerçek kumandaný ve onlarýn artý-emeðinin gerçek sömür-
ücüsü haline geldiði halde, toprakbeyi, yalnýzca bu kapitalist kiracý ile
doðrudan bir iliþki ve aslýnda yalnýzca bir para ve sözleþme iliþkisi sür-
dürür. Böylece, rantýn niteliði de, daha önceki biçimlerde bile kýsmen
olduðu gibi, yalnýzca gerçekte ve raslansal olarak deðil, normal olarak,
tanýnan ve egemen olan biçimine dönüþür. Artý-deðerin ve artý-emeðin
normal biçimi olmaktan çýkýp, salt, bu artý-emeðin, onun, sömürücü
kapitalist tarafýndan kâr biçiminde maledinilen bölümünün üstündeki
bir fazlasý durumuna düþer; týpký toplam artý-emeðin, kârýn ve kârýn üze-
rindeki fazlanýn, doðrudan doðruya onun tarafýndan çekilip alýnmasý,
toplam artý-ürün biçiminde toplanmasý ve paraya dönüþtürülmesi gibi.
Yalnýzca, tarým emekçisinden doðrudan sömürü ile, sermayesi aracýlýðýyla
çekip aldýðý bu artý-deðerin fazla bölümünüdür ki, rant olarak toprak-
beyine aktarýr. Bu sonuncuya ne kadar çok ya da ne kadar az aktardýðý,
ortalama olarak, tarým-dýþý üretim alanlarýndaki sermayenin gerçekleþtir-
diði ortalama kâr tarafýndan ve bu ortalama kârýn düzenlediði tarým-dýþý
üretim-fiyatlarý tarafýndan konan sýnýrlara baðlýdýr. Þimdi rant, artý-deðe-
rin ve artý-emeðin normal bir biçimi olmaktan çýkýp, artý-emeðin serma-
ye tarafýndan kendisinin meþru ve normal payý olarak istenen bölümünün
üzerinde ve bu özel üretim alanýna, tarýmsal üretim alanýna özgü bir
fazlaya dönüþmüþtür. Þimdi rant yerine kâr, artý-deðerin normal biçimi
olmuþtur ve rant, genel olarak artý-deðerin deðil, yalnýzca onun kollarýn-
dan biri olan, özel koþullar altýnda baðýmsýz bir biçime bürünen artý-
kârýn bir biçimi olarak varlýðýný sürdürür. Üretim tarzýnýn kendisindeki
kerteli bir dönüþümün bu dönüþüme nasýl uygun düþtüðünü ayrýntýlarýy-
la açýklamaya gerek yok. Bu, zaten, kapitalist kiracý çiftçi için tarýmsal
ürünleri meta olarak üretmenin normal olmasý ve eskiden yalnýzca geçim
araçlarýnýn üzerindeki fazla, metalara dönüþtürülürken, þimdi, bu me-
talarýn ancak önemsiz bir bölümünün geçim araçlarý olarak onun ta-
rafýndan doðrudan doðruya kullanýlmasý gerçeðinden çýkmaktadýr. Þimdi
tarýmsal emeði bile, doðrudan egemenliði ve üretkenliði altýna sokan,
artýk toprak deðil, sermayedir.
Ortalama kâr ve onunla düzenlenen üretim-fiyatý, kýrdaki iliþkilerin
dýþýnda ve kent ticaret ve manüfaktürü içinde oluþur. Rant ödeyen köylü-
nün kârý, eþitleyici bir etken olarak ona dahil deðildir, çünkü onun top-
rakbeyi ile olan iliþkisi kapitalist bir iliþki deðildir. Kâr ettiði ölçüde, yani
ya kendi emeðiyle ya da baþka insanlarýn emeðini sömürerek, gerekli
geçim araçlarýnýn üzerinde bir fazla gerçekleþtirdiði ölçüde, bu, [sayfa 702]
normal iliþkinin arkasýnda yapýlýr ve öteki koþullar eþit olmak kaydýyla,

Karl Marks 699


Kapital III
bu kârýn büyüklüðü, rantý belirlemez, tersine, kâr, onun sýnýrý olarak rant
tarafýndan belirlenir. Ortaçaðlardaki yüksek kâr oraný, tümüyle, ücretle-
re yatýrýlan deðiþen parçanýn egemen olduðu düþük sermaye bileþimi
yüzünden deðildir. Topraktaki dolandýrýcýlýk, toprakbeyinin rantýnýn ve
onun vasallarýnýn gelirinin bir bölümünün maledinilmesi yüzündendir.
Ortaçaðlarda, feodalizmin istisnai kentsel geliþmeyle çökmediði her yer-
de, kýr, kenti politik açýdan sömürüyorsa – Ýtalya’da olduðu gibi, öte
yandan da, kent, tekel fiyatlarý, vergi sistemi, lonca örgütü ve doðrudan
ticari hilekarlýðý ve tefeciliði aracýlýðýyla, her yerde ve istisnasýz. olarak,
topraðý ekonomik açýdan sömürür.
Tarýmsal üretimde kapitalist çiftçinin salt ortaya çýkýþýnýn, çok eski
zamanlardan beri þu ya da bu biçimde rant olarak ödenmiþ olan tarým
ürünlerinin fiyatýnýn, en azýndan bu ortaya çýkýþ sýrasýnda, ister bu tarým-
sal ürünlerin fiyatý bir tekel fiyatý düzeyine eriþtiði için olsun, ister bu
fiyat, tarýmsal ürünlerin deðeri kadar yükseldiði ve bunlarýn deðeri, ger-
çekte, ortalama kârýn düzenlediði üretim-fiyatýnýn üzerinde olduðu için
olsun, manüfaktürün üretim-fiyatlarýndan yüksek olmasý gerektiðini ta-
nýtlayacaðý düþünülebilir. Çünkü eðer bu böyle deðil idiyse, kapitalist
çiftçi, mevcut tarým ürünleri fiyatlarýnda, önce bu ürünlerin fiyatýndan
ortalama kârý hiç de gerçekleþtiremez, sonra da ayný fiyattan, bu kârýn
üzerinde, rant biçiminde bir fazla ödeyemezdi. Bundan þu sonuç çýkarý-
labilir: kapitalist çiftçiye, toprakbeyi ile sözleþmesinde kýlavuzluk eden
genel kâr oraný, rant dahil edilmeden oluþmuþtur ve bu nedenle, tarým-
sal üretimde düzenleyici bir rol alýr almaz, bu fazlayý hazýr olarak bulur
ve toprakbeyine öder. Ýþte örneðin, Herr Rodbertus, sorunu bu gelenek-
sel biçimde açýklamaktadýr.* Ama:
Birincisi. Sermayenin, tarýmda baðýmsýz ve önde giden bir güç
olarak bu ortaya çýkýþý, birden ve genel olarak deðil, kerteli olarak ve
belli üretim dallarýnda gerçekleþir. Önce asýl tarýmý deðil, sýðýr yetiþtiriciliði,
özellikle koyun üreticiliði gibi üretim dallarýný kucaklar, ki bunun esas
ürünü olan yün, sanayiin yükseliþi sýrasýnda, ilk aþamalarda, üretim-fi-
yatýnýn üzerinde sürekli bir piyasa-fiyatý fazlasý sunar, ve bu, ancak daha
sonralarý eþitlenir. 16. yüzyýlda Ýngiltere’de olan budur.
Ýkincisi. Bu kapitalist üretim, önce ancak arasýra ortaya çýktýðýna
göre, bunun ilkönce, özel verimlilikleri ya da istisnai elveriþlilikteki yerle-
ri aracýlýðýyla, genel olarak, bir farklýlýk rantý ödemeye muktedir olan
topraðýn kategorilerine uzandýðý varsayýmý tartýþýlamaz.
Üçüncüsü. Hatta bu üretim tarzý ortaya çýktýðý sýrada –ve bu ger-
çekten de kent talebinin gitgide, daha çok aðýr basmasýný öngörür– [sayfa
703] 17. yüzyýlýn son üçte-birinde, Ýngiltere’de þüphesiz olduðu gibi, tarým
ürünleri fiyatlarýnýn üretim-fiyatýndan yüksek olduðunu varsayalým. Gene

* J. Rodbertus, Sociale Briefe an von Kirchmann, Dritter Brief: Widerlegung der Ricardo’schen
Lehre von der Grundrenýe und Begründung einer, neuen Rententheorie. Ayrýca bkz: K. Marx,
Theorien über den Mehrwert, 2. Teil, 1957, s. 3-106, 142-154. -Ed.

700 Karl Marks


Kapital III
de, bu üretim tarzý, kendini, tarýmýn sermayeye salt tabi gibi olmasý du-
rumundan kurtarýr kurtarmaz ve onun geliþmesinde zorunlu olarak eþlik
eden tarýmsal ilerleme ve üretim maliyetlerindeki düþüþ gerçekleþir
gerçekleþmez, 18. yüzyýlýn ilk yarýsýnda Ýngiltere’de olduðu gibi, bir karþý-
tepki ile, tarýmsal ürünün fiyatýnda bir düþme ile denge yeniden kurula-
caktýr.
Demek ki, rant, ortalama kârýn üzerinde bir fazla olarak, bu gele-
neksel yoldan açýklanamaz. Rantýn ilk ortaya çýktýðý zamanda mevcut
tarihsel koþullar ne olursa olsun, rant kök salar salmaz, ancak daha ön-
ce tanýmlanan modern koþullar altýnda varolabilir.
Ensonu, aynî-rantýn para-ranta dönüþmesinde þunu belirtmek ge-
rekir ki, onun yaný sýra, kapitalize rant, ya da topraðýn fiyatý, ve böylece
de onun satýlabilirliði ve satýlmasý, esas etkenler haline gelir ve bu ne-
denle yalnýzca rant ödemeye tabi olan eski köylü, baðýmsýz bir köylü
malsahibine dönüþebilmekle kalmaz, ayrýca kentli ve öteki paralý kiþiler
de, ya köylülere ya da kapitalistlere kiralamak üzere gayrimenkul satý-
nalabilir ve böylece, bu biçimde yatýrýlan sermayeleri üzerinden bir faiz
biçimi olarak ranttan yararlanabilirler, bu yüzden, bu durum da, daha
önceki sömürü tarzýnýn, toprak sahibi ile topraðý gerçekten iþleyen arasýn-
daki iliþkinin ve rantýn kendisinin dönüþmesini kolaylaþtýrýr.

V. YARICILIK VE KÜÇÜK ÖLÇEKLÝ


KÖYLÜ MÜLKÝYETÝ

Þimdi toprak rantý üzerine ayrýntýlý incelememizin sonuna gelmiþ


bulunuyoruz.
Ýster emek-rant, ister aynî-rant, ister (yalnýzca aynî-rantýn deðiþmiþ
bir biçimi olarak) para-rant olsun, bütün bu toprak rantý biçimlerinde,
her zaman, rantý ödeyenin, ödenmemiþ artý-emeði toprakbeyinin eline
doðrudan geçen, topraðýn fiili iþleyicisi ve zilyedi olduðu varsayýlmakta-
dýr. Son biçimde, “saf’ olduðu, yani yalnýzca aynî-rantýn deðiþmiþ bir
biçimi olduðu ölçüde para-rantta bile – bu yalnýzca mümkün deðil, ger-
çekte olan þeydir.
Baþlangýçtaki rant biçiminden kapitalist ranta bir geçiþ biçimi ola-
rak, yarýcýlýk sistemini, ya da ortakçýlýðý ele alabiliriz, bunda, iþletmeci
(çiftçi), emeði (kendisinin ya da bir baþkasýnýn) ve ayrýca döner serma-
yenin bir bölümünü saðlar, toprakbeyi de topraktan baþka, döner ser-
mayenin öteki bölümünü (örneðin sýðýr) saðlar, ve ürün, kiracý ile toprak-
beyi arasýnda, ülkeden ülkeye deðiþen belirli oranlarda bölüþülür. Bir
yandan çiftçi, burada, tam kapitalist iþletmecilik için gerekli olan yeterli
sermayeden yoksundur. Öte yandan da, burada, toprakbeyi tarafýndan
maledinilen pay, salt rant biçimini taþýmaz. Bu, gerçekte koyduðu ser-
mayenin [sayfa 704] faizini ve bir fazla rantý içerebilir. Çiftçinin hemen he-
men tüm artý-emeðini de emebilir, ya da ona bu artý-emeðin daha büyük

Karl Marks 701


Kapital III
ya da daha küçük bir parçasýný býrakabilir. Ama esas olarak burada, rant
artýk, genel olarak artý-deðerin normal biçimi olarak ortaya çýkmaz. Bir
yandan, ortakçý, ister kendisinin, ister baþkasýnýn emeðini kullansýn, ürü-
nün bir bölümünde, emekçi sýfatýyla deðil emek araçlarýnýn bir kýsmýnýn
sahibi sýfatýyla, kendinin kapitalisti sýfatýyla hak iddia edecektir. Öte yan-
dan da toprakbeyi, payýný yalnýzca toprak sahipliði temeli üzerinde deðil,
ayrýca da ödünç sermaye veren olarak da istemektedir.44a
Örneðin Polonya ve Romanya’da eski komünal toprak mülkiyeti-
nin baðýmsýz köylü çiftçiliðine geçiþten sonra da varlýðýný sürdüren bir
kalýntýsý, daha aþaðý toprak rantý biçimlerine geçiþi gerçekleþtirmek için
bir bahane görevi yapmýþtýr. Topraðýn bir bölümü, birey olarak köylüye
aittir ve baðýmsýz olarak onun tarafýndan iþlenmektedir. Öteki bölümü
ortaklaþa iþlenir ve kýsmen topluluk masraflarýný karþýlama, kýsmen de
kötü mahsul vb. durumlarýnda bir yedek olma görevi yapan bir artý-ürün
yaratýr. Artý-ürünün bu son iki parçasý ve sonunda da, üzerinde yetiþtiði
toprak da dahil olmak üzere tüm artý-ürün, devlet memurlarý ve özel
kiþiler tarafýndan, giderek daha çok gaspedilir ve böylece, bu ortak top-
raðý iþleme yükümlülükleri devam ettirilen, baþlangýçtaki özgür köylü
malsahipleri, ya angarya emeðe ya da aynî-ranta tabi vasallar haline dö-
nüþürlerken, ortak topraðý gaspedenler, yalnýzca gaspedilen ortak top-
raklarýn deðil, bizzat köylülerin topraklarýnýn bile sahibi durumuna gelirler.
Ne gerçek köle ekonomisini (bu da, bir baþkalaþým yoluyla, esas
olarak ev kullanýmýný amaçlayan ataerkil sistemden dünya piyasasý için
plantasyon sistemine geçer), ne de tüm üretim aletlerine sahip olan ve,
ya aynî, ya da para olarak ödeme yapýlan özgür ya da özgür olmayan
baðýmlý kiþilerin emeðini sömüren toprakbeylerinin kendilerinin baðým-
sýz çiftçiler olduklarý malikane iþletmeciliðini ayrýntýsýyla incelememize
gerek yok. Toprakbeyi ve üretim aletlerinin sahibi ve dolayýsýyla bu üre-
tim öðeleri arasýna dahil olan emekçilerin doðrudan sömürücüsü, bu
durumda tek ve ayný kiþidir. Bunun gibi rant ve kâr da çakýþýr, burada
artý-deðerin farklý biçimlerinin ayrýlmasý yoktur. Burada artý-ürün biçi-
minde ortaya çýkan, emekçilerin artý-emeðinin tümü, topraða ve köleci-
liðin özgün biçiminde bizzat doðrudan üreticilere sahip olan tüm üretim
aletlerinin sahibi tarafýndan, doðrudan, emekçilerden çekilip alýnýr. Ame-
rikan plantasyonlarý gibi, kapitalist görünümün egemen olduðu yerlerde,
bu artý-deðerin tümüne kâr gözüyle bakýlýr: ne kapitalist üretim tarzýnýn
kendisinin bulunduðu, ne de buna uygun düþen görünümün kapitalist
ülkelerden aktarýldýðý yerlerde, bu rant olarak görünmez. Her durum ve
[sayfa 705] koþulda, bu biçim, hiç bir güçlük getirmez. Adýna ne denirse
densin, toprakbeyinin geliri, onun maledindiði mevcut artý-ürün, burada

44a
Karþ: Buret [Cours d’économie politique, Bruxelles 1842. -Ed.], Tocqueville [L’ancien
régime et la revolution: Paris 1856. -Ed.], Sismondi [Nouveaux principles d’économie politýique.
– Seconde edition, Tome 1, Paris 1827. -Ed.] Antoine-Eugene Buret (1810-42) Sismondi’nin izle-
yicilerindendi.

702 Karl Marks


Kapital III
normal ve egemen biçimdir, bununla tüm ödenmemiþ artý-emek, doðru-
dan maledinilir ve toprak mülkiyeti böyle bir maledinmenin temelini
oluþturur.
Bundan baþka, küçük ölçekli toprak mülkiyeti. Köylü, burada,
ayný zamanda, onun baþ üretim aleti, emeðinin ve sermayesinin vaz-
geçilmez istihdam alaný olarak ortaya çýkan topraðýnýn özgür sahibidir.
Bu biçimde hiç bir kiralama parasý ödenmez. Bu yüzden, her ne kadar
öte yandan kapitalist üretim tarzýnýn geliþtiði ülkelerde öteki üretim dalla-
rýna oranla rant, bir artý-kâr olarak, ama genel olarak emeðinin bütün
kazançlarý gibi, köylüde biriken artý-kâr olarak ortaya çýksa da, artý-deðe-
rin ayrý bir biçimi olarak ortaya çýkmaz.
Toprak mülkiyetinin bu biçimi, daha önceki eski biçimlerde ol-
duðu gibi, kýrsal nüfusun sayýca kent nüfusuna büyük ölçüde aðýr bas-
masýný öngörür, öyle ki, kapitalist üretim tarzý, öteki türlü egemen olsa
bile, bu, ancak nispeten az geliþmiþtir ve bu yüzden öteki üretim dalla-
rýnda da sermayenin yoðunlaþmasý, dar sýnýrlar arasýna hapsolunmuþtur
ve bir sermaye parçalanmasý egemen durumdadýr. Durumun gereði ola-
rak, tarýmsal ürünün daha büyük bölümü, doðrudan geçim araçlarý ola-
rak, üreticilerin kendileri, köylüler tarafýndan tüketilmelidir ve ancak
bunun üzerindeki fazla, meta olarak kent ticaretine ulaþacaktýr. Tarým-
sal ürünlerin ortalama piyasa-fiyatý burada nasýl düzenlenirse düzenlen-
sin, farklýlýk rantý, üstün ya da daha elveriþli yerdeki topraktan gelen
meta-fiyatlarýndaki fazla bir bölüm, kapitalist üretim tarzý altýnda olduðu
gibi, kuþkusuz burada da varolmalýdýr. Bu farklýlýk rantý, bu biçimin, ge-
nel piyasa-fiyatýnýn henüz geliþmediði toplumsal koþullar altýnda ortaya
çýktýðý yerlerde bile mevcuttur; farklýlýk rantý o zaman fazla artý-üründe
ortaya çýkar. Ancak o zamandýr ki, emeði daha elveriþli doðal koþullar
altýnda gerçekleþtirilen köylünün cebine akar. Ya bu biçimin daha iler-
deki geliþmesi sýrasýnda bir miras bölüþülürken topraðýn fiyatý belli bir
para-deðerde hesaplanmýþ olduðundan, ya da bütün bir malikanenin ya
da onu oluþturan parçalarýn mülkiyetindeki sürekli deðiþiklik sýrasýnda,
toprak, çiftçinin kendisi tarafýndan, esas olarak ipotekle para saðlamak
suretiyle satýn alýndýðýndan, topraðýn fiyatýnýn köylünün gerçek üretim
maliyetine, bir etken olarak girdiði ve, bu yüzden, kapitalize ranttan baþka
bir þeyi temsil etmeyen topraðýn fiyatýnýn, önceden varsayýlan bir etken
olduðu ve böylece rantýn, topraðýn verimliliðinde ve yerindeki herhangi
bir farklýlaþmadan baðýmsýz olarak mevcut oluyor göründüðü bu biçim
altýnda – burada hiç bir mutlak rantýn mevcut olmadýðý, yani en kötü
topraðýn rant getirmediði varsayýmý genel olarak yapýlmalýdýr. Çünkü mut-
lak rant, ya ürün deðerinde onun üretim-fiyatýnýn üzerinde olan
gerçekleþmiþ bir fazlanýn varlýðýný, ya da ürünün deðerini aþan bir tekel
fiyatýný öngörür. Ama burada tarým, çoðunlukla, doðrudan geçim için
topraðýn iþlenmesi [sayfa 706] olarak sürdürüldüðüne göre, ve toprak, nü-
fusun çoðunluðunun emeði ve sermayesi için vazgeçilmez bir istihdam

Karl Marks 703


Kapital III
alaný olarak var olduðuna göre, ürünün düzenleyici piyasa-fiyatý, ancak
olaðanüstü koþullarda deðerine ulaþacaktýr. Ama üretim-fiyatýnýn üzerin-
deki bu deðer fazlasýnýn, buna karþýlýk, esas olarak parça-topraklardan
oluþan bir ekonomiye sahip ülkelerde, hatta tarým-dýþý sermayenin düþük
bileþimi ile sýnýrlanacak olmasýna karþýn, bu deðer, canlý emek öðesinin
aðýr basmasý yüzünden, genellikle üretim-fiyatýndan yüksek olacaktýr.
Bir toprak parçasýna sahip olan köylü için, kendisi bir küçük kapitalist
olduðu ölçüde, sömürü sýnýrý, sermayenin ortalama kârý ile saptanmaz;
öte yandan, bir toprak sahibi olduðu ölçüde, rant zorunluluðu ile de sap-
tanmaz. Bir kapitalist olarak onun için mutlak sýnýr, gerçek maliyetleri-
nin çýkarýlmasýndan sonra, kendisine ödediði ücretlerden baþka bir þey
deðildir. Ürünün fiyatý bu ücretleri karþýladýðý sürece, topraðýný ekecek
ve çoðu kez asgari maddi düzeyde ücretlerle ekecektir. Toprak sahibi
sýfatýna gelince, mülkiyet engeli onun için ortadan kalkmýþtýr, çünkü bu,
ancak toprak sahipliðinden ayrýlmýþ bir sermaye (emek dahil) ile karþý
karþýya kalýnca, sermaye yatýrýmýna bir engel çýkararak kendini hissetti-
rebilir. Kuþkusuz, topraðýn fiyatýnýn faizinin –genel olarak, baþka bir kiþiye,
ipotekli alacak sahibine ödenmesi gerekir– bir engel olduðu doðrudur.
Ama bu faiz, tam da, artý-emeðin kapitalist koþullar altýnda kârý oluþ-
turacak olan bölümünden ödenebilir. Bu nedenle, topraðýn fiyatýnda ve
ona ödenen faizde önceden deðer biçilen rant, bu artý-emek, meta-de-
ðerinin ortalama kârýn tümüne eþit olan bir parçasýnda gerçekleþtiril-
meksizin ve hele ortalama kârda gerçekleþtirilen artý-emeðin üzerinde
bir fazlada, yani bir artý-kârda gerçekleþtirilmeksizin, köylünün kapitalize
edilmiþ artý-emeðinin, kendi geçimi için gerekli emeðin üzerinde kalan
bir bölümünden baþka bir þey olamaz. Rant, ortalama kârdan düþülen
bir miktar ya da hatta onun gerçekleþtirilen tek parçasý olabilir. Bu yüz-
den toprak parçasý sahibi köylünün topraðýný iþlemesi ya da iþlemek
üzere toprak satýnalmasý için, normal kapitalist üretim tarzýnda olduðu
gibi, tarým ürünlerinin piyasa-fiyatýnýn ona ortalama kâr getirmeye ve
hele bu ortalama kârýn üzerinde rant biçiminde bir sabit fazla getirmeye
yetecek yüksekliðe çýkmasý gerekli deðildir. Bu yüzden, piyasa-fiyatýnýn,
ürünün, ya deðerinin ya da üretim-fiyatýnýn düzeyine yükselmesi gerek-
mez. Tahýl fiyatlarýnýn, küçük köylü toprak mülkiyetinin aðýr bastýðý ül-
kelerde, kapitalist üretim tarzýna sahip ülkelerdekinden daha düþük ol-
masýnýn nedenlerinden biri budur. En az elveriþli koþullarda çalýþan köylü-
lerin artý-emeðinin bir bölümü, topluma bedavadan verilir ve üretim-
fiyatýnýn düzenlenmesine ya da genel olarak deðer yaratýlmasýna hiç
girmez. Dolayýsýyla, bu daha düþük fiyat, üreticilerin yoksulluðunun bir
sonucudur, hiç de onlarýn emek üretkenliklerinin bir sonucu deðil.
Egemen normal biçim olarak, toprak parçalarýnýn bu özgür kendi
kendini yöneten köylü mülkiyeti biçimi, bir yandan, klasik antikitenin en
[sayfa 707] iyi dönemlerinde toplumun iktisadi temelini oluþturur, öte yan-
dan da buna, modern uluslar arasýnda, feodal toprak mülkiyetinin çözül-

704 Karl Marks


Kapital III
mesinden doðan biçimlerden biri olarak raslanýr. Ýngiltere’de yeoman-
ry,* Ýsveç’te köylülük, Fransýz ve Batý Alman köylüleri böyledir. Kolonileri
buraya katmýyoruz, çünkü oralarda baðýmsýz köylü, farklý koþullar altýn-
da geliþir.
Kendi kendini yöneten köylünün özgür mülkiyetinin, küçük ölçe-
kli faaliyet için, yani emekçinin kendi emeðinin ürününe sahip olmasý
için topraða tasarrufun bir önkoþul olduðu ve ister özgür malsahibi, ister
vassal olsun, çiftçinin, daima, kendi geçim araçlarýný, baðýmsýz olarak,
ailesi ile birlikte tecrit olmuþ bir emekçi olarak üretmesi gerektiði bir
üretim tarzý için, en normal toprak mülkiyeti biçimi olduðu açýktýr. Alet-
lerin sahipliði, nasýl ki, elsanatý üretiminin geliþmesi için gerekliyse, top-
rak sahipliði de, bu üretim tarzýnýn tam geliþimi için gereklidir. Kiþisel
baðýmsýzlýðýn geliþmesinin temeli buradadýr. Bu, bizzat tarýmýn geliþmesi
için zorunlu bir geçiþ aþamasýdýr. Onun yýkýlýþýný getiren nedenler, sýnýr-
larýný gösterir. Bu nedenler þunlardýr: Onun normal bir ekini oluþturan
kýrsal ev sanayiinin geniþ-ölçekli sanayiin geliþmesinin bir sonucu olarak
yýkýlmasý; bu ekime tabi tutulan topraðýn kerteli zayýflaþmasý ve yorul-
masý; her yerde toprak parçalarýnýn yönetiminin ikinci bir ekini oluþturan
ve sýðýr yetiþtirmesine olanak saðlayan tek þey olan ortak topraklarýn
büyük toprak sahipleri tarafýndan gaspedilmesi; ve plantasyon sistemi-
nin ya da geniþ-ölçekli tarýmýn rekabeti. Bir yandan tarýmsal fiyatlarda
bir düþüþe yolaçan, öte yandan daha büyük harcamalar ve daha yaygýn
maddi üretim koþullarý gerektiren tarýmdaki iyileþtirmeler de bu duru-
ma katkýda bulunur, 18. yüzyýlýn ilk yarýsýnda Ýngiltere’de olduðu gibi.
Küçük ölçekli toprak mülkiyeti, niteliði gereði, emeðin toplumsal
üretken güçlerinin geliþmesini, emeðin toplumsal biçimlerini, sermaye-
nin toplumsal yoðunlaþmasýný, geniþ-ölçekli sýðýr yetiþtiriciliðini ve bili-
min ilerici uygulamasýný dýþtalar.
Tefecilik ve bir vergi sistemi, her yerde ona güç kaybettirir. Top-
raðýn fiyatýna yapýlan sermaye harcamasý, bu sermayeyi tarýmdan çeker.
Üretim araçlarýnýn sýnýrsýz parçalanmasý ve bizzat üreticilerin tecridi. Ýn-
san enerjisinin korkunç israfý. Üretim koþullarýnýn giderek artan
kötüleþmesi ve üretim araçlarý fiyatlarýnda artýþ – toprak parçalarý mülki-
yetinin kaçýnýlmaz bir yasasý. Bu üretim tarzý için mevsimsel bolluk fela-
keti.45
Küçük-ölçekli tarýmýn kendine özgü kötülüklerinden biri, özgür
toprak sahipliði ile birleþtiði yerlerde, çiftçinin, topraðýn alýmýna sermaye
yatýrmasýndan doðar. (Ayný þey, büyük toprak sahibinin, birinci olarak
topraðý satýn almak, ikinci olarak da kendisi kiracý çiftçi olarak onu [sayfa
708] yönetmek için sermaye yatýrdýðý geçiþ biçimi için de geçerlidir.) Top-

45
Fransa kralýnýn Tooke’da tahttan yaptýðý konuþmaya bakýnýz. [Newmarch, A History of
Prices, and of the State of the Circulation, during the nineyears 1848-56. Vol. VI, London 1857,s.
29-30. -Ed.]
* Orta sýnýfa dahil küçük toprak sahipleri kitlesi. -ç.

Karl Marks 705


Kapital III
raðýn, burada, salt bir meta olarak büründüðü deðiþken nitelik yüzünden
sahiplikteki deðiþiklikler artar,46 öyle ki, köylünün bakýþ açýsýndan top-
rak, ardarda her kuþak ile ve malikanelerin bölünmesi ile birlikte, yeni-
den bir sermaye yatýrýmý olarak girer, yani onun satýn aldýðý toprak haline
gelir. Burada topraðýn fiyatý, üretken olmayan bireysel üretim maliyetler-
inin ya da bireysel üretici için ürünün maliyet-fiyatýnýn hatýrý sayýlýr bir
öðesini oluþturur.
Topraðýn fiyatý, kapitalize edilmiþ ve bu yüzden öncelenmiþ rant-
tan baþka bir þey deðildir. Eðer tarýmda kapitalist yöntemler kullanýr,
böylece toprak sahibi yalnýzca rant alýrsa ve çiftçi, toprak için bu yýllýk
ranttan baþka bir þey ödemezse, o zaman açýktýr ki, toprak sahibinin
kendisinin, topraðý satýn alýrken yatýrdýðý sermaye, gerçekten de onun
için faiz getiren bir sermaye yatýrýmý meydana getirir, ama tarýmýn ken-
disine yatýrýlan sermaye ile kesinlikle bir ilgisi yoktur. Burada kullanýlan,
ne sabit ne de döner sermayenin bir parçasýný oluþturur;47 yalnýzca alý-
cýya yýllýk rant almakta bir hak saðlar, ama rantýn kendisinin üretimiyle
kesinlikle bir ilgisi yoktur. Topraðýn alýcýsý yalnýzca topraðý satana ser-
mayesini öder ve satýcý da buna karþýlýk topraktaki mülkiyetinden vaz-
geçer. Böylece, bu sermaye artýk alýcýnýn sermayesi olarak mevcut olmaz,
o, artýk ona sahip deðildir; bu yüzden herhangi bir yoldan topraðýn ken-
disine yatýrabileceði sermayeye dahil deðildir. Topraðý pahalý ya da ucuz
almýþ olmasý, ya da bir hiç karþýlýðýnda almýþ olmasý, çiftçinin kuruluþuna
yatýrdýðý sermayede hiç bir þeyi deðiþtirmez ve rantta hiç bir deðiþiklik
yapmaz, yalnýzca bunun ona faiz olarak görünüp görünmemesi, ya da
sýrasýyla daha yüksek ya da daha düþük faiz olarak görünmesi sorununu
deðiþtirir.
Örneðin köle ekonomisini ele alalým. Bir köleye ödenen fiyat, kö-
leden çekilip alýnacak olan, öncelenmiþ ve kapitalize edilmiþ artý-deðer
ya da kârdan baþka bir þey deðildir. Ama bir kölenin satýn alýnmasý için
ödenen sermaye, kârýn, artý-emeðin ondan çekilip alýnmasýna aracýlýk
eden sermayeye dahil deðildir. Tersine, köle sahibinin ayrýldýðý sermay-
edir, gerçek üretim için elinde bulunan sermayeden düþülen bir miktar-
dýr. Onun için var olmaktan çýkmýþtýr, týpký, topraðýn satýn alýnmasýna ya-
týrýlan sermayenin tarým için var olmaktan çýkmasý gibi. Bunun en iyi
[sayfa 709] kanýtý, köle sahibi ya da toprak sahibi için, sýrasý gelince köleler-

46
Bkz: Mounier [De I’agricuiture en France, Paris 1846. -Ed.) ve Rubichon [Du mécanisme
de la société en France et en Angleterre, Paris 1837. -Ed.]
47
Dr. H. Maron (Extensiv oder Intensiv?) [bu broþür hakkýnda baþka bilgi verilmemiþtir -F.
E.] karþý çýktýðý hasýmlarýnýn yanlýþ varsayýmý ile iþe baþlýyor. Topraðýn satýn alýnmasýna yatýrýlan
sermayenin “yatýrým sermayesi” olduðunu varsayýyor ve sonra da yatýrým sermayesi ve iþler
sermayenin, yani sabit ve döner sermayenin, ayrý ayrý tanýmlarý konusunda tartýþmaya giriyor.
Maron’un, Alman ekonomi politiði gözönünde tutulursa, iktisatçý olmayan birinde baðýþlana-
bilecek olan genel olarak sermayeye iliþkin tamamen amatörce kavramlarý, hisse senetleri ya
da hükümet tahvilleri almak üzere borsaya yatýrýlan ve yatýran için, kiþisel bir sermaye yatýrýmýný
temsil eden sermaye, ne ölçüde herhangi bir üretim dalýna yatýrýlmýþsa, bu sermayenin de, ne
yatýrým ne de iþler sermaye olmadýðýný ondan gizlenmektedir.

706 Karl Marks


Kapital III
ini ya da topraðý satmasý dýþýnda, bunun yeniden ortaya çýkmamasýdýr.
Ama, o zaman ayný durum, alýcý için hüküm sürer. Köleyi satýnalmýþ ol-
masý gerçeði, onun köleyi hemen sömürmesini mümkün kýlmaz. Ancak
köle ekonomisinin kendisine bir ek sermaye yatýrdýðý zaman bunu yapa-
bilir.
Ayný sermaye, birinci olarak satýcýnýn ellerinde, ikinci olarak da
topraðý alanýn ellerinde, iki kez varolmaz. Alýcýnýn ellerinden satýcýnýn
ellerine geçer ve iþ orada biter. Alýcý, artýk sermayeye sahip deðildir.
Onun yerine bir toprak parçasýna sahiptir. Bu topraktaki gerçek bir ser-
maye yatýrýmý ile üretilen rantýn, yeni toprak sahibi tarafýndan, topraða
yatýrmadýðý, topraðý edinmek için verdiði sermayenin faizi olarak hesap-
lanmasý durumu, toprak etkeninin ekonomik niteliðini hiç deðiþtirmez,
birisinin %3’lük konsolde tahvil için 1.000 sterlin ödemiþ olmasýnýn, geliri
ile ulusal borcun faizinin ödendiði sermaye ile hiç bir ilgisi olmamasý
gibi.
Aslýnda, topraðý satýn almak için harcanan para, devlet tahvilleri
satýn almak için harcanan para gibi, yalnýzca kendi baþýna sermayedir,
týpký, herhangi bir deðer miktarýnýn, kapitalist üretim tarzý temeli üzerin-
de kendi baþýna sermaye, potansiyel sermaye olmasý gibi. Toprak için
ödenen þey, devlet tahvilleri ya da baþka herhangi bir satýnalýnmýþ meta
için ödenen gibi, bir miktar paradýr. Bu, kendi baþýna sermayedir, çünkü
sermayeye dönüþtürülebilir. Satýcýnýn elde ettiði paranýn gerçekten ser-
mayeye dönüþtürülüp dönüþtürülmediði, satýcýnýn onu kullanýþýna baðlý-
dýr. Alýcý için, bu, asla tekrar böyle bir iþlev yapamaz, kesin olarak ödediði
baþka herhangi bir paranýn yapamayýþý gibi. Hesaplarýnda bu, faiz geti-
ren sermaye olarak görünür; çünkü topraktan rant ya da devlet borçla-
rýndan faiz olarak alýnan geliri, bu kazanç üzerindeki hakkýn satýn alýnma-
sýnýn ona malolduðu para-faizi olarak kabul eder. Bunu sermaye olarak
ancak yeniden satýþla gerçekleþtirebilir. Ama o zaman da, bir baþkasý,
yeni alýcý, eskisinin sürdürdüðü iliþkinin aynýsý bir iliþkiye girer ve bu
biçimde harcanan para, herhangi bir el deðiþikliði ile harcayan için, ger-
çek sermayeye dönüþtürülemez.
Küçük toprak mülkiyetinde, topraðýn kendisinin deðere sahip ol-
duðu ve böylece ürünün üretim-fiyatýna týpký makineler ya da hammad-
deler gibi sermaye olarak girdiði hayali, daha beslenir. Ama gördük ki,
rant ve bu yüzden de kapitalize rant, topraðýn fiyatý, tarýmsal ürünlerin
fiyatýna belirleyici bir etken olarak ancak iki durumda girebilir. Birincisi,
tarýmsal sermayenin –topraðý satýn almak için yatýrýlan sermaye ile hiç
bir ilgisi olmayan bir sermayenin– bileþiminin bir sonucu olarak, toprak
ürünlerinin deðeri, üretim-fiyatlarýndan yüksek olduðu ve piyasa koþullarý,
toprakbeyinin bu farký gerçekleþtirmesini mümkün kýldýðý zaman. Ýkin-
cisi, bir tekel fiyatý olduðu zaman. Ve bunlarýn her ikisi de toprak parça-
larý yönetimi ve küçük toprak sahipliði altýnda en az görülen durumlardýr,
çünkü tam da burada, üretim, büyük ölçüde üreticilerin kendi gereksin-

Karl Marks 707


Kapital III
melerini karþýlar ve ortalama kâr oranýnýn düzenlenmesinden [sayfa 710]
baðýmsýz olarak sürdürülür. Toprak parçalarýnýn ekiminin, kiraya verilmiþ
topraklar üzerinde yürütüldüðü yerlerde bile, kiralama parasý, baþka
koþullar altýnda olduðundan çok daha fazla, kârýn bir bölümünü ve hatta
ücretlerden düþülen bir miktarý kapsar; bu durumda bu para yalnýzca
ismi bir ranttýr, ücretlere ve kâra karþý baðýmsýz bir kategori olarak rant
deðildir.
O halde, topraðýn satýn alýnmasý için yapýlan para-sermaye harca-
masý, bir tarýmsal sermaye yatýrýmý deðildir. Küçük köylülerin kendi üre-
tim alanlarýnda kullanabilecekleri sermayede pro tanto* bir azalmadýr.
Bu, onlarýn üretim araçlarýnýn büyüklüðünü pro tanto azaltýr ve böylece,
yeniden-üretimin iktisadi temelini daraltýr. Genel olarak bu alanda ger-
çek kredi ender olarak ortaya çýktýðýndan, küçük köylüyü faizciye tabi
kýlar. Bu tür alýþlarýn büyük malikanelerde olduðu yerlerde bile, bu, ta-
rým için bir ayakbaðýdýr. Aslýnda, malikanesini ister miras olarak almýþ
olsun, ister satýn almýþ olsun, toprakbeyinin borç içinde olup olmamasý-
na, bir bütün olarak kayýtsýz kalan kapitalist üretim tarzý ile çeliþir. Kiraya
verilen malikanenin kendisinin yönetiminin niteliði, toprak sahibi, ister
rantý kendi cebine atsýn, ister ipotekli alacaklýsýna ödemesi gereksin, de-
ðiþmez.
Gördük ki, belli bir toprak rantý durumunda, topraðýn fiyatý faiz
oraný ile düzenlenir. Eðer oran düþükse topraðýn fiyatý yüksektir, ve vice
versa. O halde, normal olarak yüksek bir toprak fiyatý ve düþük bir faiz
oraný elele gidecektir, öyle ki eðer köylü, düþük bir faiz oranýnýn sonucu
olarak topraða yüksek bir fiyat ödediyse, ayný düþük faiz oraný, iþler ser-
mayesini de ona kolay kredi koþullarý ile saðlayacaktýr. Ama toprak par-
çalarýnýn köylü mülkiyeti egemen biçim olduðu zaman iþler farklý olur.
Her þeyden önce, genel kredi yasalarý çiftçiye uygulanmaz, çünkü bu
yasalar üretici olarak bir kapitalist öngörür. Ýkincisi, toprak parçalarýnýn
mülkiyetinin egemen olduðu –burada kolonistlerden sözetmiyoruz– ve
küçük-köylünün, ulusun belkemiðini oluþturduðu yerlerde, sermaye
oluþumu, yani toplumsal yeniden-üretim nispeten zayýftýr ve yukarda
geliþtirilen anlamda ödünç verilebilir para-sermayenin oluþumu daha da
zayýftýr. Bu, bir aylak zengin kapitalistler sýnýfýnýn yoðunlaþmasýný ve var-
lýðýný öngörür (Massie).** Üçüncüsü, toprak mülkiyetinin, çoðu üreticile-
rin varlýðý için zorunlu bir koþul ve sermayeleri için vazgeçilmez bir yatýrým
alaný olduðu burada, topraðýn fiyatý, toprak mülkiyetine olan talebin ar-
zýndan aðýr basmasý aracýlýðýyla faiz oranýndan baðýmsýz olarak ve çoðu
kez onunla ters orantýlý olarak yükseltilir. Böyle bir durumda parseller
halinde satýlan toprak, büyük parçalar halinde satýldýðýndan çok daha
yüksek bir fiyat getirir, çünkü burada küçük alýcýlarýn sayýsý büyük, büyük

* O ölçüde. -ç.
** (Massie) An Essay on the Governing Causes of the Natural Rate of Interest, London
1750, s. 23-24. -Ed.

708 Karl Marks


Kapital III
alýcýlarýnki ise küçüktür (Bandes Noires,*** Rubichon; New-
[sayfa 711]
man****). Bütün bu nedenlerle, burada, nispeten yüksek bir faiz oraný
ile topraðýn fiyatý yükselir. Topraðýn alýmý için yapýlan sermaye harca-
masýndan köylünün burada elde ettiði nispeten düþük faiz (Mounier),
öte yandan kendisinin ipotekli alacaklarýna ödemek zorunda olduðu
yüksek tefeci faiz oranýna tekabül eder. Ýrlanda sistemi de, yalnýzca baþka
bir biçimde ayný þeyi taþýr.
Bu nedenle, topraðýn fiyatý, aslýnda üretime yabancý olan bu öðe,
burada öyle bir noktaya yükselebilir ki, üretimi olanaksýz kýlar (Dombas-
le).
Topraðýn fiyatýnýn böyle bir rol oynamasý, alým-satýmýn, bir meta
olarak topraðýn dolaþýmýnýn bu ölçüde geliþmesi, meta, burada, tüm
ürünlerin ve bütün üretim aletlerinin genel biçimi olduðu ölçüde, pratik-
te, kapitalist üretim tarzýnýn geliþmesinin bir sonucudur. Öte yandan, bu
geliþme, yalnýzca, kapitalist üretim tarzýnýn sýnýrlý bir geliþmeye sahip
olduðu ve tüm özelliklerini ortaya sermediði yerlerde ortaya çýkar, çün-
kü, tamý tamýna, tarýmýn kapitalist üretim tarzýna artýk ya da henüz tabi
olmamasý, daha çok toplumun soyu tükenmiþ biçimlerinden kalan bir
üretim tarzýna tabi olmasý gerçeðine dayanýr. Bu yüzden üreticinin ürü-
nünün para-fiyatýna baðýmlý olduðu kapitalist üretim tarzýnýn elveriþsiz-
likleri, burada, kapitalist üretim tarzýnýn eksik geliþmesinin getirdiði elve-
riþsizliklerle çakýþýr. Köylü, ürünlerini meta olarak üretmesini mümkün
kýlan koþullar olmaksýzýn, tüccar ve sanayici haline gelir.
Üreticinin maliyet-fiyatýnda bir öðe olarak topraðýn fiyatý ile üre-
tim-fiyatýnda bir öðe olmayan topraðýn fiyatý arasýndaki çeliþki (rant ta-
rýmsal ürünün fiyatýna belirleyici bir etken olarak girse de, 20 ya da daha
fazla yýl için konmuþ olan kapitalize rant, hiç bir biçimde bir belirleyici
olarak girmez), özel toprak mülkiyeti ile rasyonel bir tarým, topraktan
normal toplumsal yararlanma arasýndaki genel çeliþkiyi gösteren biçim-
lerin birinden baþka bir þey deðildir. Ama öte yandan topraðýn özel mül-
kiyeti ve böylece de doðrudan üreticilerin topraktan kopartýlmalarý
–ötekilerin mülksüzlüðünü gösteren, birinin özel mülkiyeti– kapitalist üre-
tim tarzýnýn temelidir.
Burada, küçük-ölçekli tarýmda, özel toprak mülkiyetinin bir biçi-
mi ve sonucu olan topraðýn fiyatý, üretimin kendisine bir engel olarak
ortaya çýkar. Geniþ-ölçekli tarýmda ve kapitalist bir temel üzerinde iþleyen
büyük malikanelerde mülkiyet, gene bir engel olarak hareket eder, çün-
kü, kiracý çiftçiye, son tahlilde, kendisine deðil, toprakbeyine yarayan

*** Bu Kara çete, Fransa’da 19. yüzyýl baþýnda spekülatörlerden oluþan bir topluluktu.
Özellikle, aristokrasi ile Kilise’den alýnýp kamulaþtýrýlan arazi ile ilgileniyorlar ve bu topraklarýn
tamamýný ucuza kapatýp, küçük parçalar halinde büyük kârlarla satýyorlardý. Marx burada Mau-
rice Rubichon’un Du mécanisme de la société en France et en Angleterre, Paris, 1837 adlý
yapýtýna deðiniyor. -Ed.
**** F. W. Newman, Lectures on Political Economy, London 1851, p. 180-81. -Ed.

Karl Marks 709


Kapital III
üretken sermaye yatýrýmýnda sýnýrlar. Her iki biçimde de, (topraktan ya-
rarlanýlmasýnýn, ulaþýlan toplumsal geliþme yerine, tek tek üreticilerin
[sayfa 712] raslansal ve eþit olmayan durumlarýna baðlý kýlýnmasýnýn yanýsý-
ra) topraðýn canlýlýðýnýn sömürülmesi ve israfý, önsüz ve sonsuz ortak
mülkiyet olan topraðýn, insan ýrkýnýn ardarda kuþaklar zincirinin varlýðý
ve yeniden-üretimi için terkedilmez bir koþul olan topraðýn, bilinçli rasyo-
nel ekiminin yerini alýr. Küçük mülkiyet durumunda, bu, toplumsal emek
üretkenliðini gerçekleþtirecek araçlarýn ve bilginin yokluðundan doðar.
Büyük mülkiyet durumunda, bu araçlardan, çiftçinin ve mülksahibinin
en büyük hýzla zenginleþmesi için yararlanýlmasýndan doðar. Her iki du-
rumda da bu, piyasa-fiyatýna baðýmlýlýk vasýtasýyla olur.
Küçük toprak mülkiyeti üzerine tüm eleþtiri, son tahlilde, tarýma
bir engel ve ayakbaðý olarak özel mülkiyetin eleþtirisine indirgenir. Ve
bunun gibi, büyük toprak mülkiyeti üzerine tüm karþý-eleþtiri de buna
indirgenir. Her iki halde de, kuþkusuz, tüm ikincil siyasal düþünceleri bir
yana býrakýyoruz. Tüm özel toprak mülkiyetinin, tarýmsal üretimin ve
rasyonel ekimin, bizzat topraðýn bakýmý ve iyileþtirilmesinin karþýsýna
çýkardýðý bu engel ve ayakbaðý, her iki tarafta da yalnýzca farklý biçimler-
de geliþir ve bu kötülüðün özel biçimleri üzerine çekiþilirken onun nihai
nedeni unutulmaktadýr.
Küçük toprak mülkiyeti, nüfusun büyük çoðunluðunun kýrsal ol-
masýný, toplumsal deðil, tecrit olmuþ emeðin egemenliðini öngörür, ve
bu nedenle de bu koþullar altýnda, zenginlik ve yeniden-üretimin
geliþmesi, bunun hem maddi, hem de manevi önkoþullarý ve dolayýsýyla
ayrýca da rasyonel ekimin önkoþullarý sözkonusu olamaz. Öte yandan,
büyük toprak mülkiyeti, tarýmsal nüfusu sürekli olarak düþen bir asgari-
ye indirir ve onun karþýsýna büyük kentlerde biraraya toplanan, sürekli
olarak büyüyen bir sýnai nüfus. Böylece yaþamýn doðal yasalarýnýn em-
rettiði toplumsal alýþveriþ bütünlüðünde onarýlmaz bir çatlaða neden olan
koþullarý yaratýr. Bunun bir sonucu olarak, topraðýn canlýlýðý boþ yere
harcanýr ve bu israf, ticaretle, belli bir devletin sýrýrlarýnýn çok ötesine
taþýnýr (Liebig).*
Küçük toprak mülkiyeti, yarýyarýya toplumun dýþýnda duran bir
barbarlar sýnýfý, ilkel toplum biçimlerinin bütün hamlýðýný uygar ülkelerin
büyük acýlarý ve yoksulluðu ile birleþtiren bir sýnýf yaratýrken, büyük top-
rak mülkiyeti de, emek-gücünü, asýl enerjisinin kendine bir sýðýnak ara-
dýðý ve uluslarýn hayati gücünün yeniden canlandýrýlmasý için kuvvetini
bir yedek fon olarak biriktirdiði son bölgede – topraðýn kendisinde balt-
alar. Geniþ-ölçekli sanayi ve geniþ-ölçekli makineli tarým birlikte çalýþýrlar.
Baþlangýçta, birincisi, esas olarak emek-gücünü, dolayýsýyla insanlarýn
doðal gücünü harabeye çevirdiði ve yokettiði halde, ikincisinin daha

* Liebig, Die Chemie in ihrer Anwendung auf Agricultur und Physiologie, Braunschweig
1862. -Ed.

710 Karl Marks


Kapital III
dolaysýz bir biçimde topraðýn doðal canlýlýðýný tüketmesi gerçeði ile [sayfa
713] birbirlerinden ayýrdediliyorlarsa, geliþmesinin daha ileri döneminde,
kýrlardaki sýnai sistemin de iþçileri zayýflatmasý ve sanayi ve ticaretin,
kendi paylarýna, tarýma, topraðý tüketmek için araçlar saðlamasýnda ele-
le verirler. [sayfa 714]

Karl Marks 711


Kapital III
YEDÝNCÝ KISIM
GELÝRLER VE KAYNAKLARI

––––––––––––

KIRKSEKÝZÝNCÝ BÖLÜM
ÜÇLÜ FORMÜL

I48

Sermaye-kâr (giriþim kârý artý faiz), toprak-toprak rantý, emek-


ücretler, iþte, toplumsal üretim sürecinin tüm gizemini kapsayan üçü
formül.
Ayrýca, daha önce de gösterildiði gibi,* faiz, sermayenin özgül ka-
rakteristik ürünü ve giriþim kârý da, tersine, sermayeden baðýmsýz ücret-
ler olarak göründüðü için, yukardaki üçlü formül kendisini daha özel bir
biçimde þuna indirgemiþ olur:
Sermaye-faiz, toprak-toprak rantý, emek-ücretler; burada, kapita-
list üretim tarzýna ait artý-deðerin, kendine özgü, özgün biçimi olan kâr
bereket ki dýþarda býrakýlmýþtýr.
Bu ekonomik üçlemeyi daha yakýndan incelediðimizde þunu gö-
rürüz:
Birincisi, yýllýk mevcut servetin bu sözde kaynaklarý çok farklý al-
anlara aittir ve aralarýnda hiç bir benzeþme yoktur. Aralarýndaki iliþki,
avukatlýk ücreti ile, kýrmýzý pancar ve müzik arasýndaki iliþki gibidir.
Sermaye, toprak, emek! Ne var ki, sermaye, bir nesne deðil, top-
lumun belli bir tarihsel oluþumuna ait bulunan belli bir toplumsal üretim
iliþkisidir ve, bir nesnede kendisini ortaya koyarak bu þeye belirli bir [sayfa
48
Aþaðýdaki üç parça, Altýncý Bölümün elyazmalarýnýn deðiþik bölümlerinde bulunmuþtur. -
F. E.
* Bu kitapta: Yirmiüçüncü Bölüm. -Ed.

712 Karl Marks


Kapital III
715] toplumsal nitelik kazandýrýr. Sermaye, maddi ve üretilmiþ üretim
araçlarý toplamý deðildir. Sermaye, daha çok, sermayeye dönüþtürülmüþ
üretim araçlarýdýr ve týpký altýn ya da gümüþün bizatihi para olmamasý
gibi, bunlar da bizatihi sermaye deðillerdir. Sermaye, toplumun belli bir
kesiminin tekeline aldýðý üretim araçlarýdýr ve canlý emek-gücünün karþý-
sýna, bu emek-gücünden soyutlanmýþ ve sermayedeki bu zýtlýk yoluyla
kiþileþmiþ ürünler ve iþ koþullarý olarak çýkar. Bu, yalnýzca, iþçilerin, baðým-
sýz güçler haline getirilmiþ ürünleri, kendilerini üretenlerin hakimi ve
satýn alýcýsý olarak ürünler olmayýp, ayný zamanda da, bu emeðin, iþçilerin
karþýsýna, ürünlerinin nitelikleri olarak çýkan toplumsal güçleri ve gele-
cekteki ...[? okunamamýþtýr]* biçimidir. Þu halde, burada, biz, kesin ve,
ilk bakýþta tarihsel olarak üretilen toplumsal üretim süreci içersindeki
etkenlerden birinin pek gizemli, toplumsal bir biçimiyle karþý karþýyayýz.
Ve bir de bunun yaný sýra, toprak, o haliyle inorganik doða, bütün
ilkel vahþiliði içersinde rudis indigestaque moles** var. Deðer, emektir.
Dolayýsýyla, artý-deðer toprak olamaz. Topraðýn mutlak verimliliði, ancak
ve ancak þu sonuca varýr: belli bir miktar emek –topraðýn doðal verimli-
liðine baðlý olarak– belli bir ürün üretir. Topraðýn verimliliðinin farklý oluþu,
ayný nicelikteki emek ve sermayenin, yani ayný deðerin, farklý nicelikler-
deki tarýmsal ürünlerde kendisini ortaya koymasýna neden olur; yani bu
ürünlerin farklý bireysel deðerleri olmasýna yolaçar. Bu bireysel deðerle-
rin, piyasa deðerleri halinde eþitlenmesi, “verimli topraðýn, düþük nite-
likteki toprak üzerindeki yararlarýnýn ... ekici ya da tüketiciden, toprak
sahibine aktarýlmasý”, olgusu anlamýna gelir. (Ricardo, Principles, Lon-
don 1821, s. 62.)
Ve ensonu, bu birliðin üçüncü öðesi, düpedüz bir hayalet: “Emek”i
bir soyutlamadan baþka bir þey olmayan ve tek baþýna alýndýðýnda varlýðý
bile olmayan, ya da ... [okunamýyor],*** aldýðýmýzda, genellikle insanoð-
lunun doða ile alýþveriþini saðlayan üretken faaliyeti; yalnýz herhangi bir
biçim ya da iyi belirlenmiþ bir nitelikten yoksun olmakla kalmayýp, top-
lumdan baðýmsýz ve bütün toplumlarýn dýþýnda, doðal yalýn biçim içer-
sinde bile, genellikle henüz toplumsallaþmamýþ insanýn, þu ya da bu þe-
kilde toplumsallaþmýþ insanla paylaþtýðý bir yaþam belirtisi ve yaþam
olumlamasý.

II

Sermaye-faiz; toprak mülkiyeti, yeryüzünün bir kýsmýnýn özel mül-

* Elyazmasý ile yapýlan daha sonraki bir karþýlaþtýrma, metnin þöyle devam ettiðini
göstermiþtir: “die Gesellschaftlichen Kräfte und Zusmmenhangende Form dieser Arbeit” (kendi
emeklerinin toplumsal güçleri ve bu emeðin toplumsallaþmýþ biçimi). -Ed.
** “O vahþi ve karmakarýþýk madde kitlesi”. (Ovid, Metamorphoses, Book l, 7. ) -Ed.
*** Elyazmasýnýn daha sonraki okunmasý ile saplandýðýna göre burasý þöyle oluyor: “wenn
wir das Gemeinte nehmen” (onun ardýnda bulunaný aldýðýmýzda). -Ed.

Karl Marks 713


Kapital III
kiyeti (ya da, kapitalist üretim tarzýna tekabül eden modern anlamda) –
rant; ücretli-emek-ücretler. Gelirlerin kaynaklarý arasýndaki baðlantýnýn,
[sayfa 716] bu biçim içersinde temsil edildiði kabul ediliyor. Ücretli-emek ve
toprak mülkiyeti, sermaye gibi, tarihsel olarak belirlenmiþ toplumsal
biçimlerdir; biri emeðin, diðeri tekel altýna alýnmýþ karasal yeryüzünün;
ve aslýnda her iki biçim de sermayeye tekabül etmekte ve toplumun
ayný ekonomik yapýsýna ait bulunmaktadýr.
Bu formülde ilk göze batan þey, sermayenin, belli bir üretim tarzý-
na, toplumsal üretim sürecinin belirli bir tarihsel biçimine ait bulunan bir
üretim öðesi biçiminin; belirli bir toplumsal biçimle karýþtýrýlan ve bu
biçim tarafýndan temsil edilen bir üretim öðesinin – bir yandan toprak,
öte yandan emek ile, –gerçek emek sürecinin iki öðesi olan ve bu mad-
di þekil içersinde bütün üretim biçimlerinde ortak bulunan, toplumsal
biçimi ne olursa olsun her üretim sürecinin maddi öðelerini oluþturan
toprak ve emek ile– hiç bir ayrým gözetilmeksizin yanyana getirilmiþ ol-
masýdýr.
Ondan sonra. Formülde: sermaye-faiz, toprak-toprak rantý, emek
–ücretler, sermaye, toprak ve emek, sýrasýyla (kâr yerine) faizin kaynak-
larý olarak görünmekte, toprak rantý ile ücretler, bunlarýn ürünleri ya da
meyveleri olarak; baþtakiler temel, sonrakiler sonuç, baþtakiler neden,
sonrakiler etken; ve gerçekte bu o þekilde yapýlýyor ki, her bireysel kay-
nak ile kendi ürünü arasýnda, sanki onu dýþarýya atan ve üreten bir öðe
gibi baðlantý kuruluyor. Bütün gelirler, (kâr yerine) faiz, rant, ücretler,
ürünlerin deðerini oluþturan üç ayrý kýsýmdýr, yani genel bir deyiþle, deð-
erin kýsýmlarý ya da para olarak ifade edilen belli para kesirleri, fiyat
kesirleridir. Sermaye-faiz formülü þimdi gerçekte, sermayenin en an-
lamsýz formülüdür, ama gene de onun formüllerinden bir tanesidir. Ama
nasýl olur da, toprak, deðer yaratabilir, yani toplumsal bakýmdan
belirlenmiþ bir miktar emek ve üstelik, kendi ürünlerinin deðerinin, rantý
oluþturan o belirli kýsmý nasýl yaratabilir? Toprak, örneðin, bir kullaným-
deðeri, maddi bir ürün, buðday yaratmada, bir üretim öðesi olarak yera-
lýr. Ama, buðdayýn deðerinin, üretimi ile herhangi bir iliþkisi olamaz.
Buðdayýn bir deðeri temsil etmesi, ancak belli bir miktar maddeleþmiþ
emeði içermesi ölçüsünde sözkonusudur, ve bu emeðin kendisini orta-
ya koyduðu özel nesne ya da bu nesnenin özel kullaným-deðerinin bura-
da bir önemi yoktur. Bu, hiç bir zaman þu olgularla çeliþkili deðildir: 1)
öteki koþullar eþit olmak üzere, buðdayýn pahalý ya da ucuz olmasý,
topraðýn üretkenliðine baðlýdýr. Tarýmsal emeðin üretkenliði, doðal
koþullara baðlý olup, ayný emek miktarý, bu üretkenliðe baðlý olarak,
daha fazla ya da az ürün-le, kullaným-deðeriyle temsil olunur. Bir kile
buðdayda ne miktar emeðin temsil edildiði, ayný miktar emekle kaç kile
buðday elde olunduðuna baðlýdýr. Deðerin, bu durumda ne miktar ürün-
de temsil olunacaðý, top-raðýn verimliliðine baðlýdýr. Ama bu deðer belli-
dir ve bu daðýlýmdan baðýmsýzdýr. Deðer, kullaným-deðerinde temsil

714 Karl Marks


Kapital III
edilmiþtir; ve kullaným-deðeri, deðerin yaratýlmasý için bir önkoþuldur;
ve, bu yana toprak gibi bir kullaným-deðerini, öte yana da deðeri, ve
hem de deðerin özel bir [sayfa 717] kýsmýný koyarak bir karþýtlýk yaratmak
saçmadýr. 2) ... [elyazmasý burada kalýyor].

III

Vülger ekonomi politik, aslýnda, burjuva üretim iliþkileri içersinde


sýkýþýp kalmýþ burjuva üretimini yürüten kimselerin fikirlerini, doktriner
bir þekilde yorumlamaktan, sistemleþtirmekten ve savunmaktan fazla
bir þey yapmamaktadýr. Bu durumda bizim, bu prima facie saçma ve
düpedüz çeliþkilerin görüldüðü ekonomik iliþkilerin yabancýlaþmýþ dýþ
görüntülerinde kaba ekonomi politiðin özel bir rahatlýk duymasýna ve bu
iliþkilerin – sýradan bir kimse için bile anlaþýlmasý güç olmadýðý halde, iç
baðýntýlarý ne kadar gizlenirse, o ölçüde açýk hale gelmesine þaþmamamýz
gerekir. Ne var ki, dýþ görünüþ ile þeylerin özü, eðer doðrudan doðruya
çakýþsaydý, her türlü bilim gereksiz olurdu. Demek ki vülger ekonomi
politiðin, kendisine çýkýþ noktasý olarak aldýðý üçlü formülün, yani top-
rak-rant, sermaye-faiz, emek-ücretlerin ya da emeðin-fiyatýnýn, prima
facie üç olanaksýz bileþim olduðu konusunda en ufak bir kuþkusu bu-
lunmuyor. Önce, karþýmýzda deðeri bulunmayan kullaným-deðeri toprak
ile, deðiþim-deðeri rant var: böylece, bir nesne, olarak alýnan toplumsal
bir iliþki, doða ile orantýlý hale getiriliyor, yani aralarýnda herhangi bir
oran bulunmayan iki büyüklük, birbiriyle belli bir oran içersinde kabul
ediliyor. Sonra sermaye-faiz. Sermaye, eðer kendi baþýna para ile temsil
edilen belli bir deðerler toplamý olarak anlaþýlýyorsa, o zaman da, belli
bir deðerin, kendi deðerinden daha fazla bir deðere sahip olduðunu söy-
lemek prima facie saçmadýr. Ýþte bu sermaye-faiz formülündedir ki,
bütün ara baðlar bir yana itilmiþ, sermaye en genel formülüne indirgenmiþ
ve dolayýsýyla formülün kendisi de açýklanamaz ve saçma bir hale gel-
miþtir: Vülger iktisatçý, sermaye-faiz formülünü, bir deðeri kendisine eþit
hale getirmeyen gizemli niteliði nedeniyle, sýrf fiili kapitalist iliþkilere
daha fazla yakýn düþtüðü için, sermaye-kâr formülüne tercih eder. Ama
ardýndan, 4'ün 5’e ve 100 taler’in 110 taler’e eþit olamayacaðý düþüncesiyle
rahatsýz olarak, deðer olarak sermayeden, sermayenin maddi varlýðýna,
emeðin üretim koþulu olarak sermayenin kullaným-deðerine, makinele-
re, hammaddelere, vb. yönelmektedir. Böylece o, bir kez daha, baþ-
langýçtaki anlaþýlmasý olanaksýz, 4 = 5 baðýntýsýnýn yerine, aralarýnda
herhangi bir oranýn sözkonusu olamayacaðý bir baðýntýyý, bir yanda bir
nesne olana kullaným-deðeri ile, öte yanda toprak mülkiyetinde olduðu
gibi, belirli bir toplumsal iliþki olan artý-deðer arasýndaki baðýntýyý koy-
uyor. Vülger iktisatçý iþte bu ortak ölçüleri bulunmayan baðýntýya ulaþýr
ulaþmaz, her þey ona apaçýk geliyor ve artýk daha fazla kafa yorma
gereksinmesini duymuyor. Çünkü artýk o, burjuva anlayýþýna göre “akla-

Karl Marks 715


Kapital III
uygun” noktaya ulaþmýþ demektir. En sonu, emek-ücretler ya da eme-
ðin-fiyatý, Birinci Ciltte gösterildiði gibi, deðer kavramýyla olduðu kadar,
[sayfa 718] fiyat kavramlarýyla da –fiyat genellikle deðerin kesin bir ifadesin-
den baþka bir þey olmadýðýna göre– prima facie çeliþen bir ifadedir. Ve
“emeðin-fiyatý” sözü, sarý logaritma sözü kadar saçma bir þeydir. Ne var
ki, vülger iktisatçý burada halinden daha da hoþnuttur, çünkü artýk burju-
vazinin o engin görüþüne ulaþmýþtýr, yani emek için para ödemektedir,
ve formül üç deðer kavramý arasýndaki çeliþki, onu, deðeri anlamak için
gerekli bütün yükümlülüklerden kurtarmýþtýr.

––––––––––––

Kapitalist49 üretim sürecinin, genellikle toplumsal üretim süreci-


nin, tarihsel olarak belirlenmiþ bir biçim olduðunu görmüþ bulunuyoruz.
Genellikle toplumsal üretim süreci de, özgül tarihsel ve ekonomik üre-
tim iliþkileri içersinde yeralan, bu üretim iliþkilerinin kendilerini üreten
ve yeniden-üreten ve böylece de bu sürecin varlýðýnýn maddi koþullarýný
ve bunlarýn karþýlýklý iliþkilerini, yani kendilerine özgü toplumsal ve eko-
nomik biçimini devam ettiren bir süreç olarak, insan yaþamýnýn maddi
koþullarýnýn bir üretim sürecidir. Çünkü, bu üretim faaliyetine katýlanla-
rýn doða ile ve birbirleriyle olan karþýlýklý iliþkilerinin bütünü, ekonomik
yapýsý açýsýndan düþünüldüðünde, toplumun ta kendisidir. Bütün kendin-
den öncekilerde olduðu gibi, kapitalist üretim süreci de, belirli maddi
koþullar içersinde devam eder ve bu koþullar da gene, kendi yaþamlarýný
yeniden üretme süreci içersinde bulunan bireylerin giriþtikleri belirli top-
lumsal iliþkilerin dayanaklarýdýr. Bu koþullar, bu iliþkiler gibi, kapitalist
üretim sürecinin bir yandan gerekli önkoþullarý, öte yandan sonuçlarý ve
yarattýðý þeylerdir; bunlar, bu süreç tarafýndan üretilir ve yeniden– üreti-
lir. Biz, ayrýca sermayenin –kapitalist, yalnýzca kiþileþmiþ sermayedir ve
üretim sürecinde sýrf sermayenin bir aracýsý olarak iþlev yapar– kendisi-
ne tekabül eden toplumsal üretim sürecinde, doðrudan üreticilerden ya
da emekçilerden belirli miktarda artý-emek sýzdýrdýðýmda görmüþ bulu-
nuyoruz; sermaye, bu artý-emeði, bir eþdeðer vermeksizin elde eder ve
aslýnda, her ne kadar karþýlýklý serbest sözleþmeden doðuyormuþ gibi
görünürse görünsün, bu emek daima zora dayanan emek olarak kalýr.
Bu artý-emek, artý-deðer olarak ortaya çýkar ve bu artý-deðer, artý-ürün
olarak varolur. Artý-emek, genellikle, belli gereksinmelerin üzerinde ve
ötesinde harcanan emek olarak, daima varolmak zorundadýr. Kapitalist
sistemde olduðu gibi köleci sistemde de, vb. o yalnýzca karþýt bir biçime
bürünür, ve toplumun bir tabakasýnýn tam bir aylaklýðý ile tamamlanýr.
Kazalara karþý güvence olarak belirli miktarda bir artý-emek gereklidir,
ve nüfusun gereksinmeleri ve büyümesindeki geliþmeye uygun olarak

49
Elyazmalarýna göre Kýrksekizinci Bölümün baþlangýcý. - F. E.

716 Karl Marks


Kapital III
yeniden-üretim sürecindeki zorunlu ve gitgide artan geniþleme, kapita-
list açýdan birikim adým alýr. Bu artý-emeði, üretici güçlerin, [sayfa 719] top-
lumsal iliþkilerin geliþmesi için daha yararlý bir þekilde ve koþullar altýnda
zorlamasý ve, daha önceki kölelik, serflik, vb. biçimlerinde olduðundan
daha yüksek ve yeni öðelerin yaratýlmasý, sermayenin uygarlaþtýrýcý yan-
larýndan biridir. Böylece o, bir yandan, toplumun bir kesimi tarafýndan,
diðer kesimin saf dýþý býrakýlmasý pahasýna, toplumsal geliþmenin (mad-
di ve zihinsel yararlarý da dahil) ezilmesine ve tekel altýna alýnmasýna
varacak bir aþamanýn doðmasýna yolaçar; öte yandan da, genel olarak
maddi emeðe ayrýlan zamanda daha büyük bir azalma ile bu artý-eme-
ðin daha yüksek bir toplum biçimiyle bileþmesini olanaklý kýlarak, mad-
di araçlarý ve çekirdek halindeki koþullarý yaratýr. Çünkü, emeðin
üretkenliðindeki geliþmeye baðlý olarak artý-emek, kýsa bir toplam
iþgününde daha büyük, ve uzun bir toplam iþgününde nispeten daha
küçük olabilir. Gerekli emek-zamaný = 3 ve artý-emek = 3 olursa, top-
lam iþgünü = 6 ve artý-emek oraný = %100 olur. Yok eðer, gerekli emek-
zamaný = 9 ve artý-emek = 3 olursa, toplam iþgünü = 12 ve artý-emek
oraný yalnýz = %331/3 olur. Bu durumda, belirli bir zamanda, dolayýsýyla
da belirli bir artý-emek zamanýnda ne kadar kullaným-deðeri üretilebile-
ceði, emeðin üretkenliðine baðlýdýr. Toplumun gerçek serveti ve yeni-
den-üretim sürecini devamlý geniþletme olanaðý, demek ki, artý-emeðin
süresine baðlý olmayýp, onun üretkenliðine ve bu emeðin harcandýðý
üretim koþullarýnýn az ya da çok elveriþli olmasýna baðlýdýr. Gerçekte
özgürlük alemi ancak, emeðin zorunluluk ve günlük kaygýlarla belirlen-
diði alanýn bittiði yerde fiilen baþlamýþ olur; demek ki bu alem, eþyanýn
doðasý gereði, fiili maddi üretim alanýnýn ötesinde bulunur. Týpký vahþi
insanýn, gereksinmelerini karþýlamak, yaþamýný sürdürmek ve yeniden-
üretmek için doðayla boðuþmak zorunda olmasý gibi, uygar insan da
ayný zorunluluk içersindedir ve bunu da bütün toplumsal biçimleniþler
içersinde, akla gelen her türden üretim tarzlarý altýnda yapmak duru-
mundadýr. Ýnsanýn geliþmesiyle birlikte, duyduðu gereksinmeler arta-
caðý için bu fiziksel gereksinmeler alaný da geniþler, ama ayný zamanda
da, bu gereksinmeleri karþýlayan üretici güçler de artar. Bu alanda öz-
gürlük ancak doðanýn kör güçlerinin önüne katýlmak yerine, doðayla
olan karþýlýklý iliþkilerini rasyonel bir biçimde düzenleyen ve doðayý or-
tak bir denetim altýna sokan toplumsal insan, ortaklaþa üreticiler tarafýn-
dan gerçekleþtirilebilir; ve bu, en az enerji harcamasýyla ve insan doðasýna
en uygun ve en layýk koþullar altýnda baþarýlýr. Ama gene de bu, bir zo-
runluluk alemi olmakta devam eder. Gerçek özgürlük alemi, kendi baþýna
bir amaç olarak insan enerjisinin geliþmesi, bunun ötesinde baþlar; ama
bu da ancak temelindeki bu zorunluluklar alemi ile serpilip geliþebilir.
Ýþgününün kýsaltýlmasý onun temel önkoþuludur.
Kapitalist toplumda bu artý-deðer ya da bu artý-ürün (bölüþümün-
deki raslantýya baðlý dalgalanmalar bir yana býrakýlarak, yalnýz onu dü-

Karl Marks 717


Kapital III
zenleyen yasa, normal sýnýrlarý gözönünde tutularak), kapitalistler ara-
sýnda, herbirinin sahip olduðu toplumsal sermaye ile orantýlý biçimde te-
mettü [sayfa 720] olarak bölüþülür. Bu biçim içersinde artý-deðer, sermaye-
nin payýna düþen ortalama kâr olarak görünür, ve bu ortalama kâr da,
gene, giriþim kârý ile faize bölünerek, bu iki kategori altýnda farklý türden
kapitalistlerin eline geçebilir. Artý-deðerin ya da artý-ürünün sermaye ta-
rafýndan bu ele geçiriliþi ve bölüþümü, ne yar ki, toprak mülkiyetinde
bazý sýnýrlamalarla karþýlaþýr. Týpký faal kapitalistin emekçiden kâr biçi-
minde, artý-emek ve dolayýsýyla artý-deðer ve artý-ürün sýzdýrmasý gibi,
toprak sahibi de, bu artý-deðerin ya da artý-ürünün bir kýsmýný, yukarda
üzerinde, durulmuþ yasalar gereðince kapitalistten rant biçiminde sýzdý-
rýr.
Þu halde, biz burada, kârdan, artý-deðerin sermayenin payýna dü-
þen kýsmý diye sözederken, toplam kârdan (kitle olarak artý-deðer ile öz-
deþtir) rantýn düþülmesiyle. sýnýrlandýrýlmýþ bulunan ortalama kârý (giriþim
kârý artý faize eþit) anlatmak istiyoruz; biz rantýn, düþüldüðünü varsayýyor-
uz. Sermayenin kârý (giriþim kârý artý faiz) ve toprak rantý, demek ki, artý-
deðerin özel bölümleri, artý-deðerin, sermayenin ya da toprak mülkiyetinin
payýna düþmesine baðlý olarak farklýlaþmýþ kategorilerinden baþka bir
þey deðildir, taþýdýklarý adlar bunlarýn niteliklerini zerrece deðiþtirmiþ ol-
maz. Bu ikisi biraraya getirildiklerinde, toplumsal artý-deðerin toplamýný
oluþtururlar. Sermaye, artý-deðerde ve artý-üründe temsil edilen artý-eme-
ði, doðrudan doðruya emekçilerden sýzdýrýr. Dolayýsýyla, bu anlamda ona,
artý-deðerin üreticisi gözüyle bakýlabilir. Toprak sahipliðinin, fiili üretim
süreciyle hiç bir iliþkisi yoktur. Onun rolü, artý-deðerin bir kýsmýný, kapita-
listin cebinden kendi cebine aktarmaktan ibarettir. Bununla birlikte, top-
rak sahibi, kapitalist üretim sürecinde gene de bir rol oynar; ne var ki,
toprak sahibi, kapitalist üretim sürecinde salt sermaye üzerine bir baský
yapmasý yoluyla deðil, salt büyük toprak mülkiyeti, emekçilerin üretim
araçlarýndan yoksun býrakýlmasýnýn bir önkoþulu ve gereði olmasý nede-
niyle, kapitalist üretimin bir önkoþulu ve gereði olduðu için deðil, ama
özellikle üretimin en temel koþullarýndan birinin kiþileþmiþ olarak ortaya
çýkmasýndan ötürü, rol oynar.
En sonu, emekçi, kendi bireysel emek-gücünün sahibi ve satýcýsý
olma niteliðiyle, ürünün bir kýsmýný ücret adý altýnda alýr ve emeðinin bu
kýsmý bizim gerekli-emek dediðimiz, yani bu emek-gücünün sürdürül-
mesi ve yeniden-üretimi, bu devamýn ve yeniden üretimin koþullarý ister
kýt, ister bol, ister elveriþli olsun, ister olmasýn gerekli olan emek olarak
ortaya çýkar.
Bu iliþkilerde baþka yönlerden ne gibi tutarsýzlýk olursa olsun,
hepsinde þu ortaktýr Sermaye, kapitaliste her yýl bir kâr, toprak, toprak
sahibine her yýl bir toprak rantý ve emek-gücü, normal koþullar altýnda
ve yararlý emek-gücü olarak kaldýðý sürece emekçiye bir ücret saðlar.
Üretilen yýllýk toplam deðerin bu üç kýsmý ile, yaratýlan yýllýk toplam ürü-

718 Karl Marks


Kapital III
nün buna tekabül eden kýsýmlarý (þimdilik birikim düþüncesini bir yana
býrakýrsak), bunlarýn sahipleri tarafýndan, bunlarýn yeniden-üretim kaynak-
larý tüketilmeksizin her yýl tüketilebilir. Bunlar, bir aðacýn ya da daha
doðrusu üç aðacýn her yýl tüketilebilir meyveleri gibidir; bunlar, üç sýnýfýn
kapitalist, toprak sahibi ve emekçi sýnýfýn yýllýk gelirlerini, doðrudan doðru-
ya artý-emek gaspý ve genellikle emek kullanýcýsý niteliði içersinde, faal
kapitalist tarafýndan daðýtýlan gelirleri oluþtururlar. Demek oluyor ki, ser-
maye kapitaliste, toprak toprak sahibine, emek-gücü ya da daha doðr-
usu emeðin kendisi emekçiye (çünkü o gerçekte emek-gücünü ancak
kendisini ortaya koyduðu þekliyle satmaktadýr, ve emek-gücünün fiyatý,
daha önce de gösterildiði gibi, kaçýnýlmaz olarak, kapitalist üretim tarzý
altýnda emeðin fiyatý olarak görünür), kendi özgül gelirlerinin, yani kâr,
toprak rantý ve ücretlerin, üç farklý kaynaðý olarak görünür. Bunlar belli
bir anlamda böyledirler de: sermaye, kapitalist için, sürekli bir artý-deðer
sýzdýrma makinesi; toprak, toprak sahibi için, sermaye tarafýndan sýzdý-
rýlan artý-deðerin bir kýsmýný çeken sürekli bir mýknatýs ve en sonu, emekçi
tarafýndan yaratýlan deðerin bir kýsmýný ve dolayýsýyla deðerin bir kýsmý
tarafýndan ölçülen toplumsal ürünün bir parçasýný, yani yaþam gereksin-
melerini, ücret baþlýðý altýnda elde eden, sürekli kendini yenileyen koþul
ve sürekli kendini yenileyen araç olan emek. Bunlar bir de þu anlamda
öyledir ki, sermaye, deðerin ve dolayýsýyla da yýllýk emeðin ürününün bir
kýsmýný kâr biçiminde; toprak mülkiyeti bir baþka kýsmýný rant biçimin-
de ve ücretli-emek bir üçüncü kýsmýný ücretler biçiminde saptar ve, bu
çeþitli kategorilere çevrilen tözün kendisini yaratmaksýzýn, bu dönüþüm
yoluyla, bunlarý, kapitalistin, toprak sahibinin ve emekçinin gelirleri hali-
ne çevirir. Bu bölüþüm, tersine, bu tözün, yani maddeleþmiþ toplumsal
emekten baþka bir þey olmayan, yýllýk ürünün toplam deðerinin varlýðýný
öngörür. Ne var ki, bu töz, üretimi yürütenlere, üretim sürecindeki çeþitli
iþlevleri yüklenmiþ bulunanlara, bu biçim içersinde deðil, daha çok,
çarpýtýlmýþ bir biçimde görülür. Bunun niçin böyle olduðu, daha ilerdeki
incelemelerimiz sýrasýnda görülecektir. Sermaye, toprak mülkiyeti ve
emek, üretimi yürüten bu kimselere, üç farklý, birbirinden baðýmsýz kay-
nak gibi görülür; yýllýk üretilen deðerin ve dolayýsýyla bu deðerin varol-
duðu ürünün üç farklý kýsmý bu kaynaklardan doðmaktadýr; demek oluyor
ki, bu kaynaktan yalnýz bu deðerin, toplumsal üretim sürecindeki farklý
kimselerin payýna gelir olarak düþen farklý biçimleri doðmakla kalmýyor,
bu deðerin kendisi ve dolayýsýyla da bu gelir biçimlerinin tözü de doðmuþ
oluyor.
[Burada, bir dosya kaðýdý elyazmasý eksik.] ... Farklýlýk rantý, nispi
toprak verimliliðine, baþka bir deyiþle topraðýn kendisinden ileri gelen
özelliklere baðlýdýr. Ama, önce, farklý toprak tiplerine ait ürünlerin farklý
bireysel deðerlerine baðlý olmasý ölçüsünde yukardaki belirleme, yerin-
de ve doðrudur; sonra bu bireysel deðerlerden farklý bulunan düzen-
leyici genel piyasa deðerine baðlý olmasý ölçüsünde de, rekabet aracýlýðý

Karl Marks 719


Kapital III
ile yürürlükte bulunan toplumsal bir yasa sözkonusudur ve bunun, top-
rakla da, topraðýn farklý verimlilik derecesi ile de bir iliþkisi yoktur.
Hiç deðilse, “emek-ücretler” de rasyonel bir baðýntý ifade edili-
yormuþ gibi görünebilir. Ama bunun da, “toprak-toprak rantý”ndan bir
farký yoktur. Deðer yaratýcýsý olmasý ve kendisini metalarýn deðerinde
ortaya koymasý bakýmýndan, emeðin, bu deðerin çeþitli kategoriler arasýn-
da bölüþülmesiyle herhangi bir iliþkisi yoktur. Ücretli-emeðin özgül top-
lumsal niteliðini taþýmasý bakýmýndan ise, deðer yaratýcýsý deðildir. Emeðin
ücretinin ya da emeðin fiyatýnýn, deðerin ya da emek-gücünün fiyatýnýn
irrasyonel bir ifadesinden baþka bir þey olmadýðý, genel çizgileriyle orta-
ya konmuþ bulunuyor ve bu emek-gücünün satýldýðý özgül toplumsal
koþullarýn da, üretimde genel bir öðe olarak emekle herhangi bir iliþkisi
yoktur. Emek, ayný zamanda, metaýn, ücretler olarak emek-gücünün
fiyatýný oluþturan diðer kýsmýnda da maddeleþmektedir; ürünün öteki ký-
sýmlarýný olduðu kadar bu kýsmýný da yaratmaktadýr; ama emek, bu
kýsýmda, rantý ya da kârý oluþturan kýsýmlarda olduðundan ne daha fazla
ve ne de farklý biçimde maddeleþmiþtir. Ve biz, genellikle, emeði deðer-
yaratýcýsý olarak saptadýðýmýz anda, onu bir üretim koþulu olarak somut
biçimi içersinde deðil, ücretli-emekten farklý ve ayrý, toplumsal tanýmý
içersinde düþünüyoruz.
“Sermaye-kâr” ifadesi bile burada yanlýþtýr. Sermaye, eðer yalnýz-
ca artý-deðer üretmesi yönünden düþünülürse, yani emek-gücü üzerin-
de yaptýðý zorlama sonucu artý-emek sýzdýrmasý bakýmýndan emekçiyle,
yani ücretli-emekçiyle iliþkisi yönünden ele alýnacak olursa bu artý-deðer
(giriþim kârý artý faiz) dýþýnda, rantý da, kýsacasý, tüm bölünmemiþ artý-
deðeri de içerir. Öte yandan burada gelir kaynaðý olarak sermaye, yalný-
zca, kapitalistin payýna düþen kýsýmla iliþki haline getiriliyor. Bu, ser-
mayenin genellikle sýzdýrdýðý artý-deðer deðil; yalnýzca kapitalist için sýz-
dýrýlan kýsým oluyor: Formül, “sermaye-faiz” haline getirilir getirilmez,
bütün iç iliþkiler yokolup gidiyor.
Biz, eðer önce, yukardaki üç kaynaðýn tutarsýzlýðýný gözönünde
tutacak olursak, bunlarýn ürünlerinin, meyvelerinin ya da gelirlerinin,
hepsinin de ayný alana, deðere ait olduðunu görürüz. Ne var ki, bu farklý-
lýk (yalnýzca oran kabul etmeyen büyüklükler arasýndaki deðil, birbirine
hiç benzemeyen, aralarýnda bir baðýntý bulunmayan, karþýlaþtýrýlmalarý
olanaksýz þeyler arasýndaki bu iliþki), toprak ve emekte olduðu gibi ser-
maye içinde belirsiz hale getirilmiþ ve düpedüz maddi bir töz olarak,
yani yalnýzca üretilmiþ üretim araçlarý olarak kabul edilmiþ ve böylece,
hem emekçiyle ve hem de deðerle olan iliþkisinden soyutlanmýþtýr.
Üçüncü olarak, bu anlamda alýndýðýnda, sermaye-faiz (kâr), top-
rak-rant, emek-ücret formülleri, birbirine denk düþen simetrik bir uyum-
suzluðu ifade ederler. Gerçekten de, ücretli-emek, toplumsal bakýmdan
belirlenmiþ emek biçimi olarak görünmeyip, daha çok, bütün emek,
niteliði gereði ücret-emek gibi göründüðü için (dolayýsýyla, kapitalist üre-

720 Karl Marks


Kapital III
tim iliþkilerinin pençesine düþenlere de böyle göründüðü için), emeðin
maddi koþullarý –üretilen üretim araçlarý ile toprak– tarafýndan bürünü-
len belirli özgül toplumsal biçimler, ücretli-emek bakýmýndan (týpký bun-
larýn da kendi adlarýna ücretli-emeði öngörmeleri gibi), doðrudan doðruya
emeðin bu koþullarýnýn maddi varlýðý ile, ya da bunlarýn, tarihsel bakým-
dan belirlenmiþ toplumsal biçiminden ya da daha doðrusu herhangi bir
toplumsal biçimden baðýmsýz olarak fiili emek-sürecinde genel olarak
sahip olduklarý biçim ile ayný olurlar. Emek koþullarýnýn deðiþmiþ biçimi,
yani emeðe yabancýlaþtýrýlmýþ ve onun karþýsýna baðýmsýz olarak çýkan
biçimi, dolayýsýyla da üretilen üretim araçlarý, böylece sermayeye dönüþtü-
rülmüþ, toprak, tekel altýna alýnmýþ topraða ya da toprak mülkiyetine
çevrilmiþtir – belirli bir tarihsel döneme ait bulunan bu biçim, böylece,
üretilen üretim araçlarýnýn ve genellikle üretim sürecindeki topraðýn var-
lýðý ve iþlevi ile özdeþleþmiþtir. Bu üretim araçlarýnýn kendileri, nitelikleri
gereði sermayedirler; sermaye yalnýzca, bu üretim araçlarýnýn “ekono-
mik adýdýr”; ve ayný þekilde, topraktan baþka bir þey olmayan arazi par-
çalarý da, belli sayýda toprak sahiplerince tekel altýna alýnmýþtýr. Týpký
ürünlerin, üreticinin karþýsýna, sermayede ve kapitalistte –aslýnda o, ser-
mayenin kiþileþmesinden baþka birþey deðildir– bulunan baðýmsýz bir
kuvvet olarak çýkmasý gibi, toprak da, toprak sahibinde kiþileþir ve ayný
þekilde, baðýmsýz bir kuvvet olarak ard ayaklarýnýn üzerine kalkarak,
yardýmýyla yaratýlan üründen kendi payýný ister. Böylece, toprak, üret-
kenliðini yenilemek ve artýrmak için üründen payýna düþen kýsmý ala-
caðý yerde, toprak sahibi, harcamak ya da çarçur etmek için üründen
bir pay alýr. Sermayenin, ücretli-emek olarak emeði öngördüðü açýktýr.
Ama eðer, emek de, ücretli-emek olarak çýkýþ noktasý diye alýnacak
olursa, genellikle emeðin, ücretli-emek ile özdeþ görüneceði de týpký
bunun gibi apaçýk bir þey olur; bu durumda, sermaye ile tekel altýna
alýnmýþ topraðýn da, genellikle emekle iliþkisi bakýmýndan, emek ko-
þullarýnýn doðal biçimi olarak görünmesi gerekir. Böyle olunca, sermaye
olmak, emek araçlarýný doðal biçimi ve dolayýsýyla da, bunlarýn genellik-
le emek sürecindeki iþlevlerinden doðan katýksýz gerçek nitelikleri ola-
rak görünür. Sermaye ile, üretilmiþ üretim araçlarý böylece özdeþ terimler
haline gelirler. Ayný þekilde toprak ve tekel haline gelmiþ toprak, özel
mülkiyet yoluyla özdeþ hale gelir. Nitelikleri gereði sermaye olan emek
araçlarý da böylece kâr kaynaðý haline gelirler; týpký topraðýn da toprak
olarak, rantýn kaynaðý haline gelmesi gibi.
Emek olarak emek, bir amaca yönelik üretken faaliyet olarak
kendi yalýn niteliði içersinde üretim araçlarý ile iliþkisi, bunlarýn toplum-
sal belirleyici biçimler bakýmýndan deðil, daha çok, emek malzemesi ve
araçlarý olarak bunlarýn somut varlýklarý bakýmýndandýr; bu emek malze-
mesi ve araçlarý da gene birbirlerinden, kullaným-deðerleri olarak sýrf
maddi bakýmdan ayrýlýrlar; örneðin, üretilmemiþ bir varlýk olan toprak ve
üretilen emek araçlarý gibi. Ve eðer emek, ücretli-emek ile özdeþ ise,

Karl Marks 721


Kapital III
emek koþullarýnýn, emeðin karþýsýna çýktýðý özel toplumsal biçim de,
bunlarýn maddi varlýðý ile özdeþ olur. Bu durumda, emek araçlarý, bu
nitelikleriyle sermaye ve toprak da bu niteliði ile toprak mülkiyetidir. Bu
emek koþullarýnýn emekle iliþkisi bakýmýndan biçimsel baðýmsýzlýðý, ücret-
li-emek bakýmýndan bu baðýmsýzlýðýn özel biçimi, öyleyse, nesneler ola-
rak, üretimin maddi koþullarý olarak bunlardan ayrýlmaz bir özellik, üretim
öðeleri olarak bunlarýn özlerinde bulunan, içlerinde taþýdýklarý bir nitelik-
tir. Bunlarýn, kapitalist üretim sürecindeki, belirli bir tarihsel dönemin
damgasýný taþýyan belirli toplumsal nitelikleri, üretim sürecinin öðeleri
olarak ezelden beri kendilerine ait bulunan doðal ve içlerinde taþýdýklarý
bir niteliktir. Bu nedenle, sýrasýyla topraðýn, emeðin ilk faaliyet alaný, do-
ða güçlerinin diyarý, bütün emek araçlarýnýn önceden varolan deposu
olarak oynadýðý rol ile, genel üretim sürecinde, üretilmiþ üretim araçla-
rýnýn (araç ve gereçlerle, hammaddelerin, vb.) oynadýðý rol, sermaye ve
toprak mülkiyeti olarak bunlarýn talep ettikleri kendi paylarýnda –yani
kâr (faiz) ve rant biçiminde bunlarýn toplumsal temsilcilerine düþen
paylarda– ifadesini buluyormuþ gibi görünmek zorundadýr –týpký emekçi-
nin emeðinin üretim sürecinde oynadýðý rolün ücretlerde ifadesini bulmuþ
olmasý gibi. Rant, kâr ve ücretler, böylece, topraðýn, üretilmiþ üretim
araçlarýnýn ve basit emek-sürecindeki emeðin –herhangi bir tarihsel be-
lirlemeyi bir yana býrakarak, bu emek-sürecini sýrf insan ile doða arasýn-
da yürütülen bir süreç olarak kabul ettiðimiz zaman bile– oynadýðý
oyundan doðuyormuþ gibi görünür. Þöyle söylendiði zaman, bir baþka
biçimde de gene ayný kapýya çýkar: bir ücretli-emekçinin kendisine ait
kýsmýný temsil eden ürün, onun kazancý ya da geliri, yalnýzca ücretler,
deðerin (ve dolayýsýyla, bu deðerle ölçülen toplumsal ürünün) onun ücret-
lerini temsil ettiði kýsýmdýr. Dolayýsýyla, eðer ücretli-emek, genellikle emek-
le ayný þey olursa, ücretler de emeðin ürünüyle, ve ücretleri temsil eden
deðer kýsmý, genellikle emek tarafýndan yaratýlan deðer ile çakýþmýþ
olur. Ama bu durumda, deðerin diðer kýsýmlarý, kâr ile rant da, ücretler
yönünden baðýmsýz görünürler ve, emekten tamamen farklý ve baðýmsýz
kendi kaynaklarýndan doðmalarý gerekir; bunlarýn, üretime katýlan öðel-
erden doðmasý ve bunlarýn sahiplerinin paylarýna düþmesi gerekir; yani
kâr, üretim araçlarýndan, sermayenin maddi öðelerinden, rant ise, top-
rak sahibi tarafýndan temsil edilen topraktan ya da doðadan ortaya çýkar
(Roscher).*
Toprak mülkiyeti, sermaye ve ücretli-emek, böylece, gelirin kay-
naklarý olmaktan çýkarak –þu anlamda ki, sermaye, kapitalistin emekten
sýzdýrdýðý artý-deðerin bir kýsmýný kâr biçiminde kapitaliste doðru çeker;
toprak üzerindeki tekel, kârýn öteki kýsmýný toprak sahibine çeker; ve
emek, deðerin geri kalan kýsmýný, ücretler biçiminde emekçiye baðýþlar–

* Roscher, System der Volkswirtschaft, Band I, Die Grundlagen der Nationalökonomie,


Stuttgart und Augsburg, 1858. -Ed.

722 Karl Marks


Kapital III
deðerin bir kýsmýnýn kâr biçimine, öteki kýsmýnýn rant biçimine, bir
üçüncüsünün ücretler biçimine çevrilmesine aracýlýk eden kaynaklar
olmaktan çýkarak, bu deðer kýsýmlarýnýn ve ürünün, bunlarýn bulunduðu
ya da karþýlýklý olarak deðiþtirildiði kýsýmlarýn bizzat doðduklarý, dolayýsýy-
la, son tahlilde, ürünün deðerinin kendisinin de doðduðu gerçek kaynak-
lar haline geliyorlar.50
Kapitalist üretim tarzýnýn ve hatta meta üretiminin en yalýn kate-
gorileri için, metalar ve para için, servetin öðelerinin üretimde dayanak
olarak hizmet ettikleri toplumsal iliþkileri, bu þeylerin kendilerinin (me-
talarýn) özelliklerine, ve daha da belirgini, üretim iliþkilerinin kendisini
bir þeye (paraya) dönüþtüren gizemli özelliðe daha önce de iþaret etmiþ-
tik. Bütün toplum biçimleri, meta üretimi ve para dolaþýmý aþamasýna
ulaþtýklarý ölçüde bu sapmaya katýlýrlar. Ama kapitalist üretim tarzýnda
ve onun egemen kategorisi ve belirleyici üretim iliþkisi olan sermayede,
bu büyülü ve gizemli alem daha da geliþir. Eðer biz, ilkin sermayeyi fiili
üretim sürecinde, artý-deðer sýzdýran bir araç olarak düþünecek olursak,
bu iliþki henüz çok yalýndýr ve asýl baðlantý, kendisini bu süreci yürüten-
ler, bizzat kapitalistler üzerinde hissettirir ve bilinçlerinde yer eder.
Ýþgününün sýnýrlarý üzerindeki þiddetli savaþým, bunu çarpýcý bir biçimde
ortaya koyar. Bu dolaysýz alanda, emek ile sermaye arasýndaki bu doðru-
dan etkinlik çerçevesi içersinde bile durum, bu yalýn haliyle kalmaz.
Nispi artý-deðerin, fiili ve özellikle kapitalist olan üretim tarzýndaki büyü-
mesiyle, dolayýsýyla toplumsal emeðin üretken güçlerinin geliþmesiyle,
doðrudan emek-sürecindeki emeðin bu üretici güçleri ve toplumsal iç
baðýntýlarý, emekten sermayeye aktarýlmýþ gibi görünürler. Emeðin bütün
toplumsal üretici güçleri, emeðin kendisinden deðil de sermayeden ileri
geliyormuþ, sermayenin kendi rahminden doðuyormuþ gibi göründüðü
için, sermaye, þimdi çok gizemli bir varlýk haline gelir. Ardýndan, hem
töz ve hem de biçim deðiþiklikleriyle dolaþým süreci iþin içine girer ve,
sermayenin bütün kýsýmlarý, tarýmsal sermaye bile, özellikle kapitalist
olan üretim tarzýnýn geliþmesi ölçüsünde deðiþir. Bu dolaþým alanýnda,
deðerin baþlangýçtaki yaratýldýðý koþullar tamamen arka plana itilir. Doðru-
dan üretim sürecinde kapitalist, daha þimdiden ayný zamanda hem meta
üreticisi ve hem de meta-üretimi yöneticisi olarak hareket eder. Dolayý-
sýyla da, bu üretim süreci ona, hiç bir þekilde, artý-deðer üretme süreci
olarak görünmez. Ne var ki, sermayenin fiili üretim sürecinde sýzdýrabil-
diði ve o metalarda ortaya çýkabilecek artý-deðerin, metalarýn içerdiði
deðer ve artý-deðerin, önce dolaþým sürecinde gerçekleþmesi þarttýr. Ve,
hem üretime yatýrýlan deðerlerin yerine konmasý ve hem de özellikle

50
Ücretler, kâr ve rant, bütün gelirlerin üç asli kaynaðý olduðu gibi, bütün deðiþtirilebilir
deðerlerin de kaynaklarýdýr (A. Smith) [An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of
Nations, Aberdeen, London 1848, s. 43. -Ed.] – Ýþte bunun için, maddi üretimin nedenleri ayný
zamanda varolan baþlangýç gelirlerin de kaynaklarýdýr. (Storch [Cours d’ economie politique, St.
Peterbourg 1815. -Ed.], I, s. 259. -Ed.]

Karl Marks 723


Kapital III
metalarýn içerdikleri artý-deðer, yalnýz dolaþýmda gerçekleþiyormuþ gibi
görünmekle kalmaz, fiilen ondan doðuyormuþ gibi de görünür; bu görün-
tüyü özellikle iki durum destekler; önce, satýþla saðlanan kâr, hileye,
kandýrmaya, iþbilirliðe, beceriye ve binlerce elveriþli piyasa koþullarýna
baðlýdýr; ve sonra, burada emek-zamanýna eklenen ikinci bir belirleyici
öðe daha vardýr – dolaþým zamaný. Gerçekte bu, deðerin ve artý-deðerin
oluþumuna karþý olumsuz bir engel olarak etkide bulunur, ama emeðin
kendisi gibi olumlu bir neden ve emekten baðýmsýz ve sermayenin nite-
liðinden ileri gelen belirleyici bir öðe görünüþüne sahiptir. Ýkinci Ciltte,
biz bu dolaþým alanýný, doðal olarak, yarattýðý biçim belirlemeleriyle ilgili
olarak ve, sermayenin yapýsýnda bu alanda yer alan geliþmeleri göster-
mek için ele almak durumundaydýk. Oysa aslýnda burasý, rekabet alaný
olup, tek tek olaylar ele alýnýnca raslantýnýn egemen olduðu görülür; bu
nedenle, bu raslantýlara egemen olan ve bunlarý düzenleyen iç yasa,
ancak, bu raslantýlarýn büyük sayýlar halinde gruplandýrýlmalarýyla gözle
görünür hale gelir; aksi halde bunlar, üretimi yürüten kimseler için gözle
görülmez ve kavranýlmasý olanaksýz olaylar olarak kalýrlar. Ama bir de þu
var: doðrudan üretim süreci ile dolaþým sürecinin bir birliði olan fiili
üretim süreci, yeni oluþumlara yol açar ve bu yeni biçimler içersinde, iç
iliþkilerin baðý gitgide gözden kaybolur, üretim iliþkileri birbirinden ko-
puk hale gelir ve deðeri oluþturan öðeler, birbirlerinden baðýmsýz biçim-
ler halinde kemikleþirler.
Artý-deðerin kâra çevrilmesi, gördüðümüz gibi, dolaþým süreci ta-
rafýndan olduðu kadar üretim süreci ile de belirlenir. Kâr biçimindeki
artý-deðer, artýk, sermayenin, kendisini doðuran emeðe yatýrýlan kýsmý
ile deðil, toplam sermaye ile baðlý olmaktadýr. Kâr oraný artý-deðer oraný
deðiþmeden kaldýðý halde, deðiþmesine izin veren ve hatta onu gerekli
kýlan kendi öz yasalarýyla düzenlenir. Ýþte bütün bunlar, gitgide artý-deðerin
gerçek niteliðini ve böylece de sermayenin asýl mekanizmasýný gizle-
mektedir. Ayrýca bu, kârýn, ortalama kâra, deðerlerin üretim-fiyatlarýna,
piyasa-fiyatlarýnýn düzenleyici ortalamalara dönüþtürülmesiyle daha da
ileri götürülmektedir. Burada, karmaþýk bir toplumsal süreç, sermayele-
rin eþitlenmesi süreci, iþin içine girmekte ve, çeþitli üretim alanlarýnda,
metalarýn nispi ortalama fiyatlarýný, bunlarýn deðerlerinden ve de ortala-
ma kârdan (her özel üretim alanýndaki bireysel sermaye yatýrýmlarýndan
tamamen ayrý olarak), belirli sermayeler tarafýndan emeðin fiili sömürü-
sünden ayýrmaktadýr. Bu, yalnýz böyle görünmekle kalmaz, aslýnda da,
metalarýn ortalama fiyatýnýn deðerlerinden, dolayýsýyla onlarda gerçekle-
þen emekten farklý olduðu, ve belli bir sermayenin ortalama kârýnýn,
onun tarafýndan kullanýlan emekçilerden sýzdýrdýðý artý-deðerden farklý
olduðu doðrudur. Metalarýn deðeri, doðrudan doðruya, yalnýzca emeðin
üretkenliðindeki deðiþikliklerin, üretim-fiyatlarýnýn yükselmesi ve düþmesi,
bunlarýn en son sýnýrlarý üzerindeki deðil, hareketleri üzerindeki etkisin-
de kendisini gösterir. Kâr, emeðin doðrudan doðruya sömürülmesiyle,

724 Karl Marks


Kapital III
bu sömürü kapitaliste –görünüþte böyle bir sömürüden baðýmsýz olarak
varolan– düzenleyici piyasa-fiyatlarý karþýsýnda ortalama kârdan sapan
bir kâr gerçekleþtirme olanaðý verdiði ölçüde, ancak, ikinci derecede
belirleniyormuþ gibi görünür. Normal ortalama kârlarýn kendileri, ser-
mayenin özünde bulunan ve sömürüden apayrý bir nitelikmiþ gibi
görünür; anormal sömürü, ya da, elveriþli, olaðanüstü koþullar altýnda
ortalama sömürü bile, bu kârýn kendisini deðil, ancak ortalama kârdan
sapmalarý belirliyormuþ gibi görünür. Kârýn, giriþim ve faize ayrýlmasý
(temeli dolaþýma dayanan ve, üretim sürecinin kendisinden deðil de
tamamen dolaþýmdan doðuyormuþ gibi görünen ticari kâr ile, para tica-
retinden gelen kârýn iþin içersine karýþmasý bir yana), artý-deðerin baðýmsýz
bir biçim kazanmasý, özüne ve tözüne karþýt bir biçim içersinde kemik-
leþmesi iþini tamamlar. Kârýn bir kýsmý, diðer kýsmýna karþýt olarak ken-
disini, sermaye iliþkilerinden tamamen kopartýr ve, ücretli-emeði sömür-
me iþlevlerinden deðil de, bizzat kapitalistin ücretli-emeðinden doðuyor-
muþ gibi görünür. Bunun tam tersine, faiz de, hem emekçinin ücretli-
emeðinden ve hem de kapitalistin kendi emeðinden baðýmsýz ve ser-
mayeye ait baðýmsýz bir kaynaktan doðuyormuþ gibi görünür. Sermayenin
baþlangýçta, dolaþýmýn yüzeyinde, bir sermaye fetiþizmi, deðer yaratan
deðer olarak görünmesi gibi þimdi de o, gene, faiz getiren sermaye biçi-
minde en yabancýlaþmýþ ve en karakteristik biçiminde görünür. Ýþte bu-
nun için, toprak-rant ve emek-ücretler formüllerinin üçüncüsü olarak
sermaye-faiz formülü, sermaye-kâr formülünden çok daha tutarlýdýr, çün-
kü kârda hâlâ onun kökenini anýmsatan bir þey kaldýðý halde, bu, faizde,
yalnýz yokolmakla kalmamýþ, bir de bu kökene tamamen karþýt bir biçi-
me de sokulmuþtur.
En sonu, sermayeye, bir de, baðýmsýz bir artý-deðer kaynaðý, top-
rak mülkiyeti katýlýr; bu, ortalama kâra bir sýnýr koyar ve artý-deðerin bir
kýsmýný, ne bizzat çalýþan, ne doðrudan doðruya emeði sömüren ve ne
de faiz getiren sermayede olduðu gibi, baþkalarýna borç sermaye ver-
mekle bir tehlikeyi göze aldýðý, bir fedakarlýkta bulunduðu þeklinde ahla-
ki özürler bulabilen bir sýnýfa aktarýr. Burada, artý-deðerin bir kýsmý, top-
lumsal iliþkilerden çok, doðrudan doðruya doðal bir öðe ile, topraða
baðlý gibi göründüðü için, artý-deðerin çeþitli kýsýmlarýnýn karþýlýklý yaban-
cýlaþmasý ve katýlaþmasý iþi tamamlanmýþ, içsel baðlar tamamen kop-
muþtur; üretim sürecinin çeþitli maddi öðeleriyle baðlý halde bulunan
üretim iliþkileri, birbirinden baðýmsýz hale getirildiði için, artý-deðerin asýl
kaynaðý tamamen göze görülmez hale gelmiþtir.
Sermaye-kâr, ya da daha iyisi sermaye-faiz, toprak-rant, emek-
ücretler formüllerinde, deðerin ve genellikle servetin öðeleri ile kaynak-
larý arasýndaki iç baðýntý olarak gösterilen bu ekonomik üçlü formülde,
kapitalist üretim tarzýnýn tam bir gizem haline getiriliþini, toplumsal iliþki-
lerin þeylere çevrilmesini, maddi üretim iliþkilerinin, bunlarýn tarihsel ve
toplumsal belirleniþleriyle doðrudan birleþtirilmesini görüyoruz. Þimdi

Karl Marks 725


Kapital III
burasý, Bay Sermaye ile Bayan Topraðýn kolkola girip, hem toplumsal
kiþiler ve hem de sýrf bir þeyler olarak gulyabani gezintisine çýktýklarý,
büyülü, çarpýtýlmýþ ve tepetaklak edilmiþ bir alem oluyor. Bu uydurma
görüntüyü ve hayali yýkmak, servetin çeþitli toplumsal öðelerinin bu
karþýlýklý baðýmsýzlýðýna ve katýlaþmasýna, þeylerin kiþileþtirilmesine, üre-
tim iliþkilerinin maddi varlýklara çevrilmesine, güllük yaþamýn bu inancý-
na son vermek, klasik iktisadýn büyük erdemidir. O, bunu, faizi kârýn bir
kýsmýna, rantý ortalama kârýn üzerindeki fazlalýða indirgeyip, böylece her
ikisini de artý-deðerde birleþtirerek; ve dolaþým sürecini sýrf biçimlerin
baþkalaþýmý olarak göstererek, ve en sonu, metalarýn deðerini ve artý-
deðerini, doðrudan üretim sürecindeki emeðe indirgeyerek yapmýþtýr.
Gene de klasik iktisadýn en iyi sözcüleri, burjuva görüþ açýsýndan baþka
türlüsünün beklenemeyeceði gibi, kendi eleþtirilerinin daðýttýklarý bu ha-
yal aleminin þu ya da bu ölçüde pençesinden kurtulamamakta, dolayý-
sýyla da azçok tutarsýzlýða, yanýlgýya ve çözümlenmemiþ çeliþkilere
düþmektedirler. Öte yandan, fiili üretim aracýlarý için, bu yabancýlaþmýþ
ve irrasyonel, sermaye-faiz, toprak-rant, emek-ücretler biçimlerinde ken-
dilerini pek rahat hissetmeleri tamamen doðaldýr, çünkü bunlar, içlerin-
de dönüp dolaþtýklarý ve günlük iþlerini yürüttükleri hayali biçimlerin ta
kendileridirler. Üretimi fiilen yürütenlerin günlük kavramlarýnýn didaktik
ve azçok dogmatik bir yorumundan baþka bir þey olmayan ve bu kav-
ramlarý belli bir ussal düzen içersinde tertipleyen kaba ekonominin her
türlü iç baðýntýdan yoksun bu üçlü formülde kendi yalýnkat tantanasý için
doðal ve kuþku götürmez yüce temeli bulmasý da iþte bu yüzden ayný
derecede doðaldýr. Bu formüller, kendi gelir kaynaklarýnýn fiziksel zorun-
luluðunu ve ebedi haklýlýðýný ilan ettiði ve bunlarý bir dogma düzeyine
yükselttiði için, ayný zamanda egemen sýnýflarýn çýkarlarýna da denk düþer.
Üretim iliþkilerinin nasýl þeylere çevrildiðinin ve üretimi yürüten-
lerle iliþkisi bakýmýndan bunlardan nasýl baðýmsýz hale getirildiðinin seri-
mini yaparken, dünya piyasasý, bu piyasadaki iniþ çýkýþlar, piyasa-fiyatla-
rýndaki hareketler, kredi dönemleri, sýnai ve ticari çevrimler, bolluk ve
bunalýmýn birbirini izlemesi nedeniyle, aradaki iç baðýntýlarýn, üretim ara-
cýlarýna, iradelerini zorla onlara kabul ettiren ve karþýlarýna kör bir zorun-
luluk olarak çýkan, karþý konulmasý olanaksýz doðal yasalar gibi nasýl
göründüklerini bir yana býrakýyoruz. Bunu böyle yapmamýzýn nedeni,
gerçek rekabet hareketlerinin, bizim konumuzun ötesinde bir alana ait
olmasý ve bizim ancak, kapitalist üretim tarzýnýn iç örgenleniþini, ideal
ortalamasý içersinde ve olduðu gibi ortaya koymak durumunda olma-
mýzdýr.
Daha önceki toplum biçimlerinde bu ekonomik gizemleþtirme,
baþlýca para ve faiz getiren sermaye yönünden ortaya çýkmýþtýr. Eþyanýn
doðasý gereði, önce, kullaným-deðeri, en yalýn kiþisel gereksinmeler üre-
timinin egemen olduðu, ve ikinci olarak da, kölelik ya da serfIiðin, antik
ve orta çaðlarda olduðu gibi, toplumsal üretimin geniþ temellerini oluþ-

726 Karl Marks


Kapital III
turduðu yerlerde bu gizemleþtirme, iþin içersine karýþmamýþtýr. Burada,
üretim koþullarýnýn üreticilere egemen oluþunu, üretim sürecinin doðru-
dan itici gücü olarak görünen ve böyle de olan, egemenlik-kölelik iliþkileri
gizlemiþtir. Ýlkel komünizmin egemen olduðu ilk komünal toplumlarda
ve hatta antik komünal kentlerde, üretimin temeli olarak görünen þey,
kendi koþullarýyla birlikte, iþte bu komünal toplumun kendisiydi ve yap-
týðý yeniden-üretim de, onun en son amacý olarak görünüyordu. Orta-
çaðýn lonca sisteminde bile ne sermaye ve ne de emek baðýmsýz
görünüyordu; bunlarýn iliþkileri, toplu kurallarla, ayný birliðe baðlý olma-
nýn getirdiði iliþkilerle ve buna tekabül eden, mesleki yükümlülük, zan-
aatkarlýk, vb. kavramlarýyla düzenleniyordu. Ancak kapitalist üretim
tarzýnýn...*

* Elyazmasý burada kalýyor. -Ed.

Karl Marks 727


Kapital III
KIRKDOKUZUNCU BÖLÜM
ÜRETÝM SÜRECÝNÝN TAHLÝLÝ ÜZERÝNE

I
AÞAÐIDAKÝ tahlilin amaçlarý için, üretim-fiyatý ile deðer arasýnda-
ki ayrýmý bir yana býrakabiliriz, çünkü bu ayrým, burada olduðu gibi,
emeðin toplam yýllýk ürününün deðeri, yani toplam toplumsal sermaye-
nin ürünü dikkate alýndýðý, zaman tamamen ortadan kalkar.
Kâr (giriþim kârý artý faiz) ve rant, metalarýn artý-deðerinin belli
kýsýmlarýnýn büründükleri kendilerine özgü biçimlerden baþka bir þey
deðildir. Artý-deðerin büyüklüðü, bunun bölünebileceði kýsýmlarýn toplam
büyüklüðünün sýnýrýdýr. Ortalama kâr artý rant, bu nedenle, artý-deðere
eþittir. Metalarýn içerdikleri artý-emek ve böylece artý-deðer kýsmýnýn,
ortalama kârýn eþitlenmesinde doðrudan doðruya yer almamasý ve böy-
lece, meta-deðerin bu kýsmýnýn metalarda hiç ifade edilmemesi olasý-
dýr. Ama önce bu, ya metalarýn, deðerlerinin altýnda satýldýðýnda deðiþme-
yen sermayenin bir öðesini oluþturmalarý, kâr oranýnýn yükselmesi ol-
gusuyla, ya da metalarýn, deðerlerinin altýnda satýldýklarý zaman, deðe-
rin, bireysel tüketime ait nesneler biçiminde gelir olarak tüketilen kýsmýna
girmeleri nedeniyle daha büyük bir ürün ile temsil edilen kâr ve rant ta-
rafýndan dengelenir. Ýkinci olarak, bu, ortalama hareket içersinde orta-
dan kalkar. Her ne olursa olsun, meta-fiyatýnda ifade edilmeyen

728 Karl Marks


Kapital III
artý-deðerin bir kýsmý, fiyat oluþumu için kaybedilmiþ olsa bile, ortalama
kâr ile rantýn toplamý, normal biçimi içersinde, toplam artý-deðerden,
daha küçük olabilir ama, hiç bir zaman daha büyük olamaz. Bu normal
biçim, emek-gücünün deðerine tekabül eden bir ücreti öngörür. Tekel-
rant bile, ücretlerden bir indirimi temsil etmediði sürece, yani özel bir
kategoriyi oluþturmadýðý sürece, daima dolaylý olarak artý-deðerin bir
kýsmý olmak z:orundadýr. Bir kýsmýný oluþturduðu metaýn kendisinin üre-
tim-fiyatýný aþan fiyat fazlalýðýnýn bir parçasý (farklýlýk rantýnda olduðu
gibi), ya da bir kýsmýný oluþturduðu metaýn kendi artý-deðerini, ortalama
kâr ile ölçülen kendi artý-deðeri üzerindeki kýsmý aþan bir parçasý (mut-
lak rantta olduðu gibi) deðil ise, en azýndan diðer metalarýn, yani tekel
fiyatýna sahip bu meta karþýlýðýnda deðiþilen metalarýn artý-deðerinin bir
kýsmýdýr. Ortalama kâr artý toprak rantý, hiç bir zaman, kýsýmlarýný oluþ-
turduklarý ve bu bölünmeden önce varolan büyüklükten daha fazla ola-
maz. Ýþte bunun için, metalarýn tüm artý-deðerinin, yani metalarýn içerdiði
bütün artý-emeðin, bunlarýn fiyatlarýnda gerçekleþip gerçekleþmemesi
bizim in- celememiz bakýmýndan bir önem taþýmaz. Bir metaýn üretimi
için top-lumsal olarak gerekli-emek miktarýnýn, emeðin üretkenliðindeki
sürekli deðiþme sonucu devamlý bir deðiþiklik göstermesi nedeniyle,
artý-emeðin bütünüyle gerçekleþmemesi dýþýnda, bazý metalar daima
anormal koþullar altýnda üretilirler ve bu yüzden de bireysel deðerlerinin
altýnda sa-týlmalarý zorunluluðu vardýr. Her ne olursa olsun, kâr artý rant,
eþittir, top- lam gerçekleþmiþ artý-deðer (artý-emek), ve bu incelemenin
amacý için, gerçekleþmiþ artý-deðer, bütün artý-deðere eþitlenebilir; çün-
kü kâr ile rant, gerçekleþmiþ artý-deðer ya da genel bir deyiþle, metalarýn
fiyatlarýna geçen artý-deðer, dolayýsýyla pratikte, bu fiyatýn bir kýsmýný
oluþturan bütün artý-deðerdir. Öte yandan, gelirin üçüncü özgül biçimini
oluþturan ücretler, daima, sermayenin deðiþen kýsmýna, yani canlý emek-
gücünün satýn alýnmasý, emek araçlarýna deðil de emekçilere ödeme
yapýlmasý için yatýrýlan kýsmýna eþittir. (Gelirin harcanmasý biçiminde
ödenen emeðin kendisi, ücretler, kâr ya da rant olarak ödenmiþtir ve bu
nedenle, kendisiyle ödendiði metalarýn herhangi bir kýsmýný oluþturmaz.
Bunun için de, meta-deðerin ve meta-deðeri oluþturan kýsýmlarýn ince-
lenmesinde dikkate alýnmamýþtýr.) Ücret, emek- çinin toplam iþgününün,
deðiþen sermayenin deðerinin ve þu halde emeðin fiyatýnýn yeniden
üretildiði kýsmýnýn maddeleþmesidir; meta-deðerin, emekçinin kendi
emek-gücünün deðerini, ya da emeðinin fiyatýný yeniden ürettiði kýsmý-
dýr. Emekçinin toplam iþgünü iki kýsma ayrýlmýþtýr. Bunun bir kýsmýnda
o, kendi geçim araçlarýnýn deðerini üretmek için gerekli miktarda emek
harcar ve bu, toplam emeðinin karþýlýðý ödenen kýsmý, kendi bakým ve
yeniden-üretimi için gerekli olan parçasýdýr. Ýþgününün tüm geriye kalan
kýsmý, emeðin, ücretlerde gerçekleþen deðerinin üzerinde harcanan tüm
fazladan emek, toplam meta-üretiminin artý-deðerinde (ve þu halde bel-
li bir miktar meta fazlalýðýnda) temsil edilen, artý-emek, karþýlýðý öden-

Karl Marks 729


Kapital III
meyen emektir; artý-deðer de, ayrýca, farklý adlar alan kýsýmlara, kâra
(giriþim kârý artý faize) ve ranta bölünür.
Demek oluyor ki, içersinde, emekçilerin toplam emeðinin bir gün
ya da bir yýl boyunca gerçekleþtirildiði, metalarýn toplam deðer kýsmý, bu
emeðin yarattýðý yýllýk ürünün toplam deðeri, ücretlerin deðerine, kâra
ve ranta bölünür. Bu toplam emek, gerekli-emek ile, emekçinin, kendi-
sine ödeme yapýldýðý ürünün deðer kýsmýný, yani ücretlerini yarattýðý emek
ile, artý-emeðe, ürünün artý-deðeri temsil eden ve karþýlýðý ödenmeyen
artý-emeðe bölünür; bu artý-deðer de, daha sonra, kâr ile ranta ayrýlýr. Bu
emek dýþýnda emekçi baþka bir emek harcamaz, ve ürünün, ücretler,
kâr ve rant biçimlerini alan toplam deðeri dýþýnda baþka bir deðer yarat-
maz. Yýl boyunca emekçi tarafýndan yeni emeðin eklendiði yýllýk ürünün
deðeri, ücretler, ya da deðiþen sermayenin deðeri ile artý-deðerin topla-
mýna eþit olup, artý-deðer de kâr ile ranta bölünür.
Emekçinin yýl boyunca yarattýðý yýllýk ürünün tüm deðer kýsmý,
öyleyse, üç gelirin, ücretlerin kârýn ve rantýn deðerinin, yýllýk deðer topla-
mýnda ifade edilmiþ olur. Bu nedenle, açýktýr ki, sermayenin deðiþmeyen
kýsmýnýn deðeri, ürünün yýllýk üretilen deðerinde yeniden üretilmemiþtir,
çünkü, ücretler yalnýz, üretime yatýrýlmýþ bulunan sermayenin deðiþen
kýsmýnýn deðerine eþittir, ve rant ile kâr yalnýzca deðiþmeyen sermaye-
nin deðeri artý deðiþen sermayenin deðerine eþit olan, yatýrýlan sermaye-
nin toplam deðeri üzerinde üretilen deðer fazlasýna, artý-deðere eþittir.
Kâr ve rant biçimine çevrilen artý-deðerin bir kýsmýnýn, gelir ola-
rak tüketilmeyip biriktirilmesinin, burada çözümlenecek sorun için hiç
bir önemi yoktur. Birikim fonu olarak tasarruf edilen bir kýsým, eski ser-
mayenin, ister emek-gücü, ister emek araçlarý için yatýrýlmýþ bulunan
kýsýmlarý olsun, eski sermayenin yerine konulmasý için deðil, yeni ve ek
sermaye yaratýlmasýna hizmet eder. Ýþte bu yüzden, kolaylýk olsun diye
biz, burada, gelirin, tümüyle bireysel tüketime geçtiðini kabul edebiliriz.
Güçlük iki yönlüdür. Bir yandan, içersinde gelirlerin, ücretlerin, kâr ve
rantýn tüketildiði yýllýk ürünün deðeri, deðiþmeyen sermayenin deðerinin
kendisinde kullanýlan kýsmýna eþit, bir deðer parçasýný içerir. O, bu de-
ðer kýsmýný, kendisini ücretlere ve kendisini kâr ile ranta ayrýþtýran kýsma
ek olarak içerir. Dolayýsýyla onun deðeri = ücretler + kâr + rant + S
(onun deðiþmeyen deðer kýsmý). Yýlda üretilen ve deðeri ancak = ücret-
ler + kâr + rant olan bir deðer, nasýl olur da deðeri = (ücretler + kâr +
rant) + S olan bir ürünü satýn alabilir? Yýllýk üretilen bir deðer, nasýl olur
da, kendisinden daha yüksek bir deðere sahip olan bir ürünü satýn alabi-
lir?
Öte yandan, deðiþmeyen sermayenin, ürüne geçmeyen ve deð-
eri azalmýþ olsa bile, yýllýk meta üretiminden önce de olduðu gibi varol-
maya devam eden kýsmýný bir yana býraksak bile; baþka bir deyiþle,
kullanýlan ama tüketilmeyen sabit sermayeyi geçici olarak dikkate al-
masak bile, yatýrýlan sermayenin deðiþmeyen kýsmý, ham ve yardýmcý-

730 Karl Marks


Kapital III
maddeler biçiminde bütünüyle yeni ürüne aktarýlmýþ gibi görünür, oysa
emek araçlarýnýn bir kýsmý tamamen, bir kýsmý ancak kýsmen tüketilmiþ
ve dolayýsýyla da deðerin yalnýz bir kýsmý üretimde tüketilmiþtir.
Deðiþmeyen sermayenin üretimde bütünüyle tüketilen bu kýsmýnýn ayni
olarak yerine konulmasý gerekir. Diðer bütün koþullar ve özellikle eme-
ðin üretkenlik gücünün ayný kaldýðý varsayýldýðýnda, bu kýsým, eskisi gibi
yerine konulmasý için ayný miktar emeði gerektirir, yani eþdeðer bir deð-
erle ye-rine konulmasý gerekir. Böyle yapýlmazsa, yeniden-üretimin eski
ölçeðinde yapýlmasý olanaksýzdýr. Ama, bu emeði harcamak zorunda
olan kimdir, kim bunu harcayacaktýr?
Birinci güçlük konusunda: ürünün içerdiði deðiþmeyen deðer kýs-
mýný kim ödeyecektir ve ne ile ödeyecektir? – Üretimde tüketilen deðiþ-
meyen sermayenin deðerinin, ürünün deðerinin bir kýsmý olarak tekrar
ortaya çýktýðý varsayýlmýþtý. Bu, ikinci güçlükle ilgili varsayýmlarla bir çeliþki
oluþturmaz. Bu yapýtýn Birinci Kitabýnda (Kap. V.) (“Emek Süreci ve Artý-
Deðer Üretme Süreci”) sýrf yeni emeðin eklenmesiyle, eski deðerin ürün-
de ayný zamanda nasýl korunup kaldýðýný, bunun, eski deðeri yeniden
üretmediði ve ona bir deðer katmadýðý halde yalnýzca ek bir deðer yarat-
týðýný, ve bu durumun, emeðin, deðer yaratan, yani genellikle emek ol-
masýný deðil, belirli üretken emek olarak iþlerinin bir sonucu olduðunu
ortaya koymuþtuk. Bu nedenle, içersinde gelirin, yani yýl boyunca yara-
týlan tüm deðerin harcandýðý üründe, deðiþmeyen kýsmýn deðerinin ko-
runmasý için hiç bir ek emeðe gerek bulunmuyordu. Ama þu da var ki,
bir önceki yýl boyunca tüketilen deðiþmeyen sermayenin deðerinin ve
kullaným-deðerinin yerine konulmasý için yeni ek emek gereklidir, bu
yerine konulmaksýzýn yeniden-üretim kesinlikle olanaksýzdýr.
Bütün yeni eklenen emek, yýl boyunca yeni yaratýlan deðerde
kendisini ortaya koymuþtur ve bu da, üç tür gelire bölünmüþtür: ücret-
ler, kâr ve rant. – Dolayýsýyla, bir yandan, ayni olarak ve deðerine göre ve
kýsmen de sýrf deðerine göre (sýrf sabit sermayedeki aþýnma ve eskime
için) yerine konulmasý gerekli, tüketilmiþ deðiþmeyen sermayenin yeri-
ne konulmasý için, herhangi bir toplumsal emek fazlasý kalmaz. Öte yan-
dan, emeðin yýlda yarattýðý, ücretlere, kâra ve ranta bölünen ve bu biçim
içersinde harcanacak olan deðer, sermayenin, kendi deðeri dýþýnda, yýl-
lýk üründe içerilmesi gereken deðiþmeyen kýsmýnýn ödenmesi ya da
satýn alýnmasý için yeterli deðilmiþ gibi görünür.
Burada ortaya çýkan sorun, bilindiði gibi, toplam toplumsal ser-
mayenin yeniden-üretimi incelenirken –Ýkinci Cilt, Üçüncü Kýsým– çö-
zümlenmiþ bulunuyordu. Burada bu soruna tekrar dönmemizin nedeni,
önce, orada artý-deðer, kendi gelir biçimleri içersinde –kâr (giriþim kârý
artý faiz) ve rant– geliþtirilmemiþ bulunuyordu ve dolayýsýyla da bu biçimler
içersinde incelenmesi olanaksýzdý; sonra bir de, ücretler, kâr ve rantýn
biçiminin çözümlenmesinde, Adam Smith’ten beri bütün ekonomi poli-
tiði saran inanýlmaz bir yanýlgý bulunuyordu.

Karl Marks 731


Kapital III
Biz, daha önceki incelememizde, bütün sermayeyi iki büyük sýný-
fa ayýrmýþtýk: Sýnýf I, üretim araçlarý üreten ve Sýnýf II, bireysel tüketim
mallarý üreten. Bazý ürünlerin, hem kiþisel tüketim ve hem de üretim
araçlarý olarak (at, tahýl, vb.) pekala hizmet edebileceði olgusu, bu bölü-
mün mutlak doðruluðunu hiç bir þekilde geçersiz kýlmaz. Zaten bu, as-
lýnda bir varsayým deðil, yalnýzca bir olgunun ifadesidir. Bir ülkenin yýllýk
ürününü alalým. Ürünün bir kýsmý, üretim aracý olarak iþ görme olanaðý
ne olursa olsun, bireysel tüketime geçer. Bu, karþýlýðýnda, ücretlerin,
kârýn ve rantýn harcandýðý üründür. Bu ürün, toplumsal sermayenin belli
bir kýsmýnýn ürünüdür. Bu ayný sermayenin, Sýnýf I’e giren ürünleri de
üretmesi pekala olasýdýr. Böyle olduðu sürece o, Sýnýf II’nin ürünlerinde,
fiilen bireysel tüketime giren ürünlerde tüketilen ve Sýnýf I’e ait üretken
biçimde tüketilen ürünleri saðlayan bu sermayenin bir kýsmý deðildir.
Bireysel tüketime geçen, dolayýsýyla, karþýlýðýnda gelirin harcandýðý bütün
bu ürün II, kendisinde tüketilen ve üretilen fazlalýðýn toplamý olan ser-
mayenin varolduðu biçimdir. O, böylece, sýrf tüketim nesnelerinin üreti-
mine yatýrýlan sermayenin ürünüdür. Ve ayný þekilde yeniden-üretim
araçlarý –hammadde ve emek araçlarý– olarak hizmet eden, Kesim I’e
ait yýllýk ürün, tüketim mallarý þeklinde hizmet etmek üzere naturaliter*
sahip bulunduðu nitelik ne olursa olsun, gene de sýrf üretim araçlarýnýn
üretimine yatýrýlmýþ bulunan sermayenin ürünüdür. Deðiþmeyen sermay-
eyi oluþturan ürünlerin büyük bir kýsmý, ayný zamanda maddi bakýmdan,
bireysel tüketime geçmeleri olanaksýz bir biçim içersinde bulunurlar.
Bunun olasýlýðý karþýsýnda örneðin, bir çiftçinin, tohumluk hububatýný
yiyebilmesi ya da çeki hayvanlarýný kesebilmesi, vb., olasýlýðý karþýsýnda
ekonomik bir engel, sanki bunlar tüketilebilir biçimde bulunan þeyler
deðilmiþ gibi kendisini gösterir.
Daha önce de iþaret edildiði gibi, her iki sýnýfta da, deðiþmeyen
sermayenin, deðerini ilgilendirdiði kadarýyla, her iki sýnýfýn yýllýk ürünün-
den baðýmsýz olarak aynen varlýðýný sürdüren sabit kýsmýný dikkate al-
mýyoruz.
Ücretlerin, kâr ve rantýn harcandýðý, kýsacasý gelirlerin tüketildiði
Sýnýf II’deki ürünler, deðerlerini ilgilendirmesi bakýmýndan üç öðeden
oluþurlar. Bu öðelerden bir tanesi, üretimde tüketilen sermayenin deðiþ-
meyen kýsmýnýn deðerine, diðeri, ücretlere yatýrýlan deðiþen sermayenin
deðerine, en sonu üçüncüsü, üretilen artý-deðere eþittir, yani = kâr +
rant. Sýnýf II’deki ürünün birinci öðesi, sermayenin deðiþmeyen kýsmýnýn
deðeri, ne Sýnýf II’deki kapitalistler, ne bu sýnýfýn emekçileri ve ne de top-
rak sahiplerince tüketilebilir. Bu, onlarýn gelirlerinin bir kýsmýný oluþturmaz,
ancak, ayni olarak yerine konulmasý ve bunun için de satýlmasý gerekir.
Buna karþýlýk, bu ürünün öteki iki öðesi, bu sýnýfta yaratýlan gelirlerin
deðerine, ücretler + kâr + ranta eþittir.

* Doðal olarak. -ç.

732 Karl Marks


Kapital III
Sýnýf I’de ürün, biçim bakýmýndan ayný öðelerden oluþur. Ama ge-
liri, ücretler + kâr + rantý, kýsacasý, sermayenin deðiþen kýsmý + artý-de-
ðeri oluþturan kýsým, burada, bu sýnýfýn ürünlerinin doðal biçiminde deðil,
Sýnýf II’nin ürünleri biçiminde tüketilir. Bu nedenle, Sýnýf I’in gelirlerinin
deðerinin, Sýnýf II’nin yerine konulacak deðiþmeyen sermayesini oluþturan
ürünlerin o kýsmý biçiminde tüketilmesi gerekir. Sýnýf II’nin ürünlerinin
kendi deðiþmeyen sermayesini yerine koymasý gerekli kýsmý, Sýnýf I’in
emekçileri, kapitalistleri ve toprak sahipleri tarafýndan kendi doðal biçi-
minde tüketilir. Bunlar gelirlerini, II’nin bu ürünleri için harcarlar. Öte
yandan, I’in ürünü, Sýnýf I’in gelirini temsil ettiði ölçüde, deðiþmeyen
sermayesini ayni olarak yerine koyduðu Sýnýf II tarafýndan, kendi doðal
biçimi içersinde üretken olarak tüketilir. En sonu, Sýnýf I’in sermayesinin
tüketilen deðiþmeyen kýsmý, bu sýnýfýn tam da emek araçlarýný, ham ve
yardýmcý maddeleri, vb., içeren, kendi ürünlerinden, kýsmen I’deki kapi-
talistlerin kendi aralarýnda yaptýklarý deðiþim, kýsmen de böylece bu
kapitalistlerin bazýlarýnýn, kendi ürünlerini doðrudan doðruya üretim ara-
cý olarak bir kez daha kullanabilmeleri ile yerine konulur.
Basit yeniden-üretime ait daha önceki þemamýzý (Kitap II, Yir-
minci Bölüm) alalým:

l. 4.000s + l.000d + l.000a = 6.000


II. 2.000s + 500d + 500a = 3.000 }= 9.000
Buna göre, II’nin üreticileri ve toprak sahipleri, 500d + 500a =
l.000’i gelir olarak tüketmekte, geriye yerine konulacak 2.000. kalmakta.
Bunu, emekçiler, kapitalistler, I’den rant alanlar, gelirleri = l.000d + l.000a
= 2.000 olanlar tüketmiþtir. II’nin tüketilen ürününü, I gelir olarak
tüketmiþtir ve I’in gelirinin tüketilemez ürünü temsil eden kýsmý, deðiþ-
meyen sermaye olarak II tarafýndan tüketilmiþtir. Bu durumda, geriye,
4.000s’nin ne olduðu kalýyor. Bu, I’in kendisinin = 6.000, daha doðrusu
= 6.000 - 2.000 olan ürününden yerine konuluyor; çünkü bu 2.000, zaten
II için deðiþmeyen sermayeye çevrilmiþ bulunuyor. Þurasýný da unut-
mamak gerekir ki, bu sayýlar geliþigüzel seçilmiþlerdir ve bu yüzden de,
I’in gelirlerinin deðeri ile II’nin deðiþmeyen sermayesinin deðeri arasýn-
daki baðýntý kuþkusuz geliþigüzel görünür. Bununla birlikte, þurasý da
açýktýr ki, üretim süreci normal ve diðer bakýmlardan eþit koþullar altýn-
da yeraldýðý sürece, yani birikim bir yana býrakýldýðýnda, Sýnýf I’deki ücret-
lerin, kâr ve rantýn deðerlerinin toplamýnýn Sýnýf II’nin sermayesinin deðiþ-
meyen kýsmýnýn deðerine eþit olmasý gerekir. Böyle olmadýðý takdirde,
ya Sýnýf II, deðiþmeyen sermayesini yerine koyamayacak, ya da Sýnýf I,
gelirini, tüketilemez biçimden tüketilebilir biçime çeviremeyecektir.
Demek oluyor ki, yýllýk meta-ürünün deðeri, týpký, belli bir ser-
maye yatýrýmý tarafýndan üretilen meta-ürünün deðeri gibi ve herhangi
bir bireysel metaýn deðeri gibi, kendisini iki kýsma ayrýþtýrýr: A, yatýrýlan

Karl Marks 733


Kapital III
deðiþmeyen sermayenin deðerini yerine koyan kýsým; B, gelir –ücretler,
kâr ve rant– biçiminde temsil edilen kýsým. Deðerin ikinci öðesi B, birinci
öðesi A’dan, ancak, A, diðer bakýmlardan eþit koþullar altýnda, 1) asla
[sayfa 736] gelir biçimini almadýðý, ve 2) daima sermaye biçiminde, ve aslýn-
da deðiþmeyen sermaye biçiminde geriye aktýðý ölçüde farklý olur. Ne
var ki, diðer öðe, B de kendi içersinde bir iç çeliþki taþýr. Kâr ve rantýn,
ücretlerle ortak yaný, her üçünün de, gelirin biçimleri olmasýdýr. Gene
de bunlar, þu bakýmdan esaslý bir ayrýlýk gösterirler: kâr ile rant, artý-de-
ðeri, yani ödenmemiþ emeði temsil ettikleri halde, ücretler, ödenmiþ
emeði temsil ederler. Ürünün deðerinin harcanan ücretleri temsil eden
kýsmý böylece ücretlerini yerine koymuþ olur, ve, varsaydýðýmýz koþullar
altýnda, yeniden-üretimin ayný ölçekte ve ayný koþullar altýnda yer almasý
halinde, tekrar ücretlere çevrilir, önce deðiþen sermaye olarak, serma-
yenin, yeniden-üretim süreci için yeni baþtan yatýrýlmasý gerekli öðesi
olarak geriye akar. Bu kýsmýn iki yanlý iþlevi vardýr. Önce, sermaye biçi-
minde vardýr ve sermaye olarak emek-gücü karþýlýðýnda deðiþilir. Emekçi-
nin elinde, emek-gücünün satýþý ile saðladýðý gelire dönüþür ve gelir ola-
rak da geçim araçlarýna çevrilir ve tüketilir. Bu çifte süreç, para dolaþý-
mýnýn aracýlýðý ile görülür hale gelir. Deðiþen sermaye, para olarak yatýrýl-
mýþ, ücretler þeklinde ödenmiþtir. Bu, onun, sermaye olarak birinci iþle-
vidir. Emek-gücü karþýlýðýnda deðiþilmiþ ve bu emek-gücünün somut
belirtisine, emeðe dönüþmüþtür. Ýþte bu, kapitalist açýsýndan olan sü-
reçtir. Ýkincisi de: bu para ile, emekçiler, kendi ürettikleri metalarýn, bu
para ile ölçülen ve gelir olarak tüketilen kýsmýný satýn alýrlar. Para
dolaþýmýnýn bulunmadýðýný düþünürsek, emekçinin ürününün bir kýsmý
kapitalistin elinde mevcut sermaye þeklindedir. Bu kýsmý o, sermaye
olarak yatýrýr, yeni emek-gücü karþýlýðýnda emekçiye verir, ve emekçi
de, bunu, doðrudan ya da dolaylý olarak baþka metalarla deðiþerek gelir
olarak tüketir. Demek ki, ürünün deðerinin, yeniden-üretim süreci sýra-
sýnda ücretlere, emekçilerin gelirlerine çevrilecek kýsmý, önce sermaye
biçiminde, daha doðrusu deðiþen sermaye biçiminde kapitalistin eline
gerisin geriye akmaktadýr. Emeðin ücretli-emek, üretim araçlarýnýn ser-
maye ve üretim sürecinin kendisinin kapitalist süreç olarak sürekli yeni-
den-üretilmesi için bu kýsmýnýn bu biçim içersinde geriye akmasý temel
bir koþuldur.
Gereksiz güçlüklerden kaçýnmak için, brüt verim ve net verimi,
brüt gelir ve net gelirden ayýrdetmek gerekir.
Brüt verim ya da brüt ürün, toplam yeniden-üretilen üründür.
Sabit sermayenin kullanýlan ama tüketilmeyen kýsmý dýþýnda, brüt veri-
min, ya da brüt ürünün deðeri, üretime yatýrýlan ve tüketilen sermayenin
deðerine, yani deðiþmeyen ve deðiþen sermaye ile, kendisini kâr ve ran-
ta ayrýþtýran, artý-deðerin toplamýna eþittir. Yok eðer biz, bireysel serma-
ye yerine, toplam toplumsal sermayenin ürününü dikkate alýrsak, brüt
verim, deðiþmeyen ve deðiþen sermayeyi oluþturan maddi öðeler ile,

734 Karl Marks


Kapital III
içersinde, kâr ile rantýn da temsil olunduðu artý-ürünün maddi öðeleri-
nin toplamýna eþittir.
Brüt gelir, deðerin o kýsmý ile brüt ürünün, bu kýsým düþüldükten
sonra geriye kalan deðerle ölçülen kýsmýna ve toplam üretimin [sayfa 737]
ürününün üretime yatýrýlan ve üretimde tüketilen deðiþmeyen sermay-
eyi yerine koyan kýsýmla ölçülen parçasýna eþittir. Brüt gelir, demek ki,
ücretler (ya da ürünün, tekrar iþçinin geliri haline gelecek kýsmý) + kâr
+ ranta eþittir. Buna karþýlýk net gelir, ücretler düþüldükten sonra geriye
kalan artý-deðer ve dolayýsýyla artý-üründür, ve gerçekte, bu nedenle de,
sermayenin gerçekleþtirdiði ve toprak sahibi ile bölüþülecek artý-deðeri
ve onunla ölçülen artý-ürünü temsil eder.
Böylece, görüyoruz ki, her bireysel metaýn deðeri ve her bireysel
sermayenin toplam meta-ürününün deðeri, iki kýsma ayrýlmaktadýr: bir
tanesi yalnýz deðiþmeyen sermayeyi yerine koymaktadýr ve diðeri bir
kýsmý deðiþen sermaye olarak geriye akmakla –ve dolayýsýyla sermaye-
nin biçiminde geriye akmakla– birlikte, gene de bütünüyle brüt gelire
dönüþmeye ayrýlmýþtýr; toplamý brüt geliri oluþturacak olan, ücretler, kâr
ve rant biçimine girecektir. Ayrýca, ayný þeyin, bir toplumun yýllýk toplam
ürününün deðeri için de doðru olduðunu görmüþtük. Bireysel kapitali-
stin ürünü ile toplumun ürünü arasýnda ancak þu bakýmlardan bir fark
vardýr: bireysel kapitalist açýsýndan, net gelir brüt gelirden ayrýlýr, çünkü
brüt gelir ücretleri içerdiði halde net gelir ücretleri dýþarda býrakýr. Tüm
toplumun geliri açýsýndan ulusal gelir, ücretler artý kâr artý ranttan, þu
halde brüt gelirden ibarettir. Ne var ki, bu da, tüm toplumun, kapitalist
üretim temeli üzerinde, kapitalist görüþ açýsýndan dayandýðý, ve dolayý-
sýyla da yalnýz kâr ve ranta ayrýþan geliri, net gelir olarak kabul ettiði öl-
çüde bir soyutlamadýr.
Buna karþýlýk Mösyö Say gibi kimselerin, tüm ürünün, tüm brüt
verimin, kendisini, ulusun net gelirine ayrýþtýrdýðý ya da ondan ayýrdedil-
mesinin olanaksýz olduðu, dolayýsýyla bu ayrýmýn ulusal görüþ açýsýndan
yokolduðu hayali, Adam Smith’ten beri ekonomi politiðe yayýlan saçma
dogmasýnýn, yani, son tahlilde, metalarýn deðerinin kendisini tamamen
gelire, ücretlere, kâra ve ranta ayrýþtýrdýðý dogmasýnýn kaçýnýlmaz ve en
son ifadesinden baþka bir þeydeðildir.51

51
Ricardo, Say’in düþüncesizce sözleri üzerine þu çok yerinde yorumda bulunuyor: “Net
ürün ve brüt ürün konusunda M. Say þöyle söylüyor: ‘Tüm üretilen deðer brüt üründür; bu de-
ðer, üretim giderlerinden düþüldükten sonra, net üründür.’ (Vol. II, s. 491.) Bu durumda, ortada
net ürün diye bir þey olamaz, çünkü, M. Say’e göre, üretim gideri, rant, ücretler ve kârlardan
oluþur. Sayfa 508’de þöyle diyor: ‘Ürünün deðeri, üretken hizmetlerin deðeri, üretim giderinin
deðeri, iþler kendi doðal gidiþlerine býrakýldýðýnda demek ki hepsi de benzer deðerlerdir’. Bir
bütünden bir bütüne alýnýz, geriye hiç bir þey kalmaz.” (Ricardo, Principles, Chapter XXII, s. 512,
Note.) – Þu da var ki, Ricardo’nun hiç bir yerde, Smith’in, meta-fiyatlarý üzerine yanlýþ tahlilini,
bunun, gelirlerin deðerlerinin toplamýna indirgenmesini çürütmediðini daha sonra göreceðiz.
Bununla kendisini yormamakta ve onun doðruluðunu, tahlillerinde, metalarýn deðerlerinin de-
ðiþmeyen kýsmýndan “soyutlamasý” bakýmýndan kabul etmektedir. Zaman zaman olaylara ayný
açýdan bakma yanýlgýsýna düþtüðü de görülmektedir.

Karl Marks 735


Kapital III
Her bireysel kapitalist için, ürünün bir kýsmýnýn (yeniden-üretimin
ya da birikimin dýþýnda bile) tekrar sermayeye dönüþmesi gerektiði ve
gerçekte bu dönüþmenin, yalnýz, yeniden emekçilere ait gelir halini ala-
cak olan ve dolayýsýyla gelir biçimine giren deðiþen sermaye þeklinde ol-
mayýp, hiç bir zaman gelir halini alamayacak deðiþmeyen sermaye þek-
linde [sayfa 738] de olacaðý, doðallýkla çok kolay anlaþýlabilecek bir þeydir.
Üretim sürecine þöyle bir gözatmak bile bunu açýkça gösterir. Güçlük,
önce, üretim sürecine bütünüyle bakýlýrsa baþlar. Ürünün, ücretler, kâr
ve rant biçiminde gelir olarak tüketilen (tüketimin bireysel ya da üret-
ken olmasýnýn hiç bir önemi yoktur) tüm kýsmýnýn deðeri, gerçekte ken-
disini, tahlil sýrasýnda, bütünüyle, ücretler artý kâr artý ranttan oluþan de-
ðerler toplamýna, yani bu üç gelirin toplam deðerine ayrýþtýrýr; oysa ürü-
nün bu kýsmýnýn deðeri, týpký gelire girmeyen kýsým gibi, bu kýsýmlarýn
içerdiði deðiþmeyen sermayenin deðerine eþit bir deðer parçasý = S’yi
içerir, ve dolayýsýyla da gelirin deðeriyle prima facie sýnýrlandýrýla-maz.
Bu durum, bir yandan, çürütülmesi olanaksýz bir olgu, öte yandan da
ayný derecede yadsýnamaz teorik bir çeliþkiyi ortaya koyduðu halde, bu
güçlük, meta-deðerin, bireysel kapitalist açýsýndan, gelir biçiminde bulu-
nan kýsýmdan yalnýzca görünüþte farklý bir baþka deðer kýsmýný da içer-
diði öne sürülerek aþýlmak istenir. Birisi için gelir olarak görünen þeyin,
bir baþkasý için sermaye olduðu sözü, insaný artýk daha fazla kafa yorma
zahmetinden kurtarýr. Peki ama, tüm ürünün deðeri, gelir biçimindeki
tüketilebilir olduðuna göre, eski sermaye nasýl yerine konulabilecek? Ve,
bütün bireysel sermayelerin ürünlerinin deðerlerinin üç gelir artý sýfýrýn
deðer toplamýna eþit olduðuna göre, her bireysel sermayenin ürününün
deðeri, nasýl olup da, üç gelir artý S, deðiþmeyen sermayenin deðer top-
lamýna eþit olabilir? Bu sorular, kuþkusuz çözümlenemez bilmeceler gi-
bi görünür ve ancak, giriþilen tahlilin, fiyatýn en yalýn öðelerinin gizemlerini
aydýnlatmaya gücünün yetmediðini, bir kýsýr döngünün çevresinde do-
lanarak, aldatýcý ad infinitum* bir geliþmeyle yetinmek gerektiðini söy-
leyerek iþin içinden çýkýlacaktýr. Böylece, deðiþmeyen sermaye olarak
görünen kýsým, ücretlere, kâra ve ranta, ayrýþabilir ama, içersinde ücret-
lerin, kâr ve rantýn göründüðü meta-deðerlerin kendileri de gene, ücret-
52
“Her toplumda, her metaýn fiyatý en sonunda kendisini þu üç kýsmýn [yani, ücretler, kâr-
lar, rant) birisine ya da diðerine veya her üçüne ayrýþtýrýr. ... Çiftçinin sermayesini yerine koymak
ya da, onun iþ hayvanlarýnýn ve öteki tarýmsal araçlarýnýn, yýpranmasýný ve eskimesini karþýlamak
için, bir dördüncü kýsmýn gerekli olduðu belki de düþünülebilir. Ama þunu da düþünmek gerekir
ki, diyelim iþte kullanýlan at gibi her tarým aracýnýn fiyatý da gene ayný üç kýsýmdan oluþur: üze-
rinde yetiþtiði topraðýn rantý, bakým ve yetiþtirme gideri, ve bu topraðýn rantý ile onun emeðinin
ücretlerini ödeyen çiftçinin kârlarý. Bu nedenle, hububatýn fiyatý, atýn fiyatýný da, bakým giderini
de ödeyebilirse de, fiyatýn tamamý, gene de kendisini, ya hemen ya da en sonunda ayný üç kýs-
ma, ranta, emeðe [ücretler demektir] ve kâra ayrýþtýrýr.” (Adam Smith.) – Adam Smith’in kendisi-
nin de, bu kaçamaðýn tutarsýzlýðýný ve yetersizliðini nasýl hissettiðini daha sonra göstereceðiz;
çünkü o, ürünün fiyatýnýn en sonunda kendisini, daha fazla geliþmeksizin üç kýsma ayrýþtýrdýðý,
gerçek bir sermaye yatýrýmýný hiç bir yerde göstermediði halde, bizi, Pontius’dan Pitate’ye havale
etmesi, onun hesabýna bir kaçamaktan baþka bir þey deðildir.
* Sonsuza dek. -ç.

736 Karl Marks


Kapital III
ler, kâr ve rant ile belirlenir ve bu ad infinitum sürer gider.52
Metalarýn deðerinin, son tahlilde, ücretler + kâr + ranta ayrýþtý-
rýlabileceði konusundaki temelden yanlýþ dogma, kendisini, tüketicinin,
toplam ürünün toplam deðerini en sonunda ödeme zorunda olduðu
önermesinde de gösterdiði gibi, bir de, üreticiler ile tüketiciler arasýnda-
ki para dolaþýmýnýn, eninde sonunda, üreticilerin kendi aralarýndaki para
[sayfa 739] dolaþýmýna da eþit olmasý gerektiði önermesinde (Tooke) de or-
taya koyar; bütün bu önermeler týpký dayandýklarý aksiyomlar gibi yan-
lýþtýrlar.
Bu tamamen yanlýþ ve prima facie saçma tahlillere yolaçan güçlük-
ler kýsaca þunlardýr:
1) Deðiþmeyen ve deðiþen sermaye arasýndaki temel baðýntý, do-
layýsýyla da, artý-deðerin niteliði, ve böylece, kapitalist üretim tarzýnýn
bütün temeli anlaþýlmamýþtýr. Sermayenin her kýsmý ürününün deðeri,
her bireysel meta, deðerin bir kýsmýný = deðiþmeyen sermaye, deðerin
bir kýsmýný = deðiþen sermaye (emekçiler için ücretlere dönüþmüþ), ve
deðerin bir kýsmýný = artý-deðer (sonradan, kâr ve ranta bölünür) içerir.
Þu halde, emekçinin ücreti ile, kapitalistin kârý ile, toprak sahibinin rantý
ile, herbiri bu öðelerin yalnýz bir tanesini deðil, üçünü de içeren metalarý
satýn alabilmeleri nasýl mümkün olacaktýr? Ücretlerin, kâr ve rantýn deð-
erlerinin toplamýnýn, gelirin üç kaynaðýnýn, birarada, bu gelirlerin sahipler-
inin toplam tüketimlerini oluþturan metalarý –deðeri oluþturan bu üç öðe
dýþýnda, ek bir deðer öðesini, yani deðiþmeyen sermayeyi içeren me-
talarý- satýn alabilmeleri nasýl mümkün olacaktýr? Üçlü bir deðerle bun-

53
Proudhon bunu kavramak yetisinden yoksunluðunu þu cahilce formülde ortaya
koymaktadýr: l’ouvrier ne peut pas racheter son propre produit (emekçi kendi ürününü gerisin
geriye satýn alamaz), çünkü ürün, prix-de-revient’e (maliyet-fiyatý) artmýþ olduðu faizi içer-
mektedir.* Ama, M. Eugene Forcade, ona, daha doðru öðrenmeyi nasýl öðretmektedir?
Proudhon’un itirazý, eðer doðru olsaydý, yalnýz sermayenin kârlarýný yoketmekle kalmaz, sanayiin
kâr olanaklarýný da ortadan kaldýrmýþ olurdu. Eðer emekçi, karþýlýðýnda yalnýz 80 aldýðý her nes-
ne için 100 ödemek durumunda olsa, ücretleri, ancak, ürüne koymuþ olduðu deðeri geri satýn
alabilse, emekçinin hiç birþeyi geri satýn alamayacaðý, ücretlerinin hiç bir þeyin karþýlýðýný ödeye-
meyeceði söylenebilir. Gerçekten de, maliyet-fiyatýnda daima emekçinin ücretlerinden daha
fazla bir þey, satýþ fiyatýnda daima giriþim kârlarýndan daha fazla bir þey, örneðin, çoðu kez dýþ
ülkelere ödenen hammaddelerin fiyatý bulunur. ... Proudhon, ulusal sermayedeki sürekli büyü-
meyi unutuyor; bu büyümenin, ister giriþimde ister elzanaatýnda olsun bütün emekçileri
ilgilendirdiðini unutmuþ bulunuyor.” (Revue des deux Mondes, 1848, Tome 24, s. 998.) Burada,
burjuva düþüncesizliðinin, ona en yarayan bilgiçlik biçimindeki iyimserliði ile karþý karþýyayýz.
M. Furcade, önce, emekçinin ürettiðinden daha yüksek bir deðer eline geçmediði takdirde ya-
þayamayacaðýna inanýyor, oysa tam tersine, eðer o, ürettiði deðerin hepsini gerçekten alacak
olsa, kapitalist üretim tarzýnýn kendisi varolamaz. Sonra, Proudhon’un ancak dar bir görüþ açý-
sýndan ifade ettiði güçlüðü, doðru bir þekilde genelleþtiriyor. Metalarýn fiyatý, yalnýz ücretlerin
üzerinde bir fazlalýðý deðil, ayný zamanda kâr üzerinden de bir fazlalýðý, yani deðerin deðiþmeyen
kýsmýný da içeriyor. Proudhon’un mantýðýna göre, kapitalistin de, kendi kârý ile metalarý geri
satýn alýnmasý gerekirdi. Ve, Forcade, bu bilmeceyi nasýl çözüyor? Þu anlamsýz sözlerle: sermaye-
nin büyümesi. Dolayýsýyla, sermayenin sürekli büyümesinin, diðer þeyler yanýnda, 100’lük bir
sermayenin, 10.000’lik bir sermaye sözkonusu olduðunda gereksiz hale gelmesi bakýmýndan,
ekonomi politikçiler için olanaksýz bulunan meta-fiyatlarýnýn tahlili ile de ortaya konduðu kabul
edilmektedir. Topraðýn ürününün nasýl olup da topraktan çok karbon içerdiði sorularý bir kimyacý

Karl Marks 737


Kapital III
lar, dörtlü bir deðeri nasýl satýn alabileceklerdir?53
Biz kendi tahlilimizi Ýkinci Kitabýn Üçüncü Kýsmýnda yapmýþ bulu-
nuyoruz. [sayfa 740]
2) Emeðin, yeni bir deðer ekleyerek eski deðeri, bu deðeri yeni-
den üretmeksizin, yeni bir biçimde korumasý yöntemi kavranmamýþtýr.
3) Yeniden-üretim sürecinin modelinin, bireysel sermaye açýsýn-
dan deðil, daha çok, toplam sermaye açýsýndan nasýl göründüðü anla-
þýlmamýþtýr; içersinde ücretler ile artý-deðerin, kýsacasý, yýl boyunca yeni
eklenen tüm emek tarafýndan üretilen bütün deðerin gerçekleþtiði ürü-
nün, nasýl olup da, deðerinin deðiþmeyen kýsmýný yerine koyduðu ve ay-
ný zamanda da, sýrf gelirlerle sýnýrlý deðere kendisini ayrýþtýrdýðý anlaþýl-
mamýþtýr; ayrýca, yeni eklenen emeðin toplam miktarý, yalnýz ücretler ile
artý-deðerde gerçekleþtirilir, ve her iki deðerin toplamýnda bütünüyle
temsil edildiði halde, nasýl olup da, üretimde tüketilen deðiþmeyen ser-
mayenin madde ve deðer olarak yeni sermaye tarafýndan yerine kona-
bileceði de anlaþýlmamýþtýr. Ýþte asýl güçlük burada, her ikisinin de maddi
niteliði ve deðer baðýntýlarý bakýmýndan, yeniden-üretim tahlilinde ve
çeþitli öðeleri arasýndaki iliþkide yatmaktadýr.
4) Bu güçlüklere, artý-deðerin çeþitli öðeleri, karþýlýklý baðýmsýz
gelirler biçiminde görünür görünmez daha da büyüyen bir baþka güçlük
daha eklenir. Bu güçlük, gelir ile sermayenin, birbiriyle deðiþen ve yer
deðiþtiren belirli tanýmlarýndan ileri gelir, ve böylece bunlar, bireysel ka-
pitalistler açýsýndan yapýlan yalnýzca nispi belirlemeler gibi görünürler,
ve toplam üretim süreci bütünüyle ele alýndýðýnda ortadan kalkacaklarmýþ
gibi gelir. Örneðin, deðiþmeyen sermayeyi üreten Sýnýf I’deki emekçiler
ile kapitalistlerin geliri, tüketim nesneleri üreten sýnýf II’deki kapitalistle-
rin deðiþmeyen sermayesini deðer ve madde olarak yerine koyar. Bu
nedenle, insan, birisi için gelir olan þeyin bir baþkasý için sermaye ol-
duðunu, ve dolayýsýyla da bu tanýmlarýn, metalarýn deðer öðelerinin ger-
çek nitelikleriyle bir iliþkisi bulunmadýðýný tekrar ortaya koyarak bu ikilem-
den belki de sýyrýlabilir. Ayrýca, en sonunda, gelir harcamasýnýn maddi
öðelerini oluþturacak olan metalar, yani tüketim nesneleri, yýl boyunca
çeþitli aþamalardan geçerler, sözgelimi, yün ipliði, yünlü kumaþ gibi. Bir
aþamada bunlar, deðiþmeyen sermayenin, bir kýsmýný oluþtururlar, bir
baþkasýnda, bireysel olarak tüketilirler, ve dolayýsýyla, tümüyle gelire ge-
çerler. Bu nedenle, deðiþmeyen sermayenin, toplam süreçte ortadan
yokolan, meta-deðerin görünüþteki bir öðesi olduðu, Adam Smith ile

bu soruyu, bu, tarýmsal üretimdeki sürekli artýþtan ileri gelir, diye yanýtlasa bu sözlere ne buyrulur?
Burjuva dünyasýnda, mümkün olan dünyalar içersinde en iyisini bulma konusundaki iyi niyetli
istek, kaba ekonomi politikte yerini, gerçek aþký ile bilimsel araþtýrma eðilimi gereksinmesine
býrakmýþ oluyor.
* Qu’est-ce qu la propriete? ou rescherches sur le principle du droit et du gouvernement,
Paris, 1841, pp. 201-2. Bu yapýt, Proudhon’un, “mülkiyet hýrsýzlýktýr” sonucuna vardýðý ünlü
kitabýdýr. Proudhon’u burada eleþtiren Eugene Forcade (1820-69) sýradan vülger bir iktisatçý
olup Proudhon’un görüþlerine karþý çýkmasý çýkarlarýn ifadesinden baþka bir þey deðildir. -Ed.

738 Karl Marks


Kapital III
birlikte pekala düþünülebilir. Böylece, deðiþen sermayenin gelir kar-
þýlýðýnda bir deðiþimi daha yer almýþ olur. Emekçi, ücretleri ile, metalarýn
gelirini oluþturan kýsmýný satýn alýr. Bu þekilde, ayný anda, deðiþen ser-
mayenin para biçimini kapitalist için yerine koymuþ olur. En sonu, deðiþ-
meyen sermayeyi oluþturan ürünlerin bir kýsmý ayni olarak ya da deðiþ-
meyen sermayenin üreticilerinin kendi aralarýndaki deðiþimi ile yerine
konmuþtur; bu, tüketiciler ile hiç bir iliþkisi bulunmayan bir süreçtir. Bu,
görmezlikten gelinirse, tüketicilerin gelirinin, tüm ürünü, yani deðerin
deðiþmeyen kýsmýný da yerine koyduðu izlenimi yaratýlmýþ olur.
5) Deðerlerin, üretim-fiyatlarýna dönüþmesinin yarattýðý karýþýklýk
[sayfa 741] dýþýnda bir de artý-deðerin, gelirin, üretimin çeþitli öðelerine ait
farklý, özel, karþýlýklý baðýmsýz biçimlere, yani kâr ve ranta çevrilmesin-
den ileri gelen bir karýþýklýk daha ortaya çýkar. Ama þurasý unutulmakta-
dýr ki: metalarýn deðeri asýl temeldir; bu meta-deðerlerin, birbirinden
farklý öðelere ayrýlmalarý ve bu deðer öðelerinin, gelir biçimleri halini al-
malarý, bunlarýn, farklý üretim etmenlerinin çeþitli sahipleri ile, bu birey-
sel deðer öðeleri arasýndaki baðýntýya dönüþmesi, ve en sonu bunlarýn,
belirli kategoriler ve nitelikler gereðince bu sahipler arasýnda daðýlýmý,
bütün bunlar, deðer belirlenmesinde ve deðer yasasýnda hiç bir þeyi de-
ðiþtirmezler. Kârýn eþitlenmesi, yani toplam artý-deðerin çeþitli sermaye-
ler arasýnda daðýlýmýnýn ve, büyük toprak sahiplerinin kýsmen (mutlak
rantta) bu eþitlenmenin yoluna koyduðu engellerin, düzenleyici ortala-
ma fiyatlar ile metalarýn bireysel deðerleri arasýnda yarattýðý sapmalar da
gene ayný þekilde deðer yasasýný deðiþtirmezler. Bu, gene sýrf, artý-deðe-
rin çeþitli meta-fiyatlarýna eklenmesini etkiler; ama artý-deðerin kendisi-
ni ortadan kaldýrmadýðý gibi, fiyatýn bu çeþitli öðelerinin kaynaðý olarak
metalarýn toplam deðerini de ortadan kaldýrmaz.
Bu, gelecek bölümde inceleyeceðimiz bir quid pro quo’dur* ve
kaçýnýlmaz olarak, deðerin, kendisini oluþturan kýsýmlardan doðduðu
yanýlsamasý ile iliþkilidir. Herþeyden önce, metaýn çeþitli deðer öðeleri,
gelirler içersinde baðýmsýz biçimler kazanýrlar ve, kaynaklarý olarak, me-
taýn deðeri yerine, çýkýþ kaynaklarý olarak, üretimin belli maddi öðeleri
ile baðýntý halindedirler. Bunlar gerçekten de bu kaynaklarla baðýntý halin-
dedirler, ama deðerin öðeleri olarak deðil, daha fazla gelirler olarak,
üretime katýlan bu belirli kategorilerin –emekçi, kapitalist ve büyük top-
rak sahibi- payýna düþen deðer öðeleri olarak bu kaynaklarla baðýntýlýdýr-
lar. Ama þimdi de, bu deðer öðelerinin, meta-deðerin bölünmesinden
deðil de, ancak bunlarýn biraraya gelmesinden doðduðu sanýlabilir ki, bu
da þu kýsýr döngüye yolaçar: metalarýn deðeri, ücretler ile kâr ve rantýn
deðerlerinin toplamýndan doðar ve ücretler ile kâr ve rantýn deðeri ise,

* Yanlýþ anlama. -ç.


54
“Malzemeye, hammaddelere ve son þeklini almýþ mallara yatýrýlmýþ bulunan döner
sermayenin kendisi, zorunlu fiyat ayný öðelerden ibaret olan mallardan oluþur; böylece, bir
ülkedeki toplam mallarý gözönünde bulundurmak, bu, zorunlu fiyatýn öðeleri arasýnda döner

Karl Marks 739


Kapital III
metalarýn deðeri ile belirlenir, vb,.54 [sayfa 742]
Yeniden-üretimi normal durumunda düþünürsek, üretim için, do-
layýsýyla deðiþmeyen sermayenin yerine konulmasý için, yeni eklenen
emeðin ancak bir kýsmý kullanýlmýþtýr; yalnýzca, tüketim nesnelerinin,
gelirin maddi öðelerinin üretiminde tüketilen deðiþmeyen sermayeyi
yerine koyan kýsým. Bu durum, Sýnýf II’ye ait bu deðiþmeyen kýsmýn, ek
bir emeðe mal olmamasý olgusu ile dengelenir. Ama þimdi (toplam
yeniden-üretim sürecine bakýldýðýnda, yani, Sýnýf I ve II’nin yukarda sözü
edilen eþitlenmesini içeren bu süreç dikkate alýndýðýnda), bu deðiþmeyen
sermaye, kendisi olmaksýzýn bu ürünün yaratýlmasý olanaksýz olduðu
halde, yeni eklenen emeðin ürününü temsil etmez – bu deðiþmeyen
sermaye, yeniden-üretim süreci sýrasýnda, maddi açýdan düþünüldüðün-
de, kendisini azaltabilecek bazý kaza ve tehlikelerle karþý karþýyadýr. (Ay-
rýca, deðer açýsýndan da düþünüldüðünde, emeðin üretkenliðindeki bir
deðiþmeyle deðer kaybetmesi olanaðý da vardýr, ama bu yalnýz bireysel
kapitalist için sözkonusudur.) Dolayýsýyla, içersinde deðer açýsýndan yal-
nýz yeni eklenen emeðin temsil edildiði kârýn, dolayýsýyla artý-deðerin ve
bu nedenle de artý-ürünün bir kýsmý, sigorta fonu olarak hizmet eder. Bu
sigorta fonunun, sigorta þirketleri tarafýndan ayrý bir iþ olarak idare edilip
edilmemesinin hiç bir önemi yoktur. Bu, gelirin, ne gelir olarak tüketil-
diði, ne de zorunlu olarak birikim fonu þeklinde hizmet ettiði biricik ký-
sýmdýr. Bunun gerçekten sigorta fonu olarak hizmet etmesi ya da yalnýzca
yeniden-üretim sýrasýndaki bir kaybý karþýlamasý, raslantýya baðlýdýr. Bu,
ayný zamanda, artý-deðerin, artý-ürünün ve dolayýsýyla, artý-emeðin, kapi-
talist üretim tarzýnýn ortadan kalkmasýndan sonra bile, birikim ve dolayý-

sermayenin bu kýsmýný iki defa saymak demektir.” (Storch, Cours d’economie politique, II, s.
140.) – Storch, döner sermayenin bu öðeleri ile deðiþmeyen sermayenin (sabit sermaye, yalnýzca,
farklý biçimdeki döner sermayedir) deðerini kastediyor. “Emekçinin ücretlerinin de, giriþim
kârýnýn ücretlerden ibaret bulunan –eðer, biz bunlarý, geçim araçlarýnýn bir kýsmý olarak dü-
þünürsek- kýsmý gibi, cari fiyatlar üzerinden satýn alýnan ve ayný þekilde, ücretleri, sermaye üze-
rinden faizi, toprak rantýný ve giriþim kârýný içeren mallardan oluþtuðu doðrudur Bu gözlem, yal-
nýzca, zorunlu fiyatýn, kendi en yakýn öðelerine ayrýþmasýnýn olanaksýzlýðýný tanýtlar.” (lbid.,
not.) Storch, Considerations sur la nature du revenu national (Paris 1824) adlý yapýtýnda, Say ile
olan tartýþmasýnda, meta-deðerin yanlýþ tahlilinin –deðeri, sýrf gelirlere ayrýþtýrmakla- nasýl bir
saçmalýða yolaçtýðýný, gerçekten anlamaktadýr. Bu sonuçlarýn budalalýðýna –bireysel kapitalist
açýsýndan deðil, ulus açýsýndan- doðru olarak parmak basmakta, ama kendi prix necessaire
[zorunlu fiyat -ç.] tahlilinde (Cours’da) ortaya koyduðundan bir adým bile ileri gitmemektedir;
yani, bununla, ad injinitum sürüp gitmeye ayrýþtýrmaksýzýn, gerçek öðelerine ayrýþtýrmanýn
olanaksýzlýðý öne sürülmektedir. “Açýktýr ki, yýllýk ürünün deðeri, kýsmen sermayelere ve kýsmen
kârlara bölünür ve yýllýk ürünün deðerinin bu kýsýmlarýnýn herbirisi, düzenli olarak, kendi tüketim
fonunu yenilemek için kendi sermayesini korumaya olduðu kadar, ulusun gereksinme duyduðu
ürünlerin satýn alýnmasýna da gider (s. 134, 135). ... (Kendi gereksinmelerini karþýlamak üzere
çalýþan bir köylü ailesi); samanlýklarý ve ahýrlarýnda oturup, tohumluðu ile hayvan yemlerini yer,
iþ hayvanlarý ile giysilerini saðlar ve tarým araçlarýný elden çýkartabilir mi? M. Say’in tezine göre,
bütün bu sorulara olumlu yanýtlar vermek gerekiyor (s. 135, 136.) ... Bir ulusun gelirinin, onun
brüt ürününe eþit olduðu kabul edilecek olursa, yani ondan hiç bir sermaye düþülmesi gerek-
miyorsa, o ulusun, gelecekteki gelirini en ufak bir tehlikeye atmaksýzýn, yýllýk ürününün tüm
deðerini üretken olmayacak þekilde harcayabileceðinin kabul edilmesi de gerekir (147). Bir
ulusun sermayesini oluþturan ürünler tüketilemez.” (s. 150.)

740 Karl Marks


Kapital III
sýyla yeniden-üretim sürecinin geniþlemesi için hizmet eden kýsmýn
dýþýnda, varlýðýný sürdüren biricik kýsýmdýr. Kuþkusuz bu, doðrudan üreti-
ciler tarafýndan düzenli olarak tüketilen kýsmýn, kendi asgari düzeyi ile
sýnýrlý kalmamasýný öngörür. Yaþlýlýk nedeniyle artýk çalýþamayan ya da
bundan böyle üretime katýlamayacak olanlar için saðlanan artý-emek
dýþýnda, çalýþmayanlarý desteklemek için herhangi bir emek mevcut ol-
mayacaktýr; Toplumun baþlangýcýna geriye doðru bakacak olursak, deð-
eri ürüne geçebilecek ve ayný ölçekteki yeniden-üretimde, üründen ayni
olarak ve deðeri ile ölçülen derecede yerine konmasý gerekecek,
üretilmiþ üretim aracý ve dolayýsýyla deðiþmeyen sermaye bulunmadý-
ðýný görürüz. Ama doða, orada, önceden üretilmesi gerekmeyen geçim
araçlarýný doðrudan doðruya saðlamaktadýr. Doða, böylece, karþýlanacak
gereksinmeleri pek az olan vahþilere, yeni bir üretim için henüz mevcut
bulunmayan [sayfa 743] üretim araçlarýný kullanmamak üzere zaman ver-
mekle kalmýyor, doðada mevcut üretim araçlarýnýn elde edilmesi için
gerekli-emeðin yaný sýra, doðadaki öteki ürünlerin üretim araçlarýna, yayla-
ra, taþtan býçaklara, kayýklara, vb. çevrilmesi için gerekli zamaný da veri-
yor. Vahþiler arasýndaki bu süreç, sýrf maddi açýdan düþünüldüðünde,
artý-emeðin yeni sermayeye tekrar çevrilmesine tekabül ediyor. Birikim
sürecinde, bu gibi artý-emek ürünlerinin sermayeye çevrilmesi, devamlý
iþliyor; ve þu da var ki, bütün yeni sermayenin, kârdan, ranttan ya da
öteki gelir biçimlerinden, yani artý-emekten doðmasý, metalarýn bütün
deðerlerinin, bir gelirden doðmasý gibi yanlýþ bir düþünceye yolaçar. Bu,
kârýn tekrar sermayeye çevrilmesi, daha yakýn bir tahlilde, tersine, daha
fazla, ek emeðin –daima gelir biçiminde temsil edilen ek emeðin- eski
sermaye-deðerin sýrasýyla devamýna ya da yeniden üretimine hizmet et-
meyip, gelir þeklinde tüketilmediði ölçüde yeni sermaye fazlalýðýnýn ya-
ratýlmasýna hizmet ettiðini gösterir.
Bütün güçlük þu olgudan ileri gelir ki, bütün yeni eklenen emek,
yarattýðý deðer, ücretlere ayrýþmadýðý ölçüde, kâr olarak –burada, genel-
likle artý-deðerin bir biçimi olarak yorumlanmýþtýr- görünür; yani kapitali-
ste hiç bir þeye malolmayan ve bu nedenle de kuþkusuz, kapitalist için,
yatýrýlmýþ herhangi bir þeyi, herhangi bir sermayeyi yerine koymak zorun-
da bulunmayan bir deðer olarak görünür. Dolayýsýyla bu deðer, mevcut
ek servet biçiminde, kýsacasý, bireysel kapitalist açýsýndan, kendi geliri
biçiminde vardýr. Ne var ki, bu yeni yaratýlan deðer, bireysel olduðu ka-
dar üretken biçimde de tüketileceði gibi, sermaye ya da gelir olarak da
pekala tüketilebilir. Bunun bir kýsmýnýn, doðal biçimi gereði, üretken þe-
kilde tüketilmesi zorunludur. Bu nedenle, yýllýk eklenen emek, serma-
ye yarattýðý gibi gelir de yaratýr,ve bu, birikim sürecinde kendisini belli
eder. Bununla birlikte, emek-gücünün; yeni sermayenin yaratýlmasýnda
kullanýlan kýsmý (dolayýsýyla, iþgününün, vahþi tarafýndan, geçim araçla-
rýný saðlamak için deðil, bunlarý elde edeceði aletleri yapmak için kulla-
nýlan kýsmýna benzeyen kýsým), artý-emeðin bütün ürünü önce kâr bi-

Karl Marks 741


Kapital III
çiminde göründüðü için göze görünmez hale gelir; oysa bu tanýmýn, ger-
çekte, bu artý-deðerin kendisiyle hiç bir iliþkisi olmayýp yalnýzca, kapita-
listin, cebe indirdiði artý-deðerle bireysel iliþkisini ifade eder. Gerçekte,
emekçinin yarattýðý artý-deðer, gelir ile sermayeye, yani tüketim nesnele-
ri ile, ek üretim araçlarýna ayrýlýr. Ama bir önceki yýldan devrolunan eski
deðiþmeyen sermaye (hasara uðrayan ve böylece pro tanto yokolan ve
dolayýsýyla da yeniden üretilmesi zorunluluðu bulunmayan kýsmý dýþýnda
–ve yeniden-üretim sürecindeki düzensizlikler sigortaya dahil olur), de-
ðer bakýmýndan, yeni eklenen emek tarafýndan yeniden üretilmez.
Ayrýca, görüyoruz ki, yeni eklenen emeðin bir kýsmý, bu yeni ekle-
nen emek, kendisini, yalnýzca gelire, ücretlere, kâr ve ranta ayrýþtýrdýðý
halde, tüketilen deðiþmeyen sermayenin yeniden-üretiminde ve yerine
konmasýnda sürekli olarak emilmektedir. Ama iki þey ihmal edilmekte-
dir: [sayfa 744] 1) bu emeðin ürününün deðerinin bir kýsmý, bu yeni ek eme-
ðin ürünü olmayýp, önceden varolan ve tüketilen deðiþmeyen sermayedir;
ürünün, deðerin bir kýsmýnýn ortaya çýktýðý kýsým, böylece ayný zamanda,
gelire dönüþmemiþtir, ama bu deðiþmeyen sermayenin üretim araçla-
rýný ayni olarak, yerine koyar; 2) deðerin, bu yeni eklenen emeðin ger-
çekten ortaya çýktýðý kýsým, gelir olarak ayni olarak tüketilmemiþtir, ama
bir baþka alanda deðiþmeyen sermayeyi yerine koymaktadýr; o, burada
gelir olarak tüketilebileceði doðal biçime dönüþmektedir, ama gene de
bütünüyle yeni eklenen emeðin ürünü deðildir.
Yeniden-üretim ayný ölçekte devam ettiði sürece, deðiþmeyen
sermayenin her tüketilen öðesinin, nicelik ve biçim olarak deðilse bile,
en azýndan etkinlik bakýmýndan, ayný nitelikte yeni bir tür ile ayni olarak
yerine konulmasý gerekir. Emeðin üretkenliði ayný kaldýðý takdirde, bu
ayni olarak yerine koyma, deðiþmeyen sermayenin kendi eski biçim
içersinde sahip bulunduðu ayný deðeri yerine koyma anlamýný taþýr. Ama
emeðin üretkenliði artmýþ ise, böylece ayný maddi öðeler daha az emekle
yeniden üretilebilir ve ürünün deðerinin daha küçük bir kýsmý, deðiþme-
yen sermayeyi ayni olarak tamamen yerine koyabilir. Bu fazlalýk, þimdi,
yeni ek sermaye oluþturmada kullanýlabileceði gibi, ürünün daha büyük
bir kýsmýna tüketim nesneleri biçimi verilebilir, ya da artý-emek azaltýla-
bilir. Buna karþýlýk, emeðin üretkenliðinde bir azalma olduðu takdirde,
ürünün daha büyük bir kýsmýnýn, eski sermayenin yerine konulmasýnda
kullanýlmasý gerekir, ve artý-ürün azalýr.
Kârýn, ya da genellikle artý-deðerin herhangi bir biçiminin serma-
yeye tekrar çevrilmesi –tarihsel olarak belirlenmiþ ekonomik biçimler
bir yana býrakýlarak, sýrf, yeni üretim araçlarýnýn basit oluþumu olarak
düþünüldüðünde- emekçinin, kendi doðrudan geçim araçlarýný elde et-
mek için gerekli-emeðin ötesinde, üretim araçlarýnýn üretim için emek
harcadýðý durumun hâlâ devam ettiðini gösterir. Kârýn sermayeye dö-
nüþmesi zaten, emek fazlalýðýnýn bir kýsmýnýn, yeni ek üretim aracý oluþ-
turmak üzere kullanýlmasýndan baþka bir þey deðildir. Bunun, kârýn ser-

742 Karl Marks


Kapital III
mayeye dönüþmesi þeklinde yer almasý, yalnýzca bu fazla emeðe, emek-
çiden çok, kapitalistin sahip olduðunu belirler. Bu fazla,emeðin, önce
gelir olarak göründüðü bir aþamadan geçme zorunda olmasý (oysa, örne-
ðin, ilkel üretimde, bu, doðrudan doðruya üretim aracý üretimine ayrýlmýþ
emek fazlasý olarak görünür), yalnýzca, bu emeði ya da ürünü, iþçi-olma-
yan bir kimsenin ele geçirdiði anlamýna gelir. Bununla birlikte, sermaye-
ye gerçekten dönüþen þey, kâr olarak kâr deðildir. Artý-deðerin sermayeye
dönüþmesi, sýrf, artý-deðer ve artý-ürünün, kapitalist tarafýndan gelir ola-
rak bireysel tüketilmediðini gösterir. Ama böylece dönüþtürülen þey, ger-
çekte, deðer, maddeleþmiþ emek ya da içersinde bu deðerin doðrudan
doðruya kendisini gösterdiði, ya da, daha önce paraya dönüþtükten son-
ra karþýlýðýnda deðiþildiði üründür. Ve kâr, tekrar sermayeye dönüþ-tür-
üldüðünde, artý-deðerin bu belirli biçimi ya da kâr, yeni sermayenin [sayfa
745] kaynaðýný oluþturmazlar. Artý-deðer böylece yalnýzca bir biçimden bir
baþkasýna deðiþmiþtir. Ama onu sermayeye çeviren þey, bu biçim deði-
þikliði deðildir. Þimdi sermaye olarak iþlev yapan þey, meta ve onun de-
ðeridir. Ne var ki, bu metaýn deðerinin karþýlýðýnýn ödenmemiþ olmasý –
ve ancak bu þekilde o artý-deðer halini almýþtýr– emeðin maddeleþmesi,
deðerin kendisi için hiç bir önem taþýmaz.
Yanlýþ anlama, çeþitli biçimlerde dile getirilmiþtir. Örneðin, deðiþ-
meyen sermayeyi oluþturan metalar, ayný zamanda, ücretleri, kârý ve
rantý içerir. Ya da, öte yandan, birisi için gelir olan, bir baþkasý için ser-
mayedir, dolayýsýyla da bunlar, öznel iliþkilerden baþka bir þey deðildir-
ler. Böylece iplikçinin ipliði deðerin kendisi için kârý temsil eden kýsmýný
içerir. Dokumacý, ipliði satýn aldýðý takdirde, iplikçinin kârýný gerçekleþtir-
mekte, ama kendisi için bu iplik, kendi deðiþmeyen sermayesinin yal-
nýzca bir kýsmýdýr.
Gelir ile sermaye arasýndaki baðýntýlarla ilgili olarak, daha önce
belirtilen düþüncelerin yanýsýra, þunlarýn da dikkate alýnmasý gerekir:
Deðer açýsýndan, iplik ile birlikte bir öðe olarak, dokumacýnýn sermaye-
sine geçen þey, ipliðin deðeridir. Bu deðerin kýsýmlarýnýn ne þekilde, ip-
likçinin kendisi için sermaye ve gelire, ya da bir baþka deyiþle ödenmiþ
ve ödenmemiþ emeðe ayrýþtýðý, metaýn kendisinin deðer belirlenmesi
için (ortalama kâr yoluyla deðiþmeler dýþýnda) hiç bir önemi yoktur. Bu-
nun ardýnda, hâlâ kâr ya da genellikle artý-deðerin, ancak fiyat fazlalýðý,
karþýlýklý atýlan kazýklar ya da satýþ yoluyla kazanç ile elde edilebilecek,
metaýn deðeri üzerinde bir fazlalýk olduðu düþüncesi gizlidir. Üretim-
fiyatý ya da hatta metaýn deðeri ödendiði zaman, metaýn satýcýya gelir
biçiminde görünen deðer öðeleri doðal olarak ödenmiþ olur. Tekel fiyat-
larý, kuþkusuz, burada, sözkonusu deðildir.
Sonra, þöyle söylemek de tamamen doðrudur: metalarýn deðiþ-
meyen sermayeyi oluþturan öðeleri, diðer herhangi bir meta-deðer gibi,
kendilerini, üretim araçlarýnýn üreticileri ve sahipleri için, ücretlere, kâra
ve ranta ayrýþtýran deðer kýsýmlarýna indirgeyebilirler. Bu, yalnýzca, bütün

Karl Marks 743


Kapital III
meta-deðerlerin, bir meta içerdiði toplumsal bakýmdan gerekli-emeðin
ölçüsünden baþka bir þey olmadýðý olgusunun, kapitalistçe bir ifade biçi-
midir. Ne var ki, Kitap I’de gösterilmiþ olduðu gibi, bu, hiç bir þekilde, bir
sermayenin meta-ürününün, ayrý kýsýmlara ayrýlmasýna, bunlardan bir
tanesinin sýrf sermayenin deðiþmeyen kýsmýný, bir baþkasýnýn deðiþen
kýsmýný ve bir üçüncüsünün yalnýzca artý-deðeri temsil etmesine engel
deðildir.
Storch, þu sözleriyle pek çok kimsenin de fikrini ifade etmiþ ol-
maktadýr: “Ulusal geliri oluþturan satýlabilir ürünler, ekonomi politikte iki
farklý þekilde düþünülmek gerekir: bireyler bakýmýndan deðerler olarak,
ulus bakýmýndan mallar olarak; çünkü, bir ulusun geliri, bir bireyinki gibi
deðeriyle deðerlendirilmez, yararlýlýðý ile ya da karþýlayabileceði gerek-
sinmelerle deðerlendirilir.” (Considerations sur le revenu national, s.19.)
[sayfa 746]
Birincisi, üretim tarzý, deðere dayanan ve üstelik de kapitalistçe
örgütlenmiþ bulunan bir ulusa, sýrf ulusal gereksinmelerin karþýlanmasý
için çalýþan toplu halde bir organ gözüyle bakýlmasý yanlýþ bir soyutlama-
dýr.
Ýkincisi, kapitalist üretim tarzýnýn ortadan kalkmasýndan sonra,
ama hâlâ toplumsal üretimin devamý sýrasýnda, deðer belirlenmesi þu
anlamda egemen olmaya devam eder ki, emek-zamanýnýn düzenlen-
mesi, toplumsal emeðin çeþitli üretim gruplarý arasýndaki daðýlýmý ve
ensonu bütün bunlarý kapsayan defter tutma, her zamankinden daha
önemli hale gelir. [sayfa 747]

744 Karl Marks


Kapital III
ELLÝNCÝ BÖLÜM
REKABETÝN YARATTIÐI YANILSAMA

METALARIN deðerinin ya da toplam deðerleri tarafýndan belirle-


nen üretim-fiyatýnýn kendisini þunlara ayrýþtýrdýðý gösterilmiþti:
1) Metaýn yapýsýnda üretim aracý biçiminde tüketilmiþ bulunan,
deðiþmeyen sermayeyi yerine koyan ya da geçmiþ emeði temsil eden
bir deðer kýsmý, tek kelimeyle, bu üretim araçlarýnýn, metalarýn üretim
sürecine aktardýklarý deðer ya da fiyat. Bizim burada sözkonusu ettiðimiz
bireysel metalar olmayýp meta-sermaye, yani, sermayenin ürününün,
belli bir süre, diyelim bir yýl boyunca kendisini ortaya koyduðu biçimdir;
bireysel meta, meta-sermayenin bir öðesini oluþturur ve ayrýca da deð-
eri bakýmýndan kendisini ayný benzer öðelere ayrýþtýrýr.
2) Deðiþen sermayeye tekabül eden, emekçinin gelirini temsil
eden ve onun için ücretlere çevrilmiþ bulunan kýsým; yani, deðerin bu
deðiþken kýsmýnda emekçi bu ücretleri yeniden-üretmiþtir; kýsacasý, me-
talarýn üretimi sýrasýnda yukarda sözü edilen deðiþmeyen kýsma ekle-
nen yeni emeðin ödenmiþ kýsmýný temsil eden deðer parçasý.
3) Artý-deðer, yani, üretilen metalarda, ödenmeyen emeði, ya da
artý-emeði içeren deðer parçasý. Deðerin bu son parçasýnýn kendisi de
gene, ayný zamanda gelirin biçimleri olan baðýmsýz biçimlere girer: ser-
maye üzerinden (sermaye olarak sermaye üzerinden faiz ile, iþlev ya-
pan sermaye olarak sermaye üzerinden giriþim kârý) saðlanan kâr ve,
üretim [sayfa 748] sürecine katýlan toprak sahibinin talebi olan toprak rantý

Karl Marks 745


Kapital III
biçimleri. Yukardaki 2) ve 3) öðeleri, yani deðerin daima, ücretler (hiç
kuþkusuz, ancak bu ücretler önce deðiþen sermaye biçiminden geçtik-
ten sonra) ile, kâr ve rantýn gelir biçimlerine bürünen parçasý, 1) deki
deðiþmeyen öðeden þu olgu ile ayrýlýr ki, bundan, deðiþmeyen kýsma,
metalarýn üretim araçlarýna eklenen yeni ek emeðin maddeleþmiþ ol-
duðu tüm deðer somutlaþmýþtýr. Þimdi, bu deðiþmeyen kýsým dýþýnda
bir metaýn deðerinin, yani, yeni eklenen emeði temsil etmesi bakýmýn-
dan, sürekli olarak kendisini, gelirin üç biçimin oluþturan üç kýsma, ücret-
lere, kâr ve ranta55 ayrýþtýrdýðýný söylemek doðru olur; bunlarýn toplam
deðer içersinde hangi oranlarda bulunduklarý, deðer büyüklükleri, yu-
karda geliþtirilen çeþitli özgül yasalarca belirlenir. Ama bunun tersini
söylemek, yani, ücretlerin deðerinin, kâr oranýnýn ve rant oranýnýn, deðe-
rin baðýmsýz öðelerini oluþturduklarýný, bunlarýn biçimlerinin, deðiþmeyen
öðe dýþýnda, metalarýn deðerini meydana getirdiðini; baþka bir deyiþle,
bunlarýn, metalarýn deðerini ya da üretim-fiyatýný oluþturan öðeler ol-
duklarýný söylemek yanlýþ olur.56
Aradaki fark kolayca görülür.
500’lük bir sermayenin ürününün deðerinin, 400s + l00d + 150a =
650 olduðunu; 150a’nýnda 75 kâr + 75 ranta bölündüðünü kabul edelim.
Gereksiz güçlükleri önceden bir yana itmek için, bunun ortalama bile-
þimde bir sermaye olduðunu, dolayýsýyla da üretim-fiyatý ile deðerinin
ayný olduðunu da varsayalým; bu çakýþma, böyle bir bireysel sermayenin
ürününün, toplam sermayenin –kendi büyüklüðüne tekabül eden– bir
kýsmýnýn ürünü olarak düþünülebilmesi halinde daima gerçekleþir.
Burada, deðiþen sermaye ile ölçülen ücretler, yatýrýlan sermaye-
nin %20’sini, toplam sermaye üzerinden hesaplanan artý-deðer, %30’unu
–yani, %15 kâr ve %15 rantý– oluþturur. Yeni eklenen emeði temsil eden
metaýn tüm deðer öðesi, 100d + 150a = 250’dir. Bunun büyüklüðü, ücret-
lere, kâr ve ranta bölünmesine baðlý deðildir. Bu parçalarýn birbirleriyle
olan oranlarýndan görüyoruz ki, para olarak diyelim 100 sterlin ile [sayfa

55
Sermayenin deðiþmeyen kýsmýna eklenen deðer, ücretlere, kâra ve toprak rantýna
bölünürken, bunlarýn deðerin kýsýmlarý olduðunu söylemeye gerek yoktur. Gerçekten de bunlarý
insan, içersinde bu deðerin göründüðü doðrudan doðruya üründe, yani belli bir üretim alanýnda
emekçiler ve kapitalistlerin ürettikleri doðrudan doðruya üründe –örneðin, iplik sanayiinde
üretilen iplikte- mevcutmuþ gibi düþünebilir. Ama aslýnda, bunlar, bu üründe, hangi bir metada,
ayný deðere sahip maddi servetin herhangi diðer bir öðesinde olduðundan ne daha az, ne de
daha fazla maddeleþmez. Ve pratikte, ücretler, para olarak, yani faiz ve rant gibi, deðerin saf
ifadeleri içersinde ödenirler. Kapitalist için, ürününün, saf deðer ifadesine dönüþmesi gerçekten
çok önemlidir; daðýlýmýn kendisinde bu dönüþüm zaten varsayýlmýþtýr. Bu deðerlerin, üretiminden
doðduklarý ayný ürüne, ayný metaya tekrar çevrilmelerinin, ya da emekçinin doðrudan doðruya
kendi ürettiði ürünün bir kýsmýný gerisin geriye satýn almasýnýn veya farklý türden baþka bir
emeðin ürününü almasýnýn, konunun kendisiyle herhangi bir iliþkisi yoktur. Herr Rodbertus, bu
konuda, hiç gereði olmayan bir heyecana kapýlýyor.
56
“Hammaddelerin ve mamul metalarýn deðerini düzenleyen ayný genel kuralýn, madenler
için de geçerli olduðuna iþaret etmek yeterli olacaktýr; bunlarýn deðerleri ne kâr oranýna, ne üc-
retlerin oranýna, ne de madenlere ödenen ranta baðlý olmayýp, madenin elde edilmesi ve piya-
saya getirilmesi için gerekli toplam emek miktarýna baðlýdýr.” (Ricardo, Principles, Ch. III, s. 77.)

746 Karl Marks


Kapital III
749] ödenen emek-gücü, 250 sterlin tutarýndaki para ile temsil edilen bir
emek miktarý saðlamýþ oluyor. Buradan da görüyoruz ki, emekçi, kendi-
si için harcadýðýnýn 1½ katý tutarýnda artý-emek harcamýþ bulunuyor.
Ýþgünü = 10 saat ise, 4 saat kendisi için, 6 saat kapitalist için çalýþmýþ
oluyor. Böylece, emekçilerin 100 sterlin ile ödenen emeði, 250 sterlinlik
bir para-deðer ile ifade ediliyor. Bu 250 sterlinlik deðer dýþýnda, emekçi
ile kapitalist, kapitalist ile toprak sahibi arasýnda bölünecek bir þey yok-
tur. Bu, üretim araçlarýnýn deðerine, yani 400’e yeni eklenen toplam
deðerdir. Kendisinde maddeleþen bir emek miktarý ile böylece üretilen
ve belirlenen 250’lik bu belirli meta-deðer, bir sýnýr oluþturmakta ve do-
layýsýyla da, emekçinin, kapitalistin ve toprak sahibinin, bu deðerden ge-
lir biçiminde –ücretler, kâr ve rant biçiminde– çekebilecekleri paylar
için de bir sýnýr koymaktadýr.
Ayný organik bileþime sahip olan, yani kullanýlan canlý emek-gücü
ile, harekete geçirilen deðiþmeyen sermaye arasýndaki oranýn ayný ol-
duðu bir sermayenin, 400’lük deðiþmeyen sermayeyi harekete getiren
ayný emek-gücü için 100 sterlin yerine 150 sterlin ödemek durumunda
kaldýðýný kabul edelim. Ve gene varsayalým ki, kâr ile rant, artý-deðerden
farklý oranlarda pay alsýn. 150 sterlinlik deðiþen sermayenin, 100 sterlin-
lik sermaye ile ayný miktarda emeði harekete geçirdiðini varsaydýðýmýza
göre, yeni üretilen deðer, önceki gibi = 250, toplam ürünün deðeri de
gene eskisi gibi 650 olur, ama bileþim 400s + 150d + 100a olur; ve bu
100a, diyelim 45 kâr ve 55 ranta ayrýlýr. Yeni üretilen toplam deðerin üc-
retler, kâr ve rant þeklinde daðýlým oraný, þimdi çok farklý olur; bunun
gibi, yatýrýlan toplam sermayenin büyüklüðü, ancak ayný toplam emek
miktarýný harekete geçirdiði halde farklý olur. Ücretler, yatýrýlan sermaye-
nin %273/11, kâr %82/11 ve rant %10’u tutarýnda olur; böylece, toplam artý-
deðer neredeyse %18’in üzerinde olur.
Ücretlerdeki artýþ sonucu, toplam emeðin ödenmeyen kýsmý, far-
klý olacak ve dolayýsýyla da artý-deðer de farklý olacaktýr. Ýþgünü 10 saat
olursa, emekçi, 6 saat kendisi için ve yalnýz 4 saat kapitalist için çalý-
þacaktýr. Kâr ile rantýn oranlarý da farklý olacak ve küçülmüþ artý-deðer,
kapitalist ile büyük toprak sahibi arasýnda farklý oranlarda bölünecektir.
En sonu, deðiþmeyen sermayenin deðeri, ayný kalacaðý ve yatýrýlan de-
ðiþen sermayenin deðeri yükseleceði için, küçülen artý-deðer, kendisini,
daha da küçülmüþ bir brüt kâr oraný ile ifade edecektir; burada, brüt kâr
oraný ile, toplam artý-deðerin, toplam yatýrýlan sermayeye oraný kastedil-
mektedir.
Ücretlerin deðerinde, kâr oranýnda ve rant oranýndaki deðiþiklik,
bu kýsýmlarýn birbirleriyle oranlarýný düzenleyen yasalarýn etkisi ne olursa
olsun, ancak, yeni üretilen 250’lik meta-deðerin koyduðu sýnýrlar içersin-
de hareket edebilir. Ancak, rantýn, tekel fiyatlarýna dayanmasý halinde
bir istisna olabilir. Bu ise yasayý hiç bir þekilde deðiþtirmez, yalnýzca tah-
lili karmaþýk hale getirir. Çünkü, eðer biz, bu durumda yalnýz ürünün [sayfa

Karl Marks 747


Kapital III
750]kendisini dikkate alýrsak, yalnýzca artý-deðerin bölünmesi farklý olur.
Ama eðer biz, onun, diðer metalar karþýsýndaki nispi deðerini düþünürsek,
sýrf þu farký görürüz: artý-deðerin kýsmý, bunlardan, bu belli metaya
aktarýlmýþtýr.
Özetlersek:
Ürünün Deðeri Yeni Deðer Artý-Deðer Oraný Brüt Kâr Oraný
Birinci Durum : 400s + 100d + 150a = 650 250 %150 %30
Ýkinci Durum : 400s + 150d + 100a = 650 250 %662/3 %182/11

Önce, artý-deðer, eski miktarýn üçte-biri kadar, 150’den 100’e


düþmektedir. Kâr oraný, üçte-birden biraz fazla %30’dan %18’e düþmek-
tedir, çünkü, küçülen artý-deðerin, artan miktarda toplam yatýrýlan ser-
maye üzerinden hesaplanmasý gerekmektedir. Ama bu, hiç bir zaman,
artý-deðer oraný ile ayný oranda düþmemektedir. Artý-deðer oraný, 150 :
100’den 100 : 150’ye, yani %150’den %662/3’e düþmekte, oysa kâr oraný
yalnýzca 150 : 500’den 100 : 550’ye, ya da %30’dan %182/11’e düþmektedir.
Kâr oraný, demek ki, artý-deðer kitlesinden daha büyük, ama artý-deðer
oranýndan daha küçük bir oranda düþmektedir. Ayrýca görüyoruz ki,
deðerde, ürünlerin kitlesi de, yatýrýlan sermaye, deðiþen kýsmýndaki büyü-
me nedeniyle artmýþ olduðu halde, ayný emek miktarý kullanýldýðý süre-
ce ayný kalmaktadýr. Yatýrýlan sermayedeki bu artýþ, yeni bir giriþimde
bulunan kapitalist tarafýndan gerçekten de çok fazla hissedilir. Ama yeni-
den-üretim bütünüyle düþünüldüðünde, deðiþen sermayedeki büyüme,
yalnýzca, yeni eklenen emek tarafýndan yaratýlan yeni deðerin daha büyük
bir kýsmýnýn, ücretlere çevrilmesi ve dolayýsýyla artý-deðer ve artý-ürün
yerine önce deðiþen sermayeye çevrilmesi demektir. Ürünün deðeri,
böylece, bir yandan, 400’lük deðiþmeyen sermayenin deðeri ile, öte yan-
dan yeni eklenen emeðin temsil edildiði 250 sayýsý ile sýnýrlandýðý için
ayný kalýr. Oysa bunlarýn her ikisi de deðiþmeden eskisi gibi kalýr. Bu
ürün, kendisi tekrar deðiþmeyen sermayeye girdiði ölçüde, eskisi gibi,
ayný deðer büyüklüðünde ayný miktar kullaným-deðerini temsil eder;
dolayýsýyla, deðiþmeyen sermayeyi oluþturan öðelerin ayný kitlesi, ayný
deðeri korur. Ücretler, eðer, emekçi, kendi emeðinden daha büyük bir
pay aldýðý için deðil de, emeðin üretkenliðindeki azalma nedeniyle, ken-
di emeðinin daha büyük bir kýsmýný aldýðý için yükselmiþ bulunsaydý,
durum farklý olurdu. Ama bu miktar emeðin somutlaþacaðý ürünlerin
kitlesi ayný kalýrdý. Bu durumda, ödenen ve ödenmeyen ayný emeðin so-
mutlaþacaðý toplam deðer azalýr ve bu ürünün her kýsmý daha fazla
emek içereceði için, bu kýsýmlarýn her birisinin fiyatý yükselirdi. 150 tuta-
rýndaki artmýþ ücretler, eskiden 100 tutarýndaki ücretlerden daha fazla
bir ürün kitlesini temsil etmezdi; 100 tutarýndaki küçülmüþ artý-de-
ðer,önceki [sayfa 751] ürünün yalnýzca 2/3'ünü, yani eskiden 100 ile temsil
edilen kullaným-deðerleri kitlesinin %662/3'ünü temsil ederdi. Bu durum-
da, bu ürünün kendisine girmesi ölçüsünde deðiþmeyen sermaye de

748 Karl Marks


Kapital III
pahalýlaþýrdý. Ne var ki, bu, ücretlerdeki bir artýþýn sonucu olmaktan çok,
ücretlerdeki bir artýþ, metalarýn fiyatýndaki bir yükselmenin ve ayný emek
miktarýndaki azalan bir üretkenliðin sonucu olurdu. Burada sanki ücretl-
erdeki bir artýþ, ürünleri pahalýlaþtýrýyormuþ gibi görünür; oysa bu artýþ
bir neden olmaktan çok, emeðin üretkenliðindeki azalmaya baðlý olarak
metalarýn deðerindeki bir deðiþikliðin sonucudur.
Buna karþýlýk, öteki bütün koþullar ayný kalýyor, yani kullanýlan
ayný emek miktarý hâlâ 250 ile temsil ediliyor ise ve kullanýlan üretim
araçlarýnýn deðeri yükseliyor ya da düþüyorsa, ayný miktardaki ürünlerin
deðeri, ayný büyüklükte yükselir ya da düþer. 450s + 100d + 150a = 700
bir ürün-deðer verir; ama 350s+ 100d + 150a ise, eski 650’ye karþýlýk,
ayný ürün kitlesi için yalnýz 600’lük bir deðer verir. Þu halde, ayný miktar
emek tarafýndan harekete getirilen yatýrýlmýþ sermaye artar ya da azalýr-
sa,öteki koþullar ayný kalmak üzere, eðer bu yatýrýlan sermayedeki artýþ
ya da azalma, sermayenin deðiþmeyen kýsmýnýn deðerinin büyüklüðün-
deki bir deðiþmeden ileri geliyorsa, ürünün deðeri yükselir ya da düþer.
Tersine, eðer yatýrýlan sermayedeki artýþa, sermayenin deðiþen kýsmýnýn
deðerinin büyüklüðündeki bir deðiþme yol açmýþ ise, emeðin üretken-
liðinin ayný kaldýðý varsayýlmak üzere, ürünün deðeri deðiþmeden kalýr.
Deðiþmeyen sermaye sözkonusu olduðunda, deðerindeki azalma, ya da
artýþ, herhangi ters bir hareketle telafi edilmez. Ama deðiþen sermaye
halinde, emeðin üretkenliði ayný kaldýðý varsayýlmak üzere, deðerindeki
bir azalma ya da artma, artý-deðerin ters yöndeki hareketi ile telafi edilir
ve böylece, deðiþen sermayenin deðeri ile artý-deðerin toplamý, yani
emeðin üretim araçlarýna yeni katýldýðý ve üründe yeni somutlaþan de-
ðer ayný kalýr.
Yok eðer, deðiþen sermayenin ya da ücretlerin deðerindeki artýþ
ya da azalma, metalarýn fiyatýndaki bir yükselme ya da düþme sonucu
olmuþsa, yani bu sermaye yatýrýmý tarafýndan kullanýlan emeðin üret-
kenliðindeki bir azalma ya da artma sonucu ise, ürünün deðeri bundan
etkilenir. Ne var ki, bu durumda, ücretlerdeki yükselme ya da düþme,
bir neden deðil, bir sonuçtur.
Buna karþýlýk, yukardaki örnekte deðiþmeyen sermayenin = 400s
olarak kaldýðý kabul edildiðinde, 100d + 150a’dan 150d + 100a’ya deðiþme,
yani deðiþen sermayedeki artýþ bu belli sanayi kolundaki, diyelim pa-
muk iplikçiliðindeki emeðin üretkenliðindeki bir azalmadan deðil de,
belki de emekçiye besin saðlayan tarýmdaki emeðin üretkenliðindeki
bir azalma sonucu ise, yani bu besin maddelerinin fiyatlarýndaki bir yük-
selmeden ileri gelmiþ ise, ürünün deðeri deðiþmeden kalýr. 650’lik de-
ðer gene hâlâ ayný miktardaki pamuk ipliði ile temsil edilir.
Yukardaki incelemeden ayrýca þu sonuç da çýkar: Deðiþmeyen
[sayfa 752] sermayenin harcanmasýndaki azalma, eðer ürünleri emekçinin
tüketimine giren üretim kollarýnda yapýlan ticaret tasarruflarýndan vb.
ileri geliyor ise, bu, týpký kullanýlan emeðin kendisinin üretkenliðindeki

Karl Marks 749


Kapital III
doðrudan artýþ gibi, emekçinin geçim araçlarýnýn ucuzlamasý sonucu
ücretlerde bir düþmeye, ve dolayýsýyla da, artý-deðerde bir artmaya yo-
laçabilir; böylece, bu durumda kâr oraný iki nedenle, yani bir yandan,
deðiþmeyen sermayenin deðerinin azalmasý nedeniyle, öte yandan da
artý-deðerin artmasý nedeniyle büyür. Artý-deðerin kâra dönüþmesini ince-
lerken, ücretlerin düþmediðini, ama sabit kaldýðýný varsaymýþtýk, çünkü
orada, biz, artý-deðer oranýndaki deðiþmelerden baðýmsýz olarak, kâr
oranýndaki dalgalanmalarý araþtýrmak zorundaydýk. Ayrýca orada geliþti-
rilen yasalar genel yasalardý ve ayný zamanda, ürünleri emekçinin tüketi-
mine girmeyen sermaye yatýrýmlarý için de geçerliydi, ve dolayýsýyla,
ürünün deðerindeki deðiþmelerin ücretler üzerinde bir etkisi yoktu.

––––––––––––

Demek oluyor ki, yeni emeðin üretim araçlarýna ya da deðiþmeyen


sermayeye yýlda eklediði yeni deðerin, çeþitli gelir biçimlerine, ücretlere,
kâr ve ranta ayrýlmasý ve ayrýþmasý, deðerin kendisinin sýnýrlarýný, bu
çeþitli kategoriler arasýnda daðýlacak olan toplam deðeri hiç bir þekilde
deðiþtirmez, týpký, bu bireysel kýsýmlarýn karþýlýklý oranlarda bir deðiþikliðin,
bunlarýn bu belli toplam deðer büyüklüklerini deðiþtirmemesi gibi. Veri-
len 100 sayýsý, ister 50 + 50, ister 20 + 70 + 10, ister 40 + 30 + 30 þeklin-
de bölünsün, daima ayný kalýr. Ürünün deðerinin, bu gelirlere ayrýþan
kýsmý, týpký sermayenin deðerinin deðiþmeyen kýsmý gibi, metalarýn de-
ðeri ile, yani her durumda, bu metalarda somutlaþan emeðin miktarý ile
be-lirlenir. Þu halde, veri olan, önce, metalarýn, ücretler, kâr ve rant
arasýnda bölünecek olan deðer büyüklüðüdür; baþka bir deyiþle, bu me-
talarýn deðer kýsýmlarýnýn toplamýnýn mutlak sýnýrýdýr. Sonra, bireysel ka-
tegorilerin kendilerini ilgilendirdiði kadarýyla, bunlarýn ortalamalarý ve
belirleyici sýnýrlarý da gene ayný þekilde veridir. Ücretler, bu sýnýrlamada
temel oluþ-tururlar. Bunlar bir yandan doðal bir yasayla düzenlenirler; alt
sýnýrlarý, emekçinin, kendi emek-gücünün korunmasý ve yeniden-üreti-
mi için gerekli fiziksel asgari geçim araçlarýyla, yani belirli bir meta mik-
tarýyla be-lirlenir. Bu metalarýn deðeri, yeniden-üretimleri için gerekli
emek-zamaný ile belirlenir; ve dolayýsýyla da, üretim araçlarýna yeni ek-
lenen emek kýsmý ile, ya da bu zorunlu geçim araçlarýnýn deðerinin
eþdeðerini üretmek ve yeniden üretmek için emekçiye gerekli olan her
iþgünü parçasý ile belirlenir. Örneðin, eðer onun ortalama günlük geçim
araçlarýnýn deðeri = 6 saat ortalama emek ise, her gün kendisi için
ortalama altý saat çalýþ-masý gerekir. Onun emek-gücünün gerçek deð-
eri, bu fiziksel asgariden sapma gösterir; iklime ve toplumsal geliþme
düzeyine baðlý olarak farklý-laþýr; yalnýz fiziksel deðil, ayný zamanda, ikin-
ci bir [sayfa 753] doða haline ge-len, tarihsel olarak geliþmiþ toplumsal gere-
ksinmelere de baðlýdýr. Ne var ki her ülkede, belli bir zamanda bu
düzenleyici ortalama ücret, veri olan bir büyüklüktür. Öteki bütün gelir-

750 Karl Marks


Kapital III
lerin deðerinin böylece bir sýnýrý vardýr. Bu, daima, içersinde toplam
emek-gücünün (ele alýnan durumda bu, ortalama iþgünü ile aynýdýr,
çünkü toplam toplumsal emek tarafýndan harekete geçirilen toplam
emek miktarýný içerir) somutlaþtýðý deðer, eksi, iþgününün ücretlerde
somutlaþan kýsmýna eþittir. Bunun için de sýnýrý, içersinde karþýlýðý öden-
meyen emeðin ifade edildiði deðerin sýnýrý ile, yani bu ödenmeyen-
emeðin miktarý ile belirlenir. Ýþgününün, emekçinin, ücretlerinin deðerini
yeniden üretmek için gereken kýsmý, en son sýnýrýný, ücretlerin fiziksel
asgarisinde bulduðu halde, iþgününün içersinde artý-emeðin somutlaþtýðý
öteki kýsmý, ve dolayýsýyla, artý-deðeri temsil eden deðer parçasý,
iþgününün fiziksel azamisinde, yani emekçinin genellikle faal olabildiði
ve kendi emek-gücünü hâlâ koruduðu ve yeniden ürettiði toplam gün-
lük emek-zamanýnda kendi sýnýrýný bulur. Biz, burada, her yýl yeni ekle-
nen toplam emeði ifade eden deðerin daðýlýmý ile ilgili olduðumuz için,
iþgününe burada deðiþmeyen bir büyüklük olarak bakýlabilir ve böyle
varsayýlmýþtýr, fiziksel azamisinden göstereceði sapmanýn bir önemi yok-
tur. Deðerin, artý-deðeri oluþturan ve kendisini kâr ile toprak rantýna
ayrýþtýran kýsmýnýn mutlak sýnýrý böylece bir veridir. Ve bu, iþgününün
ödenen kýsmýnýn ödenmeyen kýsmý üzerindeki fazlalýðý ile, yani toplam
ürünün deðerinin içersinde bu artý-emeðin bulunduðu kýsmý ile belirle-
nir. Eðer biz, böyle sýnýrlanan ve yatýrýlan top-lam sermaye üzerinden
hesaplanan artý-deðere, daha önce de yaptýðým gibi, kâr diyecek olursak,
bu kâr, mutlak deðeri bakýmýndan, artý-deðere eþittir ve dolayýsýyla da
sýnýrlarý týpký onun gibi bir yasayla belirlenir. Oysa, kâr oranýnýn düzeyi
de, gene metalarýn deðeri ile belirlenen belirli sýnýrlar içersinde tutulan
bir büyüklüktür. Bu sýnýr, toplam artý-deðerin, üretime yatýrýlan toplam
toplumsal sermaye olan oranýdýr. Eðer bu sermaye = 500 (milyon diye-
lim) ve artý-deðer = 100 ise, kâr oranýnýn mutlak sý-nýrý %20’dir. Toplum-
sal kârýn, bu orana uygun olarak, çeþitli üretim alanlarýna yatýrýlmýþ
bulunan sermayeler arasýnda daðýlýmý, metalarýn deðe- rinden farklýlýk
gösteren ve ortalama piyasa-fiyatlarýnýn gerçek düzenleyicisi olan üre-
tim-fiyatlarýný yaratýr. Ama bu sapma, ne fiyatlarýn deðerler tarafýndan
belirlenmesini, ne de normal kâr sýnýrlarýný ortadan kaldýrýr. Metaýn deð-
eri, üretiminde tüketilen sermaye ile, içerdiði artý-deðerin toplamýna eþit
olacaðý yerde, bu metaýn üretim-fiyatý, þimdi, üretiminde tüketilen ser-
maye s ile, genel kâr oraný sonucu payýna düþen artý-deðerin toplamýna
eþittir; örneðin, hem tüketilen ve hem de yalnýzca kullanýlan sermaye
hesaba katýlarak, üretimine yatýrýlan sermaye üzerinden %20’dir. Ne var
ki, bu %20 ek miktarýn kendisi de, toplam toplumsal ser-maye tarafýn-
dan yaratýlan artý-deðer ve onun bu sermayenin deðerine oraný ile belir-
lenir; ve iþte bu nedenle, 10 ya da 100 deðil %20’dir. Deðerlerin,
üretim-fiyatlarýna dönüþmesi, demek ki, [sayfa 754] kâr üzerindeki sý-nýrlarý
kaldýrmamakta, yalnýzca, toplumsal sermayeyi oluþturan çeþitli belirli
sermayeler arasýndaki daðýlýmýný deðiþtirmektedir, yani kârýn bu ser-

Karl Marks 751


Kapital III
mayeler arasýnda, toplumsal sermayenin deðeri içersindeki oranlarýna
uygun olarak tek biçimde daðýlmasýný saðlamaktadýr. Piyasa-fiyatlarý, bu
düzenleyici üretim-fiyatlarýnýn üzerine yükselir ve altýna düþer, ama bu
dalgalanmalar birbirlerini karþýlýklý olarak dengeler. Uzun bir döneme ait
fiyat listeleri incelenir ve, metalarýn gerçek deðerlerinde, emeðin üret-
kenliðindeki deðiþiklikler sonucu ortaya çýkan dalgalanmalar ile, üretim
sürecinin, doðal ya da toplumsal olaylarla geçirdiði sarsýntýlar dikkate
alýnmayacak olursa, önce sapmalarýn nispeten dar sýnýrlarý ve sonra da
bunlarýn karþýlýklý olarak birbirlerini dengelemedeki düzen karþýsýnda
insan þaþkýnlýða düþer. Quetelet’in* toplumsal görüngüler konusunda
iþaret ettiði, düzenleyici ortalamalarla ilgili ayný egemenlik burada da
görülecektir. Metalarýn deðerlerinin, üretim-fiyatlarýna eþitlenmesi her-
hangi bir engelle karþýlaþmayacak olursa, rant kendisini farklýlýk rantýna
ayrýþtýrýr, yani düzenleyici üretim-fiyatlarý tarafýndan bir kýsým kapitalistle-
re verilmesi gereken, ama þimdi toprak sahibi tarafýndan elkonulan artý-
deðerin eþitlenmesi ile sýnýrlandýrýlmýþtýr. Demek ki, burada, rant, üretim-
fiyatlarýnýn genel kâr oranýyla düzenlenmesinin neden olduðu bireysel
kâr oranlarýndaki sapmalarda kendi belirli deðer sýnýrýný bulur. Eðer büyük
toprak mülkiyeti, metalarýn deðerlerinin, üretim-fiyatlarýna eþitlenmesini
engeller ve mutlak ranta elkoyacak olursa, bu mutlak rant, tarýmsal
ürünlerin deðerinin, üretim-fiyatlarý üzerindeki fazlalýðý ile, yani bu ürün-
lerin içerdiði ve genel kâr oraný ile kapitalistlere saðlanan kâr oraný üze-
rindeki artý-deðer fazlalýðý ile sýnýrlýdýr. Demek ki, bu fark, rantýn sýnýrýný
oluþturur ve önceki gibi, metalarýn içerdiði belirli artý-deðerin yalnýzca
belirli bir kýsmýdýr.
En sonu, eðer artý-deðerin ortalama kâr halinde eþitlenmesi, çeþitli
üretim alanlarýnda, yapay ya da doðal tekeller þeklinde ve özellikle to-
prak mülkiyetinde tekel þeklinde engellerle karþýlaþýr ve bu tekel sonu-
cu, üretim-fiyatý ve metalarýn deðerinin üzerine yükselen bir tekel fiyatý
oluþursa, metalarýn deðeri tarafýndan konulan sýnýrlar böylece ortadan
kalkmýþ olmaz. Belirli metalarýn tekel fiyatý, yalnýzca, diðer meta üretici-
lerinin kârlarýnýn bir kýsmýný, tekel fiyatýna sahip metalara aktarmýþ olur.
Artý-deðerin çeþitli üretim alanlarý arasýndaki daðýlýmýnda dolaylý bir ye-
rel dengesizlik ortaya çýkar, ama bu durum, bu artý-deðerin sýnýrýný
deðiþtir-mez. Tekel fiyatýna sahip metaýn, emekçinin gerekli tüketimine
girmesi halinde, iþçinin, emek-gücünün deðerini eskisi gibi aldýðý var-
sayýlýrsa, bu ücreti artýrarak artý-deðeri küçültmüþ olur. Ücretleri emek-
gücünün [sayfa 755] deðerinin altýna düþürebilir, ama bu, ancak, ücretlerin,
kendi fiziksel asgarisinin sýnýrlarýný aþmasý ölçüsünde olur. Bu durumda
* Adolphe Quetelet (1796,-1874), Belçika’lý matematikçi. Ýlgi alaný içine istatistik yöntemlerini
toplumsal görüngülere uygulamakta giriyordu. Bu konudaki yapýtý, On Man and the Development
of his Faculties, ilk kez 1835’de basýldý ve zamanýnda bayaðý ün kazandý. Marx’ýn, birkaç yerdeki
kýsa deðinmelerinden anlaþýldýðý kadarýyla Quetelet’e karþý tavrý oldukça ilginç ve karakteristiktir.
Quetelet, düzenliliklerin toplumsal görüngülerde anlamlý ama özellikle belirleyici olmadýðýný
göstermek istemiþtir. -Ed.

752 Karl Marks


Kapital III
tekel fiyatý, gerçek ücretlerden (yani emekçinin ayný emek miktarý için
aldýðý kullaným-deðerleri kitlesi) ve öteki kapitalistlerin kârýndan yapýlan
bir indirimle ödenebilir. Tekel fiyatýnýn, hangi sýnýrlar içersinde metalarýn
normal fiyat düzenlemesini etkileyebileceði saðlam bir biçimde sap-
tanabilir ve doðru olarak hesaplanabilir.
Metalarýn yeni eklenen deðerin bölünmesinin, ve genellikle, deðe-
rin gelire ayrýþabilmesinin, belirli ve düzenleyici sýnýrlarýnýn, gerekli-emek
ile artý-emek, ücretler ile artý-deðer arasýndaki oranda bulmasý gibi, artý-
deðerin kendisinin, kâr ve toprak rantýna bölünmesi de, kendi sýnýrlarýný,
kâr oranýnýn eþitlenmesini düzenleyen yasalarda bulur. Faiz ve giriþim
kârýna bölünme bakýmýndan, ortalama kârýn kendisi, bir arada her ikisi
için de sýnýr oluþturur. Bunlarýn kendi aralarýnda ikiye bölünebilecekleri,
ve ancak bu þekilde bulunabilecekleri, belli bir deðer büyüklüðünü sað-
lar. Bu bölünmenin kesin oraný burada raslantýya baðlýdýr, yani sýrf reka-
bet koþullarýyla belirlenen bir orandýr. Diðer durumlarda, arz ile talep
arasýndaki dengelenme, piyasa-fiyatlarýnýn, düzenleyici ortalama fiyat-
lardan gösterdiði sapmalarýn yok edilmesine, yani rekabetin etkisinin
ortadan kalkmasýna eþdeðer olduðu halde, burada o, yalnýzca biricik
belirleyicidir. Ama niçin? Çünkü, ayný üretim etmeni, sermaye, kendi
artý-deðer payýný, ayný üretim etmeninin iki sahibi arasýnda bölüþtürmek
zorundadýr. Ne var ki burada, ortalama kârýn bölünmesi için kesin ve
düzenli bir sýnýr bulunmamasý olgusu, meta-deðerin bir parçasý olarak
sýnýrýný ortadan kaldýrmaz; týpký, belli bir iþ yapan iki ortaðýn, çeþitli dýþ
koþullar nedeniyle kârlarýný eþit olmayan biçimde bölüþmelerinin, bu
kârýn sýnýrlarýný herhangi bir þekilde etkileyemeyeceði gibi.
Þu halde, meta-deðerin, yeni emeðin üretim araçlarýnýn deðerine
eklediði kýsmýnda somutlaþan parçasý, gelir þeklinde birbirinden baðým-
sýz biçimlere giren çeþitli kýsýmlara ayrýlmakla birlikte, ücretlerin, kârýn
ve rantýn, þimdi, bunlar bir araya geldiðinde ya da hep birlikte alýndýkla-
rýnda, metalarýn kendilerinin, düzenleyici fiyatlarýnýn (doðal fiyat, prix
necessaire) kaynaðý olan, oluþturucu öðeler olarak düþünülmesi için her-
hangi bir neden yoktur; dolayýsýyla, yukardaki üç kýsma bölen ilk birim,
deðerin deðiþmeyen kýsmý düþüldükten sonra meta-deðer olmayýp, ter-
sine, bu üç kýsmýn herbirinin fiyatý önce birbirinden baðýmsýz olarak
belirlenir ve sonra da metalarýn fiyatý, bu üç baðýmsýz büyüklük bir araya
toplanarak ortaya çýkmýþ olur. Gerçekte meta-deðer, ücretlerin, kârýn ve
rantýn, –bunlarýn nispi büyüklükleri ne olursa olsun– toplam deðerlerini
gösteren miktardan önce de vardýr. Yukardaki yanlýþ anlayýþta, ücretler,
kâr ve rant, üç baðýmsýz deðer büyüklükleridir ve toplam büyüklükleri,
meta-deðerin büyüklüðünü oluþturur, sýnýrlar ve belirler.
Ýlk bakýþta bellidir ki, ücretler, kâr ve rant, eðer metalarýn fiyatýný
oluþtursalardý, ayný þey meta-deðerin deðiþen sermaye ile artý-deðerin
[sayfa 756] somutlaþtýðý kýsmýnda olduðu kadar, deðiþmeyen kýsmý için de
geçerli olurdu. Dolayýsýyla, bu deðiþmeyen kýsým burada hiç dikkate

Karl Marks 753


Kapital III
alýnmayabilirdi, çünkü, bu kýsmý oluþturan metalarýn deðeri de ayný
þekilde kendisini, ücretler, kâr ve rantýn deðerlerinin toplamýna ayrýþtýrýrdý.
Bu anlayýþ, daha önce de belirtildiði gibi bu haliyle, böyle bir deðiþmeyen
deðer kýsmýnýn kendi varlýðýný bile yadsýmýþ oluyor.
Üstelik, böylece, deðer de bütün anlamýný yitirmiþ oluyor. Yalnýz-
ca geriye, emek-gücü, sermaye ve toprak sahibine, belli bir miktar para
ödendiði anlamýna gelen bir fiyat kavramý kalýyor. Ama para nedir? Para
bir nesne deðil, deðerin belli bir biçimidir ve dolayýsýyla da deðer, gene
öngörülmüþ oluyor. Diyelim ki, bu üretim öðeleri için, belli bir miktar
altýn ya da gümüþ ödensin, ya da zihnen bunlara eþitlensin. Ama altýn ve
gümüþün (ve aydýnlanmýþ iktisatçýlar bu buluþtan gurur duyarlar) kendi-
si, öteki bütün metalar gibi birer metadýrlar. Bu nedenle de, altýn ile
gümüþün fiyatý da, bunlar gibi, ücretler, kâr ve rant ile belirlenir. Ýþte bu
yüzden, ücretler ile kâr ve rantý, belli bir miktar altýn ile gümüþe eþitleyerek
belirleyemeyiz, çünkü eþdeðerleri olarak deðerlendirme yapacaðýmýz
bu altýn ile gümüþün, önce, altýn ve gümüþten baðýmsýz olarak, yani de-
ðeri, yukardaki üç etmenin ürünü olan herhangi bir metaýn deðerinden
baðýmsýz olarak, bunlar tarafýndan belirlenmeleri gerekir. Þu halde, ücret-
ler ile kâr ve rantýn deðeri, belli bir miktar altýn ve gümüþe eþdeðer ol-
malarýndan ibarettir demek, yalnýzca bunlarýn belli bir miktar ücretle,
kâra ve ranta eþit olduklarýný söylemek demektir.
Önce ücretleri alalým. Çünkü, soruna bu açýdan bile bakýlsa, eme-
ðin çýkýþ noktasý yapýlmasý gerekliliði vardýr. Bu durumda, ücretlerin dü-
zenleyici fiyatý, çevresinde, piyasa-fiyatlarýnýn dalgalandýðý bu fiyat nasýl
belirlenecektir?
Diyelim ki bu fiyat, emek-gücünün arz ve talebi ile belirlenmekte-
dir. Ama bu ne tür bir emek-gücü talebidir? Bu, sermaye tarafýndan ya-
pýlan bir taleptir. Böylece, emeðe olan talep, sermaye arzý ile ayný þey
oluyor. Sermaye arzýndan sözedebilmek için, her þeyden önce sermay-
enin ne olduðunu bilmemiz gerekir. Sermaye neden ibarettir? En basit
yönüyle alýnýrsa, para ve metalardan ibarettir. Ama para, yalnýzca bir
meta-biçimidir. Öyleyse sermaye metalardan ibarettir. Oysa, metalarýn
deðeri, varsayýmýmýza göre, her þeyden önce, metalarý üreten emeðin
fiyatýyla, ücretlerle belirlenir. Ücretler, burada, bir önkoþul olarak kabul
edilmiþtir ve metalarýn fiyatýný oluþturan bir öðe olarak kabul edilmiþtir.
Bu fiyatýn, öyleyse, mevcut emeðin sermayeye oraný ile belirlenmesi
gerekiyor demektir. Sermayenin fiyatýnýn kendisi, onu oluþturan metala-
rýn fiyatýna eþittir. Sermayenin emeðe olan talebi, sermayenin arzýna
eþittir. Ve, sermayenin arzý, belli fiyatta bir metalar kitlesinin arzýna eþit
olup, bu fiyat önce emeðin arzý ile düzenlenir ve emeðin fiyatý ise, meta-
fiyatýn emeði karþýlýðý emekçiye verilen deðiþen sermayeyi oluþturan
kýsmýna eþittir; bu deðiþen sermayeyi oluþturan metalarýn fiyatý ise, gene,
baþlýca, [sayfa 757] emeðin fiyatý ile belirlenir; çünkü bu, ücretlerin fiyatlarý,
kâr ve rantla belirlenmektedir. Ücretleri belirlemek için, bu nedenle biz,

754 Karl Marks


Kapital III
sermayeyi çýkýþ noktasý olarak alamayýz, çünkü sermayenin kendisinin
deðeri kýsmen ücretler ile belirlenmektedir.
Üstelik, rekabeti bu iþin içersine karýþtýrmak hiç bir þeyi çözümle-
mez. Rekabet, emeðin piyasa-fiyatýný yükseltir ya da düþürür. Ama eme-
ðin arzý ile talebinin dengede olduðunu varsayalým. O zaman ücretler
nasýl belirlenecektir? Rekabet ile. Ama daha þimdi, rekabetin belirleyici
bir etmen olmaktan çýktýðýný, etkisinin, karþýlýklý iki zýt güç arasýndaki
denge nedeniyle ortadan kalktýðýný kabul etmiþtik. Gerçekte bizim bul-
mak istediðimiz, ücretlerin doðal fiyatý, yani rekabet tarafýndan düzenle-
nen emek fiyatý deðil, tersine, rekabeti düzenleyen emek fiyatýdýr.
Geriye, yalnýzca, emeðin zorunlu (necessary) fiyatýnýn, emekçinin
gerekli (necessary) geçim araçlarý ile belirlenmesi kalýyor. Ama bu geçim
araçlarý da, bir fiyatý olan metalardýr. Bu nedenle, emeðin fiyatý, gerekli
geçim araçlarýyla, geçim araçlarýnýn fiyatý da, öteki bütün metalar gibi
birincil olarak, emeðin fiyatý ile belirlenir. Þu halde, geçim araçlarýnýn
fiyatý ile belirlenen emeðin fiyatý, emeðin fiyatý ile belirlenir. Emeðin fi-
yatý, kendisi ile belirlenir. Baþka bir deyiþle, biz emeðin fiyatýnýn nasýl
belirlendiðini bilmiyoruz. Öyleyse emeðin genel bir fiyatý vardýr, çünkü o,
bir meta olarak kabul edilmiþtir. Bunun için, emeðin fiyatýndan sözede-
bilmek için, önce bizim genel olarak fiyatýn ne olduðunu bilmemiz gere-
kir. Ama biz, bu þekilde, genel olarak fiyatýn ne olduðunu hiç bir zaman
öðrenemeyiz.
Gene de biz, emeðin zorunlu fiyatýnýn bu uygun biçimde belirlen-
diðini varsayalým. Bu sefer de, ortalama kâr, metalarýn fiyatýnda ikinci
öðeyi oluþturan, normal koþullar altýnda her sermayenin kârý nasýl belir-
lenecek? Ortalama kârýn, ortalama kâr oraný ile belirlenmesi gerekir,
ama bu oran nasýl belirlenecek? Kapitalistler arasýndaki rekabet ile mi?
Ama rekabet de zaten kârýn varlýðýný öngörüyor. Rekabet, çeþitli kâr
oranlarýný, ve dolayýsýyla –ayný ya da farklý üretim alanlarýnda– çeþitli
kârlarý öngörüyor. Rekabet, ancak, metalarýn fiyatlarýný etkilediði ölçüde
kâr oranýný etkileyebilir. O, ancak, ayný üretim alanýndaki üreticileri, me-
talarýný ayný fiyata satmaya, farklý üretim alanlarýnda metalarýný, ayný kârý
getirecek fiyatlara, ücretler tarafýndan zaten kýsmen belirlenmiþ bulunan
meta-fiyatlarýna, ayný oranda yapýlan eklerle satmaya zorlar. Demek ki,
rekabet, ancak, kâr oranýndaki eþitsizlikleri eþitleyebilir. Eþit olmayan
kâr oranlarýnýn eþitlenmesi için kârýn, metalarýn fiyatýnda, bir öðe olarak
varolmasý gerekir. Rekabet bunu yaratamaz. Düzeyini düþürür ya da
yükseltir, ama eþitlenmeye ulaþýldýðý anda kurulmuþ bulunan bu düzeyi
yaratmaz. Ve biz, zorunlu bir kâr oranýndan sözettiðimiz zaman, bilmek
istediðimiz þey, yalnýzca, rekabet hareketlerinden baðýmsýz kâr oranýdýr,
ve bu kâr oraný rekabetin kendisini düzenler. Rakip kapitalistler arasýnda
bir kuvvet dengesi olduðu zaman, ortalama, kâr oraný da kurulmuþ [sayfa
758] olur. Rekabet bu dengeyi kurabilir, ama bu denge ile kendisini gö-
steren kâr oranýný kuramaz. Bu denge kurulduðunda genel kâr oraný

Karl Marks 755


Kapital III
þimdi niçin %10, %20 ya da %100’dür? Rekabet nedeniyle mi’? Hayýr
tersine, rekabet, %10, 20 ya da %100’den sapmalarý yaratan nedenleri
ortadan kaldýrmýþtýr. Her sermayenin kendi büyüklüðü ile orantýlý olarak
ayný kârý saðlayacaðý bir meta-fiyatý meydana getirmiþtir. Bununla birlik-
te, bu kârýn büyüklüðü, rekabetten baðýmsýzdýr. Rekabet yalnýzca, tekrar
tekrar bütün sapmalarý bu büyüklüðe indirger. Bir kimse bir baþkasý ile
rekabet eder ve rekabet onu, metalarým, ötekiyle ayný fiyata satmaya
zorlar. Ama niçin bu fiyat, 10, 20 ya da 100’dür?
Þu halde geriye, yalnýzca, kâr oranýnýn ve dolayýsýyla kârýn, açýkla-
namaz bir biçimde, bu noktaya kadar ücretlerle belirlenen, metalarýn
fiyatlarýna eklenen belirli bir fazlalýðý olgusunu ilan etmek kalýyor. Reka-
betin bize anlattýðý tek þey, bu kâr oranýnýn, veri olan bir büyüklük olmasý
gerektiðidir. Ama biz, bunu, daha önceden, genel kâr oraný ve kârýn
“zorunlu fiyatýný ele aldýðýmýz zaman da biliyorduk.
Toprak rantý konusunda da, saçma iþi yeni baþtan yinelemeye
çalýþmanýn hiç bir gereði yoktur. Bunu yapmadan, insan azçok tutarlý bir
ele alýþla, rekabetin, kâr ile rantý sýrf, metalarýn fiyatýna, birincil olarak
ücretlerle belirlenen bir fiyata, anlaþýlmaz yasalar ile eklenen belirli bir
fazlalýk olarak göstereceði sonucuna varabilir. Kýsacasý, rekabet, iktisatçýla-
rýn bütün anlamsýz düþüncelerini açýklamak sorumluluðunu yüklenmek
zorunda kalýyor, oysa aslýnda, rekabeti açýklamak zorunda olanlar bu
iktisatçýlarýn kendileridir.
Þimdi, burada, kâr ile rantýn dolaþýmdan doðduðu, yani satýþtan
ileri gelen fiyat öðeleri olduðu hayali bir yana býrakýlýrsa, –çünkü dolaþým,
önceden almadýðý bir þeyi hiç bir zaman geri veremez– sonuç yalnýzca
þuna indirgenmiþ olur:
Ücretlerde belirlenen metaýn fiyatýnýn = 100 olduðunu, ücretler
üzerinden kâr oranýnýn %10 ve rantýn %15 olduðunu kabul edelim. Bu
durumda, ücretler, kâr ve rantýn toplamý ile belirlenen meta-fiyatý = 125
olur. Bu ek 25, metaýn satýþýndan doðmuþ olamaz. Çünkü, birbirine meta
satan herkes, ücret olarak 100’e malolan þeyi 125’e satmaktadýr; bu,
hepsinin de malýný 100’e satmasý ile ayný þeydir. Þu halde, bu iþlemin,
dolaþým sürecinin dýþýnda incelenmesi gerekir.
Eðer þimdi 125’e malolan metaýn kendisini üç kiþi paylaþsa –
kapitalist önce metaý 125’e satsa ve 100 emekçiye ödese, 10 kendisi
alsa ve15 de toprak sahibine verse, durumda herhangi bir deðiþiklik
olmaz– emekçi deðerin ve ürünün 4/5 = 100'ünü alýr. Kapitalist, deðerin
ve ürünün 2/25’ini ve toprak sahibi de 3/25'ünü alýr. Kapitalist 100 yerine
125’e sat-týðýna göre, emekçiye emeðinin somutlaþtýðý ürünün yalnýz 4/
5
'ünü verir. Þu halde, iþçiye 80 verse ve 20 alýkoysa –bunun 8’i kendisine,
12’si toprak sahibine düþer– durum gene ayný olurdu. Bu durumda,
metaý, deðeri üzerinden satmýþ olurdu, çünkü gerçekte, fiyata yapýlan
ekler,[sayfa 759] metaýn deðerinden baðýmsýz artýþlarý temsil eder ve bu
deðer, yukar-daki varsayýma göre, ücretlerin deðeri ile belirlenir. Bu,

756 Karl Marks


Kapital III
dolaþýk bir yoldan þunu söylemek demektir: bu anlayýþa göre, “ücretler”
deyimi, burada 100, ürünün deðeri demektir, yani kendisinde bu belli
miktarda emeðin temsil edildiði bir miktar para demektir; ne var ki, bu
deðerin kendisi de, gerçek ücretten farklýdýr ve dolayýsýyla geriye bir
fazlalýk býrakýr. Ama burada fazlalýk, fiyata nominal bir ek ile
gerçekleþmiþtir. Dolayýsýyla da, ücretler eðer 100 yerine 110’a eþit olsay-
dý, kârýn = 11 ve toprak-rantýnýn = 16½ olmasý gerekir ve metaýn fiyatý
da = 137½ olurdu. Böylece oranlar deðiþmeden kalýrdý. Ama bölünme,
daima, ücretlere, belirli yüzdelerde nominal bir ekleme yapýlarak sað-
landýðý için, fiyat, ücretlerle yükselir ve düþer. Ücretler burada önce me-
taýn deðerine eþitlenmiþ, sonra tekrar ondan ayrýlmýþtýr. Aslýnda bu,
dolambaçlý ve anlamsýz bir yoldan þunu söylemeye varýr: metalarýn deð-
eri, içerdiði emek miktarý ile belirlenir, oysa ücretlerin deðeri, gerekli
geçim araçlarýnýn fiyatý ile belirlenir ve üc-retlerin üzerindeki deðer faz-
lasý da kâr ve rantý oluþturur.
Üretimlerinde kullanýlan üretim araçlarýnýn deðerini düþtükten son-
ra, metalarýn deðerinin parçalara ayrýlmasý; üretilen metalara katýlmýþ
bulunan emek miktarý ile belirlenen bu belli deðer kitlelerinin, baðýmsýz
ve birbirleriyle baðlantýsýz gelir biçimlerine giren üç öðeye, ücretlere, kâ-
ra ve ranta ayrýlmasý – iþte bu parçalara bölünme iþlemi, kapitalist üreti-
min yüzeyinde çarpýk bir biçimde kendisini gösterdiði gibi, dolayýsýyla
da, bu üretim tarzýný yürüten ve onun tutsaðý olanlarýn kafalarýnda da
ayný þekilde yansýr.
Bir metaýn toplam deðerinin = 300 olduðunu ve bunun 200'ünün,
üretiminde tüketilen, üretim araçlarýnýn deðeri ya da deðiþmeyen ser-
mayenin öðeleri olduðunu kabul edelim. Böylece geriye, üretim süreci
sýrasýnda metaya yeni eklenen deðer olarak 100 kalýr. Bu 100 tutarýndaki
yeni deðer, üç gelir biçimi altýnda bölüþülecek olan þeyin hepsidir. Ücret-
lere = x, kâra = y ve ranta = z dersek, x + y + z, örneðimizde daima =
100 olacaktýr. Ama sanayicilere, tüccarlara, bankerlere ve bir de kaba
iktisatçýlara bu tamamen farklý görünür. Bunlar için, üretiminde tüketi-
len üretim araçlarýnýn deðeri düþüldükten sonra, metaýn deðeri veri olan
= 100 deðildir ve sonra da bu 100, x, y ve z’ye bölünmektedir. Metaýn
fiyatý, düpedüz, ücretlerin deðeri ile, kârýn deðeri ve rantýn deðerinden
oluþmakta ve bu deðerler, hem metaýn ve hem de birbirlerinin deðerle-
rinden baðýmsýz olarak belirlenmekte, x, y ve z’nin herbiri veri ve baðým-
sýz belirlenmekte, ve ancak, 100’den küçük ya da büyük olabilecek bu
büyüklüklerin toplamýndan, bu deðer öðelerini biraraya toplayarak, me-
taýn deðeri elde olunmaktadýr. Bu quid pro quo kaçýnýlmazdýr, çünkü:
Birinci olarak: Metaýn deðerini oluþturan üç öðe, birbiriyle iliþkisi
bakýmýndan baðýmsýz gelirler olarak görünür ve böylece, birbiriyle hiç
benzerlikleri olmayan üç üretim etmenine, emeðe, sermayeye ve top-
raða baðlanýrlar ve dolayýsýyla da bunlardan doðuyormuþ gibi görünür-
ler. [sayfa 760] Emek-gücü, sermaye ve toprak sahipliði, metalarýn, bunlarýn

Karl Marks 757


Kapital III
sahiplerinin payýna düþen çeþitli deðer öðelerinin nedenleridir, ve dola-
yýsýyla, kendilerini bunlar için gelire dönüþtürmüþlerdir. Ne var ki, deðer,
gelire dönüþmekten doðmaz; deðerin gelire çevrilebilmesinden önce,
bu biçimi alabilmesinden önce, varolmasý gerekir. Bunun tersinin doðru
olduðu yanýlsamasý, bu üç öðenin birbirleriyle baðýntýsý bakýmýndan nispi
büyüklüklerinin farklý yasalara göre belirlendiði ve bunlarýn, metalarýn
kendi deðerleriyle baðlantýlarýnýn ve bu deðerlerle sýnýrlandýrýlmalarýnýn
kendilerini yüzeyde hiç açýða vurmamalarýyla desteklenmektedir.
Ýkinci olarak : Ücretlerde genel bir yükselme ya da düþmenin,
genel kâr oranýnda zýt yönde bir harekete yolaçarak –diðer koþullar ayný
kalmak kaydýyla– o üretim alanýndaki sermayenin ortalama bileþimine
baðlý olarak, çeþitli metalarýn üretim-fiyatlarýný deðiþtirdiðini, yani bazýla-
rýný yükselttiðini ve bazýlarýný da düþürdüðünü görmüþ bulunuyoruz. Þu
halde, deneyim burada gösteriyor ki, hiç deðilse bazý üretim alanlarýnda,
bir metaýn ortalama fiyatý, ücretler yükseldiði için yükselmekte, düþtüðü
için düþmektedir. Ama bu “deneyim”, ücretlerden baðýmsýz olan meta
deðerinin gizlice bu deðiþmeleri düzenlediðini göstermemektedir. Bu-
nunla birlikte, eðer ücretlerdeki yükselme yerel ise ve yalnýz belli bir
üretim alanýnda özel koþullarýn sonucu olarak yer almýþ ise, bu metala-
rýn fiyatlarýnda buna tekabül eden nominal bir yükselme olabilir. Bir tür
metaýn nispi deðerindeki, ücretlerin ayný kaldýðý diðer türlere göre görü-
len bu yükselme, bu durumda yalnýzca artý-deðerin çeþitli üretim alanla-
rý arasýnda tekdüze daðýlýmýnda yerel olarak görülen bu bozukluða karþý
bir tepki, özel kâr oranlarýnýn, genel kâr oranýna eþitlenmesinin bir aracý-
dýr. “Deneyim” bu durumda da gene ücretlerin, fiyatý belirlediðini gös-
termektedir. Böylece, bu her iki durumda da deneyim, ücretlerin, meta-fi-
yatlarýný belirlediðini göstermektedir. Ama “deneyim”, bu iç baðýntýnýn
gizli nedenini göstermemektedir. Üstelik: emeðin ortalama fiyatý, yani
emek-gücünün deðeri, gerekli geçim araçlarýnýn üretim-fiyatý ile belirle-
nir. Bu ikincisi yükselir ya da düþerse, ilki de buna baðlý olarak yükselir
ya da düþer. Böylece, deneyim, gene, ücretler ile metalarýn fiyatlarý arasýn-
da bir baðýn varlýðýný göstermektedir. Ne var ki, bazan neden, sonuç, so-
nuç da neden gibi görünebilir; týpký piyasa-fiyatý hareketlerinde, gönenç
dönemlerinde ücretlerin kendi ortalamasýnýn üzerine yükselmesinin, pi-
yasa-fiyatlarýnýn, üretim-fiyatlarýnýn üzerine yükselmesine ve ardýndan
da ücretlerin, kendi ortalamasýnýn altýna düþmesinin, piyasa-fiyatlarýnýn,
üretim-fiyatlarýnýn altýna düþmesine tekabül etmesi gibi. Üretim-fiyatla-
rýnýn, metalarýn deðerlerine tabi olmalarýna, piyasa-fiyatlarýnýn dolanan
hareketleri dýþýnda, ücretler yükseldiðinde, kâr oranýnýn düþmesi, ücret-
ler düþtüðünde, kâr oranýnýn yükselmesi deneyiminin daima prima fa-
cie tekabül etmesi gerekirdi. Ama görmüþ olduðumuz gibi, kâr oraný,
ücret hareketlerinden baðýmsýz olarak, deðiþmeyen sermayenin deðe-
rindeki hareketlerle belirlenebilir; þu halde, ücretler ile kâr oraný, [sayfa 761]
ters yönde hareket edecek yerde, ayný yönde hareket edebilir, birlikte

758 Karl Marks


Kapital III
yükselir ya da düþebilir. Artý-deðer oraný kâr oraný ile doðrudan çakýþýr
olsaydý, bu olanaksýz bir þey olurdu, Bunun gibi, ücretler, geçim araçla-
rýnýn fiyatlarýndaki artma nedeniyle yükselse bile, kâr oraný, emeðin yo-
ðunluðundaki artýþ ya da iþgünündeki uzama nedeniyle ayný kalabilir ya
da hatta yükselebilir. Ýþte bütün bu deneyimler, deðer öðelerinin baðým-
sýz ve çarpýtýlmýþ biçimlerinin yarattýðý yanýlsamayý, yani ya ücretlerin tek
baþýna, ya da ücretler ile kârýn bir arada metalarýn deðerlerini belirle-
dikleri yanýlsamasýný desteklemektedir. Bir kez böyle bir yanýlsama, ücret-
ler bakýmýndan ortaya çýktý mý, bir kez, emeðin fiyatý ile, emeðin yarattýðý
deðer çakýþýr gibi görünürse ayný þey otomatik olarak kâr ve ranta da uy-
gulanýr. Bunlarýn fiyatýnýn, yani bunlarýn para-ifadelerinin artýk, emekten
ve emeðin yarattýðý deðerden baðýmsýz olarak saptanmasý zorunlu hale
gelmiþ olur.
Üçüncü olarak: Diyelim ki, doðrudan deneyimlere göre, bir me-
taýn deðerleri ya da –yalnýzca bu deðerlerden baðýmsýzmýþ gibi görü-
nen– üretim-fiyatlarý, piyasa-fiyatýndaki sürekli dalgalanmalarýn devamlý
telafisi yoluyla düzenleyici ortalama fiyatlar þeklinde egemen olmak ye-
rine, metaýn piyasa-fiyatlarýyla daima çakýþsýn. Ayrýca, gene diyelim ki,
yeniden-üretim, daima ayný deðiþmeyen koþullar altýnda yapýlsýn, yani
emeðin üretkenliði, sermayenin bütün öðelerinde ayný kalsýn. En sonu,
diyelim ki, meta-ürünün, yeni bir emek miktarýnýn –yani yeni üretilen bir
deðerin– üretim araçlarýnýn deðerine eklenmesiyle oluþan deðer öðesi,
daima deðiþmeyen oranlarda, ücretlere, kâr ve ranta bölünsün ve böyle-
ce, fiilen ödenen ücret daima doðrudan doðruya, emek-gücünün deðeri
ile; fiilen gerekleþen kâr, toplam artý-deðerin, ortalama kâr oraný gere-
ðince, toplam sermayenin her baðýmsýz iþlev yapan kýsmýnýn payýna düþen
kýsmý ile çakýþsýn; ve fiili rant, daima, bu esasa göre toprak rantýnýn
normal olarak içersinde kaldýðý çerçeve ile sýnýrlý olsun. Kýsacasý, top-
lumsal olarak üretilen deðerlerin bölünmesinin ve üretim-fiyatlarýnýn dü-
zenlenmesinin, kapitalist esasa göre yer aldýðýný, ama rekabetin iþe
karýþmadýðýný varsayalým.
Bu varsayýmlar altýnda, yani metalarýn deðeri deðiþmese ve böyle
görünse; meta-ürünün kendisini gelirlere ayrýþtýran deðer öðesi, deðiþ-
meyen bir büyüklük olarak kalsa ve daima böyle görünse; ve en sonu,
bu veri olan ve deðiþmeyen deðer öðesi daima deðiþmeyen olarak,
ücretlere, kâr ve ranta bölünse –bütün bu varsayýmlar altýnda bile, ger-
çek hareket, zorunlu olarak ters bir biçimde görünür-; önceden veri olan
bir deðerin, karþýlýklý baðýmsýz deðer biçimlerine bürünen üç kýsma ay-
rýlmasý þeklinde deðil de, tam tersine, bu deðerin, baðýmsýz ve herbirisi
kendi baþýna belirlenmiþ öðelerin –ücretler ile kâr ve toprak rantýnýn–
toplamýndan oluþmasý þeklinde görünür. Bu yanýlsama zorunlu olarak
ortaya çýkar, çünkü, bireysel sermayelerin ve bunlarýn ürettikleri metala-
rýn gerçek hareketlerinde, metalarýn deðerinin bölünmesi, bu bölünme-
nin [sayfa 762] önkoþulu olarak deðil de, tersine, bu deðerin bölündüðü

Karl Marks 759


Kapital III
öðeler, metalarýn deðerinin önkoþulu olarak görünür. Önce, görmüþ ol-
duðumuz gibi, her kapitaliste, metalarýn maliyet-fiyatý, belli bir büyüklük
olarak görünür, ve gerçek üretim-fiyatýnda da böyle görünmeye devam
eder. Ne var ki, maliyet-fiyatý, deðiþmeyen sermayenin deðerine, yatýrý-
lan üretim araçlarýna, artý, emek-gücünün deðerine eþittir; ama bu deð-
er, üretimi yürüten kapitaliste, emeðin fiyatýnýn irrasyonel biçiminde
görünür, böylece ücretler de ayný anda, emekçinin geliri þeklinde görünür.
Emeðin ortalama fiyatý, veri olan bir büyüklüktür, çünkü, emek-gücünün
deðeri, herhangi bir meta gibi, yeniden-üretimi için zorunlu gerekli emek-
zamaný ile belirlenir. Ama, metalarýn deðerinin ücretlerde somutlaþan
kýsmýna gelince, bu ücret biçimine o, kapitalistin emekçiye, kendi ürü-
nünden düþen payý ücret biçiminde vermiþ olmasýndan girmez, emekçi
kendi ücretleri için bir eþdeðer ürettiði için o, bu biçimi alýr: yani emekçi-
nin, günlük ya da yýllýk emeðinin bir kýsmý, emek-gücünün fiyatýnýn içer-
diði deðeri üretir. Þu da var ki, ücretler, kendisine tekabül eden eþdeðer
üretilmeden önce, bir sözleþme ile saptanýr. Meta ve metaýn deðeri henüz
üretilmeden önce büyüklüðü veri olan bir fiyat öðesi olarak, maliyet-
fiyatýnýn bir kýsmý olarak ücretler, dolayýsýyla, metaýn toplam deðerinden
baðýmsýz bir biçimde kendisini ayýran bir kýsým olarak deðil, tersine, bu
deðeri önceden belirleyen belli bir büyüklük, yani fiyat ve deðerin yaratý-
cýsý olarak görünür. Metalarýn maliyet-fiyatýnda ücretlerin oynadýðý bu
role benzer bir rolü, ortalama kâr, metalarýn üretim-fiyatlarýnda oynar,
çünkü üretim-fiyatý, maliyet-fiyatý, artý, yatýrýlan sermaye üzerinden orta-
lama kâra eþittir. Bu ortalama kâr, kapitalistin kafasýnda ve hesabýnda,
pratikte yalnýzca sermayelerin bir yatýrým alanýndan bir baþkasýna akta-
rýlmasýný belirlemesi bakýmýndan düzenleyici bir öðe olarak görünmekle
kalmaz, ayrýca, onun için, uzun dönemleri içersine alan yeniden-üretim
sürecini kapsayan bütün satýþ ve sözleþmelerde belirleyici bir öðeyi de
temsil eder. Ama böyle düþünüldüðü sürece o, önceden varolan bir bü-
yüklük olup, gerçekte, herhangi belli bir üretim alanýnda üretilen deðer
ve artý-deðerden baðýmsýzdýr ve dolayýsýyla da her üretim alanýna yatý-
rýlan bütün bireysel sermayeler için bu hatta daha da fazla geçerlidir.
Deðerin bölünmesinin bir sonucu olarak görünmekten çok, o kendisini
metalarýn üretim sürecinde önceden varolduðu gibi bizzat metalarýn
ortalama fiyatýnýn belirleyicisi, deðerin yaratýcýsý olarak görünür. Gerçek-
ten de artý-deðer, çeþitli kýsýmlarýnýn, karþýlýklý ve tamamen birbirinden
baðýmsýz biçimlere ayrýlmasý nedeniyle, daha da somut bir þekilde, meta-
deðerin yaratýlmasý için bir önkoþul olarak görünür. Ortalama kârýn bir
kýsmý, iþlev yapan kapitalistin karþýsýna, metalarýn üretiminden ve deðe-
rinden önce varolduðu kabul edilen baðýmsýz bir öðe olarak, faiz biçimi
içersinde çýkar. Faizin büyüklüðü ne kadar fazla dalgalanýrsa dalgalansýn,
her an ve her kapitalist için, bireysel kapitalist olarak ürettiði metalarýn
maliyet-fiyatýna giren belli bir büyüklüktür. Ayný rolü, tarýmsal [sayfa 763]
kapitalistler için, sözleþmeyle saptanan kira parasý biçiminde, öteki iþ-

760 Karl Marks


Kapital III
adamlarý için iþyerlerine ait kira biçiminde toprak rantý oynar. Artý-deðe-
rin bölündüðü bu parçalar, bireysel kapitalist için maliyet-fiyatýnýn öðele-
ri olarak veri olduðu için, tersine, artý-deðerin yaratýcýlarý olarak görünür;
týpký, ücretlerin, öteki kýsmýnýn yaratýcýlarý olmasý gibi, metalarýn fiyatýnýn
bir kýsmýnýn yaratýcýlarý olarak görünür. Meta-deðerin parçalanmasý ile
ortaya çýkan bu ürünlerin, daima deðer oluþumunun bir önkoþulu gibi
görünmesinin sýrrý gayet basittir; kapitalist üretim tarzý, öteki üretim tarz-
larý gibi, yalnýz maddi ürünleri sürekli yeniden üretmekle kalmaz, ayný
zamanda, toplumsal ve ekonomik iliþkileri kendisine özgü ekonomik
biçimleri de yaratýr. Ýþte bu nedenle sonuçlarý, sanki sürekli olarak ön-
gördüðü koþullar, öngördüðü koþullar da sanki onun sonuçlarý gibi gö-
rünürler. Ýþte bu, ayný iliþkilerin sürekli yeniden-üretimlerini, bireysel
kapitalist, apaçýk ve kuþkulanýlmaz bir olgu olarak kabul eder. Kapitalist
üretim tarzý böyle devam ettiði sürece, yeni eklenen emeðin bir kýsmý
kendisini devamlý ücretlere, bir baþka kýsmý kâra (faiz ve giriþim kârýna)
ve bir üçüncüsünü de ranta ayrýþtýrýr. Çeþitli üretim kurumlarý arasýndaki
sözleþmelerde bu daima varsayýlýr ve bu varsayým, nispi oranlar, tek tek
durumlarda ne derece dalgalanma gösterirse de doðrudur. Deðerin
biçimlerinin karþý karþýya geldikleri kesin biçimler, sürekli olarak yeni-
den üretildikleri için önceden varsayýlýrlar, ve sürekli olarak önceden
varsayýldýklarý için sürekli olarak yeniden-üretilirler.
Hiç kuþkusuz, deneyim ve görüngüler, þimdi, kapitalistin, deðerin
belirlenmesinde biricik etken olarak gördüðü piyasa-fiyatlarýnýn,
büyüklüklerini ilgilendirdiði kadarýyla, böyle bir bekleyiþe hiç bir þekilde
baðlý olmadýðýný, ve bunlarýn, faizin ya da rantýn yüksek ya da düþük tu-
tulmasýna tekabül etmediklerini gösterir. Ama piyasa-fiyatlarý, ancak kendi
deðiþiklikleri içersinde sabittir, ve uzun dönemler üzerinden hesaplanan
ortalamalarý, deðiþmeyen ve dolayýsýyla da son tahlilde piyasa-fiyatlarý
üzerinde egemen olan büyüklükler olarak, ücretlerin, kâr ve rantýn ayrý
ayrý ortalamalarýndan meydana gelirler.
Öte yandan, düþünülürse, þurasý da açýkça görülür ki, deðerin
üretiminde önceden varsayýldýðý ve, maliyet-fiyatý ile üretim-fiyatýnda bi-
reysel kapitalistçe varsayýldýðý gibi eðer ücretler ile kâr ve rant, deðerin
yaratýcýlarý iseler, deðeri her metaýn üretimine veri olarak giren deðiþ-
meyen kýsmýn da bir deðer yaratýcýsý olmasý gerekir. Ne var ki, sermaye-
nin bu deðiþmeyen kýsmý, metalar ve dolayýsýyla da meta-deðerler top-
lamýndan baþka bir þey deðildir. Bu durumda bizim, meta-deðerin, meta-
deðerin yaratýcýsý ve nedeni olduðu gibi saçma bir totolojiye düþmemiz
kaçýnýlmaz oluyor.
Bununla birlikte, eðer kapitalist bu konuda biraz düþünecek olsa
–ve kapitalist olarak onun düþünceleri yalnýzca kendi çýkarlarý ve kendi
çýkarlarýna dönük güdülerinin egemenliði altýndadýr– deneyimler, ona,
kendi ürettiði ürünün, sermayenin deðiþmeyen kýsmý olarak öteki [sayfa
764] üretim alanlarýna girdiðini ve öteki üretim alanlarýnýn ürünlerinin de,

Karl Marks 761


Kapital III
kendi ürününe, sermayenin deðiþmeyen kýsýmlarý olarak girdiðini gös-
terirdi. Kendi yeni üretimini ilgilendirdiði kadarýyla ek deðer, kapitaliste
göre, ücretlerin, kâr ve rantýn büyüklükleri tarafýndan oluþturulduðuna
göre, ayný þey, öteki kapitalistlerin ürünlerinden oluþan deðiþmeyen ký-
sým için de doðrudur. Ve böylece, sermayenin deðiþmeyen kýsmýnýn
fiyatý ve dolayýsýyla, metalarýn toplam deðeri, kendisini, açýklanmasý ola-
naksýz bir biçimde de olsa, son tahlilde, deðerin hepsi de farklý yasalarla
düzenlenen ve farklý kaynaklardan doðan, baðýmsýz yaratýcý öðelerinin, –
ücretler ile kâr ve rantýn– eklenmesinden meydana gelen bir deðerler
toplamýna indirgenmiþ olur.
Dördüncü olarak: Metalarýn deðerleri üzerinden satýlýp satýlma-
masýnýn, dolayýsýyla, deðerin kendisinin belirlenmesinin bireysel kapita-
list için hiç bir önemi yoktur. Bu, daha baþlangýçtan, onun ardýnda yer
alan ve onun dýþýndaki koþullarýn denetimi altýnda bulunan bir süreçtir,
çünkü, her üretim alanýnda, düzenleyici ortalama fiyatlarý oluþturan de-
ðerler deðil, farklý üretim-fiyatlarýdýr. Deðerin belirlenmesi, her özel üre-
tim alanýnda bireysel kapitalist ile sermayeyi, ancak, emeðin üretken-
liðindeki yükselme ya da düþme sonucu, metalarýn üretimi için daha az
ya da daha fazla emek gereksinmesinin, bir durumda onun, o günkü
piyasa-fiyatlarý üzerinden fazladan kâr elde etmesini saðladýðý halde, diðer
durumda, ürünün ya da bireysel metaýn bir kýsmýna daha fazla ücret,
daha fazla deðiþmeyen sermaye ve dolayýsýyla daha fazla faiz düþmesi
nedeniyle metalarýn fiyatýný yükseltmeye zorlamasý ölçüsünde ilgilendir-
ir ve etkili olur. Þu halde bu, onu, ancak, kendisi için metalarýn üretim
maliyetini yükselttiði ya da düþürdüðü ölçüde, dolayýsýyla yalnýzca, duru-
munu olaðandýþý hale getirdiði ölçüde ilgilendirir.
Buna karþýlýk, ücretler, faiz ve rant, ona, yalnýz, giriþim kârýný, iþlev
yapan kapitalist olarak kârdan payýna düþen kýsmý gerçekleþtirebileceði
fiyatýn deðil, ayný zamanda yeniden-üretimin sürekli olabilmesi için me-
talarýný satabileceði fiyatýn da sýnýrlarýný düzenleyen etmenler olarak görü-
nür. Ücretler, faiz ve rant tarafýndan belirlenen kendi maliyet-fiyatýný aþan
belirli fiyatlar üzerinden, normal ya da daha büyük bir giriþim kârýný sað-
lamasý koþuluyla, metalarýnda somutlaþmýþ deðer ve artý-deðeri satýþ yo-
luyla gerçekleþtirip gerçekleþtirmemesinin onun için hiç bir önemi yok-
tur. Sermayenin deðiþmeyen kýsmý dýþýnda, ücretler ile faiz ve kâr, ona,
iþte bu nedenle, meta-fiyatýn sýnýrlandýrýcý ve dolayýsýyla da, üretken be-
lirleyici öðeleri olarak görünürler. Örneðin, ücretleri, emek-gücünün deðe-
rinin altýna, yani normal düzeyinin altýna düþürmeyi, düþük bir faiz oranýyla
sermaye elde etmeyi, rant için normal miktarýn altýnda kira ödemeyi
becerdiði sürece, ürününü, deðerinin ya da hatta genel üretim– fiyatýnýn
altýnda satmasý ve böylece metalarýn içerdiði artý-emeðin bir kýsmýný be-
davadan elden çýkartmasý ona výz gelir. Ayný þey, sermayenin deðiþmeyen
kýsmý için de geçerlidir. Bir sanayici, diyelim, [sayfa 765] hammaddelerini
üretim-fiyatýnýn altýnda satýn alabilirse, bunu mamul üründe, üretim-fi-

762 Karl Marks


Kapital III
yatýnýn altýnda satsa bile, bu, onu zarara karþý korur. Meta-fiyatýn, öden-
mesi, bir eþdeðerle yerine konulmasý gereken öðelerini aþan fazlalýk
ayný kaldýðý ya da arttýðý takdirde, sanayicinin giriþim kârý, ayný kalýr ya
da hatta artar. Sanayicinin ürettiði metalarýn üretimine, belli fiyat bü-
yüklükleri olarak giren üretim araçlarýnýn deðeri dýþýnda bu üretime,
sýnýrlayýcý ve düzenleyici fiyat büyüklükleri olarak giren þey, ücretler ile
faiz ve ranttýr. Dolayýsýyla da bunlar, ona metalarýn fiyatýný belirleyen
öðeler gibi görünürler. Onun açýsýndan giriþim kârý, ya piyasa-fiyatlarýnýn,
rekabetin raslantýya baðlý koþullarýna uygun olarak, metalarýn yukarda
sözü edilen fiyat öðeleri tarafýndan belirlenen kendi deðerlerini aþan faz-
lalýk tarafýndan belirleniyormuþ gibi görünür; ya da, bu kârýn kendisi,
piyasa- fiyatlarý üzerinde belirleyici bir etki yaptýðý ölçüde, kendisi de,
alýcýlar ile satýcýlar arasýndaki rekabete baðlýymýþ gibi görünür.
Bireysel kapitalistler arasýndaki rekabette olduðu kadar, dünya
piyasasýndaki rekabette de, hesaplara deðiþmeyen ve düzenleyici büyük-
ler olarak giren, ücretlerin, rant ve faizin, veri olan ve varsayýlan büyüklük-
leridir; bunlar, deðiþtirilmesi olanaksýz büyüklükler anlamýnda deðil de,
her ayrý durumda veri olan ve sürekli, dalgalanmasý piyasa-fiyatlarý için
deðiþmeyen sýnýrlarý oluþturan büyüklükler anlamýnda deðiþmezdirler.
Örneðin, dünya piyasasýndaki rekabette bu, yalnýzca metalarýn o günkü
ücretler, faiz ve rant ile mi, yoksa o günkü piyasa-fiyatlarý altýnda mý, yani
karþýlýk olarak bir giriþim kârý gerçekleþtirerek mi, elveriþli bir þekilde
satýlabileceði sorunudur. Bir ülkede, ücretler ile topraðýn fiyatý düþük
olduðu halde, kapitalist üretim tarzý genellikle geliþmemiþ olduðu için,
sermaye üzerinden faiz yüksek ise, buna karþýlýk da bir baþka ülkede,
ücretler ile topraðýn fiyatý nominal olarak yüksek olduðu halde, sermaye
üzerinden faiz düþük ise, kapitalist, bir ülkede nispeten daha fazla emek
ve toprak, ötekinde nispeten daha fazla sermaye kullanýr. Bu etmenler,
bu iki kapitalist arasýnda rekabet olasýlýðý ölçüsünde, belirleyici öðeler
olarak hesaba girerler. Þu halde burada, deneyimler, teorik olarak ve
kapitalistin kendi çýkar hesaplarý açýsýndan pratik olarak göstermektedir
ki, metalarýn fiyatý, ücretler, faiz ve rant tarafýndan, emeðin, sermayenin
ve topraðýn fiyatý tarafýndan belirlenmektedir, ve fiyatýn bu öðeleri ger-
çekten fiyatý oluþturan düzenleyici etmenlerdir.
Kuþkusuz burada geriye, varsayýlmayan, ama metalarýn piyasa-
fiyatýndan doðan bir öðe, yani yukarda sözü edilen öðelerin –ücretler,
faiz ve kârýn– eklenmesiyle oluþan maliyet-fiyatý üzerindeki fazlalýk ka-
lýyor. Bu dördüncü öðe, her tek ve ayrý durumda rekabet tarafýndan ve
ortalama durumda –kendisi de bu ayný rekabet tarafýndan ama ancak
daha uzun dönemlerde düzenlenen– ortalama kâr tarafýndan belirle-
niyormuþ gibi görünür.
Beþinci olarak: Kapitalist üretim tarzý temeli üzerinde, içersinde
yeni eklenen emeðin temsil edildiði deðerin, gelir, ücretler, kâr ve top-
rak-rantý [sayfa 766] biçimlerine bölünmesi öylesine doðal bir hale gelmiþtir

Karl Marks 763


Kapital III
ki, bu yöntem (toprak rantýný incelerken örneklerini verdiðimiz tarihin
daha önceki aþamalarý bir yana býrakýlýrsa), gelirin bu biçimleri için gere-
kli önkoþullarýn bulunmadýðý yerlerde bile uygulanýr olmuþtur. Yani
benzeþim yoluyla her þey bu gelir biçimleri içersine sokulmuþtur.
Baðýmsýz bir emekçi –gelirin her üç biçimi de uygulanma olasýlýðý
olduðu için bir küçük çiftçiyi alalým– kendisi adýna çalýþtýðý ve kendi
ürününü sattýðý zaman, önce o, kendi kendisini emekçi olarak kullanan,
kendi iþvereni (kapitalist) olarak, sonra da, kendisinden kendi kiracýsý
olarak yararlanan, kendi kendisinin toprak sahibi olarak düþünülmüþtür.
Ücretli iþçi olarak kendi kendisine ücret ödemekte, kapitalist olarak
kendi kendisine kâr vermekte, toprak sahibi olarak kendi kendisine rant
ödemektedir. Kapitalist üretim tarzý ile, buna tekabül eden iliþkiler, top-
lumun genel temeli olarak kabul edilirse bu benzeþim doðrudur, çünkü
o, emeði sayesinde deðil, üretim araçlarý üzerindeki mülkiyeti –burada
bu, sermayenin genel biçimi olarak kabul edilmiþtir– sayesinde kendi
artý-emeðine elkoyacak durumdadýr. Üstelik, ürünlerini meta olarak üret-
tiði ve dolayýsýyla bu metalarýn fiyatýna tabi olduðu (böyle olmasa bile bu
fiyat hesaplanabilir) ölçüde, gerçekleþtirebileceði artý-emek miktarý, kendi
büyüklüðüne baðlý olmayýp, genel kâr oranýna baðlýdýr; bunun gibi, ge-
nel kâr oraný tarafýndan belirlenen artý-deðer miktarý üzerindeki her fazlalýk
da gene, onun harcadýðý emeðin miktarý ile belirlenmemiþtir, ama o
buna sýrf topraðýn sahibi olduðu için elkoyabilmektedir. Kapitalist üretim
tarzýna tekabül etmeyen böyle bir üretim tarzý, böylece onun gelir biçim-
leri altýna –bir ölçüde pek de yanlýþ olmayarak– sokulabildiðine, kapita-
list iliþkilerin, bir üretim tarzýnýn doðal iliþkileri olduðu üzerine olan
yanýlsama daha da güçlendirilmiþ oluyor.
Hiç kuþkusuz, eðer ücretler, kendi genel temeline, yani üreticinin
kendi emeðinin ürününün, emekçinin bireysel tüketimine geçen kýsmý-
na indirgenecek olursa; eðer biz, bu kýsmý, kendi kapitalist sýnýrlarýndan
kurtarýr, ve bunu bir yandan, toplumun mevcut üretkenliðinin (yani, onun
kendi bireysel emeðinin toplumsal üretkenliðini, gerçekten toplumsal
üretkenlik olarak alýrsak) izin verdiði, öte yandan, kiþiliðinin bütünüyle
geliþmesinin gerektirdiði tüketim hacmine kadar geniþletirsek; ve üste-
lik de, artý-emek ile artý-ürünü, toplumun o günkü üretim koþullarý altýn-
da, bir yandan, sigorta ve yedek fonlar yaratmak, öte yandan, yeniden-
üretimi toplumsal gereksinmelerin öngördüðü boyutlara doðru sürekli
geniþletmek için gerekli ölçüye indirgersek; en sonu eðer, N°: 1 (gerekli-
emek) ile N°: 2’ye (artý-emek), toplumun geliþememiþ ve çalýþma yetisi-
ni yitirmiþ üyeleri adýna, gücü-kuvveti yerinde olan üyelerince daima
harcanmasý gerekli emek kitlesini katarsak, kýsacasý, hem ücretleri ve
hem de artý-deðeri, hem gerekli ve hem de artý-emeði, kendi özgül kapi-
talist niteliklerinden sýyýrýp atarsak, geriye kuþkusuz bu biçimler deðil,
yalnýzca, bütün toplumsal üretim tarzlarýnda ortak olan özleri kalýr. [sayfa
767]

764 Karl Marks


Kapital III
Ne var ki, bu benzeþtirme yöntemi, daha önceki egemen üretim
tarzlarýnýn da, örneðin feodalizmin de karakteristiði idi. Feodalizme hiç
bir þekilde uygun düþmeyen, onun çok ötesinde bulunan üretim iliþkileri,
feodal iliþkiler altýna sokulmuþtu; örneðin Ýngiltere’de, sýrf parasal yü-
kümlülükleri olan ve yalnýzca adý feodal olan, (þövalyenin hizmetindeki
ayrýcalýktan farklý olarak) ortak tasarruf hakký ayrýcalýðý gibi. [sayfa 768]

Karl Marks 765


Kapital III
ELLÝBÝRÝNCÝ BÖLÜM
BÖLÜÞÜM ÝLÝÞKÝLERÝ VE ÜRETÝM ÝLÝÞKÝLERÝ

YILLIK yeni eklenen emek tarafýndan yeni eklenen deðer –ve do-
layýsýyla da yýllýk ürünün içersinde bu deðerin temsil edildiði ve toplam
üründen çekilebilen ve ayrýlabilen kýsmý-, böylece, gelirin üç farklý biçi-
mine giren üç kýsma ayrýlýrlar; bu biçimler, bu deðerin bir kýsmýnýn emek-
gücünün sahibine, diðer kýsmýnýn sermaye sahibine ve bir üçüncüsünün
toprak mülkiyeti sahibine ait olduðunu ya da onun payýna düþtüðünü
ifade eder. Öyleyse bunlar, bölüþüm iliþkileri ya da biçimleridir, çünkü
bunlar, yeni üretilen toplam deðerin, çeþitli üretim etmenlerinin sahiple-
ri arasýnda bölüþüm iliþkilerini ifade ederler.
Yaygýn görüþ açýsýndan bu bölüþüm iliþkileri, doðal iliþkiler þeklinde
doðrudan doðruya her türlü toplumsal üretimin niteliðinden, genellikle
insanýn üretim yasalarýndan doðan iliþkiler olarak görünürler. Aslýnda,
kapitalist-öncesi toplumlarýn, baþka türden bölüþüm biçimleri gösterdik-
leri yadsýnamaz, ama bunlar, geliþmemiþ, yetkinleþmemiþ, kýlýk deðiþtir-
miþ, kendi en saf ifadelerine ve en yüksek biçimlerine henüz kavuþmamýþ
ve, doðal bölüþüm iliþkilerinin farklý görünüm kazanmýþ biçimleri olarak
yorumlanýrlar.
Bu anlayýþýn biricik doðru yaný þudur: Herhangi bir toplumsal üre-
tim biçiminin varlýðý kabul edilirse (örneðin, ilkel Hint komünleri ya da
Perulu kabilelerin daha üst düzeyde geliþmiþ komünizmi gibi) emeðin,
[sayfa 769] ürünü –üretken biçimde tüketilen kýsmý dýþýnda– doðrudan doðru-
ya, üreticiler ile aileleri tarafýndan bireysel olarak tüketilen kýsmý ile,
daima artý-emeði oluþturan kýsmý –bu artý-emeðin ürünü, nasýl bölünür-
se bölünsün ve toplumsal gereksinmelerin temsilcisi olarak iþlev yapan

766 Karl Marks


Kapital III
kim olursa olsun daima genel toplumsal gereksinmeleri karþýlamak için
hizmet eder– arasýnda daima bir ayýrým yapýlabilir. Þu halde, çeþitli bölü-
þüm biçimlerinin özdeþliði yalnýzca þu sonucu verir: eðer biz, bunlarý,
kendi farklýlýklarýndan ve özgül biçimlerinden soyutlar ve benzemeyen
yönlerinden ayrý olarak yalnýz bunlarýn birliðini gözönünde bulundurur-
sak, bunlar özdeþtirler.
Ne var ki, biraz geliþmiþ ve eleþtirici bir zeka, bölüþüm iliþkilerinin
tarih içersinde geliþim niteliðini kabul eder,56a ama, gene de, insan doða-
sýndan doðan ve dolayýsýyla da bütün tarihsel geliþmelerden baðýmsýz
olan, üretim iliþkilerinin kendi deðiþmeyen niteliðine daha bir inatla sarý-
lýr.
Buna karþýlýk, kapitalist üretim tarzýnýn bilimsel tahlili, bunun ter-
sini, özgül tarihsel nitelikleri olan özel türde bir üretim tarzý olduðunu
ortaya koymaktadýr; diðer herhangi bir özgül üretim tarzý gibi o da, top-
lumsal üretici güçlerin belli bir düzeyde bulunmasýný öngörür ve bunla-
rýn geliþme biçimlerini kendi tarihsel önkoþulu olarak kabul eder: bu
önkoþulun kendisi, daha önceki sürecin tarihsel sonucu olup, yeni üre-
tim süreci, veri olan bu temele dayanarak devam eder; bu özgül, tarih-
sel olarak belirlenmiþ üretim tarzýna tekabül eden üretim iliþkileri –bunlar,
insanlarýn, kendi toplumsal yaþamlarýnýn yaratýlmasýnda, toplumsal yaþam
süreci boyunca girdikleri iliþkilerdir-, özgül, tarihsel ve geçici bir niteliðe
sahiptirler; ve en sonu, bu üretim iliþkileri ile temelde özdeþ olan bölüþüm
iliþkileri, üretim iliþkilerinin öteki yüzlerini oluþtururlar, dolayýsýyla her
ikisi de ayný tarihsel geçici niteliði paylaþýrlar.
Bölüþüm iliþkilerinin incelenmesinde, ilk çýkýþ noktasý, yýllýk ürü-
nün ücretler, kâr ve rant arasýnda bölüþüldüðü iddiasý oluyor. Ama surun
bu biçimde ortaya konursa, yanlýþ ifade edilmiþ olur. Ürün, bir yanda
sermayeye, öte yanda gelire bölünmüþ oluyor. Bu gelirlerden bir tanesi,
ücretler, kendi baþýna gelir biçimini, önce emekçinin karþýsýna sermaye
biçiminde çýkmadan, bu emekçinin gelir biçimini almaz. Üretilmiþ emek
araçlarýnýn ve genellikle emek ürünlerinin, sermaye olarak, doðrudan
üreticiler ile karþý karþýya gelmeleri, daha baþlangýçta, emeðin maddi
koþullarýný, emekçilerle iliþkisi yönünden, dolayýsýyla bizzat üretim sýra-
sýnda, üretim araçlarý sahipleri ile ve kendi aralarýnda girdikleri belirli
iliþkilerin belirli toplumsal niteliðini belirtir. Bu emek koþullarýnýn serma-
yeye dönüþmesi ise, doðrudan üreticilerin topraktan yoksun býrakýlma-
larýný, ve dolayýsýyla da belli bir toprak mülkiyeti biçimini belirtir.
Ürünlerin bir kýsmý sermayeye dönüþmemiþ olsaydý, öteki kýsmý,
ücret, kâr ve rant biçimine giremezdi. [sayfa 770]
Öte yandan, kapitalist üretim tarzý bir yandan üretim koþullarýnýn
bu belirli toplumsal biçimini öngörürken, bir yandan da bunu sürekli
olarak yeniden üretir. Yalnýz maddi ürünleri üretmekle kalmaz, bu ürün-

56a
J. Stuart Mill, Some Unsettled Questions in Political Economy, London 1844.

Karl Marks 767


Kapital III
lerin üretildiði üretim iliþkilerinin ve böylece de buna tekabül eden
bölüþüm iliþkilerini sürekli olarak yeniden üretir.
Hiç kuþkusuz, bizzat sermayenin (toprak mülkiyetini kendi karþýtý
olarak içermektedir) zaten bir iþbölümü öngördüðü söylenebilir: emekçi-
nin emek koþullarýndan yoksunlaþtýrýlmasý, bu koþullarýn bir azýnlýðýn
elinde yoðunlaþmasý, diðerlerinin elinde de toprak mülkiyetinin toplan-
masý, kýsacasý ilkel birikimle ilgili kýsýmda (Buch l, Kap. XXIV) incelenmiþ
bulunan bütün iliþkiler. Ne var ki bu bölüþüm, üretim iliþkileri ile karþýtlýk
halinde bulunan tarihsel nitelikle yüklü bulunan bölüþüm iliþkileri ile
anlatýlmak istenilenden büsbütün farklýdýr. Orada anlatýlmak istenen þey,
ürünün bireysel tüketime giren kýsmý üzerindeki çeþitli haklardýr. Oysa
sözü edilen bölüþüm iliþkileri, tersine, üretim iliþkileri içersinde, doðru-
dan üreticilere karþýt olarak, üretimi yürüten belli kimselerce yerine geti-
rilen özel toplumsal iþlevlerin temelidir. Bunlar, bizzat üretim koþullarý
ile bunlarýn temsilcilerine, özgül toplumsal bir nitelik verirler. Üretimin
tüm niteliðini ve hareketinin bütününü belirlerler.
Kapitalist üretim daha baþlangýçta iki karakteristik özellikle ayrýlýr.
Birincisi. Ürünlerini metalar olarak üretir. Meta üretmesi olgusu
onu öteki üretim tarzlarýndan ayýrmaz; ama, meta olmanýn, ürünlerinin
egemen ve belirleyici karakteristiði olmasý olgusu, onu diðer üretim tarz-
larýndan ayýrýr. Bunun ilk ve baþlýca anlamý, emekçinin, bizzat, sýrf meta
satýcýsý olarak ve dolayýsýyla serbest ücretli-emekçi olarak ortaya çýkmasý,
böylece emeðin genellikle ücretli-emek olarak kendisini ortaya koymasý-
dýr. Yukarda söylenmiþ olanlar gözönünde bulundurulursa, sermaye ile
ücretli-emek arasýndaki iliþkinin, üretim tarzýnýn tüm niteliðini belirle-
diðini yeni baþtan göstermek gereksiz olacaktýr. Bu üretim tarzýnýn belli
baþlý aracýlarý, kapitalist ile ücretli-emekçi, bu nitelikleriyle, yalnýzca, ser-
maye ile ücretli-emeðin somutlaþmasý, kiþileþmesidir; toplumsal üretim
sürecinin bireyler üzerine damgaladýðý belirli toplumsal niteliklerdir; bu
belirli toplumsal üretim iliþkilerinin ürünleridir.
1) ürünün meta olarak ve 2) metaýn, sermayenin ürünü olarak
niteliði, bütün dolaþým iliþkilerini, yani ürünlerin geçmek zorunda ol-
duklarý ve içersinde belirli toplumsal niteliklere büründükleri belirli top-
lumsal süreci zaten belirlemiþ olur; gene bu, üretim aracýlarýnýn, kendi
ürünlerinin deðerini geniþlettikleri ve, ya geçim ya da üretim araçlarýna
yeniden çevrildikleri belirli iliþkilerin de saptanmýþ olduðunu belirtir. Ama,
bunun dýþýnda bile, deðerin tüm belirlenmesi ve toplam üretimin deðer-
ler tarafýndan düzenlenmesi meta olarak ürünün ya da, kapitalist biçim-
de üretilen meta olarak metaýn yukarda sözü edilen iki özelliðinden do-
ðar. Deðerin bu tamamen özgül biçiminde emek, bir yandan, sýrf top-
lumsal [sayfa 771] emek olarak egemen durumdadýr; öte yandan da, bu
toplumsal emeðin daðýlýmý, ürünlerinin karþýlýklý bütünlenmesi ve de-
ðiþimi, toplumsal mekanizma içersine sokulmasý ve onun boyunduruðu
altýna girmesi, bireysel kapitalistlerin raslantýya baðlý ve birbirleriyle çeliþkili

768 Karl Marks


Kapital III
davranýþlarýna býrakýlmýþtýr. Bu bireysel kapitalistler, birbirlerinin karþýsýna
yalnýzca meta sahipleri olarak çýktýklarý ve herkes, malýný elden geld-
iðince pahalýya satmak peþinde olduðu için (görünüþte, üretimin düzen-
lenmesinde bile sýrf kendi özgür iradesiyle hareket etmektedir), iç yasa,
ancak bunlarýn rekabeti, birbirleri üzerindeki karþýlýklý baskýlarý yoluyla
etkisini göstermekte, böylece de sapmalar birbirlerini yoketmektedir.
Ancak bireysel aracýlar karþýsýnda bir iç yasa olarak, kör bir doða yasasý
olarak, deðer yasasý, etkisini burada gösterir ve, raslansal dalgalanmalar
ortasýnda üretimin toplumsal dengesini sürdürür.
Ayrýca, meta ve hele sermayenin ürünü olarak meta, tüm kapita-
list üretim tarzýný karakterize eden, üretimin toplumsal özelliklerinin mad-
deleþmesi ve üretimin maddi temellerinin kiþileþmesi anlamýný zaten
içermiþ durumdadýr.
Kapitalist üretim tarzýnýn ikinci ayýrdedici özelliði, üretimin dolay-
sýz amacý ve belirleyici dürtüsü olarak artý-deðer üretimidir. Sermaye,
özü bakýmýndan, sermaye yaratýr ve bunu, ancak, artý-deðer üretmesi
ölçüsünde yapar. Nispi artý-deðeri irdelerken ve ayrýca, artý-deðerin kâra
dönüþmesini gözden geçirirken, kapitalist döneme özgü bir üretim tarzý-
nýn buna nasýl dayandýðýný görmüþtük: bu, emeðin toplumsal üretici
güçlerindeki geliþmenin özel bir biçimi idi, ama emekçinin karþýsýna,
sermayenin baðýmsýz hale gelmiþ güçleri olarak çýkýyor ve dolayýsýyla,
emekçinin kendi geliþmesi ile tam bir karþýtlýk halinde bulunuyordu.
Deðer ve artý-deðer elde edilmesine dönük bir üretim, incelemelerimiz
sýrasýnda gösterildiði gibi, metaýn üretimi için gerekli emek-zamanýný
azaltmak, yani deðerini o günkü fiili ortalamanýn altýna düþürmek için
sürekli bir eðilimin etkin olduðunu gösterir. Maliyet-fiyatýný en alt düzeyi-
ne indirme eðilimi, emeðin toplumsal üretkenliðini artýrmak için en güçlü
bir manivela halini alýr; ama burada bu artýþ, yalnýzca sermayenin üret-
kenliðindeki sürekli bir yükselme gibi görünür.
Kapitalistin, doðrudan üretim sürecinde, kiþileþmiþ sermaye ola-
rak elde ettiði otorite, üretimin yöneticisi ve egemeni sýfatýyla yerine
getirdiði toplumsal iþlev özünde, köleler, serfler, vb. aracýlýðý ile yapýlan
üretimde görülen otoriteden farklýdýr.
Kapitalist üretim tarzýnda, doðrudan üretici kitlesi, kendi üretim-
lerinin toplumsal karakteri ile, sýký bir otorite ve tam bir hiyerarþi halinde
düzenlenmiþ toplumsal emek-süreci mekanizmasý halinde karþý karþýya
gelirler –ama bu otoriteye onlar, yalnýzca, emeðin karþýsýnda yer alan,
emek araçlarýnýn kiþileþmesi þeklinde sahiptirler, yoksa, daha önceki
üretim tarzlarýnda olduðu gibi, politik ya da dinsel liderler olarak deðil–,
oysa bu otoritenin sahipleri, birbirlerinin karþýsýna sýrf meta [sayfa 772] sahiple-
ri olarak çýkan kapitalistlerin kendi aralarýnda, tam bir kargaþalýk ege-
men olup, bu kargaþalýk içersinde, üretimin toplumsal iç iliþkileri
kendilerini yalnýzca bireysel özgür irade karþýsýnda, karþý konulmaz doð-
al yasalar olarak ortaya koyarlar.

Karl Marks 769


Kapital III
Sýrf emek, ücretli-emek biçiminde ve üretim araçlarý da sermaye
biçiminde önceden varolduðu için –demek ki, sýrf bu temel üretim et-
menlerinin bu özgül toplumsal biçimi nedeniyle– deðerin (ürünün) bir
kýsmý, artý-deðer olarak, ve bu artý-deðer, kâr (rant) olarak, kapitalistin
kazancý, kendisine ait servete katýlan bir ek olarak görünür. Ve iþte an-
cak, bu artý-deðer, onun kârý olarak göründüðü için, yeniden-üretimi
geniþletmek için kullanýlacak olan ve bu kârýn bir kýsmýný oluþturan ek
üretim araçlarý, kendilerini, yeni ek sermaye, ve genellikle yeniden-üre-
tim sürecindeki geniþleme, kapitalist birikim süreci olarak ortaya koyar-
lar.
Emeðin, ücretli-emek olarak biçimi, sürecin tamamý ve özgül üre-
tim tarzýnýn kendisi için, kesin bir belirleyici olmakla birlikte, deðeri be-
lirleyen þey, ücretli-emek deðildir. Deðerin belirlenmesinde önemli olan,
genellikle toplumsal emek-zamaný, genellikle toplumun eli altýnda bulu-
nan emek miktarýdýr; bunlarýn çeþitli ürünler tarafýndan nispi olarak emil-
mesi ise, gene bunlarýn kendi toplumsal önemlerini belirler. Toplumsal
emek-zamanýnýn, metalarýn deðerlerinin belirlenmesinde kesin rol oyna-
dýðý belirli biçim, kuþkusuz, ücretli-emek olarak emeðin biçimi ve üre-
tim araçlarýnýn sermaye olarak buna tekabül eden biçimi ile baðlý
haldedir, ve ancak bu temele dayanarak, meta üretimi, genel üretim
biçimi haline gelir.
Þimdi bir de, bölüþüm iliþkileri denilen iliþkileri görelim. Ücret,
ücretli-emeði öngörür, kâr da sermayeyi. Bu belirli bölüþüm biçimleri,
demek ki, üretim koþullarýnýn belirli toplumsal nitelikte olmalarýný, ve
üretimi yürütenlerin arasýnda belirli toplumsal iliþkileri öngörür. Özgül
bölüþüm iliþkileri, böylece, özgül tarihsel üretim iliþkilerinin ifadesinden
baþka bir þey deðildir.
Ve þimdi de kâra bakalým. Artý-deðerin bu özgül biçimi, yeni üre-
tim araçlarý yaratýlmasýnýn, kapitalist üretim tarzý içersinde yer almasýný
öngörür; demek ki bu, bireysel kapitaliste, gerçekte, tüm kârýný gelir
olarak tüketebilecekmiþ gibi görünmekle birlikte, yeniden-üretime ege-
men olan bir iliþkidir. Ne var ki, bireysel kapitalistin karþýsýna, burada,
sigorta ve yedek fon, rekabet yasalarý vb. biçiminde engeller çýkar ve
ona, pratikte, kârýn, bireysel olarak tüketilebilir ürüne ait bir bölüþüm
kategorisi olmadýðýný öðretir. Kapitalist üretim sürecinin tamamý, ayrýca,
ürünlerin fiyatlarý ile de düzenlenir. Ama, üretimi düzenleyen fiyatlarýn
kendileri de, kâr oranýnýn eþitlenmesi ve buna uygun olarak da, sermay-
enin çeþitli toplumsal üretim alanlarý arasýnda daðýlýmý ile düzenlenir.
Demek ki, kâr, burada, ürünlerin daðýlýmlarýnýn deðil, bizzat üretimleri-
nin temel etmeni, sermayeler ile emeðin kendisinin, çeþitli üretim alan-
larý arasýndaki daðýlýmýnýn etmeni olarak görünür. Kârýn, giriþim kârý ile
faize ayrýlmasý, [sayfa 773] ayný gelirin bölüþümü gibi görünür. Ama bu, her
þeyden önce, kendi kendisini geniþleten deðer, artý-deðer yaratýcýsý ola-
rak, sermayenin büyümesinden, egemen üretim sürecinin bu özgül top-

770 Karl Marks


Kapital III
lumsal biçiminden ileri gelir. Kredi ve kredi kuruluþlarý, ve dolayýsýyla da
üretimin biçimi buradan doðar. Faiz, vb. þeklinde, sözde bölüþüm biçim-
leri, belirleyici üretim öðeleri olarak fiyata girerler.
Toprak rantý, toprak mülkiyeti olarak toprak mülkiyeti, üretim süre-
cinin kendisinde, herhangi bir ya da en azýndan herhangi bir normal
iþlevi yerine getirmediði için, sýrf bir bölüþüm biçimi olarak görünebilir.
Ne var ki, 1) kârýn, ortalama kârýn üzerindeki fazlayla sýnýrlý olmasý, ve 2)
büyük toprak sahibinin, yöneticilikten, üretim sürecinin ve tüm toplum-
sal yaþam sürecinin efendisi olmaktan, sýrf topraðýný kiraya veren bir
kimse, toprak tefecisi, kira tahsildarý durumuna düþmesi, kapitalist üre-
tim tarzýnýn, özgül tarihsel bir sonucudur. Topraðýn, toprak mülkiyeti
biçimine girmesi olgusu bunun tarihsel önkoþuludur. Toprak mülkiyeti-
nin, tarýmda kapitalist iþletme tarzýna izin veren biçimlere girmesi ol-
gusu, bu üretim tarzýnýn özgül niteliðinin sonucudur. Toprak sahibinin
gelirine, diðer toplum biçimlerinde bile rant adý verilebilir. Ama bu, kapi-
talist üretim tarzýnda görülen ranttan temelde farklý ve ayrýdýr.
Demek ki, bölüþüm iliþkileri denilen iliþkiler, üretim sürecinin, ta-
rih içersinde belirlenmiþ özgül toplumsal biçimlerine ve, insan yaþamýnýn
yeniden-üretim sürecinde, insanlarýn karþýlýklý iliþkilerine tekabül eder
ve ondan doðar. Bu bölüþüm iliþkilerinin tarihsel niteliði, yalnýzca bir yö-
nünü ifade ettikleri üretim iliþkilerinin tarihsel niteliðidir. Kapitalist bö-
lüþüm, öteki üretim tarzlarýndan doðan bölüþüm biçimlerinden farklýdýr,
ve her bölüþüm biçimi, kendisinden doðduðu ve kendisine tekabül et-
tiði, özgül üretim tarzý ile birlikte ortadan kalkar.
Bölüþüm iliþkilerine, üretim iliþkileri olarak deðil de, sýrf tarihsel
iliþkiler gözüyle bakan görüþ, bir yandan, burjuva iktisadýnýn, henüz ek-
sik olmakla birlikte, ilk ve biricik eleþtirel görüþüdür. Öte yandan ise, bu
anlayýþ toplumsal üretim sürecinin, herhangi bir toplumsal yardým ol-
maksýzýn son derece yalnýz kalmýþ insanoðlunun yapabileceði türden,
basit emek süreciyle bile karýþtýrýlmasýna ve bir tutulmasýna dayanýr.
Emek süreci, sýrf, insanla doða arasýnda bir süreç olduðu ölçüde, bu
sürecin yalýn öðeleri, bütün toplumsal geliþme biçimlerinde ortak olarak
bulunur. Ama, bu sürecin bir özgül tarihsel biçimi, kendi maddi temel-
lerini ve toplumsal biçimlerini geliþtirmeye devam eder. Belli bir olgun-
luk aþamasýna ulaþtýktan sonra, bu özgül tarihsel biçim ortadan kalkar
ve daha yüksek düzeyde bir biçime yerini býrakýr. Bu tür bir bunalýmýn
gelip çattýðý an, bölüþüm iliþkileri ve dolayýsýyla, bir yandan, bunlarýn
tekabül ettikleri üretim iliþkilerinin özgül tarihsel biçimi ve öte yandan,
üretici güçler, üretim kuvvetleri ve bunlarý yerine getirenlerin geliþmesi
arasýndaki çeliþkiler ile uzlaþmaz karþýtlýklarýn ulaþtýklarý derinlik ve ge-
niþlik ile kendisini belli eder. Bunu, üretimin maddi geliþmesi ile, top-
lumsal biçimi arasýndaki bir çatýþma izler.57 [sayfa 774]

57
Competition and Co-operation (1832?) adlý yapýta bakýnýz.

Karl Marks 771


Kapital III
ELLÝÝKÝNCÝ BÖLÜM
SINIFLAR

GELÝR kaynaklarý, sýrasýyla, ücret, kâr ve toprak rantý olan, sýrf


emek-gücü sahipleri, sermaye sahipleri ve toprak sahipleri, baþka bir
deyiþle ücretli-emekçiler, kapitalistler ve toprak sahipleri, kapitalist üre-
tim tarzýna dayanan modern toplumun üç büyük sýnýfýný oluþtururlar.
Ýngiltere’de modern toplumun ekonomik yapýsý, hiç kuþkusuz en
üst düzeyde ye en klasik biçimde geliþmiþtir. Ne var ki, burada bile,
sýnýflardaki tabakalaþma, en saf biçimi içersinde görünmez. Burada bile,
orta ve ara tabakalar, (kentlerdekine göre kýrsal bölgelerde çok daha az
olmakla birlikte) her yerde sýnýr çizgilerini silikleþtirmiþtir. Ama bunun
bizim incelememiz için önemi yoktur. Görmüþ olduðumuz gibi, kapita-
list üretim tarzýnýn sürekli eðilimi ve geliþme yasasý, üretim araçlarýný
gitgide emekten ayýrarak, daðýnýk üretim araçlarýný büyük kitleler halin-
de biraraya toplar ve böylece, emeði ücretli-emeðe, üretim araçlarýný
sermayeye dönüþtürür. Ve bu eðilime, öte yandan, toprak mülkiyetinin
sermaye ve emekten baðýmsýz hale gelerek ayrýlmasý58 ya da bütün top-
rak mülkiyetinin, kapitalist üretim tarzýna uygun düþen bir toprak mülki-
yetine dönüþmesi tekabül eder. [sayfa 775]
58
F. List, doðru olarak þöyle der: “Büyük malikaneler üzerinde kendi kendisine yeterli
ekonominin egemenliði, yalnýzca, uygarlýktan, ulaþtýrma ve iletiþim araçlarýndan, iç ticaretten
ve zengin kentlerden yoksunluðu gösterir. Ýþte bu yüzden, buna, bütün Rusya’da, Polonya’da,
Macaristan’da ve Mecklenburg’da raslanýr. Eskiden bu durum, Ýngiltere’de de egemendi; ticaret
ve sanayideki ilerlemeyle bunun yerini, büyük malikanelerin orta boyutta malikaneler halinde
parçalanmalarý ve topraðýn kiraya verilmesi almýþtýr.” (Die Ackerverifassung, die Zwergwirtschaft
und die Auswanderung, 1842, s. 10.).
Friedrich List (1789-1846). 19. yüzyýlýn ilk yarýsýnýn en önemli Alman iktisatçýlarýndan. Bu
ülkede, henüz oluþmakta bulunan sanayi burjuvazisinin isteklerini yakýndan temsil etmiþ ve
özellikle koruyucu gümrükler konulmasý konusundaki güçlü savlarý ile hatýrlanýr. -Ed.

772 Karl Marks


Kapital III
Yanýtlanmasý gerekli ilk soru þudur: Bir sýnýfý oluþturan þey nedir?
– bu sorunun yanýtý doðal olarak bir baþka sorunun yanýtýndan çýkar,
þöyle ki: Ücretli-emekçileri, kapitalistleri ve büyük toprak sahiplerini, üç
büyük toplumsal sýnýf haline getiren þey nedir?
Ýlk bakýþta – gelirlerin ve gelir kaynaklarýnýn özdeþliðidir. Üyeleri-
nin, kendilerini oluþturan bireylerin, sýrasýyla, ücret, kâr ve toprak rantý
ile, kendi emek-güçlerinin, sermayelerinin ve toprak mülkiyetlerinin
gerçekleþmesi ile geçimlerini saðlayan üç büyük toplumsal grup vardýr.
Ne var ki, bu görüþ açýsýndan, örneðin tabipler ile devlet memur-
larýnýn, iki farklý toplumsal gruba ait olduklarý ve bu gruplarýn herbirisinin
üyeleri, gelirlerini bir ve ayný kaynaktan aldýklarý için, iki sýnýf oluþturmalarý
gerekir. Ayný þeyin, toplumsal iþbölümünün, emekçileri olduðu kadar,
kapitalistler ile büyük toprak sahiplerini de –örneðin bu sonuncularý,
bað-bahçe sahipleri, çiftlik sahipleri, orman sahipleri, maden sahipleri,
dalyan sahipleri gibi– sonsuz türde çýkar ve statü gruplarýna parçalamasý
için geçerli olmasý gerekir.
[Elyazmasý burada kalýyor.] [sayfa 776]

Karl Marks 773


Kapital III
EKLER
F. ENGELS
KAPÝTAL’ÝN ÜÇÜNCÜ CÝLDÝNE EK*

KAPÝTAL’in Üçüncü Cildi kamuoyuna sunulalý beri çok ve çeþitli


biçimlerde yorumlanmaktadýr. Baþka türlüsü de beklenemezdi. Bu ya-
pýtý yayýnlarken baþlýca kaygým, elden geldiðince aslýna uygun bir metin
ortaya çýkarmak, Marx’ýn ulaþtýðý yeni sonuçlarý, elden geldiðince Marx’ýn
kendi sözcükleriyle ortaya koymak, ancak kaçýnýlmasý olanaksýz durum-
larda araya girmek ve böyle zamanlarda bile okuru, kendisiyle konuþanýn
kim olduðu konusunda kuþkuda býrakmamaktý. Oysa bunu kýnayanlar
oldu. Eldeki malzemeyi, sistematik olarak yazýlmýþ bir kitap, Fransýzlarýn
deyimiyle, en faire un livre’in** çok daha iyi olacaðý söylendi; yani met-
nin aslýna uygunluðunu, okura kolaylýk olsun diye feda etmeliymiþim.
Ama ben görevimin bu olduðu düþüncesinde deðildim. Böyle bir elden
geçirme için ortada hiç bir haklý neden yoktu; Marks gibi bir kimsenin,
kendi asýl sesini duyurmak ve kendi bilimsel buluþlarýný gelecek kuþak-
lara, aslýna tamamen uygun kendi serimi içersinde aktarmak hakkýydý.
Üstelik, Marx gibi seçkin bir kimsenin býraktýðý yapýtlar [sayfa 779] üzerinde
* Engels’in Kapital’in Üçüncü Cildine yazdýðý bu ek, son birkaç mektubu dýþýnda onun
yazmýþ olduðu en son parçadýr. Ölümünden sadece iki ay öncesi, Mayýs 1895 tarihini taþýyor. Bu
ek, Engels’in Neue Zeit için yazmayý düþündüðü iki yazýdan derlenmiþtir. Ama ancak bunlarýn
ilki, “Deðer Yasasý ve Kâr Oraný” tamamlanmýþtý. Ýkinci yazý “Borsa” için yalnýz kýsa bir taslak
bulunuyordu. -Ed.
** Bir kitap yapmak. -ç.

Karl Marks 777


Kapital III
oynamak ve bunlarý bozmak –bunun böyle olduðuna inanýyorum– arzu-
sunda olmadýðým gibi, bu, benim için emanete hýyanet olurdu. Ve, üçün-
cü olarak, bu tamamen yararsýz bir iþ olurdu. Çünkü, okuyamayan ya da
okumaya niyeti olmayan ve hatta Birinci Cildi, yanlýþ anlamak için, doðru
anlamak için gerekli olandan daha büyük bir çaba harcayan kimseler
için çýrpýnmanýn hiç bir yararý ve gereði yoktu. Ama doðru bir anlayýþa
ulaþmak isteyen kimseler için, en önemli olan þey, asýl metnin kendisi-
ydi; bunlar için, benim yapacaðým yeni düzenleme, olsa olsa, bir yorum
deðerini taþýyabilirdi, ve üstelik de, yayýnlanmamýþ ve eriþilmesi olanak-
sýz bir þey üzerinde bir yorum. Asýl metin, ilk tartýþmanýn konusu olacak
ve ikinci ve üçüncü tartýþmada in extenso* yayýnlanmasý kaçýnýlmaz ha-
le gelecekti.
Bu denli çok yeni þey içeren bir yapýtta, ve hele aceleyle tasarla-
nan ve kýsmen de tamamlanmamýþ ilk taslakta bu gibi tartýþmalar doðal-
dýr. Ýþte burada benim iþe karýþmýþ olmam, metnin anlaþýlmasýndaki
zorluklarý ayýklamakta, metinde önemi yeterince, çarpýcý bir biçimde
açýk olmayan yönleri ön plana çýkarmakta ve 1865’te yeniden yazýlan
metni, 1895’teki gidiþe eklemeler yapmakta, kuþkusuz yararlý olmuþtur.
Gerçekten de, iþte, bana, kýsa bir açýklamayý gerektirir gibi görünen iki
konu.

I. DEÐER YASASI VE KÂR ORANI

Bu iki etmen arasýnda görünüþteki çeliþkinin çözümlenmesinin,


týpký önceden olduðu gibi, Marx’ýn metninin yayýnlanmasýndan sonra
da, tartýþmalara yolaçacaðý önceden kestiriliyordu. Tam bir mucize bek-
leyen bazýlarý, umduklarý elçabukluðu yerine, çeliþkinin, yalýn, ussal, dü-
pedüz ve gösteriþsiz bir biçimde çözüldüðünü görünce bayaðý hayal
kýrýklýðýna uðradýlar. En keyifli hayal kýrýklýðýný tadan, hiç kuþkusuz, yüce
Loria idi. En sonunda kendisi gibi bir cücenin bile, sapasaðlam temeller
üzerinde dev gibi yükselen marksist yapýyý havalara kaldýrýp toz edeceði,
Arþimet icadý bir dayanak noktasý bulmuþtu. Ne! diye öfkeyle baðýrdý,
çözüm diye öne sürülen þey bu mu? Bu düpedüz bir yutturmaca! Ýkti-
satçýlar, deðerden söz ettikleri zaman, deðiþime fiilen sokulan deðeri
kastederler. “Bir parça aklý olan hiç bir iktisatçý, metalarýn, karþýlýðýnda
satýlmadýklarý ve hiç bir zaman da satýlamayacaklarý (né posone ven-
dersi mai) bir deðerle þimdiye deðin ne ilgilenmiþtir ne de ilgilenmek is-
ter. ... Metalarýn, karþýlýðýnda hiç bir zaman satýlmadýðý deðerin, bunlarýn
içerdikleri emekle orantýlý olduðu savýný öne sürerek, ortodoks iktisatçýla-
rýn, metalarýn karþýlýklarýnda satýldýklarý deðerin, kendileri için harcanan
emekle orantýlý olmadýðý þeklindeki tezlerini, tersyüz edip yinelemekle
Marx ne umuyor? ... Marx’ýn, bireysel fiyatlarýný, bireysel deðerlerden

* Tam olarak. -ç.

778 Karl Marks


Kapital III
gösterdikleri sapmaya karþýn, tüm metalarýn toplam fiyatlarýnýn daima
bunlarýn toplam deðerleri ya da, metalar kitlesinin içerdiði emek miktarý
ile ayný [sayfa 780] olduðunu söylemesinin, sorunun çözümlenmesine bir
katkýsý olmuyor. Çünkü deðer, bir meta ile bir baþka meta arasýndaki
deðiþim oranýndan baþka bir þey olmadýðýna göre, metalarýn toplam
deðeri kavramýnýn kendisi, bir saçmalýk, bir budalalýk ... bir contradictio
in adjecto oluyor ...” Loria’ya göre, daha yapýtýnýn baþýnda, Marx, deði-
þimin, iki metayý, ancak bunlarýn içerdikleri ayný nitelikte ve eþit büyüklük-
te bir öðe, yani eþit miktarda emek sayesinde eþitleyebileceðini söylüyor.
Oysa þimdi, metalarýn, içerdikleri emek miktarýndan tamamen farklý bir
oranda birbirleriyle deðiþildiklerini öne sürmekle Marx, kendisini büyük
bir ciddiyetle yalanlamýþ oluyor. “Böylesine düpedüz bir reductio ad ab-
surdum, böylesine tam bir teorik iflas görülmüþ þey midir? Bundan daha
büyük bir tantana, bundan daha büyük bir ciddiyetle yapýlan bilimsel bir
intihar daha görülmüþ müdür!” (Nuova Antologia, Feb 1, 1895, s. 477-
78, 479.)
Görüyorsunuz ya Loria’nýn aðzý kulaklarýnda. Marx’ý da kendisi
gibi sýradan bir þarlatan gibi göstermeye hakký yok mu yani? Ýþte görüyor-
sunuz, Marx da týpký Loria gibi, okur ile dalga geçiyor; týpký o zavallý
Ýtalyan iktisat profesörü gibi elçabukluðu ile gününü gün ediyor. Ama ne
var ki, bizim Dulcamara,* iþini iyi bildiði için bunu becerebilir, ama ya o
sakar Kuzeyli Marx, beceriksizlik edip duruyor, budalaca saçma þeyler
yazýyor, ve en sonunda da ciddi bir intihardan baþka çýkar yol kalmýyor.
Metalarýn hiç bir zaman emekle belirlenen deðerler üzerinden
satýlmadýklarý ve satýlmayacaklarý sözünü sonraya býrakalým. Burada yal-
nýzca Bay Loria’nýn, “deðerin, bir meta ile bir baþka meta arasýndaki
deðiþim oranýndan baþka bir þey olmadýðý”, ve dolayýsýyla “metalarýn
toplam deðeri kavramýnýn kendisinin, bir saçma1ýk, bir budala1ýk ... bir
contradictioin adjecto”olduðu savýný ele alalým.
Metalarýn birbirleriyle deðiþildikleri oran, deðerleri, böylece tama-
men raslantýya baðlý, metalara dýþardan verilen ve bugün böyle, yarýn
þöyle olabilen bir þey oluyor. Bir kental buðdayýn, bir gram ya da bir kilo
altýn karþýlýðýnda deðiþilmesi, buðday ya da altýnýn özünde varolan koþul-
lara en ufak þekilde baðlý olmuyor da, her ikisine de tamamen yabancý
bir duruma baðlý oluyor. Çünkü baþka türlü olsaydý, bu koþullarýn da
kendilerini deðiþimde ortaya koymalarý, bütünüyle deðiþim üzerinde et-
kili olmalarý ve deðiþim dýþýnda baðýmsýz bir varlýða sahip bulunmalarý
gerekirdi; iþte ancak o zaman, metalarýn toplam deðerinden sözedilebi-
lirdi. Buna budalalýk diyor Loria hazretleri. Ýki meta birbiriyle hangi oran-
da deðiþilirse deðiþilsin, bu onlarýn deðeri oluyor – ve hepsi bu kadar. Þu
halde deðer, fiyatla özdeþtir ve her meta, elde edebileceði fiyatlar kadar
da deðerlere sahiptir. Ve fiyat da, arz ve taleple belirleniyor; ve artýk da-

* Donizetti’nin komik operasý, L’Elisir d’Amore’daki þarlatanýn adý. -Ed.

Karl Marks 779


Kapital III
ha fazla soru sorup da buna yanýt bekleyen insan, budalanýn tekidir.
Ama burada gene de ufak bir pürüz var. Normal durumda, arz ve
[sayfa 781] talep dengededir. Öyleyse, yeryüzündeki metalarýn hepsini ikiye
ayýralým; arz, ve buna eþit miktarda talep topluluklarý olarak. Bunlarýn
herbirisinin, 1.000.000 milyon marký, franký, sterlini ya da herhangi bir
birimi temsil ettiðini kabul edelim. Basit bir aritmetik hesabýna göre
bunlarýn toplamý 2.000.000 milyon bir fiyatý ya da deðeri oluþturur. Buda-
lalýk, saçma, diyor Bay Loria. Bu ikisi bir arada 2.000.000 milyon bir fiyat
temsil edebilir. Ama deðer için bu böyle deðildir. Biz, eðer fiyat için
þöyle dersek: 1.000 + 1.000 = 2.000. Ama deðer için, þöyle dersek:
1.000 + 1.000 = 0. En azýndan, metalarýn toplamýnýn sözkonusu olduðu
bu durumda. Çünkü burada, iki grubun her birindeki metalarýn deðeri-
nin 1.000.000 milyon olmasýnýn tek nedeni, bunlardan her birisinin, diðer-
inin metalarý için bu miktarý verebileceði ve vereceðidir. Biz, eðer her iki
grubun metalarýnýn toplamýný bir üçüncü kimsenin elinde toplarsak, ar-
týk ne birincinin, ne ikincinin ve ne de üçüncünün elinde bir deðer
bulunur; sonunda kimsenin elinde bir þey bulunmaz. Ve biz, bir kez da-
ha, bizim güneyli Caliostro’nun deðer kavramýný, geride hiç bir iz býrak-
madan yokolup gidecek þekilde ele almasýndaki büyük hünere hayran
olup kalýyoruz. Ýþte size kaba iktisadýn doruk noktasý!1 [sayfa 782]
1
Ne var ki daha sonralarý, (Heine’ýn deyiþiyle) “ünü dünyayý tutmuþ” ayný sayýn bay [Hein-
rich Heine, Ritter Olaf -Ed.], 1895’te Rassegna’nýn birinci sayýsýnda Ýtalyanca olarak yayýnlandýktan
sonra Üçüncü Cilde yazdýðým önsözü yanýtlamak zorunluluðunu duydu. Bu yanýt, Riforma
Social’in 25 Þubat 1895 tarihli sayýsýnda çýktý. Bana kaçýnýlmaz (ve dolayýsýyla iki kez tiksindirici)
övgüler yaðdýrdýktan sonra, hiç bir zaman Marx’ýn materyalist teorik görüþünü bulma onurunu
kendisine maletmeyi düþünmediðini ilan etmektedir. O, bunu, daha 1885’te kabul etmiþti, ama
tamamen rasgele bir dergideki yazýda. Oysa, tam yeri gelmiþken, yani, bu konudaki kitabýnda
sýrf Fransa’daki küçük toprak mülkiyeti ile iliþkili olarak 129. sayfada ilk kez Marx’ýn adý geçtiði
zaman, bu konuyu tam tersine sessizce geçirmiþti. Ve þimdi, Marx’ýn bu teorinin bulucusu ol-
madýðýný büyük bir yüreklilikle ilan ediyor; bunu Aristoteles zaten öne sürmüþ olmasa bile,
Harrington, hiç kuþkuya yer býrakmayacak þekilde, daha 1656’da açýkça ifade etmiþ ve bu teori,
Marx’tan çok önce, tarihçiler, politikacýlar, hukukçular ve iktisatçýlar tarafýndan getirilmiþti.*
Bütün bunlar, Loria’nýn kitabýnýn Fransýzca baskýsýnda bulunabilir. Kýsacasý, mükemmel bir ya-
pýt saklayýcýsý. Marx’tan yaptýðý aþýrmalarla artýk onu övünemeyecek hale sokunca, o da þimdi,
týpký kendisinin yaptýðý gibi Marx’ýn da baþkalarýndan aldýðý renkli tüylerle kendisini donattýðýný
arsýzca öne sürmeye baþladý. Benim öteki saldýrmalarýmdan, Loria bir tanesine saldýrýyor ve
ona göre, güya Marx, hiç bir zaman Kapital’in bir ikinci ya da hele bir üçüncü cildini yazmayý
düþünmemiþ. “Ve þimdi Engels, ikinci ve üçüncü ciltleri suratýma çarparak görkemli bir yanýt
veriyor ... çok güzel! Ve ben, o denli çok entelektüel zevki borçlu olduðum bu ciltlerden o dere-
ce hoþnudum ki, hiç bir zafer bugünkü bu yenilgi kadar benim için deðerli deðildi – ve eðer bu,
gerçek bir yenilgi ise. Ama gerçekten bu böyle mi? Engels’in dindarca bir dostluk duygusuyla
bir araya getirip düzenlediði bu parça parça notlar yýðýnýný Marx acaba gerçekten yayýnlamak
amacýyla mý yazmýþtý? Marx’ýn yapýtýný ve sistemini bu sayfalarla taçlandýrdýðýný ... kabul etmek
acaba doðru olur mu? Yýllar yýlý vaadedilen çözümünün çok üzücü bir elçabukluðuna, çok
bayaðý bir sözcük oyunu indirgendiði ortalama kâr oranýyla ilgili bölümü acaba Marx gerçekten
yayýnlar mýydý? En azýndan kuþkulu bir soru... Bana göre, bu da gösteriyor ki, Marx, o þahane
(splendido) kitabýný yayýmladýktan sonra bunun devamýný yazmayý tasarlamadý, ya da o dev
yapýtýn derlenmesini, kendi sorumluluðu dýþýnda, mirasçýlarýna býrakmak istedi.”
267. sayfada iþte böyle yazýyor. Heine, incelikten yoksun kendi Alman halký için þu sözlerden
daha horgörücü bir ifade bulamazdý: “En sonunda yazar, karþýsýndaki halka, sanki bunlar da
akýllý varlýklarmýþ gibi alýþýr.” Ünlü Loria, halkýnýn ne olduðunu sanýyor acaba?
Sözü bitirirken, bir baþka övgü yaðmuru da ben mutsuzun baþýna serpiliyor. Burada bizim

780 Karl Marks


Kapital III
Braun’un Archiv für soziale Gesetzgbung,Vol. VII, no 4’te, Werner
Sombart, marksist sistemin, bütünüyle alýndýðýnda mükemmel olan bir
özetini veriyor. Ýlk kez bir Alman üniversitesi profesörü, bütünüyle, Marx’ýn
yazýlarýnda, Marx’ýn gerçekten ne dediðini görmeyi baþarýyor ve marks-
ist sistemin eleþtirisinin, onu çürütmekten ibaret olamayacaðýný – “bunu
siyasal kariyeristlere býrakalým”– ama yalnýzca daha ileri bir geliþmede
yapýlabileceðini söylüyor. Sombart da gene konumuzu, kendisinden be-
klendiði gibi ele alýyor. Marksist sistemde deðerin önemini araþtýrýyor ve
þu sonuçlara varýyor: Deðer, kapitalist tarzda üretilen metalarýn deðiþim
iliþkisinde görülmez; kapitalist üretimi yürütenlerin bilincinde yaþamaz;
deneysel deðil, ussal ve düþünsel bir olgudur; Marx’ta maddi kesinliði
içersindeki deðer kavramý, iktisadi varlýðýn temeli olarak emeðin toplum-
sal üretken gücüyle ilgili olgunun, iktisadi bir ifadesinden baþka bir þey
deðildir; son tahlilde, deðer yasasý, kapitalist iktisat sisteminde, ekono-
mik sürece egemendir ve bu ekonomik sistem için genel çizgileriyle þu
anlamý taþýr: metalarýn deðeri, içersinde, son tahlilde, bütün ekonomik
sürece egemen olan emeðin üretken gücünün, belirleyici bir etmen
olarak kendisini ortaya koyduðu, özgül ve tarihsel biçimdir. Ýþte Sombart
böyle diyor; bu kendisine özgü deðer yasasý anlayýþýnýn, kapitalist üretim
tarzý için yanlýþ olduðu söylenemez. Ama bu, bana fazlaca geniþ görülüy-
or ve, daha dar çerçevede ve daha kesin bir formül için kuþkulu görülüy-
or; bence bu, toplumun geliþmesinde, bu yasanýn egemen olduðu
ekonomik aþamalar için, deðer yasasýnýn tüm özelliðini ve önemini kap-
samýyor.
Kapital’in Üçüncü Cildi üzerine, Braun’un Sozialpolitisches Zen-
tralblatt, February 25, 1895, no 12’de, Conrad Schmidt’in, gene bunun
gibi mükemmel bir yazýsý var. Bu yazýda, özellikle, ortalama kârýn marksist
bir biçimde artý-deðerden çýkartýlmasýnýn, ilk kez, þimdiye deðin ikti-
satçýlar tarafýndan ortaya bile atýlmamýþ bulunan bir soruna yanýt getir-
diði belirtiliyor: bu ortalama kâr oranýnýn büyüklüðü nasýl belirleniyor, ve
bu, nasýl oluyor da yüzde 50 ya da 100 olmuyor da, diyelim yüzde 10 ya
da 15 oluyor. Sanayici kapitalist tarafýndan ilk ele geçirilen artý-deðerin
kâr ve rantýn aktýðý tek ve biricik kaynak olduðunu bildiðimiz için, bu
soru kendiliðinden yanýtlanmýþ oluyor. Schmidt’in yazýsýndaki bu satýrla-
rýn, görmek istemeyenlerin gözlerini açmak boþuna bir çaba olmasa,
doðrudan â la Loria tipi iktisatçýlar için yazýlmýþ olmasý gerekirdi.
Schmidt’in, gene de, deðer yasasý ile ilgili biçimsel kuþkularý var.
O, buna, teorik çýkýþ noktasý olarak gerekli bulunan fiili deðiþim sürecini

Sganarelle, kendisini, küfretmeye geldiði halde, dudaklarýndan istemediði halde, “kutsayýcý sevgi
sözcükleri” dökülen Balaam ile ayný düzeyde görüyor. Çünkü iyi yürekli Balaam, kendisinden
daha akýllý bir eþeðe binmekle, seçkin ve ünlüydü. Ama bu kez, besbelli ki Balaam eþeðini evde
unutmuþtur.
* Burada Jabes Harrington’un (1611-77) Oceana adlý yapýtýna gönderme yapýlýyor. Bu kitapta,
ütopik komünist bir toplum için bir model oluþturuluyor. Harrington ayrýca bu tasarýmýný
uygulamak için birkaç giriþimde de bulunmuþtur. -Ed.

Karl Marks 781


Kapital III
açýklamak için öne sürülen ve bununla tam bir çeliþki halinde görülen,
rekabet fiyatlarý görüngüsü bakýmýndan bile, aydýnlatýcý ve vazgeçilmez
bilimsel bir varsayým diyor. Ona göre, deðer yasasý olmaksýzýn, kapitalist
gerçeðin ekonomik mekanizmasýnýn teorik açýdan kavranmasý olanaðý
ortadan kalkar. Burada sözünü etmeme izin verdiði özel bir mektubun-
da [sayfa 783] Schmidt, kapitalist üretim tarzý içersinde deðer yasasýnýn,
teorik bakýmdan gerekli olmakla birlikte tamamen hayali olduðunu söy-
lemektedir.* Ne var ki, bu görüþ, bence bütünüyle yanlýþtýr. Deðer ya-
sasý, kapitalist üretim için, gerekli bile olsa, hayali olmak þöyle dursun,
salt bir varsayýmdan çok daha büyük ve önemli bir yer tutar.
Sombart da, Schmidt de, –Loria hazretlerinin adýný sýrf eðlendirici
bir kaba iktisat temsilcisi diye anýyorum– bizim burada yalnýzca salt bir
ussal süreçle deðil, tarihsel bir süreçle ve onun düþüncemizdeki açýklay-
ýcý yansýmasýyla, iç baðýntýlarýnýn mantýksal sonuçlarýyla uðraþtýðýmýz ol-
gusunu yeterince dikkate almýyorlar.
Konunun canalýcý noktasý Marx’ýn yapýtý, Buch III, 1, s. 154’te bu-
lunabilir:
“Bütün güçlük, metalarýn, yalnýzca basit metalar olarak deðil, top-
lam artý-deðer kitlesinden kendi büyüklükleri ile orantýlý ya da eþit
büyüklükte olduklarý takdirde eþit miktarda pay talep eden sermayele-
rin ürünleri olarak deðiþilmeleri olgusundan ileri gelir.”
Bu farký ortaya koymak için, iþçilerin, kendi üretim araçlarýna
sahip olduklarý, ortalama olarak eþit sürelerde ve eþit yoðunlukta ça-
lýþtýklarý ve kendi metalarýný doðrudan birbirleriyle deðiþtikleri varsayýlýr.
Bu durumda, bir günde, iki iþçi, emekleriyle ürünlerine eþit miktarda
yeni deðer katmýþ olabilirler, ama herbirinin ürünü, üretim araçlarýnda
zaten somutlaþmýþ bulunan emeðe baðlý olarak farklý deðerlerde olabi-
lir. Deðerin bu son kýsmý, kapitalist ekonominin deðiþmeyen sermayesi-
ni temsil ettiði halde, yeni eklenen deðerin, iþçinin geçim araçlarý için
kullanýlan kýsmý deðiþen sermayeyi ve yeni deðerin geriye kalan kýsmý,
bu örnekte iþçiye ait bulunan, artý-deðeri temsil eder. Þu halde, deðerin
yalnýz kendileri tarafýndan yatýrýlan “deðiþmeyen” kýsmýný yerine koya-
cak miktar düþüldükten sonra, her iki iþçi, eþit deðerler alabilirler; ama,
artý-deðeri temsil eden kýsmýn, üretim araçlarýnýn deðerine oraný –ki bu,
kapitalist kâr oranýna tekabül eder– her iki halde farklý olur. Ama, bun-
lardan herbirisi, yerine konulan üretim araçlarýnýn deðerini, deðiþim yo-
luyla aldýklarý için bunun bu durumda hiç bir önemi olmayacaktýr.
“Demek oluyor ki, metalarýn deðerleri ya da yaklaþýk olarak deð-
erleri üzerinden deðiþimleri, belli bir kapitalist geliþim düzeyini gerekti-
ren, üretim-fiyatlarý üzerinden deðiþimlerine göre, çok daha düþük bir
aþamayý gerektirir. Fiyatlar ile fiyat hareketlerinin, deðer yasasýnýn ege-

* Schmidt Engels’e 1 Mart 1895’de yazmýþtýr. Engels’in yanýtý 12 Mart tarihini taþýyor. Bu
mektubun önemli bir bölümü Selected Correspondance, London, 1965, pp 451-5’de bulunabilir.
- Ed.

782 Karl Marks


Kapital III
menliði altýnda olmasý bir yana, metalarýn deðerlerine, yalnýz teorik deðil
tarihsel bakýmdan da üretim-fiyatlarýna öngeldiði gözüyle bakýlmasý ta-
mamen yerinde olur. Bu, üretim araçlarýnýn emekçiye ait olduðu koþullar
için geçerlidir ve hem eski çaðlarda ve hem de modem dünyada kendi
emeði ile yaþayan toprak sahibi çiftçiye ve zanaatkara uygulanýr”. Bu,
[sayfa 784] bizim daha önce ifade ettiðimiz görüþle, ürünlerin metalar haline
geliþinin, ayný topluluk üyeleri arasýnda deðil, farklý topluluklar arasýnda-
ki deðiþimden ileri geldiði görüþü ile de uygunluk halindedir. Bu yargý
yalnýz bu ilkel koþul için deðil, ayný zamanda, köleliðe ve serfliðe da-
yanan daha sonraki koþullar ve her üretim kolu ile ilgili üretim araçla-
rýnýn bir alandan diðerine ancak güçlükle aktarýlabildiði ve bu nedenle
çeþitli üretim alanlarýnýn, dýþ ülkeler ya da komünist topluluklarda ol-
duðu gibi, birbirleriyle belli sýnýrlar içersinde iliþkide bulunduðu sürece,
lonca biçiminde örgütlenmiþ elzanaatlarý için de geçerlidir.” (Marx, Buch
III, l, s.156 ff.)
Marx, eðer Üçüncü Cildi bir kez daha elden geçirme fýrsatýný bul-
saydý, kuþkusuz bu paragrafý epeyce geniþletirdi. Bu haliyle, ancak söz-
konusu nokta üzerinde söylenecek þeylerin kaba bir taslaðýdýr. Bunun
için þimdi onu biraz daha yakýndan inceleyelim.
Hepimiz biliyoruz ki, toplumun baþlangýçlarýnda, ürünler üretici-
lerin kendileri tarafýndan tüketiliyordu ve bu üreticiler, kendiliklerinden,
azçok komünist topluluklar halinde örgütlenmiþlerdi; bu ürünlerdeki fazla-
lýðýn yabancýlarla deðiþimi –ürünlerin, metalar haline çevrilmesinin
baþlangýcý– daha sonraki tarihlere raslar; bu, önce, yalnýz farklý kabilele-
re baðlý tek tek topluluklar arasýnda olur, ama sonralarý topluluk içersin-
de de görülür, ve bu topluluklarýn, büyük ya da küçük aile gruplarýna
çözülmesine, oldukça önemli katkýda bulunur. Ama bu çözülmeden
sonra bile, deðiþimde bulunan aile reisleri, çalýþan köylüler olmakta de-
vam ederler ve kendi çiftliklerinde, ailelerinin yardýmý ile, hemen he-
men bütün gereksinmelerini üretir ve ancak zorunlu gereksinmelerinin
küçük bir kýsmýný, kendi ürün fazlalýklarý karþýlýðýnda dýþardan saðlarlar.
Aile yalnýz tarým ve hayvancýlýkla uðraþmaz, ürünlerini, mamul tüketim
nesneleri haline de getirir; arasýra, eldeðirmenleri ile hububatýný öðütür,
ekmek piþirir, iplik eðirir, dokumalarýný boyar, keten ve yün dokur, deri
iþler, ahþap yapýlar yapar ve bunlarý onarýr, araç ve gereç yapar, ve za-
man zaman da marangozluk ve demircilik yapar; böylece, aile ya da
aile topluluðu, aslýnda, kendi kendine yeterli bir grup oluþturur.
Böyle bir ailenin, dýþardan trampa ya da satýnalma yoluyla elde
etmek zorunda olduðu þeylerin pek azý, hatta Almanya’da 19. yüzyýlýn
baþýna kadar, çoðunlukla elzanaatý ile üretilen nesnelerden oluþuyordu,
yani yapým þekilleri hiç bir zaman köylü için bilinmeyen þeyler olm-
amakla birlikte, ya sýrf gerekli hammaddeye sahip olmadýðý ya da satýn
alýnan nesne daha iyi ya da daha ucuz olduðu için köylü bunlarý kendisi
üretmiyordu. Dolayýsýyla, orta çaðlarda köylü, trampa yoluyla elde ettiði

Karl Marks 783


Kapital III
nesnelerin yapýmý için gerekli emek-zamanýný oldukça büyük bir doðru-
lukla biliyordu. Köyün demircisi ile tekerlekçisi, gözünün önünde çalýþtýðý
gibi, benim gençliðimde bile, birbiri ardýna Ren köylüklerini dolaþan
terziler ile kunduracýlar, ev yapýsý malzemelerden ayakkabýlar ve giysiler
[sayfa 785] yaparlardý. Köylüler, bunlardan öteberi satýnalan halkýn kendisi
de iþçiydi; deðiþilen nesneler herkesin kendi ürünüydü. Bu ürünleri ya-
parken ne harcýyorlardý? Emek ve yalnýzca emek: aletlerini yerine koy-
mak, hammadde üretmek ve bunlarý iþlemek için, tek harcadýklarý þey
kendi emek-güçleriydi; bu durumda nasýl olur da, bu kendi emeklerinin
ürünlerini, öteki emekçi üreticilerin ürünleriyle, bunlara harcanan emek
oraný dýþýnda deðiþebilirlerdi? Yalnýz bu ürünlere harcanan emek zama-
ný, deðiþilecek deðerlerin nicel belirlenmesinde tek uygun ölçü olmakla
kalmýyordu, zaten bir baþka ölçü olanaðý da yoktu. Yoksa köylüler ile
zanaatçýlarýn, bir kimsenin on saatlik emek ürününü, bir baþkasýnýn tek
bir saatlik emek ürünü karþýlýðýnda elden çýkartacak kadar budala ol-
duklarýna inanmak mý gerekiyor? Köylü doðal ekonomisinin tüm dö-
nemi boyunca, deðiþilen metalar miktarýnýn, gitgide daha fazla, kendi-
lerinde somutlaþan emek miktarýna göre ölçülmesi eðilimi dýþýnda bir
deðiþim olanaðý bulunmamaktadýr. Bu üretim tarzýna da paranýn girdiði
andan itibaren, deðer yasasýna uyma eðilimi (marksist formüle uygun
olarak, nota bene!) bir yandan daha belirli hale gelirken, öte yandan da,
tefeci sermayesi ve soyguncu vergilendirmelerin araya girmesiyle kesin-
tiye uðrar; fiyatlarýn, ortalama olarak deðerlere çok yaklaþtýðý dönemler
uzamaya, baþlar.
Ayný þey, köylü ürünleri ile kentli zanaatçýlarýn ürünleri arasýndaki
deðiþim için de doðrudur. Baþlangýçta bu trampa, araya bir tüccar gir-
meksizin, kentlerde, köylünün alýþveriþ yaptýðý pazar günlerinde, doðru-
dan doðruya yapýlýr. Burada da, gene, yalnýzca köylü, zanaatçýnýn çalýþma
koþullarýný bilmekle kalmaz, zanaatçý da onun çalýþma koþullarýný bilir.
Çünkü zanaatçý da henüz biraz köylüdür; onun da bir sebze ve meyve
bahçesi olduðu gibi, çoðu kez de, küçük bir toprak parçasý, bir-iki ineði,
domuzu, kümes hayvanlarý, vb. vardýr. Ýþte bu nedenle ortaçaðda halk
birbirlerinin –hiç deðilse günlük kullandýðý eþyalarla ilgili– ham ve yar-
dýmcý maddelerinin maliyetini ve emek-zamanýný oldukça doðru bir
þekilde bilebilirdi.
Emek miktarýna dayanan bu trampa, sonralarý, ancak dolaylý ve
nispi olsa bile, diyelim, hububat ve hayvanlar gibi, uzun süren ve düzen-
siz aralýklarla kesintiye, uðrayan emeðe gereksinme gösteren ürünler
için nasýl hesaplanýyordu? Ve hele hesap yapmayý bilmeyen kimseler
arasýnda bu nasýl oluyordu? Herhalde ancak, çoðu kez karanlýkta elyor-
damýyla yolunu bulmaya çalýþan uzun süreli zikzaklý tahminler ve doðal-
lýkla yanýlgýlarla öðrenerek yapýlýyordu. Ne var ki, bir kimsenin, bir tüm
olarak, kendi giderlerini geriye alma zorunda olmasý, daima doðru olan
yola dönülmesinde yardýmcý oluyor, ve dolaþýmda bulunan nesnelerin

784 Karl Marks


Kapital III
sýnýrlý türde olmasý ile, bunlarýn üretimlerinin çoðu zaman yüzyýllýk karar-
lý niteliði bu amaca ulaþmayý kolaylaþtýrýyordu. Bu ürünlerin deðerlerinin
nispi miktarlarýnýn oldukça yaklaþýk olarak saptanmasýnýn hiç de çok
uzun zaman almadýðýný, tek tek üretimlerinin oldukça uzun sürmesi [sayfa
786] nedeniyle bunun en güç görüldüðü meta olan sýðýr türünden hayvan-
larýn, ilk ve oldukça genel kabul gören para-meta halini almasý olgusu
tanýtlar. Bunun gerçekleþmesi için, sýðýrýn deðerinin, baþka türde bir yý-
ðýn meta ile deðiþim oranýnýn, nispeten olaðanüstü bir kararlýlýða ulaþmýþ
olmasý, pek çok kabilenin bölgesinde itirazsýz kabul edilmiþ bulunmasý
gerekir. Ve o zamanýn insanlarý –hem hayvan yetiþtiricileri ve hem de
bunlarýn müþterileri– hiç kuþkusuz, trampa sýrasýnda, harcadýklarý emek-
zamanýnýn karþýlýðýnda eþdeðerini almaksýzýn vermeyecek kadar akýllýy-
dýlar. Tam tersine, insanlar, meta-üretiminin ilkel durumuna ne denli
yakýn olurlarsa –örneðin, Ruslar ve Doðulular gibi–, bugün de, bir ürüne
harcadýklarý emek-zamanýnýn tam karþýlýðýný ele geçirmek için uzun ve
inatçý pazarlýklarla o denli fazla zaman yitirmektedirler.
Deðerin emek-zamaný ile bu þekilde belirlenmesinden baþlayarak,
meta üretimi bütünüyle geliþti ve bununla birlikte de, Kapital’in Birinci
Cildinin Birinci Kýsmýnda anlatýldýðý gibi, deðer yasasýnýn çeþitli yanla-
rýnýn kendilerini ortaya koyduklarý çok yönlü iliþkiler ve özellikle de,
emeðin, deðer yaratan biricik öðe olduðu koþullar da geliþti. Koþullar,
üretime katýlanlar bunlarýn bilinçlerine varmaksýzýn kendilerini gerçek-
leþtirirler; ve günlük uygulamalardan ancak çetin teorik araþtýrmalar ile
soyutlanabilirler; bunun için de, Marx’ýn kanýtladýðý gibi, meta-üretiminin
doðasýndan zorunlu olarak ileri gelen doða yasalarý biçiminde etkin-
liklerini gösterirler. En önemli ve en kesin sonuçlu ilerleme, madeni pa-
raya geçilmesiydi ve bunun sonucu olarak, deðerin emek-zamaný ile
belirlenmesi, artýk, meta deðiþiminin yüzeyinde görünmez hale gelmiþti.
Pratik açýdan para, deðerin kesin ölçüsü haline geldi ve bu, ticaret alaný-
na giren metalarýn türü arttýkça, bu metalar uzak ülkelerden geldikçe ve
dolayýsýyla, üretimleri için gerekli emek-zamanýnýn saptanmasý güçleþ-
tikçe daha da yaygýn bir durum aldý. Paranýn kendisi genellikle önce
yabancý yerlerden geliyordu; deðerli madenlerin ülke içersinde elde edil-
diði durumlarda bile, köylüler ile zanaatçýlar, kýsmen bunun için har-
canan emek-zamanýný yaklaþýk olarak tahmin edemiyorlar, kýsmen de
parayla hesap yapma alýþkanlýðý sonucu, emeðin deðer ölçüsü olma
niteliði kendi bilinçlerinde artýk iyice silikleþiyordu; böylece, halkýn bilin-
cinde para, mutlak deðerin temsilcisi haline gelmeye baþladý.
Kýsacasý: marksist deðer yasasý, genellikle, ekonomik yasalarýn
geçerliði ölçüsünde, tüm basit meta-üretimi dönemi için, yani bu üre-
tim, kapitalist üretim tarzýnýn görünmesiyle bir deðiþikliðe uðrayana de-
ðin de geçerlidir. O zamana kadar, fiyatlar, marksist yasa gereðince
belirlen-miþ deðerlere doðru yaklaþarak bu deðerlerin çevresinde dalga-
lanýrlar, böylece, basit meta-üretimi ne kadar fazla geliþirse, uzun dö-

Karl Marks 785


Kapital III
nemler þid-detli dýþ sarsýntýlarla kesintiye uðramayan ortalama fiyatlar,
deðerlerle, ihmal edilebilir ufak bir farkla çakýþýrlar. Þu halde, marksist
deðer yasasý, ürünleri metalara dönüþtüren deðiþimin baþlangýcýndan,
15. yüzyýla deðin süren bir dönem için, genel bir ekonomik geçerliðe
sahip olmuþtur. Ne var [sayfa 787] ki, meta deðiþimi, yazýlý tarih-öncesi dö-
nemlere kadar uzanýr ve Mýsýr’da, Ýsa’dan önce en az 2.500 ve belki de
5.000, Babil’de 4.000, belki de 6.000 yýllarýna kadar iner; þu halde, deðer
yasasý, beþ ile yedi bin yýllýk bir dönem boyunca egemenliðini
sürdürmüþtür. Ve þimdi gelin de, bütün bu dönem boyunca genellikle
ve doðrudan doðruya geçerli olan deðere, metalarýn hiç bir zaman satýl-
madýklarý ve satýlmayacaklarý, azýcýk aklý olan hiç bir iktisatçýnýn asla
uðraþmayacaðý bir þey diyen Bay Loria’nýn ciddiyetine hayran olmayýn!
Þimdiye deðin tüccardan sözetmedik. Basit meta-üretiminin ka-
pitalist meta-üretimine dönüþmesini gördüðümüz þu anda onun iþe karýþ-
masýný þimdilik bir yana býrakabiliriz. Her þeyin duraðan olduðu bu top-
lumda, tüccar, devrimci bir öðeydi; bu, kalýtýmdan gelen bir duraðan-
lýktý; köylü, yalnýz kendi bir dönümlük toprak parçasýný deðil, özgür mülk
sahibi, özgür ya da topraða baðlý köylü ya da serf olarak toplumdaki
yerini; kentli zanaatçý, hem uðraþýný ve hem de baðlý bulunduðu lonca-
nýn ayrýcalýklarýný, kalýtýmla ve neredeyse vazgeçilmez haklar olarak elde
ettikleri gibi, ayrýca, müþterilerini, pazarlarý ve devraldýklarý zanaata ait
beceri ve eðitimi ta çocukluklarýndan kazanmýþ oluyorlardý. Ýþte böyle
bir dünyaya tüccar giriyor ve onun bu giriþi, her þeyin allak-bullak olma-
sýnýn baþlangýcý oluyordu. Ama o, bilinçli bir devrimci olmak þöyle dur-
sun, tam tersine, her þeyiyle onun bir parçasýydý. Ortaçaðlarýn tüccarý,
hiç bir zaman bireyci deðildi, o da çaðdaþlarý gibi bir birliðin üyesiydi.
Ýlkel komünizmden doðup geliþen mark topluluðu, kýrsal bölgede ege-
mendi. Her köylü, baþlangýçta, her nitelikte eþit toprak parçalarýna ve
dolayýsýyla da, markta eþit hakka sahipti. Bu mark, kapalý bir birlik haline
gelip de artýk yeni toprak parçalarý da verilmeyince, miras, vb. yoluyla
topraklar bölündü ve böylece mark üzerindeki ortak haklar da
parçalanmýþ oldu; ama tam bir dönüm birim olarak kaldý ve dolayýsýyla
yarým, dörtte-bir ve sekizde-bir dönüm, markta bunlara tekabül eden
haklarý veriyordu. Daha sonraki bütün üretici birlikler, statüleri, özellikle
sýnýrlý toprak bölgesi yerine, meslek ayrýcalýðýna mark yasalarýnýn uygu-
lanmasýndan baþka bir þey olmayan kentlerdeki loncalar, mark birliðinin
esasýný izlediler. Bütün örgütlenmenin temel noktasý, Elberfeld ve Bar-
men iplik sanayiine ait 1527 tarihli lisansta çarpýcý bir biçimde ifade edil-
diði gibi, her üyenin loncaya tanýnan ayrýcalýk ve haklardan eþit biçimde
yararlanmasýydý. (Thun, Industrie am Niederrhein, vol. II.s. 164 ff.) Ayný
þey, her payýn eþit ölçüde katýldýðý ve ayný zamanda da, mark üyesinin
hakký gibi, her hak ve yükümlülükleriyle birlikte bölüþüldüðü maden
loncalarý için de geçerlidir. Gene ayný þey, denizaþýrý ticareti baþlatan
ticaret þirketleri içinde ayný ölçüde geçerliydi. Ýskenderiye ile Ýstanbul

786 Karl Marks


Kapital III
limanlarýndaki, Venedikliler ve Cenovalýlar kendi fondaco’larýndaki –ba-
rýnak, han, antrepo, teþhir ve satýþ salonlarýnda, merkez bürolarýnda–
her “ulus”, tam meslek birliklerini kurmuþtu ve buralar rakiplere ve
müþterilere kapalýydý; aralarýnda kararlaþtýrdýklarý fiyatlarla satýþ [sayfa 788]
yapýyorlardý, mallarý, açýk denetim ve çoðu kez de bir damga ile garanti
edilen belirli bir niteliðe sahipti; yerlilerin, ürünlerine ödeyecekleri fiyatý
vb. ortaklaþa kararlaþtýrýyorlardý. Hanseatik tüccarlar da, Norveç’te,
Borgen’de, Alman köprüsü (Tydske Bryggen) üzerinde, baþka türlü ha-
reket etmiyorlardý; ayný þey, bunlarýn Hollandalý ve Ýngiliz rakipleri için
de doðruydu; saptanan fiyatýn altýnda malýný satan ya da bu fiyatýn üze-
rinde mal alan tüccarýn vay haline! Birliðin suçluya doðrudan vereceði
cezalar bir yana, hele bir de boykot edilirse bu onun mahvý demekti. Ve
hatta, belirli amaçlar için daha kapalý birlikler de kurulmuþtu: 14. ve 15.
yüzyýllarda Cenova’da kurulan ve yýllarca, Anadolu’da Foça ve Sakýz
arasýndaki þap madenlerine egemen olan Maona ve, 14. yüzyýlýn sonun-
dan beri Ýtalya ve Ýspanya ile iþ yapan, bu ülkelerde þubeler açan, büyük
Ravensberg Ticaret Þirketi, Augsburglu tüccarlarýn kurduklarý Alman
þirketleri: Fugger, Welser, Vöhlin, Höchstetter, vb; Nürnberglilerin kur-
duklarý ve 66.000 düka sermaye ve üç gemi ile Portekizlilerin 1505-1506
Hindistan seferine katýlarak yüzde 150, baþkalarýna da yüzde 175 kâr
saðlayan Hirschvogel firmasý (Heyd: Levantehandel, vol. II, s. 524); ve
Luther’in ateþ püskürdüðü daha bir yýðýn firma, “Monopolia’.
Burada ilk kez, kâr ve kâr oraný ile karþýlaþýyoruz. Tüccarlar, özel-
likle ve bilinçli olarak, bu kâr oranýnýn bütün üyeler için eþit olmasýna
çalýþýyorlardý. Doðu Akdenizde Venedikliler ve Kuzeyde Hanseatikler,
herbiri metalarý için komþusu ile ayný fiyatý ödüyordu; taþýma ücretleri
ayný idi ve mallarý için ayný fiyatlarý alýyorlar, dönüþlerinde “uluslarýnýn”
öteki tüccarlarý ile ayný fiyatlara yük alýyorlardý. Böylece kâr oraný hepsi
için aynýydý. Büyük ticaret kumpanyalarýnda, ödenmiþ sermaye hissesi
ile pro rata kâr daðýtýmý, sahip bulunduðu toprak payý ile pro rata, mar-
ka katýlma payý ya da madendeki hisse ile pro rata madencilikten kâr
alma kadar doðal bir þeydi. Tam geliþmiþ biçimi içersinde, kapitalist
üretimin sonal sonuçlarýndan birisi olan eþit kâr oraný, böylece burada
kendisini, sermayenin, tarihin çýktýðý noktalardan birisi olarak, kendisi
de doðrudan ilkel komünizmin bir yavrusu olan mark birliðin soyundan
doðrudan gelen bir tür olarak, en yalýn biçimi içersinde ortaya koymakta-
dýr.
Bu baþlangýçtaki kâr oraný, zorunlu olarak çok yüksekti. Ticaret,
yalnýz korsanlýðýn yaygýn olmasý nedeniyle tehlikeli olmakla kalmýyordu,
rakip uluslar da, ele geçen her fýrsatta, her türden þiddet hareketlerine
baþvurmaktan kaçýnmýyorlardý. Ensonu, satýþlar ile pazarlama koþullarý,
yabancý prenslerin verdikleri izin belgelerine dayanýyor ve bunlar da sýk
sýk, ya bozuluyor ya da geri alýnýyordu. Dolayýsýyla, kârýn, yüksek bir
sigorta payýný içermesi gerekiyordu. Ayrýca, devir yavaþ, alýþveriþin sona

Karl Marks 787


Kapital III
erdirilmesi uzun zaman alýyor, ve çoðu kez kýsa süreli olan çok iyi dö-
nemlerde, yapýlan iþ, tekel kârý saðlayan bir tekel ticareti oluyordu. O
sýralarda egemen olan ve genellikle, normal ticari kâr yüzdesinden dai-
ma daha düþük olmasý gereken çok yüksek kâr oranlarý da, kâr oranýnýn
ortalama olarak çok yüksek olduðunu kanýtlýyor. [sayfa 789]
Ne var ki, bütün üyeler için eþit olan ve topluluðun ortak emeði-
yle saðlanan bu, yüksek kâr oraný, ancak, öz komþu birlikler içersinde,
yani o ‘“ulus” içersinde yerel olarak geçerliydi. Venedikliler, Cenovalýlar,
Hanseatikler ve Hollandalýlarýn herbirisinin özel bir kâr oraný vardý ve
baþlangýçta bu aþaðý yukarý tek tek her pazar için deðiþikti. Bu farklý
firma kârlarýnýn eþitlenmesi, rekabet yoluyla karþýt yönde oldu. Önce,
farklý pazarlarýn kâr oranlarý, bir ve ayný ulus için eþitlendi. Ýskenderiyeli-
lerin, Venediklilere, mallarý için, Kýbrýs’tan, Ýstanbul’dan ya da Trabzon’dan
daha fazla kâr teklif etmeleri halinde, Venedikliler, öteki pazarlardan
çektikleri sermayeyi Ýskenderiye’ye yöneltmeye baþladýlar. Bunu, ayný
pazarlara, ayný ya da benzer mallar ihraç eden farklý uluslar arasýnda kâr
oranlarýnýn yavaþ yavaþ eþitlenmesi izledi ve bunlarýn bazýlarý, çoðu kez
iflas ederek, sahneden çekildiler. Ama bu süreç, politik olaylarla sürekle
kýsýntýya uðruyordu; týpký, Yakýn-Doðuda iþ yapan Levantin ticaretinin,
Türk ve Moðol istilalarý ile çökmesi gibi. 1492’den sonraki büyük coðrafi-
ticari buluþlar, yalnýzca bu geliþmeyi hýzlandýrdý ve buna bir son verdi.
Piyasa alanlarýnda görülen bunu izleyen ani geniþleme ile, ulaþtýr-
ma ve iletiþimdeki devrim, baþlangýçta, ticari iþlemlerin niteliðinde hiç
bir köklü deðiþiklik getirmedi. Ýlk sýralar, birlik halinde çalýþan firmalar,
Hint ve Amerika ticaretine de egemendi. Ama her þeyden önce, bu
þirketlerin ardýnda büyük uluslar vardý. Amerika ile ticarette, Doðu Akde-
nizle ticaret yapan Katolonyalýlarýn yerini Büyük Ýspanya Birliði aldý; ve
onunla birlikte de, Ýngiltere ve Fransa gibi iki büyük ülke; en küçükleri
olan Hollanda ve Portekiz bile, en azýndan hâlâ Venedik kadar büyük ve
güçlüydü ve bir önceki dönemin ise en büyük ve en güçlü tüccar ulusla-
rýydý. Böylece gezginci tüccarlar, 16. ve 17. yüzyýlýn serüvenci tüccarlarý
ortaya çýkarak, ortaklarýný gereðinde silahla da koruyan birlikleri gitgide
gereksiz hale getirdiði gibi, bunlarýn giderleri de düpedüz bir yük olmaya
baþladý. Üstelik, servet tek bir elde, daha büyük bir hýzla büyüyordu ve
böylece tek tek tüccarlar çok geçmeden, eskiden bütün bir þirketin
yapabileceðinden daha büyük bir yatýrýmda bulunabiliyordu. Hâlâ varlý-
klarýný sürdürebilen ticaret þirketleri, çoðu kez silahlý birliklere dönüþerek,
yeni keþfedilen ülkeleri anayurdun koruyuculuðu ve egemenliði altýnda
ele geçirmeye ve tekellerine alarak sömürmeye baþladýlar. Ne var ki, bu
yeni bölgelerde, çoðu zaman devlet tarafýndan kurulan sömürgeler arttý-
kça, þirketlerin yaptýklarý ticaret, bireysel tüccarlar karþýsýnda geriledi ve,
kâr oranýnýn eþitlenmesi artýk, tamamen bir rekabet konusu halini aldý.
Þimdiye deðin biz, yalnýz, tüccar sermayesine ait kâr oranýný gör-
dük. Çünkü, o zamana deðin yalnýz tüccar ve bir de tefeci sermayesi

788 Karl Marks


Kapital III
vardý, sanayi sermayesi henüz geliþmemiþti. Üretim, henüz geniþ ölçü-
de, kendi üretim araçlarýna sahip iþçilerin elindeydi ve dolayýsýyla ya-
pýlan iþ, herhangi bir sermayeye artý-deðer saðlamýyordu. Elde ettikleri
ürünün bir kýsmýný, karþýlýksýz olarak bir üçüncü kimseye veriyorlarsa,
bu, feodal [sayfa 790] efendilere haraç biçimindeydi. Tüccar sermayesi, bu
nedenle, kârýný, hiç deðilse baþlangýçta, ancak, yerli ürünlerin yabancý
alýcýlarýndan ya da yabancý ürünlerin yerli alýcýlarýndan saðlýyordu; ancak
bu dönemin sonuna doðru –Ýtalya için, Levantin ticaretinin gerilemesi-
yle– dýþ rekabet ile, pazarlamada karþýlaþýlan güçlükler, ihraç mallarýný
üreten zanaatçýlarý, ürettikleri metaý, ihracatçý tüccarlara deðerinin altýn-
da satmaya zorlamaya baþladý. Ve dolayýsýyla burada, biz, metalarýn or-
talama olarak, bireysel üreticilerin birbirleriyle yaptýklarý iç perakende
ticarette deðerleri üzerinden satýldýklarýný, ama yukarda verilen neden-
lerle, uluslararasý ticarette ise, kural olarak deðerleri üzerinden satýlma-
dýklarýný görüyoruz. Bugünkü dünyada ise durum tam tersine olup,
üretim-fiyatlarýnýn, uluslararasý ve toptan ticarette geçerli olmasýna karþýn,
kentlerdeki perakende ticarette fiyatlarýn durumu, tamamen farklý kâr
oranlarý tarafýndan düzenlenmektedir. Böylece, diyelim sýðýr etinin fiyatý,
Londra’daki toptancýdan, Londra’daki bireysel tüketiciye ulaþýrken,
Chicago’daki toptancýdan taþýma giderleri de içersinde olmak üzere,
Londra’daki toptancýya geliþinden daha büyük bir fiyat artýþýna uðrar.
Fiyat oluþumunda bu devrimi yavaþ yavaþ meydana getiren araç,
sanayi sermayesi idi. Bu sermayenin çekirdeði, daha ortaçaðlarda, þu üç
alanda oluþmaya baþladý: deniz taþýmacýlýðý, madencilik ve dokuma-
cýlýk. Ýtalyan ve Hanseatik denizci cumhuriyetler tarafýndan bu ölçekte
yürütülen deniz taþýmacýlýðý, denizciler, yani ücretli-emekçiler (bunlarýn
ücret iliþkileri, birlik biçimleri altýnda, kârdan pay almalarý ile belki göz-
den gizlenmiþ olabilir) olmaksýzýn, ya da o günün kadýrgalarý için, kü-
rekçiler –ücretli-emekçiler ya da köleler– olmaksýzýn olanaksýzdý. Aslýnda
birliðe baðlý iþçilerin iþlettikleri madenlerdeki loncalar, hemen her za-
man, ücretli-emekçiler aracýlýðý ile mevduatlarý sömürmek amacýyla ano-
nim þirketler haline çevrildi. Dokumacýlýk sanayinde ise tüccar, küçük
dokumacý patronu, belli bir ücret karþýlýðýnda kendi hesabýna iplik verip
kumaþý dokutturarak, doðrudan doðruya, kendi hizmeti altýna aldý ve
böylece, kendisi de, sýrf alýcý olmaktan çýkýp, müteahhit (Verlager) deni-
len duruma yükselmiþ oldu.
Burada, kapitalist artý-deðerin oluþumunun baþlangýcýný görüyor-
uz. Biz, kapalý tekelci þirketler olarak madencilik loncalarýný, bir yana
býrakabiliriz. Ama gemi sahipleri bakýmýndan þurasý açýktýr ki, bunlarýn
kârlarý, en azýndan ülkedeki normal kâr kadar yüksek olmakta ve bir de,
sigortayý, gemilerin deðer kaybýný karþýlayacak bir fazlalýðý içermekteydi.
Ama ilk kez doðrudan kapitalist hesabýna üretilen metalarý, piyasaya,
zanaatçý hesabýna yapýlan ayný türden metalar ile rekabete süren doku-
ma müteahhidi için durum acaba nasýldýr?

Karl Marks 789


Kapital III
Tüccar sermayesine ait kâr oraný, o konuya girmek için önümüz-
de hazýrdý. Hem de, en azýndan sözkonusu bölge için, yaklaþýk bir ortala-
ma orana zaten eþitlenmiþ durumdaydý. Peki þimdi tüccarý, müteahhit
olarak ek bir iþe girmeye iten þey nedir? Yalnýzca tek bir þey: diðerleriyle
ayný [sayfa 791] satýþ-fiyatýyla daha büyük bir kâr saðlama umut ve bekleyiþi.
Ve iþte oda bunu umuyordu. O, küçük patronu hizmetine almakla, üreti-
min, üreticisini ancak yalnýzca kendi son þeklini almýþ ürününü sattýðý
geleneksel baðlarýný kýrmýþ olur. Tüccar kapitalist, hâlâ kendi üretim
araçlarýna sahip bulunan, ama hammaddeleri olmayan emek-gücünü
satýn alýyordu. Bôylece, dokumacýya düzenli bir çalýþma olanaðý saðla-
dýktan sonra, üretimi öyle bir noktaya kadar indirebilir ki, harcadýðý emek-
zamanýnýn bir kýsmý, karþýlýðý ödenmemiþ hale gelir. Müteahhit þimdi
artýk, kendi ticari kârýnýn üzerinde ve ötesinde bir artý-deðere elkoyar
hale gelmiþti. Gerçi, iplik vb. satýn almak için ek bir sermaye kullanmak
ve bunu, daha önce, ancak satýn almasý üzerine tam fiyatýný ödemek
durumunda olduðu nesne için, þimdi, bitene kadar dokumacýya býrak-
mak zorundadýr, ama her þeyden önce o, eskiden de, kural olarak yeni
üretim koþullarýna ancak borç baskýsý altýnda boyuneðer, dokumacýya
avans vermek için çoðu kez zaten bir ek sermaye kullanýrdý; ikincisi de,
bundan baþka, bu iþin hesabý þu biçimi alýrdý:
Tüccarýmýz, ihracat iþini, 30.000 düka, sequin,* sterlin ya da bir
baþka para tutarýnda bir sermaye ile yürütüyor olsun. Diyelim bunun
10.000’i ülke içersindeki metalarýn satýnalýnmasýnda, 20.000’i ise denizaþýrý
piyasada kullanýlsýn. Ve bu sermaye iki yýlda bir devir yapsýn. Yýllýk devir
= 15.000. Þimdi tüccarýmýz, bir müteahhit olmak, kendi hesabýna kumaþ
dokutmak ister. Ne miktar ek sermaye yatýrmasý gerekecektir? Diyelim
ki, onun sattýðý türden bir kumaþýn parçasýnýn üretim zamaný –doðaldýr
ki, çok fazla olmakla birlikte– ortalama iki aydýr. Gene varsayalým ki, her
þeyin karþýlýðýný nakit olarak ödemek zorunda olsun. Þu halde, dokuma-
cýsýna iki aylýk bir iplik stokunu saðlayacak miktarda sermaye yatýrmasý
gerekecektir. Yýllýk devri 15.000 olduðuna göre, iki ayda 2.500 tutarýnda
kumaþ satýn alýr. Bunun 2.000’inin ipliðin deðerini, 500'ünün dokuma-
cýnýn ücretlerini temsil ettiðini kabul edelim; bu durumda tüccarýmýzýn
2.000 tutarýnda bir ek sermayeye gereksinmesi var demektir. Yeni yön-
temle dokumacýdan elde ettiði artý-deðerin, kumaþýn deðerinin ancak
yüzde 5’i olduðunu kabul edelim; kuþkusuz bu, yüzde 25 gibi, çok müte-
vazý bir artý-deðer oraný demektir. (7.000s + 550d + 125a; a’ = 125 : 500
= %25; k’ = 125 : 2.500 = %5.) Kapitalistimiz, böylece, yýllýk 15.000’in
devri üzerinden 750 tutarýnda bir fazla kâr elde etmekte, ve dolayýsýyla
ek sermayesini 22/3 yýlda geri almaktadýr. .
Ne var ki, satýþýný ve dolayýsýyla sermayenin devrini hýzlandýrmak,
daha kýsa bir dönemde, ayný sermaye ile ayný kârý saðlamak için –þu

* Venedik Cumhuriyetine ait altýn sikke. -ç.

790 Karl Marks


Kapital III
halde, ayný zamanda daha büyük bir kâr elde etmek için– artý-deðerin
küçük bir kýsmýný satýnalýcýya verecek, rakiplerinden daha ucuza satýþ
yapacaktýr. Bu rakipler de zamanla müteahhitler haline gelecekler ve
hepsine ait kâr fazlalýðý, normal kâr düzeyine ve hatta, hepsine ait [sayfa
792] sermaye artýþý üzerinden daha düþük bir düzeye inmiþ olacaktýr. Kâr
oranýnýn eþitliði, içerde elde edilen artý-deðerin bir kýsmýnýn, yabancý
alýcýlara devredilmesiyle, belki bir baþka düzeyde olsa bile yeniden
kurulmuþ olur.
Sanayiin, sermayenin boyunduruðu altýna sokulmasýnda ikinci
adým, manüfaktürün ortaya çýkmasýyla atýlmaktadýr. Bu, 17. ve 18. yüz-
yýllarda çoðu kez kendi ihracatçýsý da olan manüfaktürcüye –Almanya’da
genellikle bu 1850’ye kadar sürmüþtür ve bugün bile þurada burada
görülmektedir– modasý geçmiþ rakibinden, elzanaatçýsýndan daha ucu-
za üretimde bulunma olanaðýný vermektedir. Ayný süreç yinelenmekte-
dir; manüfaktürcü kapitalistin elegeçirdiði artý-deðer, ona (ya da, ortaðý
ihracatçý tüccara) rakiplerinden daha ucuza satma olanaðýný vermekte
ve bu, eþitlenmenin tekrar kurulduðu yeni bir üretim tarzýnýn genel ola-
rak uygulanmasýna kadar sürmektedir. Mevcut merkantil kâr oraný, an-
cak yerel olarak eþitlenmiþ olsa bile, içersinde sanayi artý-deðer fazlalýðýnýn
acýmasýzca budandýðý Procrust yataðý olmakta devam eder.
Eðer manüfaktür kendi ürünlerinin fiyatýný ucuzlatarak ileriye doðru
fýrlamýþsa, bu, metalarýn üretim maliyetlerini, üretimde yapýlan sürekli
devrimlerle gitgide düþürmeye uðraþan ve bütün eski üretim tarzlarýný
durup dinlenmeksizin geride býrakan modern sanayi için daha da doðru-
dur. Ýþte böylece, en sonunda, büyük sanayi, iç pazarý, sermaye adýna
kesin olarak elegeçirir, küçük üretime ve kendine yeterli köylü ailesinin
doðal ekonomisine son verir, küçük üreticiler arasýndaki doðrudan
deðiþimi kaldýrarak, tüm ulusu sermayenin hizmetine koþar. Ayný þekilde,
farklý ticaret ve sanayi kollarýndaki kâr oranýný, tek bir genel kâr oraný
halinde eþitler ve ensonu, sanayii, eskiden sermayenin bir üretim kolun-
dan bir baþkasýna aktarýlmasýna karþý koyan engellerin çoðunu ortadan
kaldýrarak, bu eþitlemede layýk olduðu güçlü duruma kavuþturur. Böyle-
ce, deðerlerin üretim-fiyatlarýna çevrilmesi, genellikle bütün deðiþimler
için tamamlanmýþ olur. Bu çevrilme, bu nedenle, taraflarýn bilinci ya da
isteði dýþýnda, nesnel yasalara göre olur. Rekabetin, genel oraný aþan
kârlarý genel düzeye indirgemesi, dolayýsýyla da, ortalamayý aþan artý-de-
ðere ilk elkoyan sanayici kapitalistin elinden bunun tekrar alýnmasý ol-
duðunu açýklamakta teorik bakýmdan hiç bir güçlük yoktur. Bununla
birlikte, pratikte, aþýrý artý-deðere, yüksek deðiþen sermaye ve düþük de-
ðiþmeyen sermayeye, yani düþük sermaye bileþimine sahip üretim alan-
larý, taþýdýklarý nitelik gereði, bütünüyle kapitalist üretime en son ve en
az tabi olduklarý için –özellikle tarýmda bu, daha da fazla böyledir. Buna
karþýlýk, üretim-fiyatlarýnýn meta-deðerlerin üzerine yükselmesi –ki bu,
yüksek sermaye bileþimine sahip alanlara ait ürünlerin içerdikleri ortala-

Karl Marks 791


Kapital III
manýn altýndaki artý-deðeri, ortalama kâr oraný düzeyine yükseltmek için
gereklidir– teorik bakýmdan son derece güç görünür, ama pratikte
görmüþ olduðumuz gibi, çok çabuk ve çok kolay gerçekleþtirilir. Çünkü,
bu sýnýftaki metalar, ilk kez, kapitalist biçimde üretilip, kapitalist ticaret
[sayfa 793] alanýna girdikleri zaman, kapitalist-öncesi yöntemlerle, dolayýsýy-
la da daha pahalý üretilen ayný nitelikteki metalarla rekabet ederler. Þu
halde, kapitalist üretici, artý-deðerin bir kýsmýndan vazgeçse bile, bölge-
sinde geçerli kâr oranýný gene de saðlamýþ olur; bu kâr oranýnýn, aslýnda
artý-deðerle doðrudan bir iliþkisi yoktur; çünkü o, kapitalist üretim henüz
daha ortaya çýkmadan çok önce, dolayýsýyla da, sanayi kâr oraný henüz
olanaksýz iken, tüccar sermayesinden doðmuþtur.

II. BORSA*

1. Kapitalist üretimde borsanýn durumu, Üçüncü Cildin, Beþinci


Kýsmý, özellikle ...** bölümde genellikle açýktýr. Ama, kitabýn yazýldýðý
1865’ten beri, bugün borsaya, önemli ölçüde artan ve sürekli büyüyen
bir rol yükleyen bir deðiþiklik olmuþ, sýnai ve tarýmsal tüm üretimin, tüm
ticaretin, ulaþtýrma ve iletiþim araçlarýnýn olduðu kadar deðiþim iþlevlerinin
de borsa yöneticilerinin elinde toplanmasýna doðru bir geliþme görülmüþ,
ve böylece, borsa, bizzat kapitalist üretimin en seçkin bir temsilcisi hali-
ni almýþtýr.
2. 1865’te borsa, kapitalist sistem içersinde henüz ikincil bir öðey-
di. Devlet tahvilleri, bellibaþlý borsa senetleri kitlesini temsil ediyordu ve
bunlarýn toplamý bile henüz nispeten küçüktü. Ayrýca, Kýta Avrupasýnda
ve Amerika’da egemen durumda, hisse senetli bankalar vardý ve
Ýngiltere’deki aristokrat özel bankalarý içersine almaya daha yeni baþla-
mýþtý, ama kitle olarak henüz nispeten önemsizdi. Demiryolu hisse se-
netleri, bugüne oranla, henüz zayýftý. Hisse senetli þirket biçiminde daha
henüz ancak birkaç tane doðrudan üretici kuruluþ vardý – ve, bankalar
gibi çoðunluðu daha yoksul ülkelerdeydi: Almanya, Avusturya, Amerika,
vb. “Papazýn gözü” hâlâ, daha yenilmemiþ yanlýþ inanýþlardaydý.
O tarihlerde, borsa, henüz, kapitalistin, birbirlerinin birikmiþ ser-
mayelerini alýp götürdükleri ve iþçiler doðrudan doðruya ancak kapita-
list ekonominin ahlak bozucu genel etkisinin yeni bir karþýtý ve, takdiri
ilahinin (namý diðer þahsýn) bu yaþamda bile, kutsallýðý ve laneti, serveti,
yani zevk ve iktidar ile sefaleti, yani yoksulluðu ve köleliði belirlediðini
söyleyen kalvenci öðretinin doðrulanmasý olarak ilgilendiriyordu.
3. Þimdi ise çok baþka türlü. 1866 bunalýmýndan beri, birikim
gitgide artan bir hýzla arttý ve böylece, hiç bir sanayi ülkesinde ve hele
Ýngiltere’de, üretimdeki geniþleme, birikime ayak uyduramadý ya da bi-

* Elyazmasýna Engels’in koyduðu baþlýk, “Borsa, Kapital’in Üçüncü Cildine Ek Notlar.” -Ed.
** Elyazmasýnda Engels, bölüm numarasýnýn konulmasý için bir baþlýk býrakmýþ. Düþünülen
baþlýk herhalde þuydu: Yirmiyedinci Bölüm, “Kapitalist Üretimde Kredinin Rolü”. -Ed.

792 Karl Marks


Kapital III
reysel kapitalistin birikimi, sýrf kendi iþinin geniþletilmesinde kullanýldý;
daha 1845’te Ýngiliz pamuklu sanayii; demiryolu sahtekarlýklarý. Ama bu
birikim ile birlikte rantiyelerin, iþ yaþamýnýn devamlý gerilemesinden bý-
kýp usanan ve bunun için de, þirketlerin müdürleri ya da yöneticileri
olarak [sayfa 794] sýrf kendilerini eðlendirmek ya da hafif bir iþ tutmak isteyen-
lerin sayýlarý arttý. Ensonu, para-sermaye olarak baþýboþ dolaþan bu kitle-
nin yatýrýmýný kolaylaþtýrmak için, henüz kurulmamýþ bulunan yerlerde,
yeni sýnýrlý sorumlu þirket türleri kuruldu ve eskiden hisse senedi sahipler-
inin sýnýrsýz olan sorumluluklarý, [daha çok ya da daha az] azaltýldý (Al-
manya’da 1890’da anonim þirketler kuruldu, katýlma payý %40 idi!).
4. Bunu, sanayiin giderek hisse senetli giriþimlere dönüþmesi iz-
ledi. Sanayi kollarý birbiri ardýna bu kadere kurban gitti. Önce, þimdi ar-
týk dev fabrikalarýn gerekli olduðu demir sanayii (daha önce, madenler,
hisse senedine dayanýlarak, örgütlenmemiþti). Ardýndan kimya sanayi
ve makine fabrikalarý. Kýtada dokuma sanayii, Ýngiltere’de, Lancashire’de
ancak birkaç bölge (Oldham Ýplik Fabrikasý, Burnley Dokuma Fabrikasý
vb., terzi kooperatifleri, ama bu da gene ilk bunalýmda tekrar patronun
eline düþmek üzere ancak bir hazýrlýk aþamasý), içki yapým yerleri (Ame-
rikalýlara ait olanlar birkaç yýl önce Ýngiliz sermayesine satýldý, ardýndan
Guinness, Bass, Allsopp). Bundan sonra ortak yönetim altýnda dev giri-
þimler yaratan tröstler (United Alkali gibi). Sýradan bireysel firmalar, git-
gide artýk, o alandaki iþi kurulabilecek düzeye getiren, yalnýzca birer
geçici aþama.
Ticarette de ayný þey: Leafs, Parsons, Morys, Morrison, Dillon,
hepsi de þirket. Þimdi, perakendeci maðazalarda ayný ve sýrf “süpermar-
ket” tipinde, kooperatif görünüþünde de deðil.
Ýngiltere’de bile, bankalar ile öteki kredi kuruluþlarý da öyle. Yýðýn-
larca yeni banka, bütün sorumluluklar sýnýrlý. Hatta...* vb. gibi eski bank-
alar bile, yedi özel ortak ile, sýnýrlý þirketlere çevrilmiþ durumda.
5. Tarým alanýnda da ayný þey. Özellikle Almanya’da, türlü türlü
bürokratik adlar altýnda dev boyutlara ulaþan bankalar, gitgide daha faz-
la ipotekler üzerinde hak sahibi oldular; hisse senetleri ile, toprak mülki-
yetinin fiili sahipliði borsaya geçti; çiftlikler alacaklýlarýn eline düþtüðü
zaman, bu, daha da gerçekti. Burada, bozkýrlarýn iþlenmesiyle tarýmsal
devrim çarpýcýdýr; eðer böyle sürüp giderse, yakýn bir gelecekte, Ýngilte-
re ile Fransa’nýn topraklarýnýn da borsanýn eline geçeceði söylenebilir.
6. Þimdi bütün yabancý yatýrýmlar, hisse senedi biçiminde. Yalnýz
Ýngiltere’de: Amerikan demiryollarý, Kuzey ve Güney (borsa listesine ba-
kýnýz), Goldberger, vb..
7. Sonra sömürgeleþtirme. Bugün bu, borsanýn gerçek bir yar-
dýmcýsý; onun çýkan için Avrupa’nýn güçlü devletleri birkaç yýl önce
Afrika’yý paylaþtý, Fransa, Tunus ile Tonkin’i elegeçirdi. Afrika, doðrudan

* Okunamýyor. “Glyn & Co.” anlamýnda banka olsa gerek. -Ed.

Karl Marks 793


Kapital III
doðruya þirketlere kiralandý (Nijerya, Güney Afrika, Alman Güney-Batý
ve Alman Doðu Afrikasý), ve Mozambik ile Natal’ý, Sir Cecil Rhodes,
borsa için ele geçirdi. [sayfa 795]

794 Karl Marks


Kapital III
DÝZÝNLER
KAYNAKLAR DÝZÝNÝ

YAZARLAR

A on entre M. Fr. Bastiat et M.P.J.


Proudhon, Paris 1850. -303, 304.
ANDERSON, Adam. An Historical and BELL, G. M. The Philosophy of Joint-
Chronological Deduction of the Ori- Stock Banking, London 1840. -483.
gin of Commerce, from the earliest BOSANQUET, J.W. Metallic, Paper, and
accounts to the present time, Vol. Credit Currency, and the means of
2, London 1764. -292. regulating their quantity and value,
ANDERSON, James. A Calm Investigati- London 1842. -326, 352.
on of the Circumstances that have BRISCOE, John. To the Knights, Citizens
led to the present scarcity of grain and Burgesses in Parliament as-
in Britain, London 1801. -547. sembled, 1695. -532.
ARÝSTOTELES. De Republica Libri VIII en BURET, Eugene. De la misère des clas-
Oeconomica. Ex recensione Imma- ses laborieuses en Angleterre et en
nuelis Bekkery, OxonÝi 1837. - 338. France etc., Paris 1840. -705.
ARND, Karl. Die naturgemässe Volks- BÜSCH, Johann Georg. Theoretischprak-
wirtsehaft, gegenüber dem Mono- tische Darstellung der Handlung in
poliengeiste und dem ihren mannigfaltigen Geschäften
Kommunismus, mit einem Rück- (1792). Third extended and impro-
blicke auf die einschlagende Lite- ved edition with insertions and sup-
ratur, Hanau 1845. -319-320. plements by G. P. H. Normann,
AUGIER, Marie. Du crédit public et de Hamburg 1808. -541.
son histoire depuis les temps anci-
ens jusqu’a nos jours, Paris 1842. - C
526, 541.
CAlRNES, J. E. The Slave Power: its cha-
B racter, career and probable designs
etc., London 1862. -337,
BALZAC, Honore de. Les paysans, 1845. CANTILLON, Richard. Essai sur la nature
-41. du commerce en général. Traduit
BASTlAT, Fr. Gratuite du credit. Discussi- de l’anglais, London 1755. -689.

Karl Marks 797


Kapital III
CAREY, H. C. Principles of Social Science, Selbstunterricht für Geschäftsmän-
Vol. III, Philadelphia 1860. - 349. ner überhaupt (1842), 7. Auflage
CHALMERS, Thomas. On Political Eco- Leipzig 1859. -275.
nomy in Connection with the Mo- FIREMAN, Peter. Kritik der Marxschen
ral State and Moral Prospects of Werttheoire. In Jahrbücher für Na-
Society, 2nd ed., Glasgow 1832. -390. tionalökonomie und Statistik, Drit-
CHAMBERLAlN (Chamberleyne), Dr. te Folge, Bd. III, Jena 1892. -20, 21.
Hugh. A few Proposals humbly re- FORCADE, Eugene. La guerre du socia-
commending etc, establishing a lisme, II. L’economie politique ré-
Land Credit in this Kingdom, Edin- volutionnaire et sociale. In Revue
burgh 1700. - 532. des Deux Mondes, T. 4, Bruxelles
CHERBULIEZ, A. Riche ou pouvre. Expo- 1848. -740.
sition succinte des causes et des FRANCIS, Jobn. History of the Bank of
effets de la distribution actuelle des England, its Times and Traditions,
richesses sociales, Paris et Geneve 3rd ed., London 1848. -533, 534.
1840. -144, FULLARTON, John. On the Regulation of
CHILD, Josiah. Traites sur le commerce Currencies; being an examination
et sur les avantages qui résultent of the principles, on which it is pro-
de la réduction de l’intérét de posed to restrict, within certain fi-
I’argent (l694), Amsterdam et Ber- xed limits, the future issues on
lin 1754. -348, 533. credit of the Bank of England and
COMTE, Charles. Traité de la propriété, of the other banking establishme-
T. 1, Paris 1834. -546. nýs throughout the country, London
COQUELIN, Charles. Du crédit et des dan- 1845. -356, 399, 397, 398, 399, 400,
ques, ln Revue des Deux Mondes, 401, 405, 406.
Paris 1842. -353.
CORBET, Thomas. An lnquiry into the G
Causes, and Modes of the Wealth
GILBART, William James. The History
of lndividuals, or the principles of
and Principles of Banking, London
trade and speculation explained.
1834 -298, 356, 357, 540.
London 1841. -150, 154, 165, 270.
– An Inquiry into the Causes of the Pres-
D sure on the Money Market during
the Year 1839, London 1840. -478,
DUREAU DE LA MALLE, A. J. Economie 482.
politique des romains, Paris 1840. - – A Practical Treatise on Banking (1827),
95. 5th ed., London 1849 -317.
GREG, R. H. The Factory Question, Lansi-
E dered in Relation to its Effects on
the Health and Morals of those Em-
ENGELS Friedrich. Die Lage der arbei-
ployed in Factories. And the Ten
tenden Klasse in England. Nach eig-
Hours’ Bill, etc., London 1837. -99.
ner Anschauung und authenlischen
Quellen, Leipzig 1845, -680. H
– The Stock Exchange, Supplementary
Notes toCapital, Volume Three HAMlLTON, Robert. An Inquiry Conce-
(1895). -794. ming the Rise and Progress, the Re-
demption and Present State and the
F Management of the National Debt
of Great Britain, 2nd ed., Edinburgh
FELLER, Dr. F. E und QDERMANN, Dr. C.
1814. -347.
G. Das Ganze der kaufmännischen
HARDCASTLE, Daniel. Jr. Banks and Ban-
Arithmetik, Für Handels-Real- und
kers, 2nd ed., London 1843. - 482,
Gewerbeschulen, so wie zum
541.

798 Karl Marks


Kapital III
HEGEL, Georg Wilhelm Friedrich. Grund- London 1840. -352.
linien der Philosophie des Rechts, LEXIS, W. Die Marxsche Kapital theorie.
oder Naturrecht und Staatswissen- In Conrads Jahrbücher für Natio-
schaft im Grundrisse. In Werke, pu- nalökonomie und Statistik, Neue
blished by Dr. Eduard Gans, 7th ed., Folge, Bd. XI, Jena 1885. -17, 18,
Berlin 1840. -545. 19.
HEINE, Heinrich. Disputation. In „Gedich- LINGUET, N. Theorie des lois civiles ou
te, Dritter Band, Romanzero, 3. principes fondamentaux de la so-
Buch, Hebräische Melodien.“ -478. ciete, T. 1, London 1767. -695.
HEYD, Dr. Wilhelm. Geschichte des Le- LIST, Dr. Friedrich. Die Ackerverfassung,
vantehandles im Mittelalter, Stutt- die Zwerwirtschaft und die Aus-
gart 1879. -789. wanderung. From the Deutsche
HODGSKIN. Labour Defended Against the Vierteljahrsschrift, 1842, Heft IV. Nr.
Claims of Capital; or the Unproduc- XX, specially printed, Stuttgart und
tiveness of Capital Proved. By a La- Tübingen 1842. -775, 776.
bourer, London 1825. -342, 350. LORIA, Achille. Karl Marx. in Nuova An-
HUBBARD, John Gellibrand. The Curren- tologia, April 1883. -23.
cy and the Country, London 1843. - – La Teoria Economica della Costituzio-
367, 469. ne Politica, Roma, Torino, Firenze
HÜLLMANN, Karl Dietrich. Städtewesen 1886. -23.
des Mittelalters, Bonn 1826-29. -279, – Die Durchschnittsprofitrate auf Grund-
281, 529. lage des Marxschen Wertgesetzes.
J Von Dr. Conrad Schmidt. Stuttgart
JOHNSTON, James F. W. Notes on Nor- 1889. Review in Conrads Jahrbü-
th America Agricultural, Economi- cher für Nationalökonomie und Sta-
cal and Social, Edinburgh and tistik, Neue Folge, Bd. XX, Jena
London 1851. -546, 591. 1890. -24.
JONES, Richard. An Introductory Lecture – L ‘Opera postuma di Carla Marx. in
on Political Economy, London 1833. Nuova Antologia, Vol. LV, Februa-
-234. ry 1895. -781.
– An Essay on the Distribution of We- LUTHER, Martin, An die pfarherrn wider
alth, London 1831. -668. den Wucher zu predigen, Wittem-
berg 1540, Luther’s Werke, Wittem-
K berg 1589, 6. Teil. -305, 346.
– Von Kaufshandlungs und Wucher, Wit-
KlESSELBACH, Wilhelm. Der Gang des
temberg 1524, Luther’s Werke, Wit-
Welthandels und die Entwicklung
temberg 1589, 6. Teil. -291.
des europäischen Völkerlebens im
LUZAC, E. Hollands Rijkdom, Behelzen-
Mittelalter, Stuttgart 1860. -288.
de den Oorsprong van den Koo-
KINNEAR, J. G. The Crisis and the Cur-
phandel, en von de Magt van dezen
rency, London 1847. -391, 466.
Staat etc., Leyden 1782. -281.
L
M
LAING, Samuel, National Distress; its Cau-
MACAULAY, Th. B. The History of Eng-
ses and Remedies, London 1844. -
land. From the accession of Jaines
680.
the Second, Vol. 4, London 1857. -
LA VERGNE, Leonce de. The Rural Eco-
534.
nomy of England, Scotland and Ire-
MALTHUS, T. R. Definitions in Political
land (translated from Economie
Economy, London 1827. -39. Lon-
Rurale de I’Angleterre, Paris 1854),
don l853. -41.
London 1855. -557.
– Principles of Political Economy, consi-
LEATHAM, William. Letters on the Cur-
dered with a view to their practical
rency. Addressed to Charles Wood,

Karl Marks 799


Kapital III
application, 2nd ed., London 1836. - 1857. -283, 338, 692.
39, 153. MORTON, J. C. On the Forces used in
MANLEY, Thomas. Interest of Money Agriculture. Report rnade at the So-
Mistaken, or a treatise, proving that ciety of Arts. In Journal of the So-
the abatement of interest is the ef- cieýy of Arts. December 9, 1859.
fect and not the cause of the riches -556.
of a nation and thut six per cent is MORTON, John Lockhart. The Resources
a proportionable interest to the pre- of Estates: being a treaitse on the
sent conditions of Kingdom, Lon- agricullural improvement and ge-
don 1668. -533. neral managemen of landed pro-
MARON, Dr. H. Extensiv oder intensiv? perty, London 1858. -556, 595.
Ein Kapital aus der landwirtschaft- MOUNIER, L. M. De I’agriculture en Fran-
lichen Betriebslehre, Oppeln 1859,- ce, d’apres les documents officiels
709. avec des remarques par M. Rubi-
MARX, Karl. Das Kapital, Kritik der Poli- chon, Paris 1846. -709.
tischen Oekonomie, Kitap 1 [Birin- MÜLLER, Adam H. Die Elemente der
ci Cilt]. -11, 13, 14, 16, 23, 31;33, Staatskunst, Berlin 1809. -313, 349.
35, 37, 40, 51, 52, 71, 78, 85, 86, 88,
129, 132, 145, 164, 204, 205, 218, N
232, 271, 280, 351, 394, 406, 463,
NEWMAN, Francis William. Lectures on
464, 545, 555, 558, 665, 698; 734,
Political Economy, LOýýdoýý 1851. -
771, 779, 786.,
527, 580, 680.,
Kitap II [Ýkinci Cilt] -11, 13, 16, 31, 45, 51,
NEWMAN, S. P. Elements of Political Eco-
67, 68, 69, 70, 71, 72, 107, 237, 248,
nomy, Andover and New York 1835.
254, 265, 268, 300, 393, 396, 426, 4
-246.
70, 498. 680, 727, 734, 735, 739.
NORTH, Sir Dudley. Discourses upon Tra-
– Das Kapital etc. Erster Band, Kitap I
de; principally directed to the cases
[Birinci Cilt]: Der Produktionspro-
of the interest, coinage, clipping
zess des Kapitals, 2, Auflage, Ham-
increase of money, LOýýdoýý 1691.-
burg 1872. -15, 3. Auflage, Hamburg
541.
1883. -15, 132.
– Das Kapital etc. Zweiter Band, Kitap II O
(Ýkinci Cilt]. Der Zirkulationsprozess
des Kapital, Hamburg 1885. -11, 13. O’CONNOR, Charles. Speech on Decem-
– Misère de la philosophie. Réponse à la ber 19, 1859. In New York Daily Tri-
philosophie de la misère de M. bune, December 20, 1859. -339.
Proudhon, Paris 1847. -537, 547. ODERMANN, Dr. C. G. Bkz: FELLER.
– Zur Kritik der politischen Oekonomie, OPDYKE,George. A Treatise on Political
Erstes Heft, Berlin 1859. -164,279, Economy, NewYork 1851. -319.
484, 485, 486, 487, 497, 537.
MASSIE, Joseph. An Essay on the Go- P
verning Causes of the Natural Rate
PASSY, Hippolyte. Des systèmes de cul-
of Interest etc. London 1750. -310,
ture et de leur influence sur
316, 319, 321.
l’economie sociale 2nd ed., Paris
MILL, John Stuart. Essays on Some Un-
1853. -676, 685, 688, 691, 693.
settled Questions of Political Eco-
PECQUEUR, Ch. Théorie nouvelle
nomy, London 1844. -770.
d’économie sociale et politique ou
– Principles of Political Economy, with
études sur l’organisation des socié-
some of their Applications to Soci-
tés, Paris 1842. -538.
al Philosophy, 2nd ed., London 1849.
PLINIUS, Gajus Secundus, der Aeltere.
- 342, 349.
Historiae naturalis Libri XXXVII, Pa-
MOMMSEN, Theodor. Römische Ge-
ris 1826. -95.
schichte, 2. Auflage, Berlin 1856 bis

800 Karl Marks


Kapital III
PRlCE, Richard. An Appeal to the Public tribuent et se consomment les ri-
on the Subject of the National Debt chesses (1803), 3rd ed.,Paris 1817.-
(1772), 2nd ed., London 1774. -346, 246,738.
347. SCHMIDT, Conrad. Die Durchschnittspro-
– Observations on Reversionary Pay- fitrate auf Grundlage des Marx-
ments, on schemes for providing schen Wertgesetzes, Stuttgart 1889.
anuities for widows, and for per- -19.
sons in old age; on the method of – Die Durchschnittsprofitrate und das
calculating the values of assuran- Marxsche Wertgesetz. In Die Neue
ces on lives, and on national debt Zeit, XI Jahrg., Bd. I., Stuttgart 1893.
etc. (1771), 2nd ed., London 1772. - -19, 20.
347. SISMONDI, J. Ch. L. SIMONDE de. Nou-
PROUDHON, P. J. Bkz: BASTlAT. veaux principes d’économie poli-
tique ou de la richesse dans ses
R rapports avec la population, Paris
1819. -423.
RAMSAY, George. An Essay on the Distri-
SMITH, Adam. An Inquiry into the Nature
bution of Wealth, Edinburgh 1836.
and Causes of the Wealth of Nati-
-246, 318, 334.
ons (1776), published by Wakefield
REDEN, Dr. Freiherr von. Vergleichende
London 1835 to 1889. -129, 289, 418,
Kulturstatistik der Gebiets-und Be-
419, 674 ~ 675, 678, 679, 680, 681,
völkerungverhätnisse der
726, 739.
Grossstaaten Europas, Berlin 1848.
SOMBART, Werner. Zur Kritik des öko-
-413.
nomischen Systems von Karl Marx.
RICARDO, David. On the Principles of Po-
In Archiv für soziale Gesetzgebung
litical Economy and, Taxation, ed.
und Statistik, Bd. VlII, Berlin 1894. -
by MacCulloch, London 1852. -63,
783.
105, 161, 165, 181, 1?9, 211, 574;
STEUART, Jacques (James). Recherche
678, 716,738, 749.
des principes de l’économie poli-
RODBERTUS-JAGETZOW, Karl. Soziale
tique ou essai sur la science de la
Briefe an von Kirchmann. pritter
politique interiuvre des nations lib-
Brief: Widerlegung der Ricardo-
res (Translated from An Inquiry into
schen Lehre von der Grundrente
the Principles of Political Economy
und Bergründung einer neuen Ren-
etc., London 1767. ), Paris 1789. -
tentheorie, Berlin 1851. -684.
321.
ROSCHER, Wilhelm. Die Grundlagen der
STIEBELING, George C. Das Wertgesetz
Nationalökonomie. Ein Hand-und
und die Profitrate, New York 1890.
Lesebuch für Geschäfts männer
- 26,27.
und Studierende (Z. Aufl., Stuttgart
STORCH, Henri. Cours d’economie poli-
und Augsburg 1857). -200, 270, 285,
tique, ou exposition des principes
349.
qui diterminent la prosperite des
RUBICHON, Maurice. Du mécanisme de
nations, St. Peterburg 1815. -165,
la société en France et en Angleter-
726, 742.
re (1833). New edition, Paris 1837.
– Considerations sur la nature du reve-
- 556.
nu national, Paris 1824. -742, 746.
S
T
SAINT-SIMON. Nouveau Christianisme,
THIERS, Adolphe. De la propriete, Paris
dialogues entre un conservateur et
1848. -551.
un novateur, Paris 1825. -535, 536.
THUN, Alphons. Die Industrie am Nie-
SAY, Jean-Baptiste. Traite d’économie
derrhein und ihre Arbeiter, Leipzig
politique, ou simple exposition de
1879. -788.
la maniere dont se forment, se dis-

Karl Marks 801


Kapital III
TOOKE, Thomas. A History of Prices, and ne, du lin et de la soie, avec la
of the State of the Circulation, from description des diverses machines
1793 to 1837; preceded by a brief employées dans les alelie anglais
sketch of the state of the corn tra- (Translation of Philosophy of Ma-
de in the last two centuries, Lon- nufactures etc., London 1835.). Pa-
don 1838. -325. ris 1836 -340.
– An Inquiry into the Currency Principle;
the connection of the currency with V
prices and the expediency of a se-
VERRI, Pietro. Meditazioni sulla Econo-
paration of issue from banking, 2nd
mia Politica. In Scrittori Classici Ita-
ed., London 1844. -312, 326, 353,
liani di Economia Politica, Parte
355, 388, 391, 392.
Moderna,Vol. 15, Milano 1804. -246.
– A History of Prices and of the State of
VINCARD, Jr. Histoire du travail et des
the Circulation from 1839 to 1847
travailleurs en France, Paris 1845. -
inclusive,. with a genefal review of
691.
the currency question etc., London
VISSERING, S. Handboek van Praktische
1848. -317.
Staathuishoudkunde, Amsterdam
– and NEWMARCH, William. A History of
1860 bis 1865. -279, 281.
Prices and of the State of the Cir-
culation during the nine years 1848- W
1856, London 1857. -708.
TORRENS, Robert. An Essay on the Pro- WAKEFlELD, Edward Gibbon. England
duction of Wealth with an Appen- and America. A colparison of the
dix, in which the Principles of social and political state of both na-
Political Economy are applied to the tions, London 1833. -665.
actual circumstances of this coun- WALTON, Alfred A. History of the Lan-
try, London 1821. -41. On the ope- ded. Tenures of Great Britain and
ration of the Bank Charter Act of Ireland, from the Norman conquest
1844 etc., 2nd ed., London1847.-311. to the present time, London 1865. -
TUCKETT, J. D. A History of the Past and 548, 549.
Present State of the Labouring Po- WEST, Edward. Essay on the Application
pulation, including the progress of of Capital to Land etc. By a Fellow
agriculture, manufactures and com- of University College Oxford, Lon-
merce, shewing the extremes of don 1815. -215.
opulence and destitution among WOLF, Julius. Das Rätsel der Durch-
the operative classes with practi- schnittsprofitrate bei Marx. In Con-
cal means for their employment rads Jahrbücher für
and future prosperity, London 1846. Nationalökonomie und Statistik,
-532. Dritte Folge, Bd. II, Jena 1891. -22.
– Sozialismus und kapitalistische Gesell-
U schaftsordnung. Kritische Würdi-
gung beider als Grundlegung einer
URE, Andrew. Philosophie des manufac-
Sozialpolitik, System der Sozialpo-
tures ou economie industrielle de
litik, Bd. I, Stuttgart 1892. -25.
la fabrication du cotton, de la lai-

ANONÝMLER
The City or the Physiology of London vid Morier Evans.) London 1845.
Business. With sketches on chan- 342.
ge, and at the coffee houses, (Da- Competition and Co-operation, 1832. -

802 Karl Marks


Kapital III
774. lating to value, and to demand and
The Currency theory Reviewed in a let- supply. London 1821. -172.
ter to the Scottish People on the Religion Saint-Simonienne. Economie
menaced interference by Govem- politique et Politique Articles ex-
ment with the existing system of traits au Globe. (Enfantin), Paris
banking in Scotland. By a Banker 1831. -535, 537.
in England Edinburgh 1845. -358, Some Thoughts of the Interest on Eng-
366, 386, 461. land. By a Lover of Commerce.
Doctrine de Saint-Simon. Exposition. Pre- London 1697. -536.
miere annee. 1828-1829. (Enfantin.) The Theory of the Exchange. The Bank
3rd ed., Paris 1831. -536. Charter Act of 1844 etc. (G. Henry
An Inquiry into those Principles Respec- Roy.) London 1864. -318, 321.
ting the Nature of Demandand the The Three Prize Essays on Agriculture
Necessity of Consumption, lately and the Corn Law., Published by
advocated by Mr. Malthus. London the National Anti-Corn-Law League.
1821. -174, 569. (George Hope, W. R. Grey, Arthur
Observations on Certain Verbal Disputes Morse.) Manchester, London 1842.
in Political Economy, particularly re- - 554.

GAZETE VE DERGÝLER
Archiv für soziale Gesetzgebung und Sta- – 1891, III. Folge, Bd. II. (Essay by Juiius
tistik, published by Dr. Heinrich Wo1f.)-22.
Braun, Bd. Vll, Berlin 1894. (Essay – 1892. III. Folge, Bd. III. (Essay by Peter
by Sombart.) -783. Fireman.) -20.
Daily News, December 10, 1889. -321. Joumal of the Society of Arts, Vol. VII,
– December 15, 1892. -419, 420. No. 368, London, December 9,
– January 18, 1894. -481. 1859. (Report by J. C. Morton.) -
Die Neue Zeit, XI. Jahrg., Bd. 1893. (Es- 556.
say by Conrad Schmidt.) -20. Manchester Guardian, November 24,
Economist, March 18, 1845. -386. 1847. -360.
– May 22, 1847. -479, 518, 519, 520, 521. Morning Star. December 14, 1865.
– August 2, 1847. -522. (Speech by JohnBright.) -558.
– October 23, 1847.-499. New York Daily Tribune, December 20,
– November 20, 1847. -388, 442. 1859. (Speech by O’Connor.) - 339.
– December 11, 1847. -507. Nuova Antologia, April 1883. (Essay by
– November 30, 1850. -524. Achille Loria.) -23.
– January 11, 1851. -523. – February 1895. (Essay by Achille Lo-
– January 22, 1853. -316. ria.) -781.
– July 19, 1859. -348. Revue des Deux Mondes, 1842. (Essay
Jahrbücher für Nationalökonomie und by Coquelin.) -353.
Statistik, publishedby J. Conrad. – 1848, (Essay by Forcade.) -740.
– 1885, Neue Folge, Bd. XI. (Essay by W. Times, London, December 3, 5, 7, 1857.
Lexis.} -17. -388.
– 1890, Neue Folge, Bd. XX. (Essay by Edinburgh Review. -685.
Achille Loria.) -24.

Karl Marks 803


Kapital III
PARLAMENTO RAPORLARI VE ÖTEKÝ RESMÝ YAYINLAR

Anno Vicesimo Sexto Georgii III. Regis. Ordered, by the House of Com-
Caput XXXI. An Act for vesting cer- mons, to be Printed, 1 July 1858.-
tain Sums in Commissioners, at the 16, 421, 430, 440, 442, 463, 464.
End of every Q\larter of a year, to First Report from the Secret Committee
be by them applied to the Reduc- on Commercial Distress; with the
tion of the National Debt (1786). - Minutes of Evidence. Ordered, by
348. the House of Commons, to be Prin-
First Report on Children’s Employment ted, 8 June 1848. -16, 356, 362, 363,
in Mines and Collieries, April 21, 364, 367, 368,
1829. -82. 415,419;430,431,452,478..
Coal mine Accidents. Abstract of Retum Report from the Secret Committee of the
to an Address of the Honourable House of Lords, Appointed to In-
the House of Commons dated 3 quire into the Causes of the Dist-
May 1861, etc. - Ordered, by the H. ress which has for some time
of C., to be Printed, 6 February prevailed among the commercial
1862, -82. classes, and how far it has been
First Report from the Select Committee affected by the Iaws for regulating
of the House of Lords on the Swea- the issue of bank-notes payable on
ting System; together with the Pro- demand. Together with the Minu-
ceedings of the Committee, Minutes tes of Evidence and an Appendix.
of Evidence. Ordered, by the H. of Ordered, by the House of Com-
C., to be Printed, 11 August 1888. - mons, to be Printed, 28 July 1848.
295. – Reprinted 1857. -16, 364, 365, 371, 465,
Public Health Sixth Report of the Medical 466, 467, 489, 493, 494, 495, 504.
Officer of the Privy Council. With Reports of the Inspectors of Factories,
Appendix, 1863, London 1864. -85, etc. -553.
86, 87, 88, 89. – for the half-year ending 31st October,
Report from the Select Committee on 1845, London 1846. -113.
Bank Acts; together with the Pro- – for 31st October 1846, London1847. -
ceedings of the Committee, Minutes 113.
of Evidence, Appendix and Index. – for 31st October 1847, London 1848. -
Ordered, by the House of Com- 114.
mons, to be Printed, 30 July 1857. – for 31st October 1848, London 1849. -
Part I. Report of Evidence. -365, 369, 74,99.
370, 371, 373, 374,375, 376, 377, 380, – for 30th April 1849, London 1849. - 115.
381, 382, 383, 384, 398, 437, 439, – for 31st October 1849, London 1850. -
440, 443, 444, 450, 451, 453, 459, 115,
462, 463, 464, 465, 467, 468, 469, – for 30th April 1850, London 1850. - 101,
470, 471, 472, 473,. 474, 475, 476, ý 15.
477, 478, 479, 480, 481, 485, 486, – for 31st October 1850, London 1851. -
487,’ 488, 489, 490, 491, 492, 493, 112, 115.
494, 495, 496, 497, 498, 499, 500, – for 30th April 1851, London 1851.-112.
502, 503, 504, 505, 506, 507, 508, – for 31st October 1852, London 1853. -
509, 510, 512, 513, 514, 515, 516, 89,92.
517, 518, 680. – for 30th April 1853, London 1853. - 116.
– Part II, Appendix and Index. -462, 488. – for 31st October 1853, London 1854. -
Report from the Select Committee on the 116.
Bank Acts; together with the Pro- – for 30th Apri/ 1854, London 1854. - 116.
ceedings of the Committee, Minutes – for 31st October 1855, London 1856. -
of Evidence, Appendix and Index. 83.

804 Karl Marks


Kapital III
– for 31st October 1858, London 1859. - – for 31st October 1861, London 18ô2. -
74,111,112. 117.
– for 30th Apri/ 1859, London 1859. -116. – for 30th April, 1862,. London 1862. - 85,
– for 31st October 1859, London 1860. - 118.
116. – for 31st October 1862, London 1863. -
– for 30th April1860, London 1860. ‘- 116. 74,94, 117, 119.
– for 31st October 1860, London 1861. - – for 30th April l863. London 1863, -119.
117. – for 31st October 1863, London 1864. -
– for 30th Apri/ 1861, London 1861. - 83, 93, 94, 101, 118, 120, 121, 123.
85,117,118. – for 30th April1864, London 1864. - 118,
122.

Karl Marks 805


Kapital III
ÖTEKÝ DÝLLERDEKÝ SÖZCÜK,
TERÝM VE DEYÝMLER

ad absurdum – anlamsýzca, saçma ola- in statu nascendi – oluþ halinde


rak in toto – tamamýyla
ad infinitum – sonsuza dek issue department – tedavül þubesi
all convertible securities of a current cha- la terre capital – sermaye olarak toprak,
racter – cari nitelikteki bütün çevrilebilir toprak-sermaye
senetler l’illustre – ünlü, þanlý
Bandes Noires – Vurguncular Birliði mala fides – kötü niyet
bill brokers – borsa simsarlarý mere a question of capital – sýrf bir ser-
bona fide – iyi niyetle maye sorunu
brokers – simsarlar moneyed capital – nakdi sermaye
capitaliste industriel – sanayici kapitalist nota bene – önemli not, dikkat edilsin
canying trade – komisyonculuk ticareti natural price – doðal-fiyat
conditio sine qua non – vazgeçilmez naturaliter – doðal olarak
koþul non verum, sed phantasticum interesse
commercial distress – ticari bunalým – gerçek olmayan, hayali zararlar
corpore vill – deðeri olmayan cisim par excellence – en üstün, en yetkin
cost of production – üretim-maliyeti paralogism – yanýltýcýlýk
credit gratuit – karþýlýksýz kredi per se – bizatihi, kendisi
cultivateur – çiftçi, tarýmcý pere – baba
de facto – fiili olarak pia corpora – hayýr kurumlarý
dej jure – meþru prima facie – ilk bakýþta
dock warrants – doklardaki metalarýn de- prix necessaire – zorunlu fiyat
polama dokümanlarý pro parte – kendi hesabýna
duplex interesse, damni emergentis et pro rata – orantýlý olarak, herkese düþen
lucri cessantis – çifte zarar, biri uðranýlan pay oranýnda
kayýp ve biri kaçýrýlan kazanç fýrsatý pro tanto – o ölçüde, o kadar
enfaire un livre – bir kitap yapmak profit upan alienation – devir ve feraða
eo ipso – ayný gerçekten dayanan kâr
epitropos – (eski Yunan’da) sürveyan public companies – halka açýk þirketler
ex contingente necessarium – raslantý- public deposits – devlet mevduatý
dan zorunluluk yaratmak punctum saliens – sorunun özü
ex professo – mesleki olarak, açýkça quid pro quo – elçabukluðu
ex suis ossibus – onun kemiklerinden regisseur – yönetmen yardýmcýsý
familia rustica – köle ekonomisi rudis indigastaque moles – o vahþi ve
foux frais – üretken olmadýðý halde zorun- karmakarýþýk madde kitlesi
lu olan ikincil maliyetler sauve que peut – can telaþý
fermier généraux, receveurs généraux – securities in reserve – ihtiyat olarak tutu-
mültezim, genel tahsildar lan tahvil ve senetler
floating capital – dolaþan sermaye self-sustaining self – kendi geçimini ken-
freehold – mülk, mülkiyet di saðlayan
fruges consumere nati – topraðýn mey- servum pecus imitatorum – taklitçi köle-
velerini tüketime yetenekli ler
grösser – daha büyük shopkeeper – dükkancý
halte – là! – dur bakalým!, artýk yeter! sine qua non – zorunlu koþul
hins ilae lacrime – bu gözyaþlarý nere- small-burgher – küçük kasabalý
den small profits and quick returns – küçük
inconvertible – çevrilemeyen kârlar ve hýzlý devirler
in extenso – tam olarak stock-jobbers – borsa spekülatörleri
in petto – hazýr, emre hazýr sub specie – alt türler

806 Karl Marks


Kapital III
sui generis – eþsiz, tek un consapute sofisma – bilinçli bilgiçlik
the circulation is full, money is plentiful – valeur intrinseque – gerçek deðerler
dolaþým dolu, para bol vivre en travaillant – kendi emeðiyle
the circulation is low, money is scarce – yaþamak
dolaþým düþük, para kýt voila ce que parler veut dire – iþte size
travailleur – emekçi dört dörtlük bir söz
travailleur par excellence – en üstün vulgus – halk, çokluk, yýðýn
emekçi wages of superintendence – denetim
tutti quanti – ne varsa hepsi, kimler var- ücretleri
sa herkes, vesaire τοχος – faiz ve döl

Karl Marks 807


Kapital III
AGIRLIK, UZUNLUK, ALAN, SIGA VE PARA
ÖLÇÜLERI

AGIRLIK ÖLÇÜLERI
Tonne (ton) = 1016,05 kg.
Hundredweight (cwt.) = 50,802 kg.
Quarter (qrtr., qrs.) = 2,700 kg.
Stone = 6.350 kg.
Pfund (pound) = 453,592 gr.
Unze (ounce) = 28,349 gr.
Pfund (troy pound) = 372,242 gr.
Unze (troy ounce) = 31,103 gr.
Gran (grain) = 0,065 gr.
UZUNLUK ÖLÇÜLERI
Ingiliz mili = 1609,329 m.
Yarda = 91,439 cm.
Foot, ayak = 30,480 cm.
Inch, parmak = 2,540 cm.
Elle (Prusya) = 66,690 cm.
ALAN ÖLÇÜLERI
acre, akr = 4046,7 m2
ree = 1011,7 m2
Rute = 14.21 m2
Ar = 100 m2
Jugerum (Mz. jugera) = 2523 m2
SIGA ÖLÇÜLERI
Bushel = 36,349 1.
Gallon = 4,544 1.
Pint = 0.59 1.

PARALAR*

Pound sterlin (£) = 20 þilin 20,43 Mark


Þilin = 12 peni 1,02 Mark
Peni = 4 farthing 8,51 Fenik
Farthing = 1/4 peni 2,12 Fenik
Dolar ($) = 100 sent 4,20 Mark
Frank (fr.) = 100 santim 80 Fenik
Centim (c. santim) (Fransiz ufaklik para) = 0,8 Fenik
Livre (Fransiz gümüþ sikkesi) = 1 frank 80 Fenik
Taler (1873'e kadar Prusya parasi) = 30 gümüþ kuruþ 3,00 Mark
Guinee (guinca) = 21 þilin 21,45 Mark
Soverign (Ingiliz altin sikkesi) = 1 sterlin 20,43 Mark
Cent (Sent. Amerikan sikkesi) = ca. 4,2 Fenik
Drahmi (eski Yunan gümüþ sikkesi)
Duka (Avrupa'da altin sikke, Italyan kökenli) ca. 9 Mark
Maravedi (Ispanyol sikkesi) . 6 Fenik
Rei, reis (Portekiz sikkesi) . 0,45 Fenik
* Mark ve fenik üzerinden hesaplama, 1871 yilina aittir (1 Mark l/2790 kg. saf altin).

808 Karl Marks


Kapital III
KISALTMALAR

  art. (artikel) – makale


  Bd. (Band) – cilt
  b. (book) – kitap
  Buch – kitap
  cf. – karþilaþtir
  ch., chap., cap. (chapter, chapitre, caput) – bölüm
  d.d. (de dato) – düzenlendiði günden beri
  éd., ed. (édition) – baský
  edit. – yayýmlayan
  Heft – fasikül
  H. o. C. (House of Commons) – Ýngiliz Avam Kamarasý
  ib., ibid. (ibidem) – yaný yerde
  id. (idem) – ayný
  Kap. (Kapitel) – bölüm
  l.c. (loco citato) – adý geçen yapýt, yazý, yer
  l., lib. (liber) – kitap
  M. P. (Member of Parlament) – parlamento üyesi
  n°, no – numara
  NB (nota bene) – dikkat ediniz, önemli not
  p., pag. (page, pagina) – sayfa
  partie – kýsým
  pass. (passim) – þurda burda, daginik olarak
  sc. (scilicet) – çünkü
  sect. (section) – kesim
  sq. (sequens) – izleyen sayfa
  sqq., seqq. (sequentes) – izleyenler, izleyen sayfalar
  S. (Seite) – sayfa
  t. (tom, tome) – cilt
  trad. (traducteur, traduction) – çeviren, çeviri
  v., vol. (volume) – cilt
  bkz: – bakýnýz
  c. – cilt
  -ç. – çeviren
  -Ed. – yayýmcý, editör
  karþ: – karþilaþtiriniz
  s. – sayfa

Karl Marks 809


Kapital III

You might also like