Professional Documents
Culture Documents
http://www.processtext.com/abclit.html
ROMAN
Fransýzca aslýndan
Hayriye Caddesi. No. 2, 80060 Galatasaray, Ýstanbul Telefon: (0-212) 252 56 75 - 252
59 88 - 252 59 89 Fax: 252 72 33Özgün adý La Peþte
ALBERT CAMUS'NÜN
CAN YAYINLARI'NDAKÝ
KÝTAPLARI
Albert Camus, 1913 yýlýnda Cezayir'de doðdu, babasý iþçiydi, annesinin okuma-
yazmasý yoktu. Cezayir'de 1934 yýlýnda evlendi. Ýki yýl sonra boþandý. Komünist parti
üyesi oldu, ama 1937'de atýldý. Ýlk romaný Mutlu Ölüm, ancak ölümünden sonra
yayýmlandý. Ýlk gençlik yýllarýnda yakalandýðý tüberküloz hiç peþini býrakmadý.
Yayýmlanan ilk romaný Tersi ve Yüzü'dür (1937). Arkadan peþ peþe öteki romanlarý
geldi. 1940 yýlýnda Paris'e geldi. Gençlik yýllarýnda baþladýðý gazeteciliði hep
sürdürdü. 1957 yýlýnda Nobel Edebiyat Ödülünü aldý. 1960 yýlýnda bir otomobil
Bir hapsedilmiþliði baþka bir hapsedilmiþlikle göstermek, gerçekte var olan herhangi
birþey-le göstermek kadar mantýða uygundur.
Daniel de FoeBu güncenin konusunu oluþturan ilginç olaylar 194.'te Oran'da meydana
geldi. Genel düþünceye göre biraz sýra dýþý olduðundan bu olaylarýn geçebileceði yer
burasý deðildi, ilk bakýþta Oran gerçekten de sýradan bir kent, Cezayir 'in Fransýz
ilinden baþka bir þey deðildi.
Kentin kendisi de, itiraf etmek gerekir, çirkindir. Dingin görünümlü bu kenti baþka onca
ticaret kentinden farklý kýlan þeyin ne olduðunu ayýrt etmek için biraz zaman gerekir.
Örneðin, ne bir kanat çýrpýþýn ne de bir yaprak hýþýrtýsýnýn duyulmadýðý, güvercini
olmayan, aðaçsýz ve bahçesiz bir kent, tam anlamýyla yansýz bir yer nasýl düþünülür?
Mevsimlerin deðiþimi ancak göðe bakýlarak anlaþýlýr. Ýlkbahar yalnýzca havanýn
niteliðinin deðiþmesinden ya da sokak satýcýlarýnýn banliyölerden getirdikleri çiçek
sepetleriy-le kendini duyurur; çarþý pazarda satýlan bir ilkbahardýr bu. Yazýn, güneþ
fazla kuru evleri kavurur ve duvarlarý gri bir külle örter; o zaman artýk kapalý
kepenklerin gölgesinden baþka yerde yaþanmaz. Sonbaharda, tersine çamur tufaný olur.
Güzel günler yalnýzca kýþýn olur.
Bir kenti tanýmanýn en bildik yollarýndan biri de insanlarýn orada nasýl çalýþtýðýna,
orada birbirlerini sevdiðine ve nasýl öldüðüne bakmaktýr. Bizim küçük kentimizde,
iklimden belki de, bunlarýn tümü bir arada yapýlýr, ayný tutkulu ve belirsiz havayla.
Yani burada insanýn caný sýkýlýr ve alýþkanlýklar edinmeye özen gösterir. Burada
yaþayanlar çok çalýþýrlar, ancak hep zengin olmak amacýyla deðil. Özellikle ticarete ilgi
duyarlar ve onlarýn deyiþiyle, önce iþ yapmakla ilgilenirler. Doðal olarak basit
keyiflerden de zevk alýrlar; kadýnlardan, sinemadan ve deniz banyolarýndan hoþlanýrlar.
Ancak, çok mantýklý olarak; bu zevklericumartesi akþamlarý ve pazar günlerine
saklarlar, çünkü haftanýn tüm öteki günlerinde çok para kazanmaya çalýþýrlar. Akþam,
bürolarýndan çýktýklarýnda belli bir saatte karelerde buluþurlar, ayný bulvarda gezinti
yaparlar ya da kendi balkonlarýna çýkarlar. Daha genç olanlarýn zevkleri þiddetli ve
kýsadýr, oysa daha yaþlýlarýn kötü huylarý iþkolik toplantýlarý, eþ dost davetleri ve
kâðýt oynanan çevrelerle sýnýrlýdýr.
Kuþkusuz bunun yalnýz bizim kente özgü bir þey olmadýðý ve sonuçta tüm
çaðdaþlarýmýz böyle olduðu söylenecektir. Kuþkusuz, bugün, insanlarýn sabahtan
akþama çalýþtýklarý, sonra da yaþamak için geri kalan zamanlarýný kâðýt oynayarak,
kafelerde ve çene çalarak harcamayý yeðledikleri kadar doðal hiçbir þey yoktur. Ancak
bazý kentler ve ülkeler vardýr, orada insanlar arada sýrada baþka þeyden kuþku duyarlar.
Genelde bu onlarýn yaþamýný deðiþtirmez. Yalnýz kuþku ortaya çýkmýþtýr ve bu da her
zaman bir kazançtýr. Tersine, Oran kuþkularý olmayan bir kenttir, yani tümüyle modern
bir kent. Buna baðlý olarak, bizim burada insanlarýn birbirini nasýl sevdiklerini
belirtmeye gerek yoktur. Erkekler ve kadýnlar aþk edimi denen þeyde çabucak
birbirlerini yutarlar ya da iki kiþilik uzun bir alýþkanlýk geliþtirirler. Bu uçlar arasýnda
çoðunlukla bir orta nokta yoktur. Bu da özgün bir þey deðil. Her yerde olduðu gibi
Kentimizde daha özgün olan burada ölmenin güçlüðüdür. Aslýnda güçlük doðru sözcük
deðil, rahatsýzlýk demek daha doðru olacak. Hasta olmak hoþ bir þey deðildir, ancak size
hastalýkta destek olan kentler ve ülkeler vardýr ve buralarda bir bakýma insan kendini
býrakabilir. Bir hastanýn þefkate gereksinimi vardýr, bir þeye yaslanmaktan hoþlanýr,
çok doðaldýr bu. Ancak Oran'da iklimin aþýrýlýklarý, burada yürütülen iþlerin önemi,
dekorun belirsizliði, þafaðýn çabuk sökmesi ve zevklerin niteliði, her þey saðlýklý
olmayý gerektirir. Bir hasta kendini yapayalnýz buluverir.
10
Bu birkaç bilgi belki kentimizle ilgili yeterli bir fikir verir. Hem sonra hiçbir þeyi
abartmamak gerekir. Altý çizilmesi gereken, kentin ve yaþamýn sýradan görünümüdür.
Ýnsan alýþkanlýklarýný edindikten sonra günlerini kolay geçirir. Kentimiz tam da
alýþkanlýklar için uygun bir yer olduðuna göre burada bundan iyisi can saðlýðý
denebilir. Bu • açýdan bakýnca, kuþkusuz yaþamýn çok tutku verici olmadýðý görülür.
En azýndan bizde karmaþa nedir bilinmez. Ve bizim içten, sempatik ve hareketli
nüfusumuz buraya yolu düþmüþ kiþilerde her zaman belli ölçüde saygý uyandýrmýþtýr.
Renkten, bitkiden ve ruhtan yoksun kentimiz sonunda dinlendirici bir yer gibi durmaya
baþladý, sonunda burada uyunuyor. Ancak kentin, mükemmel çizilmiþ bir koyun önünde,
çýplak bir yaylanýn ortasýnda, ýþýklý tepelerle çevrili eþsiz bir manzaraya iliþtirilmiþ
olduðunu da eklemek yerinde olacaktýr. Yalnýzca bu koya sýrtýný çevirmiþ olmasý ve
bundan dolayý, insanýn hep arayýp bulmak zorunda kaldýðý denizi görmenin olanaksýz
olmasý üzücü olabilir.
11Kaldý ki, kaderin cilvesiyle belli sayýda tanýklýklarý derleme olanaðý bulmasaydý ve
anlattýðýný ileri sürdüðü þeylere ister istemez karýþmasaydý, zamanla tanýyacaðýnýz
anlatýcý bu tür bir giriþim içinde bir deðerlendirmede bulunma sýfatýný pek
kazanamazdý. Ýþte ona bir tarihçi yapýtý ortaya koyma hakký tanýyan da budur. Tabii
ki, amatör de olsa, bir tarihçinin her zaman belgeleri vardýr. Bu öykünün anlatýcýsýnýn
da kendi belgeleri var: Öncelikle kendi tanýklýðý, sonra baþkalarýnýn tanýklýðý; bunun
nedeni de rolü gereði, bu güncedeki tüm kiþilerin anlattýðýný derlemek zorunda
olmasýydý, son olarak da, sonunda eline geçen metinler. Uygun olduðu kanýsýna
vardýðýnda bunlardan dile-diðince yararlanmak istemektedir. Bir þey daha istemektedir...
Ancak sýranýn anlatýya gelmesi için belki de artýk bu yorumlarý ve dilsel önlemleri
býrakmanýn zamanýdýr. Ýlk günlerin anlatýlmasý biraz özen istiyor.
12
Ayný akþam, Bernard Rieux koridorun iyice dibinde yalpalayan ve ýslak tüylü, büyük
bir fare gördüðünde, apartmanýn giriþinde, dairesine çýkmadan önce, ayakta durmuþ
anahtarlarýný arýyordu. Hayvan dengesini arýyormuþ gibi durdu, küçük bir çýðlýkla
kendi çevresinde döndü ve aralanmýþ dudaklarýndan kan fýþkýrtarak sonunda devrildi.
Doktor bir süre onu izledi ve dairesine çýktý.
13Baþucu lambasýnýn ýþýðýnda doktor yüzünü ona çevirmiþ bakýyordu. Rieux için
otuz yaþýndaki bu yüz, hastalýðýn izlerine karþýn hep gençlik yüzüydü, belki de geri
kalan her þeyi alt eden þu gülümseme yüzünden.
Uyuyabilirsen uyu, dedi Rieux. Hastabakýcý saat on birde gelecek ve sizi öðle trenine
götüreceðim.
Hafifçe nemlenmiþ bir alný öptü. Gülümseyiþ kapýya kadar ona eþlik etti.
Ertesi gün, 17 Nisan saat sekizde kapýcý geçerken doktoru durdurdu ve koridorun
ortasýna üç ölü fare koyarak bu soðuk þakayý yapanlara suçu yükledi. Onlarý büyük
kapanlarla yakalamýþ olmalýlardý, çünkü hayvanlar kan içindeydi. Kapýcý fareleri
ayaklarýndan tutarak, suçlularýn bu acý alay karþýsýnda kendilerini ele vermeleri
beklentisiyle bir süre kapýnýn önünde beklemiþti. Ama hiçbir þey olmamýþtý.
Ýlk hastasýný yatakta buldu, hem yatak odasý hem de yemek odasý olarak kullanýlan
oda sokaða bakýyordu. Sert ve yýpranmýþ yüzlü, yaþlý bir Ispanyoldu. Önünde, örtünün
üzerinde bezelye dolu iki tencere duruyordu. Doktorun içeri girdiði sýrada yataðýnda
yarý doðrulmuþ yaþlý astýmlý öksürüðünü yeniden yakalamak için kendini geriye
atýyordu. Karýsý bir leðen getirdi.
Çok geçmeden Rieux burada oturan herkesin fareleri konuþtuðunu saptamakta güçlük
çekmedi. Ziyaretleri bitince evine döndü.
Yukarýda, size bir telgraf var, dedi Mösyö Michel. Doktor ona yeni fareler görüp
görmediðini sordu.
Sonra karýsýna çabuk çabuk ondan özür dilediðini, onunla daha yakýndan ilgilenmesi
gerektiðini ve onu çok ihmal ettiðini söyledi. Karýsý susmasýný istediðini belli
edercesine baþýný sallýyordu. Ama Rieux ekledi:
Bir süre sonra kocasýna sýrtým dönüyor ve camdan bakýyordu. Peronda insanlar
aceleyle koþturuyor ve birbirlerine çarpýyorlardý. Lokomotifin týslayan sesi onlara kadar
geliyordu. Karýsýný adýyla çaðýrdý, kadýn baþýný çevirdiðinde yüzünün gözyaþlarýyla
ýslanmýþ olduðunu gördü.
15Gözyaþlarýnýn ardýndan biraz buruk, gülümsemesi belirdi. Derin bir soluk aldý:
Karýsýna sýký sýký sarýldý ve þimdi peronun üzerinde, camýn öte yanýnda artýk
yalnýzca, onun gülümsemesini görüyordu.
Çýkýþýn yakýnýnda, peronda Rieux, oðlunu elinden tutmuþ, sorgu yargýcý Mösyö
Othon'u burun buruna geldi. Doktor ona yolculuða çýkýp çýkmadýðýný sordu. Biraz
eskilerin sosyete adamý dedikleri insanlarý, biraz da ölü taþýyýcýlarýný andýran, uzun
ve siyah bir adam olan Mösyö Othon sevimli bir sesle ancak kýsaca yanýtladý:
Rieux trenin yönüne doðru bir hamle yaptý, ama yeniden çýkýþ tarafýna döndü.
Bu anla ilgili tek aklýnda kalan, kollarýnýn altýnda ölü farelerle dolu bir kasa taþýyan
bir görevlinin geçtiðiydi.
Ayný gün öðleden sonra, Rieux muayeneye baþlarken, gazeteci olduðu ve sabah geldiði
söylenen genç bir adamý kabul etti. Adý Raymond Rambert'di. Kýsa boylu, kalýn
omuzlu, kararlý yüzlü, açýk ve zeki gözleri olan Ram-bert'in sýrtýnda spor giysiler vardý
ve keyfi yerinde gibiydi. Doðrudan konuya girdi. Paris'teki büyük bir gazete adýna
Araplarýn yaþam koþullarýný araþtýrýyordu ve onlarýn saðlýk durumlarýyla ilgili
bilgiler istiyordu. Rieux bu durumun iyi olmadýðýný söyledi. Ancak fazla ileri gitmeden
önce, gazetecinin doðruyu söyleyip söyleyemeyeceðini bilmek, öðrenmek istiyordu.
16
Tam deðil, bunu açýkça belirtmeliyiz. Ancak sanýyorum böyle bir eleþtiri dayanaktan
yoksun olurdu.
Rieux yumuþak bir tonla gerçekten de böyle bir eleþtirinin dayanaktan yoksun
olacaðýný, ancak Rambert'in tanýklýðýnýn eksiksiz olup olamayacaðýný yalnýzca
bilmek istediðini söyledi.
- Ben tam olmayan tanýklýk dýþýnda bir þey kabul etmem. Böylece sizin tanýklýðýnýzý
da kendi bilgilerimle desteklemeyeceðim.
Doktor onun elini sýktý ve þu sýralar kentte bulunan ölü farelerin miktarýyla ilgili ilginç
Evet, beni ilgilendirir bu, dedi coþkuyla Rambert. Saat on yedide yeni ziyaretler için
evden çýkarken doktor merdivenlerde hantal yapýlý, kalýn kaþlarla belirginleþmiþ geniþ
ve çökmüþ yüzlü, henüz genç bir adamla karþýlaþtý. Apartmanýnýn en üst katýnda
oturan Ýspanyol dansçýlarda birkaç kez ona rastlamýþtý. Jean Tarrou ayaklarýnýn
dibinde, bir basamaðýn üzerinde can çekiþmekte olan bir farenin
Veba
17/2son çýrpýnýþlarýný izleyerek büyük bir dikkatle sigara içiyordu. Doktora gri
gözlerinin de biraz desteklediði sakin bir bakýþ yöneltti, ona merhaba dedi ve farelerin
ortaya çýkýþýnýn ilginç bir þey olduðunu söyledi.
- Bir anlamda öyle doktor yalnýzca bir anlamda. Hiç bunun gibi bir þey görmedik, iþte
hepsi bu. Ancak bunu ilginç buluyorum, evet, olumlu anlamda ilginç.
Tarrou elleriyle saçlarýný geriye attý ve artýk hareketsiz olan fareye yeniden baktý,
sonra Rieux'ye gülümsedi:
Zaten doktor da, kapýcýyý, o her zamanki kanlý canlý yüzünde bir býkkýnlýk ifadesiyle,
giriþin yanýnda duvara sýrtýný dayamýþ, kapýnýn önünde buldu.
- Evet, biliyorum, dedi yaþlý Michel, þimdi ikiþer üçer ele geçiyorlar. Ama öteki evlerde
de ayný þey oluyor.
Bitkin ve düþünceli duruyordu. Durmadan boynunu ovuþturuyordu. Rieux ona iyi olup
olmadýðýný sordu. Tabii ki kapýcý ona iyi olmadýðýný söyleyemiyordu. Yalnýz,
rahatsýzlýk duyuyordu. Ona göre, bu moral iþiydi. Bu fareler ona bir darbe indirmiþti ve
ortadan kaybolduklarýnda her þey çok daha iyi olacaktý.
Ancak ertesi sabah, 18 Nisan'da, annesini gardan getiren doktor Mösyö Michel'i daha
çökmüþ bir suratla buldu: Mahzenden tavan arasýna on kadar fare merdivenlerde
yatýyordu. Komþu evlerin çöp tenekeleri de bunlarla doluydu. Doktorun annesi haberi
þaþkýnlýk duymadan öðrendi.
Seni görmekten mutluyum Bernard, diyordu. Fareler buna karþý hiçbir þey yapamaz.
Rieux onaylýyordu; onun yanýnda her þey her zaman kolay gözüküyordu.
18
Öte yandan Rieux, müdürünü tanýdýðý, belediyenin fareyle mücadele birimine telefon
etti. Açýk havada ölmeye gelen çok sayýdaki þu farelerden söz edildiðim duymuþ
muydu? Müdür Mercier bundan söz edildiðini duymuþtu, hatta rýhtýmlarýn çok
uzaðýnda olmayan kendi servisinde bile elli tane kadar fare bulunmuþtu.Yine de bunun
ciddi bir þey olup olmadýðýný düþünüyordu. Rieux bunu belirleyemezdi, ancak fareyle
mücadele biriminin müdahale etmesinin gerektiðini düþünüyordu.
- Evet, dedi Mercier, bir emirle. Eðer bunun gerçekten gerekli olduðuna inanýyorsan bir
emir çýkarmaya çalýþabilirim.
Temizlikçi kadýn ona, kocasýnýn çalýþtýðý fabrikada yüzlerce ölü fare toplanmýþ
olduðunu bildiriyordu.
Ýþler öyle ileri gitti ki, Ransdoc Ajansý Renseigne-ment gayri resmi haberleri verdiði
radyo yayýnýnda yalnýzca 25 Nisan günü altý bin iki yüz otuz bir farenin toplandýðýný
ve yakýldýðýný bildirdi. Kentin gündelik görüntüsüne iliþkin kesin bir fikir veren bu
sayý kargaþayý artýrdý.
0 zamana kadar yalnýzca tiksinti veren bir olaydan yaký-mlmýþtý. Þimdiyse, henüz ne
boyutlarýnýn belirlenebildiði, ne de kaynaðýnýn anlaþýlabildiði bu olgunun tehdit edici
bir yaný olduðunun farkýna varýlýyordu. Yalnýz yaþlý Ýspan-
20
Oysa ayný gün, öðle saatinde, Doktor Rieux apartmanýnýn önünde arabasýný park
ederken yolun kenarýnda, baþý öne eðilmiþ, kollarýyla bacaklarý ayrýk, bir kukla gibi
güçlükle yürüyen kapýcýyý fark etti. Yaþlý adam bir rahibin koluna tutunuyordu; doktor
rahibi tanýdý. Birkaç kez gittiði ve kentimizde din konusuna ilgi duymayanlarýn bile
büyük bir saygý gösterdiði, çok okumuþ ve militan bir cizvit olan Rahip Paneloux'yclu
bu. Onlarý bekledi. Yaþlý Mic-hel'in gözleri parlýyordu ve soluðu ýslýk ýslýk
çýkýyordu. Kendini iyi hissetmemiþ ve hava almaya çýkmýþtý. Ancak boynunda, koltuk
altlarýnda ve kasýklarýndaki þiddetli aðrýlar onun eve geri dönmesini ve Rahip
Paneloux'nun yardýmýný istemesini zorunlu kýlmýþtý.
Doktor, bir kolu apartman kapýsýnýn dýþýnda, Mic-hel'in ona uzattýðý boynun alt
tarafýnda parmaðýný gezdirdi; bir sertlik oluþmuþtu.
Evet, dedi rahip, bu bir salgýn olmalý dedi ve yuvarlak gözlüklerinin ardýndan
gözleriyle gülümsedi.
Yemekten sonra, telefon sesi duyulduðunda, Rieux saðlýk evine karýsýnýn geldiðini
haber veren telgrafý okuyordu. Onu arayan, belediyede memur, eski müþterilerin-
21den birisiydi. Uzun süre aort daralmasýndan sýkýntý çekmiþti ve yoksul olduðundan
Rieux onu para almadan tedavi etmiþti.
Evet, diyordu, beni anýmsarsýnýz. Ama baþka birisi için arýyorum. Çabuk gelin,
komþuma birþeyler oldu.
Sesi soluk soluðaydý. Rieux'nün aklýna kapýcý geldi ve hemen onu görmeye karar
verdi. Birkaç dakika sonra, dýþ mahallelerden Faidherbe sokaðýnda alçak bir evin
kapýsýndan giriyordu. Islak ve pis kokulu merdivenin ortasýnda kendisini karþýlamaya
inen memur Joseph Grand'la karþýlaþtý. Sarý býyýklý, uzun ve kamburlaþmýþ, dar
omuzlu, kollarý bacaklarý zayýf, kýrk elli yaþlarýnda bir adamdý.
Durumu daha iyi, dedi Rieux'ye doðru gelirken, ancak ölüyor sandým.
Burnunu siliyordu. Ýkinci ve son katta, sol kapýnýn üzerinde Rieux kýrmýzý tebeþirle
'Girin, kendimi astým' yazýsýný okudu.
Ýçeri girdiler. Devrilmiþ bir sandalyeyle, bir köþeye itilmiþ masanýn üzerinde bir ip
asýlýydý. Ama boþlukta sallanýyordu.
Onu zamanýnda ipten indirdim, dedi Grand, en basit dille konuþsa da hep sözcükleri
arýyor gibiydi. Tam o sýrada evden çýkýyordum ve bir gürültü duydum. Yazýyý
görünce, nasýl desem, bir oyun sandým. Ama tuhaf, hatta diyebilirim ki, belli belirsiz bir
inilti duydum.
Kafasýný kaþýyordu:
Bence, acý veren bir iþlem olmalý bu. Tabii ki içeri girdim.
Bir kapýyý itmiþlerdi ve aydýnlýk ancak yoksul biçimde döþenmiþ bir odanýn eþiðinde
duruyorlardý. Ufak tefek, tombulca bir adam bakýr karyolada yatýyordu. Derin derin
soluk alýyor ve kanlanmýþ gözleriyle onlara bakýyordu. Doktor durdu. Soluk alýp
veriþlerin arasýnda küçük fare çýðlýklarý duyuyor gibiydi. Ancak kýyýda köþede hiçbir
þey kýmýldamýyordu. Rieux yataða doðru gitti. Adam çok yüksekten düþmemiþti, çok
fazla sert biçimde de düþmemiþti,
22
Rieux, Grand'a komiserliðe haber verip vermediðini sordu, memurun yüzü þaþkýn bir
ifadeye büründü.
Tabii, diye sözünü kesti Rieux, o iþi ben yaparým. Ancak o sýrada hasta yatakta
kýmýldandý ve iyi olduðunu, buna gerek kalmadýðýný söyleyerek doðruldu.
Sakin olun, dedi Rieux. Bu bir iþ deðil, inanýn bana, benim durumu bildirmem gerek.
Ve kendini geriye atarak sessiz sessiz aðlamaya baþladý. Bir süredir, býyýklarýný
sývazlayan Grand ona yaklaþtý.
Ancak Cottard gözyaþlarý arasýnda bunu bir daha yapmayacaðýný, bunun yalnýzca bir
çýlgýnlýk âný olduðunu ve kendisini yalnýzca sakin býrakmalarýný istediðini söyledi.
Rieux bir reçete yazýyordu.
Anlaþýldý, dedi. Bunu býrakalým, iki ya da üç gün sonra gene geleceðim. Ama bir
budalalýk yapmayýn.
Bu gece onun yanýnda kalmak gerek. Ailesi var mý? - Tanýmýyorum. Ama ben
kalabilirim. Baþýný sallýyordu.
23bir þey bilmiyordu. Aslýnda ona bu hikâyeden söz etmiþlerdi, ancak mahalle
dedikodusunu pek önemsemiyordu.
Rieux onun elini sýkmýþtý bile. Karýsýna mektup yazmadan önce kapýcýyý görmek
için acele ediyordu.
Yanýyor, diyordu, þuradaki domuz yakýyor beni. Kurum rengindeki aðzý sözcükleri
doðru dürüst söyle-
Her þey olabilir. Ancak elimizde henüz kesin bir þey yok. Bu akþama kadar perhiz ve
ishal ilacý. Bol bol su içsin.
24
Ertesi gün, 30 Nisan'da, ýlýk bir meltem, mavi ve rutubetli gökyüzünde esiyordu. En
uzak banliyölerden çiçek kokusu getiriyordu. Sokaklardaki sabah gürültüleri her
zamankine oranla daha canlý, daha neþeli gibiydi. Hafta boyunca içinde yaþadýðý o
sessiz kaygýdan kurtulan küçük kentimizde o gün bir yeniden doðuþ günüydü.
Karýsýndan gelen bir mektupla içi rahatlayan Rieux de hafiflik duygusuyla kapýcýnýn
dairesine indi. Ve gerçekten de sabah ateþ otuz sekize düþmüþtü. Zayýf düþmüþ hasta
yataðýnda gülümsüyordu.
Bekleyelim daha.
Ancak öðlen, ateþ birden kýrk dereceye çýkmýþtý, hasta durmadan sayýklýyordu ve
kusmalar yeniden baþlamýþtý. Boyundaki yumrular dokununca acýyordu ve kapýcý
baþýný bedeninden olabildiðince uzak tutmaya çalýþmak istiyor gibiydi. Karýsý yataðýn
ayakucuna oturmuþ, elleri battaniyenin üzerinde, hafifçe hastanýn ayaklarýný tutuyordu.
Rieux' ye bakýyordu.
Dinleyin, dedi Rieux, onu tecrit etmek ve özel bir tedavi denemek gerek. Hastaneyi
arayayým, onu ambulansla götüreceðiz.
Ýki saat sonra ambulansta doktor ve kadýn, hastanýn üzerine eðiliyorlardý. Yaralarýn
yol açtýðý mantarlarla kaplý aðzýndan sözcük kýrýntýlarý dökülüyordu: 'Fareler!'
diyordu. Balmumunu andýran dudaklarý, kurþun gibi aðýrlaþmýþ gözkapaklarý, kesik
kesik ve kýsa soluklarý, yeþil suratý ile yumrularla caný yanan kapýcý, küçük yataðý
kendi üzerine kapamak istiyormuþ ya da yerin dibinden gelen bir þey durmadan onu
çaðýrýyormuþ gibi küçük yataða yerleþmiþ,
lý-
26
gözden geçirilmeliydi. Olay bununla sýnýrlý kalsa bile alýþkanlýklar üstün gelecekti
kuþkusuz. Ama kentliler arasýndan, yoksul ya da kapýcý olmayan bazý kiþiler de,
Mösyö Michel'in öncülük ettiði o yola girmek zorunda kaldý. Ýþte o andan itibaren
korku ve korkuya eþlik eden bir düþünmedir baþladý.
Öte yandan bu yeni olaylarýn ayrýntýsýna girmeden önce, anlatýcý az önce anlatýlan
dönemle ilgili bir baþka tanýðýn düþüncelerine de yer vermenin yararlý olduðuna
inanýyor. Bu anlatýnýn baþýnda karþýlaþmýþ olduðumuz Jean Tarrou birkaç hafta önce
Oran'a yerleþmiþti ve o zamandan beri merkezde büyük bir otelde oturuyordu. Görünüþte
kendi geliriyle yaþayabilecek denli rahat koþullar içinde olduðu anlaþýlýyordu. Ancak,
kentlilerin yavaþ yavaþ ona alýþmasýna karþýn, kimse ne onun nereden geldiðini, ne de
niçin burada olduðunu biliyordu. Onunla halka açýk her yerde karþýlaþýlýyordu.
Ýlkbahar daha baþlarken sýk sýk kumsallarda görülmüþtü; çoðunlukla yüzüyor ve
açýkça bir keyif aldýðý belli oluyordu. Ýyi yürekli, basit, her zaman güler yüzlü olan bu
adam, kendini köle gibi kaptýrmadan tüm normal zevklerle dost gibiydi. Aslýnda onda
gördüðümüz tek alýþkanlýk kentimizde oldukça çok sayýda-
Öte yandan onun not defterleri de bu güç dönemle ilgili bir belge oluþturuyordu. Ancak
anlamsýzlýktan yana olmasý istenmiþ gibi özel bir belgeydi bu. Ýlk bakýþta, Tar-rou'nun
nesneleri ve insanlarý dar açýdan incelemeye çalýþtýðý samlabilirdi. Bu genel
karýþýklýk içinde tarihi olmayan þeylerin tarihçisi olmaya çalýþýyordu özetle. Kuþkusuz
bu yanlýlýðý bizi üzebilir ve notlarýndaki duygusuzluk eleþtirilebilir. Ancak yine de bu
not defterleri bu dönemin bir belgesi olarak, kendi açýlarýndan bir önemi olan ikincil
nitelikli bir yýðýn ayrýntý sunabilir; bu ayrýntýlarýn tuhaflýðý da onlarý yazan ilginç
kiþilikle ilgili çok çabuk bir yargýya varmayý engelleyebilir.
Jean Tarrou'nun ilk notlarý onun Oran'a geldiði tarihte yazýlmýþ. Daha baþýndan, kendi
baþýna böylesine çirkin bir kentte bulunmanýn getirdiði tuhaf bir memnuniyeti
yansýtýyor. Belediye binasýný süsleyen iki bronz aslanýn ayrýntýlý betimlemesi, aðaç
yokluðu, sevimsiz evler ve kentin saçma sapan planý üzerine olumlu düþünceler notlarda
yer alýyor. Tarrou bunlara tramvaylarda ve yollarda duyduðu söyleþileri de yorum
yapmadan ekliyor; ancak biraz ileride, Camps adýnda birinin hakkýndaki söyleþiyle ilgili
bir yorum vardý. Tarrou iki tramvay biletçisinin konuþmasýna tanýk olmuþtu:
Evet, tabii.
Yaa ne sandýn?
28
Hayýr, göðsü zayýftý ve Orpheon'da çalýyordu. Bir boruyu sürekli üflemek, yýpratýr
adamý.
Ama, diye sözü bitirdi ikinci adam, insan hastayken borularý üflememeli.
Bu bilgilerin ardýndan Tarrou, Camps'ýn kendi yararýna açýkça karþý gelerek niçin
Orpheon'a girdiðini ve onu pazar günü yapýlan geçit törenleri için yaþamýný tehlikeye
atmaya yönelten derin nedenlerin neler olduðunu kendi kendine soruyordu.
Sonra Tarrou penceresinin karþýsýna gelen balkonda sýk sýk geçen bir sahneden olumlu
yönde etkilenmiþ gibiydi. Gerçekte odasý duvarlarýn gölgesinde kedilerin uyuduðu
küçük bir sokaða enlemesine bakýyordu. Ancak her gün, öðle yemeðinden sonra, tüm
kentin sýcakta uyukladý-ðý saatlerde sokaðýn öteki tarafýnda yaþlý bir adamcaðýz bir
balkonda beliriyordu. Beyaz ve taranmýþ saçlarý, asker kesimli giysilerinin içinde
dimdik ve ciddi, ayný zamanda hem mesafeli hem de tatlý bir sesle kedileri bir 'pisi
pisi'yle çaðýrýyordu. Kediler rahatlarýný bozmadan, uykudan so-luklaþmýþ gözlerini
yukarý çeviriyorlardý. Adam sokaðýn ve hayvanlarýn tepesinde küçük kâðýt parçalarý
yýrtýyordu, dikkatleri bu beyaz kelebek yaðmuruna çekilen kediler son kâðýt parçalarýna
doðru tereddüt içinde ayaklarýný uzatarak yolun ortasýna doðru ilerliyorlardý. O zaman
yaþlý adamcaðýz kuvvetli ve belirgin biçimde kedilerin üzerine tükürüyordu.
Tükürüklerden biri amacýna ulaþýrsa gülüyordu.
29masýnýn hesaplarda bir yanlýþ yapmasýna yol açtýðýný anlattýktan sonra Tarrou her
zamankinden daha zor okunur bir yazýyla þunu eklemiþti: 'Soru: Zamanýný yitirmemek
için ne yapmalý? Yanýt: Onu alabildiðine duyumsamak. Yöntem: Bir diþçinin bekleme
odasýnda rahatsýz bir koltukta gün geçirmek, pazar öðleden sonrasýný balkonda
yaþamak, anlamadýðýmýz bir dilde konferanslar dinlemek, ayakta yolculuk etmek için
Ýþte Tarrou'nun fare hikayesiyle ilgili verdiði bilgiler: "Bugün karþýdaki yaþlý
adamcaðýz afalladý. Hiç kedi yok. Gerçekten de sokaklarda büyük miktarlarda bulunan
ölü fareler yüzünden ortadan yok oldular. Bence, kedilerin ölü fareleri yemesi söz konusu
deðil. Benimkilerin bundan nefret ettiðini anýmsýyorum. Yine de mahzenlere
üþüþmelerine ve yaþlý adamcaðýzýn afallamasýna engel deðil. Bugün daha az özenle
taranmýþ, daha az güçlü. Endiþesi hissediliyor. Bir süre sonra içeri girdi. Ancak bir kez
boþluða tükürmüþtü.
"Kentte bugün bir tramvayý durdurdular, çünkü oraya nasýl geldiði bilinmeyen bir fare
ölüsü bulunmuþtu. Ýki üç kadýn indi. Fareyi attýlar. Tramvay yeniden yola koyuldu.
"Otelde, güvenilir bir adam olan gece bekçisi tüm bu farelerle bir felaket beklediðini
bana söyledi. 'Fareler gemiyi terk ettiðinde.' Bunun gemiler için doðru olduðunu ancak
kentlerle ilgili olarak hiçbir zaman doðrulanmadýðýný söyledim. Yine de buna inanmýþ.
Ona göre nasýl bir felaketin beklenebileceðini sordum. Felaketin öngörülmesi olanaksýz
olduðundan bunu bilmiyordu. Ama bu iþi bir dep-
30
rem yaparsa þaþýrmayacaktý. Böyle bir þeyin olabileceðini kabul ettim, o da bana bunun
beni endiþelendirip endiþelendirmediðini sordu.
"Otelin lokantasýnda çok ilginç bir aile var. Baba uzun boylu, zayýf bir adam; dik
yakalý; siyahlar giyen biri. Kafasýnýn ortasý kel, saðda ve solda gri iki saç tutamý var.
Küçük, yuvarlak, sert bakýþlý gözler, ince bir burun, yatay bir aðýz ona iyi yetiþtirilmiþ
bir gecekuþu havasý veriyor. Lokantanýn kapýsýna her zaman ilk o geliyor, siyah bir
fýndýk faresi gibi ufak tefek karýsýnýn geçmesi için kenara çekiliyor, sonra hemen
ardýnda gösteri köpekleri gibi giydirilmiþ küçük bir erkek ve küçük bir kýz çocuðuyla
içeri giriyor. Karýsýna ve çocuklarýna, birincisine terbiyeli, kötü sözler, mirasçýlara da
kesinliði olan sözler yaðdýrýyor:
Nicol muhteþem biçimde itici görünüyorsunuz! "Ve küçük kýz aðlamaya hazýr.
Gereken de bu.
"Bu sabah küçük oðlan fare hikâyesi yüzünden çok heyecanlýydý. Sofrada bir þey
söylemek istedi:
"Ýki kaniþ burunlarýný ciðer ezmelerine daldýrdýlar ve gece kuþu sözü fazla uzatmayan
bir baþ hareketiyle teþekkür etti.
"Bu güzel örneðe karþýn kentte þu fare hikâyesinden çok söz ediliyor. Gazeteler de iþe
karýþtý. Genelde farklýlýklar gösteren yerel gazeteler bile þimdi birlik içinde belediyeye
karþý bir kampanyaya giriþtiler. Belediye baþkanlýk üyeleri bu kemirgenlerin çürümüþ
cesetlerinin ortaya çýkaracaðý tehlikeyi farkýnda mý? Otel müdürü baþka bir þeyden söz
edemez oldu. Ancak bunun bir nedeni, zor durumda kalmasý. Saygýn bir otelin
asansöründe bir fare ölüsü bulmak ona akýl almaz geliyor. Onu avutmak için ona: 'Ama
herkes bu iþin içinde,' dedim.
31 Ýþte biz de þimdi herkes gibi olduk, diye beni yanýtladý.
Ýnsanlarý endiþelendirmeye baþlayan þu yüksek ateþle ilgili ilk vakalardan bana söz
eden o. Oda hizmetlilerinden birisi buna yakalanmýþ.
Hiç buna benzer bir þey ileri sürmemiþtim, hem zaten yazgýcý deðilim. Bunu ona
söyledim...
Belge olmasý açýsýndan son olarak Tarrou'nun çizdiði Rieux betimlemesi yeniden
yazýlabilir. Anlatýcýnýn gördüðü kadarýyla gerçeðe oldukça baðlý kalýnmýþ:
"Otuz beþinde gösteriyor. Orta boylu. Güçlü omuzlar. Aþaðý yukarý dikdörtgen yüz.
Karanlýk ve dik bakýþlý gözler, ancak çene kemikleri çýkýk. Burun yapýlý ve düzgün.
Kýsacýk kesilmiþ siyah saçlar. Neredeyse her zaman sý-kýlý duran etli dudaklarla aðýz
yay gibi. Yanmýþ teni, siyah tüyleri, hep koyu renkli ancak ona yakýþan giysileriyle
Sicilyalý bir köylü havasý var.
32
Bundan hiçbir þey anlamadým, demiþti Rýchard. Ýki ölü, biri kýrk sekiz saatte, öteki
üç günde. Sonuncusunu bir sabah tüm nekahet belirtilerini göstermiþken býrakmýþtým.
Birkaç doktoru daha aradý. Böylece yürüttüðü soruþturma birkaç gün içinde yirmi kadar
benzer vaka olduðu sonucunu verdi. Hemen hemen hepsi ölümle sonuçlanmýþtý. Bunun
üzerine Oran Doktorlar Odasý Baþkaný Ric-hard'dan yeni- hastalarýn tecrit edilmesini
rica etti.
Bu konuda bir þey yapamam, dedi Richard. Valiliðin önlemleri gerekleri. Zaten kim
size bulaþma tehlikesi var dedi ki?
Yine de Richard 'böyle bir sýfatý olmadýðý'ný düþünüyordu. Tüm yapabileceði valiliðe,
valiye bundan söz etmekti.
Veba
33/3bir uyuþukluk egemendi. Kentin sývalý, uzun duvarlarý boyunca, tozlu vitrinli
sokaklar arasýnda, kirli sarý renkteki tramvaylarda insan kendini biraz göðün kölesi gibi
hissediyordu. Yalnýzca Rieux'nün þu yaþlý hastasý bu dönemin keyfine varmak için
astýmýný alt ediyordu.
Hava ýsýnýyor, diyordu, bronþlara iyi gelir bu. Gerçekten de hava ýsýnýyordu, bir
ateþten ne eksik ne
fazla. Tüm kentin ateþi vardý, en azýndan Rieux, Cot-tard'ýn intihar giriþimiyle ilgili
soruþturmaya katýlmak üzere Fadherbe Sokaðýna gittiði sabah bu izlenime kapýlýyordu.
Ancak bu izlenim ona mantýksýz geliyordu. Kendisini tedirgin eden uðraþlara ve
sinirliliðe baðlýyordu bunu, acele olarak düþüncelerini bir düzene sokmak gerektiðini
kabul etti.
Geldiðinde komiser henüz orada deðildi. Grand sahanlýkta bekliyordu, önce onun evine
girmeye karar verdiler, kapýyý açýk býraktýlar. Belediye memuru iyice baþtan savma
döþenmiþ iki odalý bir dairede oturuyordu. Burada yalnýzca iki üç sözlüðün süslediði
ahþap bir raf ve üzerinde yarý yarýya silinmiþ, ancak hâlâ okunabilen 'çiçekli bahçe
yollarý' sözcükleri bulunan bir karatahta göze çarpýyordu. Grand'a göre Cottard geceyi
iyi geçirmiþti. Ancak sabah baþ aðalarýyla ve hiçbir tepki gösteremez bir halde
uyanmýþtý. Grand yorgun ve sinirli görünüyordu; bir aþaðý bir yukarý dolaþýp duruyor,
el yazýsýyla yazýlmýþ sayfalarla dolu bir dosyayý bir açýyor, bir kapýyordu.
Bu arada doktora Cottard'ý iyi tanýmadýðýný, ancak biraz malý mülkü olduðunu
sandýðýný söyledi. Cottard tuhaf bir adamdý. Uzun süre iliþkileri, merdivende
karþýlaþtýklarýnda birkaç merhabayý geçmemiþti.
Onunla yalnýzca iki kez sohbet ettim. Birkaç gün önce eve getirdiðim bir kutu tebeþiri
döktüm. Mavi ve kýrmýzý tebeþirler vardý. O sýrada Cottard sahanlýða çýktý ve onlarý
toplamama yardým etti. Bu deðiþik renklerdeki tebeþirlerin ne iþe yaradýðýný sordu.
34
Grand da ona yeniden biraz Latince çalýþtýðýný anlatmýþtý. Liseden bu yana bilgileri
azalmýþtý.
Evet, dedi doktora, Fransýzca sözcüklerin anlamýný daha iyi bilmek için bunun
yararlý olduðunu bana söylediler.
tebeþirle yazýyordu.
Rýeux ikinci sohbetin konusunu sordu. Ancak yanýnda sekreteriyle komiser geliyordu,
öncelikle Grand'ýn açýklamalarýný dinlemek istiyordu. Doktor Grand'ýn Cottard'dan söz
ederken onu hep 'umutsuz adam' diye andýðýný fark etti. Hatta bir ara 'öldürücü karar'
deyimini kullandý. Ýntiharýn nedeni üzerinde konuþtular ve Cottard sözcük seçiminde
kýlý kýrk yarýyordu. Son olarak 'özel acýlar' sözcükleri üzerinde durdular. Komiser
Cottard'ýn davranýþlarýnda onun 'kararlýlýk' dediðiyle ilgili herhangi bir þey hissedip
etmediðini sordu.
Dün benden kibrit istemek için kapýmý çaldý, dedi Grand. Ona bir kutu kibritimi
verdim. Komþular arasýnda olur... diyerek özür diledi. Sonra bana kutuyu geri vereceðim
vaat etti. Onda kalmasýný söyledim.
Bana tuhaf gelen, konuþmayý sürdürmek istiyormuþ gibi bir hali olmasýydý. Ancak
ben çalýþýyordum.
Öte yandan komiser, hastayý görmek istiyordu. Ancak Rieux öncelikle Cottard'ý bu
ziyarete hazýrlamanýn yerinde olacaðýný düþünüyordu. Odaya girdiðinde
35yalnýzca griye bakan bir flanel giymiþ olan Cottard yataðýnda doðrulmuþ ve endiþeli
bir yüz ifadesiyle kapýya doðru dönmüþtü.
- Evet, dedi Rieux, hareket etmeyin. Ýki üç formaliteden sonra rahata kavuþacaksýnýz.
Ben de polise bayýlmýyorum. Bu iþi bir kerede bitirmek için sorularýna çabuk ve
doðru biçimde yanýt vermek söz konusu.
Cottard sustu ve doktor yeniden kapýya doðru döndü. Ancak adamcaðýz yine onu
çaðýrýyordu ve yataða yaklaþýnca doktorun ellerini tuttu:
Rieux bir an ona dikkatle baktý ve sonunda asla böyle bir þeyin söz konusu olmadýðýna
ve kendisinin hastasýný korumak için orada olduðuna onu inandýrdý. Adamýn gerginliði
azalýr gibi oldu ve Rieux komiseri içeri aldý.
- Tahmin edersiniz, þu ateþten söz edileli beri daha yapacak çok iþimiz var, diye iç
geçirdi.
36
. Doktora bunun ciddi bir þey olup olmadýðýný sordu, Rieux bu konuda hiçbir þey
bilmediðini söyledi.
Zamaný geldi, hepsi bu, diye sözü baðladý komiser. Kuþkusuz, zamaný gelmiþti. Gün
boyunca, zaman geçtikçe her þey yüze göze bulaþýyordu ve Rieux her ziyarette
kaygýsýnýn arttýðýný hissediyordu. Ayný günün akþamý, dýþ mahallede yaþlý hastanýn
bir komþusu ellerini kasýklarýna bastýrmýþ, sayýklamalarla kusuyordu. Yumrular
kapýcýnýn-kilerden çok daha büyüktü. Bir tanesi irinlenmeye baþlamýþtý ve az sonra
bozulmuþ bir meyve gibi açýldý. Rieux eve dönünce ildeki ecza deposunu aradý. Mesleði
gereði aldýðý notlar o tarihte yalnýzca þunu gösteriyor: 'Olumsuz yanýt.' Ve o sýralarda
benzer vakalar için onu çaðýrýyorlardý. Çýbanlarý yarmak gerekiyordu, orasý kesindi.
Haç biçiminde iki bisturi darbesiyle yumrulardan kanla karýþýk koyu bir sývý akýyordu.
Acý içindeki hastalarýn kanlarý akýyordu. Ancak lekeler karýn ve bacaklarda da
beliriyordu, bir yumrunun irinlenmesi duruyor, sonra yeniden baþlýyordu. Çoðunlukla
hasta berbat bir koku içinde ölüyordu. Fare olayýnda iyice çenesi düþük davranan basýn
artýk tek söz etmez olmuþtu. Çünkü fareler sokakta, insanlar evlerinde ölür. Ve gazeteler
yalnýzca sokakla ilgilenir. Ancak valilik ve belediye konu üzerinde düþünmeye
baþlamýþlardý. Doktorlarýn her birinin iki üç vaka dýþýnda bir bilgisi olmadýðý sürece
kimse kýlýný kýpýrdatmayý düþünmemiþti. Ancak sonunda birisinin aklýna bir hesap
yapma fikrinin gelmesi yetti. Hesabýn sonucu içler açýþýydý. Hemen hemen birkaç gün
içinde ölümle sonuçlanan vakalar katlandý ve bu tuhaf hastalýkla ilgilenenlerin gözünde
gerçek bir salgýnýn söz konusu olduðu kesinlik kazandý. Rieux'den çok yaþlý olan
meslektaþý Castel de onu görmek için bu âný seçti.
ux? dedi.
37 Ben, biliyorum. Ve benim tahlile ihtiyacým yok. Mesleðimin bir bölümünü Çin'de
yaptým ve yirmi yýl önce Paris'te birkaç vaka gördüm. Yalnýz o vakalara hemen bir ad
vermeyi göze alamadýlar. Kamuoyu kutsaldýr: Þaþkýnlýða yer yoktur, özellikle
þaþkýnlýk olmaz. Hem sonra bir meslektaþýn da dediði gibi: "Olamaz bu, herkes Batý'da
bunun ortadan yok olduðunu biliyor." Evet, herkes bunu biliyordu, ölüler dýþýnda. Haydi
Evet Castel, dedi, neredeyse inanýlmasý olanaksýz. Ama açýkça bu veba gibi
duruyor.
Evet. Ve þunu unutmayýn: Paris'te bile oldu, yaklaþýk yirmi yýl önce.
Ýyi. Þimdi bir zamanlar olduðundan daha ciddi olmamasýný umut edelim. Ama
gerçekten inanýlmaz!
38
'Veba' sözcüðü ilk kez aðza alýnýyordu. Anlatýnýn bu noktasýnda Bernard Rieux
penceresinin gerisinden yalýyara bakadursun, anlatýcýnýn, doktorun içinde bulunduðu
kararsýzlýk ve þaþkýnlýðý açýklamasýna izin verilecektir; çünkü farklýlýklarla da olsa
onun tepkisi yurttaþlarýmýzýn çoðunun tepkisiyle aynýydý. Gerçekten de felaketler ortak
bir þeydir, ancak baþýnýza geldiðinde inanmakta güçlük çekilir. Dünyada savaþlar kadar
vebalar da meydana gelmiþtir. Vebalar da, savaþlar da insaný hazýrlýksýz yakalar.
Kentliler kadar, Doktor Rieux de hazýrlýksýzdý; böylece onun kararsýzlýklarýný
anlamalýyýz. Onun endiþe ve güven arasýnda sýkýþýp kalmasýný da böylece
anlamalýyýz. Bir savaþ patladýðýnda insanlar : "Uzun sürmez bu, çok aptalca!" derler.
Ve kuþkusuz bir savaþ çok aptalcadýr, ancak bu onun uzun sürmesini engellemez.
Budalalýk hep direnir, insan hep kendisini düþünmese bunun farkýna varabilirdi. Bu
açýdan burada oturanlar da herkes gibiydi, kendilerini düþünüyorlardý; bir baþka deyiþle
hümanisttiler; felaketlere inanmýyorlardý. Felaket insana yakýþmaz, onun için felaket
gerçekdýþýdýr, geçip gidecek kötü bir rüyadýr, denir. Ancak her zaman da geçip gitmez,
kötü rüyalar arasýnda insanlar geçip gider ve önlemlerini almadýðýndan baþta
hümanistler gider. Yurttaþlarýmýz da baþkalarýndan daha az ya da çok suçlu deðildi;
alçakgönüllü olmayý unutuyorlardý, hepsi bu ve kendileri için hâlâ her þeyin olanaklý
olduðuna inanýyorlardý; bu durum da felaketlerin olanaksýzlýðýný varsayýyordu.
Ýþlerini yapmayý sürdürüyorlardý, yolculuklar ayarlýyorlardý ve düþünceleri vardý.
Geleceði, yolculuklarý ve tartýþmalarý ortadan kaldýran bir vebayý nasýl düþünecekler-
39di ki? Kendilerini özgür sanýyorlardý, oysa felaketler oldukça kimse asla özgür
olmayacak.
Doktor Rieux, saða sola daðýlmýþ bir avuç hastanýn, habersizce, vebadan ölmeye
gelmesini arkadaþýyla konuþurken doðruladýðýnda bile tehlike onun için hâlâ gerçek
dýþýydý. Nedeni basit, insan doktor olduðunda acýyla ilgili bir fikir edinir ve hayal gücü
biraz daha fazladýr. Doktor penceresinden deðiþikliðe uðramamýþ kentine bakarken,
endiþe diye adlandýrýlan, gelecek karþýsýnda içinde hafif bir tiksinme duygusunun
doðduðunu henüz hissetmeye baþlýyordu. Bu hastalýkla ilgili bildiklerini kafasýnda
toparlamaya çalýþýyordu. Belleðinde sayýlar uçuþuyordu ve tarihin gördüðü otuz kadar
büyük vebanýn yaklaþýk yüz milyon kiþinin ölümüyle sonuçlandýðýný aklýndan
geçiriyordu. Ancak yüz milyon ölü nedir? Savaþta insan ölüyü diriyi bilmez. Nasýl ölü
bir adam ancak ölü halde görüldüðünde önem taþýrsa, tarih sahnesine saçýlmýþ yüz
milyon ceset de hayalimizde silik bir görüntüden baþka bir þey deðildir. Doktor,
Prokopios'a göre, günde on bin kurban veren Konstantinopolis vebasýný düþünüyordu.
On bin ölü büyük bir sinemanýn müþteri sayýsýnýn beþ katý eder. Ýþte yapýlmasý
gereken buydu. Beþ sinemanýn çýkýþýnda insanlarý toplayýp kentte bir meydana
götürmek ve olaylarý daha net görebilmek için onlarý yýðýnlar halinde öldürmek. En
azýndan o zaman bu adsýz kalabalýða tanýdýk yüzler takýlabilirdi. Ancak,
gerçekleþtirilemeyecek bir þey bu doðal olarak, hem sonra on bin yüzü kim tanýr? Zaten
Prokopios gibi, insanlar saymayý bilmiyorlardý, herkes bilir bunu. Yetmiþ yýl önce
Kanton'da, felaket insanlara iliþmeden, kýrk bin fare vebadan ölmüþtü. Ancak 1871'de
fareleri saymanýn bir yolu yoktu. Yaklaþýk, toptan hesaplar yapýlýyordu, belirgin
yanýlma paylan vardý. Yine de, eðer bir fare otuz santimetre boyundaysa, uç uca
eklenmiþ kýrk bin fare...
40
vakadan salgýn olmaz ve önlem almak yeterlidir. Eldeki bilgilere bakmak gerekiyordu:
þaþkýnlýk ve bitkinlik, kýzarmýþ gözler, pis bir aðýz, baþ aðrýlarý, deri üstü
kabarcýklarý, korkunç susuzluk, sayýklama, bedende lekeler, endiþe ve tüm bunlarýn
sonunda... Tüm bunlarýn sonunda, Rie-ux'nün aklýna bir tümce geliyordu, belirtileri
sýraladýðý el kitabýnýn sonunu getiren þu tümce: 'Nabýz iyice düþer ve anlamsýz bir
hareket sonucunda ölüm gelir.' Evet, tüm bunlarýn sonunda, bir ipin uçundaydýk ve
insanlarýn dörtte üçü, kesin sayý buydu, onlarý çeken bu anlamsýz hareketi yapmak için
sabýrsýzlanýyordu.
Doktor hâlâ pencereden bakýyordu. Camýn dýþýnda ilkbaharýn serin göðü, içinde,
odada çýnlamasýný sürdüren sözcük: Veba. Sözcük, bilimin ona yüklediði özellikleri
kapsamýyordu yalnýzca; olaðanüstü bir dizi görüntüyü de kapsýyordu; bu saatte orta
karar bir hareketlilik içinde, gürültüden çok uðultunun duyulduðu, ayný anda hem mutlu
hem tasalý olunabilirse eðer, özetle mutlu diye nitelenebilecek, sarý ve gri renkli bu
kentle hiç baðdaþmayan görüntüler. Ve öylesine barýþla dolu ve öylesine kayýtsýz bir
dinginlik eski felaket görüntülerini pek de güçlük çekmeden yok sayýyordu; vebaya
bulanmýþ ve kuþlarýn terk ettiði Atýna, sessizce acý çekenlerle dolu Çin kentleri,
Marsilya'da sýzýntý içindeki bedenleri çukurlara üst üste gömen zindan hükümlüleri,
Provence'da vebanýn deli rüzgârýný durdurmasý için inþa edilen büyük duvar, Yafa ve o
iðrenç dilencileri, Konstantinopolis hastanesinin ezilmiþ topraðýna yapýþmýþ nemli ve
çürümüþ yataklar, kancalarla yerlerinden çekilen hastalar, Kara Veba sýrasýnda
hekimlerin maskeli karnavalý, canlýlarýn Milano mezarlýðýnda birleþmeleri, korku
içindeki Londra'da ölü taþýyan el arabalarý ve her yerde, her zaman insanýn bitip
tükenmez çýðlýðýyla dolu geceler ve gündüzler. Hayýr, tüm bunlar bugünün huzurunu
bozacak denli güçlü deðildi henüz. Pencerenin öteki tarafýnda seçilmeyen bir tramvayýn
düdüðü ansýzýn çýnlýyor ve bir saniyede zulüm ve acýyý deðersiz kýlýyordu. Ev-
Doktor pencereyi açtý ve birden kentin gürültüsü kabardý. Komþu atölyeden elektrikli
bir testerenin kýsa ve yinelemeli, výnlayan sesi geliyordu. Rieux silkindi. Gerçek orada,
günlük çalýþmadaydý. Gerisi olaylarýn akýþýna ve anlamsýz hareketlere baðlýydý, buna
takýlýp kalýnamazdý. Esas olan, iþini iyi yapmaktý.
joseph Grand'ýn geldiði haber verildiði sýrada Doktor Rieux bu düþünceler içindeydi.
Belediye memuru olarak ve orada çok deðiþik iþlere bakmasýna karþýn onu geçici olarak
medeni hal istatistik biriminde görevlendiriyorlardý. Böylece ölümlerin bir toplamýný
yapmak durumundaydý. Ve kendi isteðiyle sonuçlarýn bir örneðim Rýeux'ye getirmeye
karar vermiþti.
Doktor, Grand'ý komþusu Cottard'la içeri girerken gördü. Memur elinde bir kâðýt
sallýyordu.
on bir ölü.
Rieux, Cottard'a selam verdi ve nasýl olduðunu sordu. Grand, Cottard'ýn doktora
teþekkür etmeye ve neden olduðu sýkýntýlardan ötürü özür dilemeye geldiðini söyledi.
Ancak Rieux istatistik raporuna bakýyordu:
Haydi, dedi Rieux, belki de artýk bu hastalýðý adýyla anmaya bir karar vermek gerek.
Þimdiye kadar sallandýk durduk. Ama benimle gelin, laboratuvara gitmeliyim.
Evet evet, diyordu Grand doktorun peþinden merdivenleri inerken. Her þeyi adýyla
anmak gerek. Ama nedir
bu ad?
kolay deðil.
43
- Beni affedin, dedi Grand, Place d'Armes'ýn köþesinde. Ancak bizim oraya giden
tramvaya binmeliyim. Akþamlarým kutsaldýr. Bizim memlekette dedikleri gibi:
'Bugünün iþini yarýna býrakma.'
Evet, dedi Cottard, bu doðru. Akþam yemeðinden sonra onu evinden dýþarý
çýkaramazsýnýz.
Rieux, Grand'a belediye adýna mý çalýþtýðýný sordu. Grand hayýr, diye yanýtladý,
kendisi için çalýþýyordu.
Eh! dedi Rieux birþeyler demiþ olmak için, bari ilerleme var mý?
Orada yýllardýr çalýþtýðýma göre, ister istemez var. Ancak yine de bir bakýma çok
Ama sonuçta nedir sorun? dedi doktor durarak. Grand yuvarlak þapkasýný büyük
kulaklarýnýn üzerine
indirerek aðzýnda birþeyler yuvarladý. Rieux bir kiþiliðin geliþimiyle ilgili birþeylerin
söz konusu olduðunu sezer gibi oldu. Ancak memur onlardan ayrýlmýþ, küçük aceleci
adýmlarla incir aðaçlan altýnda, Boulevard de la Marne'dan yukarý çýkmaya baþlamýþtý
bile. Laboratuvarýn kapýsýnda Cottard, bir þey danýþmak için doktoru görmeye gelmek
istediðini söyledi. Elleriyle cebindeki istatistik raporuyla oynayan Rieux onu muayeneye
çaðýrdý, ancak sonra fikir deðiþtirerek ertesi gün onun mahallesine geleceðini ve
akþamüstü onu görmek için uðrayacaðýný söyledi.
Doktor Cottard'dan ayrýlýrken Grand'ý düþündüðünü fark etti. Onu bir vebanýn
ortasýnda düþünüyordu. Ancak, kuþkusuz ciddi boyuta varmayacak olan þimdiki
vebanýn deðil de tarihin þu büyük vebalarýndan birinin ortasýnda. 'O, bu gibi
durumlardan etkilenmeyecek insanlardan.' Ve-
44
banýn zayýf yapýlý insanlarý etkilemediðini ve özellikle güçlü yapýlýlarý, yok ettiðini
okuduðunu anýmsýyordu. Bu konuyu düþünürken doktor, memurun gizemli bir havasý
olduðunu düþünüyordu.
Gerçekten de, ilk bakýþta Grand küçük bir belediye memuruydu; bu da hal ve tavrýna
sinmiþti. Uzun boylu ve zayýf bedeniyle daha uzun kullanýrým kandýrmacasýyla
kendine hep çok büyük seçtiði giysilerinin içinde yüzüyordu. Alt çenesindeki diþlerinin
çoðu yerinde duruyorduysa da üst çenesindekileri yitirmiþti. Özellikle üst dudaðýný
yukarý çeken gülüþü böylece ona gölgeli bir aðýz görüntüsü veriyordu. Bu görüntüye bir
de papaz okulu öðrencilerini andýran yürüyüþü, duvar dibinden yürüme ve kapýlardan
kayarcasýna geçme sanatý, mahzen ve duman kokusu, anlamsýzlýðýn tüm yüzleri
eklenince, kentin hamam tarifelerini gözden geçirme ya da genç bir düzeltmene ev
çöplerinin kaldýrýlmasýyla ilgili bir rapor için gereken bilgileri hazýrlama iþine kendini
vermiþ, çalýþma masasýnýn baþýndan baþka bir yerde düþünülemeyeceði
anlaþýlacaktýr. Hiçbir þeyden habersiz birisinin gözünde bile o, günlük altmýþ iki franka
geçici belediye hizmetlerinin ufak tefek ancak kaçýnýlmaz görevlerini yapmak üzere
dünyaya gelmiþ gibiydi.
güvence vermiþlerdi. Kuþkusuz Joseph Grand'ý harekete geçiren hýrs deðildi, hüzünlü
bir gülümsemeyle kendi yaþamýnýn güvencesi kendisiydi. Ancak dürüst olanaklarla
edinilmiþ maddi bir yaþam düþüncesi ve buna baðlý olarak gözde uðraþlarýna hiç
çekinmeden kendini verme olanaðý da ona açýkça göz kýrpýyor-
45du. Ona yapýlan teklifi kabul etmesi onurlu nedenlerden, hatta denebilir ki, bir ülküye
baðlýlýktan ileri geliyordu.
46
nin açlýktan öldüðü görülmemiþtir, diye kesýnliyordu. Durum ne olursa olsun, Joseph
Grand'ýn sürdürdüðü yarý münzevi yaþantýsý onu bu türden tüm kaygýlardan arýndýr-
mýþtý gerçekten. O kendine uygun sözcükleri aramayý sürdürüyordu.
Bir bakýma onun yaþamýnýn örnek bir yaþam olduðu söylenebilir. Her yerde olduðu
gibi kentimizde de az bulunan, hep olumlu duygularýnýn cesaretini taþýyan þu
insanlardandý. Kendi hakkýnda açýða vurduðu çok az þey, aslýnda onun iyi yanlarýný ve
günümüzde açýða vurmaya cesaret edemediðimiz baðlýlýklarý gösteriyordu. Ailesinden
kalan ve iki yýlda bir Fransa'ya ziyaretine gittiði tek akrabasý olan kýz kardeþini ve
yeðenlerini sevdiðini söylerken yüzü kýzarmýyordu. Daha gençken yitirdiði anne ve
babasýnýn anýsýnýn ona hüzün verdiðini kabul ediyordu. Akþam saat beþe doðru
mahallesinde tatlý tatlý çýnlayan bir çaný her þeyin ötesinde sevdiðini saklamýyordu.
Ancak böylesine basit duygularý dile getirmek için en ufak bir sözcük ona binlerce acýya
patlýyordu. Sonunda bu güçlük onun en büyük derdi olmuþtu: "Ah doktor," diyordu,
"kendimi dile getirmeyi nasýl da öðrenmek isterdim!"
47Ertesi gün Rieux gereksiz bulunan bir diretmeyle vilayete bir saðlýk kurulunun
çaðrýlmasýný saðlýyordu.
- Telgraf çektim bile, diye yanýtladý Rieux. Vali sýcak davranýyordu, ancak sinirliydi.
mýyým.''
Sorun, veba mý yoksa baþka bir þey mi söz konusu, onu bilmek, dedi ansýzýn yaþlý
Castel.
Ýki üç hekim þaþkýnlýklarýný belirttiler. Ötekiler tereddüt ediyor gibiydiler. Vali ise
irkildi ve kapýya döndü, sanki kapýnýn bu feci haberin koridorlarda yayýlmasýný
engellediðini görmek istercesine. Richard þaþkýnlýða boyun eðmemek gerektiðini
düþündüðünü belirtti: Kasýk bölgesinde komplikasyonlar çýkaran bir ateþ söz konusuydu
ve yaþamda olduðu gibi bilimde de varsayýmlar her zaman tehlikeli olacaðýndan, bundan
baþka bir þey söylenemezdi. Sa-
48
kin sakin sararmýþ býyýðýný kemiren yaþlý Castel açýk renk gözlerini Rieux'ye doðru
kaldýrdý. Sonra iyilik dolu bakýþýný topluluða çevirdi ve bunun veba olduðunu iyi
bildiðini ancak kuþkusuz bunu resmi olarak tanýmanýn acýmasýz önlemler almayý
zorunlu kýlacaðýný belirtti. Temelde bunun meslektaþlarýnýn geri çekilmesine yol
açtýðýný biliyordu ve bundan dolayý onlarýn huzuru için bunun veba olmadýðýný kabul
etmek istiyordu. Vali yerinde kýmýldandý ve durum ne olursa olsun bunun iyi bir
düþünce biçimi olmayacaðýný
bildirdi.
Tifüse benzeyen bir ateþ söz konusu, ama þiþlikler ve kusmalarý da beraberinde
getiriyor. Ben o yumrularý yardým. Böylece tahliller için birþeyler elde edebildim, bu
konuda laboratuvar vebanýn yassý basillerini saptadýðýný sanýyor. Tam olarak bir þey
söylemek gerekirse, mikrobun bazý özgül deðiþimlerinin geleneksel tanýma
uymadýðýný da
söylemek gerekir.
Richard bunun tereddütlere yol açtýðýna ve en azýndan, birkaç gün önce baþlanan tahlil
dizisinin istatistiksel sonucunu beklemenin gerekli olduðuna dikkat çekti.
Eðer mikrop, dedi Rieux kýsa bir sessizlikten sonra, üç gün içinde bir dalaðý
büyütebiliyor, baðýrsak boðumlarýný bir portakal büyüklüðüne ve lapa kývamýna
dönüþtüre-biliyorsa hiç de tereddüte yol açmaz. Enfeksiyonun yuvalandýðý yerler sürekli
artýyor. Hastalýðýn yayýlmasýna bakýnca durdurulmazsa iki ay dolmadan kentin
yarýsýný öldürebilir. Böylece bunu ister veba, ister ateþ diye adlandýrýn, pek önemi yok.
Önemli olan tek þey, bunun kentin yarýsýný öldürmesine engel olmanýz.
Bununla birlikte Richard, eðer hastalýk kendiliðinden durmazsa, onu durdurmak için
yasanýn öngördüðü koruyucu önlemlerin alýnmasý gerektiðini, bunun için de vebanýn
söz konusu olduðunu resmen tanýmak gerektiðini, bu konuda tam bir kesinliðe
varýlmadýðýný, dolayýsýyla üzerinde düþünülmesi gerektiðini anýmsatarak durumu
özetlemeyi düþünüyordu.
Sorun, yasanýn öngördüðü önlemlerin ciddi olup olmamasý deðil, diye üsteledi
Rieux, bunlarýn kentin yarýsýnýn ölmesini engellemek için gerekli olup olmadýðý.
Gerisi yönetimin iþi ve iþte bizim kurumlarýmýz da bu sorunlarý halletmek için bir vali
öngörmüþ.
Kuþkusuz, dedi vali, ama benim için, sizin bir veba salgýnýný resmen tanýmanýz
gerekiyor.
Eðer bunu resmen tanýmasak bile, dedi Rieux, yine de kentin yarýsýný öldürme
tehlikesi var.
Sorunu ortaya yanlýþ koyuyorsunuz. Bu bir sözcük sorunu deðil, bu bir zaman
sorunu.
50
- Anlaþýlan, veba söz konusu deðilse bile, yine de veba sýrasýnda baþvurulan koruyucu
önlemlerin alýnmasý gerektiði düþüncesindesiniz, dedi vali.
düþünüyorum.
Çözüm beni ilgilendirmiyor, dedi Rýeux. Yalnýzca þöyle diyelim, kentin yarýsý ölme
tehlikesiyle karþý karþýya gelmeyecekmiþ gibi davranmalýyýz, çünkü o zaman kent bu
tehlikeden uzak kalabilir.
Genel rahatsýzlýk sürerken Rieux oradan ayrýldý. Bir süre sonra, kýzartma ve idrar
kokan mahallede, kasýklarý kan içinde, avazý çýktýðý kadar haykýran bir kadýn ona
doðru dönüyordu.
51Toplantýnýn ertesi günü ateþ biraz daha yayýldý. Gazetelere bile geçti, ancak zararsýz
bir biçimdeydi, çünkü gazeteler birkaç anýþtýrmadan ileri gitmiyordu. Bununla birlikte,
Rieux, valiliðin kentin en ücra köþelerine alelacele yapýþtýrdýðý küçük beyaz duyurulan
okuyabiliyordu. Bu duyurulara bakarak yöneticilerin durumu açýklýkla deðerlendirdiðini
söylemek güçtü. Önlemler çok ciddi deðildi ve kamuoyunu telaþlandýrmamaya özen
gösterildiði belliydi. Gerçekten de, duyurunun giriþ bölümünde, henüz bulaþýcý olup
olmadýðý bilinemeyen birkaç tehlikeli ateþ vakasýnýn Oran kentinde ortaya çýktýðý
belirtiliyordu. Bu vakalar gerçek anlamda endiþeye kapýlmak için yeterli özellikler
göstermiyordu ve halkýn soðukkanlýlýðýný koruyabileceðinden kuþku duyulmuyordu.
Bununla birlikte, herkesin anlayabileceði bir sakýnýmlýlýk düþüncesiyle valilik bazý
koruyucu önlemler alýyordu. Gerektiði biçimde anlaþýlan ve uygulanan bu önlemler her
tür salgýn tehdidini kesinlikle ortadan kaldýracak nitelikteydi. Böylece, vali bu kiþisel
çabasýna halkýnýn da en baðlý biçimde katýlacaðýndan bir an bile kuþku duymuyordu.
Daha sonra duyuruda, kanalizasyonlara zehirli gaz vererek fareyle bilimsel bir mücadele
iþlemi ve su daðýtým þebekesinde sýký bir denetim gibi genel önlemler anlatýlýyordu.
Kentte oturanlara en üst düzeyde temizlik salýk veriliyor ve son olarak bitli kiþiler
belediye dispanserlerine çaðrýlýyordu. Öte yandan aileler hekimin taný koyduðu
vakalarý bildirmek ve hastalarýnýn özel hastane odalarýnda tecrit edilmesini kabul etmek
zorundaydýlar. Zaten bu odalar hastalarý en kýsa zamanda ve en yüksek olasýlýkla
tedavi etmek üzere donatýlmýþtý. Birkaç ek madde hasta odasýnýn
52
Bir gün önce kentte on kadar hasta yaþamýný yitirmiþti. Doktor Grand'a Cottard'ý
ziyarete gideceði için belki onu da akþama göreceðini söyledi.
Haklýsýnýz, dedi Grand. Ona iyilik etmiþ olursunuz, çünkü onu deðiþmiþ buluyorum.
- Nasýl?
Kibarlaþtý.
Grand duraksadý. Cottard'ýn terbiyesiz olduðunu söyleyemezdi, doðru bir ifade olmazdý
bu. Ýçe kapalý ve sessiz bir adamdý; hali tavrý biraz yabandomuzunu andýrýyordu.
Odasý, alçakgönüllü bir lokanta ve oldukça gizemli gezmeler; Cottard'ýn tüm yaþamý
buydu. Resmi olarak þarap ve likör iþinde temsilciliði vardý. Arada sýrada müþterisi
olmasý gereken iki üç adam onu ziyarete geliyordu. Bazen akþamlarý evinin
karþýsýndaki sinemaya gidiyordu. Hatta oradaki görevli Cottard'ýn gangster filmlerini
tercih ettiðini fark etmiþti. Her koþulda, Cottard yalnýz ve sakýnýmlý bir yaþam
sürdürüyordu.
Grand'a göre tüm bunlar epey deðiþmiþti. Nasýl desem bilmiyorum, ancak bana öyle
geliyor ki, insanlarýn dostluðunu kazanmak, herkesi yanýna çekmek istiyor, anlýyor
musunuz? Benimle sýk sýk konuþuyor, dýþarý davet ediyor ve her zaman nasýl geri
çevireceðimi bilmiyorum.
- Þu tütüncü kadýn, diyordu Grand, tam bir yýlandýr. Cottard'a söyledim bunu, ama bana
yanýldýðýmý ve görmeyi bilen için iyi yönleri olduðunu söyledi.
Sonunda Grand iki üç kez Cottard'ý kentin seçkin lokanta ve kafelerine götürmüþtü.
Aslýnda bu yerlere sýk sýk gitmeye baþlamýþlardý.
Ýnsan oralarda rahat ediyor, diyordu; hem sonra dostça bir ortam.
Grand buralardaki personelin Cottard'a gösterdiði özeni fark etmiþti ve onun býraktýðý
kabarýk bahþiþleri görünce bunun nedenini anlamýþtý. Þefin onu kapýya kadar
uðurlayýp, pardösüsünü giymesine yardým ettiði bir gün, Cottard, Grand'a þöyle demiþti:
Kaldý ki, saðý solu belli olmuyordu. Bakkalýn daha az sevecen davrandýðý bir gün
adamakýllý öfkelenmiþ bir halde eve dönmüþtü:
Kim baþkalarý?
Herkes.
Hatta Grand tütüncü kadýnýn dükkânýnda tuhaf bir sahneye tanýk olmuþtu. Heyecanlý
bir konuþmanýn ortasýnda, kadýn Cezayir kentinde halkýn diline düþmüþ yeni bir
tutuklama olayýndan söz etmiþti. Bir kumsalda bir Arap'ý öldürmüþ, ticaretle uðraþan bir
memurdu söz konu-
su.
Tüm bu ayaktakýmmý hapse atsalar, demiþti tütüncü kadýn, namuslu insanlar rahat
bir nefes alabilirdi. Ancak tek bir söz etmeksizin kendisini dükkândan dýþarý atan
Cottard'm beklenmedik bu öfkesi karþýsýnda sözünü kes-
54
mek zorunda kalmýþtý. Grand ve satýcý kadýn elleri kollarý havada onun çýkýp
gitmesine bakakalmýþtý.
Ona iki yüz frank gönderin, diye rica etmiþti, ona hoþ bir sürpriz olacak. Hiç onu
düþünmediðimi sanýyor. Ama gerçek þu ki, onu çok seviyorum.
Son olarak, Grand'la aralarýnda tuhaf bir konuþma geçmiþti. Grand, her akþam giriþtiði
çalýþmayý merak eden Cottard'ýn sorularýný yanýtlamak zorunda kalmýþtý.
Cottard.
Grand þaþýrmýþ gibiydi ve Cottard sanatçý olmanýn pek çok þeyi düzelteceðini
aðzýnda gevelemýþti.
Çünkü bir sanatçýnýn baþkasýna oranla daha fazla haklan vardýr, herkes bunu bilir.
Ona çok daha fazla þey
geçer.
Yok caným, dedi Rieux, Grand'a, sabahki duyurular, fare hikâyesi çoðu kiþinin
olduðu gibi, onun da baþýný döndürmüþ, hepsi bu. Ya da ateþten korkuyor.
55Pencerenin aþaðýsýndan büyük bir egzoz gürültüsü içinde fareyle mücadele arabasý
geçti. Birbirlerini duyabilecek hale gelinceye kadar Rieux sustu ve dalgýn dalgýn
memurun ne düþündüðünü sordu. Öteki ona ciddiyetle bakýyordu:
Onun, duyulmasýndan çekindiði bir þey var. Doktor omuz silkti. Komiserin dediði
gibi daha yapýlacak çok iþ vardý.
Öðleden sonra, Rieux, Castel'le bir toplantý yaptý. Serumlar bir türlü gelmiyordu.
Zaten iþe yarayacak mýydý, diye soruyordu Rýeux. Bu basil bir tuhaf.
Yo, ben sizin gibi düþünmüyorum, dedi Castel. Bu hayvanlarýn hep deðiþik bir
havasý var gibidir. Ama temelde hep ayný þeydir.
saran baþ dönmesinin arttýðýný hissetti. Sonunda kendi kendine korktuðunu itiraf etti.
Ýki kez insanlarla dolup taþan kafelere girdi. Cottard gibi o da bir insan sýcaklýðýna
gereksinim duyuyordu. Rieux bunu budalaca buluyordu, ama bu sayede þarap ve likör
Akþam Doktor Cottard'ý yemek odasýnda, masanýn karþýsýnda ayakta buldu. Ýçeri
girdiðinde masanýn üzerinde açýlmýþ bir polisiye roman duruyordu. Ancak akþam iyice
inmiþti ve kuþkusuz yeni yeni bastýran karanlýkta okumak güçtü. Aslýnda Cottard bir
dakika önce oturmuþ ve yarý karanlýkta düþünmüþ olmalýydý. Rieux ona nasýl
olduðunu sordu. Cottard yerine otururken iyi olduðunu ve kimsenin kendisiyle
ilgilenmediðinden emin olursa daha da iyi olacaðýný homurdanarak söyledi. Rieux her
zaman yalnýz olunamayacaðýna dikkati çekti.
56
Hayýr, öyle deðil. Ben iþi gücü size sýkýntý yaratmak olan insanlardan söz ediyorum.
Rieux susuyordu.
Benim durumum öyle deðil, dikkat edin. Ama þu romaný okuyordum. Ýþte, ansýzýn
bir sabah tutuklanan talihsiz bir adam. Onunla uðraþýyorlardý ve o hiçbir þey
bilmiyordu. Bürolarda ondan söz ediliyordu, fiþlere adý yazýlýyordu. Bu adil mi sizce?
Baþkalarýnýn bir insana bunu yapmaya hakký var mý?
Duruma baðlý, dedi Rieux. Bir açýdan buna kimsenin hakký yok gerçekten. Ama tüm
bunlar çok önemli deðil. Çok fazla kapalý kalmamak gerek. Dýþarý çýkmalýsýnýz.
Cottard sinirlenir gibi oldu, bundan baþka bir þey yapmadýðýný ve gerekirse tüm
mahallenin buna tanýklýk edeceðini söyledi. Hatta mahalle dýþýndan bile tanýdýklarý
eksik olmuyordu.
dostlarýmdandýr.
ona baktý:
- Söyleyin bana doktor, eðer hastalanýrsam beni hastanedeki servisinize alýr mýydýnýz?
Niye almayayým?
57Bunun üzerine Cottard, bir klinikte ya da bir hastanede bulunan bir insanýn
tutuklandýðý hiç oldu mu, diye sordu. Rieux böyle þeylere rastlandýðýný, ama her þeyin
hastanýn durumuna baðlý olduðunu söyledi.
Haklýsýnýz. Sonra da on kadar ölümüz olunca, dünyanýn sonu gelecek. Bize gereken
bu deðil.
Motor homurtuyla çalýþmaya baþlamýþtý. Rieux'nün eli vites kolundaydý. Ancak, ciddi
ve sakin tavrýyla gözünü ondan bir türlü ayýrmayan çocuða yeniden bakýyordu. Ve
birden, çocuk durup dururken tüm diþlerini göstere göstere ona gülümsedi.
Cottard birden araba kapýsýný kavradý ve kaçmadan önce aðlamaklý ve öfke dolu bir
sesle baðýrdý:
Deprem olmadý ve Rýeux için ertesi gün kentin dört köþesine koþuþturmalarla, hasta
aileleriyle görüþmelerle ve hastalarla konuþmalarla geçti. Rieux mesleðinin bu kadar
aðýr olacaðýný hiç düþünmemiþti. O zamana kadar hastalarý
58
onun iþini kolaylaþtýrýyordu, kendilerini ona teslim ediyorlardý. Ýlk kez doktor onlarýn
çekingen, kuþkulu bir þaþkýnlýkla hastalýklarýnýn içine sýðýnmýþ olduklarýný
hissediyordu. Henüz alýþmadýðý bir mücadeleydi. Akþam saat ona doðru, son olarak
ziyaret ettiði yaþlý hastanýn evinin önüne arabasýný park eden Rieux koltuðundan
kýmýldayamayacak
durumdaydý.
Yaþlý astým hastasý yataðýnda doðrulmuþtu. Daha iyi soluk alýyor gibiydi ve
tencerelerin birinden ötekine aktardýðý bezelyeleri sayýyordu. Doktoru neþeyle
aydýnlanan bir yüzle karþýladý.
Ne olursa olsun, dedi iyice heyecanlanan yaþlý adam, akýllýlar uðraþýp duruyor
deðil mi?
Öte yandan, akþam resmi açýklamalar iyimserdi. Ertesi gün, Ransdoc Ajansý, valiliðin
aldýðý önlemlerin serinkanlýlýkla karþýlandýðýný ve þimdiden otuz kadar hastanýn
Seksen.
Gerçekten de üç gün içinde iki koðuþ da doldu. Ric-hard bir okulu boþaltýp yedek bir
hastane öngörüleceðini düþünüyordu. Rieux aþýlarý bekliyor ve hýyarcýklarý yarýyordu.
Castel eski kitaplarýna dönüyor ve kütüphanede uzun süre kalýyordu.
Fareler vebadan ya da ona çok benzeyen bir þeyden dolayý ölüyorlar, diye bir sonuca
varýyordu. Zamanýnda durdurulmazsa geometrik bir oranla enfeksiyonu yayacak on
binlerce biti yollara dökmüþlerdi.
Rieux susuyordu.
O dönem zaman donmuþ gibiydi. Güneþ, son saðanaklarla birikmiþ sularý emiyordu,
içinden sarý bir ýþýk taþan güzel mavi bulutlar, yükselmekte olan sýcaðýn içindeki uçak
homurtularý, bu mevsimde her þey dinginliðe bir çaðrýydý. Oysa dört gün içinde ateþ
dört kez þaþýrtýcý biçimde yükseldi: on altý ölü, yirmi dört, yirmi sekiz ve otuz iki.
Dördüncü gün bir anaokulda yedek hastanenin açýlacaðý bildirildi. O zamana kadar
endiþesini þakalarla örtmeyi sürdürmüþ olan yurttaþlarýmýz sokaklarda daha bitkin ve
daha sessiz görünüyordu.
- Önlemler yetersiz.
Ya serumlar?
deyiþiyle, üzerine aldý. Hastalarýn zorunlu bildirimi ve tecridi sýký tutuldu. Hastalarýn
evleri kapatýlacak ve dezenfekte edilecek, yakýnlarý bir önlem karantinasýna alýnacak,
gömme iþlemleri ileride belirlenecek koþullar altýnda belediye tarafýndan yapýlacaktý.
Bir gün sonra, serumlar uçakla geliyordu. Tedavi durumundaki hastalara yetebilirdi.
Salgýnýn yayýlmasý duru-mundaysa yetersizdi. Rieux'nün telgrafýna yanýt olarak önlem
için ayrýlan serum stokunun tükendiði ve yemlerinin üretilmesine baþlandýðý
belirtiliyordu.
Bu süre içinde, kenti çevreleyen tüm banliyölerde çarþýya pazara ilkbahar geliyordu.
Binlerce gül kaldýrýmlar boyunca, satýcýlarýn sepetlerinde soluyordu, iç bayýcý
kokularý tüm kente dalga dalga yayýlýyordu. Tramvaylar iþe gidiþ ve çýkýþ saatlerinde
yine kalabalýk, gün içinde de boþ
ve pisti. Tarrou yaþlý adamcaðýzý gözlemliyordu, yaþlý adamcaðýz da kedilerin üzerine
tükürüyordu. Grand her akþam gizemli çalýþmasý için evine dönüyordu. Cottard gidip
geliyor ve sorgu yargýcý Mösyö Othon hâlâ cins hayvanlarla yaþamýný sürdürüyordu.
Yaþlý astým hastasý bezelyeleri kâseden kâseye aktarýyordu ve bazen sakin ve ilgili
havasýyla, gazeteci Rambert'e rastlanýyordu. Akþam, ayný kalabalýk sokaklarý
dolduruyordu ve sinemalarýn önünde kuyruklar uzuyordu. Zaten salgýn biraz geriler gibi
oldu ve birkaç gün boyunca, yalnýzca on kadar ölü kaydedildi. Sonra, birdenbire, sayý ok
gibi yükseldi. Ölü sayýsý yeni-
61
60den otuza ulaþtýðý gün, Bernard Rieux, valinin uzattýðý re: mi yazýya bakýyordu:
"Korktular," diyordu vali. Telgraft þöyle deniyordu: 'Veba durumunu ilan edin. Kenti
kapa týn!'
62O andan baþlayarak vebanýn, hepimizin uðraþý olduðu öylenebilir. O âna kadar bu
özel olaylarýn yurttaþlarýmýz- yol açtýðý þaþkýnlýk ve endiþeye karþýn, her birimiz
elden diðince her zamanki gibi kendi iþlerimizle ilgilenmiþtik. kuþkusuz bu böyle
sürecekti. Ancak kentin kapatýlmada herkes, hatta anlatýcý da, ayný kefeye
konduklarýný ve nün üstesinden gelmeleri gerektiðini anladýlar. Ýþte böy-e, örneðin,
insanýn sevdiðinden ayrýlmasý gibi bireysel duygu birdenbire, ilk haftalardan
baþlayarak, tüm bir Ikýn duygusuna dönüþtü ve korkunun da etkisiyle, bu [un sürgün
döneminin baþlýca acýsý oldu. [ Aslýnda kentin kapýlarýnýn kapatýlmasýnýn en dikkat
ken sonuçlarýndan biri de ayrýlýða hazýrlýksýz yakalanan þilerin içinde bulunduklarý
durumdu. Birkaç gün önce, cici bir ayrýlýða göre kendilerini hazýrlayan, birkaç hafta nra
birbirleriyle görüþeceklerinden emin, garýmýzýn pe-plarýnda iki üç tavsiyede bulunarak
kucaklaþan ve bu ayýkla günlük uðraþlarýndan birazcýk olsun baþýný kaldýr-s anne ve
çocuklar, eþler, sevgililer kendilerini, birden-|e çaresiz bir biçimde birbirinden uzak
düþmüþ, herhan-bir buluþma ya da haberleþme olanaðýndan yoksun býra-mýþ bir halde
buldular. Çünkü valilik kararýnýn yayýn-jmasýndan birkaç saat önce kent kapatýldý ve
doðallýkla û durumlarý göz önüne almak olanaksýzdý. Hastalýðýn beklenmeyen
istilasýnýn ilk etkisi, yurttaþlarýmýzý, sanki eysel duygularý yokmuþçasýna davranmaya
itmesiydi lilebilir. Kararýn yürürlüðe konduðu günün ilk saatle-de valilik, telefonla ya da
gelip memurlara birþeyler so-ý bir yýðýn insanýn hücumuna uðradý; hepsi ilginç ve ay-
zamanda incelenmesi olanaksýz durumlarý anlatýyorlar-
Mektup yazmaktan duyulan hafif sevinç bile elimizden alýnmýþtý. Gerçekten de, bir
yandan geleneksel haberleþme olanaklarý kenti ülkenin geri kalan bölümüne artýk
baðlamaz olmuþtu, bir yandan da yeni bir karar, mektuplarýn enfeksiyon taþýmasýný
engellemek için, her tür yazýþmayý yasakladý. Baþlangýçta, kent kapýlarýnda bazý
ayrýcalýklý kiþiler, dýþarýya mesajlarýn iletilmesine göz yuman karakol nöbetçýlerýyle
görüþebildiler. Salgýnýn baþýnda, nöbetçilerin merhamet duygusuyla bazý þeylere göz
yummayý doðal bulduklarý dönemdi bu. Ancak bir süre sonra ayný nöbetçiler durumun
ciddiyetini iyice anladýklarýnda ucunun nereye varacaðý belli olmayan sorumluluklar
almaktan kaçýndýlar. Baþlangýçta izin verilen þehirlerarasý telefon görüþmeleri telefon
kulübelerinde ve hatlarda öyle büyük týkanmalara yol açtý ki birkaç gün konuþmalara ara
verildi; sonra ölüm, doðum, evlilik gibi acil diye adlandýrýlan durumlar dýþýnda ciddi
sýnýrlamalar getirildi. Bunun üzerine telgraflar bizim tek kaynaðýmýz olarak kaldý.
Akýl, yürek ve tenle birbirine baðlanan varlýklar, on sözcüklük bir telgrafýn büyük
harflerinde o eski birlikteliðin iþaretlerini arayacak hale geldiler. Ve bir telgrafta
kullanýlabilecek kalýplar çabuk tüketildiðinden uzun, ortak yaþamlar ya da acýlý tutkular
çok geçmeden, 'Ýyiyim. Seni düþünüyorum. Sevgiler' türünden belli aralýklarla
yinelenen hazýr kalýplarla özetlenir oldu.
66
kanla canla çýkmýþ olan sözcükler bir süre sonra anlamlarýný yitiriyordu. Biz de onlarý
düþünmeden, ölü tümceler aracýlýðýyla güç yaþantýmýzýn iþaretlerini göndermeye
çalýþarak, yeniden yazýyorduk. Ve son olarak, telgrafýn geleneksel çaðrýsý, bu kýsýr ve
inatçý monologa, duvarla konuþmayý andýran bu kuru söyleþime yeð tutulur gibi
geliyordu
bize.
girmekte özgür olsalar bile, kentten çýkmakta özgür olamayacaklarýný kesin olarak
belirtti. Bu konuda bile, sayýca az da olsa, bazý aileler durumu hafife aldýlar ve
akrabalarýný yeniden görme isteðini her tür sakinimin üstünde tutarak, onlarý fýrsatý
deðerlendirmeye çaðýrdýlar. Ancak çok geçmeden, vebanýn hapsettiði insanlar
akrabalarýna dayattýklarý tehlikeyi anladýlar ve bu ayrýlýða katlanmaya razý oldular.
Hastalýðýn en ciddi döneminde, insanlýk duygularýnýn iþ-kenceli bir ölümden daha
güçlü olduðu tek bir duruma tanýk olundu. Samlabileceði gibi, acýnýn ötesinde, aþkýn
birleþtirdiði iki sevgilinin durumu deðildi bu. Söz konusu, uzun yýllardýr evli olan yaþlý
doktor Castel'le eþinin durumuydu yalnýzca. Salgýndan birkaç gün önce Madam Castel
komþu bir kente gitmiþti. Eþi az görülür bir mutluluðun örneðini sunan þu karý-koca
iliþkilerinden biri deðildi bu; hatta anlatýcý, o âna kadar eþlerin birlikteliklerinden
duyduklarý doyum konusunda emin olmadýklarýný, her olasýlýðý göz önüne alarak ileri
sürecek durumdadýr. Ancak bu ani ve uzatýlmýþ ayrýlýðýn onlarý birbirlerinden uzak
yaþayamayacaklarýna inanmalarýný ve ansýzýn gün ýþýðýna çýkan bu gerçek
karþýsýnda, vebanýn pek de önemi olmadýðýný anlamalarým saðladý.
67Bir istisnaydý söz konusu olan. Çoðunlukla, ayrýlýk salgýnýn son bulmasýyla
bitecekti, orasý kesindi. Ve biz hepimiz için, yaþamýmýzý oluþturan ve çok iyi
bildiðimizi sandýðýmýz duygu (önceden de söylendi, Oran'lýlarýn basit tutkularý vardýr)
yeni bir çehreye bürünüyordu. Eþlerine büyük güven duyan kocalar ve sevgililer birden
kýskançla-þýyordu. Aþk konusunda kendilerini hercai sanan erkekler sadakate
dönüyorlardý. Neredeyse yüzüne bakmadan annelerinin yanýnda yaþamýþ olan erkek
evlatlarý, þimdi anýlarda peþini býrakmayan bu yüzdeki bir kýrýþýk, tasa ve üzüntüye
boðuyordu. Bu ani ayrýlýk, kusursuz, geleceði öngörülemeyen bu ayrýlýk bizi, þimdi
günlerimizi dolduran, hâlâ bu denli yakýn ve bu denli uzak, bu varlýðýn anýsýna karþý
tepki gösteremeyecek, sarsýlmýþ bir halde býrakýyordu. Gerçekte, iki kez acý
çekiyorduk- öncelikle kendi acýmýzý, sonra da burada olmayanlarýn, oðul, eþ ya da
sevgilinin çektiðini düþündüðümüz acýyý.
Zaten baþka koþullarda, yurttaþlarýmýza daha dýþarýya dönük ve daha etkin bir
yaþamda çýkýþ yolu bulmuþ olurdu. Ancak ayný zamanda, veba onlarý
tembelleþtiriyordu; cansýz kentlerinde dönüp duruyorlar ve kendilerini her geçen gün
anýlarýn düþ kýrýklýðýna uðratan oyunlarýna kaptýrýyorlardý. Çünkü, amaçsýz
gezintilerinde hep ayný yollardan geçmek zorunda kalýyorlardý ve çoðunlukla, böylesine
küçük bir kentte, bu yollar þimdi onlarýn yanýnda olmayan kiþiyle bir zamanlar
yürüdükleri yollardý.
Böylece, kentin yurttaþlarýmýza getirdiði ilk þey sürgün oldu. Ve anlatýcý, buraya, o
zaman kendi hissettiklerini herkesin adýna yazabileceðine inanýyor, çünkü bunlarý
yurttaþlarýmýzýn birçoðuyla ayný anda hissetti. Evet, sürekli olarak içimizde
taþýdýðýmýz o boþluk, o belirgin heyecan, mantýksýzca geriye dönme ya da zamanýn
akýþýný hýzlandýrma isteði, belleðin o yanan oklarý; iþte buydu sürgün duygusu. Bazen
kendimizi hayal gücümüzün kollarýna býrakmamýz, dýþarýdan gelen birisinin kapýmýzý
çalmasýný ya da merdivende tanýdýk bir ayak sesini beklemiþ ve böyle an-
68
Böylece, tüm tutsaklarýn ve tüm sürgünlerin hiçbir iþine yaramayacak bir bellekle
yaþamasý demek olan o derin acýyý duyuyorlardý. Durmadan düþündükleri o geçmiþin
de üzüntülü bir özlemden baþka tadý yoktu. Aslýnda, bir zamanlar bekledikleri kadýn ya
da erkekle yapabilecekleri þeyleri zamanýnda yapmamýþ olmaktan duyduklarý
piþmanlýðý da buna eklemek isterlerdi ve benzer biçimde, göreceli olarak kýsa bile
olsa, bu hapis yaþantýsýnýn her durumuna uzaktaki kiþiyi katýyorlar ve bir zamanlar
yaþadýklarý onlarý tatmin etmiyordu. Yaþadýklarý þimdiki zamana karþý sabýrsýz,
geçmiþlerine düþman ve geleceði elinden alýnmýþ olarak insan kaynaklý adaletin ya da
nefretin parmaklýklar arkasýnda yaþamaya mahkûm ettiði kiþilere ben-ziyorduk biz de.
Son olarak, bu dayanýlmaz tatilden kaçabilmenin tek yolu düþ gücüyle trenleri yeniden
harekete geçirmek ve saatleri yine de kararlý bir biçimde sessiz kalan çanlarýn sesiyle
doldurmaktý.
Ancak bu bir sürgün de olsa, çoðunlukla kendine sürgündü. Ve her ne kadar anlatýcý
baþkalarýnýn sürgününe tanýk olduysa da, bir türlü ulaþamadýklarý varlýktan ve kendi
memleketlerinden uzak düþtükleri için, veba haberiyle neye uðradýðýný þaþýrmýþ ve
kentte alýkonulmuþ Rambert ya da baþkalarý gibi ayrýlýðýn acýsýný fazlasýyla
yaþayanlarý da unutmamalýdýr. Genel sürgünde onlar e.n fazla sürgün olanlardý, çünkü
bizde olduðu gibi zaman onlarda da kendine özgü kaygýyý uyandýrsa da, onlar uzamdan
kopmu-yorlar ve kendi veba sinmiþ sýðmaklarýný, yitirdikleri vatandan ayýran duvarlara
sürekli çarpýp duruyorlardý. Günün her saati, yalnýzca kendi yaþadýklarý akþamlarý ve
kendi ülkelerinin sabahlarýný sessizce anarak tozlu kenti bir
70
aþaðý bir yukarý dolaþanlar da kuþkusuz onlardý. Ýþte o zaman, bir kýrlangýcýn uçuþu,
günbatýmýnýn bir pembe rengi ya da güneþin bazen ýssýz sokaklara býraktýðý þu tuhaf
ýþýklar gibi açýk olmayan iþaretler ve þaþkýnlýða iten bildirilerin yol açtýðý
rahatsýzlýklarýný geliþtiriyorlardý. Fazlasýyla gerçeðe yakýn düþlerim okþamakta ve bir
ýþýðýn, iki üç tepenin, gözde bir aðacýn ve kadýn yüzlerinin, onlar için yeri tutulmaz bir
ortam yarattýðý bir toprak parçasýnýn imgelerini tüm güçleriyle izlemekte inat ederek,
insaný her zaman, her þeyden kurtarabilecek dýþ dünyaya gözlerini kapýyorlardý.
71du. Ýþte bu da hastalýðýn dikkati baþka yöne çekme ve iþleri karýþtýrma yollarýndan
biriydi.
Böylece herkes günü gününe ve gökyüzüne karþý yapayalnýz yaþamayý kabul etmek
zorunda kaldý. Bu genel terk edilmiþlik duygusu uzun vadede kiþilikleri saðlamlaþ-
72
radan iliþki ve olan bitenden, bir anlamda gündelik olaylardan söz etmeye razý
oluyorlardý. O zaman da, en gerçek acýlar söyleþinin sýradan kalýplarý içinde aktarýlýr
oldu. Ýþte ancak bu yoldan, vebanýn hapsettiði insanlar kapýcýlarýnýn anlayýþýyla ya
da kendilerini dinleyenin ilgisiyle karþýlaþabiliyordu.
acý verse de, þu boþ yüreði taþýmak ne denli güç olsa da, vebanýn ilk döneminde bu
sürgün edilmiþ insanlarýn ayrýcalýklý olduðu söylenebilir. Gerçekten de, halkýn
þaþkýnlýða uðradýðý sýrada, düþünceleri yalnýzca bekledikleri kiþilere çevrilmiþti.
Genel yýkýlmýþlýk duygusu içinde aþkýn bencilliði onlarý koruyordu ve vebayý ancak
ayrýlýklarýnýn sonsuza kadar uzamasý tehlikesi çerçevesinde düþünüyorlardý. Böylece
salgýna soðukkanlýlýk sanýlabilecek esenlikli bir duygu kattýlar. Umutsuzluklarý onlarý
paniðe kapýlmaktan kurtarýyordu, mutsuzluklarýnýn iyi bir yaný vardý. Örneðin, bir
insan hastalýða yenilse de, hemen hemen her zaman, dikkat edecek zaman bile
bulamadan oluyordu bu. içinden bir gölgeyle yaptýðý uzun söyleþimden uzaklaþýp
doðrudan topraðýn en yoðun sessizliðine atýlýverýyordu. Hiçbir þey yapmaya zamaný
olmuyordu.
O zaman bile halktan hemen tepki gelmedi. Aslýnda üçüncü haftada vebanýn üç yüz iki
ölü sayýsýna ulaþmasý
74
akýl alacak bir þey deðildi. Bir yandan, belki de bunlarýn hepsi vebadan ölmemiþti. Öte
yandan normal zamanda haftada kaç kiþinin öldüðünden kentte kimsenin haberi yoktu.
Kentin nüfusu iki yüz bindi. Bu ölüm oranýnýn normal olup olmadýðý bilinmiyordu.
Açýk bir önemi olsa da, hiçbir zaman ilgilenilmeyen þu bilgilerdendir. Bir anlamda,
halkýn karþýlaþtýrma olanaðý yoktu. Ancak uzun vadede, ölüm sayýsýnýn artýþým
görerek kamuoyu gerçeðin bilincine vardý. Gerçekten de beþinci hafta üç yüz yirmi ölü,
altýncýsýysa, üç yüz kýrk beþ ölü verdi. Artýþlar en azýndan anlamlýydý. Yine de
yurttaþlarýmýzýn, tam da endiþelerinin ortasýnda, kesinlikle can sýkýcý, ancak her
þeyden öte geçici bir kazanýn söz konusu olduðu izlenimine kapýlmalarý için
Böylece Oran tikel bir görünüm aldý. Yayalarýn sayýsý daha da arttý; hatta, kentin ölü
saatlerinde, maðazalarýn ya da bazý bürolarýn kapanmasýyla iþi gücü kalmayan birçok
insan sokaklarý ve kafeleri dolduruyordu. Þimdilik iþsiz deðil, izindeydiler. Böylece,
örneðin öðleden sonra saat üçe
75doðru, parlak bir göðün altýnda Oran, bir toplu gösterinin gerçekleþmesi için trafiðin
kesildiði ve maðazalarýn kapandýðý, halkýn da eðlencelere katýlmak üzere sokaklarý
doldurduðu, yanýlsamalý bir biçimde, bayram havasýnda bir kent izlenimi sunuyordu.
Doðal olarak, bu genel izin durumundan yararlanýyor ve büyük kârlar elde ediyorlardý.
Ancak il içinde filmlerin sinemalara aktarýlmasý kesintiye uðruyordu. Ýki haftanýn
sonunda kuruluþlar filmleri deðiþtokuþ etmeye baþladýlar ve sonunda hep ayný filmi
gösterir oldular. Yine de gelirleri azalmýyordu.
Son olarak, þarap ve alkol ticaretinin birinci sýrayý aldýðý bir kentte, depolanmýþ
önemli miktarda stoklar sayesinde kafeler müþterilerinin isteklerini karþýlayabiliyordu.
Gerçeði söylemek gerekirse çok içiliyordu. Bir kafenin 'Temiz þarap mikrobu öldürür'
diye duyuru asmasýyla, halk arasýnda yaygýn olan alkolün bulaþýcý hastalýklardan
koruduðu düþüncesi iyice güçlendi. Her gece, saat ikiye doðru kafelerden çýkan oldukça
önemli sayýda sarhoþ, sokaklarý dolduruyor ve iyimser konularda söyleþerek sokak
aralarýna yayýlýyorlardý.
Kentin kapatýlmasýndan iki gün sonra, hastaneden çýkarken Doktor Rieux, yüzünde
hoþnutluk ifadesiyle kendisine bakan Cottard'la karþýlaþtý. Rieux onu bu halinden ötürü
kutladý.
Evet, çok iyiyim, dedi adamcaðýz. Söyleyin doktor, þu Allanýn belasý veba,
ciddileþiyor, deðil mi? Doktor onayladý. Öteki, bir tür keyifle þöyle bir saptama yaptý:
- Þimdi durmasý için bir neden yok. Her þey altüst olacak.
Bir süre birlikte yürüdüler. Cottard, mahallesinde zengin bir bakkalýn yüksek fiyata
satmak üzere gýda mad-
76
sabah kent merkezinde, veba belirtileri gösteren ve hastalýðýn etkisiyle sayýklayan bir
adam kendini evden dýþarý atmýþ, karþýsýna çýkan ilk kadýnýn üzerine atýlmýþ ve ona
vebalý olduðunu söyleyerek sarýlmýþtý.
Tamam! Hepimiz delireceðiz, orasý kesin, anlattýðýna uymayan sevecen bir ses
tonuyla Cottard böyle diyor-
du.
þarýyordu.
kýzla evlenmiþti. Hatta evlenmek için okumayý býrakmýþ ve bir iþe girmiþti. Ne
Jeanne, ne de kendisi mahallelerinden dýþarý adým atýyorlardý. Kýzý görmeye evlerine
gidiyordu, Jeanne'in anne ve babasý bu sessiz ve beceriksiz damat adayýyla biraz alay
ediyorlardý. Baba demiryolu görevlisiydi. Evde dinlenme zamanlarýnda, pencerenin
yanýnda, düþünceli, kocaman elleri bacaklarýnýn üzerinde yayýlmýþ, sokaktaki devinimi
izleyerek hep bir köþede otururdu. Karýsý hep ev iþi yapardý, Jeanne ona yardým ederdi.
O kadar narindi ki, bir sokakta karþýdan karþýya geçtiðini görünce
77Grand endiþeye kapýlmadan edemezdi. O zaman taþýtlar ona dev gibi gelirdi. Bir
gün, Noel için süslenmiþ bir dükkânýn önünde, büyülenmiþçesine vitrine bakan Jeanne
"Ne güzel!" diyerek ona doðru yaslanmýþtý. Ýþte evlilikleri böyle kararlaþtýrýlmýþtý.
Grand'a göre hikâyenin devamý çok basitti. Herkes için böyledir bu: Evlenilir, biraz daha
sevilir, çalýþýlýr. Sevmeyi unutana kadar çalýþýlýr. Büro þefinin verdiði sözler yerine
getirilmediðinden, Jeanne da çalýþýyordu. Burada, Grand'ýn ne dediðini anlamak için
biraz düþ gücü gerekiyordu. Yorgunluðun da etkisiyle buna göz yummuþ, giderek daha
suskunlaþmýþ ve genç karýsýný sevildiðine inandýrmaz olmuþtu. Çalýþan bir adam,
yoksulluk, aðýr aðýr týkanan gelecek, masa baþýnda akþamlarýn sessizliði, böyle bir
evrende tutkunun yeri yoktur. Büyük bir olasýlýkla Jeanne acý çekmiþti. Yine de
durmuþtu: bazen insanýn bilmeden acý çektiði olur. Yýllar geçmiþti. Daha sonra
gitmiþti. Tabii yalnýz gitmemiþti. 'Seni sevdim, ama artýk yoruldum... Gitmekten mutlu
deðilim, ama yeniden baþlamak için mutlu olmak gerek.' Ýþte, kabaca, yazdýklarý
bunlardý.
Yalnýzca hep onu düþünüyordu. Yapmak istediði, ona kendini savunmak üzere bir
mektup yazmaktý. "Ama güç bu," diyordu. "Uzun süredir bunu düþünüyorum.
Birbirimizi sevdiðimiz süre içinde sözcükler olmaksýzýn birbirimizi anladýk. Ancak her
zaman insanlar birbirini sevemiyor. Belli bir anda, onun gitmesine engel olabilecek
sözcükleri bulmalýydým, ama yapamadým." Grand kareli bir mutfak bezine burnunu
siliyordu. Sonra býyýklarýný sili-yordu. Rieux ona bakýyordu.
- Özür dilerim doktor, dedi, ama nasýl demeli?.. Size güveniyorum. Sizinle
konuþabiliyorum. Bu da bana bir heyecan veriyor.
78
karþýlaþtý,
Rieux onu tanýr gibiydi, ama duraksýyordu. Bu olaylardan önce sizden Araplarýn
yaþam koþullarýyla ilgili bilgiler almaya geldim, dedi öteki. Adým Ray-
mond Rambert.
konusu var.
- Bunun için özür dilerim, diye ekledi, ancak kentte kimseyi tanýmýyorum ve ne yazýk
ki gazetemin muhabiri
budalanýn teki.
Rieux ona kent merkezindeki bir dispansere kadar yürümelerini önerdi,- çünkü verilecek
bazý buyruklar vardý. Zenci mahallesinin ara sokaklarýndan indiler. Akþam oluyordu,
ancak eskiden bu saatte öylesine gürültülü olan kent, tuhaf bir biçimde tenha gibiydi.
Hâlâ altýn rengini koruyan gökte yükselen birkaç borazan sesi askerlerin görevlerini
yaptýklarý havasý verdiklerini kanýtlýyordu yalnýzca. Bu sýrada dik yollar boyunca,
Maðripli evlerin mavi, kýzýl ve mor duvarlarý arasýnda Rambert ateþli ateþli
konuþuyordu. Gerçeði söylemek gerekirse, o karýsý deðildi, ama ayný þey demekti. Kent
kapatýlýr kapatýlmaz ona telgraf çekmiþti. Ýlkin, gelip geçici bir olayýn söz konusu
olduðunu düþünmüþtü ve yalnýzca onunla yazýþmaya çalýþmýþtý. Oran'daki
meslektaþlarý bu konuda ellerinden bir þey gelemeyeceðini ona söylemiþlerdi; postane
onu geri çevirmiþ, valiliðin bir sekreteri de onunla dalga geçmiþti. Sonunda bir kuyrukta
iki saat bekledikten sonra 'Her þey yolunda.
Ancak sabah uyandýðýnda her þey bir yana bu durumun ne kadar sürebileceðini
bilmediði birden aklýna gelmiþti. Tavsiye edilerek oraya gelmiþ olduðundan (onun
mesleðinde bazý kolaylýklar vardý), valilik özel kalem müdürüne ulaþabilmiþ ve ona
Oran'la iliþkisi bulunmadýðýný, burada bir iþi olmadýðýný, bir rastlantýyla burada
bulunduðunu ve buradan çýktýktan sonra karantinaya alýnma olasýlýðý olsa bile,
ayrýlmasýna izin verilmesinin doðru olacaðýný söylemiþti. Müdür bunu çok iyi
anladýðýný, ancak bir istisnanýn olamayacaðýný, sonuçta durumun ciddi olduðunu ve
hiçbir kararýn alýnamayacaðýný ona söylemiþti.
Kuþkusuz, ama her þey bir yana, salgýnýn uzun sürmeyeceðini umut edelim.
Son olarak, Oran'da ilginç bir röportaj konusu bulabileceðini ve her olayda iyi bir yan
bulunabileceðini belirterek Rambert'i avutmaya çalýþmýþtý. Rambert omuz silki-yordu.
Kent merkezine geliyorlardý:
- Aptalca bu, doktor, biliyorsunuz. Ben dünyaya röportaj yapmak için gelmedim. Ama
belki bir kadýnla yaþamak için geldim. Bunda ne terslik var?
- Konu þu ki, dedi çekinmeden Rambert, onunla tanýþalý çok olmadý ve birbirimizle iyi
anlaþýyoruz.
80
Rieux kafasýyla onayladý, bacaklarýna atýlan bir erkek çocuðunu düþmemesi için tuttu
ve yavaþça ayaða dikilmesine yardým etti. Yeniden yola koyuldular ve Place d'Armes'a
geldiler, incir aðaçlarýyla palmiyelerin hareketsiz ve tozdan grileþmiþ dallan tozlu ve pis
bir Cumhuriyet Anýtýnýn etrafýnda sarkýp duruyordu. Rieux beyazýmsý bir sýva
bulaþmýþ ayaðýný birkaç kez yere vurdu. Rambert'e baktý. Biraz geriye kaymýþ fötr
þapkasý, uzamýþ týraþý, kravatýn altýnda düðmeleri açýk gömleðiyle gazetecinin dik
kafalý ve somurtkan bir havasý vardý.
Emin olun sizi anlýyorum, dedi sonunda Rieux, ama yürüttüðünüz mantýk doðru
deðil. Size bu raporu veremem, çünkü gerçekten sizde bu hastalýðýn olup olmadýðým
bilmiyorum; þimdi bile, büromdan çýktýðýnýz saniyeyle valiliðe vardýðýnýz saniye
arasýnda mikrop kapmayacaðýnýzý kanýtlayamam. Hem sonra...
- Niçin?
Bu yeterli bir neden deðil. Bu aptalca bir hikâye. Biliyorum, ancak hepimizi
ilgilendiriyor. Onu olduðu gibi
olacaksýnýz.
Bu bir insanlýk sorunu, size yemin ederim. Bunun gibi, birbiriyle iyi anlaþan iki
insanýn ayrýlýðýnýn ne anlama geldiðinin farkýnda deðilsiniz belki de.
81/6
gerekeni yapmaktý.
Doktor gözlerini Cumhuriyet Anýtýna çevirdi ve konuþtuðu dilin mantýk dili olup
olmadýðýný bilmediðini, ancak kesinliðin dili olduðunu ve bunun kesinlikle farklý bir
þey olduðunu söyledi. Gazeteci kravatýný düzeltiyordu:
O zaman, baþka yoldan baþýmýn çaresine bakayým anlamýna mý geliyor bu? Ancak
bu kenti terk edeceðim, diye bir tür meydan okumayla sözü sürdürdü.
Evet, sizi ilgilendiriyor, dedi Rambert birden canlanarak. Size geldim, çünkü alýnan
kararlarda sizin büyük bir payýnýz olduðunu bana söylediler. O zaman ben de düþündüm
ki, en azýndan bir kiþinin durumunda, oluþmasý için katkýda bulunduðunuz bir kararý
siz bozabilirsiniz diye düþündüm. Ama sizin için fark etmiyor bu. Siz kimseyi
düþünmediniz. Birbirinden ayrý düþmüþ insanlarý aklýnýza
getirmediniz.
Doktor bir anlamda bunun doðru olduðunu kabullendi, bunu aklýna getirmek
istememiþti.
- Evet, görüyorum dedi Rambert, halka hizmetten söz edeceksiniz. Ancak herkesin ortak
iyiliði tek tek her kiþinin mutluluðuyla olur.
-Haydi, dedi doktor bir dalgýnlýktan sýyrýlýr gibi, veba da var, baþka þeyler de var.
Yargýlamamak gerek. Ancak kýzmakta haksýzsýnýz . Bu iþten sýyrýlabilirseniz eðer,
bundan sonsuz mutlu olurum Yalnýz, görevimin engellediði bazý þeyler var.
Rieux giriþimlerinden kendisini haberdar etmesini ve hiç kinlenmemesini ondan rica etti.
Karþýlaþacaklarý bir nokta kuþkusuz vardý. Rambert birden aklý karýþmýþ gibi
durdu.
Bir süre sonra, Rieux baþýný salladý. Gazeteci mutluluk için sabýrsýzlanmakta
haklýydý. Ama kendisim suçladýðýnda haklý mýydý? 'Siz soyutluklar dünyasýnda
yaþýyorsunuz.' Vebanýn iyice hýz kazandýðý, ortalama kurban sayýsýný beþ yüze
çýkardýðý, kendi hastanesinde geçirdiði þu günler gerçekten soyutluk muydu? Evet,
talihsizliðin soyut ve gerçek dýþý bir yaný vardý. Ancak soyut olan sizi öldürmeye
baþlarsa, o zaman soyutluklarla ilgilenmek gerekir. Ve Rie-ux bunun en kolay þey
olmadýðýný biliyordu yalnýzca. Örneðin, sorumluluðunu yüklendiði þu ek hastaneyi
(artýk üç tane vardý) yönetmek kolay deðildi. Hastanenin konsültasyon salonuna açýlan
bir odasýný hasta kabul odasý olarak düzenletmiþti. Kazýlmýþ yerde, ortasýnda tuðladan
bir adacýk bulunan, mikrop öldürücü su gölü oluþmuþtu. Hasta adanýn üzerine
taþýnýyor, çabucak soyuluyor ve giysileri ilaçlý suya atýlýyordu. Yýkanýp kurulanmýþ,
sýrtýnda kaba kumaþtan hastane gömleðiyle Rieux'ye geliyordu, sonra onu odalardan
birine taþýyorlardý. Bir okulun üstü kapalý teneffüs yerlerini kullanmak zorunda
kalmýþlardý; þimdi toplam olarak, yarýsý dolu, beþ yüz yatak kapsýyordu. Kendi
yönetiminde gerçekleþen sabah muayenesinin ardýndan hastalar aþýlanýp, hýyarcýklar
yarýldýktan sonra Rieux istatistikleri inceliyor ve öðleden sonraki konsültasyonlarýnýn
83baþýna dönüyordu. Son olarak, akþam hastalarýný geziyor ve gece geç saatte evine
dönüyordu. Bir gece önce annesi, genç Madam Rieux'den gelen telgrafý ona uzatýrken
doktorun ellerinin titrediðini fark etmiþti.
rum.
84
Bu yorucu haftalarýn sonunda, kentin bir aþaðý bir yukarý dolaþmak için sokaklara
döküldüðü tüm o erken saatlerde Rieux acýma duygusuna karþý kendini artýk
korumasýna gerek kalmadýðýný anlýyordu. Acýma yararsýz olduðu zaman ondan
býkýlýr. -Ve aðýr aðýr kendi içine kapanan bu yüreðin duyumsayýþý doktor için þu ezici
günlerin tek avuntusuydu. Böylece iþinin kolaylaþacaðýný biliyordu. Bu nedenle bundan
keyif duyuyordu. Annesi, onu sabahýn ikisinde karþýladýðýnda, kendisine oðlunun
yönelttiði boþ bakýþla üzüntüye boðulduðunda, aslýnda Rieux'yü rahatlatabilecek tek
þeyin bu olmasýna da yeriniyordu. Soyutla mücadele edebilmek için biraz ona benzemek
gerekir. Ama Rambert bunu nasýl hissedecekti? Rambert için soyut, kendi mutluluðuna
karþý olan her þeydi. Ve gerçekte, Rieux bir bakýmdan gazetecinin haklý olduðunu
biliyordu. Ancak bazen soyutluðun mutluluða baskýn çýkabileceðini ve o zaman
yalnýzca onu göz önünde bulundurmak gerektiðini de biliyordu. Rambert'in baþýna
gelecek olan da buydu ve doktor bunu, Rambert'in sonradan kendisine içini açmasýyla
ayrýntýlý olarak öðrenebildi. Böylece ve yeni bir
85plana göre, bireyin mutluluðu ve vebanýn soyutluðu arasýnda geçen bu uzun dönem
boyunca kentimizin tüm yaþantýsýný dolduran þu tatsýz mücadeleyi sürdürebildi.
86
Ancak, bazýlarýna soyut gibi gelen þeyler, bazýlarýna göre gerçekti. Vebanýn ilk ayý,
salgýnýn önemli ölçüde hýzlanmasý ve hastalýðýnýn baþýnda yaþlý Michel'e yardým
etmiþ olan cýzvýt papazý Paneloux'nun ateþli vaazýyla gerçekten iç karartýcý bir hal
aldý. Rahip Paneloux daha önceden Oran Coðrafya Derneði'nin bültenine sýk sýk
katkýda bulunarak kendini göstermiþti, eski yazýtlarý günümüze kazandýrdýðý
çalýþmalarý onu burada söz sahibi yapmýþtý. Ancak, bir uzmanýn çevresinde
oluþabilecek bir kitleden çok daha geniþ bir topluluðun ilgisini modern bireycilik üzerine
yaptýðý bir dizi konferansla toplamýþtý. Modern çaða özgü inançsýzlýktan da, geçmiþ
yüzyýllarýn yobazlýðýndan da uzak, titiz bir Hýristiyanlýðýn ateþli savunucusu olarak
ortaya çýkmýþtý bu konferanslarda. Bu konuda dinleyici kitlesinin aklýný katý
gerçeklerle karýþtýrmamýþtý. Ünü de buradan geliyordu.
Oysa, bu ayýn sonuna doðru, kentimizin ruhani liderleri kendi bildikleri yöntemlerle, bir
haftalýk ortak dua ayinleri düzenleyerek, vebayla savaþmaya karar verdiler. Halkýn
inancýyla ilgili bu toplantýlar vebalý aziz olan Saint Roch'a yakardýklarý görkemli bir
ayinle sona erecekti. Bunu fýrsat bilerek rahip Paneloux'nun da söz almasýný
istemiþlerdi. On beþ gündür rahip, kendi tarikatýnda kazandýðý özel yeri saðlayan Saint
Augustin ve Afrika Kilisesiyle ilgili çalýþmalarýna ara vermek zorunda kalmýþtý.
Coþkulu ve tutkulu yapýsýyla ona verilen görevi kararlýlýkla kabul etmiþti. Bu vaaz
daha yapýlmadan uzun zaman öncesinden kentte konuþulmaya baþlamýþtý bile ve o
dönem tarihine, kendi özellikleriyle, önemli bir an olarak geçti.
87Dua haftasýný çok kalabalýk bir halk kitlesi izledi. Normal zamanlarda Oran'lýlarýn
özellikle pek inançlý olduðundan deðil. Örneðin pazar sabahlan deniz banyolarý ayinlerin
ciddi bir rakibidir. Birden hidayete erdiklerinden de deðil. Ancak, bir yandan kentin ve
limanýn kapatýlmasýyla deniz banyolarý olanaksýzlaþmýþtý; öte yandan da, baþlarýna
gelen inanýlmaz olaylarý henüz içlerinde hissetmeseler bile,
birþeylerin deðiþmiþ olduðunu kesinlikle bildiklerinden özel bir ruh hali içindeydiler.
Öte yandan birçoðu, salgýnýn duracaðýný ve aileleriyle bundan kurtulacaklarýný umut
ediyordu. Sonuçta, henüz hiçbir konuda bir zorunluluk duymuyorlardý. Onlarýn gözünde
veba, nasýl geldiyse bir .gün öyle gidecek istenmeyen bir konuk gibiydi. Korkmuþlardý,
ancak umutsuz deðillerdi; vebaya kadar sürdürdükleri varoluþu unutacaklarý, vebanýn
onlarýn yaþam biçimi olarak karþýlarýna çýkacaðý o an daha gelmemiþti. Sonuçta
beklemedeydiler. Baþka sorunlara karþý olduðu gibi, dine karþý da veba, kayýtsýzlýktan
olduðu kadar tutkudan da uzak, 'nesnellik' sözcüðüyle tanýmlayabileceðimiz bir tinsel
nitelik kazandýrmýþtý onlara. Dua haftasýný izleyenlerin çoðu, örneðin inanmýþlardan
birinin Doktor Rieux karþýsýnda, "Olsun, bir zarar gelmez nasýlsa," türünden ettiði
sözlere katýlabilirdi. Tarrou bile not defterine, Çinlilerin bu gibi durumlarda, veba
tanrýsý karþýsýnda tef çalacaklarýný yazdýktan sonra, gerçekte önlemlerin mi yoksa
tefin mi etkili olduðunu bilmenin kesinlikle olanaksýz olduðunu belirtiyordu. Soruyu
kestirip atmak için de, bir veba tanrýsýnýn bulunup bulunmadýðýný araþtýrmak
gerektiðini ve bu konudaki bilgisizliðimizin akla gelebilecek her tür düþünceyi kýsýrlaþ-
týrdýðýný eklemekle yetiniyordu.
Ne olursa olsun, kentimizin katedrali tüm hafta boyunca dindarlarla neredeyse doldu.
Ýlk günlerde, birçok kentli içeri girmek yerine ana kapýnýn önünde uzanan palmiye ve
nar aðaçlarýyla dolu bahçede kalýp sokaklara taþan yakarma ve dua selini dinliyordu.
Yavaþ yavaþ, birkaç kiþinin de örnek olmasýyla, ayný dinleyiciler içeri girmeye ve
88
Rahip orta boylu, ancak topluydu. Kürsünün kenarýna yaslanýp, iri elleriyle ahþabý
kavradýðýnda, çelik çerçeveli gözlüklerinin altýnda beliren iki kýrmýzýmsý lekeyi
andýran yanaklarýyla yoðun ve kara bir biçim gibi algýlandý. Güçlü, coþkulu, insaný
uzaklara taþýyan bir sesi vardý; dinleyenleri ateþli ve çekiç gibi bir tümceyle,
"Kardeþlerim, felaketin içindesiniz, kardeþlerim bunu hak ettiniz," diyerek sarstýðýnda
dinleyici topluluðundan kilise avlusuna kadar taþan bir dalgalanma oldu.
Mantýksal açýdan, bunu izleyen bölüm, bu etkileyici giriþ söylemine uymuyor gibiydi.
Yurttaþlarýmýz ancak söylevin devamýnda rahibin, söz ustalýðý sayesinde, tüm
vaazýnýn anafikrini yumruk gibi, bir kerede sunduðunu kavradý. Paneloux bu tümcenin
hemen ardýndan, Mýsýr'daki vebayla ilgili, Ýncil'in Göç bölümüne gönderme yaparak
þöyle dedi: "Tarihte bu felaketin ilk kez ortaya çýkýþý, Tanrý düþmanlarýnýn
cezalandýrýlmasý nedeniyledir. Firavun sonsuz tasarýlara karþý çýkýyordu ve veba ona
diz çöktürdü. Tüm tarihin baþýndan bu yana, Tanrýnýn bu felaketi kibirlileri ve körleri
dize getirmiþtir. Bunu iyice düþünün ve diz çökün."
89meden diz çöktü. O zaman Paneloux dikleþti, derin bir soluk aldý ve giderek
ciddileþen bir tonlamayla devam etti: "Eðer bugün, veba sizi ilgilendiriyorsa, bunun
nedeni düþünme zamanýnýn gelmiþ olmasýdýr. Dürüst insanlarýn bundan korkmasýna
gerek yok, ancak kötüler titremekte haklý. Evrenin uçsuz bucaksýz ambarýnda, karþý
çýkýlmasý olanaksýz bu felaket, samaný tohumdan ayýrýncaya kadar insanlýk
buðdayýný dövüp duracak. Saman tohumdan çok; kurtulanlardan çok aramýzdan
Salonda sabýrsýz bir at gibi birisi hýrýltýlý bir ses çýkardý. Kýsa bir aradan sonra rahip
daha alçak bir tonla sözünü sürdürdü: "'Altýnsý Efsane''de Lombardiya'da, Kral Hum-bert
zamanýnda, vebanýn Ýtalya'yý altüst etmesi anlatýlýr; veba öyle þiddetliymiþ ki, çok az
sayýda hayatta kalanlar ölüleri topraða vermekte yetersiz kalýyorlarmýþ ve bu veba
özellikle Roma ve Pavia'yý kýrýp geçiriyormuþ. Ve bir iyilik meleði ortaya çýkmýþ, av
mýzraðý taþýyan kötülük meleðine emirler veriyor, evlerin kapýsýný çalmasýný buyuru-
yormuþ; kapý kaç kez çalýnýrsa, o evden o kadar ölü çýkýyormuþ."
Sözün burasýnda Paneloux, sanki yaðmurun etkisiyle kýpýrdayan perdenin gerisinde bir
þey göstermek istiyor-muþçasýna, kýsa kollarýný kilise giriþine doðru uzattý:
"Kardeþlerim," dedi güçlü bir sesle, "bugün sokaklarýmýzda
90
meydana gelen ayný ölümcül av. Görün onu, þu veba meleðini, Lucifer gibi güzel ve
kötülüðün kendisi gibi parlak; çatýlarýnýzýn tepesinde dikilmiþ, sað eli baþýnýn
seviyesinde mýzraðý tutuyor, sol eli evlerinizden birini gösteriyor. Belki þu anda
parmaðý sizin kapýnýza yöneliyor, mýzrak ahþabýn üzerinde týnlýyor ve ayný anda veba
evinize giriyor, odanýza gidip oturuyor ve dönmenizi bekliyor. Orada, sabýrlý ve
dikkatli, sanki dünyanýn kendi düzeni gibi kendinden emin. Yeryüzünün hiçbir gücü,
hatta þunu iyi bilin, insanlýðýn iþe yaramaz bilimi bile onun size uzattýðý o elden
kurtulmanýzý saðlayamaz. Ve acýnýn kanlý meydanýnda dövüldükten sonra, samanla
birlikte siz de atýlýp gideceksiniz."
Burada rahip felaketin dokunaklý imgesini daha da geniþ ele aldý. Kentin üzerinde fýrýl
fýrýl dönmekte olan, kime rast gelirse çarpýp yeniden kanlar içinde yükselen, insanlýk
acýsýný ve kaný 'gerçeðin ekinini oluþturacak tohumlarý' olarak savuran büyük odun
parçasýný anlattý.
Uzun konuþma süresinin sonunda Rahip Paneloux durdu; alnýna düþmüþ saçlarý,
ellerinden kürsüye doðru akan bir titremeyle gerilmiþ bedeniyle, daha kýsýk ancak
suçlayýcý bir tonla sözü sürdürdü: "Evet, düþünme zamaný geldi. Günün
aðýrlýklarýndan kurtulmak için pazar günleri Tanrýyý ziyaret etmek yeterli sandýnýz.
Diz çöküp birkaç yakarma bu canice kayýtsýzlýðýn bedelini rahatça öder," diye
düþündünüz. Ancak Tanrý tutku sever. Bu uzak iliþkiler onun ateþli þefkatine yetmez.
Sizi daha uzun süre görmek ister, onun sizi sevme tarzý böyledir ve gerçeði söylemek
gerekirse, onun tek sevme biçimi budur. Ýþte bu yüzden, sizin ziyaretinizi beklemekten
sýkýlýp insanlarýn bir tarihi olduðundan beri, felaketin tüm günah kentlerini gezdiði gibi,
sizi de ziyaret etmesine göz yumdu. Þimdi günah nedir biliyorsunuz, týpký Kabil'le
oðullarýnýn, tufan öncesi insanlarýn, Sodom ve Gomor'lularm, Firavun ve Eyüp'ün ve
tüm lanetlenmiþlerin bildiði gibi. Ve tüm bu insanlarýn yaptýðý gibi, kentin sizi ve
felaketi duvarlarýyla
91çevirdiði günden beri insanlara ve nesnelere yeni bir bakýþ yöneltiyorsunuz. Sonunda
artýk biliyorsunuz ki, her þeyin özüne inmek gerekli."
O anda kilise rutubetli bir rüzgârla doldu ve mumlarýn alevi çýtýrdayarak yana doðru
yattý. Yoðun bir balmumu kokusu, öksürükler ve bir hapþýrýk, çok beðenilen bir
incelikle konusuna dönen Rahip Paneloux'nun bulunduðu yere doðru yükseldi. Sakin bir
sesle sözünü sürdürdü: "Aranýzdan birçoðunuz, nereye varmak istediðimi merak
ediyorsunuz, bunu biliyorum. Sizi gerçeðe yöneltmek ve tüm söylediklerime karþýn, size
neþelenmeyi öðretmek istiyorum. Artýk öðütlerin ya da kardeþçe uzatýlmýþ bir elin
yardýmýyla iyiliðe yönelme zamaný deðil. Bugün gerçek bir buyruk oldu. Ve kurtuluþun
yolunu size gösteren ve sizi ona iten kýrmýzý bir mýzraktýr. Kardeþlerim, her þeyin
içine iyiyi ve kötüyü, öfkeyi ve acýmayý, vebayý ve kurtuluþu katan Tanrýsal
baðýþlayýcýlýk iþte burada kendini gösteriyor. Sizi yaralayan, sizi yücelten ve size yol
gösteren iþte bu felaketin kendisidir. Çok uzun zaman önce, Habeþistanlý Hýristiyanlar
vebayý, sonsuzluða ulaþmak için Tanrýsal kaynaklý, etkili bir yol olarak görüyorlardý.
Buna yakalanmamýþ olanlar kesinlikle ölmek için vebalý örtülere sarýnýyorlardý.
Kuþkusuz kurtuluþa ulaþmak için böyle çýlgýnca bir yolu öneremeyiz. Kibire çok yakýn,
gereksiz bir sabýrsýzlýktýr bu. Tanrýdan daha aceleci olmamak gerekir ve onun kurduðu
deðiþmez düzeni hýzlandýrdýðýný ileri süren her þey sapkýnlýða yol açar. Ama en
azýndan, böyle bir örnekten alýnacak ders vardýr. Yalnýzca daha bilinçli ruhlarýn, her
acýnýn derininde yatmakta olan sonsuzluðun görkemli ýþýðýný görmesini saðlar. Bu
ýþýk kurtuluþa giden alacakaranlýk yollarý aydýnlatýr. Eksiksiz biçimde kötüyü iyiye
dönüþtüren Tanrýsal iradeyi açýklar. Bugün bile, bu ölüme, acýya ve uðultuya doðru
gidiþin içinden bizi esas sessiz-ýðe ve her yaþamýn ilkesine doðru yöneltiyor. Ýþte
kardeþlerim, buradan iþkence eden sözlerle deðil, huzur
veren
92
iþte bu."
niteliðini gösterdikten sonra, böylesine trajik bir konuyla ilgili olarak sanatlý sözlerin
gereksiz olacaðýndan konuþmasýný bitirdiðini söyledi. Her þeyin herkes için açýk seçik
olduðunu düþünüyordu. Yalnýzca, Marsilya ve-basýyla ilgili olarak vakanüvis Mathieu
Marais yardýmsýz ve umutsuz, cehennemin dibinde yaþamaktan yakýnmýþtý. Hay
Allah! Mathieu Marais körmüþ! Tersine, Rahip Pane-loux herkese açýk olan Tanrýnýn
yardýmýný ve Hýristiyanlýk umudunu hiç bugün olduðu gibi yoðun hissetmemiþti. Yine
de, þu günlerin korkunçluðuna ve can çekiþenlerin haykýrýþlarýna karþýn,
yurttaþlarýmýz Hýristiyanlýða yakýþan, sevgi dolu' bir biçimde Tanrýya sesleneceklerini
umut ediyordu. Gerisim Tanrý hallederdi.
93Bu vaazýn kentliler üzerinde bir etkisi oldu mu, bunu söylemek güç. Sorgu yargýcý
Mösyö Othon, Doktor Rieux'ye Rahip Paneloux'nun sunuþunu 'kesinlikle çürü-tülemez'
bulduðunu açýklamýþtý. Ancak herkesin böyle kesin bir düþüncesi yoktu. Rahip
yalnýzca bazý insanlarý, o zamana kadar belirsiz bir düþünceden ileri gitmeyen,
bilinmedik bir suçtan dolayý akla gelmeyecek bir hapis cezasýna çarptýrýldýklarý
konusunda daha duyarlý kýlmýþtý, o kadar. Ve kimileri sýradan yaþantýlarýný sürdürüp
dört duvar arasýnda yaþamaya alýþýrken kimileri de bu andan baþlayarak, tersine, bu
hapishaneden kaçmaktan baþka bir þey düþünmez oldu.
Ýnsanlar önce dýþ dünyadan kopuk yaþamayý kabul etmiþlerdi, týpký yalnýzca bazý
alýþkanlýklarýndan vazgeçmek zorunda kalacaklarý geçici herhangi bir sýkýntýyý
kabullenir gibi. Ancak, bir tür iþkencenin ansýzýn bilincine vararak, kýzýþmaya
baþlayan yaz göðünün altýnda, bu hapis duygusunun tüm yaþamlarýný tehdit ettiðini
hayal meyal hissediyorlardý ve akþam olduðunda, serinlikle gelen enerji onlarý bazen
umutsuz edimlere itiyordu.
Her þeyden önce, bir rastlantý sonucu olsun ya da olmasýn, o pazar gününden sonra,
kentlilerin içinde bulunduklarý durumun gerçekten bilincine vardýklarý konusunda
kuþku uyandýracak denli genel ve derin bir korku yayýldý. Bu açýdan bakýldýðýnda,
kentimizde yaþadýðýmýz hava biraz deðiþti. Ancak, gerçekte, bu deðiþiklik havada
mýydý yoksa yüreklerde miydi, iþte sorun buydu.
Vaazdan birkaç gün sonra, Grand'la bu olayý yorumlayan Rieux, kent dýþýndaki
mahallelere yönelirken, yürü-
94
meye çalýþmadan durup yerinde sallanan bir adam önlerine çýkýverdi. O sýrada, her
geçen gün daha geç saatte yakýlan kentimizin sokak lambalarý birden parýldadý.
Gezmenlerin arkasýnda kalan yüksek lamba, gözleri kapalý, sessizce gülmekte olan
adamý ansýzýn aydýnlattý. Sessiz bir kahkahayla gerilmiþ beyazýmsý suratýndan iri iri
damlalar halinde ter akýyordu. Geçip gittiler.
Onu oradan uzaklaþtýrmak için kolundan tutan Rýeux memurun sinirden titrediðini fark
etti.
setti.
Birþeyler içelim.
Ýyi ki, iyi ki, diyordu Grand. Rieux ona ne demek istediðini sordu.
95Karanlýðýn içinde Rieux onun kollarýný hareket ettirdiðini tahmin ediyordu. Bir þey
demeye hazýrlanýyordu ve iþte o þey birden söze döküldü:
- Doktor, benim istediðim, yazýnýn yayýncýnýn eline geçtiði gün, yazýyý okuduktan
sonra adamýn yerinden kalkýp birlikte çalýþtýðý arkadaþlarýna, "Baylar buna þapka
çýkarýlýr," demesi.
Evet, diyordu Grand, mükemmel olmasý gerek. Edebiyat yöntemleriyle pek içli dýþlý
- Þunu iyi anlayýn, doktor. Ama ile Ve arasýnda gerektiðinde kolayca bir seçim
yapabilirsiniz. VE ile SONRA arasýnda bir seçim yapmak daha zordur. Sonra ile
Ardýndan-a. gelince iþ daha güçleþir. Ancak kesin olarak, en güç olan, Ve'yi kullanmak
gerekip gerekmediðine karar vermektir.
96
bilmiyorum!
Rieux hafifçe omzuna vurdu; ona yardým etmek istediðini ve öyküsünün kendisini çok
ilgilendirdiðini söyledi. Grand biraz rahatlamýþ gibi oldu; evin önüne geldiklerinde bir an
duraksadýktan sonra doktoru yukarý davet etti. Rie-ux kabul etti.
Evet, iþte bu, dedi Grand gözleriyle sorular soran doktora. Ama bir þey içmek ister
miydiniz? Biraz þarabým
var.
Bakmayýn, dedi Grand. Bu benim ilk tümcem. Beni uðraþtýrýyor, çok uðraþtýrýyor.
O da tüm bu kâðýtlara bakýyordu ve eli karþý konulmaz bir biçimde aralarýndan birine
uzandý, çýplak ampule doðru saydamlaþmýþ kâðýdý kaldýrdý. Kâðýt elinde titriyordu.
Rieux memurun 'alnýnýn terden ýslanmýþ olduðunu fark
etti.
Gözleri hâlâ kâðýdýn üzerinde, biraz bekledi, sonra oturdu. Rieux o sýrada felaketin
fýsýltýsýna karþýlýk veriyormuþ gibi kulaða gelen kentteki karmaþýk uðultuyu da
dinliyordu. Tam o anda, ayaklarýnýn altýnda uzayýp giden þu kenti, oluþturduðu kapalý
evreni ve gecenin içinde boðduðu korkunç haykýrýþlarý keskin bir biçimde algýlýyordu.
Grand'ýn sesi usulca yükseldi: "Güzel bir mayýs sabahý, zarif bir amazon, al renkli
muhteþem bir kýsraðýn üzerinde Boulogne Ormanýnýn çiçek açmýþ yollarýndan
geçiyordu."
Veba
97/7Yeniden sessizlik oldu ve sessizlikle birlikte acý çeken kentin zor duyulan uðultusu.
Grand kâðýdý býrakmýþtý ve ona bakmayý sürdürüyordu. Bir sürenin sonunda, gözlerini
kaldýrdý:
- Ne düþünüyorsunuz?
Rieux böyle bir baþlangýcýn, öykünün devamýný öðrenmesi için merak uyandýrdýðýný
söyledi. Ancak öteki, heyecanla bu bakýþ açýsýnýn doðru olmadýðýný söyledi. Elinin
içiyle kâðýtlarýna vurdu.
Ama bunun için daha yapacak iþi vardý. Bu tümceyi o haliyle bir yayýnevine vermeye
asla razý olmayacaktý. Çünkü, bu tümce bazen onu memnun etse de, onun henüz tam
olarak gerçekle örtüþmediðini ve belli bir ölçüde, uzaktan uzaða onu kalýplaþmýþ
tümcelere benzeten, kolaycý bir niteliði olduðunu fark ediyordu. Pencerenin aþaðýsýnda
insanlarýn koþuþtuðunu duyduklarýnda, Grand en azýndan bu anlamda birþeyler
söylüyordu. Rieux ayaða kalktý.
Ancak aceleci ayak sesleri yeniden duyulmaya baþlýyordu. Rieux aþaðý inmeye
baþlamýþtý bile ve sokaða vardýðýnda önünden iki adam geçti. Görünüþe bakýlýrsa,
kent kapýlarýna doðru gidiyorlardý. Gerçekten de, yurttaþlarýmýzdan bazýlarý sýcaðýn
ve vebanýn etkisiyle akýllarýný yitirerek iþi þiddete vardýrmýþ ve kentin dýþýna
kaçmak için bentlerdeki nöbetçileri kandýrmaya kalkýþmýþtý.
98
Rambert gibi, bazýlarý da, gün ýþýðýna çýkmakta olan bu panik havasýndan kurtulmak
istiyorlardý; ancak onlar, baþarýlý bir sona ulaþmasalar bile, daha büyük bir inat ve
beceriyle bu iþe giriþiyorlardý. Rambert önce yasal giriþimleri sürdürmüþtü. Dediðine
göre, inadýn sonunda her þeyin üstesinden geleceðine hep inanmýþtý ve bir bakýma iþini
bilir olmak onun mesleðiydi. Böylece çok sayýda memur ve genelde gücü tartýþýlmayan
birçok insaný ziyaret etmiþti. Ancak bu konuda güçleri onlarýn iþine yaramýyordu.
Bunlar çoðunlukla, banka, ya da dýþsatým, ya da narenciye ya da þarap ticareti ile ilgili
her konuda kesin düþünceleri ve üst düzey bilgileri olan; kapý gibi diplomalarýný ve iyi
niyetlerini de unutmadan, hukuk ya da sigorta iþlerinde tartýþýlmaz bilgisi olan
insanlardý. Hatta, hepsinde en çarpýcý olan þey, iyi niyettk Ancak veba konusunda,
bilgileri neredeyse bir hiçti.
Böylece gazeteci kapý kapý dolaþmaktan bitip tükenmiþti ve vergiden muhaf hazine
bonosu almaya ya da sömürge ordusuna katýlmaya çaðýran ilanlarýn önünde, deri taklidi
bir sýranýn üzerinde otura otura, telli dosyalar ve dosya raflarý kadar kendini açýða
vuran suratlarýn bulunduðu bürolara gire çýka, bir belediyenin ya da bir valiliðin tam
olarak ne olduðu konusunda kesin bir fikir edinmiþti. Ýþin olumlu yaný, Rambert'in de
Rieux'ye biraz acýyla belirttiði gibi, tüm bunlar onun gerçek durumu görmesini
engelliyordu. Gerçek yaþamda vebanýn kaydettiði ilerleme ondan uzaktý. Üstelik
günlerin daha çabuk geçtiðini de göz ardý etmemek gerekirdi ve tüm kentin içinde
bulunduðu durumda, geçen her günün, ölmemesi koþuluyla her insaný baþarmak üzere
giriþtiði iþlerin sonuna yaklaþtýrdýðý da söylenebilirdi. Rieux bu noktanýn doðruluðunu
kabul etmek zorunda kaldý, ancak bununla birlikte biraz fazla genel bir durumun söz
konusu olduðunu da ekledi.
Bir ara Rambert bir umuda kapýldý. Valilikten ona eksiksiz yanýtlanmasý istenen boþ
bir bilgi dosyasý geldi. Belgede kimliði, aile durumu, eski ve þimdiki maddi kaynaklarý
ve özgeçmiþiyle ilgili bilgiler soruluyordu. Ram-
100
Bunun üzerine, vebaya yakalanýr ve ölürse bir yandan ailesine haber vermek için, öte
yandan da hastane masraflarýnýn belediye bütçesinden mi karþýlanacaðý, yoksa
akrabalarýn ödeme yapmasýný mý beklemek gerekeceði konusunda bir karara varmak
için olduðunu ona anlattýlar. Tabii ki bu onu bekleyen kadýndan tam anlamýyla ayrý
düþmediðini kanýtlýyordu, çünkü toplum vardý onlarla ilgilenecek. Ama bu da bir
avuntu deðildi. Daha da ilginç olan, Rambert de bunu sonunda fark etti; bir felaketin en
yoðun anýnda bir büronun görevini sürdürmesi ve normal zamanlarda baþlatýlmasý
uygun giriþimleri, çoðunlukla da yetkililerin haberi olmaksýzýn, salt görev gereði
gerçekleþti-rebýlmesiydi.
Bunu izleyen dönem Rambert için hem en kolay, hem de en güç dönem oldu. Bir
gevþeklik dönemiydi bu. Tüm bürolarý ziyaret etmiþ, tüm giriþimlerde bulunmuþtu, o
yöndeki tüm yollar þimdilik týkalýydý. O da o kafe senin bu kafe benim gezip
duruyordu. Sabah bir kafenin terasýnda, ýlýk bir bira bardaðýnýn karþýsýnda oturuyor,
hastalýðýn son bulacaðýna iliþkin bir belirti bulma umuduyla gazetesini okuyor,
sokaktan geçenlerin yüzlerine bakýyor, onlarýn hüzünlü ifadelerinden tiksinerek baþ
çeviriyordu; karþýsýndaki dükkân levhalarýný, artýk bulunmayan ünlü aperitif
reklamlarýný yüzüncü kez okuyor, kalkýyor ve kentin sarý sokaklarýnda amaçsýzca
dolaþýyordu. Tek baþýna yaptýðý gezintilerden kafelere, kafelerden lokantalara böylece
akþamý ediyordu. Rieux ona bir gece, içeri girip girmemekte du-raksadýðý bir
lokantanýn kapýsýnda rastlamýþtý. Sonra gaze-
101
Lteci karar verir gibi oldu ve salonun dibinde bir yere gidip oturdu. Yukarýdan gelen bir
emirle, kalelerin ýþýklarýnýn olabildiðince geç yakýldýðý þu saatlerdeydi.
Alacakaranlýk, gri bir su gibi salonu dolduruyor, göðün günbatýmýna özgü kýzýllýðý
camlarda yansýyor ve masalarýn mermerleri, çökmeye baþlayan karanlýðýn içinde cýlýz
bir parýltýyla ýþýldýyordu. Boþ salonun ortasýnda Rambert yitik bir gölgeyi
andýrýyordu ve Rieux bu ânýn onun artýk kendini býraktýðý saat olduðunu hissetti. Ama
bu ayný zamanda da bu kentin tüm tutuklularýnýn bu duyguya kapýldýklarý andý ve
kurtulmalarý için birþeyler yapmalarý gerekiyordu. Rieux dönüp gitmiþti.
Rambert garda da böyle uzun süre kalýyordu. Peronlara giriþ yasaklanmýþtý. Ancak
dýþarýdan gelenler için bekleme salonlarý açýktý; arada sýrada dilenciler, gölge ve serin
oluþundan ötürü buralarda kalýyorlardý. Rambert buraya gelip eski tarifeleri, tükürmeyi
yasaklayan afiþleri ve trenlere iliþkin güvenlik yönetmeliðini okuyordu. Sonra bir köþeye
oturuyordu. Salon karanlýktý. Eski bir döküm soba aylardan beri soðumuþtu. Duvarda
bazý afiþler Bandol'de ya da Cannes'da mutlu ve özgür bir yaþamý savunuyordu.
Rambert iþte o zaman, yoksunluðun temelinde yatan o korkunç özgürlük türünden
birþeylere yaklaþýyordu. O zaman onun için en katlanýlmaz görüntüler, Paris
görüntüleriydi, en azýndan Rieux'ye böyle diyordu. Eski taþlar ve sulardan oluþmuþ bir
manzara, Palais Royal'ýn güvercinleri, Gare du Nord, Pantheon'un ýssýz mahalleleri ve
bir zamanlar sevmiþ olduðunu bilmediði bir kentin baþka görüntüleri o zaman Rambert'in
yakasýna yapýþýyor ve elini kolunu baðlýyordu. Rieux bu görüntüleri onun aþkýnýn
imgelerine baðlýyordu yalnýzca. Ve Rambert sabahýn dördünde kalkmaktan ve
yaþadýðý kenti düþünmekten hoþlandýðýný söylediðinde, doktor kendi deneyimine
dayanarak onun aslýnda geride býraktýðý kadýný düþünmekten hoþlandýðýný hiç
güçlük çekmeden anlamýþtý. Gerçekten de, o kadýný avucunda hissettiði saatti bu.
Sabahýn dördünde genel-
102
likle hiçbir þey yapýlmaz ve uyunur; gece, bir ihanet gecesi olmuþ olsa bile. Evet, o
saatte uyunur ve bu huzur vericidir, çünkü endiþeli bir yüreðin en büyük arzusu, sevdiði
kiþiye sonsuza dek sahip olmak ya da ayrýlýk zamaný gelip çattýðýnda, bu varlýðýn
ancak buluþma günü gelince son bulacak düþsüz bir uykuya dalmasýný saðlayabilmektir.
103Vaazdan kýsa bir süre sonra sýcaklar baþladý. Haziran ayýnýn sonuna gelinmiþti.
Vaazýn verildiði pazar günü yaðan ve bu mevsim için gecikmiþ diyebileceðimiz
yaðmurlarýn hemen ertesinde yaz, gökyüzünde ve evlerin tepesinde bir anda
bastýrýverdi. Önce yakýcý, büyük bir rüzgâr patladý; ardýndan iki gün boyunca esti ve
duvarlarý kuruttu. Güneþ gökyüzünde mýhlandý. Ardý arkasý kesilmeyen dalgalar
halinde sýcak ve ýþýk gün boyu kenti kapladý durdu. Kemerli yollarýn ve apartmanlarýn
dýþýnda, kör edici yansýmanýn deðmediði yer kalmamýþtý sanki kentte. Kentin her
köþesinde güneþ yurttaþlarýn yakasýna yapýþýyordu ve durduklarý zaman da onlarý
çarpýyordu. Haftada yaklaþýk yedi yüze ulaþmýþ, ok gibi fýrlayan kurban sayýsý bu ilk
sýcaklarla çakýþýnca, kente bir tür yýkým havasý egemen oldu. Kenar mahallelerde,
düzayak sokaklarda ve teraslý evlerde canlýlýk azaldý ve insanlarýn hep kapý eþiðinde
yaþadýðý þu mahallede tüm kapýlar kapanmýþ, tüm kepenkler örtülmüþtü; vebadan mý,
yoksa güneþten mý korunmak istediklerini kendileri de bilemiyordu. Bununla birlikte,
bazý evlerden inlemeler yükseliyordu. Önceleri böyle bir þey olduðunda, sokakta durup
kulak kabartan meraklýlara rastlanýrdý sýklýkla. Ancak, bu uzun uyarý iþaretlerinden
sonra, herkesin yüreði sanki sertleþmiþ gibiydi ve sanki bu ilenmeler insanlarýn doðal
diliymiþ gibi, herkes bunlarý duya duya yürüyor ya da yaþayýp gidiyordu.
un
104
106
tini boþuna bekledi, pencereler anlaþýlmaz bir hüznün üzerine sýmsýký kapalý kaldý.
'Veba sýrasýnda kedilere tükürmek yasaktýr', not defterlerinde varýlan sonuç buydu.
Öte yandan, Tarrou akþamlarý odasýna dönerken holde bir aþaðý bir yukarý dolaþan
gece nöbetçisinin asýk suratýyla karþýlaþacaðýndan emindi. Bu adam her önüne gelene
bu olanlarý önceden bildiðini yineleyip duruyordu. Adamýn uðursuzluðu önceden haber
verdiðim kabullenmekle birlikte, bunun deprem olacaðýný söylediðim anýmsatan
Tarrou'ya yaþlý adam þöyle karþýlýk veriyordu: "Ah, keþke bir deprem olsaydý! Tam bir
sarsýntý... ve bu iþ biterdi. Ölüler, diriler sayýlýr ve oyun biterdi. Ama þu domuz
hastalýk! Hastalýða yakalanmamýþ olanlar bile onu içlerinde taþýyorlar."
Tarrou. Müdür afallýyordu: "Ama bayým, burada hiç gerçek soðuklar olmaz ki. Her
halükârda bu iþ aylarca sürecek gibi." Zaten yolcularýn daha uzun bir süre kente
uðramayacaklarý kesindi. Þu veba
turizmin yýkýmýydý.
Kýsa bir süre ortadan kaybolduktan sonra Mösyö Othon, þu baykuþ adam, lokantada
yemden ortaya çýktý, ancak bu kez peþinde yalnýzca iki sirk köpeði vardý. Bilgilere
göre, karýsý kendi annesine bakmýþ ve onu topraða vermiþti, þu sýrada da kendisi
karantina altýndaydý.
Ama Mösyö Othon öyle kolay kolay deðiþmiyordu. Veba bu kez sert kayaya çarpmýþtý.
Lokantaya ayný þekilde giriyor, çocuklarýndan önce sofraya oturuyor ve onlara hep
mesafeli ve düþmanca sözler ediyordu. Yalnýz küçük oðlanýn hali deðiþmiþti. Kýz
kardeþi gibi siyahlar giymiþ, biraz kendi içine çekilmiþ, babasýnýn gölgesini
andýrýyordu. Mösyö Othon'dan hoþlanmayan gece nöbetçisi Tarrou'ya þöyle demiþti:
Ah þu adam, tepeden týrnaða giyinik bir halde geberecek. Böylece cenaze töreni için
bakýma gerek kalmayacak. Dosdoðru tabuta girecek.
Tarrou son olarak Doktor Rieux'yle uzun bir konuþma yaptýðýný ve bunun olumlu
sonuçlarým anýmsadýðýný, konuyla ilgili olarak, anne Madam Rieux'nün açýk kestane
rengi gözleri olduðunu bildiriyor, içinde bunca iyiliðin okunduðu bir bakýþýn her zaman
vebadan daha güçlü olacaðýný beklenmedik bir biçimde belirtiyor ve sonunda Rie-ux'nün
tedavi ettiði yaþlý astým hastasýna oldukça uzun bölümler ayýrýyordu.
Doktorla görüþmesinin ertesinde, onunla birlikte yaþlý adamý görmeye gitmiþti. Yaþlý
adam Tarrou'yu sýrýtarak ve ellerini ovuþturarak karþýlamýþtý. Yastýðýna sýrtým daya-
108
mýþ, kucaðýnda iki bezelye tenceresiyle yataðýnda oturuyordu: "Ýþte bir tane daha!"
demiþti Tarrou'yu görünce. Dünya tersine döndü, hastadan çok doktor var. Hýzlý
yayýlýyor ondan, deðil mý? Rahip haklý, iyice hak etmiþiz." Ertesi gün, Tarrou haber
vermeden gelmiþti.
Tarrou'nün defterlerine bakarsak, iþi manifaturacýlýk olan yaþlý astým hastasý elli
yaþýndayken yeterince çalýþtýðýna karar vermiþti. Yataðýna yatmýþ ve bir daha da
ayaða kalkmamýþtý. Oysa ayakta durmak astýmýna zarar veren bir þey deðildi. Küçük
bir gelirle yetmiþ beþ yaþýna kadar neþe içinde yaþamýþtý. Saat görmeye
dayanamýyordu ve gerçekten evinde tek bir saat yoktu. "Bir saat pahalý ve ap-talcadýr,"
diyordu. Zamaný kendisi ölçüyordu; özellikle de, günün tek önemli zamaný olan öðle
yemeðine sýra geldiðini, uyandýðý zaman baþucunda bulunan biri bezelye dolu iki
tencere sayesinde anlýyordu. Ayný ciddi ve düzenli hareketlerle, bezelyeleri tek tek boþ
tencereye aktarýyordu. Böylece tencereyle ölçtüðü gün içinde belli anlarý saptýyordu.
"Her on beþ tencerede bir, birþeyler yemem gerek," diyordu, "iþte bu kadar basit."
Karýsýna bakýlýrsa, zaten daha çok gençken bu yöneliþini belli etmiþti.. Gerçekten de,
asla hiçbir þey onu ilgilen-dirmemiþti; ne iþi, ne dostlarý, ne kafeler, ne müzik, ne
kadýnlar, ne de gezintiler. Kentinden dýþarý hiç adým atmamýþtý, yalnýzca bir gün, bir
aile iþi için Cezayir'e gitmek zorunda kalmýþtý; bu macerayý daha ileri
götüremeyeceðini anlayýnca Oran'a en yakýn garda durmuþtu. Ýlk trenle evine
dönmüþtü.
Onun bu dört duvar arasýnda sürdürdüðü yaþama þaþýrmýþ gibi duran Tarrou'ya, dine
göre, bir insanýn yaþamýnýn ilk yarýsýnýn bir yükseliþ, ikinci yarýsýnýn da bir iniþ
olduðunu, iniþ dönemindeyse günlerin artýk insana ait olmadýðýný, herhangi bir anda
elinden alýnabileceðini, böylece günlerle pek bir iþi kalmadýðýný ve belki de en iyisinin
pek bir þeye giriþmemek olduðunu biraz olsun anlatmýþtý. Buradaki çeliþki zaten onu
ürkütmüyordu; çünkü, aþaðý yu-
"O bir ermiþ mi?" diye soruyordu Tarrou. Ve þöyle yanýtlýyordu: "Evet, ermiþlik bir
alýþkanlýklar bütünüdür."
Ama ayný zamanda, Tarrou vebalý kentte geçirilen bir günün iyice ayrýntýlý bir
betimlemesine de giriþiyor ve böylece o yaz boyunca kentlilerin nasýl zaman geçirdiði ve
nasýl yaþadýðý konusunda kesin bir fikir veriyordu: "Sarhoþlar dýþýnda kimse
gülmüyor, diyordu Tarrou, onlar da çok fazla gülüyor." Sonra betimlemesine baþlýyordu:
"Sabahýn erken saatinde, henüz ýssýzlýðýný koruyan kentte bir boydan diðerine hafif
soluk sesleri duyuluyor. Gecenin ölümleriyle gündüzün can çekiþmeleri arasýndaki o
saatte, sanki veba bir an çabasýný durduruyor, soluk alýyor gibi. Tüm dükkânlar kapalý.
Ama bazýlarýnýn üzerine asýlmýþ 'Veba nedeniyle kapalý' duyurusu onlarýn biraz sonra
öteki dükkânlarla birlikte açýlmayacaðýný gösteriyor. Hâlâ uyuklamakta olan gazete
satýcýlarý baðýrarak haberleri duyurmuyor, sokaklarýn bir köþesine sýrtlarýný dayamýþ
ellerindeki gazeteleri bir uyurgezer gibi sokak lambalarýna sunuyorlar. Biraz sonra, ilk
tramvaylarýn sesiyle uyanýp 'Veba' sözcüðünün göze çarptýðý kâðýtlarý saða sola uzatýp
duracaklar. "Vebanýn bir sonbaharý olacak mý?" Profesör B... þöyle yanýtlýyor: "Hayýr.
Yüz yirmi dört ölü, iþte vebanýn doksan dördüncü gün bilançosu."
Giderek ciddileþen ve bazý süreli yayýnlarý sayfa sayýsýný azaltmaya zorlayan kâðýt
sýkýntýsýna karþýn bir baþka gazete çýkarýlmýþtý: Salgýn Postasý. Gazete amacýný
þöyle belir-hyordu: 'Hastalýðýn kaydettiði ilerleme ya da gerilemeyi
110
"Tüm bu gazeteler sabahýn altýsýna doðru, daha dükkânlar açýlmadan saatler önce
önlerinde uzayan kuyruklarda, kenar mahallelerden týklým tepiþ gelen tramvaylarda
satýlmaya baþlýyor. Tramvaylar tek ulaþým aracý oldu; basamaklarý ve korkuluklarý
kýrýlacak denli yüklü olduðundan tramvaylar zar zor ilerliyor. Yine de tuhaf þey,
içerideki herkes bulaþma korkusuyla birbirlerine sýrtýný dönüyor. Duraklarda
birbirinden uzaklaþmak ve yalnýz kalmak için acele eden bir erkek ve kadýn yýðýnýný
boþaltýyor. Sýk sýk gidererek yaygýnlaþan ve salt keyifsizlikten kaynaklanan
kavgalar kopuyor.
"Ýlk tramvaylar geçtikten sonra kent yavaþ yavaþ uyanýyor, ilk birahaneler üzerinde
'Kahve kalmadý', 'Þekerinizi yanýnýzda getirin' vb. duyurular asýlý kapýlarýný açýyor.
Sonra dükkânlar açýlýyor, sokaklar canlanýyor. Ayný zamanda ýþýk yükseliyor ve sýcak
yavaþ yavaþ temmuz göðünü kurþuni bir renge buluyor. Ýþsiz güçsüzlerin kendilerini
bulvarlara attýklarý saat bu. Çoðu, kendi pahalý eþyalarýný sergileyerek vebayý
kovmayý iþ edinmiþ gibi. Her gün saat on bire doðru, anayollarda, genç erkek ve genç
kýzlardan oluþan bir kalabalýk geçit yapýyor, iþte o zaman büyük, felaketlerin ortasýnda
büyüyüp duran þu yaþama tutkusu his-sedilebiliyor. Eðer salgýn yaygýnlaþýrsa moral de
yaygýnlaþacak. Mezarlarýn yaný baþýnda Milano usulü çýlgýn eðlencelere bile
rastlayacaðýz neredeyse.
"Öðlen olunca, göz açýp kapayana kadar lokantalar doluveriyor. Yer bulamayanlar
hemen lokanta kapýlarýnda
"Saat ikiye doðru, kent aðýr aðýr boþalýyor, artýk sessizlik, toz, güneþ ve vebanýn
sokakta buluþtuklarý an bu. Gri renkli büyük binalar boyunca sýcak durmaksýzýn
akýyor. Cývýl cývýl gevezelik eden kalabalýk kentin üzerine inen alev gibi akþamlara
dönüþerek son bulan o uzun tutsaklýk saatleri bunlar. Sýcaðýn bastýrdýðý ilk günlerde,
nedendir bilinmez, akþamlar giderek ýssýzlaþmýþtý. Ama þimdi, daha ilk serinlikle,
umut olmasa bile bir ferahlýk geliyor. O zaman herkes sokaklara dökülüyor, çýlgýn gibi
gevezelik ediyor, kavgaya tutuþuyor ya da birbirlerini arzuluyor ve kýzýl temmuz
göðünün altýnda kent, çiftlerle ve uðultularla yüklü bir halde soluk soluða bir geceye
doðru kayýyor. Her akþam bulvarlarda, fötr þapkasý ve boyunba-ðýyla, dinsel bir
esinleniþe kendini kaptýrmýþ yaþlý bir adam: 'Tanrý büyüktür, ona yönelin', diye
yineleyip dursa da, tersine herkes tam olarak tanýmadýklarý ve kendileri için Tanrýdan
daha gerekli olduðuna inandýklarý birþeylere doðru yöneliyor. Baþlangýçta, bunun
ötekiler gibi bir hastalýk olduðuna inandýklarý zaman, din yerli yerinde duru-
112
yordu. Ancak bunun ciddi olduðunu gördüklerinde, tat aldýklarý þeyleri anýmsadýlar.
Gün boyu yüzlerinde beliren tüm o keder, iþte o zaman, ateþli ve tozlu günbatýmýnda,
bir tür ürkek bir coþkuya, tüm bir halký coþturan beceriksiz bir özgürlüðe dönüþüyor.
"Ben de onlar gibiyim. Ama iþte, ölümün benim gibiler için bir anlamý yoktur. Onlarý
haklý çýkaran bir olaydýr."
VebaDefterlerde sözü edilen görüþme için Rieux'den istekte bulunan Tarrou'ydu. Rieux
onu beklediði akþam, yemek odasýnýn bir köþesinde durmuþ, bir sandalye üzerine sakin
sakin oturan annesine bakýyordu. Ortalýkla ilgili iþleri bitirdikten sonra gününü orada
geçiriyordu. Ellerini dizlerinin üzerinde birleþtirip bekliyordu. Rieux onun beklediðinin
kendisi olup olmadýðýndan emin deðildi. Yine de, o geldiðinde, annesinin yüzünde
birþeyler deðiþiyordu. Çalýþmayla geçmiþ bir yaþamýn bu yüze kattýðý suskunluk
türünden ne varsa o zaman canlanýr gibi oluyordu. O gece de, artýk ýssýzlaþmýþ sokaða
pencereden bakýyordu. Gece yanan lambalarýn ýþýðý azalmýþtý. Ve yavaþ yavaþ,
ýþýðý iyice cýlýzlaþmýþ bir lamba kentteki gölgeleri yansýtýyordu.
Muhtemelen.
Annesinin bakýþýnýn kendi alnýna yöneldiðini gördü. Son günlerdeki endiþe ve aþýrý
yorgunluktan yüzünde derin izler meydana geldiðini biliyordu.
Her zamanki gibi! Yani Paris'ten gönderilen yeni serum ilk serumdan daha az etkili
gibiydi ve istatistikler yükseliyordu. Önlem için olan serumlarý da hastalýða yakalanmýþ
aileler dýþýndakilere vermek her zaman mümkün olmuyordu. Bu serumlarýn genel
kullanýmý için gereken miktar ancak sanayiden saðlanabilirdi. Hýyarcýklarýn çoðu-
114
Annesine baktý. Ayný kestane rengi bakýþ onu þefkat dolu yýllar öncesine götürdü.
- Geleceðini bilince seni beklemek zor gelmiyor. Burada olmadýðýn zaman da, ne
yaptýðýný düþünüyorum. Haber var mý?
Evet, son telgrafa bakarsak, her þey iyi. Ama onun bunu beni meraklandýrmamak
için söylediðini biliyorum.
Kapýnýn zili çaldý. Doktor annesine gülümsedi ve gidip kapýyý açtý. Sahanlýðýn yarý
aydýnlýðýnda Tarrou griler giymiþ kocaman bir ayýyý andýrýyordu. Rýeux konuðunu
çalýþma masasýnýn önüne oturttu. Kendisi de koltuðunun arkasýnda ayakta duruyordu.
Odada yanan tek ýþýk, çalýþma masasýnýn üzerindeki lamba, ikisinin ortasýnda
duruyordu.
- Sizinle sözü dolandýrmadan konuþabileceðimi biliyorum, dedi, Tarrou bir giriþ sözüne
gerek duymaksýzýn.
On beþ gün ya da bir aya kadar burada artýk hiçbir iþe yaramayacaksýnýz, olaylar sizi
aþýyor.
115- Valiliðin, saðlam insanlarýn genel mücadeleye katýlmasýný zorunlu kýlacak bir
gönüllü hizmet birimi tasarladýðýný biliyorum.
Ýyice bilginiz var. Ama büyük bir hoþnutsuzluk var ve vali tereddüt içinde.
- Bunu resmi yoldan yaptýlar, biraz da inanmadan. Onlarýn eksiði düþ gücü. Asla
felaketle boy ölçüþecek düzeyde deðiller. Ve düþünebildikleri ilaçlar ancak bir beyin
nezlesini tedavi edecek düzeyde. Eðer elimiz kolumuz baðlý, her þeyi onlarýn
yapmasýna izin verirsek, onlar ölüp gidecek, biz de onlarla.
- Olabilir, dedi Rieux. Yine de, kaba iþler diye adlan-dýrabileceðim iþler için tutuklularý
düþündüklerini söylemeliyim.
- Yani?
Tabii, bunu coþkuyla kabul edip etmeyeceðimden kuþku duyuyorsunuz, dedi Rieux.
Ýnsanlarýn yardýma gereksinimi vardýr, hele bizim mesleðimizde. Bu fikrin valilikçe
kabul edilmesiyle ilgili üstüme düþeni yapacaðým. Zaten baþka seçenekleri de yok.
Ancak...
Rieux düþündü.
116
Yine de, Paneloux gibi, siz de vebanýn yararlý olduðunu, insanlarýn gözünü açmaya
yaradýðýný, hatta zorladýðýný düþünüyorsunuz!
- Bu dünyadaki tüm hastalýklar gibi. Bu dünyadaki tüm hastalýklar için doðru olan, veba
için de doðru. Bazýlarýn olgunlaþmasýna yardýmcý olabilir. Bununla birlikte, getirdiði
sefalet ve acýyý düþünürsek, vebaya boyun eðmek için deli, kör ya da korkak olmak
gerekir.
Rieux biraz ses tonunu yükseltmiþti ki Tarrou sanki onu sakinleþtirmek istercesine eliyle
bir hareket yaptý, Gülümsüyordu. :
Evet, dedi Rieux omuz silkerek. Ama siz bana yanýt vermediniz. Ýyi düþündünüz
mü?
Hayýr, ama ne ne demek bu? Bir gecenin içindeyim ve aydýnlýðý görmek istiyorum.
117nim gibi düþünür. Sefaletin ne yetkin bir þey olduðunu kanýtlamaya giriþmeden
önce, onu iyileþtirmeye çalýþýr. Rieux ayaða kalktý, þimdi yüzü karanlýktaydý.
Tarrou yavaþça ýslýk gibi bir ses çýkardý, doktor ona baktý.
Evet, dedi, gurur gerekir diye düþünüyorsunuz. Ama bende de tam gereken gurur var,
fazlasý deðil, inanýn bana. Beni bekleyenin ne olduðunu, ne de tüm bundan sonra neler
olacaðýný biliyorum. Þimdilik hastalar var ve onlarý iyileþtirmek gerek. Sonra onlar
bunu düþünecekler, ben de. Ama en acil olan onlarýn iyileþtirilmesi. Onlarý elimden
geldiðince savunuyorum, iþte hepsi bu.
Kime karþý?
118
Rieux pencereye doðru döndü. Denizin uzak bir noktasýnda ufkun daha kara bir
yoðunluða büründüðünü seziyordu. Yalnýzca yorgunluðunu hissediyor ve ayný zamanda
da, bu tuhaf ama kardeþçe duygular uyandýran adama . biraz daha güvenmek için içinde
doðan ani ve mantýða sýðmayan bir isteðe karþý mücadele ediyordu.
Bununla ilgili hiçbir þey bilmiyorum Tarrou, yemin ederim hiçbir þey bilmiyorum.
Bu mesleðe girdiðimde, bir anlamda soyut olarak çalýþtým, çünkü ona gereksinimim
vardý, çünkü bu da gençlerin yapmak istediði, ötekiler gibi bir iþti. Belki de, benim gibi
bir iþçi çocuðuna göre özellikle güç bir iþti. Sonra ölümleri görmek gerekti. Ölmeyi
reddeden insanlar olduðunu bilir misiniz? Bir kadýnýn ölüm anýnda "Asla! " diye
haykýrdýðýný hiç duydunuz mu? Ben duydum. Ve o zaman buna alýþamayacaðýmý
anladým. Gençtim ve nefretim dünyanýn düzenine yönelmiþ gibiydi. O zamandan bu
yana, daha alçakgönüllü oldum. Yalnýzca, hâlâ ölmekte olanlarý görmeye alýþamadým.
Bundan baþka fazla bir þey bilmiyorum. Ama her þey bir
yana...
hissediyordu.'
Her þey bir yana... diye yineledi doktor ve yine du-raksadý, Tarrou'ya dikkatle
bakarak, bunu sizin gibi birisi anlayabilir ancak, deðil mi, dünyanýn düzeni ölümle
saðlandýðýna göre belki de Tanrý için en iyisi ona inanmamak ve suskun suskun durduðu
göðe gözlerimizi çevirmeksizin ölüme karþý tüm gücümüzle savaþmaktýr.
Evet, diye onayladý Tarrou, anlayabiliyorum. Ama zaferleriniz hep geçici olacak, iþte
hepsi bu.
Her zaman öyle olacak, bunu biliyorum. Mücadeleden vazgeçmek için bir neden deðil
bu.
- Hayýr bu bir neden deðil. Ama o zaman, þu vebanýn sizin için ne anlama geldiðini
merak ediyorum.
119Tarrou bir an gözlerini doktora dikti, sonra ayaða kalktý ve aðýr aðýr kapýya doðru
yürüdü. Rieux de onu izledi. Ayaklarýna bakmakta olan Tarrou'nun tam yanýna
varmýþtý ki:
Sefalet.
O gidince, Tarrou arkasýndan baktý. Sahanlýkta doktor boþu boþuna otomatikle uðraþtý.
Merdivenler gece ka-ranlýðýndaydý. Doktor bunun yeni bir tasarruf önlemi olup
olmadýðýný düþünüyordu. Ama belli deðildi. Bir süredir evlerde ve kentte her þey
bozuluyordu. Belki de bu yalnýzca, artýk kapýcýlarýn genelde pek birþeyle
ilgilenmemelerinin bir sonucuydu. Ama doktorun bu konuda daha fazla düþünecek
zamaný olmadý, çünkü geride Tarrou'nun sesi çýnlýyordu:
Bir þey daha söyleyeyim, doktor, size gülünç gelse de, tümüyle haklýsýnýz.
Yaþamla ilgili her þeyi bildiðinize inanýyor musunuz? diye sordu Rieux.
120
Evet.
Sokaða çýktýklarýnda, iyice geç olduðunu anladýlar, belki saat on birdi. Kent sessizliðe
gömülmüþtü, yalnýzca hýþýrtýlar kalabalýk ediyordu. Çok uzakta, bir ambulans sireni
çýnladý. Arabaya bindiler ve Rieux arabayý çalýþtýrdý
Yarýn önleyici aþýyla hastaneye gelmeniz gerek, dedi. Ama bu iþe girmeden ve son
olarak, þunu söyleyeyim, bu iþten sað salim çýkmanýz için üçte bir þansýnýz var.
- Bu deðerlendirmelerin bir anlamý yok doktor, benim gibi siz de bunu biliyorsunuz.
Yüz yýl önce bir Iran kentinde veba tüm kent halkýný öldürmüþ, kendi iþini yapmaktan
O üçüncü þansýný korumuþ, iþte hepsi bu, dedi Rieux birden daha boðuk bir sesle.
Ama þurasý bir gerçek, hepimizin bu konuda daha öðreneceðimiz çok þey var.
nedir?
Hangisi?
- Anlayýþ.
Tarrou eve doðru döndü ve ikisi yaþlý astým hastasýnýn evine girene kadar Rieux onun
yüzünü görmedi.
121Hemen ertesi gün Tarrou iþe giriþti ve ilk ekibi kurdu, bunu daha birçoklarý
izleyecekti.
Bu nedenle, Tarrou sayesinde gerçekleþtirilen bizim saðlýk kollan nesnel bir hoþnutluk
duygusuyla deðerlendirilmelidir. Bu nedenle, anlatýcý yalnýzca mantýk çerçevesinde
önemli gördüðü bir kahramanlýðý ve iyi niyeti güzel sözlerle yüceltmeyecek. Ama veba
yüzünden parça parça olmuþ ve kýlý kýrk yaran yüreklerin tarihini yazmayý
sürdürecektir.
122
Saðlýk kollarýna gönüllü katýlanlar bunu yaparken büyük övgülere deðer görülmüþ
deðillerdi, çünkü gerçekte yapacaklarý tek þeyin bu olduðunu biliyorlardý ve o zaman bu
iþe giriþmeye karar vermemek inanýlmaz olurdu. Bu kollar kentlilerin daha kalabalýk
sayýda veba olayýna katýlmasýný saðladý ve ortada hastalýk olduðuna göre onunla
savaþmak için ne gerekiyorsa yapýlmasý gerektiðine inanmalarýna yol açtý. Çünkü bu
yoldan veba bazý kiþilerin görevi haline geldi, gerçekte ne ise o oldu, yani herkesin
uðraþý ol-du.
Bu iyi. Ama bir öðretmen iki kere ikinin dört ettiðini öðretiyor diye tebrik edilmez. Belki
bu mesleði seçti diye tebrik edilir. Biz de Tarrou ve ötekilerinin, iki kere ikinin baþka bir
þey deðil de dört ettiðim gösterdikleri için saygýya deðer olduklarým belirtelim, ancak bu
iyi niyetin öðretmenin iyi niyeti, öðretmenin yüreði gibi bir yürek taþýyan ve insanlýk
onuru uðruna sanýlandan daha kalabalýk gruplar halinde bir araya gelebilecek kiþilerin
iyi niyeti arasýnda ortak bir þey olduðunu da belirtelim; en azýndan anlatýcýnýn inancý
böyle. Kaldý ki, anlatýcý kendisine karþý çýkýlacaðýnýn da farkýnda, çünkü bu insanlar
yaþamlarýný tehlikeye atýyorlardý.' Ancak tarihte öyle bir an olmuþtur ki, iki kere ikinin
dört ettiðini söylemeye cüret edenler ölümle cezalandýrýlmýþtýr. Öðretmen bunu iyi
bilir. Ve böyle bir mantýk yürütmenin ödülle mi yoksa cezayla mý sonuçlanacaðýný
bilmek deðildir sorun. Sorun iki kere ikinin dört edip etmediðini bilmektir. Ýþte
yurttaþlarýmýzdan yaþamlarýný tehlikeye atanlar, vebanýn içine girip girmemeye ve
onunla savaþmak gerekip gerekmediðine karar vermek zorundaydýlar.
O sýralar kentimizde türeyen birçok yeni ahlakçý hiçbir þeyin iþe yaramayacaðýný ve
diz çökmek gerektiðini söylüyorlardý. Ve Tarrou, ve Rýeux, ve onlarýn dostlarý bu
kiþilere þöyle ya da böyle karþýlýk verebilirlerdi, ama varýlan sonuç hep o bildikleri
þeydi: Þu ya da bu biçimde savaþmak ve diz çökmemek gerekiyordu. Tüm sorun ölü sa-
Ýþte bu nedenle yaþlý Castel'in tüm iyi niyetini ve tüm enerjisini elindeki malzemeyle
hemen oracýkta serum üretmeye harcamasý doðaldý. Rieux'yle ikisi kente bulaþmýþ
mikroptan üretilmiþ serumlarýn dýþarýdan gelen serumlara göre daha etkili olacaðýný
düþünüyorlardý, çünkü bu mikrop geleneksel anlamda tanýmlanan veba basiline oranla
biraz farklýlýk gösteriyordu. Castel oldukça çabuk bir biçimde ilk serumu elde etmeyi
umuyordu.
Bu açýdan anlatýcý, saðlýk kollarýna yaþam veren bu alçakgönüllü erdemin tek gerçek
temsilcisi olarak Rieux ve Tarrou'dan da çok, Grand'a saygý duyuyor. Hiç duraksamadan,
tümüyle kendi içinden gelen bir iyi niyetle evet demiþti. Yalnýz, ufak tefek iþlerde bir iþe
yaramak istediðini belirtmiþti. Geri kalan iþler için çok yaþlýydý. Saat on sekizden
yirmiye kadar zaman ayýrabilirdi. Ve Rieux içtenlikle ona teþekkür ederken, o
þaþýrýyordu: "Bu deðil en güç olan. Veba var, kendimizi korumalýyýz, orasý kesin. Ah,
keþke her þey böyle basit olsaydý!" Ve tümcesinin baþýna
124
sýyrýlýyorlardý.
"Amazon nasýl?" diye soruyordu Tarrou sýk sýk. Ve Grand deðiþmez biçimde, "Týrýs
týrýs gidiyor," diye zoraki bir gülümsemeyle yanýtlýyordu. Bir akþam Grand, amazonu
için 'zarif sýfatýndan kesin olarak vazgeçtiðini ve bundan böyle onu 'incecik' diye
nitelediðini söyledi. "Bu daha somut", diye de eklemiþti. Bir baþka sefer de, iki
dinleyicisine þu biçimi almýþ olan ilk tümcesini okumuþtu: 'Güzel bir mayýs sabahý,
incecik bir amazon, muhteþem bir al kýsraðýn üzerinde Boulogne Ormanýnýn çiçek
açmýþ yollarýndan geçiyordu.'
Deðil mi? dedi Grand, daha iyi seçiliyor, ve 'bir mayýs sabahý'ný yeðledim çünkü
'mayýs ayý' biraz ritmi
uzatýyordu.
Sonra 'muhtçþem' sýfatýna aklýný taktý. Ona göre bu, istediðini tam olarak
anlatmýyordu ve düþlediði ihtiþamlý kýsraðý bir kerede fotoðraf gibi sunmuyordu.
'Besili' uymuyordu, somuttu, ama biraz küçültücü bir anlamý vardý.'Iþýl ýþýl' onu bir an
için çekmiþti, ama ritmi yoktu. Bir akþam, zafer edasýyla istediðini bulduðunu bildirdi:
'Siyah bir al kýsrak.' Siyah, yine ona göre, inceden inceye zarafeti gösteriyordu.
Yaa, niçin?
Hangi rengi?
Teþekkür ederim, iyi ki siz varsýnýz. Ama nasýl güç olduðunu görüyorsunuz iþte.
125 'Görkemli' için ne düþünürsünüz? dedi Tarrou. Grand ona baktý. Düþünüyordu:
Bundan bir süre sonra, 'çiçek açmýþ' sözcüðünün kendisini sýktýðýný açýkladý. Oran ve
Montelimar dýþýnda baþka bir yer tanýmadýðýndan, bazen arkadaþlarýna Boulogne
Ormanýnda yollarýn nasýl çiçeklendiðini soruyordu. Gerçeði söylemek gerekirse, yollar
Rieux'ye ya da Tarrou'ya hiçbir zaman Grand'ýn düþündüðü gibi gelmemiþti, ama
memurun bu inancý onlarýn baþýný döndürüyordu. O ise, dostlarýnýn bir fikri
olmayýþýna þaþýrýp kalýyordu. 'Yalnýzca sanatçýlar bakmayý bilir.' Ama doktor onu bir
kez büyük bir heyecan içinde buldu. 'Çiçek açmýþ' yerine 'çiçeklerle dolu' yazmýþtý.
Ellerini ovuþturuyordu. 'Sonunda görülür hale geldiler, sonunda hissediliyorlar.
Þapkalarý çýkarýn baylar!' Tümceyi zafer edasýyla okudu: 'Güzel bir mayýs sabahý,
incecik bir amazon, görkemli bir al kýsraðýn üzerinde, Boulogne Ormanýnýn çiçeklerle
dolu yollarýndan geçiyordu.' Ama yüksek sesle okununca tümcenin sonuna doðru üç
tamlayanýn art arda gelmesi kulaðý týrmaladý ve Grand biraz kekeledi. Caný sýkkýn,
oturdu. Sonra doktordan gitmek için izin istedi. Biraz düþünmeye ihtiyacý vardý.
126
düþünmüþtü. Ama o zaman tümce 'çiçekler' sözcüðüne baðlanýyor gibi duruyordu, oysa
aslýnda 'çiçekler' 'yollar'a baðlanýyordu. Þöyle yazma olanaðý da vardý: 'Ormanýn
çiçeklerle dolu yollarý.' Ama bir adla bir sýfatýn yanýnda 'orman' içine sinmiyordu bir
türlü. Bazý akþamlar, gerçekten de Rieux'den daha yorgun görünüyordu.
Evet, onu tepeden týrnaða saran bu çalýþmayla yoruluyordu, yine de saðlýk kollarýnýn
gereksindiði istatistik ve hesap iþlerini aksatmýyordu. Sabýrla, her akþam, fiþleri temize
çekiyor, üzerlerine eðriler çiziyor ve olabildiðince açýk bir biçimde durumlarý
göstermeye çalýþýyordu. Oldukça sýk, hastanelerden birine, Rieux'yle buluþmaya
gidiyordu ve ondan herhangi bir büroda ya da hemþire odasýnda bir masa istiyordu.
Týpký belediyedeki masasýna yerleþtiði gibi, kâðýtlarýyla oraya yerleþiyordu; mikrop
öldürücü ilaçlar ve hastalýðýn kendisiyle aðýrlaþmýþ havada mürekkebi kurusun diye
'kâðýtlarýný sallayýp duruyordu. Ýþte o anda, dürüst bir biçimde, amazonunu aklýna
getirmemeye ve yalnýzca yaptýðý iþe kendini vermeye çalýþýyordu.
Bazen, geceyansý, o sýralar da boþalmýþ olan kentin sessizliðinde, kýsacýk bir uyku
için yataðýna yatmadan önce, doktor radyosunun düðmesini çeviriyordu. Ve dünyanýn
uzak noktalarýndan, binlerce kilometre ötelerden, sahibi bilinmeyen ve kardeþlik dolu
sesler beceriksizce dayanýþma duygularýný dile getirmeye çalýþýyorlardý, aslýnda bunu
söylüyorlardý, ama ayný zamanda da, baþýna gelmesi olanaksýz bir acýyý gerçekten
paylaþma durumunda her insanýn içinde bulunduðu o korkunç çaresizliði de
kanýtlýyorlardý: "Oran! Oran!" Boþuna bu çaðrý denizleri aþýyor, boþuna Rieux hazýr
bekliyordu, az sonra güzel sözler yükseliyor ve Grand'la konuþucuyu iki yabancýya
dönüþtüren temel ayrýlýðý daha açýk bir biçimde ortaya koyuyordu. "Oran! evet, Oran!
Ama olmaz," diye düþünüyordu doktor, "sevmek ya da birlikte ölmek, baþka yolu yok.
Onlar çok uzaktalar."
?l
128
Vebanýn doruk noktasýný anlatmaya geçmeden önce anýmsanacak bir þey daha var,
felaket kenti ele geçirip alt etmek üzere tüm gücünü toplarken, Rambert gibi insanlarýn
mutluluklarým yeniden yakalamak ve her tür saldýrýya karþý koruduklarý, kendilerine
ait olan o parçayý vebaya kaptýrmamak için harcadýklarý umutsuz ve tekdüze çabalardan
söz etmek gerekir. Ýþte bu, kendilerini tehdit eden-köleliði reddetme biçimiydi onlarýn
ve görünüþte bu red- ' dediþ bir baþkasý kadar etkili olmasa bile, anlatýcý bunun anlamlý
olduðunu ve çeliþkili de olsa, bunun içimizde barýndýrdýðýmýz en gururlu þey
sayýlabileceðini düþünüyor.
Veba
Ýþi baðlayacak bir yetkiliyi tanýyordu ve buna þaþýran Rambert'e, uzun süredir Oran'ýn
bütün kafelerine düzenli olarak gittiðini, oralarda dostlarý olduðunu ve bu tür iþlemlerle
ilgilenen bir örgütün varlýðý üzerine bilgi edindiðini anlattý. Gerçek þuydu ki,
harcamalarý artýk gelirini aþmaya baþlayan Cottard karneyle daðýtýlan maddelerle ilgili
bir karaborsa iþine karýþmýþtý. Böylece fiyatý sürekli artmakta olan sigara ve ucuz alkol
satýyor ve bunlardan küçük bir servet elde ediyordu.
Bir bakýma gerçekten de sizi ilgilendirmiyor. Ama baþka açýdan... Aslýnda vebayla
yaþamaya baþladýðýmýzdan beri kendimi burada daha iyi hissediyorum.
Ah bu kolay deðil, dedi Cottard, gelin benimle. Saat akþamüstü dörttü. Aðýr bir
göðün altýnda kent
usul usul kaynýyordu. Tüm maðazalarýn kepenkleri inmiþti. Yollar ýssýzdý. Cottard ve
Rambert kemerli yollara saptýlar ve konuþmadan uzun süre yürüdüler. Vebanýn
görünmez hale geldiði þu saatlerden biriydi. Bu sessizlik, renklerin ve hareketlerin bu
ölümü, vebaya olduðu kadar yaz mevsimine de özgü olabilirdi. Tehditlerden mi,
tozlardan mý yoksa yakýcý sýcaktan mý hava aðýrlaþmýþtý, belli deðildi. Vebaya
ulaþmak için gözlemlemek ve düþünmek gerekiyordu. Çünkü yalnýzca olumsuz
göstergelerle kendini ele
veriyordu. Vebayla haþýr neþir olmuþ Cottard, örneðin, normal zamanda imkânsýz bir
serinliði arayarak, apartman giriþlerinin eþiðinde bir yana devrilmiþ, nefes nefese
köpeklerin olmasý gerektiðini, oysa þimdi bunlarýn olmadýðýna Rambert'in dikkatini
çekiyordu.
karþýsýnda, nereden geldiði belli olmayan tavuk pislikleri kurumaktaydý, ancak sonunda
karanlýk bir köþeden, biraz patýrtý gürültüden sonra bir horoz kanat çýrparak ortaya
çýkýnca pisliklerin kaynaðý anlaþýldý.
O sýrada sýcak daha da artar gibi oldu. Cottard ceketini çýkardý ve eliyle sacýn üzerine
vurdu. Uzun mavi bir önlüðün içinde kaybolmuþ ufak tefek bir adam dipte bir yerden
çýktý, Cottard'ý uzaktan daha görür görmez selamladý, kuvvetli bir tekmeyle horozu
yolun üzerinden çekerek ilerledi ve tavuk gýdaklamalarý arasýnda beylere ne servis
yapmasý gerektiðini sordu. Cottard biraz beyaz þarap istedi ve Garcia diye birisini sordu.
Bodur adamýn dediðine göre, birkaç günden beri kafede görülmemiþti.
- Onun aklýndan geçeni bilemem ki, dedi öteki. Ama siz onun gelme saatini biliyor
musunuz?
Evet, ama çok önemli deðil. Yalnýzca bir dostu ona tanýþtýracaktým.
130
ona.
- Kaçakçýlýk tabii ki. Onlar kente mal sokuyorlar. Çok yüksek fiyatlara da satýyorlar.
Limana doðru indiler ve Garcia kendisinden ne istendiðini sordu. Cottard onu Rambert'e
tanýþtýrma nedeninin yalnýzca iþ için deðil, kendi deyiþiyle 'dýþarýya çýkmak' için
olduðunu söyledi. Garcia sigara içerek onun önünde yürüyordu. Rambert'den, sanki
yanlarýnda olduðunu fark et-miyormuþçasma, 'o' diye söz ederek sorular sordu.
Ne iþ yapýyor?
Gazeteci.
132
- Ne olursa olsun, benim iþim deðil bu, Raoul'un iþi, diye sözü baðladý Garcia. Onu
bulmam gerek. Kolay olmayacak bu.
Yaa, diye sordu Cottard heyecanla, saklanýyor mu? Garcia yanýt vermedi. Büfenin
yanýnda durdu ve ilk
Yo hayýr, dedi öteki neþeyle. Size hizmet etmek benim hoþuma gider. Hem sonra siz
gazetecisiniz, bunun karþýlýðýný elbet bir gün bana ödersiniz.
Ertesi gün Rambert ve Cottard kentimizin tepesine giden, tek gölge düþmeyen geniþ
sokaklarý týrmanýyorlardý. Gümrük binasýnýn bir bölümü hastalarýn bakýmýna
ayrýlmýþtý ve büyük kapýnýn önünde, izin verilmesi olanaksýz bir ziyaret ya da
geçerliði bir saatten fazla sürmeyecek bir bilgi edinme umuduyla gelmiþ insanlar
birikmiþti. Durum ne olursa olsun, bu birikme sürekli gidiþ geliþlere yol açýyordu ve bu
açýdan bakýnca Garcia'yla Rambert'in neden burada sözleþtikleri anlatabiliyordu.
- Tuhaf, dedi Cottard, bu gitme saplantýsý. Sonuçta olan biten çok ilginç.
Aa tabii, birþeyleri tehlikeye atýyorsunuz. Ama vebadan önce de, çok kalabalýk dört
yol aðzýndan geçerken ayný oranda bir tehlike vardý.
133O sýrada Rieux'nün arabasý onlarýn hizasýnda durdu. Arabayý Tarrou kullanýyordu
ve Rieux yarý uyanýk, yarý uyukluyor gibiydi. Tanýþtýrma faslý için uyandý.
Evet, dedi.
Aa, diye þaþýrdý Cottard, doktorun haberi var mý? Tarrou, Cottard'a bakarak uyarýda
bulundu:
Cottard'ýn yüzü deðiþti. Gerçekten de Mösyö Othon sokaktan aþaðý iniyor ve güçlü ama
ölçülü adýmlarla onlara doðru geliyordu. Küçük topluluðun önünden geçerken þapkasýný
çýkardý.
Yargýç arabanýn içindekilere selam verdi ve geride kalan Cottard ve Rambert'e bakarak,
baþýyla ciddi bir selam verdi. Tarrou onu rantçý ve gazeteciyle tanýþtýrdý. Yargýç bir
saniye göðe baktý ve bunun çok hüzünlü bir dönem olduðunu söyleyerek iç çekti.
Rieux yayýlmayacaðým umut etmek gerektiðini söyledi, yargýç da hep umut etmek
gerektiðini yineledi, Tanrýnýn ne düþündüðü bilinemezdi. Tarrou olaylarla birlikte
iþlerinde bir artýþ olup olmadýðýný sordu.
Tersine, kamu hukuku dediðimiz türden iþler azalýyor. Artýk yalnýzca yeni
düzenlemelerle ilgili ciddi suçlarýn soruþturmalarýyla ilgileniyorum. Eski yasalara hiç bu
denli uyulmamýþtý.
Bunun nedeni, dedi Tarrou, yenilerle karþýlaþtýrýnca, ister istemez, eskiler daha iyi
gibi duruyor.
134
Bakýþlarý göðe dalýp gitmiþ olan yargýç dalgýn halinden sýyrýldý. Ve Tarrou'yu soðuk
bir tavýrla inceledi.
Ne olmuþ yani? dedi. Önemli olan yasa deðil, mahkûmiyet. Buna karþý elimizden
hiçbir þey gelmez.
Bu adam var ya, dedi Cottard, yargýç gittikten sonra, bir numaralý düþman iþte o.
Biraz sonra Rambert ve Garcia'nýn geldiðini gördüler. Onlarý gördüðünü belli etmeden
yanlarýna geldi ve merhaba yerine "Beklemek gerek," dedi.
Üç adam 'bu sahneyi izlerken geriden gelen net ve ciddi bir 'günaydýn' sesiyle arkalarýna
döndüler. Sýcaða karþýn, Raoul tam takým giyinmiþti. Uzun boylu ve yapýlýydý, koyu
renk bir kruvaze takým ve kenarlarý dýþa doðru kývrýk bir fötr þapka giymiþti. Yüzü
oldukça solgundu. Kahverengi gözleri ve sýký aðzýyla, Raoul çabuk ve kesin bir biçimde
konuþuyordu:
Garcia bir sigara yaktý ve onlarýn uzaklaþmasýna izin verdi. Ortalarýna geçen Raoul'un
yürüyüþüne adýmlarýný uydurarak hýzlý hýzlý yürüdüler.
Garcia bana anlattý, dedi. Bu olabilir. Durum ne olursa olsun, bu size on bin franka
patlar.
Rambert anlaþtýklarýný söyledi ve Raoul ilk kez gülümseyerek onun elini sýktý. O
gittikten sonra Cottard özür diledi. Ertesi gün boþ zamaný yoktu ve zaten Rambert'in de
ona artýk gereksinimi yoktu.
Ertesi gün gazeteci Ýspanyol lokantasýna girdiðinde, herkes baþýný çevirip onun
geçiþine baktý. Sarý ve güneþten kavrulmuþ küçük bir sokaðýn aþaðýsýnda bulunan bu
loþ mahzene çoðunlukla Ýspanyol tipli erkeklerden baþkasý gelmezdi. Ancak, dipte bir
masada oturmuþ olan Raoul'un gazeteciye bir iþaret yapmasýyla ve Rambert'in ona
yönel-mesýyle yüzlerdeki merak kaybolup gitti, herkes tabaðýna döndü. Raoul'un
masasýnda zayýf ve týraþsýz, son derece geniþ omuzlu, at suratlý, seyrek saçlý, zayýf,
uzun bir adam oturuyordu. Siyah kýllarla kaplý ince uzun kollan, sývanmýþ gömleðinden
çýkýyordu. Rambert kendisine tanýþtýrýlýrken üç kez baþýný salladý. Adý
söylenmemiþti ve Raoul ondan söz ederken 'dostumuz'dan baþka bir þey demiyor-du.
Raoul sözünü kesti, çünkü servis yapan kýz Rambert'in sipariþini almak için araya
girmiþti.
Dost mideye indirdiði domatesli biberli salatasýný öðütüp dururken atý andýran
kafasýný bir kez daha salladý. Sonra hafifçe Ýspanyolcaya çalan bir vurguyla konuþtu.
Ram-bert'e ertesi gün için, katedralin giriþinde randevu vermeyi öneriyordu.
136
At bir kez daha kafasýný öne doðru salladý ve Rambert fazla coþku göstermeden öneriyi
kabul etti. Yemeðin geri kalan bölümü konuþmayý sürdürmek için bir konu aramakla
geçti. Ama Rambert atýn futbolcu olduðunu öðrenince her þey kolaylaþtý. Kendisi de
Bu iki gün Rambert'e bitmeyecek gibi geldi. Rieux'ye gitti ve giriþimlerini ayrýntýsýyla
anlattý. Sonra bir hasta ziyaretine giden doktora eþlik etti. Durumu kuþkulu bir hastanýn
kendisini beklediði evin kapýsýnda ona veda etti. Koridorda bir koþuþturma gürültüsü ve
sesler doktorun geldiðini haber veriyorlardý.
Salgýn hýzlý yayýlýyor ha? diye sordu Rambert Rieux sorunun bu olmadýðýný hatta
istatistik eðrisinin
daha yavaþ yükseldiðini söyledi. Yalnýzca, vebayla mücadele olanaklarý çok fazla
deðildi.
137 Malzememiz yok, dedi. Dünyadaki tüm ordularda genellikle malzeme eksiðini
insanla kapatýrlar. Ama bizim elimizde insan da yok.
Evet, dedi Rieux. On doktor ve yüz kadar insan. Görünüþte çok bu. Hastalýðýn
þimdiki durumu için ancak yeter. Salgýn yayýlýrsa yetersiz kalacak.
Evet, dedi, elinizi çabuk tutmalýsýnýz. Rambert'in yüzünde düþünceli bir ifade
belirdi:
Biliyorsunuz, dedi kýsýk bir sesle, benim buradan gitmemin nedeni bu deðil.
Belki, ama bunun sürmesi ve tüm bu süre içinde onun yaþlanmasý düþüncesine
katlanamýyorum. Otuz yaþýnda insan yaþlanmaya baþlýyor, her þeyden yararlanmak
gerek. Bilmem anlayabiliyor musunuz?
Buna memnun oldum, dedi doktor. Kendisinin vaazýndan daha mükemmel olduðunu
öðrendiðime memnun oldum.
138
Beni affedin, dedi Rambert, ama gitmem gerek. Randevunun olduðu perþembe günü
Rambert sekize beþ kala katedral giriþine gitti. Sýcak henüz bastýrmamýþtý.
Gökyüzünden küçük, yuvarlak bulutlar geçiyordu, az sonra sýcaðýn yükselmesiyle
kaybolup gideceklerdi. Kurumuþ çimenlerden belli belirsiz bir nem kokusu yükseliyordu
yine de. Güneydeki evlerin ardýndaki güneþ, meydaný süsleyen Jeanne d'Arc'ýn tümüyle
altýndan olan miðferini ýsýtýyordu yalnýzca. Bir duvar saati sekizi vurdu. Rambert ýssýz
katedral giriþinde birkaç adým attý. Ýçeriden belli belirsiz dinsel ezgiler, eskimiþ
mahzen ve tütsü kokularý geliyordu. Ansýzýn þarkýlar sustu. On kadar ufak tefek gölge
kiliseden çýktý ve küçük adýmlarla kente doðru yola koyuldular. Rambert
sabýrsýzlanmaya baþladý. Baþka gölgeler de büyük merdivenlerden týrmanýyor ve
katedral giriþine yö-neliyorlardý. Rambert bir sigara yaktý, sonra bu yerin belki de buna
uygun olmadýðý aklýna geldi.
Saat sekizi çeyrek geçe kilisenin orglarý kýsýk sesle çalmaya baþladý. Rambert içeriye,
karanlýk kubbenin altýna geçti. Bir süre sonra saðýnda önünden geçmiþ olan kara
gölgeleri fark etti. Bir köþede, üzerine kentimizin atölyelerinden birinde alelacele
kotarýlmýþ bir Saint Roch heykeli konulmuþ olan bir tür sunaðýn önünde, kendi
kendilerine toplanmýþlardý. Diz çökmüþ bu insanlar, orada burada, içinde kayarcasýna
dolaþtýklarý pustan biraz daha yoðun gölge parçalan gibi, kül renginin içinde
kaybolmuþ, iki büklüm gibi duruyorlardý. Tepelerinde de orglarýn sonsuz çeþitlemeleri
duyuluyordu.
Oraya yakýn bir yerde, saat sekize on kala bir baþka randevu için arkadaþlarýný
beklediðini anlattý. Yirmi dakika boþu boþuna beklemiþti.
139 Bir engel var, orasý kesin. Bizim iþimizde her zaman her þey kolay olmaz.
Ertesi gün için ayný saatte Þehitler Anýtý önünde bir baþka randevu öneriyordu.
Rambert iç çekti ve fötr þapkasýný geriye itti.
- Bu bir þey deðil, diye sözü baðladý Gonzales gülerek. Tüm pozisyonlarý düþün biraz,
gol atmadan önceki hücumlarý ve paslan.
- Tabii, dedi Rambert. Ama oyun bir buçuk saatten fazla sürmüyor.
Oran'ýn Þehitler Anýtý denizin görülebildiði tek yer olan, kýsacýk bir mesafede, limaný
kuþatan yalýyarlar boyunca uzanan bir tür gezi yolundadýr. Ertesi gün randevuya ilk
giden Rambert savaþta ölenlerin listesini dikkatle okuyordu. Birkaç saniye sonra iki adam
yaklaþtý, kayýtsýzca ona baktýlar, sonra gezi yolunun korkuluk duvarýna dayandýlar ve
sanki kendilerini kaptýrmýþçasýna boþ ve ýssýz rýhtýmlarý izlemeye baþladýlar. Ýkisi
de ayný boydaydý, ikisi de mavi bir pantolon ve kýsa kollu denizci bluzu giymiþlerdi.
Gazeteci biraz uzaklaþtý, sonra bir bankýn üzerine oturdu ve dilediðince onlara
bakabildi. O zaman taþ çatlasa yirmi yaþýndan fazla olmadýklarýný fark etti. O sýrada,
özür dileyerek kendisine doðru gelmekte olan Gonzales'i gördü.
Ýþte dostlarýmýz, dedi ve onu Marcel ile Louis diye tanýþtýrdýðý gençlerden birinin
yanýna doðru götürdü. Yüzden bakýnca, birbirlerine çok benziyorlardý; Rambert onlarýn
kardeþ olduðunu düþündü.
Ýþte, dedi Gonzales. Þimdi tanýþtýrma iþi bitti. Ýþin kendisini ayarlamak gerek.
Marcel ya da Louis nöbet sýrasýnýn iki gün sonra kendilerine geleceðini, bunun bir hafta
süreceðini ve en uygun günün saptanmasý gerektiðini söyledi. Batý kapýsýný beklemek
üzere dört kiþi görevliydiler, öteki iki kiþiyse askerlik mesleðindendi. Onlarý bu iþe
karýþtýrmak söz konusu olamazdý. Onlara güvenilmezdi; zaten böyle bir þey masrafla-
140
rýn artmasý demekti. Ama bazý geceler o iki nöbetçinin bildikleri bir barýn arka
odasýnda bir süre kalmaya gittikleri oluyordu. Böylece Marcel ya da Louis, Rambert'e
kent kapýlarýnýn yakýnýnda bulunan evlerine gelip yerleþmesini ve kendisini almaya
gelmeleri için beklemesini öneriyordu. O zaman geçiþ tam anlamýyla kolay olacaktý.
Ama acele etmek gerekiyordu, çünkü kýsa bir süredir kent dýþýna çift nöbet vardiyasý
yerleþtirilmesinden söz edilir olmuþtu.
Rambert bunu onayladý ve son sigaralarýndan birkaçýný onlara ikram etti. Bunun
üzerine ikisinden hiç konuþmamýþ olaný Gonzales'e para iþinin ayarlanýp
ayarlanmadýðýný ve peþin bir miktar alýp alamayacaklarýný sordu.
- Hayýr, dedi Gonzales, buna gerek yok, o bir ahbap. Masraflar çýkýþta ödenecek.
Yeni bir randevu için anlaþtýlar. Gonzales ertesi gün için bir Ýspanyol lokantasýnda
akþam yemeði önerisinde bulundu. Oradan nöbetçilerin evine gidilecekti.
ister misiniz?
Onu rahatsýz edip etmediðimden hiç emin deðilim, dedi Rambert bir duraksamadan
sonra.
Dinleyin, dedi. Geç bile olsa, akþam yemeðinden sonra biraz zamanýnýz varsa, ikiniz
otelin barýna gelin.
Yine de akþam saat on birde Rieux ve Tarrou küçük ve daracýk bara girdiler. Otuz kiþi
kadar, dirsek dirseðe oturmuþ epey yüksek sesle konuþuyorlardý. Vebalý kentin
sessizliðinden çýkýp gelen iki konuk biraz þaþkýnlýkla durdular. Hâlâ alkollü içkilerin
verildiðini görünce bu hareketliliðin nedenini anladýlar. Rambert barýn bir uçundaydý
141ve onlara taburesinin tepesinden iþaret ediyordu. Tarrou yanda oturan gürültülü bir
müþteriyi sakince itti ve Ram-bert'ýn çevresini aldýlar.
Rieux kadehindeki acý otlarýn kokusunu içine çekti. Bu gürültü patýrtýnýn içinde
konuþmak güçtü, ama Ram-bert özellikle içmekle meþgul gibiydi. Doktor onun sarhoþ
olup olmadýðýný henüz anlayamamýþtý. Bulunduklarý daracýk lokalin geri kalan
kýsmýný dolduran iki masadan birinde, iki koluna iki kadýn takmýþ bir deniz subayý,
þiþman ve yüzü kan kýrmýzý bir adama Kahire'deki tifüs salgýnýný anlatýyordu:
"Yerliler için kamplar yapýlmýþtý," diyordu, "hastalar için çadýrlar vardý, nöbetçi
kordonuyla çepeçevre kuþatýlmýþtý, el altýndan kocakarý ilacý ulaþtýrmaya çalýþan
hasta ailelerine ateþ açýyorlardý. Kolay iþ deðildi, ama doðruydu." Zarif giyimli
gençlerin oturduðu öteki masada anlaþýlmayan bir konuþma tepeye asýlmýþ bir pikaptan
yayýlan Saint James Infýrmary''nin ritmine karýþýyordu.
Aa, dedi beriki, Tarrou sizin burada bize yararlý olabileceðinizi düþündüðü için böyle
diyor. Ama ben sizin gitme isteðinizi çok iyi anlýyorum.
Tarrou içki ýsmarlamayý önerdi. Rambert taburesinden indi ve ilk kez olarak Tarrou'nün
gözlerinin içine baktý:
Ýþte, dedi Tarrou, acele etmeksizin elini kadehine uzatarak, bizim saðlýk
kollarýmýzda.
142
- Þu saðlýk kollarý size yararlý gibi gelmiyor mu? dedi Tarrou bir yudum içtikten sonra,
dikkatle Rambert'e bakýyordu.
Rieux elinin titrediðini fark etti. Evet, artýk tam olarak onun sarhoþ olduðunu düþündü.
Ertesi gün, Rambert ikinci kez olarak Ýspanyol lokantasýna girdi; sandalyelerini lokanta
giriþinin önüne çýkarmýþ, yeþil ve altýn rengine bürünmüþ ve sýcaðýn biraz olsun
azalmaya yüz tuttuðu bir akþamýn tadýný çýkarmakta olan küçük bir topluluðun
ortasýndan geçti. Lokantanýn içerisi neredeyse bomboþtu. Rambert oturmak için
Gonzales'le ilk kez karþýlaþtýðý masaya gitti. Servis yapan kýza bekleyeceðini söyledi.
Saat on dokuz otuzdu. Yavaþ yavaþ, insanlar yemek bölümüne geçtiler ve masalara
yerleþtiler. Yemek servisi baþladý, aþýrý alçak olan kubbeyi çatal býçak gürültüsü ve
anlaþýlmaz konuþmalar doldurdu. Saat yirmide Rambert hâlâ bekliyordu. Iþýklarý
yaktýlar. Masasýna yeni müþteriler oturdu. Yemeðini ýsmarladý. Saat yirmi otuzda
yemeðini bitirmiþ, ne Gonzales'i ne de iki genç adamý görmüþtü. Birkaç sigara içti.
Yemek salonu yavaþ yavaþ boþalýyordu. Dýþarýda çok çabuk gece oluyordu. Denizden
gelen ýlýk bir hava camlý kapýlarýn perdelerini usul usul kaldýrýyordu. Saat yirmi bir
olduðunda Rambert salonun boþaldýðýný ve servis yapan kýzýn þaþkýn þaþkýn
kendisine baktýðýný fark etti. Parayý ödedi ve çýktý. Lokantanýn karþýsýnda açýk bir
kafe vardý. Rambert bara yerleþti ve lokantanýn giriþini gözlemeye baþladý. Saat yirmi
bir otuzda oteline doðru yöneldi, adresini bile almadýðý Gonzales'e nasýl ulaþacaðýný
boþu boþuna düþünüp duruyor, yeniden baþlatýlmasý gerekecek tüm giriþimleri aklýna
getirerek yüreði allak bullak oluyordu.
Tam o sýrada, ambulanslarýn deli gibi geçtiði gecenin içinde, sonradan Doktor Rieux'ye
de söyleyeceði gibi, tüm bu süre içinde karýsýný kendisinden ayýran duvarda bir kapý
aralamak için tüm gücünü harcarken bir bakýma onu
143unuttuðunu fark etti. Ancak, yine o anda, tüm kapýlarýn bir kez daha kapanmasýyla
yeniden karýsý onun asýl isteði oluvermiþti ve bunu öyle ani bir acýyla hissetmiþti ki,
istese de içinden bir türlü atamadýðý ve þakaklarýný kemiren bu feci yürek yangýnýndan
kaçmak için oteline doðru koþmaya baþlamýþtý.
Bununla birlikte ertesi gün çok erken saatte Cottard'ý nasýl bulacaðýný sormak için
Rieux'yü görmeye gitti:
Yarýn akþam gelin, dedi Rieux, Tarrou benden Cottard'ý davet etmemi istemiþti,
nedenini bilmiyorum. Saat onda gelecek. Saat on buçukta siz de gelin.
Ertesi gün, Cottard doktorun evine geldiðinde Rieux, Tarrou'ya kendi servisinde
meydana gelen beklenmedik bir iyileþmeden söz ediyordu.
Ýyileþtiðine göre bu hastalýk olamaz. Siz de benim kadar iyi biliyorsunuz, veba
affetmez.
Genelde etmez, hayýr, dedi Rieux. Ama biraz inatla sürprizler olabilir.
Cottard gülüyordu.
Ýyi niyetle Cottard'a bakan Tarrou sayýlardan haberi olduðunu söyledi, durum ciddiydi,
ama bu neyi kanýtlardý? Bu daha da özel önlemler gerektiðini kanýtlýyordu.
Cottard bir þey anlamadan Tarrou'ya bakýyordu. Tarrou birçok insanýn elini bir þeye
sürmediðini, salgýnýn herkesi ilgilendirdiðini ve herkesin görevini yerine getirmesi
gerektiðini söyledi. Saðlýk kollarý herkese açýktý.
144
Bu bir görüþ, dedi Cottard, ama hiçbir iþe yaramayacak. Veba çok fazla güçlü.
denedikten sonra.
Niçin bize katýlmýyorsunuz Mösyö Cottard? Öteki hakarete uðramýþ bir havayla
kalktý, yuvarlak
Hem ben vebanýn yararýný da görüyorum, niye onu durdurmak için iþe
karýþacakmýþým, anlamýyorum.
Tarrou sanki ansýzýn bir gerçeði anlamýþ gibi eliyle alnýna vurdu:
Cottard irkildi ve düþecekmiþ gibi sandalyesine tutundu. Rieux yazý yazmayý býraktý,
ciddi ve ilgili bir tavýrla
ona bakýyordu.
Kim size bunu söyledi? diye baðýrdý rantçý. Tarrou þaþýrmýþ gibiydi ve þöyle dedi:
Cottard ise kaldýramayacaðý denli güçlü bir öfkeye kapýldýðýndan anlaþýlmaz sözler
geveliyordu:
Sinirlenmeyin, diye ekledi Tarrou. Ne doktor ne de ben sizi ele verecek deðiliz. Sizin
hikâyeniz bizi ilgilendirmez. Hem sonra biz polisten hiç hoþlanmayýz. Haydi,
oturun.
Rantçý sandalyesine baktý ve biraz duraksadýktan sonra oturdu. Bir sürenin sonunda iç
geçirdi.
Birilerinin ortaya çýkardýðý eski bir hikâyedir, diye durumu kabul etti. Unutulduðunu
sanýyordum. Ama birisi bunu açýklamýþ olmalý. Bir gün beni çaðýrdýlar ve soruþ-
Veba
145/10turma sonuçlanana kadar onlarýn gözü önüne bulunmamý istediler. Sonunda beni
tutuklayacaklarýný anladým.
- Bu bir hata. Herkes hata yapar. Bu yüzden içeri týkýlma fikrine dayanamýyorum;
evimden, alýþkanlýklarýmdan, tanýdýðým herkesten ayrýlma fikrine.
Rieux ilk kez olarak konuþtu ve Cottard'a kaygýsýný anlattýðýný, ama belki de her
þeyin yoluna gireceðini söyledi.
rum.
Þapkasýný elinde çevirip duran ötekiyse kararsýz bakýþlarla Tarrou'ya doðru ayaða
kalktý.
- Tabii ki hayýr. Ama en azýndan, dedi Tarrou, mikrobu gönüllü olarak yaymamayý
deneyin.
Rambert, Cottard'ýn Gonzales'in adresini bilmediðini öðrendi, ancak her zaman için o
küçük kafeye gidilebilirdi. Ertesi gün için sözleþtiler. Rieux bu konuyla ilgili bilgi
146
edinmek istediðini üsteleyerek belirtince Rambert, Tar-rou'yla ikisini hafta sonu gecenin
herhangi bir saatinde
Sabah olunca Cottard ve Rambert küçük kafeye gitttý-ler ve Garcia'ya akþam ya da bir
engel çýkmasý durumunda ertesi gün için bir buluþma notu býraktýlar. Akþam onu boþu
boþuna beklediler. Ertesi gün Garcia oradaydý. Konuþmadan Rambert'in hikâyesini
dinledi. Bundan haberi yoktu, ama ikametgâhlarýn denetimi için yirmi dört saat süreyle
mahallelere giriþ çýkýþýn tümüyle kaldýrýldýðýný biliyordu. Gonzales ve iki genç adam
engelleri aþamamýþ olabilirlerdi. Ama tüm yapabileceði onlarýn yeniden Raoul'la
iliþkiye geçmesini saðlamaktý. Tabii ki bu ertesi günden
önce olmazdý.
baþlamak gerekecek.
Ertesi gün bir sokak köþesinde Raoul, Garcia'nýn varsayýmýný doðruladý; aþaðý
mahallelere giriþ çýkýþlar durdurulmuþtu. Gonzales'le iliþkiye geçmek gerekiyordu, iki
gün sonra Rambert futbolcuyla yemek yiyordu.
Ertesi gün ufaklýklar evde yoktu. Onlara ertesi gün Place du Lycee'de öðle saatinde
buluþmak için haber býraktýlar. Rambert öðleden sonra karþýlaþtýðý Tarrou'yu þaþkýna
çeviren bir yüz ifadesiyle odasýna döndü.
Bu akþam gelin.
Akþam iki adam Rambert'in odasýna girdiðinde, onu yataðýnda uzanmýþ buldular.
Kalktý, hazýrlamýþ olduðu kadehleri doldurdu. Rieux kendisininkini alýrken ona iþlerin
147yolunda olup olmadýðýný sordu. Gazeteci yeni baþtan her þeye baþladýðýný, ayný
noktaya döndüðünü ve yakýnda son buluþmaya gideceðini söyledi. Ýçkisinden içti ve
þöyle dedi:
Tabii ki gelmeyecekler.
Neymiþ o?
- Veba.
Rambert Saint James Infirmary olduðunu söyledi. Plaðýn ortasýnda uzakta patlayan iki
el silah sesi duyuldu.
Bir süre sonra plak bitti ve bir ambulans sesi belirgin-leþti, çoðaldý, otel odasýnýn
pencerelerinin altýndan geçti, azaldý ve sonunda silinip gitti.
Bu plak eðlenceli deðil, dedi Rambert. Üstelik bugün onuncu kez dinliyorum.
Size söylüyorum, yeni baþtan baþlamak demek. Rieux'ye kuruluþlarýn nasýl gittiðini
sordu. Çalýþan beþ
148
- Biliyorsunuz, doktor, dedi, þu sizin kuruluþ üzerinde çok düþündüm. Eðer sizin
yanýnýzda deðilsem, kendi nedenlerim var da ondan. Kaldý ki, sanýrým yine kelleyi
koltuða alabilirdim, ben Ýspanya savaþýna katýldým.
düþündüm.
Cesareti. Þimdi, insanýn büyük eylemlere giriþebileceðini biliyorum. Ama yüce bir
duyguyu yaþayamýyorsa eðer, beni ilgilendirmiyor.
Öyle görünüyor ki, insan her þeyi yapabilecek güçte, dedi Tarrou.
Ama hayýr, insan acý çekmeyi ya da uzun süre mutlu olmayý beceremiyor. Böylece,
deðecek hiçbir þeyi beceremiyor.
yapamazdým.
Ýþte. Ama siz bir düþünce uðruna ölümü göze alabilecek güçtesiniz, bu açýkça
görülüyor. Ben kahramanlýða inanmam, bunun kolay olduðunu ve ölümle
sonuçlandýðýný bilirim. Beni ilgilendiren insanlarýn yaþamasý ve aþktan
ölmesi.
Rieux gazeteciyi dikkatle dinlemiþti. Ondan gözünü ayýrmadan yumuþak bir sesle þöyle
dedi:
- O bir düþüncedir ve aþka sýrtýný çevirdiði andan itibaren, güdük bir düþüncedir. Ve
iþte, biz artýk aþký beceremiyoruz. Bunu kabullenelim doktor. Deðiþmeyi bekleyelim ve
eðer bu olanaksýzsa kahraman rolü oynamadan kurtuluþu bekleyelim. Benden bu kadar.
Rieux ayaða kalktý, ansýzýn yorgun düþmüþ gibi bir hali vardý.
149 Haklýsýnýz Rambert, tümüyle haklýsýnýz ve dünyada hiçbir þey adýna sizi
yapmak istediðinizden alýkoya-mam, çünkü bu bana doðru ve iyi görünüyor. Ama yine
de size þunu söylemeliyim: Tüm bunlarda kahramanlýk diye bir þey söz konusu deðil.
Dürüstlük söz konusu. Bu gülünç gelebilecek bir düþünce, ama vebayla savaþmanýn tek
yolu dürüstlük.
Ah! dedi Rambert öfkeyle, ben mesleðimin ne olduðunu bilmiyorum. Belki de, aþký
seçerek hata yapan benim gerçekte.
Hayýr, dedi güçlü bir sesle, hatalý deðilsiniz. Rambert onlara düþünceli düþünceli
bakýyordu.
Siz ikinizin, sanýyorum tüm bu karmaþada kaybedecek bir þeyiniz yok. iyilerin
tarafýnda olmak daha kolay-dýr.
Tarrou onu izledi, ama çýkacaðý sýrada aklýna bir þey gelir gibi oldu ve gazeteciye
dönerek ona þöyle dedi:
Rambert þaþkýnlýðýný belirten bir hareket yaptý, ama Tarrou gitmiþti bile.
Kentten ayrýlmanýn yolunu bulana kadar sizinle çalýþmamý kabul eder misiniz? ,
••
iþte o yýlýn ortalarýnda rüzgâr çýktý ve vebalý kentin üzerinde günlerce esti. Oran'lýlar
özellikle rüzgârdan çekinirlerdi, çünkü kentin kurulduðu orada hiçbir þey bu rüzgârýn
karþýsýna çýkmaz, böylece tüm þiddetiyle sokaklarý doldururdu. Tek bir damla suyun
kenti serinletmediði þu uzun aylarýn ardýndan kent sýva gibi gri bir tozla kaplanmýþtý
ve rüzgârýn esmesiyle pul pul uçuþtu tozlar. Böylece rüzgâr toz bulutlarýný ve kâðýt
yýðýnlarýný havaya kaldýrýyor, onlarý sayýsý giderek azalmýþ gezinti yapan insanlarýn
bacaklarýna çarpýyordu. Bu insanlarýn sokaklarda iki büklüm, mendil ya da elleriyle
aðýzlarýný kapamýþ, koþuþturduklarý görülüyordu. Akþam, her biri son gün olabilecek
þu günleri elden geldiðince uzatmaya çalýþan, sokaklarda toplaþmýþ kalabalýklar yerine
evlerine ya da kafelere dönmek için acele eden insanlara rastlanýyordu, öyle ki birkaç
gün boyunca, o sýralarda epey erken çöken karanlýkta so-
Þimdiye kadar daha kalabalýk ve daha yoksul olan dýþ mahalleler kent merkezine oranla
vebaya daha çok kurban vermiþti. Ama birdenbire kente sokulur gibi oldu ve iþ
merkezlerine de yerleþiverdi. Kentliler rüzgârý mikrop taþýmakla suçluyorlardý. Otel
müdürü, "Rüzgâr iþleri karýþtýrýyor,! diyordu. Ancak ne olursa olsun, merkezdeki
mahalleler sýranýn kendilerine geldiðini biliyorlardý, çünkü gecenin bir vakti,
pencerelerinin altýnda, vebanýn donuk ve coþkusuz çaðrýsýný çýn çýn duyuran
ambulans sirenlerini giderek daha sýk duyar olmuþlardý.
154
tür bulaþma tehlikesini ortadan kaldýrdýðý gereksiz yere açýklandýktan sonra, bu saf
kundakçýlara karþý çok aðýr cezalarýn yasallaþmasý gerekti. Ve þurasý kesin, bu
bahtsýz insanlarýn geri çekilmesine neden olan, hapse atýlma düþüncesi deðildi; belediye
hapishanesinde görülen aþýrý orandaki ölümler sonucu, hapis cezasýnýn ölüm cezasýyla
eþdeðer olduðu inancý etkili olmuþtu. Tabu ki bu inanç boþ yere ortaya çýkmamýþtý.
Belli nedenlerle, vebanýn özellikle gruplar halinde yaþama alýþkanlýðý edinmiþ
insanlarý, asker, din adamý ya da tutuklularý ele geçirdiði görülüyordu. Bazý tutuklular
tek baþýna da olsa bir hapishane bir topluluktur ve bunun iyi bir kanýtý da bizim
belediye hapishanemizde gardiyanlar da tutuklular gibi hastalýðýn bedelini ödüyorlardý.
Vebanýn tepesinden bakýnca, müdürden en son tutukluya kadar herkes mahkûmdu ve
belki de ilk kez olarak hapishaneye mutlak bir adalet egemendi.
Yetkililer görev baþýnda ölen gardiyanlara madalya vermeyi düþünerek bu herkesin eþit
olduðu yere boþu boþuna bir hiyerarþi getirmeye çalýþtýlar. Sýkýyönetim ilan
edildiðinden ve belli bir açýdan, hapishane gardiyanlarý da silah altýna alýndýðýndan,
kendilerine öldükten sonrasý için bir askerlik madalyasý verildi. Ancak tutuklulardan tek
bir protesto gelmese de, askeri çevreler bunu iyi karþýlamadýlar ve haklý olarak,
kamuoyunda üzücü bir karmaþa yaratabileceðine dikkat çektiler. Onlarýn isteðine uyuldu
ve en basit çözüm olarak, ölecek olan gardiyanlara salgýn madalyasý verilmesini
düþündüler. Ama ilk gardiyanlar için olan olmuþtu ve kendilerine takýlan niþaný geri
almak düþünülemezdi bile, askeri çevreler ise kendi görüþlerinde direttiler. Öte yandan,
salgýn madalyasýyla ilgili olarak, askeri bir niþanýn verilmesinin getirdiði moral etkiyi
saðlamamak gibi bir sakýncasý vardý, çünkü salgýn döneminde bu türden bir niþan elde
etmek sýradan bir þeydi. Kimse hoþnut deðildi.
Üstelik, cezaevi yönetimi din yetkilileri ya da en azýndan askeri yetkililer gibi etkin
olamadý. Gerçekten de, kentte bulunan iki manastýrýn keþiþleri geçici bir süre için
155daðýtýlarak dindar ailelerin yanýna yerleþtirilmiþti. Ayný þekilde, her fýrsatta küçük
birlikler kýþlalardan ayrýlmýþ, okullarda ya da kamu binalarýnda karargâh kurmuþlardý.
Böylece, görünüþte kentlileri kuþatýlmýþ insanlara özgü bir dayanýþmaya zorlayan
hastalýk, ayný zamanda geleneksel kurumlarý parçalýyor ve bireyleri kendi baþlarýna
kalmaya itiyordu. Bu bir karmaþa yaratýyordu.
Rüzgârý da göz önüne alýnca, tüm bu koþullarýn bazý insanlarýn aklýný ateþe verdiði
düþünülebilir. Kentin kapýlarý gece yeniden baskýna uðradý, ama bu kez saldýran küçük
silahlý gruplardý. Nöbetçiler artýrýldý ve bu giriþimler oldukça çabuk bir biçimde
kesildi. Bununla birlikte kentte, bazý þiddet olaylarýna yol açacak olan bir devrim
havasýnýn esmesi için yeterli oldu. Yangýna uðramýþ ya da saðlýk nedenleriyle
kapatýlmýþ evler yaðmalandý. Gerçeði söylemek gerekirse, bu eylemlerin önceden
tasarlanmýþ olduðunu söylemek güç. Çoðunlukla, o âna kadar onuruyla yaþamýþ
insanlar, birden ortaya çýkan bir fýrsatla kýnanacak eylemlere giriþiyor ve bunlar hemen
o anda baþkalarýnca taklit ediliyordu. Örneðin alevler içindeki evlere girmeye çalýþan
çýlgýnlar bile oldu, hem de acýdan þaþkýna dönmüþ ev sahibinin gözü önünde. Onun
kayýtsýzlýðý karþýsýnda saldýrýyý ilk baþlatanlarý baþkalarý da izledi ve o karanlýk
sokakta, yangýnýn cýlýz ýþýðýnda, omuzlarda taþýnan eþya ya da mobilyalarýn
aðýrlýðý altýnda ya da sönmekte olan alevlerin etkisiyle çarpýlmýþ gölgelerin her bir
yandan dýþarý fýrladýðý görüldü. Ýþte bu olaylar yetkilileri veba durumunu
sýkýyönetime çevirmeye ve buna baðlý olarak yasalarý uygulamaya zorladý. Ýki hýrsýz
kurþuna dizildi, ama bunun baþkalarý üzerinde bir etki yapýp yapmadýðý kuþku götürür,
çünkü öyle çok sayýda ölü vardý ki, bu iki infaz fark edilmedi bile. Ve iþin gerçeði,
yetkililerin araya giriyormuþ gibi yapmasýna gerek kalmadan bu gibi olaylar yinelendi
durdu. Tüm kentlileri etkileyen tek önlem sokaða çýkma yasaðýnýn konulmasýydý. Saat
on birden sonra kapkaranlýk gecenin içine gömülen kent taþ kesiliyordu.
156
Ayýn parladýðý göðün altýnda, üzerine tek bir aðaç gölgesi düþmeyen, ne gezinen
birisinin ayak sesi ne de bir köpek baðýrtýsýnýn duyulduðu kentin beyazýmsý duvarlarý
ve düz çizgi halinde uzanan sokaklarý sýra sýra duruyordu. O zaman büyük, sessiz kent
kýmýltýsýz ve kocaman küp þeklinde bir yýðýndan baþka bir þeye benzemiyordu; bu
yýðýnýn arasýnda, unutulup gitmiþ hayýrsever kiþilere ya da sonsuza dek bronzun içinde
sýkýþýp kalmýþ eski büyük adamlara ait sessiz sedasýz duran anýtlar, taþtan ya da
demirden yapay suratlarýyla, bir zamanlar insanýn ne olduðuna iliþkin artýk deðerden
düþmüþ bir görüntü uyandýrmaya çalýþýyorlardý kendi kendilerine. Bu vasat putlar
koyu bir göðün altýnda yaþamdan yoksun köþe baþlarýnda taht kurmuþlardý, bu
duyarsýz kaba biçimler içine girdiðimiz duraðan evreni ya da en azýndan bu evrenin son
durumunu, vebanýn, taþýn ve gecenin sonunda her sesi susturacaðý bir mezarlýðýn
düzenini simgeliyordu.
158
taksinin içine doluþuyordu. Bir çeyrek saat sonra evine dönmüþ oluyordu.
Böylece her þey gerçekten en hýzlý biçimde ve en az riskle olup bitiyordu. Ve kuþkusuz,
en azýndan baþlangýçta, ailelerin içten gelen duygularýnýn incindiði açýktý. Ama veba
döneminde bu gibi düþüncelerin dikkate alýnmasý artýk olanaksýzdý: Her þey etkili
çözüm uðruna feda ediliyordu. Kaldý ki, eðer baþlangýçta, halkýn morali bu gibi
iþlemlerle bozulduysa çünkü usulünce gömülme isteði sanýldýðýndan daha da
yaygýndýr çok geçmeden, þans eseri, erzak sorunu ciddileþti ve kentlilerin dikkati
daha güncel uðraþlara çevrildi. Yemek yemek istiyorlarsa girilecek kuyruklar, yapýlacak
baþvurular, doldurulacak kâðýtlarla iþleri baþýndan aþkýn insanlar, çevrelerindeki baþka
insanlarýn nasýl gömüldüðünü ve bir gün kendilerinin nasýl öleceðim düþünmez oldular.
Böylece, acý olmasý gereken bu maddi sýkýntýlar sonradan bir iyiliðe dönüþtü. Ve daha
önce gördüðümüz gibi, eðer salgýn yaygýnlaþmasaydý, her þey çok
iyi olacaktý.
Tüm bu iþlemler için personel gerekliydi ve hep personel eksikliðiyle karþý karþýya
kalýnýyordu. Ýlkin resmi sýfatý olan, sonradan da hiçbir þeyi göz önüne almadan
görevlendirilen bu hastabakýcý ve mezarcýlarýn çoðu vebadan öldüler. Ne önlem
alýnýrsa alýnsýn hastalýk er ya da geç ortaya çýkýyordu. Ama iyi düþününce, en
þaþýrtýcý olan, tüm salgýn boyunca bu iþi yerine getirenlerin eksik olmamasýydý. Kritik
dönem vebanýn doruk noktaya týrmanmasýndan az önce yaþandý ve o zaman Doktor
Rieux'nün kaygýlan haklý çýktý. Ne kadrolar, ne de onun aðýr iþler dediði görev-
160
ler için insan gücü yetmez oldu. Ancak vebanýn gerçek anlamda tüm kenti ele geçirdiði
andan baþlayarak, hastalýðýn bu uç noktaya ulaþmasý epey elveriþli koþullan da
beraberinde getirdi, çünkü bu koþullar tüm ekonomik yaþamý altüst etti ve böylece
önemli sayýda insanýn iþsiz kalmasýna yol açtý. Çoðu durumda, iþsizler kadrolarý
doldurmuyordu ama kaba iþler için kolaylýk saðlýyorlardý. O andan baþlayarak,
gerçekten de sefaletin korkudan baskýn çýktýðý görüldü, çünkü iþe ödenen para risk
oranýna göre saptanýyordu. Saðlýk hizmet birimlerinin elinde bir baþvuru listesi
oluþmuþtu ve herhangi bir kiþiye gerek duyulur duyulmaz listenin baþýndakilere haber
veriliyordu, onlar da eðer o arada görev alacak durumdalarsa, koþa koþa iþbaþý
yapýyorlardý. Böylece, müebbet ya da belli bir süreye mahkûm olmuþ tutuklularý bu iþte
kullanmak konusunda uzun süre kararsýz kalan vali o son çözüme varýlmasýný
engellemiþ oldu. Ýþsizler oldukça, beklenmesinden yanaydý.
Veba
Yine de daha sonra, baþka çözümler bulmak ve i§i daha geniþ tutmak gerekti. Bir valilik
emriyle devletin süresiz olarak halka verdiði topraklara el kondu ve ölülerden kalan ne
varsa büyük fýrýnlara doðru yola çýktý. Bir süre sonra da vebadan ölenlerin de
yakýlmasý gerekti. Ama bu iþ için kentin doðusunda, sýnýrlarýn dýþýnda kalan çöp
yakma fýrýnýnýn kullanýlmasý gerekti. Gözcü nöbetçiler daha uzaða yerleþtirildi ve bir
belediye görevlisi þimdi kullanýlmayan, bir zamanlar kýyýya ulaþýmý saðlayan
tramvaylarý kullanmayý önererek yetkililerin iþini büyük ölçüde kolaylaþtýrdý. Bunun
için, yedek ve çekici arabalarýn oturma yerleri kaldýrýlarak içleri hazýrlandý ve tramvay
yolunu fýrýna çevirerek yeni hattýn merkezi oluþturuldu.
Ve tüm yaz sonu boyunca, týpký sonbahar yaðmurlarýnýn ortasýnda olduðu gibi, kýyý
þeridi, her gece yarýsý yol-cusuz garip tramvay konvoylarýnýn denizin üzerine doðru
sarsýla sarsýla geçtiðine tanýk olundu. Kentliler bunun ne olduðunu sonunda öðrendiler.
Kýyý þeridine geçiþi yasaklayan polis güçlerine karþýn insanlar sýk sýk, grup halinde
dalgalarýn üzerine doðru inen kayalýklara gizlice týrmanmayý ve tramvaylar geçerken
arabalarýn içine çiçekler atmayý baþardýlar. Yaz gecesinde çiçek ve ölülerle yüklü
araçlarýn sarsýla sarsýla gittiði duyuluyordu böylece.
Ama her durumda, ilk günler sabaha karþý, yoðun ve mide bulandýrýcý bir duman
kentin doðu semtleri üzerinde dolaþýyordu. Doktorlarýn düþüncesine göre, ne kadar
berbat da olsalar bu kokular kimseye zarar veremezdi. Ancak bu semtlerde oturanlar, bu
yoldan vebanýn gökten üzerlerine çöktüðü inancýyla çok geçmeden buralarý býrakýp
gideceklerini söyleyerek tehditte bulundular, sonunda dumanlar çok karmaþýk bir kanal
sistemiyle baþka yöne çevirmek zorunda kalýndý ve burada oturanlar Sakinleþti.
Yalnýzca þiddetli rüzgârlar sýrasýnda doðudan gelen belli
162
belirsiz bir koku onlara yeni bir düzen içinde yaþadýklarýný ve veba alevlerinin her
akþam onlarýn haracýný yuttuðunu
anýmsatýyordu.
164
duygularý yoktu. Herkes tekdüze duygular içindeydi. "Artýk bunun sonu gelmeli,"
diyordu yurttaþlarýmýz, çünkü felaket zamanýnda ortak acýlarýn son bulmasýný dilemek
normaldir ve onlar gerçekten de bunun son bulmasýný diliyorlardý. Ama tüm bunlarý
abartýsýz, ya da baþlangýçtaki burukluk duygusuyla ve hâlâ bizim için kesinliði bulunan
tek tuk bazý nedenlerle söylüyorlardý. Ýlk haftalarýn deli coþkusu, yerini bir çöküntüye
býrakmýþtý, ama bunu boyun eðiþ olarak görmek doðru olmaz, geçici bir razý olma
durumundan çok baþka bir þey deðildi.
Yurttaþlarýmýz yola gelmiþti, uyum saðlamýþlardý, öyle denir ya, çünkü baþka türlü
yapacak bir þey yoktu. Doðal olarak talihsizlik ve acýnýn getirdiði bir tutum içindeydiler,
ama býçaðýn sivri ucunu artýk hissetmiyorlardý. Kaldý ki,
örneðin Doktor Rieux talihsizliðin asýl bu olduðunu, umutsuzluða alýþmanýn
umutsuzluktan beter olduðunu düþünüyordu. Önceleri, birbirinden ayrý düþenler gerçek
anlamda talihsiz deðillerdi, onlarýn acýsýnda bir aydýnlanýþ vardý, ama o da
sönüvermiþti. Þimdi onlarý sokak köþelerinde, kafelerde ya da arkadaþ evlerinde
telaþsýz ve dalgýn görüyorduk; bakýþlarý öyle býkkýndý ki onlar sayesinde kent bir
bekleme salonuna benzemiþti. Bir mesleði olanlar iþlerini vebanýn gidiþine uygun
yapýyorlardý, titizlikle ve abartýsýzca. Herkes alçakgönüllüydü. Ýlk kez olarak,
sevdiðinden ayrý düþmüþ olanlar, uzaktaki kiþiden söz etmekten, herkesin kullandýðý
dili kullanmaktan, ayrýlýklarýný veba istatistiklerini andýran bir açýdan
deðerlendirmekten kaçýnmýyorlardý. O zamana kadar, çýlgýnlar gibi acýlarýný
toplumsal felaketten ayrý tutmuþken þimdi duygusal karmaþayý kabulleniyorlardý.
Belleksiz ve umutsuz, þimdiki zamanýn içinde yerlerini alýyorlardý. Gerçekte, onlar için
her þey þimdiye dönüþüyordu. Þunu belirtmek gerekir, veba sevme gücünü ve hatta
dostluk duygusunu herkesin elinden almýþtý. Çünkü aþkýn biraz olsun geleceðe
gereksinimi vardýr ve bizler için kýsa anlardan baþka bir þey yoktu artýk.
165Tabii ki bunlarýn hiçbiri mutlak deðildi. Çünkü bütün ayrý düþmüþ olanlarýn bu
duruma düþtükleri doðruysa eðer, hepsinin bu duruma ayný anda gelmediðini ve bu yeni
tutum içine girdikten sonra þimþek gibi ani aydýnlanmalarla geri dönüþlerin hastalarý
daha genç ve daha acý veren bir duyarlýða ittiðini de eklemek yerinde olur. Vebanýn
durmuþ olmasýyla ilgili herhangi bir tasarý oluþturduklarý þu eðlence anlarý
gerekiyordu. Durup durduk yerde ve herhangi bir rastlantý sonucu nedensiz bir
kýskançlýðýn ýsýrýðýný hissetmeleri gerekiyordu. Baþkalarý da ansýzýn yeniden
doðmuþ gibi oluyor, haftanýn bazý günlerine, doðallýkla pazara ve cumartesi öðleden
sonrasýna özgü uyuþukluktan sýyrýlýyordu, çünkü bugünler uzaktaki kiþinin olduðu
dönemde yapýlan bazý törenlere ayrýlmýþtý. Ya da gün bitiminde kendilerim saran bir
melankoli her zaman doðru çýkmasa da, belleklerinin geri döneceðini onlara
duyuruyordu. Ýnananlarýn vicdanlarýyla hesaplaþtýklarý saat olan akþamýn bu saati,
boþluktan baþka sorgulayacak hiçbir þeyi olmayan tutsak ya da sürgün kiþiye zor gelirdi.
Onlarý kýsa bir süre kendine baðlardý, sonra bu insanlar yeniden uyuþukluðun içine geri
döner, vebanýn dört duvarý arasýnda sýkýþýp kalýrlardý.
oluyordu. Aslýnda zaten uyuyorlardý ve tüm bu zaman uzun sürmüþ bir uykudan baþka
bir þey deðildi. Kent ayakta uyuyanlarla dolmuþtu, görünüþte kapanmýþ olan
yaralarýnýn açýldýðý gecelerde,
dönülüyordu.
Peki bu sevdiðinden ayrý düþmüþ insanlar neye benziyordu, diye sorulabilir. Eh, bunun
yanýtý basit; hiçbir þeye benzemiyorlardý. Ya da, þöyle de diyebiliriz, herkes gibiydiler,
tümüyle genele uygun bir havalan vardý. Kentin sessizliðini ve çocuksu heyecanlarýný
paylaþýyorlardý. Soðukkanlý görünüme bürünerek, eleþtirel bakýþlarýný yitiriyor-lardý.
Örneðin, aralarýnda en zeki olanlarýn, herkes gibi gazetelerde ya da radyo
programlarýnda vebanýn çabuk bir sona ulaþtýðýna inanma nedenleri arýyormuþ gibi
yapmalarýna ve görünüþte düþsel umutlara kapýlmalarýna ya da bir gazetecinin can
sýkýntýsýyla biraz çalakalem yazdýðý düþünceleri okurken gereksiz korkular
hissetmelerine tanýk olunuyordu. Bunun dýþýnda, týpký baþkalarý gibi, biralarýný içiyor
ya da hastalarýný tedavi ediyorlar; tembellik ediyor ya da tükeniyorlar; fiþleri
sýnýflandýrýyor ya da plak çalýp duruyorlardý. Veba deðer yargýlarýný ortadan
kaldýrmýþtý. Bu da kimsenin giysilerin ya da satýn alýnan yiyeceklerin kalitesiyle
ilgilenmemesinden anlaþýlýyordu.
Son olarak, sevdiðinden ayrý düþmüþ kiþilerin baþlangýçta kendilerini koruyan o tuhaf
ayrýcalýklarý artýk yoktu denilebilir. Aþka özgü bencillik ve bundan saðladýklarý yarar
ellerinden gitmiþti. En azýndan, þimdi durum açýk seçikti, felaket herkesi
ilgilendiriyordu. Kent kapýlarýnda çýnlayan bozuk seslerin, yaþamýmýzýn ya da
ölülerimizin üzerlerine inen damgalarýn ortasýnda, aþaðýlýk ama kaydedilen bir ölüme
yazgýlý, yangýnlarýn ve fiþlerin, terörün ve formalitelerin ortasýnda, ürkütücü dumanlar
ve sakin ambulans sirenleri arasýnda hepimiz ayný sürgün ekmeðiyle besleniyor, farkýna
varmadan, ayný sarsýcý birlik ve barýþý
Hangi durum olursa olsun, kentimizde yakýnlarýndan ayrý düþmüþ kiþilerin içinde
bulunduðu durumla ilgili ke-sýn bir fikir edinmek istendiðini düþünürsek, erkekler ve
kadýnlar sokaklara dökülürken, aðaçsýz kentin üzerine men þu altýn renkli ve toza
bulanmýþ sonsuz geceleri yeni-den anmak gerekir. Çünkü, tuhaf bir biçimde, tüm kentle-
rin dili olan araç ve makine gürültülerinin yokluðunda güneþin henüz çekilmediði
teraslara doðru yalnýzca sessiz adýmlardan ve fýsýltýlardan oluþmuþ bir uðultu,
aðýrlaþmýþ göðün altýnda felaketin ýslýðýna adýmlarýný uydurmuþ bin-lerce sancýlý
ayak sürüme ve son olarak, boðucu ve bitmeli bilmez bir gidiþ geliþin sesi yükseliyordu;
bu uðultular! kentimizi yavaþ yavaþ dolduruyor ve o sýrada yüreklerimizde aþkýn yerini
tutan kör inadýn en gerçeðe baðlý ve en hüzünlü sesi oluyordu.
168Eylül ve ekim aylarý boyunca veba kentin üzerine çöktü. Binlerce insan bitip
tükenmek bilmeyen haftalar boyunca oradan oraya gidip gelmeyi sürdürdüler. Buhar,
sýcak ve yaðmur gökyüzünde birbirini izledi. Güneyden gelen sýðýrcýk ve ardýç kuþlarý
sessiz sürüler halinde çok yükseklerden geçtiler, sanki Paneloux'nun felaketi anlatýrken
sözünü ettiði o evlerin üzerinde tiz bir ses çýkararak dönen garip tahta parçasý onlarýn
kente yaklaþmalarýný en-gelliyormuþçasýna þöyle bir dolanýp gittiler. Ekim baþýnda
þiddetli yaðmurlar kenti süpürdü. Ve tüm bu süre boyunca, bu sonsuz gidip gelmelerin
dýþýnda önemli hiçbir þey olmadý.
Vebanýn gerekli kýldýðý hesaplan sürdüren Grand hastalýkla ilgili genel sonuçlarý
belirtemezdi kuþkusuz. Gözle görülür biçimde yorgunluða dayanýklý olan Tarrou, Ram-
bert ve Rieux'nün tersine onun saðlýðý hiçbir zaman iyi olmamýþtý. Oysa belediyedeki
yardýmcý kadrosundaki görevleri, Rieux'nün sekreterliði ve gece sürdürdüðü
çalýþmalarý üst üste yüklenmiþti. Onu sürekli bir bitkinlik içinde görebilirdiniz; vebadan
sonra en azýndan bir hafta tam bir tatil yapmak ve o zaman elindeki iþi, 'þapka
çýkarttýrma'yý baþarmak için çalýþmak gibi iki üç sabit fikirle ayakta duruyordu.
Ansýzýn duygusallaþtýðý oluyor ve böyle zamanlarda hiç çekinmeden Rieux'ye Jeanne'ý
anlatýyor, onun tam o anda nerede olabileceðini ve gazeteleri okuyorsa eðer kendisini
merak edip etmediðini merak ediyordu. Ýþte bir gün onunlayken Rieux, en sýradan bir
ses tonuyla kendi karýsýndan söz ettiðini görünce þaþýrýp kaldý, o zamana kadar hiç
böyle bir þey yapmamýþtý. Karýsýndan gelen hep ayný rahatlatýcý telgraflara güvenmek
gerektiðinden emin olmadýðý için karýsýnýn bakým gördüðü baþhekime kablolu telgraf
çekmeye karar vermiþti. Yanýt olarak hastanýn durumunun aðýrlaþtýðý bildiriliyor ve
hastalýðýn ilerlemesini engellemek için her þeyin yapýlacaðý konusunda güvence
veriliyordu. Rieux bu haberi kimseye duyurmamýþtý ve yorgunluk dýþýnda hangi
nedenle bu konuyu Grand'a açtýðýný anlayamýyordu. Belediye memuru ona Jeanne'dan
söz ettikten sonra ona karýsýyla ilgili sorular sormuþtu. Rieux
172
yetinmiþti.
Ötekiler de ayný durumdaydý. Tarrou daha iyi direniyordu ancak, onun derin meraký
azalmadýysa da zenginliðini yitirdiði defterlerden anlaþýlýyor. Gerçekten de tüm bu süre
içinde, görünüþte Cottard'dan baþkasýyla ilgilenmiyordu. Hotel karantina merkezine
dönüþtürüldükten sonra evine yerleþtiði Rieux'de akþamlan Grand'ýn ya da doktorun
verdiði sonuçlarý pek dinlemiyordu bile. Konuþmayý hemen Oran yaþantýsýna iliþkin
ufak ayrýntýlara çekiyor, genelde bunlarla ilgileniyordu.
Castel'e gelince, serumun hazýr olduðunu doktora haber vermeye geldiði gün, hastaneye
yeni kaldýrýlan ve Rieux'ye göre durumu umutsuz olan Mösyö Othon'un oðlu üzerinde
ilk denemenin yapýlmasýný kararlaþtýrdýktan sonra, doktor eski dostuna son istatistikleri
veriyordu ki karþýsýndakinin koltuðuna gömülüp derin bir uykuya dalmýþ olduðunu fark
etti. Ansýzýn bastýran uykunun etkisiyle, aralanmýþ dudaklarýnýn kenarýnda birikmiþ
ince bir tükürük çizgisinin yýpranmýþlýðý ve yaþlýlýðý açýða vurduðu bu her zaman
yumuþak ve alaycý bir ifadeyle sürekli bir gençlik taþýyan suratýn karþýsýnda Rieux
boðazýnýn düðümlendiðini hissetti.
173günlük onun hâlâ koruduðu hayallerini elinden alýyordu. Çünkü sonunu göremediði
bir dönem boyunca kendi rolünün artýk insanlarý iyileþtirmek olmadýðýný biliyordu.
Onun rolü taný koymaktý. Bulgulamak, görmek, betimlemek, kayýt etmek, sonra
mahkûm etmek, iþi buydu. Erkeklerin eþleri onu bileðinden tutup haykýrýyorlardý: "Onu
yaþatýn!" Ama o yaþatmak için orada deðildi, tecrit iþlemini buyurmak için oradaydý. O
zaman bu yüzlerde okuduðu nefret ne iþe yarardý ki? "Kalpsizsiniz," denmiþti bir gün
kendisine. Ama hayýr, onun bir kalbi vardý. Onun, yaþamak için dünyaya gelmiþ
insanlarýn her gün ölmesini gördüðü yirmi saate katlanmasýna yarýyordu. Onun, her gün
her þeye yeni baþtan baþlamasýna yarýyordu. Bundan böyle yalnýzca bu kadarlýk bir
yüreði vardý. Bu yürek nasýl olur da yaþam verebilirdi?
Hayýr, gün boyu daðýttýðý yardým deðil, bilgiydi. Böyle bir þey insanlýk mesleði diye
adlandýrýlamazdý tabii ki. Ama, her þey bir yana, korku içinde ve hastalýðýn kýrýp
geçirdiði bu insanlar arasýnda kimin insanlýk mesleðini yapmasýna izin verilmiþti ki?
Ýyi ki yorgunluk vardý. Rieux daha az yorgun olsa, kentte her yere yayýlmýþ þu ölüm
kokusu onu duygusallýða itebilirdi. Ama insan yalnýzca dört saat uyku uyursa duygusal
olamaz. Olaylarý olduðu gibi görür, yani adaletin, o iðrenç ve gülünç adaletin gözüyle
görür. Ötekilerse, mahkûm olanlar, onlar da bunu hissediyorlardý. Vebadan önce onu bir
kurtarýcý gibi görmüþlerdi. Üç hap ve bir þýrýngayla her þeyi düzeltecekti; koridorlar
boyunca onun yanýnda yürürken kolunu sýkýca tutuyorlardý. Bu, insaný þýmartan bir
þeydi, ama tehlikeliydi de. Þimdiyse, tersine, yanýnda askerlerle onlarýn karþýsýna
çýkýyordu ve ailenin kapýyý açmaya karar vermesi için dipçik darbeleri gerekiyordu.
Onu da, tüm insanlýðý da yanlarýnda ölüme sürüklemek isterlerdi. Ah! Ýnsanýn
insandan vazgeçemediði nasýl da doðruydu; onun da þu talihsiz insanlar kadar çaresiz
olduðu ve yanlarýndan ayrýlýrken içini titre-
174
ti.
ti.
O sonu gelmez haftalar boyunca, kendi ayrýlýk duru-muyla ilgili düþündüklerinin yaný
sýra, Doktor Rieux'nün aklýný karýþtýran düþünceler iþte en azýndan bunlardý. Bir de
arkadaþlarýnýn yüzünde okuduðu düþünceler. Ama bu felakete karþý savaþanlarý yavaþ
yavaþ ele geçiren yýpranmanýn en tehlikeli etkisi, dýþ olaylara karþý kayýtsýzlýk
duymalarý deðil, kendilerini bir boþ vermiþliðe býrakmalarýydý. Çünkü hepsi kesinlikle
zorunlu olan ve onlara hep güçlerinin üzerinde gibi gelen eylemlerden kaçýnma eðilimi
taþýyordu. Böylece insanlar kendi önerdikleri saðlýk koþullarýný giderek daha fazla
ihmal etmeye, kendi kendilerine uygulamalarý gereken çok sayýda mikrop öldürücü
Yine de kentte rahatlýk duygusunun canlý görüntüsü olarak beliren bir adam vardý, ne
yorgunluktan tükenmiþ, ne de cesaretini yitirmiþti. Cottard'dý bu. Bir kenarda kalmayý
sürdürüyor, bir yandan da ötekilerle iliþkilerini yürütüyordu. Ancak Tarrou'nun iþi el
verdiðince onu görmeye geliyordu, çünkü Tarrou bir yandan onun durumunu iyi
biliyordu, öte yandan da, bu küçük rant sahibine deðiþmez bir içtenlikle davranýyordu.
Bu sonsuz bir mucizeydi, ama çok çalýþmasýna karþýn Tarrou hep iyilik dolu ve özenli
davranýyordu. Hatta bazý geceler yorgunluðun aðýrlýðý altýnda ezilse bile ertesi gün
yeni bir enerji buluyordu. "Onunla konuþulabilir," demiþti Cottard, Ram-bert'e, "çünkü o
bir insan. Sizi hep anlýyor." Ýþte bu ne-
176
ni þu türden hoþgörülü ve anlayýþlý bir rahatlýk içinde ele almakta haklýydý: 'Siz
konuþup durun, ben sizden önce
bunlarý yaþadým.'
"Baþkalarýndan ayrýlmamanýn tek yolu her þeyden öte, iyi bir bilince sahip olmaktýr,
dedim ama boþuna, bana kötü kötü baktý ve þöyle dedi: 'O zaman, bu hesaba göre, kimse
kimsenin yanýnda deðildir.' Sonra: 'Haydi, ben böyle söylüyorum. Ýnsanlarý bir araya
getirmenin tek yolu onlara veba yollamaktýr. Þöyle bir bakýn çevrenize.' Ve gerçekte, ne
söylemek istediðini ve þimdiki yaþantýnýn ona ne kadar rahat gelebileceðini tam olarak
anlayamýyorum. O zaman, nasýl olur da bir zamanlar kendi gösterdiði tepkileri
görmezden gelebilir; her kiþinin herkesi yanýnda tutma giriþimini; yolunu þaþýrmýþ bir
kiþiye bazen yardým etme zorunluluðu ve eskiden ona gösterilen kabalýðý; insanlarýn
lüks lokantalara koþuþturmalarýný, orada bulunmaktan ve orada oyalanmaktan
duyduklarý doygunluk duygusunu; her gün sinemada kuyruða giren, tüm gösteri
salonlarýný hatta dans salonlarýný dolduran, halka açýk her yere kabarmýþ deli bir dalga
gibi yayýlan o daðýnýk kalabalýðý; her tür temasta geri kaçmayý, yine de dirsek dirseðe
insanlarý, cinsleri birbirine iten 'o insan sýcaklýðýna duyulan açlýðý? Cottard onlardan
önce bunlarý yaþadý, orasý kesin. Kadýnlar dýþýnda, çünkü o suratla... Üstelik kendini
sokak kadýnlarýna gitmeye hazýr hissettiðinde bunu yapmaktan vazgeçtiðini sanýyorum,
çünkü böyle uygunsuz bir davranýþýn sonradan kendisine zarar vereceðini düþünmüþ
olabilir.
"Sonuç olarak veba ona iyi geldi. Yalnýz ve yalnýzlýðý istemeyen bir adamken onu
kendine suç ortaðý yapmýþtý. Çünkü gözle görünür biçimde o bir suç ortaðý ve bunun
keyfini çýkaran bir ortak. Gördüðü her þeye suç ortaklýðý ediyordu: Boþ inançlara, boþ
korkulara, þu diken üstünde yaþayan ruhlarýn alýnganlýklarýna; onlarýn vebadan
olabildiðince az söz etme saplantýsýna ve buna karþý koyamayýþ-larýna; hastalýðýn baþ
aðrýlarýyla baþladýðýný öðrendiklerinden beri en ufak bir baþ aðrýsýnda dehþetle
þaþkýnlýða düþ-
Akþamlarý Tarrou'nun sýk sýk Cottard'la çýktýðý oluyordu. Sonra not defterlerinde,
günbatýmlarýnýn ya da gecelerin o karanlýk kalabalýðýna, lambalarýn ara ara seyrek
parýltýlarla aydýnlattýðý beyaz ve kara bir kütlenin içine, omuz omuza vererek nasýl
daldýklarýný ve insanlarýn sürü halinde, vebanýn soðukluðuna yakalanmamak için uzak
durmalarý gereken sýcak zevklere kendilerinin de eþlik etmelerini anlatýyordu. Birkaç ay
önce, Cottard'ýn halka açýk yerlerde aradýðý lüks ve rahat yaþam, bir doygunluða
ulaþmaksýzýn düþlediði, yani sýnýrsýz keyif, iþte tüm bir halk þimdi bunlara
kapýlýyordu. Tüm bunlarýn fiyatý karþý konmaz biçimde artadursun, asla böylesine para
boþa harcanmamýþ, çoðunluðun en gerekli þeyleri bulamadýðý bir sýrada gereksiz
þeyler asla böylesine saçýlýp savrulmamýþtý. Her tür oyunun aylaklýðý çaðrýþtýrýr
biçimde çoðaldýðý görülüyordu, aslýnda aylaklýk gibi görünen þey iþsizlikten baþka bir
þey deðildi. Eskiden aralarýndaki baðý gizli tutmaya özen gösteren, þimdiyse,
çevrelerindeki kalabalýðý gör-meksizin, büyük tutkulara özgü o deðiþmez
umursamazlýkla, birbirlerine sýmsýký sarýlmýþ, baþka hiçbir þey düþünmeden kentin
içinde yürüyen þu çiftlerden birini Tarrou ve Cottard bazen dakikalarca izliyorlardý.
Cottard duygulanýyordu: "Ah þu neþeli insanlar!" diyordu. Ve yüksek sesle
konuþuyordu, topluca yaþanan bu hummanýn ortasýnda, çevrelerinde þýngýr þýngýr
öten krallara layýk bahþiþlerin ve gözleri önünde çevrilen entrikalarýn ortasýnda Cottard
açýldýkça açýlýyordu.
178
rou. Örneðin, elinden gelse tüm bunlarýn o kadar da korkunç olmadýðýný onlara seve
seve anlatabilirdi: "Onlarý duyuyorsunuz., dedi bana: Vebadan sonra bunu yapacaðým,
þunu yapacaðým... Sakin duracaklarý yerde varoluþlarým zehirliyorlar. Ve ellerindeki
avantajlarýn farkýnda deðiller. Acaba ben, tutuklanmamdan sonra þunu yapacaðým,
diyebilir miydim? Tutuklanma bir baþlangýçtýr, bir son deðil. Oysa veba... Ne
düþündüðümü bilmek ister misiniz? Onlar talihsiz, çünkü kendilerini olaylarýn akýþýna
býrakmýyorlar. Ve ben ne dediðimi biliyorum."
Tüm ilk perde boyunca Orpheus zorlanmadan yakýndý durdu, tunikli birkaç kadýn onun
talihsizliðini incelikle yorumladý ve ariettalarla aþkýn þarkýsý söylendi. Salon ölçülü bir
sýcaklýkla karþýlýk verdi, ikinci perdede Orpheus'un, oyunda yer almayan titremeli bir
tonu þarkýsýna katmasý ve Cehennemin efendisine gözyaþlarýna kayýtsýz kalmamasý
için yalvarmasý pek de fark edilmedi. Elinde olmadan yaptýðý bazý ani hareketler
uyanýk izleyicilere sanatçýnýn yorumuna kattýðý bir üslup özelliði gibi geldi.
180
Salonda belli bir þaþkýnlýk havasýnýn esmesi için, üçüncü perdedeki Orpheus'la
Eurydice'nin o ünlü düeti gerekti (Euridice'nin sevgilisinden kaçtý an). Ve sanki
Orpheus'u oynayan sanatçý halktan yalnýzca bu tepkiyi bekliyormuþ ve sanki parterden
gelen uðultu onun hissettiklerini doðru-luyormuþ gibi, antik kostümü içinde kollarýyla
bacaklarýný açarak gülünç bir biçimde sahnedeki rampayý çýkmak ve dekordaki çoban
yaþantýsýna iliþkin ayrýntýlarýn ortasýnda yere yýðýlmak için bu âný seçti, baþtan beri
oyunun geçtiði dönemi yansýtmayan o dekor parçalarý ilk kez izleyicinin gözünde, ilk
kez ve korkunç bir biçimde, o tarihe aykýrý niteliðine bürünüverdi. Çünkü ayný anda
orkestra sustu, parterdeki izleyiciler aðýr aðýr yerlerinden kalkmaya ve salonu
boþaltmaya baþladýlar, önceleri bir cenaze duasýndan sonra kiliseden ya da bir ölü
odasýndan çýkar gibi sessizce çýkýyorlardý, çýkarken baþlarýný eðmiþ kadýnlar
eteklerini topluyor, erkeklerse katlanýr koltuklarýn eþlerine çarpmasýný engellemek için
onlarý dirseklerinden tutarak eþlik ediyorlardý. Ama yavaþ yavaþ hareket hýzlandý,
fýsýltýlar haykýrýþlara dönüþtü ve kalabalýk çýkýþlara koþmaya ve son olarak, çýkýþta
baðýra çaðýra kapýya doðru itiþip kakýþmaya baþladý. Yalnýzca yerlerinden kalkmýþ
olan Cottard ve Tar-rou, bir zamanlar kendilerinin de yaþadýklarý bir görüntü
karþýsýnda yapayalnýz duruyorlardý: Sahne üzerinde, her yana eðilip bükülen kötü bir
oyuncu görünümüne bürünmüþ veba; salondaysa kýrmýzý koltuklarýn üzerinde
unutulmuþ yelpazeler ve dantel parçalarýnýn yansýttýðý, artýk gereksiz olmuþ bir lüks.
181Eylül ayýnýn ilk günlerinde Rambert ciddi ciddi Rieux'nün yanýnda çalýþmýþtý.
Erkek lisesinin önünde Gonzales ve iki gençle buluþacaðý gün izin istemiþti yalnýz-
ca.
O gün öðlen on ikide Gonzales ve gazeteci iki çocuðun gülerek geldiklerini gördü.
Geçen sefer bir talihsizlik olduðunu, ama böyle bir þeyi beklediklerini söylediler. O hafta
nöbet sýrasý kendilerinde deðildi zaten. Gelecek haftaya kadar sabretmek gerekiyordu. O
zaman yeniden iþe baþlayacaklardý. Rambert bu sözün doðru olduðunu söyledi. Böylece
Gonzales gelecek pazartesi buluþmalarýný önerdi. Ama bu kez Rambert'i MarcePle
Louis'nin evine yerleþtireceklerdi: "Seninle bir buluþma saati saptayacaðýz. Eðer ben
yoksam, sen doðrudan onlarýn evine gideceksin. Onlarýn nerede oturduklarýný sana
anlatacaðýz." Ama o sýrada Marcel, ya da Louis, dostlarýný þimdi oraya götürmenin en
iyisi olacaðýný söyledi. Eðer fazla müþkülpesent deðilse, dört kiþilik yemekleri vardý.
Böylece durumu görebilecekti. Gonzales bunun iyi bir fikir olduðunu söyledi ve limana
doðru indiler.
Marcel ve Louis, Marina Mahallesinin bir ucunda, kentin sahile açýlan kapýlarýna yakýn
bir yerde oturuyorlardý. Kalýn duvarlý, boyalý ahþaptan kepenkleri, çýplak ve güneþsiz
odalarý olan küçük bir Ýspanyol eviydi. Pilav vardý, çocuklarýn annesi servis
yapýyordu, güler yüzlü ve yüzü kýrýþýklarla dolu yaþlý bir Ýspanyoldu. Gonzales
þaþýrdý, çünkü kentte pirinç bulunmuyordu. "Kent kapýlarýnda bu iþleri ayarlýyoruz,"
dedi Marcel. Rambert yiyip içiyordu, Gonzales onun gerçek bir dost olduðunu söylerken
gazete-
182
sayýsýný azaltmak için nöbet sýrasý iki haftaya çýkarýldý. Ve on beþ gün boyunca
Rambert kendini sakýnmaksýzýn, hiç durmadan, sabahýn ilk ýþýklarýndan akþama
kadar, bir bakýma gözü kapalý çalýþtý durdu. Gece geç saatte yatýyor ve derin bir
uykuya dalýyordu. Tembellikten insaný tüketen bir didinmeye böyle ani bir geçiþ onu
hemen hemen hayalsiz ve güçsüz býrakýyordu. Yakýnda gerçekleþecek olan kaçýþýndan
fazla söz etmiyordu. Tek bir önemli olay: Bir haftanýn sonunda, ilk kez doktora bir gece
önce sarhoþ olduðunu açýkladý. Bardan çýktýktan sonra, kasýklarýnýn þiþtiði ve
kollarýný koltuk altlarýndan yukarýya zor kaldýrdýðý hissine kapýlmýþtý. Aklýna veba
gelmiþti. Ýþte o zaman tek bir tepki, Rieux'yle birlikte kendisine de mantýksýz gelen o
tepkiyi duymuþtu: Kentin tepesine doðru koþmuþ, orada denizin her zaman seçilemediði
ancak göðün biraz daha iyi görüldüðü küçük bir meydandan, kenti çevreleyen duvarlarýn
üstünden karýsýna büyük bir haykýrýþla seslenmiþti. Eve döndükten sonra, bedeninde
hiçbir belirti kalmadýðýný görünce bu beklenmedik krizden pek gurur duymamýþtý.
Rieux böyle bir davranýþý çok iyi anladýðýný söyledi: "Durum ne olursa olsun, insanýn
caný böyle þeyler yapmak ister."
Rambert ayrýlýrken Rieux birden: Mösyö Othon bana sabah sizden söz etti, dedi
Rieux. Sizi tanýyýp tanýmadýðýmý sordu. "Kaçakçýlarýn bulunduðu yerlere sýk sýk
gitmemesini öðütleyin, dedi bana. Uyarýda bulundu."
Ne demek bu?
Kapýda birden geri döndü. Rieux onun vebanýn baþlangýcýndan beri ilk kez
gülümsediðini gördü.
Rýeux'nün ise ona karþý ileri sürecek savlarý olmadýðýný söyledi. Bu konuda neyin iyi,
neyin kötü olduðuna karar veremeyeceðini söyledi.
Ertesi gün, baþka bir þeyden artýk söz etmediler, ancak birlikte çalýþtýlar. Ertesi hafta,
Rambert küçük Ýspanyol evine yerleþmiþti. Ortak oturma odasýnda ona bir yatak
yapmýþlardý. Gençler yemeðe dönmediklerinden ve ondan evden olabildiðince az
çýkmasýný rica ettiklerinden çoðunlukla orada tek baþýna yaþýyor, ya da yaþlý anneyle
sohbet ediyordu. Kuru ve hareketli bir kadýndý, siyahlar giyiyordu, tertemiz beyaz
saçlarýnýn altýnda esmer ve kýrýþ kýrýþ bir yüzü vardý. Sessiz sedasýz duruyor,
Rambert'e baktýðýnda gözlerinin içiyle gülümsüyordu.
Bazen ona, karýsýna veba taþýmaktan korkup korkmadýðýný soruyordu. O ise bunun,
ufacýk bile olsa denenmesi gereken bir þans olduðunu, oysa kentte kalmakla ikisinin de
sonsuza kadar ayrý kalma riskini göze aldýklarýný söylüyordu.
- Çok kibar.
- Güzel mi?
Sanýyorum.
Tanrýya inanmýyor musunuz? diyordu her sabah ayine giden yaþlý kadýn.
184
nedenle, dedi,
ne kalýr?
Çarþamba günü Marcel, "Yarýn akþam, gece yarýsý. Hazýr ol!" diyerek döndü. Onlarla
birlikte nöbet tutan iki adamdan birisi vebaya yakalanmýþ ve onunla ayný odayý
paylaþan ötekisi gözlem altýna alýnmýþtý. Böylece iki üç gün Marcel ve Louis yalnýz
kalacaklardý. Gece boyunca son ayrýntýlarý yoluna koyacaklardý. Ertesi gün iþ
hallolabi-lecekti. Rambert teþekkür etti. "Memnun musunuz?" diye sordu yaþlý kadýn.
Memnun olduðunu düþündü, ama baþka
Ertesi gün, aðýr bir göðün altýnda nemli ve boðucu bir sýcak vardý. Vebayla ilgili
haberler kötüydü. Yine de yaþlý Ýspanyol kadýn soðukkanlýlýðýný koruyordu.
"Dünyada günah var," diyordu. "O zaman, böyle olur iþte!" Marcel ve Louis gibi
Rambert'in de üstü çýplaktý. Ama ne yaparsa yapsýn, omuzlarýnýn arasýndan ve
göðsünden ter akýyordu. Kepenkleri kapalý evin yarý gölgesinde esmer ve parlak erkek
gövdeleri görülüyordu. Rambert konuþmadan dört dönüyordu. Birden, akþamüstü saat
dörtte giyindi ve dýþarý
çýkacaðýný söyledi.
þey yolunda.
Rambert doktorun evine gitti. Rieux'nün annesi, onu kentin yukarý bölgesindeki
hastanede bulacaðýný söyledi. Nöbetçi birliðinin önünde ayný kalabalýk dönüp duruyor-
185du. "Daðýlýn!" diyordu patlak gözlü bir çavuþ. Ötekiler de daðýlýyordu, ama daireyi
bozmadan. "Bekleyecek hiçbir þey yok," diyordu ceketinden ter fýþkýran çavuþ. Ötekiler
de bu düþüncedeydi, ama öldürücü sýcaða karþýn yine de bir yere ayrýlmýyorlardý.
Rambert geçiþ belgesini çavuþa gösterdi, o da Tar-rou'nun bürosunu iþaret etti. Büronun
kapýsý avluya bakýyordu. Bürodan çýkan Rahip Paneloux'yla karþýlaþtý.
ilaç ve ýslak çarþaf kokan, küçük, beyaz, pis bir odada Tarrou siyah ahþap çalýþma
masasýnýn baþýnda, gömleðinin kollarýný sývamýþ, bir mendille dirseðinin içinde
birikmiþ teri kuruluyordu.
- Niçin?
Güzel fiþler, deðil mi? Yoo, bunlar gece ölenler. Alný çukurlaþmýþtý. Fiþ tomarýný
topladý.
Artýk yapabildiðimiz tek þey var, kayýt tutmak. Tarrou masadan destek alarak ayaða
kalktý.
186
Özür dilerim.
- Sorun bu deðil, dedi Rambert sýkýntýyla. Ve durdu. Tarrou ona baktý ve birdenbire
ona gülümsedi.
Bir akvaryum ýþýðýnýn yayýldýðý, açýk yeþile boyanmýþ duvarlý küçük koridoru
izlediler. Gerisinde tuhaf hareketler eden karaltýlarýn seçildiði camlý kapýya gelmeden
tam önce Tarrou Rambert'ý tüm duvarlarý dolaplarla kaplý, küçük bir odaya soktu.
Dolaplardan birini açtý, bir steriliza-törden iki gazlý bezli maske çýkardý, birini Rambert'
e uzattý ve aðzýný örtmesini istedi. Gazeteci bunun bir iþe yarayýp yaramadýðýný sordu,
Tarrou iþe yaramadýðýný ancak baþkalarýna güven verdiðini söyledi.
Camlý kapýyý ittiler. Mevsime karþýn pencereleri sýmsýký kapalý, geniþ bir koðuþtu.
Duvarlarýn tepesinde, havayý tazeleyen aletler výnlýyordu, eðik pervaneler iki sýra
halinde dizili gri yataklarýn üzerinde basýk ve iyice sýcak havayý karýþtýrýyordu. Her
taraftan boðuk ve tiz iniltiler tekdüze bir sýzlanma halinde yükseliyordu. Beyazlar giymiþ
insanlar parmaklýklarla çevrili yüksek pencerelerden dökülen acýmasýz ýþýðýn içinde
aðýr aðýr hareket ediyorlardý. Rambert koðuþun korkunç sýcaðýnda kendini rahatsýz
hissetti ve inleyen bir karaltýnýn üzerine eðilmiþ Rieux'yü tanýmakta güçlük çekti.
Doktor yataðýn yanýnda iki hastabakýcýnýn, kollarýndan ve bacaklarýndan tuttuðu
hastanýn kasýklarýný yarýyordu. Doðrulduðunda bir yardýmcýnýn ona uzattýðý tasa
aletlerini býraktý ve pansumaný yapýlmakta olan hastaya bakarak bir an kýmýldamadan
durdu. Yeni haber var mý? dedi yaklaþan Tarrou'ya. - Paneloux karantina merkezinde
Rambert'in yerini almayý kabul etti. Zaten çok çalýþtý. Rambert'siz üçüncü denetim
ekibini toplamak gerekecek.
Tarrou gidiþin bu akþam gece yarýsý olacaðýný söyledi Rambert de ekledi: "Ýlkece."
Aralarýndan biri her konuþtuðunda gazlý bezden maske þiþiyor ve aðýz bölgesinde
ýslanýyordu. Bu, söyleþiyi biraz geçekdýþý kýlýyordu, sanki heykellerin diyalogu gibi.
Bir süre sonra Rambert ve Rieux doktorun arabasýnýn arka koltuðunda oturuyorlardý.
Arabayý Tarrou sürüyordu.
Tarrou ses çýkarmadý. Arabayý sürüyordu. Rieux yorgunluktan sýyrýlacak gibi deðildi.
Evet, dedi Rambert, ama tek baþýna mutlu olmakta utanýlacak bir yan vardýr.
188
O âna kadar susmuþ olan Tarrou baþýný onlara çevirmeden, eðer Rambert insanlarýn
mutsuzluðunu paylaþmak istiyorsa, artýk mutluluða zaman bulamayacaðýna dikkati
çekti. Bir seçim yapmak gerekiyordu.
Sorun bu deðil, dedi Rambert. Her zaman bu kentin yabancýsý olduðumu ve sizlerle
yapabileceðim hiçbir þeyin olmadýðýný düþündüm. Ama þimdi göreceðimi gördüm,
buralý olduðumu biliyorum, istesem de istemesem de. Bu olay hepimizi ilgilendiriyor.
gibi oldu.
Siz zaten bunu biliyorsunuz! Yoksa þu hastanede ne yapardýnýz? Peki siz seçim mi
yaptýnýz, mutluluðu mu
reddettiniz?
sessizlik oldu, doktorun evine yaklaþana deðin sürdü. Ve Rambert yine son sorusunu,
daha da güçlü bir biçimde sordu. Ve yalnýzca Rieux ona doðru döndü. Bir çabayla
yerinde doðruldu:
Arabanýn birden yön deðiþtirmesiyle sustular. Sonra önüne bakarak yeniden sözü
sürdürdü:
Oldu iþte, hepsi bu, dedi bezginlikle. Kayda geçirelim ve sonuçlar çýkaralým.
Sizi görmeye gelmeden önce bir not yollamýþtým, dedi bir gayretle.
190
Ekim ayýnýn ancak son günlerinde Castel'in serumu denendi. Pratikte bu, Rýeux'nün son
umuduydu. Rieux yeni bir baþarýsýzlýðýn kenti hastalýðýn kaprislerine teslim edeceðine
inanýyordu, ya salgýn daha aylarca etkisini sürdürecek, ya da bir neden olmaksýzýn
duracaktý.
Castel'in Rieux'yü ziyarete gelmesinden bir gün önce Mösyö Othon'un oðlu hastalanmýþ
ve tüm aile karantinaya alýnmak zorunda kalmýþtý. Kýsa bir süre önce karantinadan
çýkmýþ olan anne böylece ikinci kez tecrit ediliyordu. Saptanan kurallara saygýlý olan
yargýç çocuðun vücudunda hastalýk belirtileri görür görmez Doktor Rieux'yü
çaðýrmýþtý. Rieux geldiðinde babayla anne yataðýn ayakucunda ayakta duruyorlardý.
Küçük kýz uzaklaþtýrýlmýþtý. Çocuk umutsuz durumdaydý, muayeneye ses çýkarmadý.
Doktor baþýný kaldýrdýðýnda, yargýcýn gerisinde duran, aðzýný mendille kapatmýþ ve
açýlmýþ'gözlerle doktorun hareketlerini izleyen annenin solgun yüzü ve yargýcýn
bakýþýyla karþýlaþtý.
Evet, diye yanýtladý Rieux yeniden çocuða bakarak. Annenin gözleri büyüdü, ancak
suskunluðunu bozmuyordu. Yargýç da susuyordu, sonra daha alçak bir sesle:
edebilirsem.
tým.
Onlardan ayrýlmadan önce, Rieux bir þeye gereksinimleri olup olmadýðýný sormaktan
kendini alamadý. Kadýn sessizliðim bozmadan ona bakýyordu. Ancak bu kez yargýç
bakýþlarýný kaçýrdý.
rýn.
Baþlangýçta basit bir formaliteden baþka bir þey olmayan karantinayý Rieux ve Rambert
son derece ciddi bir biçimde yürütüyordu. Özellikle de bir ailenin üyelerinin
birbirlerinden ayrý olarak tecrit edilmesine özen gösteriyorlardý. Eðer ailenin bir üyesi
bilmeden mikrop kapmýþ-sa, hastalýðýn yayýlma olasýlýðýný artýrmamak gerekiyordu.
Rieux bu gerekçeleri yargýca anlattý, o da bunlarý doðru buldu. Öte yandan, karýsýyla
birbirlerine öyle bir bakýyorlardý ki, doktor bu ayrýlýðýn onlarý ne derece zorda
býraktýðýný hissetti. Madam Othon ve küçük kýzý, Rambert'in yönettiði karantinaya
ayrýlan otele yerleþtirilebildiler. Ama karayollarýnýn saðladýðý çadýrlar sayesinde
valiliðin belediye statýnda kurmakta olduðu tecrit kampý dýþýnda sorgu yargýcýna yer
yoktu. Rieux bu durumdan ötürü özür dileri ama Mösyö Othon herkes için tek bir kuralýn
geçerli olduðunu ve buna uymanýn doðru olacaðýný söyledi.
Çocuða gelince, ek hastaneye, on tane yataðýn yerleþtirildiði eski bir sýnýfa götürüldü.
Yirmi saat kadar sonra Rieux durumunun umutsuz olduðu sonucuna vardý. Enfeksiyon
hiç tepki göstermeyen küçük bedeni kemirýyor-du. Yeni yeni beliren küçücük aðrýlý
hýyarcýklar çocuðun güçsüz kol ve bacak eklemlerinin kýmýldamasýný engelliyordu.
Þimdiden yenik durumdaydý. Bu nedenle Rie-ux'nün aklýna Castel'in serumunu çocukta
deneme fikri geldi. O akþam yemekten sonra ilk aþýyý yaptýlar, çocuk-
192
tan hiçbir tepki gelmedi. Gün aðarýrken, ertesi gün hepsi bu önemli deneyin sonucunu
deðerlendirmek üzere çocuðun yanýna koþtular.
bakýyordu.
Doktor çocuðun inlediði yataðýn kenarýný güçlü bir biçimde sýkýyordu. Küçük
hastadan gözlerini ayýrmýyordu, ansýzýn çocuk kaskatý kesildi, diþleri yeniden
kenetlendi, vücudu biraz belden büküldü, aðýr aðýr kol ve bacaklarý iki yana açýldý.
Asker battaniyesi altýndaki küçük beden-
Tam o sýrada sanki karnýndan ýsýrýlmýþ gibi, ince bir inlemeyle çocuk yeniden iki
büklüm oluyordu. Saniyeler boyunca, nöbet titremeleri ve ürpermelerle böyle iki büklüm
kaldý, sanki zayýf gövdesi vebanýn korkunç rüzgârý altýnda bükülüyor ve ateþin
yinelenen nefesi altýnda kýrýlýp dökülüyordu. Fýrtýna geçince, biraz gevþedi, ateþi
düþer gibi oldu, dinlenmenin ölümü andýrdýðý ýslak ve zehirli bir kumsalda soluk
soluðaydý. Üçüncü kez ateþ dalgasý çocuðu sarýp onu doðrultuyordu, o sýrada cayýr
cayýr yakan korkunç alev onu yataðýn dibine doðru itti , çocuk çýlgýn gibi baþýný saða
sola çeviriyor, üstündeki örtüyü atýyordu. Alev alev gözkapaklarýndan kocaman
gözyaþlarý fýþkýrarak, kireç gibi beyaz yüzüne akmaya baþladý, krizin sonunda bitkin
bir halde, çocuk bir deri bir kemik kalmýþ bacaklarýyla kýrk sekiz saatte etleri erimiþ
kollarýný büzüþtürdü ve darmadaðýn yataðýn içinde çarmýha gerilmiþ gibi gülünç ve
acýklý bir durumda kaldý.
Tarrou eðilerek iri eliyle çocuðun yüzünde biriken teri ve gözyaþlarýný sildi. Bir süredir
Castel kitabýný kapatmýþtý ve hastayý izliyordu. Bir tümceye baþladý, ama sonunu
getirmek için öksürmek zorunda kaldý, çünkü sesi birden çatallaþmýþtý:
194
Odada ýþýk artýyordu. Öteki beþ yatakta karaltýlar sanki tasarlanmýþçasýna ölçülü
biçimde kýpýrdanýyor ve inliyordu. Odanýn öteki ucunda, tek baðýran hasta düzenli
aralýklarla acýdan çok þaþkýnlýðý dýþa vuran çýðlýklar atýyordu. Sanki hastalar için
bile baþlangýçtaki korku artýk azalmýþtý. Þimdi hastalýðý kabullenirken bir tür rýza
gösteriyorlardý. Yalnýz çocuk tüm gücüyle savaþýyordu. Arada sýrada Rieux onun
nabzýný tutuyordu, aslýnda buna gerek yoktu, daha çok içinde bulunduðu bu
çaresizlikten kurtulmak içindi; gözlerini kapayýnca bu çýrpýnýþýn kendi kanýnýn
gümbürtüsüne karýþtýðýný hissediyordu. O zaman iþkence altýndaki çocukla bir oluyor
ve saf olan tüm gücüyle ona destek olmaya çalýþýyordu. Ancak, yürekleri bir
dakikalýðýna buluþsa da, ayrý ayrý atýyordu, çocuðu elinden kaçýrý-yordu ve çabasý
boþluða gömülüyordu. O zaman çocuðun incecik bileðini býrakýyor ve yerine
dönüyordu.
195ahenksiz bir itiraz sesi ansýzýn odayý doldurdu; çýðlýk öylesine insansý olmaktan
uzaktý ki sanki tüm insanlardan geliyor gibiydi. Rieux diþlerini sýkýyordu, Tarrou
arkasýný döndü. Rambert yataða, dizleri üzerinde açýk kalmýþ kitabýný kapatan
Castel'in yanýna yaklaþtý. Paneloux hastalýðýn kirlettiði, tüm çaðlara ait o çýðlýkla dolu
þu çocuksu aðza baktý. Ve kendini býrakarak dizleri üzerine çöktü; herkes onun biraz
boðuk, ama durmak bilmeyen o çoðul yakarýþýn gerisinde belirgin bir biçimde yükselen
bir sesle "Tanrým, kurtar þu çocuðu!" demesini doðal karþýladý.
Gözlerini açtýðýnda yanýnda Tarrou'yu buldu. - Gitmem gerek, dedi Rieux. Bunlara
artýk dayanamýyorum.
Ama birden öteki hastalar sustu. O zaman doktor çocuðun çýðlýðýnýn hafiflediðini fark
etti, hafifledi ve durdu. Etrafta öteki inlemeler sürüyordu, ama daha sessiz biçimde ve
henüz sona eren þu mücadelenin uzaktan gelen bir yankýsý gibiydi. Çünkü mücadele
sona ermiþti artýk. Castel yataðýn öteki tarafýna geçmiþti; artýk bitti, dedi. Aðzý açýk
ama artýk ses çýkarmayan çocuk darmadaðýn olmuþ örtülerin ortasýnda ansýzýn
ufalmýþ, yüzünde gözyaþlarý izleriyle uzanýyordu.
Paneloux yataða yaklaþtý ve çocuðu kutsadý. Sonra eteklerini topladý ve ana giriþten
çýktý.
196
Ama Rieux odadan ayrýlmýþtý bile, öyle hýzlý adýmlarla ve öyle bir tavýrla çýkmýþtý
ki, Paneloux'nun yanýndan geçerken rahip onu tutmak için kolunu uzattý. - Haydi doktor,
dedi.
soluklanýyordu.
Niye benimle böyle öfkeli konuþtunuz? dedi arkasýnda bir ses. Benim için de bu
görüntü dayanýlmazdý.
Doðru, dedi. Beni affedin. Ama yorgunluk bir delilik. Ýçimdeki isyandan hiçbir þey
hissetmediðim saatler var
bu kentte.
Hayýr peder, dedi. Sevgi deyince baþka bir þey anlýyorum ben. Ve ölünceye kadar
çocuklarýn iþkenceden geçtiði þu yaradýlýþý reddedeceðim.
197 Ah doktor! dedi üzüntüyle, Tanrýnýn lütfü denilen þeyi þimdi anladým.
Ama Rieux yeniden kendini banka býrakmýþtý. Yeniden onu saran yorgunluðun
derininden gelen, daha yumuþak bir sesle yanýtladý:
Ýþte bende bu yok, biliyorum. Ama bunu sizinle tartýþamam. Bizi lanetlerin ve
dualarýn ötesinde bir araya J getiren bir þey uðruna çalýþýyoruz. Yalnýzca bu önemli.
Ýnsanýn selameti benim için fazla iddialý bir laf. O kadar uzaða gitmiyorum ben.
Beni ilgilendiren onun saðlýðý, öncelikle saðlýðý.
. Paneloux duraksadý.
Doktor, dedi.
Bir kez daha özür dilerim, dedi. Bir daha böyle bir parlama olmayacak.
Ne fark eder? dedi Rieux. Benim nefret ettiðim, ölüm ve kötülük; bunu iyi
biliyorsunuz. Ve siz isteseniz " de istemeseniz de, bunlara katlanmak ve bunlarla savaþ-
mak için birlikteyiz.
Görüyor musunuz, dedi gözlerini kaçýrarak, Tanrý bile þimdi bizi ayýramaz.
198
yerde yani ilk sýrada yer almýþtý. Ölümlere tanýk olmaktan geri kalmamýþtý. Ve ilkece
serumla korunmasýna karþýn, kendi ölümüyle ilgili bir kuþku da ona yabancý deðildi
artýk. Görünüþte dinginliðini hep korumuþtu. Ama bir çocuðun ölümünü uzun uzadýya
izlediði o günden sonra deðiþmiþ gibiydi. Giderek artan bir gerilim yüzünden
okunuyordu. Bir gün gülümseyerek Rieux'ye; "Bir rahip bir doktora danýþabilir mi?"
konulu bir deneme üzerinde çalýþtýðýný söylediðinde doktor, Paneloux'nun dediðinden
daha ciddi bir þeyin söz konusu olduðu izlenimine kapýlmýþtý. Doktor bu çalýþmayla
ilgili birþeyler öðrenmek için istekli davranýnca Paneloux ona ayinde bir vaaz vermesi
gerektiðini ve bu fýrsatla en azýndan görüþlerinden bazýlarýný sunabileceðini
söyledi.
Deli gibi rüzgârýn estiði bir gün rahip ikinci vaazýný verdi. Doðruyu söylemek
gerekirse, dinleyici topluluðu ilk vaaza oranla daha azdý. Bunun nedeni de artýk bu tür
olaylarýn yurttaþlarýmýzýn gözünde bir yenilik olmaktan çýkmasý, çekiciliðini
yitirmesiydi. Kentin geçirdiði bu güç dönemin koþullarýnda 'yenilik' sözcüðü bile
anlamýný yitirmiþti. Zaten insanlarýn çoðu tümüyle dinsel görevlerini býrakmasa ya da
bu görevleri iyice ahlaksýz bir özel yaþamla rastlaþtýrmasa da, sýradan dinsel edimlerin
yerine pek mantýða uymayan boþ inançlarý getirmiþlerdi. Ayine git-
anlatan bir dille, kenti böyle bir sýnavdan geçirebilecek ve her tür yoruma açýk bir
karmaþýklýk içerebilecek bir olaylar dizisini haber veren kehanetlerdi. Böylece
Nostradamus ve Sainte Odile'e her gün
200
baþvuruluyor ve karþýlýðý alýnýyordu. Zaten tüm kehanetlerin ortak yaný olarak beliren
þey, sonuçta bunlarýn rahatlatýcý olmasýydý. Yalnýzca vebaydý rahatlatmayan.
Yine de sesi yavaþ yavaþ yükseldi. Bize aylardýr vebanýn aramýzda olduðunu
anýmsattý ve soframýza ya da sevdiklerimizin baþucuna defalarca oturmuþ olduðundan,
yaný baþýmýzda yürüdüðünden ve iþ dönüþünde yolumuzu gözlediðinden, þimdi onu
daha iyi tanýyorduk. Ýlk þaþkýnlýðýn etkisiyle daha önce belki de iyi dinlemediðimiz,
ama onun býkýp usanmadan bize söylediði þeyi þimdi daha iyi kavrayabilirdik. Ayný
yerde Rahip Paneloux'nun vaazýnda söylediði þey böylece doðru olarak beliriyordu en
azýndan o buna inanýyordu. Ancak belki de, hepimizin baþýna geldiði gibi, bunu Tanrý
sevgisi olmadan düþünmüþ ve dile getirmiþti, þimdi buna piþmandý. Öte yandan gerçek
olan, her þeyde unutulmayacak bir yan olmasýydý. En güç sýnama bile bir Hýristiyan
için yarar demekti. Ve iþte o Hýristi-yanýn aramasý gereken, kendi yararýna olandý, o
yararýn nasýl bir þey olduðu ve onun nasýl bulunacaðýydý.
201yordu. Vebanýn sahnelediði bu gösteriye kendi baþýna bir açýklama bulmak yerine
bundan öðrenilebilecek þeyleri öðrenmeye çalýþmak gerektiðini söylüyordu. Rieux
rahibe göre açýklanacak hiçbir þey olmadýðýný az çok sezinledi. Paneloux güçlü bir
biçimde Tanrý açýsýndan açýklanabilecek þeyler olduðunu, ama bazý þeylerinse
açýklanamayacaðýný söylediðinde Rieux dikkat kesildi. Ýyilik ve kötülük kuþkusuz
vardý ve genelde onlarý birbirinden ayýran þeyler kolayca açýklanýrdý. Ama sorun
kötülükte baþlýyordu. Örneðin, görünüþte gerekli olan kötülük ve görünüþte gereksiz
olan kötülük vardý. Cehenneme düþmüþ Don Juan vardý ve bir çocuðun ölümü vardý.
Çapkýnýn cezaya çarptýrýlmasý ne kadar adilse, çocuðun acýsýný anlamak o kadar
zordu. Ve gerçekte, yeryüzünde bir çocuðun acýsýndan, o acýnýn beraberinde getirdiði
nefretten ve bunu açýklamak için aranacak nedenlerden daha önemli hiçbir þey yoktu.
Yaþamýn geri kalan bölümünde Tanrý bizim için her þeyi kolaylaþtýrýyordu ve o âna
kadar dinin takdir edilecek bir yaný yoktu. Oysa þimdi, Tanrý bizi duvarýn dibine
koyuyordu. Böylece vebanýn duvarlarý dibindeydik ve onlarýn ölümcül gölgesinde bizim
yararýmýza olaný bulmamýz gerekiyordu. Rahip Paneloux kendisinin duvara
týrmanmasýný saðlayacak kolaylýklarý bile reddediyordu. Çocuðu bekleyen güzelliklerin
sonsuzluðu onun acýsýný telafi edecektir, demek onun için kolay olurdu, ama gerçekte
bu konuda hiçbir þey bilmiyordu. Bir keyfin sonsuzluðunun insan acýsýný bir an telafi
edebileceðini kim ileri sürebilirdi? Bu bir Hýristiyan olamazdý; kollarýnda, bacaklarýnda
ve ruhunda acýyý tanýmýþ bir Efendisi olan bir Hýristiyan olamazdý bu kesinlikle.
Hayýr, çarmýhýn simgelediði bu parçalanýþa sadýk olarak ve bir çocuðun acýsýyla yüz
yüze kalarak rahip duvarýn dibinden ayrýlmayacaktý. Ve kendisini o gün dinleyenlere
hiç korkmadan þöyle diyecekti: "Kardeþlerim, o an geldi. Ya her þeye inanmalý ya da
her þeyi yadsýmalý. Ve aranýzda kim her þeyi yadsýmayý göze alabilir?"
202
Rieux, rahibin sözü dinsizliðe getirdiðini bir anda fark etti, o ise bu buyruðun, bu isteðin
Hýristiyanlarýn yararýna olacaðýný belirtmek için büyük bir kuvvetle sözünü
sürdürüyordu. Bu ayný zamanda Hýristiyanlarýn erdemiydi de. Rahip, birazdan sözünü
edeceði erdemin fazlasýnýn, daha hoþgörülü ve daha klasik bir ahlak anlayýþýna
alýþmýþ bazý kiþileri þaþkýnlýða düþüreceðini biliyordu. Ama veba sýrasýndaki din
anlayýþý her zamanki din anlayýþýyla bir olamazdý; Tanrý mutlu zamanlarda ruhun
huzur içinde ve neþeli olmasýný kabul etse de, hatta bunu arzu etse bile, mutsuzluðun en
ileri noktasýnda ruhun da ýlýmlýlýktan uzaklaþmasýný isteyebilirdi. Bugün Tanrý
yarattýðý insanlara bir iyilikte bulunup onlarý öyle bir mutsuzluk içine itmiþti ki, insanlar
en büyük erdem olan, ya her þey ya da hiç ilkesini yeniden keþfetmek ve üstlenmek
zorundaydýlar.
Geçen yüzyýldan inançsýz bir yazar, günahlardan arýnma yeri diye bir þey olmadýðýný
söyleyerek Hýristiyan kilisesinin sýrrýný açýkladýðýný ileri sürmüþtü. Böyle bir þeyi
söylerken Cennet ve Cehennem dýþýnda ara bir yer olmadýðýný ve insanýn kendi
seçimine göre, kurtuluþu ya da laneti bulacaðýný anlatmak istiyordu. Paneloux'ya
bakýlýrsa bu, ancak dinsiz bir ruhun içinde filizlenecek türden bir dinden sapmaydý.
Çünkü günahlardan arýnýlan bir yer vardý. Ama kuþkusuz bu yere çok fazla umut
baðlanmamasý gereken bazý dönemler olmuþtu; baðýþlanabilir türden hafif günahlardan
söz bile edilemeyeceði bazý dönemler olmuþtu. Her günah ölümcüldü ve her kayýtsýzlýk
suçtu. Ya her
þeydi ya da hiç.
dýþarýda þiddetini artýrmakta olduðu anlaþýlan rüzgârýn inleyen sesini daha iyi duydu.
Tam o sýrada rahip sözünü ettiði her þeyi kabullenme erdeminin her zaman ona
yüklediðimiz dar anlamda anlatýlamayacaðýný, sýradan bir boyun eðiþin, hatta zor gelen
bir alçakgönüllülüðün söz konusu
203acýsý ruh için de yürek için de onur kýrýcý bir þeydi. Ama bu nedenle bunu
yaþamak, bu nedenle bunu istemek gerekliydi; Paneloux söyleyeceði þeyin kolay
olmadýðý konusunda dinleyicilerine güvence verdi; bunu istemek gerekiyordu, çünkü
Tanrý bunu istiyordu. Ýþte böylece yalnýz Hýristiyan hiçbir þeyden kaçýnmayacak ve
tüm çýkýþ yollarý kapalýyken bile temel seçim hakkýný sonuna kadar kullanacaktý. Her
þeyi yadsýma durumuna düþmemek için her þeye inanmayý yeðleyecekti. Vücutta
olu§an þiþliklerin enfeksiyonu doðal yoldan dýþarý atma biçimi olduðunu öðrenen
kadýncaðýzlarýn þu sýralar kiliselere gelip 'Tanrým ona þiþlikler nasip et!' demeleri gibi,
Hýristiyan da, anlaþýlmaz bile olsa, Tanrýnýn isteðine boyun eðmeyi öðrenecekti. "Þunu
anlýyorum; ama bu kabul edilemez," denilebilirdi, iþte bizim seçimimizi yapabilmemiz
için de, bize sunulmuþ bu kabul edilemeyen þeyin tam içine dalmak gerekiyordu.
Çocuklarýn acýsý bizim acý ekmeðimizdi, ama bu ekmek olmaksýzýn ruhumuz kendi
ruhsal açlýðýnýn içinde ölüp gidecekti.
204
rekiyordu. Hem Ýranlý vebalýlar hem de keþiþler günah iþliyorlardý. Çünkü Ýranlýlar
için bir çocuðun acýsýnýn önemi yoktu; keþiþler içinse tersine, acýdan son derece insana
özgü kaygýlarla korkmak her þeyden üstündü. Ýki durumda da, sorun bir kenara
itilmiþti. Hepsi Tanrýnýn sesine kulaklarýný týkamýþtý. Ama Paneloux'nun anýmsatmak
istediði baþka örnekler de vardý. Büyük Marsilya vebasýnýn vaka-nüvisine göre
Mercy'deki manastýrda yaþayan seksen bir dindardan yalnýzca dördü saðlam kalmýþtý.
Ve bu dördünün üçü kaçmýþtý. Vakanüvisler böyle diyordu ve daha fazlasýný söylemek
onlarýn görevini aþýyordu. Ama Panelo-ux'un bunu okurken, yetmiþ yedi ceset ve
özellikle üç din kardeþinin örneðine karþýn yalnýz kalan dindar aklýndan çýkmýyordu.
Ve rahip kürsünün kenarýna yumruðuyla vurarak haykýrdý: "Kardeþlerim, kalan kiþi biz
olmalýyýz!"
karþý çýkmamak gerekliydi. Diz çöküp her þeyi terk etmek gerektiðini söyleyen þu
ahlakçýlara kulak asmamak gerekiyordu. Karanlýðýn içinde, biraz da körlemesine, ileriye
doðru yürümeye baþlamak ve iyilik etmeye çalýþmak gerekiyordu yalnýzca. Bunun
dýþýnda sakin olmak ve kiþisel bir yardým aramadan, çocuk ölümlerinde bile Tanrýya
güvenmek gerekiyordu.
Sözün burasýnda Rahip Paneloux Marsilya vebasýnda adý geçen ünlü sima, piskopos
Belzunce'u andý. Salgýnýn sonuna doðru, gereken her þeyi yapmýþ olan piskopos, artýk
hiçbir çare kalmadýðýný görünce yiyeceklerle birlikte evine kapanmýþ, evin çevresine
duvar ördürmüþtü; onu yüceltmiþ olan kentliler, ancak çok büyük acýlarda
rastlayabileceðimiz türden bir dönüþ yaparak ona öfkelenmiþler ve enfeksiyon
bulaþtýrmak için evinin çevresini cesetlerle çevirmiþler, hatta ölmesini kesinleþtirmek
için duvarlarýn üzerinden cesetler atmýþlardý. Böylece piskopos, son bir zayýflýkla,
kendisini ölümün dünyasýndan uzak tutacaðýný sanmýþtý, ancak ölüler gökten baþýna
düþüyordu. Ýþte, vebada bir ada olmayacaðýna inanmamýz gerekirken, bizler de
205böyle yapýyoruz. Hayýr, orta nokta yoktu. Bu utanç verici durumu kabullenmek
gerekiyordu, çünkü Tanrýdan nefret etmek ve onu sevmek arasýnda seçim yapmamamýz
gerekiyordu. Peki kim Tanrý nefretini seçmeyi göze alabilirdi?
"Kardeþlerim," dedi Paneloux sonuca geldiðini bildirerek, "Tanrý sevgisi zor bir
sevgidir. Ýnsanýn kendinden vazgeçmesini ve kendini hor görmesini gerektirir. Ama
yalnýzca o çocuklarýn acýsýný ve ölümünü silebilir, yalnýzca o bu acýyý gerekli
kýlabilir, çünkü bunu anlamak olanaksýzdýr ve insan böyle bir þeyi tabii ki ister. Ýþte
sizinle paylaþmak istediðim zor ders bu. Ýþte, insanlarýn gözünde zalim, Tanrýnýn
gözünde kesin olan imana yaklaþmamýz gerek. Bu korkunç imge karþýsýnda hepimiz
eþit bir noktaya gelmeliyiz. O doruðun tepesinde her þey birbirine karýþacak ve
eþitlenecek, görünüþteki adaletsizlikten doðruluk fýþkýracak. Fransa'nýn güneyindeki
birçok kilisede vebalýlar koronun bulunduðu yerdeki taþ döþemelerin altýnda
yüzyýllardýr uyuyor ve papazlar onlarýn mezarlarýnýn üzerinde konuþuyor ve
yaydýklarý düþünce çocuklarýn da katkýda bulunduðu þu küllerden fýþkýrýyor."
Rieux dýþarý çýktýðýnda aralýk kapýdan sert bir rüzgâr içeriyi doldurdu ve dindarlarýn
yüzüne çarptý. Kilisenin içine bir yaðmur kokusu, ýslak kaldýrým kokusu getiriyor, onlar
da dýþarý çýkmadan kentin nasýl olduðunu tahmin ediyorlardý. Doktor Rieux'nün
önünden çýkmakta olan yaþlý bir rahiple genç bir papaz çömezi o anda þapkalarýný zor
tuttular. Daha yaþlý olan yine de vaizi yorumlamaktan geri kalmadý. Paneloux'nun
hitabetinden övgüyle söz ediyor, ama rahibin sergilediði düþüncelerdeki cüretten endiþe
duyuyordu. Bu vaizin güçlü olmaktan çok, endiþe sergilediðini düþünüyordu ve Paneloux
yaþýnda bir rahibin endiþe duymaya hakký yoktu. Rüzgârdan korunmak için baþýný
eðen papaz çömezi, rahibe sýk sýk gittiðini, onun geçirdiði deðiþimin farkýnda olduðunu,
sözlerinin daha da cüretli olabileceðini ve kuþkusuz yayým için basýlma izni
alamayacaðýný belirtti.
206
- Nedir düþündüðü? dedi yaþlý rahip. Kilisenin önüne gelmiþlerdi, rüzgâr uðuldayarak
ve genç olanýn sözünü keserek onlarý sarmalýyordu. Konuþabilecek duruma geldiðinde
yalnýzca þunu söyledi:
Bir rahip bir doktora danýþýrsa, çeliþki olur. Tarrou, Paneloux'nün sözlerini aktaran
Rieux'ye savaþ sýrasýnda gözleri oyulmuþ bir gencin yüzünü görünce inancýný yitirmiþ
bir rahip tanýdýðýný söyledi.
Vaazdan birkaç gün sonra Paneloux taþýnma iþiyle uðraþtý. Hastalýðýn geliþmesinin
neden olduðu taþýnmalarýn yoðunlaþtýðý dönemdi. Tarrou'nun otelinden ayrýlýp Rie-
ux'ye taþýnmasý gibi, rahip de baðlý olduðu tarikatýn kendisini yerleþtirdiði daireden
ayrýlýp kilisenin müdavimlerinden ve henüz vebaya yakalanmamýþ yaþlý bir hanýmýn
evine taþýndý. Taþýnma sýrasýnda rahip yorgunluðunun ve kaygýsýnýn arttýðým
hissetti. Ve böylece ona evini açan hanýmýn gözünde saygýsýný yitirdi. Çünkü haným
ona, Sainte Odile'in kehanetlerini büyük bir coþkuyla anlatýrken, rahip kuþkusuz
býkkýnlýktan, hafif bir sabýrsýzlýk göstermiþti. Sonradan yaþlý kadýnýn en azýndan
iyilikle karýþýk yansýz bir tavýr göstermesi için ne kadar çaba harcadýysa da baþarýya
ulaþamamýþtý. Kötü izlenim uyandýrmýþtý. Ve her akþam, aðzýna kadar týð iþi
dantellerle dolu odasýna dönmeden, salonda oturan ev sahibesinin sýrtýný seyretmek
zorunda kalýyor, ayný zamanda da yüzünü bile çevirmeden kuru kuruya söylenmiþ bir
Ýyi akþamlar peder'i bir hatýra eþyasý gibi odasýna götürüyordu. Ýþte böyle bir akþam,
kafasý kazan gibi, tam yatarken günlerdir içinde birikmekte
getirmiþti. Ama rahip baþka bir þey söylemediðinden ev sahibesinin dediðine bakýlýrsa,
görevini eksiksiz yerine getirmek arzusuyla, yeniden ona doktorunu çaðýrmayý
önermiþti. Rahip yaþlý hanýma çok karmaþýk gelen açýklamalarla öneriyi yine gen
çevirmiþti. Yaþlý haným yalnýzca anladýðýný sanýyordu, ama rahibin ilkelerine
uymadýðýndan konsültasyonu reddetmesi ona anlaþýlmaz geliyordu. Kiracýsýnýn
aklýný ateþin karýþtýrdýðý sonucuna varmýþtý ve ona bitki çayý getirmekle yetinmiþti.
Yaþlý kadýn durumundan ileri gelen zorunluluklarý tamý tamýna yerine getirmeye
kararlý, hastayý iki saatte bir düzenli olarak yoklamýþtý. Onu en çok çarpan þey rahibin
bütün günü çýrpýnarak geçirmesiydi. Örtüleri bir atýyor, bir kendine çekiyor, elini
sürekli ýslak alnýnda gezdiriyor, boðuk, kýsýk ve nezleli bir sesle içinden sökülürcesine
ge-
208
len bir öksürüðü atmak için doðruluyordu. Sanki onun soluðunu kesen pamuk
parçalarýný boðazýnýn dibinden kazýyýp atmanýn olanaksýzlýðý içindeymiþ gibiydi. Bu
krizlerin sonunda, bitkinliðin tüm belirtileriyle kendini geriye doðru býrakýyordu. Son
olarak, bir daha hafifçe doðruluyor ve kýsa bir süre önceki bütün o çýrpýnmadan daha
ateþli bir biçimde gözlerini önüne dikiyordu. Ama yaþlý kadýn bir doktor çaðýrmak ve
hastanýn isteðine karþý çýkýp çýkmamakta duraksýyordu. Ne kadar heyecan verici gibi
gelse de, basit bir ateþ nöbeti olabilirdi bu.
Yine de, öðleden sonra yaþlý haným rahiple konuþmaya çalýþtý ve yanýt olarak birkaç
karmaþýk sözden baþka bir þey elde edemedi. Önerisini yineledi. Ama o sýrada rahip
kalktý ve neredeyse boðulurcasýna bir doktor istemediðini açýkça söyledi. O anda ev
sahibesi ertesi sabaha kadar beklemeye ve rahibin durumunda düzelme olmazsa radyoda
Ransdoc Ajansýnýn günde onlarca kez yinelediði numaraya telefon etmeye karar verdi.
Görevlerim hep önemseyerek gece boyunca kiracýsýný yoklamayý ve baþucunda
beklemeyi düþünüyordu. Ama akþam, ona yeni demlenmiþ bitki çayýný verdikten sonra
biraz uzanmak istedi ve ancak ertesi sabah uyandý. Odaya koþtu.
Rahip uzanmýþtý, tek bir hareket yoktu. Önceki gün aþýrý kýrmýzý olan yüzde þimdi
bir tür solgunluk vardý, yüz hatlarý gerginleþmiþti. Rahibin gözleri yataðýn üzerinde
asýlý olan rengârenk incilerle bezeli küçük avizeye dikilmiþti. Yaþlý hanýmýn
girmesiyle baþýný ona çevirdi. Ev sahibesinin dediðine göre, o sýrada tüm gece dayak
yemiþ ve kýmýldayacak hiç gücü kalmamýþ gibiydi. Yaþlý haným ona nasýl olduðunu
sormuþtu. Kadýnýn tuhaf bir biçimde kayýtsýz olduðunu fark ettiði bir sesle iyi
olmadýðýný, doktora gerek olmadýðýný ve her þeyin kurallara uygun olmasý için
hastaneye kaldýrýlmasýnýn yeterli olacaðýný söylemiþti. Yaþlý haným korku içinde
telefona koþmuþtu.
Rahip onu ayný kayýtsýz tavýrla karþýladý. Rýeux onu muayene etti; týkanýklýk ve
akciðerlerdeki baský dýþýnda þiþliklerle beliren hýyarcýklý vebaya ya da akciðer
vebasýna özgü hiçbir temel belirti görmeyince çok þaþýrdý. Durum ne olursa olsun
nabýz öyle düþük ve genel durum öyle kaygý vericiydi ki, fazla umut yoktu.
- Hastalýðýn temel belirtilerinden hiçbiri sizde yok, dedi Paneloux'ya. Ama iþin gerçeði,
durum kuþkulu ve sizi tecrit etmek zorundayým.
Rahip canlanýr gibi oldu ve yeniden bir sýcaklýða kavuþan bakýþlarla doktora baktý.
Sonra, üzüntüyle mi söyle- .-diði anlaþýlmayan bir biçimde, güçlükle konuþtu:
Teþekkür ederim, dedi. Ama din adamlarýnýn dostlarý yoktur. Her þeylerini Tanrýya
baðlamýþlardýr.
Yataðýn baþucunda duran haçý istedi, eline alýnca ona, bakmak için baþýný çevirdi,
arkasýný döndü.
Hastanede Paneloux'nun aðzýndan tek söz çýkmadý Ona yapýlan tüm tedavilere kendini
bir eþya gibi býraktý ama elinden haçý hiç býrakmadý. Bu arada rahibin duru-mundaki
karýþýklýk sürüyordu. Rieux'nün aklýný kurcala yan kuþku hafiflemiyordu. Hem
vebaydý hem deðildi. Za ten birkaç zamandýr hastalýk, tanýlarý þaþýrtmaktan zevk alýr
olmuþtu. Ama Paneloux'nun durumunda geliþmeler bu belirsizliðin önemsiz olduðunu
gösterecekti.
Ateþ yükseldi. Öksürük daha da boðuklaþtý ve hastayý gün boyu kývrandýrdý durdu.
Sonunda akþam rahip onu boðmakta olan þu pamuðu öksürerek attý. Kýrmýzýydý.
Ateþin kargaþasýnda Paneloux'nun bakýþý kayýtsýzlýðýný yi- tirmiyordu ve ertesi
sabah, bedeninin yarýsý yataðýndan sarkmýþ, ölü olarak bulunduðunda bakýþý hiçbir
þeyi dile getirmiyordu. Fiþinin üzerine 'Kuþkulu durum' yazýldý.
210
O yýl kasým ayýndaki Toussaint Yortusu her zamanki gibi geçmedi. Kuþkusuz havanýn
bunda payý vardý. Birden deðiþmiþ ve uzayan sýcaklar birden yerini serinliðe
býrakmýþtý. Öteki yýllarda olduðu gibi, þimdi soðuk bir rüzgâr esip duruyordu. Koca
koca bulutlar ufukta bir uçtan ötekine koþturup duruyor, evleri gölgeliyor, geçip gittikten
sonra da, evlerin üzerine kasým göðünün soðuk ve altýnsý ýþýðý düþüyordu. Ýlk
yaðmurluklar ortaya çýkmýþtý. Ama kauçuklu ve parlak kumaþlarýn çok sayýda oluþu
dikkat çekiyordu. Aslýnda gazeteler, iki yüzyýl önce büyük Güney vebalarý sýrasýnda
hekimlerin kendilerini korumak için yaðlanmýþ bezlerden giysiler giydiklerini
bildirmiþti. Dükkânlar da modasý geçmiþ giysi stoklarýný eritmek için bunu fýrsat
bilmiþlerdi, bunlar sayesinde herkeste bir baðýþýklýk umudu doðmuþtu.
211nü'ydü. Tarrou onun konuþmasýnda giderek acý bir mizah kullandýðýný fark
ediyordu.
Gerçekten de vebanýn tutuþturduðu keyif ateþleri büyük fýrýnlarda her gün artan bir
coþkuyla yanýp duruyor-. du. Þurasý gerçek, ölü sayýsý her geçen gün bir artýþ
göstermiyordu. Ama vebanýn son derece rahat bir biçimde doruk noktaya yerleþtiði ve
günlük cinayetlerine iyi bir memura yakýþacak bir düzenlilik ve güvenilirlik
kazandýrdýðý düþünülebilirdi. Ýlkece ve uzmanlarýn görüþüne göre, bu iyiye iþaretti.
Durmadan yükselen artýþ eðrisini uzun bir doðrunun izlediði vebanýn geliþim grafiði
örneðin Doktor Richard'a tümüyle avutucu geliyordu. "Bu iyi, harika bir grafik!" diyordu.
Hastalýðýn, istikrar dönemi diye adlandýrdýðý bir noktaya ulaþtýðýný düþünüyordu.
Bundan böyle hastalýk ancak iniþe geçebilirdi. Bunda Castel'in serumunun katkýsý
olduðuna inanýyordu, gerçekten de serum son zamanlarda umulmadýk baþarýlar
kazanmaya baþlamýþtý. Yaþlý Castel buna karþý çýkmýyordu, ama aslýnda hiçbir þeyin
öngörülemeyeceðini, salgýnlar tarihinin beklenmedik iniþ çýkýþlarla dolu olduðunu
düþünüyordu. Uzun süredir kamuoyunu rahatlatmak isteyen, ancak veba yüzünden böyle
bir iþe giriþemeyen valilik, doktorlarý bu konuda düþüncelerini almak üzere bir araya
getirmeyi amaçlýyordu ki, veba, hem de istikrar döneminde Doktor Richard'ý da ortadan
kaldýrýverdi.
Kuþkusuz etkileyici, ancak her þey bir yana, hiçbir þey kanýtlamayan bu örnek
karþýsýnda yöneticiler iyimserliðe nasýl gönüllerini açtýlarsa, ayný kayýtsýzlýkla
kötümserliðe dönüþ yaptýlar. Castel ise elinden geldiðince özenli bir biçimde serumunu
hazýrlamakla ilgileniyordu yalnýzca. Zaten hastane ya da karantina yerme
dönüþtürülmemiþ kamu binasý kalmamýþtý; eðer valilik hâlâ yerinde duruyorsa,
insanlarýn bir araya gelecek bir yerleri olmasý içindi. Ama aslýnda genelde ve o
dönemde vebanýn göreceli durgunluðu nedeniyle Rieux'nün öngördüðü düzenlemenin
dýþýna çýkmaya hiç gerek kalmadý. Yýpratýcý bir çaba gösteren dok-
212
türü þimdi kentin dört köþesinde çoðalýp duruyordu, sanki rüzgâr ciðerlerde yangýnlar
tutuþturup körüklüyordu. Hastalar kan tüküre tüküre hýzla ölüyordu. Þimdi salgýnýn bu
yeni biçimiyle, bulaþýcýlýðýn daha da artma tehlikesi belirmiþti. Ýþin gerçeði,
uzmanlarýn görüþleri bu noktada hep çeliþkiliydi. Yine de daha güvende olmak için
saðlýk personeli gazlý bezlerin altýnda solumayý sürdürüyordu. Aslýnda ilk bakýþta
hastalýðýn yayýlmasý gerekirdi. Ama hýyarcýklý veba vakalarýnýn azalmasýyla terazi
dengede duruyordu.
Öte yandan, giderek artan yiyecek sýkýntýsýna baðlý baþka sýkýntýlar da oluyordu.
Spekülasyonlar iþe karýþmýþtý ve çarþýda pazarda bulunmayan temel gereksinim
maddelerine inanýlmaz fiyatlar ödeniyordu. Böylece zengin ailelerin neredeyse hiçbir
eksiði yokken, yoksul aileler çok güç durumda kalýyorlardý. Veba kendi yönetim
merkezinde o etkin yansýzlýðýyla yurttaþlarýmýz arasýnda eþitliði güçlendirecekken,
tersine, o normal bencillik oyunuyla, insanlarýn yüreðinde adaletsizlik duygusunu daha
da keskin hale getiriyordu. Tabii ki ölümün o mükemmel eþitliði yerinde duruyordu, ama
böyle bir eþitliði de kimse istemiyordu. Böyle açlýk çeken yoksullar, yaþamýn özgür,
ekmeðin ucuz olduðu komþu kentleri ve kasabalarý daha büyük bir özlemle
düþünüyordu. Kendilerine yeterince gýda saðlanamýyorsa, gitmelerine izin verilmeli diye
pek de mantýklý olmayan bir duyguya kapýlmýþlardý. Öyle ki sonunda bazen duvarlara
yazýlan, bazen de valinin geçtiði sýrada baðýrdan bir slogan ortaya çýkmýþtý: 'Ya ekmek
ya özgürlük!' Bu alaycý söz bazý gösteri yürüyüþlerine bir iþaret olduysa da bunlar
Çabucak bastýrýlmýþtý, ama durumun ciddiliði de kimsenin gözünden kaçmýyordu.
Tarrou gerçekten de not defterlerinde belediye stadýna kurulmuþ bir kampý Rambert'le
ziyaret ediþini anlatýr. Stad hemen hemen kent kapýlarýnda bulunmaktadýr ve bir yaný
tramvaylarýn geçtiði sokaða, öteki yaný da kentin kurulmuþ olduðu ovanýn sýnýrýna
kadar uzanan boþ arazilere bakar. Genelde olduðu gibi, büyük çimentodan duvarlarla
çevrilidir ve kaçýþlarý zorlaþtýrmak üzere dört giriþ kapýsýna nöbetçiler dikmek yeterli
olmuþtu. Ayný biçimde, duvar-lar, dýþarýdakilerin karantinaya alýnmýþ talihsizleri
merak-larýyla rahatsýz etmelerini engelliyordu. Buna karþýlýk, ka-rantinadakiler gün
boyu görmedikleri trenlerin geçtiðini duyuyor ve trenlerin taþýdýðý uðultunun
artmasýndan eve dönüþ ve iþyerlerinden çýkýþ saatinin geldiðini tahmin ediyorlardý.
Böylece dýþlandýklarý yaþamýn kendilerinden birkaç metre ötede sürdüðünü ve
çimentodan duvarlarýn sanki baþka baþka gezegendenmiþ gibi birbirine yabancý iki
dünyayý ayýrdýðýný biliyorlardý.
Tarrou ve Rambert stada doðru yola çýkmak için bir pazar akþamüstünü seçtiler.
Yanlarýnda Rambert'in yeniden bulduðu futbolcu Gonzales de vardý, dönüþümlü olarak
stadýn gözetiminde görev almayý kabul etmiþti. Rambert onu kamp yöneticisiyle
tanýþtýracaktý. Gonzales buluþtuklarý sýrada, Tarrou ve Rambert'e, bunun vebadan
214
önce maça baþlamak üzere formasýný giydiði saat olduðunu söyledi. Þimdi stadlara el
konduðundan artýk böyle bir þey olanaksýzdý ve Gonzales kendini iþsiz güçsüz
hissediyor, öyle de görünüyordu. Ýþte bu gözetim iþinde çalýþmayý kabul etmesinin
nedenlerinden birisi de buydu, yalnýzca hafta sonlarý çalýþmak koþuluyla. Gökyüzü yarý
bulutlu yarý açýktý, Gonzales burnunu havaya dikmiþ, ne yaðýþlý ne de sýcak olan bu
havanýn iyi bir oyun için en uygun hava olduðunu üzülerek belirtti. Soyunma odalarýna
sinmiþ kâfur kokusunu, yýkýlan tribünleri, pas rengine çalan sahanýn üzerindeki canlý
renkli formalarý, devre arasýnda yenen limonu ya da kurumuþ boðazlarý binlerce
serinletici iðneyle yakan limonatayý anlatýyordu elinden geldiðince. Zaten Tarrou da, yol
boyunca semtin eðri büðrü sokaklarý boyunca futbolcunun karþýsýna çýkan küçük
taþlara durmadan tekme attýðýný yazýyor. Onlarý kanalizasyon mazgallarýna atmaya
çalýþýyor, baþarýnca da, "Bir - sýfýr," diyordu. Sigarasýný bitirince izmaritini ileriye
doðru tükürüyor ve yere düþmeden ayaðýyla yakalamaya çalýþýyordu. Stadýn
yakýnýnda top oynayan çocuklar geçmekte olan gruba topu yolladýlar ve Gonzales topu
tam isabet onlara geri yollamak üzere yolunu deðiþtirdi.
Sonunda stada girdiler. Tribünler insanlarla doluydu. Ama saha yüzlerce kýrmýzý
çadýrla kaplanmýþtý, uzaktan çadýrlarýn içindeki yatak yorganlar ve denkler
görülüyordu. Sýcaklarda ya da yaðmurlu havalarda burada kalanlarýn sýðýnabilmeleri
için tribünlere dokunulmamýþtý. Yalnýzca gün batýmýnda çadýrlarýna geri dönmek
zorundaydýlar. Tribünlerin altýnda duþlarla oyuncularýn eski soyunma odalarý
bulunuyordu; duþlarýn bulunduðu yere yeni bir düzen verilmiþ, soyunma odalarý da büro
ve revirlere dönüþtürülmüþtü. Burada kalanlarýn çoðu tribünleri doldurmuþtu. Ötekiler
saha kenarlarýnda dolaþýyorlardý. Bazýlarý çadýrlarýnýn giriþinde çömelmiþ, her þeye
dalgýn dalgýn bakýyordu. Tribünlerdeküerin çoðu çökmüþ, birþeyler bekliyor gibiydiler.
215rou.
- Hiçbir þey.
Gerçekten de hemen hemen hepsinin elleri kollan boþ boþ sallanýp duruyordu. Bu büyük
insan topluluðu tuhaf bir biçimde sessizdi.
Ýlk günler burada insan neredeyse kendi sesini du-yamýyordu, dedi Rambert. Ama
günler geçtikçe, daha az konuþur oldular.
Evet, hepsinde o kuþkulu hava vardý. Onlarý ötekilerden ayýrdýklarýna göre, nedensiz
deðildi bu ve nedenler arayan ve korkan insanlarýn çehresini taþýyorlardý. Tar-rou'nun
gördüðü herkesin bakýþlarý boþtu; yaþamlarýný oluþturan bir þeyden genel bir anlamda
ayrý düþmenin acýsýný çekiyor gibiydi hepsi. Ve hep ölümü düþünemeyeceklerine göre,
hiçbir þey düþünmez olmuþlardý. Tatildeydiler. 'Ama en kötüsü, unutulmuþ olmalarý ve
bunu bilmeleriydi,' diye yazýyordu Tarrou. 'Onlarý tanýyanlar buradakileri unutmuþtu,
çünkü baþka þeyler düþünüyorlardý ve bu da anlaþýlabilir bir þeydi. Onlarý
unutmuþlardý, çünkü onlarý buradan çýkarmak için giriþimlerle ve tasarýlarla kendilerini
tüketiyorlardý. Çýkýþ için yollar düþünmekten çýkarýlmasý gereken kiþiyi
düþünemiyorlardý. Bu da normaldi. Ve son olarak, en büyük talihsizliklerde bile olsa,
kimsenin kimseyi gerçekten düþünecek hali kalmamýþtý. Çünkü birisini gerçekten
düþünmek, baþka hiçbir þeyle, ne temizlik, ne uçan sinek, ne yemekler, ne kaþýntýlar,
hiçbir þeyle ilgilenmeden onu her dakika düþünmektir. Ama sinekler ve
216
kaþýntýlar hep vardýr. Ýþte bu nedenle yaþamak zordur. Onlar bunu iyi bilirler."
Onlara doðru gelen kamp yöneticisi Mösyö Ot-hon'un kendilerim görmek istediðini
söyledi. Gonzales'i bürosuna götürdü, sonra Rambert'le Tarrou'yu tribünlerin bir
köþesine, herkesten uzak oturan Mösyö Othon'un yanýna götürdü; Mösyö Othon onlarý
karþýlamak üzere ayaða kalktý. Yine her zamanki gibi giyinmiþti ve her zamanki
yakalýðýný takmýþtý. Tarrou yalnýzca þakaklarýndaki saçlarýn daha da kabardýðýný ve
ayakkabý baðlarýndan birinin çözülmüþ olduðunu fark etti. Yargýç yorgun gibi
duruyordu ve bir kez olsun konuþurken onlarýn yüzüne bakmadý. Onlarý görmekten
mutlu olduðunu söyledi ve Dok-, tor Rieux'ye yaptýklarýndan ötürü kendi adýna
teþekkür etmelerini rica etti.
dedi.
Tarrou ilk kez onun oðlunun adýný söylediðini duyuyordu ve birþeylerin deðiþmiþ
olduðunu anladý. Güneþ ufukta kayboluyordu', iki bulut arasýndan güneþ ýþýnlarý
tribünlere yanlamasýna giriyor, üçünün yüzüne altýnsý bir
renk veriyordu.
Hayýr, dedi Tarrou, hayýr, gerçekten acý çekmedi. Onlar oradan ayrýlýrken, yargýç
güneþin geldiði yöne
dalýp gitmiþti.
hep ayný.
Zavallý yargýç, diye mýrýldandý Tarrou kapýlardan geçerken. Onun için birþeyler
yapmalý. Ama bir yargýca nasýl yardým edilir ki?
Kentte böyle daha birçok kamp vardý, anlatýcý bunlar hakkýnda, doðrudan bir bilgi
edinmediði ve titizlik gösterdiði için, fazla bir þey söyleyemiyor. Ama söyleyebildiði tek
þey, bu kamplarýn varlýðý, buralardan gelen insan kokusu, günbatýmýnda duyulan
hoparlör sesleri, duvarlarýn gizi, bu toplum dýþýna itilmiþ- yerlerin uyandýrdýðý
korkunun yurttaþlarýmýzýn moralini fazlasýyla etkilediði ve hepimizin içinde bulunduðu
karmaþa ve rahatsýzlýðý artýrdýðýydý. Yönetimle yurttaþlar arasýnda geçen olaylar ve
çatýþmalar çoðalýyordu.
Saðanaklar taþ döþeli yollarý bol suyla yýkadý, göðü temizledi ve pýrýl pýrýl
sokaklarýn üzerinde parlayan göðü bulutlardan arýndýrdý. Güçsüz bir güneþ, her sabah
kentin üzerinde parýldayan,buz gibi bir ýþýk gezdirdi. Oysa akþama doðru hava yeniden
ýlýnýyordu. Ýþte Tarrou, Doktor Rieux'ye açýlmak için böyle bir âný seçti.
Bir gün, saat ona doðru, uzun ve yorucu bir günün ardýndan Tarrou yaþlý astým
hastasýna akþam muayenesine giden Rieux'ye eþlik etti. Eski semtin evleri üzerinde gök
yumuþak bir ýþýkla parlýyordu. Hafif bir rüzgâr sessiz sedasýz, karanlýk kavþaklarda
esiyordu. Sakin sokaklardan gelen iki adam, yaþlý astýmlýnýn gevezeliðiyle karþýlaþtý.
Bazý kiþilerin anlaþamadýðým, tabaktaki yiyeceðin hep ayný insanlar için olduðunu, su
testisinin su yolunda kýrýlacaðýný ve büyük olasýlýkla, iþte burada ellerini ovuþturdu,
kavganýn kopacaðýný onlara söyledi. O yorumlarýný sürdüredur-sun doktor onun
tedavisini yaptý.
219
-Evet, dedi yaþlý adam, çýkýn bakýn. Yukarýda güzel hava var.
Terasý boþ buldular, üç sandalye vardý. Bir taraftan bakýldýðýnda, göz alabildiðine
uzakta, karanlýk ve taþtan bir kütleye gelip dayanan teraslar görülüyordu yalnýzca; bu
kütlenin ilk tepe olduðunu fark ettiler. Öteki taraftan bakýldýðýnda da, birkaç sokaðýn ve
karanlýk limanýn üzerinde göðün ve denizin belli belirsiz titreþen bir noktada buluþtuðu
ufuk, insanýn bakýþýný içine alýyordu. Yalýyar olduðunu bildikleri yerin ötesinde
nereden geldiðini göremedikleri hafif bir ýþýk düzenli aralýklarla beliriyordu:
Ýlkbahardan ben boðazdaki fener baþka limanlara doðru giden gemileri aydýnlatýyordu.
Rüzgârýn silip süpürdüðü ve parlattýðý gökyüzünde, pürüzsüz yýldýzlar ýþýldýyordu,
fenerin uzaktan gelen zayýf ýþýðý gökyüzüne zaman zaman geçici bir kül rengi pýrýltý
katýyordu. Esinti baharat ve taþ kokusu getiriyordu. Tam bir sessizlik vardý.
Hava güzel, dedi Rieux, otururken. Sanki veba hiç yukarýlara çýkmamýþ gibi.
Gelip doktorun yanma oturdu ve ona dikkatle baktý. Fenerin ýþýðý üç kez gökyüzünde
belirdi. Bir tabak çanak þangýrtýsý sokaðýn derinliklerinden kendilerine ulaþtý. Evin
Rieux , dedi Tarrou son derece doðal bir ses tonuyla, benim kim olduðumu hiç merak
etmediniz mý? Bana karþý dostluk duyuyor musunuz?
Evet, diye yanýtladý doktor, size karþý dostluk duyuyorum. Ama þimdiye kadar
zamanýmýz olmadý.
220
- Evet, iþte...
Birkaç sokak ötede bir araba sanki uzun uzun ýslak yolda kaydý. Sonra uzaklaþtý,
arabadan sonra, uzaktan gelen ne olduðu anlaþýlmaz baðrýþmalarla sessizlik yine
bozuldu. Sonra sessizlik sanki tüm göðün ve yýldýzlarýn aðýr-lýyla iki adamýn üzerine
çöktü yeniden. Tarrou, sandalyesine gömülmüþ oturan Rieux'nün karþýsýnda, terasýn
korkuluðuna dayanmak üzere ayaða kalkmýþtý. Tarrou'yla ilgili olarak göðün üzerinde
çizilmiþ gibi duran bir biçimden baþka bir þey görülmüyordu. Uzun süre konuþtu ve
söyledikleri aþaðý yukarý þöyleydi:
221Orta çizgideydi, hepsi bu; iliþkiyi kopartmadan, ölçülü bir ,|| sevgi duyulabilecek
"Oysa bir özelliði vardý: O koca Chaix tren tarifesi onun baþucu kitabýydý. Öyle
yolculuk ettiðinden deðil, yalnýzca tatillerde Brötanya'da bulunan küçük mülkünü
görmeye giderdi o kadar. Ama Paris-Berlin arasý kalkýþ ve varýþ saatlerini, Lyon-
Varþova arasýnda hangi saatlerde tren bulunabileceðini ve dilediðiniz baþkentler
arasýnda tam olarak kaç kilometre olduðunu size söyleyebilirdi. Brian-çon'dan
Chamonix'ye nasýl gidilebileceðini siz bilebilir misiniz? Bir istasyon þefi bile þaþýrýrdý
da babam þaþýrmazdý. Neredeyse her akþam bu konuda bilgisini zenginleþtirmeye
çalýþýr ve bundan bir bakýma gurur duyardý. Bu beni çok eðlendirirdi; sýk sýk ona
sorular sorar, yanýtlarýný tarifeden doðrulamaktan ve onun yanýlmamýþ olduðunu
görmekten hoþlanýrdým. Bu küçük alýþtýrmalar bizi birbirimize çok baðlamýþtýr, çünkü
ben, iyi niyetini takdir ettiði izleyici kitlesini oluþturuyordum babamýn. Bana gelince,
demiryollarý konusundaki bu üstünlüðün bir baþkasý kadar deðerli olduðunu
düþünüyordum.
"Ama kendimi býraktým ve bu dürüst adama çok fazla önem vermiþ oldum. Çünkü,
sözü baðlamak gerekirse, benim kararlarýmda yalnýzca dolaylý bir etkisi olmuþtur. En
fazla, bana bir fýrsat vermiþtir. Gerçekten de, on yedi yaþýma geldiðimde, babam
kendisini dinlemem için beni davet etti. Ceza mahkemesinde görülen önemli bir davaydý
ve kuþkusuz kendisi için iyi bir gün olacaðýna inanýyordu. Gençlerin düþ gücüne
çarpýcý gelecek olan bu törensi havanýn beni kendisiyle ayný mesleði seçmeye
yönelteceðine de inandýðýný sanýyorum. Gitmeyi kabul etmiþtim, çünkü bu babamýn
hoþuna gidecekti; onu aramýzda oynadýðý rolün dýþýnda bir rolde görmek ve duymak
benim de merakýmý çekiyordu. Baþka hiçbir þeyi düþünmüyordum. Bir mahkemede
olan bitenler bana hep bir 14 Temmuz gösterisi ya da bir ödül töreni kadar doðal ve
kaçýnýlmaz görünmüþtü.
düþünceye sahiptim.
"Oysa o günle ilgili aklýmda tek bir görüntü kaldý, suçlunun görüntüsü. Aslýnda onun
suçlu olduðunu sanýyorum, nedeninin ne olduðu pek önemli deðil. Ama kýzýl saçlý ve
yoksul, otuz yaþlarýndaki adamcaðýz her þeyi kabullenmeye öyle kararlý, yaptýðýndan
ve kendisine yapýlacak olandan öyle içtenlikle korkmuþ görünüyordu ki, birkaç
dakikanýn sonunda artýk ondan baþka hiçbir þey göremez olmuþtum. Çok fazla çið bir
ýþýkla diken diken olmuþ bir baykuþa benziyordu. Kravatýnýn düðümü yakasýnýn orta
yerinden yana kaymýþtý. Tek bir elinin, sað elinin týrnaklarýný kemiriyordu.
Uzatmayayým, onun canlý olduðunu anladýnýz,.
istediklerini hissediyordum ve dalga gibi olaðanüstü bir içgüdü, beraberindeki inatçý bir
körleþmeyle beni sarýp. sarmalýyordu. Ancak babamýn iddianamesiyle kendime geldim.
223
222"O günden sonra Chaix rehberine bakarken hep bir mide bulantýsý duydum. O
günden sonra iðrenerek adaletle, ölüm cezalarýyla, infazlarla ilgilendim ve babamýn
cinayete birçok kez katýlmýþ olmasý gerektiðini ayný baþ dönmesiyle anladým, özellikle
çok erken kalktýðý günlerde. Evet, çalar saatini kurardý böyle durumlarda. Anneme
bundan söz etmeye cesaret edemiyordum, ama o zaman annemi daha dikkatle inceledim;
aralarýnda hiçbir þey olmadýðýný ve onun her þeye sýrt çevirerek bir yaþam
sürdürdüðünü anladým. O zamanlar dediðim gibi, bu benim onu baðýþlamamý saðladý.
Daha sonra onun baðýþlanacak hiçbir þeyi olmadýðýný öðrendim, çünkü evleninceye
deðin tüm yaþamý boyunca yoksul olmuþtu ve yoksulluk ona boyun eðmeyi öðretmiþti.
"Bu baþlangýç üzerinde fazlasýyla durdum, çünkü her þeyin baþlangýcý bu oldu. Þimdi
hýzlanacaðým. On sekiz yaþýmda rahat bir yaþamdan çýkýp yoksulluðu tanýdým.
Yaþamýmý kazanmak için binlerce iþ yaptým. Yararýný da gör-
224
medim deðil. Ama beni asýl ilgilendiren ölüm mahkûmiyetiydi. Kýzýl baykuþla hesabý
kapatmak istiyordum. Sonuçta siyaset yaptým, öyle denir ya. Bir vebalý olmak
istemiyordum, hepsi bu. içinde yaþadýðým toplumun ölüme mahkûmiyet üzerine kurulu
olduðunu biliyordum ve onunla mücadele etmekle cinayetle de mücadele edeceðime
inandým. Buna inandým, baþkalarý da bunu bana söyledi ve son olarak büyük ölçüde
bunun doðru olduðunu söylemeliyim. Böylece sevdiðim ve her zaman seveceðim
kiþilerin yanýnda yer aldým. Orada uzun süre kaldým ve Avrupa'da mücadelelerine
katýlmadýðým ülke yoktur. Geçelim.
"Bir insanýn kurþuna dizildiðini hiç gördünüz mü? Hayýr, tabii, genellikle davetli olmak
gerekir ve izleyiciler önceden seçilir. Sonuçta siz resimlerde ve kitaplarda kalmýþsýnýz.
Bir bant, bir direk ve uzakta birkaç asker. Hiç öyle deðil! Tetikçi birliðinin, tam tersine,
mahkûmun bir buçuk metre yakýnýnda durduðunu bilir misiniz? Mahkûmun iki adým
atsa göðsüyle silahlara çarpabileceðini bilir misiniz? Bu kýsacýk mesafede tetiði
çekenlerin kalbe niþan aldýðýný ve hep birlikte orada bir yumruðun girebileceði
büyüklükte bir delik açtýklarýný bilir misiniz? Hayýr, bunu bilmezsiniz, çünkü bunlar
konuþulmayan ayrýntýlardýr. Ýnsanlarýn uykusu vebalýlarýn yaþamýndan daha
kutsaldýr. Ýyi insanlarýn uyumasýna engel olmamak gerekir. Kötü bir tat býrakýrdý
böyle bir þey ve tadýn yerinde olmasý için ýsrara yer yoktur, herkes bilir bunu. Ama ben,
o zamandan bu Veba 225/15yana iyi
uyuyamadým. Kötü tat aðzýmda kaldý ve ýsrar etmekten yani bunu düþünmekten
vazgeçmedim.
"O zaman anladým ki, en azýndan ben, vebayla mücadele ettiðimi sandýðým o uzun
yýllar boyunca bir vebalý olmaktan öteye gidememiþim. O zaman anladým ki, dolaylý
yoldan binlerce insanýn ölümüne göz yummuþum, hatta o ölümü kaçýnýlmaz biçimde
getiren eylem ve ilkeleri doðru bularak buna kendim yol açmýþým. Baþkalarý bundan
rahatsýzlýk duymuyor gibi ya da en azýndan asla bu konuyu kendiliðinden
açmýyorlardý. Benim boðazým düðüm düðümdü. Ben onlarýn arasýndaydým, ama
yalnýzdým. Kaygýlarýmý dile getirdiðim zamanlarda olan biteni düþünmem gerektiðini
bana söylüyorlar ve bir türlü yutamadýðým þeyi bana yutturmak için çoðu kez etkileyici
nedenler önüme sürüyorlardý. Ama ben karþýlýk olarak, o büyük vebalýlarýn, kýrmýzý
cüppelilerin de bu gibi durumlar için harika nedenleri olduðunu ve küçük vebalýlarýn
sözünü ettiði önemli nedenleri ve gereklilikleri kabul edersem büyük vebalýlarýn
nedenlerini reddedemeyeceðimi söylüyordum. Bana diyorlardý ki, kýrmýzý cüppelilere
hak vermenin en iyi yolu mahkûmiyetleri onlarýn tekeline býrakmaktýr. Ama o zaman
ben de diyordum ki, bir kez göz yumuldu mu, vazgeçmek için bir neden kalmaz. Bana
öyle geliyor ki, tarih beni haklý çýkardý; bugün kim daha fazla öldürürse o en büyük.
Herkes öldürme çýlgýnlýðýna kapýlmýþ ve ellerinden baþka türlüsü gelmiyor.
"Ne olursa olsun benim derdim akýl yürütmek deðildi. O kýzýl baykuþtu, o berbat
hikâyeydi, o pis vebalý aðýzlarýn zincirler içindeki bir adama öleceðini söylediði ve o
geceler boyu gözleri açýk ölüme gideceði günü neredeyse bir can çekiþmesiyle beklerken
ötekilerin onun ölmesi için her þeyi yola koyduðu o pis hikâyeydi. Benim derdim o
göðüste açýlan delikti. O arada ben de en azýndan kendi adýma, bu iðrenç kasaplýk için
tek bir neden bile ileri sürmeyeceðimi kendi kendime söylüyordum. Evet, daha açýk
görmeyi beklerken bu inatçý körleþmeyi seçtim.
226
"O zamandan beri deðiþmedim. Uzun süredir utanýyorum, uzaktan bile olsa, iyi niyetle
bile olsa ben de bir katil olmaktan ölesiye utanç duyuyorum. Zamanla baþkalarýndan çok
daha iyi olanlarýn bile bugün öldürmekten ya da ölüme göz yummaktan kendilerini
alamadýklarýný görüyorum, çünkü içinde yaþadýklarý mantýk böyle gerektiriyordu ve
ölüme neden olmaksýzýn þu dünyada tek bir hareket bile yapamýyorduk. Evet, utanç
duymaya devam ettim, þunu öðrendim; hepimizin vebanýn içinde olduðunu öðrendim ve
iç huzurumu yitirdim. Onlarý anlamaya ve kimsenin can düþmaný olmamaya çalýþarak
bugün hâlâ onu arýyorum. Artýk bir vebalý olmamak için ne yapmak gerektiðini ve
huzuru ya da huzur yoksa eðer, iyi bir ölümü umut etmemizi saðlayacak þeyin yalnýzca
bu olduðunu biliyorum. Ýþte insanlarý kurtarmasa da avutabilecek, ya da en azýndan
onlara en az zarar verecek, hatta bazen de iyilik yapabilecek þey bu. Ýþte bu nedenle,
uzaktan ya da yakýndan, haklý ya da haksýz nedenlerle insanlarý öldüren ya da
öldürmeyi haklý çýkaran ne varsa hepsini reddetmeye
karar verdim.
"Ýþte, yine bu nedenle bu salgýnýn bana öðrettiði hiçbir þey yok, onunla sizin
yanýnýzda mücadele etmekten baþka. Saðlam bilgilere dayanarak (görüyorsunuz ya
Rieux, yaþamla ilgili her þeyi biliyorum) herkesin vebayý kendi içinde taþýdýðýný
çünkü kimsenin, hayýr kimsenin bundan kurtuluþu olmadýðýný biliyorum. Bir
dikkatsizlik sýrasýnda baþkasýnýn yüzüne doðru soluk vererek ve ona hastalýk
bulaþtýrmamak için hep dikkatli olmak gerektiðini de biliyorum. Doðal olan, mikroptur.
Gerisi, saðlýk, dürüstlük, saflýk; bunlar iradenin, hiç susmamasý gereken bir iradenin bir
sonucudur diyebiliriz. Dürüst insan, kimseye mikrop bulaþtýrmayan insan, en az
dalgýnlýk yapandýr. Ve hiç dalgýnlýk yapmamak için irade ve çelik gibi gergin olmak
gerekir! Evet Rieux, bir vebalý olmak çok yorucudur. Vebalý olmamayý istemekse daha
da yorucudur. Ýþte bu nedenle herkes yorgun gibi duruyor, çünkü bugün herkes biraz ve-
227balý. Ama iþte bu nedenle, artýk vebalý olmak istemeyen bazý kiþiler sonsuz bir
yorgunlukla karþý karþýya ve bundan onlarý ancak ölüm kurtarabilir.
"Bu dünya için bir hiçbir deðerim olmadýðýný ve öldürmeyi reddettiðim andan
baþlayarak kendimi belirli bir sürgüne mahkûm ettiðimi biliyorum. Tarihi baþkalarý
yapacak. Baþkalarýný yargýlayamayacaðýmý da biliyorum kesinlikle. Saðduyulu bir
katil olmak için gereken bir özellik eksik ben de. Bu da bir üstünlük deðil. Ama þimdi,
"Tabii ki bir üçüncü kategorinin, gerçek doktorlarýn da olmasý gerekirdi, ama bunun çok
karþýlaþýlan bir þey olmadýðý ve güç bir þey olduðu bir gerçek. Ýþte bu nedenle, her
fýrsatta zararý azaltmak amacýyla, kurbanlarýn yanýnda yer almaya karar verdim.
Kurbanlarýn ortasýnda üçüncü kategoriye, yani huzura nasýl ulaþýlýr, en azýndan bunu
araþtýrabiliyorum."
Tarrou sözlerini bitirirken bacaðýný sallýyor ve ayaðýyla hafifçe yere vuruyordu. Bir
sessizlikten sonra doktor biraz doðruldu ve Tarrou'nun huzura ulaþmak için nasýl bir
228
Evet, anlayýþla.
Uzaktan iki ambulans sireni çýnladý. Az önce anlaþýlmaz olan baðýrmalar kent
sýnýrlarýnda, taþlý tepenin yakýnlarýnda yoðunlaþtý. Ayný anda patlamayý andýran bir
ses duyuldu. Sonra sessizlik çöktü yine. Rieux fenerin iki kez yanýp sönmesini izledi.
Rüzgâr artar gibi oldu ve ayný anda denizden gelen bir esinti tuz kokusu getirdi. Þimdi
yalýya-ra çarpan dalgalarýn sessiz soluk alýp veriþleri belirgin bir
biçimde duyuluyordu.
Birdenbire çýðlýklarýn geldiði yönde büyük bir ýþýk parladý ve rüzgârýn akýþýyla
anlaþýlmaz bir uðultu ikisine doðru yükseldi. Hemen ardýndan uzakta ýþýk söndü ve
teraslarýn kýyýsýnda bir kýzýllýk kaldý yalnýzca. Rüzgârýn bir ara kesilmesiyle belirgin
biçimde insanlarýn çýðlýklarý duyuldu, sonra bir yaylým ateþi ve kalabalýðýn uðultusu.
Tarrou ayaða kalkmýþtý ve dinliyordu. Artýk bir þey duyulmuyordu.
Tarrou bunun hiçbir zaman bitmeyeceðini, her zaman kurbanlarýn olacaðýný, çünkü
düzenin böyle olduðunu mýrýldandý.
Belki de, diye karþýlýk verdi doktor, ama biliyorsunuz, azizlerden çok yenilmiþlere
karþý bir dayanýþma duygusu içindeyim. Sanýrým yiðitlik ve azizliðe karþý eðilimim
yok. Beni ilgilendiren, bir insan olmak.
229Rieux, Tarrou'nun þaka yaptýðýný sandý ve ona baktý. Ama gökyüzünden inen belli
belirsiz ýþýkta hüzünlü ve ciddi bir yüz gördü. Rüzgâr yeniden esmeye baþlýyordu ve
Rieux bedeninin ýlýk olduðunu hissetti. Tarrou silkindi:
Denize girmek. Müstakbel bir aziz için bile onurlu bir zevk.
Rieux gülümsüyordu.
Denizin bu dingin soluklarýyla sularýn yüzeyinde yað tabakalarý bir beliriyor bir
kayboluyordu. Önlerinde, gece sýnýrsýzca uzanýyordu. Parmaklarýnýn altýnda
kayalarýn pütürlü yüzeyini hisseden Rieux'nün içini tuhaf bir mutluluk doldurmuþtu.
Tarrou'ya doðru dönerek arkadaþýnýn da sakin ve ciddi yüzünde, hiçbir þeyi, cinayeti
bile unutmayan ayný mutluluðu gördü.
230
Soyundular. Ýlk Rieux denize daldý. Önce soðuk gelen sular yüzeye çýkýnca ona ýlýk
gibi geldi. Birkaç kulaç attýktan sonra o gece denizin ýlýk olduðunu biliyordu artýk,
aylar boyunca yeryüzünde biriken sýcaðý çeken o sonbahar denizlerinin ýlýklýðýndaydý
bu gece. Durmadan yüzüyordu. Ayaklarýný çýrpmasýyla ardýnda köpükler býrakýyordu,
su kollarýný sýyýrýp bacaklarýna dolanýyordu. Aðýr bir su þapýr-týsýyla Tarrou'nun da
denize daldýðýný anladý. Rieux sýrtüstü döndü, yüzünü ay ve yýldýzlarla dolu göðe
vererek hareketsiz kaldý. Uzun uzun soludu. Sonra giderek daha belirgin biçimde, suya
inen vuruþlarýn gürültüsü duyuldu, gecenin sessizliðinde ve yalnýzlýðýnda tuhaf bir
biçimde, açýk seçik duyuluyordu. Tarrou yaklaþýyordu, az sonra soluk alýp veriþleri
duyuldu. Rieux geri döndü, arkadaþýnýn yanýna geldi ve onunla ayný ritimle yüzmeye
baþladý. Tarrou ondan daha kuvvetli bir biçimde ilerliyordu ve Rieux hýzlanmak zorunda
kaldý. Birkaç dakika boyunca, ayný hýzla ve ayný canlýlýkla, yalnýz baþlarýna,
dünyadan uzak, sonunda kentten ve vebadan kurtulmuþ, yüzdüler. Ýlk Rieux durdu ve
aðýr aðýr geri döndüler, yalnýz soðuk bir akýntýya girdikleri sýrada hýzlandýlar. Denizin
bu þaþýrtmacasýyla kamçýlanmýþ gibi, hiçbir þey söylemeden ikisi de hareketlerini
hýzlandýrdý.
Yeniden giyindikten sonra tek söz söylemeden yola çýktýlar. Ama ikisinin de içinde
ayný duygular vardý ve bu gecenin anýsý ikisi için de hoþtu. Uzaktan vebanýn
nöbetçisini gördüklerinde, Rieux kendisi gibi Tarrou'nun da, hastalýðýn onlarý bir
süreliðine unuttuðunu, bunun da iyi bir þey olduðunu ve þimdi yeniden baþlamak
gerektiðini düþündüðünü biliyordu.
231Evet, her þeye yeniden baþlamak gerekiyordu ve veba kimseyi uzun süreliðine
unutmuyordu. Aralýk ayý boyunca yurttaþlarýmýzýn göðüslerinde alev alev yandý,
yüksek fýrýnlarý aydýnlattý, kamplarý eli boþ gölgelerle doldurdu, sonuç olarak o
sabýrlý ve sarsýntýlý yürüyüþünü kesmedi. Yetkililer bu ilerleyiþin durmasý için soðuk
günlere güvenmiþti; ama o, mevsimin ilk sert günlerine karþýn yoluna þaþmadan devam
ediyordu. Daha beklemek gerekiyordu. Ama bekleye bekleye insan artýk bekleyemez
duruma gelir ve kentimiz geleceði olmadan yaþýyordu.
Doktora gelince, kendisine sunulan o ufacýk huzur ve dostluk âný uzun sürmedi. Bir
hastane daha açýlmýþtý ve Rieux hastalar dýþýnda kimseyi görmüyordu. Öte yandan, bu
aþamada salgýnýn giderek akciðer vebasý biçimini aldýðýný gördü, hastalar bir bakýma
doktora yardýmcý oluyordu. Baþlangýçtaki derin üzüntüye ya da çýlgýnlýklara kapýlmak
yerine, kendi yararýna olan þeyler konusunda daha doðru düþünüyor gibi bir halleri
vardý ve kendileri için en uygun olabilecek þeyleri kendiliðinden istiyorlardý. Durmadan
su içmek istediklerini belirtiyor, hepsi ýsýnmak istiyorlardý. Doktorun yorgunluðunda bir
Aralýk sonuna doðru, hâlâ kampta bulunan sorgu yargýcý Mösyö Othon'dan, kendi
karantina süresinin dolduðunu, yöneticilerin buraya giriþ tarihini bulamadýklarýný ve
kendisini kesinlikle yanlýþlýkla burada tutmaya devam ettiklerini belirten bir mektup
aldý. Bir süre önce çýkmýþ olan karýsý valiliðe gidip bu duruma karþý çýkmýþtý, ona
orada iyi davranmamýþlar ve hiçbir zaman yanlýþlýk olamayacaðýný söylemiþlerdi.
Rieux araya Rambert'i soktu ve
232
Mösyö Othon kendisini görmeye geldi. Gerçekten de bir yanlýþlýk olmuþtu ve Rieux
buna biraz kýzdý. Ama zayýflamýþ olan Mösyö Othon güçsüz elini ona doðru kaldýrýp
sözlerini tartarak herkesin yanlýþlýk yapabileceðini söylemiþti. Doktor birþeylerin
deðiþmiþ olduðunu düþündü yalnýzca.
Rieux þaþýrdý:
Anlýyorsunuz, böylece bir uðraþým olur. Sonra, bunu söylemek budalaca ama,
oðlumun ayrýlýðýný daha az
hissederim böylece.
Rieux ona bakýyordu. Onun sert ve duygusuz gözlerine ansýzýn bir yumuþaklýðýn
yerleþmesi olanaksýzdý. Ama bakýþlardaki keskinlik gitmiþ, gözlerin madensi saflýðý
kaybolmuþtu.
böyle istiyorsunuz.
Gerçekten de doktor bu iþle ilgilendi ve vebalý kent Noel'e kadar her zamanki yaþamýný
sürdürdü. Rambert iki nöbetçi çocuk aracýlýðýyla karýsýyla gizli bir haberleþme
yöntemi geliþtirdiðini doktora açýkladý. Arada sýrada ondan bir mektup alýyordu.
Bundan yararlanmasý için Rieux'ye öneride bulundu, o da kabul etti.
Uzun aylar sonunda ilk kez olarak ve bin bir zorlukla bir mektup yazdý. Yitirmiþ olduðu
bir dil vardý. Mektup yollandý. Yanýt gelmekte gecikiyordu. Öte yandan Cot-tard varlýk
içindeydi ve küçük spekülasyonlarý onu zengin
O yýlýn Noel kutlamasý Ýncil'de belirtilenden çok, Ce- hennem kutlamasý oldu. Boþ ve
ýþýksýz dükkânlar, vitrin-lerdeki yalancý çikolatalar ya da içi boþ kutular, asýk yüzlerle
dolu tramvaylar, hiçbir þey eski Noelleri anýmsatmýyordu. Bir zamanlar yoksul zengin
herkesin bir araya geldiði bu bayramda, tek baþýna yapýlan ve utanç verici bazý keyifler
dýþýnda hiçbir þeye yer yoktu; bir dükkânýn pislik içindeki deposunda inanýlmaz paralar
karþýlýðý ayrýcalýklý kiþilere saðlanýyordu bunlar. Kiliseler yardýmdan çok
yakarýþlarla dolmuþtu. Cansýz ve buz kesen kentte, kendilerini tehdit eden þeyin henüz
farkýna varmamýþ birkaç çocuk koþuþturuyordu. Ýnsanlýðýn acýsý kadar yaþlý, ama
taze bir umut kadar genç bir Tanrýdan armaðanlarla yüklü o eski günlerin Tanrýsýndan
onlara söz edecek cesareti kimse bulamýyordu. Kimsenin yüreðinde çok eski ve neþesiz
bir umuttan baþka bir þeye yer yoktu, insanlarýn ölümü seçmesine engel olan ve
yaþamak için duyduklarý basit bir saplantýdan baþka bir þey olmayan þu umut vardý
yalnýzca yüreklerde.
Önceki gün, Grand randevusuna gelmemiþti. Rieux sabah ona uðramýþ, ama
bulamamýþtý. Herkese haber býrakmýþtý. Saat on bire doðru, Rambert Grand'ý uzaktan,
keyifsiz bir yüzle sokak sokak gezerken gördüðünü doktora haber vermek üzere
hastaneye geldi. Sonra onu kaybetmiþti. Doktorla Tarrou onu aramaya çýktýlar.
Öðleyin on ikide, buz gibi bir saatte, Rieux arabasýndan çýkmýþ, uzaktan Grand'a
bakýyordu, Grand ahþaptan kabaca yontulmuþ oyuncaklarla dolu bir vitrine neredeyse
yapýþmýþtý. Yaþlý memurun yüzünden durmadan yaþlar akýyordu. Ve bu gözyaþlarý
Rieux'yü altüst etti, çünkü bunlarý anlýyor ve kendi boðazýnda düðüm düðüm
hissediyordu. O da bir Noel vitrini karþýsýnda bu talihsiz adamýn niþanýný, memnun
olduðunu söylemek için baþýný ona doðru eðmiþ Jeanne'ý anýmsýyordu. Çok uzaklarda
kalmýþ yýl-
234
Ama Grand camda onu gördü. Aðlamasýný kesmeden, geriye döndü ve onun geliþini
görmek için sýrtýný vitrine
dayadý.
Rieux söyleyecek söz bulamýyor, onu baþýyla onaylýyordu. Onun bu üzüntüsü ayný
zamanda kendi üzüntü-süydü ve o anda yüreðini burkan, insanlarýn paylaþtýðý acý
karþýsýnda insanýn kapýldýðý o sonsuz öfkeydi. - Evet Grand, dedi.
Uzun zamandýr sürüyor bu. Ýnsan kendini býrakmak istiyor, zorunlu bu. Ah doktor!
Böyle, huzurlu gibi duruyorum. Ama yalnýzca normal olmak için hep çok büyük çaba
harcamak zorunda kaldým. Oysa þimdi, çok fazla
bu.
Dönmemiz gerek.
Ama Grand ondan uzaklaþtý ve birkaç adým koþtu, sonra durdu, kollarýný açtý ve bir
ileri bir geri sallanmaya baþladý. Kendi çevresinde döndü ve buz gibi kaldýrýmýn
üzerine düþtü, yüzü durmadan akan gözyaþlarýyla kirlenmiþti. Yoldan geçenler
yerlerinde çakýlmýþ gibi durup yak-
Þimdi Grand yataðýnda boðulur gibi nefes alýyordu: Ciðerler hastalýk kapmýþtý. Rieux
düþünüyordu. Memurun ailesi yoktu. Onu götürmeye ne gerek vardý? Ona tek baþýn-na,
Tarrou'yla bakacaktý.
Yeþile dönmüþ rengi ve feri sönmüþ gözleriyle Grand yastýðýna gömülmüþtü. Bir
kasanýn artýk tahtalarýyla þömi-nede ateþ yakan Tarrou'ya gözlerini dikmiþ bakýyordu.
"Kötüyüm," diyordu. Alev alev ciðerlerinin derininden tuhaf bir hýþýrtý yükseliyor,
söylediði her þeye eþlik ediyordu. Rieux ona susmasýný ve yine geleceðini söyledi.
Hastanýn yüzünde tuhaf bir gülümseme belirdi ve gülümsemeyle birlikte yüzünü bir
yumuþaklýk kapladý. Bir çabayla göz kýrptý. "Bunu atlatýrsam, doktor, þapka
çýkarýlýr!" Ama hemen ardýndan derin bir üzüntüye boðuldu.
Birkaç saat sonra, Rieux ve Tarrou hastayý yataðýnda doðrulmuþ bir halde buldular, onu
için için kavuran hastalýðýn ilerlediðini yüzünden okuyan Rieux korkuya kapýldý. Ama
Grand daha aklý baþýnda gibi duruyordu ve hemen, tuhaf bir biçimde derinden gelen bir
sesle, çekmecesine koyduðu elyazmasýný getirmelerini rica etti. Tarrou kâðýtlarý ona
verdi, Grand onlara bakmadan sýkýca sarýldý, sonra doktora geri verdi. Elli sayfalýk
kýsa bir elyazmasýydý. Doktor sayfalarý karýþtýrdý ve tüm bu sayfalarda tek bir
tümcenin, sonsuz sayýda yeniden yazýlmýþ, deðiþtirilmiþ, zenginleþtirilmiþ ya da
kýsaltýlmýþ o hep ayný tümceden baþka bir þeyin yazýlý olmadýðýný gördü. Mayýs
ayý, amazon ve Boulogne Ormanýnýn yollarý durmadan karþý karþýya ve türlü türlü bir
araya geliyordu. Çalýþmada bazen son derece uzun açýklamalar ve deðiþkeler de yer
alýyordu. Ama sonuncu sayfanýn sonunda özenli bir el þöyle yazmýþtý: "Sevgili
Jeanne'ým, bugün Noel..." ve mürekkebi daha kurumamýþtý. Yukarýda, özenli bir el
yazýsýyla tümcenin son biçimi yer alýyordu. "Okuyun," diyordu Grand. Rie-ux de
okudu.
"Güzel bir mayýs sabahý, incecik bir amazon görkemli bir al kýsraðýn üzerine binmiþ,
çiçeklerin arasýnda, Boulogne Ormanýnýn yollarýndan geçiyordu..."
Öteki heyecanla:
deðil.
Yakýn onu!
Doktor duraksadý, ama Grand öyle korkunç bir tonla ve sesinde öyle büyük bir acýyla
yineledi ki, Rieux neredeyse sönmüþ olan ateþe kâðýtlarý atýverdi. Oda bir anda
etti.
Grand'ýn öleceði düþüncesi tüm gece aklýndan çýkmadý. Ancak ertesi gün, Rieux
Grand'ý yataðýnda oturmuþ, Tarrou'yla konuþurken buldu. Ateþ kaybolmuþtu. Genel bir
yorgunluktan baþka bir iz kalmamýþtý.
Ama öðle zamaný da bir deðiþiklik olmadý. Akþam Grand'a kurtulmuþ gözüyle
bakýlabilirdi. Rieux bu diriliþe
Oysa hemen hemen yine o dönemde Rieux'ye bir hasta getirildi, doktor durumunun
ümitsiz olduðuna ve tecrit edilmesi gerektiðine karar verdi. Genç kýz sayýklamalar
içindeydi ve akciðer vebasýna iliþkin tüm belirtileri
237
236gösteriyordu. Ancak ertesi gün, ateþ düþmüþtü. Doktor, Grand'ýn durumunda olduðu
gibi, bunu basit bir sabah iyileþmesi. olarak gördü, deneyimlerine dayanarak sabah
saatlerindeki düzelmeleri kötüye iþaret olarak görmeye alýþmýþtý. Oysa öðle saatinde
ateþ yükselmedi. Akþam yalnýzca biraz oynadý ve ertesi sabah ateþ bitmiþti. Zayýf
olmasýna karþýn genç kýz yataðýnda rahat rahat soluk alýp veriyordu. Rieux, Tarrou'ya
kýzýn tüm kurallara karþý kurtulduðunu söyledi. Ancak hafta içi Rieux'nün servisinde
benzer vakalar ortaya çýktý.
Ayný haftanýn sonunda yaþlý astým hastasý doktorla Tarrou'yu çok büyük bir heyecan
içinde karþýladý.
Nasýl koþuþtuklarýný görmek gerek! Bir zevk bu. Sokak kapýsýndan evine iki
farenin girdiðini görmüþ-
238Hastalýðýn bu beklenmedik gerilemesi umutlarýn dýþýnda bir þey olsa da, kentliler
sevinmek için acele etmediler. Geçen aylar, bir yandan içlerindeki kurtulma isteðini
çoðaltmýþ, bir yandan da onlara sakýnýmlý olmayý öðretmiþ, onlarý salgýnýn yakýn bir
gelecekte son bulmasý düþüncesine fazla kapýlmamaya alýþtýrmýþtý. Öte yandan, bu
yeni olay herkesin dilindeydi ve yüreklerin ta derininde gizli, büyük bir heyecan
dalgalanýyordu. Geri kalan ne varsa, ikinci plana atýlýyordu. Vebanýn yeni kurbanlarý
bu kurallarý altüst eden olay karþýsýnda pek önemsenmez olmuþtu: Ýstatistikler düþüþe
geçmiþti. Açýkça umut edilmese de, saðlýk döneminin yine de gizliden gizliye
beklendiðinin göstergelerinden biri de, kentlilerin o andan baþlayarak umursamaz bir
havayla da olsa, vebadan sonra yaþamýn yeni bir düzene nasýl gireceði konusunda istekli
konuþmalar yapmalarýydý.
Gerçekten de, veba hemen ertesi gün durmadý, ama görünüþe bakýlýrsa, mantýk
çerçevesinde umut edilenden daha hýzlý bir biçimde geriliyordu. Ocak ayýnýn ilk
günlerinde soðuklar alýþýlmadýk bir ýsrarla bastýrdý ve kentin
Veba
241/16üzerinde buz kristalleri gibi asýlý kaldý. Bununla birlikte, gökyüzü hiç bu kadar
mavi olmamýþtý. Günler boyunca, deðiþmeyen ve buz gibi muhteþem bir hava kenti
tükenmek bilmeyen bir ýþýkla donattý. Bu temizlenen havada, veba birbirini izleyen
düþüþler göstererek üç haftada giderek azalan sayýda cesetler dizerek kaybolmaya yüz
tuttu. Kýsa bir süre içinde aylarca biriktirdiði gücün neredeyse hepsini yitirdi. Vebanýn,
Grand ya da Rieux'nün hastasý genç kýz gibi belirlenmiþ kurbanlarýný elinden
kaçýrmasýna, baþka semtlerde tümüyle ortadan kalkarken bazý mahallelerde iki üç gün
boyunca deli gibi ortalýðý kavurmasýna, pazartesi kurbanlarýnýn sayýsýný artýrýp
çarþamba hepsini elinden kaçýrmasýna, onun böyle soluk soluða kalýþýna ya da acele
ediþine bakarak sinirden ve yorgunluktan daðýldýðýný, kendi imparatorluðuyla birlikte,
gücünü oluþturan sayýsal üstünlüðünü ve egemenliðini yitirdiði söylenebilir. O zamana
kadar baþarýsý tartýþýlan Castel'in serumu, birdenbire bir dizi baþarý kazanýyordu.
Doktorlarýn aldýðý ve önceleri hiçbir sonuç vermeyen önlemlerin her biri birden etkili
oluyor gibiydi. Sanki vurulma sýrasý vebaya gelmiþti ve onun ansýzýn güçsüzleþmesi o
zamana kadar karþýsýna çýkarýlan paslanmýþ silahlara güç kazandýrýyordu. Yalnýzca,
zaman zaman hastalýk etkisini sertleþtiriyor ve bir tür körle-mesine atlayýþla iyileþmesi
umulan üç dört hastayý alýveri-yordu. Onlar, umudun tam orta yerinde ölenler, vebanýn
talihsizleriydi. Karantina kampýndan çýkarýlan Mösyö Ot-hon'un durumu da böyle oldu;
Tarrou onun gerçekten de talihsiz olduðunu, ölümü mü yoksa yargýç yaþantýsýný mý
düþündüðünün anlaþýlamadýðýný söylüyor.
Ama genelde, enfeksiyon bir çizgi boyunca geriliyordu; ilk önce çekingen ve gizli bir
umut uyandýrmýþ olan valilik bildirileri kamuoyunda zaferin kazanýldýðý ve hastalýðýn
geri çekildiði inancýný sonunda doðruladý. Gerçekte, bir zaferin söz konusu olup
olmadýðýna karar vermek kolay deðildi. Hastalýðýn geldiði gibi gittiði söylenmeliydi
yalnýzca. Ona karþý sürülen stratejiler deðiþmemiþti, dün bir
242
Yine de kentte hiçbir þeyin deðiþmediði söylenebilir. Gündüz her zamanki gibi sessiz
sokaklar gece pardösülü ve eþarplý bir kalabalýkla dolup taþýyordu. Sinema ve kafe-ler
hep ayný iþi yapýyordu. Ama daha yakýndan bakýnca, yüzlerin daha rahatlamýþ olduðu
hatta bazen gülümsediði görülüyordu. Böylece, o zamana kadar sokaklarda kimsenin
gülümsemediði de fark ediliyordu. Gerçekte, aylardýr kenti sarmalayan kalýn örtü bir
yerinden yýrtýlmýþtý ve pazartesileri radyo -haberinden anlaþýldýðý kadarýyla, bu
yýrtýk büyüyordu ve sonunda insanlar soluk alabilecekti. Bu da olumsuzluk içeren bir
avuntuydu ve iç açýcý bir ifadeye ulaþamýyordu bir türlü. Ama, bir zamanlar bir trenin
gittiði ya da bir geminin geldiði ya da arabalara tekrar yola çýkma izni verileceði
inanýlmaz gelirken, tersine, ocak ortasýnda bunlarla ilgili yapýlan duyuru hiçbir
þaþkýnlýk uyandýrmadý. Kuþkusuz az bir þeydi bu. Ama bu incecik fark
yurttaþlarýmýzýn umut yolunda nasýl bir ilerleme kaydettiðini gösteriyordu aslýnda.
Zaten en ufak umudun tüm bir halk için olanaklý hale geldiði anda vebanýn kesin
egemenliði sona erdi denilebilir.
Bununla birlikte, tüm ocak ayý boyunca kentliler çeliþkili davranýþlarda bulundu.
Aslýnda tam olarak, aþýrý heyecanla depresyon arasýnda gidip geldiler. Örneðin,
istatistiklerde en olumlu sayýlarýn ortaya çýktýðý anda yeni kaçma giriþimleri saptandý.
Bu, yetkilileri çok þaþýrttý, kaçýþlarýn çoðunun baþarýlý olduðuna bakýlýrsa nöbetçiler
de büyük bir þaþkýnlýða düþmüþtü. Ama aslýnda, o sýralarda kaçan insanlar doðal
duygulara boyun eðiyorlardý. Veba bazý insanlarda derin kuþku tohumlarý ekmiþti,
bundan kurtu-lamýyorlardý. Umudun sözü geçmiyordu onlara. Veba dönemi geçmiþ olsa
da hâlâ onun kurallarýna göre yaþýyorlardý. Olan biteni geriden izliyorlardý. Baþka
insanlardaysa,
Halk 15 Ocak'a kadar bu gizli coþku içinde yaþadý. O hafta istatistikler öylesine düþtü
ki, doktorlar kuruluna danýþtýktan sonra valilik salgýnýn sona ermiþ olarak
görülebileceðini duyurdu. Gerçek þu ki, halkýn benimsemezlik edemeyeceði bir sakýným
düþüncesiyle yazýda, kent kapýlarýnýn iki hafta daha kapalý kalacaðý, önleyici
kurallarýn da
244
Öte yandan, herkes bu eklemeleri biçemsel kaygýlarla eklenmiþ maddeler olarak gördü
ve 25 Ocak akþamý kenti neþeli bir coþku kapladý. Valilik bu genel canlýlýkta bir payý
bulunsun diye saðlýk dönemindeki aydýnlatmanýn yeniden kurulmasý emrini verdi.
Bunun üzerine soðuk ve duru bir göðün altýnda, kentliler gürültülü ve kahkahalar atan
topluluklar halinde aydýnlatýlmýþ sokaklara döküldü.
ne
Veba sessizce çýktýðý o nerede olduðu bilinmeyen ini-ne geri dönmek üzere
uzaklaþadursun, Tarrou'nün notlarýna göre, kentte bu gidiþe derin derin üzülen en
azýndan bir
Kediler oradaydý, randevuya sadýk, güneþte ýsýnýyorlardý. Ancak her zamanki saatte,
kepenkler ýsrarlý biçimde kapalý kaldý. Bunu izleyen günlerde de Tarrou açýldýklarýný
görmedi. Merak içinde, yaþlý adamýn alýnmýþ ya da ölmüþ olabileceðini düþündü,
alýnmýþ olabilirdi, çünkü yaþlý adam haklý olduðunu düþünüyordu ve veba ona
haksýzlýk etmiþti; ama eðer ölmüþse, týpký yaþlý astým hastasý gibi onun da bir aziz
olup olmadýðýný düþünmek gerekiyordu. Tarrou öyle olduðunu sanmýyordu, ama yaþlý
adamýn durumunda bir 'iþaret' bulunduðunu düþünüyordu. "Belki de azizlikle ilgi-li
yalnýzca yaklaþýk bir düþünceye varýlabilir," diye göz-
li yalnýzca yaklaþýk
247
Ama sözü Cottard'a getirmek gerek. Ýstatistikler düþmeye baþladýðýndan beri Cottard
çeþitli bahanelerle Rieux'yü birçok kez ziyaret etmiþti. Aslýnda her seferinde Rieux'den
vebanýn gidiþiyle ilgili bir tahminde bulun-
248
masýný istiyordu. "Böyle bir anda, hiç iþaret vermeksizin durabileceðine inanýyor
musunuz?" Bu noktada kuþkuluydu, ya da en azýndan öyle olduðunu söylüyordu. Ama
yineleyerek sorduðu sorular çok saðlam olmayan bir inancý gösteriyor gibiydi. Ocak
ortasýnda Rieux oldukça iyimser bir biçimde yanýt vermiþti. Ve bu yanýtlar Cottard'ý
neþelendireceði yerde, her seferinde, gününe göre deðiþen, keyif kaçýrmaktan yýkýma
kadar uzanan tepkiler uyandýrmýþtý onda. Sonradan doktor ona, istatýstiklerdeki olumlu
göstergelere karþýn zafer ilan etmemenin uygun olacaðýný söylemiþti:
Cottard.
- Evet, iyileþme hýzýnýn artmasý gibi, bu da olasý. Herkes için endiþe verici olan bu
belirsizlik, gözle görülür biçimde Cottard'ý rahatlatmýþtý ve Tarrou'nun önünde,
Rieux'nün düþüncesini yaymaya çalýþarak, oturduðu semtteki tüccarlarla söyleþilere
giriþmiþti. Bunu yapmaktan çekinmiyordu, orasý doðru. Çünkü ilk zaferlerin
coþkusundan sonra birçok kiþinin aklýna bir kuþku düþmüþtü; valilik açýklamasýnýn yol
açtýðý heyecandan sonra da varlýðýný sürdürecekti. Cottard'ýn bu endiþe tablosu
karþýsýnda içi rahatlýyordu. Ama baþka zamanlar cesaretini yitirdiði de oluyordu.
"Evet," diyor Tarrou'ya, "sonunda kapýlar açýlacak. Ve göreceksiniz, hepsi beni yüzüstü
býrakacak!"
25 Ocak'a kadar herkes onun kiþiliðindeki bu ani deðiþiklikleri fark etti. Günler boyu
semttekilerle ve görüþtüðü insanlarla uzun uzun anlaþmaya çalýþtýktan sonra, onlara
verip veriþtiriyordu. O zaman en azýndan görünüþte, dünyadan el etek çekiyor ve bir
anda kendini yabanýl bir yaþamýn içine atýyordu. Kimse onu ne lokantada, ne tiyatroda,
ne de o sevdiði kafelerde görüyordu. Öte yandan, vebadan önce sürdürdüðü ölçülü ve
karanlýk yaþama geri dönmüyordu. Tümüyle dairesine kapanarak yaþýyor ve komþu
lokantadan yemek getirtiyordu. Yalnýz akþamlan
249
Valilik açýklamasýnýn yapýldýðý gün, Cottard tümüyle ortadan yok oldu. Ýki gün
sonra, Tarrou onu iþsiz güçsüz, sokak sokak gezerken gördü. Cottard ona mahallesine ka-
dar eþlik etmeyi önerdi. Özellikle o günün yoðunluðunu fazlasýyla hisseden Tarrou
duraksadý. Ama öteki üsteledi. Çok heyecanlý gibi duruyordu, elleri kollarýyla
karmakarýþýk hareketler yapýyor, hýzlý ve yüksek sesle konuþuyordu. Valilik
açýklamasýnýn gerçekten vebaya bir nokta koyduðunu düþünüp düþünmediðini sordu
dostuna. Tabii ki, Tarrrou yetkililerin yaptýðý bir açýklamanýn bir felaketi durdurmak
için yeterli olmayacaðýný düþünüyordu; ama beklenmedik bir durum dýþýnda, yakýnda
salgýnýn duracaðýnýn akla uygun gelebileceðini söyledi.
Evet, dedi Cottard, beklenmedik bir durum dýþýnda. Ve her zaman beklenmedik bir
durum vardýr.
Tarrou kapýlar açýlmadan iki haftalýk bir süreye uyulmasýný isteyen valiliðin zaten
beklenmedik bir geliþmeyi bir anlamda öngördüðüne dikkati çekti.
Ýyi de etti, dedi Cottard, hâlâ düþünceli ve heyecanlýydý, çünkü valilik olaylarýn
gidiþine bakarak, boþ yere konuþmuþ olabilirdi.
Tarrou böyle bir þeyin olabileceðine inanýyordu, ama kapýlarýn açýlmasýný ve normal
bir yaþama dönülmesini düþünmenin daha uygun olacaðýný söyledi.
Tamam, öyle kabul edelim, dedi Cottard, ama normal yaþama dönüþ derken neyi
kastediyorsunuz?
250
þey olmamýþ gibi yeniden baþlayacaðý düþünülebilir mi, onu öðrenmek istiyordu.
Tarrou vebanýn deðiþeceðini, kenti deðiþtirmeyeceðini düþünüyordu ve tabii ki,
kentlilerin en güçlü isteði hiçbir þey deðiþmemiþ gibi davranmaktý ve öyle olacaktý;
bundan dolayý, bir yönden hiçbir þey deðiþmeyecekti, ama baþka bir yönden, yeterli
derecede istense de hiçbir þey unutulmayacak ve veba en azýndan yüreklerde bir iz
býrakacaktý. Küçük rantçý insanlarýn yüreðiyle ilgilenmediðini, bunun en son sýrada yer
alan bir kaygý olduðunu açýk açýk söyledi. Onu ilgilendiren, kentteki
düzenlemenin deðiþtirilip deðýþtirümeyeceðiydi, örneðin tüm hizmetler eskisi gibi mi
yürütülecekti? Tarrou bu konuda hiçbir þey bilmiyordu. Salgýn sýrasýnda aksayan tüm
hizmetlerin yeniden baþlatýlabilmesinin de biraz güçlük çýkacaðýný düþünüyordu. En
azýndan eski hizmetlerin yeniden düzenlenmesini gerektirecek yeni sorunlarýn
çýkabileceði de düþünülebilirdi.
Ýyi, dedi Tarrou. Her þey bir yana, sizin için de iþler yoluna girecektir. Bir bakýma,
yeniden baþlayacak bir
yaþam var.
dý.
- Haklýsýnýz, diyordu Cottard, giderek artan bir heyecanla, sýfýrdan baþlamak, bu iyi
bir þey olur.
Ama koridorun karanlýðýnda iki adam belirmiþti. Tarrou yanýndakinin bu iki adama ne
istediklerini .sorduðunu duydu. Bayramlýklarýný giymiþ memurlarý andýran adamlar
Cottard'a adýnýn Cottard olup olmadýðýný soruyorlardý, o ise, sessiz bir þaþkýnlýk
çýðlýðý atarak arkasýný döndü ve karanlýða dalýp kaçmaya baþladý; ne adamlar ne de
Tarrou
Sonraki gün, kapýlarýn açýlmasýndan birkaç saat önce, Doktor Rieux kendisini
bekleyen bir mektup olup olmadýðýný merak ederek, öðlen evine dönüyordu. Günleri
vebanýn en yoðun dönemindeki kadar yorucu geçmekle birlikte, kesin kurtuluþ beklentisi
her tür yorgunluðu unutturuyordu. Þimdi umut ediyordu ve bunun keyfine varýyordu.
Ýnsan her zaman çelik gibi iradeli olamaz, her zaman dimdik duramaz ve sonunda
mücadele için örülmüþ o güç yumaðýný coþku içinde çözmek de bir mutluluktur.
Beklenen telgraf da olumlu olsaydý, Rieux de yeni bir baþlangýç yapabilirdi. Herkesin
yeni bir baþlangýç yapmasý gerektiði
düþüncesindeydi.
Kapýcý dairesinin önünden geçiyordu. Yüzü karoya yapýþmýþ yeni kapýcý ona
gülümsüyordu. Merdivenlerden çýkarken Rieux onun yorgunluklarla ve yoksunluklarla
solgunlaþmýþ yüzünü görüyordu.
Evet, soyutlama sona erince, o da yeniden baþlayacaktý ve biraz da talihi varsa eðer...
Ama kapýyý açtýðý sýrada annesi gelerek Mösyö Tarrou'nün iyi olmadýðýný haber
verdi. Sabah kalkmýþtý ancak, dýþarý çýkamamýþtý ve az önce yeniden yatmýþtý.
Madam Rieux endiþeliydi. Belki önemli bir þey deðildir, dedi oðlu. Tarrou boylu
boyunca uzanmýþ, aðýr kafasý yastýða gömülmüþ, kat kat örtülerin altýnda güçlü
göðsünün biçimi beliriyordu. Ateþi vardý, baþý aðrýyordu. Vebayý da düþündürecek
belli belirsiz belirtiler olduðunu söyledi Rieux'ye. Hayýr, henüz hiçbir þey belli deðil,
dedi Rieux onu
253
Buna yetkim yok, dedi. Ama kapýlar açýlacak. Sanýyorum sen olmasaydýn kendi
üzerime alacaðým ilk yetki bu olacak.
Bernard, dedi, ikimizi de burada tut. Biliyorsun, kýsa süre önce yeni bir aþý daha
oldum.
Doktor, Tarrou'nun da aþý olduðunu ama belki de yorgunluktan son serum iðnesini
atlamýþ ya da bazý önlemleri unutmuþ olabileceðini söyledi.
Rieux muayene odasýna gidiyordu. Odaya geri döndüðünde, Tarrou elinde koca koca
serum ampulleri tuttuðunu gördü.
Ah iþte o! dedi.
Tarrou yanýt olarak kolunu uzattý ve kendisinin baþka hastalara uyguladýðý o sonu
gelmez iðneyi oldu.
Ya tecrit, Rieux?
Ýlk kez tecrit önerisi olmadan bir serum iðnesi yapýldýðýný görüyorum.
Tarrou sustu ve ampulleri dizen doktor yeniden ona dönmek için konuþmasýný bekledi.
Sonunda yataða, yöneldi. Hasta ona bakýyordu. Yüzü yorgundu, ama gri gözleri sakindi.
Rieux ona gülümsedi.
254
ðim.
Kapýya geldiðinde Tarrou'nun onu çaðýran sesini duydu. Ona doðru döndü.
Rieux, diyebildi sonunda, bana her þeyi söylemeniz gerek, buna ihtiyacým var.
Keskin soðuk gün içinde biraz azalarak akþamüstü yerini büyük bir yaðmur ve dolu
saðanaðýna býraktý. Gün batarken gökyüzü biraz yükselir gibi oldu ve daha da içe
iþleyen bir soðuk bastýrdý. Rieux akþam evine döndü. Pardö-süsünü çýkarmadan
arkadaþýnýn odasýna girdi. Annesi örgü örüyordu. Tarrau yerinden kýmýldamamýþ
gibiydi, ama ateþten bembeyaz olmuþ dudaklarý onun giriþtiði mücadeleyi anlatýyordu.
Doktor, Tarrou'nun üzerine eðildi. Alev alev yanan derinin altýnda bezeler düðüm
255Akþam yemeðinden sonra, Rieux ve annesi hastanýn yanýna yerleþtiler. Onun için
mücadele içinde bir gece baþlýyordu ve Rieux veba meleðiyle arasýndaki bu sert
mücadelenin þafaða kadar süreceðini biliyordu. Tarrou'nun en güçlü silahý saðlam
omuzlarý ve geniþ göðsü deðil, daha çok kanýydý, az önce Rieux'nün iðnenin ucundan
fýþkýrttýðý kaný; bu kanýn içinde, hiçbir bilim dalýnýn gün ýþýðýna çýkaramadýðý,
ruhtan da derin olan þeydi onun silahý. Ve o, arkadaþýnýn mücadelesini izlemek
zorundaydý yalnýzca. Yapacaðý þeyleri, apseleri hafifletmeye çalýþmak, yara kapayýcý
ilaçlar sürmek; üst üste gelen baþarýsýzlýklarla dolu aylar boyunca bunlarýn etkisini
takdir etmeyi öðrenmiþti. Aslýnda, onun tek görevi, çoðunlukla kýþkýrtýlmadýkça
rahatýný bozmayan þu talihe fýrsatlar vermekti. Ve talihin rahatýnýn kaçmasý
gerekiyordu. Çünkü Rieux onu þaþkýnlýða iten bir veba çehresiyle karþý karþýyaydý.
Bir kez daha veba kendisine karþý oluþturulmuþ stratejileri altüst etmeye hazýrlanýyor,
içine yerleþmiþ gibi durduðu mekânlardan çekilerek insanlarýn beklemediði mekânlarda
ortaya çýkýyordu. Bir kez daha þaþýrtmaya çalýþýyordu.
Tarrou savaþýyordu, hareketsizdi. Gece boyunca bir kez olsun acýya heyecanla karþýlýk
vermedi, tüm aðýrlýðý ve tüm sessizliðiyle savaþýyordu yalnýzca. Yine bir kez olsun
konuþmadý, böylece, baþka bir þey düþünmenin artýk elinden gelmediðini kendince belli
ediyordu. Rieux mücadelenin aþamalarýný arkadaþýnýn bir açýlýp bir kapanan
gözlerinden izliyordu yalnýzca, gözkapaklarý, gözyuvarlaðýna sýmsýký yapýþýyordu ya
da tersine, gevþiyor, bakýþlar bir eþyaya dikiliyor ya da doktora ve annesine
çevriliyordu. Doktor bu bakýþla her karþýlaþtýðýnda Tarrou büyük bir çabayla ona
gülümsüyordu.
Bir an sokakta aceleci ayak sesleri duyuldu. Önce uzaktan gelen yavaþ yavaþ yaklaþan
ve akýþýyla sokaðý dolduran bir gümbürtüden kaçýyor gibiydiler: Yeniden baþlayan
yaðmura, çok geçmeden kaldýrýmlarda çýnlayan dolular karýþýyordu. Pencerelerin
önündeki büyük tenteler dal-
256
galandý. Odanýn karanlýðýnda, bir an yaðmurla dikkati daðýlan Rieux, bir baþucu
lambasýnýn aydýnlattýðý Tarrou'yu izliyordu yeniden. Annesi örgü örüyordu, zaman
zaman baþýný kaldýrarak hastaya bakýyordu. Doktor yapýlacak her þeyi yapmýþtý
þimdi. Yaðmurdan sonra, yalnýzca görünmez bir savaþýn sessiz gürültüsüyle dolu
odadaki sessizlik yoðunlaþtý. Uykusuzluktan olduðu yerde büzülen doktor sessizlik
elverdiðince, tüm salgýn boyunca ona eþlik etmiþ olan tatlý ve düzenli ýslýk sesini
duymayý hayal ediyordu. Annesine yatmasý için bir iþaret yaptý. Anne baþýný hayýr
anlamýnda salladý, gözleri parýldadý, sonra þiþlerin ucunda emin olmadýðý bir ilmeði
dikkatle inceledi. Rieux hastaya su içirmek üzere kalktý, sonra gelip yerine oturdu.
Saat sekizde yerimi almak için yatmalýsýn. Yatmadan önce damlatma iþlemini yap.
Madam Rieux kalktý, örgüsünü katladý ve yataða doðru ilerledi. Bir süredir Tarrou
gözlerini kapamýþtý. Sert alnýnda terden saçlarý kývýrcýklaþmýþtý. Madam Rieux iç
geçirdi ve hasta, gözlerini açtý. Üzerine eðilmiþ tatlý yüzü gördü ve ateþin oynaþan
dalgalarý altýndan sebatlý bir gülümseme yeniden belirdi. Ama hemen ardýndan gözler
kapandý. Yalnýz kalýnca Rieux annesinin koltuðuna oturdu.
Veba
257/17Sokaktan tek ses gelmiyordu ve þimdi tam bir sessizlik var-di. Sabahýn soðuðu
odada kendini hissettirmeye baþlamýþtý. Doktor biraz kestirdi, ama þafakta geçen ilk
araba onu uykudan uyandýrdý. Ürpedi ve Tarrou'ya bakýnca, bir sürelik rahatlama
olduðunu ve hastanýn uyuduðunu gördü. Atlý arabanýn odun ve demirden tekerlekleri
dönerek uzaklaþýyordu. Pencerede gün henüz aðarmamýþtý. Doktor yataða doðru
ilerlediðinde Tarrou sanki hâlâ uykudaymýþ gibi, ona ifadesiz gözlerle bakýyordu.
- Evet.
Biraz. Bunun bir anlamý var mý? Rieux sustu ve bir süre sonra:
Hayýr Tarrou, hiçbir anlamý yok. Sabah düzelmelerini benim gibi siz de biliyorsunuz.
Tarrou onayladý.
Evet, ama öðlen kesin bir karara varacaðýz. Tarrou gücünü toplamak istercesine
gözlerini kapadý.
Yüzünden bir býkkýnlýk okunuyordu. Ýçinde bir yerlerde kýpýr kýpýr olmaya
baþlamýþ ateþin yükselmesini bekliyordu. Gözlerini açtýðýnda, bakýþlarý
sönükleþmiþti. Yalnýzca Rieux'nün yaný baþýnda eðilmiþ olduðunu görünce yemden
ýþýldadý.
Rieux onun kolunu tuttu, ama Tarrou bakýþlarýný baþka yana çevirmiþ, artýk tepki
vermiyordu. Ve birden ateþ,
258
sanki Tarrou'nün içinde bir bendi yerle bir ederek alnýna doðru gözle görünür þekilde
yükseldi. Bakýþýný Rieux'ye çevirdiðinde, onun gergin yüzüyle cesaret vermeye
çalýþtýðýný gördü. Tarrou'nun bir çabayla göndermek istediði gülümseme sýkýlmýþ
çene kemikleri ve beyazýmsý bir köpükle mýhlanmýþ dudaklarýndan öteye gidemedi.
Ama bu katýlaþmýþ yüzde gözler pýrýl pýrýl bir cesaretle yeniden parladý.
Saat yedide, Madam Rieux odaya girdi. Doktor hastaneye telefon etmek ve yerine
birisini bulmak için çalýþma odasýna geçti. Muayenelerini de ertelemeye karar verdi,
muayene odasýndaki divana bir süre uzandý, ama hemen kalktý ve odaya döndü. Tarrou
baþýný Madam Rieux'ye çevirmiþti. Yaný baþýnda bir sandalyenin üzerine yerleþmiþ,
ellerini bacaklarý üzerinde birleþtirmiþ o ufak tefek gölgeye bakýyordu; onu öyle bir
yoðunlukla izliyordu ki, Madam Rieux parmaðýný dudaklarýna götürdü ve baþucu
lambasýný söndürmek üzere ayaða kalktý. Ama perdelerin gerisinden gün ýþýðý hýzla
süzülüyordu ve az sonra hastanýn yüz hatlarý karanlýðýn içinde seçilmeye baþlayýnca,
Madam Rieux onun hâlâ kendisine bakmakta olduðunu görebildi. Ona doðru eðildi,
yastýðýný düzeltti, ayaða kalkarken bir an onun ýslak ve kývýrcýklaþmýþ saçlarýna elini
koydu. O zaman boðuk ve uzaktan gelen bir sesin kendisine teþekkür ettiðini ve þimdi
her þeyin iyi olduðunu söylediðim duydu. Yeniden yerine oturduðunda, Tarrou gözlerini
kapamýþtý ve bitkin yüzü, mühürlenmiþ aðzýna karþýn, yeniden gülümsüyor gibiydi.
Öðlen ateþ doruk noktasýndaydý. Ciðerlerinden sökü-lürcesine gelen bir öksürük, artýk
kan tükürmeye baþlayan hastanýn bedenini sarsýyordu. Bezeler artýk þiþmiyordu.
Eklemlerin içine çakýlmýþ çivi gibi, hep oradaydýlar. Ateþ ve öksürük nöbetlerinin
arasýnda Tarrou arada sýrada arkadaþlarýna bakýyordu. Ama çok geçmeden gözleri daha
seyrek olarak açýlmaya baþladý ve harap olmuþ suratým aydýnlatan ýþýk her seferinde
Bunu izleyen gece mücadelenin deðil, sessizliðin gecesi oldu. Dünyadan el etek çekmiþ
bu odada, þimdi giydirilmiþ bu ölü bedeninin üzerinde þaþýrtýcý bir huzurun gezindiðini
hissetti; geceler önce, vebaya tepeden bakan teraslarda kent kapýlarýndaki saldýrýnýn
ardýndan duyulan huzurdu bu. Zaten o dönemde, eli kolu baðlý, insanlarýn ölmesini
izlediði yataklardan yükselen o sessizliði düþünmüþtü. Her yerde ayný duraklama, ayný
görkemli süre, mücadeleyi izleyen hep o ayný yatýþma; bu, bozgunun sessizliðiydi. Ama
þimdi arkadaþýný örten adam için, bu sessizlik öyle yoðundu, sokaklarýn ve vebadan
kurtulmuþ kentin sessizliðine öyle uyuyordu ki, Rieux bu kez, savaþlara son veren ve
barýþý iyileþme umudu olmayan bir acýya dönüþtüren kesin bir yenilginin söz konusu
olduðunu iyi biliyordu. Son olarak doktor, Tarrou'nun huzura kavuþup kavuþmadýðýný
bilmiyordu; ancak en azýndan o anda, týpký oðlundan koparýlmýþ bir anne, ya da
arkadaþýný gömen bir insan için nasýl ateþkes diye bir þey yoksa, kendisi için de artýk
olanaklý bir huzur bulunmadýðýný biliyordu.
Dýþarýda hep ayný soðuk gece, açýk ve buz gibi bir gökte buz tutmuþ yýldýzlar vardý.
Yarý karanlýk odada cama çökmüþ soðuk, bir kutup gecesinin renksiz soluk alýp veriþi
260
hissediliyordu. Yataðýn yanýnda Madam Rieux alýþýlmýþ duruþuyla, sað tarafý baþucu
lambasýyla aydýnlanmýþ, oturmaktaydý. Odanýn tam ortasýnda ýþýðýn uzaðýnda Rieux
koltuðunda beklemekteydi. Karýsý aklýna geliyordu, ama her seferinde bu düþünceyi
uzaklaþtýrýyordu.
Gece baþlarken sokaktan geçenlerin topuk sesleri soðuk gecenin içinde çýnlamýþtý.
verilmese de, birçok araba yeniden sokaklardan geçiyordu. Yollarý yutuyor, yok olup
yeniden ortaya çýkýyorlardý. Sesler, baðýrmalar, gen gelen sessizlik, bir nal sesi, bir
dönemeçte gýcýrdayan iki tramvay, belirsiz uðultular ve yeniden gecenin soluk alýp
veriþi.
Bernard?
Efendim.
Hayýr.
261edeceði tek þey bilgi ve bellekti. Belki de Tarrou'nun oyu-nu kazanmak dediði
buydu!
Yine bir araba geçti ve Madam Rieux sandalyesinin üzerinde biraz kýmýldadý. Rieux
ona gülümsedi. Annesi ona yorgun olmadýðýný söyledi ve hemen ardýndan:
- Tabii anne.
Evet, orada dinlenebilirdi. Neden olmasýn? Anýmsamak için de bir bahane olurdu bu.
Ama oyunu kazanmak bu idiyse, insanýn umuttan yoksun, yalnýzca bildiði ve
anýmsadýðý þeyle yaþamasý güç olmalýydý. Ýþte, kuþkusuz Tarrou da böyle
yaþamýþtý ve düþlere kapýlmadan sürdürülen bir yaþamýn içinde kuruluk adýna ne
varsa hepsinin bilincindeydi. Umutsuz huzur olmaz ve insanlarýn kimseyi mahkûm etme
hakký olmadýðýna inanan ama yine de kimsenin baþkalarýný mahkûm etmekten kendini
alýkoyamadýðýný ve hatta kurbanlarýn bazen cellata dönüþtüðünü de bilen Tarrou
ikilem ve çeliþkinin içinde yaþamýþtý, asla umut nedir bilmemiþti. Acaba bu nedenle mi
aziz olmayý istemiþ ve huzuru insanlara hizmet ederek aramýþtý? Gerçekte Rie-ux bu
konuda hiçbir þey bilmiyordu, bunun da pek önemi yoktu. Tarrou'yla ilgili aklýndan
silinmeyen tek görüntü, kendisini götürmek üzere arabanýn direksiyonuna sýmsýký
sarýlan bir adam ya da þimdi hareketsiz yatan þu kalýn bedenin görüntüsüydü. Bir yaþam
Ýþte kuþkusuz bu nedenle, Doktor Rieux, sabah karýsýnýn ölüm haberini sakinlikle
karþýladý. Çalýþma odasýndaydý. Annesi neredeyse koþarak ona telgrafý getirmiþ,
sonra postacýya bahþiþ vermek üzere çýkmýþtý. Geri döndüðünde oðlu açýlmýþ telgrafý
elinde tutuyordu. Ona baktý, pencereden limanýn üzerinde yükselmekte olan inanýlmaz
bir sabahý izlemeye kaptýrmýþtý kendini.
262
263Güzel bir þubat sabahý gün doðarken, halkýn, gazetelerin, radyo ve valilik
duyurularýnýn selamlamasýyla kentin kapýlarý sonunda açýldý. Böylece anlatýcýya,
kapýlarýn açýlmasýný izleyen coþkuya baþýndan sonuna kadar katýlabilme özgürlüðü
olmamakla birlikte, bu neþe dolu saatlerin vaka-nüvisý olmak kalýyor. Gündüz ve gece
için büyük eðlenceler düzenlenmiþti. Ayný zamanda, uzak denizlerden gelen gemiler
limanýmýza yönelirken, garlarda trenlerin dumanlarý tütmeye baþlamýþtý bile, böylece
her biri kendince, bugünün, ayrý düþmekten ötürü acý çekenler için büyük buluþma günü
olduðunu belirtiyordu.
Gerçekten de, tutkulular kendilerini bir sabit fikre kaptýrmýþlardý. Onlar için tek bir þey
deðiþmiþti: Aylarca süren sürgünleri boyunca çabuk geçmesine uðraþtýklarý, deli gibi
hýzlandýrmaya çalýþtýklarý o zamaný þimdi kente yaklaþtýklarý bir anda, trenin
duraktan önce fren yapmaya baþlamasýyla yavaþlatmayý dilemiþlerdi. Aþklarýnýn tüm o
kaybolmuþ aylarý, içlerine belirsiz ve keskin bir duygu salý-
264
yor ve buna baðlý olarak, bu neþeli zamanýn bekleyiþ dönemine oranla iki kat daha
yavaþ geçmesini bir tür telafi olarak görüyor ve belli belirsiz bunu istiyorlardý. Haftalar
önce haber iletilen karýsýnýn buraya gelmesi için elinden geleni yapan Rambert gibi,
sevdiklerini bir odada ya da peronda bekleyenler ayný sabýrsýzlýk ve ayný karmaþa
içindeydiler. Çünkü veba aylarý boyunca bir soyutlamaya dönüþmüþ bu aþk ya da
sevgiye destek olan etten kemikten kiþiyle bu duygularý karþýlaþtýrmayý Rambert bir
ürperiþle
bekliyordu.
Kaldý ki, hepsi az ya da çok, belli bir bilinçle onun gibiydi ve aslýnda hepsinden söz
etmek gerek. Özel yaþamlarýna yeniden baþlayacaklarý bu istasyon peronunda,
birbirlerine bakýþlar atarken ya da gülümserken, paylaþtýklarý ortaklýðý hissediyorlardý
hâlâ. Ama trenin dumaný görünür görünmez sürgün duygusu, karmaþýk ve sarhoþ edici
bir neþe saðanaðý altýnda bir anda sönüp gitti. Tren durunca çoðunlukla yine bu peronda
baþlamýþ olan sonu gelmez ayrýlýklar burada son buldu; bir saniye içinde, canlý
biçimlerini unuttuklarý bedenlere büyük bir sevincin eþlik ettiði bir cimrilikle kollarýn
sarýldýðý anda. Rambert'in kendisine koþan ve göðsüne kapanan o bedene bakacak
zamaný olmadý. Kollarý arasýnda onu tutarken, gövdesine yumulmuþ o tanýdýk saçlý
baþý sýkarken gözyaþlarýna engel olamadý,
265bunlarýn o anki mutluluktan mý, yoksa çok uzun süredir bastýrýlmýþ bir acýdan mý
olduðunu bilmiyordu; en azýndan bu yaþlarýn, þu anda omzuna gömülmüþ duran bu
yüzün, onca düþlediði yüz mü, yoksa tersine, bir yabancýnýn yüzü mü olduðunu
bilmesini engellediðinden ötürü bir rahatlýk içindeydi. Bu kuþkunun doðru çýkýp
çýkmayacaðýný sonradan öðrenecekti. Þimdilik, vebanýn geri gelebileceðine ve
insanlarýn yüreðinde hiçbir deðiþiklik yapmadan gidebileceðine inanýyor gibi bir hali
olan çevresindekiler gibi davranmak istiyordu.
Birbirlerine sýký sýký sarýlmýþ insanlar, dünyada geri kalan her þeye gözlerini
yummuþ, görünüþte vebayý alt etmiþ, tüm sefaleti ve ayný trenle gelip karþýlarýnda
kimseyi bulamamýþ herkesi unutmuþ olarak evlerine döndüler; peronda yalnýz
kalanlarsa eve dönünce uzun sürmüþ suskunluklarýn yüreklerine saldýðý korkuyu
doðrulayan bir þey bulmaya hazýrlanýyorlardý. Artýk taptaze bir acýdan baþka
kendilerine eþlik eden hiç kimseleri olmayan bu insanlar için, o anda artýk yaþamayan
bir varlýðýn anýsýna sarýlanlar için her þey farklýydý ve ayrýlýk duygusu doruk
noktasýna ulaþmýþtý. Onlar için, þimdi ortak bir çukura atýlmýþ ya da bir kül
yýðýnýnda eriyip gitmiþ o varlýða iliþkin tüm neþeyi yitiren anneler, eþler, sevgililer için
veba hâlâ vardý.
Ama kim düþünüyordu bu yalnýzlýklarý? Öðle olunca güneþ sabahtan beri bir mücadele
halinde havanýn içinde dolanýp duran soðuk esintileri alt ederek deðiþmeyen bir ýþýðý
sürekli yinelenen dalgalarla kentin üzerine saçýyordu. Gün sanki akmýyordu. Tepelerden
kalelerin toplarý durgun gökyüzünde ara vermeden patlamaya baþladý. Acýlarýn son
bulduðu ve unutuþun henüz baþlamadýðý, iki arada kalmýþ bu dakikada tüm kent
kendini dýþarý attý.
Bütün meydanlarda dans ediliyordu. Bir günde trafik yoðunluðu hissedilir biçimde
artmýþ ve sayýlarý giderek çoðalan arabalar insan seli altýndaki sokaklarda güçlükle
ilerliyordu. Kentin çanlarý tüm akþamüstü en yüksek perdeden çaldý. Mavi ve altýnsý bir
göðü çýnlamalarýyla dolduru-
266
yorlardý. Gerçekten de kiliselerde þükür dualarý okunup duruyordu. Ama ayný zamanda
eðlence yerleri aðzýna kadar dolmuþ, geleceði düþünmeden ellerindeki son alkollü
içecekleri daðýtýyorlardý. Tezgâhlarýn önünde hepsi de heyecan içinde bir kalabalýk itiþ
kakýþ duruyordu, aralarýnda çevredeki bakýþlardan çekinmeyen, sarmaþ dolaþ birçok
çift vardý. Hepsi baðýra çaðýra konuþuyor ya da gülüyordu. Herkes içine kapandýðý
aylar boyunca yaþamý biriktirmiþ, þimdi hayatta kalmalarýný kutlarcasýna onu
harcýyorlardý. Ertesi gün asýl yaþam baþlayacaktý, önlemleriyle. Þimdilik çok farklý
kökenlerden insanlar dirsek dirseðe kardeþ gibiydiler. Ölümün varlýðýnýn
gerçekleþtiremediði eþitlik, en azýndan birkaç saatliðine kurtuluþun coþkusunda ortaya
çýkýyordu.
Ama bu sýradan coþku her þeyi açýklamýyordu ve akþamüstü geç saatte Rambert'in
yanýnda sokaklarý dolduranlar soðukkanlý bir tavrýn altýnda, çoðunlukla epey hassas
mutluluklar gizliyordu. Gerçekten de, çok sayýda çift ve çok sayýda aile sakin sakin
gezinen insanlar gibiydiler yalnýzca. Gerçekteyse çoðu acý çektikleri yerleri hassaslýkla
ziyaret ediyorlardý. Yeni gelenlere vebanýn açýk ya da saklý iþaretlerini, vebanýn
tarihinin kalýntýlarým göstermek söz konusuydu. Bazý durumlarda, veba sýrasýnda çok
þey görmüþ olanlara rehberlik etmekle yetiniliyor ve korku uyandýrmadan tehlike
anlatýlýyordu. Bu gibi keyifler zararsýzdý. Ama öteki durumlarda, daha tehlikeli
gezintiler olabiliyordu, anýlarýn sevgi dolu acýsýna kendini býrakmýþ bir sevgili
yanýndakine þöyle diyebiliyordu: "O sýrada, bu yerde yanýmda olmaný arzuladým ve
sen yoktun." Bu tutku gezginlerini tanýmak kolaydý: Ýçinde yol aldýklarý gürültü
patýrtýnýn ortasýnda fýsýltý ve itiraf adacýklarý oluþturuyorlardý. Gerçek kurtuluþu,
köþe baþlarýndaki orkestralardan daha iyi müjdeliyordu onlar. Çünkü bu sevinç içinde,
sýký sýký birbirine sarýlmýþ ve suskun çiftler gürültü patýrtýnýn içinde, mutluluðun tüm
zaferi ve adaletsizliðiyle vebanýn bittiðini, korkunun geride kaldýðýný doðruluyordu.
Her
Dýþ mahallelere ulaþmaya çalýþan ve akþamüstü çan ve top sesleri, ezgiler ve saðýr
edici çýðlýklar arasýnda tek baþýna yürüyen Doktor Rýeux'nün gözüne çarpan iþte
buydu. Mesleði sürüyordu, hastalar için tatil yoktu. Kentin üzerine inen tatlý ýþýðýn
içinde eski günlerin ýzgara et ve anason kokularý yükseliyordu. Çevresinde gülen yüzler
göðe doðru çevriliyordu. Yüzleri al al olmuþ kadýn ve erkekler istekle gerilerek ve
çýðlýklar atarak birbirlerine dolanýyordu. Evet, veba bitmiþti, korku da ve þimdi sarmaþ
dolaþ olan kollar aslýnda en derin anlamýyla sürgünün ve ayrýlýðýn ne demek olduðunu
anlatýyordu.
Ýlk kez olarak Rieux aylarca her gelen geçenin yüzünde okuduðu þu tamdýk havaya bir
ad verebiliyordu. Þimdi çevresine þöyle bir bakmasý yeterliydi. Vebayý, sefaleti ve
yokluklarý geride býrakan herkes, uzun süredir oynamakta olduðu rolün giysisine
bürünmüþtü, yokluðu ve uzaktaki ülkeyi önce yüzleriyle, þimdi de giysileriyle belli eden
göçmen rolüne bürünmüþlerdi. Vebanýn kent kapýlarýný kapadýðý günden baþlayarak
yalnýzca ayrýlýðý yaþamýþlardý, her þeyi unutturan o insancýl sýcaklýktan ayrý
düþmüþlerdi. Deðiþik derecelerde, kentin her köþesinde bu kadýnlar ve bu erkekler,
herkes için ayný olmayan ama yine hepsi için olanaksýz bir buluþmayý özlemiþlerdi.
Çoðu tüm gücüyle orada bulunmayan birisini, bir bedenin sýcaklýðýný, sevgiyi ya
268
için gerçek vatan, bu boðulan kentin duvarlarýnýn ötesindeydi. Tepelerdeki güzel kokulu
çalýlýklarda, denizde, özgür ülkelerde ve aþkýn gücündeydi. Ve geri kalan her þeye
tiksintiyle sýrt çevirerek o ülkeye, mutluluða dönmek
istiyorlardý.
269meyi istemiþ olanlar, sayýlarý azalsa da bununla yetinmesini bilerek arada sýrada
ödüllerini alýyorlardý. Kuþkusuz aralarýndan bazýlarý, bekledikleri kiþiden yoksun, tek
baþlarýna kentte yürümeyi sürdürüyorlardý. Salgýndan önce, aþklarýný daha baþýndan
yoluna koyamamýþ ve birbirine düþman sevgilileri birbirine baðlý tutan o güç
anlaþmayý yýllarca körü körüne izleyen bazýlarý gibi, eþinden iki kez ayrýlmak
durumuna düþmemiþ olanlar da mutluydu. Rieux gibi onlar da her þeyi zamana
býrakmanýn hafifliðini duymuþlardý: Onlar sonsuza dek ayrýlmýþlardý. Ama, Doktor
Rie-ux'nün sabah yanýndan ayrýlýrken "Haydi, cesaret, þimdi haklý çýkmanýn zamaný,"
dediði Rambert gibi baþkalarý da, yitirdiklerini sandýklarý kiþiyi hiç duraksamadan
bulmuþlardý. En azýndan bir süre için mutlu olacaklardý. Her zaman istenebilecek ve
bazen elde edilebilecek bir þey varsa, onun da insan sevgisi olduðunu þimdi onlar
biliyordu.
Tersine, hayal bile edemedikleri bir þeyi dilemiþ olanlarýn hiçbirine bir karþýlýk
gelmemiþti. Tarrou sözünü ettiði o ulaþýlmasý güç huzura kavuþur gibi olmuþ, ama onu
iþine yaramayacaðý bir anda, ölümde bulmuþtu. Tersine, Rieux'nün kapý eþiklerinde,
azalan ýþýðýn altýnda gördüðü, tüm güçleriyle sarýlmýþ, heyecan içinde birbirine bakan
baþkalarý eðer istediklerini elde etmiþlerse, bunun nedeni yalnýzca kendi ellerinde olan
bir þey istemiþ olmalarýydý. Ve Rieux, Grand'la Cottard'ýn bulunduðu sokaða saparken
insanla, onun yoksul ve inanýlmaz aþkýyla yetinenlerin de en azýndan arada bir neþeyle
ödüllendirilmesinin yerinde olacaðýný düþünüyordu.
270
Bu günce burada sona eriyor. Doktor Rieux'nün bunun yazarý olduðunu belirtmenin
zamaný geldi. Ama son olaylarý aktarmadan önce, en azýndan niçin araya girdiðini
açýklamak ve tarafsýz tanýk üslubunu seçmeye özen göstermesinin anlaþýlmasýný
istiyor. Tüm veba süresince mesleði gereði kentlilerin birçoðunu görme ve onlarýn
duygularýný derleme olanaðý buldu. Böylece gördüklerini ve duyduklarýný rahatça
aktarma durumundaydý. Ama bunu uygun, ölçülü bir tutumla yapmak istemiþtir. Genel
Bir tür cinayet nedeniyle tanýklýk etme durumunda kalarak, iyi niyetli her tanýðýn
yapmasý gerektiði gibi, belli bir sakinimi elden býrakmamýþtýr. Ama ayný zamanda da,
dürüst bir yüreðin kurallarýna uygun olarak, isteyerek kurbanýn tarafým tutmuþ ve
insanlarý, ayný kenti paylaþtýðý insanlarý, yalnýzca aþk, acý, sürgün gibi ortak inançlarý
çevresinde birleþtirmek istemiþtir. Ýþte böylece, tek bir acý yoktur kentlilerce
paylaþmasýn, ya da tek bir durum yoktur kendisi de sahiplenmesin.
Sadýk bir tanýk olmak için özellikle olaylarý, belgeleri ve söylentileri aktarmalýydý.
Ama kiþisel olarak kendi söyleyeceðini, kendi bekleyiþini, kendi geçirdiði sýnavlarý dile
getirmemeliydi. Bunlardan yararlandýysa bile, yalnýzca ayný kenti paylaþtýðý kentlileri
anlamak ve onlarýn anlaþýlmasýný saðlamak ve onlarýn çoðunlukla karmakarýþýk
biçimde hissettiklerine olabildiðince kesin bir biçim vermek içindi. Gerçeði söylemek
gerekirse, bu saðduyulu çaba fazla zor
Ama yurttaþlarýmýz arasýnda bir kiþi vardý ve Rieux onun adýna konuþamazdý.
Tarrou'nun bir gün Rieux'ye sözünü ettiði kiþi bu: "Onun tek gerçek cinayeti çocuklar ve
insanlarý ölüme yollayan neyse onu yüreðiyle onaylamýþ olmasýdýr. Geri kalanýný
anlýyorum, ama bu konuda onu yaptýðýndan ötürü baðýþlamak zorundayým." Bu
güncenin böyle þeylerden habersiz, yani yalnýz bir yüreðin sahibiyle son bulmasý da
yerinde olur.
Olanaksýz doktor, dedi polis memuru. Kalabalýða ateþ eden bir deli var. Ama burada
kalýn, size gerek olabilir.
O sýrada Rieux, Grand'ýn kendine doðru geldiðini gördü. Onun da hiçbir þeyden haberi
yoktu. Geçmesine izin verilmiyordu ve ateþin kendi evinden açýldýðýný öðrenmiþti.
Güneþin ýsýtmayan son ýþýklarýyla altýn rengine bürünmüþ evin cephesi uzaktan
görülüyordu. Karþýdaki kaldýrýma kadar uzanan boþ bir uzam evi çevreliyordu. Yolun
ortasýnda bir þapka ve kirli bir parça kumaþ seçiliyordu. Rýeux ve Grand iyice uzakta,
yolun öteki tarafýnda kendilerini durduran polis kordonuna paralel ve gerisinde
mahallelilerin hýzlý hýzlý durmadan geçtikleri bir polis kordonunu görebiliyorlardý.
Dikkatlice bakýnca, ellerinde tabanca, evin karþýsýnda bulunan apartmanlarýn
kapýlarýna sinmiþ polis memurlarým da gördüler. Evin tüm kepenkleri kapalýydý. Yine
de ikinci katta kepenklerden biri yarý yarý-
272
ya açýlmýþ gibiydi. Sokakta tam bir sessizlik vardý. Kent merkezinden gelen belli
belirsiz ezgiler duyuluyordu yalnýzca.
Bir ara evin karþýsýndaki apartmanlardan birinden iki el ateþ sesi duyuldu ve açýk olan
kepenkte parçalar havaya sýçradý. Sonra yeniden sessizlik oldu. Uzaktan bakýnca, günün
yoðunluðundan sonra bu olanlar Rieux'ye biraz gerçekdýþý gibi geliyordu.
Bu Cottard'ýn penceresi, dedi birdenbire Grand heyecanla. Ama Cottard ortada yok.
Bilmiyoruz. Sokakta insanlar eðleniyordu. Ýlk tabanca sesi duyulduðunda hiçbir þey
anlamadýlar. Ýkinci seste baðrýþ çaðrýþ oldu, bir kiþi yaralandý ve herkes kaçýþtý.
Yeniden sessizlik olduðunda dakikalar geçmek bilmedi. Birden sokaðýn öteki tarafýndan
bir köpeðin çýkageldi-ðini gördüler, Rieux'nün uzun süredir gördüðü ilk köpekti, büyük
bir olasýlýkla o zamana kadar sahiplerinin sakladýðý pis bir Ýspanyol köpeðiydi, duvar
boyunca koþup gidiyordu. Kapýya yaklaþýnca duraksadý, arka ayaklarý üzerine oturdu
ve bitlerini kemirmek üzere yanlamasýna uzandý. Polislerden gelen birçok düdük sesi
onu uyardý. Baþým kaldýrdý, sonra þapkayý koklamak üzere aðýr aðýr yolun ortasýna
ilerledi. Ayný anda ikinci kattan bir el ateþ edildi ve köpek ayaklarýyla debelenerek
bir anda kendi çevresinde döndü ve böðrünün üzerine devrilerek uzun uzun sarsýldý.
Karþýlýk olarak, evin karþýsýndaki kapýlardan beþ ya da altý patlamayla kepenk biraz
daha ufalandý. Yeniden sessizlik çöktü. Güneþ biraz çekilmiþti ve Cottard'ýn penceresine
gölge düþmeye baþlýyordu. Doktorun arkasýndaki sokakta bir fren sesi duyuldu.
Veba
Ellerinde ipler, bir merdiven ve yaðlý beze sarýlmýþ iki uzun paketle tam arkalarýnda
polisler belirdi. Greand'ýn dairesinin karþýsýnda bulunan bitiþik düzen evleri çeviren bir
sokaða daldýlar. Bir süre sonra bu evlerin kapýlarýnda bir hareket olduðu görülmedi,
ancak tahmin edildi. Sonra kalabalýk ve polisler bekledi. Köpek artýk kýmýldamýyordu,
Birdenbire polis memurlarýnýn tuttuðu evlerden bir makineli tabancayla ateþ açýldý.
Ateþin sonunda, niþan alýnan kepenk tam anlamýyla yaprak gibi döküldü ve pencerede
karanlýk bir boþluk belirdi, Rieux ve Grand bulunduklarý yerden hiçbir þey
seçemiyordu. Ateþ kesilince ýkýn-cý bir tabanca sesi baþka bir açýdan, daha uzaktaki bir
evden geldi. Kurþunlardan biri bir kiremit parçasýný sýçrattýðýna göre kurþunlar
penceredeki kare boþluða da isabet ediyordu kuþkusuz. Ayný anda üç polis koþarak yolu
geçti ve giriþ kapýsýndan içeri daldýlar. Hemen ardýndan üç polis daha içeri koþtular ve
ateþ sesi kesildi. Kalabalýk biraz daha bekledi. Apartmanýn içinde, derinden gelen iki
patlama sesi duyuldu. Sonra bir uðultu yükseldi ve neredeyse sürük-lercesine kollan
sývanmýþ, durmadan baðýran ufak tefek bir adamýn dýþarý çýkarýldýðý görüldü. Sanki
bir mucize olmuþ gibi, sokaktaki tüm kapalý kepenkler açýldý ve meraklýlar pencerelere
üþüþtü; bir yandan da insanlar kalabalýklar halinde evlerinden çýkýp polis engellerinin
arkasýna koþtular. Bir an, adamcaðýzý yolun ortasýnda gördüler, sonunda ayaklan yere
basýyor, polis ellerini arkadan tutuyordu. Baðýrýyordu. Bir polis ona yaklaþtý ve
yumruðunun tüm gücüyle, ciddi bir tavýrla iki kez ona vurdu.
Cottard bu, diye kekeledi Grand. Çýldýrmýþ. Cottard yere düþmüþtü. Polisin bu kez
yerde uzanan
bu insan yýðýntýsýna tüm gücüyle tekme indirdiðini gördüler. Sonra karmakarýþýk bir
kalabalýk harekete geçti, doktora ve onun eski dostuna doðru yöneldi.
274
Kalabalýk önünden geçerken Rieux gözlerini kaçýrdý. Grand ve Rieux hava kararýrken
oradan ayrýldýlar. Bu olay, semti sanki içine daldýðý uyuþukluktan çekip çýkarmýþ gibi
uzaktaki sokaklardan gelen keyif sarhoþu kalabalýðýn uðultusuyla doldu yeniden. Evin
giriþinde Grand doktorla vedalaþtý. Gidip çalýþacaktý. Ama tam yukarý çýkacaðý
sýrada, Jeann'a mektup yazdýðýný ve þimdi hoþnut olduðunu söyledi doktora. Hem
sonra yeniden tümcesini yazmaya baþlamýþtý: "Ne kadar sýfat varsa hepsini attým,"
dedi.
Hýnzýr bir gülümsemeyle törensi bir selam için þapkasýný çýkardý. Ama Rieux,
Cottard'ý düþünüyordu, yaþlý astým hastasýnýn evine giderken onun yüzüne inen
yumruklarýn tok sesi peþini býrakmýyordu. Suçlu bir insaný düþünmek, ölü birisini
düþünmekten daha zordu belki de.
Rieux eski hastasýnýn evine vardýðýnda gece tüm göðü yutarcasýna kaplamýþtý.
Odadan, özgürlüðün o uzaktan gelen uðultusu duyuluyordu ve yaþlý adam her zamanki
tavrýyla bezelyeleri bir kaptan ötekine aktarmayý sürdürüyordu.
Eðlenmeye haklan var, diyordu, bir dünya kurmak için her þey gerek. Þu çalýþma
arkadaþýnýz, o ne oldu?
Patlama sesleri geliyordu, ama bunlar barýþla ilgiliydi: Çocuklar fiþek patlatýyorlardý.
Evet, dedi yaþlý adam bir süre sonra, hep en iyiler gider. Yaþam böyle. Ama o ne
istediðini bilen bir adamdý.
Hiç. Konuþmak için konuþmazdý. Nihayet, benim hoþuma gidiyordu. Ama böyle
iþte. Baþkalarý: "Veba bu, veba geçirdik," diyorlar. Bir anlamda ödüllendirilmek
istiyorlar. Ama ne demek veba? Yaþam bu, iþte hepsi bu kadar.
Buðunuzu aksatmayýn.
275 Yoo korkmayýn. Daha zamaným çok benim ve ötekilerin öldüðünü göreceðim.
Ben yaþamayý biliyorum.
Neþe dolu haykýrýþlar uzaktan ona karþýlýk verdi. Doktor odanýn ortasýnda durdu.
Yo hayýr! Onlarý tepeden görmek istiyorsunuz, deðil mi? Dilediðiniz gibi yapýn.
Ama onlar hep ayný.
Söyleyin doktor, vebadan ölenler için bir anýt yapýlacaðý doðru mu?
Öte yandan kentin uðultusu hâlâ teraslarýn altýnda dalgalarýn sesi. gibi çýnlýyordu. Ama
bu gece kurtuluþun gecesiydi, baþkaldýrýnýn deðil. Uzakta, koyu bir kýzýllýk
aydýnlatýlmýþ bulvar ve meydanlarýn bulunduðu yerleri belli ediyordu. Artýk özgürlüðe
kavuþmuþ gecenin içinde, istek engel tanýmýyordu, Rieux'ye ulaþan da onun
uðultusuydu.
Karanlýk limandan resmi kutlamanýn ilk fiþekleri yükseldi. Kent uzun ve boðuk bir
haykýrýþla selamladý fiþekleri. Cottard, Tarrou, Rieux'nün sevdiði ve yitirdiði kadýn ve
erkekler, ölü ya da suçlu, hepsi unutulmuþtu. Yaþlý adam haklýydý, insanlar hep
aynýydý. Ama her acýnýn öte-
276
Ancak bir yandan da bu güncenin kesin bir zafer güncesi olmadýðýný biliyordu. Bu,
yalnýzca kendi gördüðü kadarýyla korkuya ve onun tükenmez silahýna karþý yapýlmasý
gerekenlerin bir tanýklýðýndan baþka bir þey olamazdý; ama ayný zamanda da, içlerinde
kopan fýrtýnalara karþýn, bir aziz olamadýklarýna göre, felaketleri kabullenmeyi
reddederek, yine de doktorluk yapmaya çalýþan tüm insanlarýn bu korkuya karþý daha
neler yapabileceðine de tanýklýk
edecekti bu anlatý.
277Bu kitap, Patates Baský Ekibi tarafýndan tek kopya olarak, Beyazýt Devlet
Kütüphanesi Görme Engelliler bölümünde kullanýlmak üzere görmeyen okuyucularýn
yararlanabileceði hale dönüþtürülmüþtür.
Bu çalýþma Patates Baský'nýn söz konusu kamu hizmetine destek saðlamak amacý ile
gönüllü olarak yürüttüðü bir faaliyettir.
1. basým: 1997
2. basým: 1998
ISBN 975-510-767-3
Editions Gallimard 1956 / Onk Ajans Ltd. Þti. / Can Yayýnlarý Ltd. Þti. (1994)
ROMAN
Fransýzca aslýndan
Hayriye Caddesi. No. 2, 80060 Galatasaray, Ýstanbul Telefon: (0-212) 252 56 75 - 252
59 88 - 252 59 89 Fax: 252 72 33Özgün adý La Peþte
ALBERT CAMUS'NÜN
CAN YAYINLARI'NDAKÝ
KÝTAPLARI
Albert Camus, 1913 yýlýnda Cezayir'de doðdu, babasý iþçiydi, annesinin okuma-
yazmasý yoktu. Cezayir'de 1934 yýlýnda evlendi. Ýki yýl sonra boþandý. Komünist parti
üyesi oldu, ama 1937'de atýldý. Ýlk romaný Mutlu Ölüm, ancak ölümünden sonra
yayýmlandý. Ýlk gençlik yýllarýnda yakalandýðý tüberküloz hiç peþini býrakmadý.
Yayýmlanan ilk romaný Tersi ve Yüzü'dür (1937). Arkadan peþ peþe öteki romanlarý
geldi. 1940 yýlýnda Paris'e geldi. Gençlik yýllarýnda baþladýðý gazeteciliði hep
sürdürdü. 1957 yýlýnda Nobel Edebiyat Ödülünü aldý. 1960 yýlýnda bir otomobil
kazasýnda yaþamýný yitirdi.
Bir hapsedilmiþliði baþka bir hapsedilmiþlikle göstermek, gerçekte var olan herhangi
birþey-le göstermek kadar mantýða uygundur.
Daniel de FoeBu güncenin konusunu oluþturan ilginç olaylar 194.'te Oran'da meydana
geldi. Genel düþünceye göre biraz sýra dýþý olduðundan bu olaylarýn geçebileceði yer
burasý deðildi, ilk bakýþta Oran gerçekten de sýradan bir kent, Cezayir 'in Fransýz
ilinden baþka bir þey deðildi.
Kentin kendisi de, itiraf etmek gerekir, çirkindir. Dingin görünümlü bu kenti baþka onca
ticaret kentinden farklý kýlan þeyin ne olduðunu ayýrt etmek için biraz zaman gerekir.
Örneðin, ne bir kanat çýrpýþýn ne de bir yaprak hýþýrtýsýnýn duyulmadýðý, güvercini
olmayan, aðaçsýz ve bahçesiz bir kent, tam anlamýyla yansýz bir yer nasýl düþünülür?
Mevsimlerin deðiþimi ancak göðe bakýlarak anlaþýlýr. Ýlkbahar yalnýzca havanýn
niteliðinin deðiþmesinden ya da sokak satýcýlarýnýn banliyölerden getirdikleri çiçek
sepetleriy-le kendini duyurur; çarþý pazarda satýlan bir ilkbahardýr bu. Yazýn, güneþ
fazla kuru evleri kavurur ve duvarlarý gri bir külle örter; o zaman artýk kapalý
kepenklerin gölgesinden baþka yerde yaþanmaz. Sonbaharda, tersine çamur tufaný olur.
Güzel günler yalnýzca kýþýn olur.
Bir kenti tanýmanýn en bildik yollarýndan biri de insanlarýn orada nasýl çalýþtýðýna,
orada birbirlerini sevdiðine ve nasýl öldüðüne bakmaktýr. Bizim küçük kentimizde,
iklimden belki de, bunlarýn tümü bir arada yapýlýr, ayný tutkulu ve belirsiz havayla.
Yani burada insanýn caný sýkýlýr ve alýþkanlýklar edinmeye özen gösterir. Burada
yaþayanlar çok çalýþýrlar, ancak hep zengin olmak amacýyla deðil. Özellikle ticarete ilgi
duyarlar ve onlarýn deyiþiyle, önce iþ yapmakla ilgilenirler. Doðal olarak basit
keyiflerden de zevk alýrlar; kadýnlardan, sinemadan ve deniz banyolarýndan hoþlanýrlar.
Ancak, çok mantýklý olarak; bu zevklericumartesi akþamlarý ve pazar günlerine
saklarlar, çünkü haftanýn tüm öteki günlerinde çok para kazanmaya çalýþýrlar. Akþam,
bürolarýndan çýktýklarýnda belli bir saatte karelerde buluþurlar, ayný bulvarda gezinti
yaparlar ya da kendi balkonlarýna çýkarlar. Daha genç olanlarýn zevkleri þiddetli ve
kýsadýr, oysa daha yaþlýlarýn kötü huylarý iþkolik toplantýlarý, eþ dost davetleri ve
kâðýt oynanan çevrelerle sýnýrlýdýr.
Kuþkusuz bunun yalnýz bizim kente özgü bir þey olmadýðý ve sonuçta tüm
çaðdaþlarýmýz böyle olduðu söylenecektir. Kuþkusuz, bugün, insanlarýn sabahtan
akþama çalýþtýklarý, sonra da yaþamak için geri kalan zamanlarýný kâðýt oynayarak,
kafelerde ve çene çalarak harcamayý yeðledikleri kadar doðal hiçbir þey yoktur. Ancak
bazý kentler ve ülkeler vardýr, orada insanlar arada sýrada baþka þeyden kuþku duyarlar.
Genelde bu onlarýn yaþamýný deðiþtirmez. Yalnýz kuþku ortaya çýkmýþtýr ve bu da her
zaman bir kazançtýr. Tersine, Oran kuþkularý olmayan bir kenttir, yani tümüyle modern
bir kent. Buna baðlý olarak, bizim burada insanlarýn birbirini nasýl sevdiklerini
belirtmeye gerek yoktur. Erkekler ve kadýnlar aþk edimi denen þeyde çabucak
birbirlerini yutarlar ya da iki kiþilik uzun bir alýþkanlýk geliþtirirler. Bu uçlar arasýnda
çoðunlukla bir orta nokta yoktur. Bu da özgün bir þey deðil. Her yerde olduðu gibi
Oran'da da zamansýzlýktan ve düþünmemekten insanlar bilmeden birbirini sevmek
zorundadýr.
Kentimizde daha özgün olan burada ölmenin güçlüðüdür. Aslýnda güçlük doðru sözcük
deðil, rahatsýzlýk demek daha doðru olacak. Hasta olmak hoþ bir þey deðildir, ancak size
hastalýkta destek olan kentler ve ülkeler vardýr ve buralarda bir bakýma insan kendini
býrakabilir. Bir hastanýn þefkate gereksinimi vardýr, bir þeye yaslanmaktan hoþlanýr,
çok doðaldýr bu. Ancak Oran'da iklimin aþýrýlýklarý, burada yürütülen iþlerin önemi,
dekorun belirsizliði, þafaðýn çabuk sökmesi ve zevklerin niteliði, her þey saðlýklý
olmayý gerektirir. Bir hasta kendini yapayalnýz buluverir.
10
Bu birkaç bilgi belki kentimizle ilgili yeterli bir fikir verir. Hem sonra hiçbir þeyi
abartmamak gerekir. Altý çizilmesi gereken, kentin ve yaþamýn sýradan görünümüdür.
Ýnsan alýþkanlýklarýný edindikten sonra günlerini kolay geçirir. Kentimiz tam da
alýþkanlýklar için uygun bir yer olduðuna göre burada bundan iyisi can saðlýðý
denebilir. Bu • açýdan bakýnca, kuþkusuz yaþamýn çok tutku verici olmadýðý görülür.
En azýndan bizde karmaþa nedir bilinmez. Ve bizim içten, sempatik ve hareketli
nüfusumuz buraya yolu düþmüþ kiþilerde her zaman belli ölçüde saygý uyandýrmýþtýr.
Renkten, bitkiden ve ruhtan yoksun kentimiz sonunda dinlendirici bir yer gibi durmaya
baþladý, sonunda burada uyunuyor. Ancak kentin, mükemmel çizilmiþ bir koyun önünde,
çýplak bir yaylanýn ortasýnda, ýþýklý tepelerle çevrili eþsiz bir manzaraya iliþtirilmiþ
olduðunu da eklemek yerinde olacaktýr. Yalnýzca bu koya sýrtýný çevirmiþ olmasý ve
bundan dolayý, insanýn hep arayýp bulmak zorunda kaldýðý denizi görmenin olanaksýz
11Kaldý ki, kaderin cilvesiyle belli sayýda tanýklýklarý derleme olanaðý bulmasaydý ve
anlattýðýný ileri sürdüðü þeylere ister istemez karýþmasaydý, zamanla tanýyacaðýnýz
anlatýcý bu tür bir giriþim içinde bir deðerlendirmede bulunma sýfatýný pek
kazanamazdý. Ýþte ona bir tarihçi yapýtý ortaya koyma hakký tanýyan da budur. Tabii
ki, amatör de olsa, bir tarihçinin her zaman belgeleri vardýr. Bu öykünün anlatýcýsýnýn
da kendi belgeleri var: Öncelikle kendi tanýklýðý, sonra baþkalarýnýn tanýklýðý; bunun
nedeni de rolü gereði, bu güncedeki tüm kiþilerin anlattýðýný derlemek zorunda
olmasýydý, son olarak da, sonunda eline geçen metinler. Uygun olduðu kanýsýna
vardýðýnda bunlardan dile-diðince yararlanmak istemektedir. Bir þey daha istemektedir...
Ancak sýranýn anlatýya gelmesi için belki de artýk bu yorumlarý ve dilsel önlemleri
býrakmanýn zamanýdýr. Ýlk günlerin anlatýlmasý biraz özen istiyor.
12
Ayný akþam, Bernard Rieux koridorun iyice dibinde yalpalayan ve ýslak tüylü, büyük
bir fare gördüðünde, apartmanýn giriþinde, dairesine çýkmadan önce, ayakta durmuþ
anahtarlarýný arýyordu. Hayvan dengesini arýyormuþ gibi durdu, küçük bir çýðlýkla
kendi çevresinde döndü ve aralanmýþ dudaklarýndan kan fýþkýrtarak sonunda devrildi.
Doktor bir süre onu izledi ve dairesine çýktý.
13Baþucu lambasýnýn ýþýðýnda doktor yüzünü ona çevirmiþ bakýyordu. Rieux için
otuz yaþýndaki bu yüz, hastalýðýn izlerine karþýn hep gençlik yüzüydü, belki de geri
kalan her þeyi alt eden þu gülümseme yüzünden.
Uyuyabilirsen uyu, dedi Rieux. Hastabakýcý saat on birde gelecek ve sizi öðle trenine
götüreceðim.
Hafifçe nemlenmiþ bir alný öptü. Gülümseyiþ kapýya kadar ona eþlik etti.
Ertesi gün, 17 Nisan saat sekizde kapýcý geçerken doktoru durdurdu ve koridorun
ortasýna üç ölü fare koyarak bu soðuk þakayý yapanlara suçu yükledi. Onlarý büyük
kapanlarla yakalamýþ olmalýlardý, çünkü hayvanlar kan içindeydi. Kapýcý fareleri
ayaklarýndan tutarak, suçlularýn bu acý alay karþýsýnda kendilerini ele vermeleri
beklentisiyle bir süre kapýnýn önünde beklemiþti. Ama hiçbir þey olmamýþtý.
Ýlk hastasýný yatakta buldu, hem yatak odasý hem de yemek odasý olarak kullanýlan
oda sokaða bakýyordu. Sert ve yýpranmýþ yüzlü, yaþlý bir Ispanyoldu. Önünde, örtünün
üzerinde bezelye dolu iki tencere duruyordu. Doktorun içeri girdiði sýrada yataðýnda
yarý doðrulmuþ yaþlý astýmlý öksürüðünü yeniden yakalamak için kendini geriye
atýyordu. Karýsý bir leðen getirdi.
Çok geçmeden Rieux burada oturan herkesin fareleri konuþtuðunu saptamakta güçlük
çekmedi. Ziyaretleri bitince evine döndü.
Yukarýda, size bir telgraf var, dedi Mösyö Michel. Doktor ona yeni fareler görüp
görmediðini sordu.
Sonra karýsýna çabuk çabuk ondan özür dilediðini, onunla daha yakýndan ilgilenmesi
gerektiðini ve onu çok ihmal ettiðini söyledi. Karýsý susmasýný istediðini belli
edercesine baþýný sallýyordu. Ama Rieux ekledi:
Bir süre sonra kocasýna sýrtým dönüyor ve camdan bakýyordu. Peronda insanlar
aceleyle koþturuyor ve birbirlerine çarpýyorlardý. Lokomotifin týslayan sesi onlara kadar
geliyordu. Karýsýný adýyla çaðýrdý, kadýn baþýný çevirdiðinde yüzünün gözyaþlarýyla
ýslanmýþ olduðunu gördü.
15Gözyaþlarýnýn ardýndan biraz buruk, gülümsemesi belirdi. Derin bir soluk aldý:
Karýsýna sýký sýký sarýldý ve þimdi peronun üzerinde, camýn öte yanýnda artýk
yalnýzca, onun gülümsemesini görüyordu.
Çýkýþýn yakýnýnda, peronda Rieux, oðlunu elinden tutmuþ, sorgu yargýcý Mösyö
Othon'u burun buruna geldi. Doktor ona yolculuða çýkýp çýkmadýðýný sordu. Biraz
eskilerin sosyete adamý dedikleri insanlarý, biraz da ölü taþýyýcýlarýný andýran, uzun
ve siyah bir adam olan Mösyö Othon sevimli bir sesle ancak kýsaca yanýtladý:
Rieux trenin yönüne doðru bir hamle yaptý, ama yeniden çýkýþ tarafýna döndü.
Bu anla ilgili tek aklýnda kalan, kollarýnýn altýnda ölü farelerle dolu bir kasa taþýyan
bir görevlinin geçtiðiydi.
Ayný gün öðleden sonra, Rieux muayeneye baþlarken, gazeteci olduðu ve sabah geldiði
söylenen genç bir adamý kabul etti. Adý Raymond Rambert'di. Kýsa boylu, kalýn
omuzlu, kararlý yüzlü, açýk ve zeki gözleri olan Ram-bert'in sýrtýnda spor giysiler vardý
ve keyfi yerinde gibiydi. Doðrudan konuya girdi. Paris'teki büyük bir gazete adýna
Araplarýn yaþam koþullarýný araþtýrýyordu ve onlarýn saðlýk durumlarýyla ilgili
bilgiler istiyordu. Rieux bu durumun iyi olmadýðýný söyledi. Ancak fazla ileri gitmeden
önce, gazetecinin doðruyu söyleyip söyleyemeyeceðini bilmek, öðrenmek istiyordu.
16
Tam deðil, bunu açýkça belirtmeliyiz. Ancak sanýyorum böyle bir eleþtiri dayanaktan
yoksun olurdu.
Rieux yumuþak bir tonla gerçekten de böyle bir eleþtirinin dayanaktan yoksun
olacaðýný, ancak Rambert'in tanýklýðýnýn eksiksiz olup olamayacaðýný yalnýzca
bilmek istediðini söyledi.
- Ben tam olmayan tanýklýk dýþýnda bir þey kabul etmem. Böylece sizin tanýklýðýnýzý
da kendi bilgilerimle desteklemeyeceðim.
zevklere sahip olan ve kendi adýna haksýzlýk ve ödünleri reddetmeye kararlý bir insanýn
dili olduðunu söyledi. Rambert, boynu omuzlarýna gömülmüþ, doktora bakýyordu.
Doktor onun elini sýktý ve þu sýralar kentte bulunan ölü farelerin miktarýyla ilgili ilginç
bir röportaj yapýlabileceðini söyledi.
Evet, beni ilgilendirir bu, dedi coþkuyla Rambert. Saat on yedide yeni ziyaretler için
evden çýkarken doktor merdivenlerde hantal yapýlý, kalýn kaþlarla belirginleþmiþ geniþ
ve çökmüþ yüzlü, henüz genç bir adamla karþýlaþtý. Apartmanýnýn en üst katýnda
oturan Ýspanyol dansçýlarda birkaç kez ona rastlamýþtý. Jean Tarrou ayaklarýnýn
dibinde, bir basamaðýn üzerinde can çekiþmekte olan bir farenin
Veba
17/2son çýrpýnýþlarýný izleyerek büyük bir dikkatle sigara içiyordu. Doktora gri
gözlerinin de biraz desteklediði sakin bir bakýþ yöneltti, ona merhaba dedi ve farelerin
ortaya çýkýþýnýn ilginç bir þey olduðunu söyledi.
- Bir anlamda öyle doktor yalnýzca bir anlamda. Hiç bunun gibi bir þey görmedik, iþte
hepsi bu. Ancak bunu ilginç buluyorum, evet, olumlu anlamda ilginç.
Tarrou elleriyle saçlarýný geriye attý ve artýk hareketsiz olan fareye yeniden baktý,
sonra Rieux'ye gülümsedi:
Zaten doktor da, kapýcýyý, o her zamanki kanlý canlý yüzünde bir býkkýnlýk ifadesiyle,
giriþin yanýnda duvara sýrtýný dayamýþ, kapýnýn önünde buldu.
- Evet, biliyorum, dedi yaþlý Michel, þimdi ikiþer üçer ele geçiyorlar. Ama öteki evlerde
de ayný þey oluyor.
Bitkin ve düþünceli duruyordu. Durmadan boynunu ovuþturuyordu. Rieux ona iyi olup
olmadýðýný sordu. Tabii ki kapýcý ona iyi olmadýðýný söyleyemiyordu. Yalnýz,
rahatsýzlýk duyuyordu. Ona göre, bu moral iþiydi. Bu fareler ona bir darbe indirmiþti ve
ortadan kaybolduklarýnda her þey çok daha iyi olacaktý.
Ancak ertesi sabah, 18 Nisan'da, annesini gardan getiren doktor Mösyö Michel'i daha
çökmüþ bir suratla buldu: Mahzenden tavan arasýna on kadar fare merdivenlerde
yatýyordu. Komþu evlerin çöp tenekeleri de bunlarla doluydu. Doktorun annesi haberi
þaþkýnlýk duymadan öðrendi.
Seni görmekten mutluyum Bernard, diyordu. Fareler buna karþý hiçbir þey yapamaz.
Rieux onaylýyordu; onun yanýnda her þey her zaman kolay gözüküyordu.
18
Öte yandan Rieux, müdürünü tanýdýðý, belediyenin fareyle mücadele birimine telefon
etti. Açýk havada ölmeye gelen çok sayýdaki þu farelerden söz edildiðim duymuþ
muydu? Müdür Mercier bundan söz edildiðini duymuþtu, hatta rýhtýmlarýn çok
uzaðýnda olmayan kendi servisinde bile elli tane kadar fare bulunmuþtu.Yine de bunun
ciddi bir þey olup olmadýðýný düþünüyordu. Rieux bunu belirleyemezdi, ancak fareyle
mücadele biriminin müdahale etmesinin gerektiðini düþünüyordu.
- Evet, dedi Mercier, bir emirle. Eðer bunun gerçekten gerekli olduðuna inanýyorsan bir
emir çýkarmaya çalýþabilirim.
Temizlikçi kadýn ona, kocasýnýn çalýþtýðý fabrikada yüzlerce ölü fare toplanmýþ
olduðunu bildiriyordu.
Ýþler öyle ileri gitti ki, Ransdoc Ajansý Renseigne-ment gayri resmi haberleri verdiði
radyo yayýnýnda yalnýzca 25 Nisan günü altý bin iki yüz otuz bir farenin toplandýðýný
ve yakýldýðýný bildirdi. Kentin gündelik görüntüsüne iliþkin kesin bir fikir veren bu
sayý kargaþayý artýrdý.
0 zamana kadar yalnýzca tiksinti veren bir olaydan yaký-mlmýþtý. Þimdiyse, henüz ne
boyutlarýnýn belirlenebildiði, ne de kaynaðýnýn anlaþýlabildiði bu olgunun tehdit edici
bir yaný olduðunun farkýna varýlýyordu. Yalnýz yaþlý Ýspan-
20
Oysa ayný gün, öðle saatinde, Doktor Rieux apartmanýnýn önünde arabasýný park
ederken yolun kenarýnda, baþý öne eðilmiþ, kollarýyla bacaklarý ayrýk, bir kukla gibi
güçlükle yürüyen kapýcýyý fark etti. Yaþlý adam bir rahibin koluna tutunuyordu; doktor
rahibi tanýdý. Birkaç kez gittiði ve kentimizde din konusuna ilgi duymayanlarýn bile
büyük bir saygý gösterdiði, çok okumuþ ve militan bir cizvit olan Rahip Paneloux'yclu
bu. Onlarý bekledi. Yaþlý Mic-hel'in gözleri parlýyordu ve soluðu ýslýk ýslýk
çýkýyordu. Kendini iyi hissetmemiþ ve hava almaya çýkmýþtý. Ancak boynunda, koltuk
altlarýnda ve kasýklarýndaki þiddetli aðrýlar onun eve geri dönmesini ve Rahip
Paneloux'nun yardýmýný istemesini zorunlu kýlmýþtý.
Doktor, bir kolu apartman kapýsýnýn dýþýnda, Mic-hel'in ona uzattýðý boynun alt
tarafýnda parmaðýný gezdirdi; bir sertlik oluþmuþtu.
Evet, dedi rahip, bu bir salgýn olmalý dedi ve yuvarlak gözlüklerinin ardýndan
gözleriyle gülümsedi.
Yemekten sonra, telefon sesi duyulduðunda, Rieux saðlýk evine karýsýnýn geldiðini
haber veren telgrafý okuyordu. Onu arayan, belediyede memur, eski müþterilerin-
21den birisiydi. Uzun süre aort daralmasýndan sýkýntý çekmiþti ve yoksul olduðundan
Rieux onu para almadan tedavi etmiþti.
Evet, diyordu, beni anýmsarsýnýz. Ama baþka birisi için arýyorum. Çabuk gelin,
komþuma birþeyler oldu.
Sesi soluk soluðaydý. Rieux'nün aklýna kapýcý geldi ve hemen onu görmeye karar
verdi. Birkaç dakika sonra, dýþ mahallelerden Faidherbe sokaðýnda alçak bir evin
kapýsýndan giriyordu. Islak ve pis kokulu merdivenin ortasýnda kendisini karþýlamaya
inen memur Joseph Grand'la karþýlaþtý. Sarý býyýklý, uzun ve kamburlaþmýþ, dar
omuzlu, kollarý bacaklarý zayýf, kýrk elli yaþlarýnda bir adamdý.
Durumu daha iyi, dedi Rieux'ye doðru gelirken, ancak ölüyor sandým.
Burnunu siliyordu. Ýkinci ve son katta, sol kapýnýn üzerinde Rieux kýrmýzý tebeþirle
'Girin, kendimi astým' yazýsýný okudu.
Ýçeri girdiler. Devrilmiþ bir sandalyeyle, bir köþeye itilmiþ masanýn üzerinde bir ip
asýlýydý. Ama boþlukta sallanýyordu.
Onu zamanýnda ipten indirdim, dedi Grand, en basit dille konuþsa da hep sözcükleri
arýyor gibiydi. Tam o sýrada evden çýkýyordum ve bir gürültü duydum. Yazýyý
görünce, nasýl desem, bir oyun sandým. Ama tuhaf, hatta diyebilirim ki, belli belirsiz bir
inilti duydum.
Kafasýný kaþýyordu:
Bence, acý veren bir iþlem olmalý bu. Tabii ki içeri girdim.
Bir kapýyý itmiþlerdi ve aydýnlýk ancak yoksul biçimde döþenmiþ bir odanýn eþiðinde
duruyorlardý. Ufak tefek, tombulca bir adam bakýr karyolada yatýyordu. Derin derin
soluk alýyor ve kanlanmýþ gözleriyle onlara bakýyordu. Doktor durdu. Soluk alýp
veriþlerin arasýnda küçük fare çýðlýklarý duyuyor gibiydi. Ancak kýyýda köþede hiçbir
þey kýmýldamýyordu. Rieux yataða doðru gitti. Adam çok yüksekten düþmemiþti, çok
fazla sert biçimde de düþmemiþti,
22
Rieux, Grand'a komiserliðe haber verip vermediðini sordu, memurun yüzü þaþkýn bir
ifadeye büründü.
Tabii, diye sözünü kesti Rieux, o iþi ben yaparým. Ancak o sýrada hasta yatakta
kýmýldandý ve iyi olduðunu, buna gerek kalmadýðýný söyleyerek doðruldu.
Sakin olun, dedi Rieux. Bu bir iþ deðil, inanýn bana, benim durumu bildirmem gerek.
Ve kendini geriye atarak sessiz sessiz aðlamaya baþladý. Bir süredir, býyýklarýný
sývazlayan Grand ona yaklaþtý.
Ancak Cottard gözyaþlarý arasýnda bunu bir daha yapmayacaðýný, bunun yalnýzca bir
çýlgýnlýk âný olduðunu ve kendisini yalnýzca sakin býrakmalarýný istediðini söyledi.
Rieux bir reçete yazýyordu.
Anlaþýldý, dedi. Bunu býrakalým, iki ya da üç gün sonra gene geleceðim. Ama bir
budalalýk yapmayýn.
Bu gece onun yanýnda kalmak gerek. Ailesi var mý? - Tanýmýyorum. Ama ben
kalabilirim. Baþýný sallýyordu.
23bir þey bilmiyordu. Aslýnda ona bu hikâyeden söz etmiþlerdi, ancak mahalle
dedikodusunu pek önemsemiyordu.
Rieux onun elini sýkmýþtý bile. Karýsýna mektup yazmadan önce kapýcýyý görmek
için acele ediyordu.
Yanýyor, diyordu, þuradaki domuz yakýyor beni. Kurum rengindeki aðzý sözcükleri
doðru dürüst söyle-
Her þey olabilir. Ancak elimizde henüz kesin bir þey yok. Bu akþama kadar perhiz ve
ishal ilacý. Bol bol su içsin.
24
Ertesi gün, 30 Nisan'da, ýlýk bir meltem, mavi ve rutubetli gökyüzünde esiyordu. En
uzak banliyölerden çiçek kokusu getiriyordu. Sokaklardaki sabah gürültüleri her
zamankine oranla daha canlý, daha neþeli gibiydi. Hafta boyunca içinde yaþadýðý o
sessiz kaygýdan kurtulan küçük kentimizde o gün bir yeniden doðuþ günüydü.
Karýsýndan gelen bir mektupla içi rahatlayan Rieux de hafiflik duygusuyla kapýcýnýn
dairesine indi. Ve gerçekten de sabah ateþ otuz sekize düþmüþtü. Zayýf düþmüþ hasta
yataðýnda gülümsüyordu.
Bekleyelim daha.
Ancak öðlen, ateþ birden kýrk dereceye çýkmýþtý, hasta durmadan sayýklýyordu ve
kusmalar yeniden baþlamýþtý. Boyundaki yumrular dokununca acýyordu ve kapýcý
baþýný bedeninden olabildiðince uzak tutmaya çalýþmak istiyor gibiydi. Karýsý yataðýn
ayakucuna oturmuþ, elleri battaniyenin üzerinde, hafifçe hastanýn ayaklarýný tutuyordu.
Rieux' ye bakýyordu.
Dinleyin, dedi Rieux, onu tecrit etmek ve özel bir tedavi denemek gerek. Hastaneyi
arayayým, onu ambulansla götüreceðiz.
Ýki saat sonra ambulansta doktor ve kadýn, hastanýn üzerine eðiliyorlardý. Yaralarýn
yol açtýðý mantarlarla kaplý aðzýndan sözcük kýrýntýlarý dökülüyordu: 'Fareler!'
diyordu. Balmumunu andýran dudaklarý, kurþun gibi aðýrlaþmýþ gözkapaklarý, kesik
kesik ve kýsa soluklarý, yeþil suratý ile yumrularla caný yanan kapýcý, küçük yataðý
kendi üzerine kapamak istiyormuþ ya da yerin dibinden gelen bir þey durmadan onu
çaðýrýyormuþ gibi küçük yataða yerleþmiþ,
lý-
26
Öte yandan bu yeni olaylarýn ayrýntýsýna girmeden önce, anlatýcý az önce anlatýlan
dönemle ilgili bir baþka tanýðýn düþüncelerine de yer vermenin yararlý olduðuna
inanýyor. Bu anlatýnýn baþýnda karþýlaþmýþ olduðumuz Jean Tarrou birkaç hafta önce
Oran'a yerleþmiþti ve o zamandan beri merkezde büyük bir otelde oturuyordu. Görünüþte
kendi geliriyle yaþayabilecek denli rahat koþullar içinde olduðu anlaþýlýyordu. Ancak,
kentlilerin yavaþ yavaþ ona alýþmasýna karþýn, kimse ne onun nereden geldiðini, ne de
niçin burada olduðunu biliyordu. Onunla halka açýk her yerde karþýlaþýlýyordu.
Ýlkbahar daha baþlarken sýk sýk kumsallarda görülmüþtü; çoðunlukla yüzüyor ve
açýkça bir keyif aldýðý belli oluyordu. Ýyi yürekli, basit, her zaman güler yüzlü olan bu
adam, kendini köle gibi kaptýrmadan tüm normal zevklerle dost gibiydi. Aslýnda onda
gördüðümüz tek alýþkanlýk kentimizde oldukça çok sayýda-
Öte yandan onun not defterleri de bu güç dönemle ilgili bir belge oluþturuyordu. Ancak
anlamsýzlýktan yana olmasý istenmiþ gibi özel bir belgeydi bu. Ýlk bakýþta, Tar-rou'nun
nesneleri ve insanlarý dar açýdan incelemeye çalýþtýðý samlabilirdi. Bu genel
karýþýklýk içinde tarihi olmayan þeylerin tarihçisi olmaya çalýþýyordu özetle. Kuþkusuz
bu yanlýlýðý bizi üzebilir ve notlarýndaki duygusuzluk eleþtirilebilir. Ancak yine de bu
not defterleri bu dönemin bir belgesi olarak, kendi açýlarýndan bir önemi olan ikincil
nitelikli bir yýðýn ayrýntý sunabilir; bu ayrýntýlarýn tuhaflýðý da onlarý yazan ilginç
kiþilikle ilgili çok çabuk bir yargýya varmayý engelleyebilir.
Jean Tarrou'nun ilk notlarý onun Oran'a geldiði tarihte yazýlmýþ. Daha baþýndan, kendi
baþýna böylesine çirkin bir kentte bulunmanýn getirdiði tuhaf bir memnuniyeti
yansýtýyor. Belediye binasýný süsleyen iki bronz aslanýn ayrýntýlý betimlemesi, aðaç
yokluðu, sevimsiz evler ve kentin saçma sapan planý üzerine olumlu düþünceler notlarda
Evet, tabii.
Yaa ne sandýn?
28
Hayýr, göðsü zayýftý ve Orpheon'da çalýyordu. Bir boruyu sürekli üflemek, yýpratýr
adamý.
Ama, diye sözü bitirdi ikinci adam, insan hastayken borularý üflememeli.
Bu bilgilerin ardýndan Tarrou, Camps'ýn kendi yararýna açýkça karþý gelerek niçin
Orpheon'a girdiðini ve onu pazar günü yapýlan geçit törenleri için yaþamýný tehlikeye
atmaya yönelten derin nedenlerin neler olduðunu kendi kendine soruyordu.
Sonra Tarrou penceresinin karþýsýna gelen balkonda sýk sýk geçen bir sahneden olumlu
yönde etkilenmiþ gibiydi. Gerçekte odasý duvarlarýn gölgesinde kedilerin uyuduðu
küçük bir sokaða enlemesine bakýyordu. Ancak her gün, öðle yemeðinden sonra, tüm
kentin sýcakta uyukladý-ðý saatlerde sokaðýn öteki tarafýnda yaþlý bir adamcaðýz bir
balkonda beliriyordu. Beyaz ve taranmýþ saçlarý, asker kesimli giysilerinin içinde
dimdik ve ciddi, ayný zamanda hem mesafeli hem de tatlý bir sesle kedileri bir 'pisi
pisi'yle çaðýrýyordu. Kediler rahatlarýný bozmadan, uykudan so-luklaþmýþ gözlerini
yukarý çeviriyorlardý. Adam sokaðýn ve hayvanlarýn tepesinde küçük kâðýt parçalarý
yýrtýyordu, dikkatleri bu beyaz kelebek yaðmuruna çekilen kediler son kâðýt parçalarýna
doðru tereddüt içinde ayaklarýný uzatarak yolun ortasýna doðru ilerliyorlardý. O zaman
yaþlý adamcaðýz kuvvetli ve belirgin biçimde kedilerin üzerine tükürüyordu.
Tükürüklerden biri amacýna ulaþýrsa gülüyordu.
29masýnýn hesaplarda bir yanlýþ yapmasýna yol açtýðýný anlattýktan sonra Tarrou her
zamankinden daha zor okunur bir yazýyla þunu eklemiþti: 'Soru: Zamanýný yitirmemek
için ne yapmalý? Yanýt: Onu alabildiðine duyumsamak. Yöntem: Bir diþçinin bekleme
odasýnda rahatsýz bir koltukta gün geçirmek, pazar öðleden sonrasýný balkonda
yaþamak, anlamadýðýmýz bir dilde konferanslar dinlemek, ayakta yolculuk etmek için
en uygun olmayan ve en uzun demiryolu güzergâhýný seçmek, tiyatro giþesi önünde
kuyruða girmek ve bilet almamak, vb.' Ancak dil ya da düþünce boyutundaki bu
sapmalarýn hemen ardýndan not defterleri, sepeti andýran biçimleri, belirsiz renkleri,
alýþýlmýþ pislikleriyle kent tramvaylarýnýn ayrýntýlý bir betimlemesine el atýyor ve bu
gözlemleri hiçbir þey açýklamayan bir 'dikkate deðer' tümcesiyle bitiriyordu.
Ýþte Tarrou'nun fare hikayesiyle ilgili verdiði bilgiler: "Bugün karþýdaki yaþlý
adamcaðýz afalladý. Hiç kedi yok. Gerçekten de sokaklarda büyük miktarlarda bulunan
ölü fareler yüzünden ortadan yok oldular. Bence, kedilerin ölü fareleri yemesi söz konusu
deðil. Benimkilerin bundan nefret ettiðini anýmsýyorum. Yine de mahzenlere
üþüþmelerine ve yaþlý adamcaðýzýn afallamasýna engel deðil. Bugün daha az özenle
taranmýþ, daha az güçlü. Endiþesi hissediliyor. Bir süre sonra içeri girdi. Ancak bir kez
boþluða tükürmüþtü.
"Kentte bugün bir tramvayý durdurdular, çünkü oraya nasýl geldiði bilinmeyen bir fare
ölüsü bulunmuþtu. Ýki üç kadýn indi. Fareyi attýlar. Tramvay yeniden yola koyuldu.
"Otelde, güvenilir bir adam olan gece bekçisi tüm bu farelerle bir felaket beklediðini
bana söyledi. 'Fareler gemiyi terk ettiðinde.' Bunun gemiler için doðru olduðunu ancak
kentlerle ilgili olarak hiçbir zaman doðrulanmadýðýný söyledim. Yine de buna inanmýþ.
Ona göre nasýl bir felaketin beklenebileceðini sordum. Felaketin öngörülmesi olanaksýz
olduðundan bunu bilmiyordu. Ama bu iþi bir dep-
30
rem yaparsa þaþýrmayacaktý. Böyle bir þeyin olabileceðini kabul ettim, o da bana bunun
beni endiþelendirip endiþelendirmediðini sordu.
"Otelin lokantasýnda çok ilginç bir aile var. Baba uzun boylu, zayýf bir adam; dik
yakalý; siyahlar giyen biri. Kafasýnýn ortasý kel, saðda ve solda gri iki saç tutamý var.
Küçük, yuvarlak, sert bakýþlý gözler, ince bir burun, yatay bir aðýz ona iyi yetiþtirilmiþ
bir gecekuþu havasý veriyor. Lokantanýn kapýsýna her zaman ilk o geliyor, siyah bir
fýndýk faresi gibi ufak tefek karýsýnýn geçmesi için kenara çekiliyor, sonra hemen
ardýnda gösteri köpekleri gibi giydirilmiþ küçük bir erkek ve küçük bir kýz çocuðuyla
içeri giriyor. Karýsýna ve çocuklarýna, birincisine terbiyeli, kötü sözler, mirasçýlara da
kesinliði olan sözler yaðdýrýyor:
Nicol muhteþem biçimde itici görünüyorsunuz! "Ve küçük kýz aðlamaya hazýr.
Gereken de bu.
"Bu sabah küçük oðlan fare hikâyesi yüzünden çok heyecanlýydý. Sofrada bir þey
söylemek istedi:
"Ýki kaniþ burunlarýný ciðer ezmelerine daldýrdýlar ve gece kuþu sözü fazla uzatmayan
bir baþ hareketiyle teþekkür etti.
"Bu güzel örneðe karþýn kentte þu fare hikâyesinden çok söz ediliyor. Gazeteler de iþe
karýþtý. Genelde farklýlýklar gösteren yerel gazeteler bile þimdi birlik içinde belediyeye
karþý bir kampanyaya giriþtiler. Belediye baþkanlýk üyeleri bu kemirgenlerin çürümüþ
cesetlerinin ortaya çýkaracaðý tehlikeyi farkýnda mý? Otel müdürü baþka bir þeyden söz
edemez oldu. Ancak bunun bir nedeni, zor durumda kalmasý. Saygýn bir otelin
asansöründe bir fare ölüsü bulmak ona akýl almaz geliyor. Onu avutmak için ona: 'Ama
herkes bu iþin içinde,' dedim.
31 Ýþte biz de þimdi herkes gibi olduk, diye beni yanýtladý.
Ýnsanlarý endiþelendirmeye baþlayan þu yüksek ateþle ilgili ilk vakalardan bana söz
eden o. Oda hizmetlilerinden birisi buna yakalanmýþ.
Hiç buna benzer bir þey ileri sürmemiþtim, hem zaten yazgýcý deðilim. Bunu ona
söyledim...
olduðu bilinmeyen ateþten biraz daha ayrýntýlý biçimde söz etmeye baþladý. Farelerin
ortadan kaybolmasýyla yaþlý adamcaðýzýn kedilerine yeniden kavuþtuðunu ve sabýrla
niþan almayý sürdürdüðünü yazarken Tarrou bu ateþle ilgili, çoðu ölümle sonlanmýþ on
kadar vaka anýlabileceðini belirtiyordu.
Belge olmasý açýsýndan son olarak Tarrou'nun çizdiði Rieux betimlemesi yeniden
yazýlabilir. Anlatýcýnýn gördüðü kadarýyla gerçeðe oldukça baðlý kalýnmýþ:
"Otuz beþinde gösteriyor. Orta boylu. Güçlü omuzlar. Aþaðý yukarý dikdörtgen yüz.
Karanlýk ve dik bakýþlý gözler, ancak çene kemikleri çýkýk. Burun yapýlý ve düzgün.
Kýsacýk kesilmiþ siyah saçlar. Neredeyse her zaman sý-kýlý duran etli dudaklarla aðýz
yay gibi. Yanmýþ teni, siyah tüyleri, hep koyu renkli ancak ona yakýþan giysileriyle
Sicilyalý bir köylü havasý var.
32
Bundan hiçbir þey anlamadým, demiþti Rýchard. Ýki ölü, biri kýrk sekiz saatte, öteki
üç günde. Sonuncusunu bir sabah tüm nekahet belirtilerini göstermiþken býrakmýþtým.
Birkaç doktoru daha aradý. Böylece yürüttüðü soruþturma birkaç gün içinde yirmi kadar
benzer vaka olduðu sonucunu verdi. Hemen hemen hepsi ölümle sonuçlanmýþtý. Bunun
üzerine Oran Doktorlar Odasý Baþkaný Ric-hard'dan yeni- hastalarýn tecrit edilmesini
rica etti.
Bu konuda bir þey yapamam, dedi Richard. Valiliðin önlemleri gerekleri. Zaten kim
size bulaþma tehlikesi var dedi ki?
Yine de Richard 'böyle bir sýfatý olmadýðý'ný düþünüyordu. Tüm yapabileceði valiliðe,
valiye bundan söz etmekti.
puslu göðün altýnda, gözü acýtan gümüþ ya da demir rengi parýltýlara bürünüyordu. Bu
ilkbaharýn rutubetli sýcaðý yaz mevsiminin bunaltýcý sýcaðýný özletiyordu. Bir düzlük
üzerinde salyangoz biçiminde kurulmuþ, çok az bölümü denize açýlan kentte iç karartýcý
Veba
33/3bir uyuþukluk egemendi. Kentin sývalý, uzun duvarlarý boyunca, tozlu vitrinli
sokaklar arasýnda, kirli sarý renkteki tramvaylarda insan kendini biraz göðün kölesi gibi
hissediyordu. Yalnýzca Rieux'nün þu yaþlý hastasý bu dönemin keyfine varmak için
astýmýný alt ediyordu.
Hava ýsýnýyor, diyordu, bronþlara iyi gelir bu. Gerçekten de hava ýsýnýyordu, bir
ateþten ne eksik ne
fazla. Tüm kentin ateþi vardý, en azýndan Rieux, Cot-tard'ýn intihar giriþimiyle ilgili
soruþturmaya katýlmak üzere Fadherbe Sokaðýna gittiði sabah bu izlenime kapýlýyordu.
Ancak bu izlenim ona mantýksýz geliyordu. Kendisini tedirgin eden uðraþlara ve
sinirliliðe baðlýyordu bunu, acele olarak düþüncelerini bir düzene sokmak gerektiðini
kabul etti.
Geldiðinde komiser henüz orada deðildi. Grand sahanlýkta bekliyordu, önce onun evine
girmeye karar verdiler, kapýyý açýk býraktýlar. Belediye memuru iyice baþtan savma
döþenmiþ iki odalý bir dairede oturuyordu. Burada yalnýzca iki üç sözlüðün süslediði
ahþap bir raf ve üzerinde yarý yarýya silinmiþ, ancak hâlâ okunabilen 'çiçekli bahçe
yollarý' sözcükleri bulunan bir karatahta göze çarpýyordu. Grand'a göre Cottard geceyi
iyi geçirmiþti. Ancak sabah baþ aðalarýyla ve hiçbir tepki gösteremez bir halde
uyanmýþtý. Grand yorgun ve sinirli görünüyordu; bir aþaðý bir yukarý dolaþýp duruyor,
el yazýsýyla yazýlmýþ sayfalarla dolu bir dosyayý bir açýyor, bir kapýyordu.
Bu arada doktora Cottard'ý iyi tanýmadýðýný, ancak biraz malý mülkü olduðunu
sandýðýný söyledi. Cottard tuhaf bir adamdý. Uzun süre iliþkileri, merdivende
karþýlaþtýklarýnda birkaç merhabayý geçmemiþti.
Onunla yalnýzca iki kez sohbet ettim. Birkaç gün önce eve getirdiðim bir kutu tebeþiri
döktüm. Mavi ve kýrmýzý tebeþirler vardý. O sýrada Cottard sahanlýða çýktý ve onlarý
toplamama yardým etti. Bu deðiþik renklerdeki tebeþirlerin ne iþe yaradýðýný sordu.
34
Grand da ona yeniden biraz Latince çalýþtýðýný anlatmýþtý. Liseden bu yana bilgileri
azalmýþtý.
Evet, dedi doktora, Fransýzca sözcüklerin anlamýný daha iyi bilmek için bunun
yararlý olduðunu bana söylediler.
göre deðiþen bölümünü mavi tebeþirle, sözcüklerin hiç deðiþmeyen bölümlerim kýrmýzý
tebeþirle yazýyordu.
Rýeux ikinci sohbetin konusunu sordu. Ancak yanýnda sekreteriyle komiser geliyordu,
öncelikle Grand'ýn açýklamalarýný dinlemek istiyordu. Doktor Grand'ýn Cottard'dan söz
ederken onu hep 'umutsuz adam' diye andýðýný fark etti. Hatta bir ara 'öldürücü karar'
deyimini kullandý. Ýntiharýn nedeni üzerinde konuþtular ve Cottard sözcük seçiminde
kýlý kýrk yarýyordu. Son olarak 'özel acýlar' sözcükleri üzerinde durdular. Komiser
Cottard'ýn davranýþlarýnda onun 'kararlýlýk' dediðiyle ilgili herhangi bir þey hissedip
etmediðini sordu.
Dün benden kibrit istemek için kapýmý çaldý, dedi Grand. Ona bir kutu kibritimi
verdim. Komþular arasýnda olur... diyerek özür diledi. Sonra bana kutuyu geri vereceðim
vaat etti. Onda kalmasýný söyledim.
Bana tuhaf gelen, konuþmayý sürdürmek istiyormuþ gibi bir hali olmasýydý. Ancak
ben çalýþýyordum.
Öte yandan komiser, hastayý görmek istiyordu. Ancak Rieux öncelikle Cottard'ý bu
ziyarete hazýrlamanýn yerinde olacaðýný düþünüyordu. Odaya girdiðinde
35yalnýzca griye bakan bir flanel giymiþ olan Cottard yataðýnda doðrulmuþ ve endiþeli
bir yüz ifadesiyle kapýya doðru dönmüþtü.
- Evet, dedi Rieux, hareket etmeyin. Ýki üç formaliteden sonra rahata kavuþacaksýnýz.
Ben de polise bayýlmýyorum. Bu iþi bir kerede bitirmek için sorularýna çabuk ve
doðru biçimde yanýt vermek söz konusu.
Cottard sustu ve doktor yeniden kapýya doðru döndü. Ancak adamcaðýz yine onu
Rieux bir an ona dikkatle baktý ve sonunda asla böyle bir þeyin söz konusu olmadýðýna
ve kendisinin hastasýný korumak için orada olduðuna onu inandýrdý. Adamýn gerginliði
azalýr gibi oldu ve Rieux komiseri içeri aldý.
- Tahmin edersiniz, þu ateþten söz edileli beri daha yapacak çok iþimiz var, diye iç
geçirdi.
36
. Doktora bunun ciddi bir þey olup olmadýðýný sordu, Rieux bu konuda hiçbir þey
bilmediðini söyledi.
Zamaný geldi, hepsi bu, diye sözü baðladý komiser. Kuþkusuz, zamaný gelmiþti. Gün
boyunca, zaman geçtikçe her þey yüze göze bulaþýyordu ve Rieux her ziyarette
kaygýsýnýn arttýðýný hissediyordu. Ayný günün akþamý, dýþ mahallede yaþlý hastanýn
bir komþusu ellerini kasýklarýna bastýrmýþ, sayýklamalarla kusuyordu. Yumrular
kapýcýnýn-kilerden çok daha büyüktü. Bir tanesi irinlenmeye baþlamýþtý ve az sonra
bozulmuþ bir meyve gibi açýldý. Rieux eve dönünce ildeki ecza deposunu aradý. Mesleði
gereði aldýðý notlar o tarihte yalnýzca þunu gösteriyor: 'Olumsuz yanýt.' Ve o sýralarda
benzer vakalar için onu çaðýrýyorlardý. Çýbanlarý yarmak gerekiyordu, orasý kesindi.
Haç biçiminde iki bisturi darbesiyle yumrulardan kanla karýþýk koyu bir sývý akýyordu.
Acý içindeki hastalarýn kanlarý akýyordu. Ancak lekeler karýn ve bacaklarda da
beliriyordu, bir yumrunun irinlenmesi duruyor, sonra yeniden baþlýyordu. Çoðunlukla
hasta berbat bir koku içinde ölüyordu. Fare olayýnda iyice çenesi düþük davranan basýn
artýk tek söz etmez olmuþtu. Çünkü fareler sokakta, insanlar evlerinde ölür. Ve gazeteler
yalnýzca sokakla ilgilenir. Ancak valilik ve belediye konu üzerinde düþünmeye
baþlamýþlardý. Doktorlarýn her birinin iki üç vaka dýþýnda bir bilgisi olmadýðý sürece
kimse kýlýný kýpýrdatmayý düþünmemiþti. Ancak sonunda birisinin aklýna bir hesap
yapma fikrinin gelmesi yetti. Hesabýn sonucu içler açýþýydý. Hemen hemen birkaç gün
içinde ölümle sonuçlanan vakalar katlandý ve bu tuhaf hastalýkla ilgilenenlerin gözünde
gerçek bir salgýnýn söz konusu olduðu kesinlik kazandý. Rieux'den çok yaþlý olan
meslektaþý Castel de onu görmek için bu âný seçti.
ux? dedi.
37 Ben, biliyorum. Ve benim tahlile ihtiyacým yok. Mesleðimin bir bölümünü Çin'de
yaptým ve yirmi yýl önce Paris'te birkaç vaka gördüm. Yalnýz o vakalara hemen bir ad
vermeyi göze alamadýlar. Kamuoyu kutsaldýr: Þaþkýnlýða yer yoktur, özellikle
þaþkýnlýk olmaz. Hem sonra bir meslektaþýn da dediði gibi: "Olamaz bu, herkes Batý'da
bunun ortadan yok olduðunu biliyor." Evet, herkes bunu biliyordu, ölüler dýþýnda. Haydi
Rýeux, sýz de benim gibi bunun ne olduðunu iyi biliyorsunuz.
Evet Castel, dedi, neredeyse inanýlmasý olanaksýz. Ama açýkça bu veba gibi
duruyor.
Evet. Ve þunu unutmayýn: Paris'te bile oldu, yaklaþýk yirmi yýl önce.
Ýyi. Þimdi bir zamanlar olduðundan daha ciddi olmamasýný umut edelim. Ama
gerçekten inanýlmaz!
38
'Veba' sözcüðü ilk kez aðza alýnýyordu. Anlatýnýn bu noktasýnda Bernard Rieux
penceresinin gerisinden yalýyara bakadursun, anlatýcýnýn, doktorun içinde bulunduðu
kararsýzlýk ve þaþkýnlýðý açýklamasýna izin verilecektir; çünkü farklýlýklarla da olsa
onun tepkisi yurttaþlarýmýzýn çoðunun tepkisiyle aynýydý. Gerçekten de felaketler ortak
bir þeydir, ancak baþýnýza geldiðinde inanmakta güçlük çekilir. Dünyada savaþlar kadar
vebalar da meydana gelmiþtir. Vebalar da, savaþlar da insaný hazýrlýksýz yakalar.
Kentliler kadar, Doktor Rieux de hazýrlýksýzdý; böylece onun kararsýzlýklarýný
anlamalýyýz. Onun endiþe ve güven arasýnda sýkýþýp kalmasýný da böylece
anlamalýyýz. Bir savaþ patladýðýnda insanlar : "Uzun sürmez bu, çok aptalca!" derler.
Ve kuþkusuz bir savaþ çok aptalcadýr, ancak bu onun uzun sürmesini engellemez.
Budalalýk hep direnir, insan hep kendisini düþünmese bunun farkýna varabilirdi. Bu
açýdan burada oturanlar da herkes gibiydi, kendilerini düþünüyorlardý; bir baþka deyiþle
hümanisttiler; felaketlere inanmýyorlardý. Felaket insana yakýþmaz, onun için felaket
gerçekdýþýdýr, geçip gidecek kötü bir rüyadýr, denir. Ancak her zaman da geçip gitmez,
kötü rüyalar arasýnda insanlar geçip gider ve önlemlerini almadýðýndan baþta
hümanistler gider. Yurttaþlarýmýz da baþkalarýndan daha az ya da çok suçlu deðildi;
alçakgönüllü olmayý unutuyorlardý, hepsi bu ve kendileri için hâlâ her þeyin olanaklý
olduðuna inanýyorlardý; bu durum da felaketlerin olanaksýzlýðýný varsayýyordu.
Ýþlerini yapmayý sürdürüyorlardý, yolculuklar ayarlýyorlardý ve düþünceleri vardý.
Geleceði, yolculuklarý ve tartýþmalarý ortadan kaldýran bir vebayý nasýl düþünecekler-
39di ki? Kendilerini özgür sanýyorlardý, oysa felaketler oldukça kimse asla özgür
olmayacak.
Doktor Rieux, saða sola daðýlmýþ bir avuç hastanýn, habersizce, vebadan ölmeye
gelmesini arkadaþýyla konuþurken doðruladýðýnda bile tehlike onun için hâlâ gerçek
dýþýydý. Nedeni basit, insan doktor olduðunda acýyla ilgili bir fikir edinir ve hayal gücü
biraz daha fazladýr. Doktor penceresinden deðiþikliðe uðramamýþ kentine bakarken,
endiþe diye adlandýrýlan, gelecek karþýsýnda içinde hafif bir tiksinme duygusunun
doðduðunu henüz hissetmeye baþlýyordu. Bu hastalýkla ilgili bildiklerini kafasýnda
toparlamaya çalýþýyordu. Belleðinde sayýlar uçuþuyordu ve tarihin gördüðü otuz kadar
büyük vebanýn yaklaþýk yüz milyon kiþinin ölümüyle sonuçlandýðýný aklýndan
geçiriyordu. Ancak yüz milyon ölü nedir? Savaþta insan ölüyü diriyi bilmez. Nasýl ölü
bir adam ancak ölü halde görüldüðünde önem taþýrsa, tarih sahnesine saçýlmýþ yüz
milyon ceset de hayalimizde silik bir görüntüden baþka bir þey deðildir. Doktor,
Prokopios'a göre, günde on bin kurban veren Konstantinopolis vebasýný düþünüyordu.
On bin ölü büyük bir sinemanýn müþteri sayýsýnýn beþ katý eder. Ýþte yapýlmasý
gereken buydu. Beþ sinemanýn çýkýþýnda insanlarý toplayýp kentte bir meydana
götürmek ve olaylarý daha net görebilmek için onlarý yýðýnlar halinde öldürmek. En
azýndan o zaman bu adsýz kalabalýða tanýdýk yüzler takýlabilirdi. Ancak,
gerçekleþtirilemeyecek bir þey bu doðal olarak, hem sonra on bin yüzü kim tanýr? Zaten
Prokopios gibi, insanlar saymayý bilmiyorlardý, herkes bilir bunu. Yetmiþ yýl önce
Kanton'da, felaket insanlara iliþmeden, kýrk bin fare vebadan ölmüþtü. Ancak 1871'de
fareleri saymanýn bir yolu yoktu. Yaklaþýk, toptan hesaplar yapýlýyordu, belirgin
yanýlma paylan vardý. Yine de, eðer bir fare otuz santimetre boyundaysa, uç uca
eklenmiþ kýrk bin fare...
40
vakadan salgýn olmaz ve önlem almak yeterlidir. Eldeki bilgilere bakmak gerekiyordu:
þaþkýnlýk ve bitkinlik, kýzarmýþ gözler, pis bir aðýz, baþ aðrýlarý, deri üstü
kabarcýklarý, korkunç susuzluk, sayýklama, bedende lekeler, endiþe ve tüm bunlarýn
sonunda... Tüm bunlarýn sonunda, Rie-ux'nün aklýna bir tümce geliyordu, belirtileri
sýraladýðý el kitabýnýn sonunu getiren þu tümce: 'Nabýz iyice düþer ve anlamsýz bir
hareket sonucunda ölüm gelir.' Evet, tüm bunlarýn sonunda, bir ipin uçundaydýk ve
insanlarýn dörtte üçü, kesin sayý buydu, onlarý çeken bu anlamsýz hareketi yapmak için
sabýrsýzlanýyordu.
Doktor hâlâ pencereden bakýyordu. Camýn dýþýnda ilkbaharýn serin göðü, içinde,
odada çýnlamasýný sürdüren sözcük: Veba. Sözcük, bilimin ona yüklediði özellikleri
kapsamýyordu yalnýzca; olaðanüstü bir dizi görüntüyü de kapsýyordu; bu saatte orta
karar bir hareketlilik içinde, gürültüden çok uðultunun duyulduðu, ayný anda hem mutlu
hem tasalý olunabilirse eðer, özetle mutlu diye nitelenebilecek, sarý ve gri renkli bu
kentle hiç baðdaþmayan görüntüler. Ve öylesine barýþla dolu ve öylesine kayýtsýz bir
dinginlik eski felaket görüntülerini pek de güçlük çekmeden yok sayýyordu; vebaya
bulanmýþ ve kuþlarýn terk ettiði Atýna, sessizce acý çekenlerle dolu Çin kentleri,
Marsilya'da sýzýntý içindeki bedenleri çukurlara üst üste gömen zindan hükümlüleri,
Provence'da vebanýn deli rüzgârýný durdurmasý için inþa edilen büyük duvar, Yafa ve o
iðrenç dilencileri, Konstantinopolis hastanesinin ezilmiþ topraðýna yapýþmýþ nemli ve
çürümüþ yataklar, kancalarla yerlerinden çekilen hastalar, Kara Veba sýrasýnda
hekimlerin maskeli karnavalý, canlýlarýn Milano mezarlýðýnda birleþmeleri, korku
içindeki Londra'da ölü taþýyan el arabalarý ve her yerde, her zaman insanýn bitip
tükenmez çýðlýðýyla dolu geceler ve gündüzler. Hayýr, tüm bunlar bugünün huzurunu
bozacak denli güçlü deðildi henüz. Pencerenin öteki tarafýnda seçilmeyen bir tramvayýn
düdüðü ansýzýn çýnlýyor ve bir saniyede zulüm ve acýyý deðersiz kýlýyordu. Ev-
Doktor pencereyi açtý ve birden kentin gürültüsü kabardý. Komþu atölyeden elektrikli
bir testerenin kýsa ve yinelemeli, výnlayan sesi geliyordu. Rieux silkindi. Gerçek orada,
günlük çalýþmadaydý. Gerisi olaylarýn akýþýna ve anlamsýz hareketlere baðlýydý, buna
joseph Grand'ýn geldiði haber verildiði sýrada Doktor Rieux bu düþünceler içindeydi.
Belediye memuru olarak ve orada çok deðiþik iþlere bakmasýna karþýn onu geçici olarak
medeni hal istatistik biriminde görevlendiriyorlardý. Böylece ölümlerin bir toplamýný
yapmak durumundaydý. Ve kendi isteðiyle sonuçlarýn bir örneðim Rýeux'ye getirmeye
karar vermiþti.
Doktor, Grand'ý komþusu Cottard'la içeri girerken gördü. Memur elinde bir kâðýt
sallýyordu.
on bir ölü.
Rieux, Cottard'a selam verdi ve nasýl olduðunu sordu. Grand, Cottard'ýn doktora
teþekkür etmeye ve neden olduðu sýkýntýlardan ötürü özür dilemeye geldiðini söyledi.
Ancak Rieux istatistik raporuna bakýyordu:
Haydi, dedi Rieux, belki de artýk bu hastalýðý adýyla anmaya bir karar vermek gerek.
Þimdiye kadar sallandýk durduk. Ama benimle gelin, laboratuvara gitmeliyim.
Evet evet, diyordu Grand doktorun peþinden merdivenleri inerken. Her þeyi adýyla
anmak gerek. Ama nedir
bu ad?
kolay deðil.
43
- Beni affedin, dedi Grand, Place d'Armes'ýn köþesinde. Ancak bizim oraya giden
tramvaya binmeliyim. Akþamlarým kutsaldýr. Bizim memlekette dedikleri gibi:
'Bugünün iþini yarýna býrakma.'
Evet, dedi Cottard, bu doðru. Akþam yemeðinden sonra onu evinden dýþarý
çýkaramazsýnýz.
Rieux, Grand'a belediye adýna mý çalýþtýðýný sordu. Grand hayýr, diye yanýtladý,
kendisi için çalýþýyordu.
Eh! dedi Rieux birþeyler demiþ olmak için, bari ilerleme var mý?
Orada yýllardýr çalýþtýðýma göre, ister istemez var. Ancak yine de bir bakýma çok
fazla ilerleme yok gibi.
Ama sonuçta nedir sorun? dedi doktor durarak. Grand yuvarlak þapkasýný büyük
kulaklarýnýn üzerine
indirerek aðzýnda birþeyler yuvarladý. Rieux bir kiþiliðin geliþimiyle ilgili birþeylerin
söz konusu olduðunu sezer gibi oldu. Ancak memur onlardan ayrýlmýþ, küçük aceleci
adýmlarla incir aðaçlan altýnda, Boulevard de la Marne'dan yukarý çýkmaya baþlamýþtý
bile. Laboratuvarýn kapýsýnda Cottard, bir þey danýþmak için doktoru görmeye gelmek
istediðini söyledi. Elleriyle cebindeki istatistik raporuyla oynayan Rieux onu muayeneye
çaðýrdý, ancak sonra fikir deðiþtirerek ertesi gün onun mahallesine geleceðini ve
akþamüstü onu görmek için uðrayacaðýný söyledi.
Doktor Cottard'dan ayrýlýrken Grand'ý düþündüðünü fark etti. Onu bir vebanýn
ortasýnda düþünüyordu. Ancak, kuþkusuz ciddi boyuta varmayacak olan þimdiki
vebanýn deðil de tarihin þu büyük vebalarýndan birinin ortasýnda. 'O, bu gibi
durumlardan etkilenmeyecek insanlardan.' Ve-
44
banýn zayýf yapýlý insanlarý etkilemediðini ve özellikle güçlü yapýlýlarý, yok ettiðini
okuduðunu anýmsýyordu. Bu konuyu düþünürken doktor, memurun gizemli bir havasý
olduðunu düþünüyordu.
Gerçekten de, ilk bakýþta Grand küçük bir belediye memuruydu; bu da hal ve tavrýna
sinmiþti. Uzun boylu ve zayýf bedeniyle daha uzun kullanýrým kandýrmacasýyla
kendine hep çok büyük seçtiði giysilerinin içinde yüzüyordu. Alt çenesindeki diþlerinin
çoðu yerinde duruyorduysa da üst çenesindekileri yitirmiþti. Özellikle üst dudaðýný
yukarý çeken gülüþü böylece ona gölgeli bir aðýz görüntüsü veriyordu. Bu görüntüye bir
de papaz okulu öðrencilerini andýran yürüyüþü, duvar dibinden yürüme ve kapýlardan
45du. Ona yapýlan teklifi kabul etmesi onurlu nedenlerden, hatta denebilir ki, bir ülküye
baðlýlýktan ileri geliyordu.
46
nin açlýktan öldüðü görülmemiþtir, diye kesýnliyordu. Durum ne olursa olsun, Joseph
Grand'ýn sürdürdüðü yarý münzevi yaþantýsý onu bu türden tüm kaygýlardan arýndýr-
mýþtý gerçekten. O kendine uygun sözcükleri aramayý sürdürüyordu.
Bir bakýma onun yaþamýnýn örnek bir yaþam olduðu söylenebilir. Her yerde olduðu
gibi kentimizde de az bulunan, hep olumlu duygularýnýn cesaretini taþýyan þu
insanlardandý. Kendi hakkýnda açýða vurduðu çok az þey, aslýnda onun iyi yanlarýný ve
günümüzde açýða vurmaya cesaret edemediðimiz baðlýlýklarý gösteriyordu. Ailesinden
kalan ve iki yýlda bir Fransa'ya ziyaretine gittiði tek akrabasý olan kýz kardeþini ve
yeðenlerini sevdiðini söylerken yüzü kýzarmýyordu. Daha gençken yitirdiði anne ve
babasýnýn anýsýnýn ona hüzün verdiðini kabul ediyordu. Akþam saat beþe doðru
mahallesinde tatlý tatlý çýnlayan bir çaný her þeyin ötesinde sevdiðini saklamýyordu.
Ancak böylesine basit duygularý dile getirmek için en ufak bir sözcük ona binlerce acýya
patlýyordu. Sonunda bu güçlük onun en büyük derdi olmuþtu: "Ah doktor," diyordu,
"kendimi dile getirmeyi nasýl da öðrenmek isterdim!"
47Ertesi gün Rieux gereksiz bulunan bir diretmeyle vilayete bir saðlýk kurulunun
çaðrýlmasýný saðlýyordu.
- Telgraf çektim bile, diye yanýtladý Rieux. Vali sýcak davranýyordu, ancak sinirliydi.
mýyým.''
Sorun, veba mý yoksa baþka bir þey mi söz konusu, onu bilmek, dedi ansýzýn yaþlý
Castel.
Ýki üç hekim þaþkýnlýklarýný belirttiler. Ötekiler tereddüt ediyor gibiydiler. Vali ise
irkildi ve kapýya döndü, sanki kapýnýn bu feci haberin koridorlarda yayýlmasýný
engellediðini görmek istercesine. Richard þaþkýnlýða boyun eðmemek gerektiðini
düþündüðünü belirtti: Kasýk bölgesinde komplikasyonlar çýkaran bir ateþ söz konusuydu
ve yaþamda olduðu gibi bilimde de varsayýmlar her zaman tehlikeli olacaðýndan, bundan
baþka bir þey söylenemezdi. Sa-
48
kin sakin sararmýþ býyýðýný kemiren yaþlý Castel açýk renk gözlerini Rieux'ye doðru
kaldýrdý. Sonra iyilik dolu bakýþýný topluluða çevirdi ve bunun veba olduðunu iyi
bildiðini ancak kuþkusuz bunu resmi olarak tanýmanýn acýmasýz önlemler almayý
zorunlu kýlacaðýný belirtti. Temelde bunun meslektaþlarýnýn geri çekilmesine yol
açtýðýný biliyordu ve bundan dolayý onlarýn huzuru için bunun veba olmadýðýný kabul
etmek istiyordu. Vali yerinde kýmýldandý ve durum ne olursa olsun bunun iyi bir
düþünce biçimi olmayacaðýný
bildirdi.
Tifüse benzeyen bir ateþ söz konusu, ama þiþlikler ve kusmalarý da beraberinde
getiriyor. Ben o yumrularý yardým. Böylece tahliller için birþeyler elde edebildim, bu
konuda laboratuvar vebanýn yassý basillerini saptadýðýný sanýyor. Tam olarak bir þey
söylemek gerekirse, mikrobun bazý özgül deðiþimlerinin geleneksel tanýma
uymadýðýný da
söylemek gerekir.
Richard bunun tereddütlere yol açtýðýna ve en azýndan, birkaç gün önce baþlanan tahlil
dizisinin istatistiksel sonucunu beklemenin gerekli olduðuna dikkat çekti.
Eðer mikrop, dedi Rieux kýsa bir sessizlikten sonra, üç gün içinde bir dalaðý
büyütebiliyor, baðýrsak boðumlarýný bir portakal büyüklüðüne ve lapa kývamýna
dönüþtüre-biliyorsa hiç de tereddüte yol açmaz. Enfeksiyonun yuvalandýðý yerler sürekli
artýyor. Hastalýðýn yayýlmasýna bakýnca durdurulmazsa iki ay dolmadan kentin
yarýsýný öldürebilir. Böylece bunu ister veba, ister ateþ diye adlandýrýn, pek önemi yok.
Önemli olan tek þey, bunun kentin yarýsýný öldürmesine engel olmanýz.
Bununla birlikte Richard, eðer hastalýk kendiliðinden durmazsa, onu durdurmak için
yasanýn öngördüðü koruyucu önlemlerin alýnmasý gerektiðini, bunun için de vebanýn
söz konusu olduðunu resmen tanýmak gerektiðini, bu konuda tam bir kesinliðe
varýlmadýðýný, dolayýsýyla üzerinde düþünülmesi gerektiðini anýmsatarak durumu
özetlemeyi düþünüyordu.
Sorun, yasanýn öngördüðü önlemlerin ciddi olup olmamasý deðil, diye üsteledi
Rieux, bunlarýn kentin yarýsýnýn ölmesini engellemek için gerekli olup olmadýðý.
Gerisi yönetimin iþi ve iþte bizim kurumlarýmýz da bu sorunlarý halletmek için bir vali
öngörmüþ.
Kuþkusuz, dedi vali, ama benim için, sizin bir veba salgýnýný resmen tanýmanýz
gerekiyor.
Eðer bunu resmen tanýmasak bile, dedi Rieux, yine de kentin yarýsýný öldürme
tehlikesi var.
Sorunu ortaya yanlýþ koyuyorsunuz. Bu bir sözcük sorunu deðil, bu bir zaman
sorunu.
50
- Anlaþýlan, veba söz konusu deðilse bile, yine de veba sýrasýnda baþvurulan koruyucu
önlemlerin alýnmasý gerektiði düþüncesindesiniz, dedi vali.
düþünüyorum.
Çözüm beni ilgilendirmiyor, dedi Rýeux. Yalnýzca þöyle diyelim, kentin yarýsý ölme
tehlikesiyle karþý karþýya gelmeyecekmiþ gibi davranmalýyýz, çünkü o zaman kent bu
tehlikeden uzak kalabilir.
Genel rahatsýzlýk sürerken Rieux oradan ayrýldý. Bir süre sonra, kýzartma ve idrar
kokan mahallede, kasýklarý kan içinde, avazý çýktýðý kadar haykýran bir kadýn ona
doðru dönüyordu.
51Toplantýnýn ertesi günü ateþ biraz daha yayýldý. Gazetelere bile geçti, ancak zararsýz
bir biçimdeydi, çünkü gazeteler birkaç anýþtýrmadan ileri gitmiyordu. Bununla birlikte,
Rieux, valiliðin kentin en ücra köþelerine alelacele yapýþtýrdýðý küçük beyaz duyurulan
okuyabiliyordu. Bu duyurulara bakarak yöneticilerin durumu açýklýkla deðerlendirdiðini
söylemek güçtü. Önlemler çok ciddi deðildi ve kamuoyunu telaþlandýrmamaya özen
gösterildiði belliydi. Gerçekten de, duyurunun giriþ bölümünde, henüz bulaþýcý olup
olmadýðý bilinemeyen birkaç tehlikeli ateþ vakasýnýn Oran kentinde ortaya çýktýðý
belirtiliyordu. Bu vakalar gerçek anlamda endiþeye kapýlmak için yeterli özellikler
göstermiyordu ve halkýn soðukkanlýlýðýný koruyabileceðinden kuþku duyulmuyordu.
Bununla birlikte, herkesin anlayabileceði bir sakýnýmlýlýk düþüncesiyle valilik bazý
koruyucu önlemler alýyordu. Gerektiði biçimde anlaþýlan ve uygulanan bu önlemler her
tür salgýn tehdidini kesinlikle ortadan kaldýracak nitelikteydi. Böylece, vali bu kiþisel
çabasýna halkýnýn da en baðlý biçimde katýlacaðýndan bir an bile kuþku duymuyordu.
Daha sonra duyuruda, kanalizasyonlara zehirli gaz vererek fareyle bilimsel bir mücadele
iþlemi ve su daðýtým þebekesinde sýký bir denetim gibi genel önlemler anlatýlýyordu.
Kentte oturanlara en üst düzeyde temizlik salýk veriliyor ve son olarak bitli kiþiler
belediye dispanserlerine çaðrýlýyordu. Öte yandan aileler hekimin taný koyduðu
vakalarý bildirmek ve hastalarýnýn özel hastane odalarýnda tecrit edilmesini kabul etmek
zorundaydýlar. Zaten bu odalar hastalarý en kýsa zamanda ve en yüksek olasýlýkla
tedavi etmek üzere donatýlmýþtý. Birkaç ek madde hasta odasýnýn
52
Bir gün önce kentte on kadar hasta yaþamýný yitirmiþti. Doktor Grand'a Cottard'ý
ziyarete gideceði için belki onu da akþama göreceðini söyledi.
Haklýsýnýz, dedi Grand. Ona iyilik etmiþ olursunuz, çünkü onu deðiþmiþ buluyorum.
- Nasýl?
Kibarlaþtý.
Grand duraksadý. Cottard'ýn terbiyesiz olduðunu söyleyemezdi, doðru bir ifade olmazdý
bu. Ýçe kapalý ve sessiz bir adamdý; hali tavrý biraz yabandomuzunu andýrýyordu.
Odasý, alçakgönüllü bir lokanta ve oldukça gizemli gezmeler; Cottard'ýn tüm yaþamý
buydu. Resmi olarak þarap ve likör iþinde temsilciliði vardý. Arada sýrada müþterisi
olmasý gereken iki üç adam onu ziyarete geliyordu. Bazen akþamlarý evinin
karþýsýndaki sinemaya gidiyordu. Hatta oradaki görevli Cottard'ýn gangster filmlerini
tercih ettiðini fark etmiþti. Her koþulda, Cottard yalnýz ve sakýnýmlý bir yaþam
sürdürüyordu.
Grand'a göre tüm bunlar epey deðiþmiþti. Nasýl desem bilmiyorum, ancak bana öyle
geliyor ki, insanlarýn dostluðunu kazanmak, herkesi yanýna çekmek istiyor, anlýyor
musunuz? Benimle sýk sýk konuþuyor, dýþarý davet ediyor ve her zaman nasýl geri
çevireceðimi bilmiyorum.
- Þu tütüncü kadýn, diyordu Grand, tam bir yýlandýr. Cottard'a söyledim bunu, ama bana
Sonunda Grand iki üç kez Cottard'ý kentin seçkin lokanta ve kafelerine götürmüþtü.
Aslýnda bu yerlere sýk sýk gitmeye baþlamýþlardý.
Ýnsan oralarda rahat ediyor, diyordu; hem sonra dostça bir ortam.
Grand buralardaki personelin Cottard'a gösterdiði özeni fark etmiþti ve onun býraktýðý
kabarýk bahþiþleri görünce bunun nedenini anlamýþtý. Þefin onu kapýya kadar
uðurlayýp, pardösüsünü giymesine yardým ettiði bir gün, Cottard, Grand'a þöyle demiþti:
Kaldý ki, saðý solu belli olmuyordu. Bakkalýn daha az sevecen davrandýðý bir gün
adamakýllý öfkelenmiþ bir halde eve dönmüþtü:
Kim baþkalarý?
Herkes.
Hatta Grand tütüncü kadýnýn dükkânýnda tuhaf bir sahneye tanýk olmuþtu. Heyecanlý
bir konuþmanýn ortasýnda, kadýn Cezayir kentinde halkýn diline düþmüþ yeni bir
tutuklama olayýndan söz etmiþti. Bir kumsalda bir Arap'ý öldürmüþ, ticaretle uðraþan bir
memurdu söz konu-
su.
Tüm bu ayaktakýmmý hapse atsalar, demiþti tütüncü kadýn, namuslu insanlar rahat
bir nefes alabilirdi. Ancak tek bir söz etmeksizin kendisini dükkândan dýþarý atan
Cottard'm beklenmedik bu öfkesi karþýsýnda sözünü kes-
54
mek zorunda kalmýþtý. Grand ve satýcý kadýn elleri kollarý havada onun çýkýp
gitmesine bakakalmýþtý.
göstere onu okumasý da görmezden gelinecek gibi deðildi. Ayný biçimde, yataktan
kalktýktan birkaç gün sonra, postaneye giden Grand'dan, uzaktaki bir kýz kardeþe yüz
franklýk posta havalesi yollamasýný rica etmiþti; her ay yolluyordu bunu. Ancak tam
Grand'ýn gideceði sýrada:
Ona iki yüz frank gönderin, diye rica etmiþti, ona hoþ bir sürpriz olacak. Hiç onu
düþünmediðimi sanýyor. Ama gerçek þu ki, onu çok seviyorum.
Son olarak, Grand'la aralarýnda tuhaf bir konuþma geçmiþti. Grand, her akþam giriþtiði
çalýþmayý merak eden Cottard'ýn sorularýný yanýtlamak zorunda kalmýþtý.
Cottard.
Grand þaþýrmýþ gibiydi ve Cottard sanatçý olmanýn pek çok þeyi düzelteceðini
aðzýnda gevelemýþti.
Çünkü bir sanatçýnýn baþkasýna oranla daha fazla haklan vardýr, herkes bunu bilir.
Ona çok daha fazla þey
geçer.
Yok caným, dedi Rieux, Grand'a, sabahki duyurular, fare hikâyesi çoðu kiþinin
olduðu gibi, onun da baþýný döndürmüþ, hepsi bu. Ya da ateþten korkuyor.
55Pencerenin aþaðýsýndan büyük bir egzoz gürültüsü içinde fareyle mücadele arabasý
geçti. Birbirlerini duyabilecek hale gelinceye kadar Rieux sustu ve dalgýn dalgýn
memurun ne düþündüðünü sordu. Öteki ona ciddiyetle bakýyordu:
Onun, duyulmasýndan çekindiði bir þey var. Doktor omuz silkti. Komiserin dediði
gibi daha yapýlacak çok iþ vardý.
Öðleden sonra, Rieux, Castel'le bir toplantý yaptý. Serumlar bir türlü gelmiyordu.
Zaten iþe yarayacak mýydý, diye soruyordu Rýeux. Bu basil bir tuhaf.
Yo, ben sizin gibi düþünmüyorum, dedi Castel. Bu hayvanlarýn hep deðiþik bir
havasý var gibidir. Ama temelde hep ayný þeydir.
saran baþ dönmesinin arttýðýný hissetti. Sonunda kendi kendine korktuðunu itiraf etti.
Ýki kez insanlarla dolup taþan kafelere girdi. Cottard gibi o da bir insan sýcaklýðýna
gereksinim duyuyordu. Rieux bunu budalaca buluyordu, ama bu sayede þarap ve likör
temsilcisine bir ziyaret sözü verdiðini anýmsadý.
Akþam Doktor Cottard'ý yemek odasýnda, masanýn karþýsýnda ayakta buldu. Ýçeri
girdiðinde masanýn üzerinde açýlmýþ bir polisiye roman duruyordu. Ancak akþam iyice
inmiþti ve kuþkusuz yeni yeni bastýran karanlýkta okumak güçtü. Aslýnda Cottard bir
dakika önce oturmuþ ve yarý karanlýkta düþünmüþ olmalýydý. Rieux ona nasýl
olduðunu sordu. Cottard yerine otururken iyi olduðunu ve kimsenin kendisiyle
ilgilenmediðinden emin olursa daha da iyi olacaðýný homurdanarak söyledi. Rieux her
zaman yalnýz olunamayacaðýna dikkati çekti.
56
Hayýr, öyle deðil. Ben iþi gücü size sýkýntý yaratmak olan insanlardan söz ediyorum.
Rieux susuyordu.
Benim durumum öyle deðil, dikkat edin. Ama þu romaný okuyordum. Ýþte, ansýzýn
bir sabah tutuklanan talihsiz bir adam. Onunla uðraþýyorlardý ve o hiçbir þey
bilmiyordu. Bürolarda ondan söz ediliyordu, fiþlere adý yazýlýyordu. Bu adil mi sizce?
Baþkalarýnýn bir insana bunu yapmaya hakký var mý?
Duruma baðlý, dedi Rieux. Bir açýdan buna kimsenin hakký yok gerçekten. Ama tüm
bunlar çok önemli deðil. Çok fazla kapalý kalmamak gerek. Dýþarý çýkmalýsýnýz.
Cottard sinirlenir gibi oldu, bundan baþka bir þey yapmadýðýný ve gerekirse tüm
mahallenin buna tanýklýk edeceðini söyledi. Hatta mahalle dýþýndan bile tanýdýklarý
eksik olmuyordu.
dostlarýmdandýr.
ona baktý:
- Söyleyin bana doktor, eðer hastalanýrsam beni hastanedeki servisinize alýr mýydýnýz?
Niye almayayým?
57Bunun üzerine Cottard, bir klinikte ya da bir hastanede bulunan bir insanýn
tutuklandýðý hiç oldu mu, diye sordu. Rieux böyle þeylere rastlandýðýný, ama her þeyin
hastanýn durumuna baðlý olduðunu söyledi.
Haklýsýnýz. Sonra da on kadar ölümüz olunca, dünyanýn sonu gelecek. Bize gereken
bu deðil.
Motor homurtuyla çalýþmaya baþlamýþtý. Rieux'nün eli vites kolundaydý. Ancak, ciddi
ve sakin tavrýyla gözünü ondan bir türlü ayýrmayan çocuða yeniden bakýyordu. Ve
birden, çocuk durup dururken tüm diþlerini göstere göstere ona gülümsedi.
Cottard birden araba kapýsýný kavradý ve kaçmadan önce aðlamaklý ve öfke dolu bir
sesle baðýrdý:
Deprem olmadý ve Rýeux için ertesi gün kentin dört köþesine koþuþturmalarla, hasta
aileleriyle görüþmelerle ve hastalarla konuþmalarla geçti. Rieux mesleðinin bu kadar
aðýr olacaðýný hiç düþünmemiþti. O zamana kadar hastalarý
58
onun iþini kolaylaþtýrýyordu, kendilerini ona teslim ediyorlardý. Ýlk kez doktor onlarýn
çekingen, kuþkulu bir þaþkýnlýkla hastalýklarýnýn içine sýðýnmýþ olduklarýný
hissediyordu. Henüz alýþmadýðý bir mücadeleydi. Akþam saat ona doðru, son olarak
ziyaret ettiði yaþlý hastanýn evinin önüne arabasýný park eden Rieux koltuðundan
kýmýldayamayacak
durumdaydý.
Yaþlý astým hastasý yataðýnda doðrulmuþtu. Daha iyi soluk alýyor gibiydi ve
tencerelerin birinden ötekine aktardýðý bezelyeleri sayýyordu. Doktoru neþeyle
aydýnlanan bir yüzle karþýladý.
Ne olursa olsun, dedi iyice heyecanlanan yaþlý adam, akýllýlar uðraþýp duruyor
deðil mi?
koðuþ. Eðer salgýn kendiliðinden durmazsa yöneticilerin hayal ettiði önlemlerle alt
edilemeyecekti.
Öte yandan, akþam resmi açýklamalar iyimserdi. Ertesi gün, Ransdoc Ajansý, valiliðin
aldýðý önlemlerin serinkanlýlýkla karþýlandýðýný ve þimdiden otuz kadar hastanýn
Seksen.
Gerçekten de üç gün içinde iki koðuþ da doldu. Ric-hard bir okulu boþaltýp yedek bir
hastane öngörüleceðini düþünüyordu. Rieux aþýlarý bekliyor ve hýyarcýklarý yarýyordu.
Castel eski kitaplarýna dönüyor ve kütüphanede uzun süre kalýyordu.
Fareler vebadan ya da ona çok benzeyen bir þeyden dolayý ölüyorlar, diye bir sonuca
varýyordu. Zamanýnda durdurulmazsa geometrik bir oranla enfeksiyonu yayacak on
binlerce biti yollara dökmüþlerdi.
Rieux susuyordu.
O dönem zaman donmuþ gibiydi. Güneþ, son saðanaklarla birikmiþ sularý emiyordu,
içinden sarý bir ýþýk taþan güzel mavi bulutlar, yükselmekte olan sýcaðýn içindeki uçak
homurtularý, bu mevsimde her þey dinginliðe bir çaðrýydý. Oysa dört gün içinde ateþ
dört kez þaþýrtýcý biçimde yükseldi: on altý ölü, yirmi dört, yirmi sekiz ve otuz iki.
Dördüncü gün bir anaokulda yedek hastanenin açýlacaðý bildirildi. O zamana kadar
endiþesini þakalarla örtmeyi sürdürmüþ olan yurttaþlarýmýz sokaklarda daha bitkin ve
daha sessiz görünüyordu.
- Önlemler yetersiz.
Ya serumlar?
Bu süre içinde, kenti çevreleyen tüm banliyölerde çarþýya pazara ilkbahar geliyordu.
Binlerce gül kaldýrýmlar boyunca, satýcýlarýn sepetlerinde soluyordu, iç bayýcý
kokularý tüm kente dalga dalga yayýlýyordu. Tramvaylar iþe gidiþ ve çýkýþ saatlerinde
yine kalabalýk, gün içinde de boþ
ve pisti. Tarrou yaþlý adamcaðýzý gözlemliyordu, yaþlý adamcaðýz da kedilerin üzerine
tükürüyordu. Grand her akþam gizemli çalýþmasý için evine dönüyordu. Cottard gidip
geliyor ve sorgu yargýcý Mösyö Othon hâlâ cins hayvanlarla yaþamýný sürdürüyordu.
Yaþlý astým hastasý bezelyeleri kâseden kâseye aktarýyordu ve bazen sakin ve ilgili
havasýyla, gazeteci Rambert'e rastlanýyordu. Akþam, ayný kalabalýk sokaklarý
dolduruyordu ve sinemalarýn önünde kuyruklar uzuyordu. Zaten salgýn biraz geriler gibi
oldu ve birkaç gün boyunca, yalnýzca on kadar ölü kaydedildi. Sonra, birdenbire, sayý ok
gibi yükseldi. Ölü sayýsý yeni-
61
60den otuza ulaþtýðý gün, Bernard Rieux, valinin uzattýðý re: mi yazýya bakýyordu:
"Korktular," diyordu vali. Telgraft þöyle deniyordu: 'Veba durumunu ilan edin. Kenti
kapa týn!'
62O andan baþlayarak vebanýn, hepimizin uðraþý olduðu öylenebilir. O âna kadar bu
özel olaylarýn yurttaþlarýmýz- yol açtýðý þaþkýnlýk ve endiþeye karþýn, her birimiz
elden diðince her zamanki gibi kendi iþlerimizle ilgilenmiþtik. kuþkusuz bu böyle
sürecekti. Ancak kentin kapatýlmada herkes, hatta anlatýcý da, ayný kefeye
konduklarýný ve nün üstesinden gelmeleri gerektiðini anladýlar. Ýþte böy-e, örneðin,
insanýn sevdiðinden ayrýlmasý gibi bireysel duygu birdenbire, ilk haftalardan
baþlayarak, tüm bir Ikýn duygusuna dönüþtü ve korkunun da etkisiyle, bu [un sürgün
döneminin baþlýca acýsý oldu. [ Aslýnda kentin kapýlarýnýn kapatýlmasýnýn en dikkat
ken sonuçlarýndan biri de ayrýlýða hazýrlýksýz yakalanan þilerin içinde bulunduklarý
durumdu. Birkaç gün önce, cici bir ayrýlýða göre kendilerini hazýrlayan, birkaç hafta nra
birbirleriyle görüþeceklerinden emin, garýmýzýn pe-plarýnda iki üç tavsiyede bulunarak
kucaklaþan ve bu ayýkla günlük uðraþlarýndan birazcýk olsun baþýný kaldýr-s anne ve
çocuklar, eþler, sevgililer kendilerini, birden-|e çaresiz bir biçimde birbirinden uzak
düþmüþ, herhan-bir buluþma ya da haberleþme olanaðýndan yoksun býra-mýþ bir halde
buldular. Çünkü valilik kararýnýn yayýn-jmasýndan birkaç saat önce kent kapatýldý ve
doðallýkla û durumlarý göz önüne almak olanaksýzdý. Hastalýðýn beklenmeyen
istilasýnýn ilk etkisi, yurttaþlarýmýzý, sanki eysel duygularý yokmuþçasýna davranmaya
itmesiydi lilebilir. Kararýn yürürlüðe konduðu günün ilk saatle-de valilik, telefonla ya da
gelip memurlara birþeyler so-ý bir yýðýn insanýn hücumuna uðradý; hepsi ilginç ve ay-
zamanda incelenmesi olanaksýz durumlarý anlatýyorlar-
Mektup yazmaktan duyulan hafif sevinç bile elimizden alýnmýþtý. Gerçekten de, bir
yandan geleneksel haberleþme olanaklarý kenti ülkenin geri kalan bölümüne artýk
baðlamaz olmuþtu, bir yandan da yeni bir karar, mektuplarýn enfeksiyon taþýmasýný
engellemek için, her tür yazýþmayý yasakladý. Baþlangýçta, kent kapýlarýnda bazý
ayrýcalýklý kiþiler, dýþarýya mesajlarýn iletilmesine göz yuman karakol nöbetçýlerýyle
görüþebildiler. Salgýnýn baþýnda, nöbetçilerin merhamet duygusuyla bazý þeylere göz
yummayý doðal bulduklarý dönemdi bu. Ancak bir süre sonra ayný nöbetçiler durumun
ciddiyetini iyice anladýklarýnda ucunun nereye varacaðý belli olmayan sorumluluklar
almaktan kaçýndýlar. Baþlangýçta izin verilen þehirlerarasý telefon görüþmeleri telefon
kulübelerinde ve hatlarda öyle büyük týkanmalara yol açtý ki birkaç gün konuþmalara ara
verildi; sonra ölüm, doðum, evlilik gibi acil diye adlandýrýlan durumlar dýþýnda ciddi
sýnýrlamalar getirildi. Bunun üzerine telgraflar bizim tek kaynaðýmýz olarak kaldý.
Akýl, yürek ve tenle birbirine baðlanan varlýklar, on sözcüklük bir telgrafýn büyük
harflerinde o eski birlikteliðin iþaretlerini arayacak hale geldiler. Ve bir telgrafta
kullanýlabilecek kalýplar çabuk tüketildiðinden uzun, ortak yaþamlar ya da acýlý tutkular
çok geçmeden, 'Ýyiyim. Seni düþünüyorum. Sevgiler' türünden belli aralýklarla
yinelenen hazýr kalýplarla özetlenir oldu.
66
kanla canla çýkmýþ olan sözcükler bir süre sonra anlamlarýný yitiriyordu. Biz de onlarý
düþünmeden, ölü tümceler aracýlýðýyla güç yaþantýmýzýn iþaretlerini göndermeye
çalýþarak, yeniden yazýyorduk. Ve son olarak, telgrafýn geleneksel çaðrýsý, bu kýsýr ve
inatçý monologa, duvarla konuþmayý andýran bu kuru söyleþime yeð tutulur gibi
geliyordu
bize.
67Bir istisnaydý söz konusu olan. Çoðunlukla, ayrýlýk salgýnýn son bulmasýyla
bitecekti, orasý kesindi. Ve biz hepimiz için, yaþamýmýzý oluþturan ve çok iyi
bildiðimizi sandýðýmýz duygu (önceden de söylendi, Oran'lýlarýn basit tutkularý vardýr)
yeni bir çehreye bürünüyordu. Eþlerine büyük güven duyan kocalar ve sevgililer birden
kýskançla-þýyordu. Aþk konusunda kendilerini hercai sanan erkekler sadakate
dönüyorlardý. Neredeyse yüzüne bakmadan annelerinin yanýnda yaþamýþ olan erkek
evlatlarý, þimdi anýlarda peþini býrakmayan bu yüzdeki bir kýrýþýk, tasa ve üzüntüye
boðuyordu. Bu ani ayrýlýk, kusursuz, geleceði öngörülemeyen bu ayrýlýk bizi, þimdi
günlerimizi dolduran, hâlâ bu denli yakýn ve bu denli uzak, bu varlýðýn anýsýna karþý
tepki gösteremeyecek, sarsýlmýþ bir halde býrakýyordu. Gerçekte, iki kez acý
çekiyorduk- öncelikle kendi acýmýzý, sonra da burada olmayanlarýn, oðul, eþ ya da
sevgilinin çektiðini düþündüðümüz acýyý.
Zaten baþka koþullarda, yurttaþlarýmýza daha dýþarýya dönük ve daha etkin bir
yaþamda çýkýþ yolu bulmuþ olurdu. Ancak ayný zamanda, veba onlarý
tembelleþtiriyordu; cansýz kentlerinde dönüp duruyorlar ve kendilerini her geçen gün
Böylece, kentin yurttaþlarýmýza getirdiði ilk þey sürgün oldu. Ve anlatýcý, buraya, o
zaman kendi hissettiklerini herkesin adýna yazabileceðine inanýyor, çünkü bunlarý
yurttaþlarýmýzýn birçoðuyla ayný anda hissetti. Evet, sürekli olarak içimizde
taþýdýðýmýz o boþluk, o belirgin heyecan, mantýksýzca geriye dönme ya da zamanýn
akýþýný hýzlandýrma isteði, belleðin o yanan oklarý; iþte buydu sürgün duygusu. Bazen
kendimizi hayal gücümüzün kollarýna býrakmamýz, dýþarýdan gelen birisinin kapýmýzý
çalmasýný ya da merdivende tanýdýk bir ayak sesini beklemiþ ve böyle an-
68
Böylece, tüm tutsaklarýn ve tüm sürgünlerin hiçbir iþine yaramayacak bir bellekle
yaþamasý demek olan o derin acýyý duyuyorlardý. Durmadan düþündükleri o geçmiþin
de üzüntülü bir özlemden baþka tadý yoktu. Aslýnda, bir zamanlar bekledikleri kadýn ya
da erkekle yapabilecekleri þeyleri zamanýnda yapmamýþ olmaktan duyduklarý
piþmanlýðý da buna eklemek isterlerdi ve benzer biçimde, göreceli olarak kýsa bile
olsa, bu hapis yaþantýsýnýn her durumuna uzaktaki kiþiyi katýyorlar ve bir zamanlar
yaþadýklarý onlarý tatmin etmiyordu. Yaþadýklarý þimdiki zamana karþý sabýrsýz,
geçmiþlerine düþman ve geleceði elinden alýnmýþ olarak insan kaynaklý adaletin ya da
nefretin parmaklýklar arkasýnda yaþamaya mahkûm ettiði kiþilere ben-ziyorduk biz de.
Son olarak, bu dayanýlmaz tatilden kaçabilmenin tek yolu düþ gücüyle trenleri yeniden
harekete geçirmek ve saatleri yine de kararlý bir biçimde sessiz kalan çanlarýn sesiyle
doldurmaktý.
Ancak bu bir sürgün de olsa, çoðunlukla kendine sürgündü. Ve her ne kadar anlatýcý
baþkalarýnýn sürgününe tanýk olduysa da, bir türlü ulaþamadýklarý varlýktan ve kendi
memleketlerinden uzak düþtükleri için, veba haberiyle neye uðradýðýný þaþýrmýþ ve
kentte alýkonulmuþ Rambert ya da baþkalarý gibi ayrýlýðýn acýsýný fazlasýyla
yaþayanlarý da unutmamalýdýr. Genel sürgünde onlar e.n fazla sürgün olanlardý, çünkü
bizde olduðu gibi zaman onlarda da kendine özgü kaygýyý uyandýrsa da, onlar uzamdan
kopmu-yorlar ve kendi veba sinmiþ sýðmaklarýný, yitirdikleri vatandan ayýran duvarlara
sürekli çarpýp duruyorlardý. Günün her saati, yalnýzca kendi yaþadýklarý akþamlarý ve
kendi ülkelerinin sabahlarýný sessizce anarak tozlu kenti bir
70
aþaðý bir yukarý dolaþanlar da kuþkusuz onlardý. Ýþte o zaman, bir kýrlangýcýn uçuþu,
günbatýmýnýn bir pembe rengi ya da güneþin bazen ýssýz sokaklara býraktýðý þu tuhaf
ýþýklar gibi açýk olmayan iþaretler ve þaþkýnlýða iten bildirilerin yol açtýðý
rahatsýzlýklarýný geliþtiriyorlardý. Fazlasýyla gerçeðe yakýn düþlerim okþamakta ve bir
ýþýðýn, iki üç tepenin, gözde bir aðacýn ve kadýn yüzlerinin, onlar için yeri tutulmaz bir
ortam yarattýðý bir toprak parçasýnýn imgelerini tüm güçleriyle izlemekte inat ederek,
insaný her zaman, her þeyden kurtarabilecek dýþ dünyaya gözlerini kapýyorlardý.
71du. Ýþte bu da hastalýðýn dikkati baþka yöne çekme ve iþleri karýþtýrma yollarýndan
biriydi.
Böylece herkes günü gününe ve gökyüzüne karþý yapayalnýz yaþamayý kabul etmek
zorunda kaldý. Bu genel terk edilmiþlik duygusu uzun vadede kiþilikleri saðlamlaþ-
týrabilecekken deðersiz kýlmaya baþlamýþtý. Örneðin, yurttaþlarýmýzdan bazýlarý o
sýralar kendilerini güneþ ve yaðmurun hizmetine sokan bir köleliðe kapýlmýþlardý.
Onlara bakýnca sanki ilk kez ve doðrudan olarak havanýn etkisini duyuyorlarmýþ gibi
geliyordu. Altýn renkli bir ýþýðýn þöyle bir kendini göstermesi yüzlerini güldürürken,
yaðmurlu günler yüzlerine ve düþüncelerine kalýn bir sis perdesi örtüyordu. Birkaç hafta
öncesinden bu zayýflýk ve bu mantýksýz kölelikten kaçýyorlardý; çünkü dýþ dünyanýn
karþýsýnda yalnýz deðillerdi ve belli bir ölçüde, onlarla yaþamakta olan varlýk onlarýn
evreninin önüne yerleþiyordu. O andan baþlayarak, tersine, görünüþte kendilerini
gökyüzünün kaprislerine býraktýlar, yani mantýksýzca umut ettiler ve acý çektiler.
72
radan iliþki ve olan bitenden, bir anlamda gündelik olaylardan söz etmeye razý
oluyorlardý. O zaman da, en gerçek acýlar söyleþinin sýradan kalýplarý içinde aktarýlýr
oldu. Ýþte ancak bu yoldan, vebanýn hapsettiði insanlar kapýcýlarýnýn anlayýþýyla ya
da kendilerini dinleyenin ilgisiyle karþýlaþabiliyordu.
acý verse de, þu boþ yüreði taþýmak ne denli güç olsa da, vebanýn ilk döneminde bu
sürgün edilmiþ insanlarýn ayrýcalýklý olduðu söylenebilir. Gerçekten de, halkýn
þaþkýnlýða uðradýðý sýrada, düþünceleri yalnýzca bekledikleri kiþilere çevrilmiþti.
Genel yýkýlmýþlýk duygusu içinde aþkýn bencilliði onlarý koruyordu ve vebayý ancak
ayrýlýklarýnýn sonsuza kadar uzamasý tehlikesi çerçevesinde düþünüyorlardý. Böylece
salgýna soðukkanlýlýk sanýlabilecek esenlikli bir duygu kattýlar. Umutsuzluklarý onlarý
paniðe kapýlmaktan kurtarýyordu, mutsuzluklarýnýn iyi bir yaný vardý. Örneðin, bir
insan hastalýða yenilse de, hemen hemen her zaman, dikkat edecek zaman bile
bulamadan oluyordu bu. içinden bir gölgeyle yaptýðý uzun söyleþimden uzaklaþýp
doðrudan topraðýn en yoðun sessizliðine atýlýverýyordu. Hiçbir þey yapmaya zamaný
olmuyordu.
O zaman bile halktan hemen tepki gelmedi. Aslýnda üçüncü haftada vebanýn üç yüz iki
ölü sayýsýna ulaþmasý
74
akýl alacak bir þey deðildi. Bir yandan, belki de bunlarýn hepsi vebadan ölmemiþti. Öte
yandan normal zamanda haftada kaç kiþinin öldüðünden kentte kimsenin haberi yoktu.
Kentin nüfusu iki yüz bindi. Bu ölüm oranýnýn normal olup olmadýðý bilinmiyordu.
Açýk bir önemi olsa da, hiçbir zaman ilgilenilmeyen þu bilgilerdendir. Bir anlamda,
halkýn karþýlaþtýrma olanaðý yoktu. Ancak uzun vadede, ölüm sayýsýnýn artýþým
görerek kamuoyu gerçeðin bilincine vardý. Gerçekten de beþinci hafta üç yüz yirmi ölü,
altýncýsýysa, üç yüz kýrk beþ ölü verdi. Artýþlar en azýndan anlamlýydý. Yine de
yurttaþlarýmýzýn, tam da endiþelerinin ortasýnda, kesinlikle can sýkýcý, ancak her
þeyden öte geçici bir kazanýn söz konusu olduðu izlenimine kapýlmalarý için
Böylece Oran tikel bir görünüm aldý. Yayalarýn sayýsý daha da arttý; hatta, kentin ölü
saatlerinde, maðazalarýn ya da bazý bürolarýn kapanmasýyla iþi gücü kalmayan birçok
insan sokaklarý ve kafeleri dolduruyordu. Þimdilik iþsiz deðil, izindeydiler. Böylece,
örneðin öðleden sonra saat üçe
75doðru, parlak bir göðün altýnda Oran, bir toplu gösterinin gerçekleþmesi için trafiðin
kesildiði ve maðazalarýn kapandýðý, halkýn da eðlencelere katýlmak üzere sokaklarý
doldurduðu, yanýlsamalý bir biçimde, bayram havasýnda bir kent izlenimi sunuyordu.
Doðal olarak, bu genel izin durumundan yararlanýyor ve büyük kârlar elde ediyorlardý.
Ancak il içinde filmlerin sinemalara aktarýlmasý kesintiye uðruyordu. Ýki haftanýn
sonunda kuruluþlar filmleri deðiþtokuþ etmeye baþladýlar ve sonunda hep ayný filmi
gösterir oldular. Yine de gelirleri azalmýyordu.
Son olarak, þarap ve alkol ticaretinin birinci sýrayý aldýðý bir kentte, depolanmýþ
önemli miktarda stoklar sayesinde kafeler müþterilerinin isteklerini karþýlayabiliyordu.
Gerçeði söylemek gerekirse çok içiliyordu. Bir kafenin 'Temiz þarap mikrobu öldürür'
diye duyuru asmasýyla, halk arasýnda yaygýn olan alkolün bulaþýcý hastalýklardan
koruduðu düþüncesi iyice güçlendi. Her gece, saat ikiye doðru kafelerden çýkan oldukça
önemli sayýda sarhoþ, sokaklarý dolduruyor ve iyimser konularda söyleþerek sokak
aralarýna yayýlýyorlardý.
Kentin kapatýlmasýndan iki gün sonra, hastaneden çýkarken Doktor Rieux, yüzünde
hoþnutluk ifadesiyle kendisine bakan Cottard'la karþýlaþtý. Rieux onu bu halinden ötürü
kutladý.
Evet, çok iyiyim, dedi adamcaðýz. Söyleyin doktor, þu Allanýn belasý veba,
ciddileþiyor, deðil mi? Doktor onayladý. Öteki, bir tür keyifle þöyle bir saptama yaptý:
- Þimdi durmasý için bir neden yok. Her þey altüst olacak.
Bir süre birlikte yürüdüler. Cottard, mahallesinde zengin bir bakkalýn yüksek fiyata
satmak üzere gýda mad-
76
Tamam! Hepimiz delireceðiz, orasý kesin, anlattýðýna uymayan sevecen bir ses
tonuyla Cottard böyle diyor-
du.
þarýyordu.
kýzla evlenmiþti. Hatta evlenmek için okumayý býrakmýþ ve bir iþe girmiþti. Ne
Jeanne, ne de kendisi mahallelerinden dýþarý adým atýyorlardý. Kýzý görmeye evlerine
gidiyordu, Jeanne'in anne ve babasý bu sessiz ve beceriksiz damat adayýyla biraz alay
ediyorlardý. Baba demiryolu görevlisiydi. Evde dinlenme zamanlarýnda, pencerenin
yanýnda, düþünceli, kocaman elleri bacaklarýnýn üzerinde yayýlmýþ, sokaktaki devinimi
izleyerek hep bir köþede otururdu. Karýsý hep ev iþi yapardý, Jeanne ona yardým ederdi.
O kadar narindi ki, bir sokakta karþýdan karþýya geçtiðini görünce
77Grand endiþeye kapýlmadan edemezdi. O zaman taþýtlar ona dev gibi gelirdi. Bir
gün, Noel için süslenmiþ bir dükkânýn önünde, büyülenmiþçesine vitrine bakan Jeanne
"Ne güzel!" diyerek ona doðru yaslanmýþtý. Ýþte evlilikleri böyle kararlaþtýrýlmýþtý.
Grand'a göre hikâyenin devamý çok basitti. Herkes için böyledir bu: Evlenilir, biraz daha
sevilir, çalýþýlýr. Sevmeyi unutana kadar çalýþýlýr. Büro þefinin verdiði sözler yerine
getirilmediðinden, Jeanne da çalýþýyordu. Burada, Grand'ýn ne dediðini anlamak için
biraz düþ gücü gerekiyordu. Yorgunluðun da etkisiyle buna göz yummuþ, giderek daha
suskunlaþmýþ ve genç karýsýný sevildiðine inandýrmaz olmuþtu. Çalýþan bir adam,
yoksulluk, aðýr aðýr týkanan gelecek, masa baþýnda akþamlarýn sessizliði, böyle bir
evrende tutkunun yeri yoktur. Büyük bir olasýlýkla Jeanne acý çekmiþti. Yine de
durmuþtu: bazen insanýn bilmeden acý çektiði olur. Yýllar geçmiþti. Daha sonra
gitmiþti. Tabii yalnýz gitmemiþti. 'Seni sevdim, ama artýk yoruldum... Gitmekten mutlu
deðilim, ama yeniden baþlamak için mutlu olmak gerek.' Ýþte, kabaca, yazdýklarý
bunlardý.
Yalnýzca hep onu düþünüyordu. Yapmak istediði, ona kendini savunmak üzere bir
mektup yazmaktý. "Ama güç bu," diyordu. "Uzun süredir bunu düþünüyorum.
Birbirimizi sevdiðimiz süre içinde sözcükler olmaksýzýn birbirimizi anladýk. Ancak her
zaman insanlar birbirini sevemiyor. Belli bir anda, onun gitmesine engel olabilecek
sözcükleri bulmalýydým, ama yapamadým." Grand kareli bir mutfak bezine burnunu
siliyordu. Sonra býyýklarýný sili-yordu. Rieux ona bakýyordu.
- Özür dilerim doktor, dedi, ama nasýl demeli?.. Size güveniyorum. Sizinle
konuþabiliyorum. Bu da bana bir heyecan veriyor.
78
karþýlaþtý,
Rieux onu tanýr gibiydi, ama duraksýyordu. Bu olaylardan önce sizden Araplarýn
yaþam koþullarýyla ilgili bilgiler almaya geldim, dedi öteki. Adým Ray-
mond Rambert.
konusu var.
- Bunun için özür dilerim, diye ekledi, ancak kentte kimseyi tanýmýyorum ve ne yazýk
ki gazetemin muhabiri
budalanýn teki.
Rieux ona kent merkezindeki bir dispansere kadar yürümelerini önerdi,- çünkü verilecek
bazý buyruklar vardý. Zenci mahallesinin ara sokaklarýndan indiler. Akþam oluyordu,
ancak eskiden bu saatte öylesine gürültülü olan kent, tuhaf bir biçimde tenha gibiydi.
Hâlâ altýn rengini koruyan gökte yükselen birkaç borazan sesi askerlerin görevlerini
yaptýklarý havasý verdiklerini kanýtlýyordu yalnýzca. Bu sýrada dik yollar boyunca,
Maðripli evlerin mavi, kýzýl ve mor duvarlarý arasýnda Rambert ateþli ateþli
konuþuyordu. Gerçeði söylemek gerekirse, o karýsý deðildi, ama ayný þey demekti. Kent
kapatýlýr kapatýlmaz ona telgraf çekmiþti. Ýlkin, gelip geçici bir olayýn söz konusu
olduðunu düþünmüþtü ve yalnýzca onunla yazýþmaya çalýþmýþtý. Oran'daki
meslektaþlarý bu konuda ellerinden bir þey gelemeyeceðini ona söylemiþlerdi; postane
onu geri çevirmiþ, valiliðin bir sekreteri de onunla dalga geçmiþti. Sonunda bir kuyrukta
iki saat bekledikten sonra 'Her þey yolunda.
Ancak sabah uyandýðýnda her þey bir yana bu durumun ne kadar sürebileceðini
bilmediði birden aklýna gelmiþti. Tavsiye edilerek oraya gelmiþ olduðundan (onun
mesleðinde bazý kolaylýklar vardý), valilik özel kalem müdürüne ulaþabilmiþ ve ona
Oran'la iliþkisi bulunmadýðýný, burada bir iþi olmadýðýný, bir rastlantýyla burada
bulunduðunu ve buradan çýktýktan sonra karantinaya alýnma olasýlýðý olsa bile,
ayrýlmasýna izin verilmesinin doðru olacaðýný söylemiþti. Müdür bunu çok iyi
anladýðýný, ancak bir istisnanýn olamayacaðýný, sonuçta durumun ciddi olduðunu ve
hiçbir kararýn alýnamayacaðýný ona söylemiþti.
Kuþkusuz, ama her þey bir yana, salgýnýn uzun sürmeyeceðini umut edelim.
Son olarak, Oran'da ilginç bir röportaj konusu bulabileceðini ve her olayda iyi bir yan
bulunabileceðini belirterek Rambert'i avutmaya çalýþmýþtý. Rambert omuz silki-yordu.
Kent merkezine geliyorlardý:
- Aptalca bu, doktor, biliyorsunuz. Ben dünyaya röportaj yapmak için gelmedim. Ama
belki bir kadýnla yaþamak için geldim. Bunda ne terslik var?
- Konu þu ki, dedi çekinmeden Rambert, onunla tanýþalý çok olmadý ve birbirimizle iyi
anlaþýyoruz.
80
Rieux kafasýyla onayladý, bacaklarýna atýlan bir erkek çocuðunu düþmemesi için tuttu
ve yavaþça ayaða dikilmesine yardým etti. Yeniden yola koyuldular ve Place d'Armes'a
geldiler, incir aðaçlarýyla palmiyelerin hareketsiz ve tozdan grileþmiþ dallan tozlu ve pis
bir Cumhuriyet Anýtýnýn etrafýnda sarkýp duruyordu. Rieux beyazýmsý bir sýva
bulaþmýþ ayaðýný birkaç kez yere vurdu. Rambert'e baktý. Biraz geriye kaymýþ fötr
þapkasý, uzamýþ týraþý, kravatýn altýnda düðmeleri açýk gömleðiyle gazetecinin dik
kafalý ve somurtkan bir havasý vardý.
Emin olun sizi anlýyorum, dedi sonunda Rieux, ama yürüttüðünüz mantýk doðru
deðil. Size bu raporu veremem, çünkü gerçekten sizde bu hastalýðýn olup olmadýðým
bilmiyorum; þimdi bile, büromdan çýktýðýnýz saniyeyle valiliðe vardýðýnýz saniye
arasýnda mikrop kapmayacaðýnýzý kanýtlayamam. Hem sonra...
- Niçin?
Bu yeterli bir neden deðil. Bu aptalca bir hikâye. Biliyorum, ancak hepimizi
ilgilendiriyor. Onu olduðu gibi
olacaksýnýz.
Bu bir insanlýk sorunu, size yemin ederim. Bunun gibi, birbiriyle iyi anlaþan iki
insanýn ayrýlýðýnýn ne anlama geldiðinin farkýnda deðilsiniz belki de.
81/6
gerekeni yapmaktý.
Doktor gözlerini Cumhuriyet Anýtýna çevirdi ve konuþtuðu dilin mantýk dili olup
olmadýðýný bilmediðini, ancak kesinliðin dili olduðunu ve bunun kesinlikle farklý bir
þey olduðunu söyledi. Gazeteci kravatýný düzeltiyordu:
O zaman, baþka yoldan baþýmýn çaresine bakayým anlamýna mý geliyor bu? Ancak
bu kenti terk edeceðim, diye bir tür meydan okumayla sözü sürdürdü.
Evet, sizi ilgilendiriyor, dedi Rambert birden canlanarak. Size geldim, çünkü alýnan
kararlarda sizin büyük bir payýnýz olduðunu bana söylediler. O zaman ben de düþündüm
ki, en azýndan bir kiþinin durumunda, oluþmasý için katkýda bulunduðunuz bir kararý
siz bozabilirsiniz diye düþündüm. Ama sizin için fark etmiyor bu. Siz kimseyi
düþünmediniz. Birbirinden ayrý düþmüþ insanlarý aklýnýza
getirmediniz.
Doktor bir anlamda bunun doðru olduðunu kabullendi, bunu aklýna getirmek
istememiþti.
- Evet, görüyorum dedi Rambert, halka hizmetten söz edeceksiniz. Ancak herkesin ortak
iyiliði tek tek her kiþinin mutluluðuyla olur.
-Haydi, dedi doktor bir dalgýnlýktan sýyrýlýr gibi, veba da var, baþka þeyler de var.
Yargýlamamak gerek. Ancak kýzmakta haksýzsýnýz . Bu iþten sýyrýlabilirseniz eðer,
bundan sonsuz mutlu olurum Yalnýz, görevimin engellediði bazý þeyler var.
Rieux giriþimlerinden kendisini haberdar etmesini ve hiç kinlenmemesini ondan rica etti.
Karþýlaþacaklarý bir nokta kuþkusuz vardý. Rambert birden aklý karýþmýþ gibi
durdu.
Bir süre sonra, Rieux baþýný salladý. Gazeteci mutluluk için sabýrsýzlanmakta
haklýydý. Ama kendisim suçladýðýnda haklý mýydý? 'Siz soyutluklar dünyasýnda
yaþýyorsunuz.' Vebanýn iyice hýz kazandýðý, ortalama kurban sayýsýný beþ yüze
çýkardýðý, kendi hastanesinde geçirdiði þu günler gerçekten soyutluk muydu? Evet,
talihsizliðin soyut ve gerçek dýþý bir yaný vardý. Ancak soyut olan sizi öldürmeye
baþlarsa, o zaman soyutluklarla ilgilenmek gerekir. Ve Rie-ux bunun en kolay þey
olmadýðýný biliyordu yalnýzca. Örneðin, sorumluluðunu yüklendiði þu ek hastaneyi
(artýk üç tane vardý) yönetmek kolay deðildi. Hastanenin konsültasyon salonuna açýlan
bir odasýný hasta kabul odasý olarak düzenletmiþti. Kazýlmýþ yerde, ortasýnda tuðladan
bir adacýk bulunan, mikrop öldürücü su gölü oluþmuþtu. Hasta adanýn üzerine
taþýnýyor, çabucak soyuluyor ve giysileri ilaçlý suya atýlýyordu. Yýkanýp kurulanmýþ,
sýrtýnda kaba kumaþtan hastane gömleðiyle Rieux'ye geliyordu, sonra onu odalardan
birine taþýyorlardý. Bir okulun üstü kapalý teneffüs yerlerini kullanmak zorunda
kalmýþlardý; þimdi toplam olarak, yarýsý dolu, beþ yüz yatak kapsýyordu. Kendi
yönetiminde gerçekleþen sabah muayenesinin ardýndan hastalar aþýlanýp, hýyarcýklar
yarýldýktan sonra Rieux istatistikleri inceliyor ve öðleden sonraki konsültasyonlarýnýn
83baþýna dönüyordu. Son olarak, akþam hastalarýný geziyor ve gece geç saatte evine
dönüyordu. Bir gece önce annesi, genç Madam Rieux'den gelen telgrafý ona uzatýrken
doktorun ellerinin titrediðini fark etmiþti.
rum.
84
Bu yorucu haftalarýn sonunda, kentin bir aþaðý bir yukarý dolaþmak için sokaklara
döküldüðü tüm o erken saatlerde Rieux acýma duygusuna karþý kendini artýk
korumasýna gerek kalmadýðýný anlýyordu. Acýma yararsýz olduðu zaman ondan
býkýlýr. -Ve aðýr aðýr kendi içine kapanan bu yüreðin duyumsayýþý doktor için þu ezici
günlerin tek avuntusuydu. Böylece iþinin kolaylaþacaðýný biliyordu. Bu nedenle bundan
keyif duyuyordu. Annesi, onu sabahýn ikisinde karþýladýðýnda, kendisine oðlunun
yönelttiði boþ bakýþla üzüntüye boðulduðunda, aslýnda Rieux'yü rahatlatabilecek tek
þeyin bu olmasýna da yeriniyordu. Soyutla mücadele edebilmek için biraz ona benzemek
gerekir. Ama Rambert bunu nasýl hissedecekti? Rambert için soyut, kendi mutluluðuna
karþý olan her þeydi. Ve gerçekte, Rieux bir bakýmdan gazetecinin haklý olduðunu
biliyordu. Ancak bazen soyutluðun mutluluða baskýn çýkabileceðini ve o zaman
yalnýzca onu göz önünde bulundurmak gerektiðini de biliyordu. Rambert'in baþýna
gelecek olan da buydu ve doktor bunu, Rambert'in sonradan kendisine içini açmasýyla
ayrýntýlý olarak öðrenebildi. Böylece ve yeni bir
85plana göre, bireyin mutluluðu ve vebanýn soyutluðu arasýnda geçen bu uzun dönem
boyunca kentimizin tüm yaþantýsýný dolduran þu tatsýz mücadeleyi sürdürebildi.
86
Ancak, bazýlarýna soyut gibi gelen þeyler, bazýlarýna göre gerçekti. Vebanýn ilk ayý,
salgýnýn önemli ölçüde hýzlanmasý ve hastalýðýnýn baþýnda yaþlý Michel'e yardým
etmiþ olan cýzvýt papazý Paneloux'nun ateþli vaazýyla gerçekten iç karartýcý bir hal
aldý. Rahip Paneloux daha önceden Oran Coðrafya Derneði'nin bültenine sýk sýk
katkýda bulunarak kendini göstermiþti, eski yazýtlarý günümüze kazandýrdýðý
çalýþmalarý onu burada söz sahibi yapmýþtý. Ancak, bir uzmanýn çevresinde
oluþabilecek bir kitleden çok daha geniþ bir topluluðun ilgisini modern bireycilik üzerine
yaptýðý bir dizi konferansla toplamýþtý. Modern çaða özgü inançsýzlýktan da, geçmiþ
yüzyýllarýn yobazlýðýndan da uzak, titiz bir Hýristiyanlýðýn ateþli savunucusu olarak
ortaya çýkmýþtý bu konferanslarda. Bu konuda dinleyici kitlesinin aklýný katý
gerçeklerle karýþtýrmamýþtý. Ünü de buradan geliyordu.
Oysa, bu ayýn sonuna doðru, kentimizin ruhani liderleri kendi bildikleri yöntemlerle, bir
haftalýk ortak dua ayinleri düzenleyerek, vebayla savaþmaya karar verdiler. Halkýn
inancýyla ilgili bu toplantýlar vebalý aziz olan Saint Roch'a yakardýklarý görkemli bir
ayinle sona erecekti. Bunu fýrsat bilerek rahip Paneloux'nun da söz almasýný
istemiþlerdi. On beþ gündür rahip, kendi tarikatýnda kazandýðý özel yeri saðlayan Saint
Augustin ve Afrika Kilisesiyle ilgili çalýþmalarýna ara vermek zorunda kalmýþtý.
Coþkulu ve tutkulu yapýsýyla ona verilen görevi kararlýlýkla kabul etmiþti. Bu vaaz
daha yapýlmadan uzun zaman öncesinden kentte konuþulmaya baþlamýþtý bile ve o
dönem tarihine, kendi özellikleriyle, önemli bir an olarak geçti.
87Dua haftasýný çok kalabalýk bir halk kitlesi izledi. Normal zamanlarda Oran'lýlarýn
özellikle pek inançlý olduðundan deðil. Örneðin pazar sabahlan deniz banyolarý ayinlerin
ciddi bir rakibidir. Birden hidayete erdiklerinden de deðil. Ancak, bir yandan kentin ve
limanýn kapatýlmasýyla deniz banyolarý olanaksýzlaþmýþtý; öte yandan da, baþlarýna
Ne olursa olsun, kentimizin katedrali tüm hafta boyunca dindarlarla neredeyse doldu.
Ýlk günlerde, birçok kentli içeri girmek yerine ana kapýnýn önünde uzanan palmiye ve
nar aðaçlarýyla dolu bahçede kalýp sokaklara taþan yakarma ve dua selini dinliyordu.
Yavaþ yavaþ, birkaç kiþinin de örnek olmasýyla, ayný dinleyiciler içeri girmeye ve
88
Rahip orta boylu, ancak topluydu. Kürsünün kenarýna yaslanýp, iri elleriyle ahþabý
kavradýðýnda, çelik çerçeveli gözlüklerinin altýnda beliren iki kýrmýzýmsý lekeyi
andýran yanaklarýyla yoðun ve kara bir biçim gibi algýlandý. Güçlü, coþkulu, insaný
uzaklara taþýyan bir sesi vardý; dinleyenleri ateþli ve çekiç gibi bir tümceyle,
"Kardeþlerim, felaketin içindesiniz, kardeþlerim bunu hak ettiniz," diyerek sarstýðýnda
dinleyici topluluðundan kilise avlusuna kadar taþan bir dalgalanma oldu.
Mantýksal açýdan, bunu izleyen bölüm, bu etkileyici giriþ söylemine uymuyor gibiydi.
Yurttaþlarýmýz ancak söylevin devamýnda rahibin, söz ustalýðý sayesinde, tüm
vaazýnýn anafikrini yumruk gibi, bir kerede sunduðunu kavradý. Paneloux bu tümcenin
hemen ardýndan, Mýsýr'daki vebayla ilgili, Ýncil'in Göç bölümüne gönderme yaparak
þöyle dedi: "Tarihte bu felaketin ilk kez ortaya çýkýþý, Tanrý düþmanlarýnýn
cezalandýrýlmasý nedeniyledir. Firavun sonsuz tasarýlara karþý çýkýyordu ve veba ona
diz çöktürdü. Tüm tarihin baþýndan bu yana, Tanrýnýn bu felaketi kibirlileri ve körleri
dize getirmiþtir. Bunu iyice düþünün ve diz çökün."
89meden diz çöktü. O zaman Paneloux dikleþti, derin bir soluk aldý ve giderek
ciddileþen bir tonlamayla devam etti: "Eðer bugün, veba sizi ilgilendiriyorsa, bunun
nedeni düþünme zamanýnýn gelmiþ olmasýdýr. Dürüst insanlarýn bundan korkmasýna
gerek yok, ancak kötüler titremekte haklý. Evrenin uçsuz bucaksýz ambarýnda, karþý
çýkýlmasý olanaksýz bu felaket, samaný tohumdan ayýrýncaya kadar insanlýk
buðdayýný dövüp duracak. Saman tohumdan çok; kurtulanlardan çok aramýzdan
ayrýlanlar olacak ve bu felaketi Tanrý istemedi. Uzun zamandýr, dünya kötülükle
uzlaþtý, uzun zamandýr Tanrýnýn baðýþlayýcýlýðýna güvendi. Biraz piþmanlýk
yetiyordu, her þeye izin vardý. Ve piþmanlýk konusunda herkes kendini güçlü
hissediyordu. Zamaný gelince nasýlsa piþmanlýk duyulacaktý. O zamana kadar, en
kolayý kendini sýkýntýya sokmamaktý, gerisini Tanrýnýn ba-ðýþlayýcýlýðý hallederdi
nasýlsa. Ama iþte, bu böyle süremeyecekti. Uzun süredir bu kent halkýna acýyan
bakýþýný çevirmiþ olan Tanrý beklemekten býkarak, sonsuz umudunun boþa
çýkmasýyla düþ kýrýklýðýna uðrayarak, bakýþýný baþka yana çevirdi. Ýþte þimdi,
Tanrýnýn ýþýðýndan yoksun bir halde vebanýn cehenneminde uzun süre kalacaðýz!"
Salonda sabýrsýz bir at gibi birisi hýrýltýlý bir ses çýkardý. Kýsa bir aradan sonra rahip
daha alçak bir tonla sözünü sürdürdü: "'Altýnsý Efsane''de Lombardiya'da, Kral Hum-bert
zamanýnda, vebanýn Ýtalya'yý altüst etmesi anlatýlýr; veba öyle þiddetliymiþ ki, çok az
sayýda hayatta kalanlar ölüleri topraða vermekte yetersiz kalýyorlarmýþ ve bu veba
özellikle Roma ve Pavia'yý kýrýp geçiriyormuþ. Ve bir iyilik meleði ortaya çýkmýþ, av
mýzraðý taþýyan kötülük meleðine emirler veriyor, evlerin kapýsýný çalmasýný buyuru-
yormuþ; kapý kaç kez çalýnýrsa, o evden o kadar ölü çýkýyormuþ."
Sözün burasýnda Paneloux, sanki yaðmurun etkisiyle kýpýrdayan perdenin gerisinde bir
þey göstermek istiyor-muþçasýna, kýsa kollarýný kilise giriþine doðru uzattý:
"Kardeþlerim," dedi güçlü bir sesle, "bugün sokaklarýmýzda
90
meydana gelen ayný ölümcül av. Görün onu, þu veba meleðini, Lucifer gibi güzel ve
kötülüðün kendisi gibi parlak; çatýlarýnýzýn tepesinde dikilmiþ, sað eli baþýnýn
seviyesinde mýzraðý tutuyor, sol eli evlerinizden birini gösteriyor. Belki þu anda
parmaðý sizin kapýnýza yöneliyor, mýzrak ahþabýn üzerinde týnlýyor ve ayný anda veba
evinize giriyor, odanýza gidip oturuyor ve dönmenizi bekliyor. Orada, sabýrlý ve
dikkatli, sanki dünyanýn kendi düzeni gibi kendinden emin. Yeryüzünün hiçbir gücü,
hatta þunu iyi bilin, insanlýðýn iþe yaramaz bilimi bile onun size uzattýðý o elden
kurtulmanýzý saðlayamaz. Ve acýnýn kanlý meydanýnda dövüldükten sonra, samanla
Burada rahip felaketin dokunaklý imgesini daha da geniþ ele aldý. Kentin üzerinde fýrýl
fýrýl dönmekte olan, kime rast gelirse çarpýp yeniden kanlar içinde yükselen, insanlýk
acýsýný ve kaný 'gerçeðin ekinini oluþturacak tohumlarý' olarak savuran büyük odun
parçasýný anlattý.
Uzun konuþma süresinin sonunda Rahip Paneloux durdu; alnýna düþmüþ saçlarý,
ellerinden kürsüye doðru akan bir titremeyle gerilmiþ bedeniyle, daha kýsýk ancak
suçlayýcý bir tonla sözü sürdürdü: "Evet, düþünme zamaný geldi. Günün
aðýrlýklarýndan kurtulmak için pazar günleri Tanrýyý ziyaret etmek yeterli sandýnýz.
Diz çöküp birkaç yakarma bu canice kayýtsýzlýðýn bedelini rahatça öder," diye
düþündünüz. Ancak Tanrý tutku sever. Bu uzak iliþkiler onun ateþli þefkatine yetmez.
Sizi daha uzun süre görmek ister, onun sizi sevme tarzý böyledir ve gerçeði söylemek
gerekirse, onun tek sevme biçimi budur. Ýþte bu yüzden, sizin ziyaretinizi beklemekten
sýkýlýp insanlarýn bir tarihi olduðundan beri, felaketin tüm günah kentlerini gezdiði gibi,
sizi de ziyaret etmesine göz yumdu. Þimdi günah nedir biliyorsunuz, týpký Kabil'le
oðullarýnýn, tufan öncesi insanlarýn, Sodom ve Gomor'lularm, Firavun ve Eyüp'ün ve
tüm lanetlenmiþlerin bildiði gibi. Ve tüm bu insanlarýn yaptýðý gibi, kentin sizi ve
felaketi duvarlarýyla
91çevirdiði günden beri insanlara ve nesnelere yeni bir bakýþ yöneltiyorsunuz. Sonunda
artýk biliyorsunuz ki, her þeyin özüne inmek gerekli."
O anda kilise rutubetli bir rüzgârla doldu ve mumlarýn alevi çýtýrdayarak yana doðru
yattý. Yoðun bir balmumu kokusu, öksürükler ve bir hapþýrýk, çok beðenilen bir
incelikle konusuna dönen Rahip Paneloux'nun bulunduðu yere doðru yükseldi. Sakin bir
sesle sözünü sürdürdü: "Aranýzdan birçoðunuz, nereye varmak istediðimi merak
ediyorsunuz, bunu biliyorum. Sizi gerçeðe yöneltmek ve tüm söylediklerime karþýn, size
neþelenmeyi öðretmek istiyorum. Artýk öðütlerin ya da kardeþçe uzatýlmýþ bir elin
yardýmýyla iyiliðe yönelme zamaný deðil. Bugün gerçek bir buyruk oldu. Ve kurtuluþun
yolunu size gösteren ve sizi ona iten kýrmýzý bir mýzraktýr. Kardeþlerim, her þeyin
içine iyiyi ve kötüyü, öfkeyi ve acýmayý, vebayý ve kurtuluþu katan Tanrýsal
baðýþlayýcýlýk iþte burada kendini gösteriyor. Sizi yaralayan, sizi yücelten ve size yol
gösteren iþte bu felaketin kendisidir. Çok uzun zaman önce, Habeþistanlý Hýristiyanlar
vebayý, sonsuzluða ulaþmak için Tanrýsal kaynaklý, etkili bir yol olarak görüyorlardý.
Buna yakalanmamýþ olanlar kesinlikle ölmek için vebalý örtülere sarýnýyorlardý.
Kuþkusuz kurtuluþa ulaþmak için böyle çýlgýnca bir yolu öneremeyiz. Kibire çok yakýn,
gereksiz bir sabýrsýzlýktýr bu. Tanrýdan daha aceleci olmamak gerekir ve onun kurduðu
deðiþmez düzeni hýzlandýrdýðýný ileri süren her þey sapkýnlýða yol açar. Ama en
azýndan, böyle bir örnekten alýnacak ders vardýr. Yalnýzca daha bilinçli ruhlarýn, her
acýnýn derininde yatmakta olan sonsuzluðun görkemli ýþýðýný görmesini saðlar. Bu
ýþýk kurtuluþa giden alacakaranlýk yollarý aydýnlatýr. Eksiksiz biçimde kötüyü iyiye
dönüþtüren Tanrýsal iradeyi açýklar. Bugün bile, bu ölüme, acýya ve uðultuya doðru
gidiþin içinden bizi esas sessiz-ýðe ve her yaþamýn ilkesine doðru yöneltiyor. Ýþte
kardeþlerim, buradan iþkence eden sözlerle deðil, huzur
veren
92
iþte bu."
93Bu vaazýn kentliler üzerinde bir etkisi oldu mu, bunu söylemek güç. Sorgu yargýcý
Mösyö Othon, Doktor Rieux'ye Rahip Paneloux'nun sunuþunu 'kesinlikle çürü-tülemez'
bulduðunu açýklamýþtý. Ancak herkesin böyle kesin bir düþüncesi yoktu. Rahip
yalnýzca bazý insanlarý, o zamana kadar belirsiz bir düþünceden ileri gitmeyen,
bilinmedik bir suçtan dolayý akla gelmeyecek bir hapis cezasýna çarptýrýldýklarý
konusunda daha duyarlý kýlmýþtý, o kadar. Ve kimileri sýradan yaþantýlarýný sürdürüp
dört duvar arasýnda yaþamaya alýþýrken kimileri de bu andan baþlayarak, tersine, bu
hapishaneden kaçmaktan baþka bir þey düþünmez oldu.
Ýnsanlar önce dýþ dünyadan kopuk yaþamayý kabul etmiþlerdi, týpký yalnýzca bazý
alýþkanlýklarýndan vazgeçmek zorunda kalacaklarý geçici herhangi bir sýkýntýyý
kabullenir gibi. Ancak, bir tür iþkencenin ansýzýn bilincine vararak, kýzýþmaya
baþlayan yaz göðünün altýnda, bu hapis duygusunun tüm yaþamlarýný tehdit ettiðini
hayal meyal hissediyorlardý ve akþam olduðunda, serinlikle gelen enerji onlarý bazen
umutsuz edimlere itiyordu.
Her þeyden önce, bir rastlantý sonucu olsun ya da olmasýn, o pazar gününden sonra,
kentlilerin içinde bulunduklarý durumun gerçekten bilincine vardýklarý konusunda
kuþku uyandýracak denli genel ve derin bir korku yayýldý. Bu açýdan bakýldýðýnda,
kentimizde yaþadýðýmýz hava biraz deðiþti. Ancak, gerçekte, bu deðiþiklik havada
mýydý yoksa yüreklerde miydi, iþte sorun buydu.
Vaazdan birkaç gün sonra, Grand'la bu olayý yorumlayan Rieux, kent dýþýndaki
mahallelere yönelirken, yürü-
94
meye çalýþmadan durup yerinde sallanan bir adam önlerine çýkýverdi. O sýrada, her
geçen gün daha geç saatte yakýlan kentimizin sokak lambalarý birden parýldadý.
Gezmenlerin arkasýnda kalan yüksek lamba, gözleri kapalý, sessizce gülmekte olan
adamý ansýzýn aydýnlattý. Sessiz bir kahkahayla gerilmiþ beyazýmsý suratýndan iri iri
damlalar halinde ter akýyordu. Geçip gittiler.
Onu oradan uzaklaþtýrmak için kolundan tutan Rýeux memurun sinirden titrediðini fark
etti.
setti.
Birþeyler içelim.
Ýyi ki, iyi ki, diyordu Grand. Rieux ona ne demek istediðini sordu.
95Karanlýðýn içinde Rieux onun kollarýný hareket ettirdiðini tahmin ediyordu. Bir þey
demeye hazýrlanýyordu ve iþte o þey birden söze döküldü:
- Doktor, benim istediðim, yazýnýn yayýncýnýn eline geçtiði gün, yazýyý okuduktan
sonra adamýn yerinden kalkýp birlikte çalýþtýðý arkadaþlarýna, "Baylar buna þapka
çýkarýlýr," demesi.
Evet, diyordu Grand, mükemmel olmasý gerek. Edebiyat yöntemleriyle pek içli dýþlý
olmasa da, Rieux
- Þunu iyi anlayýn, doktor. Ama ile Ve arasýnda gerektiðinde kolayca bir seçim
yapabilirsiniz. VE ile SONRA arasýnda bir seçim yapmak daha zordur. Sonra ile
Ardýndan-a. gelince iþ daha güçleþir. Ancak kesin olarak, en güç olan, Ve'yi kullanmak
gerekip gerekmediðine karar vermektir.
96
bilmiyorum!
Rieux hafifçe omzuna vurdu; ona yardým etmek istediðini ve öyküsünün kendisini çok
ilgilendirdiðini söyledi. Grand biraz rahatlamýþ gibi oldu; evin önüne geldiklerinde bir an
duraksadýktan sonra doktoru yukarý davet etti. Rie-ux kabul etti.
Evet, iþte bu, dedi Grand gözleriyle sorular soran doktora. Ama bir þey içmek ister
miydiniz? Biraz þarabým
var.
Bakmayýn, dedi Grand. Bu benim ilk tümcem. Beni uðraþtýrýyor, çok uðraþtýrýyor.
O da tüm bu kâðýtlara bakýyordu ve eli karþý konulmaz bir biçimde aralarýndan birine
uzandý, çýplak ampule doðru saydamlaþmýþ kâðýdý kaldýrdý. Kâðýt elinde titriyordu.
Rieux memurun 'alnýnýn terden ýslanmýþ olduðunu fark
etti.
Gözleri hâlâ kâðýdýn üzerinde, biraz bekledi, sonra oturdu. Rieux o sýrada felaketin
fýsýltýsýna karþýlýk veriyormuþ gibi kulaða gelen kentteki karmaþýk uðultuyu da
dinliyordu. Tam o anda, ayaklarýnýn altýnda uzayýp giden þu kenti, oluþturduðu kapalý
evreni ve gecenin içinde boðduðu korkunç haykýrýþlarý keskin bir biçimde algýlýyordu.
Grand'ýn sesi usulca yükseldi: "Güzel bir mayýs sabahý, zarif bir amazon, al renkli
muhteþem bir kýsraðýn üzerinde Boulogne Ormanýnýn çiçek açmýþ yollarýndan
geçiyordu."
Veba
97/7Yeniden sessizlik oldu ve sessizlikle birlikte acý çeken kentin zor duyulan uðultusu.
Grand kâðýdý býrakmýþtý ve ona bakmayý sürdürüyordu. Bir sürenin sonunda, gözlerini
kaldýrdý:
- Ne düþünüyorsunuz?
Rieux böyle bir baþlangýcýn, öykünün devamýný öðrenmesi için merak uyandýrdýðýný
söyledi. Ancak öteki, heyecanla bu bakýþ açýsýnýn doðru olmadýðýný söyledi. Elinin
içiyle kâðýtlarýna vurdu.
Ama bunun için daha yapacak iþi vardý. Bu tümceyi o haliyle bir yayýnevine vermeye
asla razý olmayacaktý. Çünkü, bu tümce bazen onu memnun etse de, onun henüz tam
olarak gerçekle örtüþmediðini ve belli bir ölçüde, uzaktan uzaða onu kalýplaþmýþ
tümcelere benzeten, kolaycý bir niteliði olduðunu fark ediyordu. Pencerenin aþaðýsýnda
insanlarýn koþuþtuðunu duyduklarýnda, Grand en azýndan bu anlamda birþeyler
söylüyordu. Rieux ayaða kalktý.
Ancak aceleci ayak sesleri yeniden duyulmaya baþlýyordu. Rieux aþaðý inmeye
baþlamýþtý bile ve sokaða vardýðýnda önünden iki adam geçti. Görünüþe bakýlýrsa,
kent kapýlarýna doðru gidiyorlardý. Gerçekten de, yurttaþlarýmýzdan bazýlarý sýcaðýn
ve vebanýn etkisiyle akýllarýný yitirerek iþi þiddete vardýrmýþ ve kentin dýþýna
kaçmak için bentlerdeki nöbetçileri kandýrmaya kalkýþmýþtý.
98
Rambert gibi, bazýlarý da, gün ýþýðýna çýkmakta olan bu panik havasýndan kurtulmak
istiyorlardý; ancak onlar, baþarýlý bir sona ulaþmasalar bile, daha büyük bir inat ve
beceriyle bu iþe giriþiyorlardý. Rambert önce yasal giriþimleri sürdürmüþtü. Dediðine
göre, inadýn sonunda her þeyin üstesinden geleceðine hep inanmýþtý ve bir bakýma iþini
bilir olmak onun mesleðiydi. Böylece çok sayýda memur ve genelde gücü tartýþýlmayan
birçok insaný ziyaret etmiþti. Ancak bu konuda güçleri onlarýn iþine yaramýyordu.
Bunlar çoðunlukla, banka, ya da dýþsatým, ya da narenciye ya da þarap ticareti ile ilgili
her konuda kesin düþünceleri ve üst düzey bilgileri olan; kapý gibi diplomalarýný ve iyi
niyetlerini de unutmadan, hukuk ya da sigorta iþlerinde tartýþýlmaz bilgisi olan
insanlardý. Hatta, hepsinde en çarpýcý olan þey, iyi niyettk Ancak veba konusunda,
bilgileri neredeyse bir hiçti.
Böylece gazeteci kapý kapý dolaþmaktan bitip tükenmiþti ve vergiden muhaf hazine
bonosu almaya ya da sömürge ordusuna katýlmaya çaðýran ilanlarýn önünde, deri taklidi
bir sýranýn üzerinde otura otura, telli dosyalar ve dosya raflarý kadar kendini açýða
vuran suratlarýn bulunduðu bürolara gire çýka, bir belediyenin ya da bir valiliðin tam
olarak ne olduðu konusunda kesin bir fikir edinmiþti. Ýþin olumlu yaný, Rambert'in de
Rieux'ye biraz acýyla belirttiði gibi, tüm bunlar onun gerçek durumu görmesini
engelliyordu. Gerçek yaþamda vebanýn kaydettiði ilerleme ondan uzaktý. Üstelik
günlerin daha çabuk geçtiðini de göz ardý etmemek gerekirdi ve tüm kentin içinde
bulunduðu durumda, geçen her günün, ölmemesi koþuluyla her insaný baþarmak üzere
giriþtiði iþlerin sonuna yaklaþtýrdýðý da söylenebilirdi. Rieux bu noktanýn doðruluðunu
kabul etmek zorunda kaldý, ancak bununla birlikte biraz fazla genel bir durumun söz
konusu olduðunu da ekledi.
Bir ara Rambert bir umuda kapýldý. Valilikten ona eksiksiz yanýtlanmasý istenen boþ
bir bilgi dosyasý geldi. Belgede kimliði, aile durumu, eski ve þimdiki maddi kaynaklarý
ve özgeçmiþiyle ilgili bilgiler soruluyordu. Ram-
100
Bunun üzerine, vebaya yakalanýr ve ölürse bir yandan ailesine haber vermek için, öte
yandan da hastane masraflarýnýn belediye bütçesinden mi karþýlanacaðý, yoksa
akrabalarýn ödeme yapmasýný mý beklemek gerekeceði konusunda bir karara varmak
için olduðunu ona anlattýlar. Tabii ki bu onu bekleyen kadýndan tam anlamýyla ayrý
düþmediðini kanýtlýyordu, çünkü toplum vardý onlarla ilgilenecek. Ama bu da bir
avuntu deðildi. Daha da ilginç olan, Rambert de bunu sonunda fark etti; bir felaketin en
yoðun anýnda bir büronun görevini sürdürmesi ve normal zamanlarda baþlatýlmasý
uygun giriþimleri, çoðunlukla da yetkililerin haberi olmaksýzýn, salt görev gereði
gerçekleþti-rebýlmesiydi.
Bunu izleyen dönem Rambert için hem en kolay, hem de en güç dönem oldu. Bir
gevþeklik dönemiydi bu. Tüm bürolarý ziyaret etmiþ, tüm giriþimlerde bulunmuþtu, o
yöndeki tüm yollar þimdilik týkalýydý. O da o kafe senin bu kafe benim gezip
duruyordu. Sabah bir kafenin terasýnda, ýlýk bir bira bardaðýnýn karþýsýnda oturuyor,
hastalýðýn son bulacaðýna iliþkin bir belirti bulma umuduyla gazetesini okuyor,
sokaktan geçenlerin yüzlerine bakýyor, onlarýn hüzünlü ifadelerinden tiksinerek baþ
çeviriyordu; karþýsýndaki dükkân levhalarýný, artýk bulunmayan ünlü aperitif
reklamlarýný yüzüncü kez okuyor, kalkýyor ve kentin sarý sokaklarýnda amaçsýzca
dolaþýyordu. Tek baþýna yaptýðý gezintilerden kafelere, kafelerden lokantalara böylece
akþamý ediyordu. Rieux ona bir gece, içeri girip girmemekte du-raksadýðý bir
lokantanýn kapýsýnda rastlamýþtý. Sonra gaze-
101
Lteci karar verir gibi oldu ve salonun dibinde bir yere gidip oturdu. Yukarýdan gelen bir
emirle, kalelerin ýþýklarýnýn olabildiðince geç yakýldýðý þu saatlerdeydi.
Alacakaranlýk, gri bir su gibi salonu dolduruyor, göðün günbatýmýna özgü kýzýllýðý
camlarda yansýyor ve masalarýn mermerleri, çökmeye baþlayan karanlýðýn içinde cýlýz
bir parýltýyla ýþýldýyordu. Boþ salonun ortasýnda Rambert yitik bir gölgeyi
andýrýyordu ve Rieux bu ânýn onun artýk kendini býraktýðý saat olduðunu hissetti. Ama
bu ayný zamanda da bu kentin tüm tutuklularýnýn bu duyguya kapýldýklarý andý ve
kurtulmalarý için birþeyler yapmalarý gerekiyordu. Rieux dönüp gitmiþti.
Rambert garda da böyle uzun süre kalýyordu. Peronlara giriþ yasaklanmýþtý. Ancak
dýþarýdan gelenler için bekleme salonlarý açýktý; arada sýrada dilenciler, gölge ve serin
oluþundan ötürü buralarda kalýyorlardý. Rambert buraya gelip eski tarifeleri, tükürmeyi
yasaklayan afiþleri ve trenlere iliþkin güvenlik yönetmeliðini okuyordu. Sonra bir köþeye
oturuyordu. Salon karanlýktý. Eski bir döküm soba aylardan beri soðumuþtu. Duvarda
bazý afiþler Bandol'de ya da Cannes'da mutlu ve özgür bir yaþamý savunuyordu.
Rambert iþte o zaman, yoksunluðun temelinde yatan o korkunç özgürlük türünden
birþeylere yaklaþýyordu. O zaman onun için en katlanýlmaz görüntüler, Paris
görüntüleriydi, en azýndan Rieux'ye böyle diyordu. Eski taþlar ve sulardan oluþmuþ bir
manzara, Palais Royal'ýn güvercinleri, Gare du Nord, Pantheon'un ýssýz mahalleleri ve
bir zamanlar sevmiþ olduðunu bilmediði bir kentin baþka görüntüleri o zaman Rambert'in
yakasýna yapýþýyor ve elini kolunu baðlýyordu. Rieux bu görüntüleri onun aþkýnýn
imgelerine baðlýyordu yalnýzca. Ve Rambert sabahýn dördünde kalkmaktan ve
yaþadýðý kenti düþünmekten hoþlandýðýný söylediðinde, doktor kendi deneyimine
dayanarak onun aslýnda geride býraktýðý kadýný düþünmekten hoþlandýðýný hiç
güçlük çekmeden anlamýþtý. Gerçekten de, o kadýný avucunda hissettiði saatti bu.
Sabahýn dördünde genel-
102
likle hiçbir þey yapýlmaz ve uyunur; gece, bir ihanet gecesi olmuþ olsa bile. Evet, o
saatte uyunur ve bu huzur vericidir, çünkü endiþeli bir yüreðin en büyük arzusu, sevdiði
kiþiye sonsuza dek sahip olmak ya da ayrýlýk zamaný gelip çattýðýnda, bu varlýðýn
ancak buluþma günü gelince son bulacak düþsüz bir uykuya dalmasýný saðlayabilmektir.
103Vaazdan kýsa bir süre sonra sýcaklar baþladý. Haziran ayýnýn sonuna gelinmiþti.
Vaazýn verildiði pazar günü yaðan ve bu mevsim için gecikmiþ diyebileceðimiz
yaðmurlarýn hemen ertesinde yaz, gökyüzünde ve evlerin tepesinde bir anda
bastýrýverdi. Önce yakýcý, büyük bir rüzgâr patladý; ardýndan iki gün boyunca esti ve
duvarlarý kuruttu. Güneþ gökyüzünde mýhlandý. Ardý arkasý kesilmeyen dalgalar
halinde sýcak ve ýþýk gün boyu kenti kapladý durdu. Kemerli yollarýn ve apartmanlarýn
dýþýnda, kör edici yansýmanýn deðmediði yer kalmamýþtý sanki kentte. Kentin her
köþesinde güneþ yurttaþlarýn yakasýna yapýþýyordu ve durduklarý zaman da onlarý
çarpýyordu. Haftada yaklaþýk yedi yüze ulaþmýþ, ok gibi fýrlayan kurban sayýsý bu ilk
sýcaklarla çakýþýnca, kente bir tür yýkým havasý egemen oldu. Kenar mahallelerde,
düzayak sokaklarda ve teraslý evlerde canlýlýk azaldý ve insanlarýn hep kapý eþiðinde
yaþadýðý þu mahallede tüm kapýlar kapanmýþ, tüm kepenkler örtülmüþtü; vebadan mý,
yoksa güneþten mý korunmak istediklerini kendileri de bilemiyordu. Bununla birlikte,
bazý evlerden inlemeler yükseliyordu. Önceleri böyle bir þey olduðunda, sokakta durup
kulak kabartan meraklýlara rastlanýrdý sýklýkla. Ancak, bu uzun uyarý iþaretlerinden
sonra, herkesin yüreði sanki sertleþmiþ gibiydi ve sanki bu ilenmeler insanlarýn doðal
diliymiþ gibi, herkes bunlarý duya duya yürüyor ya da yaþayýp gidiyordu.
un
104
haziran gün-batýmlarýna artýk ulaþamýyordu. Pazardaki çiçekler artýk körpe körpe deðil
açýlmýþ halde geliyordu, sabah mezatýn-dan sonra taçyapraklarý tozlu kaldýrýmlarý
kaplýyordu. Ýlkbaharýn artýk sona erdiði, dört bir yanda birbiri ardýna açýlan binlerce
çiçekle saçýlýp gittiði; þimdi veba ve sýcaðýn altýnda durulup ezileceði açýkça
görülüyordu. Tüm yurttaþlarýmýzýn gözünde þu yaz göðü, toz ve sýkýntýnýn etkisiyle
soluklaþmýþ þu sokaklar, her geçen gün kentte aðýrlýðýný duyuran yüzlerce ölüyle ayný
tehdit anlamýný taþýyordu. Tükenmeyen güneþ, uyku ve tatil tadýndaki þu saatler, artýk
eskisi gibi eðlenceye davet etmiyordu. Tersine, kapalý ve sessiz kentte artýk bir anlam
taþýmaz olmuþtu. Esenlikli mevsimlerdeki bakýrýmsý ýþýltýlarýný yitirmiþti. Veba
güneþi tüm renkleri soldurmuþtu ve tüm keyfi kaçýrýyordu.
106
tini boþuna bekledi, pencereler anlaþýlmaz bir hüznün üzerine sýmsýký kapalý kaldý.
'Veba sýrasýnda kedilere tükürmek yasaktýr', not defterlerinde varýlan sonuç buydu.
Öte yandan, Tarrou akþamlarý odasýna dönerken holde bir aþaðý bir yukarý dolaþan
gece nöbetçisinin asýk suratýyla karþýlaþacaðýndan emindi. Bu adam her önüne gelene
turizmin yýkýmýydý.
Kýsa bir süre ortadan kaybolduktan sonra Mösyö Othon, þu baykuþ adam, lokantada
yemden ortaya çýktý, ancak bu kez peþinde yalnýzca iki sirk köpeði vardý. Bilgilere
göre, karýsý kendi annesine bakmýþ ve onu topraða vermiþti, þu sýrada da kendisi
karantina altýndaydý.
Ama Mösyö Othon öyle kolay kolay deðiþmiyordu. Veba bu kez sert kayaya çarpmýþtý.
Lokantaya ayný þekilde giriyor, çocuklarýndan önce sofraya oturuyor ve onlara hep
mesafeli ve düþmanca sözler ediyordu. Yalnýz küçük oðlanýn hali deðiþmiþti. Kýz
kardeþi gibi siyahlar giymiþ, biraz kendi içine çekilmiþ, babasýnýn gölgesini
andýrýyordu. Mösyö Othon'dan hoþlanmayan gece nöbetçisi Tarrou'ya þöyle demiþti:
Ah þu adam, tepeden týrnaða giyinik bir halde geberecek. Böylece cenaze töreni için
bakýma gerek kalmayacak. Dosdoðru tabuta girecek.
Tarrou son olarak Doktor Rieux'yle uzun bir konuþma yaptýðýný ve bunun olumlu
sonuçlarým anýmsadýðýný, konuyla ilgili olarak, anne Madam Rieux'nün açýk kestane
rengi gözleri olduðunu bildiriyor, içinde bunca iyiliðin okunduðu bir bakýþýn her zaman
vebadan daha güçlü olacaðýný beklenmedik bir biçimde belirtiyor ve sonunda Rie-ux'nün
tedavi ettiði yaþlý astým hastasýna oldukça uzun bölümler ayýrýyordu.
Doktorla görüþmesinin ertesinde, onunla birlikte yaþlý adamý görmeye gitmiþti. Yaþlý
adam Tarrou'yu sýrýtarak ve ellerini ovuþturarak karþýlamýþtý. Yastýðýna sýrtým daya-
108
mýþ, kucaðýnda iki bezelye tenceresiyle yataðýnda oturuyordu: "Ýþte bir tane daha!"
demiþti Tarrou'yu görünce. Dünya tersine döndü, hastadan çok doktor var. Hýzlý
yayýlýyor ondan, deðil mý? Rahip haklý, iyice hak etmiþiz." Ertesi gün, Tarrou haber
vermeden gelmiþti.
Tarrou'nün defterlerine bakarsak, iþi manifaturacýlýk olan yaþlý astým hastasý elli
yaþýndayken yeterince çalýþtýðýna karar vermiþti. Yataðýna yatmýþ ve bir daha da
ayaða kalkmamýþtý. Oysa ayakta durmak astýmýna zarar veren bir þey deðildi. Küçük
bir gelirle yetmiþ beþ yaþýna kadar neþe içinde yaþamýþtý. Saat görmeye
dayanamýyordu ve gerçekten evinde tek bir saat yoktu. "Bir saat pahalý ve ap-talcadýr,"
diyordu. Zamaný kendisi ölçüyordu; özellikle de, günün tek önemli zamaný olan öðle
yemeðine sýra geldiðini, uyandýðý zaman baþucunda bulunan biri bezelye dolu iki
tencere sayesinde anlýyordu. Ayný ciddi ve düzenli hareketlerle, bezelyeleri tek tek boþ
tencereye aktarýyordu. Böylece tencereyle ölçtüðü gün içinde belli anlarý saptýyordu.
"Her on beþ tencerede bir, birþeyler yemem gerek," diyordu, "iþte bu kadar basit."
Karýsýna bakýlýrsa, zaten daha çok gençken bu yöneliþini belli etmiþti.. Gerçekten de,
asla hiçbir þey onu ilgilen-dirmemiþti; ne iþi, ne dostlarý, ne kafeler, ne müzik, ne
kadýnlar, ne de gezintiler. Kentinden dýþarý hiç adým atmamýþtý, yalnýzca bir gün, bir
aile iþi için Cezayir'e gitmek zorunda kalmýþtý; bu macerayý daha ileri
götüremeyeceðini anlayýnca Oran'a en yakýn garda durmuþtu. Ýlk trenle evine
dönmüþtü.
Onun bu dört duvar arasýnda sürdürdüðü yaþama þaþýrmýþ gibi duran Tarrou'ya, dine
göre, bir insanýn yaþamýnýn ilk yarýsýnýn bir yükseliþ, ikinci yarýsýnýn da bir iniþ
olduðunu, iniþ dönemindeyse günlerin artýk insana ait olmadýðýný, herhangi bir anda
elinden alýnabileceðini, böylece günlerle pek bir iþi kalmadýðýný ve belki de en iyisinin
pek bir þeye giriþmemek olduðunu biraz olsun anlatmýþtý. Buradaki çeliþki zaten onu
ürkütmüyordu; çünkü, aþaðý yu-
betimlediði bölüm, yaþlý adamýn çok içten gibi duran ve karþýsýndakine sýk sýk
belirttiði dileðiyle son buluyordu: Çok yaþlý ölmeyi umut ediyordu.
"O bir ermiþ mi?" diye soruyordu Tarrou. Ve þöyle yanýtlýyordu: "Evet, ermiþlik bir
alýþkanlýklar bütünüdür."
Ama ayný zamanda, Tarrou vebalý kentte geçirilen bir günün iyice ayrýntýlý bir
betimlemesine de giriþiyor ve böylece o yaz boyunca kentlilerin nasýl zaman geçirdiði ve
nasýl yaþadýðý konusunda kesin bir fikir veriyordu: "Sarhoþlar dýþýnda kimse
gülmüyor, diyordu Tarrou, onlar da çok fazla gülüyor." Sonra betimlemesine baþlýyordu:
"Sabahýn erken saatinde, henüz ýssýzlýðýný koruyan kentte bir boydan diðerine hafif
soluk sesleri duyuluyor. Gecenin ölümleriyle gündüzün can çekiþmeleri arasýndaki o
saatte, sanki veba bir an çabasýný durduruyor, soluk alýyor gibi. Tüm dükkânlar kapalý.
Ama bazýlarýnýn üzerine asýlmýþ 'Veba nedeniyle kapalý' duyurusu onlarýn biraz sonra
öteki dükkânlarla birlikte açýlmayacaðýný gösteriyor. Hâlâ uyuklamakta olan gazete
satýcýlarý baðýrarak haberleri duyurmuyor, sokaklarýn bir köþesine sýrtlarýný dayamýþ
ellerindeki gazeteleri bir uyurgezer gibi sokak lambalarýna sunuyorlar. Biraz sonra, ilk
tramvaylarýn sesiyle uyanýp 'Veba' sözcüðünün göze çarptýðý kâðýtlarý saða sola uzatýp
duracaklar. "Vebanýn bir sonbaharý olacak mý?" Profesör B... þöyle yanýtlýyor: "Hayýr.
Yüz yirmi dört ölü, iþte vebanýn doksan dördüncü gün bilançosu."
Giderek ciddileþen ve bazý süreli yayýnlarý sayfa sayýsýný azaltmaya zorlayan kâðýt
sýkýntýsýna karþýn bir baþka gazete çýkarýlmýþtý: Salgýn Postasý. Gazete amacýný
þöyle belir-hyordu: 'Hastalýðýn kaydettiði ilerleme ya da gerilemeyi
110
"Tüm bu gazeteler sabahýn altýsýna doðru, daha dükkânlar açýlmadan saatler önce
önlerinde uzayan kuyruklarda, kenar mahallelerden týklým tepiþ gelen tramvaylarda
satýlmaya baþlýyor. Tramvaylar tek ulaþým aracý oldu; basamaklarý ve korkuluklarý
kýrýlacak denli yüklü olduðundan tramvaylar zar zor ilerliyor. Yine de tuhaf þey,
içerideki herkes bulaþma korkusuyla birbirlerine sýrtýný dönüyor. Duraklarda
birbirinden uzaklaþmak ve yalnýz kalmak için acele eden bir erkek ve kadýn yýðýnýný
boþaltýyor. Sýk sýk gidererek yaygýnlaþan ve salt keyifsizlikten kaynaklanan
kavgalar kopuyor.
"Ýlk tramvaylar geçtikten sonra kent yavaþ yavaþ uyanýyor, ilk birahaneler üzerinde
'Kahve kalmadý', 'Þekerinizi yanýnýzda getirin' vb. duyurular asýlý kapýlarýný açýyor.
Sonra dükkânlar açýlýyor, sokaklar canlanýyor. Ayný zamanda ýþýk yükseliyor ve sýcak
yavaþ yavaþ temmuz göðünü kurþuni bir renge buluyor. Ýþsiz güçsüzlerin kendilerini
bulvarlara attýklarý saat bu. Çoðu, kendi pahalý eþyalarýný sergileyerek vebayý
kovmayý iþ edinmiþ gibi. Her gün saat on bire doðru, anayollarda, genç erkek ve genç
kýzlardan oluþan bir kalabalýk geçit yapýyor, iþte o zaman büyük, felaketlerin ortasýnda
büyüyüp duran þu yaþama tutkusu his-sedilebiliyor. Eðer salgýn yaygýnlaþýrsa moral de
yaygýnlaþacak. Mezarlarýn yaný baþýnda Milano usulü çýlgýn eðlencelere bile
rastlayacaðýz neredeyse.
"Öðlen olunca, göz açýp kapayana kadar lokantalar doluveriyor. Yer bulamayanlar
hemen lokanta kapýlarýnda
"Saat ikiye doðru, kent aðýr aðýr boþalýyor, artýk sessizlik, toz, güneþ ve vebanýn
sokakta buluþtuklarý an bu. Gri renkli büyük binalar boyunca sýcak durmaksýzýn
akýyor. Cývýl cývýl gevezelik eden kalabalýk kentin üzerine inen alev gibi akþamlara
dönüþerek son bulan o uzun tutsaklýk saatleri bunlar. Sýcaðýn bastýrdýðý ilk günlerde,
nedendir bilinmez, akþamlar giderek ýssýzlaþmýþtý. Ama þimdi, daha ilk serinlikle,
umut olmasa bile bir ferahlýk geliyor. O zaman herkes sokaklara dökülüyor, çýlgýn gibi
gevezelik ediyor, kavgaya tutuþuyor ya da birbirlerini arzuluyor ve kýzýl temmuz
göðünün altýnda kent, çiftlerle ve uðultularla yüklü bir halde soluk soluða bir geceye
doðru kayýyor. Her akþam bulvarlarda, fötr þapkasý ve boyunba-ðýyla, dinsel bir
esinleniþe kendini kaptýrmýþ yaþlý bir adam: 'Tanrý büyüktür, ona yönelin', diye
yineleyip dursa da, tersine herkes tam olarak tanýmadýklarý ve kendileri için Tanrýdan
daha gerekli olduðuna inandýklarý birþeylere doðru yöneliyor. Baþlangýçta, bunun
ötekiler gibi bir hastalýk olduðuna inandýklarý zaman, din yerli yerinde duru-
112
yordu. Ancak bunun ciddi olduðunu gördüklerinde, tat aldýklarý þeyleri anýmsadýlar.
Gün boyu yüzlerinde beliren tüm o keder, iþte o zaman, ateþli ve tozlu günbatýmýnda,
bir tür ürkek bir coþkuya, tüm bir halký coþturan beceriksiz bir özgürlüðe dönüþüyor.
"Ben de onlar gibiyim. Ama iþte, ölümün benim gibiler için bir anlamý yoktur. Onlarý
haklý çýkaran bir olaydýr."
VebaDefterlerde sözü edilen görüþme için Rieux'den istekte bulunan Tarrou'ydu. Rieux
onu beklediði akþam, yemek odasýnýn bir köþesinde durmuþ, bir sandalye üzerine sakin
sakin oturan annesine bakýyordu. Ortalýkla ilgili iþleri bitirdikten sonra gününü orada
geçiriyordu. Ellerini dizlerinin üzerinde birleþtirip bekliyordu. Rieux onun beklediðinin
kendisi olup olmadýðýndan emin deðildi. Yine de, o geldiðinde, annesinin yüzünde
birþeyler deðiþiyordu. Çalýþmayla geçmiþ bir yaþamýn bu yüze kattýðý suskunluk
türünden ne varsa o zaman canlanýr gibi oluyordu. O gece de, artýk ýssýzlaþmýþ sokaða
pencereden bakýyordu. Gece yanan lambalarýn ýþýðý azalmýþtý. Ve yavaþ yavaþ,
ýþýðý iyice cýlýzlaþmýþ bir lamba kentteki gölgeleri yansýtýyordu.
Muhtemelen.
Annesinin bakýþýnýn kendi alnýna yöneldiðini gördü. Son günlerdeki endiþe ve aþýrý
yorgunluktan yüzünde derin izler meydana geldiðini biliyordu.
Her zamanki gibi! Yani Paris'ten gönderilen yeni serum ilk serumdan daha az etkili
gibiydi ve istatistikler yükseliyordu. Önlem için olan serumlarý da hastalýða yakalanmýþ
aileler dýþýndakilere vermek her zaman mümkün olmuyordu. Bu serumlarýn genel
kullanýmý için gereken miktar ancak sanayiden saðlanabilirdi. Hýyarcýklarýn çoðu-
114
Annesine baktý. Ayný kestane rengi bakýþ onu þefkat dolu yýllar öncesine götürdü.
- Geleceðini bilince seni beklemek zor gelmiyor. Burada olmadýðýn zaman da, ne
yaptýðýný düþünüyorum. Haber var mý?
Evet, son telgrafa bakarsak, her þey iyi. Ama onun bunu beni meraklandýrmamak için
söylediðini biliyorum.
Kapýnýn zili çaldý. Doktor annesine gülümsedi ve gidip kapýyý açtý. Sahanlýðýn yarý
aydýnlýðýnda Tarrou griler giymiþ kocaman bir ayýyý andýrýyordu. Rýeux konuðunu
çalýþma masasýnýn önüne oturttu. Kendisi de koltuðunun arkasýnda ayakta duruyordu.
Odada yanan tek ýþýk, çalýþma masasýnýn üzerindeki lamba, ikisinin ortasýnda
duruyordu.
- Sizinle sözü dolandýrmadan konuþabileceðimi biliyorum, dedi, Tarrou bir giriþ sözüne
gerek duymaksýzýn.
On beþ gün ya da bir aya kadar burada artýk hiçbir iþe yaramayacaksýnýz, olaylar sizi
aþýyor.
115- Valiliðin, saðlam insanlarýn genel mücadeleye katýlmasýný zorunlu kýlacak bir
gönüllü hizmet birimi tasarladýðýný biliyorum.
Ýyice bilginiz var. Ama büyük bir hoþnutsuzluk var ve vali tereddüt içinde.
- Bunu resmi yoldan yaptýlar, biraz da inanmadan. Onlarýn eksiði düþ gücü. Asla
felaketle boy ölçüþecek düzeyde deðiller. Ve düþünebildikleri ilaçlar ancak bir beyin
nezlesini tedavi edecek düzeyde. Eðer elimiz kolumuz baðlý, her þeyi onlarýn
yapmasýna izin verirsek, onlar ölüp gidecek, biz de onlarla.
- Olabilir, dedi Rieux. Yine de, kaba iþler diye adlan-dýrabileceðim iþler için tutuklularý
düþündüklerini söylemeliyim.
- Yani?
Tabii, bunu coþkuyla kabul edip etmeyeceðimden kuþku duyuyorsunuz, dedi Rieux.
Ýnsanlarýn yardýma gereksinimi vardýr, hele bizim mesleðimizde. Bu fikrin valilikçe
kabul edilmesiyle ilgili üstüme düþeni yapacaðým. Zaten baþka seçenekleri de yok.
Ancak...
Rieux düþündü.
116
Yine de, Paneloux gibi, siz de vebanýn yararlý olduðunu, insanlarýn gözünü açmaya
yaradýðýný, hatta zorladýðýný düþünüyorsunuz!
- Bu dünyadaki tüm hastalýklar gibi. Bu dünyadaki tüm hastalýklar için doðru olan, veba
için de doðru. Bazýlarýn olgunlaþmasýna yardýmcý olabilir. Bununla birlikte, getirdiði
sefalet ve acýyý düþünürsek, vebaya boyun eðmek için deli, kör ya da korkak olmak
gerekir.
Rieux biraz ses tonunu yükseltmiþti ki Tarrou sanki onu sakinleþtirmek istercesine eliyle
bir hareket yaptý, Gülümsüyordu. :
Evet, dedi Rieux omuz silkerek. Ama siz bana yanýt vermediniz. Ýyi düþündünüz
mü?
Hayýr, ama ne ne demek bu? Bir gecenin içindeyim ve aydýnlýðý görmek istiyorum.
Ben bu düþünceyi özgün bulmaktan vazgeçeli çok oluyor.
117nim gibi düþünür. Sefaletin ne yetkin bir þey olduðunu kanýtlamaya giriþmeden
önce, onu iyileþtirmeye çalýþýr. Rieux ayaða kalktý, þimdi yüzü karanlýktaydý.
Tarrou yavaþça ýslýk gibi bir ses çýkardý, doktor ona baktý.
Evet, dedi, gurur gerekir diye düþünüyorsunuz. Ama bende de tam gereken gurur var,
fazlasý deðil, inanýn bana. Beni bekleyenin ne olduðunu, ne de tüm bundan sonra neler
olacaðýný biliyorum. Þimdilik hastalar var ve onlarý iyileþtirmek gerek. Sonra onlar
bunu düþünecekler, ben de. Ama en acil olan onlarýn iyileþtirilmesi. Onlarý elimden
geldiðince savunuyorum, iþte hepsi bu.
Kime karþý?
118
Rieux pencereye doðru döndü. Denizin uzak bir noktasýnda ufkun daha kara bir
yoðunluða büründüðünü seziyordu. Yalnýzca yorgunluðunu hissediyor ve ayný zamanda
da, bu tuhaf ama kardeþçe duygular uyandýran adama . biraz daha güvenmek için içinde
doðan ani ve mantýða sýðmayan bir isteðe karþý mücadele ediyordu.
Bununla ilgili hiçbir þey bilmiyorum Tarrou, yemin ederim hiçbir þey bilmiyorum.
Bu mesleðe girdiðimde, bir anlamda soyut olarak çalýþtým, çünkü ona gereksinimim
vardý, çünkü bu da gençlerin yapmak istediði, ötekiler gibi bir iþti. Belki de, benim gibi
bir iþçi çocuðuna göre özellikle güç bir iþti. Sonra ölümleri görmek gerekti. Ölmeyi
reddeden insanlar olduðunu bilir misiniz? Bir kadýnýn ölüm anýnda "Asla! " diye
haykýrdýðýný hiç duydunuz mu? Ben duydum. Ve o zaman buna alýþamayacaðýmý
anladým. Gençtim ve nefretim dünyanýn düzenine yönelmiþ gibiydi. O zamandan bu
yana, daha alçakgönüllü oldum. Yalnýzca, hâlâ ölmekte olanlarý görmeye alýþamadým.
Bundan baþka fazla bir þey bilmiyorum. Ama her þey bir
yana...
hissediyordu.'
Her þey bir yana... diye yineledi doktor ve yine du-raksadý, Tarrou'ya dikkatle
bakarak, bunu sizin gibi birisi anlayabilir ancak, deðil mi, dünyanýn düzeni ölümle
saðlandýðýna göre belki de Tanrý için en iyisi ona inanmamak ve suskun suskun durduðu
göðe gözlerimizi çevirmeksizin ölüme karþý tüm gücümüzle savaþmaktýr.
Evet, diye onayladý Tarrou, anlayabiliyorum. Ama zaferleriniz hep geçici olacak, iþte
hepsi bu.
Her zaman öyle olacak, bunu biliyorum. Mücadeleden vazgeçmek için bir neden deðil
bu.
- Hayýr bu bir neden deðil. Ama o zaman, þu vebanýn sizin için ne anlama geldiðini
merak ediyorum.
119Tarrou bir an gözlerini doktora dikti, sonra ayaða kalktý ve aðýr aðýr kapýya doðru
yürüdü. Rieux de onu izledi. Ayaklarýna bakmakta olan Tarrou'nun tam yanýna
varmýþtý ki:
Sefalet.
O gidince, Tarrou arkasýndan baktý. Sahanlýkta doktor boþu boþuna otomatikle uðraþtý.
Merdivenler gece ka-ranlýðýndaydý. Doktor bunun yeni bir tasarruf önlemi olup
olmadýðýný düþünüyordu. Ama belli deðildi. Bir süredir evlerde ve kentte her þey
bozuluyordu. Belki de bu yalnýzca, artýk kapýcýlarýn genelde pek birþeyle
ilgilenmemelerinin bir sonucuydu. Ama doktorun bu konuda daha fazla düþünecek
zamaný olmadý, çünkü geride Tarrou'nun sesi çýnlýyordu:
Bir þey daha söyleyeyim, doktor, size gülünç gelse de, tümüyle haklýsýnýz.
Yaþamla ilgili her þeyi bildiðinize inanýyor musunuz? diye sordu Rieux.
120
Evet.
Sokaða çýktýklarýnda, iyice geç olduðunu anladýlar, belki saat on birdi. Kent sessizliðe
gömülmüþtü, yalnýzca hýþýrtýlar kalabalýk ediyordu. Çok uzakta, bir ambulans sireni
çýnladý. Arabaya bindiler ve Rieux arabayý çalýþtýrdý
Yarýn önleyici aþýyla hastaneye gelmeniz gerek, dedi. Ama bu iþe girmeden ve son
olarak, þunu söyleyeyim, bu iþten sað salim çýkmanýz için üçte bir þansýnýz var.
- Bu deðerlendirmelerin bir anlamý yok doktor, benim gibi siz de bunu biliyorsunuz.
Yüz yýl önce bir Iran kentinde veba tüm kent halkýný öldürmüþ, kendi iþini yapmaktan
vazgeçmeyen ölü yýkayýcýsý dýþýnda.
O üçüncü þansýný korumuþ, iþte hepsi bu, dedi Rieux birden daha boðuk bir sesle.
Ama þurasý bir gerçek, hepimizin bu konuda daha öðreneceðimiz çok þey var.
nedir?
Hangisi?
- Anlayýþ.
Tarrou eve doðru döndü ve ikisi yaþlý astým hastasýnýn evine girene kadar Rieux onun
yüzünü görmedi.
121Hemen ertesi gün Tarrou iþe giriþti ve ilk ekibi kurdu, bunu daha birçoklarý
izleyecekti.
Bu nedenle, Tarrou sayesinde gerçekleþtirilen bizim saðlýk kollan nesnel bir hoþnutluk
duygusuyla deðerlendirilmelidir. Bu nedenle, anlatýcý yalnýzca mantýk çerçevesinde
önemli gördüðü bir kahramanlýðý ve iyi niyeti güzel sözlerle yüceltmeyecek. Ama veba
yüzünden parça parça olmuþ ve kýlý kýrk yaran yüreklerin tarihini yazmayý
sürdürecektir.
122
Saðlýk kollarýna gönüllü katýlanlar bunu yaparken büyük övgülere deðer görülmüþ
deðillerdi, çünkü gerçekte yapacaklarý tek þeyin bu olduðunu biliyorlardý ve o zaman bu
iþe giriþmeye karar vermemek inanýlmaz olurdu. Bu kollar kentlilerin daha kalabalýk
sayýda veba olayýna katýlmasýný saðladý ve ortada hastalýk olduðuna göre onunla
savaþmak için ne gerekiyorsa yapýlmasý gerektiðine inanmalarýna yol açtý. Çünkü bu
yoldan veba bazý kiþilerin görevi haline geldi, gerçekte ne ise o oldu, yani herkesin
uðraþý ol-du.
Bu iyi. Ama bir öðretmen iki kere ikinin dört ettiðini öðretiyor diye tebrik edilmez. Belki
bu mesleði seçti diye tebrik edilir. Biz de Tarrou ve ötekilerinin, iki kere ikinin baþka bir
þey deðil de dört ettiðim gösterdikleri için saygýya deðer olduklarým belirtelim, ancak bu
iyi niyetin öðretmenin iyi niyeti, öðretmenin yüreði gibi bir yürek taþýyan ve insanlýk
onuru uðruna sanýlandan daha kalabalýk gruplar halinde bir araya gelebilecek kiþilerin
iyi niyeti arasýnda ortak bir þey olduðunu da belirtelim; en azýndan anlatýcýnýn inancý
böyle. Kaldý ki, anlatýcý kendisine karþý çýkýlacaðýnýn da farkýnda, çünkü bu insanlar
yaþamlarýný tehlikeye atýyorlardý.' Ancak tarihte öyle bir an olmuþtur ki, iki kere ikinin
dört ettiðini söylemeye cüret edenler ölümle cezalandýrýlmýþtýr. Öðretmen bunu iyi
bilir. Ve böyle bir mantýk yürütmenin ödülle mi yoksa cezayla mý sonuçlanacaðýný
bilmek deðildir sorun. Sorun iki kere ikinin dört edip etmediðini bilmektir. Ýþte
yurttaþlarýmýzdan yaþamlarýný tehlikeye atanlar, vebanýn içine girip girmemeye ve
onunla savaþmak gerekip gerekmediðine karar vermek zorundaydýlar.
O sýralar kentimizde türeyen birçok yeni ahlakçý hiçbir þeyin iþe yaramayacaðýný ve
diz çökmek gerektiðini söylüyorlardý. Ve Tarrou, ve Rýeux, ve onlarýn dostlarý bu
kiþilere þöyle ya da böyle karþýlýk verebilirlerdi, ama varýlan sonuç hep o bildikleri
þeydi: Þu ya da bu biçimde savaþmak ve diz çökmemek gerekiyordu. Tüm sorun ölü sa-
engellemekti. Bunun için de tek bir yol vardý, vebayla savaþmak. Bu gerçek hoþa giden
bir þey deðildi, yalnýzca tutarlýydý.
Ýþte bu nedenle yaþlý Castel'in tüm iyi niyetini ve tüm enerjisini elindeki malzemeyle
hemen oracýkta serum üretmeye harcamasý doðaldý. Rieux'yle ikisi kente bulaþmýþ
mikroptan üretilmiþ serumlarýn dýþarýdan gelen serumlara göre daha etkili olacaðýný
düþünüyorlardý, çünkü bu mikrop geleneksel anlamda tanýmlanan veba basiline oranla
biraz farklýlýk gösteriyordu. Castel oldukça çabuk bir biçimde ilk serumu elde etmeyi
umuyordu.
Bu açýdan anlatýcý, saðlýk kollarýna yaþam veren bu alçakgönüllü erdemin tek gerçek
temsilcisi olarak Rieux ve Tarrou'dan da çok, Grand'a saygý duyuyor. Hiç duraksamadan,
tümüyle kendi içinden gelen bir iyi niyetle evet demiþti. Yalnýz, ufak tefek iþlerde bir iþe
yaramak istediðini belirtmiþti. Geri kalan iþler için çok yaþlýydý. Saat on sekizden
yirmiye kadar zaman ayýrabilirdi. Ve Rieux içtenlikle ona teþekkür ederken, o
þaþýrýyordu: "Bu deðil en güç olan. Veba var, kendimizi korumalýyýz, orasý kesin. Ah,
keþke her þey böyle basit olsaydý!" Ve tümcesinin baþýna
124
sýyrýlýyorlardý.
"Amazon nasýl?" diye soruyordu Tarrou sýk sýk. Ve Grand deðiþmez biçimde, "Týrýs
týrýs gidiyor," diye zoraki bir gülümsemeyle yanýtlýyordu. Bir akþam Grand, amazonu
için 'zarif sýfatýndan kesin olarak vazgeçtiðini ve bundan böyle onu 'incecik' diye
nitelediðini söyledi. "Bu daha somut", diye de eklemiþti. Bir baþka sefer de, iki
dinleyicisine þu biçimi almýþ olan ilk tümcesini okumuþtu: 'Güzel bir mayýs sabahý,
incecik bir amazon, muhteþem bir al kýsraðýn üzerinde Boulogne Ormanýnýn çiçek
açmýþ yollarýndan geçiyordu.'
Deðil mi? dedi Grand, daha iyi seçiliyor, ve 'bir mayýs sabahý'ný yeðledim çünkü
'mayýs ayý' biraz ritmi
uzatýyordu.
Sonra 'muhtçþem' sýfatýna aklýný taktý. Ona göre bu, istediðini tam olarak
anlatmýyordu ve düþlediði ihtiþamlý kýsraðý bir kerede fotoðraf gibi sunmuyordu.
'Besili' uymuyordu, somuttu, ama biraz küçültücü bir anlamý vardý.'Iþýl ýþýl' onu bir an
için çekmiþti, ama ritmi yoktu. Bir akþam, zafer edasýyla istediðini bulduðunu bildirdi:
'Siyah bir al kýsrak.' Siyah, yine ona göre, inceden inceye zarafeti gösteriyordu.
Yaa, niçin?
Hangi rengi?
Teþekkür ederim, iyi ki siz varsýnýz. Ama nasýl güç olduðunu görüyorsunuz iþte.
125 'Görkemli' için ne düþünürsünüz? dedi Tarrou. Grand ona baktý. Düþünüyordu:
Bundan bir süre sonra, 'çiçek açmýþ' sözcüðünün kendisini sýktýðýný açýkladý. Oran ve
Montelimar dýþýnda baþka bir yer tanýmadýðýndan, bazen arkadaþlarýna Boulogne
Ormanýnda yollarýn nasýl çiçeklendiðini soruyordu. Gerçeði söylemek gerekirse, yollar
Rieux'ye ya da Tarrou'ya hiçbir zaman Grand'ýn düþündüðü gibi gelmemiþti, ama
memurun bu inancý onlarýn baþýný döndürüyordu. O ise, dostlarýnýn bir fikri
olmayýþýna þaþýrýp kalýyordu. 'Yalnýzca sanatçýlar bakmayý bilir.' Ama doktor onu bir
kez büyük bir heyecan içinde buldu. 'Çiçek açmýþ' yerine 'çiçeklerle dolu' yazmýþtý.
Ellerini ovuþturuyordu. 'Sonunda görülür hale geldiler, sonunda hissediliyorlar.
Þapkalarý çýkarýn baylar!' Tümceyi zafer edasýyla okudu: 'Güzel bir mayýs sabahý,
incecik bir amazon, görkemli bir al kýsraðýn üzerinde, Boulogne Ormanýnýn çiçeklerle
dolu yollarýndan geçiyordu.' Ama yüksek sesle okununca tümcenin sonuna doðru üç
tamlayanýn art arda gelmesi kulaðý týrmaladý ve Grand biraz kekeledi. Caný sýkkýn,
oturdu. Sonra doktordan gitmek için izin istedi. Biraz düþünmeye ihtiyacý vardý.
ödendiði yolunda ciddi ciddi onu uyardý, "iþinizin dýþýnda, saðlýk kollarýnda gönüllü
olarak çalýþýyormuþsunuz," demiþti büro þefi. "Bu beni ilgilendirmez. Beni ilgilendiren
sizin çalýþmanýz. Bu korkunç koþullar altýnda bir iþe yaramak istiyorsanýz, iþinizi
yapýn. Yoksa gerisi bir þeye yaramaz."
126
Evet, onu tepeden týrnaða saran bu çalýþmayla yoruluyordu, yine de saðlýk kollarýnýn
gereksindiði istatistik ve hesap iþlerini aksatmýyordu. Sabýrla, her akþam, fiþleri temize
çekiyor, üzerlerine eðriler çiziyor ve olabildiðince açýk bir biçimde durumlarý
göstermeye çalýþýyordu. Oldukça sýk, hastanelerden birine, Rieux'yle buluþmaya
gidiyordu ve ondan herhangi bir büroda ya da hemþire odasýnda bir masa istiyordu.
Týpký belediyedeki masasýna yerleþtiði gibi, kâðýtlarýyla oraya yerleþiyordu; mikrop
öldürücü ilaçlar ve hastalýðýn kendisiyle aðýrlaþmýþ havada mürekkebi kurusun diye
'kâðýtlarýný sallayýp duruyordu. Ýþte o anda, dürüst bir biçimde, amazonunu aklýna
getirmemeye ve yalnýzca yaptýðý iþe kendini vermeye çalýþýyordu.
Bazen, geceyansý, o sýralar da boþalmýþ olan kentin sessizliðinde, kýsacýk bir uyku
için yataðýna yatmadan önce, doktor radyosunun düðmesini çeviriyordu. Ve dünyanýn
uzak noktalarýndan, binlerce kilometre ötelerden, sahibi bilinmeyen ve kardeþlik dolu
sesler beceriksizce dayanýþma duygularýný dile getirmeye çalýþýyorlardý, aslýnda bunu
söylüyorlardý, ama ayný zamanda da, baþýna gelmesi olanaksýz bir acýyý gerçekten
paylaþma durumunda her insanýn içinde bulunduðu o korkunç çaresizliði de
kanýtlýyorlardý: "Oran! Oran!" Boþuna bu çaðrý denizleri aþýyor, boþuna Rieux hazýr
bekliyordu, az sonra güzel sözler yükseliyor ve Grand'la konuþucuyu iki yabancýya
dönüþtüren temel ayrýlýðý daha açýk bir biçimde ortaya koyuyordu. "Oran! evet, Oran!
Ama olmaz," diye düþünüyordu doktor, "sevmek ya da birlikte ölmek, baþka yolu yok.
Onlar çok uzaktalar."
?l
128
Vebanýn doruk noktasýný anlatmaya geçmeden önce anýmsanacak bir þey daha var,
felaket kenti ele geçirip alt etmek üzere tüm gücünü toplarken, Rambert gibi insanlarýn
mutluluklarým yeniden yakalamak ve her tür saldýrýya karþý koruduklarý, kendilerine
ait olan o parçayý vebaya kaptýrmamak için harcadýklarý umutsuz ve tekdüze çabalardan
söz etmek gerekir. Ýþte bu, kendilerini tehdit eden-köleliði reddetme biçimiydi onlarýn
ve görünüþte bu red- ' dediþ bir baþkasý kadar etkili olmasa bile, anlatýcý bunun anlamlý
olduðunu ve çeliþkili de olsa, bunun içimizde barýndýrdýðýmýz en gururlu þey
sayýlabileceðini düþünüyor.
Veba
Ýþi baðlayacak bir yetkiliyi tanýyordu ve buna þaþýran Rambert'e, uzun süredir Oran'ýn
bütün kafelerine düzenli olarak gittiðini, oralarda dostlarý olduðunu ve bu tür iþlemlerle
ilgilenen bir örgütün varlýðý üzerine bilgi edindiðini anlattý. Gerçek þuydu ki,
harcamalarý artýk gelirini aþmaya baþlayan Cottard karneyle daðýtýlan maddelerle ilgili
bir karaborsa iþine karýþmýþtý. Böylece fiyatý sürekli artmakta olan sigara ve ucuz alkol
satýyor ve bunlardan küçük bir servet elde ediyordu.
Bir bakýma gerçekten de sizi ilgilendirmiyor. Ama baþka açýdan... Aslýnda vebayla
yaþamaya baþladýðýmýzdan beri kendimi burada daha iyi hissediyorum.
Ah bu kolay deðil, dedi Cottard, gelin benimle. Saat akþamüstü dörttü. Aðýr bir
göðün altýnda kent
usul usul kaynýyordu. Tüm maðazalarýn kepenkleri inmiþti. Yollar ýssýzdý. Cottard ve
Rambert kemerli yollara saptýlar ve konuþmadan uzun süre yürüdüler. Vebanýn
görünmez hale geldiði þu saatlerden biriydi. Bu sessizlik, renklerin ve hareketlerin bu
ölümü, vebaya olduðu kadar yaz mevsimine de özgü olabilirdi. Tehditlerden mi,
tozlardan mý yoksa yakýcý sýcaktan mý hava aðýrlaþmýþtý, belli deðildi. Vebaya
ulaþmak için gözlemlemek ve düþünmek gerekiyordu. Çünkü yalnýzca olumsuz
göstergelerle kendini ele
veriyordu. Vebayla haþýr neþir olmuþ Cottard, örneðin, normal zamanda imkânsýz bir
serinliði arayarak, apartman giriþlerinin eþiðinde bir yana devrilmiþ, nefes nefese
köpeklerin olmasý gerektiðini, oysa þimdi bunlarýn olmadýðýna Rambert'in dikkatini
çekiyordu.
O sýrada sýcak daha da artar gibi oldu. Cottard ceketini çýkardý ve eliyle sacýn üzerine
vurdu. Uzun mavi bir önlüðün içinde kaybolmuþ ufak tefek bir adam dipte bir yerden
çýktý, Cottard'ý uzaktan daha görür görmez selamladý, kuvvetli bir tekmeyle horozu
yolun üzerinden çekerek ilerledi ve tavuk gýdaklamalarý arasýnda beylere ne servis
yapmasý gerektiðini sordu. Cottard biraz beyaz þarap istedi ve Garcia diye birisini sordu.
Bodur adamýn dediðine göre, birkaç günden beri kafede görülmemiþti.
- Onun aklýndan geçeni bilemem ki, dedi öteki. Ama siz onun gelme saatini biliyor
musunuz?
Evet, ama çok önemli deðil. Yalnýzca bir dostu ona tanýþtýracaktým.
130
ona.
- Kaçakçýlýk tabii ki. Onlar kente mal sokuyorlar. Çok yüksek fiyatlara da satýyorlar.
Limana doðru indiler ve Garcia kendisinden ne istendiðini sordu. Cottard onu Rambert'e
tanýþtýrma nedeninin yalnýzca iþ için deðil, kendi deyiþiyle 'dýþarýya çýkmak' için
olduðunu söyledi. Garcia sigara içerek onun önünde yürüyordu. Rambert'den, sanki
yanlarýnda olduðunu fark et-miyormuþçasma, 'o' diye söz ederek sorular sordu.
Ne iþ yapýyor?
Gazeteci.
132
- Ne olursa olsun, benim iþim deðil bu, Raoul'un iþi, diye sözü baðladý Garcia. Onu
bulmam gerek. Kolay olmayacak bu.
Yaa, diye sordu Cottard heyecanla, saklanýyor mu? Garcia yanýt vermedi. Büfenin
yanýnda durdu ve ilk
Yo hayýr, dedi öteki neþeyle. Size hizmet etmek benim hoþuma gider. Hem sonra siz
gazetecisiniz, bunun karþýlýðýný elbet bir gün bana ödersiniz.
Ertesi gün Rambert ve Cottard kentimizin tepesine giden, tek gölge düþmeyen geniþ
sokaklarý týrmanýyorlardý. Gümrük binasýnýn bir bölümü hastalarýn bakýmýna
ayrýlmýþtý ve büyük kapýnýn önünde, izin verilmesi olanaksýz bir ziyaret ya da
geçerliði bir saatten fazla sürmeyecek bir bilgi edinme umuduyla gelmiþ insanlar
birikmiþti. Durum ne olursa olsun, bu birikme sürekli gidiþ geliþlere yol açýyordu ve bu
açýdan bakýnca Garcia'yla Rambert'in neden burada sözleþtikleri anlatabiliyordu.
- Tuhaf, dedi Cottard, bu gitme saplantýsý. Sonuçta olan biten çok ilginç.
Aa tabii, birþeyleri tehlikeye atýyorsunuz. Ama vebadan önce de, çok kalabalýk dört
yol aðzýndan geçerken ayný oranda bir tehlike vardý.
133O sýrada Rieux'nün arabasý onlarýn hizasýnda durdu. Arabayý Tarrou kullanýyordu
ve Rieux yarý uyanýk, yarý uyukluyor gibiydi. Tanýþtýrma faslý için uyandý.
Evet, dedi.
Aa, diye þaþýrdý Cottard, doktorun haberi var mý? Tarrou, Cottard'a bakarak uyarýda
bulundu:
Cottard'ýn yüzü deðiþti. Gerçekten de Mösyö Othon sokaktan aþaðý iniyor ve güçlü ama
ölçülü adýmlarla onlara doðru geliyordu. Küçük topluluðun önünden geçerken þapkasýný
çýkardý.
Yargýç arabanýn içindekilere selam verdi ve geride kalan Cottard ve Rambert'e bakarak,
baþýyla ciddi bir selam verdi. Tarrou onu rantçý ve gazeteciyle tanýþtýrdý. Yargýç bir
saniye göðe baktý ve bunun çok hüzünlü bir dönem olduðunu söyleyerek iç çekti.
Rieux yayýlmayacaðým umut etmek gerektiðini söyledi, yargýç da hep umut etmek
gerektiðini yineledi, Tanrýnýn ne düþündüðü bilinemezdi. Tarrou olaylarla birlikte
iþlerinde bir artýþ olup olmadýðýný sordu.
Tersine, kamu hukuku dediðimiz türden iþler azalýyor. Artýk yalnýzca yeni
düzenlemelerle ilgili ciddi suçlarýn soruþturmalarýyla ilgileniyorum. Eski yasalara hiç bu
denli uyulmamýþtý.
Bunun nedeni, dedi Tarrou, yenilerle karþýlaþtýrýnca, ister istemez, eskiler daha iyi
gibi duruyor.
134
Bakýþlarý göðe dalýp gitmiþ olan yargýç dalgýn halinden sýyrýldý. Ve Tarrou'yu soðuk
bir tavýrla inceledi.
Ne olmuþ yani? dedi. Önemli olan yasa deðil, mahkûmiyet. Buna karþý elimizden
hiçbir þey gelmez.
Bu adam var ya, dedi Cottard, yargýç gittikten sonra, bir numaralý düþman iþte o.
Biraz sonra Rambert ve Garcia'nýn geldiðini gördüler. Onlarý gördüðünü belli etmeden
yanlarýna geldi ve merhaba yerine "Beklemek gerek," dedi.
Üç adam 'bu sahneyi izlerken geriden gelen net ve ciddi bir 'günaydýn' sesiyle arkalarýna
döndüler. Sýcaða karþýn, Raoul tam takým giyinmiþti. Uzun boylu ve yapýlýydý, koyu
renk bir kruvaze takým ve kenarlarý dýþa doðru kývrýk bir fötr þapka giymiþti. Yüzü
oldukça solgundu. Kahverengi gözleri ve sýký aðzýyla, Raoul çabuk ve kesin bir biçimde
konuþuyordu:
Garcia bir sigara yaktý ve onlarýn uzaklaþmasýna izin verdi. Ortalarýna geçen Raoul'un
yürüyüþüne adýmlarýný uydurarak hýzlý hýzlý yürüdüler.
Garcia bana anlattý, dedi. Bu olabilir. Durum ne olursa olsun, bu size on bin franka
patlar.
Rambert anlaþtýklarýný söyledi ve Raoul ilk kez gülümseyerek onun elini sýktý. O
gittikten sonra Cottard özür diledi. Ertesi gün boþ zamaný yoktu ve zaten Rambert'in de
ona artýk gereksinimi yoktu.
Ertesi gün gazeteci Ýspanyol lokantasýna girdiðinde, herkes baþýný çevirip onun
geçiþine baktý. Sarý ve güneþten kavrulmuþ küçük bir sokaðýn aþaðýsýnda bulunan bu
loþ mahzene çoðunlukla Ýspanyol tipli erkeklerden baþkasý gelmezdi. Ancak, dipte bir
masada oturmuþ olan Raoul'un gazeteciye bir iþaret yapmasýyla ve Rambert'in ona
yönel-mesýyle yüzlerdeki merak kaybolup gitti, herkes tabaðýna döndü. Raoul'un
masasýnda zayýf ve týraþsýz, son derece geniþ omuzlu, at suratlý, seyrek saçlý, zayýf,
uzun bir adam oturuyordu. Siyah kýllarla kaplý ince uzun kollan, sývanmýþ gömleðinden
çýkýyordu. Rambert kendisine tanýþtýrýlýrken üç kez baþýný salladý. Adý
söylenmemiþti ve Raoul ondan söz ederken 'dostumuz'dan baþka bir þey demiyor-du.
Raoul sözünü kesti, çünkü servis yapan kýz Rambert'in sipariþini almak için araya
girmiþti.
Dost mideye indirdiði domatesli biberli salatasýný öðütüp dururken atý andýran
kafasýný bir kez daha salladý. Sonra hafifçe Ýspanyolcaya çalan bir vurguyla konuþtu.
Ram-bert'e ertesi gün için, katedralin giriþinde randevu vermeyi öneriyordu.
136
At bir kez daha kafasýný öne doðru salladý ve Rambert fazla coþku göstermeden öneriyi
kabul etti. Yemeðin geri kalan bölümü konuþmayý sürdürmek için bir konu aramakla
geçti. Ama Rambert atýn futbolcu olduðunu öðrenince her þey kolaylaþtý. Kendisi de
epey futbol oynamýþtý. Böylece Fransa þampiyonasýndan, profesyonel Ýngiliz
takýmlarýnýn öneminden ve W taktiðinden söz ettiler. Yemeðin sonunda at iyice
canlanmýþtý ve bir takýmda yarý sahadan daha iyi bir yer olmayacaðý konusunda
Rambert'ý ikna etmek için sesli benli konuþuyordu. "Bilirsin," diyordu, "yarý saha
futbolcusu oyunu kurandýr. Oyunu kurmak da futboldur." Hep geride oynamýþ olmasýna
karþýn Rambert de böyle düþünüyordu. Konuþma yalnýzca bir radyo sesiyle bölündü,
radyoda alçak sesle duygusal ezgiler birbiri ardýna çaldýktan sonra önceki gün vebanýn
yüz elli yedi kiþiyi kurban ettiði bildirildi. Topluluktan kimse tepki göstermedi. At-
suratlý adam omuz silkti ve ayaða kalktý. Raoul ve Rambert de onun gibi yaptýlar.
Bu iki gün Rambert'e bitmeyecek gibi geldi. Rieux'ye gitti ve giriþimlerini ayrýntýsýyla
anlattý. Sonra bir hasta ziyaretine giden doktora eþlik etti. Durumu kuþkulu bir hastanýn
kendisini beklediði evin kapýsýnda ona veda etti. Koridorda bir koþuþturma gürültüsü ve
sesler doktorun geldiðini haber veriyorlardý.
Salgýn hýzlý yayýlýyor ha? diye sordu Rambert Rieux sorunun bu olmadýðýný hatta
istatistik eðrisinin
daha yavaþ yükseldiðini söyledi. Yalnýzca, vebayla mücadele olanaklarý çok fazla
deðildi.
137 Malzememiz yok, dedi. Dünyadaki tüm ordularda genellikle malzeme eksiðini
insanla kapatýrlar. Ama bizim elimizde insan da yok.
Evet, dedi Rieux. On doktor ve yüz kadar insan. Görünüþte çok bu. Hastalýðýn
þimdiki durumu için ancak yeter. Salgýn yayýlýrsa yetersiz kalacak.
Evet, dedi, elinizi çabuk tutmalýsýnýz. Rambert'in yüzünde düþünceli bir ifade
belirdi:
Biliyorsunuz, dedi kýsýk bir sesle, benim buradan gitmemin nedeni bu deðil.
Belki, ama bunun sürmesi ve tüm bu süre içinde onun yaþlanmasý düþüncesine
katlanamýyorum. Otuz yaþýnda insan yaþlanmaya baþlýyor, her þeyden yararlanmak
gerek. Bilmem anlayabiliyor musunuz?
Buna memnun oldum, dedi doktor. Kendisinin vaazýndan daha mükemmel olduðunu
öðrendiðime memnun oldum.
138
Beni affedin, dedi Rambert, ama gitmem gerek. Randevunun olduðu perþembe günü
Rambert sekize beþ kala katedral giriþine gitti. Sýcak henüz bastýrmamýþtý.
Saat sekizi çeyrek geçe kilisenin orglarý kýsýk sesle çalmaya baþladý. Rambert içeriye,
karanlýk kubbenin altýna geçti. Bir süre sonra saðýnda önünden geçmiþ olan kara
gölgeleri fark etti. Bir köþede, üzerine kentimizin atölyelerinden birinde alelacele
kotarýlmýþ bir Saint Roch heykeli konulmuþ olan bir tür sunaðýn önünde, kendi
kendilerine toplanmýþlardý. Diz çökmüþ bu insanlar, orada burada, içinde kayarcasýna
dolaþtýklarý pustan biraz daha yoðun gölge parçalan gibi, kül renginin içinde
kaybolmuþ, iki büklüm gibi duruyorlardý. Tepelerinde de orglarýn sonsuz çeþitlemeleri
duyuluyordu.
Oraya yakýn bir yerde, saat sekize on kala bir baþka randevu için arkadaþlarýný
beklediðini anlattý. Yirmi dakika boþu boþuna beklemiþti.
139 Bir engel var, orasý kesin. Bizim iþimizde her zaman her þey kolay olmaz.
Ertesi gün için ayný saatte Þehitler Anýtý önünde bir baþka randevu öneriyordu.
Rambert iç çekti ve fötr þapkasýný geriye itti.
- Bu bir þey deðil, diye sözü baðladý Gonzales gülerek. Tüm pozisyonlarý düþün biraz,
gol atmadan önceki hücumlarý ve paslan.
- Tabii, dedi Rambert. Ama oyun bir buçuk saatten fazla sürmüyor.
Oran'ýn Þehitler Anýtý denizin görülebildiði tek yer olan, kýsacýk bir mesafede, limaný
kuþatan yalýyarlar boyunca uzanan bir tür gezi yolundadýr. Ertesi gün randevuya ilk
giden Rambert savaþta ölenlerin listesini dikkatle okuyordu. Birkaç saniye sonra iki adam
yaklaþtý, kayýtsýzca ona baktýlar, sonra gezi yolunun korkuluk duvarýna dayandýlar ve
sanki kendilerini kaptýrmýþçasýna boþ ve ýssýz rýhtýmlarý izlemeye baþladýlar. Ýkisi
de ayný boydaydý, ikisi de mavi bir pantolon ve kýsa kollu denizci bluzu giymiþlerdi.
Gazeteci biraz uzaklaþtý, sonra bir bankýn üzerine oturdu ve dilediðince onlara
bakabildi. O zaman taþ çatlasa yirmi yaþýndan fazla olmadýklarýný fark etti. O sýrada,
özür dileyerek kendisine doðru gelmekte olan Gonzales'i gördü.
Ýþte dostlarýmýz, dedi ve onu Marcel ile Louis diye tanýþtýrdýðý gençlerden birinin
yanýna doðru götürdü. Yüzden bakýnca, birbirlerine çok benziyorlardý; Rambert onlarýn
kardeþ olduðunu düþündü.
Ýþte, dedi Gonzales. Þimdi tanýþtýrma iþi bitti. Ýþin kendisini ayarlamak gerek.
Marcel ya da Louis nöbet sýrasýnýn iki gün sonra kendilerine geleceðini, bunun bir hafta
süreceðini ve en uygun günün saptanmasý gerektiðini söyledi. Batý kapýsýný beklemek
üzere dört kiþi görevliydiler, öteki iki kiþiyse askerlik mesleðindendi. Onlarý bu iþe
karýþtýrmak söz konusu olamazdý. Onlara güvenilmezdi; zaten böyle bir þey masrafla-
140
rýn artmasý demekti. Ama bazý geceler o iki nöbetçinin bildikleri bir barýn arka
odasýnda bir süre kalmaya gittikleri oluyordu. Böylece Marcel ya da Louis, Rambert'e
kent kapýlarýnýn yakýnýnda bulunan evlerine gelip yerleþmesini ve kendisini almaya
gelmeleri için beklemesini öneriyordu. O zaman geçiþ tam anlamýyla kolay olacaktý.
Ama acele etmek gerekiyordu, çünkü kýsa bir süredir kent dýþýna çift nöbet vardiyasý
yerleþtirilmesinden söz edilir olmuþtu.
Rambert bunu onayladý ve son sigaralarýndan birkaçýný onlara ikram etti. Bunun
üzerine ikisinden hiç konuþmamýþ olaný Gonzales'e para iþinin ayarlanýp
ayarlanmadýðýný ve peþin bir miktar alýp alamayacaklarýný sordu.
- Hayýr, dedi Gonzales, buna gerek yok, o bir ahbap. Masraflar çýkýþta ödenecek.
Yeni bir randevu için anlaþtýlar. Gonzales ertesi gün için bir Ýspanyol lokantasýnda
akþam yemeði önerisinde bulundu. Oradan nöbetçilerin evine gidilecekti.
ister misiniz?
Onu rahatsýz edip etmediðimden hiç emin deðilim, dedi Rambert bir duraksamadan
sonra.
Dinleyin, dedi. Geç bile olsa, akþam yemeðinden sonra biraz zamanýnýz varsa, ikiniz
otelin barýna gelin.
Yine de akþam saat on birde Rieux ve Tarrou küçük ve daracýk bara girdiler. Otuz kiþi
kadar, dirsek dirseðe oturmuþ epey yüksek sesle konuþuyorlardý. Vebalý kentin
sessizliðinden çýkýp gelen iki konuk biraz þaþkýnlýkla durdular. Hâlâ alkollü içkilerin
verildiðini görünce bu hareketliliðin nedenini anladýlar. Rambert barýn bir uçundaydý
141ve onlara taburesinin tepesinden iþaret ediyordu. Tarrou yanda oturan gürültülü bir
müþteriyi sakince itti ve Ram-bert'ýn çevresini aldýlar.
Rieux kadehindeki acý otlarýn kokusunu içine çekti. Bu gürültü patýrtýnýn içinde
konuþmak güçtü, ama Ram-bert özellikle içmekle meþgul gibiydi. Doktor onun sarhoþ
olup olmadýðýný henüz anlayamamýþtý. Bulunduklarý daracýk lokalin geri kalan
kýsmýný dolduran iki masadan birinde, iki koluna iki kadýn takmýþ bir deniz subayý,
þiþman ve yüzü kan kýrmýzý bir adama Kahire'deki tifüs salgýnýný anlatýyordu:
"Yerliler için kamplar yapýlmýþtý," diyordu, "hastalar için çadýrlar vardý, nöbetçi
kordonuyla çepeçevre kuþatýlmýþtý, el altýndan kocakarý ilacý ulaþtýrmaya çalýþan
hasta ailelerine ateþ açýyorlardý. Kolay iþ deðildi, ama doðruydu." Zarif giyimli
gençlerin oturduðu öteki masada anlaþýlmayan bir konuþma tepeye asýlmýþ bir pikaptan
yayýlan Saint James Infýrmary''nin ritmine karýþýyordu.
Aa, dedi beriki, Tarrou sizin burada bize yararlý olabileceðinizi düþündüðü için böyle
diyor. Ama ben sizin gitme isteðinizi çok iyi anlýyorum.
Tarrou içki ýsmarlamayý önerdi. Rambert taburesinden indi ve ilk kez olarak Tarrou'nün
gözlerinin içine baktý:
Ýþte, dedi Tarrou, acele etmeksizin elini kadehine uzatarak, bizim saðlýk
kollarýmýzda.
142
- Þu saðlýk kollarý size yararlý gibi gelmiyor mu? dedi Tarrou bir yudum içtikten sonra,
dikkatle Rambert'e bakýyordu.
Rieux elinin titrediðini fark etti. Evet, artýk tam olarak onun sarhoþ olduðunu düþündü.
Ertesi gün, Rambert ikinci kez olarak Ýspanyol lokantasýna girdi; sandalyelerini lokanta
giriþinin önüne çýkarmýþ, yeþil ve altýn rengine bürünmüþ ve sýcaðýn biraz olsun
azalmaya yüz tuttuðu bir akþamýn tadýný çýkarmakta olan küçük bir topluluðun
ortasýndan geçti. Lokantanýn içerisi neredeyse bomboþtu. Rambert oturmak için
Gonzales'le ilk kez karþýlaþtýðý masaya gitti. Servis yapan kýza bekleyeceðini söyledi.
Saat on dokuz otuzdu. Yavaþ yavaþ, insanlar yemek bölümüne geçtiler ve masalara
yerleþtiler. Yemek servisi baþladý, aþýrý alçak olan kubbeyi çatal býçak gürültüsü ve
anlaþýlmaz konuþmalar doldurdu. Saat yirmide Rambert hâlâ bekliyordu. Iþýklarý
yaktýlar. Masasýna yeni müþteriler oturdu. Yemeðini ýsmarladý. Saat yirmi otuzda
yemeðini bitirmiþ, ne Gonzales'i ne de iki genç adamý görmüþtü. Birkaç sigara içti.
Yemek salonu yavaþ yavaþ boþalýyordu. Dýþarýda çok çabuk gece oluyordu. Denizden
gelen ýlýk bir hava camlý kapýlarýn perdelerini usul usul kaldýrýyordu. Saat yirmi bir
olduðunda Rambert salonun boþaldýðýný ve servis yapan kýzýn þaþkýn þaþkýn
kendisine baktýðýný fark etti. Parayý ödedi ve çýktý. Lokantanýn karþýsýnda açýk bir
kafe vardý. Rambert bara yerleþti ve lokantanýn giriþini gözlemeye baþladý. Saat yirmi
bir otuzda oteline doðru yöneldi, adresini bile almadýðý Gonzales'e nasýl ulaþacaðýný
boþu boþuna düþünüp duruyor, yeniden baþlatýlmasý gerekecek tüm giriþimleri aklýna
getirerek yüreði allak bullak oluyordu.
Tam o sýrada, ambulanslarýn deli gibi geçtiði gecenin içinde, sonradan Doktor Rieux'ye
de söyleyeceði gibi, tüm bu süre içinde karýsýný kendisinden ayýran duvarda bir kapý
aralamak için tüm gücünü harcarken bir bakýma onu
143unuttuðunu fark etti. Ancak, yine o anda, tüm kapýlarýn bir kez daha kapanmasýyla
yeniden karýsý onun asýl isteði oluvermiþti ve bunu öyle ani bir acýyla hissetmiþti ki,
istese de içinden bir türlü atamadýðý ve þakaklarýný kemiren bu feci yürek yangýnýndan
kaçmak için oteline doðru koþmaya baþlamýþtý.
Bununla birlikte ertesi gün çok erken saatte Cottard'ý nasýl bulacaðýný sormak için
Rieux'yü görmeye gitti:
Yarýn akþam gelin, dedi Rieux, Tarrou benden Cottard'ý davet etmemi istemiþti,
nedenini bilmiyorum. Saat onda gelecek. Saat on buçukta siz de gelin.
Ertesi gün, Cottard doktorun evine geldiðinde Rieux, Tarrou'ya kendi servisinde
meydana gelen beklenmedik bir iyileþmeden söz ediyordu.
Ýyileþtiðine göre bu hastalýk olamaz. Siz de benim kadar iyi biliyorsunuz, veba
affetmez.
Genelde etmez, hayýr, dedi Rieux. Ama biraz inatla sürprizler olabilir.
Cottard gülüyordu.
Ýyi niyetle Cottard'a bakan Tarrou sayýlardan haberi olduðunu söyledi, durum ciddiydi,
ama bu neyi kanýtlardý? Bu daha da özel önlemler gerektiðini kanýtlýyordu.
Cottard bir þey anlamadan Tarrou'ya bakýyordu. Tarrou birçok insanýn elini bir þeye
sürmediðini, salgýnýn herkesi ilgilendirdiðini ve herkesin görevini yerine getirmesi
gerektiðini söyledi. Saðlýk kollarý herkese açýktý.
144
Bu bir görüþ, dedi Cottard, ama hiçbir iþe yaramayacak. Veba çok fazla güçlü.
denedikten sonra.
Niçin bize katýlmýyorsunuz Mösyö Cottard? Öteki hakarete uðramýþ bir havayla
kalktý, yuvarlak
Hem ben vebanýn yararýný da görüyorum, niye onu durdurmak için iþe
karýþacakmýþým, anlamýyorum.
Tarrou sanki ansýzýn bir gerçeði anlamýþ gibi eliyle alnýna vurdu:
Cottard irkildi ve düþecekmiþ gibi sandalyesine tutundu. Rieux yazý yazmayý býraktý,
ciddi ve ilgili bir tavýrla
ona bakýyordu.
Kim size bunu söyledi? diye baðýrdý rantçý. Tarrou þaþýrmýþ gibiydi ve þöyle dedi:
Cottard ise kaldýramayacaðý denli güçlü bir öfkeye kapýldýðýndan anlaþýlmaz sözler
geveliyordu:
Sinirlenmeyin, diye ekledi Tarrou. Ne doktor ne de ben sizi ele verecek deðiliz. Sizin
hikâyeniz bizi ilgilendirmez. Hem sonra biz polisten hiç hoþlanmayýz. Haydi,
oturun.
Rantçý sandalyesine baktý ve biraz duraksadýktan sonra oturdu. Bir sürenin sonunda iç
geçirdi.
Birilerinin ortaya çýkardýðý eski bir hikâyedir, diye durumu kabul etti. Unutulduðunu
sanýyordum. Ama birisi bunu açýklamýþ olmalý. Bir gün beni çaðýrdýlar ve soruþ-
Veba
145/10turma sonuçlanana kadar onlarýn gözü önüne bulunmamý istediler. Sonunda beni
tutuklayacaklarýný anladým.
- Bu bir hata. Herkes hata yapar. Bu yüzden içeri týkýlma fikrine dayanamýyorum;
evimden, alýþkanlýklarýmdan, tanýdýðým herkesten ayrýlma fikrine.
Rieux ilk kez olarak konuþtu ve Cottard'a kaygýsýný anlattýðýný, ama belki de her
þeyin yoluna gireceðini söyledi.
rum.
Þapkasýný elinde çevirip duran ötekiyse kararsýz bakýþlarla Tarrou'ya doðru ayaða
kalktý.
- Tabii ki hayýr. Ama en azýndan, dedi Tarrou, mikrobu gönüllü olarak yaymamayý
deneyin.
Rambert, Cottard'ýn Gonzales'in adresini bilmediðini öðrendi, ancak her zaman için o
küçük kafeye gidilebilirdi. Ertesi gün için sözleþtiler. Rieux bu konuyla ilgili bilgi
146
edinmek istediðini üsteleyerek belirtince Rambert, Tar-rou'yla ikisini hafta sonu gecenin
herhangi bir saatinde
Sabah olunca Cottard ve Rambert küçük kafeye gitttý-ler ve Garcia'ya akþam ya da bir
engel çýkmasý durumunda ertesi gün için bir buluþma notu býraktýlar. Akþam onu boþu
boþuna beklediler. Ertesi gün Garcia oradaydý. Konuþmadan Rambert'in hikâyesini
dinledi. Bundan haberi yoktu, ama ikametgâhlarýn denetimi için yirmi dört saat süreyle
mahallelere giriþ çýkýþýn tümüyle kaldýrýldýðýný biliyordu. Gonzales ve iki genç adam
engelleri aþamamýþ olabilirlerdi. Ama tüm yapabileceði onlarýn yeniden Raoul'la
iliþkiye geçmesini saðlamaktý. Tabii ki bu ertesi günden
önce olmazdý.
baþlamak gerekecek.
Ertesi gün bir sokak köþesinde Raoul, Garcia'nýn varsayýmýný doðruladý; aþaðý
mahallelere giriþ çýkýþlar durdurulmuþtu. Gonzales'le iliþkiye geçmek gerekiyordu, iki
gün sonra Rambert futbolcuyla yemek yiyordu.
Ertesi gün ufaklýklar evde yoktu. Onlara ertesi gün Place du Lycee'de öðle saatinde
buluþmak için haber býraktýlar. Rambert öðleden sonra karþýlaþtýðý Tarrou'yu þaþkýna
çeviren bir yüz ifadesiyle odasýna döndü.
Bu akþam gelin.
Akþam iki adam Rambert'in odasýna girdiðinde, onu yataðýnda uzanmýþ buldular.
Kalktý, hazýrlamýþ olduðu kadehleri doldurdu. Rieux kendisininkini alýrken ona iþlerin
147yolunda olup olmadýðýný sordu. Gazeteci yeni baþtan her þeye baþladýðýný, ayný
noktaya döndüðünü ve yakýnda son buluþmaya gideceðini söyledi. Ýçkisinden içti ve
þöyle dedi:
Tabii ki gelmeyecekler.
Neymiþ o?
- Veba.
Rambert Saint James Infirmary olduðunu söyledi. Plaðýn ortasýnda uzakta patlayan iki
el silah sesi duyuldu.
Bir süre sonra plak bitti ve bir ambulans sesi belirgin-leþti, çoðaldý, otel odasýnýn
pencerelerinin altýndan geçti, azaldý ve sonunda silinip gitti.
Bu plak eðlenceli deðil, dedi Rambert. Üstelik bugün onuncu kez dinliyorum.
Size söylüyorum, yeni baþtan baþlamak demek. Rieux'ye kuruluþlarýn nasýl gittiðini
sordu. Çalýþan beþ
148
- Biliyorsunuz, doktor, dedi, þu sizin kuruluþ üzerinde çok düþündüm. Eðer sizin
yanýnýzda deðilsem, kendi nedenlerim var da ondan. Kaldý ki, sanýrým yine kelleyi
koltuða alabilirdim, ben Ýspanya savaþýna katýldým.
düþündüm.
Cesareti. Þimdi, insanýn büyük eylemlere giriþebileceðini biliyorum. Ama yüce bir
Öyle görünüyor ki, insan her þeyi yapabilecek güçte, dedi Tarrou.
Ama hayýr, insan acý çekmeyi ya da uzun süre mutlu olmayý beceremiyor. Böylece,
deðecek hiçbir þeyi beceremiyor.
yapamazdým.
Ýþte. Ama siz bir düþünce uðruna ölümü göze alabilecek güçtesiniz, bu açýkça
görülüyor. Ben kahramanlýða inanmam, bunun kolay olduðunu ve ölümle
sonuçlandýðýný bilirim. Beni ilgilendiren insanlarýn yaþamasý ve aþktan
ölmesi.
Rieux gazeteciyi dikkatle dinlemiþti. Ondan gözünü ayýrmadan yumuþak bir sesle þöyle
dedi:
- O bir düþüncedir ve aþka sýrtýný çevirdiði andan itibaren, güdük bir düþüncedir. Ve
iþte, biz artýk aþký beceremiyoruz. Bunu kabullenelim doktor. Deðiþmeyi bekleyelim ve
eðer bu olanaksýzsa kahraman rolü oynamadan kurtuluþu bekleyelim. Benden bu kadar.
Rieux ayaða kalktý, ansýzýn yorgun düþmüþ gibi bir hali vardý.
149 Haklýsýnýz Rambert, tümüyle haklýsýnýz ve dünyada hiçbir þey adýna sizi
yapmak istediðinizden alýkoya-mam, çünkü bu bana doðru ve iyi görünüyor. Ama yine
de size þunu söylemeliyim: Tüm bunlarda kahramanlýk diye bir þey söz konusu deðil.
Dürüstlük söz konusu. Bu gülünç gelebilecek bir düþünce, ama vebayla savaþmanýn tek
yolu dürüstlük.
Ah! dedi Rambert öfkeyle, ben mesleðimin ne olduðunu bilmiyorum. Belki de, aþký
Hayýr, dedi güçlü bir sesle, hatalý deðilsiniz. Rambert onlara düþünceli düþünceli
bakýyordu.
Siz ikinizin, sanýyorum tüm bu karmaþada kaybedecek bir þeyiniz yok. iyilerin
tarafýnda olmak daha kolay-dýr.
Tarrou onu izledi, ama çýkacaðý sýrada aklýna bir þey gelir gibi oldu ve gazeteciye
dönerek ona þöyle dedi:
Rambert þaþkýnlýðýný belirten bir hareket yaptý, ama Tarrou gitmiþti bile.
Kentten ayrýlmanýn yolunu bulana kadar sizinle çalýþmamý kabul eder misiniz? ,
••
iþte o yýlýn ortalarýnda rüzgâr çýktý ve vebalý kentin üzerinde günlerce esti. Oran'lýlar
özellikle rüzgârdan çekinirlerdi, çünkü kentin kurulduðu orada hiçbir þey bu rüzgârýn
karþýsýna çýkmaz, böylece tüm þiddetiyle sokaklarý doldururdu. Tek bir damla suyun
kenti serinletmediði þu uzun aylarýn ardýndan kent sýva gibi gri bir tozla kaplanmýþtý
ve rüzgârýn esmesiyle pul pul uçuþtu tozlar. Böylece rüzgâr toz bulutlarýný ve kâðýt
yýðýnlarýný havaya kaldýrýyor, onlarý sayýsý giderek azalmýþ gezinti yapan insanlarýn
bacaklarýna çarpýyordu. Bu insanlarýn sokaklarda iki büklüm, mendil ya da elleriyle
aðýzlarýný kapamýþ, koþuþturduklarý görülüyordu. Akþam, her biri son gün olabilecek
þu günleri elden geldiðince uzatmaya çalýþan, sokaklarda toplaþmýþ kalabalýklar yerine
evlerine ya da kafelere dönmek için acele eden insanlara rastlanýyordu, öyle ki birkaç
gün boyunca, o sýralarda epey erken çöken karanlýkta so-
Þimdiye kadar daha kalabalýk ve daha yoksul olan dýþ mahalleler kent merkezine oranla
vebaya daha çok kurban vermiþti. Ama birdenbire kente sokulur gibi oldu ve iþ
merkezlerine de yerleþiverdi. Kentliler rüzgârý mikrop taþýmakla suçluyorlardý. Otel
müdürü, "Rüzgâr iþleri karýþtýrýyor,! diyordu. Ancak ne olursa olsun, merkezdeki
mahalleler sýranýn kendilerine geldiðini biliyorlardý, çünkü gecenin bir vakti,
pencerelerinin altýnda, vebanýn donuk ve coþkusuz çaðrýsýný çýn çýn duyuran
ambulans sirenlerini giderek daha sýk duyar olmuþlardý.
154
tür bulaþma tehlikesini ortadan kaldýrdýðý gereksiz yere açýklandýktan sonra, bu saf
kundakçýlara karþý çok aðýr cezalarýn yasallaþmasý gerekti. Ve þurasý kesin, bu
bahtsýz insanlarýn geri çekilmesine neden olan, hapse atýlma düþüncesi deðildi; belediye
hapishanesinde görülen aþýrý orandaki ölümler sonucu, hapis cezasýnýn ölüm cezasýyla
eþdeðer olduðu inancý etkili olmuþtu. Tabu ki bu inanç boþ yere ortaya çýkmamýþtý.
Belli nedenlerle, vebanýn özellikle gruplar halinde yaþama alýþkanlýðý edinmiþ
insanlarý, asker, din adamý ya da tutuklularý ele geçirdiði görülüyordu. Bazý tutuklular
tek baþýna da olsa bir hapishane bir topluluktur ve bunun iyi bir kanýtý da bizim
belediye hapishanemizde gardiyanlar da tutuklular gibi hastalýðýn bedelini ödüyorlardý.
Vebanýn tepesinden bakýnca, müdürden en son tutukluya kadar herkes mahkûmdu ve
belki de ilk kez olarak hapishaneye mutlak bir adalet egemendi.
Yetkililer görev baþýnda ölen gardiyanlara madalya vermeyi düþünerek bu herkesin eþit
olduðu yere boþu boþuna bir hiyerarþi getirmeye çalýþtýlar. Sýkýyönetim ilan
edildiðinden ve belli bir açýdan, hapishane gardiyanlarý da silah altýna alýndýðýndan,
kendilerine öldükten sonrasý için bir askerlik madalyasý verildi. Ancak tutuklulardan tek
bir protesto gelmese de, askeri çevreler bunu iyi karþýlamadýlar ve haklý olarak,
kamuoyunda üzücü bir karmaþa yaratabileceðine dikkat çektiler. Onlarýn isteðine uyuldu
ve en basit çözüm olarak, ölecek olan gardiyanlara salgýn madalyasý verilmesini
düþündüler. Ama ilk gardiyanlar için olan olmuþtu ve kendilerine takýlan niþaný geri
almak düþünülemezdi bile, askeri çevreler ise kendi görüþlerinde direttiler. Öte yandan,
salgýn madalyasýyla ilgili olarak, askeri bir niþanýn verilmesinin getirdiði moral etkiyi
saðlamamak gibi bir sakýncasý vardý, çünkü salgýn döneminde bu türden bir niþan elde
etmek sýradan bir þeydi. Kimse hoþnut deðildi.
Üstelik, cezaevi yönetimi din yetkilileri ya da en azýndan askeri yetkililer gibi etkin
olamadý. Gerçekten de, kentte bulunan iki manastýrýn keþiþleri geçici bir süre için
155daðýtýlarak dindar ailelerin yanýna yerleþtirilmiþti. Ayný þekilde, her fýrsatta küçük
birlikler kýþlalardan ayrýlmýþ, okullarda ya da kamu binalarýnda karargâh kurmuþlardý.
Böylece, görünüþte kentlileri kuþatýlmýþ insanlara özgü bir dayanýþmaya zorlayan
hastalýk, ayný zamanda geleneksel kurumlarý parçalýyor ve bireyleri kendi baþlarýna
kalmaya itiyordu. Bu bir karmaþa yaratýyordu.
Rüzgârý da göz önüne alýnca, tüm bu koþullarýn bazý insanlarýn aklýný ateþe verdiði
düþünülebilir. Kentin kapýlarý gece yeniden baskýna uðradý, ama bu kez saldýran küçük
silahlý gruplardý. Nöbetçiler artýrýldý ve bu giriþimler oldukça çabuk bir biçimde
kesildi. Bununla birlikte kentte, bazý þiddet olaylarýna yol açacak olan bir devrim
havasýnýn esmesi için yeterli oldu. Yangýna uðramýþ ya da saðlýk nedenleriyle
kapatýlmýþ evler yaðmalandý. Gerçeði söylemek gerekirse, bu eylemlerin önceden
tasarlanmýþ olduðunu söylemek güç. Çoðunlukla, o âna kadar onuruyla yaþamýþ
insanlar, birden ortaya çýkan bir fýrsatla kýnanacak eylemlere giriþiyor ve bunlar hemen
o anda baþkalarýnca taklit ediliyordu. Örneðin alevler içindeki evlere girmeye çalýþan
çýlgýnlar bile oldu, hem de acýdan þaþkýna dönmüþ ev sahibinin gözü önünde. Onun
kayýtsýzlýðý karþýsýnda saldýrýyý ilk baþlatanlarý baþkalarý da izledi ve o karanlýk
sokakta, yangýnýn cýlýz ýþýðýnda, omuzlarda taþýnan eþya ya da mobilyalarýn
aðýrlýðý altýnda ya da sönmekte olan alevlerin etkisiyle çarpýlmýþ gölgelerin her bir
yandan dýþarý fýrladýðý görüldü. Ýþte bu olaylar yetkilileri veba durumunu
sýkýyönetime çevirmeye ve buna baðlý olarak yasalarý uygulamaya zorladý. Ýki hýrsýz
kurþuna dizildi, ama bunun baþkalarý üzerinde bir etki yapýp yapmadýðý kuþku götürür,
çünkü öyle çok sayýda ölü vardý ki, bu iki infaz fark edilmedi bile. Ve iþin gerçeði,
yetkililerin araya giriyormuþ gibi yapmasýna gerek kalmadan bu gibi olaylar yinelendi
durdu. Tüm kentlileri etkileyen tek önlem sokaða çýkma yasaðýnýn konulmasýydý. Saat
on birden sonra kapkaranlýk gecenin içine gömülen kent taþ kesiliyordu.
156
Ayýn parladýðý göðün altýnda, üzerine tek bir aðaç gölgesi düþmeyen, ne gezinen
birisinin ayak sesi ne de bir köpek baðýrtýsýnýn duyulduðu kentin beyazýmsý duvarlarý
ve düz çizgi halinde uzanan sokaklarý sýra sýra duruyordu. O zaman büyük, sessiz kent
kýmýltýsýz ve kocaman küp þeklinde bir yýðýndan baþka bir þeye benzemiyordu; bu
yýðýnýn arasýnda, unutulup gitmiþ hayýrsever kiþilere ya da sonsuza dek bronzun içinde
sýkýþýp kalmýþ eski büyük adamlara ait sessiz sedasýz duran anýtlar, taþtan ya da
demirden yapay suratlarýyla, bir zamanlar insanýn ne olduðuna iliþkin artýk deðerden
düþmüþ bir görüntü uyandýrmaya çalýþýyorlardý kendi kendilerine. Bu vasat putlar
koyu bir göðün altýnda yaþamdan yoksun köþe baþlarýnda taht kurmuþlardý, bu
duyarsýz kaba biçimler içine girdiðimiz duraðan evreni ya da en azýndan bu evrenin son
durumunu, vebanýn, taþýn ve gecenin sonunda her sesi susturacaðý bir mezarlýðýn
düzenini simgeliyordu.
imzalatýlýyordu. Daha sonra ölü gerçek bir cenaze arabasýna ya da bu iþ için ayrýlmýþ
büyük bir ambulansa yükleniyordu. Akrabalar yine özel izinle çalýþan taksilerden birine
biniyor, arabalar kent dýþýndaki sokaklardan mezarlýða varýyordu. Kapýda jandarmalar
konvoyu durduruyor, yurttaþlarýmýzýn son durak dedikleri yere gitmelerini saðlayan
resmi geçiþ belgesine bir mühür vuruyor ve ortadan kayboluyorlardý; arabalar
doldurulmayý bekleyen çok sayýda çukurun bulunduðu dörtgen bir alanýn yanýna gidip
duruyorlardý. Ölüyü bir rahip karþýlýyordu, çünkü kilisenin cenaze hizmetleri
kaldýrýlmýþtý. Dualar eþliðinde tabut çýkarýlýyor, iple baðlanýyor, sürükleniyor,
kayýyor, dibe iniyordu. Rahip serpmecini sallýyor ve tabut kapaðýnýn üzerinde ilk
topraklar saçýlmaya baþlýyordu bile. Dezenfekte edilmesi için ambulans biraz erken
ayrýlýyordu ve kürek kürek topraðýn sesi giderek daha yumuþarken aile
158
taksinin içine doluþuyordu. Bir çeyrek saat sonra evine dönmüþ oluyordu.
Böylece her þey gerçekten en hýzlý biçimde ve en az riskle olup bitiyordu. Ve kuþkusuz,
en azýndan baþlangýçta, ailelerin içten gelen duygularýnýn incindiði açýktý. Ama veba
döneminde bu gibi düþüncelerin dikkate alýnmasý artýk olanaksýzdý: Her þey etkili
çözüm uðruna feda ediliyordu. Kaldý ki, eðer baþlangýçta, halkýn morali bu gibi
iþlemlerle bozulduysa çünkü usulünce gömülme isteði sanýldýðýndan daha da
yaygýndýr çok geçmeden, þans eseri, erzak sorunu ciddileþti ve kentlilerin dikkati
daha güncel uðraþlara çevrildi. Yemek yemek istiyorlarsa girilecek kuyruklar, yapýlacak
baþvurular, doldurulacak kâðýtlarla iþleri baþýndan aþkýn insanlar, çevrelerindeki baþka
insanlarýn nasýl gömüldüðünü ve bir gün kendilerinin nasýl öleceðim düþünmez oldular.
Böylece, acý olmasý gereken bu maddi sýkýntýlar sonradan bir iyiliðe dönüþtü. Ve daha
önce gördüðümüz gibi, eðer salgýn yaygýnlaþmasaydý, her þey çok
iyi olacaktý.
Tüm bu iþlemler için personel gerekliydi ve hep personel eksikliðiyle karþý karþýya
kalýnýyordu. Ýlkin resmi sýfatý olan, sonradan da hiçbir þeyi göz önüne almadan
görevlendirilen bu hastabakýcý ve mezarcýlarýn çoðu vebadan öldüler. Ne önlem
alýnýrsa alýnsýn hastalýk er ya da geç ortaya çýkýyordu. Ama iyi düþününce, en
þaþýrtýcý olan, tüm salgýn boyunca bu iþi yerine getirenlerin eksik olmamasýydý. Kritik
dönem vebanýn doruk noktaya týrmanmasýndan az önce yaþandý ve o zaman Doktor
Rieux'nün kaygýlan haklý çýktý. Ne kadrolar, ne de onun aðýr iþler dediði görev-
160
ler için insan gücü yetmez oldu. Ancak vebanýn gerçek anlamda tüm kenti ele geçirdiði
andan baþlayarak, hastalýðýn bu uç noktaya ulaþmasý epey elveriþli koþullan da
beraberinde getirdi, çünkü bu koþullar tüm ekonomik yaþamý altüst etti ve böylece
önemli sayýda insanýn iþsiz kalmasýna yol açtý. Çoðu durumda, iþsizler kadrolarý
doldurmuyordu ama kaba iþler için kolaylýk saðlýyorlardý. O andan baþlayarak,
gerçekten de sefaletin korkudan baskýn çýktýðý görüldü, çünkü iþe ödenen para risk
oranýna göre saptanýyordu. Saðlýk hizmet birimlerinin elinde bir baþvuru listesi
oluþmuþtu ve herhangi bir kiþiye gerek duyulur duyulmaz listenin baþýndakilere haber
veriliyordu, onlar da eðer o arada görev alacak durumdalarsa, koþa koþa iþbaþý
yapýyorlardý. Böylece, müebbet ya da belli bir süreye mahkûm olmuþ tutuklularý bu iþte
kullanmak konusunda uzun süre kararsýz kalan vali o son çözüme varýlmasýný
engellemiþ oldu. Ýþsizler oldukça, beklenmesinden yanaydý.
ama boþuna, hemen baþka çözümler bulmak gerekiyordu. Önce, gömme iþlemlerinin
geceye alýnmasýna karar verildi, böyle bir uygulamayla bazý þeylere dikkat etmeye
gerek kalmýyordu. Ambulanslarýn içine giderek çok sayýda ceset týkmak mümkün oldu.
Ve, her tür kurala karþý, karartmadan sonra geç saatte dýþ mahallelerde dolaþanlar (ya
da iþleri gereði buralarda bulunanlar) coþkusuz sirenlerini çukur sokaklarda çýnlatarak
uzun, beyaz ambulanslarýn sýra sýra gidiþini görüyorlardý arada sýrada. Alelacele
cesetler çukurlara atýlýyordu. Daha
Veba
Yine de daha sonra, baþka çözümler bulmak ve i§i daha geniþ tutmak gerekti. Bir valilik
emriyle devletin süresiz olarak halka verdiði topraklara el kondu ve ölülerden kalan ne
varsa büyük fýrýnlara doðru yola çýktý. Bir süre sonra da vebadan ölenlerin de
yakýlmasý gerekti. Ama bu iþ için kentin doðusunda, sýnýrlarýn dýþýnda kalan çöp
yakma fýrýnýnýn kullanýlmasý gerekti. Gözcü nöbetçiler daha uzaða yerleþtirildi ve bir
belediye görevlisi þimdi kullanýlmayan, bir zamanlar kýyýya ulaþýmý saðlayan
tramvaylarý kullanmayý önererek yetkililerin iþini büyük ölçüde kolaylaþtýrdý. Bunun
için, yedek ve çekici arabalarýn oturma yerleri kaldýrýlarak içleri hazýrlandý ve tramvay
yolunu fýrýna çevirerek yeni hattýn merkezi oluþturuldu.
Ve tüm yaz sonu boyunca, týpký sonbahar yaðmurlarýnýn ortasýnda olduðu gibi, kýyý
þeridi, her gece yarýsý yol-cusuz garip tramvay konvoylarýnýn denizin üzerine doðru
sarsýla sarsýla geçtiðine tanýk olundu. Kentliler bunun ne olduðunu sonunda öðrendiler.
Kýyý þeridine geçiþi yasaklayan polis güçlerine karþýn insanlar sýk sýk, grup halinde
dalgalarýn üzerine doðru inen kayalýklara gizlice týrmanmayý ve tramvaylar geçerken
arabalarýn içine çiçekler atmayý baþardýlar. Yaz gecesinde çiçek ve ölülerle yüklü
araçlarýn sarsýla sarsýla gittiði duyuluyordu böylece.
Ama her durumda, ilk günler sabaha karþý, yoðun ve mide bulandýrýcý bir duman
kentin doðu semtleri üzerinde dolaþýyordu. Doktorlarýn düþüncesine göre, ne kadar
berbat da olsalar bu kokular kimseye zarar veremezdi. Ancak bu semtlerde oturanlar, bu
yoldan vebanýn gökten üzerlerine çöktüðü inancýyla çok geçmeden buralarý býrakýp
gideceklerini söyleyerek tehditte bulundular, sonunda dumanlar çok karmaþýk bir kanal
sistemiyle baþka yöne çevirmek zorunda kalýndý ve burada oturanlar Sakinleþti.
Yalnýzca þiddetli rüzgârlar sýrasýnda doðudan gelen belli
162
belirsiz bir koku onlara yeni bir düzen içinde yaþadýklarýný ve veba alevlerinin her
akþam onlarýn haracýný yuttuðunu
anýmsatýyordu.
bile kaybolunca bu gölgelerin daha da uçucu olabileceðini fark ettiler. Tüm bu ayrýlýk
döneminde bir zamanlar kendilerine ait olan bu yakýnlýðý artýk hayal edemiyorlar, her
an elinin altýnda olabilen bir varlýðýn hemen yaný baþlarýnda bir zamanlar nasýl
yaþayabildiðini de düþünemiyorlardý artýk.
164
duygularý yoktu. Herkes tekdüze duygular içindeydi. "Artýk bunun sonu gelmeli,"
diyordu yurttaþlarýmýz, çünkü felaket zamanýnda ortak acýlarýn son bulmasýný dilemek
normaldir ve onlar gerçekten de bunun son bulmasýný diliyorlardý. Ama tüm bunlarý
abartýsýz, ya da baþlangýçtaki burukluk duygusuyla ve hâlâ bizim için kesinliði bulunan
tek tuk bazý nedenlerle söylüyorlardý. Ýlk haftalarýn deli coþkusu, yerini bir çöküntüye
býrakmýþtý, ama bunu boyun eðiþ olarak görmek doðru olmaz, geçici bir razý olma
durumundan çok baþka bir þey deðildi.
Yurttaþlarýmýz yola gelmiþti, uyum saðlamýþlardý, öyle denir ya, çünkü baþka türlü
yapacak bir þey yoktu. Doðal olarak talihsizlik ve acýnýn getirdiði bir tutum içindeydiler,
ama býçaðýn sivri ucunu artýk hissetmiyorlardý. Kaldý ki,
örneðin Doktor Rieux talihsizliðin asýl bu olduðunu, umutsuzluða alýþmanýn
umutsuzluktan beter olduðunu düþünüyordu. Önceleri, birbirinden ayrý düþenler gerçek
anlamda talihsiz deðillerdi, onlarýn acýsýnda bir aydýnlanýþ vardý, ama o da
sönüvermiþti. Þimdi onlarý sokak köþelerinde, kafelerde ya da arkadaþ evlerinde
telaþsýz ve dalgýn görüyorduk; bakýþlarý öyle býkkýndý ki onlar sayesinde kent bir
bekleme salonuna benzemiþti. Bir mesleði olanlar iþlerini vebanýn gidiþine uygun
yapýyorlardý, titizlikle ve abartýsýzca. Herkes alçakgönüllüydü. Ýlk kez olarak,
sevdiðinden ayrý düþmüþ olanlar, uzaktaki kiþiden söz etmekten, herkesin kullandýðý
dili kullanmaktan, ayrýlýklarýný veba istatistiklerini andýran bir açýdan
deðerlendirmekten kaçýnmýyorlardý. O zamana kadar, çýlgýnlar gibi acýlarýný
toplumsal felaketten ayrý tutmuþken þimdi duygusal karmaþayý kabulleniyorlardý.
Belleksiz ve umutsuz, þimdiki zamanýn içinde yerlerini alýyorlardý. Gerçekte, onlar için
her þey þimdiye dönüþüyordu. Þunu belirtmek gerekir, veba sevme gücünü ve hatta
dostluk duygusunu herkesin elinden almýþtý. Çünkü aþkýn biraz olsun geleceðe
gereksinimi vardýr ve bizler için kýsa anlardan baþka bir þey yoktu artýk.
165Tabii ki bunlarýn hiçbiri mutlak deðildi. Çünkü bütün ayrý düþmüþ olanlarýn bu
duruma düþtükleri doðruysa eðer, hepsinin bu duruma ayný anda gelmediðini ve bu yeni
tutum içine girdikten sonra þimþek gibi ani aydýnlanmalarla geri dönüþlerin hastalarý
daha genç ve daha acý veren bir duyarlýða ittiðini de eklemek yerinde olur. Vebanýn
durmuþ olmasýyla ilgili herhangi bir tasarý oluþturduklarý þu eðlence anlarý
gerekiyordu. Durup durduk yerde ve herhangi bir rastlantý sonucu nedensiz bir
kýskançlýðýn ýsýrýðýný hissetmeleri gerekiyordu. Baþkalarý da ansýzýn yeniden
doðmuþ gibi oluyor, haftanýn bazý günlerine, doðallýkla pazara ve cumartesi öðleden
sonrasýna özgü uyuþukluktan sýyrýlýyordu, çünkü bugünler uzaktaki kiþinin olduðu
dönemde yapýlan bazý törenlere ayrýlmýþtý. Ya da gün bitiminde kendilerim saran bir
melankoli her zaman doðru çýkmasa da, belleklerinin geri döneceðini onlara
duyuruyordu. Ýnananlarýn vicdanlarýyla hesaplaþtýklarý saat olan akþamýn bu saati,
boþluktan baþka sorgulayacak hiçbir þeyi olmayan tutsak ya da sürgün kiþiye zor gelirdi.
Onlarý kýsa bir süre kendine baðlardý, sonra bu insanlar yeniden uyuþukluðun içine geri
döner, vebanýn dört duvarý arasýnda sýkýþýp kalýrlardý.
dönülüyordu.
Peki bu sevdiðinden ayrý düþmüþ insanlar neye benziyordu, diye sorulabilir. Eh, bunun
yanýtý basit; hiçbir þeye benzemiyorlardý. Ya da, þöyle de diyebiliriz, herkes gibiydiler,
tümüyle genele uygun bir havalan vardý. Kentin sessizliðini ve çocuksu heyecanlarýný
paylaþýyorlardý. Soðukkanlý görünüme bürünerek, eleþtirel bakýþlarýný yitiriyor-lardý.
Örneðin, aralarýnda en zeki olanlarýn, herkes gibi gazetelerde ya da radyo
programlarýnda vebanýn çabuk bir sona ulaþtýðýna inanma nedenleri arýyormuþ gibi
yapmalarýna ve görünüþte düþsel umutlara kapýlmalarýna ya da bir gazetecinin can
sýkýntýsýyla biraz çalakalem yazdýðý düþünceleri okurken gereksiz korkular
hissetmelerine tanýk olunuyordu. Bunun dýþýnda, týpký baþkalarý gibi, biralarýný içiyor
ya da hastalarýný tedavi ediyorlar; tembellik ediyor ya da tükeniyorlar; fiþleri
sýnýflandýrýyor ya da plak çalýp duruyorlardý. Veba deðer yargýlarýný ortadan
kaldýrmýþtý. Bu da kimsenin giysilerin ya da satýn alýnan yiyeceklerin kalitesiyle
ilgilenmemesinden anlaþýlýyordu.
Son olarak, sevdiðinden ayrý düþmüþ kiþilerin baþlangýçta kendilerini koruyan o tuhaf
ayrýcalýklarý artýk yoktu denilebilir. Aþka özgü bencillik ve bundan saðladýklarý yarar
ellerinden gitmiþti. En azýndan, þimdi durum açýk seçikti, felaket herkesi
ilgilendiriyordu. Kent kapýlarýnda çýnlayan bozuk seslerin, yaþamýmýzýn ya da
ölülerimizin üzerlerine inen damgalarýn ortasýnda, aþaðýlýk ama kaydedilen bir ölüme
Hangi durum olursa olsun, kentimizde yakýnlarýndan ayrý düþmüþ kiþilerin içinde
bulunduðu durumla ilgili ke-sýn bir fikir edinmek istendiðini düþünürsek, erkekler ve
kadýnlar sokaklara dökülürken, aðaçsýz kentin üzerine men þu altýn renkli ve toza
bulanmýþ sonsuz geceleri yeni-den anmak gerekir. Çünkü, tuhaf bir biçimde, tüm kentle-
rin dili olan araç ve makine gürültülerinin yokluðunda güneþin henüz çekilmediði
teraslara doðru yalnýzca sessiz adýmlardan ve fýsýltýlardan oluþmuþ bir uðultu,
aðýrlaþmýþ göðün altýnda felaketin ýslýðýna adýmlarýný uydurmuþ bin-lerce sancýlý
ayak sürüme ve son olarak, boðucu ve bitmeli bilmez bir gidiþ geliþin sesi yükseliyordu;
bu uðultular! kentimizi yavaþ yavaþ dolduruyor ve o sýrada yüreklerimizde aþkýn yerini
tutan kör inadýn en gerçeðe baðlý ve en hüzünlü sesi oluyordu.
168Eylül ve ekim aylarý boyunca veba kentin üzerine çöktü. Binlerce insan bitip
tükenmek bilmeyen haftalar boyunca oradan oraya gidip gelmeyi sürdürdüler. Buhar,
sýcak ve yaðmur gökyüzünde birbirini izledi. Güneyden gelen sýðýrcýk ve ardýç kuþlarý
sessiz sürüler halinde çok yükseklerden geçtiler, sanki Paneloux'nun felaketi anlatýrken
sözünü ettiði o evlerin üzerinde tiz bir ses çýkararak dönen garip tahta parçasý onlarýn
kente yaklaþmalarýný en-gelliyormuþçasýna þöyle bir dolanýp gittiler. Ekim baþýnda
þiddetli yaðmurlar kenti süpürdü. Ve tüm bu süre boyunca, bu sonsuz gidip gelmelerin
dýþýnda önemli hiçbir þey olmadý.
Vebanýn gerekli kýldýðý hesaplan sürdüren Grand hastalýkla ilgili genel sonuçlarý
belirtemezdi kuþkusuz. Gözle görülür biçimde yorgunluða dayanýklý olan Tarrou, Ram-
bert ve Rieux'nün tersine onun saðlýðý hiçbir zaman iyi olmamýþtý. Oysa belediyedeki
yardýmcý kadrosundaki görevleri, Rieux'nün sekreterliði ve gece sürdürdüðü
çalýþmalarý üst üste yüklenmiþti. Onu sürekli bir bitkinlik içinde görebilirdiniz; vebadan
sonra en azýndan bir hafta tam bir tatil yapmak ve o zaman elindeki iþi, 'þapka
çýkarttýrma'yý baþarmak için çalýþmak gibi iki üç sabit fikirle ayakta duruyordu.
Ansýzýn duygusallaþtýðý oluyor ve böyle zamanlarda hiç çekinmeden Rieux'ye Jeanne'ý
anlatýyor, onun tam o anda nerede olabileceðini ve gazeteleri okuyorsa eðer kendisini
merak edip etmediðini merak ediyordu. Ýþte bir gün onunlayken Rieux, en sýradan bir
ses tonuyla kendi karýsýndan söz ettiðini görünce þaþýrýp kaldý, o zamana kadar hiç
böyle bir þey yapmamýþtý. Karýsýndan gelen hep ayný rahatlatýcý telgraflara güvenmek
gerektiðinden emin olmadýðý için karýsýnýn bakým gördüðü baþhekime kablolu telgraf
çekmeye karar vermiþti. Yanýt olarak hastanýn durumunun aðýrlaþtýðý bildiriliyor ve
hastalýðýn ilerlemesini engellemek için her þeyin yapýlacaðý konusunda güvence
veriliyordu. Rieux bu haberi kimseye duyurmamýþtý ve yorgunluk dýþýnda hangi
nedenle bu konuyu Grand'a açtýðýný anlayamýyordu. Belediye memuru ona Jeanne'dan
söz ettikten sonra ona karýsýyla ilgili sorular sormuþtu. Rieux
172
yetinmiþti.
Ötekiler de ayný durumdaydý. Tarrou daha iyi direniyordu ancak, onun derin meraký
azalmadýysa da zenginliðini yitirdiði defterlerden anlaþýlýyor. Gerçekten de tüm bu süre
içinde, görünüþte Cottard'dan baþkasýyla ilgilenmiyordu. Hotel karantina merkezine
dönüþtürüldükten sonra evine yerleþtiði Rieux'de akþamlan Grand'ýn ya da doktorun
verdiði sonuçlarý pek dinlemiyordu bile. Konuþmayý hemen Oran yaþantýsýna iliþkin
ufak ayrýntýlara çekiyor, genelde bunlarla ilgileniyordu.
Castel'e gelince, serumun hazýr olduðunu doktora haber vermeye geldiði gün, hastaneye
yeni kaldýrýlan ve Rieux'ye göre durumu umutsuz olan Mösyö Othon'un oðlu üzerinde
ilk denemenin yapýlmasýný kararlaþtýrdýktan sonra, doktor eski dostuna son istatistikleri
veriyordu ki karþýsýndakinin koltuðuna gömülüp derin bir uykuya dalmýþ olduðunu fark
etti. Ansýzýn bastýran uykunun etkisiyle, aralanmýþ dudaklarýnýn kenarýnda birikmiþ
ince bir tükürük çizgisinin yýpranmýþlýðý ve yaþlýlýðý açýða vurduðu bu her zaman
yumuþak ve alaycý bir ifadeyle sürekli bir gençlik taþýyan suratýn karþýsýnda Rieux
boðazýnýn düðümlendiðini hissetti.
173günlük onun hâlâ koruduðu hayallerini elinden alýyordu. Çünkü sonunu göremediði
bir dönem boyunca kendi rolünün artýk insanlarý iyileþtirmek olmadýðýný biliyordu.
Onun rolü taný koymaktý. Bulgulamak, görmek, betimlemek, kayýt etmek, sonra
mahkûm etmek, iþi buydu. Erkeklerin eþleri onu bileðinden tutup haykýrýyorlardý: "Onu
yaþatýn!" Ama o yaþatmak için orada deðildi, tecrit iþlemini buyurmak için oradaydý. O
zaman bu yüzlerde okuduðu nefret ne iþe yarardý ki? "Kalpsizsiniz," denmiþti bir gün
kendisine. Ama hayýr, onun bir kalbi vardý. Onun, yaþamak için dünyaya gelmiþ
insanlarýn her gün ölmesini gördüðü yirmi saate katlanmasýna yarýyordu. Onun, her gün
her þeye yeni baþtan baþlamasýna yarýyordu. Bundan böyle yalnýzca bu kadarlýk bir
yüreði vardý. Bu yürek nasýl olur da yaþam verebilirdi?
Hayýr, gün boyu daðýttýðý yardým deðil, bilgiydi. Böyle bir þey insanlýk mesleði diye
adlandýrýlamazdý tabii ki. Ama, her þey bir yana, korku içinde ve hastalýðýn kýrýp
geçirdiði bu insanlar arasýnda kimin insanlýk mesleðini yapmasýna izin verilmiþti ki?
Ýyi ki yorgunluk vardý. Rieux daha az yorgun olsa, kentte her yere yayýlmýþ þu ölüm
kokusu onu duygusallýða itebilirdi. Ama insan yalnýzca dört saat uyku uyursa duygusal
olamaz. Olaylarý olduðu gibi görür, yani adaletin, o iðrenç ve gülünç adaletin gözüyle
görür. Ötekilerse, mahkûm olanlar, onlar da bunu hissediyorlardý. Vebadan önce onu bir
kurtarýcý gibi görmüþlerdi. Üç hap ve bir þýrýngayla her þeyi düzeltecekti; koridorlar
boyunca onun yanýnda yürürken kolunu sýkýca tutuyorlardý. Bu, insaný þýmartan bir
þeydi, ama tehlikeliydi de. Þimdiyse, tersine, yanýnda askerlerle onlarýn karþýsýna
çýkýyordu ve ailenin kapýyý açmaya karar vermesi için dipçik darbeleri gerekiyordu.
Onu da, tüm insanlýðý da yanlarýnda ölüme sürüklemek isterlerdi. Ah! Ýnsanýn
insandan vazgeçemediði nasýl da doðruydu; onun da þu talihsiz insanlar kadar çaresiz
olduðu ve yanlarýndan ayrýlýrken içini titre-
174
ti.
ti.
O sonu gelmez haftalar boyunca, kendi ayrýlýk duru-muyla ilgili düþündüklerinin yaný
sýra, Doktor Rieux'nün aklýný karýþtýran düþünceler iþte en azýndan bunlardý. Bir de
arkadaþlarýnýn yüzünde okuduðu düþünceler. Ama bu felakete karþý savaþanlarý yavaþ
yavaþ ele geçiren yýpranmanýn en tehlikeli etkisi, dýþ olaylara karþý kayýtsýzlýk
duymalarý deðil, kendilerini bir boþ vermiþliðe býrakmalarýydý. Çünkü hepsi kesinlikle
zorunlu olan ve onlara hep güçlerinin üzerinde gibi gelen eylemlerden kaçýnma eðilimi
taþýyordu. Böylece insanlar kendi önerdikleri saðlýk koþullarýný giderek daha fazla
ihmal etmeye, kendi kendilerine uygulamalarý gereken çok sayýda mikrop öldürücü
iþlemden bazýlarýný unutmaya baþladýlar; akciðer vebasýna yakalanmýþ hastalarýn
yanýna bazen hiç önlem almaksýzýn koþuyorlardý, çünkü mikrop bulaþmýþ evlere
gitmeleri gerektiði son anda kendilerine bildirildiðinden, gereken temizlik iþlemleri için
herhangi bir yere geri dönmek onlara daha baþýndan yorucu görünüyordu. Ýþte, gerçek
tehlike buradaydý, çünkü vebaya karþý olan bu mücadele onlarý vebaya karþý daha
dirençsiz hale getiriyordu. Sonuçta rastlantýyla oyun oynuyorlardý, ama rastlantý
kimseye ait deðildi.
Yine de kentte rahatlýk duygusunun canlý görüntüsü olarak beliren bir adam vardý, ne
yorgunluktan tükenmiþ, ne de cesaretini yitirmiþti. Cottard'dý bu. Bir kenarda kalmayý
sürdürüyor, bir yandan da ötekilerle iliþkilerini yürütüyordu. Ancak Tarrou'nun iþi el
verdiðince onu görmeye geliyordu, çünkü Tarrou bir yandan onun durumunu iyi
biliyordu, öte yandan da, bu küçük rant sahibine deðiþmez bir içtenlikle davranýyordu.
Bu sonsuz bir mucizeydi, ama çok çalýþmasýna karþýn Tarrou hep iyilik dolu ve özenli
davranýyordu. Hatta bazý geceler yorgunluðun aðýrlýðý altýnda ezilse bile ertesi gün
yeni bir enerji buluyordu. "Onunla konuþulabilir," demiþti Cottard, Ram-bert'e, "çünkü o
bir insan. Sizi hep anlýyor." Ýþte bu ne-
toplayamaz, bunu fark ettiniz mi?' dedi bana. 'Varsayalým sizin aðýr ya da tedavi
edilemez bir hastalýðýnýz, ciddi bir kanser ya da sýký bir vereminiz var, asla vebaya ya
da tifüse yakalanamazsýnýz, bu olanaksýz. Kaldý ki, bunun daha da ötesi var, çünkü bir
kanserlinin araba kazasýndan öldüðünü hiç görmemiþsinizdir.' Doðru ya da yanlýþ, bu
fikir Cottard'ýn keyfini yerine getiriyor, istemediði tek þey baþkalarýndan ayrý olmak.
Tek baþýna tutsak olmamaktansa herkesle birlikte kuþatma altýnda olmayý yeðliyor.
Veba varken, gizli soruþturmalar, dosyalar, fiþler ya da eli kulaðýnda tutuklamalar yoktu
artýk. Açýkçasý, artýk polis yoktu, artýk eski ya da yeni cinayet yoktu, artýk suçlu yoktu;
yalnýzca Tanrý lütuflarýnýn en keyfi olanýný bekleyen mahkûmlar vardý, bir de onlarýn
arasýndaki polisler." Böylece Cottard, yine Tarrou'nun yorumuna göre, yurttaþlarýmýzýn
gösterdiði acý ve þaþkýnlýk belirtileri-
176
ni þu türden hoþgörülü ve anlayýþlý bir rahatlýk içinde ele almakta haklýydý: 'Siz
konuþup durun, ben sizden önce
bunlarý yaþadým.'
"Baþkalarýndan ayrýlmamanýn tek yolu her þeyden öte, iyi bir bilince sahip olmaktýr,
dedim ama boþuna, bana kötü kötü baktý ve þöyle dedi: 'O zaman, bu hesaba göre, kimse
kimsenin yanýnda deðildir.' Sonra: 'Haydi, ben böyle söylüyorum. Ýnsanlarý bir araya
getirmenin tek yolu onlara veba yollamaktýr. Þöyle bir bakýn çevrenize.' Ve gerçekte, ne
söylemek istediðini ve þimdiki yaþantýnýn ona ne kadar rahat gelebileceðini tam olarak
anlayamýyorum. O zaman, nasýl olur da bir zamanlar kendi gösterdiði tepkileri
görmezden gelebilir; her kiþinin herkesi yanýnda tutma giriþimini; yolunu þaþýrmýþ bir
kiþiye bazen yardým etme zorunluluðu ve eskiden ona gösterilen kabalýðý; insanlarýn
lüks lokantalara koþuþturmalarýný, orada bulunmaktan ve orada oyalanmaktan
duyduklarý doygunluk duygusunu; her gün sinemada kuyruða giren, tüm gösteri
salonlarýný hatta dans salonlarýný dolduran, halka açýk her yere kabarmýþ deli bir dalga
gibi yayýlan o daðýnýk kalabalýðý; her tür temasta geri kaçmayý, yine de dirsek dirseðe
insanlarý, cinsleri birbirine iten 'o insan sýcaklýðýna duyulan açlýðý? Cottard onlardan
önce bunlarý yaþadý, orasý kesin. Kadýnlar dýþýnda, çünkü o suratla... Üstelik kendini
sokak kadýnlarýna gitmeye hazýr hissettiðinde bunu yapmaktan vazgeçtiðini sanýyorum,
çünkü böyle uygunsuz bir davranýþýn sonradan kendisine zarar vereceðini düþünmüþ
olabilir.
"Sonuç olarak veba ona iyi geldi. Yalnýz ve yalnýzlýðý istemeyen bir adamken onu
kendine suç ortaðý yapmýþtý. Çünkü gözle görünür biçimde o bir suç ortaðý ve bunun
keyfini çýkaran bir ortak. Gördüðü her þeye suç ortaklýðý ediyordu: Boþ inançlara, boþ
korkulara, þu diken üstünde yaþayan ruhlarýn alýnganlýklarýna; onlarýn vebadan
olabildiðince az söz etme saplantýsýna ve buna karþý koyamayýþ-larýna; hastalýðýn baþ
aðrýlarýyla baþladýðýný öðrendiklerinden beri en ufak bir baþ aðrýsýnda dehþetle
þaþkýnlýða düþ-
Akþamlarý Tarrou'nun sýk sýk Cottard'la çýktýðý oluyordu. Sonra not defterlerinde,
günbatýmlarýnýn ya da gecelerin o karanlýk kalabalýðýna, lambalarýn ara ara seyrek
parýltýlarla aydýnlattýðý beyaz ve kara bir kütlenin içine, omuz omuza vererek nasýl
daldýklarýný ve insanlarýn sürü halinde, vebanýn soðukluðuna yakalanmamak için uzak
durmalarý gereken sýcak zevklere kendilerinin de eþlik etmelerini anlatýyordu. Birkaç ay
önce, Cottard'ýn halka açýk yerlerde aradýðý lüks ve rahat yaþam, bir doygunluða
ulaþmaksýzýn düþlediði, yani sýnýrsýz keyif, iþte tüm bir halk þimdi bunlara
kapýlýyordu. Tüm bunlarýn fiyatý karþý konmaz biçimde artadursun, asla böylesine para
boþa harcanmamýþ, çoðunluðun en gerekli þeyleri bulamadýðý bir sýrada gereksiz
þeyler asla böylesine saçýlýp savrulmamýþtý. Her tür oyunun aylaklýðý çaðrýþtýrýr
biçimde çoðaldýðý görülüyordu, aslýnda aylaklýk gibi görünen þey iþsizlikten baþka bir
þey deðildi. Eskiden aralarýndaki baðý gizli tutmaya özen gösteren, þimdiyse,
çevrelerindeki kalabalýðý gör-meksizin, büyük tutkulara özgü o deðiþmez
umursamazlýkla, birbirlerine sýmsýký sarýlmýþ, baþka hiçbir þey düþünmeden kentin
içinde yürüyen þu çiftlerden birini Tarrou ve Cottard bazen dakikalarca izliyorlardý.
Cottard duygulanýyordu: "Ah þu neþeli insanlar!" diyordu. Ve yüksek sesle
konuþuyordu, topluca yaþanan bu hummanýn ortasýnda, çevrelerinde þýngýr þýngýr
öten krallara layýk bahþiþlerin ve gözleri önünde çevrilen entrikalarýn ortasýnda Cottard
açýldýkça açýlýyordu.
178
rou. Örneðin, elinden gelse tüm bunlarýn o kadar da korkunç olmadýðýný onlara seve
seve anlatabilirdi: "Onlarý duyuyorsunuz., dedi bana: Vebadan sonra bunu yapacaðým,
þunu yapacaðým... Sakin duracaklarý yerde varoluþlarým zehirliyorlar. Ve ellerindeki
avantajlarýn farkýnda deðiller. Acaba ben, tutuklanmamdan sonra þunu yapacaðým,
diyebilir miydim? Tutuklanma bir baþlangýçtýr, bir son deðil. Oysa veba... Ne
düþündüðümü bilmek ister misiniz? Onlar talihsiz, çünkü kendilerini olaylarýn akýþýna
býrakmýyorlar. Ve ben ne dediðimi biliyorum."
Tüm ilk perde boyunca Orpheus zorlanmadan yakýndý durdu, tunikli birkaç kadýn onun
talihsizliðini incelikle yorumladý ve ariettalarla aþkýn þarkýsý söylendi. Salon ölçülü bir
sýcaklýkla karþýlýk verdi, ikinci perdede Orpheus'un, oyunda yer almayan titremeli bir
tonu þarkýsýna katmasý ve Cehennemin efendisine gözyaþlarýna kayýtsýz kalmamasý
için yalvarmasý pek de fark edilmedi. Elinde olmadan yaptýðý bazý ani hareketler
uyanýk izleyicilere sanatçýnýn yorumuna kattýðý bir üslup özelliði gibi geldi.
180
Salonda belli bir þaþkýnlýk havasýnýn esmesi için, üçüncü perdedeki Orpheus'la
Eurydice'nin o ünlü düeti gerekti (Euridice'nin sevgilisinden kaçtý an). Ve sanki
Orpheus'u oynayan sanatçý halktan yalnýzca bu tepkiyi bekliyormuþ ve sanki parterden
gelen uðultu onun hissettiklerini doðru-luyormuþ gibi, antik kostümü içinde kollarýyla
bacaklarýný açarak gülünç bir biçimde sahnedeki rampayý çýkmak ve dekordaki çoban
yaþantýsýna iliþkin ayrýntýlarýn ortasýnda yere yýðýlmak için bu âný seçti, baþtan beri
oyunun geçtiði dönemi yansýtmayan o dekor parçalarý ilk kez izleyicinin gözünde, ilk
kez ve korkunç bir biçimde, o tarihe aykýrý niteliðine bürünüverdi. Çünkü ayný anda
orkestra sustu, parterdeki izleyiciler aðýr aðýr yerlerinden kalkmaya ve salonu
boþaltmaya baþladýlar, önceleri bir cenaze duasýndan sonra kiliseden ya da bir ölü
odasýndan çýkar gibi sessizce çýkýyorlardý, çýkarken baþlarýný eðmiþ kadýnlar
eteklerini topluyor, erkeklerse katlanýr koltuklarýn eþlerine çarpmasýný engellemek için
onlarý dirseklerinden tutarak eþlik ediyorlardý. Ama yavaþ yavaþ hareket hýzlandý,
fýsýltýlar haykýrýþlara dönüþtü ve kalabalýk çýkýþlara koþmaya ve son olarak, çýkýþta
baðýra çaðýra kapýya doðru itiþip kakýþmaya baþladý. Yalnýzca yerlerinden kalkmýþ
olan Cottard ve Tar-rou, bir zamanlar kendilerinin de yaþadýklarý bir görüntü
karþýsýnda yapayalnýz duruyorlardý: Sahne üzerinde, her yana eðilip bükülen kötü bir
oyuncu görünümüne bürünmüþ veba; salondaysa kýrmýzý koltuklarýn üzerinde
unutulmuþ yelpazeler ve dantel parçalarýnýn yansýttýðý, artýk gereksiz olmuþ bir lüks.
181Eylül ayýnýn ilk günlerinde Rambert ciddi ciddi Rieux'nün yanýnda çalýþmýþtý.
Erkek lisesinin önünde Gonzales ve iki gençle buluþacaðý gün izin istemiþti yalnýz-
ca.
O gün öðlen on ikide Gonzales ve gazeteci iki çocuðun gülerek geldiklerini gördü.
Geçen sefer bir talihsizlik olduðunu, ama böyle bir þeyi beklediklerini söylediler. O hafta
nöbet sýrasý kendilerinde deðildi zaten. Gelecek haftaya kadar sabretmek gerekiyordu. O
zaman yeniden iþe baþlayacaklardý. Rambert bu sözün doðru olduðunu söyledi. Böylece
Gonzales gelecek pazartesi buluþmalarýný önerdi. Ama bu kez Rambert'i MarcePle
Louis'nin evine yerleþtireceklerdi: "Seninle bir buluþma saati saptayacaðýz. Eðer ben
yoksam, sen doðrudan onlarýn evine gideceksin. Onlarýn nerede oturduklarýný sana
anlatacaðýz." Ama o sýrada Marcel, ya da Louis, dostlarýný þimdi oraya götürmenin en
iyisi olacaðýný söyledi. Eðer fazla müþkülpesent deðilse, dört kiþilik yemekleri vardý.
Böylece durumu görebilecekti. Gonzales bunun iyi bir fikir olduðunu söyledi ve limana
doðru indiler.
Marcel ve Louis, Marina Mahallesinin bir ucunda, kentin sahile açýlan kapýlarýna yakýn
bir yerde oturuyorlardý. Kalýn duvarlý, boyalý ahþaptan kepenkleri, çýplak ve güneþsiz
odalarý olan küçük bir Ýspanyol eviydi. Pilav vardý, çocuklarýn annesi servis
yapýyordu, güler yüzlü ve yüzü kýrýþýklarla dolu yaþlý bir Ýspanyoldu. Gonzales
þaþýrdý, çünkü kentte pirinç bulunmuyordu. "Kent kapýlarýnda bu iþleri ayarlýyoruz,"
dedi Marcel. Rambert yiyip içiyordu, Gonzales onun gerçek bir dost olduðunu söylerken
gazete-
182
sayýsýný azaltmak için nöbet sýrasý iki haftaya çýkarýldý. Ve on beþ gün boyunca
Rambert ayrýlýrken Rieux birden: Mösyö Othon bana sabah sizden söz etti, dedi
Rieux. Sizi tanýyýp tanýmadýðýmý sordu. "Kaçakçýlarýn bulunduðu yerlere sýk sýk
gitmemesini öðütleyin, dedi bana. Uyarýda bulundu."
Ne demek bu?
Kapýda birden geri döndü. Rieux onun vebanýn baþlangýcýndan beri ilk kez
gülümsediðini gördü.
Rýeux'nün ise ona karþý ileri sürecek savlarý olmadýðýný söyledi. Bu konuda neyin iyi,
neyin kötü olduðuna karar veremeyeceðini söyledi.
Ertesi gün, baþka bir þeyden artýk söz etmediler, ancak birlikte çalýþtýlar. Ertesi hafta,
Rambert küçük Ýspanyol evine yerleþmiþti. Ortak oturma odasýnda ona bir yatak
yapmýþlardý. Gençler yemeðe dönmediklerinden ve ondan evden olabildiðince az
çýkmasýný rica ettiklerinden çoðunlukla orada tek baþýna yaþýyor, ya da yaþlý anneyle
sohbet ediyordu. Kuru ve hareketli bir kadýndý, siyahlar giyiyordu, tertemiz beyaz
saçlarýnýn altýnda esmer ve kýrýþ kýrýþ bir yüzü vardý. Sessiz sedasýz duruyor,
Bazen ona, karýsýna veba taþýmaktan korkup korkmadýðýný soruyordu. O ise bunun,
ufacýk bile olsa denenmesi gereken bir þans olduðunu, oysa kentte kalmakla ikisinin de
sonsuza kadar ayrý kalma riskini göze aldýklarýný söylüyordu.
- Çok kibar.
- Güzel mi?
Sanýyorum.
Tanrýya inanmýyor musunuz? diyordu her sabah ayine giden yaþlý kadýn.
184
nedenle, dedi,
ne kalýr?
Çarþamba günü Marcel, "Yarýn akþam, gece yarýsý. Hazýr ol!" diyerek döndü. Onlarla
birlikte nöbet tutan iki adamdan birisi vebaya yakalanmýþ ve onunla ayný odayý
paylaþan ötekisi gözlem altýna alýnmýþtý. Böylece iki üç gün Marcel ve Louis yalnýz
kalacaklardý. Gece boyunca son ayrýntýlarý yoluna koyacaklardý. Ertesi gün iþ
hallolabi-lecekti. Rambert teþekkür etti. "Memnun musunuz?" diye sordu yaþlý kadýn.
Memnun olduðunu düþündü, ama baþka
Ertesi gün, aðýr bir göðün altýnda nemli ve boðucu bir sýcak vardý. Vebayla ilgili
haberler kötüydü. Yine de yaþlý Ýspanyol kadýn soðukkanlýlýðýný koruyordu.
"Dünyada günah var," diyordu. "O zaman, böyle olur iþte!" Marcel ve Louis gibi
Rambert'in de üstü çýplaktý. Ama ne yaparsa yapsýn, omuzlarýnýn arasýndan ve
göðsünden ter akýyordu. Kepenkleri kapalý evin yarý gölgesinde esmer ve parlak erkek
gövdeleri görülüyordu. Rambert konuþmadan dört dönüyordu. Birden, akþamüstü saat
dörtte giyindi ve dýþarý
çýkacaðýný söyledi.
þey yolunda.
Rambert doktorun evine gitti. Rieux'nün annesi, onu kentin yukarý bölgesindeki
hastanede bulacaðýný söyledi. Nöbetçi birliðinin önünde ayný kalabalýk dönüp duruyor-
185du. "Daðýlýn!" diyordu patlak gözlü bir çavuþ. Ötekiler de daðýlýyordu, ama daireyi
bozmadan. "Bekleyecek hiçbir þey yok," diyordu ceketinden ter fýþkýran çavuþ. Ötekiler
de bu düþüncedeydi, ama öldürücü sýcaða karþýn yine de bir yere ayrýlmýyorlardý.
Rambert geçiþ belgesini çavuþa gösterdi, o da Tar-rou'nun bürosunu iþaret etti. Büronun
kapýsý avluya bakýyordu. Bürodan çýkan Rahip Paneloux'yla karþýlaþtý.
ilaç ve ýslak çarþaf kokan, küçük, beyaz, pis bir odada Tarrou siyah ahþap çalýþma
masasýnýn baþýnda, gömleðinin kollarýný sývamýþ, bir mendille dirseðinin içinde
birikmiþ teri kuruluyordu.
- Niçin?
Güzel fiþler, deðil mi? Yoo, bunlar gece ölenler. Alný çukurlaþmýþtý. Fiþ tomarýný
topladý.
Artýk yapabildiðimiz tek þey var, kayýt tutmak. Tarrou masadan destek alarak ayaða
kalktý.
186
Özür dilerim.
- Sorun bu deðil, dedi Rambert sýkýntýyla. Ve durdu. Tarrou ona baktý ve birdenbire
ona gülümsedi.
Bir akvaryum ýþýðýnýn yayýldýðý, açýk yeþile boyanmýþ duvarlý küçük koridoru
izlediler. Gerisinde tuhaf hareketler eden karaltýlarýn seçildiði camlý kapýya gelmeden
tam önce Tarrou Rambert'ý tüm duvarlarý dolaplarla kaplý, küçük bir odaya soktu.
Dolaplardan birini açtý, bir steriliza-törden iki gazlý bezli maske çýkardý, birini Rambert'
e uzattý ve aðzýný örtmesini istedi. Gazeteci bunun bir iþe yarayýp yaramadýðýný sordu,
Tarrou iþe yaramadýðýný ancak baþkalarýna güven verdiðini söyledi.
Camlý kapýyý ittiler. Mevsime karþýn pencereleri sýmsýký kapalý, geniþ bir koðuþtu.
Duvarlarýn tepesinde, havayý tazeleyen aletler výnlýyordu, eðik pervaneler iki sýra
halinde dizili gri yataklarýn üzerinde basýk ve iyice sýcak havayý karýþtýrýyordu. Her
taraftan boðuk ve tiz iniltiler tekdüze bir sýzlanma halinde yükseliyordu. Beyazlar giymiþ
insanlar parmaklýklarla çevrili yüksek pencerelerden dökülen acýmasýz ýþýðýn içinde
aðýr aðýr hareket ediyorlardý. Rambert koðuþun korkunç sýcaðýnda kendini rahatsýz
hissetti ve inleyen bir karaltýnýn üzerine eðilmiþ Rieux'yü tanýmakta güçlük çekti.
Doktor yataðýn yanýnda iki hastabakýcýnýn, kollarýndan ve bacaklarýndan tuttuðu
hastanýn kasýklarýný yarýyordu. Doðrulduðunda bir yardýmcýnýn ona uzattýðý tasa
Tarrou gidiþin bu akþam gece yarýsý olacaðýný söyledi Rambert de ekledi: "Ýlkece."
Aralarýndan biri her konuþtuðunda gazlý bezden maske þiþiyor ve aðýz bölgesinde
ýslanýyordu. Bu, söyleþiyi biraz geçekdýþý kýlýyordu, sanki heykellerin diyalogu gibi.
Bir süre sonra Rambert ve Rieux doktorun arabasýnýn arka koltuðunda oturuyorlardý.
Arabayý Tarrou sürüyordu.
Tarrou ses çýkarmadý. Arabayý sürüyordu. Rieux yorgunluktan sýyrýlacak gibi deðildi.
Evet, dedi Rambert, ama tek baþýna mutlu olmakta utanýlacak bir yan vardýr.
188
O âna kadar susmuþ olan Tarrou baþýný onlara çevirmeden, eðer Rambert insanlarýn
mutsuzluðunu paylaþmak istiyorsa, artýk mutluluða zaman bulamayacaðýna dikkati
çekti. Bir seçim yapmak gerekiyordu.
Sorun bu deðil, dedi Rambert. Her zaman bu kentin yabancýsý olduðumu ve sizlerle
yapabileceðim hiçbir þeyin olmadýðýný düþündüm. Ama þimdi göreceðimi gördüm,
buralý olduðumu biliyorum, istesem de istemesem de. Bu olay hepimizi ilgilendiriyor.
gibi oldu.
Siz zaten bunu biliyorsunuz! Yoksa þu hastanede ne yapardýnýz? Peki siz seçim mi
yaptýnýz, mutluluðu mu
reddettiniz?
sessizlik oldu, doktorun evine yaklaþana deðin sürdü. Ve Rambert yine son sorusunu,
daha da güçlü bir biçimde sordu. Ve yalnýzca Rieux ona doðru döndü. Bir çabayla
yerinde doðruldu:
Arabanýn birden yön deðiþtirmesiyle sustular. Sonra önüne bakarak yeniden sözü
sürdürdü:
Oldu iþte, hepsi bu, dedi bezginlikle. Kayda geçirelim ve sonuçlar çýkaralým.
Sizi görmeye gelmeden önce bir not yollamýþtým, dedi bir gayretle.
190
Ekim ayýnýn ancak son günlerinde Castel'in serumu denendi. Pratikte bu, Rýeux'nün son
umuduydu. Rieux yeni bir baþarýsýzlýðýn kenti hastalýðýn kaprislerine teslim edeceðine
inanýyordu, ya salgýn daha aylarca etkisini sürdürecek, ya da bir neden olmaksýzýn
duracaktý.
Castel'in Rieux'yü ziyarete gelmesinden bir gün önce Mösyö Othon'un oðlu hastalanmýþ
ve tüm aile karantinaya alýnmak zorunda kalmýþtý. Kýsa bir süre önce karantinadan
çýkmýþ olan anne böylece ikinci kez tecrit ediliyordu. Saptanan kurallara saygýlý olan
yargýç çocuðun vücudunda hastalýk belirtileri görür görmez Doktor Rieux'yü
çaðýrmýþtý. Rieux geldiðinde babayla anne yataðýn ayakucunda ayakta duruyorlardý.
Küçük kýz uzaklaþtýrýlmýþtý. Çocuk umutsuz durumdaydý, muayeneye ses çýkarmadý.
Doktor baþýný kaldýrdýðýnda, yargýcýn gerisinde duran, aðzýný mendille kapatmýþ ve
açýlmýþ'gözlerle doktorun hareketlerini izleyen annenin solgun yüzü ve yargýcýn
bakýþýyla karþýlaþtý.
Evet, diye yanýtladý Rieux yeniden çocuða bakarak. Annenin gözleri büyüdü, ancak
suskunluðunu bozmuyordu. Yargýç da susuyordu, sonra daha alçak bir sesle:
edebilirsem.
tým.
Onlardan ayrýlmadan önce, Rieux bir þeye gereksinimleri olup olmadýðýný sormaktan
kendini alamadý. Kadýn sessizliðim bozmadan ona bakýyordu. Ancak bu kez yargýç
bakýþlarýný kaçýrdý.
rýn.
Baþlangýçta basit bir formaliteden baþka bir þey olmayan karantinayý Rieux ve Rambert
son derece ciddi bir biçimde yürütüyordu. Özellikle de bir ailenin üyelerinin
birbirlerinden ayrý olarak tecrit edilmesine özen gösteriyorlardý. Eðer ailenin bir üyesi
bilmeden mikrop kapmýþ-sa, hastalýðýn yayýlma olasýlýðýný artýrmamak gerekiyordu.
Rieux bu gerekçeleri yargýca anlattý, o da bunlarý doðru buldu. Öte yandan, karýsýyla
birbirlerine öyle bir bakýyorlardý ki, doktor bu ayrýlýðýn onlarý ne derece zorda
býraktýðýný hissetti. Madam Othon ve küçük kýzý, Rambert'in yönettiði karantinaya
ayrýlan otele yerleþtirilebildiler. Ama karayollarýnýn saðladýðý çadýrlar sayesinde
valiliðin belediye statýnda kurmakta olduðu tecrit kampý dýþýnda sorgu yargýcýna yer
yoktu. Rieux bu durumdan ötürü özür dileri ama Mösyö Othon herkes için tek bir kuralýn
geçerli olduðunu ve buna uymanýn doðru olacaðýný söyledi.
Çocuða gelince, ek hastaneye, on tane yataðýn yerleþtirildiði eski bir sýnýfa götürüldü.
Yirmi saat kadar sonra Rieux durumunun umutsuz olduðu sonucuna vardý. Enfeksiyon
hiç tepki göstermeyen küçük bedeni kemirýyor-du. Yeni yeni beliren küçücük aðrýlý
hýyarcýklar çocuðun güçsüz kol ve bacak eklemlerinin kýmýldamasýný engelliyordu.
Þimdiden yenik durumdaydý. Bu nedenle Rie-ux'nün aklýna Castel'in serumunu çocukta
deneme fikri geldi. O akþam yemekten sonra ilk aþýyý yaptýlar, çocuk-
192
tan hiçbir tepki gelmedi. Gün aðarýrken, ertesi gün hepsi bu önemli deneyin sonucunu
deðerlendirmek üzere çocuðun yanýna koþtular.
birþeyler biliyorlardý. Tek söz etmeden Rieux ona çocuðu gösterdi; darmadaðýn olmuþ
yüzü, kapalý gözleri, sýmsýký kenetlenmiþ diþleri, hareketsiz bedeniyle yüz takýlmamýþ
yastýðýn üzerinde baþýný saða sola çevirip duruyordu. Sonunda, sýnýfýn dibinde duran
yerinden kýmýldatýlmamýþ karatahtanýn üzerindeki eski denklem izleri seçilecek denli
gün aðarýnca Rambert geldi. Komþu yataðýn ayakucuna yaslandý ve bir paket sigara
çýkardý. Ama çocuða bir kez bakýnca paketi yeniden cebine koydu.
bakýyordu.
Doktor çocuðun inlediði yataðýn kenarýný güçlü bir biçimde sýkýyordu. Küçük
hastadan gözlerini ayýrmýyordu, ansýzýn çocuk kaskatý kesildi, diþleri yeniden
kenetlendi, vücudu biraz belden büküldü, aðýr aðýr kol ve bacaklarý iki yana açýldý.
Asker battaniyesi altýndaki küçük beden-
Tam o sýrada sanki karnýndan ýsýrýlmýþ gibi, ince bir inlemeyle çocuk yeniden iki
büklüm oluyordu. Saniyeler boyunca, nöbet titremeleri ve ürpermelerle böyle iki büklüm
kaldý, sanki zayýf gövdesi vebanýn korkunç rüzgârý altýnda bükülüyor ve ateþin
yinelenen nefesi altýnda kýrýlýp dökülüyordu. Fýrtýna geçince, biraz gevþedi, ateþi
düþer gibi oldu, dinlenmenin ölümü andýrdýðý ýslak ve zehirli bir kumsalda soluk
soluðaydý. Üçüncü kez ateþ dalgasý çocuðu sarýp onu doðrultuyordu, o sýrada cayýr
cayýr yakan korkunç alev onu yataðýn dibine doðru itti , çocuk çýlgýn gibi baþýný saða
sola çeviriyor, üstündeki örtüyü atýyordu. Alev alev gözkapaklarýndan kocaman
gözyaþlarý fýþkýrarak, kireç gibi beyaz yüzüne akmaya baþladý, krizin sonunda bitkin
bir halde, çocuk bir deri bir kemik kalmýþ bacaklarýyla kýrk sekiz saatte etleri erimiþ
kollarýný büzüþtürdü ve darmadaðýn yataðýn içinde çarmýha gerilmiþ gibi gülünç ve
acýklý bir durumda kaldý.
Tarrou eðilerek iri eliyle çocuðun yüzünde biriken teri ve gözyaþlarýný sildi. Bir süredir
Castel kitabýný kapatmýþtý ve hastayý izliyordu. Bir tümceye baþladý, ama sonunu
getirmek için öksürmek zorunda kaldý, çünkü sesi birden çatallaþmýþtý:
194
Odada ýþýk artýyordu. Öteki beþ yatakta karaltýlar sanki tasarlanmýþçasýna ölçülü
biçimde kýpýrdanýyor ve inliyordu. Odanýn öteki ucunda, tek baðýran hasta düzenli
aralýklarla acýdan çok þaþkýnlýðý dýþa vuran çýðlýklar atýyordu. Sanki hastalar için
bile baþlangýçtaki korku artýk azalmýþtý. Þimdi hastalýðý kabullenirken bir tür rýza
gösteriyorlardý. Yalnýz çocuk tüm gücüyle savaþýyordu. Arada sýrada Rieux onun
nabzýný tutuyordu, aslýnda buna gerek yoktu, daha çok içinde bulunduðu bu
çaresizlikten kurtulmak içindi; gözlerini kapayýnca bu çýrpýnýþýn kendi kanýnýn
gümbürtüsüne karýþtýðýný hissediyordu. O zaman iþkence altýndaki çocukla bir oluyor
ve saf olan tüm gücüyle ona destek olmaya çalýþýyordu. Ancak, yürekleri bir
dakikalýðýna buluþsa da, ayrý ayrý atýyordu, çocuðu elinden kaçýrý-yordu ve çabasý
boþluða gömülüyordu. O zaman çocuðun incecik bileðini býrakýyor ve yerine
dönüyordu.
195ahenksiz bir itiraz sesi ansýzýn odayý doldurdu; çýðlýk öylesine insansý olmaktan
uzaktý ki sanki tüm insanlardan geliyor gibiydi. Rieux diþlerini sýkýyordu, Tarrou
arkasýný döndü. Rambert yataða, dizleri üzerinde açýk kalmýþ kitabýný kapatan
Castel'in yanýna yaklaþtý. Paneloux hastalýðýn kirlettiði, tüm çaðlara ait o çýðlýkla dolu
þu çocuksu aðza baktý. Ve kendini býrakarak dizleri üzerine çöktü; herkes onun biraz
boðuk, ama durmak bilmeyen o çoðul yakarýþýn gerisinde belirgin bir biçimde yükselen
bir sesle "Tanrým, kurtar þu çocuðu!" demesini doðal karþýladý.
bastýrdý; yataðýn ucuna yapýþmýþ duran Rieux yorgunluk ve tiksintiden baþý dönmüþ
halde gözlerini kapadý.
Gözlerini açtýðýnda yanýnda Tarrou'yu buldu. - Gitmem gerek, dedi Rieux. Bunlara
artýk dayanamýyorum.
Ama birden öteki hastalar sustu. O zaman doktor çocuðun çýðlýðýnýn hafiflediðini fark
etti, hafifledi ve durdu. Etrafta öteki inlemeler sürüyordu, ama daha sessiz biçimde ve
henüz sona eren þu mücadelenin uzaktan gelen bir yankýsý gibiydi. Çünkü mücadele
sona ermiþti artýk. Castel yataðýn öteki tarafýna geçmiþti; artýk bitti, dedi. Aðzý açýk
ama artýk ses çýkarmayan çocuk darmadaðýn olmuþ örtülerin ortasýnda ansýzýn
ufalmýþ, yüzünde gözyaþlarý izleriyle uzanýyordu.
Paneloux yataða yaklaþtý ve çocuðu kutsadý. Sonra eteklerini topladý ve ana giriþten
çýktý.
196
Ama Rieux odadan ayrýlmýþtý bile, öyle hýzlý adýmlarla ve öyle bir tavýrla çýkmýþtý
ki, Paneloux'nun yanýndan geçerken rahip onu tutmak için kolunu uzattý. - Haydi doktor,
dedi.
soluklanýyordu.
Niye benimle böyle öfkeli konuþtunuz? dedi arkasýnda bir ses. Benim için de bu
görüntü dayanýlmazdý.
Doðru, dedi. Beni affedin. Ama yorgunluk bir delilik. Ýçimdeki isyandan hiçbir þey
hissetmediðim saatler var
bu kentte.
Hayýr peder, dedi. Sevgi deyince baþka bir þey anlýyorum ben. Ve ölünceye kadar
çocuklarýn iþkenceden geçtiði þu yaradýlýþý reddedeceðim.
197 Ah doktor! dedi üzüntüyle, Tanrýnýn lütfü denilen þeyi þimdi anladým.
Ama Rieux yeniden kendini banka býrakmýþtý. Yeniden onu saran yorgunluðun
derininden gelen, daha yumuþak bir sesle yanýtladý:
Ýþte bende bu yok, biliyorum. Ama bunu sizinle tartýþamam. Bizi lanetlerin ve
dualarýn ötesinde bir araya J getiren bir þey uðruna çalýþýyoruz. Yalnýzca bu önemli.
Ýnsanýn selameti benim için fazla iddialý bir laf. O kadar uzaða gitmiyorum ben.
Beni ilgilendiren onun saðlýðý, öncelikle saðlýðý.
. Paneloux duraksadý.
Doktor, dedi.
Bir kez daha özür dilerim, dedi. Bir daha böyle bir parlama olmayacak.
Ne fark eder? dedi Rieux. Benim nefret ettiðim, ölüm ve kötülük; bunu iyi
biliyorsunuz. Ve siz isteseniz " de istemeseniz de, bunlara katlanmak ve bunlarla savaþ-
mak için birlikteyiz.
Görüyor musunuz, dedi gözlerini kaçýrarak, Tanrý bile þimdi bizi ayýramaz.
198
söyledi.
Deli gibi rüzgârýn estiði bir gün rahip ikinci vaazýný verdi. Doðruyu söylemek
gerekirse, dinleyici topluluðu ilk vaaza oranla daha azdý. Bunun nedeni de artýk bu tür
olaylarýn yurttaþlarýmýzýn gözünde bir yenilik olmaktan çýkmasý, çekiciliðini
yitirmesiydi. Kentin geçirdiði bu güç dönemin koþullarýnda 'yenilik' sözcüðü bile
anlamýný yitirmiþti. Zaten insanlarýn çoðu tümüyle dinsel görevlerini býrakmasa ya da
bu görevleri iyice ahlaksýz bir özel yaþamla rastlaþtýrmasa da, sýradan dinsel edimlerin
yerine pek mantýða uymayan boþ inançlarý getirmiþlerdi. Ayine git-
200
baþvuruluyor ve karþýlýðý alýnýyordu. Zaten tüm kehanetlerin ortak yaný olarak beliren
þey, sonuçta bunlarýn rahatlatýcý olmasýydý. Yalnýzca vebaydý rahatlatmayan.
Yine de sesi yavaþ yavaþ yükseldi. Bize aylardýr vebanýn aramýzda olduðunu
anýmsattý ve soframýza ya da sevdiklerimizin baþucuna defalarca oturmuþ olduðundan,
yaný baþýmýzda yürüdüðünden ve iþ dönüþünde yolumuzu gözlediðinden, þimdi onu
daha iyi tanýyorduk. Ýlk þaþkýnlýðýn etkisiyle daha önce belki de iyi dinlemediðimiz,
ama onun býkýp usanmadan bize söylediði þeyi þimdi daha iyi kavrayabilirdik. Ayný
yerde Rahip Paneloux'nun vaazýnda söylediði þey böylece doðru olarak beliriyordu en
azýndan o buna inanýyordu. Ancak belki de, hepimizin baþýna geldiði gibi, bunu Tanrý
sevgisi olmadan düþünmüþ ve dile getirmiþti, þimdi buna piþmandý. Öte yandan gerçek
olan, her þeyde unutulmayacak bir yan olmasýydý. En güç sýnama bile bir Hýristiyan
için yarar demekti. Ve iþte o Hýristi-yanýn aramasý gereken, kendi yararýna olandý, o
yararýn nasýl bir þey olduðu ve onun nasýl bulunacaðýydý.
kaplý kapýlardan biri hafif hafif çarpýyordu. Birisi onu tutmak için yerinden kalktý. Bu
kýmýldanmalarla dikkati daðýlan Rieux yeniden söze baþlayan Paneloux'yu zor duyu-
201yordu. Vebanýn sahnelediði bu gösteriye kendi baþýna bir açýklama bulmak yerine
bundan öðrenilebilecek þeyleri öðrenmeye çalýþmak gerektiðini söylüyordu. Rieux
rahibe göre açýklanacak hiçbir þey olmadýðýný az çok sezinledi. Paneloux güçlü bir
biçimde Tanrý açýsýndan açýklanabilecek þeyler olduðunu, ama bazý þeylerinse
açýklanamayacaðýný söylediðinde Rieux dikkat kesildi. Ýyilik ve kötülük kuþkusuz
vardý ve genelde onlarý birbirinden ayýran þeyler kolayca açýklanýrdý. Ama sorun
kötülükte baþlýyordu. Örneðin, görünüþte gerekli olan kötülük ve görünüþte gereksiz
olan kötülük vardý. Cehenneme düþmüþ Don Juan vardý ve bir çocuðun ölümü vardý.
Çapkýnýn cezaya çarptýrýlmasý ne kadar adilse, çocuðun acýsýný anlamak o kadar
zordu. Ve gerçekte, yeryüzünde bir çocuðun acýsýndan, o acýnýn beraberinde getirdiði
nefretten ve bunu açýklamak için aranacak nedenlerden daha önemli hiçbir þey yoktu.
Yaþamýn geri kalan bölümünde Tanrý bizim için her þeyi kolaylaþtýrýyordu ve o âna
kadar dinin takdir edilecek bir yaný yoktu. Oysa þimdi, Tanrý bizi duvarýn dibine
koyuyordu. Böylece vebanýn duvarlarý dibindeydik ve onlarýn ölümcül gölgesinde bizim
yararýmýza olaný bulmamýz gerekiyordu. Rahip Paneloux kendisinin duvara
týrmanmasýný saðlayacak kolaylýklarý bile reddediyordu. Çocuðu bekleyen güzelliklerin
sonsuzluðu onun acýsýný telafi edecektir, demek onun için kolay olurdu, ama gerçekte
bu konuda hiçbir þey bilmiyordu. Bir keyfin sonsuzluðunun insan acýsýný bir an telafi
edebileceðini kim ileri sürebilirdi? Bu bir Hýristiyan olamazdý; kollarýnda, bacaklarýnda
ve ruhunda acýyý tanýmýþ bir Efendisi olan bir Hýristiyan olamazdý bu kesinlikle.
Hayýr, çarmýhýn simgelediði bu parçalanýþa sadýk olarak ve bir çocuðun acýsýyla yüz
yüze kalarak rahip duvarýn dibinden ayrýlmayacaktý. Ve kendisini o gün dinleyenlere
hiç korkmadan þöyle diyecekti: "Kardeþlerim, o an geldi. Ya her þeye inanmalý ya da
her þeyi yadsýmalý. Ve aranýzda kim her þeyi yadsýmayý göze alabilir?"
202
Rieux, rahibin sözü dinsizliðe getirdiðini bir anda fark etti, o ise bu buyruðun, bu isteðin
Hýristiyanlarýn yararýna olacaðýný belirtmek için büyük bir kuvvetle sözünü
sürdürüyordu. Bu ayný zamanda Hýristiyanlarýn erdemiydi de. Rahip, birazdan sözünü
edeceði erdemin fazlasýnýn, daha hoþgörülü ve daha klasik bir ahlak anlayýþýna
alýþmýþ bazý kiþileri þaþkýnlýða düþüreceðini biliyordu. Ama veba sýrasýndaki din
anlayýþý her zamanki din anlayýþýyla bir olamazdý; Tanrý mutlu zamanlarda ruhun
huzur içinde ve neþeli olmasýný kabul etse de, hatta bunu arzu etse bile, mutsuzluðun en
ileri noktasýnda ruhun da ýlýmlýlýktan uzaklaþmasýný isteyebilirdi. Bugün Tanrý
yarattýðý insanlara bir iyilikte bulunup onlarý öyle bir mutsuzluk içine itmiþti ki, insanlar
en büyük erdem olan, ya her þey ya da hiç ilkesini yeniden keþfetmek ve üstlenmek
zorundaydýlar.
Geçen yüzyýldan inançsýz bir yazar, günahlardan arýnma yeri diye bir þey olmadýðýný
söyleyerek Hýristiyan kilisesinin sýrrýný açýkladýðýný ileri sürmüþtü. Böyle bir þeyi
söylerken Cennet ve Cehennem dýþýnda ara bir yer olmadýðýný ve insanýn kendi
seçimine göre, kurtuluþu ya da laneti bulacaðýný anlatmak istiyordu. Paneloux'ya
bakýlýrsa bu, ancak dinsiz bir ruhun içinde filizlenecek türden bir dinden sapmaydý.
Çünkü günahlardan arýnýlan bir yer vardý. Ama kuþkusuz bu yere çok fazla umut
baðlanmamasý gereken bazý dönemler olmuþtu; baðýþlanabilir türden hafif günahlardan
söz bile edilemeyeceði bazý dönemler olmuþtu. Her günah ölümcüldü ve her kayýtsýzlýk
suçtu. Ya her
þeydi ya da hiç.
dýþarýda þiddetini artýrmakta olduðu anlaþýlan rüzgârýn inleyen sesini daha iyi duydu.
Tam o sýrada rahip sözünü ettiði her þeyi kabullenme erdeminin her zaman ona
yüklediðimiz dar anlamda anlatýlamayacaðýný, sýradan bir boyun eðiþin, hatta zor gelen
bir alçakgönüllülüðün söz konusu
203acýsý ruh için de yürek için de onur kýrýcý bir þeydi. Ama bu nedenle bunu
yaþamak, bu nedenle bunu istemek gerekliydi; Paneloux söyleyeceði þeyin kolay
olmadýðý konusunda dinleyicilerine güvence verdi; bunu istemek gerekiyordu, çünkü
Tanrý bunu istiyordu. Ýþte böylece yalnýz Hýristiyan hiçbir þeyden kaçýnmayacak ve
tüm çýkýþ yollarý kapalýyken bile temel seçim hakkýný sonuna kadar kullanacaktý. Her
þeyi yadsýma durumuna düþmemek için her þeye inanmayý yeðleyecekti. Vücutta
olu§an þiþliklerin enfeksiyonu doðal yoldan dýþarý atma biçimi olduðunu öðrenen
kadýncaðýzlarýn þu sýralar kiliselere gelip 'Tanrým ona þiþlikler nasip et!' demeleri gibi,
Hýristiyan da, anlaþýlmaz bile olsa, Tanrýnýn isteðine boyun eðmeyi öðrenecekti. "Þunu
anlýyorum; ama bu kabul edilemez," denilebilirdi, iþte bizim seçimimizi yapabilmemiz
için de, bize sunulmuþ bu kabul edilemeyen þeyin tam içine dalmak gerekiyordu.
Çocuklarýn acýsý bizim acý ekmeðimizdi, ama bu ekmek olmaksýzýn ruhumuz kendi
ruhsal açlýðýnýn içinde ölüp gidecekti.
204
rekiyordu. Hem Ýranlý vebalýlar hem de keþiþler günah iþliyorlardý. Çünkü Ýranlýlar
için bir çocuðun acýsýnýn önemi yoktu; keþiþler içinse tersine, acýdan son derece insana
özgü kaygýlarla korkmak her þeyden üstündü. Ýki durumda da, sorun bir kenara
itilmiþti. Hepsi Tanrýnýn sesine kulaklarýný týkamýþtý. Ama Paneloux'nun anýmsatmak
istediði baþka örnekler de vardý. Büyük Marsilya vebasýnýn vaka-nüvisine göre
Mercy'deki manastýrda yaþayan seksen bir dindardan yalnýzca dördü saðlam kalmýþtý.
Ve bu dördünün üçü kaçmýþtý. Vakanüvisler böyle diyordu ve daha fazlasýný söylemek
onlarýn görevini aþýyordu. Ama Panelo-ux'un bunu okurken, yetmiþ yedi ceset ve
özellikle üç din kardeþinin örneðine karþýn yalnýz kalan dindar aklýndan çýkmýyordu.
Ve rahip kürsünün kenarýna yumruðuyla vurarak haykýrdý: "Kardeþlerim, kalan kiþi biz
olmalýyýz!"
Sözün burasýnda Rahip Paneloux Marsilya vebasýnda adý geçen ünlü sima, piskopos
Belzunce'u andý. Salgýnýn sonuna doðru, gereken her þeyi yapmýþ olan piskopos, artýk
hiçbir çare kalmadýðýný görünce yiyeceklerle birlikte evine kapanmýþ, evin çevresine
duvar ördürmüþtü; onu yüceltmiþ olan kentliler, ancak çok büyük acýlarda
rastlayabileceðimiz türden bir dönüþ yaparak ona öfkelenmiþler ve enfeksiyon
bulaþtýrmak için evinin çevresini cesetlerle çevirmiþler, hatta ölmesini kesinleþtirmek
için duvarlarýn üzerinden cesetler atmýþlardý. Böylece piskopos, son bir zayýflýkla,
kendisini ölümün dünyasýndan uzak tutacaðýný sanmýþtý, ancak ölüler gökten baþýna
düþüyordu. Ýþte, vebada bir ada olmayacaðýna inanmamýz gerekirken, bizler de
205böyle yapýyoruz. Hayýr, orta nokta yoktu. Bu utanç verici durumu kabullenmek
gerekiyordu, çünkü Tanrýdan nefret etmek ve onu sevmek arasýnda seçim yapmamamýz
gerekiyordu. Peki kim Tanrý nefretini seçmeyi göze alabilirdi?
"Kardeþlerim," dedi Paneloux sonuca geldiðini bildirerek, "Tanrý sevgisi zor bir
sevgidir. Ýnsanýn kendinden vazgeçmesini ve kendini hor görmesini gerektirir. Ama
yalnýzca o çocuklarýn acýsýný ve ölümünü silebilir, yalnýzca o bu acýyý gerekli
kýlabilir, çünkü bunu anlamak olanaksýzdýr ve insan böyle bir þeyi tabii ki ister. Ýþte
sizinle paylaþmak istediðim zor ders bu. Ýþte, insanlarýn gözünde zalim, Tanrýnýn
gözünde kesin olan imana yaklaþmamýz gerek. Bu korkunç imge karþýsýnda hepimiz
eþit bir noktaya gelmeliyiz. O doruðun tepesinde her þey birbirine karýþacak ve
eþitlenecek, görünüþteki adaletsizlikten doðruluk fýþkýracak. Fransa'nýn güneyindeki
birçok kilisede vebalýlar koronun bulunduðu yerdeki taþ döþemelerin altýnda
yüzyýllardýr uyuyor ve papazlar onlarýn mezarlarýnýn üzerinde konuþuyor ve
yaydýklarý düþünce çocuklarýn da katkýda bulunduðu þu küllerden fýþkýrýyor."
Rieux dýþarý çýktýðýnda aralýk kapýdan sert bir rüzgâr içeriyi doldurdu ve dindarlarýn
yüzüne çarptý. Kilisenin içine bir yaðmur kokusu, ýslak kaldýrým kokusu getiriyor, onlar
da dýþarý çýkmadan kentin nasýl olduðunu tahmin ediyorlardý. Doktor Rieux'nün
önünden çýkmakta olan yaþlý bir rahiple genç bir papaz çömezi o anda þapkalarýný zor
tuttular. Daha yaþlý olan yine de vaizi yorumlamaktan geri kalmadý. Paneloux'nun
hitabetinden övgüyle söz ediyor, ama rahibin sergilediði düþüncelerdeki cüretten endiþe
duyuyordu. Bu vaizin güçlü olmaktan çok, endiþe sergilediðini düþünüyordu ve Paneloux
yaþýnda bir rahibin endiþe duymaya hakký yoktu. Rüzgârdan korunmak için baþýný
eðen papaz çömezi, rahibe sýk sýk gittiðini, onun geçirdiði deðiþimin farkýnda olduðunu,
sözlerinin daha da cüretli olabileceðini ve kuþkusuz yayým için basýlma izni
alamayacaðýný belirtti.
206
- Nedir düþündüðü? dedi yaþlý rahip. Kilisenin önüne gelmiþlerdi, rüzgâr uðuldayarak
ve genç olanýn sözünü keserek onlarý sarmalýyordu. Konuþabilecek duruma geldiðinde
yalnýzca þunu söyledi:
Bir rahip bir doktora danýþýrsa, çeliþki olur. Tarrou, Paneloux'nün sözlerini aktaran
Rieux'ye savaþ sýrasýnda gözleri oyulmuþ bir gencin yüzünü görünce inancýný yitirmiþ
bir rahip tanýdýðýný söyledi.
Vaazdan birkaç gün sonra Paneloux taþýnma iþiyle uðraþtý. Hastalýðýn geliþmesinin
neden olduðu taþýnmalarýn yoðunlaþtýðý dönemdi. Tarrou'nun otelinden ayrýlýp Rie-
ux'ye taþýnmasý gibi, rahip de baðlý olduðu tarikatýn kendisini yerleþtirdiði daireden
ayrýlýp kilisenin müdavimlerinden ve henüz vebaya yakalanmamýþ yaþlý bir hanýmýn
evine taþýndý. Taþýnma sýrasýnda rahip yorgunluðunun ve kaygýsýnýn arttýðým
hissetti. Ve böylece ona evini açan hanýmýn gözünde saygýsýný yitirdi. Çünkü haným
ona, Sainte Odile'in kehanetlerini büyük bir coþkuyla anlatýrken, rahip kuþkusuz
býkkýnlýktan, hafif bir sabýrsýzlýk göstermiþti. Sonradan yaþlý kadýnýn en azýndan
iyilikle karýþýk yansýz bir tavýr göstermesi için ne kadar çaba harcadýysa da baþarýya
ulaþamamýþtý. Kötü izlenim uyandýrmýþtý. Ve her akþam, aðzýna kadar týð iþi
dantellerle dolu odasýna dönmeden, salonda oturan ev sahibesinin sýrtýný seyretmek
zorunda kalýyor, ayný zamanda da yüzünü bile çevirmeden kuru kuruya söylenmiþ bir
Ýyi akþamlar peder'i bir hatýra eþyasý gibi odasýna götürüyordu. Ýþte böyle bir akþam,
kafasý kazan gibi, tam yatarken günlerdir içinde birikmekte
Yaþlý kadýn durumundan ileri gelen zorunluluklarý tamý tamýna yerine getirmeye
kararlý, hastayý iki saatte bir düzenli olarak yoklamýþtý. Onu en çok çarpan þey rahibin
bütün günü çýrpýnarak geçirmesiydi. Örtüleri bir atýyor, bir kendine çekiyor, elini
sürekli ýslak alnýnda gezdiriyor, boðuk, kýsýk ve nezleli bir sesle içinden sökülürcesine
ge-
208
len bir öksürüðü atmak için doðruluyordu. Sanki onun soluðunu kesen pamuk
parçalarýný boðazýnýn dibinden kazýyýp atmanýn olanaksýzlýðý içindeymiþ gibiydi. Bu
krizlerin sonunda, bitkinliðin tüm belirtileriyle kendini geriye doðru býrakýyordu. Son
olarak, bir daha hafifçe doðruluyor ve kýsa bir süre önceki bütün o çýrpýnmadan daha
ateþli bir biçimde gözlerini önüne dikiyordu. Ama yaþlý kadýn bir doktor çaðýrmak ve
hastanýn isteðine karþý çýkýp çýkmamakta duraksýyordu. Ne kadar heyecan verici gibi
gelse de, basit bir ateþ nöbeti olabilirdi bu.
Yine de, öðleden sonra yaþlý haným rahiple konuþmaya çalýþtý ve yanýt olarak birkaç
karmaþýk sözden baþka bir þey elde edemedi. Önerisini yineledi. Ama o sýrada rahip
kalktý ve neredeyse boðulurcasýna bir doktor istemediðini açýkça söyledi. O anda ev
sahibesi ertesi sabaha kadar beklemeye ve rahibin durumunda düzelme olmazsa radyoda
Ransdoc Ajansýnýn günde onlarca kez yinelediði numaraya telefon etmeye karar verdi.
Görevlerim hep önemseyerek gece boyunca kiracýsýný yoklamayý ve baþucunda
beklemeyi düþünüyordu. Ama akþam, ona yeni demlenmiþ bitki çayýný verdikten sonra
biraz uzanmak istedi ve ancak ertesi sabah uyandý. Odaya koþtu.
Rahip uzanmýþtý, tek bir hareket yoktu. Önceki gün aþýrý kýrmýzý olan yüzde þimdi
bir tür solgunluk vardý, yüz hatlarý gerginleþmiþti. Rahibin gözleri yataðýn üzerinde
asýlý olan rengârenk incilerle bezeli küçük avizeye dikilmiþti. Yaþlý hanýmýn
girmesiyle baþýný ona çevirdi. Ev sahibesinin dediðine göre, o sýrada tüm gece dayak
yemiþ ve kýmýldayacak hiç gücü kalmamýþ gibiydi. Yaþlý haným ona nasýl olduðunu
sormuþtu. Kadýnýn tuhaf bir biçimde kayýtsýz olduðunu fark ettiði bir sesle iyi
olmadýðýný, doktora gerek olmadýðýný ve her þeyin kurallara uygun olmasý için
hastaneye kaldýrýlmasýnýn yeterli olacaðýný söylemiþti. Yaþlý haným korku içinde
telefona koþmuþtu.
- Hastalýðýn temel belirtilerinden hiçbiri sizde yok, dedi Paneloux'ya. Ama iþin gerçeði,
durum kuþkulu ve sizi tecrit etmek zorundayým.
Rahip canlanýr gibi oldu ve yeniden bir sýcaklýða kavuþan bakýþlarla doktora baktý.
Sonra, üzüntüyle mi söyle- .-diði anlaþýlmayan bir biçimde, güçlükle konuþtu:
Teþekkür ederim, dedi. Ama din adamlarýnýn dostlarý yoktur. Her þeylerini Tanrýya
baðlamýþlardýr.
Yataðýn baþucunda duran haçý istedi, eline alýnca ona, bakmak için baþýný çevirdi,
arkasýný döndü.
Hastanede Paneloux'nun aðzýndan tek söz çýkmadý Ona yapýlan tüm tedavilere kendini
bir eþya gibi býraktý ama elinden haçý hiç býrakmadý. Bu arada rahibin duru-mundaki
karýþýklýk sürüyordu. Rieux'nün aklýný kurcala yan kuþku hafiflemiyordu. Hem
vebaydý hem deðildi. Za ten birkaç zamandýr hastalýk, tanýlarý þaþýrtmaktan zevk alýr
olmuþtu. Ama Paneloux'nun durumunda geliþmeler bu belirsizliðin önemsiz olduðunu
gösterecekti.
Ateþ yükseldi. Öksürük daha da boðuklaþtý ve hastayý gün boyu kývrandýrdý durdu.
Sonunda akþam rahip onu boðmakta olan þu pamuðu öksürerek attý. Kýrmýzýydý.
Ateþin kargaþasýnda Paneloux'nun bakýþý kayýtsýzlýðýný yi- tirmiyordu ve ertesi
sabah, bedeninin yarýsý yataðýndan sarkmýþ, ölü olarak bulunduðunda bakýþý hiçbir
210
O yýl kasým ayýndaki Toussaint Yortusu her zamanki gibi geçmedi. Kuþkusuz havanýn
bunda payý vardý. Birden deðiþmiþ ve uzayan sýcaklar birden yerini serinliðe
býrakmýþtý. Öteki yýllarda olduðu gibi, þimdi soðuk bir rüzgâr esip duruyordu. Koca
koca bulutlar ufukta bir uçtan ötekine koþturup duruyor, evleri gölgeliyor, geçip gittikten
sonra da, evlerin üzerine kasým göðünün soðuk ve altýnsý ýþýðý düþüyordu. Ýlk
yaðmurluklar ortaya çýkmýþtý. Ama kauçuklu ve parlak kumaþlarýn çok sayýda oluþu
dikkat çekiyordu. Aslýnda gazeteler, iki yüzyýl önce büyük Güney vebalarý sýrasýnda
hekimlerin kendilerini korumak için yaðlanmýþ bezlerden giysiler giydiklerini
bildirmiþti. Dükkânlar da modasý geçmiþ giysi stoklarýný eritmek için bunu fýrsat
bilmiþlerdi, bunlar sayesinde herkeste bir baðýþýklýk umudu doðmuþtu.
211nü'ydü. Tarrou onun konuþmasýnda giderek acý bir mizah kullandýðýný fark
ediyordu.
Gerçekten de vebanýn tutuþturduðu keyif ateþleri büyük fýrýnlarda her gün artan bir
coþkuyla yanýp duruyor-. du. Þurasý gerçek, ölü sayýsý her geçen gün bir artýþ
göstermiyordu. Ama vebanýn son derece rahat bir biçimde doruk noktaya yerleþtiði ve
günlük cinayetlerine iyi bir memura yakýþacak bir düzenlilik ve güvenilirlik
kazandýrdýðý düþünülebilirdi. Ýlkece ve uzmanlarýn görüþüne göre, bu iyiye iþaretti.
Durmadan yükselen artýþ eðrisini uzun bir doðrunun izlediði vebanýn geliþim grafiði
örneðin Doktor Richard'a tümüyle avutucu geliyordu. "Bu iyi, harika bir grafik!" diyordu.
Hastalýðýn, istikrar dönemi diye adlandýrdýðý bir noktaya ulaþtýðýný düþünüyordu.
Bundan böyle hastalýk ancak iniþe geçebilirdi. Bunda Castel'in serumunun katkýsý
olduðuna inanýyordu, gerçekten de serum son zamanlarda umulmadýk baþarýlar
kazanmaya baþlamýþtý. Yaþlý Castel buna karþý çýkmýyordu, ama aslýnda hiçbir þeyin
öngörülemeyeceðini, salgýnlar tarihinin beklenmedik iniþ çýkýþlarla dolu olduðunu
düþünüyordu. Uzun süredir kamuoyunu rahatlatmak isteyen, ancak veba yüzünden böyle
bir iþe giriþemeyen valilik, doktorlarý bu konuda düþüncelerini almak üzere bir araya
getirmeyi amaçlýyordu ki, veba, hem de istikrar döneminde Doktor Richard'ý da ortadan
kaldýrýverdi.
Kuþkusuz etkileyici, ancak her þey bir yana, hiçbir þey kanýtlamayan bu örnek
karþýsýnda yöneticiler iyimserliðe nasýl gönüllerini açtýlarsa, ayný kayýtsýzlýkla
kötümserliðe dönüþ yaptýlar. Castel ise elinden geldiðince özenli bir biçimde serumunu
hazýrlamakla ilgileniyordu yalnýzca. Zaten hastane ya da karantina yerme
dönüþtürülmemiþ kamu binasý kalmamýþtý; eðer valilik hâlâ yerinde duruyorsa,
insanlarýn bir araya gelecek bir yerleri olmasý içindi. Ama aslýnda genelde ve o
dönemde vebanýn göreceli durgunluðu nedeniyle Rieux'nün öngördüðü düzenlemenin
dýþýna çýkmaya hiç gerek kalmadý. Yýpratýcý bir çaba gösteren dok-
212
Öte yandan, giderek artan yiyecek sýkýntýsýna baðlý baþka sýkýntýlar da oluyordu.
Spekülasyonlar iþe karýþmýþtý ve çarþýda pazarda bulunmayan temel gereksinim
maddelerine inanýlmaz fiyatlar ödeniyordu. Böylece zengin ailelerin neredeyse hiçbir
eksiði yokken, yoksul aileler çok güç durumda kalýyorlardý. Veba kendi yönetim
merkezinde o etkin yansýzlýðýyla yurttaþlarýmýz arasýnda eþitliði güçlendirecekken,
tersine, o normal bencillik oyunuyla, insanlarýn yüreðinde adaletsizlik duygusunu daha
da keskin hale getiriyordu. Tabii ki ölümün o mükemmel eþitliði yerinde duruyordu, ama
böyle bir eþitliði de kimse istemiyordu. Böyle açlýk çeken yoksullar, yaþamýn özgür,
ekmeðin ucuz olduðu komþu kentleri ve kasabalarý daha büyük bir özlemle
düþünüyordu. Kendilerine yeterince gýda saðlanamýyorsa, gitmelerine izin verilmeli diye
pek de mantýklý olmayan bir duyguya kapýlmýþlardý. Öyle ki sonunda bazen duvarlara
yazýlan, bazen de valinin geçtiði sýrada baðýrdan bir slogan ortaya çýkmýþtý: 'Ya ekmek
ya özgürlük!' Bu alaycý söz bazý gösteri yürüyüþlerine bir iþaret olduysa da bunlar
Çabucak bastýrýlmýþtý, ama durumun ciddiliði de kimsenin gözünden kaçmýyordu.
Tarrou gerçekten de not defterlerinde belediye stadýna kurulmuþ bir kampý Rambert'le
ziyaret ediþini anlatýr. Stad hemen hemen kent kapýlarýnda bulunmaktadýr ve bir yaný
tramvaylarýn geçtiði sokaða, öteki yaný da kentin kurulmuþ olduðu ovanýn sýnýrýna
kadar uzanan boþ arazilere bakar. Genelde olduðu gibi, büyük çimentodan duvarlarla
çevrilidir ve kaçýþlarý zorlaþtýrmak üzere dört giriþ kapýsýna nöbetçiler dikmek yeterli
olmuþtu. Ayný biçimde, duvar-lar, dýþarýdakilerin karantinaya alýnmýþ talihsizleri
merak-larýyla rahatsýz etmelerini engelliyordu. Buna karþýlýk, ka-rantinadakiler gün
boyu görmedikleri trenlerin geçtiðini duyuyor ve trenlerin taþýdýðý uðultunun
artmasýndan eve dönüþ ve iþyerlerinden çýkýþ saatinin geldiðini tahmin ediyorlardý.
Böylece dýþlandýklarý yaþamýn kendilerinden birkaç metre ötede sürdüðünü ve
çimentodan duvarlarýn sanki baþka baþka gezegendenmiþ gibi birbirine yabancý iki
dünyayý ayýrdýðýný biliyorlardý.
Tarrou ve Rambert stada doðru yola çýkmak için bir pazar akþamüstünü seçtiler.
Yanlarýnda Rambert'in yeniden bulduðu futbolcu Gonzales de vardý, dönüþümlü olarak
stadýn gözetiminde görev almayý kabul etmiþti. Rambert onu kamp yöneticisiyle
tanýþtýracaktý. Gonzales buluþtuklarý sýrada, Tarrou ve Rambert'e, bunun vebadan
214
önce maça baþlamak üzere formasýný giydiði saat olduðunu söyledi. Þimdi stadlara el
konduðundan artýk böyle bir þey olanaksýzdý ve Gonzales kendini iþsiz güçsüz
hissediyor, öyle de görünüyordu. Ýþte bu gözetim iþinde çalýþmayý kabul etmesinin
nedenlerinden birisi de buydu, yalnýzca hafta sonlarý çalýþmak koþuluyla. Gökyüzü yarý
bulutlu yarý açýktý, Gonzales burnunu havaya dikmiþ, ne yaðýþlý ne de sýcak olan bu
havanýn iyi bir oyun için en uygun hava olduðunu üzülerek belirtti. Soyunma odalarýna
sinmiþ kâfur kokusunu, yýkýlan tribünleri, pas rengine çalan sahanýn üzerindeki canlý
renkli formalarý, devre arasýnda yenen limonu ya da kurumuþ boðazlarý binlerce
serinletici iðneyle yakan limonatayý anlatýyordu elinden geldiðince. Zaten Tarrou da, yol
boyunca semtin eðri büðrü sokaklarý boyunca futbolcunun karþýsýna çýkan küçük
taþlara durmadan tekme attýðýný yazýyor. Onlarý kanalizasyon mazgallarýna atmaya
çalýþýyor, baþarýnca da, "Bir - sýfýr," diyordu. Sigarasýný bitirince izmaritini ileriye
doðru tükürüyor ve yere düþmeden ayaðýyla yakalamaya çalýþýyordu. Stadýn
yakýnýnda top oynayan çocuklar geçmekte olan gruba topu yolladýlar ve Gonzales topu
tam isabet onlara geri yollamak üzere yolunu deðiþtirdi.
Sonunda stada girdiler. Tribünler insanlarla doluydu. Ama saha yüzlerce kýrmýzý
çadýrla kaplanmýþtý, uzaktan çadýrlarýn içindeki yatak yorganlar ve denkler
görülüyordu. Sýcaklarda ya da yaðmurlu havalarda burada kalanlarýn sýðýnabilmeleri
için tribünlere dokunulmamýþtý. Yalnýzca gün batýmýnda çadýrlarýna geri dönmek
zorundaydýlar. Tribünlerin altýnda duþlarla oyuncularýn eski soyunma odalarý
bulunuyordu; duþlarýn bulunduðu yere yeni bir düzen verilmiþ, soyunma odalarý da büro
ve revirlere dönüþtürülmüþtü. Burada kalanlarýn çoðu tribünleri doldurmuþtu. Ötekiler
saha kenarlarýnda dolaþýyorlardý. Bazýlarý çadýrlarýnýn giriþinde çömelmiþ, her þeye
dalgýn dalgýn bakýyordu. Tribünlerdeküerin çoðu çökmüþ, birþeyler bekliyor gibiydiler.
215rou.
- Hiçbir þey.
Gerçekten de hemen hemen hepsinin elleri kollan boþ boþ sallanýp duruyordu. Bu büyük
insan topluluðu tuhaf bir biçimde sessizdi.
Ýlk günler burada insan neredeyse kendi sesini du-yamýyordu, dedi Rambert. Ama
günler geçtikçe, daha az konuþur oldular.
Evet, hepsinde o kuþkulu hava vardý. Onlarý ötekilerden ayýrdýklarýna göre, nedensiz
deðildi bu ve nedenler arayan ve korkan insanlarýn çehresini taþýyorlardý. Tar-rou'nun
gördüðü herkesin bakýþlarý boþtu; yaþamlarýný oluþturan bir þeyden genel bir anlamda
ayrý düþmenin acýsýný çekiyor gibiydi hepsi. Ve hep ölümü düþünemeyeceklerine göre,
hiçbir þey düþünmez olmuþlardý. Tatildeydiler. 'Ama en kötüsü, unutulmuþ olmalarý ve
bunu bilmeleriydi,' diye yazýyordu Tarrou. 'Onlarý tanýyanlar buradakileri unutmuþtu,
çünkü baþka þeyler düþünüyorlardý ve bu da anlaþýlabilir bir þeydi. Onlarý
unutmuþlardý, çünkü onlarý buradan çýkarmak için giriþimlerle ve tasarýlarla kendilerini
tüketiyorlardý. Çýkýþ için yollar düþünmekten çýkarýlmasý gereken kiþiyi
düþünemiyorlardý. Bu da normaldi. Ve son olarak, en büyük talihsizliklerde bile olsa,
kimsenin kimseyi gerçekten düþünecek hali kalmamýþtý. Çünkü birisini gerçekten
düþünmek, baþka hiçbir þeyle, ne temizlik, ne uçan sinek, ne yemekler, ne kaþýntýlar,
hiçbir þeyle ilgilenmeden onu her dakika düþünmektir. Ama sinekler ve
216
kaþýntýlar hep vardýr. Ýþte bu nedenle yaþamak zordur. Onlar bunu iyi bilirler."
Onlara doðru gelen kamp yöneticisi Mösyö Ot-hon'un kendilerim görmek istediðini
söyledi. Gonzales'i bürosuna götürdü, sonra Rambert'le Tarrou'yu tribünlerin bir
köþesine, herkesten uzak oturan Mösyö Othon'un yanýna götürdü; Mösyö Othon onlarý
karþýlamak üzere ayaða kalktý. Yine her zamanki gibi giyinmiþti ve her zamanki
yakalýðýný takmýþtý. Tarrou yalnýzca þakaklarýndaki saçlarýn daha da kabardýðýný ve
ayakkabý baðlarýndan birinin çözülmüþ olduðunu fark etti. Yargýç yorgun gibi
duruyordu ve bir kez olsun konuþurken onlarýn yüzüne bakmadý. Onlarý görmekten
mutlu olduðunu söyledi ve Dok-, tor Rieux'ye yaptýklarýndan ötürü kendi adýna
teþekkür etmelerini rica etti.
dedi.
Tarrou ilk kez onun oðlunun adýný söylediðini duyuyordu ve birþeylerin deðiþmiþ
olduðunu anladý. Güneþ ufukta kayboluyordu', iki bulut arasýndan güneþ ýþýnlarý
tribünlere yanlamasýna giriyor, üçünün yüzüne altýnsý bir
renk veriyordu.
Hayýr, dedi Tarrou, hayýr, gerçekten acý çekmedi. Onlar oradan ayrýlýrken, yargýç
güneþin geldiði yöne
dalýp gitmiþti.
hep ayný.
Zavallý yargýç, diye mýrýldandý Tarrou kapýlardan geçerken. Onun için birþeyler
yapmalý. Ama bir yargýca nasýl yardým edilir ki?
Kentte böyle daha birçok kamp vardý, anlatýcý bunlar hakkýnda, doðrudan bir bilgi
edinmediði ve titizlik gösterdiði için, fazla bir þey söyleyemiyor. Ama söyleyebildiði tek
þey, bu kamplarýn varlýðý, buralardan gelen insan kokusu, günbatýmýnda duyulan
hoparlör sesleri, duvarlarýn gizi, bu toplum dýþýna itilmiþ- yerlerin uyandýrdýðý
korkunun yurttaþlarýmýzýn moralini fazlasýyla etkilediði ve hepimizin içinde bulunduðu
karmaþa ve rahatsýzlýðý artýrdýðýydý. Yönetimle yurttaþlar arasýnda geçen olaylar ve
çatýþmalar çoðalýyordu.
Saðanaklar taþ döþeli yollarý bol suyla yýkadý, göðü temizledi ve pýrýl pýrýl
sokaklarýn üzerinde parlayan göðü bulutlardan arýndýrdý. Güçsüz bir güneþ, her sabah
kentin üzerinde parýldayan,buz gibi bir ýþýk gezdirdi. Oysa akþama doðru hava yeniden
ýlýnýyordu. Ýþte Tarrou, Doktor Rieux'ye açýlmak için böyle bir âný seçti.
Bir gün, saat ona doðru, uzun ve yorucu bir günün ardýndan Tarrou yaþlý astým
hastasýna akþam muayenesine giden Rieux'ye eþlik etti. Eski semtin evleri üzerinde gök
yumuþak bir ýþýkla parlýyordu. Hafif bir rüzgâr sessiz sedasýz, karanlýk kavþaklarda
esiyordu. Sakin sokaklardan gelen iki adam, yaþlý astýmlýnýn gevezeliðiyle karþýlaþtý.
Bazý kiþilerin anlaþamadýðým, tabaktaki yiyeceðin hep ayný insanlar için olduðunu, su
testisinin su yolunda kýrýlacaðýný ve büyük olasýlýkla, iþte burada ellerini ovuþturdu,
kavganýn kopacaðýný onlara söyledi. O yorumlarýný sürdüredur-sun doktor onun
tedavisini yaptý.
219
-Evet, dedi yaþlý adam, çýkýn bakýn. Yukarýda güzel hava var.
Terasý boþ buldular, üç sandalye vardý. Bir taraftan bakýldýðýnda, göz alabildiðine
uzakta, karanlýk ve taþtan bir kütleye gelip dayanan teraslar görülüyordu yalnýzca; bu
kütlenin ilk tepe olduðunu fark ettiler. Öteki taraftan bakýldýðýnda da, birkaç sokaðýn ve
karanlýk limanýn üzerinde göðün ve denizin belli belirsiz titreþen bir noktada buluþtuðu
ufuk, insanýn bakýþýný içine alýyordu. Yalýyar olduðunu bildikleri yerin ötesinde
Hava güzel, dedi Rieux, otururken. Sanki veba hiç yukarýlara çýkmamýþ gibi.
Gelip doktorun yanma oturdu ve ona dikkatle baktý. Fenerin ýþýðý üç kez gökyüzünde
belirdi. Bir tabak çanak þangýrtýsý sokaðýn derinliklerinden kendilerine ulaþtý. Evin
içinde bir kapý çarptý.
Rieux , dedi Tarrou son derece doðal bir ses tonuyla, benim kim olduðumu hiç merak
etmediniz mý? Bana karþý dostluk duyuyor musunuz?
Evet, diye yanýtladý doktor, size karþý dostluk duyuyorum. Ama þimdiye kadar
zamanýmýz olmadý.
220
- Evet, iþte...
Birkaç sokak ötede bir araba sanki uzun uzun ýslak yolda kaydý. Sonra uzaklaþtý,
arabadan sonra, uzaktan gelen ne olduðu anlaþýlmaz baðrýþmalarla sessizlik yine
bozuldu. Sonra sessizlik sanki tüm göðün ve yýldýzlarýn aðýr-lýyla iki adamýn üzerine
çöktü yeniden. Tarrou, sandalyesine gömülmüþ oturan Rieux'nün karþýsýnda, terasýn
korkuluðuna dayanmak üzere ayaða kalkmýþtý. Tarrou'yla ilgili olarak göðün üzerinde
çizilmiþ gibi duran bir biçimden baþka bir þey görülmüyordu. Uzun süre konuþtu ve
söyledikleri aþaðý yukarý þöyleydi:
þey bana uyuyordu, zekiydim, kadýnlarla aram iyiydi, bazý endiþelerim olsa da geldiði
gibi geçiyordu. Bir gün düþünmeye baþladým. Þimdi...
221Orta çizgideydi, hepsi bu; iliþkiyi kopartmadan, ölçülü bir ,|| sevgi duyulabilecek
türden bir adamdý.
"Oysa bir özelliði vardý: O koca Chaix tren tarifesi onun baþucu kitabýydý. Öyle
yolculuk ettiðinden deðil, yalnýzca tatillerde Brötanya'da bulunan küçük mülkünü
görmeye giderdi o kadar. Ama Paris-Berlin arasý kalkýþ ve varýþ saatlerini, Lyon-
Varþova arasýnda hangi saatlerde tren bulunabileceðini ve dilediðiniz baþkentler
arasýnda tam olarak kaç kilometre olduðunu size söyleyebilirdi. Brian-çon'dan
Chamonix'ye nasýl gidilebileceðini siz bilebilir misiniz? Bir istasyon þefi bile þaþýrýrdý
da babam þaþýrmazdý. Neredeyse her akþam bu konuda bilgisini zenginleþtirmeye
çalýþýr ve bundan bir bakýma gurur duyardý. Bu beni çok eðlendirirdi; sýk sýk ona
sorular sorar, yanýtlarýný tarifeden doðrulamaktan ve onun yanýlmamýþ olduðunu
görmekten hoþlanýrdým. Bu küçük alýþtýrmalar bizi birbirimize çok baðlamýþtýr, çünkü
ben, iyi niyetini takdir ettiði izleyici kitlesini oluþturuyordum babamýn. Bana gelince,
demiryollarý konusundaki bu üstünlüðün bir baþkasý kadar deðerli olduðunu
düþünüyordum.
"Ama kendimi býraktým ve bu dürüst adama çok fazla önem vermiþ oldum. Çünkü,
sözü baðlamak gerekirse, benim kararlarýmda yalnýzca dolaylý bir etkisi olmuþtur. En
fazla, bana bir fýrsat vermiþtir. Gerçekten de, on yedi yaþýma geldiðimde, babam
kendisini dinlemem için beni davet etti. Ceza mahkemesinde görülen önemli bir davaydý
ve kuþkusuz kendisi için iyi bir gün olacaðýna inanýyordu. Gençlerin düþ gücüne
çarpýcý gelecek olan bu törensi havanýn beni kendisiyle ayný mesleði seçmeye
yönelteceðine de inandýðýný sanýyorum. Gitmeyi kabul etmiþtim, çünkü bu babamýn
hoþuna gidecekti; onu aramýzda oynadýðý rolün dýþýnda bir rolde görmek ve duymak
benim de merakýmý çekiyordu. Baþka hiçbir þeyi düþünmüyordum. Bir mahkemede
olan bitenler bana hep bir 14 Temmuz gösterisi ya da bir ödül töreni kadar doðal ve
kaçýnýlmaz görünmüþtü.
düþünceye sahiptim.
"Oysa o günle ilgili aklýmda tek bir görüntü kaldý, suçlunun görüntüsü. Aslýnda onun
suçlu olduðunu sanýyorum, nedeninin ne olduðu pek önemli deðil. Ama kýzýl saçlý ve
yoksul, otuz yaþlarýndaki adamcaðýz her þeyi kabullenmeye öyle kararlý, yaptýðýndan
ve kendisine yapýlacak olandan öyle içtenlikle korkmuþ görünüyordu ki, birkaç
dakikanýn sonunda artýk ondan baþka hiçbir þey göremez olmuþtum. Çok fazla çið bir
ýþýkla diken diken olmuþ bir baykuþa benziyordu. Kravatýnýn düðümü yakasýnýn orta
yerinden yana kaymýþtý. Tek bir elinin, sað elinin týrnaklarýný kemiriyordu.
Uzatmayayým, onun canlý olduðunu anladýnýz,.
223
222"O günden sonra Chaix rehberine bakarken hep bir mide bulantýsý duydum. O
günden sonra iðrenerek adaletle, ölüm cezalarýyla, infazlarla ilgilendim ve babamýn
cinayete birçok kez katýlmýþ olmasý gerektiðini ayný baþ dönmesiyle anladým, özellikle
çok erken kalktýðý günlerde. Evet, çalar saatini kurardý böyle durumlarda. Anneme
bundan söz etmeye cesaret edemiyordum, ama o zaman annemi daha dikkatle inceledim;
aralarýnda hiçbir þey olmadýðýný ve onun her þeye sýrt çevirerek bir yaþam
sürdürdüðünü anladým. O zamanlar dediðim gibi, bu benim onu baðýþlamamý saðladý.
Daha sonra onun baðýþlanacak hiçbir þeyi olmadýðýný öðrendim, çünkü evleninceye
deðin tüm yaþamý boyunca yoksul olmuþtu ve yoksulluk ona boyun eðmeyi öðretmiþti.
"Bu baþlangýç üzerinde fazlasýyla durdum, çünkü her þeyin baþlangýcý bu oldu. Þimdi
hýzlanacaðým. On sekiz yaþýmda rahat bir yaþamdan çýkýp yoksulluðu tanýdým.
Yaþamýmý kazanmak için binlerce iþ yaptým. Yararýný da gör-
224
medim deðil. Ama beni asýl ilgilendiren ölüm mahkûmiyetiydi. Kýzýl baykuþla hesabý
kapatmak istiyordum. Sonuçta siyaset yaptým, öyle denir ya. Bir vebalý olmak
istemiyordum, hepsi bu. içinde yaþadýðým toplumun ölüme mahkûmiyet üzerine kurulu
olduðunu biliyordum ve onunla mücadele etmekle cinayetle de mücadele edeceðime
inandým. Buna inandým, baþkalarý da bunu bana söyledi ve son olarak büyük ölçüde
bunun doðru olduðunu söylemeliyim. Böylece sevdiðim ve her zaman seveceðim
kiþilerin yanýnda yer aldým. Orada uzun süre kaldým ve Avrupa'da mücadelelerine
katýlmadýðým ülke yoktur. Geçelim.
"Bir insanýn kurþuna dizildiðini hiç gördünüz mü? Hayýr, tabii, genellikle davetli olmak
gerekir ve izleyiciler önceden seçilir. Sonuçta siz resimlerde ve kitaplarda kalmýþsýnýz.
Bir bant, bir direk ve uzakta birkaç asker. Hiç öyle deðil! Tetikçi birliðinin, tam tersine,
mahkûmun bir buçuk metre yakýnýnda durduðunu bilir misiniz? Mahkûmun iki adým
atsa göðsüyle silahlara çarpabileceðini bilir misiniz? Bu kýsacýk mesafede tetiði
çekenlerin kalbe niþan aldýðýný ve hep birlikte orada bir yumruðun girebileceði
büyüklükte bir delik açtýklarýný bilir misiniz? Hayýr, bunu bilmezsiniz, çünkü bunlar
konuþulmayan ayrýntýlardýr. Ýnsanlarýn uykusu vebalýlarýn yaþamýndan daha
kutsaldýr. Ýyi insanlarýn uyumasýna engel olmamak gerekir. Kötü bir tat býrakýrdý
böyle bir þey ve tadýn yerinde olmasý için ýsrara yer yoktur, herkes bilir bunu. Ama ben,
o zamandan bu Veba 225/15yana iyi
uyuyamadým. Kötü tat aðzýmda kaldý ve ýsrar etmekten yani bunu düþünmekten
vazgeçmedim.
"O zaman anladým ki, en azýndan ben, vebayla mücadele ettiðimi sandýðým o uzun
yýllar boyunca bir vebalý olmaktan öteye gidememiþim. O zaman anladým ki, dolaylý
yoldan binlerce insanýn ölümüne göz yummuþum, hatta o ölümü kaçýnýlmaz biçimde
getiren eylem ve ilkeleri doðru bularak buna kendim yol açmýþým. Baþkalarý bundan
rahatsýzlýk duymuyor gibi ya da en azýndan asla bu konuyu kendiliðinden
açmýyorlardý. Benim boðazým düðüm düðümdü. Ben onlarýn arasýndaydým, ama
yalnýzdým. Kaygýlarýmý dile getirdiðim zamanlarda olan biteni düþünmem gerektiðini
bana söylüyorlar ve bir türlü yutamadýðým þeyi bana yutturmak için çoðu kez etkileyici
nedenler önüme sürüyorlardý. Ama ben karþýlýk olarak, o büyük vebalýlarýn, kýrmýzý
cüppelilerin de bu gibi durumlar için harika nedenleri olduðunu ve küçük vebalýlarýn
sözünü ettiði önemli nedenleri ve gereklilikleri kabul edersem büyük vebalýlarýn
nedenlerini reddedemeyeceðimi söylüyordum. Bana diyorlardý ki, kýrmýzý cüppelilere
hak vermenin en iyi yolu mahkûmiyetleri onlarýn tekeline býrakmaktýr. Ama o zaman
ben de diyordum ki, bir kez göz yumuldu mu, vazgeçmek için bir neden kalmaz. Bana
öyle geliyor ki, tarih beni haklý çýkardý; bugün kim daha fazla öldürürse o en büyük.
Herkes öldürme çýlgýnlýðýna kapýlmýþ ve ellerinden baþka türlüsü gelmiyor.
"Ne olursa olsun benim derdim akýl yürütmek deðildi. O kýzýl baykuþtu, o berbat
hikâyeydi, o pis vebalý aðýzlarýn zincirler içindeki bir adama öleceðini söylediði ve o
geceler boyu gözleri açýk ölüme gideceði günü neredeyse bir can çekiþmesiyle beklerken
ötekilerin onun ölmesi için her þeyi yola koyduðu o pis hikâyeydi. Benim derdim o
göðüste açýlan delikti. O arada ben de en azýndan kendi adýma, bu iðrenç kasaplýk için
tek bir neden bile ileri sürmeyeceðimi kendi kendime söylüyordum. Evet, daha açýk
görmeyi beklerken bu inatçý körleþmeyi seçtim.
226
"O zamandan beri deðiþmedim. Uzun süredir utanýyorum, uzaktan bile olsa, iyi niyetle
bile olsa ben de bir katil olmaktan ölesiye utanç duyuyorum. Zamanla baþkalarýndan çok
daha iyi olanlarýn bile bugün öldürmekten ya da ölüme göz yummaktan kendilerini
alamadýklarýný görüyorum, çünkü içinde yaþadýklarý mantýk böyle gerektiriyordu ve
ölüme neden olmaksýzýn þu dünyada tek bir hareket bile yapamýyorduk. Evet, utanç
duymaya devam ettim, þunu öðrendim; hepimizin vebanýn içinde olduðunu öðrendim ve
iç huzurumu yitirdim. Onlarý anlamaya ve kimsenin can düþmaný olmamaya çalýþarak
bugün hâlâ onu arýyorum. Artýk bir vebalý olmamak için ne yapmak gerektiðini ve
huzuru ya da huzur yoksa eðer, iyi bir ölümü umut etmemizi saðlayacak þeyin yalnýzca
bu olduðunu biliyorum. Ýþte insanlarý kurtarmasa da avutabilecek, ya da en azýndan
onlara en az zarar verecek, hatta bazen de iyilik yapabilecek þey bu. Ýþte bu nedenle,
uzaktan ya da yakýndan, haklý ya da haksýz nedenlerle insanlarý öldüren ya da
öldürmeyi haklý çýkaran ne varsa hepsini reddetmeye
karar verdim.
"Ýþte, yine bu nedenle bu salgýnýn bana öðrettiði hiçbir þey yok, onunla sizin
yanýnýzda mücadele etmekten baþka. Saðlam bilgilere dayanarak (görüyorsunuz ya
Rieux, yaþamla ilgili her þeyi biliyorum) herkesin vebayý kendi içinde taþýdýðýný
çünkü kimsenin, hayýr kimsenin bundan kurtuluþu olmadýðýný biliyorum. Bir
dikkatsizlik sýrasýnda baþkasýnýn yüzüne doðru soluk vererek ve ona hastalýk
bulaþtýrmamak için hep dikkatli olmak gerektiðini de biliyorum. Doðal olan, mikroptur.
Gerisi, saðlýk, dürüstlük, saflýk; bunlar iradenin, hiç susmamasý gereken bir iradenin bir
sonucudur diyebiliriz. Dürüst insan, kimseye mikrop bulaþtýrmayan insan, en az
dalgýnlýk yapandýr. Ve hiç dalgýnlýk yapmamak için irade ve çelik gibi gergin olmak
gerekir! Evet Rieux, bir vebalý olmak çok yorucudur. Vebalý olmamayý istemekse daha
da yorucudur. Ýþte bu nedenle herkes yorgun gibi duruyor, çünkü bugün herkes biraz ve-
227balý. Ama iþte bu nedenle, artýk vebalý olmak istemeyen bazý kiþiler sonsuz bir
yorgunlukla karþý karþýya ve bundan onlarý ancak ölüm kurtarabilir.
"Bu dünya için bir hiçbir deðerim olmadýðýný ve öldürmeyi reddettiðim andan
baþlayarak kendimi belirli bir sürgüne mahkûm ettiðimi biliyorum. Tarihi baþkalarý
yapacak. Baþkalarýný yargýlayamayacaðýmý da biliyorum kesinlikle. Saðduyulu bir
katil olmak için gereken bir özellik eksik ben de. Bu da bir üstünlük deðil. Ama þimdi,
gerçekte olduðum kiþi olmaya razý geliyorum, alçakgönüllülüðü öðrendim. Yeryüzünde
felaketler ve kurbanlar olduðunu ve elden geldiðince felaketin yanýnda yer almamak
gerektiðini söylüyorum yalnýzca. Belki size basit gelecektir bu ve ben basit olup
olmadýðýný da bilmiyorum, ama gerçek olduðunu biliyorum. Baþýmý döndürecek ve
baþkalarýný cinayete razý edecek denli baþ döndürmüþ öyle çok kanýt duydum ki,
insanlarýn tüm mutsuzluðunun açýk konuþmamalarýndan kaynaklandýðýný anladým. O
zaman, doðru yolda olmak için açýk konuþmak ve açýk davranmayý seçtim. Sonuçta,
felaketlerin ve kurbanlarýn olduðunu söylüyorum, baþka da bir þey demiyorum. Eðer
bunu söylerken kendim bir felakete dönüþüyorsam, en azýndan gönül rýzamla deðildir
bu. Masum bir katil olmaya çalýþýyorum. Görüyorsunuz ya, büyük bir hýrs deðil bu.
"Tabii ki bir üçüncü kategorinin, gerçek doktorlarýn da olmasý gerekirdi, ama bunun çok
karþýlaþýlan bir þey olmadýðý ve güç bir þey olduðu bir gerçek. Ýþte bu nedenle, her
fýrsatta zararý azaltmak amacýyla, kurbanlarýn yanýnda yer almaya karar verdim.
Kurbanlarýn ortasýnda üçüncü kategoriye, yani huzura nasýl ulaþýlýr, en azýndan bunu
araþtýrabiliyorum."
Tarrou sözlerini bitirirken bacaðýný sallýyor ve ayaðýyla hafifçe yere vuruyordu. Bir
sessizlikten sonra doktor biraz doðruldu ve Tarrou'nun huzura ulaþmak için nasýl bir
228
Evet, anlayýþla.
Uzaktan iki ambulans sireni çýnladý. Az önce anlaþýlmaz olan baðýrmalar kent
sýnýrlarýnda, taþlý tepenin yakýnlarýnda yoðunlaþtý. Ayný anda patlamayý andýran bir
ses duyuldu. Sonra sessizlik çöktü yine. Rieux fenerin iki kez yanýp sönmesini izledi.
Rüzgâr artar gibi oldu ve ayný anda denizden gelen bir esinti tuz kokusu getirdi. Þimdi
yalýya-ra çarpan dalgalarýn sessiz soluk alýp veriþleri belirgin bir
biçimde duyuluyordu.
Birdenbire çýðlýklarýn geldiði yönde büyük bir ýþýk parladý ve rüzgârýn akýþýyla
anlaþýlmaz bir uðultu ikisine doðru yükseldi. Hemen ardýndan uzakta ýþýk söndü ve
teraslarýn kýyýsýnda bir kýzýllýk kaldý yalnýzca. Rüzgârýn bir ara kesilmesiyle belirgin
biçimde insanlarýn çýðlýklarý duyuldu, sonra bir yaylým ateþi ve kalabalýðýn uðultusu.
Tarrou ayaða kalkmýþtý ve dinliyordu. Artýk bir þey duyulmuyordu.
Tarrou bunun hiçbir zaman bitmeyeceðini, her zaman kurbanlarýn olacaðýný, çünkü
düzenin böyle olduðunu mýrýldandý.
Belki de, diye karþýlýk verdi doktor, ama biliyorsunuz, azizlerden çok yenilmiþlere
karþý bir dayanýþma duygusu içindeyim. Sanýrým yiðitlik ve azizliðe karþý eðilimim
yok. Beni ilgilendiren, bir insan olmak.
229Rieux, Tarrou'nun þaka yaptýðýný sandý ve ona baktý. Ama gökyüzünden inen belli
belirsiz ýþýkta hüzünlü ve ciddi bir yüz gördü. Rüzgâr yeniden esmeye baþlýyordu ve
Rieux bedeninin ýlýk olduðunu hissetti. Tarrou silkindi:
Denize girmek. Müstakbel bir aziz için bile onurlu bir zevk.
Rieux gülümsüyordu.
230
Soyundular. Ýlk Rieux denize daldý. Önce soðuk gelen sular yüzeye çýkýnca ona ýlýk
gibi geldi. Birkaç kulaç attýktan sonra o gece denizin ýlýk olduðunu biliyordu artýk,
aylar boyunca yeryüzünde biriken sýcaðý çeken o sonbahar denizlerinin ýlýklýðýndaydý
bu gece. Durmadan yüzüyordu. Ayaklarýný çýrpmasýyla ardýnda köpükler býrakýyordu,
su kollarýný sýyýrýp bacaklarýna dolanýyordu. Aðýr bir su þapýr-týsýyla Tarrou'nun da
denize daldýðýný anladý. Rieux sýrtüstü döndü, yüzünü ay ve yýldýzlarla dolu göðe
vererek hareketsiz kaldý. Uzun uzun soludu. Sonra giderek daha belirgin biçimde, suya
inen vuruþlarýn gürültüsü duyuldu, gecenin sessizliðinde ve yalnýzlýðýnda tuhaf bir
biçimde, açýk seçik duyuluyordu. Tarrou yaklaþýyordu, az sonra soluk alýp veriþleri
duyuldu. Rieux geri döndü, arkadaþýnýn yanýna geldi ve onunla ayný ritimle yüzmeye
baþladý. Tarrou ondan daha kuvvetli bir biçimde ilerliyordu ve Rieux hýzlanmak zorunda
kaldý. Birkaç dakika boyunca, ayný hýzla ve ayný canlýlýkla, yalnýz baþlarýna,
dünyadan uzak, sonunda kentten ve vebadan kurtulmuþ, yüzdüler. Ýlk Rieux durdu ve
aðýr aðýr geri döndüler, yalnýz soðuk bir akýntýya girdikleri sýrada hýzlandýlar. Denizin
bu þaþýrtmacasýyla kamçýlanmýþ gibi, hiçbir þey söylemeden ikisi de hareketlerini
hýzlandýrdý.
Yeniden giyindikten sonra tek söz söylemeden yola çýktýlar. Ama ikisinin de içinde
ayný duygular vardý ve bu gecenin anýsý ikisi için de hoþtu. Uzaktan vebanýn
nöbetçisini gördüklerinde, Rieux kendisi gibi Tarrou'nun da, hastalýðýn onlarý bir
süreliðine unuttuðunu, bunun da iyi bir þey olduðunu ve þimdi yeniden baþlamak
gerektiðini düþündüðünü biliyordu.
231Evet, her þeye yeniden baþlamak gerekiyordu ve veba kimseyi uzun süreliðine
Doktora gelince, kendisine sunulan o ufacýk huzur ve dostluk âný uzun sürmedi. Bir
hastane daha açýlmýþtý ve Rieux hastalar dýþýnda kimseyi görmüyordu. Öte yandan, bu
aþamada salgýnýn giderek akciðer vebasý biçimini aldýðýný gördü, hastalar bir bakýma
doktora yardýmcý oluyordu. Baþlangýçtaki derin üzüntüye ya da çýlgýnlýklara kapýlmak
yerine, kendi yararýna olan þeyler konusunda daha doðru düþünüyor gibi bir halleri
vardý ve kendileri için en uygun olabilecek þeyleri kendiliðinden istiyorlardý. Durmadan
su içmek istediklerini belirtiyor, hepsi ýsýnmak istiyorlardý. Doktorun yorgunluðunda bir
azalma olmasa da, bu gibi durumlarda kendini daha az yalnýz hissediyordu.
Aralýk sonuna doðru, hâlâ kampta bulunan sorgu yargýcý Mösyö Othon'dan, kendi
karantina süresinin dolduðunu, yöneticilerin buraya giriþ tarihini bulamadýklarýný ve
kendisini kesinlikle yanlýþlýkla burada tutmaya devam ettiklerini belirten bir mektup
aldý. Bir süre önce çýkmýþ olan karýsý valiliðe gidip bu duruma karþý çýkmýþtý, ona
orada iyi davranmamýþlar ve hiçbir zaman yanlýþlýk olamayacaðýný söylemiþlerdi.
Rieux araya Rambert'i soktu ve
232
Mösyö Othon kendisini görmeye geldi. Gerçekten de bir yanlýþlýk olmuþtu ve Rieux
buna biraz kýzdý. Ama zayýflamýþ olan Mösyö Othon güçsüz elini ona doðru kaldýrýp
sözlerini tartarak herkesin yanlýþlýk yapabileceðini söylemiþti. Doktor birþeylerin
deðiþmiþ olduðunu düþündü yalnýzca.
Rieux þaþýrdý:
Anlýyorsunuz, böylece bir uðraþým olur. Sonra, bunu söylemek budalaca ama,
oðlumun ayrýlýðýný daha az
hissederim böylece.
Rieux ona bakýyordu. Onun sert ve duygusuz gözlerine ansýzýn bir yumuþaklýðýn
yerleþmesi olanaksýzdý. Ama bakýþlardaki keskinlik gitmiþ, gözlerin madensi saflýðý
kaybolmuþtu.
böyle istiyorsunuz.
Gerçekten de doktor bu iþle ilgilendi ve vebalý kent Noel'e kadar her zamanki yaþamýný
sürdürdü. Rambert iki nöbetçi çocuk aracýlýðýyla karýsýyla gizli bir haberleþme
yöntemi geliþtirdiðini doktora açýkladý. Arada sýrada ondan bir mektup alýyordu.
Bundan yararlanmasý için Rieux'ye öneride bulundu, o da kabul etti.
Uzun aylar sonunda ilk kez olarak ve bin bir zorlukla bir mektup yazdý. Yitirmiþ olduðu
bir dil vardý. Mektup yollandý. Yanýt gelmekte gecikiyordu. Öte yandan Cot-tard varlýk
içindeydi ve küçük spekülasyonlarý onu zengin
O yýlýn Noel kutlamasý Ýncil'de belirtilenden çok, Ce- hennem kutlamasý oldu. Boþ ve
ýþýksýz dükkânlar, vitrin-lerdeki yalancý çikolatalar ya da içi boþ kutular, asýk yüzlerle
dolu tramvaylar, hiçbir þey eski Noelleri anýmsatmýyordu. Bir zamanlar yoksul zengin
herkesin bir araya geldiði bu bayramda, tek baþýna yapýlan ve utanç verici bazý keyifler
dýþýnda hiçbir þeye yer yoktu; bir dükkânýn pislik içindeki deposunda inanýlmaz paralar
karþýlýðý ayrýcalýklý kiþilere saðlanýyordu bunlar. Kiliseler yardýmdan çok
yakarýþlarla dolmuþtu. Cansýz ve buz kesen kentte, kendilerini tehdit eden þeyin henüz
farkýna varmamýþ birkaç çocuk koþuþturuyordu. Ýnsanlýðýn acýsý kadar yaþlý, ama
taze bir umut kadar genç bir Tanrýdan armaðanlarla yüklü o eski günlerin Tanrýsýndan
onlara söz edecek cesareti kimse bulamýyordu. Kimsenin yüreðinde çok eski ve neþesiz
bir umuttan baþka bir þeye yer yoktu, insanlarýn ölümü seçmesine engel olan ve
yaþamak için duyduklarý basit bir saplantýdan baþka bir þey olmayan þu umut vardý
yalnýzca yüreklerde.
Önceki gün, Grand randevusuna gelmemiþti. Rieux sabah ona uðramýþ, ama
bulamamýþtý. Herkese haber býrakmýþtý. Saat on bire doðru, Rambert Grand'ý uzaktan,
keyifsiz bir yüzle sokak sokak gezerken gördüðünü doktora haber vermek üzere
hastaneye geldi. Sonra onu kaybetmiþti. Doktorla Tarrou onu aramaya çýktýlar.
Öðleyin on ikide, buz gibi bir saatte, Rieux arabasýndan çýkmýþ, uzaktan Grand'a
bakýyordu, Grand ahþaptan kabaca yontulmuþ oyuncaklarla dolu bir vitrine neredeyse
yapýþmýþtý. Yaþlý memurun yüzünden durmadan yaþlar akýyordu. Ve bu gözyaþlarý
Rieux'yü altüst etti, çünkü bunlarý anlýyor ve kendi boðazýnda düðüm düðüm
hissediyordu. O da bir Noel vitrini karþýsýnda bu talihsiz adamýn niþanýný, memnun
olduðunu söylemek için baþýný ona doðru eðmiþ Jeanne'ý anýmsýyordu. Çok uzaklarda
kalmýþ yýl-
234
Ama Grand camda onu gördü. Aðlamasýný kesmeden, geriye döndü ve onun geliþini
görmek için sýrtýný vitrine
dayadý.
Rieux söyleyecek söz bulamýyor, onu baþýyla onaylýyordu. Onun bu üzüntüsü ayný
zamanda kendi üzüntü-süydü ve o anda yüreðini burkan, insanlarýn paylaþtýðý acý
karþýsýnda insanýn kapýldýðý o sonsuz öfkeydi. - Evet Grand, dedi.
Uzun zamandýr sürüyor bu. Ýnsan kendini býrakmak istiyor, zorunlu bu. Ah doktor!
Böyle, huzurlu gibi duruyorum. Ama yalnýzca normal olmak için hep çok büyük çaba
harcamak zorunda kaldým. Oysa þimdi, çok fazla
bu.
Dönmemiz gerek.
Ama Grand ondan uzaklaþtý ve birkaç adým koþtu, sonra durdu, kollarýný açtý ve bir
ileri bir geri sallanmaya baþladý. Kendi çevresinde döndü ve buz gibi kaldýrýmýn
üzerine düþtü, yüzü durmadan akan gözyaþlarýyla kirlenmiþti. Yoldan geçenler
yerlerinde çakýlmýþ gibi durup yak-
Þimdi Grand yataðýnda boðulur gibi nefes alýyordu: Ciðerler hastalýk kapmýþtý. Rieux
düþünüyordu. Memurun ailesi yoktu. Onu götürmeye ne gerek vardý? Ona tek baþýn-na,
Tarrou'yla bakacaktý.
Yeþile dönmüþ rengi ve feri sönmüþ gözleriyle Grand yastýðýna gömülmüþtü. Bir
kasanýn artýk tahtalarýyla þömi-nede ateþ yakan Tarrou'ya gözlerini dikmiþ bakýyordu.
"Kötüyüm," diyordu. Alev alev ciðerlerinin derininden tuhaf bir hýþýrtý yükseliyor,
söylediði her þeye eþlik ediyordu. Rieux ona susmasýný ve yine geleceðini söyledi.
Hastanýn yüzünde tuhaf bir gülümseme belirdi ve gülümsemeyle birlikte yüzünü bir
yumuþaklýk kapladý. Bir çabayla göz kýrptý. "Bunu atlatýrsam, doktor, þapka
çýkarýlýr!" Ama hemen ardýndan derin bir üzüntüye boðuldu.
Birkaç saat sonra, Rieux ve Tarrou hastayý yataðýnda doðrulmuþ bir halde buldular, onu
için için kavuran hastalýðýn ilerlediðini yüzünden okuyan Rieux korkuya kapýldý. Ama
Grand daha aklý baþýnda gibi duruyordu ve hemen, tuhaf bir biçimde derinden gelen bir
sesle, çekmecesine koyduðu elyazmasýný getirmelerini rica etti. Tarrou kâðýtlarý ona
verdi, Grand onlara bakmadan sýkýca sarýldý, sonra doktora geri verdi. Elli sayfalýk
kýsa bir elyazmasýydý. Doktor sayfalarý karýþtýrdý ve tüm bu sayfalarda tek bir
tümcenin, sonsuz sayýda yeniden yazýlmýþ, deðiþtirilmiþ, zenginleþtirilmiþ ya da
kýsaltýlmýþ o hep ayný tümceden baþka bir þeyin yazýlý olmadýðýný gördü. Mayýs
ayý, amazon ve Boulogne Ormanýnýn yollarý durmadan karþý karþýya ve türlü türlü bir
araya geliyordu. Çalýþmada bazen son derece uzun açýklamalar ve deðiþkeler de yer
alýyordu. Ama sonuncu sayfanýn sonunda özenli bir el þöyle yazmýþtý: "Sevgili
Jeanne'ým, bugün Noel..." ve mürekkebi daha kurumamýþtý. Yukarýda, özenli bir el
yazýsýyla tümcenin son biçimi yer alýyordu. "Okuyun," diyordu Grand. Rie-ux de
okudu.
"Güzel bir mayýs sabahý, incecik bir amazon görkemli bir al kýsraðýn üzerine binmiþ,
çiçeklerin arasýnda, Boulogne Ormanýnýn yollarýndan geçiyordu..."
Öteki heyecanla:
deðil.
Yakýn onu!
Doktor duraksadý, ama Grand öyle korkunç bir tonla ve sesinde öyle büyük bir acýyla
yineledi ki, Rieux neredeyse sönmüþ olan ateþe kâðýtlarý atýverdi. Oda bir anda
aydýnlandý ve kýsacýk bir sýcaklýkla yeniden ýsýndý. Doktor hastanýn yanýna
döndüðünde, sýrtýný dönmüþtü ve yüzü neredeyse duvara deðiyordu. Tarrou sanki bu
sahneyi izle-miyormuþ gibi pencereden bakýyordu. Serum iðnesini yaptýktan sonra
Rieux arkadaþýna Grand'ýn geceyi çýkaramayacaðým söyledi, Tarrou da kalmayý
önerdi. Doktor kabul
etti.
Grand'ýn öleceði düþüncesi tüm gece aklýndan çýkmadý. Ancak ertesi gün, Rieux
Grand'ý yataðýnda oturmuþ, Tarrou'yla konuþurken buldu. Ateþ kaybolmuþtu. Genel bir
yorgunluktan baþka bir iz kalmamýþtý.
Ama öðle zamaný da bir deðiþiklik olmadý. Akþam Grand'a kurtulmuþ gözüyle
bakýlabilirdi. Rieux bu diriliþe
Oysa hemen hemen yine o dönemde Rieux'ye bir hasta getirildi, doktor durumunun
ümitsiz olduðuna ve tecrit edilmesi gerektiðine karar verdi. Genç kýz sayýklamalar
içindeydi ve akciðer vebasýna iliþkin tüm belirtileri
237
236gösteriyordu. Ancak ertesi gün, ateþ düþmüþtü. Doktor, Grand'ýn durumunda olduðu
gibi, bunu basit bir sabah iyileþmesi. olarak gördü, deneyimlerine dayanarak sabah
saatlerindeki düzelmeleri kötüye iþaret olarak görmeye alýþmýþtý. Oysa öðle saatinde
ateþ yükselmedi. Akþam yalnýzca biraz oynadý ve ertesi sabah ateþ bitmiþti. Zayýf
olmasýna karþýn genç kýz yataðýnda rahat rahat soluk alýp veriyordu. Rieux, Tarrou'ya
kýzýn tüm kurallara karþý kurtulduðunu söyledi. Ancak hafta içi Rieux'nün servisinde
benzer vakalar ortaya çýktý.
Ayný haftanýn sonunda yaþlý astým hastasý doktorla Tarrou'yu çok büyük bir heyecan
içinde karþýladý.
Nasýl koþuþtuklarýný görmek gerek! Bir zevk bu. Sokak kapýsýndan evine iki
farenin girdiðini görmüþ-
238Hastalýðýn bu beklenmedik gerilemesi umutlarýn dýþýnda bir þey olsa da, kentliler
sevinmek için acele etmediler. Geçen aylar, bir yandan içlerindeki kurtulma isteðini
çoðaltmýþ, bir yandan da onlara sakýnýmlý olmayý öðretmiþ, onlarý salgýnýn yakýn bir
gelecekte son bulmasý düþüncesine fazla kapýlmamaya alýþtýrmýþtý. Öte yandan, bu
yeni olay herkesin dilindeydi ve yüreklerin ta derininde gizli, büyük bir heyecan
dalgalanýyordu. Geri kalan ne varsa, ikinci plana atýlýyordu. Vebanýn yeni kurbanlarý
bu kurallarý altüst eden olay karþýsýnda pek önemsenmez olmuþtu: Ýstatistikler düþüþe
geçmiþti. Açýkça umut edilmese de, saðlýk döneminin yine de gizliden gizliye
beklendiðinin göstergelerinden biri de, kentlilerin o andan baþlayarak umursamaz bir
havayla da olsa, vebadan sonra yaþamýn yeni bir düzene nasýl gireceði konusunda istekli
konuþmalar yapmalarýydý.
Gerçekten de, veba hemen ertesi gün durmadý, ama görünüþe bakýlýrsa, mantýk
çerçevesinde umut edilenden daha hýzlý bir biçimde geriliyordu. Ocak ayýnýn ilk
günlerinde soðuklar alýþýlmadýk bir ýsrarla bastýrdý ve kentin
Veba
241/16üzerinde buz kristalleri gibi asýlý kaldý. Bununla birlikte, gökyüzü hiç bu kadar
mavi olmamýþtý. Günler boyunca, deðiþmeyen ve buz gibi muhteþem bir hava kenti
tükenmek bilmeyen bir ýþýkla donattý. Bu temizlenen havada, veba birbirini izleyen
düþüþler göstererek üç haftada giderek azalan sayýda cesetler dizerek kaybolmaya yüz
tuttu. Kýsa bir süre içinde aylarca biriktirdiði gücün neredeyse hepsini yitirdi. Vebanýn,
Grand ya da Rieux'nün hastasý genç kýz gibi belirlenmiþ kurbanlarýný elinden
kaçýrmasýna, baþka semtlerde tümüyle ortadan kalkarken bazý mahallelerde iki üç gün
boyunca deli gibi ortalýðý kavurmasýna, pazartesi kurbanlarýnýn sayýsýný artýrýp
çarþamba hepsini elinden kaçýrmasýna, onun böyle soluk soluða kalýþýna ya da acele
ediþine bakarak sinirden ve yorgunluktan daðýldýðýný, kendi imparatorluðuyla birlikte,
gücünü oluþturan sayýsal üstünlüðünü ve egemenliðini yitirdiði söylenebilir. O zamana
kadar baþarýsý tartýþýlan Castel'in serumu, birdenbire bir dizi baþarý kazanýyordu.
Doktorlarýn aldýðý ve önceleri hiçbir sonuç vermeyen önlemlerin her biri birden etkili
oluyor gibiydi. Sanki vurulma sýrasý vebaya gelmiþti ve onun ansýzýn güçsüzleþmesi o
zamana kadar karþýsýna çýkarýlan paslanmýþ silahlara güç kazandýrýyordu. Yalnýzca,
zaman zaman hastalýk etkisini sertleþtiriyor ve bir tür körle-mesine atlayýþla iyileþmesi
umulan üç dört hastayý alýveri-yordu. Onlar, umudun tam orta yerinde ölenler, vebanýn
talihsizleriydi. Karantina kampýndan çýkarýlan Mösyö Ot-hon'un durumu da böyle oldu;
Tarrou onun gerçekten de talihsiz olduðunu, ölümü mü yoksa yargýç yaþantýsýný mý
düþündüðünün anlaþýlamadýðýný söylüyor.
Ama genelde, enfeksiyon bir çizgi boyunca geriliyordu; ilk önce çekingen ve gizli bir
umut uyandýrmýþ olan valilik bildirileri kamuoyunda zaferin kazanýldýðý ve hastalýðýn
geri çekildiði inancýný sonunda doðruladý. Gerçekte, bir zaferin söz konusu olup
olmadýðýna karar vermek kolay deðildi. Hastalýðýn geldiði gibi gittiði söylenmeliydi
yalnýzca. Ona karþý sürülen stratejiler deðiþmemiþti, dün bir
242
Yine de kentte hiçbir þeyin deðiþmediði söylenebilir. Gündüz her zamanki gibi sessiz
sokaklar gece pardösülü ve eþarplý bir kalabalýkla dolup taþýyordu. Sinema ve kafe-ler
hep ayný iþi yapýyordu. Ama daha yakýndan bakýnca, yüzlerin daha rahatlamýþ olduðu
hatta bazen gülümsediði görülüyordu. Böylece, o zamana kadar sokaklarda kimsenin
gülümsemediði de fark ediliyordu. Gerçekte, aylardýr kenti sarmalayan kalýn örtü bir
yerinden yýrtýlmýþtý ve pazartesileri radyo -haberinden anlaþýldýðý kadarýyla, bu
yýrtýk büyüyordu ve sonunda insanlar soluk alabilecekti. Bu da olumsuzluk içeren bir
avuntuydu ve iç açýcý bir ifadeye ulaþamýyordu bir türlü. Ama, bir zamanlar bir trenin
gittiði ya da bir geminin geldiði ya da arabalara tekrar yola çýkma izni verileceði
inanýlmaz gelirken, tersine, ocak ortasýnda bunlarla ilgili yapýlan duyuru hiçbir
þaþkýnlýk uyandýrmadý. Kuþkusuz az bir þeydi bu. Ama bu incecik fark
yurttaþlarýmýzýn umut yolunda nasýl bir ilerleme kaydettiðini gösteriyordu aslýnda.
Zaten en ufak umudun tüm bir halk için olanaklý hale geldiði anda vebanýn kesin
egemenliði sona erdi denilebilir.
Bununla birlikte, tüm ocak ayý boyunca kentliler çeliþkili davranýþlarda bulundu.
Aslýnda tam olarak, aþýrý heyecanla depresyon arasýnda gidip geldiler. Örneðin,
istatistiklerde en olumlu sayýlarýn ortaya çýktýðý anda yeni kaçma giriþimleri saptandý.
Bu, yetkilileri çok þaþýrttý, kaçýþlarýn çoðunun baþarýlý olduðuna bakýlýrsa nöbetçiler
de büyük bir þaþkýnlýða düþmüþtü. Ama aslýnda, o sýralarda kaçan insanlar doðal
duygulara boyun eðiyorlardý. Veba bazý insanlarda derin kuþku tohumlarý ekmiþti,
bundan kurtu-lamýyorlardý. Umudun sözü geçmiyordu onlara. Veba dönemi geçmiþ olsa
da hâlâ onun kurallarýna göre yaþýyorlardý. Olan biteni geriden izliyorlardý. Baþka
insanlardaysa,
Halk 15 Ocak'a kadar bu gizli coþku içinde yaþadý. O hafta istatistikler öylesine düþtü
ki, doktorlar kuruluna danýþtýktan sonra valilik salgýnýn sona ermiþ olarak
görülebileceðini duyurdu. Gerçek þu ki, halkýn benimsemezlik edemeyeceði bir sakýným
düþüncesiyle yazýda, kent kapýlarýnýn iki hafta daha kapalý kalacaðý, önleyici
kurallarýn da
244
Öte yandan, herkes bu eklemeleri biçemsel kaygýlarla eklenmiþ maddeler olarak gördü
ve 25 Ocak akþamý kenti neþeli bir coþku kapladý. Valilik bu genel canlýlýkta bir payý
bulunsun diye saðlýk dönemindeki aydýnlatmanýn yeniden kurulmasý emrini verdi.
Bunun üzerine soðuk ve duru bir göðün altýnda, kentliler gürültülü ve kahkahalar atan
topluluklar halinde aydýnlatýlmýþ sokaklara döküldü.
ne
Veba sessizce çýktýðý o nerede olduðu bilinmeyen ini-ne geri dönmek üzere
uzaklaþadursun, Tarrou'nün notlarýna göre, kentte bu gidiþe derin derin üzülen en
azýndan bir
li yalnýzca yaklaþýk
247
bunu öyle sessiz, öyle gölgede kalarak yapýyordu ki, ne olursa olsun, veba bile olsa, her
türlü ýþýk düzeyinde kalabiliyordu. Burada Tarrou'nun el yazýsý tuhaf bir yumuþama
izleri taþýyordu. Sanki bu yumuþamayý kanýtlarcasýna bundan sonraki satýrlar çok zor
okunuyordu ve son sözcüklerde ilk kez olarak kiþisellik görülüyordu: "Annem de
böyleydi, kendini öne çýkarmayýþýný severdim ve hep onunla olmak isterdim. Sekiz yýl
oluyor, öldü diyemiyorum. Her zamankinden biraz daha silikleþti ve geri dönüp
baktýðýmda artýk yoktu."
Ama sözü Cottard'a getirmek gerek. Ýstatistikler düþmeye baþladýðýndan beri Cottard
çeþitli bahanelerle Rieux'yü birçok kez ziyaret etmiþti. Aslýnda her seferinde Rieux'den
vebanýn gidiþiyle ilgili bir tahminde bulun-
248
masýný istiyordu. "Böyle bir anda, hiç iþaret vermeksizin durabileceðine inanýyor
musunuz?" Bu noktada kuþkuluydu, ya da en azýndan öyle olduðunu söylüyordu. Ama
yineleyerek sorduðu sorular çok saðlam olmayan bir inancý gösteriyor gibiydi. Ocak
ortasýnda Rieux oldukça iyimser bir biçimde yanýt vermiþti. Ve bu yanýtlar Cottard'ý
neþelendireceði yerde, her seferinde, gününe göre deðiþen, keyif kaçýrmaktan yýkýma
kadar uzanan tepkiler uyandýrmýþtý onda. Sonradan doktor ona, istatýstiklerdeki olumlu
göstergelere karþýn zafer ilan etmemenin uygun olacaðýný söylemiþti:
Cottard.
- Evet, iyileþme hýzýnýn artmasý gibi, bu da olasý. Herkes için endiþe verici olan bu
belirsizlik, gözle görülür biçimde Cottard'ý rahatlatmýþtý ve Tarrou'nun önünde,
Rieux'nün düþüncesini yaymaya çalýþarak, oturduðu semtteki tüccarlarla söyleþilere
giriþmiþti. Bunu yapmaktan çekinmiyordu, orasý doðru. Çünkü ilk zaferlerin
coþkusundan sonra birçok kiþinin aklýna bir kuþku düþmüþtü; valilik açýklamasýnýn yol
açtýðý heyecandan sonra da varlýðýný sürdürecekti. Cottard'ýn bu endiþe tablosu
karþýsýnda içi rahatlýyordu. Ama baþka zamanlar cesaretini yitirdiði de oluyordu.
"Evet," diyor Tarrou'ya, "sonunda kapýlar açýlacak. Ve göreceksiniz, hepsi beni yüzüstü
býrakacak!"
25 Ocak'a kadar herkes onun kiþiliðindeki bu ani deðiþiklikleri fark etti. Günler boyu
semttekilerle ve görüþtüðü insanlarla uzun uzun anlaþmaya çalýþtýktan sonra, onlara
verip veriþtiriyordu. O zaman en azýndan görünüþte, dünyadan el etek çekiyor ve bir
anda kendini yabanýl bir yaþamýn içine atýyordu. Kimse onu ne lokantada, ne tiyatroda,
ne de o sevdiði kafelerde görüyordu. Öte yandan, vebadan önce sürdürdüðü ölçülü ve
karanlýk yaþama geri dönmüyordu. Tümüyle dairesine kapanarak yaþýyor ve komþu
lokantadan yemek getirtiyordu. Yalnýz akþamlan
249
Valilik açýklamasýnýn yapýldýðý gün, Cottard tümüyle ortadan yok oldu. Ýki gün
sonra, Tarrou onu iþsiz güçsüz, sokak sokak gezerken gördü. Cottard ona mahallesine ka-
dar eþlik etmeyi önerdi. Özellikle o günün yoðunluðunu fazlasýyla hisseden Tarrou
duraksadý. Ama öteki üsteledi. Çok heyecanlý gibi duruyordu, elleri kollarýyla
karmakarýþýk hareketler yapýyor, hýzlý ve yüksek sesle konuþuyordu. Valilik
açýklamasýnýn gerçekten vebaya bir nokta koyduðunu düþünüp düþünmediðini sordu
dostuna. Tabii ki, Tarrrou yetkililerin yaptýðý bir açýklamanýn bir felaketi durdurmak
için yeterli olmayacaðýný düþünüyordu; ama beklenmedik bir durum dýþýnda, yakýnda
salgýnýn duracaðýnýn akla uygun gelebileceðini söyledi.
Evet, dedi Cottard, beklenmedik bir durum dýþýnda. Ve her zaman beklenmedik bir
durum vardýr.
Tarrou kapýlar açýlmadan iki haftalýk bir süreye uyulmasýný isteyen valiliðin zaten
beklenmedik bir geliþmeyi bir anlamda öngördüðüne dikkati çekti.
Ýyi de etti, dedi Cottard, hâlâ düþünceli ve heyecanlýydý, çünkü valilik olaylarýn
gidiþine bakarak, boþ yere konuþmuþ olabilirdi.
Tarrou böyle bir þeyin olabileceðine inanýyordu, ama kapýlarýn açýlmasýný ve normal
bir yaþama dönülmesini düþünmenin daha uygun olacaðýný söyledi.
Tamam, öyle kabul edelim, dedi Cottard, ama normal yaþama dönüþ derken neyi
kastediyorsunuz?
250
þey olmamýþ gibi yeniden baþlayacaðý düþünülebilir mi, onu öðrenmek istiyordu.
Tarrou vebanýn deðiþeceðini, kenti deðiþtirmeyeceðini düþünüyordu ve tabii ki,
kentlilerin en güçlü isteði hiçbir þey deðiþmemiþ gibi davranmaktý ve öyle olacaktý;
bundan dolayý, bir yönden hiçbir þey deðiþmeyecekti, ama baþka bir yönden, yeterli
derecede istense de hiçbir þey unutulmayacak ve veba en azýndan yüreklerde bir iz
býrakacaktý. Küçük rantçý insanlarýn yüreðiyle ilgilenmediðini, bunun en son sýrada yer
alan bir kaygý olduðunu açýk açýk söyledi. Onu ilgilendiren, kentteki
düzenlemenin deðiþtirilip deðýþtirümeyeceðiydi, örneðin tüm hizmetler eskisi gibi mi
yürütülecekti? Tarrou bu konuda hiçbir þey bilmiyordu. Salgýn sýrasýnda aksayan tüm
hizmetlerin yeniden baþlatýlabilmesinin de biraz güçlük çýkacaðýný düþünüyordu. En
azýndan eski hizmetlerin yeniden düzenlenmesini gerektirecek yeni sorunlarýn
çýkabileceði de düþünülebilirdi.
Ýyi, dedi Tarrou. Her þey bir yana, sizin için de iþler yoluna girecektir. Bir bakýma,
yeniden baþlayacak bir
yaþam var.
dý.
- Haklýsýnýz, diyordu Cottard, giderek artan bir heyecanla, sýfýrdan baþlamak, bu iyi
bir þey olur.
Ama koridorun karanlýðýnda iki adam belirmiþti. Tarrou yanýndakinin bu iki adama ne
istediklerini .sorduðunu duydu. Bayramlýklarýný giymiþ memurlarý andýran adamlar
Cottard'a adýnýn Cottard olup olmadýðýný soruyorlardý, o ise, sessiz bir þaþkýnlýk
çýðlýðý atarak arkasýný döndü ve karanlýða dalýp kaçmaya baþladý; ne adamlar ne de
Tarrou
Sonraki gün, kapýlarýn açýlmasýndan birkaç saat önce, Doktor Rieux kendisini
bekleyen bir mektup olup olmadýðýný merak ederek, öðlen evine dönüyordu. Günleri
vebanýn en yoðun dönemindeki kadar yorucu geçmekle birlikte, kesin kurtuluþ beklentisi
her tür yorgunluðu unutturuyordu. Þimdi umut ediyordu ve bunun keyfine varýyordu.
Ýnsan her zaman çelik gibi iradeli olamaz, her zaman dimdik duramaz ve sonunda
mücadele için örülmüþ o güç yumaðýný coþku içinde çözmek de bir mutluluktur.
Beklenen telgraf da olumlu olsaydý, Rieux de yeni bir baþlangýç yapabilirdi. Herkesin
yeni bir baþlangýç yapmasý gerektiði
düþüncesindeydi.
Kapýcý dairesinin önünden geçiyordu. Yüzü karoya yapýþmýþ yeni kapýcý ona
gülümsüyordu. Merdivenlerden çýkarken Rieux onun yorgunluklarla ve yoksunluklarla
solgunlaþmýþ yüzünü görüyordu.
Evet, soyutlama sona erince, o da yeniden baþlayacaktý ve biraz da talihi varsa eðer...
Ama kapýyý açtýðý sýrada annesi gelerek Mösyö Tarrou'nün iyi olmadýðýný haber
verdi. Sabah kalkmýþtý ancak, dýþarý çýkamamýþtý ve az önce yeniden yatmýþtý.
Madam Rieux endiþeliydi. Belki önemli bir þey deðildir, dedi oðlu. Tarrou boylu
boyunca uzanmýþ, aðýr kafasý yastýða gömülmüþ, kat kat örtülerin altýnda güçlü
göðsünün biçimi beliriyordu. Ateþi vardý, baþý aðrýyordu. Vebayý da düþündürecek
belli belirsiz belirtiler olduðunu söyledi Rieux'ye. Hayýr, henüz hiçbir þey belli deðil,
dedi Rieux onu
253
Buna yetkim yok, dedi. Ama kapýlar açýlacak. Sanýyorum sen olmasaydýn kendi
üzerime alacaðým ilk yetki bu olacak.
Bernard, dedi, ikimizi de burada tut. Biliyorsun, kýsa süre önce yeni bir aþý daha
oldum.
Doktor, Tarrou'nun da aþý olduðunu ama belki de yorgunluktan son serum iðnesini
atlamýþ ya da bazý önlemleri unutmuþ olabileceðini söyledi.
Rieux muayene odasýna gidiyordu. Odaya geri döndüðünde, Tarrou elinde koca koca
serum ampulleri tuttuðunu gördü.
Ah iþte o! dedi.
Tarrou yanýt olarak kolunu uzattý ve kendisinin baþka hastalara uyguladýðý o sonu
gelmez iðneyi oldu.
Ya tecrit, Rieux?
Ýlk kez tecrit önerisi olmadan bir serum iðnesi yapýldýðýný görüyorum.
Tarrou sustu ve ampulleri dizen doktor yeniden ona dönmek için konuþmasýný bekledi.
Sonunda yataða, yöneldi. Hasta ona bakýyordu. Yüzü yorgundu, ama gri gözleri sakindi.
Rieux ona gülümsedi.
254
ðim.
Kapýya geldiðinde Tarrou'nun onu çaðýran sesini duydu. Ona doðru döndü.
Rieux, diyebildi sonunda, bana her þeyi söylemeniz gerek, buna ihtiyacým var.
Keskin soðuk gün içinde biraz azalarak akþamüstü yerini büyük bir yaðmur ve dolu
saðanaðýna býraktý. Gün batarken gökyüzü biraz yükselir gibi oldu ve daha da içe
iþleyen bir soðuk bastýrdý. Rieux akþam evine döndü. Pardö-süsünü çýkarmadan
arkadaþýnýn odasýna girdi. Annesi örgü örüyordu. Tarrau yerinden kýmýldamamýþ
gibiydi, ama ateþten bembeyaz olmuþ dudaklarý onun giriþtiði mücadeleyi anlatýyordu.
Doktor, Tarrou'nun üzerine eðildi. Alev alev yanan derinin altýnda bezeler düðüm
düðüm olmuþtu, göðsü bir yeraltý demirhanesinin çýkarabileceði tüm seslerle
sarsýlýyordu. Tarrou tuhaf bir biçimde, iki tür belirtiyi de taþýyordu. Rieux doðrulurken
serumun henüz tam etkisini göstermediðini söyledi. Ama Tarrou'nun söylemeye
çalýþtýðý birkaç sözcüðü de, boðazýndan aþaðý doðru akan bir ateþ dalgasý boðuverdi.
255Akþam yemeðinden sonra, Rieux ve annesi hastanýn yanýna yerleþtiler. Onun için
mücadele içinde bir gece baþlýyordu ve Rieux veba meleðiyle arasýndaki bu sert
mücadelenin þafaða kadar süreceðini biliyordu. Tarrou'nun en güçlü silahý saðlam
omuzlarý ve geniþ göðsü deðil, daha çok kanýydý, az önce Rieux'nün iðnenin ucundan
fýþkýrttýðý kaný; bu kanýn içinde, hiçbir bilim dalýnýn gün ýþýðýna çýkaramadýðý,
ruhtan da derin olan þeydi onun silahý. Ve o, arkadaþýnýn mücadelesini izlemek
zorundaydý yalnýzca. Yapacaðý þeyleri, apseleri hafifletmeye çalýþmak, yara kapayýcý
ilaçlar sürmek; üst üste gelen baþarýsýzlýklarla dolu aylar boyunca bunlarýn etkisini
takdir etmeyi öðrenmiþti. Aslýnda, onun tek görevi, çoðunlukla kýþkýrtýlmadýkça
rahatýný bozmayan þu talihe fýrsatlar vermekti. Ve talihin rahatýnýn kaçmasý
gerekiyordu. Çünkü Rieux onu þaþkýnlýða iten bir veba çehresiyle karþý karþýyaydý.
Bir kez daha veba kendisine karþý oluþturulmuþ stratejileri altüst etmeye hazýrlanýyor,
içine yerleþmiþ gibi durduðu mekânlardan çekilerek insanlarýn beklemediði mekânlarda
ortaya çýkýyordu. Bir kez daha þaþýrtmaya çalýþýyordu.
Tarrou savaþýyordu, hareketsizdi. Gece boyunca bir kez olsun acýya heyecanla karþýlýk
vermedi, tüm aðýrlýðý ve tüm sessizliðiyle savaþýyordu yalnýzca. Yine bir kez olsun
konuþmadý, böylece, baþka bir þey düþünmenin artýk elinden gelmediðini kendince belli
ediyordu. Rieux mücadelenin aþamalarýný arkadaþýnýn bir açýlýp bir kapanan
gözlerinden izliyordu yalnýzca, gözkapaklarý, gözyuvarlaðýna sýmsýký yapýþýyordu ya
da tersine, gevþiyor, bakýþlar bir eþyaya dikiliyor ya da doktora ve annesine
çevriliyordu. Doktor bu bakýþla her karþýlaþtýðýnda Tarrou büyük bir çabayla ona
gülümsüyordu.
Bir an sokakta aceleci ayak sesleri duyuldu. Önce uzaktan gelen yavaþ yavaþ yaklaþan
ve akýþýyla sokaðý dolduran bir gümbürtüden kaçýyor gibiydiler: Yeniden baþlayan
yaðmura, çok geçmeden kaldýrýmlarda çýnlayan dolular karýþýyordu. Pencerelerin
256
galandý. Odanýn karanlýðýnda, bir an yaðmurla dikkati daðýlan Rieux, bir baþucu
lambasýnýn aydýnlattýðý Tarrou'yu izliyordu yeniden. Annesi örgü örüyordu, zaman
zaman baþýný kaldýrarak hastaya bakýyordu. Doktor yapýlacak her þeyi yapmýþtý
þimdi. Yaðmurdan sonra, yalnýzca görünmez bir savaþýn sessiz gürültüsüyle dolu
odadaki sessizlik yoðunlaþtý. Uykusuzluktan olduðu yerde büzülen doktor sessizlik
elverdiðince, tüm salgýn boyunca ona eþlik etmiþ olan tatlý ve düzenli ýslýk sesini
duymayý hayal ediyordu. Annesine yatmasý için bir iþaret yaptý. Anne baþýný hayýr
anlamýnda salladý, gözleri parýldadý, sonra þiþlerin ucunda emin olmadýðý bir ilmeði
dikkatle inceledi. Rieux hastaya su içirmek üzere kalktý, sonra gelip yerine oturdu.
Saat sekizde yerimi almak için yatmalýsýn. Yatmadan önce damlatma iþlemini yap.
Madam Rieux kalktý, örgüsünü katladý ve yataða doðru ilerledi. Bir süredir Tarrou
gözlerini kapamýþtý. Sert alnýnda terden saçlarý kývýrcýklaþmýþtý. Madam Rieux iç
geçirdi ve hasta, gözlerini açtý. Üzerine eðilmiþ tatlý yüzü gördü ve ateþin oynaþan
dalgalarý altýndan sebatlý bir gülümseme yeniden belirdi. Ama hemen ardýndan gözler
kapandý. Yalnýz kalýnca Rieux annesinin koltuðuna oturdu.
Veba
257/17Sokaktan tek ses gelmiyordu ve þimdi tam bir sessizlik var-di. Sabahýn soðuðu
odada kendini hissettirmeye baþlamýþtý. Doktor biraz kestirdi, ama þafakta geçen ilk
araba onu uykudan uyandýrdý. Ürpedi ve Tarrou'ya bakýnca, bir sürelik rahatlama
olduðunu ve hastanýn uyuduðunu gördü. Atlý arabanýn odun ve demirden tekerlekleri
dönerek uzaklaþýyordu. Pencerede gün henüz aðarmamýþtý. Doktor yataða doðru
ilerlediðinde Tarrou sanki hâlâ uykudaymýþ gibi, ona ifadesiz gözlerle bakýyordu.
- Evet.
Biraz. Bunun bir anlamý var mý? Rieux sustu ve bir süre sonra:
Hayýr Tarrou, hiçbir anlamý yok. Sabah düzelmelerini benim gibi siz de biliyorsunuz.
Tarrou onayladý.
Evet, ama öðlen kesin bir karara varacaðýz. Tarrou gücünü toplamak istercesine
gözlerini kapadý.
Yüzünden bir býkkýnlýk okunuyordu. Ýçinde bir yerlerde kýpýr kýpýr olmaya
baþlamýþ ateþin yükselmesini bekliyordu. Gözlerini açtýðýnda, bakýþlarý
sönükleþmiþti. Yalnýzca Rieux'nün yaný baþýnda eðilmiþ olduðunu görünce yemden
ýþýldadý.
Rieux onun kolunu tuttu, ama Tarrou bakýþlarýný baþka yana çevirmiþ, artýk tepki
vermiyordu. Ve birden ateþ,
258
sanki Tarrou'nün içinde bir bendi yerle bir ederek alnýna doðru gözle görünür þekilde
yükseldi. Bakýþýný Rieux'ye çevirdiðinde, onun gergin yüzüyle cesaret vermeye
çalýþtýðýný gördü. Tarrou'nun bir çabayla göndermek istediði gülümseme sýkýlmýþ
çene kemikleri ve beyazýmsý bir köpükle mýhlanmýþ dudaklarýndan öteye gidemedi.
Ama bu katýlaþmýþ yüzde gözler pýrýl pýrýl bir cesaretle yeniden parladý.
Saat yedide, Madam Rieux odaya girdi. Doktor hastaneye telefon etmek ve yerine
birisini bulmak için çalýþma odasýna geçti. Muayenelerini de ertelemeye karar verdi,
muayene odasýndaki divana bir süre uzandý, ama hemen kalktý ve odaya döndü. Tarrou
baþýný Madam Rieux'ye çevirmiþti. Yaný baþýnda bir sandalyenin üzerine yerleþmiþ,
ellerini bacaklarý üzerinde birleþtirmiþ o ufak tefek gölgeye bakýyordu; onu öyle bir
Öðlen ateþ doruk noktasýndaydý. Ciðerlerinden sökü-lürcesine gelen bir öksürük, artýk
kan tükürmeye baþlayan hastanýn bedenini sarsýyordu. Bezeler artýk þiþmiyordu.
Eklemlerin içine çakýlmýþ çivi gibi, hep oradaydýlar. Ateþ ve öksürük nöbetlerinin
arasýnda Tarrou arada sýrada arkadaþlarýna bakýyordu. Ama çok geçmeden gözleri daha
seyrek olarak açýlmaya baþladý ve harap olmuþ suratým aydýnlatan ýþýk her seferinde
daha da soluklaþýyordu. Çýrpýnmalarla bu bedeni sarsan fýrtýna, giderek azalan
þimþeklerle
Bunu izleyen gece mücadelenin deðil, sessizliðin gecesi oldu. Dünyadan el etek çekmiþ
bu odada, þimdi giydirilmiþ bu ölü bedeninin üzerinde þaþýrtýcý bir huzurun gezindiðini
hissetti; geceler önce, vebaya tepeden bakan teraslarda kent kapýlarýndaki saldýrýnýn
ardýndan duyulan huzurdu bu. Zaten o dönemde, eli kolu baðlý, insanlarýn ölmesini
izlediði yataklardan yükselen o sessizliði düþünmüþtü. Her yerde ayný duraklama, ayný
görkemli süre, mücadeleyi izleyen hep o ayný yatýþma; bu, bozgunun sessizliðiydi. Ama
þimdi arkadaþýný örten adam için, bu sessizlik öyle yoðundu, sokaklarýn ve vebadan
kurtulmuþ kentin sessizliðine öyle uyuyordu ki, Rieux bu kez, savaþlara son veren ve
barýþý iyileþme umudu olmayan bir acýya dönüþtüren kesin bir yenilginin söz konusu
olduðunu iyi biliyordu. Son olarak doktor, Tarrou'nun huzura kavuþup kavuþmadýðýný
bilmiyordu; ancak en azýndan o anda, týpký oðlundan koparýlmýþ bir anne, ya da
arkadaþýný gömen bir insan için nasýl ateþkes diye bir þey yoksa, kendisi için de artýk
olanaklý bir huzur bulunmadýðýný biliyordu.
Dýþarýda hep ayný soðuk gece, açýk ve buz gibi bir gökte buz tutmuþ yýldýzlar vardý.
Yarý karanlýk odada cama çökmüþ soðuk, bir kutup gecesinin renksiz soluk alýp veriþi
260
hissediliyordu. Yataðýn yanýnda Madam Rieux alýþýlmýþ duruþuyla, sað tarafý baþucu
lambasýyla aydýnlanmýþ, oturmaktaydý. Odanýn tam ortasýnda ýþýðýn uzaðýnda Rieux
koltuðunda beklemekteydi. Karýsý aklýna geliyordu, ama her seferinde bu düþünceyi
uzaklaþtýrýyordu.
Gece baþlarken sokaktan geçenlerin topuk sesleri soðuk gecenin içinde çýnlamýþtý.
Bernard?
Efendim.
Hayýr.
261edeceði tek þey bilgi ve bellekti. Belki de Tarrou'nun oyu-nu kazanmak dediði
buydu!
Yine bir araba geçti ve Madam Rieux sandalyesinin üzerinde biraz kýmýldadý. Rieux
ona gülümsedi. Annesi ona yorgun olmadýðýný söyledi ve hemen ardýndan:
- Tabii anne.
Evet, orada dinlenebilirdi. Neden olmasýn? Anýmsamak için de bir bahane olurdu bu.
Ama oyunu kazanmak bu idiyse, insanýn umuttan yoksun, yalnýzca bildiði ve
anýmsadýðý þeyle yaþamasý güç olmalýydý. Ýþte, kuþkusuz Tarrou da böyle
yaþamýþtý ve düþlere kapýlmadan sürdürülen bir yaþamýn içinde kuruluk adýna ne
varsa hepsinin bilincindeydi. Umutsuz huzur olmaz ve insanlarýn kimseyi mahkûm etme
hakký olmadýðýna inanan ama yine de kimsenin baþkalarýný mahkûm etmekten kendini
alýkoyamadýðýný ve hatta kurbanlarýn bazen cellata dönüþtüðünü de bilen Tarrou
ikilem ve çeliþkinin içinde yaþamýþtý, asla umut nedir bilmemiþti. Acaba bu nedenle mi
aziz olmayý istemiþ ve huzuru insanlara hizmet ederek aramýþtý? Gerçekte Rie-ux bu
konuda hiçbir þey bilmiyordu, bunun da pek önemi yoktu. Tarrou'yla ilgili aklýndan
silinmeyen tek görüntü, kendisini götürmek üzere arabanýn direksiyonuna sýmsýký
sarýlan bir adam ya da þimdi hareketsiz yatan þu kalýn bedenin görüntüsüydü. Bir yaþam
sýcaklýðý ve bir ölüm görüntüsü, iþte buydu bilinen.
Ýþte kuþkusuz bu nedenle, Doktor Rieux, sabah karýsýnýn ölüm haberini sakinlikle
karþýladý. Çalýþma odasýndaydý. Annesi neredeyse koþarak ona telgrafý getirmiþ,
sonra postacýya bahþiþ vermek üzere çýkmýþtý. Geri döndüðünde oðlu açýlmýþ telgrafý
elinde tutuyordu. Ona baktý, pencereden limanýn üzerinde yükselmekte olan inanýlmaz
bir sabahý izlemeye kaptýrmýþtý kendini.
262
263Güzel bir þubat sabahý gün doðarken, halkýn, gazetelerin, radyo ve valilik
duyurularýnýn selamlamasýyla kentin kapýlarý sonunda açýldý. Böylece anlatýcýya,
kapýlarýn açýlmasýný izleyen coþkuya baþýndan sonuna kadar katýlabilme özgürlüðü
olmamakla birlikte, bu neþe dolu saatlerin vaka-nüvisý olmak kalýyor. Gündüz ve gece
için büyük eðlenceler düzenlenmiþti. Ayný zamanda, uzak denizlerden gelen gemiler
limanýmýza yönelirken, garlarda trenlerin dumanlarý tütmeye baþlamýþtý bile, böylece
her biri kendince, bugünün, ayrý düþmekten ötürü acý çekenler için büyük buluþma günü
olduðunu belirtiyordu.
doluydu. Ýki haftalýk bekleme süresinde, son âna kadar valilik kararýnýn iptal
edilmesinden korkarak herkes o gün için yer tutmuþtu. Kente yaklaþan yolcularýn
bazýlarý gerginlikten tam anlamýyla kurtulamamýþtý zaten, çünkü yakýnlarýnda
bulunan insanlarýn sonlarýný biliyorlardý genelde; ötekilere ve kente ne olduðu
konusundaysa hiçbir þey bilmiyorlardý, akýllarýnda kentin kuþkulu bir çehresi vardý.
Ancak bu, tüm bu süre içinde tutku ateþiyle yanmamýþ kiþiler için doðruydu yalnýzca.
Gerçekten de, tutkulular kendilerini bir sabit fikre kaptýrmýþlardý. Onlar için tek bir þey
deðiþmiþti: Aylarca süren sürgünleri boyunca çabuk geçmesine uðraþtýklarý, deli gibi
hýzlandýrmaya çalýþtýklarý o zamaný þimdi kente yaklaþtýklarý bir anda, trenin
duraktan önce fren yapmaya baþlamasýyla yavaþlatmayý dilemiþlerdi. Aþklarýnýn tüm o
kaybolmuþ aylarý, içlerine belirsiz ve keskin bir duygu salý-
264
yor ve buna baðlý olarak, bu neþeli zamanýn bekleyiþ dönemine oranla iki kat daha
yavaþ geçmesini bir tür telafi olarak görüyor ve belli belirsiz bunu istiyorlardý. Haftalar
önce haber iletilen karýsýnýn buraya gelmesi için elinden geleni yapan Rambert gibi,
sevdiklerini bir odada ya da peronda bekleyenler ayný sabýrsýzlýk ve ayný karmaþa
içindeydiler. Çünkü veba aylarý boyunca bir soyutlamaya dönüþmüþ bu aþk ya da
sevgiye destek olan etten kemikten kiþiyle bu duygularý karþýlaþtýrmayý Rambert bir
ürperiþle
bekliyordu.
Kaldý ki, hepsi az ya da çok, belli bir bilinçle onun gibiydi ve aslýnda hepsinden söz
etmek gerek. Özel yaþamlarýna yeniden baþlayacaklarý bu istasyon peronunda,
birbirlerine bakýþlar atarken ya da gülümserken, paylaþtýklarý ortaklýðý hissediyorlardý
hâlâ. Ama trenin dumaný görünür görünmez sürgün duygusu, karmaþýk ve sarhoþ edici
bir neþe saðanaðý altýnda bir anda sönüp gitti. Tren durunca çoðunlukla yine bu peronda
baþlamýþ olan sonu gelmez ayrýlýklar burada son buldu; bir saniye içinde, canlý
biçimlerini unuttuklarý bedenlere büyük bir sevincin eþlik ettiði bir cimrilikle kollarýn
sarýldýðý anda. Rambert'in kendisine koþan ve göðsüne kapanan o bedene bakacak
zamaný olmadý. Kollarý arasýnda onu tutarken, gövdesine yumulmuþ o tanýdýk saçlý
baþý sýkarken gözyaþlarýna engel olamadý,
265bunlarýn o anki mutluluktan mý, yoksa çok uzun süredir bastýrýlmýþ bir acýdan mý
Birbirlerine sýký sýký sarýlmýþ insanlar, dünyada geri kalan her þeye gözlerini
yummuþ, görünüþte vebayý alt etmiþ, tüm sefaleti ve ayný trenle gelip karþýlarýnda
kimseyi bulamamýþ herkesi unutmuþ olarak evlerine döndüler; peronda yalnýz
kalanlarsa eve dönünce uzun sürmüþ suskunluklarýn yüreklerine saldýðý korkuyu
doðrulayan bir þey bulmaya hazýrlanýyorlardý. Artýk taptaze bir acýdan baþka
kendilerine eþlik eden hiç kimseleri olmayan bu insanlar için, o anda artýk yaþamayan
bir varlýðýn anýsýna sarýlanlar için her þey farklýydý ve ayrýlýk duygusu doruk
noktasýna ulaþmýþtý. Onlar için, þimdi ortak bir çukura atýlmýþ ya da bir kül
yýðýnýnda eriyip gitmiþ o varlýða iliþkin tüm neþeyi yitiren anneler, eþler, sevgililer için
veba hâlâ vardý.
Ama kim düþünüyordu bu yalnýzlýklarý? Öðle olunca güneþ sabahtan beri bir mücadele
halinde havanýn içinde dolanýp duran soðuk esintileri alt ederek deðiþmeyen bir ýþýðý
sürekli yinelenen dalgalarla kentin üzerine saçýyordu. Gün sanki akmýyordu. Tepelerden
kalelerin toplarý durgun gökyüzünde ara vermeden patlamaya baþladý. Acýlarýn son
bulduðu ve unutuþun henüz baþlamadýðý, iki arada kalmýþ bu dakikada tüm kent
kendini dýþarý attý.
Bütün meydanlarda dans ediliyordu. Bir günde trafik yoðunluðu hissedilir biçimde
artmýþ ve sayýlarý giderek çoðalan arabalar insan seli altýndaki sokaklarda güçlükle
ilerliyordu. Kentin çanlarý tüm akþamüstü en yüksek perdeden çaldý. Mavi ve altýnsý bir
göðü çýnlamalarýyla dolduru-
266
yorlardý. Gerçekten de kiliselerde þükür dualarý okunup duruyordu. Ama ayný zamanda
eðlence yerleri aðzýna kadar dolmuþ, geleceði düþünmeden ellerindeki son alkollü
içecekleri daðýtýyorlardý. Tezgâhlarýn önünde hepsi de heyecan içinde bir kalabalýk itiþ
kakýþ duruyordu, aralarýnda çevredeki bakýþlardan çekinmeyen, sarmaþ dolaþ birçok
çift vardý. Hepsi baðýra çaðýra konuþuyor ya da gülüyordu. Herkes içine kapandýðý
aylar boyunca yaþamý biriktirmiþ, þimdi hayatta kalmalarýný kutlarcasýna onu
harcýyorlardý. Ertesi gün asýl yaþam baþlayacaktý, önlemleriyle. Þimdilik çok farklý
kökenlerden insanlar dirsek dirseðe kardeþ gibiydiler. Ölümün varlýðýnýn
gerçekleþtiremediði eþitlik, en azýndan birkaç saatliðine kurtuluþun coþkusunda ortaya
çýkýyordu.
Ama bu sýradan coþku her þeyi açýklamýyordu ve akþamüstü geç saatte Rambert'in
yanýnda sokaklarý dolduranlar soðukkanlý bir tavrýn altýnda, çoðunlukla epey hassas
mutluluklar gizliyordu. Gerçekten de, çok sayýda çift ve çok sayýda aile sakin sakin
gezinen insanlar gibiydiler yalnýzca. Gerçekteyse çoðu acý çektikleri yerleri hassaslýkla
ziyaret ediyorlardý. Yeni gelenlere vebanýn açýk ya da saklý iþaretlerini, vebanýn
tarihinin kalýntýlarým göstermek söz konusuydu. Bazý durumlarda, veba sýrasýnda çok
þey görmüþ olanlara rehberlik etmekle yetiniliyor ve korku uyandýrmadan tehlike
anlatýlýyordu. Bu gibi keyifler zararsýzdý. Ama öteki durumlarda, daha tehlikeli
gezintiler olabiliyordu, anýlarýn sevgi dolu acýsýna kendini býrakmýþ bir sevgili
yanýndakine þöyle diyebiliyordu: "O sýrada, bu yerde yanýmda olmaný arzuladým ve
sen yoktun." Bu tutku gezginlerini tanýmak kolaydý: Ýçinde yol aldýklarý gürültü
patýrtýnýn ortasýnda fýsýltý ve itiraf adacýklarý oluþturuyorlardý. Gerçek kurtuluþu,
köþe baþlarýndaki orkestralardan daha iyi müjdeliyordu onlar. Çünkü bu sevinç içinde,
sýký sýký birbirine sarýlmýþ ve suskun çiftler gürültü patýrtýnýn içinde, mutluluðun tüm
zaferi ve adaletsizliðiyle vebanýn bittiðini, korkunun geride kaldýðýný doðruluyordu.
Her
Dýþ mahallelere ulaþmaya çalýþan ve akþamüstü çan ve top sesleri, ezgiler ve saðýr
edici çýðlýklar arasýnda tek baþýna yürüyen Doktor Rýeux'nün gözüne çarpan iþte
buydu. Mesleði sürüyordu, hastalar için tatil yoktu. Kentin üzerine inen tatlý ýþýðýn
içinde eski günlerin ýzgara et ve anason kokularý yükseliyordu. Çevresinde gülen yüzler
göðe doðru çevriliyordu. Yüzleri al al olmuþ kadýn ve erkekler istekle gerilerek ve
çýðlýklar atarak birbirlerine dolanýyordu. Evet, veba bitmiþti, korku da ve þimdi sarmaþ
dolaþ olan kollar aslýnda en derin anlamýyla sürgünün ve ayrýlýðýn ne demek olduðunu
anlatýyordu.
Ýlk kez olarak Rieux aylarca her gelen geçenin yüzünde okuduðu þu tamdýk havaya bir
ad verebiliyordu. Þimdi çevresine þöyle bir bakmasý yeterliydi. Vebayý, sefaleti ve
yokluklarý geride býrakan herkes, uzun süredir oynamakta olduðu rolün giysisine
bürünmüþtü, yokluðu ve uzaktaki ülkeyi önce yüzleriyle, þimdi de giysileriyle belli eden
göçmen rolüne bürünmüþlerdi. Vebanýn kent kapýlarýný kapadýðý günden baþlayarak
yalnýzca ayrýlýðý yaþamýþlardý, her þeyi unutturan o insancýl sýcaklýktan ayrý
düþmüþlerdi. Deðiþik derecelerde, kentin her köþesinde bu kadýnlar ve bu erkekler,
herkes için ayný olmayan ama yine hepsi için olanaksýz bir buluþmayý özlemiþlerdi.
Çoðu tüm gücüyle orada bulunmayan birisini, bir bedenin sýcaklýðýný, sevgiyi ya
268
olmanýn çoðunlukla farkýna varmadan acýsýný çekiyordu. Daha az sayýda bir baþka
grup insan da, belki Tarrou gibileri, taným-layamadýklarý birþeylerle istemiþlerdi birliði,
ama bunlar da istenecek tek þeydi onlarýn gözünde. Baþka bir ad bulamadýklarýndan
buna bazen huzur diyorlardý.
istiyorlardý.
269meyi istemiþ olanlar, sayýlarý azalsa da bununla yetinmesini bilerek arada sýrada
ödüllerini alýyorlardý. Kuþkusuz aralarýndan bazýlarý, bekledikleri kiþiden yoksun, tek
baþlarýna kentte yürümeyi sürdürüyorlardý. Salgýndan önce, aþklarýný daha baþýndan
yoluna koyamamýþ ve birbirine düþman sevgilileri birbirine baðlý tutan o güç
anlaþmayý yýllarca körü körüne izleyen bazýlarý gibi, eþinden iki kez ayrýlmak
durumuna düþmemiþ olanlar da mutluydu. Rieux gibi onlar da her þeyi zamana
býrakmanýn hafifliðini duymuþlardý: Onlar sonsuza dek ayrýlmýþlardý. Ama, Doktor
Rie-ux'nün sabah yanýndan ayrýlýrken "Haydi, cesaret, þimdi haklý çýkmanýn zamaný,"
dediði Rambert gibi baþkalarý da, yitirdiklerini sandýklarý kiþiyi hiç duraksamadan
bulmuþlardý. En azýndan bir süre için mutlu olacaklardý. Her zaman istenebilecek ve
bazen elde edilebilecek bir þey varsa, onun da insan sevgisi olduðunu þimdi onlar
biliyordu.
Tersine, hayal bile edemedikleri bir þeyi dilemiþ olanlarýn hiçbirine bir karþýlýk
gelmemiþti. Tarrou sözünü ettiði o ulaþýlmasý güç huzura kavuþur gibi olmuþ, ama onu
iþine yaramayacaðý bir anda, ölümde bulmuþtu. Tersine, Rieux'nün kapý eþiklerinde,
azalan ýþýðýn altýnda gördüðü, tüm güçleriyle sarýlmýþ, heyecan içinde birbirine bakan
baþkalarý eðer istediklerini elde etmiþlerse, bunun nedeni yalnýzca kendi ellerinde olan
bir þey istemiþ olmalarýydý. Ve Rieux, Grand'la Cottard'ýn bulunduðu sokaða saparken
insanla, onun yoksul ve inanýlmaz aþkýyla yetinenlerin de en azýndan arada bir neþeyle
ödüllendirilmesinin yerinde olacaðýný düþünüyordu.
270
Bu günce burada sona eriyor. Doktor Rieux'nün bunun yazarý olduðunu belirtmenin
zamaný geldi. Ama son olaylarý aktarmadan önce, en azýndan niçin araya girdiðini
açýklamak ve tarafsýz tanýk üslubunu seçmeye özen göstermesinin anlaþýlmasýný
istiyor. Tüm veba süresince mesleði gereði kentlilerin birçoðunu görme ve onlarýn
duygularýný derleme olanaðý buldu. Böylece gördüklerini ve duyduklarýný rahatça
aktarma durumundaydý. Ama bunu uygun, ölçülü bir tutumla yapmak istemiþtir. Genel
olarak gördüklerinden fazlasýný anlatmamaya, veba dostlarýna, gerçekte sahip
olmayacaklarý düþünceleri yakýþtýrmamaya ve yalnýzca rastlantý ya da kötü talihin
kendisine sunduðu metinleri kullanmaya özen göstermiþtir.
Bir tür cinayet nedeniyle tanýklýk etme durumunda kalarak, iyi niyetli her tanýðýn
yapmasý gerektiði gibi, belli bir sakinimi elden býrakmamýþtýr. Ama ayný zamanda da,
dürüst bir yüreðin kurallarýna uygun olarak, isteyerek kurbanýn tarafým tutmuþ ve
insanlarý, ayný kenti paylaþtýðý insanlarý, yalnýzca aþk, acý, sürgün gibi ortak inançlarý
çevresinde birleþtirmek istemiþtir. Ýþte böylece, tek bir acý yoktur kentlilerce
paylaþmasýn, ya da tek bir durum yoktur kendisi de sahiplenmesin.
Sadýk bir tanýk olmak için özellikle olaylarý, belgeleri ve söylentileri aktarmalýydý.
Ama kiþisel olarak kendi söyleyeceðini, kendi bekleyiþini, kendi geçirdiði sýnavlarý dile
getirmemeliydi. Bunlardan yararlandýysa bile, yalnýzca ayný kenti paylaþtýðý kentlileri
anlamak ve onlarýn anlaþýlmasýný saðlamak ve onlarýn çoðunlukla karmakarýþýk
biçimde hissettiklerine olabildiðince kesin bir biçim vermek içindi. Gerçeði söylemek
gerekirse, bu saðduyulu çaba fazla zor
Ama yurttaþlarýmýz arasýnda bir kiþi vardý ve Rieux onun adýna konuþamazdý.
Tarrou'nun bir gün Rieux'ye sözünü ettiði kiþi bu: "Onun tek gerçek cinayeti çocuklar ve
insanlarý ölüme yollayan neyse onu yüreðiyle onaylamýþ olmasýdýr. Geri kalanýný
anlýyorum, ama bu konuda onu yaptýðýndan ötürü baðýþlamak zorundayým." Bu
güncenin böyle þeylerden habersiz, yani yalnýz bir yüreðin sahibiyle son bulmasý da
yerinde olur.
Eðlencenin uzaktan gelen uðultusu mahalleyi sessizleþtiriyor ve Rieux'ye bir çöl gibi
ýssýz geliyordu. Kartým çýkardý.
Olanaksýz doktor, dedi polis memuru. Kalabalýða ateþ eden bir deli var. Ama burada
kalýn, size gerek olabilir.
O sýrada Rieux, Grand'ýn kendine doðru geldiðini gördü. Onun da hiçbir þeyden haberi
yoktu. Geçmesine izin verilmiyordu ve ateþin kendi evinden açýldýðýný öðrenmiþti.
Güneþin ýsýtmayan son ýþýklarýyla altýn rengine bürünmüþ evin cephesi uzaktan
görülüyordu. Karþýdaki kaldýrýma kadar uzanan boþ bir uzam evi çevreliyordu. Yolun
ortasýnda bir þapka ve kirli bir parça kumaþ seçiliyordu. Rýeux ve Grand iyice uzakta,
yolun öteki tarafýnda kendilerini durduran polis kordonuna paralel ve gerisinde
mahallelilerin hýzlý hýzlý durmadan geçtikleri bir polis kordonunu görebiliyorlardý.
Dikkatlice bakýnca, ellerinde tabanca, evin karþýsýnda bulunan apartmanlarýn
kapýlarýna sinmiþ polis memurlarým da gördüler. Evin tüm kepenkleri kapalýydý. Yine
de ikinci katta kepenklerden biri yarý yarý-
272
ya açýlmýþ gibiydi. Sokakta tam bir sessizlik vardý. Kent merkezinden gelen belli
belirsiz ezgiler duyuluyordu yalnýzca.
Bir ara evin karþýsýndaki apartmanlardan birinden iki el ateþ sesi duyuldu ve açýk olan
kepenkte parçalar havaya sýçradý. Sonra yeniden sessizlik oldu. Uzaktan bakýnca, günün
yoðunluðundan sonra bu olanlar Rieux'ye biraz gerçekdýþý gibi geliyordu.
Bu Cottard'ýn penceresi, dedi birdenbire Grand heyecanla. Ama Cottard ortada yok.
Bilmiyoruz. Sokakta insanlar eðleniyordu. Ýlk tabanca sesi duyulduðunda hiçbir þey
anlamadýlar. Ýkinci seste baðrýþ çaðrýþ oldu, bir kiþi yaralandý ve herkes kaçýþtý.
Yeniden sessizlik olduðunda dakikalar geçmek bilmedi. Birden sokaðýn öteki tarafýndan
bir köpeðin çýkageldi-ðini gördüler, Rieux'nün uzun süredir gördüðü ilk köpekti, büyük
bir olasýlýkla o zamana kadar sahiplerinin sakladýðý pis bir Ýspanyol köpeðiydi, duvar
boyunca koþup gidiyordu. Kapýya yaklaþýnca duraksadý, arka ayaklarý üzerine oturdu
ve bitlerini kemirmek üzere yanlamasýna uzandý. Polislerden gelen birçok düdük sesi
onu uyardý. Baþým kaldýrdý, sonra þapkayý koklamak üzere aðýr aðýr yolun ortasýna
ilerledi. Ayný anda ikinci kattan bir el ateþ edildi ve köpek ayaklarýyla debelenerek
bir anda kendi çevresinde döndü ve böðrünün üzerine devrilerek uzun uzun sarsýldý.
Karþýlýk olarak, evin karþýsýndaki kapýlardan beþ ya da altý patlamayla kepenk biraz
daha ufalandý. Yeniden sessizlik çöktü. Güneþ biraz çekilmiþti ve Cottard'ýn penceresine
gölge düþmeye baþlýyordu. Doktorun arkasýndaki sokakta bir fren sesi duyuldu.
Veba
Ellerinde ipler, bir merdiven ve yaðlý beze sarýlmýþ iki uzun paketle tam arkalarýnda
polisler belirdi. Greand'ýn dairesinin karþýsýnda bulunan bitiþik düzen evleri çeviren bir
sokaða daldýlar. Bir süre sonra bu evlerin kapýlarýnda bir hareket olduðu görülmedi,
ancak tahmin edildi. Sonra kalabalýk ve polisler bekledi. Köpek artýk kýmýldamýyordu,
ama koyu renk bir su birikintisinin içinde ýslak yatýyordu.
Birdenbire polis memurlarýnýn tuttuðu evlerden bir makineli tabancayla ateþ açýldý.
Ateþin sonunda, niþan alýnan kepenk tam anlamýyla yaprak gibi döküldü ve pencerede
karanlýk bir boþluk belirdi, Rieux ve Grand bulunduklarý yerden hiçbir þey
seçemiyordu. Ateþ kesilince ýkýn-cý bir tabanca sesi baþka bir açýdan, daha uzaktaki bir
evden geldi. Kurþunlardan biri bir kiremit parçasýný sýçrattýðýna göre kurþunlar
penceredeki kare boþluða da isabet ediyordu kuþkusuz. Ayný anda üç polis koþarak yolu
geçti ve giriþ kapýsýndan içeri daldýlar. Hemen ardýndan üç polis daha içeri koþtular ve
ateþ sesi kesildi. Kalabalýk biraz daha bekledi. Apartmanýn içinde, derinden gelen iki
patlama sesi duyuldu. Sonra bir uðultu yükseldi ve neredeyse sürük-lercesine kollan
sývanmýþ, durmadan baðýran ufak tefek bir adamýn dýþarý çýkarýldýðý görüldü. Sanki
bir mucize olmuþ gibi, sokaktaki tüm kapalý kepenkler açýldý ve meraklýlar pencerelere
üþüþtü; bir yandan da insanlar kalabalýklar halinde evlerinden çýkýp polis engellerinin
arkasýna koþtular. Bir an, adamcaðýzý yolun ortasýnda gördüler, sonunda ayaklan yere
basýyor, polis ellerini arkadan tutuyordu. Baðýrýyordu. Bir polis ona yaklaþtý ve
yumruðunun tüm gücüyle, ciddi bir tavýrla iki kez ona vurdu.
Cottard bu, diye kekeledi Grand. Çýldýrmýþ. Cottard yere düþmüþtü. Polisin bu kez
yerde uzanan
bu insan yýðýntýsýna tüm gücüyle tekme indirdiðini gördüler. Sonra karmakarýþýk bir
kalabalýk harekete geçti, doktora ve onun eski dostuna doðru yöneldi.
274
Kalabalýk önünden geçerken Rieux gözlerini kaçýrdý. Grand ve Rieux hava kararýrken
oradan ayrýldýlar. Bu olay, semti sanki içine daldýðý uyuþukluktan çekip çýkarmýþ gibi
uzaktaki sokaklardan gelen keyif sarhoþu kalabalýðýn uðultusuyla doldu yeniden. Evin
giriþinde Grand doktorla vedalaþtý. Gidip çalýþacaktý. Ama tam yukarý çýkacaðý
sýrada, Jeann'a mektup yazdýðýný ve þimdi hoþnut olduðunu söyledi doktora. Hem
sonra yeniden tümcesini yazmaya baþlamýþtý: "Ne kadar sýfat varsa hepsini attým,"
dedi.
Hýnzýr bir gülümsemeyle törensi bir selam için þapkasýný çýkardý. Ama Rieux,
Cottard'ý düþünüyordu, yaþlý astým hastasýnýn evine giderken onun yüzüne inen
yumruklarýn tok sesi peþini býrakmýyordu. Suçlu bir insaný düþünmek, ölü birisini
düþünmekten daha zordu belki de.
Rieux eski hastasýnýn evine vardýðýnda gece tüm göðü yutarcasýna kaplamýþtý.
Odadan, özgürlüðün o uzaktan gelen uðultusu duyuluyordu ve yaþlý adam her zamanki
tavrýyla bezelyeleri bir kaptan ötekine aktarmayý sürdürüyordu.
Eðlenmeye haklan var, diyordu, bir dünya kurmak için her þey gerek. Þu çalýþma
arkadaþýnýz, o ne oldu?
Patlama sesleri geliyordu, ama bunlar barýþla ilgiliydi: Çocuklar fiþek patlatýyorlardý.
Evet, dedi yaþlý adam bir süre sonra, hep en iyiler gider. Yaþam böyle. Ama o ne
istediðini bilen bir adamdý.
Hiç. Konuþmak için konuþmazdý. Nihayet, benim hoþuma gidiyordu. Ama böyle
iþte. Baþkalarý: "Veba bu, veba geçirdik," diyorlar. Bir anlamda ödüllendirilmek
istiyorlar. Ama ne demek veba? Yaþam bu, iþte hepsi bu kadar.
Buðunuzu aksatmayýn.
275 Yoo korkmayýn. Daha zamaným çok benim ve ötekilerin öldüðünü göreceðim.
Ben yaþamayý biliyorum.
Neþe dolu haykýrýþlar uzaktan ona karþýlýk verdi. Doktor odanýn ortasýnda durdu.
Yo hayýr! Onlarý tepeden görmek istiyorsunuz, deðil mi? Dilediðiniz gibi yapýn.
Ama onlar hep ayný.
Söyleyin doktor, vebadan ölenler için bir anýt yapýlacaðý doðru mu?
Karanlýk limandan resmi kutlamanýn ilk fiþekleri yükseldi. Kent uzun ve boðuk bir
haykýrýþla selamladý fiþekleri. Cottard, Tarrou, Rieux'nün sevdiði ve yitirdiði kadýn ve
erkekler, ölü ya da suçlu, hepsi unutulmuþtu. Yaþlý adam haklýydý, insanlar hep
aynýydý. Ama her acýnýn öte-
276
Ancak bir yandan da bu güncenin kesin bir zafer güncesi olmadýðýný biliyordu. Bu,
yalnýzca kendi gördüðü kadarýyla korkuya ve onun tükenmez silahýna karþý yapýlmasý
gerekenlerin bir tanýklýðýndan baþka bir þey olamazdý; ama ayný zamanda da, içlerinde
kopan fýrtýnalara karþýn, bir aziz olamadýklarýna göre, felaketleri kabullenmeyi
reddederek, yine de doktorluk yapmaya çalýþan tüm insanlarýn bu korkuya karþý daha
neler yapabileceðine de tanýklýk
edecekti bu anlatý.
277