You are on page 1of 48

Cumhuriyet Kürtler için de bayram olacaksa… Yalçın Yusufoğlu sayfa >> 10

EKMEK & ÖZGÜRLÜK


A Y L I K S İ Y A S İ D E R G İ u S A Y I 2 u E K İ M 2 0 0 9 u 2 T L

Yıkmazsanız, Ülker >> 12

kapitalizm yıkılmaz
Dalfidan >> 14
AKP hükümeti IMF ile bir yeni anlaşma imzalamasa da bu onu
sermayenin kolektif menajeri olmaktan alakoymayacak
Ertuğrul Kürkçü
Kalyon >> 16
IMF direktörü için İstanbul’da
en iyi yerin, yerin yedi kat altı
olduğu bundan daha iyi anlatı­
lamazdı Dominique Strauss­ Yurtsever >> 18
Kahn’a: Kendisi, İstanbul’da bir
an için gün yüzünü görebilirdi
ama o zaman da kocaman göv­
desini ayakkabı teki hedef ala­
bilirdi. Mahir Çayan’ın on yıllar
önce ileri sürdüğü “çağımızda
emperyalizm bir içsel olgudur”
argümanı ancak Kahn’ın Kon­
feransı sırasında olduğu kadar
hakikate yakın bir anlatıma ka­
vuşabilirdi. Kendisine öykünü­
len Irak’lı gazeteci Muntadar
al­Zeidi işgalci ABD Başkanı
Bush’un kafasına Bağdat’ta Yeşilöz >> 26
Türkiye’den ithal edilmiş bir
“no name” ayakkabı atmıştı.
IMF Başkanı’nın kafasına İs­
tanbul’a atılansa, büyük olası­
lıkla Vietnam ya da Çin’de üre­ Tonak >> 36
tilmiş bir Alman markası ­“Ni­
ke”­ idi. Kapitalizmin bütün
dünyayı saran küresel
bunalımı, yalnızca bü­
>>
2
rün ülkelerin bir ve ay­ Tören >> 34

Liman direnişini örgütleyen TÜM-TİS eği-


Adana Demirspor­Livorno karşılaş­ tim uzmanı Savaş Gürkan, direnişe katıl-
ması sadece futbol değildi, kardeşlik­ mış işçilerden Battal ve Petrol-İş şube baş-
ten de fazlasıydı ama polis copları kanı TÜRK-İŞ il temsilcisi Adil Alaybeyoğ-
çalışmaya başlayınca güzel rüyamız lu ile Ekmek & Özgürlük Mersin temsilci-
korkunç bir kabusa dönüştü. leri konuştu.
Şener >> 42 Sönmez >> 44 Kılıç >> 25
2 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Okur Mektubu
>> nıkıvranmalarına
kriz dinamiğinin pençesinde ya üzerine söylediklerini bir
yol açmakla
kalmıyor, baskı biçimlerini ol­
kez daha doğruluyor. Kriz, ka­
pitalist düzeni bütün hücrele­
Mersin Serbest
duğu kadar o baskıları protes­
to biçimlerini de benzeştiriyor.
Gene de gözle görülür bir fark
rine kadar sarabilir, onun da­
yattığı değerleri yerle bir ede­
bilir, onun üretim tarzını zıva­
Bölge’de işçi öfkesi
var. Bu, kapitalist devletler ve
ekonomilerin bu kuşatıcı süre­
nasından çıkarabilir, onun de­
mokrasisi, ya da diktatörlüğü­
bileniyor
ci bir hiyerarşi içinde yaşama­ nün beş para etmez olduğunu
larından doğan bir fark. sergileyebilir. Ama eğer büyük
kitleler, kapitalizmin emekleri Yirmi yıldır bölgede beklerseniz, yine yanılırsınız.
Bunun bir sonucu, İstanbul’da
üzerinde yükseldiği işçi yığın­ Ben yirmi yıldır bölgede çalı­
Kahn’a isabet etmeyen ayak­
kabının sahibinin, birkaç saat ları, onun yıkılmakta olduğu­ çalışıyorum. Hayatı­ şıyorum. Hayatımın en güzel
yıllarını bölge elimden aldı gö­
sonra bir yaygın TV kanalında nun farkında, onun yerine talip mın en güzel yıllarını türdü. Ben de öylece seyirci
kendi eylemini yorumlayabil­ değilseler, o hiçbir zaman ken­
mesiyse, öbürü, Al­zeidi’nin diliğinden yıkılmaz. bölge elimden aldı kalmışım. Bunun da farkına
çok geç vardım.
ağır işkencelerden sonra ceza­ Kapitalizm, bir şey, bir toplum­ götürdü. Ben de öyle­ Bütün bu yaşananlara ve işçi­
evinde uzun bir süre geçirmek sal durum değil, bir ilişkidir:
zorunda kalmasıydı. İnsanla insan arasındaki bağın
ce seyirci kalmışım. lerin bütün olanaksızlık ve ça­
resizliklerine karşın; bütün iş­
Farklar çok… Ancak kriz bütün piyasa üzerinden kurulduğu, Bunun da farkına çok çilerin pimi çekilmiş birer
bu farkları tek bir dünya eko­ meta ve para türünden değere
nomisinin işleyişi içinde gitgi­ büründüğü bir ilişki. Bu ilişki geç vardım. bomba konumunda oldukları­
nı hissediyor ve görebiliyo­
de daha çok eritiyor. Daha ge­ büyük kitlelerin gözünde in­ Serbest bölge işçiler için bir rum.
riden gelen ülkeleri ilerlemele­ sanlığın ezeli ve ebedi hali ola­ cezaevi. Son dönemlerde kri­
ri nispetinde gitgide daha çok rak meşruiyetini sürdürdükçe, Bu ağır koşullar sırtlarında bir
zin de etkisiyle bölgede işten kambur ve artık bu kamburla
merkez ülkelere yaklaştırıyor. IMF’nin gelmesi de gelmemesi atmaların hortlaması, işçiler­
de, Türkiye’nin IMF ile anlaş­ yürüyemiyorlar. Fakat bu
Türkiye toplumsal mücadele­ de büyük bir korku ve kaosa
ma yapması da yapmaması da kamburdan, prangalardan ve
ler açısından son yirmi yılda sebep olurken, patronlar cep­
kapitalistler karşısında emek­ kamçılardan kurtulup dik du­
giderek daha yaygın bir biçim­ hesinde güce dönüştü. Bun­
çilerin mağduriyetleri bakı­ rabilmek için gereken bilinç,
de, kendi Batısı’ndaki toplum­ dan dolayı, işçiler ayağından
mından esaslı bir fark yarat­ özgüven ve inançtan da yok­
ları bir dış bükey aynadan yan­ prangaları ve sırtından kamçı­
mayacaktır. O nedenle sosya­ sunlar. Ama beyinlerinde ve
sıtır oldu. Daha küçük ölçüde sı eksilmeyen bir kölelik süre­
listlerin halka çıkıp çıplak ha­ yüreklerinde büyüttükleri öy­
ve daha çarpık, ama benzer. Bu cine sokuldu. Burada tuvalet
kikati anlatmaya devam etme­ le bir öfke var ki kan ile gelen
benzerlikler arasında, emekçi ihtiyacını karşılarken bile, pat­
leri gerekiyor. Ya o, kendinin bebeğin doğumuna benzer.
sınıflar arasında krizden he­ ronların istekleri doğrultu­
olana hükmetmek, kendinin Mesele, onu avuçlarımızın ara­
men sonra değilse de belirli bir sunda hareket etmenin dışın­ sına almayı becerip ne yapaca­
sürede baş göstermesi bekle­ efendisi olmak için ayağa kal­ da hiçbir seçenek yok. İşçiysen ğımızı bilebilmekte. Belki bu­
nen kitlesel karşı koyuşların kacak ve kolektif sözcüsünü, hastalanamaz, özel bir işin nun için de bir ışık, bir ses, bir
ortaya çıkmaması. İşçilerin iş sosyalist hareketi, öne doğru
olamaz, ailen olamaz, arkada­ el ya da kendilerini güvende
kayıplarını dolaysız kitlesel itecek, ya da kapitalizm ken­
şın olamaz, sosyal yaşantın hiç hissedebilecekleri bir dayanak
tepkiler vermeksizin karşıla­ diyle birlikte bu dünyayı sonu­
olamaz, bedenen ve ruhen yo­ görmeyi bekliyorlardır.
maları, yoksulluk ve yoksunlu­ na doğru sürükleyecek. Ama
ğu geleneksel telafi mekaniz­ rulmuş olamazsın… Hiçbir şe­ Dünya biz işçilerin sırtından
kitleler onun meşruiyetini sor­
malarıyla –akrabanın, eşin kilde bu tür “lükslerin” olamaz dönüyor, patronlar bizim eme­
gulamadıkça ve yıkmak için
dostun yardımı, aşırı tasarruf kısacası. ğimizle zenginleşiyor ve eme­
harekete geçmedikçe IMF’li ya
vb­ gidermeyi seçmeleri. Daha da değil kendi kendine yıkıl­ Bütün ipler patron ve onun ğimizin patronu oluyorlar. Bu
sağa, popüler demagoglara ku­ mayacaktır. Onun yıkılması maşa olarak kullanıldığı uşak­ yük gemisi bizim gücümüz ve
lak kabartmaya daha yatkın için devrimci hareketin emek­ larının elindedir. Burada her emeğimizle ve onurlu bir ya­
hale gelmeleri, kendi öz eylem­ çileri ikamesi de çıkar yol de­ şeyden önemli ve öncelikli şam sürdürebilmek için sattı­
lerinden kuşku duymaları. ğildir, çünkü bir ilişki onun iki olan patronun işidir. İşçilerin ğımız emek gücümüzle yol alı­
Şüphesiz, bunların tam zıddı tarafı arasındaki gerilim katla­ ihtiyaç ve istekleri, son sırada­ yor.
davranışları daha küçük ölçek­ nılmaz hale gelmedikçe kop­ dır ve buna rağmen sıranın si­ Sahip olduğumuz gücümüzün
lerde de olsa görmüyor değiliz; maz. Kapitalizm emekçi ile ser­ ze gelmesini sabırla beklese­ büyüklüğünü bilelim, görelim,
ancak hâkim yön bu değil he­ maye sahibi arasındaki bu rıza niz de boşuna... Sıra hiçbir za­ anlayalım; bilmeyenlere, gör­
nüz. Krizde kazanılan başarı­ sürdükçe “payidar” kalır. Onun man bizlere gelmez! meyenlere, anlamayanlara an­
lar, direnişler, karşı koymak yıkılması için sizin ondan vaz­ Deyim yerindeyse, bütün işçi­ latalım, gösterelim, duyuralım.
için oluşturulan yeni örgütlere geçmeniz, onu yıkmayı isteme­ ler programlanmış birer ro­ Emeğimize sahip çıkıp emeği­
karşın, büyük kitlelerin dikkati niz, ona son vermeniz gerekir. bottur. Sahip ne emrederse mize göz koyanlardan hesap
egemen sınıf seçenekleri ara­ Bunun için harekete geçme­ onu yaparlar. Ancak, “robot ol­ soralım. Hep beraber el ele “Ya
sında bir sarkaç gibi gidip geli­ yenlerin neden kapitalizmin maya razıyım, yeter ki ihtiyaç­ Hepimiz, Ya Hiçbirimiz” sloga­
yor. bu büyük krizden geçerken de larım karşılansın” diyerek ro­ nıyla başarabiliriz. Yeter ki
Küresel kriz, Antonio Grams­ yerli yerinde durmakta oldu­ botların sahiplerinden gör­ inanalım…
ci’nin on yıllar önce hegemon­ ğuna şaşmamaları gerekir. dükleri özenli bakımı görmeyi Hatice Kaya
EKMEK & ÖZGÜRLÜK 3

Türkiye
Meclis açıldı,
DTP'li milletvekillerinin gündemde
dokunulmazlığına saldırı kritik konular
var
Türkiye Büyük Millet Mecli­
si'nin 23. dönem 4. yasama yılı
1 Ekim’de Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül’ün konuşmasıyla
başladı. Ekim’de kritik konu­
lar tartışılacak
Kürt açılımı
Hükümetin Meclis Genel Ku­
rulu'nda gündeme getirmeyi
planladığı konuların başında,
"Kürt açılımı" var. Hükümetin
"demokrasi açılımı" adını ver­
diği Kürt sorununu çözme gi­
rişimleriyle ilgili oturumu bu
ay yapması bekleniyor. Hükü­
metin, görüşmelerin "kapalı"
Selahattin Demirtaş Emine Ayna Sebahat Tuncel olmasını istiyordu. Ancak Mil­
Ankara 11. Ağır Ceza Mahke­ larca yolsuzluk davası açılan Mahkeme Meclis’e fırsat vere­ liyetçi Hareket Partisi'nin
mesi, DTP'li Emine Ayna, Sela­ Başbakan’ın ve milletvekilleri­ rek çözüm bulmasını istedi. (MHP) itirazları üzerine, gö­
hattin Demirtaş ve Sebahat nin davaları dokunulmazlık ne­ Ancak, Meclis olayı ertelemek rüşmenin açık yapılması bek­
Tuncel'den sonra Aysel Tuğ­ deniyle durduruldu. Sadece dışında bir şey yapmadı. Karar, leniyor.
luk'un da mahkemeye zorla ge­ DTP’lilerin davalarının devam hukuka ve yasalara aykırıdır. Ermenistan'la anlaşma
tirilmesine karar verdi. Karara etmesi ayrımcılıktır” dedi. Bu krizin aşılması için ya Ana­ İki ülke arasındaki sınırın açıl­
tepki gösteren Aysel Tuğluk, DTP'liler bu krizin aşılması için yasa'nın değiştirilmesi, ya da masını da içeren protokoller,
''zorla götürülsem de ifade ver­ Anayasa'nın değişmesi gerek­ kürsü dokunulmazlığı hariç 10 Ekim'de Türkiye ve Erme­
meyeceğim'' derken, Emine tiğine dikkat çektiler. DTP herkesin dokunulmazlığının nistan Dışişleri Bakanlarının
Ayna kararın Meclis çatısı al­ Grup Başkan Vekili Selahattin kaldırılması gerekir.” buluşmasında imzalanacak.
tındaki eşitsizliği ve çifte stan­ Demirtaş şunları söyledi: Ankara 11. Ağır Ceza Mahke­ Daha sonra onaylanması için
dartı ortaya çıkardığını söyledi. “Mahkemenin yapabileceği bir mesi, duruşmayı 30 Aralık Genel Kurul'un gündemine
Ayna, “Meclis’te milletvekili se­ şey yoktu. Krizi mahkeme de­ 2009'a erteledi. gelecek. Sınır ötesi operas­
çilmeden önce haklarında on­ ğil, Meclis’in çözmesi gerekir. yon: Kuzey Irak'taki PKK mi­
litanlarına operasyon düzen­
lemeye izin veren sınır ötesi

Yeşil sahada ırkçı sloganlar operasyonlara 17 Ekim'den


itibaren bir yıl daha yetki ve­
ren tezkerenin 6 Ekim'de oy­
lanması planlanıyor. Genel­
Bursaspor ile Diyarbakır­ ve kısa süreli yapılmış olsaydı Diyarbakırspor Basın Sözcüsü kurmay, Cumhuriyet Halk
spor'un Bursa'da oynadıkları bunu anlardık. Ancak maçtan Suat Önen ise, bu olayların ilk Partisi ve MHP tezkereye des­
maçta, Bursaspor taraftarla­ önce başlayan ve aralıksız de­ olmadığını belirterek Bursa­ tek veriyor.
rınca atılan ırkçı sloganlar bü­ vam eden sloganlar maç so­ spor maçında "PKK dışarı"
yük tepki topladı. Diyarba­ nuna kadar devam etti. Buna sloganlarıyla başlayan ve DTP'li milletvekillerinin
kırspor Kulüp Başkanı Çetin hakemin ve Bursaspor yöneti­ şidddetle süren olayları "ırkçı
yargılanması
Sümer, Bursaspor'a ceza veril­ cilerinin müdahalede bulun­ Demokratik Toplum Partisi
tavır" diye niteledi. Önen,
mayışı bizi derinden üzdü. (DTP) milletvekillerinin doku­
memesi durumunda ligden "şartlar değişmezse, her giti­
Ben bu saldırıların ardından nulmazlıklarına karşı yargı­
çekileceklerini söyledi. Maç ğimiz yerde bu ülkenin takımı
maç sırasında şeref tribününü lanmalarının sürdüğü davala­
boyunca devam eden siyasi olarak değil de, farklı bir şe­ ra zorla getirilmeleri ihtimali,
terk ederek, taraftarlarımızın
sloganların ardından Bursas­ kilde karşılanırsak, ligden çe­ hükümeti rahatsız ediyor. Do­
yanına gittim. Bursasporlu
por taraftarlarının Diyarba­ kiliriz. Çünkü insan kanı akı­ kunulmazlığın DTP milletve­
yöneticiler müdahalede bu­
kırspor seyircisine saldırdığı­ lunmadı bile. Hakeme maç yor. Taraftarlar birbirine giri­ killerini de koruyacak şekilde
nı kaydeden Sümer, şöyle ko­ içinde sloganlar için uyarı yor. Hangi takımdan olursa ol­ genişletilmesini sağlayacak
nuştu: anonsu yaptırması için yöne­ sun bunlar Türkiye futbolse­ Anayasa değişikliğinin de
''Siyasi ve ırkçı içerikli slogan­ ticilerimizle haber ulaştırdık. verleri. Buna sebep olacaksak, Meclis'in ilk gündemlerinden
lar küçük bir grup tarafından Ancak anons yapmadılar." bu ligde olmayacağız", dedi. biri olması bekleniyor.
4 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Türkiye

İddianame yeni de,


hikâye bildik
3. iddianamesi de hazırlanan Ergenekon davasındaki taraflardan birisi
değil davamızın tarafı olmalıyız!

Mustafa Çeçen ken ilişkilendirilmesi güç iki ayrı dava mutanlarının AKP hükümetine karşı
olduğu tespitini doğruluyor. darbe organize etmeye çalışmalarıyla il­
gilidir. Buna kısaca “darbe teşebbüsü”
Davalardan ilki (Ergenekon “Terör Örgü­
davası denilebilir. Teşebbüs içinde olma
Ergenekon ismiyle anılan dava ve soruş­ tü” Davası), “paramiliter çete” davasıdır.
ihtimali olan kuvvet komutanı şüpheli­
turma süreci; bir yanıyla “paramiliter çe­ Kimisi Susurluk artığı olan ve bir para­
lerle ilgili olarak, dosyanın tefrik edile­
te” ve “darbe” soruşturması ve yargıla­ militer çeteye dönüştükleri açıkça görü­
ması biçiminde iki ayrı dava süreci ola­ rek Genelkurmay Başkanlığı Askeri Sav­
len sanıkların bulunduğu dava kapsa­ cılığı’na gönderildiği hatırda tutulduğun­
rak ilerlerken, diğer yanıyla dava kapsa­ mında, soruşturmaya konu her terör ve
mını aşan bir tür “olağanüstü hal” uygu­ da, bu darbe davasının, mahiyetinden
tedhiş eyleminin cezalandırılması, top­ uzaklaşarak “yasal” Cumhuriyet Miting­
lamalarının Adalet ve Kalkınma Partisi lumsal olarak ezilenlerin ve emekçilerin
(AKP) muhaliflerinin tümünü kapsaya­ lerine katılan bireylere kadar uzatılma
de çıkarına bir gelişme olacaktır elbet. istidadı taşıyan bir siyasi ve ideolojik
cak şekilde yayılması olarak yaşanıyor. Keza, davayı Fırat'ın öte yanına taşıyarak
Ve tüm bunlar, iç içe geçerek, toplumsal kampanya hüviyeti kazandığı, artık daha
daha da ileri götürebilecek olan da bu geniş çevrelerce de kabul görüyor. Bu
ve siyasal yaşamın yeniden düzenlendiği “paramiliter çete” davasıdır. Bu çeteye
bir sürecin önemli bir parçası halini alıyor. tespiti doğrulayan üçüncü iddianame,
üyelikle suçlanan sanıkların bir kısmının yargılamayı yürüten mahkemece işte bu
bazı kamu görevleri ifa etmiş militer şa­ ikinci davanın iddianamesi (2. iddiana­
İki "Ergenekon" davası hıslar olması ve dalgaların bazısında ele
Evet, Ergenekon ismiyle anılan bir değil, me) ile birleştirilmiştir.
geçen mühimmat, bu birinci davanın de­
iki dava var aslında. Sadece açıklanan rinleştirilebileceğine dair iyimser yo­
üçüncü iddianamede “1” numaraya yer­ Fırat'ın ötesine geçilemedi
rumlara vesile olmuştur. Savcılıkça birinci dava ile ikinci dava
leştirilen sanığın Yalçın Küçük olmasının
yanında, mahkemece 2. ve 3. iddianame­ İkinci dava (Ergenekon “Darbe” Davası) arasındaki ilişkinin kurulmasında ciddi
nin birleştirilmeleri bile birbiriyle huku­ ise, 2003­2004 yıllarında bazı kuvvet ko­ güçlükler yaşandı. Bu güçlükler kamuo­
yu savcıları diyebileceğimiz soruşturma
yanlısı basın aracılığıyla, “işte bakın gör­
dünüz mü” ötesine geçemeyen iddia ve
suçlamalarla dosya kapsamı durmaksı­
zın genişletilerek aşılmaya çalışıldı. Oysa
Fırat'ın ötesinde geçildiği anda bu bağlar
görünür olabilecekken, soruşturma Fı­
rat'ın ötesine taşınamadı. Bunlar bir sır
değil. Süre giden başka bir JİTEM davası
kapsamında yöre halkının ısrarlı takibi
sonucunda bazı kuyular açılmış, Mehmet
Ağar Davası ile böyle bir olanak doğmuş
olmasına rağmen ne “bin operasyon” ne
de “faili meçhuller” bu Ergenekon “Terör
Örgütü” Davası'na konu edilebilmiştir.
Ergenekon “Terör Örgütü” Davası bu
yönde bir ölçüde olanak içerse bile, ken­
di başına kontrgerillanın tasfiyesine yö­
nelik bir dava haline dönüşemeyecek. Bu
bilinen bir hakikat. Bunun için kararlı bir
EKMEK & ÖZGÜRLÜK 5

Türkiye
siyasi irade; ama asıl önemlisi
bunu talep eden toplumsal güç­
lerin tümünün davanın kontrge­
rillanın tasfiyesine yönelmesini
isteyen geniş bir kamuoyu deste­
Zere ve
ğini açığa çıkarması gerekir. Bu
konuda siyasi iradenin öncelikle
hükümetten gelmek zorunda ol­
18 kişi daha
duğunu varsayanlar, hükümetten
gelen siyasi desteğin sınırlarının,
İlker Başbuğ'un son dönem ko­
nuşmaları ile belirlenmesine ta­
nıklık ettiler. Askeri vesayeti ge­ Hükümet cezaevi koşullarındatedavisi yapılamayan
rileteceği varsayılan AKP Hükû­
meti, bu yolda adım atmak yeri­ mahkumlarıölüme terk ediyor
ne, kendi siyasi hegemonyasını
güçlendirecek şekilde, davanın
“darbe teşebbüsü” kısmının bir
büyük Goebbels şovuna dönüş­
mesine, ama sadece buna siyasi Erhan Üstündağ ne F Tipi. Wernicke Korsakoff hastası.
destek veriyor. Adli Tıp hastanede infazının devam ede­
bileceğini söyledi. Erol Zavar: Sincan 1
Ergenekon "Darbe" davasın­ Nolu F Tipi. Mesane kanseri. 30'a yakın
Kanser olmasına ve tedavisinin tutuklu­ tıbbi müdahale ve ameliyat geçirdi. Gazi
da tarikat yönlendirmesi luk koşulları altında gereğince yapılama­
Böylece, Ergenekon “Darbe” Da­ Dağ: Antalya E Tipi. Belden aşağısı felçli,
yacağı belli olmasına rmağmen tahliye iyileşme şansı bulunmuyor. Gülezar
vası, içerdiği aksi yöndeki ola­ edilmeyen Güler Zere için başlatılan
naklara rağmen, çoktan darbeci Akın: Adıyaman E Tipi. Hipofiz bezi tü­
kampanya, cezaevlerinde sağlık sorunla­ mörü var. Üç yıldır tedavi oluyor. Halil
zihniyetin değil her türden AKP rına bağlı hak ihlallerini de gündeme ta­
ve resmi ideoloji karşıtlığının, Güneş: Diyarbakır D Tipi. Kemik kanse­
şıdı. Zere tek değil, şu an hastalığı ölüm­ ri. Halil Yıldız: Antalya L Tipi. 82 yaşın­
Türk İslamını en iyi temsil eden cül hale geldiği halde serbest bırakılma­
da. İnayet Mete: Siirt E Tipi.
­yargılanır gibi yapılan ve yapıl­ yan en az 18 mahkum ve tutuklu var. İHD
mayan darbecileriyle birlikte bü­ sadece bu yıl altı kişinin hastalıkları ne­ İsmet Ayaz: Adıyaman E Tipi. 10 yıldır
tün eski egemenlerin yaratılması deniyle cezaevinde öldüğünü açıkladı: Çölyak hastası. Menduh Kılıç: Buca Kı­
için devletin tüm olanaklarını se­ Mustafa El Elçi, Gurbet Mete, Hasan Kert, rıklar F Tipi. Ağır siroz hastası. Nizamet­
ferber ettikleri­ tarikat ağı tara­ Beşir Özer, Recep Çelik ve İsmet Ablak. tin Akar: Muş E Tipi. Gırtlak kanseri.
fından yönlendirilerek yargılan­ “Hapishanede kalarak tedavi olmasına
dığı siyasi ve ideolojik bir kam­ Güler Zere imkân yok” şeklindeki rapora rağmen,
panyaya dönüşmüştür. DHKP­C üyeliğinden mahkum olan 14 cezaevinde. Yusuf Kaplan: Elazığ E Tipi.
yıldır Elbistan Cezaevi'nde tutulan 37 85 yaşında. Yüzde 79 felçli. İzzet Turan:
Fakat bu iki olgu da ne Ergene­ yaşındaki Zere, Çukurova Üniversite­ Diyarbakır D Tipi. Mide ülseri, kemik eri­
kon sanıklarını cumhuriyetin ka­ si’nin “tedavisinin cezaevi koşullarında mesi, böbrek yetmezliği, bel fıtığı var.
zanımlarına dönük saldırılara yapılamayacağı” yolunda verdiği rapor­ Mustafa Gök: Sincan 1 Nolu F Tipi. Wer­
karşı çıkmaktan gayrı suçları ol­ lara rağmen tahliye edilmedi. Zere’nin nicke Korsakoff hastası. Nesimi Kalkan:
mayan ve yapamadıkları darbe­ durumu, geç teşhis ve tedavisinin geç Mardin M tipi. Çölyak hastası. Rasim
den ötürü mazlum sayan bir yak­ başlatılması nedeniyle ağırlaşmıştı. Ya­ Aşan: Adana Kürkçüler F Tipi. Mide ül­
laşımla darbecilere asker yazıl­ saya göre, hasta mahkumların tedavisi seri var, hepatit B ve sinir hastası. Remzi
mayı; ne de askeri vesayeti geri­ için cezasının ertelenmesi ya da infazın Aydın: Kocaeli 1 No'lu F Tipi. Tekerlekli
letiyor düşüncesiyle AKP tek geri bırakılması mümkün fakat hastanın sandalyede. Yasin Güngör: Siirt E tipi.
parti iktidarının Goebbels şovu­ durumunu Adli Tıp Kurumu’nun tespit Teşhis edilemeyen bir hastalık sonucun­
na yıldız olmayı gerektirir. Bu iki etmesi gerekiyor. Zere’nin tedavisinin tu­ da bir gözünü kaybetti, ikinci gözü de
yola sapmadığınızda AKP ve yük­ tuklu halde devam edebileceğini söyle­ körleşme tehlikesiyle karşı karşıya. Te­
selen gericilik karşısında müca­ yen Adli Tıp Kurulu’nun başında daha davisi yapılmamakta.
delenin nasıl verileceği ve veril­ önce işkenceyi gizlemek nedeniyle suç­
İnsan Hakları Derneği’nin 2008 raporu­
mesi gerektiği görülür hale gelir; lanan Nur Birgen vardı.
na göre, bu isimlerin yanı sıra Behçet Yıl­
ezilenlerin ve emekçilerin üçün­ maz, Aslan Karslı, Hasan Alkış, Hediye
cü kutbunu kurmak, gericiliğin Diğerleri
Açık ve Mehmet Ali Çelebi de tahliye
gerçek kaynağı olan rejimin hem ÇHD’nin verilerine göre şu an cezaevle­
edilmesi gerekirken cezaevinde tutulu­
nalına hem mıhına vurup geç­ rinde ölüm riski bulunan Zere dahil 18
yor. Milletvekili Canan Arıtman’ın cum­
kişi var:
mek... Gerisi, rejimin şu ya da bu hurbaşkanından af yetkisini kullanması­
gerici kanadı ile halka karşı suç Samet Çelik: Buca Kırıklar 2 Nolu F Tipi. nı istediği mahkum ve tutuklular arasın­
işlemekte ittifak etmekten öteye Kan kanseri. Aynur Epli: Bağırsak kan­ da yukarıdaki isimlere ek olarak Mehmet
geçemedi ve geçemez. seri. Diyarbakır'da. Bekir Şimşek: Edir­ Yeşiltepe bulunuyor.
6 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Dünya

Almanya’da iktidar sağda


Sosyal demokratların
en büyük yenilgiye
uğradığı genel seçim­
lerde, Sol Parti ve
Yeşiller güçlendi
Engin Erkiner

27 Ekim’de Almanya’da genel seçimin


yanı sıra iki küçük eyalete de parlamento
seçimleri yapıldı. Genel seçim sonucuna
göre Hristiyan Demokrat (CDU) ­ Sosyal
Demokrat (SPD) koalisyon hükümeti ye­
rini Hristiyan Demokrat­Liberal (CDU­
FDP) hükümetine bırakıyor.
Bu seçimlerde değerlendirilmesi gere­
ken dört önemli yan bulunuyor:
atan parti, Batı eyaletlerinde büyümesi­
Birincisi: SPD’nin Almanya tarihindeki
en kötü seçim sonucunu alması. Nasıl bir
nin yanı sıra Doğu eyaletlerindeki taba­
nını da korudu, hatta genişletti.
Zelaya
rota izleyeceklerine bir türlü karar vere­
meyen SPD kurmayları, bir sağ bir sol ya­
parlarken seçmenlerinin güvenini kay­
Ne garip! Duvar onun yanında olanların
üzerine yıkılmamış, uzaktakilerin üzeri­
Honduras'ta
bettiler ve ancak yüzde 23 oranında oy ne yıkılmış...
alabildiler. Çok sayıda SPD seçmeni par­ Geçmişe takılmayan ve kendisini 28 Haziran'daki askeri darbeden
tisini protesto ederek sandığa gitmedi. yenilemeyi bilen ileriye gidebiliyor sonra sınırdışı edilen ve Honduras'a
SPD’nin tek tesellisi Brandenburg eyalet Dördüncüsü: Yeşiller seçimde bekledik­ dönmesi engellenen Manuel Zelaya
seçimlerinde yüzde 33 oy alarak birinci lerini bulamamalarına karşın oy oranla­ nihayet ülkesine gizlice dönmeyi ba­
parti olması oldu. (Bu eyalette Sol Parti şardı. Ancak 65 yandaşıyla beraber
rını artırdılar. Bu partinin önümüzdeki
yüzde 27,2 ile ikinci parti oldu.) sığındığı Brezilya büyükelçiliğinden
yıllarda zorlanacağı söylenebilir. Alman­
dışarı çıkamıyor. Zelaya hakkında tu­
İkincisi: Liberaller’in yükselmesi.. FDP ya krizi aşmak için ekolojik kapitalizme
tuklama kararı çıkaran geçici hükü­
yüzde 14,6 oy alarak üçüncü büyük parti yöneliyor. Yenilenebilir enerji kaynakla­
met, Brezilya'ya devrik başkanın tes­
oldu. Neo liberal kapitalizmin krizi döne­ rıyla ilgili teknoloji konusunda Almanya
limi için 10 günlük süre tanıdı; elçili­
minde FDP’nin güçlenmesi, kültür en­ yıllardan beri çalışıyor ve bu konudaki
ği kapatmakla tehdit etti. Hükümetin
düstrisinin gücünü ve liberal söylemin önderliği elinde tutuyor. Güneş enerjisi­
Brezilya'ya yaptığı baskılar Birleşmiş
toplumda ne kadar yerleşmiş olduğunu nin daha yaygın kullanımının yanı sıra Milletler Genel Sekreteri Ban­Ki Mo­
gösteriyor. elektrikli otomobil üretimine de büyük on tarafından da kınandı.
Üçüncüsü: Sol Parti oylarını artırarak yatırım planlanıyor. Yıllardır Yeşiller’e
ait olan sloganları artık CDU da kullanı­ Öte yandan ABD, muhalefeti bastır­
yüzde 11,9’a çıktı. Kapitalist kriz döne­ mak için yürürlüğe konan bazı ön­
minde daha fazla oy alması gerekirdi yor. Kullanmakla kalmıyor, hükümetin
büyük ortağı olarak uygulamaya da yö­ lemlerin geri alınmasını talep ediyor.
ama krizle birlikte solun Avrupa çapında Geçici hükümet, Zelaya'yı destekle­
gerilediği düşünülürse bu kadarına da neliyor.
yen iki televizyon istasyonunu ka­
iyi demek gerekir. Bu gelişme yıllardan beri bilinen ama patmış; bazı temel hak ve özgürlük­
İlginç olan, partinin eski Demokratik Al­ pek dikkate alınmayan bir gerçeği yeni­ leri askıya alan bir kararname ya­
manya Cumhuriyeti topraklarını oluştu­ den gösteriyor: Kapitalizme karşı müca­ yımlamıştı. Kararname güvenlik güç­
ran Doğu eyaletlerinde ulaştığı oy ora­ dele sürekli yeni talepleri gerektirir. Aksi lerine "izinsiz" gösterileri dağıtma
nıydı: Altı eyaletin tümünde yüzde durumda bir dönemin devrimci talepleri ve tutuklama kararı olmaksızın göz­
20’nin üzerinde oy alan parti, Sachsen­ bir süre sonra bu özelliklerini kaybeder­ altına alma yetkisi veriyor.
Anhalt’ta yüzde 32 oy alarak birinci parti ler ve hâlâ orada duranlar da hiçbir özel­
Honduras'ta durum tersine çevril­
oldu. liği olmayan bir parti durumuna geldik­ mezse, Venezuela, Bolivya gibi ülke­
Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra lerini görürler. lerde de ­askeri ya da sivil­ halk düş­
geçmişin değerlendirilmesi, eleştirisi ve Burada örnek Yeşiller ile ilgilidir ama bi­ manı darbelerin yolu açılmış olacak.
özeleştiri konusunda önemli adımlar zim için de geçerlidir.
EKMEK & ÖZGÜRLÜK 7

Dünya

“ABD artık tek güç değil!” Japonya’da kriz


liberalleri götürdü
Japonya yeni hükümetle
yüzünü yeniden Asya’ya dönüyor
30 Ağustos seçimlerinde ülkeyi 54 yıldır yö­
neten Liberal Demokrat Parti (LDP) ağır bir
yenilgi aldı. Japonya Demokrat Partisi (JDP)
480 üyeli alt mecliste 315 milletvekili kazana­
rak iktidara gelirken, LDP 100 sandalyeyle ye­
tindi.
2004’de 'sosyalist devrim' ile 'İmparatorluk
sisteminin ortadan kaldırılması' tezlerinden
vazgeçtiğini ilan eden 415 bin üyeli Japon Ko­
münist Partisi (JKP) seçimlerde yüzde 7 oy
alarak 9 milletvekilliği kazandı.
Zirve sürerken bütün G20 başkentlerinde kapitalizm karşıtlarının protestoları vardı JDP lideri Yukio Hatoyama seçimler öncesinde
ve sonrasında siyaset ve hedeflerini şöyle
G 20 zirvesinde ABD dünya sistemi içindeki ağırlık ve ini­
özetledi:
siyatifinin azalmakta, Çin, Hindistan,
krizin sorumlusu olmakla Rusya ve Brezilya’nın ise öne çıkmak­ • Serbest piyasa ile denetim arasında denge­
suçlandı ta olduğu bir geçiş sürecine işaret edi­ nin sağlanacağı insan odaklı bir toplum.
yor. Son toplantıda bu geçişin kolay
G­20 zirvesi, krizin ABD, Japonya, Al­ • Sosyal güvenlik harcamalarını artırarak, ka­
ve çabuk olmayacağı, IMF ile ilgili ye­
manya gibi kapitalizmin anayurtların­ muda israfa ve bürokrasiye çözüm.
ni düzenleme önerisinin kabul edil­
da yeni siyasal gerilim ve saflaşmala­ memesiyle ortaya çıktı. IMF yönetim • ABD ile Japonya'nın daha aktif olduğu, Tok­
ra büründüğü bir dönemde yapıldı. kurulu üyeliklerinin 24’ten 20’ye in­ yo’nun görüşlerinin daha açık ifade edildiği
Daha öncekiler gibi, yeni bir eylem dirilmesi, AB ülkelerinin paylarının ilişkiler. ABD’nin Japonya’daki 47 bin askerlik
programı üretmekten çok bir yön ara­ bir bölümünün Çin, Hindistan, Brezil­ varlığının gözden geçirilmesi.
yışı ve bunu ifade eden bir niyet be­ ya gibi “yükselen” ülkelere ayrılması
• Başta Çin olmak üzere Asya’daki komşularla
yanı sınırında kaldı. önerisinin karara bağlanması İngilte­
daha yakın ilişkiler içinde "Asya Birliği" için
Yine de bu toplantı, öncekilerden da­ re ve Fransa’nın itirazıyla gelecek top­
çalışmak.
ha açık biçimde, ABD’nin dünya eko­ lantıya bırakıldı.
nomisini yönlendirme gücünün zayıf­ Japonya seçimlerinde, bir “devrim” olmadı.
Derinleşen kriz koşullarında, kapita­ Ama seçim sonuçları ve yeni hükümet sıradan
ladığını, yeni bir güçler dengesi oluş­ listler arasında yeni güç ilişkileri do­
makta olduğunu gösterdi. Bu toplan­ iktidar değişikliğinin ötesinde bir mesaj veri­
ğuyor. ABD’nin zayıflayan hegemon­ yor. Bu iktidar değişikliği, bir burjuva partisi
tıyla birlikte G­20 kapitalist dünyanın yasının artık zorunlu kıldığı yeni dü­
ekonomik düzlemi olma yönünde bir JDP’yi aşan bir gelişmenin, kapitalizmin bu
zenlemeler ise kriz koşullarının ve önemli toprağındaki kriz dönemi sarsıntısının
adım daha atmış oldu. G­20 içinde de, yükselen güçlerin istediğinden geç ve derinliğinin, kapitalist sınıfın eskisi gibi yönet­
ABD, Japonya, Çin, Hindistan ve AB’ güç gerçekleşiyor. Kapitalizmin krizi mekte zorlandığının, ABD hegemonyasının
nin öne çıktığı bir G­5 odağı biçimle­ yeni biçimler alarak ve derinleşerek gerileme sürecinin açık işaretlerini veriyor.
niyor. G­20 toplantısı, ABD ve AB’nin sürüyor.

Gine'de ayaklanma
Gine'de muhalif gösterileri bastırma­ onbinlerce kişinin sokakları doldur­
ya çalışan güvenlik güçleri başkent duğu, askerlerin mahallelere girip ev­
Konakri'de yüzlerce kişiyi öldürdü ya leri ve mağazaları yağmaladığı, ka­
da yaraladı. Olaylar, cunta lideri Ca­ dınlara tecavüz ettiği bildiriliyor. Sivil
mara'nın, 31 Ocak 2010'da yapılacak toplum örgütlerinin sözcüleri, özel­
seçimlerde devlet başkanlığı için likle askeri kamplarda ve karakollar­
aday olacağı söylentisi üzerine çıktı. da tutulan kadınların durumunun
Polisin bir stadyumda toplanmaya ça­ çok endişe verici olduğunu söylüyorlar.
lışan göstericilere ateş açtığı bildirili­
Gine, halkın yüzde 85'inin Müslüman
yor. Camara, 28 Aralık 2008'deki bir
olduğu, 10 milyon nüfuslu bir Batı Af­
darbeyle iktidarı ele geçirmişti.
rika ülkesi. Ekonomisi büyük ölçüde
Cuntanın toplantı yasağına rağmen tarım ve madenciliğe dayanıyor.
8 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Ekonomi
belirlemektedir. IMF’in bura­

IMF­DB’nin derdi daki temel işlevi, kredi finans­


manını sağlayan kapitalistle­
rin ya da başka bir anlatımla

sermayenin alacakları kreditörlerin alacaklarını en


üst seviyede güvence altına al­
maktır. IMF’nin üye ülkelerle
yaptığı stand­by anlaşmaları­
nın, başta emekçiler olmak
6 ­ 7 Ekim'de İstanbul'daki IMF­Dünya Bankası zirvesinin üzere yoksul halk kesimleri
için hak kaybına uğramak ve
odağında sermayenin değersizleşmesi var daha da yoksullaşmak anlamı­
na geldiğini yaşanan ülke de­
neyimleri ortaya koymuştur.
Dünya Bankası'nın işlevi
Dünya Bankası ise genellikle
geç kapitalistleşmiş ya da ka­
pitalistleşme sürecindeki ülke­
lerin özel sektör kuruluşları­
nın uzun vadeli kredi ihtiyaç­
larını karşılamak amacıyla ku­
ruldu. Bu amacı doğrultusun­
da, elliye yakın ülkede sınai
kalkınma ya da sınai yatırım
bankaları kurdu ve yerli ser­
maye gruplarına uzun vadeli,
düşük faizli krediler temin etti.
Dünya Bankası bu krediler
üzerinden uzun yıllar ülkele­
rin yatırım alanlarını ve konu­
larını büyük ölçüde belirleme­
yi başarabildi. Kuruluşundan
bu yana kapitalist sistemin
tüm dünyada yayılması, kök­
leşmesi ve sürdürülebilmesi­
nin en önemli adımlarını atan
ajanlarından biri oldu.
Bretton Woods kentinde, sa­ ne geldiler. Başlangıçta üye ül­
Selim Yılmaz (*) Dünya Bankası'nın 1980’ler­
vaş sonrasında dünyaya yön kelerin, kotası kadar ya da ko­
ve şekil vermek üzere bir ara­ tasının üç katı kadar fon kul­ den sonraki işlevinde bir deği­
Uluslararası Para Fonu (IMF) ya gelen hükümetler arası lanmasına izin veriliyordu. An­ şim, daha doğrusu bir genişle­
ile Dünya Bankası'nın kurul­ konferansta önerildi ve katı­ cak 1994 Meksika, 1997 Asya, me yaşandı. Özel sektöre te­
ması, İkinci Paylaşım Savaşı sı­ lımcı ülke temsilcileri tarafın­ 1998 Rusya, 1994 ve 2001 min edilen düşük ve uzun va­
rasında ve ABD’nin fiilen sa­ dan da kabul edilmesi sağlan­ Türkiye ile 2001 Arjantin kriz­ deli kredilerin yanısıra ülkele­
vaşta olmadığı 1941 yılında dı. lerinden sonra bu limitler aşıl­ rin neo­liberal politikalara uy­
oluşturulan Dış İlişkiler Ko­ dı. Örneğin Türkiye, 2001 kri­ gun bir devlet yapılanması
IMF'nin görevi
misyonu'nda kararlaştırıldı. zini takiben IMF ile yapılan oluşturmaları için de kredi aç­
IMF ve Dünya Bankası genel­
Dış İlişkiler Komisyonu, stand­by anlaşmasına dayalı maya başladı. Bu kurumlara
likle birlikte anılmalarına, yıl­
ABD’nin hemen her sektörde­ olarak, kotasının 7­8 katı bü­ kredi vererek neo­liberal dö­
lık toplantılarını aynı tarihler­
ki en büyük sermaye grupları, yüklüğünde bir fonu kullana­ nüşümü hızlandırıcı bir rol
de, aynı mekanlarda yapmala­
devlet bürokrasisi ve hükümet bilmiştir. üstlendi.
rına ve iç içe görüntülerine
temsilcilerinden oluşturulan rağmen işlevleri farklı iki fi­ IMF ile herhangi bir üye ara­ Kriz ve sonrası
ve 1990’lara kadar gizli olarak nans kuruluşudur. Teorik ola­ sında yapılan stand­by anlaş­ Özetle 1945 sonrası kurulan
faaliyet gösteren bir komis­ rak IMF’nin görevi, üye ülke­ ması, yalnızca IMF’den kredi ve yaklaşık 64 yıldır faaliyet
yondu. Komisyonun amacı, lerden herhangi birinin öde­ almanın değil, diğer kredi ku­ gösteren bu iki finans kurulu­
devletin ve ABD sermayesinin, meler dengesinin açık vermesi rumlarının IMF’nin sıkı kont­ şunun kapitalist sistemin gü­
dünya ölçeğindeki ekonomik durumunda gerekli fonu sağ­ rolüne giren ülkeye kredi ver­ nümüzde yaşanan ve gerçekte
ve siyasi çıkarlarının korun­ lamaktır. Döviz girişleri genel­ mesinin de yolunu açmaktadır. her geçen gün derinleşen krizi
ması ve geliştirilmesi için ge­ likle çıkışının altında kalan, IMF ile yapılan stand­by anlaş­ sırasında ve sonrasındaki rol­
rekli ekonomik, siyasi ve aske­ sermaye birikimleri yetersiz, malarının koşullarını ise, ülke­ lerinin ne olacağı bugün için
ri tedbirleri almak ve uygulat­ dış kredi ihtiyaçları süreklilik nin krediye olan ihtiyacının net değil. Ancak IMF’nin ser­
mak olarak belirlenmişti. arz eden "geç kapitalistleşmiş şiddeti, dünyadaki kredi bol­ mayesini ve ülke kotalarını
IMF ve Dünya Bankası'nın res­ ülkeler", son otuz yılda IMF'­ luğu ya da darlığı, kredi faizle­ arttırma çabasından; Dünya
mi kuruluşu 1944'te, ABD’nin nin "gedikli müşterileri" hali­ rinin oranı ile kredinin süresi Bankası'nın, halen tüm ülke­
EKMEK & ÖZGÜRLÜK 9

lerde büyük oranda kamunun bir geri adım atmadığı gibi bi­ anlaşması yapması; bir ya da muhalefetin örgütleneceği ko­
elinde bulunan eğitim, sağlık, lakis daha da agresif davrana­ iki küçük ülke ile Türkiye dı­ nusu, her zamankinden daha
enerji, su gibi alanların özel cağı izlenimi veriyor. IMF ve şında, faiz ödemesi yapan üye­ önemli. Buna karşın mevcut
sektöre devrini sağlama çalış­ Dünya Bankası'nın bu eğilim­ si ya da müşterisi bulunmayan çabalara bakıldığında, ya mu­
malarına hız verilmesi için leri, temsil ettikleri sınıfın elin­ IMF’nin sermayesini ve üyele­ halefeti yalnızca IMF ile sınır­
kaynaklarını seferber etme­ deki muazzam para sermaye­ rinin kotalarını arttırma çaba­ lamak ya da basit kapalı salon
sinden de yeni dönemde nin el yakmaya başladığını ve sı, sermaye sınıfı açısından son toplantıları ile geçiştirmek gibi
önemli roller üstlenecekleri bunun kaçınılmaz olarak de­ derece anlamlı. Anlaşılan o ki eğilimlerin öne çıkmakta oldu­
anlaşılıyor. ğersizleşmeye yol açacağının İstanbul’daki toplantılarda ül­ ğunu görüyoruz.
Her iki kurumun günümüzde­ çok ciddi bir korku halini aldı­ kelerin, sermayenin değersiz­ Tek başına IMF’ye veya yanısı­
ki çabaları ve yönelimleri ise, ğını gösteriyor. leşmesinin önlenmesi çabala­ ra Dünya Bankası'na karşı ge­
yaşanan krizin net olarak aşırı Bu yüzden İstanbul’da 6­7 rına yapacakları katkılar de­ liştirilen bu utangaç tavır alış­
sermaye birikim krizi olduğu­ Ekim 2009 tarihlerinde yapı­ ğerlendirilecek ya da bu süreç­ ların, kapitalizmin kurumla­
nu ve bunun da büyük oranda lacak toplantılara ait gündem te onlardan beklenenler dikte rıyla ilgili olarak işçi sınıfının
para sermayeden kaynaklan­ henüz net olarak açıklanma­ ettirilecek. kafasını karıştırma riskini ba­
dığını ortaya koymakta. Zira masına rağmen görüşmelerin Her ne kadar Başbakan rındırmanın da ötesinde, Tür­
IMF sermayesini ve üye ülke­ temel eksenini sermayenin de­ “IMF’ye yerin yedi kat altını kiye’deki sol muhalefetin dün­
lerin kotalarını arttırma telaşı­ ğersizleşmesine yönelik ted­ göstereceğiz” gibi söylemlerde yadaki benzerleriyle olan far­
nı yaşarken; Dünya Bankası da birlerin oluşturması kaçınıl­ bulunsa da toplantı sonuçla­ kına da ışık tutacağı gözardı
kamunun elinde sermaye biri­ maz. Kapitalist sistem küresel rından kimin yedi kat yerin al­ edilmemeli.
kimi sağlanabilecek tek bir ölçekteki en büyük krizini ya­ tını göreceği de açığa çıkacak.
alan kalmayıncaya dek her şe­ şarken yalnızca birkaç ülkenin
yin sermayenin eline geçmesi ihtiyaç durumunda kullanmak Solun utangaç muhalefeti (*) SMMM – Anti­MAI Çalışma
için çabalıyor; bu konuda hiç­ üzere IMF ile opsiyonlu kredi Bu süreçte Türkiye’de nasıl bir Grubu

Sermaye değersizleşirken tedbirlerin IMF marifetiyle Türkiye'ye ta­


şınmasından yana olan TÜSİAD bu yolla
kayıplarını en aza indirmeyi hedeflerken;

aslan payını kim alacak Erdoğan hükümeti, kendisine yakın ser­


maye çevrelerine doğrudan ya da dolaylı
yoldan aktardığı fonları azaltmaya, zor du­
Yeşim Dinçer yı" göze almışlar anlaşılan. Mesele, kaybın rumlar için açık tuttuğu destek yollarını tı­
daha da büyüyüp büyümeyeceği ve ­eşit kamaya yanaşmıyor. Aralarındaki tatlı (!)
olarak dağılmayacağına göre­ nasıl üleşti­ rekabetin, tam da bu dönemde düşman
İşler yolunda gittiği sürece rekabet, kapi­
rileceği. Burada hükümetlere olduğu ka­ kardeşler arasında bir savaşa dönüşmesi
talist sınıf arasında bir kardeşlik havası es­ dar IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası
tirir ve böylece her biri, ortak yağmadan basit bir tesadüf olmasa gerek. (Bkz. Do­
kuruluşlara da önemli roller düşüyor kuş­
kendi yatırımı oranında pay alır. Ama so­ ğan medya­hükümet kapışması) Türki­
kusuz.
run, kârın değil zararın paylaşılması halini ye'de ve tüm dünyada sermayenin fraksi­
alır almaz, herkes kendi payına düşen za­ Erdoğan hükümetiyle TÜSİAD arasında yonları, kaçınılmaz tasfiyeyi izleyen süreç­
rarı en aza indirme ve bunu bir başkasının yaşanan, "IMF'siz de yolumuza devam ten "en kârlı" değilse bile "en güçlü" çık­
sırtına yükleme çabasına düşer. Kriz za­ ederiz/edemeyiz" gerilimini bu yönüyle manın yollarını arıyor, hesaplarını yapıyor
manlarında kapitalist sınıf için değişen de okumak gerekiyor. Alınacak küresel ve stratejisini kuruyorlar.
oranlarda kayba uğramak kaçınılmazdır
fakat her birinin zararın ne kadarını yük­
leneceği, gücüne ve kurnazlığına bağlıdır.
Bu süreçte kimi şirketler bütünüyle çöker
ve tasfiye olur, alacaklar tahsil edilemez,
üretim araçları üretim aracı olmaktan çı­
kar; sermayenin bir kısmı çekilir, hatta yok
olur. Marx, eskiden var olan sermayenin
sermaye olmaktan çıkmasını, deyim yerin­
deyse "telef olması"nı, Kapital'in üçüncü
cildinde "sermayenin değersizleşmesi"
olarak adlandırır.
Geçtiğimiz günlerde bir "küresel strate­
Karikatür: Leman Dergisi

jist"in, "dünyada ekonomik toparlanma L


ya da W şeklinde değil, tuvalet şeklinde
olacak", diyerek ifade ettiği tahmini yüzde
14'lük kayıp, hem gelirdeki azalmadan
hem de sermayenin değersizleşmesinden
duyulan kaygıyı açığa vuruyor. Ya da şöyle
söyleyelim: Böyle rahat telaffuz edebildik­
lerine göre, bir kısmını "tuvalete boşaltma­
10 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Politika

Cumhuriyet Kürtler için de b


Türkiye Kürtlerle gönüllü bir birliğe açılmadıkça Cumhuriyeti yaşatamaz;

Yalçın Yusufoğlu kovulmuştu. Türk tarafı ve onun askeri si­ Silemedi, yok edemedi. Kaldı ki, sorun
yasi hiyerarşisi Kürtlere "muhtariyet" Türkiye’yle de sınırlı değildi; bölge düze­
Cumhuriyetin ilanının 86. yılına vardık. (özerklik) ve hak eşitliği sözü vermişti. yindeydi ve bu nedenle uluslararası nite­
Yüzüncü yıla doğru ne yazık ki, ciddi bu­ Verilen sözden kısa zamanda dönüldü; ya likte bir sorundu. Türk şovenizminin 90
nalımlarla yol alıyoruz. Bunlardan en da daha doğrusu bile bile yalan söylen­ yıla yakındır yaptıkları şimdi ayağına do­
önemlisi elbette, Türklerle Kürtler arasın­ mişti. Kurulan yapı sadece öz be öz Türk laşıyor. Kürdistan’dan sağladığı getiriden
daki 90 yıllık ihtilafın artık yakıcı boyut­ ve Türkçü olmakla kalmadı, Kürdü ezmek, daha fazlasını 25 yıldır uluslararası silah
lara varmış olması. Oysa, o devletin temel­ yok etmek, milli benliğini sindirmek ve tekellerine ve tüccarlarına savuruyor. Ve
leri 1920’de birlikte atılmıştı. İstila ordusu Kürdistan’ı haritadan silmek için elinden bu gidişin daha ne kadar zaman devam
müşterek bir savaş sonucunda ülkeden geleni yaptı. edeceğini kimse bilmiyor.

Kürdistan nasıl bölündü? topraklarıdır.


Beşûre Rojavaya Kurdistanê ise Güneybatı
Konuşurken şeyleri adıyla çağırmak lazım. İran İslam Cumhuriyeti de sınırları içinde ya­ Kürdistan’dır. Bölgenin en bilinen kenti öz­
Kürt ülkesi anlamına gelen Kürdistan Os­ şayan Kürtlerin anayurtlarını tanımışlar, Kürt gün adıyla Qamıslo, Türkçesi Kamışlı’dır.
manlı İmparatorluğuna bağlı bir ülkeydi. Adı olduklarını kabul etmişler. “Onlar dağ Acem­ 1962’den başlayarak Baas rejiminin Kürtlere
da Kart­Kurtustan değil. Kürdistan’dı. Kür­ leridir, kışın karda yürürken çarıkları kard­ karşı izlediği şiddetli bir Araplaştırma ve Gü­
distan’ın Safevi topraklarında kalan doğu ke­ kord ses çıkardığı için onlara Kord demişiz” ney Suriye’ye mecburi iskâna tâbi tutarak
simi hariç neredeyse tamamına yakını Os­ dememişler. Şahlık diktatörlüğünün de, İsla­ anayurttan koparma politikasına, yoksulluk
manlı’daydı. mi diktatörlüğün de, Osmanlı İmparatorlu­ ve işsizlik nedeniyle Kürtlerin Şam, Halep gi­
ğu’nun da tanıdığı “Kürdistan” ismini Cum­ bi büyük şehirlere göçmeleri de eklenince,
Doğudaki parça İran devletinin dilinde “Ot­
huriyetten bir süre sonra Türkiye’nin reddet­ Qamıslo yöresi hariç Suriye Kürtlerinin top­
san­e Kordestan”dır (Kürdistan Eyaleti) ve
mesi, hâlâ da reddediyor olması “demokra­ rak birliği kalmamıştır. Fakat manevi ve ge­
bugün ahalisinin yüzde 13 kadarı Azeri, ge­
siyiz”, uygarız, çağdaşız diyenlerin ayıbıdır. leneksel olarak Suriye’de bahsettiğimiz bölge
risi Kürt olan 4 milyon nüfuslu bölgeye Kürt
gene de Güneybatı Kürdistan’dır.
ulusal toplulukları Rojahilatê Kurdistan (Do­ Kürt toplulukları için Anadolu’nun güneydo­
ğu Kürdistan) adını veriyorlar. Doğu Kürdis­ ğusunun önemli bir bölümü Bakurê Kurdis­ Ulusal sorun ve toprak temeli
tan’ın siyasi tanımlayıcı ismi “İran Kürdista­ tanê (Kuzey Kürdistan) ya da Kurdistana Tır­ Ulusal sorunun ulusal sorun olabilmesinin
nı” dır. Kürtçe’de “Kurdistanî İran”, Farsça’da kiyê (Türkiye Kürdistanı) dır. asıl koşulu toprak temelidir. Mesela Alman­
“Kordestan­e İran” deniliyor. Başûre Kurdistan (Güney Kürdistan) veya ya’daki Türkiyeli Türklerin ve Kürtlerin ida­
Yani bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nden Kurdistana Irak (Irak Kürdistanı) bugün res­ reyle ve Alman milliyetçiliğiyle sorunları
farklı olarak, eski İran Monarşisi de, bugünkü mi adıyla Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin ‘ulusal ya da etnik sorun’ değilse, (talepler Al­
EKMEK & ÖZGÜRLÜK 11

ayram olacaksa… Ermenilere karşı


Osmanlı’yla birlikte
Türkiye’deki ulusal sorunun tarihsel sü­
birlikte yaşamanın temel şartı serbest rızadır reçte şekillenmesindeki diğer boyutu
hatırlamak için bölünmenin birkaç yıl
Gönüllü birlik ya da… tarizmiyle değil, Kürt feodalitesine ve şe­ öncesine gitmemiz gerekiyor. Çünkü
hirlerdeki mütegalibe işbirliğine dayana­ 1915’e kadar Kuzey Kürdistan’da Kürt­
Gazi Paşa Birinci Meclis’teki bir konuşma­
rak hükmünü icra etmiştir. Mücadelenin lerle Ermeniler nüfusun büyük çoğunlu­
sında şunları söyleyecekti: “Meclis­i âlimi­
bugünkü gelişimi merkezi otorite ğunu oluşturuyorlardı. Ermeni toplumu
zi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, kapitalizmde (uluslaşma sürecinde)
yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürt değildir, kadar,mahalli gericiliği de geriletmiş ol­
masındadır. hayli öndeydi, milli nitelikli bir burjuva
yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mü­ zümresi de oluşmuştu ve devlet kurmak
rekkep anasır­ı İslamiyedir, (Müslüman Türk millet, Türk devlet statükosu kökün­ için çete savaşları veriyordu. Ama yuka­
unsurlardır), samimi bir mecmuadır (top­ den sarsılmış, Tek’lik manisi ve ikiz karde­ rıda sözünü ettiğimiz toprak birliği Er­
luluktur). Bu mecmuayı teşkil eden bir un­ şi çoğulcu yapı fobisi burjuvazi dahil top­ menilerde de yoktu. Gerek Kürt gerekse
sur­ü İslam, bizim kardeşimiz ve ortak çı­ lumun bütün katmanlarını çıkmaza sü­ Türk bölgelerinde dağınık şekildeydiler.
karlarımız olan vatandaşlarımızdır... Yek­ rüklemiştir. Ne kentlerde ne kırlarda Ermeni nüfusu
diğerine karşı hürmet­ i mukabelede (bir­ Yol ayrımına gelinmiştir. Ya insan hak ve yoğundu. Yoğun oldukları bölgelerde is­
birlerine karşı saygıda) riayetkârdırlar ve özgürlüklerine, yani ulusların hak eşitliği­ yan ediyorlar, ama yeniliyorlardı. İstib­
diğerinin her türlü hukukuna (haklarına), ne dayalı ortak ve demokratik bir devlet dat’ta Ermenilere karşı Osmanlı’nın yar­
etnik, içtimai, coğrafi hukukuna daima yapısına (barışa) ulaşılacaktır ya da bugü­ dımcısı ve savaşçısı Kürtlerden devşiri­
hürmetkâr olduğunu tekrar ettik ve teyit len Hamidiye alayları oldu.
ne değin yaşanılmış olandan çok daha bü­
ettik.” yük acılar çekilecek ve çözüm kendi kade­ Sonra 1915­1918 Ermeni Soykırımı gel­
rini tayin hakkının kullanılmasıyla gele­ di. Emir Merkezdendi, İttihat ve Terakki
İlerleyen yıllarda Kürtlerin her türlü talebi
cektir. hükümetindendi. Uygulayıcı elebaşları
kanla, şiddetle bastırıldı. Katliamlar, kasa­
Bahaddin Şakir’den başlayarak Milli
ba ve köylerin topçu ateşiyle, hava bom­ Birlikte yaşamanın temel şartı serbest rı­ Emniyet Hizmetleri (MAH) görevlileriy­
bardımanıyla vurulması, Mecburi İskân zadır. Gönüllü olmayan hiçbir birlik birlik di, infazcılar ise askerdi, jandarmaydı ve
adı altında tehcirler, tecritler, özel kanun­ değildir. Dayatmadır, zorlamadır. Dediğim Hamidiye artığı Kürtlerdi. Yani, Sultan
lar, İstiklal Mahkemeleri, idam sehpaları, dedik, çaldığım düdükle olmadığını, ola­ Hamit’e yardım etmiş olan Kürt feodal­
asimilasyon politikaları birbirini izledi, mayacağını görmeniz için daha nelerin ya­ leri, eşrafı, sair zenginleri Türkçü İttihat­
köy ve mezralara, hatta kayalıklara varın­ şanması gerekiyor bilemiyorum. Kimi si­ çılara da yardım ettiler.Ermenilerin Do­
caya kadar isimler Türkçeleştirildi. Kürtçe yasi partilerin ve temsil ettikleri savaşın ğu’dan ve Güneydoğu’dan etnik temiz­
yasaklandı. devamından yana güçlerin sosyal olaylara lenmeleri sırasındaki Türk­­Kürt birlik­
Bu derginin okuyucuları için onları teker kısa zaman kesitlerinde değil, mutlaka teliği 1919 Erzurum’undan başlayarak
teker sıralamaya gerek yok. Sadece şu ka­ uzun erimlerde, örneğin 30 yıllık, 50 yıllık Mustafa Kemal Paşa’nın ve ekibinin Yu­
darını hatırlatalım ki, sistem sadece mili­ perspektiflerde bakmaları gerekiyor. nan istilasına karşı ortak gelecek vaadiy­
le devam etti. Pek az Kürt, “Ermenilere
yaptıklarını bize de yapabilirler” diye
man uyruğuna geçmeden de anadil eğitimi, Dünyanın kaç halkı dört parçaya bölünmüş­ düşündü. Ama yanılacaklar ve korkma­
seçme seçilme hakkı, siyasi partilerde, mer­ tür, bilmiyorum. Osmanlı­İran sınırı Bağ­ dıkları başlarına gelecekti.
kezi ve yerel yönetimlerde kota hakkı gibi dat’ın Safevilerden geri alınmasından sonra Kemal Paşa Samsun’a geldikten kısa bir
kültürel ve siyasal haklar mertebesinde kalı­ 1639’da imzalanan Kasr­ı Şirin Antlaşmasıy­ süre sonra (11 Haziran 1919) Diyarbe­
yorsa, yani bir kendi kaderini tayin hakkı söz la kesinleştirildiğinde İran Kürdistanı nihai kirli Cemil Paşazâde aracılığıyla Kürt aşi­
konusu olamıyorsa) nedeni onların o ülkede­ olarak Kürdistan’ın ana gövdesinden kop­ retlerine gönderdiği haberde aynen şöy­
ki varlıklarının toprak birliğine dayanmama­ muştur. O sınır Basra’ya doğru aynı zamanda le demişti: “İngiltere Müstakil Kürdistan
sıdır. bugünkü İran­Irak sınırıdır da. haritasını Ermenilerin menfaatine kur­
Sovyetler Birliği zamanında Ermenistan Sov­ Fakat daha büyük bölünme I. Genel Savaş ban etmektedir. Kürtler ve Türkler bir­
yet Cumhuriyeti içinde bir Kürt özerk yöne­ sonrasında geldi. Güney ve Güneybatı Kür­ birlerinin hakiki kardeşleridir ve birbir­
timi vardı. Bir halkın başka bir ülke sınırları distan Britanya ve Fransa’nın eline düştü. lerinden ayrılmaları mümkün değildir.
içinde çevrilmiş halde yaşayan kesimine Türkiye’nin Misak­ı Milli sınırları Lozan’da Mevcudiyetimizin Kürtlerin, Türklerin
uluslararası diplomaside “anklav” diyorlar. kesinleştirilince, onlar da Kuzey sınır olarak ve bütün Müslümanların muavenetine
Köken olarak jeolojik bir terim olan anklavın o hattı kabul ettiler ve Kürdistan üç parçaya (yardımına) ihtiyacı vardır. Hepimiz is­
yaygın kullanışı yanardağ püskürmesi sıra­ daha parçalandı. tiklalimizi korumalıyız ve memleketimi­
sında dipten yükselen lavların yüzeye çıkar­ “Doğu­Batı Almanya birleşsin. Kuzey Güney zin taksimine müsaade etmemeliyiz.
ken dağ çeperinden kopardığı iri parçalardır. Yemen de birleşsin. Sıra Kuzey Güney Ben Kürtlere Osmanlı Devletinin parça­
Böylece anklavlar farklı nitelikte olan kayaç­ Kore’ye gelsin”, diyenler niçin Kuzey­ lanmaması şartı ile onların tekâmül ve
ların içindedir, farklı bir etnisiteyle çevrilmiş­ Güney Kürdistan’ın birleşmesinden olasılık terakki etmesine vesile olacak bilumum
lerdir. Ermenistan’daki Kürt anklavı da böy­ olarak yahut da temenni kabilinden bile söz Hukuk ve İmtiyazın verilmesi tarafta­
ledir. etmezler? (YY) rıyım.” (YY)
12 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Politika

‘Açılım’ın stratejik derinliği


‘Kürt Açılımı’ Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun parçalanmış “Kürt jeopoliti­
ği”nin uzun dönemdeTürkiye çevresinde bütünleşeceği varsayımına dayanıyor

"İran­Irak savaşı esnasında oluşan ve Kör­


fez Savaşı ile kronik bir hal kazanan Kuzey
Irak'taki jeopolitik boşluk alanı Türkiye
için Soğuk Savaş döneminden Soğuk Sa­
vaş sonrası döneme aktarılan en önemli
dış politika meselelerinden biri olmuştur
ve olmaya devam edecektir. Bu jeopolitik
boşluk alanının PKK tarafından kullanıl­
ması ve bölgeye yönelik bölge­dışı strate­
jik hesapların bu jeopolitik boşluk alanın­
da yoğunlaşması bölgeyi Türkiye'nin yu­
muşak karnı haline getirmiştir” (s.141).
Kürt jeopolitiği
Davutoğlu, daha spesifik olarak, Orta Do­
ğu’daki “…uluslararasi sınırlar ile reel un­
surlar arasındaki pergelin…” Filistin’in ya­
Davutoğlu, Irak Dışişleri Bakanı Zebari, Suriye Dışişleri Bakanı Muallem ve Arap Birliği lideri Amr Musa ile nısıra en çok Irak’ta açıldığını ifade ediyor.
(s.437) Bu noktada PKK ile “Kürt Mesele­
Erol Ülker vutoğlu’nun Osmanlı mirasını, revizyonist si” arasında bir ayrım yapıyor. Tam da
bir dış politika projesinin temel unsuru Irak’taki uluslararası sınırlar ile jeopolitik
olarak yeniden yorumlamasından kay­ hatlar arasındaki mevcut gerilim nedeniy­
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun naklanıyor. "...Özelde ABD'nin, genelde de le, "Kürt Meselesi" gittikçe uluslararası ni­
2001 yılında yayımlanan Stratejik Derin- NATO'nun bu güvenlik şemsiyesi [Soğuk telik arzeden bir sorun haline gelmektedir
lik kitabının 32. Baskısı 2009 Tem­ Savaş Dönemi Batı Bloğu] ile ilgili vecibe­ ve “...bu açıdan soğukkanlı bir şekilde de­
muz’unda yayınlandı. Dişişleri Bakanının lerini göz ardı ettiği veya Türkiye'nin baş­ ğerlendirilmek zorundadır.” (s.437)
bu kitapta Kürt meselesi hakkında ortaya ka alanlardaki pazarlık gücünün zayıfladı­ Davutoğlu, gerçekten soğukkanlı değer­
koyduğu jeopolitik perspektif, AKP’nin ğı dönemlerde Türkiye'nin en önemli kozu lendirmeler yapıyor. İlk olarak, Kürtler
“Demokratik Açılımı”nın gerisinde yatan olarak müzakere masasına konan jeopoli­ Ortadoğu’nun ve Avrasya jeopolitiğinin en
stratejik derinliğe ilişkin önemli ipuçları tik konum, dünyaya açılım stratejisinin bir kritik geçiş bölgelerinden birinde yaşa­
veriyor. parçası olmaktan çok statükoyu müdafaa maktadır. Daha da önemlisi bu bölge pet­
Davutoğlu, devletleri sistem içindeki ko­ stratejisinin bir aracı olarak görülmüştür. rol ve enerji kaynakları açısından büyük
numlarına, stratejik ve taktik manevra ka­ " bir jeoekonomik önemi haizdir. Ancak Da­
biliyetlerine göre dört farklı kategoriye Dolayısıyla, "...Türkiye jeopolitiğinin dış vutoğlu için Kürt jeopolitiğinin en önemli
ayırıyor. (s.74) Bunlar, süper devletler, bü­ politika stratejisi içindeki yerini yeniden özelliği bunlardan herhangi biri değildir.
yük devletler, bölgesel güçler ve küçük “Geçiş bölgesi açısından bu derece önemli
yorumlamak ve uluslararasi çevre içinde
devletlerdir. Kitabının yayınlandığı 2001 bir konuma sahip olan bu coğrafyanın bir
yeni bir anlam kazandırmak zorundayız"
yılında, Davutoğlu’nun Türkiye'yi Hindis­ iç jeopolitik bütünlük oluşturamamasının
(s.117).
tan, Brezilya, Mısır, Arjantin, Irak gibi böl­ en önemli sebebi doğrudan bir deniz bağ­
gesel devletler kategorisi içinde değerlen­ Yepyeni jeopolitika lantısının olmayışıdır. Bu da bu coğrafya­
dirdiği anlaşılıyor (s.75). Bu kitapta Davu­ Davutoğlu’na göre, sözkonusu yeniden yo­ nın deniz bağlantısı olan bir bölge ülkesi
toğlu Türkiye'nin nasıl bölgesel bir güç rumlama “üç önemli jeopolitik etki alanı” ile bütünleşmesini kaçınılmaz kılmakta­
olmaktan çıkıp büyük bir devlet haline için yapılmalıdır: 1. Yakın kara havzası: dır.” (s.438)
gelebileceği sorusuna cevap arıyor. Balkanlar­Ortadoğu­ Kafkaslar. 2.Yakın Davutoğlu’na göre, “Bugün parçalanmış
deniz havzası: Karadeniz­Adriyatik ­Doğu görünen ve bu parçalanmışlık içinde bölge
“Yepyeni Osmanlıcılık”
Davutoğlu’nun bu soruya verdiği cevap Akdeniz­Kızıldeniz­ Körfez­Hazar Denizi. üzerinde hesap kuran büyük güçlerce is­
“Yeni­Osmanlıcılık” tır. Bir yandan yöne­ 3. Yakın kıta havzası: Avrupa­Kuzey Afri­ tismara açık bir yumuşak karın oluşturan
tici elitin, Osmanlı mirasında aranılması ka­Güney Asya­Orta Doğu ve Doğu Asya 'Kürt jeopolitiği', uzun dönemde aidiyet
gereken siyasal potansiyellere sırt dön­ (s.118) hissini en yoğun bir şekilde yaşadığı böl­
müş olmasından yakınırken diğer yandan Türkiye jeopolitiğinin özel olarak Orta Do­ gesel bir güç ile bütünleşme sürecine gi­
sözkonusu potansiyellerin Türk Dış Poli­ ğu için kazanacağı yeni anlam, mevcut du­ recektir.” (s.448­49)
tikası için nasıl büyük fırsatlara dönüştü­ rumdaki uluslararası sınırlar ve jeopolitik Türkiye’nin rolü ve PKK
rebileceğine ilişkin çarpıcı tezler ortaya gerçeklikler arasındaki gerilim esas alına­ Jeopolitik bütünlükten yoksun Kürt coğ­
atıyor. Bu tezleri çarpıcı kılan tam da Da­ rak geliştirilmelidir. rafyasının bütünleşeceği ülke hangisidir?
EKMEK & ÖZGÜRLÜK 13

Davutoğlu’nun gözünde bu ülke elbette lesinin çözümü için, Türkiye, “...aidiyet Türkiye uzun bir süredir Kuzey Irak’ta
Türkiye olmalıdır. Çünkü, “...Türkiye böl­ hissini sarsma riski taşıyan bir söylem ye­ önemli bir bölgesel güç ve 1 Mart 2003’­
geye müdahil olmak isteyen büyük güçle­ rine, terörist grup ile Kürt halkını ayrıştı­ ten sonra gerilen ABD­Türkiye ilişkileri
re ve Kürt nüfusu barındıran diğer bölge racak ve masum bölge halkını yeni bir ai­ Türkiye’nin bölgedeki etkinliğinin azaldı­
ülkelerine göre önemli avantajlara sahip­ diyet hissi ile kucaklayacak kültürel, siya­ ğına değil tam tersi arttığına delalet edi­
tir. Herşeyden önce yaklaşık bin yıl birlik­ sal ve ekonomik politikalar geliştirmek yor. Buna eklenmesi gereken diğer önem­
te yaşamış olmakla birlikte etnik nitelikli zorundadır” (s.449). li veri ise ABD’de kısa bir süre önce önem­
hiçbir çatışmaya taraf olmayan Türk ve li bir iktidar değişikliği yaşandığı ve yeni
Kimin açılımı?
Kürt nüfusu Batı karşısında son direniş iktidarın Irak’tan çekilme arzusunu açık
Şu an Türkiye’nin Dışişleri Bakanı olarak
noktası olan Osmanlı Devleti’ni birlikte bir şekilde ortaya koymuş olduğu gerçe­
görev yapmakta olan Davutoğlu’nun Kürt
savunmuşlar ve bu savunmanın yetersiz ğidir. ABD’yi derinden sarsan ekonomik
meselesine ilişkin olarak ortaya koyduğu
kaldığı bir dönemeçte de İstiklal Harbini kriz ve bu krizin Irak’taki işgali giderek
yukarıda özetlenen görüşler, “Demokratik
birlikte yürütmüşlerdir” (s.449). daha zor finanse edilebilir hale getirdiği
Açılımın” gerisinde yatan jeopolitik zihni­
Dolayısıyla bütünleşmeyi mümkün kıla­ de unutulmamalı. Uzun lafın kısası, açılım
yete ilişkin önemli ayrıntılar içeriyor. İlk
cak olan, Türkiye’nin Kürt meselesini hal­ senaryosunun yazarları yalnızca Was­
olarak, bu görüşler açılım politikasının
letmesidir. Ancak “...Yunanlılar ve Erme­ hington’da değil, Ankara ve İstanbul’da da
ABD emperyalizminin işi olduğunu öne
nilerle birlikte bir cephe oluşturmuş...” aranmalı (bir tanesini bulduk bile). Aynı
süren ve AKP’yi sözkonusu projeyi yürü­
(s.448) olan ve bölge halkının problemle­ senaryonun oyuncuları ise İran’daki Mol­
ten bir piyona indirgeyen ezberin yeniden
la Hükümetinden Irak’taki Şii Müslüman
rini istismar eden PKK’nin sorunun çözü­ gözden geçirilmesini zaruri kılıyor. 2001
Örgütlere, ABD’den Avrupa Birliğine pek
münde rol alması beklenemez. Tersine, yılında kaleme alınan bu önemli kitap,
çok aktörü barındırıyor.
“...Türkiye’de PKK ve terör eksenli bir si­ AKP kadrolarının açılım politikasını uzun
yasi güvenlik problemi ya da ekonomik süredir tasarladığını ve bu politikanın Nereye açılım?
gerilik eksenli olarak ‘Dogu Meselesi’ şek­ Washington’dan zembille inmediğini açık İkinci olarak ismi “Demokratik” olan bu
linde...” (s.447) görülmüş olan Kürt mese­ bir şekilde ortaya koyuyor. senaryo, en azından entellektüel olarak, >>

Sermayenin “Kürt açılımları”


Tahir Aras kanı Tarkan Kadooğlu, Zaho’da serbest şapkalarından ne tavşanlar çıkaracak­
ticaret bölgesi kurulmasının, bölge eko­ lar, göreceğiz.
nomisinde sıçrama yaratacağını belirt­
mişti. (Aknews, 13 Nisan 2009) Bu doymaz ve arsız sermaye sınıfı için
AKP hükümeti İşsizlik Fonu’nda biri­ Kürt açılımı, Kürt emekçisinin köle ko­
ken kaynağın nemalarının önemli bir Kadooğlu, “Avrupa, işadamları için yatı­ şullarında, esir ücretiyle sömürülmesi
bölümünü 2009­2012 arasındaki 4 yıl rım yapılacak bölge olmaktan çıktı. Şu demektir.
boyunca GAP’a aktarmaya karar verdi. anda iyi pazar olarak Ortadoğu görülü­
“Kürt açılımı”nın hey heyli günlerine yor. Komşularımız olan İran, Irak ve Su­ 13 Eylül 2009 tarihli Hürriyet’ten bir
rastlayan bu kararla AKP bir taşla bir­ riye ile halihazırda yapılan ticaret yüzde haber: “Türkiye Kürt açılımını tartıştığı
kaç kuş birden vurmayı denedi. Kayna­ 35’e ulaşmış durumda. Oysa bu oran üç­ günlerde, İstanbul’a gelerek Kuzey
ğın, GAP’a aktarılması itiraz ve tepkile­ dört yıl önce yüzde 5’ler civarındaydı. Irak’ın yatırım potansiyelini anlatacak
ri yumuşatacak bir cinlikti. Görünüşte Kurulacak ticaret bölgesiyle bu oranların olan Dr. Khaled Salih, bölgedeki yatı­
bu kaynaklar yoksul Kürtlere iş ve aş çok üstüne çıkmak mümkün… İşadamla­ rımcılar arasında 500 Türk şirketi bu­
getirecekti. Son yasayla 2009 yılı için rı ticaret bölgesine fabrikasını kurdu­
lunduğunu söyledi. Bu yıl 16 milyar
fonun nema gelirlerinin dörtte üçü­ ğunda hammadde nerede ucuzsa oradan
alır. Örneğin ucuz hammadde Türkiye’de dolarlık 145 projenin onaylandığını
nün, yani 4,5 milyar liranın GAP ve “di­
ise Türkiye’den, Irak’ta ise Irak’tan alı­ belirten Salih…” Habere göre Türkiye­
ğer yatırımlar için” bütçeye aktarılma­
sının yolu açılmış oldu. İşin esası ise kı­ nır. Bölge ekonomisine de bu ciddi katkı Irak ticaret hacmi yıl sonuna kadar 8
saca şu: 2008 ve 2009 yılları için İşsiz­ sunar. Serbest ticaret bölgesi kurulması­ milyar dolara çıkacakmış.
lik Sigortası Fonu’ndan GAP’a ve işve­ nın planlanması bizleri sevindiriyor. Bu
Sermayenin Kürt açılımının kimi so­
renlere (işverenlerin sigorta primleri­ sayede insanlara güven gelir” diye ko­
nuşmuştu. mut bilgileri bunlar.
nin fondan karşılanması yoluyla) top­
lam 14.5 milyar lira aktarılmış olacak. Yalnız “ucuz hammadde” mi? Serbest Her zaman kurt gibi aç sermayenin
Bu örnekte “Kürt açılımı” sermaye sı­ bölge aynı zamanda ucuz işgücü demek­ “açılım”ları, öte yandan Kürt ve Türk
nıfının emekçi birikimlerini “iç” etme­ tir. Sermaye sınıfı için “Kürt açılımı” bu­ emekçilerinin sınıf kardeşliğinin, birlik
sinin masum gerekçesi olarak sunulu­ radan bakıldığında işsiz ve yoksul Kürt ve dayanışmasının en somut ve canlı
yor. emekçisinin en ağır biçimde, en düşük biçimde yaşama geçirileceği mücadele
Tekelci sermayenin “Kürt açılım”ı çok­ ücretle sömürülmesi açılımıdır. başlıklarını oluşturuyor. Bu mücadele
tandır, birçok cephede birden yürütü­ görevlerinin hakkıyla yerine getirilme­
AKP hükümetinin Sanayi Bakanı da An­
lüyor. si yalnız emekçilerin birliğine hizmet
kara Ticaret Odası Başkanıyken “Doğu
Bundan birkaç ay önce, Doğu Güney­ ve Güneydoğu” da Türkiye genelinden etmekle kalmayacak, gerçek ve kalıcı
doğu Sanayici ve İş Adamları Dernek­ farklı ve düşük asgari ücret uygulanma­ bir barışın toplumsal zeminini de güç­
leri Federasyonu (DOGÜNSİFED) Baş­ sını önermemiş miydi? Bunlar açıldıkça lendirecektir.
14 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Politika
>> oldukça revizyonist­yayılmacı bir içe­
riğe sahip. Şüphesiz, Davutoğlu henüz
Dışişleri Bakanı değilken cari sınırlar
ile jeopolitik realite arasındaki açının
bir bütünleşme sürecinin neticesi ola­
Yeniden kuruluş
rak kapatılması gerektiğini öngörüyor.
Ancak Stratejik Derinlik bize bu süre­
cin bir kez başladıktan sonra nasıl
ilerleyebileceğine dair hiç bir şey söy­
ve sosyalist
lemiyor. Şu ya da bu şekilde Türkiye
(coğrafyasına olmasa da) eksenine gi­
recek bir Kürt jeopolitiği Şii ya da Sün­
ni Araplar ve İran tarafından nasıl kar­
koordinasyon
şılanacak? İnsan ister istemez ürpere­
rek seçime giderken John McCain’in Siyasal ortaklaşma sürecimiz ile sosyalist
ABD Irak’tan çekilirse daha ciddi bir
savaş yüzünden geri dönmek zorunda koordinasyon girişimi, birbirini çelmez, yeniden
kalabilir uyarısını hatırlıyor.
(http://news.bbc.co.uk/2/hi/midd­
kuruluşun farklı dinamikleri olarak işletilmeli
le_east/7336731.stm).
DTP ve açılım
Üçüncü olarak bu senaryoda PKK ve
Abdullah Öcalan’a rol yok. DTP’nin ro­
lü ise yardımcı oyunculuğun ötesinde
değil. DTP ancak hükümetin PKK’nin
Kürtler arasında varolan meşruiyetini
ve temsil kapasitesini budamaya iliş­
kin politikalarına destek verdigi oran­
da yardımcı oyunculuğun ötesine ge­
çebilir. Davutoğlu’nun PKK’yi yalıtma
üzerine yazdıkları DTP’ye karşı son
günlerde gerçekleştirilen operasyon­
ların ve yıpratma kampanyalarının
gerisinde ne yattığını açıkça gösteri­
yor. DTP kendisini PKK’den açıkça
ayırmadığı için siyasal süreçten dışla­
nıyor. DTP kendini PKK’den ayırsa, bu
kez de AKP’nin revizyonist senaryo­
suna meşruluk kazandıran bir piyon
durumuna düşecek.
Geri dönüş yok!
Son olarak, vurgulanması gereken
nokta tam da Ahmet Türk’ün ifade et­
tigi gibi cinin şişeden çıkmış olması.
Davutoğlu’nun tezlerinde entellektüel
öncüllerini bulan “Açılım Stratejisi”nin
kıvrak bir siyasal strateji olduğunu ka­ 2009 1 Mayıs’ta Taksim’i işçi sınıfına açanlar, bir “sosyalist koordinasyon”un imkanlarını gösterdiler
bul etmek durumundayız. Ancak bu ve sınırlı sayıdaki bireyin bir araya gel­
stratejinin parçası olduğu revizyonist­
Muhsin Dalfidan
mesinin yeniden kuruluş için yeterli ol­
yayılmacı zihniyet yapısı açtığı kutu­ madığını biliyoruz. Önceki sayımızda bu­
nun içinden neler çıkabileceğine dair SCK, SDK ve SEH olarak “ sosyalizmi ka­ nu “Açıktır ki, siyasal ortaklaşma süreci­
en küçük bir sağduyuya sahip değil. mizin tamamlanmasıyla oluşturacağımız
pitalist düzenin karşıt devrimci kutbu
Kesin olan bir şey varsa o da “Demo­ olarak yeniden var etmenin biricik yolu örgütlülüğümüzle yeniden kuruluşu ta­
kratik Açılım” ın öncesine dönmenin olan siyasallaşmış bir proletarya hareke­ mamlamış olmayacağız. Ancak çağrı
imkansızlığı. Sonrasında ne olacağına metninde işaret edilen ortaklaşma zemi­
ti oluşturma yolunda anlamlı bir adım
ise siyasal süreçler karar verecek. Sos­ ninin genel kurgusu üzerinden oluşturu­
atmak üzere” bir araya gelerek yeniden
yalist solun acilen ve kollektif olarak lacak siyasal programla donatılmış ör­
kuruluş için kararlı olduğumuzu göster­ gütlülüğümüz yeniden kuruluş yolunda
hangi program ve hedefler doğrultu­
dik. Bu adımı, önceden belirlenmiş tek kazanılmış kıymetli bir araç olacaktır. Bu
sunda bu siyasal süreçlere müdahil
olacağına, Kürtler ve Kürt hareketiyle yöntem ve araçla kendimizi sınırlandır­ araç ile daha gelişkin adımlar atmamız
nasıl ilişki kuracağına dair ortak bir mayarak, somut koşulların gerektirdiği mümkün olacaktır. Bir yandan yeniden
tartışmaya girmesi gerekiyor. Bunun farklı yöntem ve araçları yaşama geçir­ kuruluşun gelişip boy vereceği işçi sını­
tersi siyasetsizliği seçmektir ki bu da me becerisini göstererek geliştirmek ka­ fının kendi için siyasete güçlü bir müda­
bir seçimdir. rarlılığındayız. Dolayısıyla, salt üç grup halesinin aracı olarak örgütlülüğümüzü
EKMEK & ÖZGÜRLÜK 15

ve bağımsız faaliyetimizi sürdürürken, madan, yeniden kuruluş çalışmalarımı­ arası müzakere biçiminde değil, herkesin
diğer yandan yeniden kuruluş yolunda zın bir aracı olarak görmemiz gerekiyor. bireysel olarak katıldığı bir ortaklaşma
yeni güçlerle buluşa buluşa yürüyeceğiz” Sosyalist Koordinasyon eksiklikleriyle de süreci olarak yürütü”yoruz. Aynı yöntemi
ifadeleriyle dile getirmiştim. Bu doğrul­ olsa yayınladığı deklarasyonda "bir yan­ Sosyalist Koordinasyon faaliyetinde kul­
tudaki yürüyüşümüz güçlenerek devam dan işçi sınıfının siyaset sahnesinin önü­ lanmak mümkündür. Bu yöntem grupla­
ediyor. ne yeniden getirilebilmesi için ortak pra­ rın varlığını kabul etmeyen bir yöntem
tik faaliyetler yürütmeye devam ederken, değil, sadece tartışmalara birey olarak
Siyasal ortaklaşma katılımı öngören bir yöntemdir. Temel
ve koordinasyon diğer yandan” ideolojik, teorik, politik ve
pratik yenilenme için tartışmaları sür­ gerekçesi de, karılmayı, yeniden harman­
Sosyalist yeniden kuruluş; ideolojik, po­ lanmayı kolaylaştıran bir yöntem olma­
litik, teorik, pratik ve örgütsel düzlemle­ dürmeyi ve bu tartışmaların ve eylemli­
liğin iktidar mücadelesinin aracı örgüt­ sıdır. Elbette, yeniden kuruluşun bütün­
riyle bir bütün olarak sosyalizmi tekrar lüklü kavranışında ortaklaşılması duru­
ayakları üzerine dikmektir. Böylesi bir le/partiyle taçlandırılması için “ emekçi­
lerin iktidar mücadelesinin taşıyıcısı ola­ munda tartışmalara ve yeniden kuruluş
yenilenmeyi başardığımız ölçüde, siya­ sürecine grup olarak katılmak istenilme­
sallaşmış bir proletarya hareketinin önü cak birleşik bir politik merkez oluşturma
imkânının değerlendirilmesi”ni önüne si bir engel olarak görülmemelidir. Asıl
açılacak, proletarya hareketi ile bağları­ olan yeniden kuruluş sürecinde kimin
mızı güçlendirdiğimiz ölçüde yeniden koymuş idi.
nasıl yer alıp almayacağı değil; yeniden
kuruluşun görevlerini tamamlayabilece­ Ancak, bugüne kadar “işçi forumu” dü­
kuruluşun mevcut örgütlerin sönümle­
ğiz. Bu diyalektik ilişkiyi koruyarak iler­ zenlemek ve “işten atmalar yasaklansın”
neceği bir uğrak olarak görülmesidir. Ni­
lemek durumundayız. İşçi sınıfının ikti­ kampanyasının önericisi olmak dışında
tekim çağrı metnimizde bu esneklik “Or­
dar mücadelesinin işçi sınıfı partisi ol­ önüne koyduğu hedefler doğrultusunda
tak etkinliğin herhangi bir aşamasında
madan başarıya ulaşamayacağı tartış­ adım atamadı. Eğer sosyalist yeniden ku­
çalışmaya katılmak isteyen kişi ve çevre­
masız bir gerçekliktir. Bu nedenle sosya­ ruluşu başat görev olarak görüyor ve bu­
lerin sürecin eşit haklı asli öğesi, aktif öz­
list yeniden kuruluşu yukarıdaki düz­ nun için farklı araç ve yöntemleri en ve­
nesi olabilmelerini sağlayacak esneklikte
lemlerin bütünlüğü olarak görmek ge­ rimli olarak yaşama geçirmenin gereğini
bir çalışma/örgütlenme biçimi, işleyişi
rektiğinin altını çiziyoruz. Atacağımız inanıyorsak, ki inancımız konusunda
kuruyoruz.” ifadeleriyle belirtiliyor.
adımların bu bütünlüğü gözeten adımlar kuşkum yok, bunun gereğini Sosyalist
Koordinasyon faaliyetinde de yerine ge­ e­Yeniden kuruluşu merkezine koyan
olması başarının ilk koşuludur.
tirmeliyiz. Sosyalist Koordinasyon sürecinde de işçi
Siyasal ortaklaşma sürecimiz sosyalist sınıfı merkezli bütünlüklü bir eylemlilik
koordinasyon ile gelişerek hedefe ilerle­ Yapılması gerekenler ve örgütlenme zemini tarif edilmeli ve
yebilmelidir. a­Sosyalist Koordinasyon önüne koyduğu yaşama geçirilmelidir. Birlikte ortak teo­
Devrimci İşçi Partisi Girişimi, İşçi Kar­ görevleri yaşama geçirememektedir. rik yayın, eylemlilik zemininin ortaklaş­
deşliği Partisi, Sosyalist Cumhuriyet Ko­ Çünkü yeniden kuruluş ve görevleri ko­ ma düzeyine paralel önce politik bülten­
lektifi, Sosyalist Dayanışma Platformu, nusunda sahici bir ortaklığı olan bileşen­ ler ve giderek ortak politik yayın çıkarıl­
Sosyalist Emek Hareketi Parti Girişimi, leri yoktur. Öncelikle iş ve araç uyumunu malıdır. Baştan itibaren sürecin ortağı ör­
sağlayacak bir dönüşüm gereklidir. gütlerdeki bireyler birbirinin yayın or­
Sosyalist Parti ve Ürün Sosyalist Dergi
oluşturdukları Sosyalist Koordinasyon b­Sosyalist Koordinasyon'un görevlerini ganlarına yazmalı, tartışmanın ve yakın
ile ilgili, 7 Mayıs 2009'da yayınladıkları yeniden bilince çıkartmalıyız. Aslında bu temasın çok yönlü sürdürülmesi teşvik
Sosyalist Kamuoyuna başlıklı bilgilen­ görevler biraz silik de olsa deklarasyon­ edilmelidir. Yine çağrı metninde “bir de,
dirme metnindeki şu giriş cümleleriyle da vardır. Bu görev bütünlüklü “sosyalist hiçbir ön belirleme ve saptama ile çerçe­
yeniden kuruluş” görevidir. Bunun aracı vesini çizmediğimiz, ancak Marksist ze­
Sosyalist Koordinasyon'un, sosyalist ye­
olarak işçi sınıfı partisinin inşası görevi­ minlerde yaratıcı bir yenilenme ve günü­
niden kuruluşun öznelerinden biri ola­
dir. Sosyalist Koordinasyon kendini göz­
cağının işaretini vermişlerdi: müzün koşullarına yanıt veren bir prog­
den geçirmeli ve böylesi bir “sosyalist ye­
“Biz aşağıda imzası olanlar, Türkiye sos­ ram üretebilmek için ele alınıp çalışılma­
niden kuruluşu” ihtiyaç ve görev kabul
yalist hareketinde yer alan aşağıdaki edenler bu doğrultuda bir araya gelmeli­ sı, tartışılması gereken konular var. Bun­
güçlerin faaliyetlerini sosyalistlerin bir dirler. Mevcut Sosyalist Koordinasyon ları, sürece katılacaklarla birlikte ‘tartış­
koordinasyonu çerçevesinde ortaklaştır­ daha geniş eylem birliği zemini olarak, ma konuları’ başlıklı ek bir metinde say­
ma olanağı aramak amacıyla 2009 Şubat eylem birliği işlevine uygun ad ve yapılan­ mayı öngörüyoruz.” diye ifade ettiğimiz
ayından beri toplanmaktayız.” maya dönüşüp yoluna devam etmelidir. perspektifimize uygun olan budur.
"Yapıcı tartışmalar sonucunda ortaklaş­ c­Sosyalist Koordinasyon'un sosyalist ye­ Siyasal ortaklaşma zeminimiz için gös­
tığımız pek çok nokta olduğunu gördük.” niden kuruluş doğrultusunda etkin bir terdiğimiz çabaların “73. örgüt” olmak
araca dönüştürülmesinin bizim siyasal için değil, sosyalist yeniden kuruluş doğ­
"Bir yandan işçi sınıfının siyaset sahne­ ortaklaşma ve bağımsız siyasal faaliyeti­ rultusundaki katkılarımızın azamiye çı­
sinin önüne yeniden getirilebilmesi için mizi geliştirip sürdürmemizin engeli ola­ karılması için olduğu bilinciyle davran­
ortak pratik faaliyetler yürütmeye de­ cağı endişesi yersizdir. Bizzat bu iki süreç manın gereğinin bunlar olduğunu düşü­
vam ederken, diğer yandan aramızda (somuta göre başka araç ve yöntemler) nüyoruz. Bu nedenle, bağımsız siyasal
aşağıdaki konuların tartışılmasının ya­ birbirini besleyen ve geliştiren süreçler faaliyetimizi her düzeyde oluşturup ge­
rarlı olacağı ifade edildi” olarak yaşama geçirildiği ölçüde yeniden liştirirken, dışa açık tartışma ve payla­
Sosyalist Koordinasyon'u, SCK, SDK ve kuruluş ve yapılanma hedefi başarılabi­ şıma önem vereceğiz. Siyasal ortaklaş­
SEH olarak; bağımsız siyasal örgütlen­ lecektir. mamızın tamamlanmasının sadece
memizi oluşturmak için yürüttüğümüz d­Yeniden kuruluşun tek yöntemi olma­ anlamlı bir adım olduğunun ve sürecin
siyasal ortaklaşma sürecimizin görevle­ yacağı açıktır. Biz yöntem olarak “Önü­ biriktirerek ilerlemeyi gerektirdiğinin
rini sekteye uğratacağı endişesine kapıl­ müze koyduğumuzu süreci bir gruplar bilincindeyiz.
16 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Politika

‘Tarihsel buluşma’ mı dedi


ÖSH çağırıcıları “sosyal­demokrasi” boşluğunu doldurmaya talip; kapitalizmin çelişki
bir evrede karşılığı olmayan bu göreve talip olanlara “ütopik sosyal demokratlar”dem

Kenan Kalyon karılan “Bir Tarihsel Buluş­ bir düzey. ları ve “sosyalist hareket” ta­
maya Çağrı” başlıklı metni ve Sınıf kimliğinin soyut bir ev­ birini kullanmamak konusun­
ÖSH sözcülerinin çeşitli be­ rensellik olarak vazedileme­ da adeta bir oto­sansür uygu­
yanlarını birinci soruyla ko­ yeceği, işçi sınıfının mensup­ lamaları. Varsa yoksa sol...
Türkiye’de solun makûs tali­ şullanarak okuduğumuzda,
hini yenmenin olanaklı oldu­ larının daima birden çok un­ Üçüncü ama, henüz makbul
anlıyoruz ki, muhataplar az suru bulunan “kimlikler”i ha­ bir ÖDP değerlendirmesi ve
ğunu söylemekle kalmayıp, çok belli: Kürtler, Aleviler, öte­
bunun çağrısını çıkaranlara iz olması gerçeği daha başka gerekiyorsa “özeleştirisi” yap­
ki ezilen kimlikler, toplumsal bir düzey; düpedüz “kimlik madıkları halde, çağrıcıların,
kulak kabartmamak olmaz. hareketler, yüzünü sola dön­
Herkesin yaptığı işi güzelle­ hareketleri” ile sınıf hareketi­ her ne hikmetse, mefhumu
müş sosyal demokratlar, mağ­ nin ortak bir program ve ör­ muhalifinden giderek kendi­
mek, kendi gözünde daha an­ durlar ya da küreselleşme
lamlı ve değerli kılmak için en güt zemininde buluşturulma­ lerini sosyalist sola atfettikleri
mağdurları, solcular ve emek­ sı ise bambaşka bir düzey. bütün zaaflardan bağışık ve
uygun ve çarpıcı adlandırmayı çiler...
seçme hakkı, tabii ki var. Ama Bu düzeylerin “ayıkla pirincin Allah vergisi bir “toplumsal
bir çağrı sözkonusuysa, onu Dışlananlar da öyle: Kendi taşını” denecek şekilde birbi­ karşılığı” haiz saymasıdır. İn­
didiklemek ve irdelemek de geçmişlerinin esiri olarak ge­ rine karıştırılmasının nedeni, san “sizin toplumsal karşılığı­
bizim hakkımız. lenek takipçiliği yapan, kendi “hem sınıf hem kimlik” for­
“fanus”larında veya “kuyu”la­ mülüne gerekçe bulma zorla­
Ve sorular rında yaşayan ve de toplum­ ması. Örneğin, ÖSH sözcüle­
ÖDP’den kopan Özgürlükçü sal karşılığı olmayan sosyalist rinden Atilla Aytemur, bu
Sol Hareket’in (ÖSH) “tarihsel gruplar. maymuncuğu eline alarak işi
buluşma” çağrısından söz et­ Gelelim amalara.... şunu demeye kadar vardırı­
tiğimiz, herhalde anlaşılmıştır.
Çağrı sahipleri, muhataplarını yor: “Kimlik sorunu, bugün
Elinize iddiası büyük böylesi
bir ve aynı anda hem sınıfsal , emek sorunuyla kol kola yü­
metinler geçtiğinde, aklınıza
hem sosyolojik, hem de siya­ rüyen bir sorun haline gelme­
okumayı hangi gözle sürdüre­
sal/ideolojik terimlerle belir­ miş midir?” Kol kola yürüyen
ceğinizi belirleyen en az beş
lemenin yol açtığı karışıklıkta bir sorun haline getirilmelidir
soru gelmiyorsa olmaz:
hiçbir sorun veya güçlük gör­ dese, bir nebze anlaşılır; ama
n Buluşması arzu edilen müyorlar. Daha doğrusu, bir bunun olgusal bir durum ol­
muhtemel muhataplar ve çağ­ maymuncukla, “hem sınıf duğu söylenince, insanın “biz
rının mantığı gereği dışta bı­ hem kimlik” maymuncuğuyla bu memlekette yaşamıyor
rakılanlar kimlerdir? bunların üstesinden bir çırpı­ muyuz acaba?” diyesi geliyor.
n Bu buluşmaya tarihsel bir da geliverdiklerini sanıyorlar. Amalar bitmedi. ÖDP deneyi­
önem ve anlam kazandıran Kolay rakip olarak seçtikleri minden gelmiş birilerinin, ye­
nedir? ni bir girişim başlatırken,
kaba ve aşırı indirgemeci bir
n Sahiden de tarihsel önem­ “sınıfçılık”la gölge boksu ya­ ÖDP’nin “birleşik” bir parti­
de bir olayla yüz yüze isek, o parak farklı düzeyleri birbiri­ den “bileşik” bir partiye geçe­
zaman bu çağrı şimdiye kadar ne karıştırıyorlar: Sosyalizmi memenin sancıları altında da­
neden çıkarılmamıştır? Akıl kurabilecek bilinç ve yetilerle ğıldığı dersini el altında bu­
edilmediğinden mi yoksa vak­ donanmış hegemonik bir sınıf lundurarak, yol ve yöntem ko­
ti gelmediğinden mi? düzeyine yükselebilmek için, nusunda bazı koşullar öne
n Tarihsel buluşma hangi işçi sınıfının bütün ezilenlerin sürmesi anlaşılır.
zeminde gerçekleşecek ve taleplerine sahip çıkması, si­ Örneğin, “bireysel katılım
aracı ne olacak? yasi demokrasi mücadelesi esastır”, demek gibi. Mesele
n Teklif edilen buluşma ze­ okulunda pişmesi, özgürlük bu değil, mesele çağrı sahiple­
mini konusunda mutabık kal­ kavgasının bütün bahislerine rinin “sosyalist hareket” diye,
masanız bile, çağrı olabilirliği artan bir duyarlılık gösterme­ solun geri kalanından ayırt
yüksek bir işin peşinde midir; si bir düzey. edilmesi gereken bir bölme­
yani gerçekçi midir? İşçi sınıfının günümüzde yeni nin varlığını, bu bölmenin öz­
bir bileşime kavuşarak artan gül sorunlarını ve öncelikleri­
Muhataplar az çok belli bir çoktürdenlik sergilemesi ni artık gündemden çıkarmış
ama ve buna yanıt vermenin bir olmaları. Bu bölmeyi iflah ol­
Henüz ÖDP’den kopmadan çı­ zaruret haline gelmesi başka maz bir gayya kuyusu sayma­
EKMEK & ÖZGÜRLÜK 17

tulmuş olarak, daha pervasız lik”…

iniz?
“Sosyal cumhuriyet” mi
ve serbest vezin konuşmakta­ Gelgelelim, zamanında Herak­ dediniz?
dır. Bu eğilim, vakti zamanın­ leitos’un dediği gibi, “aynı ır­ Yazının buraya kadar olan kıs­
da kendisini bazen şapkadan makta ikinci kez yıkanılmaz...” mı, ÖSH’nin yayınladığı, “Top­
aniden “gökkuşağı”nı çıkara­ Durumun böyle olduğu, Kürt­ lumsal Adalet ve Demokratik­
rak, bazen de başka zorlama­ lerin ve Kürt hareketinin nasıl leşme İçin Demokrat, Eşitlikçi
lerinin keskinleştiği larda bulunarak belli etmişti. içerileceği konusundaki soru­ ve Özgürlükçü Bir Siyasal Ha­
ek haksızlık sayılmaz Sözü edilen eğilimin alamet­i lara, Ufuk Uras’ın verdiği kaça­ reket…” başlıklı yeni metin he­
farikası, sık sık açıkça veya mak cevaplardan da belli za­ nüz ortada yokken yazıldı. Ya­
zımnen memlekette doldurul­ ten. zının akışını değiştirip bu met­
nızın bulunduğu nereden belli, ması gereken bir “siyasi boş­ Atilla Aytemur, boşluk tespit­ ne bir göz atmakta fayda var.
hani bunun ampirik kanıtla­ luk” bulunduğu tespiti yapma­ lerinden feyz alan yüzde he­ Bu yeni metin, yukarıda söyle­
rı?” diyecek oluyor. Cevap, sıydı. Ah şu sosyalistler eski saplarını daha da ifrata vardı­ nenleri bir kez daha teyit et­
“Ufuk Uras’ın aldığı oylar” ise, kafalarını bir değiştirse, görün rıyor: “Örneğin, Alevilerin, mekle kalmıyor, hareketin ni­
hazır karşı cevap, “siz, daha o bakın neler olurdu... Bu boşluk Kürtlerin ve diğer muhalif top­ teliği konusunda daha kesin
oyları bile doğru dürüst tahlil tespiti, bazen yüzde hesapları­ lumsal dinamiklerin bir araya bir yargıya ulaşmak için de ka­
edememişsiniz” olabilir an­ na dayalı yukarıdan bir “top­ getirilmesini öngören bir pro­ rineler sunuyor. İşte yargıları­
cak... lum mühendisliği” ile takviye jeye itiraz ediliyor. Alevilerin mız ve onlara dayanak teşkil
Yüzde hesapları edilirdi. Türkiye nüfusu içerisindeki eden karineler:
Çağrıya ve çağrıcıların erişe­ Bühtanda bulunduğumuz sa­ payı son yapılan araştırmalar­
nılmasın diye kanıt sunalım. da yüzde 15'lerdedir. Kürtle­ n Çağrıcılar, emeğin kurtu­
bildiğimiz bütün beyan ve ya­
Ufuk Uras, aldığı oyların tahli­ rin toplam nüfus içerisindeki luşu ile değil, onun maruz kal­
zılarına baktığımızda şunu gö­
lini yapıyor: “İstanbul Birinci payının da o civarlarda olduğu dığı sömürü ve ezginin hafifle­
rüyoruz: İlk ÖDP’den tanıdığı­
Bölge’den 82 bin oy aldım. O söyleniyor.” tilmesi ile, bunun asgari prog­
mız bir eğilim, şimdi parti içi
oyların 3’te biri Kürtlerden, ramı ile ilgililer. Şu sözlerden
dengelerin kısıtlarından kur­ Alın size, taş atıp da kolunuzu
3’te biri soldan, 3’te biri de A­ başka bir anlam çıkarılamaz:
yormadan, elde var yüzde 30.
levilerden geldi. Yani tam Tür­ “Toplumsal korunma meka­
Bu çok baş döndürücü bir
kiye İşçi Partisi’nin 1960’lar­ nizmalarını geliştirip güçlen­
oran diye düşünüyorsanız, bi­
daki hali gibi...” dirmek, refahı adil biçimde
razcık da “emek perspektifin­
paylaştıracak yöntemleri ha­
Ufuk Uras’a haksızlık etme­ den” yaklaşıp bir miktar tenzi­
yata geçirmek, neoliberal po­
mek için, sözlerinin ima ettiği lat yapabilirsiniz. Atilla Ayte­
bir doğruyu peşinen teslim mur devam ediyor: “Peki bu litikalar karşısında ücretli ça­
edelim: 1960’lar ve 70’ler bo­ toplum kesimlerinin bize de­ lışanların korunmasını esas
yunca sosyalist hareketin bes­ ğecek sınıfsal kategorileri, alan politikalar üretmek bu­
lendiği bazı zeminler kurudu. mağdurları, Türkiye'nin emek gün özgürlükçü ve demokrat
Düpedüz kurudukları için de­ eksenli mücadelesinde bulu­ bir siyasetin asli görevidir.”
ğil, çağrıcıların “kimlik” başlığı şacak kuvvetleri yok mu?” Üstelik, sözü edilen metnin ta­
altında ifade ettiği başkala­ Vardır tabii, gerekli indirimleri mamına bakıldığında, görüle­
şımlara sahne oldukları için. yaptıktan sonra ve yüzde 25’te cektir ki, bunu bile açık bir ta­
Aslında, bu kuruyan zeminler­ mutabık kalırız, olur biter... raflılıkla ve belirgin bir sınıfsal
den biri de aydın hareketidir. bağlanımla değil, bir tür sınıf­
1960’larda, aydın hareketinin Soru ne idi: Tarihsel buluşma lar üstü hakemlik konumuna
genel olarak sola meylettiği zemini konusunda mutabık yerleşerek yapmayı öngörü­
bir ortamda, burjuvazi adeta kalmasak bile, çağrı gerçekçi yorlar. Toplumsal­siyasal ala­
“organik aydın” sıkıntısından ­ midir? nın terimlerini ıskartaya çıka­
bugün ferah ferah giderdiği Cevap: Türkiye’de düzenin sa­ rıp, kendilerini ahlakın ve eti­
bir sıkıntıdan­ muzdaripti. hipleri sola hiçbir zaman altın ğin diliyle “vicdan hareketi”
tepsi içinde “siyasi boşluk” olarak tanımlamalarının, “ya­
Ama aldığı oyları bu şekilde sunmadı, tam tersine solun pıcı ve yön gösterici muhale­
tasnif etmesi, Ufuk Uras’ın ne­ dalma ihtimali olan boşluk ve fet”te karar kılmalarının nede­
yin hayalini kurduğu konu­ ni de, bu hakemlik konumuna
çatlakları hep sıvadı; hatta
sunda fikir veriyor. Anlaşılan o aşırı teşne olmaları.
memlekete komünist partisi
ki, Ufuk Uras, dağılan parçaları
bir araya getirerek daha bü­ ve işçi sendikası lazımsa onla­
yük bir “birinci TİP” kurmak rı bizzat kurdu. Sol ve sosyalist n Çağrı sahipleri, devletçi ve
istiyor. Bu da “tarihsel buluş­ hareket boşluğu daima kendi liberal olanın dışında söz uy­
ma” demek oluyor. Dağılan çabasıyla, dişiyle tırnağıyla tu­ gunsa “insani” bir kapitalizmi
parçalar “bir yap­boz oyunun­ tunarak ve bedel ödeyerek ya­ mümkün görmekle yetinme­
daki gibi kolayca yeniden eş­ rattı. Yani oracıkta bekleyen yip, onu bir ufuk çizgisi olarak
leştirilebilir mi” diye sorabile­ hazır boşluğu değil, kendi ya­ benimsiyor ve bu uğurda mü­
cek olanlara, Ufuk Uras, bu rattığı boşluğu doldurdu. Geri­ cadele etmeyi teklif ediyorlar.
tasnif tarzıyla sihirli formülü si hayal aleminde yüzmekten Haklarını yemeyelim; bunu
veriyor: “Hem sınıf hem kim­ ve fanteziden ibarettir. utangaçça, lafı dolandırarak >>
18 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Politika
>> veya örtmecelerle değil, açıkça
söylüyorlar: “Kapitalizmin libe­
ral ve devletçi seçenekleri in­
sanlığın kaderi olarak kabul edi­
lemez. Bu çaresizlik ikilemin­
Toptancı değil
den, katılıma, ortaklığa ve gö­
nüllülüğe dayalı yeni bir seçe­
nekle çıkılabilir.”Bunun nasıl
olacağını merak edenlere, çağrı­
toplumsal siyaset
cıların bir cevapları var: “Siyasal
ve iktisadi yaşamdaki etkin ka­
tılımla, siyasal ve iktisadi alan­
lardaki güç yoğunlaşmasının sı­
nırlanması sağlanarak, büyük
sermaye gruplarının ekonomi
ve siyasete istedikleri gibi yön
vermeleri önlenebilir.” Meğerse
bu kadar basitmiş…
3) Öyle anlaşılıyor ki, çağrıcıla­
rın doldurmaya talip oldukları
boşluk “sosyal­demokrasi” boş­
luğudur. Ama bugün sosyal de­

Karikatür: Sait Munzur


mokrasinin olanaksızlığını, “pi­
yasa ve ekonomiyi insani ve top­
lumsal hedeflere tabi kılma” ara­
yışının, kapitalizmin bütün çe­
lişkilerinin giderek keskinleştiği
bir evrede karşılıksız olduğunu
görmedikleri için, onları “ütopik
sosyal­demokratlar” olarak ni­
telemek haksızlık sayılmaz.
tünde “özgür yurttaş”!
ÖDP mirası
“Burada başka, daha in­ Siyasetin kitlesizleştirilmesi
Çağrıcıların hedef olarak be­ sanca, mücadele ederken Tüm tarihi içinde kısa bir parantez olan
nimsedikleri “sosyal ve demo­ de insanı özgürleştiren bir başlangıç dönemini saymazsak, kapitalizm
kratik cumhuriyet” bahsine ge­ başta emekçiler olmak üzere, belli ortak
lince; kendilerine hatırlatmak yaşam var” dedirtecek di­ amaçlar için bir araya gelen, hareket eden
görevimiz: “Sosyal cumhuriyet”, namik bir toplumsallık ya­ aktif topluluk tanımıyla “kitle”yi siyasetin
Marksist literatüre 1848 dev­ dışına iten, siyaset alanını kitle katılımının
rimlerinden, özellikle de Fran­
ratabilmek gerek ve denetiminin olmadığı bir alanda serma­
sa’da yaşananlardan sonra girdi. yenin tekeline alan bir sistemdir. Bugün du­
Haluk Yurtsever rum açıktır: Siyaset kitlesiz, emekçi kitleler
Marx, proletaryanın sanayi bur­
juvazisinin hakimiyetini tesis siyasetsizdir! Yalnızca yaşamak, daha iyi ya­
eden burjuva demokratik cum­ şamak isteyen milyonlarca emekçi için siya­
huriyete karşı başkaldırısının Antik Çağ’dan bu yana “yurttaş”, toplum ve set, kendi yaşamını değiştireceği, kendi yaz­
temelinde “sosyal cumhuriyet” gısına el koyacağı bir ortam ve araç olmak­
devlet etkinliklerine, kısacası siyasete katı­
talebinin yattığını söyledi. Yani tan çoktan çıkmıştır. Emekçinin üretim, ya­
lan birey olarak tanımlanıyor. Yurttaş, siya­
kastedilen bir emekçi cumhuri­ şam, geçim sorunları ile ülke, devlet ve top­
sal insandır.
yeti idi, reformdan geçirilmiş lum gündemleri arasındaki bağ, hem pra­
bir burjuva cumhuriyet değil. Eski Yunan ve Roma’da küçük bir azınlık in­ tikte hem de bilinçte kopmuştur.
san ve yurttaş sayılıyordu. Büyük çoğunluk,
Şu ÖDP mirası konusuna da de­ Emekçinin siyasete bu denli uzak ve yabancı
“konuşan alet”ti; köleydi.
ğinmeden geçmeyelim. ÖSH, durması bizim için de çok temel bir sorun­
ÖDP mirasının ve müktesebatı­ Kapitalizm, üretim araçlarından kopararak dur. 1848’den başlatırsak 160 yılı aşkın ta­
nın sürdürücüsü olduğunu id­ “özgürleştirdiği” ücretli emekçiden sonra, rihimizde, dünyada ve Türkiye’de emekçi
dia ediyor. Dileyen, bir ÖDP’nin yasalar önünde eşit, genel oy, seçme, seçil­ kitlelerin barikat savaşlarında, ayaklanma,
ilk programına bir de ÖSH’nin me, parti kurma vb. haklarına sahip “özgür grev ve direnişlerde en doğrudan ve aktif bi­
girdiği yörüngeye bakabilir. yurttaş”ı yarattı. Kapitalizmin en büyük ba­ çimde dünyanın gidişine, siyasete ağırlık
Ortada sürdürücülükten ziyade şarılarından biri yoksullaştırmayı ve yok­ koyduğu, yön verdiği dönemler yaşandığını
bir kopuş olduğu apaçık. “Ha­ sunlaştırmayı özgürlük olarak sunabilme­ biliyoruz. Bu bilgi, geçmişte olanlar üzerin­
yırlı olsun” demeyeceğiz. Konu­ sidir. Üretim araçlarından yoksun, ücretli den bize gelecekte neler yapabileceğimizin
yu, Ekmek ve Özgürlük’ün izle­ köleliğe mahkûm “özgür emekçi”! Siyasete ipuçlarını veriyor. Bu doğru. Ancak, salt geç­
yen sayılarında başka yönler­ katılmanın tüm temel koşullarından, araç­ mişte yaşananlar üzerinden bir “şimdiki za­
den işlemeye devam edeceğiz. larından, kanallarından yoksun, kağıt üs­ man” yaratmak, kapanan dönemleri geri ge­
EKMEK & ÖZGÜRLÜK 19

tirmek, “güzel” mücadele günlerini, uğruna Türkiye sosyalist hareketi, egemen eğilim Toplumsal siyaset
ölmeye değer özlemleri anımsayıp anım­ olarak, herkesi, kendimizi de içine katarak “Toplumsal siyaset”i, siyasetin toplumsal
satarak bugün kitleyi canlandırmak müm­ söylüyorum, toplumsallık dışı sığ sularda, formasyonun bütünü ve toplumsal öznesi
kün değil. Eskiye özlem, ya da gelenek yeni şeyler yapmak gerektiğini söyleyip üzerinden kurulduğu, emekçi kitlelerin
izleyiciliği çıkış yolu olamıyor. kendini tekrarlayan bir kısırlık içindedir. gerçek yaşam ve mücadele gereksinmele­
Bir dönem için belli ölçülerde geçerli bir riyle buluşacak sözün, sesin ve eylemin
“Yol” da sorunluydu siyaset tarzı, bugün hiçbir karşılığı olma­ üretildiği etkinlik olarak tanımlayabiliriz.
Sovyetler Birliği’nin çözülüşü; üstelik böy­ yan bir ezbere dönüşmüştür. Bugün her zamankinden daha fazla top­
le, mücadelesiz/dirençsiz çözülüşü çok Bu tarz kendisini çeşitli biçim ve alanlarda lumsal siyaset gerekiyor. Çünkü, egemen
önemli bir sorun kaynağıdır. Bu deneyi­ düzen, toplumu kapitalist bir işletmeye
yeniden üretiyor.
min sosyalistlere yüklediği teorik/ideolo­ dönüştürmüş, emekgücünü satmaktan
En başta, “toptancı siyaset” olarak. “Top­ başka geçim aracı, özyaşam koşullarını de­
jik görevler bir yana, çözülüş, sömürülen
tancı siyaset”le, birincisi, sorunların çözü­ ğiştirmekten başka insani geleceği bulun­
yığınlar ve ezilen halklar arasında Ekim
münü bugünkü gerçek hareketten kopuk mayan, sayısı ve çeşitliliği sürekli olarak
Devrimi’nin yarattığı coşkuya denk bir
bir toptancılıkla devrime ve sosyalizme artan proletaryanın gereksinmelerini
umutsuzluğa yol açtı. Yalnız sonuç değil,
havale etme kolaycılığını kastediyorum. “toplumsal sorun”, “uygarlık sorunu” bo­
Ekim Devrimi’nden çözülüşe giden süreç,
izlenen ideolojik/siyasal çizgi, yaşanan Devrim çözer, sosyalizm halleder! Sosya­ yutlarına taşımıştır.
pratiğin kendisi de güven sarsıcı oldu. Çö­ lizmi, kaf dağının ardındaki bir uzak hedef Şimdi, fiziksel olarak yaşanabilir bir dün­
zülüşle birlikte, tüm çizgileri, renkleri ve olarak değil, gerçekleştirilmesi olanaklı, ya, beslenme, sağlık, eğitim gibi insan ya­
her türden örgütleriyle sosyalist ve işçi ha­ zorunlu bir toplum tasarımı ve mücadele şamını doğrudan ilgilendiren sorun ve aç­
reketi eşzamanlı olarak düşüşe geçti. Uzat­ ekseni olarak söylemde ve eylemde öne çı­ mazların kapitalist kaynağı toplumsal bi­
madan söylemek gerekirse, geçmişin ve karmak sonuna dek doğru, hele de bugün linçte daha belirgindir. Cinsel, ulusal, etnik,
geleneğin güçlerini seferber ederek bu­ yaşamsal önemde bir yaklaşımdır. Ne var ırksal baskı ve ayrımcılığın kapitalist ka­
günkü tıkanıklığı aşmak bir de bu nedenle ki, sosyalizmle emekçinin somut, güncel rakteri, her türlü başkaldırı ve hak arama
olanaklı değil. Ayrıca dönemlerle birlikte sorun ve gereksinmeleri arasında canlı hareketine tarihsel ve nesnel bir eğilim
başkaldıran insan da, onu harekete geçi­ bağ kurulamadığı zaman doğru yaklaşım olarak antikapitalist bir yön kazandırmak­
ren güdüler de değişiyor. Bir Arap atas­ yabancılaşma üreten bir yanlışa dönüşü­ tadır. Bugün toplumsal siyaset, sosyalizm
özünde denildiği gibi, “insan, anasından yor. Sosyalizm gökten inmiyor! bayrağıyla toplumun tüm sınıflarına giden,
babasından çok döneminin çocuğudur.” İkincisi, toptancı siyaset, Lenin sonrası toplumsal dokunun tüm hücrelerine nüfuz
Sovyet/Komintern geleneğinden, ama ay­ eden, oralardan gelen bir etkinlik olarak
Süreçler ve nedenler üzerine daha geniş, yaşam bulabilir.
daha kapsamlı çözümlemeleri başka yazı­ nı zamanda Osmanlı­Türk toplumunun,
lara bırakıp, bugün yüz yüze olduğumuz ”yukarıdan” burjuva dönüşümün adı olan Komünistlerin görevi ise, bu ölçüde top­
temel soruna gelelim. Kemalizmin siyaset kültüründen beslenen lumsallaşmış dünyanın isteğine öncelikle
katı bir merkeziyetçilik ve kendi içinde siyaseten yanıt vermektir. Çünkü, en başta
Bugün, kitlesel bir siyasal seferberlik için­ büyük proletarya olmak üzere, sınıfsal,
farklılıkları kabul etmeyen bir üniterlik
de olan Kürt emekçilerini saymazsak, mil­ ekonomik, kesimsel, cinsel ve başka kimlik
olarak karşımıza çıkıyor. Her türlü karar
yonlarca emekçi, genel olarak siyasetten, taleplerini yükseltenlerin ortak, birleşik
ve inisiyatifin yalnızca merkezden, “yuka­
özel olarak da sosyalist siyasetten uzaktır. hareketini, güç ve eylem birliğini yarata­
rıdan” geldiği, farklılık ve çeşitliliklerin
Dört yılda bir içine sinmeyen partilerden cak, aralarındaki bağı kuracak olan temel
bütünün içine yerleştirilemediği bir siya­
birine oy veren, çeşit çeşit burjuva görüş araç hâlâ siyasettir.
set tarzı…
ve komplo teorileri arasında kafası karı­ Toplumsal proletaryanın ve toplumsal ha­
şan, meşrebine göre kahveye, maça, cami­ Bu tarzla varılan sonuç ortadadır. Sosyalist
reketin içinden yeşeren, amansız bir kapi­
ye, tarikat evine, dergâha ya da yöre der­ hareket, bugün kitleden, toplumsallıktan
talizm eleştirisi üzerinde yükselen, kapita­
neğine giden, çoğu durumda bunları da kopmuş, kendine özgü dili, simgeleri, slo­
lizme itiraz dinamikleri arasında bağ ku­
yapmayıp özel yaşam alanına çekilen, gün­ ganları, marşları vb. olan steril bir mikro ran, aynı zamanda hem devrimci hem ku­
lük yaşamı sürdürmek için gerçekçilikle dünyaya kapanmıştır. Bu, emekçilerin ger­ rucu olabilen bir siyaset. İdealize etmiyo­
fırsatçılık arasındaki ince çizgide yol ara­ çek dünyasından uzak, onlar için hiçbir çe­ rum. Bunları başka yazılarda açmaya çalı­
yan işçi/emekçi dönemin egemen tipolo­ kiciliği olmayan bir dünyadır. Mikro dün­ şacağım.
jisidir. Sayılarına ve sayılarıyla ölçüleme­ yaların bu halleriyle bir araya getirilmesi
Sosyalist pratik eleştirinin etkili, amaca
yecek siyasal ağırlıklarına rağmen, sınıf de esasta hiçbir şeyi değiştirmeyecektir.
bağlı, aynı zamanda toplumsal olabilmesi,
gövdesi içindeki sol ve sosyalist eğilimli Toptancı siyaset anlayışı, sosyalizmi mil­ belki tüm bu sayılanlardan çok, kapitaliz­
emekçiler ise, esas olarak kişisel yetersiz­ yonlarca insanın bugünkü gerçek hareketi me karşı mücadele edenlerin, bizlerin, da­
likleri nedeniyle değil, sosyalist hareketin olarak değil, geleceğin bir hamlede sorun­ ha bugünden, eylemde, örgütte ve yaşam­
durumu nedeniyle bezgin ve etkisizler. ları çözecek düşü olarak algıladığı için pra­ da ortaklaşmacı, doğrudan katılımcı, daya­
tik olarak apolitizm üretiyor. Mikro dün­ nışmacı ilişkiler geliştirmemize, “burada
Toptancı siyaset, mikro dünyalar yacılık, kendisini değiştirme cesaretinden başka, daha insanca, mücadele ederken de
Sosyalist hareket tek sözcükle özetlemek yoksun, durumdan ve kendisinden hoşnut insanı özgürleştiren bir yaşam var” dedir­
gerekirse tıkanıklık içindedir. “kadro”ları ve bu mikro dünyayı dışa vu­ tecek dinamik bir toplumsallık yaratabil­
Tıkanıklık, en yalın tanımıyla, yeni durum­ ran varoluş biçimiyle komformizm salgılı­ memize bağlıdır.
da ne yapacağını bilememektir. Ne yapa­ yor.Durumu değiştirmenin tek yolu, müm­ Konuya bir giriş sayılacak bu yazıda satır­
cağını bilemeyen, ya daha önce yaptığını, künse elbette birleşik/ortak bir atılımla bu başlarıyla geçtiğim kavram, görüş ve tez­
bildiğini tekrarlar, ya da yolunu, yönünü mikro dünyanın dışına çıkmak, topluma leri başka yazılarda açma, geliştirme uğra­
“kıble”sini değiştirir. İkinciler konumuz dışı. açılmak, sosyalizmi toplumsallaştırmaktır. şını sürdüreceğim.
20 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Kriz
birçok farklı nedenden ötürü, kapitalistler

Mızrak çuvala zararına da olsa üretime devam etmek zo­


runda kalıyorlardı. Kimi sektörlerde üre­
timi durdurmak, sermaye için intihar et­
mekle aynı kapıya çıkıyordu.

sığmaz! n Sermayenin deviniminde aracı olan ka­


pitalistler, aralarındaki rekabet öyle ge­
rektirdiği için kural olarak miyopturlar.
Sermaye de kapitalistler aracılığıyla ete
kemiğe büründüğü için, uzağı göremez;
hiçbir resme derinliğine bakamaz. Bu du­
rum işlerin yolunda gittiği dönemlerde
pek fazla sorun oluşturmaz. Ama kendi za­
rarını bir başkasının sırtına yıkma arayı­
şının egemen olduğu kriz koşullarında işin
rengi değişir; kapitalistlerin günlük kaygı­
ları bütün her şeyin önüne geçer. Burjuva­
zinin zaten kıt olan görüş mesafesi, kriz
dönemlerinde hepten kapanır.
n Kapasite kullanım oranlarını gösteren
resimde de böyle oluyor; burjuvazi ve ave­
nesi, binde 4’lük yükselişleri zafer naraları
atarak karşılarken, aynı oranın Ocak
1967’de yüzde 89,4’ten, Temmuz 2009’da
yüzde 68,5’e gerileyerek yüzde 23 düş­
Amerikalı işçiler “şirketlerin açgözlülüğü”ne karşı adil istihdam talebiyle gösteri yapıyor müş olması onları hiç ilgilendirmiyor. Bu
çok önemli bir soruna, sermayenin yeni­ yüzden “geliyorum” diyen felakete kayıtsız
Kriz mızrağı, ABD'de çuva­ den üretiminde önemli bir tıkanmaya işa­ kalabiliyorlar.
la girmiyor; gerçeklerin çe­ ret eder. Aşağıdaki grafik, Ocak 1967’den n Düşen kâr oranları, sonuçlarını kapasite
likten sivri ucu, Amerikan bu yana, ABD’nde kapasite kullanım oran­ kullanım oranlarında da göstermiş; “altın
larındaki değişimi gösteriyor ve çok şey yükseliş”in ardından, yetmişlerden başla­
bezinden çuvalları da par­ anlatıyor: yarak her yukarı hamle bir öncekinden
çalıyor. n Kapitalizmin “altın yükselişi”nin son dö­ güdük kalmış; her aşağı hamle bir önceki
neminde (altmışların sonu) yüzde 90’lara dibi daha aşağıya taşımış; nihayet kapasite
Didi Imedi ulaşan kapasite kullanım oranı, Haziran kullanım oranları, son elli yılın en düşük
2009’da yüzde 68,1’e düşerek, 1967’den değerine gerilemiştir.
bu yana son elli yılın en düşük değeri ger­ n Gerileyen kapasite kullanım oranlarına
çekleşti. kapitalizmin tarihindeki en büyük mali­
ABD’de sanayi kapasite kullanım oranları
n Temmuz’da yüzde 68,5’e yükselince, leşme hamlesi eşlik etmiş; maddi üretim
1967’den bu yana sürekli düşüyor.
kapitalistler bu “yükselişi” “kriz bitti” yay­ alanından çekilen sermaye, “finansal piya­
Sanayi kapasite kullanım oranı, mızrağın garalarına ilave bir kanıt olarak göster­ salar” adını verdiği kumar ve sahtekârlık
ucunun en bariz sırıttığı yırtığı oluşturu­ mekte hiç tereddüt etmediler. sistemini akıllara zarar boyutlara genişlet­
yor. Kurulu üretim kapasitesinin ne kada­ miş; kapitalistler azalan kâr sancılarını
n Oysa abartılan binde 4’lük artışın çoğu,
rını kullanabildiğini gösteren bu oran yük­ dindirmek için, kendilerini bu sanal dün­
krizin başından bu yana eksilen stokların
sek ise, tüketim, üretim ve kârlar yüksek; yanın kollarına bırakmışlardır.
yerine gerçekleştirilen bir tür “rölanti”
sermaye birikimi nispeten sorunsuz; ka­
üretimin sonucuydu. Ayrıca, çoğu yerde Düşen kapasite kullanım oranları, krizin
pitalistlerin işleri tıkırında demektir. Tersi
işaretlerini çok önceden vermiş; felaket
“geliyorum” demişti. Şimdi de aynı tablo,
maddi üretim alanında sermayeyi yeniden
yatırıma sevk edecek bir cazibe oluşma­
dan kapitalistlerin krizden yakalarını sı­
yırmalarının mümkün olmadığını söylü­
yor. Canlı emeği sürekli maddi üretim ala­
nının dışına süren, kurduğu dev kapasite­
lerle yeni yatırım ihtiyacını azaltan burju­
vazi, ektiğini biçiyor; büyüyen işsizler or­
dusu, alım gücü sürekli düşen tüketici kit­
lesi ve gelişmiş kapitalist ülkelerin doy­
muş pazarları aşılmaz dağlar gibi karşısı­
na dikiliyor.
Çaresizlik komediye dönüşüyor
Mızrağın ucunu memlekete çevirip, bizim
EKMEK & ÖZGÜRLÜK 21

Kriz
burjuvazinin heybesine şöyle bir dokun­
durduğumuzda, açılan yırtıktan onun
zavallı çaresiz halleri hemen sırıtıyor.
Son bakışta kriz ve dayanışma
Resmi veriler ortada: (Türkiye İstatistik
te; bir yanda şanlı Ekim Devrimi, öte yanda
Kurumu) TÜİK’in açıkladığı son verilere Yoksulların ve ezilenlerin ise sosyal demokrat hükûmetin Savaş Baka­
göre, sanayi kapasite kullanım oranı
Ağustos’ta yüzde 69,72 ye geriledi. Aynı kendiliğinden dayanışma­ nı Gustav Noske önderliğinde ezilen Alman
veriler, memleket ekonomisinin 2009’­ ları içinde bıkmadan kapi­ Devrimi. Kriz karşısındaki tutum basitçe ik­
un ikinci çeyreğinde bir önceki yıla göre tisadi bir tartışma değil, bizzat siyasal ve
yüzde 7 küçüldüğünü ortaya koydu.
talizme karşı devrimci se­ toplumsal devrime ilişkin bir tercihti. Mark­
Burjuvazinin kendi mensuplarına bile çeneği inşaya hasredilmiş sist emperyalizm teorisi de işte bu tartışma­
nın içinde doğdu ve gelişti.
inandırıcı gelmeyen bu verilerle dahi, bir kurucu etkinliği dü­
Türkiye, dünyanın krizden etkilenmiş Kapitalizmin krizinin kaçınılmazlığı ile dev­
ilk sekiz ekonomisinin içinde yer aldı.
şünmeliyiz rim olasılığı arasında bir tür metafizik deter­
Çaresizlikleri bir yana, vadeleri dolduğu Mustafa Çeçen minizm olmadığını, bu tezi mantıki sonuçla­
için de umutsuz ve oldukça da ufuksuz­ rına götüren Rosa, unutulmaz sloganı ile
lar. Krizden çıkmak için çırpınıyor, çare özetlemişti: “Ya sosyalizm ya barbarlık!”
diye olmadık işler yapıyorlar. Daha ya­ Açık ki, krizin bir öncesi ve bir sonrası vardı.
kında, işbirlikçileriyle birlikte “kriz var­ Sadece kapitalizmde değil, öncesindeki üre­ Sonrasında ne olacağı krizin içinde doğduğu
sa çare de var” diyerek, çarşı­pazar kam­ tim tarzlarında da ezilenler “yok”lukla ter­ koşullar kadar devrimci eylemin tarihsel i­
panyası düzenlemişlerdi. Yetmemiş ola­ biye edildiklerinde kendiliğinden dayanışır­ çeriği tarafından da kurulacaktı. Mahir Ça­
cak, şimdi de kendi sözcülerini kılıktan lardı. Kapitalizmin içinde bulunduğu krize yan'ın kesintisiz devrim teorisinin de, bu
kılığa soktukları reklam kampanyaları karşı emekçilerin ve ezilenlerin ilk tepkisi de “olay diyalektiği” üzerine bina edildiği bir sır
düzenliyor; her beş kişiden birinin işsiz dayanışma oluyor ve olacak... Bu kendiliğin­ değildir.
dolaştığı ülkede, komik ücret zamları den tepkilerin yarattığı toplumsal hareketler
içinde devrimcilerin dayanışma ağları ile yer Kriz ve devrim
önerdikleri, ekmekleri gün geçtikçe ufa­ Ahmet Haşim Köse ve Serdal Bahçe, biri
lan emekçilere “alın verin, ekonomiye alması ilk bakışta makul ve gerekli görüle­ Praksis'in 19. sayısında yayınlanan ­birden
can verin” diye yalvarıyorlar. Çaresizlik bilir. Ya son bakışta? çok­ makalelerinde, yoksulluk sorununu
ile burjuvazinin parçalı aklı birleşince Bu kapitalizmin krizini tarihsel olarak nasıl toplumsal sınıflarla birlikte düşünmediği­
bu kadar oluyor; çıka çıka ortaya üçüncü anlamlandırdığınızla ilgili bir sorun: Diyebi­ mizde, AKP hükûmetlerinin sadaka toplu­
sınıf bir komedi çıkıyor. lirsiniz ki, bu kriz döngüsel bir krizdir, gelip munu nasıl kolaylıkla ve devlet olanakları ile
Burjuvaziye kalacak olsa, sınıflı toplum­ geçer, çünkü özgürlüklerimiz için piyasa inşa edebildiğini ve toplumsal muhalefetin
lar tarihinin görmüş olduğu bu en yüz­ vazgeçilmez ve kapitalizm de tarihsel olarak bir direniş ekseni kuramadığını anlatıyor:
süz ve sefil sınıf, toplumsal sefaletin art­ kararlı bir üretim tarzıdır. Buna Murat Belge Biz henüz dayanışma ağları kurmaya niyet­
masından başka anlama gelmeyen ken­ gibi, sosyal demokrasi piyasa ile meselesini lenirken, daha önce dolaylı sosyal yardımlar
di varlığının devamı için her çareye, her çoktan çözdü, zaten piyasa da geneli sosya­ şeklinde kamusal harcama kalemlerinde yer
hileye başvuracak; her kılığa girerek za­ list olan bir ekonomi içinde onunla çelişmez alan bütçe kalemleri sosyal yardımlaşma ve
manlarımızdan çalmaya devam edecek­ diyerek devam etmek de mümkün. Böyle dayanışma fonlarına aktarılıyor ve AKP hü­
tir. dediğinizde sorun, pratik olarak dünya eko­ kûmetleri kendi dayanışma ağlarını örüyor.
nomisini yönlendiren kurumların ve devlet­ Burada devrimcilerin gözünü dikmesi gere­
Yeni bir uygarlık şart! lerin neo­liberal tercihlerine yönelik bir
Bu trajik komediye son verecek biricik ken “olay diyalektiği” ya da “sıçrayış eşiği”
eleştirinin konusu edilmeye kadar daraltıl­ daha da görünür hale geliyor: Kriz karşısın­
güç işçi sınıfıdır. mış olur. Bu darlık içinde, elinizde bir reçete da tekrar ve tekrar devrimci seçeneği dü­
Herkese ihtiyacı kadar ekmeği, hep be­ ile şu ya da bu kapitalist devletin kapısını şünmek. Evet, yoksulların ve ezilenlerin
raber, doğayla barışık bir üretimle ve aşındırmaktan tutun, patronların kriz fırsat­ kendiliğinden gelişen her tür dayanışma ha­
krizsiz sağlamanın tek yolu var ve bu ar­ çılığını teşhir etmeye kadar uzayacak son reketi içinde kurucu bir devrimci faaliyetin
tık sır değil, biliniyor. Ama bunun için, derece yaratıcı direnişler ve eylemler yapı­ öznesi olarak yer almak ama bıkmadan ve
geçmiş deneyimlerin ışığında, burjuva­ labilir. Ama sorun bir kez daraltılmış, hedefe usanmadan bu kurucu faaliyeti kapitalizme
zinin egemenliğine ve sömürüye son ve­ neo­liberalizmin bir biçimi konulmuş oldu­ karşı devrimci seçeneği inşaya hasretmek...
recek bir özgürlük toplumunun, yeni bir ğundan kriz karşısındaki tutumunuz, “kriz­
uygarlığın kurulması gerekiyor. dir, gelir geçer”den öteye geç(e)memiş olur. Bu sanıldığı kadar zor değildir; Ekim Devri­
Peki, öyle midir, krizdir gelir geçer mi? mi'nin sloganı “ekmek, toprak ve barış”tı;
Bırakalım burjuvazi dermansız hastalı­ Murat Belge türü ideologların kafasını karış­
ğının ateşiyle o kampanya senin, bu tırmadığı her devrimci için kapitalizmin
kampanya benim, kılıktan kılığa girsin; Krizin kaçınılmazlığı
Vaktiyle, Bernstein karşısında Kautsky ve dünya­tarihsel krizi içinde debelenen ve
çıkmaz sokaklarda avenesi ile pembe Kürt Sorununu çözemeyen Türkiye Devri­
Rosa Luxemburg; daha sonra da Kautsky
hayallerinin çuvalını dokuya dursun! Biz mi'nin sloganı da o kadar berraktır: “ekmek,
karşısında Luxemburg ve Lenin, ayrıntısına
işimize bakalım! Hep beraber, onların bu yazıda gir(e)meyeceğim şu ortak eleşti­ barış ve özgürlük!” Bu slogan her türden da­
pembe düşlerinden dokudukları çuvalı riyi geliştirmişlerdi: Kapitalist üretim tarzın­ yanışma hareketi içinde yayıldığında, Rosa
paramparça yapacak mızrağın ucunu bi­ da krizler kaçınılmazdır ve bu kaçınılmazlık bize bir kez daha gülümseyecek, “Devrim
raz daha sivriltelim! bir üretim tarzı olarak kapitalizmin kendi ta­ yarın yeniden gürleyerek zirveye çıkacak ve
Hep beraber! rihsel ve yapısal niteliklerinden doğuyor! Bu düşmanlarını ürküten trombon sesiyle 'ben
Demiri oya gibi işleyip hep beraber! eleştirinin politik bir sonucu vardı elbet­ vardım, varım ve var olacağım!' diyecek”tir.
22 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Kriz & Emek


na göre, aynı dönemde tarım sektöründe

‘Herkes iş arayınca yaratılan istihdam 253 bin kişi olurken,


tarım dışı istihdam 417 bin kişi azalmıştır.
Aynı verilere göre, işsizler ordusuna son

böyle oluyor’muş! bir yıl içinde 972 bin yeni işsiz katılmış;
2008 Haziran ayında yüzde 9,4 olan işsiz­
lik oranı, Haziran 2009’da yüzde 13,0’e
çıkmıştır.
n Kaba bir hesapla, yeni artan çalışabilir
nüfustan (51,644­50,769]X1000=
875.000 kişi) gelen işgücü sayısı (yüzde
48,2 katılımla) 421 bin kişidir. İşsiz sayı­
sı 972 bin kişi arttığına göre, yapılabile­
cek en iyi yorumla dahi, resmi verilere
göre son bir yılda (972.000­421.750)
550 bin 250 kişi işten atılmıştır.
Sefalet ücretleriyle çalışma ayrıcalığını
kazanan emekçiler ise, burjuvazinin ken­
di yasalarını hiçe sayan baskı ve saldırı­
ları altında, her gün “kapının önüne kon­
ma” korkusuyla yaşamaktadırlar. Köle ol­
ma özgürlüğünü kazanan bu emekçilerin
yüzde 45,7’si sosyal güvencesiz çalış­
vazi gerçekleri işine geldiği gibi çarpıt­
Resmi sayılara göre 15­ makta oldum olası beceriklidir.
makta; bu oran tarım sektöründe yüzde
86,7’ye yükselmektedir.
24 yaş dilimindeki çalışa­ Oysa gerçek durumuya nsıtmadığı iyi bi­ n15­24 yaş dilimindeki çalışabilir her
bilir her dört gençten biri linen kendi istatistikleri bile, burjuvazinin dört gençten biri işsizdir. Kırlarda yaşayan
iddialarını yalanlar. İşsizlik konu oldu­ genç nüfustaki işsizlik oranı, ortalama
işsiz, kentlerde bu oran ğunda da .en son resmi işsizlik verilerine yüzde 14,6 iken, aynı oran kentlerde yüz­
yüzde 28’e kadar çıkıyor. şöyle bir göz atmak yetecekti. Türkiye de 28,1’e yükselmiştir. Gençler işsizler or­
İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 15 Eylül dusunun giderek daha büyük bir dilimini
2009 tarihli 163 No.’lu bültenine göre: oluşturmaktadır.
Ali İleri
n Nüfus yüzde 1,17; çalışabilir nüfus yüz­ nHalen çalışabilir nüfusun yüzde 30’u; iş­
de 1,72 ile daha çok; işgücüne yeni katılım gücünün yüzde 34’ü ve istihdamın yüzde
Şimdinin Maliye Bakanı Mehmet Şimşek; yüzde 1,75 ile hepsinden fazla artmıştır. 36’sı kırsal alana ait görünüyor. Kapitaliz­
2008 sonlarında, o zaman ekonomiden Buna karşılık burjuvazi yeni istihdam ya­ min gelişimi ile bu oranlar hızla yüzde 5­
sorumlu Devlet Bakanı iken, krizin patla­ ratmak bir yana, istihdamı işten attığı 10 arasına gerileyecektir. Bu yüzden kent­
masıyla zaten yüksek olan işsizlik rakam­ emekçilerle son bir yılda yüzde 0,74 azalt­ lere göçün hızlanmasıyla, işsizlik, yakın
ları daha da yükselip, Cumhuriyet tarihi­ mıştır. gelecekte yukarıda özetlenen kangren ol­
nin rekorlarını kırmaya başladığında, so­ n İşgücündeki bir yıllık artış, yukarıdaki muş halini bile aratacak bir boyut kazana­
runu kısa yoldan böyle açıklıyordu.Burju­ tabloya göre 809 bin kişidir. TÜİK raporu­ caktır.

Orta vadeli program: Eşek aynı eşek!


Babacan, 16 Eylül’de açıkladığı hüküme­ ni üzerinden atarak iman tazelerken, aynı Yapılan oldukça kötü bir illüzyondu. Bir
tin orta vadeli ekonomik programında zamanda geniş yığınlar üzerinde yarat­ yanda gerçekçi bir program açıklama adı­
emekçilere işsizliğin ve sefaletin devam mayı umdukları yanılsamayla, AKP’yi kü­ na, önümüzdeki üç yıl boyunca ortalama
edeceğini müjdeledi. resel krizin üstesinden gelen “yerel kah­ yüzde 4’lük bir büyüme (Türkiye gibi
raman “gibi gösterecek bir seçim yatırı­ genç nüfusun hızla arttığı bir ülkede ol­
Program her başlıkta mevcut görünümü
mının işaretini veriyordu. dukça düşük bir büyüme hızı) öngörülü­
olduğu gibi –hatta resmi işsizlik verileri
yor, öte yandan bu düşük büyüme oran­
örnek alındığında, olduğundan kötü­ yan­ Göz boyama, emekçileri en fazla ilgilendi­
ları ile mümkün olmayacak 1 milyon 250
sıtan “gerçekçi” bir saptama ile başlıyor­ ren konuda zirve yapmıştı. yüzde 14,8 gi­
bin yeni istihdam yaratma hedefinden
du. Belli ki köylü kurnazlığıyla olduğu gibi bi henüz istatistiklere bile yansımamış
söz ediliyordu.
sunulduğunda olumsuzluğu sırıtacak ge­ olumsuz bir veri, 2009 işsizlik verileri
lecek hedefleri bir iyileşme görüntüsü için esas alınmış; buradan hareketle 2012 Bezirganın yaptığı gibi, eşek boyanıp ye­
içinde sunuluyordu. için açıklanan yüzde 13,3’lük işsizlik he­ niden pazara çıkarılmıştı. 2012 işsizlik
defi ile işsizlik oranlarında bir düşüş, iyi­ oranı ile Haziran 2009 verilerinde açık­
Böylelikle burjuvazi bir taşla iki kuş vur­
leşme görüntüsü yaratılmak istenmişti. lanmış oran arasında hiç fark yoktu! Eşek
mak istiyor; bir yandan krizin sersemliği­
aynı eşekti!
EKMEK & ÖZGÜRLÜK 23

Kriz & Emek

İşten atmak yasaklansın


imza kampanyası başlıyor
“İşten Atmak Yasaklansın Ko­ Komite işçi sendikalarının yanı
mitesi” Türkiye çapında “İşten sıra her il, ilçe, belde, mahalle
Atmak Yasaklansın! Herkese ve köyde “İşten Atmak Yasak­
İş!” çağrısıyla bir imza kam­ lansın Komiteleri”ni oluştur­
panyası başlattı. mayı ve bu komitelerin ülke
Aynı taleplerle hareket edecek çapında biraraya getirilmesi
her işçi örgütünün katılımına sağlamayı hedefliyor.
açık olan komitenin hedefi Sendikalı­sendikasız bütün iş­
2009 sonuna kadar bu talep
çileri, bütün kamu çalışanları­
doğrultusunda bir yasanın çı­
kartılması için mücadele et­ nı, bütün banka ve sigorta şir­
mek ve böyle bir yasayı talep keti çalışanlarını, bütün kadın­
edenlerin imzalarını mümkün ları, emeklileri, işsizleri, genç­
olduğunca kitlesel bir katılımla leri ve yoksul köylülerle çiftçi­
Ankara’ya ulaştırmak. Komite­ leri bu kampanyaya destek
ye katılan sendikalar aşağıdaki vermeye ve bölgelerinde kam­
metni bütün üyelerine imzalat­ panyanın komitelerini oluştur­
mayı taahhüt ettiler. maya davet ediyor.

İŞTEN ATMAK YASAKLANSIN, İŞSİZE İŞ


Kriz bahanesiyle milyonlarca kişinin işten atıldığı, her beş ki­
şiden birinin işsiz olduğu, halen çalışanların da atılma tehdidi
altında bulunduğu bir ülkede yaşıyoruz. Artık susmayacağız.
Biz aşağıda imzası bulunanlar işten atmaların yasaklanması
için TBMM’nin en kısa zamanda bir yasa çıkarmasını ve işsiz­
lere yeni iş olanaklarının yaratılmasını istiyor, bu konuda her
türlü mücadeleyi destekleyeceğimizi beyan ediyoruz.

Çalışan ve işsiz işçilerin ortak örgütü: Çalış­Der

Zafer Gökcan (*) yasalarının açıklarından da ya­ sayılmakta. Kamusal ve sendi­ ğiştirmesi gibi görünen özel­
rarlanarak çalışma koşullarını kal denetlemelerin uygulama­ leştirme furyası zamanla gös­
vahşi kapitalist sürece eklem­ da hiçbir yaptırımı ve karşılığı terdi ki süreç asıl etkisini çalı­
Ankara’da çeşitli politik köken­ lemeye çalışıyorlar. Hükümetin bulunmuyor. Çalışanların hak­ şan hakları üzerinde göstere­
lerden bir grup işçi, işsiz kalan gündeme getirdiği “Kamu Re­ larını korumakla mükellef bir cek. Kamunun temel görevi sa­
ve emekliden kurulu bir kolek­ formu Yasası”, “İstihdam Yasa­ kamu kuruluşu olan Sosyal Gü­ yılan belediye hizmetleri, eği­
tif, Çalışma ve Sosyal Güvenlik sı” gibi yasal düzenlemeler sa­ venlik Kurumu (SGK), görevini tim, sağlık alanında taşeronlaş­
Hakları Derneği (Çalış­Der)'i yesinde; iş güvencesi, sigorta yerine getirmekten tamamiyle tırılmayan iş kalmadı. Doktor­
kurma kararı aldı. ve sendika hakkı, yaşanılabilir aciz. Mevcut yasalar, her yeni luk hizmetleri hariç devlet has­
Çalış­Der çalışanların hak ve ücret gibi kazanımlar bir bir yi­ düzenlemede çalışanların, ça­ tanelerinde bile durum böyle.
özgürlükleri için mücadele tirilmekte. lışma ve sosyal güvenlik hakla­ Bu bile yetmemiş olmalı ki
edecek, çalışanlarla dayanışma rına yeni bir saldırıya dönüş­ Cumhurbaşkanı’nın sadece uy­
Kayıt dışılığın en çok görüldü­ mekte; hukuk yollarını ortadan gulamasına itiraz ettiği ve önü­
içinde olacak ve onlara danış­
ğü küçük ve orta ölçekli işlet­ kaldırarak çalışanları örgütsüz müzdeki günlerde yasallaşma­
manlık hizmeti verecek.
melerde, sigorta, kıdem tazmi­ bir şekilde işçi simsarlarının sı beklenen “İstihdam Yasası”
Kuruluş gerekçeleri natı ve sendikal hakların gaspı ile birlikte çalışanlar "alınıp­sa­
Çok uluslu sermaye ve onun olağan görülüyor. Hele de on eline teslim etmekte.
tılan birer ücretli köle"ye dö­
yerli uzantıları, taşeron ve pa­ kişi ve altında çalışılan küçük Özelleştirme ve kamu
nüştürülecek.
ravan şirketleri üzerinden, işletmelerde, işçilerin en basit hizmetlerinde erozyon
mevcut iş ve sosyal güvenlik "vatandaşlık” hakları dahi yok Başlangıçta sermayenin el de­ * Çalış­Der Kurucu Başkanı
24 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Kriz & Emek

Üretimin bilgisi işçilere


Bölünmeyi ve rekabeti ancak gücünün farkına varan, özgüven kazanmış
bir işçi sınıfı sona erdirebilir.
Ekmek &Özgürlük’ün önceki sayısındaki muz o emir komuta düzenine dönüştü­ karını artırırken, ileride patronun saldı­
yazımızda sendikal mücadelede yaşadı- rülmek istendi. Çatışma bu yöndeki mü­ rısına, bizlerin de korumak için direnişi­
ğımız süreci, kapitalizmin ve onun ege- dahalelerin ve haksızlıkların süreklilik ne yol açtığı şu sonuçları doğurmuştu:
men devletinin sınıf üzerinde oluşturdu- kazanmasının ardından baş gösterdi. n Ekip çalışması sonucu görüyorduk ki
ğu çeşitli manipülasyonları kendi örne- Çünkü artık kendimize güveniyor, kendi­ yönetilmek kader, yönetmek de abartıl­
ğimiz üzerinden aktardık. Peki, bizleri mizi işyerinde bir fazlalık olarak değil, dığı kadar zor bir iş değildi.
bu sürece iten sebepler ne idi? Bu yazı- üretimin asli unsuru olarak görüyorduk.
Bundan vazgeçmeye hiç niyetimiz yoktu. n Patron, daha verimli hatasız bir üretim
mızda sendikal mücadele, direniş ve ça-
için işçilerin işe yabancılaşmasını kırdığı
tışma noktasına nereden, nasıl geldiği- Üretim organizasyonu ekiplerle yürütü­ ölçüde, istemediği bir başka sonuca da
mizi aktarmaya çalışacağız. lüyordu. Ekipleri işçiler oluşturuyor, us­ neden oluyor; işçilerdeki özgüven soru­
Emperyalizmin ve buna paralel olarak tabaşına, amire gereksinim duyulmuyor­ nunu ortadan kaldırıyordu. Özgüven bir
kapitalistlerin uyguladığı en büyük oyun du. Her bölümün bir ekibi vardı. Ekip
kez oluştuğunda ise sınırların sorgulan­
“böl ­ parçala – yönet”tir. Bu taktikleri iş­ üyeleri her ay dönüşümlü olarak ekip so­
ması başlıyor, sorgulamanın nerede du­
yerlerine kadar taşımışlardır. Sermaye­ rumluluğunu üstleniyordu. Ekip sorum­
racağı belli olmuyordu.
nin gözünde biz işçiler insan değil, sıra­ lusu, bölümünde ay boyunca tüm orga­
dan bir meta ve artı değer aracından iba­ nizasyonu üstleniyor, işin gerekleri bü­ n Bütün işçiler, tüm üretimin ve işlet­
retiz. Düzenin üzerimizde yılgınlık ve tün ekiple ortaklaşa yerine getiriliyordu. menin bilgisine erişebiliyor; işletmenin
korku yaratmayı amaçlayan baskısı al­ mali durumunu izleyebiliyor; yarattığı­
Aynı zamanda yardımcı hizmet statüsün­
tında sinen işçi sınıfı, sömürüden kendi­ mız üretimin, harcadığımız emeğin kar­
de aksaklıkları gidermek ve işleyişi sağ­
ni kurtarmak bir yana, ne düzenin deva­ lamlaştırmak için servis, yemekhane di­ şılığında ne kadar kar elde edilebileceği­
mını sağlayan asli unsur olduğunun far­ ğer sosyal alanlarda birinci derecede so­ ni öngörebiliyorduk.
kına varabilmiş, ne de bunu topluma rumlular bulunmaktaydı. Bu alanlardaki n Özgüven sorununu aşan işçiler, arala­
gösterebilmiştir. aksaklık ve eksikliklerin üstesinden gel­ rındaki bölünmüşlüğe de son vermişler­
mek de bu işçilerin sorumluluğundaydı. di. Şunu anlamıştık: üretimin dili, dini, ır­
İşbölümünden kurtulmak kı yoktu. İşçilerin bölünmesinin işçi sını­
Belki bizler de farklı bir işyerinde, farklı İşyeri konseyi fının aleyhine bir durum olduğunu kav­
bir sistemle çalışmamış olsaydık, bunu Üretimin organizasyonunun yanında,
ramış; sorunların çözümünde rekabet,
göremeyecek, yaşantımıza alınyazımız­ tüm işçilerin serbestçe aday olduğu, iş­
yerini dayanışmaya bırakmıştı.
dır deyip devam edecektik. Metal iş ko­ yerinde çalışan yüz işçiden büyük çoğun­
lunda yer alan ve ağırlıkla yarı­mamul luğun katılımıyla ve gizli oyla bir işyeri Çatışma çıktığında, bu sürecin içinde
otomotiv parçaları üreterek Avrupa ül­ konseyi oluşturduk. İşçiler konseye seçi­ çoktan örgütlenmiş ve mücadeleye ha­
kelerine ihracat yapan işyerindeki uygu­ lenlere geniş yetkiler verdiği gibi, çalış­ zırlanmıştık. Birleşik Metal­İş’te örgüt­
lama, ilk bakışta kapitalistlerin oldukça malarından memnuniyetsizlik duyduk­ lenmemiz de bu yüzden fazla uzun sür­
işine gelen bir çalışma düzeniydi. Üretim ları üyenin görevine son verebiliyorlardı. medi.
ve verimlilik artışı sağlıyor, çalışanı işye­ İşyeri konseyi, aylık toplantılarını işlet­ Aslında bu topraklarda insanca bir dü­
rine bağlıyordu. Ama zaman içinde, aynı me yönetiminden bağımsız gerçekleşti­ zen kurmak için verilen uğraş asırlar ön­
sistem başka sonuçlar da doğuruyordu. riyor, işyerinin tüm faaliyetlerini gözden cesinden başlamıştı. Demek ki bu maya
Artan kendine güvenleriyle işin bilgisine geçirerek, gerekli kararlar alıp, uygulan­ bu topraklarda mevcuttu. Bizlerin yapa­
hakim olan ve gelişen dayanışma duygu­ ması için çalışıyordu. Tabi ki toplantılar­ cağı şey, gücümüzün farkında olmak ve
su ile sorunlarına sahip çıkmaya başla­ dan önce, işçiler yazılı veya sözlü olarak birleşmekti. Bizler önce üretim başında,
yan işçilerin sınırları zorlamaya, haksız­ iş yeri ile ilgili genel veya bireysel prob­ ardından mücadele sürecinde şunu çok
lıkları sorgulamaya başlamaları, işletme lemlerini, çözüm önerilerini işyeri kon­ iyi gördük ve anladık: Şeyh Bedrettin’in
yönetimini tedirgin etmekte gecikmedi. seyine iletiyorlardı. dediği gibi, yarin yanağından gayri pay­
Çalışma düzeni her yerde alışık olduğu­ Bu süreç, üretim verimliliğini ve işletme laşamayacağımız hiç bir şey olamazdı!
EKMEK & ÖZGÜRLÜK 25

Kriz & Emek


nasıl örgütleneceğimizin planlarını yapı­

Krizde direnip yorduk. Arkadaşların başvurusu ve ken­


di planlamamız doğrultusunda Ağustos
2008’de limanda örgütlenme çalışmala­

kazanmak mümkün rına başladık. Bu gizli bir süreçti. İşçile­


rin evlerine, köylerine defalarca ziyaret­
lere gittik. Üye kaydettik. Yetki için ye­
terli sayıya ulaştığımızı gördüğümüz 30
Aralık 2008’de Çalışma Bakanlığı’na yet­
ki başvurusunda bulunduk. Bu süreç de
zorluydu. Üye yaptığımız işçilerin evle­
rine, köylerine defalarca gitmek zorunda
kalıyorduk. Çünkü işçilerin büyük ço­
ğunluğu işten atılmaktan korkarak sü­
rekli sorun çıkarıyordu. 4 aylık örgütlen­
me sonucunda 30 Aralık’ta Çalışma Ba­
kanlığı’na yetki başvurusunda bulunma­
mızın nedeni aynı zamandan patron du­
rumdan haberdar olmadan yetkiyi al­
mak ve işten atılmalara karşı sendikamı­
zın taraf olmasını sağlamaktı.
Yetki başvurumuzun patrona ulaştığı 5
Ocak 2009’da 61 arkadaşımız işten atıl­
dı. 6 Şubat’ta liman A kapısı önünde di­
renişi başlattık. Coşkuluyduk. Akşam ol­
du. Gördük ki bazı arkadaşlar bizden
uzak duruyorlar. Araştırdık. Meğer bazı
arkadaşlara evden, sokaktan, işyerinden
‘’ikna yöntemleri’’ uygulanıyormuş. Ko­
nuştuk. Bizde arkadaşlarımıza haklılığı­
mızı anlattık. Patronlar onları “ikna”
edemeyince sayımız da arttı. Yani işten
Mersinde; geçtiğimiz kış ve bahar ayların- rek ağırlaştı. Günlük çalışma süreleri 12­ atılanların sayısı 191’e ulaştı. Direnişi
da uluslararası liman işletmesiyle Toros 16 saat arasında değişiyordu. Bu işçile­ başlatmamızdan 11 Mayıs 2009’a kadar
Tarım ve Toros Devlet Hastanesinde dire- rin birçoğunun yasalara göre 7 saatten süren 124 günlük süreyi iyi değerlendir­
nişler, grevler ve dayanışma eylemleri ya- fazla çalışması yasaktı. Ağır iş yapıyor­ memiz gerekiyor.
şandı. Kriz ortamında gerçekleşen bu ey- lardı. n Direniş süresince sendikamız, başka
lemlerin hepsi kazanımlarla sonuçlandı. Battal: Ben 10 yıldır Mersin Limanında limanlarda örgütlü üyelerimizin katkıla­
Liman direnişini örgütleyen TÜM-TİS çalışıyorum. Hep taşeron işçisiydim. rıyla ayda ortalama 300’er TL ödeme
(Türkiye Motorlu Taşıt İşçileri Sendikası) Ama özelleştirmeden sonra çok zor ko­ yaptı.
eğitim uzmanı Savaş Gürkan, direnişe ka- şullarda çalışıyorduk. İş saatlerimiz art­ n Mersin Yenişehir Belediyesi 2,5 ay bo­
tılmış işçilerden Battal ve Petrol-İş şube mış, mesailerimiz kaldırılmış, dayana­ yunca direnişteki her işçimize öğle ye­
başkanı TÜRK-İŞ il temsilcisi Adil Alaybe- maz hale gelmiştik. Ama eve ekmek de meği olarak kumanya gönderdi.
yoğlu ile Ekmek & Özgürlük Mersin tem- götürmek zorundaydık. Arkadaşlarla ko­ n­ Alevi Kültür Dernekleri 2,5 ay boyun­
silcileri konuştu. nuşuyor, tartışıyor bir sonuca varamı­ ca kumanya desteği sağladı.
yorduk. Derler ya arz talep meselesidir,
Bize limandaki direnişin öncesi ve
biz de birkaç arkadaşla arayışa girdik ve n Mersin’de örgütlü YOL­İŞ sendikası di­
sonrasını değerlendirebilir misiniz? renişe büyük destek verdi.
TÜM­TİS’i bulduk. İlişkiye girdik.
Savaş Gürkan: Uluslararası Mersin Li­
n­ Başta Petrol­İş olmak üzere KESK,
manı 11 Mayıs 2007'de özelleştirildi. Li­ Direniş ve dayanışma DİSK Genel İş, Mersin’deki yerel dernek­
manın işletme hakkı 36 yıllığına PSA Savaş: Arkadaşların talebinden önce de ler ve kitle kuruluşları direnişimiz bo­
Port of Singapore Authority) adlı uluslar­ biz yaşananları bir şekilde biliyorduk. yunca bize maddi ve manevi destek ol­
arası şirketle, yerli AK­FEN ortak girişi­ Çünkü o dönemde Mersin Limanı’nı alan dular, dayanışma gösterdiler.
minin oluşturduğu MIP'e (Mersin Inter­ PSA şirketinin farklı ülkelerde işlettiği
national Port) satıldı. MIP limanın yük­ 28 limandan 25’inde sendikamızın bağlı n Mersin yerel basını ve TV kuruluşları
leme, boşaltma ve nakliye işlerini taşe­ bulunduğu ITF (Uluslararası Taşımacılık sürekli bizi gündemlerine taşıyarak des­
ron AKAN­SEL nakliyat firmasıyla yap­ Federasyonu) örgütlüyken sadece 3 li­ tek oldular. Son yıllarda medyadan böyle
maya başladı. Limanda çalışanların bir manda örgütsüzdü. Bu limanlardan biri bir desteği hiçbir yerde görmemiştik.
kısmı emekliye sevk edildi, bir kısmı de­ Hindistan’da, diğeri Singapur’daydı. n Üyesi olduğumuz uluslararası ITF sen­
miryollarında, bir kısmı da Anadolu ve Üçüncüsü Mersin Limanı’ydı. Örgütsüz dikasının direnişimizin son dönemlerin­
Trakya cam fabrikalarında istihdam edil­ işçilerin nasıl çalıştırıldıklarını, ağır ça­ de örgütlü olduğu 25 limanda Mersin Li­
di. Limanda kalanlarsa AKAN­SEL’de ça­ lışma ve yaşam koşullarını biliyorduk. manı’ndan kalkan gemilerin yüklerini
lışmaya başladı. Çalışma koşulları gide­ Sendika olarak özelleştirilen limanlarda boşaltmama kararı ve 148 ülkede 4.5 >>
26 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Emek
>> milyon üyesi bulunan ITF Taşımacılığı mız var. Ben bunu sadece kendim için
bölümü başkanı Mac Urata’nın direni­
şimizi ziyaret etmesi ve uluslararası iş­
değil direnişteki 191 arkadaş için de
söyleyebilirim. 124 gün boyunca gün­
Eğitime dışarıd
çi dayanışmasının sağlanması önemli­ düzleri direniş alanında, geceleri köy­
dir. lerde, mahallelerde bu arkadaşlarla
n Bölgesel ve ulusal olarak İzmir şu­ birlikteydik. Birlikte ağladık, birlikte
bemizden dayanışma ziyareti, Adana güldük.
Demokrasi Platformu’nun destek ziya­ Savaş: Sendika olarak hem örgütlen­
reti, Mersin Emek ve Demokrasi Plat­ me, hem direniş süresince sürekli eği­
formu’nun direniş boyunca destek zi­ tim yaptık. Sendikal faaliyetin olmazsa
yaretleri ve dayanışma gecesi düzenle­ olmazı eğitimdir. Battal’ın dediği gibi
meleri önemlidir. biz bu direniş sürecini hep birlikte san­
ki yıllarca akademik eğitim yapıyor­
n Direnişimizin yerel seçimlere denk
muşuz gibi yaşadık. Asıl başarının te­
düştü. Siyasi parti ve belediye başkan
melinde işten atılanlarla çalışanlar ara­
adayları direnişimizi görmezden gele­
sında böyle bir dayanışmanın kurul­
medi.
muş olması yatıyor. Gündüz eylemlilik­
n Bütün bu saydığımız dayanışma ve lerimiz, içerde çalışanların paydos saa­
desteklerin direnişimizin en azından ti ile (12: 30) dışarıda direnenlerin ay­
şu anda başarıya ulaşmasından önemli nı saatte biri içerde diğeri dışarıda ol­
olduğunu düşünüyoruz. mak üzere eylem yapmaları ve sesleri­
Direniş sürecinde gözlemlediği­ ni yükseltmeleridir.
miz bir şey işçilerdeki mücadeleci Direniş başarıya ulaştı. Şu anda ne
ruh haliydi. Bu motivasyonu nasıl yapıyorsunuz? Direnişin ardından Bilal Yeşilöz
sağlayabildiniz? nasıl bir gelişme kat ettiniz?
Battal: Bu direniş süresince 15 yıl eği­ Savaş: Şu anda limanda 600 işçinin
tim görmüş gibi olduk. Daha önce aynı temsilcisiyiz. Hedefimiz limanda farklı “Küreselleşme” başlığı altında uygulanan
işyerinde çalıştığımız halde birbirimiz­ şirketlere bağlı olarak çalışan işçilerin neo­liberal politikalardan ve bunların yol
le konuşmuyor, selamlaşmıyor, hatta sendikalı olması. Bu konuda da olumlu açtığı dönüşümlerden toplumsal yaşamın
birbirimizden korkuyor, çekiniyorduk. gelişmeler oldu. Direnişin ardından bütün alanları payını aldı. İşgücünün ve
Kaynaşmamız da kolay olmadı. Ama ana firmada (PSA­Akfen’de) Liman­İş kuşakların yeniden üretimi alanı olarak
biz bu direnişi eşlerimizi, çocuklarımı­ sendikası örgütlendi. Şimdi görev, or­ eğitim de bunun dışında değil. Mesele sa­
zı, yakınlarımızı yanımıza alarak ve ar­ tak hareket edebilmek, patronları üye­ dece herkesin iyi bildiği ticarileşmeyle,
kadaşlarımızın da eşlerini, çocuklarını, lerimiz adına toplu sözleşme masasına eğitim hizmetlerinin artan oranda meta­
yakınlarını tanıyarak bir bütünleşme, oturtmak ve direnişin kazanımlarını iyi laştırılmasıyla kalmıyor. Konu zamanın
önyargılardan sıyrılma ve dostluklar bir toplu sözleşmeyle taçlandırmaktır. değişen ruhuna ve sermayenin değişen ta­
geliştirme sayesinde ‘’kazandık’’ gibi Bu direnişinizin Türkiye ve dünya işçi leplerine uygun olarak kuşakların yeniden
geliyor. Benim şu anda birçok Arap, sınıfına örnek olması dileklerimizle üretimi, zihinlerin ve bedenlerin yeniden
Kürt, Türk, Alevi, Sünni arkadaşım var. sizleri kutluyoruz. Mersin Emek ve De­ şekillendirilmesi olunca, dönüşüm eninde
Bu direniş süresince birbirimizi insan mokrasi Platformu bileşenlerinden bi­ sonunda eğitimin “müfredat” denilen içe­
ve emekçi olarak görmeye başladık. ri olarak bundan sonraki mücadelele­ riğine kadar uzanıyor. Türkiye’de üniver­
Bence en büyük kazanımımız budur. rinizde birlikte olmayı, birlikte müca­
Mersin’in tüm mahallelerinde ve bir­ dele etmeyi umuyoruz. Bu söyleşiden
çok köyünde dostlarımız, arkadaşları­ dolayı teşekkür ediyoruz.
Okullar öğretmensiz,
Türk­iş’ten Alaybeyoğlu: “Direndik kazandık!”
İdil Diren

Kriz ortamında sendikasızlaştırma­ Greve gitmek zorunda kaldık. Mersin


nın, örgütsüzleştirmenin, işten çıkar­ demokratik kamuoyunun desteği ve
maların kısacası krizin yükünü baskısıyla ve sendikamızın kararlı Okulsuz köyler, yolsuz okullar, sırasız sınıflar,
emekçilere yüklemenin bir yolu ola­ tutumuyla sonuca gittik. Toros Tarım kitapsız, kalemsiz ve öğretmensiz öğrencilerin
rak hem TÜM­TİS’e hem bize hem de işçilerinin maaşlarına ilk yıl için 100 ardından hamleler devam ediyor ve son ham­
emeklilik yaşının 60­65’lere çıkarıl­ TL seyyanen, 2. Yıl için açıklanan en­ lede yaratılmaya çalışılıyor.
dığı bu dönemde 40 yaşını doldur­ flasyon oranında zamla ve eski kap­ Bu yıl yapılan öğretmen atamalarıyla karşımı­
dukları için işten atılan Toros Devlet sam maddesinin aynı kalması koşu­
Hastanesi taşeron şirket çalışanları­ za çıkan rakamlar bize öğrencisiz öğretmenler
luyla ve bazı yeni sosyal haklar kap­
na uygulanan aynı politikadır. Bize 2 ordusunun büyütüleceğini gösteriyor. Devlet
samıyla toplu sözleşmeyi imzaladık.
yıllığına 0 zam önerdiler. Personel Genel Müdürlüğü öğretmen açığının
Toros Devlet Hastanesi’nden atılan
46 işçinin geriye dönüşlkararıyla ve 140 bin olduğunu açıklıyor. Gerçekte 240 bin
Örgütsüzleştirmek için yasalardaki
"kapsam" maddesini toplu sözleşme­ Mersin demokrasi güçlerinin daya­ öğretmen adayı atama bekliyor. Üniversitele­
de değiştirmek için baskı yaptılar. nışmasıyla sağlanmıştır. rin eğitim fakültelerine bu yıl 300 bin civarın­
EKMEK & ÖZGÜRLÜK 27

hip olduğunu gösterme fırsatı olarak de­ Solun kayıtsızlığı


an bakamamak ğerlendirmek yerine müfredatın uygula­
ma koşulları üzerinde durdu.
Birçok sol eleştirmen eğitim sisteminin ve
okulların tahakküm ve sömürü ilişkileri­
Tutunma mitleri nin sürdürülmesinde önemli bir rolü oldu­
“Alternatif Eğitim” başlığı altında bir grup ğu düşüncesinde birleşirken, solun geniş
entelektüelin yaptığı çalışmalar dışında bir kısmı bu konuda hâlâ ya ikna olmamış
sol (sendikalar, demokratik kitle örgütleri, durumda ya da kayıtsızlık içinde. Galiba
siyasi partiler vs.), bu konuda sessiz kal­ bu kayıtsızlığın temelinde eğitimin, özel­
mayı tercih etti. Akademi ve bazı araştır­ likle de üniversite diplomasının geçmişte
macılar ise eski ve yeni müfredatı karşılaş­ sağladığı avantaj ve fırsatların (iyi bir sta­
tırarak, bunların birbirlerine karşı göreceli tü, sınıf atlama, proletaryanın saflarına ka­
üstünlükleriyle ilgilendi. On dokuzuncu tılmaktan kurtulma veya hiç yoksa emek
yüzyıl başında kitlesel ve zorunlu eğitimi piyasasında nitelikli işgücü olarak ayrıca­
(milli eğitimi) yerleştirenler, amaçlarının lıklı bir yer edinme, vb.) daha rekabetçi bi­
“vatandaşları ve işçileri sanayi devleti için çimde olsa bile hâlâ var sayılması, bunla­
yetiştirmek” olduğunu söylemişlerdi. Bu rın büyük ölçüde berhava olduğunun ka­
bakımdan değişen hiçbir şey yok. Değişen, bullenilmemesi yatıyor.
sermaye düzeninin o günden bu yana, de­ Eğitimin ve bu eğitimin turnikesinden ge­
ğişen birikim modellerine paralel olarak çen gençliğin aydınlanmanın, “cehaleti ve
zihinleri ve bedenleri şekillendirmenin, gericiliği” yenmenin ve cumhuriyetin
yeni kuşakların bilincine ve bilinçaltına ayakları üstüne oturmasının mızrak başı
nüfuz etmenin, onları düzenin idamesini olduğu şeklindeki bildik efsanenin ve bu
sitelerde 10­15 yıldır, ilk ve orta dereceli garantiye alacak şekilde sosyalleştirmenin efsanenin azalsa bile var kalmaya devam
okullarda ise 2005’ten beri uygulanan (yani biyo­politikanın) yöntem ve teknik­ eden tortularının da solu eğitimin içeriği­
yeni müfredat programı ile atılan adımlar lerini zenginleştirmiş olmalarıdır. ne kayıtsız hale getirmiş olması muhtemel.
aslında bu anlama geliyor. Kitleler açısından eğitimi bir uyum, itaat Bu yüzden olsa gerek, Louis Althusser’in
ve gelişiminin her evresinde sermayeye “sistemin ikna aygıtları” arasında zikretti­
Kimilerinin “yapılandırıcı eğitim”, kimile­ ği okullar ve eğitim sistemi bir de bu gözle
rinin “post­modern eğitim”, kimilerinin de dayalı üretiminin baz almaya başladığı as­
gari vasıfları edinme süreci olarak kabul mercek altına alınmıyor ve müfredatın ken­
“liberal eğitim” dediği bu müfredat akade­ disinin de bir mücadele olduğu gerçeği gün­
mi tarafından çok çabuk kabul gördü ve edersek, bu süreç insanların sisteme tu­
tunmasını sağlayan mitleri değiştirmiştir demimizde hak ettiği yeri hâlâ alamıyor.
yeni model “ezberciliğin sonu” olarak se­
lamlandı. Eğitimciler ve aileler de bu ko­ sadece. Dinsel ve milliyetçi mitler terk “Eleştirel bilinçli yurttaş”
nuda neredeyse ikna olmuş durumda. So­ edilmeden, Ezilenlerin Pedagojisi'nin ya­ Henry Giroux, “Eleştirel eğitim kavramı;
lun bu konudaki şaşırtıcı tepkisizliği ve zarı Paolo Freire'nin uzun bir liste halinde serbest piyasa köktenciliğine karşı peda­
edilgenliği ise dikkat çekici ve düşündürü­ verdiği mitler icat edilmiştir: Ezme­ezilme gojinin, eleştirel düşünceyi ve radikal ha­
cü. Daha çok eğitimin ekonomi­politiğiyle düzeninin bir “özgür toplum” olduğu miti; yal gücünü şekillendirici rol aldığı kültürel
ilgilenen (işin bu cephesi kesinlikle önem­ herkesin istediği yerde çalışması miti; özel politikalar ve tam demokrasi yönünde
siz değil) sol, bu dönüşümü eleştiriye tabi mülkiyetin insani gelişme için temel oldu­ eleştirel bir dil ve olasılıklar yaratarak;
tutma, olayı eğitimin izeriği, yöntemi, ğu miti; sömürü düzenin insanlara alter­ eğitimciler, öğrenciler ve kültürel çalışma
araarı, ortamı ve işlevleri konusunda al­ natifler sunduğu miti; ezilenlerin doğal za­ yandaşları için hayati öneme sahip olabi­
ternatif ve hatta karşıt fikir ve tezlere sa­ yıflığı, ezenlerin doğal üstünlüğü miti lir.” derken milli eğitime müfredat eleşti­ >>
içinde başarı sayılmıyor. Bu sınavın birin­ san devlet okullarında sigortasız, haksız,
öğretmenler işsiz cisi bile atanmaya hak kazanamıyor. Acı
olan şu ki, bu çaresizlik karşısında karar
hukuksuz, vasıfsız çalıştırılıyor. Devlet, büt­
çe sıkıntısını gerekçe göstererek kaçak in­
vericilerin tek yaptığı, bir sonraki yıl için san çalıştırıyor. Yeni nesilleri yetiştirmek
da öğrenci alınıyor. Bu sene atanan toplam öğ­ hazırlanmış, süslenmiş kendini tekrarla­ üzere eğitilmiş ve oynanan oyunun farkın­
retmen sayısı ise yalnızca 15 bin.Devletin üni­ yan vaatler ve inandırıcılığı arttırmak için da olan işsiz, okulsuz, öğrencisiz öğret­
versitelerinde okumuş binlerce genç öğret­ yapılan “boş kadro yok” ya da “bütçe sıkın­ menlere kalansa ya bu çirkinliğe bir halka
men adayı çizilen bu çerçevenin içinde sıkıştı­ tısı var” şeklindeki içi boş açıklamalar. olarak eklenmek ya da bu haksızlığın bir
rılmış durumda. parçası olmamak, sömürülmemek adına,
Okullarımızda boş kadro yok, o yüzden
yıllardır uğruna emek verdikleri, inandık­
Bunların üstüne şimdi bir de KPSS (Kamu Per­ binlerce öğretmenimiz boş derslere girme­
ları mesleklerinin yerle bir edilişine seyirci
soneli Seçme Sınavı) uygulaması geldi. Devlet, leri karşılığında komik rakamlarla çalıştı­
kalmak.
kendi üniversitelerinde, akademik unvanlarını rılıyor. Okullarda boş kadro yok ve bakan­
kendi verdiği eğitimciler tarafından yetiştiri­ lık, aldığı kadrolu öğretmen sayısının çok ''Ya evlerinize hapsolursunuz, ya sistemin
len öğretmenleri, alanlarıyla uzaktan yakın­ daha fazlası kadar her branşta sözleşmeli içinde köle”! Dayatılan bu tablo karşısında
dan ilgisi olmayan sorularla bir kez daha sına­ öğretmen çalıştırıyor. Okullarda boş kadro yapılacak tek şey kalıyor: Mücadele. Atana­
manın uygunluğuna karar veriyor ve buna yok ve hâlâ açıköğretim fakültelerinde öğ­ mayan öğretmenler ordusuna bu mücade­
karşı hiç kimsenin elinden ne yazık ki hiçbir retmen yetiştirilmeye çalışılıyor ve yine ay­ lede destek vermek zamanı şimdi. Öncelik­
nı nedenle işletme, iktisat, fen edebiyat fa­ le eğitim sendikaları ve bu duruma duyar­
şey gelmiyor.
kültesi mezunları ders saati ücreti karşılı­ sız kalmam diyen herkes bu mücadelenin
Yüzde 100 başarı bile bu muhteşem sistem ğında öğretmenlik yapabiliyor. Binlerce in­ bir parçası olmalı.
28 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Kentsel mücadele
>> risinden ve bu anlamda dışarıdan baka­
mayan sola bir yol haritası sunuyor ve
“eleştirel bilinç sahibi yurttaş” kimliği ya­
ratmanın en önemli unsur olduğunu dile
Megakondunun ‘fe
dönüşümü
getiriyor.
Türkiye’de beş yıldır uygulanan müfreda­
tın ders kitaplarında piyasa, açık bir şekil­
de kutsanırken, yeni programların öğren­
cileri düşünmeye, eleştirmeye özendirdiği
edebiyatı yapılıyor. Demokrasinin örneği
olarak öğrencilerin sınıf başkanını seçme­ Eylül'de çoğu emekçi 40'tan fazla insanı öldüren
si verilirken; demokrasinin en önemli un­
suru olarak katılımcılık ve çoğulculuk de­ değil, Türkiye kapitalizminin sosyal olarak inşa
ğil de, katılımcılığa dayanmadığı için bü­
yük ölçüde mizansene kaçan içeriksiz bir
seçme ve seçilme hakkı öne çıkarılıyor.
Böylece, aslında gerçek bir demokrasi ile
halk egemenliği arasındaki ayrılmaz bağ
yeni kuşakların güzünden kaçırılıyor. Sö­
mürüye, eşitsizliğe ve adaletsizliğe karşı
çıkma yerine, bütçesine uygun davranma
ve bilinçli tüketici olma gibi konular işle­
niyor. İhtiyaç ve istek ayrımı yapılarak, ih­
tiyaçların karşılanmasının öncelikli oldu­
ğu iddia edilerek insanların bütçelerine
uygun davranması, az ile yetinmesi telkin
ediliyor. Yetinmeci bir mantıkla öğrencile­
re örnek aile bütçesi hazırlatılıyor. Eğitim
sistemimizin vazgeçilmez figürlerinden
olan Atatürk ise savaş ve kahramanlık
bahislerinde anılmanın yanı sıra çocukla­
ra oyuncak, çikolata vb. alıyor.
Eleştirel bakış için de mücadele şart
Zihinsel evrenlerini, eskisi veya yenisi fark
etmez, bu türden eğitim programları bi­
çimlendirdiği müddetçe, insanların Stir­
ner’in “kafadaki tekerlekler” dediği türden
bir bilince sahip olacakları, verili gerçek­
liğe eleştirel bakamayacakları, yaşamları­
nın öznesi olmaya yönelemeyecekleri ve
dünyayı değiştirme arzusuyla geleceğe ta­
lip olmaktan uzak duracakları aşikardır.
Yani eğitim, yalnızca nesnel olarak kamu­
sal (bir toplumun kuşaklar anlamında ye­
niden üretimi özünde ve son tahlilde o
toplumun “genel çıkar”ının konusu oldu­ Ali Doğan ye devam etti. Bu dönüşüme eşlik eden
ğu için kamusal olan) bir alanın piyasalaş­ “dünya kenti” olma hedefi ise ­İstanbul'un
tırılmasının yol açtığı giderek ağırlaşan so­ metropolleşmeye benzeyen ama doğru ta­
runlar nedeniyle değil, bu yönüyle de ciddi
biri “azman kentleşme” olan gelişme dina­
bir mücadele alanıdır. Beş yıl önce kentsel dönüşüm projeleri ve­
miğini kamçılayarak­ onu bir “megakondu”
peşinden ilk yıkımlar gündeme geldiğinde
KAYNAKÇA; haline getirdi.
Siyasi Gazete'de “İstanbul'u Durdurmalı”
Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev; Etienne La başlıklı bir yazı kaleme almış ve İstanbul’un, Emekçilerin payına düşen
Boetie, İmge Kitabevi yay. “Vahim bir manzara çıkarıyor tüm bunlar
ABD’nin Genişletilmiş Ortadoğu Projesi
Okulsuz Toplum; İvan İllich, Oda yay. karşımıza. Yaşamını yitiren insanların sos-
kapsamında jeopolitik açıdan bölgesel öne­
Eğitim ve İktidar; Michael W. Apple, Kalke- yal olarak inşa edilmiş bir felaketin kurba-
don yay. minin arttığından, dünya ekonomisinin kri­
ze girdiği koşullarda emlak sektörü ve mali nı old"uğunu ortaya koyan bir manzara…”
Eleştirel Pedagoji ve Neoliberalizm; Henry Sevilay Kaygalak
Giroux, Kalkedon yay. sektörde faaliyet gösteren uluslararası öl­
Özgür Eğitim; Joel Spring, Ayrıntı yay. çekli şirketlerin üst düzeyde rant sağlama İstanbul’daki dönüşümden yoksul kent
Ezilenlerin Pedagojisi; Paulo Freire, Ayrıntı beklentisinde olduğu kentlerden biri duru­ emekçilerinin payına ise yalnızca konut/ba­
yay. muna geldiğinden bahsetmiştim. Söz konu­ rınma haklarının ihlali, yıllardır yaşadıkları
Alternatif Eğitim, Matt Hern, Kalkedon yay. su tarihlerden bu yana, yazıdaki çağrı kar­ sosyal çevrelerinden zoraki sürülmeleri, fe­
İdeoloji ve Devletin İdeolojik Araçları; Louis şılık bulmadı ve kent insanca yaşanabilecek laketler ve toplu ölümler düştü. Eylül'de
Althusser, İthaki yay. mekânsal ölçeklerin ötesine doğru büyüme­ Marmara’daki selde, çoğu işçi sınıfına men­
EKMEK & ÖZGÜRLÜK 29

laket’e varan Kent hakkı


Kentsel tüketim ve rant alan­ izin verecek şekilde 50­75
larına sermayenin artan ilgi­ bin arası nüfus ölçeğinde ye­
sinin sonucu olarak devlet niden kuran ve semtlerden
(TOKİ), sermaye (bir kısmı yükselerek şekillenen bir ka­
uluslararası büyük inşaat şir­ tılımcı bütçe sürecini de sa­
ketleri) ve belediyeler tara­ vunmayı gerektirir.
Marmara'daki sel bir doğal felaket fından tehdit, rüşvet ve saldı­ Bunun yanında, bugün geli­
rılarla yürütülen dönüşüm
ettiği bir “sınıf kırımı” projeleri karşısında, her bir
nen noktada sosyo­mekansal
adaletin sağlanması ve katı­
yerellikte nelerin talep edile­
lımcı demokrasi açısından
bileceği ayrı bir tartışma ko­
başka şeyleri de düşünmek
nusu ama biz bunları birleş­
gerekiyor. İlk akla gelenleri
tiren “kent hakkı”ndan bah­
sedelim. yine David Harvey’in “Umut
Mekanları”ndan kalkarak sı­
Fransız Marksist düşünür ralayabiliriz: Kentin kırları
Henri Lefebvre’nin 1968 ha­ yutacak biçimde genişlediği
reketi sırasında dillendirdiği ve iki yerleşme formunun
kent hakkı (droit la ville) ne
adeta melezleştiği günümüz­
demektir? David Harvey’in
de kentle kırı uyumlu hale ge­
belirttiği gibi, “Kent hakkı
tirmek; otomobil ve karayolu
zenginlerin sofrasındaki kı­
merkezli mevcut kentsel ve
rıntılara sahip olma hakkı de­
bölgesel gelişme biçimi yeri­
ğildir. Kent hakkı, kentte hali­
hazırda varolandan hak değil, ne toplu taşımacılığa, mo­
kenti kökten değişik bir şey dern doğayla dost yakıt tüke­
yapma hakkıdır. Kent hakkı ten demiryolu, deniz yolu alt
mücadelesi içinde sermayeye yapısına, yayalara, bisikletle­
karşı mücadele de yer alacak­ re öncelik vermek; il yerine
tır.” Yani, kent hakkını talep yerellikleri, ekonomik işbölü­
edenler ve bu taleple paralel münde tuttukları yer, kültü­
belediyecilik yapmak isteyen rel özellikler vs. çerçevesin­
siyasetler, sosyal belediyecili­ de, bölgesel ölçekte bir bütü­
ği ve katılımcılığı savunur­ nün parçası biçiminde bir
ken, insanların kentte yürü­ araya getirmek; yerelliklerin
tülen faaliyetler, kullanımlar birbiriyle ve diğer bölgelerle
ve yaratılan zenginlikler üze­ ilişkisini, mümkün olan en
rinde eşit söz ve pay sahibi geniş ulusal pazarı kurmaya
olacağı bir durumu hedefle­ çalışan modern kapitalist ak­
melidir. Bu, varolan belediye­ lileştirmeden özgürleşmiş bir
leri doğrudan demokrasiye bakışla kurmak.

sup kırka yakın insanın ölümünü nasıl de­ yaşadılar, işçi gibi öldüler”. Fabrikanın ta­ ABD’li Donald Trump’a ellerindeki birikmiş
ğerlendirmeli? Bir doğal felaket olarak mı, nınmış ihracatçı patronu ise medya baskı­ mali sermayeyi birer kağıt parçası olmaktan
yoksa Türkiye kapitalizmine yön veren güç sıyla savcı karşısına çıkartıldığında, “bu kurtarmak isteyen kapitalistler, “tower”ları,
ve dinamiklerin İstanbul’da sosyal olarak olaydan sel sularını görünce ayakları ıslan­ “rezidans"ları ve çok yıldızlı otelleriyle İs­
inşa ettiği bir “sınıf kırımı” mı? 17 Ağustos masın diye araçtan inmeyen işçi kadınlar tanbul’u istila etmeye başladılar. “Kentsel
depremi gibi, Kasım 2006’da Diyarbakır ve sorumlu” deme pişkinliğini gösterdi. Bu dönüşüm” üst başlığında toplanabilecek
Batman’ı vuran sel gibi, son yıllarda yaşa­ patronlar, geçinmek için günde 11­12 saat olan süreç, bu istilanın hem zeminiydi hem
nan ­ve “doğal” nedenlerle tetiği çekilen­ en pis işleri yapmaya; işyerlerine ancak dı­ de ondan beslendi. Dönüşüm kapsamında,
her felaketin suratlara çarpan sosyal sonuç­ şarıdan açılan kapalı bir aracın içinde ayak­ bir yandan Zaha Hadid gibi dünya çapında
larını yüksek sesle haykırmak gerekiyor: ta gidip gelmeye mahkum olan kadınları tanınmış mimarları İstanbul'a çekerek
Sermayenin bugünkü vurgun ve yağma dü­ kendi sınıfından kadınlarla karıştırma cüre­ “prestij projeleri” tasarlanırken, bir yandan
zeninde, felaketlerden en büyük payı emek­ tini, İstanbul’un göbeğinde kurdukları vahşi da Toplu Konut İdaresi (TOKİ)’nin büyük
çilerin almasından daha doğal ne olabilir ki? birikim düzeninden alıyorlar. Bunu teşhir meblağları bulan konut yatırımları ve pek
etmek, onun değişmesi için uğraşmak bu­ çok mahallede belediyelerle işbirliği halin­
İşçi gibi yaşayıp işçi gibi ölmek de gerçekleştirdiği yıkımlar gündeme geldi.
gün daha fazla boynun borcu olmuştur.
İkitelli’deki tekstil fabrikasına yük taşıma Kent halkını Galata, Haydarpaşa Garı gibi
dolmuşuyla taşınırken sel sularına kapıla­ Sermaye İstanbul’u nasıl kent yaşamında sosyal­simgesel değeri olan
rak can veren yedi işçinin cenazesinde bir dönüştürüyor? yerlerden/yapılardan mahrum bırakacak
mahalleli kadın şunu söylemişti: "İşçi gibi Dubai Şeyhi El Makdum’dan, Sami Ofer’e, kararlar alındı. >>
30 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Ekoloji
>> İstanbul’u daha da azmanlaştıran ve bu­ nin talepleri belirliyor.
günkü felaketi getiren bu “dönüşüm” sü­
recinden en kârlı çıkan ise her gün gazete
ve televizyonlara yeni bir “mega” projenin
ilanını veren ve bir kısmı şimdiden yaban­
Kapitalizmin mezar taşları
Yazımı, kentlerin kapitalizmin tarihinde
hiç olmadığı kadar kâr güdülerince şekil­
İklim paz
cı ortaklı hale gelmiş bulunan büyük inşa­ lenmesinin sermayenin vardığı en cüret­
at şirketleri ve gayri menkul ortaklıkları kar menzil olduğunu söyleyen değerli ar­ Kyoto fiyaskoyla sonuç­
oldu. Bunlar, arsa­arazi kapatarak, usul­ kadaşım, merhum Sevilay Kaygalak’ın Du­ landıktan sonra sera gazı
süz imar düzenlemeleri ve tadilatları yap­ bai Towers üzerine yazdığı yazıdan alıntı­
tırarak, büyük konut projeleriyle, iş ve larla bitireyim. “Cüretkar çünkü hali ha­ salımında hiçbir somut
alışveriş merkezi yatırımlarına girişerek, zırdaki burjuva teamüller bile gözetilmi­ indirim hedefi henüz
uluslararası sermayeyle TOKİ tarafından yor; hukuk hiçe sayılıyor ( belediyenin ka­
kentsel rant alanlarına akıtılan milyar do­ telaffuz edilmiyor.
mu adına alacağı pay ve işin verilme tek­
larların etkisiyle kabardıkça kabaran pas­
niği açısından), kentsel demokrasi hiçe sa­ Mehmet Horuş
tadan büyük paylar koparmaya çalışıyor­
yılıyor, daha önemlisi kentsel/çevresel et­
lar.
kiler, özellikle İstanbul’un altyapısının bu
İstanbul bugün, sahip olduğu nitelikli iş­
projeleri kaldırıp kaldıramayacağı hiçe sa­ Birleşmiş Milletler’in 64.Genel Kuru­
gücü, yüksek standartlardaki kültür en­
yılıyor. Açıktan bir satış gerçekleşiyor ya­ lu için New York’ta bulunan dünya li­
düstrisi, finans, bilişim ve iletişim altyapı­
ni. Dubai Towers İstanbul projesi hızla yol derleri şu ana kadar yapılan en bü­
sıyla uluslararası sermayenin ihtiyaçları­
alan bu satışın dikkate değer bir adımı. yük İklim Zirvesi’nde bir araya geldi­
na hizmet eden bölgesel bir merkez haline
(...) Kim bilir, gücünün simgesi olarak ken­ ler. 2012 yılında yürürlük tarihi sona
gelmiştir. Dolayısıyla, kentin yaşadığı bu erecek olan Kyoto Protokolü’nün ye­
devasa dönüşümün seyrini; özellikle ge­ tin orta yerine dikmek istediği bu anıt, ta­
rini alacak Kopenhag İklim Zirvesi
cekondu alanlarına yönelmiş kentsel rant rihin çöplüğüne düşmeden önce bıraktığı
öncesinde, iklim değişikliği ile ortak
ve yıkım baskısıyla küreselleşen sermaye­ mezar taşları olacak belki de…” mücadele planı ve indirim hedefleri­
ne ilişkin ön görüşme yaptılar.

Büyük kentsel rant oyunu Dünyanın zamanı yok


Kyoto Protokolü, iklim değişikliği ile
mücadelede tam bir başarısızlık ör­
İstanbul özelinde düşündüğümüzde yutlar kazandığı görüldü. Bunu (2003­ neği oldu. Protokolün öngördüğü
kentsel dönüşüm, Türkiye’nin diğer 2007 arasındaki toplam harcaması 17 yüzde beşlik indirim hedeflerine dahi
Milyar TL’yi bulan) TOKİ harcamala­ ulaşılamaması bir yana, bilimsel ve­
parçalarından topladığı zenginliklerin
rıyla birlikte aldığımızda, Türkiye’de riler iklim değişikliğinin önüne geç­
yarattığı rantın yeni(den üretilecek)
sermaye fraksiyonları arasındaki den­ mek için derhal yüzde doksanlara va­
mekan parçalarında büyütülmesi ve
geleri bile değiştirebilecek bir rant ve ran oranda indirim hedeflerine ihti­
büyük ölçüde ­kentsel siyasette ve be­
kaynak aktarımının söz konusu oldu­ yaç duyulduğunu ortaya koyuyor. Bu­
lediye meclislerinde etkili olan­ ser­ nun için fosil yakıtlara bağımlı sana­
maye fraksiyonlarına aktarılmasına ğu da söylenebilir.
yileşme ve ekonomik büyüme eğilim­
hizmet eden bir konudur. İstanbul’un İstanbul megakondusunda, en sosyal lerinin tersine çevrilmesi zorunlu ha­
bu dönüşümünde siyasi bir sorumlu­ gözüken yatırımların bile üzerine kap­ le geliyor. İklim değişikliğiyle gerçek
nun bulunduğu, bunun da AKP hükü­ kara çıkarcılığın gölgesi düşüyor. Bü­ bir mücadele için ihtiyaç duyulan in­
meti ve Büyükşehir belediyesi olduğu tün yerel hizmet ve yatırımlar birileri dirim hedefleri ile kıyaslandığında,
rahatlıkla söylenebilir. için sağlanan haksız faydaların damga­ New York toplantısında dile getirilen
Kentte sosyal yaşamı nasıl “yeşillen­ sıyla tedavüle girmiş bulunuyor. Örne­ Kyoto’ya göre kısmen arttırılmış indi­
dirdikleri” konuşulan neoliberal İs­ ğin kentin bir yerine çocuk parkı yapıl­ rim hedeflerinin göz boyamaktan
lamcılar, son süreçte hükmettikleri ­ dığında ya da kaldırım döşendiğinde, başka anlamının olmadığı açık. Özel­
Türkiye’nin en büyük tekellerinin ser­ ön plana çıkan şey oradaki insanların likle dünyadaki toplam sera gazı salı­
mayelerinden bile daha büyük parala­ yaşamına ne gibi bir olumluluk ve fay­ mının yüzde kırkından sorumlu olan
da katacağından ziyade, onu yapan ABD ve Çin’in hiçbir somut indirim
ra (17 Milyar 765 Milyon TL’ye) ula­
müteahhidin o işten ne kadar fazla ka­ hedefi telaffuz etmeden yaptıkları ni­
şan­ mali kaynakları nasıl kullandıkla­
zanç sağladığı, oradaki emlak değerle­ yet açıklamalarına, hak etmedikleri
rıyla gündeme gelir oldular.
rini ne kadar arttırdığı oluyor. Yani or­ iyimser anlamlar yüklenmemeli.
Nitekim, bu süreçte İstanbul Büyükşe­ taya çıkan devasa değişim değerinin
hir belediyesinin kent mekanına plan­ yanında, sağladığı sosyal faydayla be­ Kopenhag sürecinde de iklim deği­
sız biçimde gömdüğü bu kaynakların lirlenen kullanım değeri cüce kalıyor. şikliğini kapitalist sistem içerisinde
açtığı kanal sayesinde, İslamcıların­ Park örneğinden giderek biraz daha çözmeye çalışan, havayı metalaştıran,
belediye meclislerinde orantısız bir açacak olursak, ona bakan evlerin de­ emisyon ticaretine yasal zemin sunan
güce erişmiş bulunan­ müteahhitlere, ğeri artıyor mu gibi sorular, “sıradan” esneklik mekanizmalarının terk edil­
inşaat ve ticaret sektörü temsilcilerine (burjuva­küçük burjuva) İstanbulluyu diğine dair en ufak bir emare yok. Ko­
doğrudan ve dolaylı yollardan aktar­ da bu büyük kentsel rant oyununa da­ penhag sürecinin de kabak tadı veren
dıkları rantların dudak uçuklatıcı bo­ hil ediyor. müzakerelerle yıllarca somut ve ciddi
bir mücadele planı ortaya koymadan
EKMEK & ÖZGÜRLÜK 31

kiye Kyoto Protokolü’nü de rek hükümetin iklim değişikliği

arlığı ısınıyor BM’ye üye ülkeler arasında en


son sıralarda imzalayan ülke.
Zirve’den sadece bir ay önce
Kyoto Protokolü’ne resmen ta­
siyasetini net olarak ortaya
koymuş oluyor.
Faturayı vatandaş
raf olan Türkiye’ye bu saatten ödeyecek
sonra Protokol’e taraf olması Türkiye, sermayenin hizmetin­
hiçbir yükümlülük getirmiyor. deki iktidarlar tarafından pet­
Başbakan, dünyanın artık hiç­ rol ve doğalgaz boru hatlarının
bir işe yaramadığını kabul etti­ geçiş ülkesi olarak bölgesinde
ği Kyoto Protokolü’nü imzala­ nüfuz sahibi olmaya çalışan,
dıktan sonra kendisini “çevre­ HES’ler, termik santraller ve çi­
cilerin daniskası” ilan etti ama mento fabrikalarının sermaye­
BM’deki diğer ülkelerin Başba­ nin tüm kesimlerinin iştahını
kan’a bu payeyi bu kadar kolay kabarttığı en kârlı yatırım alan­
vermeyeceğini tahmin etmek larına dönüştüğü, tarımın çö­
zor olmamalı. kertildiği, su kaynaklarının
özelleştirildiği, çevre mevzua­
Türkiye’nin bölgesinde edin­ tında “sürdürülebilir kalkın­
meye çalıştığı yeni roller, eko­ ma” sloganıyla sermayeye her
nomik ve siyasal alandaki he­ türlü hareket alanı sağlandığı
defleri ile önümüzdeki yıllarda bir ülke durumuna getirildi.
benimseyeceği iklim değişikli­ Başbakan’ın yukarıdaki konuş­
ği siyaseti dolaysız olarak bir­ masının devamında bahsettiği
biriyle ilgili konular. Türkiye, “yeşil ekonomiler”in oluşturul­
dünyadaki toplam sera gazı sa­ ması için harcanacak meblağ­
lımları içerisinde yüzde 3 paya lar ise atık su bedelleri gibi va­
sahip. Gelişmişlik düzeyi ve nü­ tandaşın elektrik faturalarına
fusu itibariyle fazlasıyla iklim yansıtılacak bir çeşit emisyon
değişikliğinden sorumlu tutul­ vergisi uygulamasına geçişin
ması gereken bir ülke olmasına habercisi.
rağmen Kyoto sürecinde pa­
zarlık masasına otururken kir­ Türkiye, iklim değişikliğinden
letme hakkı konusunda diğer en fazla zarar gören ülkeler
taraf ülkelere göre kendisine arasında yer alıyor. Giresun,
pozitif ayrımcılık uygulanma­ İstanbul ve Artvin'deki sel fela­
sürüncemede kalması muhte­ da ülkem, Kyoto Protokolü'ne sını sağlayan özel bir statü içe­ keti benzeri olayları gittikçe
mel görünüyor. Bundan dolayı katılım belgesini 28 Mayıs risinde yer aldı. Bu sayede daha sık yaşamaya başlayaca­
BM’nin iklim değişikliği ile mü­ 2009'da sunmuş ve 26 Ağus­ AKP, Türkiye’yi Dünya Bankası ğız. Dünyada olduğu gibi Tür­
cadelede inandırıcılığını yitir­ tos'tan itibaren resmen taraf kredileri ve teşvik yasaları ile kiye’de de iklim değişikliğin­
diğinin farkında olan BM Genel olmuştur", değerlendirmesini çimento ve termik santral cen­ den en fazla yoksullar mağdur
Sekreteri Ban Ki Moon, “Kyoto yapıyor. netine çevirdi. Şimdi Hükümet oluyor. Gerçek bir toplumsal
Protokolü'nün yerini alacak aynı taktiği Kopenhag sürecin­ muhalefet karşısına dikilmedi­
Türkiye’de konuya yabancı ği müddetçe sermayenin ve
anlaşma için devam eden mü­ de de izliyor.
yurttaşların bu sözlerden son­ onun hükümetlerinin iklim de­
zakerelerin hızının artırılması
ra hükümetin iklim değişikliği Türkiye'nin, 2012 yılı sonra­ ğişikliğinden daha fazla kâr el­
gerek"tiğini belirtme ihtiyacı
ile mücadelede büyük bir gay­ sındaki yeni iklim değişikliği de etmek dışında politika geliş­
duyuyor.
ret içerisinde olduğu izlenimi­ rejiminde, "ortak fakat farklı­ tirmelerini beklememek gere­
ne kapılması olağan karşılana­ laştırılmış sorumluluklar ilkesi kiyor. Özellikle Türkiye’de po­
Başbakan samimi değil bilir. Ama konuşmanın yapıldı­ ışığında ulusal koşulları, eko­ litik bir çevre hareketinin ha­
Türkiye, Kyoto Protokolü’nün ğı salondakiler, Başbakan’ın nomik ve sosyal kalkınma he­ len ortaya çıkartılamamış ol­
öngördüğü indirim hedefleri sarf ettiği sözlerin ne derece defleri, görece kapasitesi dik­ ması son yıllarda hayata geçi­
için baz alınan 1990 yılından mesnetsiz olduğunu anlamış­ kate alınmış adil bir hukuki rilen çimento fabrikaları ve
bu yana yüzde seksen dörtlük tır. Türkiye’nin İklim Değişikli­ statüyle yer almayı" istediğini termik santrallerin kurulduğu
artışla dünyada sera gazı emis­ ği Çerçeve Sözleşmesi’ne taraf belirten Erdoğan, konuşması­ yörelerdeki yerel halkın tepki­
yonları en hızlı artan ülke ve olduğu 2004 yılından bu yana nın devamında; "Böylelikle sinin ortak bir politik program
artış trendi halen devam edi­ Cumhuriyet tarihi boyunca ku­ Türkiye, küresel salımlarla etrafında örgütlenmesini en­
yor. Başbakan, Zirve'deki ko­ rulan kapasitenin 4­5 katı kap­ uluslararası mücadele ve işbir­ gelliyor. Başbakan’ın ABD uça­
nuşmasında; “Türkiye, BM İk­ asitede çimento fabrikası ku­ liği çalışmalarında sürdürüle­ ğı hazırlanırken Samsun Ka­
lim Değişikliği Çerçeve Sözleş­ ruldu. Çimento fabrikaları gibi bilir kalkınma hamlelerine za­ vak’ta köylerine kurulacak çi­
mesi'ne 2004 yılında taraf ol­ sera gazı salımlarının diğer bir rar vermeyecek nitelikte 'ulu­ mento fabrikasını protesto
muştur. Hükümetimin bu ko­ baş müsebbibi olan kömürlü sal olarak uygun eylemleri' ye­ eden köylüler, New York’taki
nudaki kararlılığı ve parlamen­ termik santrallerin sayısında rine getirme konusunda üzeri­ iklim teknokratlarından daha
tomuzun da desteği sonucun­ daha vahim bir artış var. Tür­ ne düşeni yapabilecektir" diye­ fazla ilgiyi hak ediyor.
32 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Uluslararası

Arjantin'de işçilerin
'patronsuz fabrika' zaferi
Patagonya'da bir fabrika, işveren tarafından sokağa atılmak istenen
çalışanları tarafından yıllardır başarıyla yönetiliyor. İsmail Gündoğdu, 'işgalci ve
yönetici' işçilerden Raul Godoy ile yapılan söyleşiyi çevirdi.
için mücadele ediyorduk ve Daniel, he­
men her türden eylemde aramızda yer
alıyordu. Bundan dolayı o, bugüne kadar
devam eden mücadelemizde bir sembol
haline geldi.
2001`deki işgal grevine nasıl gelin­
di sonunda?
Arjantin ekonomisi çökmüştü. Binlerce
fabrika kapanmış; milyonlarca insan
işinden, küçük yatırımcılar birikimlerin­
den olmuşlardı. Bu durum kısa süreliği­
ne de olsa devrimci günlerin yaşanması­
na ve hükümetin düşmesine yol açtı. İş­
sizlerin başını çektiği 'piquetero hareke­
ti' ortaya cıktı; büyük şehirlerde halk
toplantıları yapılmaya başlandı; işçiler
fabrikalarını işgal ettiler vb. Bunların
içinde Ekim 2001'den itibaren bizler de
vardık. Çünkü aşırı borçlanmış Luigi Za­
non fabrikayı kapatmaya ve hemen he­
men tüm çalışanları sokağa atmaya ni­
Latin Amerika’da işçilerin üretime soktuğu bütün fabrika çalışanları 25­27 Haziran’da Caracas’da biraraya geldi yetliydi.
İşçi denetiminde üretime geçiş na­
Çalışanlarının 2002`den beri fabri­ ları ve patronun adamları tarafından bir­ sıl oldu?
kayı kendi kendilerine işletmele­ çok kez fabrikayı boşaltma girişimi oldu. Çok ağır bir süreçti. Beş ay boyunca fab­
Bunların arasında bu 'sendikacılar'ı da rika dışında ve içinde çadırlarda kaldık.
rinden dolayı Arjantin keramik görüyorduk. Ücretlerimizi sağlayabilmek için depoda
fabrikasi Zanon, Güney Ameri­
Çalışanların mücadele kararlılığı­ bulunan malları satışa çıkardık. Stoktaki
ka'nın dışında da tanınan bir fabri­ mallar bittikten sonra çalışanlar kurulu,
nın artmasına hangi olaylar neden
ka. Bu duruma nasıl gelindi? 2 Mart 2002'de yaptığı toplantıda üreti­
oldu?
Zanon kıtadaki en büyük ve de en mo­ min kendi denetimimizde tekrar başla­
İşçi arkadaşımız Daniel'in, işyerinde ya­
dern keramik fabrikasıdır. Yirmi beşin sal olarak bulundurulması gereken tıbbi tılmasına karar verdi.
üzerinde ülkeye ihracat yapıyor. Yaklaşık aracın yokluğundan dolayı 16 Temmuz
1.500 kişi çalışabilir burada. Şu an 470 O zamandan bu yana patronsuz fab­
2000`de ölmesi, 'vahşi grev'i tetikledi. Bu rika nasıl yürüyor?
işçi olarak fabrikayı ayakta tutuyoruz. grevi yeni seçilen sendika önderliği ola­ Bütün çalışanlar bir nevi işçi konseyi di­
Fabrika 1980'de, yani askeri diktatörlük rak devreye soktuk. 'Dokuz günlük yebileceğimiz bir örgütlülük içerisinde­
döneminde kuruldu. Başından itibaren grev'de, grev nöbetleri tutarak ve çadır­ ler. Her bölümde kendi meslektaşları ta­
çalışma disiplini üzerinde demirden bir lar kurarak fabrikayı bloke ettik. Aynı za­ rafından seçilen ve yine onlar tarafından
kontrol mekanizması vardı. Diktatörlü­ manda bir kadınlar komisyonu oluştu­ her an görevinden geri alınabilen bir ko­
ğün devrilmesinden sonra sendikal ör­ ruldu ve ilk sokak işgalleri gerçekleştiril­ ordinatör bulunmakta. Bütün önemli ka­
gütlenmeye gidildi ama rüşvet yiyen sen­ di. Çalışanların neredeyse tamamı arka­ rarları almak üzere her ay tüm çalışan­
dika başkanları işverenle anlaşma halin­ mızdaydı ve patron tarafindan sadece sa­ ların katıldığı bir toplantı yapılıyor. Eko­
deydiler. Fabrika sahibi Luigi Zanon beş yılardan ibaret olarak görüldüklerinde nomik ve sosyal sorunları, üretim süre­
işçi çıkartmak istiyorsa, yirmi işçinin çı­ hemfikirdiler cinin sorunlarını, politik sorunları vb.
kışını bildiriyordu. Sendika da böylelikle Daniel güvencesiz çalışan kiralık bir iş­ kapsayan bir toplantı oluyor bu. Ama ay­
on beş işçiyi 'kurtarmış' oluyordu. Biz çiydi öldüğünde. Bizler, ister güvenceli nı zamanda, öğle molamızın uzunluğu gi­
fabrikayi işgal ettikten sonra, grev kırıcı­ ister güvencesiz, bütün işçilerin hakları bi sıradan şeyleri de karara bağlıyoruz.
EKMEK & ÖZGÜRLÜK 33

Uluslararası
Geçen hafta il parlamentosu
fabrikanın kamulaştırılması­
na karar verdi. Böylelikle
amacınıza ulaşmış oldunuz
Berlin Duvarı’ndan
20 yıl sonra
mu?
13 Ağustos 2009 gecesi, oylama­
dan önce üç binin üzerinde insan
parlamentoya yürüdü. Bunların
içinde bütün ülkeden militan işçi­
lerin temsilcileri vardı, örneğin
Buenos Aires metrosunun çalışan­
ları gibi. Patagonya'nın sert rüzgâ­
rına rağmen parlamento önünde
bekleyişe geçtik, ta ki sabahın er­
ken saatlerinde oylama sonuçları
belli olana dek. Sonuçta parlamen­
to, fabrikanın kamulaştırılmasına
karar verdi ve fabrikayı bizim koo­
peratifimiz FaSinPat'a (Patronsuz
Fabrika) devretti.
Yasaya göre il yönetiminin, fabri­
kanın eski borçlarından bir bölü­
münü ödemesi gerekiyor. Bize gö­
re bu borçlar Zanon ailesine ait ol­
duğundan devlet tarafından üstle­
nilmemeli. En azından şimdilik
fabrikayı boşaltma girişimlerin­
Yıkılışından 20 yıl sonra Doğu ve Batı Berlin’i ayıran duvardan geriye kalan iz kimseyi birbirinden ayırmıyor
den ve diğer problemlerden kur­
tulduk. Son sekiz yıl içerisinde şid­ masının mekanizmalarının incelenmesi ge­
det kullanılarak tam beş kez fabri­ Toplumsal zenginliğin ka­ reklidir.
kadan çıkartılmaya çalışıldık. Biz musal mülkiyet altında yağ­
Zanon'un halkın hizmetinde olma­ Bizi engelleyen nedir?
malanmasına paralel bir ge­ Esas engel yöntemle ilgilidir. 1989’u açıkla­
sını istiyoruz.
mak için incelemeye Marx­Engels’ten başla­
Yaşanmakta olan kapitalist
çiş döneminin ardından yı­ dığınızda tarihin içinde kendinizi kaybeder,
kriz koşullarında Zanon işçi­ kılan “Reel Sosyalizm” hâlâ bir türlü 1989’a gelemezsiniz. Tarihin ince­
lenmesine sondan, yaşanmış sosyalizmden
lerinin deneyiminin nasıl bir çözümlenmeyi bekliyor sonra ortaya çıkan kapitalizmden başlamak
önemi var? gerekir. Reel sosyalizmin özelliklerini en iyi
Bizim parolamız her zaman şuy­ Engin Erkiner anlatacak olan, o toplumdan ortaya çıkmış
du: Bir fabrikayı yönetebiliyorsak olan kapitalizmdir. Ancak bu yolla sosyalist
bir ülkeyi de yönetebiliriz. Ben on ülkelerde burjuvazinin ortaya çıkması ve ge­
beş yıldır bu fabrikada çalışıyo­ lişmesinin mekanizması anlaşılabilir. Hangi
rum ve iş arkadaşlarımın politik Berlin Duvarı’nın yıkılması 20 yıl önce Orta
ve Doğu Avrupa’da yaşanan büyük değişi­ etkenlerin bu sonuca yol açtığı ve 1989’a gö­
gelişimini gözlemleyebildim. Uzun türen tarihsel süreç incelenmesi gereken
süreli mücadele benim bütün mi­ min simgesi oldu. Polonya, Macaristan, De­
mokratik Almanya Cumhuriyeti (DAC), Çe­ ikinci aşamadır.
litan inançlarımı onayladı. Başlan­
gıçta genel bir tepkisizlik hüküm koslovakya’nın ardından Bulgaristan ve Ro­ 1989’un ana noktaları
sürüyordu. Gemisini kurtaran manya’da da komünist ya da aynı anlama Birkaç soruyla şu belirlemeler yapılabilir:
kaptan misali, aşırı derecede bir gelen ad taşıyan partiler iktidarı kaybettiler. Sosyalizm sonrası kapitalizmde burjuvazi
bireycilik ve en önemlisi de koca­ 20 yıl sonra bu sonuca götüren süreci yeni­ kimlerden oluşmaktadır?
man bir kuşku hali. Bu ruh haline den anlatmak yerine, bizi, yaşanmış sosya­ Sosyalist düzende politik, ekonomik ve kül­
sebep olan şirketin saldırıları ve lizmin analizinde neyin engellediği üzerinde türel alanda ilk ve ikinci kademede olan in­
sendika bürokrasisinin ihanetiydi. durulması daha doğru olur. Yaşanmış olan sanlar ile yıllardan beri düzene muhalefet
Ama nasıl ki fabrikadaki ilişkiler bu büyük değişimin hiç olmamış gibi atlan­ edenlerin bir bölümü bu burjuvaziyi oluştu­
değişmeye basladı, mizah da, ya­ ması ya da unutulması mümkün olmadığı rur. En önemlisi, bu ülkelerdeki küçük mal
şama azmi de, moral de değişmeye ve hizmet üretiminden gelişerek büyümüş
gibi, bazı “açıklamalar” da günü kurtarma­
basladı. Daha öncesinde koyun sü­ bir burjuvazi söz konusu değildir.
nın ötesinde anlam taşımaz.
rüsü gibi hareket eden aynı işçiler
Örneğin “yaşanmış olan sosyalizm değildi” Bu büyük değişimin -Romanya dışında- şid-
mücadeleye atıldılar ve tarihsel
gibi… Yaşanmış olan her durumda kapitaliz­ dete başvurulmadan gerçekleşmesi nasıl
önemde bir başarıya ulaştılar. Bu
me seçenek bir düzenin oluşturulması çaba­ açıklanabilir?
tabii ki kendiliğinden olmuyor.
Bunun için günbegün çabalamak sıydı ve yaşayamadı. Kapitalizme seçenek ol­ Yeni düzen burjuvazisinin önemli bölümü­
gerekiyor. mak iddiasındaki bir sistemin tarihe karış­ nü eskinin üst ve orta kademesi oluşturun­ >>
34 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Uluslararası
>> ca, polis ve orduya hakim olmak zor olmadı. Sosya­
lizm sonrasındaki kapitalizmde ­deşifre olmuş bir­
kaç kişinin dışında­ devri sabık yaratılmaması da bu
“yumuşak geçiş”le ilgilidir.
Güney Afrika "özgü
1989’da büyük kitle eylemleri görüldü mü?
Evet! Polonya’da düzen 1980 yılında Dayanışma Sen­
dikası’nın kurulmasından beri işçi hareketi tarafın­
siyah işçiler henüz
dan ciddi biçimde sarsıldığı için dikkat çekici büyük
bir kitle hareketi görülmedi. Bu ülkede, bunun yerine
sürekli hareketlilikten –grevler ve gösteriler­ söz edi­
lebilir. Güney Afrika'nın ulusal demokratik devrimi,
Macaristan, Çekoslovakya ve DAC’de ise komünist
partisine karşı büyük kitle hareketleri görüldü. Özel­ emekçileri sınıf ayrımcılığından kurtaramadı
likle DAC’de çok sayıda parti üyesinin de katıldığı ve
haftalarca süren Pazartesi Gösterileri, Berlin Duva­
rı’nın ve FAC ile sınırın bütün noktalarda açılmasına
neden oldu.
Sosyalist yönetimlere karşı kitle gösterilerinde ortak
bir talep var mıydı?
Evet! Komünist partisinin önderliğini güvenceye
alan anayasa maddesinin iptali, çok partili sistem ve
serbest seçimler…
Önemli toplumsal değişimlerin öne çıkardığı kavram-
lar vardır. 1989 için hangi açıklayıcı kavram söz ko-
nusudur?
Politik kapitalizm… Önemli konumlardaki kişilerin
saf değiştirdiği, devleti soyarak hızla zenginleştiği,
üretim araçlarında ise kamusal mülkiyetin sürdüğü
bir geçiş dönemini simgeler. Rusça’da nomenklatura
denilen bu kesimdeki dönüşümle halkın muhalefeti
üst üste gelince düzenin hızla çökmesi kaçınılmazdı.
Sosyalizm, üretici güçlerde kapitalizmi yakalamak ve
geçmek iddiasını kaybedince, düzenin meşruiyeti de
sona erdi. Sosyalizmdeki çeşitli aksaklıklar ve yan­
lışlara karşı yıllardan beri var olan ama bastırılan kit­
le muhalefeti de patladı. Mevcut düzeni savunan
kimse kalmamıştı, onu düzeltmek isteyenlerin de
güçleri yetmedi.
Yaşanmış sosyalizmin tarihinin incelenmesinde hangi
kaynaklara dayanılması gerekir?
Kaynak sınırlaması yapmak doğru olmaz; ama o top­
lumda yaşamış, sorumluluk üstlenmiş ve Duvar’ın
yıkılmasından sonra da solda kalmış insanların yaz­
Tolga Tören yer açıktan yer yer üstü örtü bir
dıkları çok sayıda yapıtı atlayarak değerlendirme
şekilde desteklediği “apartheid”
yapmaya çalışmak da bizi bir yere götürmez. Reel
sosyalizm tarihi hakkındaki bilgimiz 1920’li yılların (ırk ayrımı) önemli rol oynadığına
sonlarına kadar geliyor ve buradan Gorbaçov’un göre sürecin tanımlanmasında
Güney Afrika’da son yıllarda yaşa­ “ulusal” ifadesinin kullanılmasında
SBKP Genel Sekreteri olduğu 1985’e atlıyor. Bu arada nan süreç, iktidar partisi Afrika
neler oldu, bilinmiyor, bilinmesi de önemsenmiyor. bir sakınca yok. Ülkenin, apartheid
Ulusal Kongresi'nin (ANC) sol ka­ karşıtı hareketin mücadeleleri ile
Gerçekte ise, önce Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde nadı, Güney Afrika Sendikalar Kon­
ardından da SSCB’de sosyalizmin yıkılmasına yöne­ kazanılan; dünyanınen demokra­
federasyonu (COSATU) ve Güney tik anayasası olarak kabul edilen;
lik soruların yanıtları bu dönemdedir. Öncesi de var­ Afrika Komünist Partisi (SACP) ta­
dır kuşkusuz, ama bu toplumların yaşamlarında bü­ ülkedeki bütün ulusların dillerini
rafından “ulusal demokratik dev­
yük yer tutan yaklaşık 50 yıllık dönemi atlayarak resmi dil olarak tanıyan; 1955’te
rim” diye adlandırılıyor.
gerçekçi bir değerlendirme yapılamayacağı da açık­ geçen ve “halk yönetecek”, “ülke­
tır. Irk ayrımcılığıyla mücadele nin serveti paylaşılacak” gibi ifade­
Alışkanlık galiba… Yaşadığımız ülkenin tarihini bile, Ülkenin kapitalist gelişme sürecin­ lere yer veren Özgürlük Bildirge­
bu konuda bize öğretilmiş uydurmaları kendimiz de de, 1948’de iktidara gelen Ulusal si’ne dayanan bir Anayasa’ya sahip
uzun süre yeniden ürettikten sonra daha yeni öğren­ Parti tarafından yönetilen, kuralla­ olduğu düşünülürse, demokratik
meye başlıyoruz. Benzer bir durum sosyalizm tarihi rı beyaz kapitalist sınıf tarafından ifadesi de gayet uygun düşüyor.
konusunda da var. Umarım bu konuda bilgi temeline ve insanlık dışı bir şekilde konan, Tabii, demokrasiyi mülkiyet ve
dayanan gerçekçi bir bakış açısına yönelmek kendi kalifiye işlerde istihdam edilen be­ üretim ilişkileri ile ilişkilendirme­
tarihimiz örneğindeki kadar uzun sürmez. yaz “emek aristokrasisi”nin de yer yip, kağıt üzerinde yazan görece
EKMEK & ÖZGÜRLÜK 35

Mandela’nın hemen her koşulda altını çiz­ tışmalar, 2007 yılında yapılan Polokwane

r" ama diği, mücadelenin Güney Afrika’da yaşa­


yan beyazlar dahil, herkesin özgürlüğü
için veriliyor olduğu, ulusal özgürlük ha­
Konferansı’na kadar sürdü. Söz konusu
Konferans’ta sol kanat yeniden ANC içinde
iktidarı ele geçirdi ve “ulusal demokratik

değil! reketinin tabanının, şehir dışında inşa edi­


len kulübelerde insanlık dışı koşullarda
yaşamaya mahkum edilen, kalifiye işler­
devrim”i canlandırma taahhüdünde bu­
lundu.

den ve örgütlenme hakkından men edilen Yeni hükümet ve sonrası…


siyah işçi sınıfına dayanması gibi faktörleri Geçtiğimiz Nisan'da, liberallerin ANC’den
de yabana atmamalı. Bu durum aynı za­ ayrılıp siyah orta sınıfa dayanan liberal bir
manda, mücadeleyi neden ilerici olanlar parti kurmalarına, medyada bolca boy
temelini oluşturan siyah da dahil beyazlarla kol kola yürütmekten göstermelerine rağmen, sol kanat yöneti­
kaçınan, anti komünist ve milliyetçi bir po­ mindeki ANC, COSATU ve SACP’nin desteği
litika izleyen siyah milliyetçiler tarafından ile yüzde 67 oy alarak iktidar tazeledi. Yeni
değil de, ilerici güçler tarafından kazanıl­ hükümet sonrasında olup bitmeye devam
dığını da açıklar niteliktedir: Sınıf bilinci, edenler neler?
enternasyonalizm, ezilen ulusa özgürlük, • Hükümette yirmiyi aşkın büyük sermaye
antiemperyalizm ve antikapitalizm. temsilcisi, geçmiş dönemde uygulanan li­
1994 öncesi mücadele, ulusal özgürlük ha­ beral politikaları uygulayıcısı olan birçok
reketleri, komünist/sosyalist hareket ve isim ve sayıları bir elin parmaklarını bul­
emek hareketinin bir araya geldiğinde ne­ mayan sendikacı/komünist,
ler yapabileceğini ne kadar net ortaya ko­ • Madenlerden neredeyse her gün gelme­
yuyorsa, 1994 sonrası da, böylesi bir bir­ ye devam eden ölümlü iş kazası haberleri,
liktelikte, sınıf, emek, antikapitalizm gibi • Su, elektrik ve tuvalet dahi bulunmayan
vurguların olmaması durumunda sonucun enformel yaşam alanlarında yaşayan top­
nasıl bir hüsran olabileceğini ortaya koyu­ lulukların sürekli eylemleri ve “solcu” dev­
yor. Bunu daha iyi anlamak için 1994 son­ let başkanı Zuma’nın “vakit bulamadığı
rasına kısaca bakmakta fayda var. için” onları ziyaret edememesi,
Sosyal demokrasiden • Maden işçilerinden belediye işçilerine,
neo­liberalizme hekimlerden resmi devlet televizyonunda
1994’ten 1996’ya kadar geçen sürede çalışanlara kadar hergün yenileri eklenen
programına dayalı olarak, COSATU ve ve bazen copla, bazen polisin açtığı ateşle,
SACP desteği ile, sosyal demokrat politika­ bazen de tutuklamalarla bastırılmaya ça­
lar uygulayan ANC, 1996’da Büyüme, İs­ lışılan grevler,
tihdam ve Gelir Dağılımı (GEAR) başlığı ile • Dünya Kupası’na ev sahipliği yapacak ol­
sunulan ve içeriği ülke içi burjuvazinin ta­ maktan kaynaklı, göz boyamaya dayanan
lepleri ile Dünya Bankası’nın yapısal prog­ “kentsel dönüşüm projeleri”,
ramlarına dayanan neo­liberal politikalar • “Manzarayı bozan” enformel yerleşim
bütününü uygulamaya soktu. Söz konusu yerlerinde yaşayan toplulukların zorla
program, ülkenin beyaz sermaye sınıfı ve yerlerinden atılmaları,
apartheid karşıtı mücadele esnasında ge­
• Temel haklardan yoksun, güvencesiz ça­
liştirdiği uluslararası bağlar sayesinde ser­
lışan, apartheid’in hiç de azımsanamaya­
ileri haklara indirgiyorsak. Bu son noktayı maye biriktirme imkânı elde eden siyah
cak katkısıyla HIV/AIDS pençesinde bo­
da akılda tutarak ve ülkenin içinde bulun­ yeni burjuvazinin taleplerinin karşılanma­
ğuşmaya devam eden bir halk,
duğu sosyo ekonomik koşullardan hare­ sı ve apartheid karşıtı mücadeleye işçi sı­
nıflarının bastırması ile de olsa destek ve­ • Tabanda işçi sınıfına dayansa da ideolo­
ket ederek “devrim” kavramının ise soru jik olarak çoktan öteki “sınıf”ın saflarına
işareti yarattığını belirtmek gerekiyor. ren uluslararası çevrelere verilen diyettir:
Güney Afrika cumhuriyeti “liberal bir de­ geçmiş bir ulusal özgürlük hareketi,
Devrim? mokrasi” olmalıdır. • Bir yandan hükümetin ortağı olup bir
Bu noktada sorulacak haklı bir “neden” 2007’ye kadar devam eden bu sürecin fa­ yandan da hergün polisten dayak yiyen iş­
sorusunun cevabı ise “apartheid” öncesi turası, başta telekomünikasyon olmak çilerine “ulusal demokratik devrim” hikâ­
sınıf mücadeleleri/ulusal mücadele dina­ üzere büyük kamu işletmelerinin özelleş­ yeleri anlatan bir sendika konfederasyo­
mikleri ile bugünkü realitenin anlaşılma­ tirilmesi, yüz binlerce işçinin işini kaybet­ nu,
sında yatıyor. Apartheid karşıtı mücade­ mesi ya da daha güvensiz koşullarda yaşa­ • Tüm bunlara rağmen, “devrim”i ilerlet­
lenin tarihini bu yazıya sığdırmanın imkâ­ maya başlamasıdır. Ülkenin önemli sorun­ me hayali kuran ama işbirliği yaptığı ulu­
nı elbette yok, ama en azından şu kadarını larından birisi olan HIV/AIDS oranların­ sal hareketin sınıfsal karakterini göz ardı
vurgulamakta yarar var: 1994’de başarıya daki patlama ve sağlık hizmetleri krizi de eden bir komünist partisi.
ulaşan “apartheid” karşıtı mücadelenin en cabası. Üçlü ittifakın kimi bileşenleri, “ulu­ Peki tüm bunlar neyi gösteriyor? Sınıf
önemli özelliklerinden birisi, emek hare­ sal demokratik devrim”i terketmemek perspektifi olmaksızın kazanılan bir “ulu­
keti, ulusal hareket ve sosyalist/komünist adına, kimileri de, yeni türeyen burjuvazi­ sal özgürlük”ün, ulusun bütün sınıflarının
hareket birlikteliğinde yürütülmüş olma­ nin arasına çoktan katılmış olduklarından o özgürlüklerden istifade edebilmesini ga­
sıydı. ittifaktan ayrılmadılar. İttifak içindeki tar­ rantilemediğini.
36 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Uluslararası

Obama’nın sağlık
reformu ve ‘piyasanın
görünmez eli’

Özel sigorta şirketlerine rekabet aşısı yapmayı


hedefleyen Demokratların reform tasarısı
sağlık hizmetinin bir insanlık hakkı olduğunu
gözden kaçırıyor Obama’nın sağlık reformu, hizmetleri önemli ölçüde pi

E. Ahmet Tonak lerce 'bireysel özgürlük' düşkünü sokağa yapmasına rağmen ne daha sağlıklı bir
döküldü, Amerika’nın 'sosyalizm girda­ toplum yaratabilmiş, ne de herkese sağ­
bına' sürüklenmesine izin vermeyecek­ lık hizmeti sağlayabiliyor.
lerini haykırdı!
ABD’nde şu anda var olan sisteme göre
ABD Başkanı sıfatıyla 9 Eylül’de, Temsil­ nüfusun çoğunluğu ya işyerleri yoluyla
ciler Meclisi’nde onca televizyon kame­ ABD sağlık sistemi ya da kendi imkanlarıyla özel sigorta şir­
rası kendisine yöneldiği sırada, Oba­ ketlerince sigortalı. Devletin de hem fe­
Nüfusu ve yüzölçümü itibariyle olmasa
ma’nın kalkıp da “bu kriz bizi yaktı, nasıl deral hükümet aracılığıyla (Medicare ve
da, ABD hâlâ, bir yandan, dünyanın üre­
içinden çıkabileceğimizi bilemiyorum” Medicaid) hem de eyaletler aracılığıyla
tim ve tüketim bakımından en büyük ül­
demesini beklemiyorduk. Konumu ve (CHIP) sunduğu sağlık sigortaları ve hiz­
kesi, öte yandan da kapitalist emsalleri
rolü icabı ne demesi gerekiyorsa onu de­ metleri var. Medicare 65 yaş üstünü, Me­
arasında en çok sağlık sigortasından
di. İlkin, moda tabirle, ‘empati’ sahibi bi­ dicaid özel sigorta satın alamayacak du­
mahrum bırakılmış, hastalandığında so­
risi olduğunun sık sık tekrarlanması ge­ rumda olan çocukları, hamileleri ve en­
kakta ölüme terkedilmiş en geniş nüfusa
rektiği için hemen o ihtiyaç giderildi: gellileri, CHIP ise düşük gelirli aileleri
sahip. Sigortasız sayısının yaklaşık 8
Obama, trilyonlar harcanmasına rağmen, kapsıyor. Ayrıca, federal devlet aracılı­
milyonu çocuk olmak üzere 45 – 50 mil­
hâlâ ABD’nde milyonlarca işsizin, boğa­ ğıyla savaş görmüş eski ordu mensupla­
yon, sigortası yetersizlerin ise 25 milyon
zına kadar borçlu yoksulun kol gezdiğini rına ve Amerika’nın yerli nüfusuna sunu­
civarında olduğu tahmin ediliyor. Sigor­
teslim etti. Hemen ardından, ekonomi­ lan, karşılıksız, sosyalleştirilmiş sağlık
tasızlar ordusuna eklenenlerin sayısı da
nin gerçekten eski haline gelecek şekilde hizmeti diyebileceğimiz uygulamalar da
son dönemde günde 14,000'e varmış du­
kendini toparlayabilmesi için aylara (yıl­ mevcut.
rumda. Şu ya da bu şekilde kendini da­
lara demeye dili varmadı!) ihtiyaç oldu­
yatan sağlık sorununun ilk boyutu bu:
ğunu ekledi. Sonra da, geçen Ocak’dan Sağlık sisteminin bu kurumsal yapısı du­
kapitalizmin yarattığı harikalar diyarın­
beri uygulanan politikalarla ekonomiyi rumun nasıl olduğunu bir ölçüde sezdir­
da nüfusun neredeyse beşte birinin sağ­
felaketin eşiğinden döndürdüklerine tiyor. Çünkü, var olan duruma esas dam­
lık hizmetlerinden yararlanamadığı bir
inancının tam olduğunu belirtti. gasını vuran, hem bunca insanı sigorta­
vahşetin sürdürülemezliği. Diğeri ise,
sız bırakarak sağlık harcamalarının
Konu ne olursa olsun, ABD Başkanı’nın sağlık hizmetlerinin fiyatı ve herkese
kontrolsüzce hızla artmasına yol açan
tüm önemli konuşmalarına bu tür bir gi­ yüklediği muazzam yük. Özel sağlık si­
sağlık sektörünün kapitalist şirketleri.
rişle başlaması adeta standartlaştırıldı. gortalarına ödenen yılda 1.5 trilyon do­
Hepsinin ortak motivasyonu kârlarını
Obama’nın etrafını kuşatan halkla ilişki­ lara dayanan sigorta primi, federal hükü­
maksimize etmek olan ve en başta özel
ler ‘uzmanı’ lider paketleyicilerinin, dü­ metin üstlendiği yaklaşık 1 trilyon, yerel
sigorta ve ilaç şirketlerinin geldiği bilu­
zene güvenini tamamen yitirmiş, tam bir yönetimlerin, eyaletlerin üstlendiği 0.25
mum özel hastaneler ve klinikler. Suçlu­
moral çöküntüsü yaşayan Amerikalıların trilyon dolara yakın harcama. Sağlık sek­
lar listesine şirketlerin yanı sıra, bir de
bu tür bir inanç tazeleme ritüeline sık törünün parasal büyüklüğü aşağı yukarı
var olan yapıdan pek rahatsız olmayan,
sık ihtiyacı olduğunu düşündüklerine ABD ekonomisinin altıda birine tekabül
hatta kendi çıkarları açısından sürme­
eminim. Oysa, konuşmanın konusu sağ­ ediyor. Hem miktar büyük hem de hızla
sinden medet uman Amerikan Tabipler
lık sistemi reformu olduğu için, Obama artmaya devam ediyor. 1980’lerden bu
Birliği’ni de (AMA) eklemek gerekiyor.
ağzıyla kuş tutsa, konuşmasının neresin­ yana, sağlık harcamaları 25 yılda 5 misli
de kendisine ne söyletilirse söyletilsin artmış! ABD emsallerinden, kişi başına
milyonlarca muhafazakâr Amerikalıyı ik­ aşağı yukarı 1.5 misli, OECD ortalama­ Ne isteniyor, ne olmalı?
na edemezdi. Nitekim edemedi de. Bin­ sından 2 misli fazla sağlık harcaması Obama, tam bir orta yolcu olarak, 9 Eylül
EKMEK & ÖZGÜRLÜK 37

Obama
Guantanamo’yu
kapatma sözünü
tutamıyor
Guantanamo’da hala 225
tutsak var. Ancak Temsilci­
ler Meclisi, yargılanmak
için de olsa ülkeye girme­
lerine izin vermiyor
Obama, Başkan seçilmesinin hemen ar­
dından Guantanamo cezaevinin Ocak
2010 itibariyle kapatılacağını söylemişti.
Ancak ABD Temsilciler Meclisi’nin üste
iyasaya devrettiği için soldan eleştirilirken, sağ devlet katkısını “sosyalizm” diye niteliyor alıkonulan tutsakların ABD’ye transferini
engelleyen kararı kabul etmesiyle bu vaa­
konuşmasında ne sol ne de sağ kesimle­ gruplandırarak piyasa aracılığıyla özel di tutması zora giriyor.
rin reform önerilerini benimsemediğini sigorta şirketleri ile pazarlık edebilir ha­ Guantanamo cezaevi, ABD'nin önceki baş­
belirtmeyi de ihmal etmedi. Sağın ne is­ le getirmek. Bu yoldan sigorta şirketleri kanı George W. Bush döneminde, başta Af­
tediğini tahmin etmek zor değil. Düzen arasında rekabetin gelişmesini sağlaya­ ganistan olmak üzere çeşitli ülkelerde ya­
yanlıları, eldeki kırık dökük, pahalı ve ça­ rak sağlık harcamalarında azalma sağla­ kalanan terör şüphelilerinin tutulması için
lışmayan sistemin bile kapitalistlere ve mak amaçlanıyor. Bir taşla iki kuş. Pa­ açılmış, tutsaklara yapılan insanlık dışı
devlete fazla sorumluluk yüklediğini, pa­ ketin bu yanının dayandığı zihniyetin uygulamalar dünya genelinde tepkilere
halı olduğunu savunuyor. Devlet sağlık merkezinde piyasanın görünmez elinin neden olmuştu. Halen 225 kişi burada tu­
hizmeti alanından çekilmeli, işverenler her derde deva olduğu, kapitalizmin be­ tuklu bulunuyor. Bunlardan bazılarının
çalışanlara sağlık sigortası sağlamak zo­ lalarının eksik rekabetten kaynaklandığı kendilerini kabul edecek ülkelere gönde­
runda kalmamalıymış; isteyen, istediği safsatası var. rilmesi, diğerlerinin de ABD’de yargılan­
kapsamda sağlık sigortasını satın alabil­ Sosyalistlerin sağlık hizmetinin üreti­ ması planlanıyordu. Ancak Temsilciler
meliymiş. Hedeflenen, kimsenin kimse­ minde, dağıtımında, kullanımında farklı Meclisi’nin 163’e karşı 258 oyla kabul edi­
ye karışmadığı, kendinden başkasını tak­ önerileri değerlendirirken gözden kaçır­ len kararından sonra tutsakların nasıl ve
madığı tam bir ‘bireysel özgürlük’ cenne­ maması gereken en önemli ilke sağlıklı nereye gönderileceği bilinmiyor.
ti! Sadece parası olanın sağlık hizmetin­ yaşamın bir insanlık hakkı olduğudur. Konuyla ilgili son hazırlanan raporlar, Gu­
denden yararlanabildiği bir kapitalist Sağlıklı yaşam modern toplumda en ge­ antanamo’daki tutsakların transferinde
ütopya. niş biçimde tanımlanmış sağlık hizmeti yasal, siyasi ve diplomatik bazı engeller ol­
Obama, sol kesime atıfla, Kanada ve imkanından yararlanabilmeyi gerektirir. duğunu ortaya koymuştu. Böylece Oba­
Avustralya’da örnekleri olan “tek ödeyi­ Bu hizmet kümesinin başında önleyici, ma’nın seçimden önce veya hemen seçim
ci” (single payer; yani, merkezi devlet so­ koruyucu sağlık hizmetleri gelir. Herke­ ertesinde verdiği sözlerden birini daha
rumluluğunda olan bir sistem) türünden sin her türlü tıbbi müdahale, hastane, te­ tutması zora girdi.
bir reform talep edildiğini söyledi. Bir davi, bakım hizmetinden ihtiyacı oldu­
ölçüde doğru. ABD’de sol kesimde geçen ğunca yararlanabilmesi, gerekli ilaç ve
tartışmalarda genellikle özel sigorta şir­ gereçlere erişebilmesi sağlanmalıdır. Ve
ketlerinin tamamen devreden çıkartıl­ bütün bu hizmetlerin hastanın ödeme
ması ve şu anda devletin yönettiği, sağ­ kapasitesinden tamamen bağımsız her
ladığı sigorta ve sağlık hizmetlerinin bir­ yerde aynı kalitede sunuluyor olması
leştirilerek, herkesi kapsayacak biçimde şarttır. Kapitalist düzen içinde, piyasa­
yaygınlaştırılması savunuluyor. Bu for­ nın mantığına, dinamiklerine terkedil­
mülasyon da Obama dahil neredeyse bü­ miş, aşırı özelleşmiş sağlık sektörü re­
tün siyasilerin gündeminden düşmüş, formlarla bizim özlediğimiz bu ideal şek­
“tek ödeyici” adı verilebilecek pakete bir le dönüştürülemez. Hedef, fiyatı olma­
hayli yakın. yan, karşılıksız sunulan sağlık hizmetidir.
Dolayısıyla, bir yandan bu ideali ve sağ­
Obama’nın savunduğu pakete gelince; en lıklı yaşamın bir hak olduğunu vurgular­
can alıcı, dolayısıyla öfkeleri en çok çe­ ken, diğer yandan da emekçilerin sağlık
ken yanı sigortasızların önemli bir kesi­ hizmetinden yararlanma imkanını geniş­
minin devlet tarafından sigortalanarak leten her girişimi desteklemenin sosya­
sağlık hizmetinden yararlanabilir hale list mücadelenin icabı olduğunu unut­
getirilmesi. Geri kalan sigortasızları ise mamak gerekir.
38 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Kültür & Zihniyet

Kavramların dili Kirli savaş ve


haksız savaş
“Savaş” kavramı da “Kirli Savaş” tanımlaması da
Kürt coğrafyasında yaşananları anlayıp anlatabilmek
ve hala sürdürülen haksız savaş karşısında
tutum alabilmek için yeterli değil
Alp Hakan Güvenir bitlenmiştir. Bu nedenden dolayı, genel bir savaş
karşıtlığı ile yetinmemeli ve “savaş” olgusunu her
gündem edinişimizde, şiddet yoluyla sürdürüle­
Hükümet cephesindeki tüm acemilik ve samimi­ nin hangi politika olduğunu vurgulamalıyız. Bu
yetsizliğe, atılacağı havası yaratılan adımların ka­ işe girişildiği anda görülecektir ki hangi savaş
dük kalacaklarının baştan belli olmasına karşın, gündem edinilirse edinilsin, birden fazla taraftan
hemen herkesin ortaklaştığı nokta, “Barış İkli­ ve politikadan söz edilmeye başlanacak. Birden
mi”nin yaşandığı bir süreçten geçtiğimiz. fazla taraf ve politikanın bütün açıklıkları ile or­
taya çıkartıldığı durumda ise genel bir “barış” ta­
Barış beklentisi ve havası süren savaşın bitmesi­
raftarlığının yerini hani politikanın arkasında,
ne dair özlemlerin ifadesi aynı zamanda. Bu öz­
hangisinin karşısında olunduğu meselesinin al­
lemler ki son Kürt isyanının başlamasından bu
ması kaçınılmazdır. “Savaş” denildiğinde, bizler
yana neredeyse tüm tarafların ilk kez ortak dil
için önemli olanın, şiddet yoluyla sürdürülen po­
kullanırcasına aynı kavramlarla ifade ettiği öz­ litikaların hangisiyle ne türden ilişkilenilmesi; bu
lemler. Oysa isyanın başlarında gerek özlemler, politikaların karşısında hangi somut ve bağımsız
gerek süre giden durum taraflarca farklı ve kul­ tutumlar alınarak hangi politikanın yürütülmesi
lananın tarafını da dolaysız biçimde yansıtan gerektiği olduğunun üzerinden atlamamalıyız.
kavramlarla ifade ediliyordu. Bugün, görünürde­
ki ortak dil, Kürt ulusal hareketi yahut Türkiye Kirli savaş
sol hareketinin tezlerinin egemenler tarafından Türkiye sol hareketi, yaşanan gerçekliği tanımla­
artık kabul edilmiş olmasından kaynaklanmıyor. mak için, 1990’ların başından itibaren “kirli sa­
Değişim, esas olarak Türkiye sol hareketinin, ya­ vaş” kavramını kullanıyordu ağırlıklı olarak. Bu
şanan gerçekliği ve bu gerçeklik üzerinde şekil­ kavramın kullanıldığı her yerde, herkes neden
lendirdiği taleplerini ifade etmek için kullandığı söz edildiğini gayet iyi anlıyordu. Bu anlaşılabi­
kavramlardaki farklılaşmaya bağlı yaşanıyor. lirliğe ve uzun bir dönem, sol hareketin, bu kav­
ramı kullanmış olmasına bakarak, kavramın sola
Savaş ait olduğu sanılmamalı. Zira bu kavram gerek ta­
Günümüzde, “barış” çağrısı yükseltilirken, Kürt rihsel gerek siyasal bakımdan burjuva siyasete
coğrafyasında yaşananların adı da tek kelimeyle aittir. Kirli savaş kavramı, politikanın şiddet yo­
“savaş” oldu. Herkes açısından bildik bir kavram luyla sürdürülmesine, dolayısıyla savaşa karşı
ancak bu bildik kavrama taraflarca yüklenen an­ değil savaşların “insani olmayan” araçlarla ve bi­
lamlar farklı. çimlerde sürdürülmesine karşıdır. Bu yaklaşımla
Neredeyse insanlık tarihi kadar eski olan savaş karşı olunan, “Topyekün Savaş” anlayışıdır.
olgusu ve kavramının özellikle sol içerisinde sa­ “Topyekün Savaş”, yüzyıllardır yaşanan bir ger­
hip olduğu güncel anlamına kavuşması, Karl çekliktir ancak bir savaş türü olarak tanınması
Klausewitz’in bilindik tanımlamasından sonra­ ve dilde kullanılması, 19. YY’a denk gelir. “Top­
dır: “Savaş, politikanın başka araçlarla sürdürül­ yekün Savaş”ın en belirgin ve ayırt edici özeliği,
mesidir”. Lenin’in bu kavramlaştırmaya “yani şid­ savaşı kazanmak için tüm toplumsal kaynakların
det yoluyla” düzeltmesini yapmasıyla birlikte, seferber edilmesi ve “sivil” ayrımı yapmaksızın,
araçların farklılaştığı koşullarda da savaş zama­ herkesi asker olarak kabul etmesidir. "…savaşın
nında sürenin, en yalın haliyle politika olduğu sa­ sınırı yoktur. Ahlâkın bir önemi yoktur, ... Topye­
EKMEK & ÖZGÜRLÜK 39

Türkiye’de kirli savaşa karşı ilk yurttaş girişimi, 27 Mayıs 1995 İstanbul, Galatasaray Lisesi önündeki oturma eylemiyle başladı

kün savaş sadece silahlı birliklere değil, 1949, 1976 yıllarında yeni sözleşme ve Haklı ve haksız savaş
bütün nüfusa ihtiyaç duyar. Topyekün sa­ protokollerle genişletilmiş; hangi silah­ Sosyalistler, işçi sınıfı ve ezilen uluslar
vaşın en önemli noktası sivilleri geniş ların kullanılabileceği, savaş esirlerine açısından, savaş meselesine yaklaşımın
alanda, ayrım gözetmeden ve temkinli nasıl davranılacağı, savaşan tarafların temel ekseni, haklı­haksız savaş ayrımı
bir şekilde askeri hedefler olarak savaşa üniforma, bayrak gibi işaretlerinin nasıl olmalı. Savaşın haksız tarafındaki ezen­
dahil etmektir." Roger Chickering, Total kullanılması gerektiği gibi pek çok alan­ ler, hangi kurallara uyarlarsa uysunlar,
War: The German and American Experi­ hangi yöntemleri kullanırsa kullansınlar,
da getirdiği kurallarla, savaşın “kirli” ve
ences, 1871­1914. (Bkz, http://tr.wikipe- haksız olmaktan çıkmayacaklar; haklı ta­
“temiz” yönü arasındaki sınır çizgilerini
dia.org/wiki/Topyek%C3%BCn_sava%C5 rafı olan ezilenler ise hangi yöntem ve
%9F) çekmiştir. Ancak bu kuralların her savaşı
araçlarla savaşırsa savaşsınlar, haksız
Bu yaklaşımın izdüşümü, düşman saflar­ ve savaşan bütün tarafları kapsadığını duruma düşmeyecek; Cenevre sözleşme­
daki her bireyin asker olarak kabul edil­ sanmayın. Her şeyden önce, savaşan ta­ si ile “yasaklanan” araç ve yöntemler kul­
mesi ve savaşı kazanma yolunda düşma­ raf statüsü kazanabilmek belli kural ve landıklarında da “kirlenmiş” olmayacak­
nın tüm kaynaklarının ve üretim kapasi­ koşula bağlıdır. Yine bugün ülkemizde lar.
tesinin yok edilmesi hedefidir; üretici bi­ gündem edilen “Kirli Savaş” kavramının Savaşları “haklı­haksız” olarak değil de
reylerle birlikte. İşte “Kirli Savaş” kavra­ beslenerek üzerinde yükseldiği Cenevre “kirli­temiz” olarak ayıranlar, farkında
mı, böylesi bir anlayış ve savaş gerçeği Sözleşmesi çerçevesinde, Kuzey Kürdis­ olmasalar da burjuva siyasetin zeminin­
karşısında, gerek savaşan tarafların üre­ tan’da savaşan iki tarafın var olduğu ka­ de boy vermiş oluyorlar. Siyasetin şiddet
tim ve sermaye kaynaklarının mümkün bul edilmiş değildir. Bunun yanında, Ce­ yoluyla sürdürülmesinin ifadesi olan sa­
olduğunca korunması, gerek savaşların nevre Sözleşmesi’nin devletler arası hu­ vaşa dönük siyasal tutumlarını ve eleşti­
insani olmadığı düşünülen boyut ve bi­ rilerini, burjuvazinin savaş kurallarının
kuk zemininde herhangi bir bağlayıcılı­
çimlerde sürdürülmesinin önüne geçil­ kavramı olan “kirli savaş” kavramı ile ifa­
ğının ya da yaptırımının olmaması da ca­
mesi ihtiyacına yanıt veren bir kavram­ de edenlerin, bir adım sonrasında siya­
laştırma ve anlayış olarak ortaya çıkıyor bası. Savaşı “insanileştirme” çabasına
setin diğer alanlarında da burjuvazinin
burjuva siyaset ve diplomasi cephesinde. bağlı ortaya çıkarılan savaş kurallarının, belirlediği kurallarla var olma çabası içe­
yaşanan her savaşta ve savaşan her taraf risine düşmeleri sürpriz olmamalı.
İlki 1864 yılında imzalanan ve savaştaki
yaralılara insanca davranılması, Kızıl için uygulanmamaları bir yana; bu yak­
Siyaset alanında olduğu gibi, savaş konu­
Haç görevli ve araçlarının savaş dışı sa­ laşımın savaşın sebeplerini, haklı ve hak­ sunda da, burjuvazinin ve devletler hu­
yılması gibi hükümleri içeren Cenevre sız taraflarını, savaşa yön veren politika­ kukunun ölçü ve kurallarını değil, sınıf
Sözleşmesi’yle başlayan bir yolculuktur, ları gözlerden saklaması, işçi sınıfı ve mücadelesinin ölçü ve ihtiyaçlarını esas
süre giden savaşların “insani”leştirilmesi sosyalistler açısından üzerinden atlan­ alarak politik bir varoluşu gerçekleştir­
uğraşı. Bu yolculuk, 1899, 1907, 1929, maması gereken bir nokta. me sorumluluğu önümüzde duruyor.
40 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Kültür & Zihniyet

İstanbul’a bienal geldi


nen "tanışma partisi"ne gelen üç bin kişi
izdiham yaratmış. Başka bir özel davete
ise sosyete ve iş dünyasının tanınmış
isimleri katılmışlar: "Dilruba mini şor­
tuyla, Eda stilini yansıtan kıyafetiyle, Naz
da fırfırlı elbisesiyle" bienal gecesinin
dikkat çeken isimleri olmuşlar. Bienal
başladığından beri Beyoğlu'nda bir "par­
tileme hali" söz konusuymuş.
Serginin ya da eserlerin esamesi bile
okunmuyor bu yazılarda. Sanat, bu et­
kinliğin ihmal edilebilir bir ayrıntısı san­
ki. Küratörlerin seçtiği sanatçıların ta­
mamı siyasi bir perspektife, muhalif bir
tutuma sahip olsalar da, bu böyle. Ser­
mayenin kültürü, bir kârlılık alanı olarak
yeniden örgütlediğini ifşa etmek gereki­
yor. Bu farkındalığı taşımayan sanat, al­
gıları açamıyor.
Erörist Enternasyonal ile Lukashen­
ko'nun Başkanlık Platformu
Bienalde Yüksel Arslan’ın Kapital çizimleri de sergileniyor
Bienalde, alışılmışın tersine, Batılı sanat­
çıların eserleri azınlıkta. Savaşlardan
Tamamiyle burjuvazinin "Hedefimiz karşıtlıkları politize et­ muzdarip bir coğrafyanın sorunlarını
denetimine giren kültür, mek ama.." dillendiren, Orta Doğu'dan ve Balkan­
Küratörler express dergisiyle yaptıkları lar'dan çıkma çok sayıda eser yer alıyor.
çocuklarını mideye indiren Bir diğer olumluluk, feminist sanatçıla­
söyleşide, "sistem, üretmeye çalıştığımız
Satürn'ün açgözlülüğüyle ve inatla sürdürdüğümüz eleştiriyi zim­ rın, kadının toplumsal konumunu ve ka­
sanatı yutuyor metine geçirmek istiyor", diye yakınmış­ dınlık durumunu sorgulayan işlerinin
lar. Tam da bu farkındalığın olumlu bir de ciddi bir yer tutması. Serginin en
şey olduğunu düşünürken arkasından şu önemli eksikliği ise, yaratıcılık noksanlı­
Yeşim Dinçer soru geliyor: "Elbette paranın nereden ğıyla atbaşı giden iddiasızlık bence. Siya­
geldiğinin farkındayız, ama kararımızı sal bir tavır alış mevcut bu eserlerde
belirleyen şu: Bu parayla ne yapabiliriz, ama hiçbiri meydan okumuyor. Brecht
Koç Holding'in sponsor olduğu İstanbul sınırlar ne?" gibi sanatçıların, gerçeği yepyeni bir
Bienali bir kez daha Komünist Manifes­ formla dile getirerek egemen algıyı sars­
Zagrebli dört kadın küratörden oluşan malarından söz ediyorum.
to'yu hatırlamaya vesile oldu. Özellikle kolektif, daha önce de Hırvatistan'da
de, kapitalistlerin sanatçının başındaki sağcı hükümetin parasıyla Komünist Ma­ Şahsen benim en çok aklımda kalan iş­
hâleyi çekip aldığını saptayan satırlarını: nifesto'yu konu alan bir sergi açmış. lerden ikisi; Arjantinli bir kolektifin sun­
"Bugüne dek üstün değer verilen ve so­ "Gündelik hayatımızda o kadar çok sınır­ duğu, Bertolt Brecht, Yılmaz Güney, De­
lama var ki neredeyse nefes alamıyoruz. niz Gezmiş, Che Guevara, Ulrike Meinhof
fuca bir ürküntüyle bakılan ne kadar ey­
Oysa sanatta dilediğimizi yapmamıza gibi karakterlerin kartondan imgelerini
lem varsa burjuvazi bunların hepsinin
izin veriyorlar", diye sevinmekteler. bir araya getiren Erörist Kabare ile
üstündeki kutsallık örtüsünü çekip at­ Minsk doğumlu bir sanatçının iki metre
mıştır. Doktoru da, hukukçuyu da, rahibi Acaba neden izin veriyorlar dilediklerini
yapmalarına? Sanatçılar antreponun du­ yüksekliğinde, altı­yedi metre uzunlu­
de, şairi de, iktisatçıyı da, kendi ücretli ğundaki, kırmızı renkli, dev Başkanlık
varlarına "dünyanın en zengin üç kişisi­
emekçisi haline getirmiştir." Platformu oldu. Fakat eğer siz, ülkelere
nin sahip olduğu servetin, en fakir altı
"Sanatçı"yı proleterleştiren burjuvazi, sığmayan bu devrimcilerin bir bar tabu­
yüz milyon kişinin mal varlığına eşit" ol­
bir müddet "sanat"ı önemsiyor gibi gö­ resine mıhlanmalarının imkânsız oldu­
duğunu yazadursun; burjuvazi, bu tür­
rünmeyi ­oradan kendisine kazanç ve iti­ ğunu, bildirinin tam da az önce şikayet
den bir etkinliği bile "kültürel eğlence­
ettiğim yılgınlığa denk düştüğünü söyle­
bar sağladığı sürece­ sürdürdü. Fakat öy­ lik"e dönüştürmeyi başardığı için olabi­
yecek olursanız karşı çıkmam buna. Hem
le görünüyor ki tekelci kapitalizm çağın­ lir mi?
ne yalan söylemeli? Belarus hükümeti­
da artık buna da lüzum yok. Burjuvazi, Bir eğlendik, bir eğlendik nin başkanı Lukashenko da, üzerine çı­
"kültür"ü tamamiyle temellük etmekle Bienalin açılışını izleyen günlerde gaze­ karak konuşma yaptığı bu acayip kırmızı
(kendine mal etmekle) kalmayıp "sanat"ı teler, "bienal izdihamı", "bienal şıklığı" platformdan daha absürt, daha otoriter
da "kültürel alan"a hapsederek etkisiz­ gibi başlıklarla duyurdular haberlerini. görünümlü bir kişilik. Keşke platform
leştirmiş durumda. Karaköy Liman Lokantası'nda düzenle­ yerine onu getirselermiş bienale.
EKMEK & ÖZGÜRLÜK 41

Kültür & Zihniyet

Servet Düşmanı Allah razı olsun


şu kredi kartından!
Yaratıcı eylemlerin yolu toplumsal duyarlığı gözetmekten geçiyor
Caner Burç Çankaya caktı onlara. Peki teyzem niye bu sözleri sarf
etmişti?
Toplumun kulağı ve zihni, her dönem bütün
Geçen gün yolda yürürken bizim mahalleden eylem biçimlerine açık olmuyor. Olumlu bir ör­
iki kadın aralarında konuşuyorlardı. Biri hükü­ nekle anlatmaya çalışayım: İşsizlik ve hacizler
metten dert yandı: bugün en acil sorunlarımızdan."İcra
­ Kriz yok diyor, başbakan. Gelsin de yaşasın iki taşıtları"nın semtlere sokulmadığını düşünün
gün kirada. bir. İşçi sınıfına düzen karşıtı, anlamlı bir me­
­ Tabii, onlar için kriz yok! saj verdiği gibi yakıcı bir derdimize de mer­
hem olacak. İnsanımızın yapılanı anlayacağına,
­ Allah razı olsun şu kredi kartından! O da ol­ destekleyeceğine ve buna yakınlık besleyece­
masa eve bir su bile alamıycaz. ğine eminim. Otobüs yakmak gibi "halktan ko­
­ Haklısın kardeş. Duydun mu dün Halimelerin puk" bir eylem de olmayacak üstelik.
eve haciz geldi. Zavallım nasıl da... Elbette bu bir yanıyla güç meselesi ama aynı
Komşularım başbakana kızgındı ancak hükü­ zamanda bir bakış açısı ve yaklaşım sorunu.
metle şerefsiz tefecilerin aynı yalaktan su içti­ Bir arkadaş demişti; "mücadele etmeksizin
ğini göremiyorlardı. Ben yoluma ve düşünme­ hiçbir dava kazanılamaz", diye. Çok da haklı.
ye devam ettim, onlar da dertleşmeye. Mücadelenin ne şekilde verileceği konusun­
Duyduklarım teyzemin 1 Mayıs akşamı söyle­ daysa dönem ve içinde bulunulan koşullar
diklerini aklıma getirmişti. "Boylarından pos­ önemli bir belirleyen.
larından utanmıyorlar.." dediydi teyzem. O gün Ben buradan üç ders çıkardım:
bazı arkadaşlar onlara yakın Yapı Kredi şube­ ­ Bozuk düzenin eleştirisi ve teşhirini "kafa
sinin camlarını indirmiş, para çekme makine­ ütülemek"ten çok hayatın içinden yapmalı.
sini tahrip etmişlerdi. Halbuki teyzem de bir iş­
çi emeklisiydi. Bankaların sırtımızdan geçindi­ ­ Mücadeleyi sürdürürken düzenin sınırlarını
ğini, kaç kişinin ocağını söndürdüğünü, evine tanımamalı fakat toplumun dönemsel algısı ve
"ateş" düşürdüğünü; hatta kimisini intihara sü­ gerçekliğini de ıskalamamalı..
rüklediğini gayet iyi bilirdi. Daha geçen sene ­ Son olarak; eşit, özgür, sömürüsüz bir dünya
binlerce kişiyi kovmuşlardı. Şimdi neredeyse, için uğraş verirken bugünün görevlerinden de
"zavallı sabancı, yazık şu koça" diyerek acıya­ kaçmamalı.

Antikapitalist “Robin Hood”


33 yaşındaki Katalan antikapitalist ak­ canan paraların halktan çalındığını yaz­
tivist Enric Duran, eylül 2008’de anti­ dı. Enric Duran derginin dağıtımından
kapitalist bir dergi çıkartabilmek için sonra Güney Amerika’ya gitti. Ardın­
İspanya’daki 39 ayrı bankadan sahte dan, “Podem” adında, “yapabiliriz” an­
belgelerle yaklaşık 500 bin Euro çekti. lamına gelen başka bir antikapitalist
Duran bu parayla, yüzlerce gönüllü ta­ dergi çıkardı ve yüzlerce gönüllü bu
rafından hazırlanan ve dağıtılan “La dergiyi de İspanya çapında 350 bin adet
Crise” (Kriz) dergisinin basım ve beda­
dağıttılar. Antikapitalist Robin Hood 17
va dağıtım masraflarını karşıladı. “Ban­
Mart 2009’da gözaltına alındığında ana
kaların Robin Hood”u olarak da anılan
iletisi “Kapitalizmsiz yaşayabiliriz” olan
Enric tek sayısı basılan dergideki maka­
lesinde bankaları nasıl dolandırdığını, derginin dağıtımı tamamlanmıştı. En­
yaptığı işin bir “mali sivil itaatsizlik” ol­ ric, gözaltına alındıktan sonra, “Yargı­
duğunu yazdı ve ekledi: “Alternatif bir lanmaktan kaçmak ya da yargıyla yüz­
toplum inşa etmek için paramızı çalan­ leşmek için geri dönmedim. Bu önemli
lardan 492 bin Euro çaldım.” Duran asıl değil. Ülkede giderek büyüyen toplum­
soyguncunun bankalar olduğunu, sal harekete katılmak üzere geri dön­
ABD’de bankaları kurtarmak için har­ düm” dedi.
42 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Kültür & Zihniyet

Belki bir rüya görmek,


belki de inanmak
istiyorduk…
Adana Demirspor­Livorno karşılaşması sadece futbol değildi,
kardeşlikten de fazlasıydı

rimize Livorno geliyordu. Hani


şu, faşist eğilimli Lazio takı­
mıyla yaptıkları maçta, gol
atan kaptanlarının (ki babası
da İtalyan Komünist Partisi
üyesi bir liman işçisiymiş) for­
masının altından Che posterli
tişörtünü gösterdiği takım. Ha­
ni, her maçta tribünlerinin che
posterleri ve orak­çekiçli bay­
raklarla kızıla boyandığı ta­
kım. Hani, seyircilerinin Irak’ta
ölen İtalyan askerleri için say­
gı duruşunda bulunmayı red­
dettikleri için İtalyan milli ta­
kımından men edilen takım.
Üstelik de bizim gibi futbolla
pek az ilgilenen solcuların bile
yüksek sempatisini kazanmış
olan bu takım memleketimize
bir resmi futbol maçı için de
diye soruyorduk), taraftar palarında kalbimiz hep Afrika gelmiyor, aksine “endüstriyel
Mustafa Şener
grupları hepten devrimci, hep­ takımlarından yana çarpmıyor futbola hayır” düsturuyla ha­
ten komünist diyorlardı, işte muydu? Hepimiz o küstah İtal­ reket eden “mavi şimşekler”in
Ortalama bir solcu olarak fut­ bizdeki her şeye hatta kendine yanın göğsüne kafayı geçiren (1940 yılında demiryolu işçi­
bolla ilgimiz sıfırın ancak bir­ bile muhalif çarşı grubu diyor­ Zidane’la gurur duymamış leri tarafından kurulan Adana
kaç milim üstündeydi. Son yıl­ lardı… Biz de, evet koskoca bir mıydık içten içe? Sağcı Real Demirspor’un taraftar grubu)
larda Tanıl Bora, Bağış Erten, kapitalist cangılda dik durma­ Madrid yerine biraz daha sol­ davetiyle (ve ntv’nin deyişiyle)
Cem Dizdar gibi futbola soldan ya çalışan birkaç ağaç olabilir cu Barcelona’nın şampiyon ol­ kardesche bir maç için geliyor.
bakan yazarları göz ucuyla ta­ ama… diyorduk. ması fena mı olmuştu? Bu durumda, hayatımızda
kip ediyorduk etmesine de, şimdiye kadar hiç adım atma­
takdir mi etsek tekdir mi bir Diyorduk demesine de bir Giderek kabullenmeye başla­ mış olsak da bir stada, gidil­
türlü karar veremiyorduk. yandan da, ya bu futbol her şe­ mıştık işte; evet, futbol sadece mez mi bu maça!
Evet, St. Pauli var diyorlardı, ye rağmen güzel bir oyun as­ futbol değildi. Üstelik basbaya­
Livorno var; adını daha önce­ lında, çocukken nasıl zevk alır­ ğı tuhaf bir durum vardı orta­ Eylemde değil maçtayız
den pek duymadığımız birkaç dık oynamaktan, seyretmesi da. Biz futbola küsmüştük de Gittik ve kendimizi bir rüyanın
takım daha sayıyorlardı (Li­ bile keyifli diye düşünürken dağın bundan haberi mi ol­ tam orta yerinde bulduk. Sta­
verpool dediklerinde ise biraz yakalıyorduk kendimizi. Hem muştu? İşte futbola dair ruh dın dışındayken başladı daha
müstehzi gülümsüyor, kaç mil­ futbol aslında işçi sınıfının iklimimiz böyle çelişkili de­ rüya. O neydi öyle; Türki­
yon yuroya kime satıldı en son sporu değil miydi? Dünya ku­ vam ederken geldi haber; şeh­ ye’deydik, Adana’daydık, bir
EKMEK & ÖZGÜRLÜK 43

maç için kuyruktaydık ve kuyruklarda kı­ lisi üyesi olduğunu öğrendiğimizde ve yine kişiyle birlikte itfaiye tarafından böylesine
zıl bayraklar, che posterleri dalgalanıyor, onur konuğu olarak en eski Anap’lı, az eski güzel ıslatılmak, bu maçı bir rüyadan da
yaşasın devrim ve sosyalizm, yaşasın halk­ Akp’li, en yeni Mhp’li Adana Büyükşehir öte artık Marquez romanlarından fırlamış
ların kardeşliği sloganları yankılanıyordu. Belediye başkanı Aytaç Durak anons edil­ bir masal’a dönüştürmüştü ki, çok geçme­
Stadın içinden yapılan ve dışına taşan ya­ diğinde bir burukluk yaşamadık değil ama den, hem de çok hoyrat bir biçimde uyan­
yında ise fon müziği olarak “Çav Bella” şar­ burada normal olan ne vardı ki zaten. dırıldık.
kısı çalıyordu! İşportacı kardeşlerimiz de Hem, konuşmalarında Demirsporun işçi
su ve ay çekirdeklerinin yanına che baskılı ve emekçi kimliğine sahip çıkan, Livor­ Ve rüyanın sonu…
tişörtler eklemişlerdi. Böyle bir durumla no’yu da işçi takımı olduğu için çağırdıkla­ Kale arkasına yakın bir tribünde maçın 70.
olsa olsa yılda üç­beş kez mitinglerde kar­ rını açıklayan da aynı kulüp başkanı değil dakikasında patladı bizi uyandıran ve kal­
şılaşıyorduk ve mitinglerin “olağan” hava­ miydi? bimizin ta derinlerinden vuran bomba. Aç­
sı içinde pek de heyecan verici olmuyordu tıkları birkaç kızıl bayrak ve “Güler Zere’ye
Takımlar sahaya çıktığında gözlerimiz he­ özgürlük” pankartıyla o zamana kadar sa­
bu slogan ve bayraklar. men Lucarelli’yi aradı, şu efsane kaptanı. kin bir biçimde maçı seyretmekte olan bir
Ama şimdi Adana’nın ortasında hiç tanı­ Acaba gene bir güzellik yapar mıydı? Evet, gruba önce özel güvenlikçiler (herhalde al­
madığımız insanlarla ortak bir devrimci kaptan sol yumruğuyla selamlayarak se­ dıkları bir emir sonucunda) müdahale etti,
hâletiruhiyeye bürünüvermiştik. Şenlik yircileri, kendisinden bekleneni saygıyla grubun pankartı vermek istememesi üze­
başlıyordu; evet, devrim ve dans bir arada, yerine getirdi. Gönlümüzden bir de pan­ rine de bir itiş kakış yaşandı. Olay yerine
mümkündü! Şenliğin bütün ritüellerini ye­ kart geçti aslında, futbolcular sahaya şöyle az sonra polisler de geldi ve birkaç kişi
rine getirmek için tişörtlerden ve Demirs­ günün anlam ve önemine denk gelen bir gözaltına alındı. Tribünlerin o kısmında
por store’da satılan maça özgü kaşkollar­ pankartla çıksalardı. Aklımızda, bir önceki seyirci sayısı azdı ve diğer tribünlerden o
dan aldık birer tane. Kaşkollar biraz paha­ Adana Demirspor başkanının Hrant Dink bölüme insanların geçmesi de imkânsızdı.
lıydı ama helal olsundu işçi takımı kimliği­ cinayetinden sonraki günlere denk gelen Bu yüzden güvenlikçilerin müdahalesine
ne sahip çıkan, sınıf kavramının akademi­ bir maça “Hepimiz Hrant’ız Hepimiz Er­ ve gözaltılara karşı fiilen direnmek müm­
den bile uzaklaştırıldığı günümüzde Livor­ meniyiz” yazılı bir pankartla çıkmak için kün olamadı. Ama bizim açımızdan bir rü­
no’yu işçi takımı olduğu için çağıran mavi Futbol Federasyonu’ndan izin istemesi (ve yanın sonunu getiren şey, sıkça yaşadığı­
şimşeklere. tabii ki alamaması) var. Yine o maçta mavi mız için artık kanıksadığımız polis/özel
şimşeklerin attıkları “Hrant Dink’i unut­ güvenlikçi müdahalesi ve gözaltılar değil,
Kuyrukta epey uzun süre bekledik ama ne madık” ve “Ogünler sizin yarınlar bizim o sırada stadın diğer bölümlerinde yaşa­
gam. Çav Bella ezgileri eşliğinde, yoldaşlık olacak” sloganları… Olmadı ama olsun, bu nalardı.
ruhuyla sıra beklemek bile güzeldi. Niha­ maçın kendisi değil miydi zaten en güzel
yet içeri girebildiğimizde ise bir rüyada ol­ Birdenbire, o ana kadar kol kola slogan at­
mesaj? tığımız, beraberce marşlar söylediğimiz,
duğumuza iyice inandık. Tamam, sıra bek­
lerken duyduğumuz sloganlar, gördüğü­ aynı yoldaşlık havasını soluduğumuz (ya
Tezahüratın böylesi
müz bayraklar belki orada burada toplaş­ da öyle zannettiğimiz) insanların bir kıs­
Maç tam bir kardeşlik havasında başladı
mış “bizim çocuklara” aitti de, stada asıl­ mının hiç de yoldaşımız ve hatta kardeşi­
ve öyle de devam etti. Zaten asıl olay tri­
mış o koskoca Che posterleri, “hasta siem­ miz ve hatta arkadaşımız olmadığını gör­
bünlerdeydi, biz de maçtan çok tribünleri
pre” pankartları nasıl oluyordu? İtalyanca dük. Bir kere o görkemli mavi şimşekler­
seyrettik. Maraton adı verilen tribünler­
hazırlanmış bir iki pankartta da Hoşgeldi­ den bu saldırıyı kınama yönünde hiçbir
den izliyorduk maçı ama keşke Şimşek­
niz İtalyan komünistleri/yoldaşlar falan tepki gelmedi. Evet, onların tribününe
ler’in içinde olsaydık diye de düşünüyor­
hayli uzak bir bölümde gerçekleşti saldırı
yazıyordu. Adana Demirspor’un en ateşli duk. Ne kadar coşkululardı, ne kadar ha­
ama gene de ayrıntıları olmasa da olayın
ve tabii ki en muhalif taraftar grubu olan reketli. Zaten rüya gibiydi her şey, ama
genel mahiyetini kavramak o kadar zor
“mavi şimşekler” grubunun tribününde maçın en sürrealist olayı da şimşeklerin
değildi. İkincisi, bizim de olduğumuz ma­
ise koskocaman bir bayrak sallanıyordu ateşlemesiyle gerçekleşti. raton tribününden saldırıyı ve gözaltıları
büyük bir çoşkuyla.
Dünya futbol tarihinde rastlanmış mıdır protesto eden sesler ve sloganlar yükseldi,
Dört parçaya ayrılmış olan bayrakta, sıkı böyle bir şeye, ya da Adana’da daha önce kale arkasına koşuldu, hatta bazıları plas­
durun, şunlar vardı: Küba Bayrağı, Filistin yaşanmış mıdır bilmiyorum ama mavi tik koltukları kırıp polise fırlattı ama en az
bayrağı, orak­çekiçli kızıl bayrak ve Che şimşekler grubunun başlattığı “ıslat bizi it­ bu sesler kadar da özel güvenlikçiler lehin­
posteri. Sosyalist parti kongreleri ve 1 Ma­ faiye” tezahüratı kısa sürede bütün tribün­ de ve “vur, vur” şeklinde tezahüratlar duy­
yıs mitingleri dışında ilk kez böyle bir ola­ lere yayılınca ve bununla da kalmayıp te­ du kulaklarımız.
ya şahit oluyorduk. Yaklaşık 10 bin kişi zahürat “ıslatmayan Mersinli” biçimini Az önce rakip takım lehinde kardeşçe slo­
hep bir ağızdan devrimci marşlar mırılda­ alınca (Adana ve Mersin futbol camiasında gan attığımız insanların hiç de azımsan­
nıyor, bütün stadyumda enternasyonalist Fenerbahçe–Galatasaray çekişmesini arat­ mayacak bir kısmının, sadece kanser has­
bir kardeşlik rüzgarı esiyordu. İnsan he­ mayan bir rekabet var) tribünlerin önün­ tası bir mahkûma özgürlük talep eden bir
men gidip mavi şimşeklere üye yazılmak de beklemekte olan itfaiye aracını kulla­ pankart açtıkları için bir grup insanın ade­
istiyordu. Ne güzel şeydi bu, hem eğleni­ nan işçiler “provokasyona” geldiler ve hiç ta linç edilmesini ister tarzda isterik çığlık­
yorduk, hem meydan okuyorduk endüs­ yüksünmeden bütün tribünleri, ıslanma­ lar atması, bu güzel rüyayı birdenbire kor­
triyel futbola, piyasaya, şovenizme.. Dev­ yan tek bir seyirci kalmayana dek bir güzel kunç bir kâbusa dönüştürdü.
rimden sonra da ancak böyle olurdu her­ suladılar. Doğal olarak en çok da şimşekler
Evet, burası Türkiye’ydi, biz nihayetinde
halde bir futbol maçı. grubunu, zira en ateşli olanlar onlardı.
bir futbol maçındaydık, futbol sadece fut­
Varlıkları gölge düşüremedi Şimdiye kadar sadece mitinglerde panzer­ bol değildi ve devrime daha çok vardı… Ve
Maç başlamadan önce bir konuşma yapan ler tarafından ve dostça olmayan bir şekil­ elbette” ekmek, gül ve hürriyet günleri”
kulüp başkanının MHP’den belediye mec­ de ıslatılmış olan bizler için yaklaşık 10 bin için daha çok çalışmalıydık.
44 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Kültür & Zihniyet

Ekmek, özgürlük, sanat

Filistin halkının İsrail karşısındaki direnişine destek vermeyi ve işgali sona erdirmeyi amaçlayan sanatsal boykot Ken Loach’ın çağrısıyla başladı

Küba’dakiler olmak üzere duyarlı siviller


Filistinli sivil toplum ör­ Sözün ve internetin gücüyle
bu karara isyan ediyor. Internet orta­
yaratılan dayanışma ağı
gütleri, uluslararası ka­ Olay bir kaç ay önce Havana sokakların­ mında Pánfilo’ya destek mesajları yağı­
muoyu içinde bir daya­ da cereyan ediyor. Bir müzik belgeseli yor. Özellikle “Ekmek ve Özgürlük” (Ja­
ma y Libertad) başlıklı bir kampanya
nışma ağı örmeğe çalışı­ için röportaj çekimi yapılırken, bizim
açılarak binlerce imza toplanıyor; Latin
Pánfilo ‘kafa bir milyon’ vaziyette kame­
yor. Güney Afrika’daki ranın önüne fırlayıp “Jama! Jama!” diye Amerikalı ve Kübalı kimi sanatçılar da
desteklerini esirgemiyor. Ve mutlu son:
apartheid rejimine karşı bağırıyor. “Jama”, Küba argosunda “ek­
Resmi makamlar geri adım atıyor, Eylül
etkili olmuş bir yöntemi, mek, yemek” anlamına geliyor. Bu kısa
müdahalenin ardından çekime devam ortalarında Pánfilo’yu tahliye edip alko­
İsrail’e karşı uluslararası ediliyor, derken Pánfilo yeniden kame­ lizm tedavisi için kliniğe yatırıyorlar.
bir boykotu hayata geçir­ ranın önüne gelip kadrajı kaplıyor: “Siz Bir kaç haftalık tedaviden sonra serbest
bana sorun! Burada açız, asıl ekmeğe ih­ kaldığında, kahramanımız artık eski ya­
meye çalışıyor. tiyacımız var! Ekmek!” mealinde sürdü­ şamına mı döner, yoksa bu tatsız şöhre­
rüyor müdahalesini, kollarını aşağı yu­ tin üzerine yeni bir hayat mı inşa eder,
Necati Sönmez
karı sallayarak. Hepsi bu… Gelin görün şimdiden kestirmek zor. Ama internetin
ki, ‘orada olan’ orada kalmıyor. Bu kısa ve kameranın, kendi halinde bir adamın
görüntü tez elden youtube’a düşüyor ve hayatını ­en azından kısa bir süreliğine­
Küba’dan gelen son habere göre, Pánfi­ bir anda yüzbinlerce kişi tarafından tık­ nasıl kökten sarsabileceğini gösterdi bi­
lo’yu hapisten çıkarıp bir psikiyatri kli­ lanıyor. Böylece ­muhtemelen o ana ka­ ze. Bir yanda, rejim için tehdit oluştura­
niğine yatırmışlar. Sahi, Pánfilo da kim? dar internetle tanışık bile olmayan­ Pán­ cak en son kişiye, herhangi bir muhalif
Juan Carlos González Marcos’un takma filo sanal şöhretler kervanına katılıveri­ kimliğe bile sahip olmayan karnı aç bir
ismi. Kendi çevresi dışında düne kadar yor. İş bununla bitse iyi… Video büyük sarhoşa (asıl tehdit bu açlık hali olmasın
adını kimsenin bilmediği Havanalı bir yankı uyandırınca savcılar harekete ge­ sakın!) üstelik “ekmek” diye bağırdığı
yoksul, Pánfilo. Sarhoş kafayla bir kaç ta­ çiyor ve J. C. González Marcos derdest için devletin sopasını gösteren bir sosya­
lihsiz cümle sarfedip bir anda youtube edilip hızlı bir yargılamayla iki yıl hapse lizm anlayışının ironisi; öte yanda ABD
kahramanları arasındaki yerini alan ve mahkum ediliyor. İsnat edilen suç: “Ka­ sokaklarındaki açlar ve evsizler ordusu­
‘hayatı değişen’ bir gariban. mu güvenliğini tehdit” gibi bir şey. Başta na gözünü kapayıp bu olayın üzerine at­
EKMEK & ÖZGÜRLÜK 45

layan Miami’deki kurtların, “İşte görü­ vali, aynı çağrıya olumsuz yanıt verince
yorsunuz, Küba’da millet aç!” diye fer­ Loach filmini festivalden geri çekti. Son­
Kadınların
yat etmesindeki ikiyüzlülük… (Ki rejim
yıkılsa da adayı parsellesek diye tetikte
rası çorap söküğü gibi geldi. Bazı yönet­
menler filmlerini benzer gerekçelerle
12 Eylül mektupları
bekleyen bu müzmin kapitalistlerin festivallerden çekiverdi. İsrail yanlısı lo­ İstanbul’da
Pánfilo’nun aç karnını umursaması, an­ biler de karşı atağa geçip bol bol ‘anti­
cak kedinin fareye yemek ikram etmesi semitizm’ yaftası dağıttı. (Boykotun si­
kadar gerçekçi olabilir.) nema cephesindeki yansımalarının hi­
kayesi için bkz. http:// tinyurl. com/naf
Fakat bunları geçelim şimdilik. Soğuk
7zm)
savaş yıllarından kalma gibi görünen bu
hikayenin pek çok veçhesi içinde asıl ilgi Bir anlamda Ken Loach sayesinde hız
çekici olan, işin sivil dayanışma boyutu. kazanan, ama Naomi Klein başta olmak
Düşünün ki ne ünlü bir yazar/sanatçı, üzere pek çok Yahudi aydın tarafından
ne de Mandela veya Sui Kyi gibi bir mu­ desteklenen boykot eyleminin en kitle­
halefet lideri var karşımızda. Basbayağı sel olanı ise kısa bir süre önce Toronto
sıradan bir vatandaş, hatta en mülksü­ Film Festivali’ne karşı yapıldı. Festival
zünden bir yoksul, sokağa falan da dö­ yöneticilerinin bu seneki programda Tel
külmeden sırf sözün gücüyle yaratılan Aviv’e dair filmlere özel bölüm ayırması
bir dayanışma ağı sayesinde hapisten sert tepkilerle karşılandı. Kanadalı bir
kurtulabiliyor. Üstelik geleneksel med­ yönetmenin filmini festivalden çekme­
yanın ilgisine ve desteğine gerek duy­ siyle başlayan tepkisel sesler, bu sefer
madan. (“Burma VJ” adlı belgeseli izle­ çok daha gür çıktı. “İşgali Kutlamaya Ha­
yenler, Burma’daki rahip ayaklanmaları yır” başlıklı deklarasyon, aralarında
sırasında küçük kameraların cuntaya Hollywood ünlülerin de yer aldığı yüz­
karşı nasıl da etkili birer direniş aygıtı­ lerce sinemacı, sanatçı ve aydın tarafın­
na dönüşebildiğini görecektir.) dan imzalandı.
Kültürel boykot cephesinde bunlar olur­
İsrail devletine karşı ekonomik, ken, boykotun en kritik ayağı olan eko­
akademik ve kültürel boykot nomik alanda daha çarpıcı sonuçlar el­
İşin boyutu ve bağlamı çok farklı, ama de edildi: Brezilya Parlamentosu’nun İs­
araçlar aşağı yukarı aynı: Filistinli sivil rail’le serbest ticaret anlaşmasını askıya
toplum örgütleri, birkaç yıldır uluslar­ almayı gündemine almasının üzerinden Gerçek veya kurgusal anlatılar üzerinden
arası kamuoyu içinde bir dayanışma ağı bir hafta geçmeden, 6.5 milyon işçiyi bir döneme ayna tutmayı, farklı hikaye­
örmeğe çalışıyor ilmek ilmek. Güney Af­ temsil eden Britanya İsçi Sendikaları leri bir araya getirerek 12 Eylül’ü hatır­
rika’daki apartheid rejimine karşı bir Konsgresi’nden (TUC) İsrail’e karşı lamayı ve hatırlatmayı amaçlayan “Ka­
zamanlar denenip etkili olmuş bir yön­ boykotu destekleme kararı çıktığı habe­ dınlar Saçlarını Çözüyor/12 Eylül’e Mek­
temi, İsrail’e karşı uluslararası bir boy­ ri geldi. tupları” sergisi, 1­10 Ekim tarihleri ara­
kotu hayata geçmeye çalışıyor. Bunca sında Uluslararası İstanbul Bienali kap­
Bu örnekler çoğalarak artacak gibi gö­ samında garajistanbul’da açılacak.
BM kararına, uluslararası çağrı ve ra­
rünüyor. Bakalım Türkiye’nin başbaka­
porlara kulağını tıkayıp bildiğini oku­ Türkiye’nin pek çok ilinden kadınların
nı, ‘din kardeşleri’ için mangaldaki kül­
maya devam eden İsrail’i uluslararası farklı araçları kullanarak ve farklı form­
leri bu sefer nasıl üfleyecek?
hukuk kurallarına uymaya zorlamanın larda hazırladıkları mektupların yer al­
tek yolunun böylesi bir boykotu yaygın­ dığı bu sergi, ziyaretçilerin ‘o anda ve
laştırmaktan geçtiğine inanıyorlar. Öyle orada’ yazacakları mektupların da dahil
görünüyor ki, en azından Gazze adlı dev edileceği interaktif bir sergi olacak. Ser­
hapishaneye tıkılan sivillerin nefes ala­ gide tamamı kadınlar tarafından yazıl­
bilmesi, tüm Filistinlilerin düpedüz ırk­ mış 12 Eylül’e ilişkin mektupların yanı
ayrımcı bir devletin kuşatması altında sıra fotoğraflar, karikatürler, resimler ve
yaşamaktan kurtulabilmesi, bu boyk­ objeler de yer alıyor.
otun başarısına bağlı.
Kadınlar saçlarını kesecek
İşte bu uzun erimli çaba, kayda değer Sergi süresince kadınların 12 Eylül’de
meyvelerini şimdilerde vermeye başla­ yaşadığı bedensel travmayı simgeleyen
dı. Kısaca BDS (Boykot, Dışlama,Yaptı­ bir de performans gerçekleştirilecek. Ka­
rım) olarak anılan kampanya kapsamın­ dınlar saçlarından bir parçayı kesip, ser­
da, İsrail devletine karşı “ekonomik, gi alanındaki bir cam fanusun içine ko­
akademik ve kültürel” boykot çağrısına yacaklar. Binlerce kadının 12 Eylül son­
gelen çekingen yanıtlar içinde ilk ses ge­ rasında yaşadığı cinsel saldırıların, hâlâ
tireni Ken Loach’unki oldu. Mayıs ayın­ taşınan bedensel travmanın simgesi olan
da düzenlenen Edinburgh Film Festivali, bu saçlar, “Darbeciler Yargılansın, İşken­
Loach’un çağrısı üzerine İsrail konso­ ceciler ve Tecavüzcülerden Hesap Sorul­
losluğundan aldığı minik desteği iade Pánfilo için açılan Ekmek ve Özgürlük sun” kampanyasının bir parçası haline
etti. Arkasından Melbourne Film Festi­ kampanyasının afişi gelecek.
46 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Kültür & Zihniyet


Bir zamanların ateşli devrimci anne ve ba­ Elbette değil! Fakat bugün dünyanın dört

Yeni nesil balarının çocuklarına zarar gelmesinden


korktukları veya inançlarını yitirdiklerin­
den, "bu işler"den uzak durmalarını tembih
bir yanında mevcut durumdan hoşnutsuz,
alternatif arayışları içinde olan halk kitleleri
için "başka bir düzenin" mümkün olabile­

gerçekten ettikleri hesaba katılırsa, bu neslin neden


"kaybedilmiş" olduğu sorusunun yanıtının
ne karmaşık olduğu anlaşılabilir.
Kaybedilmiş nesil, yitirilmiş politik ve ör­
ceğinin de bir kanıtı. Emperyalistlerin, elli
yıldır bu "küçük" ülkeye boyun eğdirme ça­
baları da bundandır!
Dünya üzerindeki emperyalist işgaller açlık

kayıp mı? gütsel mevzilerimizin, kaybedilmiş bir


umudun ve inancın üzerine doğdu. Kapita­
lizmin kendisini tek ve alternatifsiz bir sis­
ve adaletsizlikten bunalan halklara madal­
yonun öbür yüzünü göstermek istemeyen
emperyalistlerin, korkularını şiddetle dışa
vurmalarıdır aynı zamanda. Kapitalizmden
tem olarak pazarladığı ve acımasız yüzünü
Gelecek nesillere onurlu, eşit, bütün çıplaklığıyla gösterdiği bir zamanda... başka bir sistem mümkün değilse bu şid­
özgür ve insanca yaşayabilecek­ detle bastırma çabası niye?
Ailenin ekonomik sıkıntısı, üniversite ka­
leri bir dünya bırakmaksa amacı­ zanmanın zorluğu ve maddi yükü, sonrasın­ Eklemek gerekiyor; şiddet korkunun dışa
mız, "kaybedilmiş nesil"i kazan­ da iş bulmanın "imkânsızlığı" ile boğuşma vurumudur da bu şiddete en çok maruz ka­
mak zorundayız. gibi nedenlerle isyanın kıyısına sürüklenen, lan kesimlerden birisi gençliktir! Okuyan,
ancak başka bir sistemin mümkün olacağı­ düşünen, çalışan gençlik... Çünkü kapitalist­
U. Ulaş Topaç na ihtimal vermeyen bir neslin tepkisi de lerinde iyi bildiği gibi, gençlik, bir sistemin
sistem içinde ya da sistemin belirlediği bir geleceğini belirler.
çerçeve de ortaya çıkar. Sistemin reddini Şiddetten kastım sadece fiziksel anlamda
"Kaybedilmiş nesil!" Günümüzde genç ku­ içeren bir isyan manasızdır; çünkü yerine değil... Okulda; gereksiz bilgi yükleyerek
şak için en çok kullanılan sözlerden. Gençli­ bir şey koyamayacağına inan(dırıl)mıştır. gencin kafasını doldurup başka şeylerle il­
ği kaybetmenin kabullenilmesinin de bir Başkasına (yani kapitalist sisteme göre ra­ gilenmeyen sürü mensupları yaratma çaba­
başka ifadesi. Bu sözün gençlik için kulla­ kibine çünkü kapitalizmde insanlar birbiri­ sı; evde, ailenin çocuğa yüklediği “hiç bir
nılmasının nedenleri olarak; gençliğin top­ ne destek olacak kişiler değil rakiptirler) şeyle uğraşmaması sadece kendini düşün­
lumsal sorunlara duyarsızlığı, ben merkez­ veya kendine uyguladığı şiddet ve farklılaş­ mesi diğer insanları düşman görmesi ve ha­
ciliği, sorumsuzluğu, boş vermişliği gibi da­ ma çabası tam bu yüzdendir. Bir çeşit isyan­ yattaki rakipleri olduğu” öğretisi; çalışma
ha bir çok etmen gösteriliyor. dır fakat kurtulamayacağını sorgulamaksı­ hayatında, kendine ayıracak zamanların,
Peki, bu etmenler günümüz gençliğinin zın "kabullendiği" bir sisteme karşı, nevroz­ çalışmaktan pestile dönmüş bir vücudu bir
"kaybedilmiş nesil" olduğunu gösteriyor lu, çaresiz bir isyan… sonraki çalışma gününe kadar dinlendir­
mu? Kesinlikle hayır! Çünkü gençlik tepki­ Peki "kaybedilmiş nesil"i mekten başka bir işe yaramaması v.b.
siz ve durağan değil, isyanı var. Evde aile, nasıl kazanabiliriz? "Kaybedilmiş nesil"i kazanmak için elimiz­
okulda öğretmen, işte patron, mahallede Aslında bu sorunun yanıtını, bir biçimiyle de belki de bugüne kadar hiç olmayan bir
çevre baskısından bunalan genç isyanını kapitalizmin kendisi de veriyor. ABD’nin imkân var. Kapitalizmin çatırdamaya baş­
fazla alkol, uyuşturucu, sigara, "toplum ah­ başına yeni geçen her başkanın ilk söylem ladığı ve arkasındaki "kızıl güneş"in ışıltıla­
lakına" uymayan makyaj, her şeye isyan et­ olarak Küba'daki rejimi değiştireceğini vaat rının görülmeye başlandığı şu zamanda o
mekle beraber sadist dürtüleri körükleyen etmesi, Avrupa’da çıkan her ekonomik kriz­ çatlağı göstermemiz yeter!
müzik anlayışı, içe kapanıklık, şiddetin tür­ de Marksizmi karalama kampanyalarına Bunun tek yolu ise gençliğe geleceğin kuru­
lü biçimleri vb. ifade ediyor. Yani içindeki is­ başlanması gibi örnekler "komünizmin ha­ cuları arasında olduğunu hatırlatmaktan
yanı, sisteme, yaşadığı ortama tepkisini bir yaletinin” dünya üzerinde hala dolaştığını geçiyor! Gençliğe umudu ve inancı aşılaya­
şekilde, kapitalist dünya ve toplum anlayı­ ve emperyal güçlere korku saldığını göste­ bilmek için kapitalizmin maskesini düşür­
şına göre “normal” sayılmayan şekillerde riyor. Özellikle bu dönemde bu korku do­ memiz yetecek. Bu da pratik eylemlilikleri­
dışarı vuruyor. ruklara ulaşmış ve Marks’ı herhangi bir fi­ mizden aldığımız sonuçlar ve söylemleri­
Sosyalizme inanmak lozof gibi kitaplara hapsedemeyeceklerini mizdeki kararlılıkla sağlanabilir. Zafere
Şimdiki soru gençlik sistemden bu kadar anlamışlardır. inanmak için kazanılabileceğini bilmek la­
rahatsızken isyanını, neredeyse isyan ettiği zım.
Biraz düşünelim, Küba ekonomik ve askeri
her şeyin tarihsel alternatifi anlamına da
yapısı bakımından, emperyalist sistemi teh­ Çok bilinen bir sloganla bitirmek gerekirse;
gelen sosyalizm ile buluşturamıyor? Sosya­
dit edebilecek bir unsur mu? "gençlik gelecek, gelecek sosyalizm"!
lizmin ne olduğunu bilmemelerin bunda
rolü var mı acaba?
1960 ve 1970'lerde gençlik hareketlerinin
kitleselliğini hepimiz biliyoruz. "Reel" sos­
yalizmin varlığı bir yandan, Çin, Küba, Viet­
nam öte yandan, insanlara umut veriyor ve
kapitalizmden kurtulmanın mümkün oldu­
ğunun altını çiziyordu. Çeşitli eksikliklerini
sosyalizmin dünya ölçeğinde yükselen dal­
gasının varlığıyla kapatıyorlardı. Kitleselleş­
me teknik anlamda sadece bilginin olma­
sıyla değil, bilginin inanca dönüşmesiyle
mümkündür. Bu inanç doğrultusunda genç
ve kitlesel bir nesil... Fakat önce 12 Eylül
1980 faşist darbesi, sonrasında da 1991 de
SSCB’nin çözülüşüyle gençlik boşluğa düştü. Bağımlılıkların insan hayatı üzerindeki etkilerini konu adinen Requiem for a Dream filminden bir sahne
EKMEK & ÖZGÜRLÜK 47

Kayıplarımız
Ali Dehri: Teori ve
pratiğin birliğine dayalı
bir devrimci yaşam
Levent Dölek

Aziz Vatan (Ali Dehri) mücadeleyle dolu bir


yaşamın ardından talihsiz bir hastalığa ye­
nik düşerek 10 Ağustos pazartesi sabahı
aramızdan ayrıldı. İster Aziz Vatan, isterse
de Ali Dehri olarak tanımış olsun, herkes
onun sadece politik mücadelesiyle değil bu
mücadeleye kopmaz biçimde bağlı, insani
Tülay Arın’ı ve ahlaki değerleri ile de örnek bir insan ol­
duğu konusunda birleşiyor. Aziz Vatan’ın
hep özleyeceğiz örnek kişiliği ve mücadelesi bugün müca­
ye’nin yarı­feodal ve yarı­sömürge olarak
nitelenmesine Marksist eleştiriler getirmiş,
dele eden devrimciler için önemli dersler
işçi sınıfı yönelişini ve kitle çizgisini savun­
de içeriyor. Aziz Vatan’ın yaşamı Türkiye
muş, Üç Dünya Teorisi tartışmalarında ön­
İktisatçı Prof. Tülay devrimci hareketinin inişli çıkışlı, politik
derliğinde yer aldığı TKP (M­L) Hareketi bu
açıdan savrulmaları, kopuşları, yeniden kü­
Arın, Kilyos’ta üniversi­ melenmeleri, yeniden dağılmaları, ilerle­ oportünist tezi reddetmiş ve ÇKP’den ideo­
lojik olarak kopmuştur. Aziz Vatan’ın bur­
tedeki meslektaşları, meler ve gerilemeleri barındıran 30 yıllık
serüveniyle örtüşmektedir. Benzer çalkan­ juvaziden ideolojik olarak kopma yöneli­
feminist dostları ve tıların aynı kuşağın insani ve ahlaki değer­ şindeki çalışmaları ve bunun politik sonuç­
ları 1979’da geçmişte kurduğu örgütle yol­
lerinde de yaşandığını; geriye dönüp bak­
yakınlarının katıldığı tığımızda Aziz Vatan’ın tüm bu süreçlerden larının ayrılmasına neden olmuştur.
törenle toprağa verildi her yönüyle alnının akıyla çıkmış olduğunu Aziz Vatan, politik yaşamının devamında
Stalinizmi devrimci bir eleştiri temelinde
görüyoruz.
Tülay Arın'ın kaybı sosyalist ve feminist Bugün mücadeleye atılan genç kuşağı, Aziz reddederek devrimci Marksist bir senteze
Vatan’ın kuşağının yaşadığı zorluklardan ulaşmış ve bu doğrultuda örgütlü bir mü­
çevrelerde üzüntü yaratttı.
daha azı beklemiyor. O halde bu süreçten cadele yürütmüştür. Bu yıllardaki politik
Geçirdiği bir kalp krizi sonucu 30 Ağus­ mücadelesinde Ali Dehri adıyla tanınan
alnımızın akıyla çıkabilmek için Aziz Vatan
tos’ta Fethiye'de yaşamını yitiren İstan­ Aziz Vatan’ın devrimci Marksizmi’nin te­
(Ali Dehri) örneğine sahip çıkmamız gere­
bul Üniversitesi emekli öğretim üyesi kiyor. meli 1968’li yıllardaki Aziz Vatan’ın başlan­
Tülay Arın, 2 Eylül'de İstanbul'da topra­ gıç noktasıyla aynıdır.
ğa verildi. Prof. Dr. Arın'ın iktisadi krizler, 70’lere gelirken Türkiye solunun ve dev­
rimci hareketinin içine girdiği tartış­ Aziz Vatan’ın yaşamı ve mücadelesi her­
kadın emeği, gelir dağılımı, sosyal poli­ hangi bir ideolojiyi bir sekt mantığıyla sa­
ma/ayrışma sürecinin Milli Demokratik
tika alanlarında çalışmaları bulunuyor­ vunmanın, bir teorik anlayışı devrim hede­
Devrim­Sosyalist Devrim tartışmasına in­
du. dirgendiğine çok sık tanık oluruz. Oysa her finden kopartarak salt bir kimliğin parçası
Tülay Arın muhalif kimliğini hayatı bo­ ne kadar devrim stratejisi üzerine odakla­ olarak benimsemenin devrimcilikle bir il­
yunca korudu; akademik özgürlükler nan tartışma saflaşmaya rengini verse de gisinin olmadığını öğretmiştir.
için olduğu kadar cinsiyet ayrımcılığına özünde devrimcilik­reformculuk temelin­ Aziz Vatan’ın kendi kuşağından maddi ve
karşı da mücadele etti. Öğretim Eleman­ de bir ayrışma yaşanmıştır. Bu ayrışmada manevi olarak kapitalizmin derinliklerine
ları Sendikası (ÖES)'in kurucu üyeleri devrimci safta tutum alan yapılar anti­em­ savrulanların sayısı ne yazık ki çok fazla.
arasındaydı; 1980'li yıllarda yükselen fe­ peryalist ve yurtsever temelde yükselen Ne var ki tersi örnekler de mevcut ve Aziz
minist harekete omuz verdi. Adını, gençlik mücadelesinin içerisinden çıkarak Vatan bunlardan biri. Burjuvaziden ideolo­
Marx'ın "filozoflar dünyayı çeşitli biçim­ burjuva düzenine ve devletine meydan jik ve politik olarak kopmak ne kadar
lerde yorumlamakla yetindiler; oysa asıl okuyan, onu politik olarak karşısına alan önemliyse, bu düzenin pisliklerinden ahlâ­
önemli olan dünyayı değiştirmektir", te­ bir mücadeleye giriştiler. ki olarak da kopmanın aynı ölçüde önemli
Aziz Vatan (Ali Dehri) o dönemde Milli De­ olduğunu, Aziz Vatan yaşamıyla göstermiş,
zinden alan 11. Tez kitap dizisinin yayın
mokratik Devrim tezini benimsemekle bir­ devrimciliğin bir yaşam tarzı ve bir ahlâki
kurulundaydı. duruş olduğunu yoldaşlarına anlatmıştır.
likte devrimcilik­reformculuk ayrışmasın­
Tezini Marksist olduğu için kabul etme­ da düzenden kopamayan Doğu Perinçek ve Bu konuda esas değerleri sözleriyle değil
yeceğini bildiren, ama böyle yazarsa si­ TİİKP’den ayrılan İbrahim Kaypakkaya ile bizzat yaşamıyla aktarmıştır.
ciline işleneceğini, o yüzden yetersiz ol­ birlikte TKP(M­L)’nin saflarında yer almış; Aziz Vatan’ın sağlığında söylediği gibi ve
duğunu yazacağını söyleyen bölüm baş­ bu kopuşun ideolojik bakımdan doğru yön­ onun yaşamından hareketle bugün bayrağı
kanına, "Siz gerekçeye komünist olduğu­ de olmakla birlikte yetersiz olduğunu za­ devralacak biz genç devrimcilere, şu söyle­
mu yazın; sicilimi kirleten öbürüdür", manla görmüştür. Aziz Vatan, 12 Mart son­ nebilir: “Devrime ulaşmak isteyen burjuva­
yanıtını vermişti. Aklı, iradesi ve cesareti rasında TKP(M­L) hareketinin tekrar ör­ ziden 3 kopuşu (politik, ideolojik, ahlâki)
hep bizimle olacak. gütlenişinde sorumluluk alırken, Türki­ gerçekleştirmek zorundadır.”
Yerel süreli yayın u Ortaklaşa Yayıncılık u Sahibi ve Sorumlu Md. Erdal Çınar, 847 Sk. No.:14/201 Kemeraltı / İzmir u Yazı Kurulu: Tektaş Ağaoğlu,

EKMEK&ÖZGÜRLÜK Yeşim Dinçer, Hakan Günver, Ertuğrul Kürkçü, Osman Soyer, Haluk Yurtsever u Yayın Kurulu: Can Atalay, Erdal Çınar, Muhsin Dalfidan, Kaya Eker,
Hakan Günver, Ali İleri, Kenan Kalyon, Vakkas Kılıç, Şaziye Köse, Ertuğrul Kürkçü, Haluk Yurtsever u Basıldığı Yer: Ezgi Matbaacılık
Tel: 0212 452 23 02, Çobançeşme Mah., Sanayi Cad., Altay Sk., No.:10-A Blok, Yenibosna - Bahçelievler / İstanbul u Yönetim Yeri: Katip Mustafa
Çelebi Mahallesi, Tel Sok. No. 28, Kat 3, Beyoğlu-İstanbul u İnternet sitesi: www.ekmekveozgurluk.net u Tel: 0212 293 6220

Bir devrim isteyenler, bir de istemeyenler var. Bu iki kampı görmeyen yazar, içinde
yaşadığı devrin en büyük gerçekliğini anlamıyor demektir. Böyle bir yazarın tonla kâğıt
tüketen bir kalem efendisinden veya efendisinin dikte ettiği hesap pusulasını dolduran
câhil kâhya ve uşaktan farkı yoktur. Böyle kimseler, hiç olmazsa yazarlığın adını
pislemesin, gitsin daha namusluca başka işlerde çalışsınlar. Bu gün ve yazarın yazar
olmanın ilk şartı, devrimle gericiliğin güncelliğini görecek yetenekte olmaktır.
Dr. Hikmet Kıvılcımlı
İnkılapçı Münevver Nedir? Hanri Barbüs, 1 Ekim 1935, Marksizm Bibliyoteği, No.: VIII

You might also like