You are on page 1of 37

Cumhuriyet 24.01.

2003
Uğur İçin...

Uğur için her ölüm yıldönümünde bir anma yazısı yazdım...

İşte onlardan birkaç satır...

**

1996...

''Aradan üç yıl geçti...

Sözümüzü tutabildik mi?..

Halimize bakan ağlamaklı olur, Uğur'u sevenlerin dağınıklığına diyecek yok!..

Uğur adına her yıl 24 Ocak'ta toplantılar düzenliyoruz; konuşuyoruz...

Sonra dağılıyoruz.

Uğur evliya gibi oldu...

Evliya türbelerinde mum yakmak, dinsel göreneğin edilgin eylemidir.

Uğur için bir mum yakmak başka şey...

Sürekli eyleme katılmak, alın teri dökmek, örgütlenmek, kurumlaşmak, amaçlarımızın kıblesine
doğru yürümek, Uğur'un ömrü boyunca savunduğu fikirleri hayata geçirmek için ortak bir güç
oluşturmak, demokrasi ve devrim yolundaki kişi için bir mum yakmak demektir.

'Sen de bir mum yak!...'

Ama mumun alevindeki titreşimlere bakarak duygulanmak yetmez...

Yalnız mum yanmasın.

Sen yanmasan, ben yanmasam, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa..."

**

2001...

''İnanılır gibi değil, Uğur'un 8'inci ölüm yıldönümü gelmiş çatmış...

Zaman nasıl geçiyor?..

Hayyam 'ın dediği gibi:


Ömrümüzden bir gün daha geldi geçti;

Dereden akan su, ovada esen yel gibi.

İki gün var ki dünyada, bence ha var ha yok:

Gelmeyen gün bir, geçip giden gün iki.

Gözlerimi kapıyorum, Uğur'un iki fotoğrafını yan yana görüyorum: Biri Ankara Hukuk Fakültesi'nde
öğrenciyken, öteki durmuş oturmuş bir yazarken...

Cin gibi, nüktedan, neşeli, savaşımcı, araştırmacı, kalem sahibi Uğur...

Hayatta olsaydı Türkiye'nin bugünkü haline baktıkça oturup ağlardı Uğur...

Ama, bir an bile umutsuzluğa kapılmaz, ön safta görevini üstlenirdi.''

2002...

''Kim söylemişti?..

- Zaman geçmiyor, biz geçiyoruz...

Kaç yıl geçti?..

Dokuz!..

Dokuz yıl az buz bir zaman değil, 1993'ten 2002'ye varıncaya dek insanlık başdöndürücü bir hızla
yaşadı, dünya küreselleşti...

Terör tırmandı..

Tırmandı..

Tırmandı..

ABD'yi vurdu!..''

**

2003

Bu yıl terör Hablemitoğlu 'nu vurdu...

Terör sürüyor...

Dünya çürüyüp dökülüyor...


Bu yazıyı geçen yıl Uğur için yazdığım anma yazısının son satırlarıyla noktalayayım:

**

''Uğur bugün yaşasaydı çok da üzülürdü...

Niçin?..

Aradan geçen dokuz yılda medyanın nereden nereye geldiğini, adına 'gazeteci' denilen kimilerinin
nasıl değiştiklerini görüp kahrolurdu...

21'inci yüzyıla giren Türkiye'de 'sarı basın kartı' nın 'basın' ı gitti...

'Sarı' sı kaldı!..''

-- eHaberci --

Ilhan selcuk

Mumcu'nun teröre bakışını konu alan belgesel izleyiciyle buluşuyor

ANKARA- Uğur Mumcu 'nun teröre bakış açısı, ölümünün 10. yılında bir film ile belgelendi.
Adalet ve Demokrasi Haftası'nın son günü olan 31 Ocak günü Şinasi Sahnesi'nde düzenlecek
olan etkinlikte ilk kez gösterime girecek olan belgeselin metni tümüyle Uğur Mumcu'nun yazı ve
konuşmalarından derlendi. Tülin Eraslan 'ın yönetmenliğini, Melih Fehmi Tatlıcan 'ın yönetmen
yardımcılığını üstlendiği belgeselin görüntü yönetmenliğini Can Ankaralı üstlendi. Uğur Mumcu
Araştırmacı Gazetecilik Vakfı'nın, Kültür Bakanlığı ve TRT'nin katkılarıyla gerçekleştirdiği
belgeseli Erdal Küçükkömürcü ve Tülay Bursa seslendirdiler. Filmdeki canlandırmalarda ise
Mehmet Ulay oynadı.

Belgesel, Uğur Mumcu'nun düşünsel gelişimini büyük ölçüde etkileyen 1960'lardan başlayarak
Türkiye'de gelişen terör olaylarını adım adım işliyor.

12 Mart, Türkiye'de binlerce kişinin ölümüne neden olan 1970'li yıllar boyunca gelişen olaylar, 12
Eylül, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı, Asala ve PKK terörünün de ele alındığı belgesel yaklaşık
30 yıllık bir yakın geçmişi konu ediniyor.

Filmin yönetmeni Tülin Erslan , belgeselin Uğur Mumcu'nun 10. yılında kendisini anmak için
hazırlanan bir film olduğunun altını çizerek, şunları söyledi:

''Belgesel, aynı zamanda Uğur Mumcu'nun yazıları ışığında yakın geçmişimizi anlatan bir
dönem filmidir. Yaşanan acılar ve terör olaylarından kesitler veren bu film, hazırlanmakta
olan belgesel dizinin ilk bölümüdür.
Bu proje, ülkemizde yaşanan terör olaylarını irdelemek ve yakın tarihimize ışık tutmak
amacıyla hazırlanmaktadır. Bu dizi belgeselle; geçmişte yaşanan acıları tazelemeyi değil,
toplumsal belleğimizi, belgeseller aracılığıyla diri tutmayı sağlayarak önümüzdeki günlere
daha sağlıklı ve sağduyulu kararlarlar verebilecek düşünme zeminleri oluşturabilmeyi
amaçlıyoruz.

Bu film için Milli Kütüphane'de yaklaşık 40 yıllık bir gazete taraması ve çekimleri yapıldı.
Kültür Bakanlığı ve TRT arşivlerinden çok sayıda arşiv görüntüsü tarandı ve kullanıldı.''

Cumhuriyet 24.01.2003
Heykeltıraş Ayhan Yılmaz'ın Faili Meçhuller Heykeli

İPEK YEZDANİ

Heykeltraş Ayhan Yılmaz, Ankara'da bombalı bir suikast sonucu katledilen Gazetemiz Yazarı
Uğur Mumcu 'nun ölümünün 10. yılında, ''Mumcu ve katledilen tüm aydınlar'' anısına ''Faili
Meçhuller Heykeli'' yaptı.

''Bir kitap sayfasında katledilişin sembolize edildiği'' anıtın kaidesi, Mumcu'nun o çok sevdiği
şehrin, Ankara'nın taşından yapıldı. Anıtın üst ön yüzeyinde taş kaplamada ise şu yazı yer aldı:
''Kimi ölüler bize ne kadar da yakın, yaşayanların birçoğu ne kadar da ölü...''

Daha önce birçok uluslararası sempozyuma ve karma sergiye katılan, ulusal anıtlara imza atan
Yılmaz, bugün açılışı yapılacak olan Faili Meçhuller Heykeli'nin çizimlerine Uğur Mumcu
Araştırmacı Gazetecilik Vakfı'ndan gelen talep üzerine başlamış.

Mumcu'nun eşi Güldal Mumcu ve beraberindeki bir heyet tarafından tasarımları arasından seçim
yapıldığını belirten Yılmaz, anıtın üç buçuk metre yüksekliğinde ve yaklaşık bir buçuk ton
ağırlığında olduğunu söyledi.

Bu anıtın ''Aydınlık, özgürlük, barış, kardeşlik için farklı bir anlamı olduğunu'' ifade eden
Yılmaz, şöyle konuştu:

''Yıllardan beri katledilen bilim adamı ve aydınlara dair bir gösterge olan kitap ve kitap
sayfası üzerinden bir tasarım yaptım.

Heykel, bir kitap sayfasının belki bir patlamayla parçalanarak yırtılışını gösteriyor. Bir
sayfanın iki parçaya ayrılması, ayrılırken orta noktada de figürü sembolize eden bir
çizgilenme söz konusu oluyor. Anıt iki ana parçadan oluştuğu için de ortadaki boşluk,
gökyüzüne doğru bir uzam oluşturuyor ve bu uzam da aslında sonsuzluğa gidişi sembolize
ediyor. Heykeldeki figür geriye doğru bükülmüş durumda.

Bu geriye doğru bükülüş de bir tür katledilişi de simgeliyor. Dolayısıyla bu, 'Uğur Mumcu' adı
altında yapılan ama onun öncesinde ve sonrasında katledilen tüm aydınları, tüm faili
meçhulleri işaret eden bir anıt.''

Kendisi gibi genç heykeltraşların ''çağın esprisini yansıtan tasarımlar yapması gerektiğini''
düşünen Yılmaz'ın Mersin'de, Antalya'da ve İstanbul'da da şehir girişlerinde anıtları bulunuyor.

Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü öğretim görevlisi Ayhan Yılmaz'ın
yedinci kişisel sergisi de İstanbul'daki İş Bankası Parmakkapı Sanat Galerisi'nde açıldı.

Yılmaz, son 6-7 yıl içinde ürettiği heykellerden bir seçkinin yer aldığı sergide, malzeme kullanımı
açısından da yeni esprilerin arayışı ve deneysel çalışmaların yer aldığını söylüyor.

Yaklaşık 70 heykelin yer aldığı sergideki yapıtlarında daha çok Anadolu kültürüne göndermelerde
bulunan Yılmaz, ''Göz figürü ve boğa kültüyle ilgili göstergeleri ağırlıklı olarak kullandım.

Duvarlardaki küçük rölyef tarzı ve kolaj tarzı işlerim de aslında bir tür büyü nesneleri gibi
düşündüğüm çalışmalar'' diyor.

Heykeli ''bir ışık, bir ses ve enerji'' olarak tanımlayan Yılmaz, ''Bence heykel bulunduğu mekânı
değiştirebilmeli, etkileyebilmeli. Oranın atmosferine kendi gücünü yayabilmeli.

Çünkü heykel aslında görsel ama görsel olduğu kadar o enerjisinin ışığını da yayabilmeli''
diye konuşuyor.

-- eHaberci --

Cumhuriyet 24.01.2003
DOSTLARI UĞUR MUMCU'YU ANLATIYOR

ATATÜRK ARKADAŞIM

KERİM AFŞAR (Tiyatro sanatçısı)

Kimi okul arkadaşıdır, kimi asker arkadaşı. Mumcu, benim Atatürk arkadaşımdı. Sanırım
dostluğumuz 1960'lı yılların başlarına dayanıyor.

Ben 27 Mayıs devriminden sonra Atatürk'ün büyük nutkunu günümüz Türkçesiyle Ankara
Radyosu'nda okurken, o, d aha önceleri Yön, sonra Devrim dergisinde ışımaya başlamıştı.

Sık sık Yön dergisini çıkaran rahmetli Doğan Avcıoğlu'nun bürosunda karşılaşıyorduk.

Sonra Cumhuriyet'teki yıllar... Ben, bilmem neden Uğur Mumcu'ya hep Mumcu diye hitap
ettim. Acaba bu Mumcu'nun mumu bildiğimiz mumlardan değil de ondan mı? Bu mum,
yalnız kendi dibini değil, çevresini aydınlatıyordu.

Erimiyor, bükülmüyor, tükenmiyor, üfledikçe parlıyor, söndürmeye yeltendikçe gözleri


kamaştırıyor, karanlıkta çalışanları öfkelendiriyor, karanlık güçleri çileden çıkarıyordu.

Ama mumun ışık gücü artıkça artıyordu.

Öyle ki, artık Mumcu bile bunu önleyemiyordu. Kendisi için ne kadar tehlikeli olduğunu bile
bile Muhsin Ertuğrul, Muammer Aksoy, Ahmet Taner Kışlalı, Nadir Nadi'den sonra
kaybettiğimiz ödünsüz Atatürk arkadaşım sevgili Mumcu, kim suçlu?
Katiller maşa, kiralık eller asıl suçlular. Atatürk ilke ve devrimlerinden özellikle laiklik
ilkesinden durmadan ödün veren gelmiş geçmiş tüm iktidarlar partiler, liderler, bireyler
hepimiz.

Giderek toplumumuzun gözü kulağı beyni vicdanı olan bu ışığı taşıyamadık. Mumcu'yu ağıt
yakışmıyor. Yazıklanmak acımızı eksiltmiyor. Sadece cenazesinin ardından değil, ödünsüz
Atatürkçü Mumcu'nun onurlu yolunda hep birlikte yürüyelim.

SUSMA KONUŞ PAŞA KONUŞ

M. EMİN DEĞER (Hukukçu)

24 Ocak'ta gerçekleşen suikasttan sonra, Mumcu'yu sevenlerin, seslerini ve öfkelerini yükselttikleri


günlerde, zamanın devlet büyükleri de birbirleriyle yarışırcasına övgü ve anılarını dile
seslendirirken failin bulunmasını namus borcu saydıkları kamu oyunca bilinmektedir. Eski
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş de, ''Onu çok severdim, küçükken komşuyduk,
kucağıma oturur konuşurduk'' sözleriyle o kervana katılanlardandı.. Suikasttan on gün kadar
önce Harp Akademilerinde, kendisinin ricasıyla verdiği konferans sonrası ayakta 5 dakikadan fazla
alkışlanan Uğur Mumcu için, anılarını bu sözlerle konuşturan Org. Güreş emekliye ayrıldığında
kendisiyle Cumhuriyet gazetesi adına bir söyleşi yapılır. Evren Değer, söyleşinin sonunda, Mumcu
suikastına değinir ve olayın failinin yakalanmasını namus borcu sayanlardan biri olduğunu da
vurgulayarak Güreş'in, o denli sevdiği Uğur Mumcu suikastı üzerinde düşüncelerini de almak ister,
ve sorar: ''Uğur Mumcu suikastı hakkında ne dersiniz?'' ''Rahmetli Uğur Mumcu'yu çok
severdim. Bir lafı vardı onu hiç unutmam: Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz. Ben onu
küçüklüğünden tanırım. Ben Teğmen iken gelir kucağıma otururdu. Çok severdim. Onun
ölümü benim için gerçekten onarılmaz bir yaradır'' .

Emekli orgeneralin yanıtı, yeni sorulara kapı açacak türdendir. Aslında sorunun yanıtı da değildir.
Evren Değer, devletin tepelerinden birisindeki, bu Uğur Mumcu sevgisini coşkuyla dile getiren eski
komutanla yaptığı söyleşiyi yeni sorularla sürdürmek ister. Bunu yaparken de, ondan çözüme
açılacak bir yanıt geleceği umudundadır. Öyle ya o sevgi dolu sözlerin boş olması düşünülebilir mi?

''Katilleri neden bulunmadı?..''

Doğan Paşa bu soruyu ilgisiz sözlerle geçiştirmek ister ve geçiştirir de:

''O konuya girmek hiç girmek istemiyorum. Onun ölümü büyük bir yaradır.'' Nasıl demezsiniz,
Hoppala!

Kimi kez halkın o sağduyusuyla söyleyiverdiği o sözün tam yeri değil mi? Sen hem küçüklüğünde
kucağına alıp sev, Harp Akademilerinde Kurmay Subaylarını coşturan ders verdir; dahası ''içini
yakan bir acı'' dan söz et; sonra da ''o konuya girmek istemiyorum'' diye yan çiz.

Oldu mu Paşa!

Bu yanıtı Uğur Mumcu'nun eşi Güldal Mumcu , Adalet Bakanlığı'na verdiği bir dilekçesinde şöyle
değerlendirir: ''Bu yanıt bu konuyu biliyorum ama söylemek istemiyorum anlamını
içermektedir.''

Biz de soralım, Paşa Paşa, bu denli sevdiğin insanın uğradığı vahşet karşısında nasıl susarsın?
Yoksa senin de dilini bağlayan bağcılar mı var? Eğer sen söylersen o bağlar çözülür, ortaya acı da
olsa gerçekler çıkar. Senin görevin de bu değil midir!

Susma susma, konuş Paşa, konuş!

BAŞARDILAR MI?

PROF. DR. ALPASLAN IŞIKLI

Ne ''sakıncalı piyade'' olmak, ne şu, ne bu, hiçbir şey Uğur Mumcu'yu yolundan çeviremedi.
Acaba, tahrip gücü yüksek bir bombanın patlaması, her şeyin sonu olabilir mi?

Önemli olan, öncelikle, genç kuşakların ve gelecek kuşakların ne düşündüğü, ne düşüneceğidir.


Şiddetin her şeyi belirlediği ve ölümün herşeyi bitirdiği yargısı egemen olursa, ''sakıncalı piyade''
yenik düştü demektir.

Ancak, ''sakıncalı piyade'' yi tanıyanlar, böyle olmayacağını bilirler. ''Sakıncalı piyade'' yakamızı
bırakmayacaktır. Ölümsüzlerden olduğunu gösterecektir. Erdemin, yurtseverliğin, insan sevgisinin
gücünü, her sabah okuduğumuz günlük yazılarındaki canlılığıyla, yeniden ve daha büyük bir güçle
kanıtlayacaktır.

Kapanan bir tarih sayfasının yerine, daha parlak bir yenisi böyle açılacaktır.

Çöken bir değerler sisteminin yerini, daha sağlam bir yenisi böyle alacaktır.

-- eHaberci --

Cumhuriyet 24.01.2003
Uğur Mumcu'nun eşi, um:ag Başkanı Güldal Mumcu , 10 yıllık süreci
değerlendirdi

Cinayetin ardındaki bağlantılar aydınlatılmalı

IŞIK KANSU

ANKARA - Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı (um:ag) Başkanı Güldal Mumcu , yalnızca
tetikçilerin ortaya çıkarılmasının, siyasi suikastların tümüyle aydınlatıldığı anlamına gelmediğini
vurgulayarak, ''Cinayeti işleyenlerin ardındaki örgütlerin bağlantıları aydınlatılmadığı sürece
hem devlet, hem de yurttaşların can güvenliği tehdit altında demektir'' diye konuştu.

um:ag başkanı Güldal Mumcu, eşi Uğur Mumcu'nun aramızdan alınışının 10. yılında Cumhuriyet
'in sorularını yanıtladı:

- Uğur Mumcu'yu yitirişimizin üzerinden 10 yıl geçti. Bu süre içinde uzun süren bir sessiz
bekleyişin ardından suikaste ilişkin bir dava açıldı, kimi sanıklar mahkum oldu. Sizce Uğur
Mumcu suikastının gizi tümüyle çözüldü mü?

- Suikasttan sonra kişisel olarak, aile olarak ve toplum olarak yaşadığımız bir çok olay var. Böyle
suikastlardan sonra öldürülen kişinin yakınlarının yanı sıra, topluma da büyük sorumluluklar
düşüyor. Bir soruşturma başlatılıyor ve ardından belki bir dava açılıyor.

O soruşturma ve davayı, öldürülen kişinin ailesi kadar toplumun da sıkı bir şekilde izlemesi
gerekiyor. Uğur'un öldürülmesi olayında, hem toplum, hem de aile yakınları çok yakından bu işi
takip etti. Bu çok önemliydi.

Suikastın gizi çözüldü mü? Bir olayın gizinin çözülebilmesi için, o olayın tüm ayrıntılarının açığa
çıkması gerekir. Biliyorsunuz, davayı soruşturan DGM savcısı Ülkü Coşkun Şubatın 18'inde, yani
olaydan 25 gün sonra, eve benim bilgime başvurmaya geldiğinde ''Bu işi devlet yapmıştır. Siyasi
iktidar isterse çözer'' demiştir. Olay anından itibaren soruşturmaya yeterli özen ve duyarlılık
gösterilmemiştir.

Devlet sırrı
Ülkü Coşkun'un bu sözleri üzerine hiç bir şey yapmayabilirdik. Ama izledik ve bir yıl sonra, Adalet
Bakanlığı'na bir dilekçe verdik; soruşturmanın ne aşamaya geldiğini öğrenmek istediğimizi,
savcının söylediklerinin ne anlama geldiğini sorduk ve soruşturmanın savsaklandığını belirttik.
Adalet Bakanlığı soruşturma başlattı. Bakanlık müfettişleri, Ülkü Coşkun'un soruşturmayı
savsakladığı sonucuna ulaştılar ve disiplin cezası verilmesini istediler. Fakat bu istem uygulanmadı.
Bu istemin uygulanması için Askeri İdare Mahkemesine başvurduk, çünkü Ülkü Coşkun askerdi.
Askeri İdare Mahkemesi, bu cezanın uygulanamayacağını, neden uygulanamayacağı konusunun
da açıklanamayacağını, çünkü bunun devlet sırrı olduğunu söyledi. 1997 yılında TBMM'ce Uğur
Mumcu Cinayetini Araştırma Komisyonu kuruldu.

Bu komisyonun çalışmaları sonunda bir rapor hazırlandı. Raporda, birçok kişi ve kurum hakkında
görev ihmalinde bulundukları ve eksik soruşturma yaptıkları gerekçesiyle inceleme, araştırma ve
gerekli soruşturmanın yapılması istendi. Biz bu istemlerin gerekli yerlere ulaşıp ulaşmadığını takip
ettik.

Biliyorsunuz, ülkemizde raporlar hazırlanır ve raporda yerine getirilmesi istenenler yapılmadan


arşivdeki yerlerini alırlar.
-- eHaberci --

Cumhuriyet 24.01.2003

Dünyada insan olarak yaşamak istiyoruz

Toplumun bu konudaki tavrı ne? Yeterince sorgulamıyor mu olup biteni?

- Uğur'un vurguladığı temel konulardan biriydi terör. Terörün sadece Türkiye'ye özgü bir olay
olmadığını, uluslararası boyutu olduğunu, bu olayla baş edebilmek için, gerek ulusal, gerekse
uluslararası alanda her bireyin ve devletin teröre karşı çıkması gerektiğini söylemişti. Uğur'un
öldürülmesinden sonra bir çok terör olayına tanık olduk. Çok kişi teröre hedef oldu. Sıvas katliamı
gibi, Hizbullah'ın yarattığı vahşet gibi, Amerika'da yaşanan 11 Eylül olayı gibi.

Bir kez daha vurgulamakta yarar var: Devletin, siyasi iktidarların ve kişilerin; terör eylemlerinin birini
destekleyip diğerini kınamaya yönelik bir yol izlemeleri ve teröristin kimliğine bakmaksızın onun
ardındakiler -devletin kendi içinde olmuş olsalar ve uluslararası bağlantıları olsa bile- ortaya
çıkarılmadığı sürece bu terör olgusundan kurtulmak mümkün gözükmüyor.

Hem kişiler, hem toplumlar, terörün desteklenmesi olgusuyla yüzleşmedikleri sürece, bu dünyadan
ne terör kalkar, ne de savaş. Eğer bizler bu dünyada 'insan' olarak yaşamaya devam etmek
istiyorsak, hem kendimizi, hem bizi yönetenleri, hem toplumu, hem de uluslararası bağlamda diğer
devletleri sorgulamalıyız. Aksi takdirde hiç kimsenin yaşananlardan şikayet etme hakkı kalmaz.

- 10 yılda Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı'nın geldiği nokta neresi?

- Böyle olaylardan sonra çoğunlukla kişiler ve toplumlar derin bir yılgınlık ve umutsuzluğun içine
düşüyorlar. Bunu aşmak için bir vakıf kurma düşüncesi geliştirmiş ve ''um:ag'' 'ı oluşturmuştuk.
Hoş, diyeceksiniz ki, kişisel olarak umutsuzluğa yılgınlığa düşmenidiniz mi? Düşülmez mi? Elbette
her insanın yaşayabileceği, duygusal yoğunluk, sıkıntı, öfke; herkes gibi bana da yansıdı. Ama, bir
de insan olmanın getirdiği direnme ve olayları daha iyiye, doğruya, daha farklı bir boyuta taşıma
olgusu var. İşin bu yönünü seçip hayatımızı bunun üzerine kurgulamayı tercih ettik. Bu vakfı
oluşturmamızın nedeni, bir toplumsal tepki, direnme idi. Çok güzel açılımlar sağladık. Cenazesinde
Uğur'un düşüncesini ve yaşamını kucaklayan toplumsal duyarlık bizi, vakfı o denli çevreledi ki,
işimiz kolaylaştı, coşkumuz arttı.

Vakıf yoluyla genç gazetecileri mesleğe kazandırmak için program oluşturduk. Yazma seminerleri
ile toplumun her kesimindeki, her yaş grubundaki insanlara sorgulama, kendini aşma, kendini ifade
konularında yardımcı olmaya çalışıyoruz.

Uğur'un yitirdiğimiz güne kadar yayımlanmış bütün kitaplarını vakfın çatısı altında yayınlamaya
başladık. Ayrıca, onun 1962'den başlayarak yayımlanan tüm yazılarını 40 kitaplık bir dizi haline
getirdik.

Sinema kulübü oluşturduk, desen kursları düzenliyor, sergiler açıyoruz. Çocuklar için yaz
etkinliklerimiz var. Yaz okulumuzda çocuklar içsel yeteneklerini, toplumsal bakışlarını, sosyal
duyarlıklarını geliştiriyor, yazı yazıyor, film seyrediyor, resim yapıyorlar.

1994'ten başlayarak hem Uğur, hem de onun gibi katledilen diğer insan ve aydınlarımızı anmak için
her yıl 24-31 Ocak tarihleri arasında ''Adalet ve Demokrasi Haftası'' düzenliyoruz. Neden Adalet
ve Demokrasi Haftası? Çünkü, öldürülen insanlarımızın katillerinin arkasındaki güçler ortaya
çıkmadığı sürece ülkemizde adalet ve demokrasinin yerleşemeyeceğini düşünüyoruz. Bu haftada,
toplumun soru sorma ve sorgulama bilinci sadece açık oturumlarla ortaya konmuyor, bu konular
sanatın her alanıyla dile getiriliyor. Şiirle, müzikle, dansla bir toplum protestosu gerçekleştirilmeye
çalışılıyor.

-- eHaberci --

Cumhuriyet 24.01.2003
DOSTLARI UĞUR MUMCU'YU ANLATIYOR

IŞIKLAR İÇİNDE YATSIN

YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN (CDP Genel Başkanı, emekli Anayasa Mahkemesi Başkanı)

Öğrenciliğinde devingenliğiyle adını duyduğum, avukatlık stajını yanımda yapması istemiyle


geldiğinde yakından tanımak olanağını bulduğum, ''devrimcilerin devrimci avukatı'' diye
övgüsünü, Ankara Barosu Başkanlığım sırasında da yanıtladığım kimi yanlış anlamalarla
yandaşlıklara dayanan haksız eleştirilerini aldığım Uğur Mumcu, zamansız gidişiyle ülkemiz
yönünden yeri doldurulmayacak bir boşluk bırakmıştır. Bilgili, ahlâklı, yürekli bir araştırmacı
yazardı. Laik Türkiye Cumhuriyeti'ni içtenlikle savunan Atatürkçülüğünün belirginleşip simgeleştiği
son yıllarda yolsuzluklara, haksızlık-hukuksuzlara, bağnazlık ve yobazlıklara karşı verdiği uğraşlar
kendisini unutmaz kılmıştır. Alçakça bir saldırıyla aramızdan alındığı günden bir hafta önce öğle
yemeğinde konuğumken, ''Sizlere karşın Türk Ceza Yasası'nın 163. maddesinin kaldırılmasını
istemekle düştüğümüz hata için yeniden özür diliyorum'' sözleri gerçekliliğinin öğretici bir
örneğidir. İçteki sapkınlarla saldırtanların tümüyle saptanamaması utancıyla ağırlaşmaktadır. Bu
durumdan hepimiz sorumluyuz. Uğur, ışıklar içinde yatsın .

KENDİSİ ADINA

ÖLDÜRÜLMEDİ

HASAN FEHMİ GÜNEŞ (CHP İstanbul Milletvekili)

Uğur dostumdu, arkadaşımdı, yakınımdı. Fakültede ben onun sınıf ağabeyiydim.

Bir dava adamıydı Uğur.

Kuvayı Milliyeciydi.

Tam bağımsızlıkçıydı.

Gerçek bir Kemalist'ti.


Aydınlanma devrimini özümsemiş , ödünsüz bir devrimciydi.

Düşünce ve davranışlarına yön veren ''pusula'' bu değerlerden oluşuyordu.

Aydınlanma devrimini söndürmeyi amaçlayan gerici, yobaz karşıdevrim girişimcileri Uğur'u öldürttü.
Bilmeli ve hiç unutmamalıyız ki onun katilleri sadece cinayeti üstlenen canilerden ibaret değil.
Yargılanmayan, henüz yargılanamayanları da yargılanıncaya dek aynı karanlıktan kaynaklanan
tehdit ve saldırılar aydınlanma yandaşlarının üzerine gelecektir.

Yine bilinmeli ve hiç unutulmamalıdır ki, Uğur, sadece kendisi adına öldürülmedi. O, tüm kendisi
gibi aydınlanma devrimcileri adına da öldürüldü. Esas hedef onun savunduğu ve temsil ettiği
aydınlanma devrimi felsefesi ve tüm aydınlanma devrimcileri... Yani saldırılan biziz. Kurşunlanan,
bombalanan biziz.

Biz tarafız.

Çünkü saldırılan esas hedef, aydınlanma devrimi ürünü ''Laik Demokratik Cumhuriyet' ' ;
saldırının asıl adı ''Karşı Devrim Kalkışması'' dır.

Uğur'u anmak, onun anısına sevgi, saygı söylemek yetmez. Laik Demokratik Cumhuriyetimizi
savunmasız bırakmayı amaçlayan ve süregelen karanlık tehdit karşısında çelikleşmiş bir dirençle
tavır almak ve en ufak bir ödüne, esnemeye izin vermemek; gevşeklik gösteren hainleri dışlamak
kararlılığını kalıcılaştırmalıyız.

Uğur'u sevmeyi, anmayı hak etmeliyiz.

Sevgili Uğur, seni çok özledik. Yerin boş duruyor. Senden sonra dönekler çoğaldı.

Biz devam ediyoruz.

İNSANLIK VE DEMOKRASİ İÇİN

PROF. SADUN AREN

Uğur'u ilk defa 1962 ya da 1963 yılında Ankara Hukuk Fakültesi'nde bir konuşma yarışmasında
görmüş ve tanımıştım.

O yarışmacı ben de jüri üyesiydim. Uğur açık farkla birinci olmuştu. Ertesi yıl gene aynı yarışma
yapılmış, Uğur gene yarışmaya katılmış ve sonuç gene aynı olmuştu. Bunun üzerine yarışmayı
düzenleyenlere, diğer gençlere haksızlık yapılmaması için, Uğur'u bir daha yarışmaya
çağırmamalarını önerdiğimi hatırlıyorum.

Daha sonra meslek olarak gazetecilik ve yazarlığı seçti.

Gelişmesine ve insanlık ve demokrasi için savaşımlarına bu alanda devam etti. İşi zordu.

Çünkü işin kolayına kaçmıyordu. Siyaset-mafya-şeriat ilişkilerini çözmek istiyordu.

Biliyordu ki bu ilişkiler ortaya çıkarılıp kaldırılmadıkça, ülkenin huzura kavuşması, anayasa ve


hukuk düzeninin işlemesi olanaksızdı.

Bunu gerçekleştirmek için okumaksa okudu, araştırmaksa araştırdı ve hep düşündü.

İtalya'da mafyayla savaşım veren o meşhur savcının Uğur'la uzun bir danışma yaptığını
hatırlıyorum.

Kendisi de Türkiye'de nasıl tehlikeli bir iş yapmakta olduğunu biliyor, tabanca taşıyor fakat başkaca
mübalağalı önlemler almıyordu.

12 Mart döneminde tutuklanmış ve Mamak'a getirilmişti.

Uçak kaçırma iddiasıyla Mamak'a getirilmiş olan Altan Öymen başka bir koğuşa konulmuştu.

Uğur koğuşunda kâğıttan uçak yapıp ona atarmış. Tatlı bir yaramazlığı da vardı.

Uğur en iyi bir biçimde eşi Güldal 'ın kurup yönettiği ''Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik
Vakfı'' ile yaşatılıyor.

Demek oluyor ki, eşini seçerken de başarılı olmuş, büyük isabet yapmıştı.

Ona kıyan hainleri lanetliyor, güzel anısı önünde saygı ve sevgiyle eğiliyorum.

-- eHaberci --

Cumhuriyet 24.01.2003
UĞUR MUMCU'NUN KALEMİNDEN TERÖRÜN YAKIN TARİHÇESİ...

DERLEYEN: Işık Kansu

İZ SÜRERKEN...

1960 sonrası, ''antiemperyalist'' bilinçle yetişen yükseköğrenim gençliği, ''petrol ve madenlerin


millileştirilmesi'' , ''bağımsız dış politika'' gibi konuları savunarak, yasal yollarla seslerini
duyurmaya başladılar: Gençlik, ulusçu, toplumcu ve devrimci bilinçle halkı uyarmaya ve
uyandırmaya çalışıyordu.

Karşı eylem planlandı hemen.

Aynı dönemde, bir siyasal partiyi ele geçiren Alpaslan Türkeş ve arkadaşları, ''komando
kampları'' adı verilen silahlı eğitim merkezlerinde bazı gençleri ''milliyetçi-toplumcu'' öğretiyle
yetiştirmeye çalışmaktaydı.

Bu örgütlenme biçimi, açıkça Siyasi Partiler Yasası'na aykırıydı. Fakat devir Süleyman Demirel
devriydi ve bu devrin Başbakanı:

- İti ite boğduruyorum gerekçesiyle, ülkede çıkacak bir sağ-sol çatışmasından çıkar ummaktaydı.

Kanlı öğrenci çatışmaları bundan sonra başladı. Cinayetler birbirini kovaladı. Sokak ortalarında,
üniversite yurtlarında vurularak öldürülen öğrencilerin hiçbirinin katili bulunamıyordu. Üstelik olaylar
bütün şiddetiyle sürdürülüyor ve devrin sorumlu hükümeti, bir ''kapalı tribün'' seyircisi gibi olup-
bitenleri göz ucuyla izlemekle yetiniyordu. Böylece günden güne, üniversiteler birer savaş alanına
dönüştü. Silahlı baskınlar, sokak ortasında vuruşmalar sürüp durdu.

Hükümetin sorumsuz başı aynı günlerde:

- Sokaklar yürümekle aşınmaz diye önemsemez görünüyordu olup bitenleri. Fakülte sınırlarını aşan
öğrenci olaylarını önlemek gerekçesiyle, polis birlikleri yanında, Silahlı Kuvvetler'den de askeri
birlikler çağrılmakta, böylece ''asker-öğrenci'' çatışması yaratılabilmesi için gerekli ortam
oluşturulmaktaydı.

Bunlar, toplum olaylarının ortaya çıkarttığı basit rastlantılar mıydı, yoksa gizliden gizliye uygulanan
bir ''plan'' ın gerekleri miydi? Olayları, geriye doğru dönüp değerlendirdiğimizde, bu ikinci olasılığa
ağırlık vermek akla yakın gelmektedir. Bir de, olayların içindeki ''kışkırtıcı ajanlar'' teker teker
saptanınca, bazı gerçekler iyice su yüzüne çıkmaktadır. İstenmiştir, körüklenmiştir bazı olaylar. Hiç
şüpheniz olmasın.

Bu tür olayların akışı ile 12 Mart gününe gelindi.

(Yeni Ortam, 13 Kasım 74,

Sormayalım mı?)

İ nsanlar, insanlar niçin hapis yatar? Niçin acı çeker, niçin? Ziverbey köşklerinden, Hattı Hümayun
denen işkence karargâhlarından geçer, niçin?

(Dikili konuşması,
-- eHaberci --

Cumhuriyet 24.01.2003
UĞUR MUMCU'NUN KALEMİNDEN TERÖRÜN YAKIN TARİHÇESİ...

Sağcı bir militanda Sovyet yapısı Kalaşnikof, solcu bir militanın elinde Amerikan yapısı Smith
Wesson ne arardı? 'Solcular, Sovyet silahlarını, sağcılar Amerikan silahlarını kullanır' gibisinden
genellemelerin olaylara hiç uymadığını biliyoruz. Solcuların elinde Sovyet ve Çin silahları,
sağcıların elinde de Amerikan silahları göründüğü gibi, bunun tersi örneklere de çok
rastlanmaktaydı; solcuda Amerikan silahı, sağcıda Sovyet silahı da ele geçmiyor değildi. Mermiye
gelince, o da ilginç: Mermiler de ''Gecco'' adlı Alman firmasından geliyordu. Neydi bunların
anlamı?..

(Cumhuriyet, 24 Şubat 1981,

Silah Pazarı)

Terör çokuluslu boyutta olunca, bu teröre karşı alınacak önlemlerin de çokuluslu olması gerekir.
''ASALA'' gibi örgütler, üç beş tane gözü dönmüş teröristten oluşuyorsa, bunların hakkından
gelmek hiç de güç değildir. Yok eğer bu örgütler, hemen hemen her ülkede, birtakım çevrelerden
yardım ve destek alıyorlarsa -ki öyle görünüyor- olayın niteliği değişmektedir.

Teknik dinlemenin, haber alma olanaklarının ulaştığı aşama, akıllara durgunluk verecek
durumdadır. En gelişmiş aygıtlarla donanmış güvenlik örgütlerinin, hele FBI, CIA, KGB ve benzeri
kuruluşların, Ermeni terör örgütlerini bilmemeleri düşünülemez. Hiç şüpheniz olmasın, bu
örgütlerde, Ermeni terör çetelerinin mali kaynakları başta olmak üzere, her türlü bilgi vardır. Ermeni
terör örgütlerine, bu haber alma kuruluşlarının en hünerli ajanları bile yerleştirilmiştir.

Öyleyse nedir bu? Yıllarca Türk diplomatlarına karşı sürdürülen, Avustralya'dan Kanada'ya kadar,
hemen hemen her ülkede Türk temsilcilerine karşı yöneltilen bu saldırıların, büyük haber alma
kuruluşlarınca bilinmemesi düşünülemez.

(Cumhuriyet, 10 Nisan 1982,

'İç ve Dış Terör')

Bir başka önemli bir olgu var: PKK terörü ve ASALA terörü arasındaki ilişki. ASALA terörü
biliyorsunuz, Kıbrıs Barış harekâtından sonra başladı. Daha önce yok muydu Ermeni iddiaları?
Ama neden teröre dönüştü? Kıbrıs Barış harekâtından sonra dönüştü. İç terörle eşgüdümlü
biçimde 1980'ne doğru tırmandı, 1982'de sahneden çekildi ve Lübnan'da PKK ile ASALA arasında
bir toplantı oldu, ondan sonra PKK terörü başladı...

(TRT 'Sınır Ötesi' programı, 1992)

PKK eylemleri 15 Ağustos 1984 günü başladı. Kürt'ü Türk'e, Türk'ü Kürt'e; Ermeni'yi Türk'e, Türk'ü
Ermeni'ye; Alevi'yi Sünni'ye, Sünni'yi Alevi'ye düşman eden, emperyalizm ve emperyalizmin
Ortadoğu'daki çıkarlarıdır.

Dün öyleydi, bugün de öyle...

(Cumhuriyet, 29 Temmuz 1992,

Kürt-Ermeni)

Kim destekliyor PKK'yı? PKK örgütünün genel karargâhı, ''Bekaa Vadisi'' ndeki kamplardır. Kuzey
-- eHaberci --

Cumhuriyet 24.01.2003
Kapanmayan dosya: UMUT

Aydınlarını koruyamayan ülke


MUSTAFA ÇAKIR

ANKARA - Cumhuriyetin, Atatürk ilke ve devrimlerinin ödünsüz savunucusu Uğur Mumcu 'nun
katillerini bulmak amacıyla başlatılan UMUT Operasyonu, şeriatçı terör örgütlerinin Türkiye
üzerindeki emellerini de ortaya çıkardı. Tetiği çekenler yakalandı ama cinayetleri tezgâhlayanlara
hiçbir zaman ulaşılamadı. Hükümetler değişir, davalar sürerken, Türkiye'nin aydınları birer birer
teröre hedef olmaya devam etti.

Türkiye 90'lı yıllarda yoğunlaşan köktendinci örgütlerin eylemleriyle sarsıldı. 1990 ile 2000 yılı
arasında Prof. Muammer Aksoy , Çetin Emeç Turan Dursun , Bahriye Üçok , Uğur Mumcu ,
Onat Kutlar , Ahmet Taner Kışlalı ve son olarak da Necip Hablemitoğlu art arda köktendinci
terörün kurbanı oldu. Cumhuriyetin ödünsüz savunucusu Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993 tarihinde
aracına yerleştirilen bombanın patlaması ile yaşamını yitirdi. Süleyman Demirel 'in 49. hükümete
başbakanlık ettiği dönemde gerçekleşen suikastın ardından devlet yöneticileri bu cinayeti
aydınlatmanın ''namus borcu'' olduğunu söylediler. Ancak bu borç, ödenemediği gibi yeni
cinayetlerle katlandı. Suikastın üzerinden 4 yıl geçtikten sonra TBMM'de araştırma komisyonu
kurulabildi. Komisyonun 4 Haziran 1997 yılında TBMM Başkanlığı'na sunduğu rapor ile
soruşturmada yaşanan aksaklıklar Meclis çatısı altında dile getirildi. ''Bütün olasılıkların yeterince
değerlendirilmediği, çok yönlü bir soruşturmanın yapılmadığı açıktır. Adeta olayın zaman
zaman belli bir yöne kanalize edilmek istendiği ve delil toplamadan başlayarak her
kademede belli savsaklama ve ihmallerin olduğu açıktır'' ifadelerine yer verilen komisyon
raporu, soruşturmaya ilişkin bazı kuşkuların doğmasına neden oldu. Komisyonun suikastların
ardında yabancı ülkelerin olabileceği, soruşturmanın bu yönde derinleştirilmesi gerektiğine ilişkin
görüşleri dikkate alınmazken, raporla devletin küçük düşürüldüğü iddiaları ortaya atıldı.

Sürpriz tanık

kargaşası

Mumcu suikastında ilk sürpriz gelişme, olaydan 6 yıl sonra DGM Savcısı Hamza Keleş 'in
komisyona da ifade veren ''Acar'' kod adlı Abdullah Argun Çetin hakkında ''Mumcu'un
öldürülmesine iştirak ettiği ve bu amaçla oluşturulan çetenin üyesi olduğu'' gerekçesiyle
idam istemiyle dava açmasıyla ortaya çıktı. Ancak bu sefer de Abdullah Argun Çetin'in akli
dengesinin yerinde olmadığı ileri sürüldü. Ankara 1 No'lu DGM'de 7 Ocak 1999 tarihinde
yargılanmaya başlanan Çetin'in ''akıllı olup olmadığının'' araştırılması 1 yıl sürdü. Sonunda
Çetin'in herhangi bir akıl hastalığı ve akıl zayıflığı olmadığı belgelendi.

Ancak bu süre içinde gazetemiz yazarı Prof. Ahmet Taner Kışlalı , 21 Ekim 1999 tarihinde Ankara
Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde vereceği derse gitmek üzere arabasına bindiği sırada sileceğe
yerleştirilen bombanın patlaması sonucu yaşamını yitirdi. Önceki cinayetler aydınlatılamadığı gibi
faili meçhul cinayetlere bir yenisinin daha eklenmesinin de önüne geçilememişti. Cinayetin
ardından polis, İran destekli şeriatçı Hizbullah terör örgütü üzerinde yoğunlaştı. Cinayetleri
aydınlatan ilk ipuçlarına ise 17 Ocak 2000 tarihinde İstanbul-Beykoz'da Hizbullah'ın İlim grubuna
yönelik hücre evine yapılan baskında ulaşıldı. Operasyon sırasında Hizbullah'ın liderlerinden
Hüseyin Velioğlu öldürüldü. Evde bulunan CD ve belgeleri incelemeye alan polis, faillere yönelik
operasyolara 21 Şubat 2000 tarihinde başladı.

Ve UMUT başladı...

Operasyona ''UMUT'' adı verilirken, cinayetlerin ardındaki örgütler de yavaş yavaş ortaya çıkmaya
başladı. Bu örgütler İran gizli servisi SAVAMA tarafından eğitilen ve adları duyulmayan Kudüs
Ordusu ve Tevhid Selam'dı. 6 Mayıs'taki operasyonda Tevhid Selam örgütünün üyeleri Yusuf
Karakuş, Abdülhamit Çelik, Hasan Kılıç, Mehmet Ali Tekin, Muzaffer Dağdeviren, Mehmet
Şahin, Fatih Aydın, Talip Özçelik ve Arif Tarı yakalandı. Dönemin İçişleri Bakanı Sadettin
Tantan yaptığı açıklamada, gözaltına alınanlar arasında Mumcu'nun katillerinin de bulunduğunu
bildirdi. Yusuf Karakuş ve Abdülhamit Çelik İstanbul'daki sorgularında suikastı bütün ayrıntılarıyla
anlattılar. Ankara'ya getirilen Karakuş ve Çelik'e Mumcu'nun yaşamını yitirdiği evinin önünde de
tatbikat yaptırıldı. Bu kişilerin ifadeleri doğrultusunda suikastların kilit isimleri Necdet Yüksel ile
''Tekin'' kod adlı Ferhan Özmen 'e ulaşıldı. Daha sonra yapılan açıklamalarda ise suikastın asıl
faillerinin Yüksel ve Özmen oldukları bildirildi. Gözaltına alınan örgüt üyelerinin ifadeleri
doğrultusunda Sincan'da cephanelik ortaya çıkarıldı. Burada yapılan aramada, Kışlalı suikastında
kullanılan zaman ayarlayıcı ''Serkisof'' marka saat ile elektronik düzenek, 80 kilograma yakın C-4
patlayıcı ve bilyalar bulundu. Operasyonda ayrıca Prof. Dr. Muammer Aksoy cinayetinde
kullanıldığı belirtilen Baretta 7.65 çapındaki silaha da ulaşıldı. Ferhan Özmen'in ifadesin

-- eHaberci --

Cumhuriyet 24.01.2003
DOSTLARI UĞUR MUMCU'YU ANLATIYOR

ON YIL SONRA...

MUZAFFER İLHAN ERDOST

(Yayıncı, yazar)

Uğur ölmedi, öldürüldü. Bu, değiştirilemez, dönüştürülemez bir gerçek.

Ölümü, ülkeyi ayağa kaldırmıştı. Çünkü öldürülen kendisiydi, ülkenin, halkın kendisiydi. Uğur'un
bedeniyle birlikte parçalanan, yığınların düşünceleriydi, kanılarıydı, özlemleriydi göğe savrulan ve
ayaklar altında çiğnenen. Uğur'un kimliğinde birleşmiş, bütünleşmiş, kenetlenmişlerdi. Akan bir
ırmak değil, taşan bir seldiler.

Halk bu, Anadolu halkı. Acılarla kavrulmuş, ağıtlarla avunmuştur. Onun içinde korlaşmış akışan bir
alevdir sürekli yanan. Duyar da, tam açıklayamaz. Sezer de sezdiğiyle kalır. Bilir ama anlatamaz.
Ama onun istencini halkın bilicileri dile getirir. Ancak onlar tarih bilir, strateji bilir, oyun bilir, hile bilir,
her şeyi bilir onlar. Halkın istenci, onların bilincinde biçimlenir. Akışan, sezişen şey onların dilinde
bilinç olur. Aydınlanır öldürümler. Öldürülenler gülemez doğal ki, ama bizi gülümsetirler.
Bir simge olarak da, Uğur dendiği zaman, içimdeki kasırga beni savuruyor. Uğur'un bedeni gibi
dağılıyor bilincim, bilgim, tarihim, coğrafyam, elimi uzattığım ekmeğim. Çünkü, halk birleşti,
bütünleşti öldürümün karşısında. Biz ayrıldık, ayırdık, dağıttık ve yitirdik öldüren eli ve öldürten
iradeyi. Uğur'u öldüren ve öldürten iradeyi güldürüyoruz şimdi.

On yıl sonra, onuncu kez ve bu kez biz öldürdüğümüz için.

Uğur'u öldürten irade, bugün Uğur'un yarım kalan gövdesini, Pax-Am'ın Ortadoğu'ya çevirdiği
namlusuna sürüyor.

Adı ''umut'' olan sahnede, bir medyumu oynuyoruz, ve biz, kendimiz, Uğur'u bir kez daha
kucaklıyor, sürüyoruz namlusuna Pax-Am'ın.

MUMCU 'NAMUSÇU'LARA

GÜLÜYOR ARTIK!

YALÇIN BAYER (Gazeteci, yazar)

Suikasta uğramadan yaklaşık bir hafta önceydi; Hürriyet'ten meslekdaşımız Mehmet Yaşin 'e
birlikte Uğur Mumcu'yu Karlı Sokak'taki evinde ziyarete gittik. Cumhuriyet'te birlikte yaşadığımız
olaylardan sonra bir grup arkadaşımızla birlikte istifa ettiğimizden, konuşacak çok şeyimiz vardı.
Mumcu'nun, Hürriyet'in çıkaracağı bir dergide yazmasını istiyordu Yaşin.

Güldal Mumcu'nun bizi karşılamasından sonra Uğur Mumcu'nun çalışma odasına geçtik.
Hoşbeşten sonra ağzından ilk kez ilginç bir şey duydum:

''Yahu Yalçın, Çorlu'ya ne zaman gideceğiz?''

Şaşırdım:

''Babam 1940'lı yılların başlarında Çorlu'nun imar planını hazırlamış, oralarda çok kalmış...
Çorlu'yu hiç görmedim, bir hafta sonu beni götür'' dedi.

Ne yazık ki kısmet olmadı; göremeden aramızdan ayrıldığı için çok üzüldüm. Ama Çorlu'da adı
verilmiş bir park var. Mumcu'nun mesleğiyle ilgili üç temel ''eşyası'' vardı:

Telefonu (paraleli yok), bilgisayarı (Türkiye'ye geldiği zaman hemen öğrendi) ve arşivi (belgelerini
sabotaja ve yangına karşı korumak için özel çinko kasalarda saklardı).

Daha cep telefonu yoktu.

Bitirmekte olduğu son kitabından bazı bilgiler aktardı:

''Apo'nun MİT'le ilişkisini buldum... Abdullah Öcalan nerede yetişmiş, Ankara'ya nasıl
gelmiş, nasıl burs almış, ne tür güç odakları ile işbirliği yapmış...'' .

Mumcu ölümünden 17 gün önce Cumhuriyet'teki köşesinde çıkan yazıda ''Kürtler sömürgeciliğe
karşı bağımsızlık savaşı yapıyorsa, aralarında CIA ve MOSSAD'ın ne işi var? Yoksa CIA ve
MOSSAD, anti-emperyalist savaş yapıyor da, dünya bu savaşın farkında değil mi?'' diye
yazmıştı.

İlginç değil mi?

ABD'nin Irak'a karşı oynadığı oyunların fotoğrafını o zamanlar çekmişti. Mumcu, belgesiz ve bilgisiz
hiçbir konu hakkında yazmazdı.

Onun ölümünden sonra katilleri yakalamak için ''namus ve onur borcumuz var'' diyenler nerede?

Hiçbiri yok bugün.

Türkiye'nin aydınlanmasına düşman olan ''karanlık güçler'' e karşı savaşan Atatürkçü aydın, bilim
adamı ve yazarlara daha çok görev düşmüyor mu?

Düşüyor da...

İşte o kadar.

UĞUR MUMCU BİLİNCİMİZDİR

SEYHAN ERDOĞDU

(SBF öğretim görevlisi)

Dünyayı yönetenlerin küresel hegemonyası, sermaye gücü ve devlet gücünün yanı sıra, geliştirip
pazarladıkları düşünce ve değerler sisteminin gücüne dayanır. Toplumlar üzerinde, düşünsel
anlamda hegemonik liderlik kurulduğu zaman, emekçilerin ve mazlum milletlerin farklı düşünce ve
değerlere dayalı alternatif bir toplum arayışı geriler ve hatta ortadan kalkar.

Onun için her gün yeniden, bizlere, küresel pazarlarda ulus ötesi tekellerin egemenliğinin,
özelleştirmenin, devletin küçültülmesinin, ticari ve mali serbestliğin ekonomide verimliliği nasıl
artıracağı, hizmet kalitesini nasıl yükselteceği anlatılır.

Onun için Graham Fuller, Paul Henze gibi CIA ajanları ve onların şeriatçı işbirlikçileri, Kemalizmi
ulusumuzun bilincinden silmek için kampanyalar açarlar.

Onun için büyük sermayenin emrindeki medya ulusal bağımsızlık yerine karşılıklı bağımlılık
masalını, devletçilik yerine özelleştirmeciliği, halkçılık yerine köşe dönücülüğü beyinlerimize
kazımaya çalışır.

Uğur Mumcu, ''bizi mahvetmek isteyen kapitalizmin ve bizi köleleştirmek isteyen


emperyalizmin'' , her gün yeniden ve farklı biçimlerle, bizleri uyuştururcasına önümüze sürdüğü
bütün bu görüş ve değerlere karşı geniş halk yığınlarının bilincidir.

Bu bilinci ve inancı öldürmek için Uğur'u öldürdüler. Bu bilinç ve inanç yaşadığı için Uğur yaşıyor.

-- eHaberci --
Cumhuriyet 24.01.2003
Kapanmayan dosya: UMUT

Baştarafı 5.Sayfa'da

de Aksoy cinayetinde kullanılan silahı kanalizasyona attıklarını açıklamasına karşın, Emniyet ele
geçirilen silahın suikastta kullanılan silah olduğunda ısrar etti. Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Fizik
Balistik Kurumu'ndan istenen rapor da silahın Aksoy cinayetinde kullanılıp kullanılmadığına ilişkin
kuşkuları gideremedi. Muammer Aksoy'un oğlu Arın Aksoy , Özmen'in ifadelerini kabul etmedi.
Silah konusunda yaşanan kuşkuların haklılığı Yargıtay'ın temyiz incelemesi sırasında bir kez daha
ortaya çıktı.

Dosyalar birleştirildi

Soruşturmayı yürüten DGM Savcısı Hamza Keleş, 11 Temmuz 2000 tarihinde 9'u idam istemiyle
olmak üzere 17 sanık hakkında dava açtı. Mumcu'nun faillerini yakalamak amacıyla başlatılan,
daha sonra ortaya çıkan bağlantılar üzerine Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, Prof. Dr. Muammer
Aksoy ve Doç. Dr. Bahriye Üçok cinayetlerine karışan 22 olayı kapsayan UMUT Davası'nın
iddianamesinde, Uğur Mumcu'nun aracına konulan bombanın Ferhan Özmen tarafından yapıldığı
belirtildi. İddianamede, bombanın Necdet Yüksel'in gözcülüğünde Oğuz Demir tarafından
otomobile yerleştirildiği kaydedildi. İran'a kaçan bombacı Oğuz Demir'e ise hiçbir zaman
ulaşılamadı. UMUT Davası'nın ilk duruşması Ankara 2 No'lu DGM'de 14 Ağustos 2000 tarihinde
yapıldı. Abdullah Argun Çetin'in Ankara 1 No'lu DGM'de yargılandığı dava dosyasının da aralarında
bulunduğu bazı dava dosyalarının birleştirilmesiyle sanık sayısı 24'e çıkan UMUT Davası, 7 Ocak
2002 tarihinde sonuçlandı. Sanıklar Ferhan Özmen, Necdet Yüksel ve Rüştü Aytufan ''anayasal
düzeni değiştirmeye cebren teşebbüs'' suçundan TCY'nin 146/1. maddesine göre ölüm
cezasına çarptırıldı. Derviş Polat ile Yüksel Pekdemir 'e örgüte yardım yataklıktan 3 yıl 9'ar ay
ağır hapis cezası verildi. Mahkeme, Mehmet Ali Tekin, Abdülhamit Çelik, Muzaffer Dağdeviren,
Fatih Aydın, Mehmet Şahin, Talip Özçelik, Hakkı Selçuk Şanlı, Mehmet Kasap, Mehmet
Gürova, Adil Aydın ve Murat Nazlı 'yı 12 yıl 6'şar ay ağır hapis cezasına mahkûm etti. Yusuf
Karakuş'a 15 yıl ağır hapis cezası veren mahkeme, Hasan Kılıç 'ı da örgütün yöneticisi olmaktan
18 yıl 9 ay ağır hapis cezasına çarptırdı. Abdullah Argun Çetin hakkındaki dosya ise cürüm işlemek
amacıyla oluşturulan çeteye üye olma suçundan ağır cezaya gönderildi. 14 Ağustos 2000 tarihinde
başlayan dava, yaklaşık 17 ay sonra 20 duruşmada karara bağlanabildi.

İran'da eğitildiler

Mahkemenin gerekçeli kararında, cinayetleri gerçekleştiren Kudüs Ordusu ve Tevhid Selam


örgütlerinin İran bağlantıları da ayrıntılarıyla işlendi. Örgütlerin İran'dan silah ve mühimmat desteği
aldıklarına dikkat çeken mahkeme, ''Tüm eylemlerin amacı Türkiye'de kaos oluşturarak silah
zoruyla anayasal düzeni yıkmak, yerine İran benzeri bir İslam devleti kurmaktır'' görüşüne yer
verdi. Kararda, 1979'da Ayetullah Humeyni 'nin gerçekleştirdiği İslam devriminin ardından İran'ın
devrim ideolojisini ülke içinde tamamen hâkim kılabilmek amacıyla dışarıda da kendisini devrimci
hareketlerin doğal lideri ve hamisi kabul ederek küresel bir önderlik misyonu yüklendiği anımsatıldı.
Sanıkların gruplar halinde defalarca İran'a giderek eğitim aldıklarına vurgu yapılan kararda, şöyle
denildi:

''İran'ın devrim ihracı politikası çerçevesinde ilişkiye geçtiği dosyamız sanıkları, 1980'li
yıllarda gruplar halinde defalarca bu ülkeye giderek Devrim Muhafızları komutanlarından
askeri ve siyasi eğitim almışlardır. İran'ın dış politikasında bir araç olan terorizm, mevcut
potansiyelden yararlanılarak bu ülke tarafından bölgede kendine karşı en büyük rakip olarak
gördüğü Türkiye'ye karşı sık sık kullanılmıştır.'' Gerekçeli kararda İran gizli servisi SAVAMA ile
Kudüs Ordusu örgütünün Türkiye'deki elemanlarına değişik kanallardan silah ve mühimmat desteği
sağladıkları da belirtildi. Kararda, Türkiye'deki Tevhid Selam örgütüyle İran'daki Kudüs Ordusu
örgütünün hedeflerinin aynı olduğu belirtilerek, İran'dan askeri eğitim alan tüm sanıkların Kudüs
Ordusu ile organik bağları nedeniyle aynı statüde değerlendirildiklerine dikkat çekildi. Davanın
temyiz istemi 13 Kasım 2002 tarihinde Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nde sonuçlandırıldı. Daire, sanıklar
Derviş Polat ile Yüksel Pekdemir'e ''terör örgütüne yardım ve yataklıktan'' verilen 3 yıl 9 aylık
hapis cezası ile Abdullah Argun Çetin hakkında ''Mumcu'nun taammüden öldürülmesine feri
olarak iştirak etmek suçunu işlemediği'' gerekçesiyle verilen beraat kararını onadı. Daire,
Mumcu'nun aracına bombayı yerleştiren ve Kışlalı suikastında gözcülük yapan Necdet Yüksel ile
Kışlalı'nın aracına bombayı yerleştiren Rüştü Aytufan hakkındaki idam kararını, AB Uyum Yasası
gereğince müebbet ağır hapse çevirdi. Yargıtay, cinayetleri gerçekleştiren İran güdümlü Tevhid
Selam örgütü üyeleri Mehmet Gürova, Mehmet Kasap, Adil Aydın, Talip Özçelik, Hakkı Selçuk
Şanlı ve Murat Nazlı hakkındaki hükümleri de onadı. Bu sanıklar ''Türkiye'de mevcut anayasal
düzeni silah zoruyla yıkıp, yerine din kurallarına dayalı devlet kurmayı amaçlayan silahlı
çetenin sair efradı oldukları'' gerekçesiyle 12 yıl 6'şar ay ağır hapis cezasına mahkûm edilmişti.

Yargıtay, 15 yıl ağır hapse mahkûm olan Yusuf Karakuş, 12 yıl 6'şar ay ağır hapis cezasına
mahkûm olan Mehmet Ali Tekin, Abdulhamit Çelik, Muzaffer Dağdeviren, Fatih Aydın, Mehmet
Şahin ile 18 yıl 9 ay ağır hapis cezasına mahkûm olan Hasan Kılıç hakkındaki kararları ise eksik
soruşturma gerekçesiyle bozdu. Kararda bu sanıkların İran uyruklu Abbas Gulamzade 'nin
kaçırılması eylemine katılıp katılmadıklarının kuşkuya yer vermeyecek biçimde belirlenmesi
gerektiğine işaret edildi.

Daire, Aksoy'u öldüren, Üçok'a bombalı paketi gönderen, Mumcu suikastına katılan ve Kışlalı'nın
aracına yerleştirilen bombayı hazırlayan Kudüs Ordusu örgütünün yöneticilerinden Ferhan Özmen
hakkındaki idam kararını ise Üçok ve Aksoy suikastları yönünden bozdu. 9. Ceza Dairesi, Özmen'in
Kışlalı ve Mumcu cinayetlerine katıldığını ise kabul etti. Yargıtay, bozma kararına gerekçe olarak
Muammer Aksoy'un öldürülmesinde kullanılan silahtan çıkan 3 kovanın aynı silaha ait olup
olmadığının kuşkuya yer bırakmayacak şekilde tespit edilmemesi ve Üçok'a yönelik bombalı
paketin gönderilmesi olayında kargo görevlisi Gülay Calap 'ın duruşmada dinlenilmemesini ve
Özmen ile yüzleştirilmemesini gösterdi. Kararda, Aksoy'un öldürülmesi sonrasında olay yerinden
alınan ve tutanağa 3 adet ''Geco'' marka olarak geçirilen kovanların, Cumhuriyet Başsavcılığı'nca
emanet sırasına 3 adet ''HP'' marka kovan olarak geçirildiğine dikkat çekildi. Yargıtay, Ankara
Merkez Kriminal Polis Laboratuvarı ve Adli Tıp Kurumu Fizik Balistik İhtisas Dairesi'nin
incelemelerinin de HP marka kovanlar üzerinden yapıldığına dikkat çekti.

Yargıtay: Amaç şeri devlet

Yargıtay 9. Ceza Dairesi, kararında örgütlerin İran bağlantılarına da vurgu yaptı. Tevhid Selam
örgütünün 1985 yılında yayına başlayan İstiklal ve Şehadet dergileri ve sonra da Tevhid ve Selam
gazetesi çevresinde örgütlendiğine işaret eden Daire, bu örgütlerin İran devrimi metodunu
benimseyen radikal dini fikirlere sahip olduğunu belirtti. Daire, örgütlerin amacının da Türkiye
Cumhuriyeti toprakları üzerinde şeri hükümlerle yönetilen İran benzeri bir İslam devleti kurmak
olduğunu vurguladı. Yargıtay'ın kararında örgütlerin yaptıkları eylemler şöyle sıralandı: ''İstanbul
Harbiye'deki Suud-Amerikan Bankası'na bomba konulması, Suudi Arabistan
Büyükelçiliği'nde görevli Abdulgani Bedevi'nin tabanca ile öldürülmesi, İngiltere
Büyükelçiliği'nde görevli Hüseyin Osman'a ait araca ve Türk İngiliz Kültür Derneği'ndeki oto
garajı önüne bomba konulması, Suudi Arabistan Büyükelçiliği'nde görevli Abdurrahman El
Silebi'ye ait araca bomba konulması, Suudi Arabistan Büyükelçiliği'nde görevli Abrurrezzak
Keşmiri'ye ait araca bomba konulması, Türkiye Diyanet Vakfı Kitap Satış Mağazası'na bomba
konulması, Bahriye Üçok'un bombalı paketle öldürülmesi, Irak Büyükelçiliği'nde görevli
Kayıs Ali Hüseyin'e ait araca bomba konulması, ABD yurttaşı Victor Marwick'in aracına
bomba konularak öldürülmesi ve Mısır'ın Ankara Büyükelçiliği'nde görevli Abdullah Hüseyin
Kurabi'ye ait araca bomba konulması, Hürriyet gazetesi Ankara Bürosu önüne bomba
konulması, Hindistan Büyükelçiliği'nde görevli Yash Palkumar'a ait araca bomba konulması,
İsrail Büyükelçiliği'nde görevli Ehud Sadan'ın aracına bomba konularak öldürülmesi, Uğur
Mumcu'nun aracına bomba konularak öldürülmesi, Yugoslavya Konsolosluğu'nda görevli
Zivarov Simiç'e ait araca bomba konulması, Yuda Yürüm'e ait araca bomba konulması,
Çankaya'daki elektrik trafosuna bomba konulması, Ahmet Taner Kışlalı'nın aracına bomba
konularak öldürülmesi.'' Yargıtay'ın kararının ardından Ferhan Özmen ile haklarında bozma
kararı verilen 7 sanık Ankara 2 No'lu DGM'de yeniden yargılanacak.

Yargıtay'ın kararında ''davalara sadece doğrudan zarar görenlerin müdahil olabileceklerine''


ilişkin tespiti ise tartışma yarattı. Yargıtay'ın kararına göre Ferhan Özmen'in yeniden yargılanması
sırasında sadece Aksoy ve Üçok davasından doğrudan zarar görenler müdahil olabilecekler.

Müdahil avukatları bu durum karşısında Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin kararına karşı Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'na itiraz başvurusunda bulundular.

G azetemiz yazarları Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Muammer


Aksoy ve Bahriye Üçok suikastlarının faillerinin de aralarında
bulunduğu 22 olayın sanıklarının yargılandığı UMUT Davası'nın
ilk duruşması 14 Ağustos 2000 tarihinde yapıldı. Yaklaşık 17 ay
ve 20 duruşma sonunda tamamlanan davada Ferhan Özmen,
Necdet Yüksel ve Rüştü Aytufan hakkında idam kararı çıktı.
Ancak Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Özmen hakkındaki kararı bozdu.

-- eHaberci --

Cumhuriyet 24.01.2003

Türkiye'yi sarsan cinayetler

Necdet Güçlü: Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Dr. Necdet Güçlü, 13 Nisan
1970'te Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne yapılan saldırıda öldürüldü.

1 Mayıs katliamı:

1 Mayıs 1977'de Taksim'de işçi bayramını kutlayanların üzerine ateş açıldı, 36 kişi öldü.

Orhan Yavuz: Erzurum Atatürk Üniversitesi öğretim görevlisi Yavuz, 15 Haziran 1977'de bıçaklı
saldırı sonucu öldürüldü.

Bedri Karafakioğlu: İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Fakültesi Dekanı Ord. Prof. Dr. Bedri
Karafakioğlu, 20 Ekim 1978'de İstanbul'da öldürüldü.

Bedrettin Cömert: Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Bedrettin Cömert, 11 Temmuz
1978'de aracının içinde uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü.

Doğan Öz: Ankara Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Doğan Öz, 24 Mart 1978'de Ankara'da uğradığı
silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi.

Necdet Bulut: Karadeniz Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Necdet Bulut, 8 Aralık 1978'de uğradığı
saldırı sonucu yaşamını yitirdi.

Kahramanmaraş katliamı: Kahramanmaraş'ta 23-24 Aralık 1978'de özellikle Alevi yurttaşlara


dönük saldırılar sonucu 100'ü aşkın kişi öldü.

Ümit Doğanay: İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekan Yardımcısı Prof. Dr.
Doğanay, 20 Kasım 1979'da İstanbul'da uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi.

Cevat Yurdakul: Adana Emniyet Müdürü Yurdakul, 28 Eylül 1979'da uğradığı silahlı saldırı sonucu
öldürüldü.

Cavit Orhan Tütengil: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyoloji Kürsüsü Başkanı Prof.
Tütengil, 7 Aralık 1979'da İstanbul'da uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü.

Abdi İpekçi: Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü ve Başyazarı İpekçi, 1 Şubat 1979'da uğradığı
silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi.

Ümit Kaftancıoğlu: TRT yapımcısı ve yazar Kaftancıoğlu, 11 Nisan 1980'de uğradığı saldırı
sonucu öldürüldü.

Gün Sazak : MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Gümrük ve Tekel Bakanı Sazak, 27 Mayıs 1980'de
Ankara'da silahlı saldırı sonucu öldürüldü.

Çorum katliamı: Çorum'da Mayıs 1980'de çıkan olaylarda çoğunluğu Alevi yurttaşlarımız olmak
üzere 48 kişi yaşamını yitirdi.

Nihat Erim: Eski Başbakan Erim, 20 Temmuz 1980'de İstanbul'da öldürüldü.

Kemal Türkler: Maden-İş Genel Başkanı Türkler, 22 Temmuz 1980'de İstanbul'da Merter'de
uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi.

İlhan Erdost: Onur ve Sol Yayınları'nın yayıncısı, yazar Erdost, 7 Kasım 1980'de Ankara Mamak
Cezaevi'nde askeri aracın içinde dövülerek öldürüldü.

Hiram Abas: MİT Müsteşarı Abas, 26 Eylül 1990'da İstanbul'da silahlı saldırı sonucu öldürüldü.

Muammer Aksoy: Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı ve anayasa hukuku profesörü Aksoy, 31
Ocak 1990'da evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi.

Bahriye Üçok: İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Bahriye Üçok, 6 Ekim 1990 tarihinde evine
gönderilen bombalı paketle öldürüldü.

Turan Dursun: Gazeteci-yazar Dursun, 4 Eylül 1990'da İstanbul'da evinin önünde uğradığı silahlı
saldırı sonucu katledildi.

Adnan Ersöz: Eski MİT Müsteşarı, emekli orgeneral Ersöz, 14 Ekim 1991'de uğradığı silahlı saldırı
sonucu yaşamını yitirdi.

Kemal Kayacan: Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı ve CHP milletvekili Kayacan, 29 Temmuz
1992'de İstanbul'da uğradığı saldırı sonucu öldürüldü.

Çetin Emeç: Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç, 7 Mart 1990'da İstanbul'da
vurularak öldürüldü.

Musa Anter: Gazeteci-yazar Musa Anter, 20 Eylül 1992'de Diyarbakır'da uğradığı saldırı sonucu
öldürüldü.

Uğur Mumcu: Gazetemiz yazarı Mumcu, 24 Ocak 1993 tarihinde aracına yerleştirilen bombanın
patlaması sonucu yaşamını yitirdi.

Sıvas Katliamı: Aralarında şair Behçet Aysan, Uğur Kaynar, Metin Altıok , ozanlar Nesimi
Çimen, Muhlis Akarsu , yazar Asım Bezirci ile karikatürist Asaf Koçak 'ın da bulunduğu 37 kişi,
şeriat isteyenler tarafından Sıvas Madımak Oteli'nde yakılarak öldürüldü.

Mehmet Topaç: Eski Adalet Bakanı Topaç, 29 Eylül 1994'te Ankara'daki bürosunda öldürüldü.

Onat Kutlar: Gazetemiz yazarı Onat Kutlar, 30 Aralık 1994'te bombalı saldırıya uğradı. Kutlar, 11
Ocak 1995'te İstanbul'da yaşamını yitirdi.

Metin Göktepe: Evrensel gazetesi muhabiri Metin Göktepe , 8 Ocak 1996'da İstanbul'da polisler
tarafından dövülerek öldürüldü.

Ahmet Taner Kışlalı: Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi ve gazetemiz yazarı
Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, 21 Ekim 1999'da evinin önünde aracına yerleştirilen bombalı paketin
patlaması sonucu yaşamını yitirdi.

Gaffar Okkan: Diyarbakır Emniyet Müdürü Okkan, 24 Ocak 2001'de Diyarbakır'da 5 polis
memuruyla birlikte öldürüldü.

Necip Hablemitoğlu: Ankara Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Necip Hablemitoğlu, 20 Aralık 2002
tarihinde evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi.

-- eHaberci --

Cumhuriyet 24.01.2003
(um:ag): Amacımız Mumcu gibi gazeteciler yetiştirmek
Vakıf, felsefeye giriş ve felsefe yazın ilişkisi, yazma, sinema tarihi
seminerleri, içimdeki güneş yaz etkinliği, desen ve araştırmacı
gazetecilik kursları veriyor.
ıstanbul Haber Servisi - Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı (um:ag) Mumcu'nun eşi
Güldal Mumcu , çocukları Özge ve Özgür Mumcu ile dostları tarafından Mumcu'nun evinde bir
araya gelerek aldıkları bir kararla 1994'te kuruldu. Kuruculuğunu Mumcu'nun ailesinin üstlendiği
vakıf, Aralık 1995'te çalışmaya başladı. Gözyaşlarının yerini üretim ve çalışmanın almasını amaç
edinen vakıf, eğitimden kültürel etkinliklere uzanan geniş bir yelpazede hizmet veriyor.

Başta Güldal Mumcu olmak üzere vakfa gönül ve emek verenler, bir yandan Mumcu'nun eserlerinin
yeniden basılması ve tüm yazılarının kitaplaştırılmasıyla, diğer yandan eğitim verme amacı
doğrultusunda ''bilgi sahibi olduğu için fikri olan'' insanları topluma kazandırmaya çabalıyor.
Mumcu'nun Sesleniş yazısındaki ''Ecelsiz vurulduk ey halkım unutma bizi'' dileğinin yerine
getirilmesi için, Mumcu'lar unutulmasın diye emek harcanıyor. Çünkü yine Mumcu'nun atasözü
özelliği kazanmış ''Bilgi sahibi olunmadan fikir sahibi olunmaz'' düşüncesinin bu topraklarda
yeşermesi, kök salıp gelişmesiyle Mumcu'lar unutulmayacak ve belki yeni Mumcu'lar yetişebilecek.

Belki o zaman ''Gökyüzünde bir top karanfil gibiyiz şimdi. Ey halkım unutma bizi'' diyen
Mumcu'nun isteği yerine gelecek. Belki o zaman, sistemlerle, çıkar ilişkileriyle, kirlilikle,
yozlaşmayla, yobazlarla, katillerle ve hırsızlarla sadece sözlerle baş edilemeyeceği hatırlanacak ve
sistem denilen şeyin bireylerle yaşadığı ve yaşatıldığı göz önüne alınarak hareket edilecek.

Vakıf, konusunun uzmanı pek çok öğretmen eşliğinde geniş bir yelpazede eğitim programları
sunuyor.

Felsefeye giriş ve felsefe yazın ilişkisi, yazma, sinema tarihi seminerleri, içimdeki güneş yaz
etkinliği, desen ve araştırmacı gazetecilik kursları bu programlardan bazıları. Tüm eğitim
çalışmalarına katılanlara kurs bitiminde törenle katılım belgeleri veriliyor.

Ekim 1999'da başlayan araştırmacı gazetecilik kursu ise sınavla alınan öğrencilere kurs sonunda
Milli Eğitim Bakanlığı onaylı sertifika verilmesiyle son buluyor. Sertifikalarını alan öğrencilere yine
vakıf tarafından 3 aylık dönemde televizyon ya da gazetede staj yapma olanağı sağlanıyor. Bu
eğitimde öğrencilerin, haber yazma tekniğini öğrenmelerine paralel olarak bir gazetecinin mutlaka
bilmesi gerektiği düşünülen hukuk, tarih, ekonomi, siyaset bilimi, sosyoloji, sosyal psikoloji,
diplomasi, araştırma teknikleri, dilbilgisi gibi temel konularda da eğitim alması sağlanıyor.

Haber yazma dersleri gazeteciler tarafından verilirken diğer konular akademisyenlerce anlatılıyor.
Kurs süresince öğrenciler, verilen ödevlerle araştırma konusunda pratik yapma şansına da sahip
oluyorlar. Yapılan yazılı ve sözlü sınavla biten kurs sonunda um:ag'ın kapısından girerken her şeyi
bildiğini sanan öğrencilerden eser kalmıyor. Bunun yerine ancak araştırırsa doğru bilgiye
ulaşabileceğinin bilincinde, ''bilgisiz fikir sahipliğinin'' cehaletten kaynaklandığının farkında
insanlar yetiştirilmiş oluyor.

-- eHaberci --

Cumhuriyet 24.01.2003
Terör...
HİKMET ÇETİNKAYA
Turan Dursun, Çetin Emeç, Prof. Dr. Muammer Aksoy , Prof Dr. Bahriye Üçok , Uğur Mumcu ...

Turan Dursun ve Çetin Emeç cinayetleri İstanbul'da işlendi...

Aksoy, Üçok ve Mumcu Ankara'da öldürüldü!..

Üç yılda beş cinayet!..

Uğur Mumcu cinayetinden sonra Türkiye'de faili meçhul cinayetler özellikle Güneydoğu'da
yoğunlaştı...

İstanbul'da Behçet Cantürk ve Savaş Buldan kaçırılarak katledildi...

Uğur Mumcu cinayetinden önce Musa Anter Diyarbakır'da öldürüldü...

1988'de Ahmet Taner Kışlalı , bir ay önce Necip Hablemitoğlu teröre kurban gitti!..

Onat Kutlar, Yasemin Cebenoyan cinayetindeki giz perdesi hâlâ kalkmadı...

Sanıklar yargılanıyor ama dava oldukça karışık...

Peki Türkiye'de faili meçhul cinayetler ne kadar devam edecek?

Türkiye kritik bir döneme girdiği zaman, mutlaka Ankara'da faili meçhul cinayetler işleniyor...

Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı ve Necip Hablemitoğlu...

Necip Hablemitoğlu cinayeti, Muammer Aksoy cinayetine çok benziyor...

Yakın mesafeden öldürücü atış!..

Dikkat çeken bir başka nokta:

Öldürülen beş kişinin Atatürkçü Düşünce Derneği toplantılarına konuşmacı olarak katılmaları...

Üstelik ADD üyesi beşi de...

Acaba bu bir rastlantı mıydı?

Bana kalırsa rastlantı olmadığı kesin!..

Turan Dursun ve Çetin Emeç cinayetleri aydınlanmadı...

Aksoy, Üçok, Mumcu ve Kışlalı cinayetlerinin sadece tetikçileri yakalandı...


Bu noktada bir soru geliyor akla:

''Aksoy, Üçok, Mumcu ve Kışlalı'nın aileleri 'Oh katiller yakalandı' diyebildi mi?''

Öldürülen aydınlarımız, laik demokratik cumhuriyetin savunucusuydular!..

Hepsi de aydınlanmacıydı!..

Uğur Mumcu, benim otuz yıllık arkadaşımdı...

O bir araşırmacı gazeteciydi!..

Soyguncuların, hırsızların, kaçakçıların, hayalcilerin maskesini indirmişti Uğur Mumcu!..

Hizbullah adlı terör örgütünü kamuoyuna ilk kez o duyurmuştu!..

Neden ve niçin öldürülmüştü Uğur Mumcu?

Başta belirttim, Uğur Mumcu cinayetinden sonra terör Türkiye'yi kan gölüne çevirmişti!..

Türkiye'de bir aydın, bir yazar bazı konuların üzerine gidince, 'gizli güçler' rahatsız oluyor!..

Hablemitoğlu cinayeti işte bu nedenle çok önemlidir!..

Bu cinayetin arkasında hangi güçler vardır!..

On yıl önce kaybettik Uğur Mumcu'yu!..

Tetikçiler yakalandı, yargılandı, cezaevindeler şimdi!..

Ama tetikçilerin arkasındaki gizli güç ortaya çıkmadı, çıkmayacak!..

-- eHaberci --

Cumhuriyet 24.01.2003
Tüm kirli işler örtbas edildi

İstanbul Haber Servisi - Mumcu' nun okurları, gazetemizin İstanbul'daki merkez binasında açık
tutulan anı defterine onu ne denli özlediklerini ve yaşanan süreçte aydınlatıcı yazılarına ne kadar
ihtiyaç duyduklarını yazdılar. Okurlar, ''Tüm kirli işlerin hukuk yokmuşçasına örtbas edildiğini,
Türkiye Cumhuriyeti'nin parçalanmak istendiğini'' vurguladılar.

Cumhuriyet okurları, Mumcu'nun bıraktığı yerden mücadeleyi sürdürmekte kararlı olduklarını bir
kez daha yinelediler. Okurların görüşleri özetle şöyle:
Cem Hüral , Mumcu'nun simgesi olduğu bir yaşama erişmek için yaşadığını belirterek deftere şu
notu yazdı:

''Sevgili Mumcu ve arkadaşlarına,

Siz bizim için, insanca yaşamak için öldünüz. Biz de sizin için, temsil ettiklerinizi yaşatmak
için yaşıyoruz, yaşatacağız.''

Hakan Erdoğan ise Mumcu'ya Türkiye'yi daha güzel kılma sözü vererek düşüncelerini şöyle
aktarıyor:

''Sevgili Mumcu, tümümüz için kutsal olan Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak ve kollamak için
şimdilik yaşıyoruz, ama yakında onu geliştirmek için ayağa kalkacağız.''

Hüseyin Akgün , öldürülen tüm aydınlara ve Mumcu'ya içinde yaşadığı koşulları şikâyet ettiği
yazısında, ''Tüm kirli işler hukuk yokmuşcasına örtbas ediliyor'' diyerek şu sözlerle devam
ediyor:

''Ey dünya insanlığı, vatanın bütünlüğü, laik Cumhuriyet için şehit olan Mumcu, Allah'ın
rahmeti siz, Atatürk ve silah arkadaşlarının üzerine olsun. Türk toplumu yok olma aşamasına
geldi. Vatan parçalanmak isteniyor. Yargı baskı altında, dahası Yüksek mahkemeye siyasiler
karşı. Hukuk diye bir şey yok gibi bütün kirli işler kapatılıyor. Nedeni malum. Soygun ve kirli
tüm işlerde siyasiler ve bürokratlar var olduğu için çıkan yasalar bu kesimlerin korunması
için. Toplum yararına bir icraat yoktur. Fuhuş, cinayetler, hırsızlıklar, intiharlar yükselmekte.
Toplum aç, perişan. Siyasiler dalalet ve hıyanet içindeler. Siz tüm şehitlerimizi,
şikâyetlerimle ruhlarınızı incittiğim için affımı istirham ediyorum. Hepinizin ruhları şad olsun.
daima kalplerimizdesiniz.''

Gönül İçen , yeni Mumcu'ların yetişmeyişinin yarattığı umutsuzluğunu dile getirdiği yazısında, daha
örgütlü bir toplumda yaşayabilmek için üzerine düşen görevi yerine getirmek için çabaladığını dile
getirdi. İçen sözlerine şöyle devam etti:

''Sevgili Uğur Mumcu, sizi kaybettiğimiz günden beri sizin de beklediğiniz ve istediğiniz gibi
yeni Mumcu'lar gelmedi. Mevcut Mumcu'ları da yitiriyoruz gibi geliyor. Ben bir Cumhuriyet
kadını olarak 8 yıldır sivil toplumda bana düşen görevi yapmaya çalışıyorum.

Daha örgütlü davranmamızın zamanı geldi geçiyor. Sizi her geçen gün daha çok arıyor,
özlüyor ve yerinizin doldurulamayacağı inancımın ne denli doğru olduğunu öğreniyorum.
Ben, eşim, çocuklarım bize düşen görevi sonuna kadar yerine getirip sizi asla
unutmayacağız.''

Aysel Aras da içinden geçilen dönemde Mumcu'ya diğer zamanlarda olduğundan daha fazla
ihtiyaç duyduğundan söz ettiği yazısında şunlara değindi:

''Sevgili Uğur Mumcu, güneşli bir gün hakim İstanbul'da ve biz gazetenin avlusunda yine
seni andık. Dünyada değişen bir şeyler var mı diye uzaydan bize mutlaka bakıyorsundur.
Ama ülkemde hiç de iyi şeyler olmuyor. Bir Uğur Mumcu bugün bizim için çok gerekliydi ve
Uğur Mumcu'lar kolay yetişmiyor. Seni çok özledim. Eğilmez kaleminle, devrime ihanet
etmeyen duruşunla...''
Coşkun Özdemir , duygularını kısaca şöyle dile getirdi:

''Sevgili Uğur Mumcu, seni nasıl özlüyoruz bilemezsin.''

Dr. Abdül Lema , üzüntüsünü ve öfkesini dile getirdiği yazısında, Türkiye'nin ''sosyal patlamaya''
uzak olduğu tespitine yer verdi.

Lema, yazısında şu görüşlere dile getirdi:

''Sayın Uğur Mumcu ve diğer basın şehitlerine saygıyla; sosyal patlamadan korkuyor
kimileri, korkmayın efendiler! Osmanlı'dan beri yaratılan terör ve keder hedefini buldu. Ve
tam on ikiden vuruldu. III. Selim' ler Mustafa Suphi' ler İpekçi 'ler Mumcu ve diğer emekçiler
tek tek yok edildiler. Geride kalan bizler, sosyal olacağız bir de patlayacağız öyle mi!! Hadi
ordan, yere tükürmeyelim yeter.''

İmzasız bir notta dile getirilenler ise şöyle:

''Sevgili Uğur Mumcu, seni kaybettiğimizden bu yana Türkiye çok üzülüyor. Seni seviyoruz.
Allah rahmet eylesin.''

Avustralya'dan gelen Ayten Özşen , Mumcu'ya başka bir kıtadan getirdiği selamları ilettiği notunda
şu sözlere yer verdi:

''Avustralya'dan sizleri ziyarete geldim. Kökleriniz oraya kadar uzamış. Sizleri seviyoruz ve
unutmuyoruz. Anılarımda senin önemini ve yerini yazdım Sevgili Uğur Mumcu.''

-- eHaberci --

Cumhuriyet 24.01.2003
DOSTLARI UĞUR MUMCU'YU ANLATIYOR

ÖZDEŞLEŞME

ŞÜKRAN SONER ( Türkiye Gazeteciler Sendikası Genel Başkanı)

Yaşarken, yazdıklarıyla, söyledikleriyle, öldürüldükten sonra, on yıldır anma etkinliklerinde, bu


kadar geniş kitle ile özdeşleşmeyi başaran olmadı.

Uğur Mumcu, her birimizi belki de bir başka noktadan yakalamayı, bizim sözcümüz olmayı, bizim
adımıza öne çıkmayı bildi.

Kimimiz için araştırmacı gazeteci, kimimiz için çok önemli hukukçu, kimimiz için insan hakları
savunucusu, gözünü budaktan sakınmayan, canını ortaya koyarak doğrular adına ölümüne
savaşan, mizah ustası, bilge...

Öldürüldüğünde, bizim adımıza, kendini ortaya koyarak savaşan insanı kaybedince acıdan öte
korktuk; bir yanımızı, kendimizden bir parçayı kaybetmiş olduk.

Adında, kimliğinde, anma etkinliklerinde buluşarak eksik kalan yanımızı, içimizdeki boşluğu
kapatmaya çalışıyoruz.

UĞUR MUMCU ve GAZETECİLİK ALİ SİRMEN ( Gazeteci)

Gazeteci, olayları ve perde arkasını yazar. Ama onun işi güncelledir.

O, tarihçi gibi geçmişin belgelerine dalarak bir dönemin olaylarını ve analizini bir arada yürütme
kaygısından uzak, güncel olanı, her yönüyle yansıtma ile yetinir.

Tabii ki her gazetecinin olayın doğruluğunu araştırmak kaygısı, kaygıdan öte görevi vardır. Ama bu
sınırlıdır.

Araştırmacı gazeteci, günümüzün kurumu değil.

Yıllardır ülkemizde de, başka ülkelerde de zaman zaman dedektif titizliğiyle bu işi yapanlar olmuş,
ortaya parlak örnekler koymuşlardır.

Ülkemizde ''araştırmacı gazeteci'' dendiği zaman ilk akla gelen isim Uğur Mumcu 'dur. Kuşkusuz
Uğur Mumcu'dan önce de olmuştur Türkiye'de araştırmacı gazeteciler, sonra da olacaktır.

Peki o zaman Uğur'u öbür araştırmacı gazetecilerden ayrı ve üstün kılan nitelikleri nelerdir? Uğur'u
yakından tanıyanlar, onun tükenmek bilmez çalışma azmi ile titizliğine yakından tanık olmuşlardır.

Ama bence Uğur'un belirleyici niteliği bunların dışında, araştırdığı konuları tarihi perspektifi içinde
doğru yere oturtacak güçlü bir tarih bilinci ve bilgisine sahip olması, hukukun labirentlerinde elini
kolunu sallayarak gezecek sağlam hukuk formasyonu ve toplumsal duyarlılığıdır. Bu nitelikleriyle
Uğur, araştırmacı gazetecilerin hiçbirinin varamadığı bir noktaya ulaşmış ve yaşadığı çağa ışık
tutmuştur.

İLKE SAHİBİ OLMA

CELİL GÜRKAN (Emekli General)

Uğur, mesleğinin gerektirdiği ''ilke sahibi olma'' , kesin doğruluğuna kanaat getirmeden, en
güvenilir kaynaktan doğrulatmadan yazmama, konuşmama ve tartışmama koşuluna her zaman
kusursuz şekilde uymayı yaşam felsefesinin temeli saymış bir yazardı.

Sanıyorum Uğur'u Uğur yapan ve kendisine okuyucularının kalplerinde taht kurma yolunu açan
özelliği de bu olmuştur.

12 Mart döneminin, kendisinin de mağdurlarından biri olduğu, sıkça rastlanan, yerli, yersiz ve
gereksiz suçlama ve karalamaları furyasında, beş general/amiral ve sekiz albay arkadaşımla
birlikte maruz kaldığımız haksız işlemler karşısında, telefonumun dinlendiğini bildiği halde bile bana
telefon ederek:

''Paşam, sizi ve arkadaşlarınızı yakından tanıyan, gerçek Atatürkçü ve devrimci görüşlerinizi


yürekten paylaşan bir mücadele arkadaşınız, bir evladınız olarak, mütevazı kalemimle ve
naçiz hukuk kazanımlarımla (müktesebatım) emrinizde ve desteğinizdeyim!'' diyebilmiş
civanmert bir insandı.

Kendine özgü akıcı ve inandırıcı üslup ile kaleme aldığı ve Türk kamuoyunda ve yayın hayatında
ciddi bir eleştiriye, tekzibe (yalanlamaya), hatta düzeltmeye uğramayan sekseni aşkın, adıma ithaf
edilmiş kitapları ve yüzlerce köşe yazıları ile mütevazı kitaplığımı bezendiren Uğur, ''Sakıncalı
Piyade'' adlı kitabında anlattıklarına bakılırsa, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin, belki zaman zaman
otoriter nizamın ekstremlerine kayan kimi haşin uygulamalarına maruz kalmamış da değildir.

Ama, Atatürk ilke ve devrimlerini, günümüzde apaçık gözlemlediğimiz en güçlü, güvenilir ve de


yansız koruyucusu olan Türk Silahlı Kuvvetleri'ni eleştiren bir davranışın içinde asla olmamıştır.

Rahmetli Uğur, konuşmalarında en zarif, aynı zamanda da en düşündürücü esprileri de yerli


yerinde kullanmasını bilen bir ''ehl-i kalem'' idi.

Yukarıda özetlemeye çalıştığım bazı özellikleri ile Uğur Mumcu için, onun çok sevdiği ve zerrece
toz kondurmadığı büyük Atatürk hakkında, 10 Kasım 1938'den sonra yazılan ve söylenenler
arasında seçtiğim bir tümceyi burada yinelemek isterim:

Atatürk aramızdan ayrıldıktan sonra, O'nun hakkında övgü dolu pek çok yazılar yazıldı.

Balkan ülkelerinden birinde yayımlanan bir gazetede şu satırları okuduğumu çok iyi anımsarım:

''Atatürk öldü;... Dünya artık eskisi kadar enteresan değildir!''

Şimdi ben de Cumhuriyet gazetesi okurlarının duygularına tercüman olarak bir uyarlama yapıp
rahmetli Uğur Mumcu için de şöyle diyeceğim:

''Uğur Mumcu öldü!.. Türk basın hayatı artık eskisi gibi enteresan değildir!''

-- eHaberci --

Cumhuriyet 24.01.2003
Öldürülüşünün 10. yılında, yazdığı her yazı bugüne ışık tutuyor

İstanbul Haber Servisi - ''Ekonomimiz alaturka, liberalizmimiz arabesk, sermayemiz nazlı,


işadamımız narindir. Ekonomide serbest, siyasette grekoromen güreşiriz. Ama hep tuş
oluruz. Uçan kuşa borcumuz var, uçamayana hıncımız... Devrim yasak, evrim sakıncalı,
döneklik yararlıdır az gelişmiş demokrasilerde...'' diyen Uğur Mumcu 'nun um:ag tarafından
yeniden yayımlanan kitapları ve tüm yazılarının üzerinde çalışılarak oluşturulan kitaplar, aynı
zamanda vakfın gelir kaynaklarından birini oluşturuyor.

Bütün Yapıtları Dizisi


Suçlular ve Güçlüler

Sakıncalı Piyade

Bir Pulsuz Dilekçe

Büyüklerimiz

Çıkmaz Sokak

Tüfek İcat Oldu

Silah Kaçakçılığı ve Terör

Söz Meclis'ten İçeri

Terörsüz Özgürlük

Papa-Mafya-Ağca

Liberal Çiftlik

Devrimci ve Demokrat

Aybar ile Söyleşi

İnkılap Mektupları

Rabıta

12 Eylül Adaleti

Bir Uzun Yürüyüş

Tarikat-Siyaset-Ticaret

Kâzım Karabekir Anlatıyor

40'ların Cadı Kazanı

Kürt-İslam Ayaklanması

Gazi Paşa'ya Suikast

Kürt Dosyası

Sakıncalı Piyade (Tiyatro)


Mobilya Dosyası

Ağca Dosyası

Söze Nereden Başlasam

Bu Düzen Böyle mi Gidecek

Bomba Davası-İlaç Dosyası

Bütün Yazıları Dizisi

Batı Kulübünde Dans

Katiller Demokrasisi Hırsızlar Düzeni

Qusling Cephesi

Amerika Küsmesin

Çağın Suçu

Sağcı Düşünce

Yolsuzluk Şiddet Bağımlılık

Devlet Silah Adalet

Kontrgerilla Öğretileri

Bir Devlet Arıyoruz

Milliyetçilik AŞ

Hukuk, Devlet, Aşiret

Sistem

Atam İzindeyiz

Bağımsızlık Gülü

Esir Teşebbüs

Namuslu Olma Cesareti

Alaturka Kapitalizm
24 Ocak Anayasası

Engelli Demokrasi

Ortadirek Türküleri

Devlet Modası: Tek Yol Özal

Ermeni Mandacıları

Kuvvayi Ticariye Ruhu

Sahte Atatürkçülük

Demirel ve Çankaya

12 Eylül ve Şeriat

Laiklik Ruhuna Fatiha

Kurtar Bizi Baba

Paşa Tasarrufları

Modern Türban

Tohum ve Toprak

Askeri Marksizmden Demokratik

Sosyalizme

Yabancılaşma, Kenanizm ve Özalizm

Petrol Bekçisi

Ortadoğu'da Amerikan Bilardosu

Serbest Piyasa ve Kemalizm

Örs ve Çekiç

Kemalizm Sendromu ve Pax Amerikan

Son Yazılar

Diğer um:ag yayınları


Vurulduk Ey Halkım Unutma Bizi

Suikast Raporu 93-96

Uğur Mumcu ve 12 Mart

Araştırmacı Gazetecilik

Kentsel Gerilim

Uğur Mumcu Cinayeti TBMM

Araştırma Komisyonu Raporu

Uğur Mumcu Seçmeler Dizisi

Saklı Devletin Güncesi ''Çatlı v.s''

Gazetecilik

Polemikler

Uyan Gazi Kemal

Dost Yüzlerde Zaman

-- eHaberci --

Cumhuriyet 24.01.2003
GÖZLEM

UĞUR MUMCU

Sesleniş...

Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık. Babamız, sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.

Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı.
Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya.
Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık.

Vurulduk ey halkım, unutma bizi...


Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç
kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. Mimardık,
mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle
birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek
istediler hep. Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı gözbebeklerimizden. Yirmi
yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik
küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri
gibi, taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar
erkekliklerinden. Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...

Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli


işkencecilerin elinde öldürüldük acınmaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha.
Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan
sustu. Hukuk sustu. İnsanlık sustu.

Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla
kapattılar hücrelere. Hastaydık. Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşındaki
kızlarımızı öksüz bırakmazdık. Önce kolumuzu, omuz başından keserek yurtseverlik borcumuzun
diyeti olarak fırlattık attık önlerine. Sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Giresun'daki yoksul köylüler, sizin için öldük. Ege'deki tütün işçileri, sizin için öldük. Doğu'daki
topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul'daki, Ankara'daki işçiler, sizin için öldük. Adana'da,
paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.

Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Bağımsızlık, Mustafa Kemal' den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen
ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler,
gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın dedik,
sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.

Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi...

Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk; komünist dediler. Ülkemiz bağımsız değil
dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşı'nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız
bayrağımızı daha da dik tutabilmekti bütün çabamız. Bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak
istemediler. Vurulduk ey halkım, unutma bizi...

Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eline değmemişti ellerimiz. Bir sevgiliden
mektup bile alamamıştık daha. Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla
çıkarıldık idam sehpalarına. Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi
taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.

Asıldık ey halkım, unutma bizi...


Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar.
Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere. Öfkelerini bir
gün bile karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük
adına, demokrasi adına, Batı uygarlığı adına, bizleri, bir şafak vakti ipe çektiler.

Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi...

Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi... Bir gün sesimiz, hepinizin
kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi.

Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz ey halkım, unutma bizi, unutma bizi,
unutma bizi...

(25/8/1975 tarihli Cumhuriyet gazetesinden)

-- eHaberci --

You might also like