You are on page 1of 7

Muavenet ve Aziz

Şehitlerimizin
Anısına

02-Ekim-1992'de ABD’nin
vurduğu MUAVENET
fırkateynimiz, Denizci 5
şehidimiz ve 22 gazimiz Anısına
Fuat Timur
Çetin ALTAN
Küçük bir tekneyle İstanbul denizlerinde dolaşırken, Marmara açıklarının
ortası, okyanuslara dönüşür gönlümün çocuksu masallarında...
Hele hava biraz da çırpıntılıysa..
Heredia'nın sözünü ettiği, Yeni Dünya'ya altın bulmaya giden bir eski zaman
yelkenlisi...
Bir dritnot, ön güverte taretlerinin yüz seksen dereceyi tarayan canavar
dişlerine benzer namluları...
Bir şilepte ilk görevine çıkan dördüncü kaptanın vardiya nöbeti başlar
derken...
Bir transatlantiğin kaptan köprüsünde süvarinin başı, rotasına göre tam
saatinde çakan Cebelitarık'ın ilk çakarına döner inen akşam içinde...
Bir türlü doğru dürüst kullanamadığım 5 metrelik bir tekne, hepsiyle
özdeşleşir bunların Marmara açıklarında..
Ne kadar çok isterdim Türkiye'nin en petekli niteliğinin denizcilik
olmasını...
Çepeçevre denizlerde yüzbinlerce kotra, yat, motor, yelkenli, balıkçı
teknesi...
Bir deniz kuvvetleri ki dünya denizlerinde yüz yıllardır dolaşır...
Saratoga'dan fırlayan füzeyle kaptan köprüsünde şehit düşen Kurmay Yarbay
Kudret Güngör'le, Deniz Teğmen Alper Tunga Akan, Telsiz Astsubayı Serkan
Aktepe, Topçu Er Recep Akan, İkmal Çavuşu Mustafa Kılıç...
Benim denizlerimde son manevradan geriye dönüyorlar. Sırtlarında bembeyaz
giysileri...
5 derece iskele... Sancak makine yarım yol tornayd..
İnip çekilen flamalar...
Kıç güvertede, selam duruşunda dizilmiş bir sıra deniz ışığı...
Ne zaman bir denizci denizlerden dönmese, denizlerden dönmemiş
denizcilerin hep bir ağızdan türküleri söylenir denizlerin, denizler
derinliğindeki bilinmez denizliklerinde...
O türküyü duyuyor gibiyim biliyor musunuz?
Denizleri sevenler, ne zaman dönmeyen denizciler olursa, duyarlar o hep bir
ağızdan söylenen denizlerde kalmışların türküsünü.
Çok kısa bir sürede herhalde amiral olacaktı...
Beyaz üniforması, artık hiç uçmayacak bir kelebek gibi hala duruyor
gardropta..
Deniz Harp Okulu'na girdiği yıl arkadaşlarıyla çektirilmiş bir
fotoğraf...
Mezuniyet töreni...
Nişanlılık...
Bilir misiniz bir başka türlüdür onların nişanı...
Birbirine yakışmışlığın mutluluğu, gelecek ilk ayrılığın tesellisini taşır
gülücüklerinde...
Ve çaresiz gelir ilk ayrılık... Sonra ikincisi... Sonra üçüncüsü..
Evin içindeki odalarda onları bekler üniformalı fotoğrafları... Bir de o
fotoğraflara sık sık gözleri ilişenler...
Bir tanesi ya sonuncu olursa...
Demincek telsiz telefonla konuştuk.. Çanakkale'yi geçmişler,
gece saat on birde evdeyim dedi...
Bir beyaz üniforma durur dolapta mum gibi...
Hep bir ağızdan başlar denizlerden dönmeyenlerin ortak
türküsü..
Son baktıkları dürbün, karanlığın görünmez ufuklu denizleri,
yıldızlar..
Göğüs cebindeki şık cüzdanda da evdekinin ikizi, bir başka
fotoğraf vardır...
Gece denizlerinde savaş gemilerinin denizcileri, radarların,
kadranların, türbünlerin, namluların, antenlerin soğuk ışıklı
çelik örgüleri içinde, kıyılarda kalmış rüyaların özlemiyle
yaşarlar... Kıyılarda da denizlerde kalmış rüyaların özlemiyle
yaşadıkları gibi...
Dönmediklerinde...
Bir beyaz kağıt üstünde harfler, satırlar, köpükler,
pervaneler, küpeşteler, dümenler, direkler birbirine karışır
ve onlar görünüverir karşında...
Mutlaka dönerler onları sevenlerin herkese malum olmayan
denizlerinde...
Ve bir ağızdan söylenen bir türkü başlar...
Denizlerin denizler derinliğindeki bilinmez
denizliklerinde...
Dinleyin bakın duyuyor musunuz.?
Denizlerde kalmışların hep birlikte söylenen türküsüdür o...

You might also like