You are on page 1of 5

30.

Yılında Maraş Katliamı ve Tersyüz Edilen Gerçekler -


Birol Cevizoğlu
Tarih: 25.12.2008

İstanbul’da art arda camiler kundaklanıyor, üstelik herkesin bir Alevi açılımı yaptığı, Alevi kesimin
çok hassas olduğu bir dönem ve Maraş katliamının 30. yılında!
Bu gelişmeler hiç de hayra alamet değil! Görünen o ki birileri 30 yıl evvelki dosyayı yeniden açmak
istiyor. Kendilerine göre yarım kalmış bir işi tamamlamak istiyorlar. Adına “alevi Sünni çatışması”
dedikleri provokasyonlarla acımızı tazelemek ve daha fazlasını yaşatmak istiyorlar.
Bu yüzden o günlere bir daha dönmemek ve o günlerin muhasebesini yaparak gençlere doğruları
anlatmak istedim. Yazdıklarım o günlerde olan, yaşanan ve söylenen şeylerdir. Bu gün camileri ve belki
de “Cemevlerini” kundaklayan ve kundaklayacak kişiler yine eskisi gibi emperyalist güçlerin oyuncağı,
hainlerdir.
Şimdi birlikte bir zaman yolculuğuna çıkıp “keşke yaşanmasaydı” dediğimiz o günlere bir bakalım.
Unutulmamalıdır ki o günlerde SSCB gizli servisi KGB başta olmak üzere Çin, Arnavutluk, Bulgaristan ve
diğer komünist blok ülkelerinin gizli servisleri ülkemizde cinayetler işleyip, büyük provokasyonlara
imza atmaktaydılar.
Bu büyük iç savaş provalarından ilki belki de “Malatya Olayları” diye bilinen, Malatya’da CHP’nin
52 yıllık iktidarını yıkarak 11 Aralık 1977’de belediye başkanı seçilen Hamit Fendoğlu’nun, 17 Nisan
1978’de gelini ve torunları Bozkurt ve Mehmet ile birlikte şehit edilmesi olayıdır. Diğer olaylarda
olduğu gibi “Hamido”nun da şehit edilmesi olayına bir ülkücü fail bulunması gerekiyordu. Aranan fail
Ülkü Ocakları Derneği (ÜOD) eski genel başkanı Muharrem Şemsek’ti!
Oysa bunların hepsi bir yalan ve büyük bir oyunun parçası idi. Bugün olduğu gibi o günlerde de
Türkiye başta KGB olmak üzere CIA ve MOSSAD’ın eylem ve cinayet işleme alanı haline gelmişti. Bu
olay da bunların işiydi. Bu servislerin satın aldığı hainler vasıtasıyla gerçekleştirilen katliamlar
toplumsal hayatımızda derin yaraların açılmasına sebep oluyordu. Muharrem Şemsek’in suçsuzluğu kısa
sürede anlaşılacaktı ama karanlık kişiler amaçlarına ulaşıp, çıkan olaylarda masum insanlar hayatlarını
kaybettikten sonra...
Malatya olaylarına gelinmesindeki en büyük nedenlerden biri de ülkücülerin yaptığı büyük
mitingdir. 15 Nisan 1978 tarihinde MHP’nin düzenlediği büyük mitinge iktidardaki CHP’nin her türlü
olumsuzluğa, tehdit ve bütün engellemelerine rağmen çok büyük bir katılım olmuş ve Türkiye siyasi
tarihindeki en büyük miting olarak tarihe geçmiştir. Hiçbir taşkınlığın ve yasadışı olayın yaşanmadığı bu
yürüyüş ve mitingde yaklaşık olarak yarım milyon insan toplanmıştı. Yürüyüşe geçen kortej Cemal
Gürsel meydanından Tandoğan’a saatler sonra gelebilmişti. İşte SSCB, ÇİN, ABD ve MOSSAD, CIA, KGB
bundan korkuyordu… Bu kitlesel büyüme durdurulmalıydı!
Hamido’ya gönderilen bombanın bir benzeri de üç gün evvel CHP’den istifa eden (Maraş) Pazarcık
eski ilçe başkanı Memiş Özdal’a gönderilmişti. Ancak bu paket postanede patlamış ve iki posta görevlisi
ölmüştü. Yapılan araştırmalar sonucu Türkiye büyük bir gerçekle yüzleşiyordu! İçişleri Bakanlığının 24
Nisan 1978 tarihinde Güvenlik Dairesi Yabancı Faaliyetler Bölümünün 10568 sayılı yazısına dayanılarak
valiliklere gönderdiği yazıda Hamit Fendoğlu ve PTT memurlarının ölümüne sebep olan bombalar
Almanya’da faaliyet gösteren yasadışı “Türkiye Gizli Ermenistan Kurtuluş Örgütü” tarafından imal
edilerek amacına ulaşması sağlanmıştır. (Hakkı Öznur, Ülkücü Hareket, Cilt 3, sh, 228)
Bunlarla yetinmeyenler bu sefer gözlerini Sivas’a çevirmişlerdi. Sivas’ta Ramazan’ın son günü (3 – 4
Eylül 1978) patlak verip bayramın birinci günü de devam eden olaylarda 10 kişi ölmüş yüzlercesi de
yaralanmıştı. Burada da aynı oyun sahneye konmuş maalesef istediklerini almışlardı. Bu olayda da
diğerlerinde olduğu gibi bir ülkücü fail bulunmuştu. Bu seferki fail Ülkücü Gençlik Derneği (ÜGD) genel
başkanı Muhsin Yazıcıoğlu olacaktı. Ne var ki sonunda ÜGD genel başkanının suçsuzluğu anlaşılacak ve
olayların arkasında İGD, TİKKO, DEV-YOL, Acilciler gibi komünist terör örgütleri çıkacaktı.
Kısacası Türkiye’nin her yerinde cinayetler işleniyor, kurtarılmış topraklar ilan ediliyor, Kars
kalesine Rus, Antep kalesine Çin bayrağı çekiliyordu… ODTÜ’de Türk bayrağı indiriliyor, istiklal marşı
söylenmiyordu… Konya’da istiklal marşı okunurken yuhalanıyor, protesto etmek için bir grup yere
oturuyor, meydanlarda Karl Marks, Friedrik Engels, Lenin, Stalin, Mao ve bilumum komünistlerin
posterleri dolaştırılıyordu…
İşte Türkiye’nin “manzarayı umumiyesi” buydu!
Katliamların arkasında kim var?
Maraş katliamı gibi büyük olayları çıkarmak kimin işine yarayabilir sorusuna cevap aramak ve bu
cevabı milletimize duyurmak sağduyu sahibi herkesin görevidir. 12 Eylül öncesinde komünist fırtınanın
son hızıyla estiği günlerde meydana gelen gerek toplumsal ve gerekse kişisel katliamlarda bu olayları
kimin teşvik edip tasarladığını ve uygulamaya koyduğunu merak edenlere şu basit cevabı verebiliriz!
Yapılan katliamlar kime menfaat sağlıyorsa ve işlenen cinayetlerde kullanılan yöntem kime ait ise
bu işleri onlar yapmıştır! O hâlde Türkiye gibi bir ülkede bunları kimler yaptırabilir? Bu yöntemler
kimin yöntemleridir?
Türkiye’deki toplu katliamların ve siyasî cinayetlerin arkasında SSCB’yi görmekteyiz. Toplu
katliamları ve siyasî cinayetleri bir yöntem olarak kullanan SSCB bu yöntemle hem düşman kabul ettiği
muhaliflerini ortadan kaldırır ve hem de iç savaş aşamasından sonra işgale başlar. Komünizmi ve
komünistleri deşifre ederek milletini uyanık olmaya davet eden kişi, kurum, dernek, parti ve sendika
gibi sivil toplum teşkilatlarının Rus ve Çin hükümetleri tarafından kurdurulan veya beslenen ya da
desteklenen komünist örgütlerce yok edilmeleri sağlanır.
Çarlık Rusya’sından komünist Rusya’ya kadar bütün Rus yönetimleri İstanbul’u ve boğazları ele
geçirmeyi millî bir politika olarak kabul etmiştir. Rus milli politikası içinde Kars, Ağrı ve Ardahan özel
önem taşımaktadır. Onlara göre buralar ele geçirilmeli ve Türkler Anadolu’dan sökülüp atılmalıdır.
Türkiye üzerinde çok büyük politikaları olan Rusya bu amaçla beynelmilel komünizmin de
yardımıyla yüzlerce örgüt kurdurmuş bunlara para, silâh, mühimmat, teknoloji ve beyin gücü yardımı
yapmıştır. Genellikle yasadışı yöntemleri kabul eden Rusya ihtilalciliği bir yöntem olarak
benimsemiştir. Ayrıca Ernesto Che Guevara, Carlos Marighella, Alberto Baya gibi Latin Amerika ve Ho Şi
Minh gibi Vietnam gerillacılığını da Türkiye’de kullananlar olmuştur. Başta romantik (komünist ve)
maceraperestler arasında taraftar bulan komünizm daha sonra pembe romantizmden, kanlı kızıl
komünizme dönüşüyordu. Bu andan itibaren Türkiye’de toplu ve kişisel siyasi cinayetlerin arkasında
Rusya, Çin, Arnavutluk ve Bulgaristan gibi komünist blok ülkelerini ve DEV-GENÇ, THKO, THKP-C, DEV-
YOL, DEV-SOL, POL-DER, PKK ve DHKP-C vs. vs. gibi çeteleri görüyoruz.
Türkiye’nin millî politikaları, Rus millî politikaları ile devamlı çatışmıştır. Başta Atatürk olmak
üzere hiçbir Türk hükümeti Rusya’ya onların istediği kadar taviz vermemiştir. Bu yüzden Rusya kendi
nüfuzu altına alamadığı Türkiye’nin hem İslâm ülkeleri ve hem de batı ile iyi ilişkiler geliştirmesine
mani olmak için Türkiye’de bir kamuoyu oluşturmuş ve mitingler düzenletmiştir. Türkiye’nin istiklâlini
koruma ve kendi kaderini çizebilme isteğine hiçbir zaman saygı duymamış ve sürekli olarak Türkiye’yi
bulunduğu pakt ve ittifaklardan koparmak istemiştir. Bunu yaparken de ortada kalacak olan Türkiye’yi
nüfuzu altına alarak zamanı gelince işgal etmeyi hedeflemiştir. Bu amaçla Türkiye içindeki milliyetçi
fikirlere acımasızca saldırmış, bu akımın tek ve gerçek temsilcisi olan ülkücüleri hayvanî yöntemlerle
katletmişlerdir.
Suikast ve siyasî cinayetlerin yanı sıra kitlesel katliamlara da başvuran komünistler 1917’den beri
uyguladıkları “devrimci şiddeti” Türkiye’de de uygulamışlardır. Rus ihtilâli adını verdikleri katliamları
ile ve Çin’in yaptığı gibi ırk, cins, yaş ve din ayrımı gözetmeksizin herkesi öldürdüler. Bu katliamlarda
ise hep aynı yöntemi kullandılar. Başta Ermenilerin 1915 – 1919 yılları arasında Türklere uyguladığı
yöntemler olmak üzere; Rus, Çin, Kamboçya, Kuzey Kore ve diğer komünist ülkelerin uyguladığı
yöntemler Türkiye’de Malatya, Sivas, Maraş, Çorum ve diğer illerde uygulandı. Öldürmek istediklerine
her türlü işkenceyi yapan komünistler özellikle Kahramanmaraş’ta büyük vahşet yaşatmışlardır. İşkence
ederek öldürme ya da öldürdükten sonra işkence etme bunların en belirgin özellikleridir. Ümraniye, 1
Mayıs mahallesinde işkence edilerek öldürülen 5 ülkücü işçi buna en zalimce örnektir. Keza 1915-1919
yılları arasında Ermenilerin Türklere yaptığı zulmün tarifi imkânsızdır. Aynı yöntemleri Maraş’ta
1978’de de kullanmışlardır. Bu yöntemler ayrıca Yahudiler tarafından da sıklıkla kullanılmış ve halen
kullanılmaktadır.
Zaten Türk milletinin mayasında işkence ederek öldürme diye bir şey yoktur. Türkler tarihin hiçbir
anında öldürdüğü insanların karnını deşmemiş, gözünü oymamış veya tecavüz etmemiştir. Ancak bu
yöntemler ne yazık ki komünizm ve komünistler arasında bir yöntem, baskı ve yıldırma amaçlı olarak
kullanılmıştır. Bu yöntemleri gerek Kurtuluş savaşında ve gerekse Kıbrıs savaşında Yunan ve Rumların
da kullandığını biliyoruz. Aynı yöntemleri PKK adlı cinayet şebekesi de kullanmıştır.
Bunun bir başka örneğini ise 1978 yılında Maraş’ta yaşadık. Ne yazık ki “Alevi-Sünni çatışması” gibi
gösterilen ancak Rus, Ermeni, komünist çeteler ve diğer emperyalist devletlerin ortak yapımı olan bu
katliamın üzerindeki sır perdesini kaldırıyoruz.
Bu olay da tıpkı “Deniz Gezmiş ve arkadaşları” gibi milletimize yalan ve yanlış bilgilerle aktarılmış,
bunun sonucu olarak ise ülkücüler suçlanmaya çalışılmıştır.
Güneş Ne Zaman Doğacak!
Maraş olayları “Çiçek sinemasının” bombalanmasından sonra başlamıştır. Ama yukarıda da
anlatmaya çalıştığım gibi öncesinde gelişen olayları görmezden gelemeyiz…
Evvela Güneş Ne Zaman Doğacak adlı filmin içeriğine bakmakta fayda vardır. Benim de (tarihini pek
hatırlayamadığım büyük bir ihtimalle 1979’da) seyrettiğim bu film o günlerde iyice kuduran komünist
teröristlerin değil bütün solcuların tepkisine sebep olmuştu. Hiç unutmuyorum Tirebolu’da annem,
babam ve ben ailece gitmiştik. Renk Sinemasında oynuyordu…
Film, komünizmin bütün pisliğini o günkü film teknolojisi, senaryosu, oyuncuları ile gözler önüne
seriyordu. Dolayısıyla bu filmden Türk Milliyetçilerinin gocunacağı hiçbir şey yoktu. Aksine
komünistlerin ve solcuların alınacağı, utanacağı pek çok şey vardı. Çünkü filmin konusu 1940’lı yılların
Türk yetkililerince Ruslara teslim edilen ve bunlar daha Türk topraklarından Rus topraklarına
adımlarını dahi atmadan 1940’lı yılların yöneticilerinin gözü önünde kurşunlanarak öldürülen
soydaşlarımızın hayatını anlatıyordu. 1940’lı yıllarda ise Türkiye’de CHP iktidarda idi. İşte sırf bu
yüzden CHP’liler tepki göstermiş olabilirler. Komünistlerin tepkisi ise o iğrenç ve insanlık dışı yüzlerinin
açığa çıkmasındandır.
Bu film hakikaten büyük gürültü koparmıştı. Filmin yönetmen asistanı İsmail Güneş’e göre bu
olayların arkasında SSCB ve KGB var! İsmail Güneş filmi çekerken başlarına gelenlerin pişmiş tavuğun
başına gelmediğini iddia ediyordu. Buna göre ekip film daha çekim aşamasında iken Rus
konsolosluğunda görevliler tarafından çekilmemesi konusunda nazikçe uyarılmışlar. Çekime devam
eden ekibe saldırılar olmuş, stüdyo basılmış. Saldırılar bunlarla bitmemiş. Filmin negatiflerinin
yıkandığı Lale stüdyosu üç kişi tarafından basılmış, üzerinde adı yazılı olması gereken filmi arayan
komünistler kutunun üzerinde başka bir ad yazıldığı için muratlarına eremeden oradan uzaklaşmışlar.
Filmi Rus konsolosluğundaki görevliler ve onların tetikçilerinden kurtaran ekibin karşısına bu sefer
de “sansür kurulu” çıkmış. Ancak sansür meselesi de filmin kadın başrol oyuncusu Oya Aydoğan’ın CHP
senatörü bir yakını sayesinde aşılmış. Aslında film Maraş’tan önce Karagümrük ve Beşiktaş’ta
gösterildiği sinemalarda saldırıya uğramış.
İsmail Güneş o kadar iddialı konuşuyor ki ona hak vermemek elde değil. Ona göre “bu iş ne sağ sol
ne de Alevi Sünni çatışması değildi.” Sovyetler bu filmi oynatmamak için elinden geleni yapmış ve
bunda kısmen başarılı olmuştur.
Çiçek sineması bombalanıyor.
İşte bu film bütün Türkiye’de olduğu gibi Maraş’ta da halkın yoğun ilgisi ile karşılaşıyordu. Bu ilgi
solu ve POL-DER’i tedirgin etmişti. POL-DER’li polisler bu ilgiyi dağıtmak için tehditlere
başvuruyorlardı. “Bu arada sinemayı telefonla arayıp filmin oynatılması durdurulmazsa sinemanın
bombalanacağı yönünde tehditler gelmeye başlıyor. Emniyet de bu yönde baskıyı artırıyordu.” (Ökkeş
Kenger, Kahramanmaraş Olaylarının Perde Arkası, sh, 56) Bu tehditler ne sinema sahiplerini, ne
ülkücüleri ve ne de Maraşlıyı yıldırmamıştı.
En sonunda komünist çetelerin istediği oluyor ve 19 Aralık gecesi Çiçek sineması bombalanıyordu.
Bunun sonrasında 7 kişi çeşitli yerlerinden yaralanarak hastanelerde tedavi altına alınıyordu. Bu arada
olan olayları muhabiri olduğu Hergün Gazetesi ve Genç Arkadaş dergisine haber vermek için PTT’ye
telefon etmeye koşan bir kişi daha sonra olayların 1 nolu sanığı olarak gözaltına alınacak ve binlerce
ülkücü gibi o da işkenceye ve iftiraya maruz kalacaktı. Bu kişi Ökkeş Kenger’den başkası değildi. Ancak
herkes Ökkeş Kenger’i olayları başta Ankara olmak üzere Türkiye’ye ilk duyuran kişi olarak bilir. Bu
yıllarca böyle bilinmiştir. Fakat işin doğrusu hiç de öyle değildir. Teori Dergisinin 38.sayısında yazdığına
göre bu görevi de (!) Aydınlıkçılar yerine getirmiştir. Teori dergisinde şu iddialara yer verilmektedir:
“O zamanki Ecevit iktidarı katliamın başladığını partimizden (TİİKP) öğrendi... Parti daha ilk andan
itibaren özel bir basın bürosu oluşturup neredeyse saat başı çıkardığı bildirilerle gerçekleri halka ve
dünyaya duyurdu.” (Teori, TİİKP Bilançosu, Şubat 1993 sayı, 38, sh, 19)
Filmin oynadığı sinemadan gelen müthiş bir patlama sesi ile dışarı çıkan ilk kişinin şüpheli
davranışları etrafındaki vatandaşların gözünden kaçmıyor ve yakalanarak polise teslim ediliyordu.
İlerde kendisinden CHP militanı diye bahsedilecek vali olmasına rağmen Tahsin Soylu’nun konu ile ilgili
şu açıklaması her şeyi bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyordu.“Sinemada Güneş Ne Zaman Doğacak
adlı bir film oynuyordu. Ben filmi görmedim. Ama komünizmi yeren bir filmmiş. Sinemaya bomba
atılması olayı ile ilgili olarak Pazarcık ilçesinin Demirciler köyünden sol görüşlü Salman Ilıksoy adındaki
bir şahıs yakalandı ve tutuklandı.”
İrfan Özaydınlı: Olayları solcular başlattı!
Buna benzer bir açıklamayı da zamanın CHP’li içişleri bakanı İrfan Özaydınlı yapmıştır. Bakan İrfan
Özaydınlı “olayları solcular başlattı” dediği için görevden alınıyordu. Görüldüğü gibi Maraş’ın ve
Türkiye’de asayişin en yetkilileri olan Maraş valisi Tahsin Soylu ve içişleri bakanı İrfan Özaydınlı MHP’yi
ve ülkücüleri olayın en başından aklamış oluyorlardı. Fakat Ecevit CHP grup toplantısında yine kışkırtıcı
bir konuşma yaparak âdeta olayları solun başlattığı yönünde açıklama yapan vali ve içişleri bakanına
gözdağı veriyordu. Bunun üzerine Salman Ilıksoy serbest bırakılıyor ve bütün oklar Ökkeş Kenger, ÜGD
ve MHP üzerine çevriliyordu. Ecevit katliamlar başladığı zaman yaptığı tarihî grup toplantısında şunları
söylemiştir. “...Nihayet K. Maraş’ta soykırım oldu; katliam oldu... Kendilerini milliyetçi gibi
göstermeye kalkışanlar bunu yapmaya çalıştılar... Bunlar milliyetçi olamazlar.” İşte Ecevit bu defa çok
haklıydı. Çünkü bu katliamı yapanlar, ilerde anlaşılacağı gibi solun her çeşidi, komünist ve Ermenilerdi,
ülkücüler değil!
20 Aralık gecesi yani Çiçek sinemasının bombalanmasından bir gün sonra solcuların gittiği Akın
kıraathanesi de bombalanıyordu. Akın kıraathanesinin bu olay için seçilmesindeki yegâne sebep bir
gece önceki sinema bombalanması olayının intikamının alındığı havasını yaymaktı. Nitekim bu gayeye
ulaşıyor ve solcuların gittiği Akın kıraathanesine atılan bombadan aradıklarını bulamayan ve ortamı
daha da gerginleştirmek isteyenler tarafından 21 Aralık günü Endüstri Meslek Lisesi öğretmenlerinden
sol görüşlü Mustafa Onbaşıoğlu ve Hacı Çolak okulun önünde öldürülüyorlardı.
Çiçek Sinemasının ve Akın kıraathanesinin bombalanması ve iki öğretmenin öldürülmesi eylemlerini
DEV-SAVAŞ adlı terör örgütünün gerçekleştirdiği daha sonra yapılan mahkemelerde ortaya çıkarılmıştır.
Görüldüğü gibi komünistlerin safha safha uygulamaya koydukları bu planlar ile MHP’nin, ÜGD’nin ve
Türk milliyetçilerinin hiçbir alâkası yoktur. Gerçekler böyle olmasına rağmen her olaya bir ülkücü sanık
bulmakla görevli POL-DER ve basın hemen harekete geçerek failleri ülkücülerin arasında aramaya
başlıyorlar. Bu tezgâhı kurmak hiç de zor olmuyordu. Nasıl olsa bombalanan kıraathane solcuların,
öldürülen öğretmenler de solcular idi. O yüzden maya hemen tutmuş ve Maraş’ta olağanüstü olaylar
yaşanmaya başlanmıştı. Ertesi gün yani 22 Aralık günü öğretmenlerin cenazeleri kaldırılacak ve
cenazede bazı eylemler yapılacaktı. Bu kararların alındığı toplantılara hem öğretmenleri öldüren hem
de bombalama eylemlerini gerçekleştiren DEV-SAVAŞ yetkilileri ile ileride Maraş davasında yargılanıp
idam cezası alacak olan ve arkadaşı Adil Ovalıoğlu’nu öldürmekten sanık sandık cinayeti zanlısı, Ermeni
Gabris Altınoğlu da katılıyordu. Bu toplantılarda alınan kararlar gereği, gerekirse silâh kullanmak bile
serbestti.
Vali Tahsin Soylu: Solcular sağcılara saldırabilir!
Aynı akşam Vali Tahsin Soylu nasıl olduysa Gaziantep Zırhlı Birlik Komutanına yazdığı yazıda
“K.Maraş’ta cenaze törenini bahane eden solcular, çok kuvvetli yandaşlarıyla, sağ görüşlü kişi ve
kuruluşlara saldırabilirler. Bu yüzden olaya müdahale edebilmek için kuvvet bulundurulmasını
istiyorum” diyordu.
Bütün bunlar olurken aynı vali Tahsin Soylu bu sefer “İçişleri bakanlığı, şereflerine lâyık bir tören
yapılmasını istiyor” diyerek herkesin cenazeye katılmasını teşvik ediyor, okullar ve devlet daireleri
tatil ediliyordu. Daha önce TÖB-DER ve Yürükselim mahallesinde beş örgüt tarafından (TÖB-DER,
TKP/ML-DHB, TDKP/HK, DEV-SAVAŞ ve TİKP) alınan karar gereğince plan uygulanıyor, iki öğretmeni
öldüren DEV-SAVAŞ cenaze töreninin hazırlıklarında da başı çekiyordu.” Marksist-Leninist bölücü terör
örgütleriyle Marksist-Maoist bölücü terör örgütleri kendi yandaşlarınca öldürülen öğretmenlere
görkemli (!) bir cenaze töreni düzenlemek için aralarındaki çekişmeyi bir süreliğine rafa kaldırmışlardı.
Yıllardır milliyetçi muhafazakâr yapısı nedeni ile bir türlü sızamadıkları Maraş’ta kendilerinin ispatını
ancak bu yolla yapabileceklerine inanıyorlardı. Üstelik kan içicilerin kanla yazılır dedikleri devrimin ilk
ayağını da burası oluşturuyordu.
Okulların ve devlet dairelerinin tatil edilmesinin ardından komünist katiller çarşıları dolaşarak
bütün esnafı dükkân kapatmaya zorluyorlardı. Bundaki amaç mümkün olabildiğince kalabalık
toplamaktı. Böyle gergin bir ortamda morgdan alınan cenazeler, cenaze namazı (!) için Ulu cami’ye
doğru yola çıkarılmışlardı. Tarihler 22 Aralık 1978 cuma gününü işaret ediyordu!
Adı geçen öğretmenlerin cenazesinin kalkacağı gün çeşitli yollarla halkı Ulu Cami’ye toplamayı
sürdüren komünistler, tahriklerine olanca hızı ile devam ediyorlardı. Hatta o kadar ileri gidiyorlardı ki,
duyan kulaklarına inanamıyordu. Ama ne yazık ki komünistler “Maraş müftüsünün resmî araçla kentte
dolaşıp halkı (Alevilere karşı) kışkırttığı” (Nedim Şahhüseyinoğlu, Yakın Tarihimizde Kitlesel Katliamlar,
sh, 97) dedikodusunu yayarak Ulu cami etrafında binlerce kişinin toplanmasını sağlıyorlardı. Bu
söylentileri Hürriyet gazetesi okuyucularına şöyle duyuruyordu: “Saldırganlara dinamit lokumu ve silah
dağıtıldı. Adını açıklamayı sakıncalı bulan bir yetkili, Maraş müftüsünün resmi araçlarla kenti
dolaştığını ve halkı kışkırtıcı konuşmalar yaptığını, olayların bundan sonra başladığını öne sürdü”
(Hürriyet Gazetesi, 26.12.1978)
Bir Alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş gibi sayılır… (!)
Bu arada akıllara durgunluk veren bir iddia daha ortaya atılıyordu. Aynı gün “Bağlarbaşı imamı
Mustafa Yıldız Cuma namazında (22.12.1978) oruç ve namazla hacı olunmaz, bir Alevî öldüren beş
sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır diye vaaz verdiği” (Nedim Şahhüseyinoğlu, Yakın Tarihimizde
Kitlesel Katliamlar, sh, 150) dedikodusu yayılır. Artık ok yaydan çıkmış, herkes her söylenene inanır
hale gelmişti… Zaten istenilen de buydu...
Ulu cami Maraş tarihinde çok önemli bir yer işgal etmektedir. Ayrıca Maraş’ın en büyük camisidir.
İşte komünist militanlar yapacakları katliamın mümkün olduğunca büyük olması için özellikle Cuma
günleri tıklım tıklım olan Ulu cami’ye bu yüzden cenazelerini getirmek istemişlerdir. Aslında maksat
tabii ki cenaze namazı kılarak dini vecibelerini yerine getirmek değildi. Bu arada yeri gelmişken şunu
da belirtmekte fayda var: Türk solu tıpkı ağa babaları Lenin. Stalin. Mao. Rusya, Çin, Enver Hoca, Tito
v.s. gibi din düşmanıdır. Üstelik “…Sünni İslâm düşmanı” (Mahmut Çetin, Perinçek ve Aydınlık Hareketi,
sh, 268)
Oradaki hain ve sinsi plan Cuma namazını kılanları tahrik ederek öldürebildiklerini hemen orada
katletmekti. Bu arada cenazeleri alan topluluk önlerine çıkan her şeyi tahrip ederek Ulu cami önüne
geldiler. Bütün bu azgınlığın arkasından gelecekleri sezen Maraşlılar da Cuma namazından çıkanlarla
beraber Ulu cami önünde toplanmaya başladılar. Karşılıklı slogan atmalar ve komünistlerin
Peygamberimize (S.A.V) hakaret etmeleri ise sinirleri iyice gerdi. İşte “bu anda polisten (POL-DER) ve
kortejde bulunan militanlardan topluluğun üzerine ateş edenler oluyordu.” Tabii provokatörler de
(kışkırtıcı) boş durmayarak halkın galeyana gelmesine yardım ediyorlardı.
Cenazeleri bırakıp kaçıyorlar.
Kan temeline oturtulan devrimin ilk kıvılcımı sayılabilecek Maraş olaylarının patlak verdiği gün bir
başka kıvılcım da Elbistan’da çakılmıştı. Bir CHP senatörü olan Hilmi Soydan o tarihlerde ülkenin
istikbalini MHP’de gördüğünden partisi CHP’den ayrılıp MHP yetkililerine “artık MHP’de siyaset
yapacağını” söylemişti. Senatör Hilmi Soydan TÖB-DER’de yapılan hain plan sonrasında DEV-SOL
militanı Ali Sarıaslan tarafından katlediliyordu. Bu cinayetle olayların boyutunu ve alanını genişletmeyi
uman katiller Hilmi Soydan’dan başka MHP ilçe başkanı, ÜOD başkanı ve Ülkü-Bir başkanını da
öldürmeyi planladıklarını daha sonra itiraf edeceklerdi.
Ulu cami’de karşılıklı slogan ve taş atmalardan sonra Maraşlıların kararlı tutumları karşısında
militanlar cenazelerini de bırakarak burayı terk etmek zorunda kalmışlardır. Bu konuyla ilgili Avukat
Selahattin Aydın 30.06.1980 tarihinde Adana 1 nolu sıkıyönetim mahkemesinde şöyle demiştir.(Kaçan
teröristleri kastederek) “Bir kısmı da askerî araçlarla olay yerinden uzaklaştırılmış... Hastane civarında
askeri bir cemseden militanlarca açılan ateş sonucu Cemil Karadutlu adında sağ görüşlü bir genç
vurularak öldürülmüş... Bu grup içinde bulunan DİSK bölge temsilcisi solcu Mehmet Taşkesen topluluğu
silahla tarıyor ve bir vatandaşı ağır yaralıyor... Aynı gün akşam, Yürükselim mahallesinde Memili Bakıca
ve Hamza Yıldız isimli sağ görüşlü gençleri öldürüyorlar...”
22 Aralık Cuma günü ve akşam öldürülen üç kişinin cenazeleri 23 Aralık günü defnedilecektir.
Cenazeye bütün Maraşlı katılarak bir kez daha sola geçit ve taviz vermeyeceğini gösteriyordu. Geceden
Yürükselim mahallesinde askerlerin tedbir aldığını gören Maraş sakinleri hiçbir şeyden habersiz
hastanenin olduğu yere doğru ilerliyordu. Bu duygu ve düşüncelerle öldürülen gençlere duyulan acılar
ve katillere duyulan kin ile yoğrulan bedenlerin üzerine bir anda mermi yağıyordu. Geceden kurulduğu
belli olan bu tuzağın içine düşenlerden ilk anda 30 kişi hayatını kaybediyordu. İlk tetiğin çekilmesinden
hemen sonra diğer mahallelerde de katliam başlıyordu. Komünist teröristlerin daha önce seyyar satıcı
ve milli piyango satıcısı kılığında Maraş’a soktuğu katiller yine daha önce hazırladıkları silâhlarla sağcı-
solcu, alevi-Sünni ayrımı yapmadan katliamı sürdürdüler. Bastıkları evlerde hiçbir ayrım yapmadan
çocukları, kadınları, yaşlıları bile öldürdüler. Üstelik bununla da yetinmeyip evleri ateşe verdiler.
Savunmasız gördükleri her şeyi leş yiyici sırtlan sürüsü gibi talan ediyorlardı. Katliamlar yapan
komünistlerin bu görevi 25 Aralık 1978 tarihine kadar sürüyordu. 26 Aralık günü olayın gerçekleri
herkes tarafından görülüyordu. Resmî açıklamalara göre 111 ölü ve yüzlerce yaralı vardı.
Sivil otoritenin kasıtlı tutumları sonucu askerî birlikler olaya çok geç müdahale etmiş ve
cinayetlerin artmasına neden olmuştur. Güvenlik güçlerinin geç gelişi komünistlerin işine yaramıştır. Bu
konuda “olayları solcular başlattı” dediği için istifa ettirilen içişleri bakanı İrfan Özaydınlı’nın yerine
gelen Hasan Fehmi Güneş bakın ne diyor!
Bundan iki yıl önce “78’liler Federasyonu” tarafından düzenlenen “Maraş Katliamı ve Gerçekler”
konulu panelde konuşan Hasan Fehmi Güneş, “dönemin hükümetinin katliamı önleyebilecek güce sahip
olduğunu” iddia etti. Güneş, “ciddi bir devlette böylesi katliamların engellenmesinin mümkün
olduğunu, hükümetin ‘kötü yönetimi nedeniyle’ katliamın durdurulamadığını” söyledi. “Ben de
hükümetin üyesiydim. Maraş’ta bu tür hareketlerin olacağı sinyalleri geliyordu” diyen Güneş, olaylarda
hükümetin sorumluluğu olduğunu itiraf ediyordu.
Sadece Maraş’ta çıkan olaylarda birkaç gün içinde yüzden fazla insanın ölümüne rağmen Ecevit,
kendi dönemlerinin barış ve kardeşlik dönemi olduğunu iddia etmiştir.
“Yapılan yargılamalar neticesinde MHP ve diğer ülkücü kuruluşlar hakkında suç duyuruları
reddedildi.” (Nedim Şahhüseyinoğlu, Yakın Tarihimizde Kitlesel Katliamlar, sh, 156) Ancak Ecevit
hükümetinin ve POL-DER’li polislerin bütün oyunlarına rağmen adalet karşında hesap veren MHP ve
ülkücü kuruluşların beraat etmesine karşılık, başta Garbis Altınoğlu olmak üzere pek çok komünist
yargılanmış ve suçlu bulunmuşlardır. Adı geçen Ermeni Garbis Altınoğlu Türk milletine yaptığı bütün
kötülüklerin cezasını Maraş katliamının bir numaralı sanığı, tertipçisi, teşvikçisi ve uygulayıcısı olduğu
gerekçesiyle yargılandığı mahkemece suçlu bulunmuş ve idama mahkûm edilmiştir.

You might also like