Professional Documents
Culture Documents
Esra Arsan
Giriş
Merve Kavakçı, 1999 genel seçimlerinde Fazilet Partisi’nden Türkiye Büyük Millet
Meclisi’ne (TBMM) giren üç kadın milletvekilinden biridir. Ancak, içlerinden
sadece Merve Kavakçı Meclis’in açılış günü, yemin törenine türbanıyla katılmak
istemiştir. Merve Kavakçı, öyle sıradan bir kadın değildir; Kuran’a olan bağlılığı
yanında, eğitimini ABD’de tamamlamış bir bilgisayar mühendisidir. Politikaya da
seçimler öncesi apar topar girmemiş, yıllarca kapatılan Refah Partisi’nin kadın
kollarında aktif olarak görev yapmıştır. Seçimler öncesinde kendisine
sorulduğunda, “eğer seçilirse, Meclis’te türbanını çıkartmayacağını” söylemiştir.
Bu düşüncesi, Türkiye’deki Kemalist kesim tarafından büyük bir infialle
karşılanmıştır. Onlara göre, 1934 yılından beri Meclis’e giren 147 kadın
milletvekilinden hiçbiri türbanlı değildir ve Meclis’e türbanla girmek, hem
cumhuriyetin temel ilkelerine hem de laik düşünceye aykırıdır. Üstelik, Kemalist
laik(çi)lere göre türban, Türkiye’de inanan ve dini pratiğini eksiksiz uygulayan
geleneksel kesimin alışıldık “başörtüsü”nden farlı olarak, İslam’ın siyasal
yüzünü, yani köktendinci İslam’ı temsil etmektedir. Dolayısıyla, Kavakçı’nın
Meclis’e türbanıyla girmek konusundaki ısrarı, sonucu belli, nafile bir çabadır ve
“laik cumhuriyetin” “laik güçleri” kendisine gereken cevabı vereceklerdir.
Günümüzde haberi merkez alan çalışmalar birbirinden farklı ama aynı zamanda da
birbiriyle ilişkili iki sorunsal üzerine eğilmektedir. Bunlardan birincisi
gazeteciliğin tanımlanması (gazeteciliğin bireysel, kurumsal ve sosyal rutinleri)
ise, diğeri de haberin üretim sürecinde gazetecilik pratiğinin nasıl
konumlandığıdır (yanlılık, çarpıtma ve manipülasyon). Gazetecilik pratiğine ve
onun çıktılarına makro düzeyde bakan ve bunları yine makro düzeyde tanımlayan
teorisyenler, medyanın sahiplik mekanizması, medya kurumlarının organizasyonel
yapısı ve kültürel modelleriyle ilgilidirler. Gazetecilik ürünlerine mikro düzeyde
(empirik) yaklaşan çalışmalarda ise, “baskın haber değerlerinin” (bkz. Galtung ve
Ruge, 1973), “haber türlerinin” (bkz. Molotch ve Lester, 1974) ve “kültürel
etkilerin” haberlerin seçiliş ve reddediliş sürecindeki rolünün incelediğini
görürüz.
Bu iki yaklaşımın dışında kalan bir başka grup ise, haberlerin kendine özgü bir
söylemi olduğu varsayımından hareketle (söylemsel yaklaşım), haber metinlerinin
içeriği yanında, linguistik (dile dayalı) yapısının da incelenmesinin önemine
dikkat çekmektedirler (bkz. Van Dijk 1988).
Gramsci’ye göre bir grubun diğer gruplar üzerindeki baskısı iki şekilde kendisini
gösterir: “dominasyon” ve “moral/entelektüel liderlik”. O halde, günümüzde
kendilerini toplumun organize edicisi olarak gören politikacılar ve sermayedarlar
(baskın sınıf) ile, kendilerini toplumun eğiticisi, moral önderi olarak gören
gazeteciler arasında toplumsal rızanın üretimi açısından ciddi bir işbirliği
sözkonusudur. Onlar, bir yandan organik olarak birbirlerine bağlı üst ve alt
sınıflar arasındaki iletişimi kuran aracılar vazifesi görmektedirler; diğer yandan
da, egemen ideolojinin meşrulaştırma uzmanı olarak alt sınıfla (cultura popalare)
ait oldukları üst sınıf (alta cultura) arasındaki problemleri ve karşı çıkışları
yatıştırma görevi üstlenirler (Fontana; 1993).
Haber ve Gerçeklik
Hollandalı dilbilimci Teun A. Van Dijk’a göre de söylem meselesinde en çok dikkat
etmemiz gereken nokta toplum içindeki güç dengeleridir. Bu kompleksi özetlemek,
felsefi ve sosyal bir analize varabilmek için sosyal gücü “kontrol” açısından
görmek gerekir. Yani, toplum içinde diğerlerine oranla “az çok güçlü” olan
gruplar, toplum içinde “az çok güçsüz” olan gruplar üzerinde düşüncelerin ve
hareketlerin kontrol edilmesi anlamında söz sahibi olurlar. Gücün bu şekilde
kullanılması, kaçınılmaz olarak bazı gereklilikler getirir: Para, statü, şöhret,
bilgi, kültür veya daha bir çok farklı şeye sahip olan kesim, kamusal söylemi
yönetmek ve yaygınlaştırmak açısından güçlü konumdadır (Van Dijk; 1988).
Haber söylemi
Marksist okulun çok sık kullandığı “reproduction” (yeniden üretim) kavramı, günlük
dilde çoğaltma, kopyalama, tekrar üretme, türetme gibi anlamlara sahiptir. Yeniden
üretim, ekonomik anlamda bir ürünün belli bir üretim teknolojisi ve faaliyet
yapısı içinde tekrar üretilmesidir. İdeolojik anlamda bu “yeniden” kavramı,
üretilenin ve üretim ilişkileri biçiminin hem sembolik olarak anlatılması, hem de
meşrulaştırılmasındaki sürekliliktir (Erdoğan ve Alemdar; 2002). Nitekim, Stuart
Hall da medyanın toplumdaki tahakküm ilişkileri içinde sürekli olarak inşa edilen
ve tekrar tekrar üretilerek pazara sunulan (haber çıktısı olarak) temsil
pratikleri ile iktidar ilişkilerini ve ürünlerini meşrulaştırdığını söyler
(Hall;1997).
Bütün bu sorulardan yola çıkan Glasgow Medya Grubu, yaygın medyadan seçilen haber
içeriklerini analiz ederek (örneğin İngiliz toplumunda kadınların ve azınlıkların
sunumu gibi konularda) medyanın yanlı pratiklerine dikkat çekmiştir. Yine bu tür
içerik analizleri sonucunda, mesela İngiltere’deki etnik azınlıkların genellikle
suç ve suçluluğun merkezi olarak gösterildiği; azınlıklar bir saldırıya maruz
kaldıklarında ise bu haberlerin medyada yer almadığı ya da daha az yer aldığı gibi
sonuçlara varılmıştır.
Temsil kavramı
Temsil (representation) kavramı, son yıllarda kültürel çalışmalar ekolünün
sıklıkla üzerinde durduğu bir kavramdır. Bir şeyin temsili gerçekten ne demektir?
Temsil sürecine neler dahildir? Temsil süreci nasıl çalışır?
Özetle açıklamak gerekirse, bir şeyin temsili, dil (yazılı, görsel, işitsel)
aracılığıyla genelleme yapmak olarak tanımlanabilir. Sözlülükler, temsil için iki
anlamlı tanım yapar:
Medya ve temsil kavramları yan yana geldiğinde dikkat etmemiz gereken nokta ise,
medyanın işlevlerinden birinin bir nevi temsil aktörlüğü olduğudur (Curran; 1997).
Liberal anlayışa göre, medya değişik toplumsal grupların ve örgütlerin kendi
alternatif görüş açılarını ifade edebilmelerine olanak sağlayacak biçimde
düzenlenmelidir. Sivil toplumu canlandıracak, farklı görüşleri yansıtacak olan
medyadan alternatif görüşlerin ve farklı bakış açılarının yansıtılmasında aracı
olması beklenir. Oysa ki, pratikte medyanın temsil gücünü daha çok egemen
sınıftan ve baskın ideolojilerden yana kullandığı gözlenmektedir. “Mainstream”
medya bir yandan olaylar üzerinde daha çok resmi görevliler tarafından dayatılan
çerçeveleri benimseyip yaygınlaştırırken, diğer yandan da resmi görüşün dışında
kalan sesleri marjinalleştirmekte ve gayrımeşrulaştırmaktadır (Shoemaker & Reese;
1997).
Mainstream medyanın temsil pratikleri, kimi, neyi nasıl sunduğu konusu da,
günümüzde haber üzerine çalışan araştırmacıları meşgul etmektedir. Bilindiği gibi,
topluma yön veren kapitalistler, politikacılar ve gazeteciler kadar medya
ürünlerini tüketenler de temelde belli hedefi olan çıkar gruplarıdır.
Gazetecilerin hedefleri sadece daha çok gazete satmak ya da reyting almak olmadığı
gibi, çeşitli çıkar gruplarına dahil olan kitlelerin temel hedefi de sadece
kendilerinin medyada olumlu sunulması/temsili değil, aynı zamanda çatışma içinde
bulundukları alternatif grupların da medyada olumsuz imajlarla sunulması için
gerekli zemini hazırlamaktır.
Nitekim, yine bir süre önce Doğan Medya Grubu Başkanı Aydın Doğan’ın Zaman
Gazetesi’nden Nuriye Akman’a verdiği söyleşide “Hürriyet devlet gazetesidir”
demesi de, laik(çi) medyanın, Althusserci bakış açısıyla bakıldığında, devletin
ideolojik aygıtı olma durumunu içselleştirmiş olduğunun bir göstergesidir.
Yöntem
Yeni Şafak Gazetesinin “Başımızın tacısın” başlıklı haberinde aynı olayın sunumuna
baktığımızda ise, tam tersi bir tablo ile karşılaşırız. Hürriyet’in aksine, Yeni
Şafak’ta, haksızlığa maruz kaldığı için halkı tarafından desteklenen bir Merve
Kavakçı imajı görürüz:
Hürriyet Gazetesi’nde, TBMM’de kürsüye gelerek “Bu kadına haddini bildirin!” diyen
DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in bu girişimi olumlanan, desteklenen bir üslupla
yer alırken, Yeni Şafak’ın haberinde, Ecevit’in TBMM’de yaşanan krizin baş
sorumlusu hatta “tahrikçisi” olarak sunulduğu görülür. Yine 3 Mayıs tarihli Yeni
Şafak’ta yayımlanan “Ecevit’in gerçek yüzü” başlıklı bir başka haberde de,
gazeteleri arayan sıradan vatandaşların “Ecevit ve partisinin çirkin yüzü ortaya
çıktı” dedikleri bilgisi verilir.
Yeni Şafak gazetesinin aynı konudaki haberi ise “Örtüm inancımdır” diyen Merve
Kavakçı’nın açıklamaları üzerine şekilleniyor. Meclis’te bir basın toplantısı
yapan Kavakçı’nın Cumhurbaşkanı Demirel’e verdiği cevabın ayrıntılarını Yeni
Şafak’ta bulabiliyoruz:
5 Mayıs 1999 tarihli Hürriyet’in manşet haberi bir köşe yazısıdır. Cumhurbaşkanı
Süleyman Demirel ile bir dış gezi sırasında, Paris’teki Marini Sarayı’nda görüşen
Hürriyet Gazetesi Genel yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün özel söyleşisi. Demirel,
manşet habere dönüşen bu köşe yazısı-söyleşisinde “Türban fundemantalizmin
simgesi” açıklamasını yapmaktadır. Ertuğrul Özkök’ün “Acaba Merve yemin edebilir
mi? Ederse ne olur?” korkusunu sık sık dile getirerek cevap aradığı söyleşide,
ajan-provokatörlük suçlamasıyla ilgili şu satırlar alıntılanmaya değer:
6 Mayıs 1999 tarihli Hürriyet ve Yeni Şafak gazeteleri, Merve Kavakçı’nın ajan
olup olmadığı üzerine aynı kaynak üzerinden, iki farklı bilgi ile çıkar karşımıza.
Konu, Merve Kavakçı’nı Türkiye düşmanı olup olmadığıdır. Hürriyet’e bakılırsa,
Merve Kavakçı bugüne kadar katıldığı tüm toplantılarda Türkiye’yi ve Türk
devletini eleştiren konuşmalar yapmıştır. ABD’de Texas eyaletindeki komşuları da
bunu doğrulamaktadır. Dallas Türk Amerikan Derneği Başkanı Şaduman Gürbüz, “Bunca
yıldır koca Texas eyaletinde ne Merve’yi ne de babası Prof. Yusuf Ziya Kavakçı
Bey’i Türkiye ve Türkler aleyhindeki kampanyalara karşı yaptığımız çalışmalarda
bir kez dahi yanımızda göremedik” açıklamasını yapmıştır. Hürriyet’in Washington
muhabiri Kasım Candemir’in haberine göre de, Merve Kavakçı terörist HAMAS
örgütünün destekçisi bir başka örgütün ABD’deki kongresinde yaptığı konuşmada,
“Türkiye’de sözde Müslüman bir devletle mücadele ediyoruz” demiştir. Söz konusu
toplantıyı izleyen Amerikalı gazeteci Steve Emerson’un tanıklığından yola
çıkılarak aktarılan bu haberde, Kavakçı’nın konuşmasının tam metni ve bu sözlerin
o toplantıda hangi bağlamda kullanıldığına dair bir ayrıntı yoktur:
“...Radikal İslamcı terör konusunda uzman olan Amerikalı gazeteci Steve Emerson,
Hürriyet’e yaptığı açıklamada Hamas’ın ABD’deki en büyük destekçisi olan Islamic
Association for Palestine’ın (IPA), 1997 yılında Chicago’da yaptığı yıllık
kurultayda Merve Kavakçı’nın yaptığı konuşmayla ilgili bilgi verdi.Emerson
Kavakçı’nın, Müslümanlar’ın Kaşmir, Arnavutluk, Çeçenistan ve Cezayir’de siyonist
sistemle mücadele ettiklerini söylediğini ve ‘Ya da kendimizi, Türkiye’deki gibi
sözde Müslüman bir devletle mücadele içinde buluyoruz’ dediğini kaydetti...”
Oysa aynı Amerikalı gazeteci Steve Emerson, Yeni Şafak gazetesine göre “kirli bir
gazetecidir”:
6 Mayıs 1999 tarihli Hürriyet’in “Merve’ye bir vur, bin yalan dinle” başlıklı
haberi, Kavakçı’nın “yalancılığı” ile ilgili çok sayıda bilginin bir arada
verilmeye çalışıldığı bir seçkidir adeta. Gazeteye göre, Kavakçı, FP’li kadınların
isteği üzerine aday olduğunu açıklamıştır, ancak “FP kulislerinde yoğun olarak
konuşulanlara göre” aslında Necmettin Erbakan’ın talimatıyla aday olmuştur.
Kavakçı, ne adaylığı öncesinde ne de sonrasında Erbakan ile konuştuğunu
söylemiştir, oysa “konuştuğu bilinmektedir”. Kavakçı, TBMM’ye FP’lilerin bilgisi
dahilinde geldiğini söylemiştir, ama Kutan’ın “Ne işin var burada? Biz seni
çağırmadan gelme demedik mi?” sözleri, bunun da doğru olmadığını ortaya
koymaktadır. Hürriyet’in doğrudan bir kaynağa dayandırmadığı, “biliniyor”,
“söyleniyor”, “konuşulduğu gibi”, “ifade ediliyor” şeklinde doğrudan bir haber
kaynağına atfedilemeyen, ama gazetenin doğruluğundan eminmiş gibi sunduğu bu
haberde yer verdiği ufak bir ayrıntı, ilerideki günlerde Merve Kavakçı’nın
milletvekilliğinin iptali için gerekli olan yolu açacaktır aslında:
Yargıtay başsavcısı Vural Savaş’ın Fazilet Partisi için kapatma davası açacak
olması, iki gazetede bu iki farklı başlıkla sunulmaktadır. Hürriyet, birinci
sayfadan “Erbakan ve Maşası” başlığı altında kapatılan Refah Partisi lideri
Necmettin Erbakan ile FP Milletvekili Merve Kavakçı’nın fotoğraflarına yer
vermiştir. Kendisini Türkiye’de laikliğin baş koruyucusu olarak tarif eden
Hürriyet’in sunumundan, Merve Kavakçı’nın bir suça iştirak etmiş, ya da maşa
olarak kullanılmış olduğu sonucu çıkmaktadır. Bu nedenle, gazetenin haberdeki
yorumuna bakılırsa, din ve devlet işlerini ayırmasını öğrenemeyen Erbakan ile onun
öğrencisi Merve Kavakçı, FP’nin de sonunu hazırlamaktadırlar. Aynı tarihli Yeni
Şafak gazetesi ise kapatma davası ile ilgili açıklamalara dayanarak attığı
“Başsavcı Vural Savaş yine durumdan vazife çıkardı: Söyletmen vurun” başlığıyla,
yine sudan sebeplerle parti kapatılacağına ve bunun anti-demokratik bir uygulama
olacağına dikkat çekmektedir.
“Bu arada Merve Kavakçı’nın yarattığı skandaldan sonra haftalık Alman dergisi Der
Spiegel’in muhabiriyle TBMM’deki odasında konuştuğu öğrenildi. Kavakçı’nın Alman
dergisine verdiği demeçte, ‘Türbanımın Almanya’da Türkiye’deki kadar sorun
olacağına inanmıyorum’ dediği öğrenildi. Diğer bazı yabancı gazete ve dergilerin
de Kavakçı’dan özel demeç istedikleri öğrenildi.”
Evet, diğer bazı yabancı gazete ve dergiler Merve Kavakçı’dan özel demeç
istemekteydiler. Ancak ne yazık ki, kendi ülkesinin bir gazetesi, mesela Hürriyet,
mecliste “skandal” yarattığını iddia ettiği, “yeminprovokatörü” sıfatıyla
tanımladığı bu kadın milletvekilinden demeç almak için hiçbir girişimde
bulunmuyordu. Ya da biz, bu girişimin izlerini gazete sayfa ve sütunlarında
göremiyorduk. Hürriyet, tek taraflı, dengesiz, adil olmayan bir habercilik tarzını
seçiyor, Merve Kavakçı ile konuşup suçlamalar karşısındaki cevaplarını almaktansa,
onun sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin başına gelebilecek en büyük musibetlerden biri
olduğunu birinci sayfalardan bağırmayı tercih ediyordu.
Oysa Merve Kavakçı, Yeni Şafak gazetesine konuşmuştu. Türbanla yemin konusunda
Merve Kavakçı’dan yana tavır alan bu İslamcı gazeteye konuşmayacaktı da kime
konuşacaktı ki zaten? 7 Mayıs 1999 tarihli Yeni Şafak’taki “İnşallah sağduyu galip
gelir” başlıklı haberde, nihayet, yaşanan krizin merkezindeki kişinin duygu ve
düşüncelerini de öğrenebiliyorduk:
Ve, Yargıtay Başsavcısı Vural savaş Fazilet partisi için kapatma davasını açar.
İddianame hazırlanmıştır. Vural Savaş’ın iddianamede kullandığı “Adeta kandan
başka bir şeyle beslenmeyen vampirler” tanımlaması, Hürriyet gazetesi tarafından
pek benimsenmiş olmalı ki, 8 Mayıs tarihli nüshasında bu sözcükler tırnak içinde
alıntılanarak değil, sanki gazetenin kendi görüşüymüş gibi yerleşmiştir
başlıklara. Ayrıca, laik(çi) kesimin “ötekisi” Merve Kavakçı ile bir başka
“öteki”, Türk milliyetçiliğinin “ötekisi” Leyla Zana arasında da metaforik bir
ilişki kurulmuş başlıkta. Leyla Zana nasıl TBMM’deki yemin töreninde “Kürtçe”
konuştuğu için hapse girmişse, Kavakçı’nın da meclise türbanla geldiği için hapse
girebileceği” anlatılmak isteniyor haberde:
Aynı haberin Yeni Şafak’ta sunumu ise çok farklıdır tahmin edileceği gibi. “Savaş
Türkiye’nin demokrasiye veda belgesini açıkladı” üst başlığıyla verilen haberde,
Batı’nın bu durumu “demokrasinin iptali” olarak yorumladığı da söyleniyor. Ancak,
“Batılı çevreler” olarak genelleştirilen bu çevrelerin tam olarak kimler olduğu
haberde belirtilmiyor:
“Malatya’da Cuma namazı çıkışında izinsiz gösteri yapmak isteyen aşırı dinci
gruplar, polisle çatıştı. Kent semalarında helikopterle uçarken gözyaşartıcı bomba
ve panzerlerden su sıkılarak göstericiler dağıtıldı.”
Malatya’da yaşanan, 2’si polis 8 kişinin yaralanması ve Hürriyet’e göre 200, Yeni
Şafak’a göre 500 kişinin gözaltına alınmasıyla sonuçlanan bu olay, aslında
devletin sadece cumhurbaşkanıyla, savcısıyla, meclisteki kimi milletvekilleriyle
ve merkez medyanın marifetiyle değil, aynı zamanda askeri ve emniyet güçleriyle de
türban meselesindeki tavrını netleştirmesi açısından önemlidir. Eylemciler
coplanmış, üzerlerine panzerlerden tazyikli su sıkılmış ve göz yaşartıcı bombalar
kullanılmıştır. Yeni Şafak gazetesinin haberinde, yenilginin izlerini görmek
mümkündür:
Aynı gün (9 Mayıs) Yeni Şafak gazetesinde artık yasalardan, akıl ve sağduyudan
değil, halktan medet uman bir manşet yer alır. Denge Araştırma adlı kurumunun mini
anketinde, halkın ezici çoğunluğunun başörtülü milletvekiline itiraz etmediği
ortaya çıkmıştır. Hatta araştırmaya göre, Ecevit’in oy aldığı DSP tabanı bile
Kavakçı’dan yana tavır sergilemektedir. Yeni Şafak gazetesi halkı haber kaynağı
olarak kullanmayı tercih ederken, Hürriyet “Merve öyle giremez” başlığıyla, 9.
Kolordu Komutanı Korgeneral Sami Zığ’ın Merve Kavakçı konusundaki görüşlerine yer
verir:
9. Kolordu Komutanı TBMM’ye kimin girip kimin giremeyeceğine karar verecek bir
makam mıdır? Ya da kendi başına 9. Kolordu Komutanı General Sami Zığ Türk ordusu
adına konuşma yapmak ve bir milletvekilini “mürteci” olarak nitelendirmek hakkına
sahip midir? Hürriyet gazetesine bakılırsa, evet.
10 Mayıs 1999 tarihli Hürriyet gazetesi, zafer sarhoşluğu içinde Merve Kavakçı’ya
medeniyet dersi vermektedir: “İyi bak Merve!”
“Atatürk, bayrak ve başı örtülü bir kadın...Bu fotoğrafa iyi bak Merve
Kavakçı...İşte Türkiye bu...Sen belki anlamak istemeyeceksin ama onlar seni çok
iyi anlıyorlar. Meclis’teki türban provokatörüne yurt çapında devam eden öfke,
hafta sonu Lüleburgaz’daydı. Kırklareli’nin Lüleburgaz İlçesi’mdeki halk, ‘Laik
Cumhuriyet’e Saygı Yürüyüşü’ yaparak, tepkisini ortaya koydu...”
Hürriyet gazetesinin Kavakçı’ya hitaben “Buna iyi bak”, “Buna da iyi bak” (11
Mayıs 1999) tarzında tehditvari haberleri ileriki günlerde de devam eder.
Kavakçı’nın mühendis olduğu ancak “adam olamadığı”, çağdaş Türk kadınını temsil
edemeyeceği yolunda haberler birinci sayfalara taşınır. ANAP Genel Başkanı Mesut
Yılmaz’ın “Halide Edip bu Meclis’e çarşafını çıkarıp gelmişse, O hanım da aynı
şeyi yapmalıdır” sözleri manşete taşınır... Türbanını çıkartan, ancak yine de
Müslüman olan kadınlara methiyeler düzülür... Kavakçı’nın İslam Konferansı
Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi’nin İstanbul’daki
toplantısına “çağdaş” görüntüsüyle dikkat çeken Pakistanlı kadın üye Attiya
Nawazish Ali’yi örnek alması salık verilir (12 Mayıs 1999). Hürriyet’te her gün
Merve Kavakçı’yı hedef alan iki üç haber yer almaktadır.
Yeni Şafak gazetesi ise, Türkiye’de egemen ideolojinin medya üzerinde şekillenen
iktidar alanı mücadelesinde yenik düşmüşlüğün şokunu yaşamaktadır adeta. Seçim
kampanyaları boyunca meydanlarda daha fazla demokrasi, insan hakları ve düşünce
özgürlüğü üzerine nutuklar atan siyasi parti temsilcilerinin, özellikle de MHP ve
DYP’lilerin olan bitene seyirci kalışlarını eleştirmektedir artık:
“Büyük ümitler bağlanan 21. dönem TBMM, daha yemin edişinin üzerinden bir hafta
geçmeden iki önemli konuda sınıfta kaldı. Açılış günü başörtüsüyle Genel Kurul
salonuna gelen FP İstanbul milletvekili Merve Kavakçı konusunda duyarsız davranan
Meclis çoğunluğu, ilerleyen günlerde bu tutumu karşı çıkışa çevirdi. Siyasi
partiler, geçtiğimiz haftanın önemli bir olayı olan FP’nin kapatılması davasında
da renksiz bir tutum sergilediler. Teorik bazda partilerin kapatılmasına karşı
olduklarını iddia eden parti temsilcileri, sözlerini “ama” ile sürdürerek,
Başsavcı Savaş’la aynı konuma düştüler.”
“Mecliste türban krizini yaratan ve seçimden kısa bir süre önce ABD vatandaşlığına
geçen FP İstanbul milletvekili Merve Kavakçı, dün Türk vatandaşlığını kaybetti.
Başbakan Bülent Ecevit, Merve Kavakçı’ya Türk vatandaşlığının kaybettirilmesine
ilişkin Bakanlar Kurulu kararının Cumhurbaşkanı tarafından imzalandığını
açıkladı.”
Sonuç
Yeni Şafak gazetesi ise, olan bitende açık olarak Merve Kavakçı’dan yana tavır
sergilemiş, Merve Kavakçı’yı siyasal İslam’ın temsilcisi olan “türbanı” nedeniyle
ötekileştiren Kemalist ideolojiye karşı, bu kadın milletvekilini yıllardır ülkede
bastırılmış olan İslamcı kesimin bayrağı saydığı “başörtüsü” nedeniyle
savunmuştur.
Kaynakça
Alankuş, Sevda & Ayşe Çavdar. “Laik ve İslamcı Medyada Kadın/Beden ve Temsil:
Merve Kavakçı ve Ataerkinin İki Yüz(lülüğ)ü”, Siyasal İletişim, 1. Ulusal İletişim
Sempozyumu Bildirileri, 3-5 Mayıs 2000.
Berkes, Niyazi. The Development of Secularism in Turkey. (London: Hurst & Company,
1964).
Curran, James. “Medya ve Demokrasi: Yeniden Değer Biçme”, Medya Kültür Siyaset,
Der: Süleyman İrvan. (Ankara:Ark Yayınları, 1997).
Entman, R. Democracy Without Citizens. (New York: Oxford University Press, 1989).
Erdoğan, İrfan & Korkmaz Alemdar. Öteki Kuram: Kitle İletişimine Yaklaşımların
Tarihsel ve Eleştirel Bir Değerlendirmesi. (Ankara: Erk Yayınları, 2002).
Fontana, Benedetto. Hegemony and Power on the Relation Between Gramsci and
Machiavelli. (Minnesota: University of Minnesota Press, 1993).
Fraser, Nancy. Unruly Practices Power, Discourse and Gender in Contemporary Social
Theory. (Cambridge: Polity Press, 1989).
Galtung & Ruge. “News Values”, The Manufacture of News: A Reader, Cohen S. & Young
J. (der). (Beverly Hills: Sage, 1973).
Hall, Stuart. “İdeoloji ve İletişim Kuramı”, Medya Kültür Siyaset. Der: Süleyman
İrvan, Çev: Ahmet Gürata. (Ankara: Ark Yayınları, 1997).
Herman, S. Edward & Noam Chomsky. Manufacturing Consent: The Political Economy of
the Mass Media. (New York: Pantheon, 1988).
Herman, S. Edward & Robert McChesney. The Global Media: The New Missionaries of
Corporate Capitalism. (London: Cassells, 1997).
Horkheimer, Max & Theodor Adorno. The Dialectic of Enlightenment. (New York:
Continuum, 1972).
Macey, David. The Penguin Dictionary of Critical Theory. (London: Penguin Books,
2000)
Mills, C. Wright. The Power Elite. (New York: Oxford University Press, 1956).
Reese, D. Stephen. “The News Paradigm and the Ideology of Objectivity A Socialist
at the Wall Street Journal”. Critical Studies in Mass Communication, 7, 1990.