You are on page 1of 14

Özel Harp Dairesi’nin Bir İç

hat manevrası: 6/7 Eylül


1955

Türk Gladiosu olarak tabir edilen (Ö.H.D) Özel Harp Dairesi’nin muhteşem bir
örgütlenmesi olduğunu övünerek itiraf eden General Yirmibeşoğlu, gazeteci
Fatih Güllapoğlu’na şunları anlatmaktadır; "6-7 Eylül de, bir Özel Harp işiydi,
ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı... (Paşam bunları söylerken
benden de soğuk terler boşanıyordu). Sorarım size, bu muhteşem bir
örgütlenme değil miydi?"

Sait ÇETİNOĞLU

Cumhuriyet tarihinin azınlık karşıtı politikalarının en önemli pratiklerinden biri olan


1934 Trakya olayları, vatandaş Türkçe konuş, 20 kur’a ihtiyatlar olayı ve Varlık
Vergisi uygulamasından sonra azınlıkların bu coğrafyada artık bir yeri olmadığını
anlayamayanlara 6/7 Eylül olayları bunu net olarak anlatan önemli bir özel harekat
operasyonu olarak cumhuriyet tarihinin karanlık lekelerinden biridir.
1955 yılında bir İngiliz sömürgesi Kıbrıs’taki bağımsızlık mücadelesi ‘Kıbrıs
bunalımı’!na sebep olmuştur. Bunalımı çözmek için Londra’da 29 Ağustos 1955
tarihinde başlayan Kıbrıs görüşmeleri İngiltere, Türkiye ve Yunanistan Dışişleri
Bakanları Mc Millan, Stefanapulos ve F.Rüştü Zorlu arasında sürmektedir, İngiltere
başbakanı Sir Eden, sorunun Birleşmiş Milletlere taşınmasını ve BM’nin taraf
olmasını önlemek için, taraflarla anlaşmak ve bir çözüm dikte ettirmek amacıyla
‘bunalıma’ taraf olan ülkeleri toplantıya çağırmıştır.

İngiltere, Yunanistan ve Türkiye Kıbrıs’ın kaderini tayin etmektedirler! Sömürgeci


İngiltere, Kıbrıs’ta daha çok Rumların öncülüğünde süren bu bağımsızlık
mücadelesini bastırmak için en fazla Kıbrıs’a ileri bir tarihte özerklik sözü verme
yanlısıdır. Yunanistan ise Kıbrıs’ta ‘Self determination’ hakkını savunmaktadır.
Türkiye, bu hakkı Yunanistan ile birleşme olarak algıladığından herhangi bir
değişikliğe karşıdır ve İngiltere’ye taraftar gözükmektedir. Toplantı tarafların
anlaşamaması yüzünden tıkanır.

Dış işleri Bakanı Zorlu toplantıda elinin güçlendirilmesi için bir


şeylerin yapılmasını ister[1]. O sırada Selanik’te Mustafa Kemal’in
doğduğu[2] evde bomba patlar ve Zorlu bombayı bahane ederek
toplantıyı terk eder. Aslında Zorlu’nun istediği şeyler, toplantı
süresince Kıbrıs bahanesiyle Kıbrıs Türktür Cemiyeti öne sürülerek
hazırlanmakta ve kotarılmaktadır. 6-7 Eylül olaylarından önce de
Rum halkına karşı legal provokasyonu devlet destekli bir dernek
olan Kıbrıs Türktür Cemiyeti zaten yürütmektedir.[3] (Dernek
Yargılamalara konu olmuş, paravan olarak kullanıldığı için feda
edilmiştir) Devlet, Cemiyet eliyle Kıbrıs bunalımı karşısında
Türkiye’deki Rum nüfusu rehine olarak kullanacağının işaretini vermiş; 6/7 Eylül
olaylarıyla Kıbrıs’ı kaybetme olasılığına karşı içerdeki Rum ticaret ve kültürünü
tasfiye ederek etnik homojenleşme yolunda keskin bir adım daha atmıştır. Bu arada
diğer azınlıklar da unutulmamış, vandalizmden nasiplerini almışlardır.

Derneğin çalışmaları ve provokasyonlarıyla İstanbul’daki Rum kökenli yurttaşların


nasıl rehin olduğu toplantı sırasında taraflara sürekli hatırlatılmaktadır.

Selanik’teki bomba haberi ile birlikte fiili saldırılar başlayacaktır. Yıllar sonra Emekli
orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun gazeteci Fatih Güllapoğlu’yla yaptığı röportajında
“Ne mükemmel özel harp harekâtıydı, amacına da ulaştı” dediği Özel Harp Dairesi
destekli azınlıklara yönelik kitlesel bir Vandalizm örneği olarak 6/7 Eylül olayı start
alacaktır.

İstanbul'da Rum azınlığa karşı bir gövde gösterisiyle, kamuoyunun, gerektiğinde bu


amaç (Kıbrıs) için bir savaşı bile göze alabilecek duyarlıkta olduğu dünyaya
kanıtlanacaktır. Bomba haberi Radyodan 13 ajansından verilir, “aslında yalnızca bir
cam kırılmıştır ama gazetenin görevi bu olayı abartmaktı”.[4] Haber MİT mensubu
Mithat Perin’in[5] çıkardığı DP yanlısı İstanbul Ekspres Gazetesi tarafından 2.
baskısında duyurulur[6]. "Yazıyor, Ata'nın evine atılan bombayı yazıyor” Haber,
Anadolu Ajansı'nca verilip radyonun öğle haberlerinde de yayımlanmıştı ama asıl, o
bağırışlarla duyuldu. İlgi büyük oldu. Bayi çocukların elindeki gazeteler, daha Sirkeci
Meydanı'na gelmeden bitiyordu. Matbaa durmaksızın baskıya devam ediyordu…
Sonra yedek kâğıt da bitti. Makine durdu. Ama İstanbul'da -akşama doğru- başlayan
hareketlenme durmamıştı. Önce Taksim'de toplanan bir grubun gösterileriyle birlikte
büyümeye başladı.”[7]

Gazetede yayınlanan haberin fotoğraflarını ise Türk Konsolosunun


eşi bizzat çekmiş[8], Selanik'teki bir fotoğrafçıda bastırtmış ve
Türkiye'ye kendi getirmiştir. 6-7 Eylül olaylarının başlamasına
bahane olarak kullanılan, Selanik’teki bombalanma işinin Selanik
Başkonsolosu M. Ali Balin, Yardımcısı M. Ali Tetikalp tarafından Dışişleri
Bakanlığının da bilgisi içinde örgütlendiği[9]; kavas Hasan Uçar ile Oktay
Engin’in[10] eylemi birlikte gerçekleştirdikleri; Cumhurbaşkanı Celal Bayar,
Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı F.Rüştü Zorlu, İçişleri Bakanı Namık
Gedik'in 6-7 Eylül olaylarını yaratmak amacıyla bu tertibin içinde oldukları iddiası
ile 11 kişi hakkında açılan dava sırasında anlaşılmıştır[11].Olanlardan iyice teşhir
olan devleti aklamak ve sorumluluğu sadece devrik DP Hükümetine yıkmak için
yapılan yargılamalarda, duruşmalar ilerledikçe devletin perde arkasındaki gücünün
teşhir olma endişesi ile bu dosya Yüksek Adalet Divanı, tarafından 5.1.1961 tarihinde
kapatılarak, sanıklar hakkındaki dava geri alınmıştır.[12]

6/7 Eylül, dikkatlice hazırlanmış bir provokasyondur. Derhal Kıbrıs Türk’tür


Cemiyeti Taksim’de bir miting düzenler, mitingde atılan sloganlar da iğrençtir:
“Kıbrıs Türktür, Türk kalacaktır” sloganı, atılan sloganlar arasında en ılımlısıdır. 6
Eylül günü Beyoğlu’nda olan Aziz Nesin, kitlenin “çok ağır, bayağı, iğrenç
sövmeler” yaptığını söylüyor ama bunları aktarmaktan çekiniyor. Ben bu
sloganlardan birini o gün İstanbul’daki Elenlerin psikolojik durumlarının anlaşılması
için aktarıyorum: Kıbrıs Türktür, Türk kalacaktır, Rumlar ittir, it kalacaktır”.[13]
"Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti "nin Taksim'de düzenlediği mitingin ardından gelişen
hareket, spontane bir hareket gibi gözükse de, böyle olmadığı, farklı yerlerdeki
saldırıların aynı zamanda başla(tıl)masından bellidir. İfadelere, o günleri yaşayanların
tanıklıklarına, araştırmalara bakıldığında şu ayrıntılara ulaşılır: Olaylardan günler
önce, camilerde halk, eş ifadeli vaazlarla Rumlara karşı kışkırtılır. Taşradakilere,
Eylül başında İstanbul'a giderlerse 'pişman olmayacakları' duyurulur. Rum ev ve
dükkanları haftalarca öncesinden sistemli bir şekilde tespit edilir. Bombalama haberi,
olay daha oluşmadan, DP yanlısı İstanbul Express gazetesinde dizilmeye başlanır.
Celal Bayar, İstiklal Caddesi'nde gördükleri karşısında "Galiba dozu kaçırdık"
diyecektir. Tahripler sırasında kullanılan binlerce balta, kazma, kürek yeni ve tek
tiptir. Polis bütün olaylara seyirci kalır. Rum evlerine saldıranlar içeridekilere
"Canınıza zarar vermeyeceğiz. Sadece yıkıp gideceğiz. Emir böyle" derler.

“Devlet eliyle düzenlenen bu olaylardan iki gün sonra, aynı devlet, olayların
komünistler tarafından düzenlendiği yalanı ile rastgele, aralarında romancı Kemal
Tahir, yazar Hasan İzzetin Dinamo ve Aziz Nesin’in de bulunduğu, kırktan fazla
sosyalisti tutuklamıştır. Bu olayları komünistlere yıkmak fikri o sıralar Türkiye’de
bulunan CIA şefi Dulles’e aitti[r].”[14]

Devlet tarafından örgütlenen yüzbinlerce kadınlı ve erkekli talan sürüsü, ellerinde


muhtarlardan aldıkları adreslerle, İstanbul’daki gayrimüslimlerin evlerini, iş yerlerini,
hastanelerini, ibadethanelerini ve okullarını talan ederler. “Mahkeme zabıtlarına göre,
4.214 ev, 1004 işyeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul ile aralarında fabrika,
otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5 bin 317 mekân saldırıya uğramıştır. Hasarı
yaklaşık 150 milyon TL’yi bulmaktadır, bu rakam, o dönemin 54 milyon Amerikan
Dolarına eşdeğerdir. DP hükümeti ise zarara uğrayıp tescil ettirenlere 60 milyon TL
tazminat öder”[15]ki bu miktar zararı karşılamaktan uzaktır.
“Olaylar sırasında ya da aldıkları yaralardan dolayı sonradan 16 Rum öldü. 32 kişi
ciddi biçimde sakat kaldı. ABD konsolosluğu raporlarına göre 50 Rum Kadınının
ırzına geçildi. Rum kaynaklarına göre ise bu sayı 200’ü bulmaktaydı”.[16]Bir papaz
da zorla sünnet edilir, kan kaybından komaya giren papaz Yedikule hastanesine
kaldırılır.[17]

Olaylardan sonra, her zaman olduğu gibi sıkıyönetim ilan edilir komünistler sorumlu
gösterilerek tutuklamalara girişilir. “Geçmişin ‘Tayyare Mühendisi’ Zühtü Benneci,
uzun hapislik yıllarından sonra bakkallık yapmaktadır, geçim için. Onu da
tutuklamaya gelir polisler. Eşi ise, adres olarak mezarlığı gösterir. Birkaç ay önce
yüreği, zorlu bir hayatın darbelerine dayanamayıp durduğu için…”[18]

O sıralarda DP İstanbul milletvekili olan Aleksandros Haçopulos, TBMM’de yaptığı


konuşmada; “Evimin yanında polis karakolu bulunmaktadır. Bizi tanırlar, anne ve
babamı bilirler. Tahripçiler evin içine giriyor, ev tamamıyla tahrip ediliyor ve evimin
önünde duran silahlı jandarmalar hiç müdahale etmiyor. Bu hadisede diyebilirim ki
evim değil, tahripçiler muhafaza edilmiştir. Babam ve annem 80 yaşındadır. Yataktan
aşağı atılmış ve gece yarısı, yatakları dahil Her şeyleri tahrip edilmiştir. Başbakanlık
Müsteşarı Salih Korur evimin halini gözleriyle görmüştür… Sarf ettikleri cümleler de
şunlardır; kırın, yıkın, mebusun[19] evini. Bedavadan para alıyor.”[20]

Olaylar Mecliste tartışılır, Muhalefet meydana gelen olayları DP Hükümetini


yıpratmak için kullanacaktır. Meclisteki tek azınlık mebusları olayları kınar.
Hacopoulos kendine mecliste tek yandaş bulacaktır:

“CHP Genel Başkanı İsmet İnönü,[21] 16 Aralık 1955 TBMM konuşmasında şöyle
demişti: 6 Eylül akşama doğru İzmir itfaiyesi fuara gelir, bir pavyon önünde durur.
Niye geldiklerini soranlara masum neferler yangın çıkacakta onu söndüreceğiz
derler. Büyükada da saldırılan bir otelin müdürü kaymakamı aramış. Kaymakam
nasıl olur? Sizin otel listeye dahil değildir cevabını verir. Bu sözler TBMM
tutanaklarına geçmiştir. Aynı tutanaklarda Demokrat Partinin ve Parlamentonun tek
Elen temsilcisi Aleksandros Hacopoulos 12 Eylül 1955’te TBMM’de yaptığı
konuşmasının metni de mevcuttur: Sayın arkadaşlarım, teşkilat tertipli idi,
muntazamdı, İstanbul’da 74 kilise vardı, 70’i aynı zamanda yakıldı ve yıkıldı. Sayın
arkadaşlar, mezarlar açılmış, mukaddes ruhanilerimizin, anne ve babalarımızın
kemikleri çıkarılmış ve cesetler bıçaklanmış ve yakılmıştır. Yenimahalle’de bir eve
çapulcular gireceği bir anda bir polis onlara yaklaştı ve daha erkendir, bir saat
sonra gelin dedi. Buna emniyet mi derler? Matbuatın burada hissesi de vardır.
Misal mi istiyorsunuz? Ayın sekizinde Ulus gazetesinde şöyle bir yazı vardı:
Kiliseleri Rum papazları yakmıştır. Bu olur mu arkadaşlar?

ABD Genel Konsolosu Arthur Richard, ABD Dışişleri Bakanlığına gönderdiği


raporunda Polis hiçbir şey yapmadan durur, hatta halkı teşci ederken bir sürü
dükkânların yağma edildiklerine gözlerime şahit oldum demiştir. Onurlu bir insan
olduğu belli olan Trabzon milletvekili Selahattin Karayavuz, 12 Eylül 1955’te
TBMM konuşmasında şöyle demiştir: Hadisenin en mühim safhası işin mürettep
olduğudur. Çünkü İstanbul gibi bir yerde 60 km saha içinde her yerde aynı zamanda
aynı tahripkar hadisenin cereyanı, bu hadisenin bir çapulculuk eseri olarak
yapılmasına imkân vermez. Asıl safha bir tertiptir ve Yunanistan’da muhterem
Atatürk’ün evine atılan bir bomba hadisenin işaretinden başka bir şey değildir. O
işaret üzerine buradaki fesat unsurları harekete geçmiştir.”[22]

6/7 Eylül olayları, Kıbrıs olayları bahane edilerek patrikhane ve Rumlara yönelik gibi
gösterilse de 6/7 Eylül olayları Kıbrıs’la ilişkilendirilerek sadece “Rumlara yapılmış
bir misilleme olmadığının bir göstergesi, tahrip edilen işyerlerinin sadece yüzde 59’u
Rumlara aitken, kalan yüzde 17’nin Ermenilere, yüzde 12’nin Yahudilere ait olması,
hatta dönmelere ve Müslüman olmuş Beyaz Ruslara ait mekânların bile saldırıya
uğramasıdır.”[23] Bu arada diğerleri de aradan çıkarılmıştır.

Olayların Türk Gladiosu olarak tabir edilen (Ö.H.D) Özel Harp Dairesi’nin
muhteşem bir örgütlenmesi olduğunu övünerek itiraf eden General Yirmibeşoğlu,
gazeteci Fatih Güllapoğlu’na şunları anlatmaktadır;

“- Bak ben sana bir örnek daha vereyim. 1974’deki Kıbrıs Harekâtı. Eğer Ö.H.D.
olmasaydı, o harekât, yani iki harekât da o kadar başarılı olabilir miydi? Harekât
başlamadan önce Özel Harp Dairesi devredeydi. Adaya, bankacı, gazeteci, memur
görüntüsü altında Özel Harp Dairesi elemanları gönderildi ve bu arkadaşlarımız,
adadaki sivil direnişi örgütlediler, halkı bilinçlendirdiler. Silahları 10 tonluk küçük
teknelerle adaya soktular. Sonra 6-7 Eylül olaylarını ele al.

- Pardon Paşam anlamadım. 6-7 Eylül olayları mı?

- Tabii. 6-7 Eylül de, bir Özel Harp işiydi, ve muhteşem bir örgütlenmeydi.
Amaca da ulaştı... (Paşam bunları söylerken benden de soğuk terler boşanıyordu).
Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?

- E, evet Paşam!”[24]

Özel Harp Dairesi destekli bu harekâta 200 binin üstünde bir gürühun katıldığı
tahmin ediliyor. Olayların 50. yıldönümünde olaylara ilişkin bir fotoğraf sergisine de
tahammül edilemeyerek saldırıya uğradığında, editör Mihail Vasilidis’in: “Olaylar iki
tarafa da zarar verdi. Bizler (Rumlar) 180 binlerden 1800’lere düştük. Ancak olayları
yaşatan saldırganlar da 50 yılda eridi. 100 binlerden (6.9.2005’te) 7-8 kişiye düştü.
Açılış günü sergiye saldıranlar bu kadardı”[25]. Sözleri bize, olayların mizahi
açıklamasından öteye bir şey ifade etmelidir.

Baskın Oran, sermayenin gayrimüslimlerden Müslüman tüccarlara transferi için


kullanılan, sert, kanundışı sermaye transferi diye adlandırdığı bu gibi olayların beş
örneği olduğunu söylüyor:

“Sert sermaye transferinin ilk örneği 1915'tir; Adana çevresinde zengin olanlar bunun
örneğidir. İkinci olay, 1934, Trakya Yahudi olaylarıdır. Üçüncüsü, 1942, Varlık
Vergisi. Dördüncüsü 6-7 Eylül 1955 ve beşincisi, 1964'te Yunan pasaportlu 12 bin
Rum'un İstanbul'dan kovulmasıdır.

Bu nedenle, 6-7 Eylül sert tedbirlerle, kanundışı tedbirlerle yapılmış sermaye


transferleri içerisinde kilometre taşıdır.”[26]

Müslümanların (daha sonra Türklerin) sermaye transferi için devleti kullanmaları ve


devletten yardım istemelerinin tarihi eskidir ve günümüze kadar süregelen bir
gelenektir:

Padişah İkinci Mahmut’a sunulan bir takrirle resmen başlayıp: “Ehl-i İslam
tüccarlarının (Avrupa Tüccarı) misillu ticaretçe imtiyazları olmamak hasebiyle
içlerinden Avrupa ticaretine talip ve muktedir olan mu’teberan tüccar bazen beratlı
reayaya ve ekseriya Frenkler naçar iltica ile yüzde şu kadar kar vererek Avrupadan
getürüp ve gatr-ı-ez-memnu’at gönderdikleri emval ve eşyayı bi’l-zarure onların
namına celb ve irsal etmekliğe mecbur ve çok kere dahi Frenklerin hile ve tezvirat-ı
cihetleriyle mutazarrır ve mağdur ve hususen bir müddetten beri Frenklerden
Külliyen meslubu’l emniye olduklarından gayri bazı sahih… kimesneler emr-i ticaret
için herbar Frenklere ve reayaya iltica edib durmaklığı şerafet-i islamiyelerine layık
görmediklerini bildirerek ‘şu gavurlara ilticadan’ kurtarılmaları gerektiğini ‘bir kıt’a
arzuhal ile’ talep”[27]edilerek Gayrimüslimlere karşı, Müslümanların ticarette
kayırılmaları istenir.

Sultan Mahmut’ta, Müslüman tüccarların geliştirilmesi için ilgilileri uyaran bir


ferman da yayınlayarak kayırma geleneğini başlatmıştır, fermanında: “Bu maddenin
kamilen icrası ileride gerek Efrenc ve gerek reaya-yı Devlet-i Aliyemizden olanların
ticaretlerine kesr vereceği melhuz olduğundan günagün hudia ve desise ile ibdaline
sa’y edecekleri hedihi ve bahirdir, ona göre memurlar tarafından zinhar gevşek
tutulmayıb daima dikkat ve ihtimam ve tenfiz ve icralarına sa’ı mamelakelam
olunsun.”[28] direktifiyle Ehl-i İslam tüccarların korunma ve himayelerini buyurmuş
ancak Müslüman tüccarlar bu avantajlarını da kullanamayarak rekabetten geriye
düşmüşlerdir.

“1860’lar da Ahmet Mithat Efendi ve Yeni Osmanlılar, bir Müslüman -Türk ticaret
burjuvazisinin yokluğunu sık, sık dile getirmiş olmaları,”[29] Müslüman –Türk
tüccarın bu başarısızlığına işaret etmektedir. Teşviklerle başarılamayan işler zor
kullanılarak yerine getirilecektir.

Abdülhamit’le başlayıp İttihat ve Terakki/Cumhuriyetle devam eden zor metodunun


zirvelerinden biridir 6/7 Eylül. Müslümanların -daha sonra Türklerin –
Gayrimüslimleri ekonomik hayattan silmek ve onların yerine geçmek için iktisat dışı
yaptıkları sermaye transferlerinin en önemlilerinden biridir, 6/7 Eylül 1955.

Olay Devletin kendi vatandaşlarının mallarını talan ettirmesi ve canlarına kast


ettirmesidir. Olay bir iç fetihtir. Tam bir İttihatçı zihniyetin kristalize olmuş
örneğidir[30]. Devrin cumhurbaşkanı Celal Bayar (İttihat ve Terakki Katib-i Mes’ulu
Mahmut Celal) Olaylar sonrası İstiklal(!) Caddesinde gezerken galiba dozu kaçırdık
demesi ölçüye yabancı olmamasındandır.

1960 Yassıada duruşmalarında savcı Şemsi Kuseyri, 1955’te Başbakan Yardımcısı


olan Köprülüye sorar:

5 Haziran 1960 tarihli Yeni Sabah gazetesi

“Bombalama olayı tertip midir?, Köprülü: Evet komutanım, odur ki, bombalama da
bir tertiptir ve tertipçisi bizzat Menderestir. Kendisine bu aklı Kıbrıs Fatihlerinden
Zorlu vermiştir. Köprülü, Bayar’ın bu olaylardan haberdar olmadığını da eklemiştir.
Fakat Bayar mamafih bu hadiselerin çıkışı iyi oldu. Arkadaşlar aynı fikirde demiş.
Bayar’a göre, insanların ölümü ve Elenlerin ev, dükkan, kilise ve mezarlarının tahrip
olduğu diğer yandan da Türk milletinin tarihini lekeleyen bu olaylar, iyi olmuş.
Bayar evvelden olayların planlandığını biliyordu, hatta planlayanlar arasında
olması çok muhtemeldir. Yassıada’da daki şahitler bu konuda bilgi vermiştir, fakat
şahitlerin yalan söylediğini farzedelim; bu konuda ikna olmak için Tünel’de bir Elen
dükkânından Bayar’ın daha evvel görüp beğendiği değerli ikonaların 6 Eylül gecesi
nasıl kaybolduğu hakkında Dosdoğru’nun kitabının uygun bölümlerini okumak
yeterlidir.”[31]

Cumhuriyet gazetesi, tamamıyla bir hayal ürünü olan bir yazı ile 9 Eylül 1955
sayısında beş sütundan şu haberi vermiştir: Yağmacıların ve tahrikçilerin merkezi,
Beyrut’ta bulunan kızıl bir teşkilattır. Tabii yağmacıların merkezinin Ankara
olduğunu bilen ve sonradan kahraman Oktay Engin’e işveren devletin yarı resmi
gazetesi Cumhuriyet, bu tip yalan haberlerle devletin bu eylemlerde mesuliyetini
gizlemek istemiştir. İstanbul Ekspres, 9 Eylül 1955 sayısında, Kızıl Maske düştü,
tahrikçiliğin elebaşları Türkiye’yi dostsuz bırakma gayesini güttüler diye başlık
atmıştı. Yalan üstüne yalan haber yayınlayan İstanbul Ekspres 14 Eylül’de Vatandaş
İhbar et: Komünistleri, uydurma haber verenleri, tahrikçileri başlığını içermiştir.
Uydurma haber veren tahrikçi İstanbul Ekspres gazetesini de kim kime ihbar
edecektir?

“Kısacası o günün basınının bu olaylarda mesuliyeti büyüktür… Milliyet gazetesi 8


Eylül tarihinde şu yazıyı içermişti: Dün küstah bir Rum Yeni cami önünde linç
edilmiştir. Saat 15.30 sıralarında bu saygısız şahıs eline geçirdiği bir Türk bayrağını
yırtmak istemiştir. Durumu gören halk derhal koşarak bayrağı elinden almış ve
kendisini tekme ve yumruk ile dövmeye başlamıştır. Bu sırada beyin üstü düşen
küstah ölmüştür. Yani kabahat Elenlerin kendilerindedir. Bırakınız 6-7 Eylül
tarihlerini, başka devirlerde bile bir İstanbullu Elenin Türk bayrağını İstanbul’da
alenen yakması tamamıyla olanak dışıdır. Çünkü bunu yapacak kişi kendisinin ne
beklediğini bilirdi. Gazete burada kafadan attığı bir hikâye ile öldürülen zavallı bir
insan için özür dileyeceğine birde küstah demiştir. Tabii küstahlık gazeteye aittir.
İzmir’de, fuarda aynı olaylar esnasında Yunan bayrağı yakılmıştır ama herhalde bu
kitlenin bir tabii hakkı idi, küstahlık değildi.

İstanbul’un Elenleri için 6 Eylül 1955 günü bir cehenneme dönüşmesine rağmen
Vatan gazetesi 7 Eylül İstanbul’da bazı tahrip ve yağmalar oldu diye yazmaya hiç
utanmamıştır. İstanbul Ekspres gazetesi ise 7 Eylül sayısında çok saçma bir yazı ile
Ata’mıza yapılan suikast nefretle karşılandı ilân etmiştir. Şimdi ölü insana nasıl
suikast yapılabilir diye mantıklı bir soru geliyor insanın aklına ama ne mantığı,
burada mantık falan yok, o devrin gazetelerinin yobaz, milliyetçi, faşist, ajancı ve
kinci ideolojisinin çıplaklığı vardır yalnızca. İstanbul Ekspres 7 Eylül sayısında daha
tahkikat yapılmadan bile Mesul Yunan makamları... Ulus ise aynı gün Yunanlılar
Atatürk’ün evine bomba attılar başlığı atmıştı[r].”[32]

“İstanbul Elenlerinin Septemvriana dedikleri, 6-7 Eylül 1955 olaylarını 50 yıl


geçmesine rağmen henüz unutamadılar. Varlık Vergisi faciasından yaklaşık 12 yıl
sonra bu olaylar İstanbul Elen toplumunun artık Türkiye’de barınamayacağını belli
etmişti. O devirde İngilterede yer alan Kıbrıs müzakereleri ve Kıbrıs’ta olan olaylar
ile ilgili abartılı, katı bir milliyetçi ve bazı durumlarda tamamıyla uydurma
haberlerle, gazeteler Türk halkını galeyana getirmeye çabalamış ve İstanbul Elenleri
için tehlikeli bir ortam yaratılmıştır. Bu ortamı yaratan devrin Cumhurbaşkanı Celal
Bayar, Başbakanı Menderes ve Zorlu üçlüsünün bilgi ve onayı ile bu olaylar
gerçekleşmiştir.6 Eylül gecesini Elenler, Saint Bartholomeus Gecesi olarak ta anarlar,
Fransa’da Protestanların katledildiği gece ile ilişki kurarak. Ragıp Zarakolu ise Nazi
Almanyası’nda Yahudi ev ve iş yerlerinin saldırmaya uğradığı Kristal Gece’ye
benzetir.”[33]
Olayları hatırlayanların, gerek Elen gerek Türk olsun, unutması olanaksızdır.
Olaylara şahit olan eski ANAP milletvekili Yılmaz Karakoyunlu “İzlediklerim
arasında hâlâ etkisini üzerinden atamadığım olay ünlü Gegustasyon Lokantasındaki
Rum garsonların dövülmesiydi” demiştir.

Olaylarda “Sanık” olarak yargılanmış olan Hulusi Dosdoğru’ya göre;

“6-7 Eylül olayları, ne bir komünist kışkırtması, ne de nasırına Kıbrıs olayları


nedeniyle basılan halkın kendiliğinden reaksiyonudur. 6/7 Eylül 1955 olayları, adı
Demokrat “Demirkırat”, toy, fanatik, sorumsuz bir yönetimin İstanbul-İzmir
metropollerinin her köşesindeki Rum azınlığa karşı, baştan sona sistemli, planlı,
programlı tertip ve kışkırtmaları ve illegal uzantılarıyla kopartılmış bir toplu yıkım ve
kırım kasırgasıdır.”[34]

Tanık olduğu 6-7 Eylül olaylarını Gül Sancısı adlı romanında işleyen ANAP
Milletvekili Yılmaz Karakoyunlu, Aktüel dergisinin yaptığı bir röportaja verdiği
yanıtlarda, asıl amacın Osmanlı’dan beri iktisadi hayatı elinde bulunduran azınlık
sermayesinin Türk kesimine transferi olduğu görüşündedir;

“Hadiselerin başlangıç itibariyle bir tertip olduğu ortadadır. Nitekim o tarihte


Atatürk’ün evine bomba koymak suretiyle bu heyecanı yaratan insan bugün Nevşehir
Valisidir. Bir mürettip. Bugün devletin tertibinden sorumlu bir makamın
sorumlusudur! Bu da az buz bir iş değildir. Ben o arkadaşımızı tezyif etmek için
söylemiyorum. O bir görevdi, yerine getirildi. Tertibin oluğunun en güzel örneğidir…

Hadise, sadece bir sermaye transferi anlamı da taşımaz. Bir sermayeyi, bir varlığı yok
etmektir. Örneğin Varlık Vergisi’nde öyle değildir. Sizden zorla vergi almaya kalktım.
Evinizi sattım, ben ucuza aldım. Mal benim aktifime geçti. Burada öyle değil. Her
şey payimal edildi, perişan edildi, talan edildi. Yani fiziki olarak sermaye tahrip
edildi. Ama kabul etmek zorundayız ki o hadiseden sonra Anadolu’dan İstanbul’a
gelmiş, palazlanmış esnaf, ticaret hayatının da sahibi olmuştur. 6-7 Eylül hadisesinde
tahrip edilen kadronun yerini dolduranlar, bugün Türk iktisadi hayatında önemli
isimler olmuşlardır.”[35]

Mete Tunçay’ın “ileride utanç ve pişmanlıkla anacağımızdan hiç kuşkum olmayan 6-


7 Eylül’cü (1955) tutumuz”[36] sözleri 6-7 Eylülü olaylarının tek cümle özetidir.

Bu olaylar sonucunda devletin istediği göç başlar ve birkaç ay içinde büyük


işyerlerinin önemli kısmını Müslümanlar devralır. Yıllarca hiçbir şey bulunmaz olur
bulunanlar da artık rekabet olmadığı için pahalı, kalitesiz ve estetikten uzaktır. Artık
Gayrimüslimler için Türkiye’de yatırım risklidir. Homojenleştirmede[37] bir merhale
daha atlanmıştır. İstanbul’un fethinin 500. Yıldönümünde İstanbul’da bir tek Rum
bırakmama kararlılığını başka fırsatlara bırakacaklardır.[38]

Son sözü Reşat Nuri Güntekin’e bırakalım Büyükada iskelesinde karşılaştığı Helen
kökenli vatandaşımıza: Siz maddi zarar gördünüz, bizimse insanlığımız zarar gördü.

[1] “…[B]asında Londra'dan Fatin Rüştü Zorlu'nun Başbakan Menderes'e çektiği


bir telgrafa dayanılarak, olaylarda hükümetin rolü olduğu belirtilmiştir. Zorlu,
telgrafında Türkiye'nin Kıbrıs'a sahip çıkma konusundaki kararlılığının
belirginleşmesine ihtiyaç duyulduğunu yazıyordu. Gerçi bunu genel sözlerle ifade
etmişti. Ama gösterilerin ilk bölümünde yapılan konuşmalar ve atılan sloganlar, o
ihtiyacın karşılanması gibiydi. Ayrıca şunlar da vardı: Olaylarda aktif olanların
arasında zamanın iktidar partisinin (Demokrat Parti'nin) örgüt mensupları, ön planda
görülüyordu. Güvenlik güçleri olaylara büyük ölçüde seyirci kalmıştı. Valiliğin askeri
birliklerden yardım talebi de, yardımın yetişmesi de, çok gecikmişti. Yassıada
mahkemelerinde bütün bunlar dava konusu oldu. Mahkûmiyet kararlarının nedenleri
arasına girdi.” Öymen Altan. Bu Olay Unutulmamalı, Radikal/07/09/2006

[2] “Burada bir parantez açayım. Türkiye’de okul kitaplarında ve genellikle


Atatürk ile ilgili kitaplarda hiç açıklanmayan bir gerçek Mustafa Kemal’in doğduğu
ev diye bilinen yerin Elen hükümeti tarafından satın alınmış ve Türk halkına hediye
edilmiş olmasıdır. Mustafa Kemal’in doğduğu ev diye bilinen yer diyorum çünkü
Yalçın Küçük’e göre muhtemelen bu Mustafa Kemal’in doğduğu ev değildir, sekiz-
dokuz yaşında geldiği evdir.” 6-7 Eylül olayları: 50 yıl sonra, Dr Raço Donef
www.greece.org

[3] Cemiyet Başkanı Hikmet Bil ile yönetiminde yer alan CHP İstanbul Gençlik
Kolları Başkanı Orhan Birgit, Kıbrıs sorunu ve ‘bomba olayına’ karşı infiali harekete
geçirmek üzere aktif çalışan insanlardan biridir. Aynı kişinin 1974 Kıbrıs işgali
sırasında hükümet sözcüsü olması belki bir rastlantıdır ama dramatik bir bağlantıyı
gösterir Recep Maraşlı, 6-7 Eylül Olayları: Türkiye'nin Kristal Gecesi,
www.gelawej.com

[4] 6-7 Eylül olayları: 50 yıl sonra, Dr Raço Donef, www.greece.org

[5] MİT ajanı da olan Mithat Perin 1962’de Kayseri Cezaevindeyken devrin MAH
başkanı Fuat Doğu’ya bir mektup yazar. Mektubunda, MAH’a verdiği hizmetleri,
“25 seneyi bulan gazetecilik hayatıma açık veya gizli hiçbir faaliyette geri
durmadığımı herkesten evvel servisin bildiği kanaatindeyim” sözleriyle ifade eder. 6-
7 Eylül olayları: 50 yıl sonra, Dr Raço Donef. www.greece.org

[6] Ekspres gazetesi 6 Eylül günü 2. baskı 290 bin nüsha bastırmıştı kamuoyunu
“bilgilendirmek” için. O günlerde 20-30 binin üstünde basmayan bir gazete yalnız
önceden hazırlanarak bu kadar gazete basabilirdi. Demek ki gazete Selânikte bomba
patlamadan yazılmış ve basılmıştır. 6-7 Eylül olayları: 50 yıl sonra, Dr Raço Donef.
www.greece.org

[7] Öymen Altan. Bu Olay Unutulmamalı, Radikal/07/09/2006

[8] Konsoloslukla M.Kemal’in doğduğu ev Selanik’te yanyanadır

[9] Olayının Türk devletinin tertiplediği bir kışkırtma olduğu Yunan makamlarınca
o günlerde ortaya çıkarılmıştır. Olayla ilgili olarak Selanik Hukuk Fakültesi’nde
burslu öğrenci olarak okuyan ve bir Türk ajanı olan Oktay Engin ve Selanik
Başkonsolosluğu Kavası Hasan Uçar yakalanmıştır. Konsolosluk yetkilileri
dokunulmazlıkları olduğu için yargılanamazken, Uçar ve Engin süre tutuklu
kaldıktan sonra tahliye edildiler.15.6.1956 tarihinde tahliye olan Engin Türkiye’ye
kaçarak Yunan tabiiyetinde olmasına rağmen Bakanlar Kurulu kararı ile vatandaşlığa
alınmış kendisine pek çok olanak sağlanarak korunmuştur. Engin ve Uçar,
gıyaplarında Yunan Mahkemelerince iki-üç yıllık cezalar almışlardı.

[10] Bomba provokasyonunun sadece hükümetin işi olmayıp devlete ait olduğunun
maddi kanıtlarından biri de, yaptığı işe kahramanlık olarak sahiplenen bombacı
Oktay Engin MİT’te önemli görevlere getirilir, devlet kademelerinde hızla ilerleyerek
1992’de Nevşehir Valiliğine kadar gelmiştir. Daha sonra Emniyet Genel Müdürlüğü
Planlama Daire Başkanlığı görevini yürütecektir.

[11] Mehmet Ali Sebük; 6/7 Eylül Hadiselerin Ait Kararnamenin Tahlili,Vatan
Gazetesi; 19.10.1960 Aktaran Recep Maraşlı www.gelawej.com,

[12] Maraşlı Recep, 6-7 Eylül Olayları: Türkiye'nin Kristal Gecesi,


www.gelawej.com

[13] 6-7 Eylül olayları: 50 yıl sonra, Dr Raço Donef www.greece.org

[14] 6-7 Eylül olayları: 50 yıl sonra, Dr Raço Donef www.greece.org


[15] Güven Dilek 6-7 Eylül Olayları Radikal 6.9.2005

[16] Zarakolu Ragıp Bir Yerde Bir Gül Ağlar Emine Erdem Belge Y. 2000 s 80[17]
Zarakolu R. Bir Yerde… s 76

[18] Zarakolu R. Bir Yerde… s 77-78

[19] Azınlık mebusların kaderi midir, bilinmez! 40 yıl önce, İttihat ve Terakki
döneminde de azınlık mebuslarının malları talan edilmiştir. Azınlık mebusları o
zamanda meclis kürsüsünde nelere maruz kaldıklarını nafile yere anlatmışlardır

[20] TBMM Zabıt Ceridesi, X. Devre,1. sene, 80. inikat, 1. içtima, 12 Eylül 1955
(Aleksandros Haçopulos’un Sıkıyönetim Oylaması görüşmelerindeki konuşması.)
Akt. Recep Maraşlı www.galewej.com

[21] Aynı İnönü Başbakan olarak, 1964 yılında çıkan Kıbrıs Bunalımında! Rumların
her şeylerine el koyarak kitlesel olarak sınır dışı edecektir. Bu kez aracı
kullanılmayacaktır.

[22] 6-7 Eylül olayları: 50 yıl sonra, Dr Raço Donef. www.greece.org

[23] Güven D.6/7 Eylül… Radikal 6.9.2005

[24] Fatih Güllapoğlu’nun Emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu ile görüşmesi;


‘Türk Gladio'su İçin Bazı İpuçları’, Tempo Dergisi, S.24, 9-15 Haziran 1991, s.24-27
Akt R. Maraşlı www.gelewej.com

[25] www.karsi.com

[26] Oran Baskın, Azınlıklar ‘yerli’ yabancılar, www.milliyet.com.tr

[27] Bağış Osmanlı Ticaretinde Gayrimüslimler Turhan K. 1998 s108

[28] Bağış Osmanlı… s 109

[29] Bağış Osmanlı… s 111

[30] İttihat ve Terakki bu el koyma işine daha 1909 yılında sürgüne gönderdiği
Sultan Abdülhamid’in mal varlığına el koymakla başlamıştır Sabık sultanın el
konulan servetini sultanı Muhafaza etmek için görevlendirilen İttihat ve Terakki
görevlisi Ali Fethi (Okyar) şöyle listelendirmektedir: “Osmanlı Bankasındaki nakit
mevcudu yüzüçbin yediyüz küsür Osmanlı altını idi. Doyçebank’ta ondört çanta
içinde onaltı bindötryüzdoksanüç Anadolu Şimendifer tahvili, doksansekiz Bone de
Jouissance, üç bin Selanik Limanı hisse senedi, Krediliyone’de
elliikibindörtyüzotuzbir Osmanlı altını vardı” (Okyar Fethi, Üç Devirde Bir Adam
Tercüman 1980 s 68) , Nakit ve tahvilin yanında sabık Sultanın ve ailesinin
mücevherlerine de el konulmuştur ki iki milyon altın olarak değer konulan
mücevherler Paris ve Londra’da satılarak paraya çevrilmiş satılan mücevherlerden
konulan değerden çok daha fazla para temin edildiğini F. Okyar ifade etmektedir.
( Okyar F. Age s 71)

[31] 6-7 Eylül olayları: 50 yıl sonra, Dr Raço Donef. www.greece.org

[32] 6-7 Eylül olayları: 50 yıl sonra, Dr Raço Donef www.greece.org

[33] 6-7 Eylül olayları: 50 yıl sonra, Dr Raço Donef www.greece.org

[34] Recep Maraşlı age.

[35] Yılmaz Karakoyunlu ile Röportaj; “En Ünlü Güreşçimiz Bile Yağmadaydı”,
Aktüel Dergisi, İstanbul, 3-9 Eylül 1992, S.61, s.27 aktaran Recep Maraşlı

[36] Tunçay Mete, Eleştirel Tarih Yazıları Liberte Y.2005 s207

[37] 1944 yılı içinde Cumhuriyet Halk Partisinin azınlıklardan ve gelir dağılımından
sorumlu 9. Bürosu tarafından hazırlanan "Azınlıklar Raporu" aslında Cumhuriyetin
de onları eşit ve özgür yurttaş gibi görmediğini ortaya çıkardı. Büro raporunda, gayri
Türk diye tanımlanan Çerkez, Arnavut, Boşnak vd. Müslüman halkların hemen
asimile edilmeleri gerektiği vurgulanırken, Türkleşmelerinden umut kesilen
gayrimüslimler için şunlar öneriliyordu:Rumlar, İstanbul'un fethinin 500 Yılına kadar
(1953) İstanbul'un Rumsuzlaştırılması...

[38] Çetinoğlu Sait Sermayenin “Türk”leştirilmesi, Resmi Tarih Tartışmaları-2


Özgür üniversite Y. s 147-148

You might also like