You are on page 1of 119

Sayi :11 Yil: 2008

Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim



Içindekiler
Editörden
Insani Anlamanin Kökenlerine Dair
Bir Analiz
Mehmet Yapici
Anlam, Anlama, Anlamak Dr. Kemal Gülden
Saat Tamircisi Oyunbaz
Yaçamin Anlami, Yaçamin Anlaminin
Ne Oldugunu Bulma Sürecinden
Ibarettir.
Nilsun Uralli
Anlam-Anlama-Anlamak Nejdet Evren
Bilgi ve Anlam Üzerine Monolog Yetkin Içik
Anlami Nasil Bilirdiniz? Ferda
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/
1 -~ 2 18.11.2008 20:24
Yeni Medyada Mit, Akil, Anlam
Fatima Lasay (Çev:Gökçen Yaçayan,
Boray Tek)
Anla(ç)ma Baglaminda Konuçmak ve
Dinlemek
Mustafa Efe Ateç
Anlamada Tarih ve Dil Brice R. Wachterhauser (Felsefe Ekibi)
Homo Semioticus Mehmet Rifat (Felsefe Ekibi)
Ricoeur'de Söylem, Yorum, Metin ve
Anlam
Eren Rizvanoglu (Felsefe Ekibi)
Anlamin Dogasi ve Kuram Arda Denkel (Felsefe Ekibi)
Açiklamak ve Anlamak Mehmet Rifat (Felsefe Ekibi)
Anlamak Nedir? Felsefe Ekibi
Anlama ve Yorum Felsefe Ekibi
Sosyal Bilimlerde Anlami Anlamak
Sorunsali
Felsefe Ekibi
Medya ve Zedelenen Anlam J. Baudrillard (Felsefe Ekibi)
Anla(ma) Nilsun URALLI



Felsefe Ekibi SOLIS'in saglamiç oldugu hosting hizmeti ile sizlere ulaçmaktadir.
© 2001-2008 Felsefe Ekibi Tüm haklarini sakli tutar...
Yayimlanan yazilar kaynak gösterilerek alinti yapilabilir. Yazilarin her türlü
sorumlulugu yazarlara aittir.
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/
2 -~ 2 18.11.2008 20:24

Sayi :11 Yil: 2008
Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim
Editörden
Selma Yildiz
"Önce imgeler; -imgelerin zihinde nasil dogdugunu açiklamak. Daha sonra imgelere uyarlanan
sözcükler. Sonunda sözcüklerden itibaren mümkün olan kavramlar..."*
Bir yaklaçima göre, biz dünya ile iliçki içine anlama yoluyla gireriz. Anlamaya çaliçtigimiz
öncelikle içine dogdugumuz anlam dünyasidir. Orada anlami hazir buluruz. Zihnimiz o anlam
dünyasina bir çekilde dahil olur. Anlam bize degiçik araçlarla taçinir. Anlami taçiyan en önemli
araç dildir.
Zaman içinde kimilerimiz verili anlam dünyasini sorgulamaya baçlar. Kendince anlamlar
üretir. Bazen de anlamin hiç de anlamli olmadigini düçünür.
Anlam evrilen insanin en temel gereksinimleri içinde yer alir. O, anlam üretmek ve tüketmek
ister. Anlamin olmadigi bir dünya boçtur, yaçanmaya bile degmez.
Bazilarinin içi de iktidar araci olarak anlam üretmektir. Ürettikleri anlamin ugrunda yok
olmaya degecek degerde oldugunu bireylere benimsetmek için çaba gösterirler.
Anlamin tarihsel, ideolojik, psikolojik, dilbilimsel ve felsefi boyutlarina deginmeye
çaliçtigimiz bu sayimizda, yaptigimiz seçmeler ve yazarlarimizin katkilariyla oluçturulmuç
metinleri ilginize sunuyor, keyifli okumalar diliyoruz...
*Pierre Klossowski -Nietzsche ve Kisirdöngü

Felsefe Ekibi SOLIS'in saglamiç oldugu hosting hizmeti ile sizlere ulaçmaktadir.
© 2001-2008 Felsefe Ekibi Tüm haklarini sakli tutar...
Yayimlanan yazilar kaynak gösterilerek alinti yapilabilir. Yazilarin her türlü
sorumlulugu yazarlara aittir.


:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y0.html
1 -~ 1 18.11.2008 20:26

Sayi :11 Yil: 2008
Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim

Açiklamak ve Anlamak
Mehmet RIFAT
XIX. yüzyilin sonlarina uzanan ve yorumbilimsel araçtirmalardan gelen eski bir karçitlikti bu.
Bir metin karçisinda takinilan birbirine karçit iki tavri, iki bilgi çeçidini gösteriyordu: Bir yanda
olgularin açiklamasina dayanan ve doga bilimlerine özgü olan bilgi; öte yanda anlamaya
dayali olan ve felsefe, edebiyat gibi düçünsel etkinliklerle benimsenen bilgi. Ricur un bir
dönem görüçlerinden etkilendigi ve hakkinda Mikel Dufrenne ile birlikte bir kitap (Karl Jaspers
et la philosophie de l'existence, 1947) yazdigi Karl Jaspers, açiklamak ile anlamak arasindaki
iliçkiyi, daha dogrusu karçitligi çöyle tanimlar: "Yanliç anlaçilmalari ve anlaçilmazliklari
önlemek için [...], anlamak terimini, psikolojik açidan birbirinin içine geçme yoluyla elde
edilen bilgi için kullaniyorum [...] Nedenden sonuca uzanan nesnel bir bagin diçaridan
gözlemlenerek doga bilimlerinin yöntemleriyle ortaya çikarilmasi hiçbir zaman anlama
degildir, her zaman için açiklamadir." {Psychopathologie générale, 1933, s. 25). Içte çagdaç
insan bilimleri böyle bir ayrimla karçilaçinca rahatsizlik duymaya baçladilar, çünkü kendilerini
bu tür bilgilerden hangisine adayacaklarim bilemiyorlardi. Ricur de bu tür bir karçitligi
sürdürmek yerine uzlaçtirma yoluna gitti. Ona göre, açiklama ile anlama birbiriyle çatiçmaz:
Birbirlerinin yerine geçerler, sonunda da biraraya gelirler. Çünkü açiklama sonuçta anlamaya
yarar.
Dünya ve onu gözlemleyen, onu anlamaya çaliçan insan arasindaki iliçkilerin engellendigi ya
da askiya alindigi bir evren olarak metin yapisal türden bir açiklamayla birlikte ele alinabilir.
Böyle bir açiklama Ricoeur'e göre elbette geçerlidir: Yani metin diç dünyasi ve yazari olmayan
bir anlamli bütün olarak ele alinabilir, diç dünya yokmuç gibi metnin kapaliligi içinde
kalinabilir. Böyle bir olasilik vardir ve uygulanmaktadir. Sözgelimi dünyadaki anlatilar açamali
evreleri olan (hiyerarçili) bütünler olarak betimlenebilir. Ancak mitler dikkate alindiginda,
Ricceur'e göre, böyle bir betimleme, mitlerin insanlar tarafindan yaratiliçi ve anlamlandiriliçi
içine girmez. Içte o zaman da öteki yaklaçim biçimi, yani anlama, yorumlama devreye girer.
Bu yaklaçim da metnin (anlatirim, mitin) kapaliligini açar, diç dünyayi devreye sokar,
toplumsal-tarihsel baglama gider, metnin göndergesine (referarima) yönelir.
Yorumlama eylemi de içte bu noktada baçlar Ricoeur e göre.
Anlamak, yorumlamak temelde göstergelerin dolayimi yoluyla, okuyan özne ile okunan nesne
(metin) arasinda bir uyumu baçlatir. Metni anlamaya çaliçmak demek insanin kendini
anlamaya, kavramaya baçlamasi demektir. Çünkü okuma içinin içine giren özne kendini bir
baçka türlü görür. Okuma sürecinde, uzakta olan yakinlaçir, Ötekinin bilgisiyle önce
karçitlaçma sonra bütünleçme baçlar. Gücül (virtüel) haldeki bir metin, okuma yoluyla bir oluç
durumuna, bir edim haline getirilir: Sessiz haldeki metin okuma yoluyla harekete geçirilmiç
olur. Her okuma, metnin anlamlarinin özel bir gerçekleçtirilmesidir, baçlangiçta bizden uzakta
bulunanin bize yakinlaçtirilmasidir. Böylece Ricoeur'de anlama, açiklamaya oranla daha agir
basar ama onun yaklaçiminin temelinde aslinda çu düstur yatar "Daha iyi anlayabilmek için
daha fazla açiklamak."
Burada sözü dogrudan Ricoeur'e birakalim: Zaman ve Anlatinin giriçinde bakin ne diyor:
"Sonuç olarak, ister egretileme, ister olayörgüsü söz konusu olsun, daha fazla açiklamak
demek, daha iyi anlamak demektir. Anlamak, birinci durum söz konusu oldugunda,
devingenligi [dinamizmi] yeniden yakalamak demektir. Bu devingenlik geregi olarak da
egretilemeli sözce, yani yeni bir anlamsal belirginlik, tümcenin harfiyen okunmasi sirasinda
ortaya çikan anlamsal belirginligin kalintilarindan fiçkirir. Anlamak, ikinci durum söz konusu
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y18.html
1 -~ 2 18.11.2008 20:37
oldugundaysa, tam ve eksiksiz bir eylem içinde, koçullar, amaçlar ile araçlar, giriçimler ile
etkileçimler, baht dönüçleri ve insan eyleminden dogan istenmedik sonuçlardan oluçmuç
çeçitli ögeleri biraraya getiren içlemi yemden yakalamak demektir" (Zaman ve Anlati 1, s.
17).
Bugün artik yorumbilim ile göstergebilim içinden baktigimizda çöyle diyebiliriz: Bir çeyi
anlamak demek, onu en azindan gücül olarak yeniden üretebilme gücüne sahip olmak
demektir.
[Bir açiklama: Cogito dergisinin 43. sayisinda (Yaz 2005, s. 8-9) Ricoeur üstüne yazdigim kisa
bir metinde ("Paul Ricoeur ve Bir Baçkasi Olarak Ben") çöyle demiçtim: "Paul Ricoeur'ü 'daha
iyi anlayabilmek için' onu 'daha fazla açiklamam' ve 'daha fazla yorumlamam' gerekiyor.
Bunu gerçekleçtirmenin en saglikli yollarindan biri de 'Çeviri Ediminden geçmez mi!'' Ricoeuru
Çevirme Edimimiz bitmedi, sürüyor!] Ricoeur açiklama ile anlamayi kaynaçtirmaya özen
gösterirken düçüncesinin bütün açamalarinda felsefe ile insan bilimlerini uzlaçtirmaya çaliçti.
Daha önce de belirttim, bütün bilgilere, bütün bilim dallarina açikti o. Bir tek bilim dalina bagli
kalmak istemedi. Insan eyleminin yorumlaniçina ilgi duyan bütün insan bilimlerine o da ilgi
duydu: Öteki'ni tanimak, Öteki
1
nin bilgisiyle karçi karçiya gelip onu yorumlamak istedi.
Gerçekten de Ricoeur her bilim dalini, kendi çaliçma alani içinde de etkin kilacagina inandigi
an, onu dikkate aliyor, onu kendi yorumlama anlayiçi çerçevesine oturtmaya çaliçiyordu. Ama
bir bilimsel etkinlik alaninin her çeyi kuçatmaya çaliçan topyekûn bir programla hareket
ettigini gördügü anda da buna karçi çikmakta geri kalmiyordu.
Metin: Yukarida da vurguladigim gibi, metin, Ricoeur'ün yommbilimine göre, çaliçtirilmadigi,
okur tarafindan konuçturulmaya baçlanmadigi sürece "sessiz" kalir. Metnin anlami okurun
okuma ediminin getireceklerine baglidir (bu açidan alimlama estetiginin bakiç açisiyla bir
bütünleçme içine girer Ricoeur). Metnin anlamlari okurlarin beklentileriyle açilir. Metin
okurlara direndigi sürece okuma mücadelesini sürdürmek gerekir.
Çünkü okura direnen metnin gerisinde varolan yaratici yazardir: O, anlamlari deçen, anlamli
bütünleri kazmaya çaliçan, aporilerden aporilere siçrayarak yorumlamalarini çogaltan, dilin
kendi üstüne kapanmasina karçi çikan bir yorumlama aniti'dir. Onun metinleri, onun kitaplari
okurlara, çogunlukla o ana kadar birlikte hiç düçünülmemiç çeylerin artik birlikte ele
alinabilecegini gösterir.
Anlam: Ona göre her çey inça edilmiçtir, her çey yapilandirilmiçtir. Böyle bir dünya karçisinda
da insanin ancak parçali görüçü olabilir. Global bir yargidan, tümü kuçatici genel bir görüçten
söz edilemez. Bu nedenle dünyanin anlamlarina getirilecek yorumlarda her zaman bir çogulluk
söz konusudur. Bir baçka deyiçle, bir yerde bir anlam varsa, bu anlami yorumlamanin da
birçok yolu vardir: Öyleyse her zaman bir tek degil, birçok okuma, birçok yorumlama söz
konusudur.
Zaman ve anlati: Anlatinin özelligi, zamani ortaya çikarmaktir. Anlati, zamanin "bekçisi"dir,
"koruyucusu"dur. "Bir öyküyü anlatma etkinligi ile insan deneyiminin zamansal niteligi
arasinda salt rastlantisal degil de kültürleraçiri [kültürler ötesi] bir gereklilik biçimi sunan bir
baglilaçim [karçilikli bir baginti] vardir. Ya da çöyle diyebiliriz: Zaman bir öyküleme [anlatma]
biçimine göre eklemlendigi ölçüde zamana dönüçür.
Not: Daha Fazla Açiklamak" Isteyen Bir Yorumbilimci: Paul Ricoeur -Okuma Notlari baçlikli
metinden Anlamak ve açiklamak alt baçlikli bölüm alintilanmiçtir.
Cogito, Sayi 56, 2008, Yapi Kredi Yayinlari

Felsefe Ekibi SOLIS'in saglamiç oldugu hosting hizmeti ile sizlere ulaçmaktadir.
© 2001-2008 Felsefe Ekibi Tüm haklarini sakli tutar...
Yayimlanan yazilar kaynak gösterilerek alinti yapilabilir. Yazilarin her türlü
sorumlulugu yazarlara aittir.


:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y18.html
2 -~ 2 18.11.2008 20:37

Sayi :11 Yil: 2008
Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim

!"#!$%!&
Nilsun URALLI
Yaptigimiz her hareketin,
bir anlami olmali yaçamda
Söyledigimiz her sözün,
Gördügümüzün her güzelligin,
Okudugumuz her kitabin.
Bütün bu resimler,
boçuna yapilmiç olamaz ya
Bütün bu heykeller,
Bütün bu ezgiler,
Bütün bu filmler.
Bütün bu hikâyeler,
boçuna yazilmiç olamaz ya
Bütün bu romanlar,
Bütün bu çiirler,
Bütün bu kitaplar.
Öptügüm sevgilimin,
bir anlami olmali yaçamda
Sevdigim kardeçimin,
Sevilen insanlarin,
Beni seven dostumun.
Bunca zamandir durmadan,
yorulmadan göçen kuçlarin bir anlami olmali
Denizde yüzen baliklarin,
Bal yapan arilarin,
Ormanlar krali aslanin.
Sirasini çaçirmadan gelen mevsimlerin,
bir anlami olmali bence
Ne zaman yagmasi gerektigini bilen karin,
Bereket getiren yagmurun,
Sabahlari dogan güneçin.
Ilkbaharda açacagini unutmayan gelincigin,
Pembe, beyaz, kirmizi güllerin,
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y8.html
1 -~ 2 18.11.2008 20:39
Karanfillerin,
Mor sümbüllerin bir anlami olmali bence
Açik denizlerde,
bir kadermiççesine avlanan balikçinin,
Onun boyasi dökülmüç kayiginin,
Kayigin rotasiz ilerlemesinin,
Denizler de çahlanip coçmasinin bir anlami
Çiftçinin bugday yetiçtirmesinin,
Bugdayin un,
Unun ekmek,
Ekmegin katik yapilmasinin bir anlami
Domatesin kirmizi,
Limonun sari,
Üzümün yeçil,
Portakalin, kendi renginde olmasinin bir anlami
Gökyüzünün mavi,
Bulutlarin beyaz,
Gecelerin karanlik,
Sabahlarin aydinlik olmasinin bir anlami olmali
Sigara fabrikalarinin,
Tütünden sigara yapilmasinin,
Her yerde sigara satilmasinin
Ve benim sigara içmemin bir anlami olmali yaçamda
Insanlarin evlenmesinin,
Sanki belli bir kotayi tutturmak zorundaymiç gibi, durmadan çocuk yapmasinin,
Sonra piçman olup boçanmasinin,
Belki de piçman olup boçanamamasinin bir anlami olmali
Insanlarin düçünmesinin
Ya da daha çok düçündüklerini zannetmesinin,
Düçünmenin, tehlike olarak görülmesinin
Ve sonuçta her çeyin, dünyanin sonu olarak düçünülmeye baçlamasinin
bir anlami olmali
Anlama çabasinda olan herkes için
Nilsun Uralli

Felsefe Ekibi SOLIS'in saglamiç oldugu hosting hizmeti ile sizlere ulaçmaktadir.
© 2001-2008 Felsefe Ekibi Tüm haklarini sakli tutar...
Yayimlanan yazilar kaynak gösterilerek alinti yapilabilir. Yazilarin her türlü
sorumlulugu yazarlara aittir.

:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y8.html
2 -~ 2 18.11.2008 20:39

Sayi :11 Yil: 2008
Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim

Anla(ç)ma Baglaminda Konuçmak ve Dinlemek
Mustafa Efe ATEÇ
Kimileri konuçarak yeni fikirler üretirken, kimileri dinleyerek bunu yapar. Bunlardan
hangisinin iyi bir yöntem oldugunu kararlaçtirmak elbette ki kiçinin kendisine has bir karardir.
Ancak burada bu karardan daha çok, insana özgü bu iki özelligin, olumlu ve olumsuz yönlerini
tartiçacagiz.
Konuçarak türetecegimiz fikirler, hitap ettigimiz kiçinin sahip oldugu belirli karakteristik
özellikleri incitmeyecek yapilarda çekil bulur. Bununla sözünü etmek istedigim, karçimizdaki
kiçiye ya da kiçilere karçi konuçurken, onlarin sahip olmuç oldugu özellikleri (inançlari ya da
degerleri) gözetmek zorunda oldugumuzun, bizde istemsiz bir çekilde oluçtugudur. Hiçbir
zaman, konuçmaya deger gördügümüz kiçiyi ya da kiçileri saf bir dile tabi tutmayiz. Dilimizi
sürekli yontup, ürettigimiz fikirleri bazi zamanlar geriye atip, yalnizca karçi tarafin sinirina
kadar olanlari ifade ederiz. Tabi bu kendi kendimize bilinçli olarak yaptigimiz bir engelleme
gibi gözükse de çogu zaman bilinçsiz geliçir. Konuçmaya vaktimiz olan tüm insanlari
gözümüzün önüne getirip düçünürsek görürüz ki, onlara, mutlaka ya kendimizle ilgili ya da
onunla ilgili söyleyecegimiz bir çey vardir ve onu söylememiçizdir. Bu konuçmanin eksik bir
yönüdür. Bir diger eksik yön ise, konuçtugumuz tarafin, bizim ile ilgili edinebilecegi olumsuz
izlenimlerin önünü kesmektir. O an için, konuçma esnasinda, dilimizin ucuna gelen bir fikir
çogu zaman geri itilmiçtir. Kendi fikrimizi gayet iyi bir düzeyde hissettigimiz ya da fikrimize
karçi hiçbir yorumda bulunamadigimiz, acaba iyi bir fikir mi, diye sorguladigimiz bir esnada
bunu karçi tarafa açiklamaya çekindigimiz zamanlar da bir hayli çoktur. Tüm bunlarla beraber
konuçarak taze ve benzersiz fikirler de türetme çansina sahibizdir ama bu yalnizca karçi tarafa
iliçkin saglam bir inanç destegine ihtiyaç duyar. Konuçtukça açildigimiz, açikladigimiz,
açilabilecegimiz kiçi ya da kiçilere karçi kurulan bir inanç
Dinleme ise konuçmaya kiyasla, kiçinin sahip olmuç oldugu daha öznel ve serbest bir alana
içaret eder. Çünkü kiçinin konuçulanlari dinlemesi, hiçbir zaman, bir baçka kiçinin ayni
konuçulani dinlemesiyle eçdeger degildir. Bir baçka kiçi konuçulanlari kendine ait, hür ve
özgür bir zeminin içerisinde bulunan zihin terazisinde tartarken, bir diger kiçi kendi kefelerinde
ayni içlemi yapar. Bu koçullarda, anlatilmak istenenin senin anlama yetinle iliçkili oldugu
kesindir. Tüm insanliga iliçkin farkli anlama yetileri de, insanlarin neden bir taraftan benzer
ama diger taraftan farkli olduklarinin önemli delillerini oluçturur. Bu anlama yetisinin çeçitliligi
bize, konuçulani genel anlamda digerleri ile ayni, fakat özel anlamda farkli anlayacagimizi
gösterir. Dinlediklerimiz, kendi zihnimizde oluçacak sinirsiz yorumlara yol açtigi için olumlu,
öte yandan da baçka kiçilerde farkli yorumlara sebep oldugu için olumsuzluk olasiligi taçir.
Çu halde, konuçma ve dinleme yetilerimiz arasinda iliçkilendirebilecegimiz, ilgi çekici bir
durum da söz konusudur. Dinleme esnasinda, özgür ve hür bir çekilde gezinirken,
konuçma esnasinda tedirgin bir çekilde hapsoluruz. Baçka bir deyiçle, eger
dinlemek, kiçilerin sessiz ilerleyiçi ise konuçmak da sesli tutsakliklardir.

Mustafa Efe ATES
Mugla Üniversitesi Felsefe Bölümü IV.Sinif
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y10.html
1 -~ 2 18.11.2008 20:34

Felsefe Ekibi SOLIS'in saglamiç oldugu hosting hizmeti ile sizlere ulaçmaktadir.
© 2001-2008 Felsefe Ekibi Tüm haklarini sakli tutar...
Yayimlanan yazilar kaynak gösterilerek alinti yapilabilir. Yazilarin her türlü
sorumlulugu yazarlara aittir.

:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y10.html
2 -~ 2 18.11.2008 20:34

Sayi :11 Yil: 2008
Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim

!"#!$ !"#!$!& !"#!$!'
Nejdet EVREN
Içsel ve diçsal olgularin devinim türlerine göre kendilerine bir deger yüklenir. Bu deger olgu
ve maddeyi tanimlamaktan farklidir. Olgularin varoluç biçimlerini gözlemleyerek ne
olduklarini tanimlamak, onun ayni zamanda ne olmadigini tanimlamak ve anlamaktir. Bu
yönü ile eger madde-düçünce diyalektigini esas aliyor isek çunu hemen söyleyebiliriz ki
anlamak çeklindeki düçünce zinciri anlama ve anlamdan önceki bir halkayi
oluçturur.
Öyle ise tartiçmaya anlamak ile baçlamak gerekir düçüncesindeyim.
Öz kendinden var olandir ve biçimle sonsuzlaçir. Sonsuzlugun ne oldugunu bilmek, öz-ü
anlamak ile baçlar. Anlamak, diç evrendeki tüm öz-lerin ve biçim-lerin nasil var olduklarini,
devinimsel yapilarini, neden ve sonuçlarini bilmektir. Bilgi, anlamanin temelini ve alt-yapisini
oluçturur.
Dogrulanabilir, denetlenebilir ve gözlem ve deney ile yinelenebilir olan bilgi, dayandigi
olgunun anlaçilmasini saglar. Anlamak bir öteki yönü ile özneldir. Evrenin sonsuz oldugunu
söyledigimizde bunu nesnel ve öznel olarak ifade etmiç oluruz. Öznel anlaminin nesnele
yakinlaçmasi öznelin anlama sinirlari ile ilgilidir. Anlamak bu yönü ile gerçegin ta kendisi
olmaktan ötededir. Anlamak ile anlama arasinda ince bir çizgi vardir.
Anlama, anlam verebilmeyi, irdelemeyi, düçünceyi baçat koçar. Anlama bir yeti degil düçünce
halkasinin anlamak için kullanilan bir çabasini anlatir. Anlamak nasil bir çeyi tam olarak
bilmek ise anlama da onu bilme çabasi olarak degerlendirilebilir. Öyle ise anlama bir yönü ile
kiçisel ve öznel çaba olmaktadir. Anlamak ise bu çabanin sonunda dogru ya da yanliç varilan
bir sonuç ve degerlendirme olmaktadir.
Anlam, hem anlama ve hem de anlamak tan farkli bir noktaya düçer. Anlam, bir
olguya kilif biçmektir. Olguya bir deger ve bir çekil vermektir. Bu yönü ile anlam, düçüncenin
olgu karçisinda farklilaçmasi ve degerlendirmesi ile olguya yönelimi olarak karçimiza çikar.
Zamani sabite aldigimizda yer çekimine farkli bir anlam, içigi sabite aldigimizda ise kütle
çekimine farkli bir anlam yükleriz. Ivmenin kütle çekimi ile eç-degerde oldugunu belirleyen
Albert Einsteinin genel ve özel görelilik kuramlari bu açidan Isaac Newton yasalarindan
ayrilir, zitlaçirlar. Anlam bir yönü ile bir degeri, degiçebilirligi ifade ediyor ise de diger yandan
gerçegin öznel karçisindaki duruçuna ve var olmasina öznelin yakinlaçmasi ile anlamak ile
ayni noktaya düçmektedir. Bu çu demektir; anlam yükledigimiz süreçler bizim öznel yaklaçim
ve algilarimiz ve anlama ve anlam yüklemelerimizden bagimsiz olarak vardirlar. Anlam
yüklemek ve anlama çabalarimiz ise gerçegi anlamak ile örtüçtügünde bir çey ifade edecektir.
Anlam, yüklenen olgunun çeçitliligine göre farkli içreklerde algilanabilir, anlaçilip
degerlendirilebilir.
Örnegin konut dedigimizde bunun içregini, kapsamini, ölçülerini, nicel ve nitel yapisini
farkli anlamak mümkün olacaktir. baraka dedigimizde ise siginilan derme çatma bir
yerleçke anlaçilacaktir ve çok farkli anlamlar yüklenmeyecektir. Bu açidan anlamin temsil
ettigi olgudan bagimsiz olmadigini, sübjektif ve yargi- içermesi nedeniyle de yer ve zamana
göre farklilaçtigini söylemek mümkündür. Hemen çunu da belirtmek gerekir ki bir olguya
anlam yüklenmemiç olmasi o olgunun anlamsiz oldugunu göstermez ve anlamsiz olarak
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y3.html
1 -~ 2 18.11.2008 20:31
tanimlanmiç olmasi da onun anlamsiz oldugunu göstermez. Bu degerler yalnizca o yer ve
zamandaki sosyal iliçkilerin genel geçer tanimlamalaridirlar. Bu yönüyle de anlam ve
içinde barindirdigi anlamsiz tanimlamalari sosyal ve tarihsel bir içerige sahiptirler. Olgu ile
anlam bu açidan bir-birlerinden göreceli olarak bagsizdirlar.
Olgu gözlem ve deney ile anlama çabasi içerisinde önce anlaçilir duruma getirildikten sonra
anlamlandirilir ki bu halkalar yek-digerinden koparilmadan gerçekleçir.
Olgunun karmaçikliginin onu anlama ve anlamlandirmamizi zorlaçtirmasi bundandir.
Yaratici aklin yarattigi soyut kavram ve anlaçilabilir olan anlamsal degerler de temelinde
somut olandan yogrularak soyutlaçan kavram ve degerler olup anlaçilabilir, yorumlanip
degerlendirilebilir olgulardir.
Totemden soyut tanri kavramina geçiç böyledir.
Ekim 2008
Küçüksu

Felsefe Ekibi SOLIS'in saglamiç oldugu hosting hizmeti ile sizlere ulaçmaktadir.
© 2001-2008 Felsefe Ekibi Tüm haklarini sakli tutar...
Yayimlanan yazilar kaynak gösterilerek alinti yapilabilir. Yazilarin her türlü
sorumlulugu yazarlara aittir.

:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y3.html
2 -~ 2 18.11.2008 20:31

Sayi :11 Yil: 2008
Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim

ANLAM, ANLAMA, ANLAMAK
Dr. Kemal GÜLDEN
Anlamlandirilmamiç olaylar bizi sikintiya sokar. Tamamlanmamiç içler gibidir. Sürekli
bilincimize gelerek bizi rahatsiz ederler. Ancak halledilmemiç konulari bir çözüme, bir plana
bagladigimizda sikintimiz ve stresimiz kaybolur. Buraya kadar tanidik bildik olmayan bir çey
yoktur. Daha yakindan baktigimizda anladigimizda mutlu, anlamadigimizda mutsuz olmakta
ve üzülmekte oldugumuzu fark ederiz. Tüm olmak istediklerimiz, hedeflerimiz, yaçamdan
beklediklerimiz anlam oluçturmaya eçdegerdir.
Neyi, nasil anliyorsak, anladiklarimiza göre gelecegimiz inça olacaktir. Sanki anlamlarimiz bizi
yönetmektedirler.
Tüm motivasyon ve olumlu duygularimizin anlam oluçturma ile birebir iliçkisi vardir. Bu yönü
ile anlamak, bir çeyler yapabilmenin, olumlu duygu üretebilmenin ve üzüntü ve kederlerden,
anksiyeteden kurtulabilmenin biricik ve tek yoludur. Tüm yaçamimiz hayatimizda karçimiza
çikan olaylari ne kadar anlayip anlamadigina ikincil geliçen motivasyon ve duygulardan
oluçmaktadir.
Bizi üzen ve sevindiren karçimiza çikan olaylarin iyi veya kötü olmasi degil, bizim
olaylari nasil degerlendirdigimize, nasil anladigimiza baglidir! Dolayisi ile yaçam
sadece bize baglidir. Herkesin dünyasi kendi kuracagi oluçturacagi anlam temelleri üzerine
oturur. Gelecegimizi oluçturdugumuz anlam çemalari yöneteceklerdir.
Anlam dünyamiz yaçamimizdir. Ne kadar anlarsak o kadar mutlu, huzurlu, ne kadar az
anlarsak o kadar mutsuz olmaktayiz. Anlam ve duygu birbirinden hiç ayrilmayan ikili bir
varoluçtur. Duygunun oldugu yerde anlam, anlamin oldugu yerde duygular vardir. Bu
ikili varoluçtur. Madalyonun bir tarafi anlam diger tarafi ise duygulardir. Anlam-yaçam
özdeçtirler. Beraber yaratilmiçtirlar.
Sanki insan dogaya fark etme özelligine eçlik eden anksiyete (kaygi) duygusu ile
birakilmiç ve bundan kurtulabilmek için eline sadece anlayabilme yetenegi
verilmiçtir. Karçimiza çikan yeni olaylari fark edip anladikça sikintilarimiz kaybolmakta
anlamadigimiz zaman ise huzursuz olmaktayiz. Yaçamda neler yapacagimizi hep sahip
oldugumuz anlam çemalari belirlemektedir.
Insan yaçami her çeyi ile doguçtan getirdikleri ve üstüne ekledigi anlam çemalari zemininde
geliçen etkinliklerdir. Her türlü isteklerimiz altta yatan anlam çemalarimiza göre
oluçmaktadir. Ruhsal ve sosyal yaçamimizda karçimiza çikan olaylari nasil ve ne kadar
anladigimiza göre oluçur. Dogal motivasyonlarimiz, dürtülerimiz de temelde dogal
anlamlarimiza dayanir. Bu anlamlar genetik kodlarimizda yazilidir. Yaçam anlam temellidir.
Tüm motivasyon ve duygular anlam çemalarina göre oluçmaktadir.
Anlam faaliyetimiz, anlamlarimiz bize çok kompleks ve çeçitli anlama biçimlerimiz varmiç gibi
görünür. Aslinda anlamlarimiz farkinda olma yetenegimiz sayesinde, iki farkli çey arasindaki
oluçturdugumuz mukayese sonuçlaridir. Biz fark etme yetenegimizle yaptigimiz mukayese
etme içlemini, anlama özelliklerimizden biri oldugunu saniriz. Halbuki yeni bir çeyi fark
ederek eskisi ile mukayese etmekten baçka türlü bir anlam oluçturabilme biçimimiz
yoktur. Bu anlamanin en primer tarifidir.
Anlamanin böyle elemanter biçimde incelenmesi, kendimizi ve çevremizi, sosyal siyasal,
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y4.html
1 -~ 14 18.11.2008 20:28
ekonomik, her bakimdan anlamamizi mümkün kilacaktir.
Anlama aslinda tek bir süreç olmasina karçin, bir sürü farkli görünümlere sahiptir.
1. Anlama hep bilinen bir basamaktan baçlar.
Bilinen basamak daha evvelden yine anlama süreçleriyle bilinen hale getirdigimiz
bilinmeyenlerdir. Anlama faaliyeti basitçe iki basamakli bir mukayese içlemidir. Bize göre
bilinenle daha az bilinen arasindaki iliçkidir. Bilinen basamaga göre daha az bilineni fark
ederek baçlar. Bilinenden bilinmeyene bir yönelim gibidir. Mukayese sürecinde iki
çeyin birbiri ile benzerliginin yaninda farkliliklari bir arada degerlendirilir. Benzer basamaklar
birleçtirilerek ortak bir bilinenler kümesi oluçturulur. Çok benzerlikten az benzerlige bir
siralama yapilir.
Biz genellikle mukayese içlemi sirasinda bilincimizdeki bilinen basamagi fark edemeyiz. Bu
basamak daha evvelden bilincimizde yine anlama süreçleri sonucu oluçmuç görece bilinen bir
basamaktir. Bu basamak bir ön kabul gibidir. Bu ön kabule göre benzerlik ve farkliliklarla iliçki
kurabiliyoruz.
Bilineni, referansi olmayan bir anlama faaliyeti mümkün görünmemektedir.
Bilinen ve daha az bilinen çeklinde iki farkli basamak bir anlam çifti oluçturur.(Íkili
varoluç) Anlama süreci bu basamaklar arasi benzerlikler arasinda içlemektedir. Benzerlik
artarken anlama süreci kolaylaçmakta benzemezlik artarsa anlama süreci zorlaçmaktadir.
Anlam eylemi göreceli olarak daha çok bildigimiz bir basamaktan bilinmeyene dogru yönlenir.
Bilinmeyenle baglanti kurar. Bilinmeyen basamak bilinenle ortak kisimlari olan ve ayni
zamanda farkliligi olan anlamindadir.
Birbirinin ayni olan iki çeyi de anlayamayiz. Yine birbirinden tamamen ayri olan iki çeyi de
anlayamayiz.
Her yeni olayi önceden bir bilinene göre anlariz. Bilinmeyeni bilinenler cinsinden
degerlendiririz. Bilinmeyen içinde bizim bilinenimize benzerlikler araçtirilir. Sonuçta her ikisi
içinde ortak bir degerler kümesine ulaçilir. Anlama süreci nihayetinde iki farkliligi ortak bir
benzer paydada buluçturur.
Anlam tamamlanirken ikinci basamaktaki benzer kisimlar birinciyle eçleçir. Bu eçleçmenin
amaci ikinci basamagi birinci basamaga benzer yapmaktir. Bu eçleçme az bir benzerlikten
daha fazla benzerlige ve nihayet ayniliga gitmek isteyen spektral bir görünüm çizer. Iki
basamak arasinda benzerlik ve farklilik iliçkisi vardir. Daha dogru bir deyiçle çok benzerlerin
yaninda daha az benzerlikler bir aradadir.
Anlama sürecine tüm bilincimizle katilmayiz. Çüphesiz birinci basamakla ikinci basamak
arasinda iliçki sirasinda birinci basamakta, ikinciyle örtüçmeyen kisimlar bulunabilir. Içte bu
kisimlar içleme alinmaz ve diçlanir. Bu diçsallaçma olmadan anlama süreci baçlamaz. En
kuvvetli bilinen-bilinmeyen iliçkisi kurulur. Bir diger ifade ile o anda anlam basamagi olarak
kullanilmayanlar diçsallaçmiç olurlar.
2. Anlama ikili (göreli) var oluçtur.
Anlam hep ikili yapiya sahiptir. Tek basamak anlamsizdir. Anladigimiz her çey iki
basamaklidir. En basit anlama birbirine bagli bir dipoldür. Bilinçli mukayese içlemi iki
basamaktir. Tek basamakta mukayese olamayacagi için anlama süreci baçlayamaz. Biz
genellikle tek kutuplu konuçmamiza ragmen, söyledigimiz her çeyin dayandigi bir alt basamak
hep vardir. Bu zemin basamagi pek konuçulmaz. Zemin önceden tamamlanmiç bir anlamdir.
Anlama sürecinin bilinenidir. Anlamlar elemanter olarak hep ikili iliçkiler çeklindedir.
Her anlam bir baçka anlama bagli oldugundan, hiçbir çey kendi kendine anlamli
degildir. Yani mutlak anlam yoktur. Üstelik anlama yetenegimiz tekillik içinde
çaliçmamaktadir. Bu yüzden mutlak anlam arayiçi gereksizdir. Hiçbir anlam basamagi
digerinden ayricalikli degildir.
Bu tarifleri yaparken bile, anlattigimizla, kendimiz arasinda bir bag kurmaktayiz. Anlamin ikili
yapisi degiçmemektedir. Yine insan konuçurken, sürekli bir alttaki kendisi ile bir ikili iliçki
içinde olmaktadir. Ínsan hep kendine anlatir. Anlama süreçlerinin, konuçmanin
bilineni bilinçdiçidir. Anlama ve konuçma bilinçdiçi ile birlikte çaliçir. (Íkili varoluç)
Einsteinin ifade ettigi gibi bir asansörün içinde düçen bir insan hareket ettigini anlayamaz.
Insan anlayabilmesi için iki basamak gerekli olup asansör içi durumda basamak sayisi bire
inmiçtir. Anlamsizlik oluçmuçtur. Anlamak bilinenden bilinmeyene olup iki basagi gerektiren
bir içlemdir. Esasen Einsteinin özel görelilik kurami anlama yetenegimizin fiziki evrendeki
görünümüdür. (Bu konu baçka bir makalede incelenmiçtir.) Bilinen ve bilinmeyen basamaklar
eçdeger basamaklardir. Eçdeger yapilmak istenen basamaklardir.
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y4.html
2 -~ 14 18.11.2008 20:28
Anlamanin oluçabilmesi için hep hazir bir basamak oldugu için Bizim akli süreçlerimiz bu
gerçegi taklit eder. Bir anlamda akli süreçlerin gayesi yeni anlama süreçleri için sürekli ön
kabul, bilinen, biriktirir. Bu biriktirdigimiz ön kabulleri baçka bilinmeyenleri anlayabilmek için
kullaniriz. Tüm bildiklerimiz ön kabul içlevi görürler. Anlamanin bilinen basamagi her zaman
verili olmak zorundadir.
Tüm tarifler aslinda hep bir aralik içinde verilmelidir. Aralik bir baç ve sonu ihtiva eder.(ikili
varoluç) Tamamlanmiç anlamlarda baç ve son birleçir, anlamsizlaçir. Tekillik olur.
Anlama yetenegimizin ikili oluçu her çeyi bir baçka çeyle eçleçtirmeyi zorunlu hale
getirir. Bir bilinenler dizgesine göre anlariz. Konuçurken de altta yatan bir anlam dizgesine
göre konuçuruz.
Örnegin kendimizi anlamak için yine bu ikili prensibe uyariz. Yoksa sadece kendimiz
diçindakileri anlardik Ancak kendimizi de istedigimiz çekilde ikiye bölerek ve bu ikili üzerinde
bir döngü ile her tarafimizi inceleyebiliriz. Yine konuçma ve düçünme primer olarak
kendimizden bir parçayi incelemektir. Öncelikle kendi içimizde bir diyalog yaratiriz. Sonra bu
veri çifti ile çevremizle baglanti kurariz. Ínsan her türlü diç eyleminde önce kendini
anlar.
Yine ayni anda ikiden fazla çeyi de birbirleriyle ayni anda mukayese edemeyiz. Anlama süreci
primer olarak ikilidir. Mukayese içlemine rasgele bir ikili içinde de baçlayamayiz. Mutlaka
kendimize göre daha çok bildigimiz basamaktan baçlariz. Önce bir bilineni bilinmeyene bize
benzeyenle baglariz. Bu baglama bir anlamdir. Sonra bu ikiliyi bir basamak sayarak diger
bilinmeyen bir baçka basamakla mukayese ederiz. Bu süreçler hep ikili olarak var olurlar.
Anlamlarimiz iki basamakli olup, her ikili bir anlam birimi teçkil eder.
Anlama yetenegimiz degiçtirilemez olup, insan ancak böyle anlayabilmektedir. Biz bir çeylere
göre anlariz. Yaçam da böyledir. Her çey bir baçka bir çeye göre vardir. Yaçamda ikilidir.
Motivasyonlarimizda da böyledir.
Anlam ve duygu dünyamiz da bir ikili varoluçtur. Anlamsizliga anksiyete (kaygi) anlam
oluçturma süreçlerine de olumlu duygular eçlik eder. (Bir baçka makalede incelenmiçtir.)
Mutluluklarimizda böyledir. Herkesin beraber üzülmesi, sevinmesi mümkün
degildir. Herkesi eçitleyen, aynilaçtiran yaçamlar yoktur.
Yaçamdaki tüm kavgalar, rekabetler, savaçlar, kiskançliklar, anlaçmazliklar bu göreli var
oluçlari ihdas etmek içindir. Hep ayni pozisyonda, durumda kalan insan cani sikilir ve kendi
kendiyle kavga eder. Insanlar, her çey kendi farkliligini korumaga çaliçir. Herkesin ayni fikre
sahip olmasini saglamak giderek zorlaçmaktadir. Yine çok kizdigimiz, öfkelendigimiz çeyler ve
olaylar bize çok benzeyen veya bizim yapma egiliminde oldugumuz çeylerdir. Bunlari bir
çekilde bizden ayirmamiz, bizimle fark yaratmamiz gerekir. Sürekli ahlaktan bahsedenler
kendi ahlaksizliklarindan kurtulmaya çaliçirlar! Fark yaratmak için çogu zaman ölümüne
kavgalar, müsabakalar, savaçlar yapariz. Tüm mücadelelerin amaci fark yaratmak içindir.
Insan eçitligi anlayamaz ve yaçayamaz.
Iki anlam basamaginin birbirinden çok uzaklaçtiginda, benzerlik kayboldugundan mukayese
yetenegimiz yine kaybolur. Biz anlamsizligi iki defa yaçariz. Bir iki çey birbirine tam
benzediginde, bu durumda ikili varoluç ortadan kalkiyor. Ikincisi ile iki çey birbirinden çok
uzaklaçtiginda da anlamsiz oluruz. Her iki durumda ikili varoluçta ve mukayese ortadan
kalkiyor. Anlamsizlik oluçur. Sevdiklerimiz çok uzaklara gittigimizde üzülürüz ve iç içe
yaçamaktan da o oranda sikiliriz! Anlam belli bir aralikta geçerlidir. Açiri yakinlik ve uzaklik
ayni anlamda olup, anlamsizdir.
Bebek ve anne intrauterin hayatta bir süre sonra sikilir. Sanilanlarin aksine dogum bir travma
olmayip bebek ve anne için istekli bir olaydir. Açiri yakinlaçma mutlaka bozulmalidir.
Bir çeyin anlamini bir baçka çeye göre anlayabilmemizin önemli sonuçlari olur. O halde ayni
olayi degiçik anlam seviyelerinden baktigimizda degiçik görünmelidir. Dolayisi ile ayni olay da
yoktur. Sadece benim yeni bir olayi anlamak için kullandigim bilinen basamakla eç zamanlidir.
Yukarida biraz bahsettigim gibi. Örnegin aç iken yemegin tadi baçka olacak, çekerli bir gida
alimindan sonra, aci bir kahvenin tadi baçka olacaktir. Yine, degiçik konum ve hizlardan ayni
bir olaya bakildiginda farkli degerler algilanacak ve ölçülecektir. Dolayisi ile herkesin acisi
tatlisi, zaman algisi, kendine göre olacaktir. Bu farkliliklar anlamin bilinen basamagi ile
bilinmeyeni benzerleçtikçe ayni degerler ortaya çikacaktir. Bizim kendi bilincimizin amaci
sürekli benzerlikler yaratarak evreni de hep ayni görmege çaliçiriz. Kendisi ve çevresi ile
bariçik yaçayan birisi, çüphesiz böyle yaçamayana göre daha az zaman ve oksijen tüketecek
ve baçkalarina göre daha uzun yaçayacaktir.
Yine, bir insan kendine göre zamanin nasil geçtigini anlayamaz. Bu insanin zamanini baçkasi
anlar. Bizde aslinda baçkasinin zamanini anlayabiliriz. Hakikaten derin düçündügümüz
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y4.html
3 -~ 14 18.11.2008 20:28
zamanlarda, ne kadar zaman geçtigini anlayamayiz. Baçkalarina göre çok zaman geçmesine
ragmen, saate göre çok zaman geçmesine ragmen bize göre hiç geçmemiçtir sanki. Mutlak
dogru, gerçeklik de olmaz. Her çey bir çeylere göre vardir. Mutlaklik anlama sinirinin diçina
çikar.
Biz olaylari o andaki anlam durumuza göre anlayabiliyorsak, bir baçka zamanda ayni olayi
baçka türlü degerlendirecegiz demektir. Çünkü bilincimizde sürekli degiçmektedir. Yine ayni
olayi baçka kiçilerde degiçik degerlendireceklerdir. Sogugu, sicagi, ekçiyi, tatliyi, zamani
sürekli olarak içinde bulundugumuz ruhsal duruma göre anlayabilecegiz. Hiç kimse bir rengi,
örnegin yeçili ayni çekilde göremeyecektir. Yine, ayni kiçi bugün gördügü yeçili yarin baçka
tonlarda görecektir! Hakikaten hep ayni sicaklikta içtigimiz kahve, çay, bize bazen normal,
bazen çok sicak gelecektir. Canimizin çok istedigi durumlarda, ne sicagi ne de sogugu tam
olarak algilayabiliriz. Sicak ve soguk çeyler bize normalmiç gibi gelir. Her olay bir duruma
göre anlaçilabilir. Çok sevdigimiz, takdir ettigimiz bir kiçi hakkinda, en küçük bir anlam
degiçikliginde nefret eder duruma geliriz! Insanin anlama sürecinin baçlayabilmesi için
birbirinden farkli en az iki basamaga sahip olmasi ve bu basamaklardan birinin bizim için
bilinen, çatiçmasiz olma geregi, bizim anlayabilmemiz ve yaçayabilmemiz için yaradiliçla
anlam getirmek zorunda oldugumuz sonucunu getirmektedir. Yaradiliç pasiftir ve yaratani
vardir. Her anlam ürünü ikili olarak vardir. Tekil anlam olmaz. Anlamanin göreli karakteri,
hepimizin bildigi gibi, her çeyin bir sebebi olmasini gerektirir. Bu çikarimlar günlük
yaçamimiza ve sagduyumuza uygundur.
Hiçbir çey kendi içinden tam olarak anlaçilmaz. Kendilik tekil bir durum olup, anlamin oluçumu
için insan kendisine kendinin diçindan bakmalidir! Insan vatan hasretini, vatanindayken
anlamaz. Ancak yurt diçina çiktiginda anlar. Ayrilik olmadan özlem olmaz. Güzel motivasyon
ve duygular için ayrilik çarttir.
Anlama özelligimiz yaçamdan ayri degildir. Yaçam anlama yetenegimize uygun
davranir. Varoluç kendi diçinda en az bir baglanti içerir. Anlamak yaçam demektir. Yaçamda
hep bir ikili varoluçtur. Bir çeyleri yaparken hep baçka bir çey için yapariz. Bu baçka bir çey
bizim bilinenimizdir Bazen bu ikili arasindaki bag kopar ve çizofrenik yaçamlar ve
görünümler oluçur.
Yalniz birakilan her çey ölür. Eroinman issiz bir adaya birakilsa eroin krizi geçiremez.
Akçama kadar yemek yemeyecegini bilen kiçi acikmaz. Çünkü yemekle arasi akçama kadar
kesilmiçtir. Oruçta insanlar daha az acikirlar. Hapishanelerde tecrit edilen insanlar kisa
zamanda ölürler. Insan yalniz yaçayamaz.
Kadin erkek beraberligi ve evlilik müessesesi, yaçamin en önemli anlamlarindandir. Ikili
olarak çok kuvvetli anlamlardir. Bu anlam gerçekleçmez ise yaçamda büyük sorunlar olur.
Sonradan görecegiz, yaçamimizin sosyal ve siyasal kurumlari hep derin anlam ikilileri üstüne
inça olacaktir.
Insan rasyonel olarak, fark ettigini fark ederek yaçar. Sadece fark etmek anlamsizdir. Fark
ettigini fark etmek de vazgeçilmez ikili varoluçtur. Birisi varsa digeri de vardir. Fark ettigini
fark etmek rasyonalitenin baçlangicidir.
3. Anlamlandirma süreçleri hep kendimizden baçlar.
Çevreyle ilgili her türlü degerlendirmede kendimizi referans aliriz. Kendimizi bilinen
kabul ederiz. Buradan hareketle çevreyi anlamaga çaliçiriz. Çevrenin bize benzemesini, bizi
onaylamasini isteriz. Anlam, ancak çevrenin bizi onaylamasiyla anlam tamamlanmiç olur.
Arabanizla süratli bir çekilde yol alirken kendimizi referans kabul ettigimizden bir önceki
konumuza göre ne kadar ileri gittiysek, tüm yol ve yol kenarindaki cisimler, agaçlar ve evler
bize o kadar yaklaçirlar. Bu yüzden hareket yönündeki cisimler bize geliyor gibi görünür. Yine
bir yerden, örnegin bir gemi ile kiyidan uzaklaçan kiçiler kiyinin gemiden uzaklaçtigini
görürler. Aslinda biz onlardan uzaklaçiyoruz. Ínsan kendisine çevresinden bakar. Çevre
hep bizi onaylar. Anlam böyle tamamlanir.
Eylemle anlamak arasinda ters bir iliçki vardir. Örnegin bir çeye yaklaçirken karçi tarafin bize
gelmesi gibi Bir çeyden uzaklaçirken karçi tarafin uzaklaçmasi gibi.
Biz hareketleri primer olarak çevrenin bize yaklaçip, uzaklaçmasi olarak anliyoruz. Biz kendi
hareketlerimizi biz hareket etmemize ragmen, bizim hareket yönümüze göre cisimlerin bize
yaklaçmasi uzaklaçmasi olarak çeklinde algilayabiliriz Çünkü mutlaka mukayese edilecek bir
yer olmalidir. Biz kendi hareketimizi anlayamayiz. Bu yüzden biz hareketli oldugumuzda
hareket yönümüzdeki her çey bize gelir ve aksi yöndeki her çey bizden uzaklaçir. Çünkü biz
kendi hareketimizi bir baçka çeye göre anladigimizdan hareket ettigimiz kadar çevre bize gelir
veya gider.
Ayrica primer olarak öncelikle hizi degil sadece mesafe farkliliklarini anlayabiliriz. Mesafe
uzuyorsa oradan uzaklaçiyoruz, kisaliyorsa yakinlaçiyoruz demektir. Hiz algisi segonder bir
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y4.html
4 -~ 14 18.11.2008 20:28
anlamadir.
4. Anlama bilinen bir çatiçmasiz basamaktan baçlar.
Tüm anlama süreçleri tekil çatiçmasiz bir anlam basamagindan baçlar. Bu da yetmez.
Bu anlam basamaginin içinde ikincide olmayan bir çey de olmamalidir. Bu olmayan kisim
diçsallaçtirilir. Yoksa anlama süreci baçlayamaz.
Göreceli olarak, önceden bilinen bir basamaktan baçlamak zorundayiz. Eger bu basamak
çatiçmali ise yeni bir anlama faaliyeti baçlayamaz. Çatiçmali demek henüz bu zeminde anlam
faaliyeti devam etmektedir. Farkinda olma yetenegimiz bu çatiçmali basamakta kalir ve onu
anlama çevirmeye çaliçir. Veya kendine saglam baçka bir basamak arar. Anlama için
kullanilacak basamak tekil ve çatiçmasiz olmalidir. Ikili karakteri olmamalidir. Yekpare bütün
bir zemin olmalidir. Anlama süreci böyle tekil bir basamaktan bilinmeyen basamaga dogru
yönlenir. Bilinmeyen degiçiklik anlamindadir.
Bilinen basamak anlama sürecinin ön kabulüdür. Süreç karçisina çikani bu ön kabule göre
degerlendirecektir. Degerlendirmenin de ötesinde her türlü yaçamsal etkinlikleri de önceden
belirli olacaktir. Insan bir ön kabul olmayinca düçünemez ve bir eylem yapamaz. Çevremizi
ön kabullerimize göre anlariz. Bu manada çevrede görecelidir. Anlamlarimiza göre yaratilir.
Kimse için mutlak çevre yoktur.
Halkin sagduyusuna içleyen bir atasözü vardir. <<Kiçi kendinden bilir içi >> Bu söz de
çevremizde ne görüyorsak, nasil tanimliyorsak, kendimizin de gördüklerimize ve yaptigimiz
tanimlara uydugumuzu ifade eder. Insan çevresini kendi seçer. Göreceli çevre vardir.
Oluçturulan çevre vardir.
Her eylemin özgürlük alani altta yatan anlamla sinirlanmiçtir. Ön kabulle
sinirlanmiçtir.
Her türlü problemi çözerken, bir eyleme karar verirken, düçünürken, hep, mutlaka bir tekil,
bilinen bir zeminden baçlamak zorundayiz. Aksi halde anlama sürecimiz veya hiçbir
motivasyonumuz baçlayamaz ve sikintidan çatlariz. Derin anlam seviyelerine gidildikçe,
anlamlar bir birine benzemege baçlar ve bazen bu seviyelerde yanliç zeminlere basariz.
Buradan hareketle oluçturacagimiz anlam çemalari ilginç sonuçlar üretebilir. Insanlarin ayni
konularda bile farkli görüçlere sahip olmalarinin temelinde bu farkli anlam basamaklari yatar.
Hiçbir çey düçünmedigimizi zannettigimiz durumlarda bile bu derin anlam basamaklari
üzerinde duruyoruz. Bu basamaklar her hangi bir sebeple çatiçmali ve yetersiz oldugunda ruh
halimiz hemen degiçir. Maalesef bu basamaklari etkileyen faktörleri bilinçli
farkindaligimizla yakalamamiz mümkün olmadigindan biz hep sonuçlari olumlu
veya olumsuz duygular çeklinde yaçariz. Hissiyatimiz anlam örgümüze baglidir. Ama
tamamlanmiç, hissiyat yaratan anlamlar bilinçli degildir.
Hepimiz aslinda yaçamimiza devam ederken bir esas, bilinen zemine otururuz ve her türlü
motivasyonlarimiz bu zeminden kaynaklanir. Çogumuz kendi zeminlerimizin ne oldugunu
bilemeyiz. Kimimiz, zenginliginin üstüne, kimileri, mesleki bilgisine, fiziksel güzelligine,
zekâsina, sosyal statüsüne, arkadaçliklari vs. üzerine oturur. Yaçamin dengeli devami için
böyle zeminlere hepimizin ihtiyaci vardir. Ortalama zemin çatiçmali olursa bir sürü ruhsal
bozukluklar baçlar. Insan kendisine saglam bir zemin bulmalidir.
Insanin anlamak için bir bilinen basamaga ihtiyaci olmasinin önemli sonuçlari vardir. Insanin
ruhsal yapisinin da bir baçlangiç bilineni olmalidir. Bu bilinen de benligimizin anlam yapisidir.
Ben ve benlik duygulari insanin en çok bildigi en kudretli anlam ve duygulardir. Onun için her
sözümüze <<Ben>> sözcügü ile baçlariz. Aslinda benlik içinde bizi ilerde yönetecek tüm
anlam ve degerlerin kode edilmiç biçimleri yatmaktadir. Bu manada <<Ben>> insanin
yaradiliçla getirdigi en kudretli anlam örgüsüdür. Her hangi bir çatiçma veya engelle
karçilaçtigimizda veya anlamsiz kaldigimizda geri çekilerek bu ben anlamina yaslanip tekrar
yaçamin içine motive oluruz. Ben içindeki kode anlamlar zaman içinde açilip saçilarak
yaçamimizi belirlemektedirler. Açilip saçilma çevrede benzerini, nihayetinde ikizini bulma
anlamindadir.
Insanin herhangi bir anlam ve eylem için, baçlangiç anlamlarina sahip olmasi geregi onu
yaradiliç anlamini bulmaya götürür. Kendini yaratan ve yaçatan anlami arar. Bu arayiç insani
tanri ve din kavramina götürür. Bu en derin anlam arayiçi insanligi dinler çatiçmasina
götürecektir. Aslinda bu savaç bilinçdiçi olarak sürekli vardir. Ancak bir gün rasyonel olarak da
ortaya çikacaktir. . Günümüzde bazi rasyonel emareler vardir.
5. Anlama benzerlik iliçkisidir. Benzetme sürecidir.
Anlama çift basamakli bir olay olup, içinde bilinen ve bilinmeyen iki fark edilebilir basamak
ihtiva eder. Bilinmeyen basamak da rastgele olamaz. Içinde mutlaka bilinen bir çeyler vardir.
Birinci ile ikinci arasinda ortak bir çeyler vardir. Benzerlikler vardir. Anladim dedigimizde bir
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y4.html
5 -~ 14 18.11.2008 20:28
benzerlik kurulmuçtur.
Farklilik ve benzerlik iliçkileri anlamlarimizdir. Bir anlam oluçtugunda iki basamak çok
benzerlerden az benzerlere dogru eçleçir. Basamaklar çok katli olarak içlev görür. Az
benzerler farkliliklari oluçtururlar. Çok benzerligin sonu ayniliktir. Bu noktaya hiç ulaçilmaz.
Imkânsizdir.
Her hangi bir kiçiye veya bir çeye kizdigimizda veya sevindigimizde aslinda kendimize kizar ve
seviniriz. Bu nasil olur? Bizim diçimizdaki bir çeyi anlayabilmemiz için onun benzerinin bizde
olmasi gerekir. Anlama olayi benzerlik iliçkisidir. Aksi halde anlayamayiz. Eger anliyorsak o
bilgi bizim bilincimizdedir. Kizabilmek için ise bizim diçimizdaki bilginin bizimki ile benzer ayni
olmasi gerekir.
Bir bakima, insan yaçaminda hep bildiklerini arar. Benzerlerini arar. Içimizde kötülük varsa,
kötülügü, iyilik varsa, iyiligi arariz. . Baçimiza gelen hadiselerin sebebi sanildiginin aksine diç
nedenlere bagli olmayip, kendi anlamlarimizin ürettigi motivasyonlara baglidir. Motivasyonlar
bizim arayiçlarimizdir.
Anlama kabiliyetimiz bilinenden, biraz farkli benzerine yönelik oldugundan kimsenin baçina
istemedigi bir olayin gelmesi mümkün degildir! Biz hep istedigimiz yerlere gideriz. Bizi
yönlendiren anlamlar bilinç diçi, daha evvelden biline anlamlardir. Bu derin bilinç diçi anlamlar
bizi yönetirler. Yöneten anlamlarin bilinç diçi oluçu, bizim karçimiza çikan olaylari tesadüfler
olarak degerlendirmemize neden olur. Böyle degerlendirme dogru degildir. Insan sadece
isteklerine gidebilir.
Kendimizle ne kadar bariçik isek, çevremizle ancak o kadar bariçik olabiliriz. Çevremizi
kendimize göre anladigimizdan, bilincimizde saglam anlamlar olmadiginda çevremize de
yanliç anlariz. Yanliç anlama bir sürü çatiçmalara sebep olur. Kendisi ile bariçik olmayan
çevresi ile de bariçik degildir.
Benzerler bir arada bulunur. Hakikaten baçimiza bir felaket geldiginde veya güzel çeyler
geldiginde benzeri hemen dibimizdedir. Kötü bir olayla karçilaçtigimizda daha kötüleri
baçimiza gelebilir. Kötü bir olay baçimiza geldiginde Allahim beterinden koru deriz. Bu
derin anlamlar halkin sagduyusuna içlenmiçtir. Bu daha kötü olaylarin hemen yani baçimizda
oluçunu ima eder. Çok daha fazla dikkatli olmak gerekir. Daha kötü ne olabilir ki?
denmemelidir.
Kötü bir olayi kötü olaylar takip eder. Benzer bir sürü felaketler ilave olur. Bu gerçekler halkin
sagduyusuna içlemiçtir. <<Felaketler üst üste gelir, Para parayi çeker, Körle yatan çaçi
kalkar, Bana arkadaçini çöyle sana kim oldugunu söyleyeyim, Anasina bak kizini al. Allah
beterinden saklasin vs. >> Bu örnekler saymakla bitmez. Buradan çikan önemli sonuç
evrendeki her türlü fiziki, sosyal, siyasi yapilarin hep anlama yetenegimizin içleyiç
yasalarina, bilincimizi yöneten yasalara simetrik davrandigidir.
Anlamak farkliliklari ortadan kaldirmak ve her çeyi birbirine benzetmek anksiyeteden
kurtulmak demek olup, insanin ve evrendeki her türlü hareketin amaci budur. Dolayisi ile
düçünce eylemi gibi diger sosyal, fiziki, siyasal eylemler de birer anlamdirlar.
Hepsinin amaci farkliliklari ortadan kaldirip, birlige, teklige ulaçmaktir. Bu süreç büyük
benzerlikler ve çatiçmalarla beraber yürüyecektir.
Eçlerin birbirlerine olan sevgisi temel anlam basamaklarindaki uyuma, benzerlige dayanir.
Daha dogru bir ifade ile eçler arasindaki sevgiyi bu anlam benzerligi oluçturur. Bir sürü evlilik,
beraberlik vardir ki, eçler temel basamaklarda anlaçamamiç olmakla beraber, maddiyat,
egitim, kültür, kariyer, gelenekler vs, gibi nedenlerle evlenirler. Ama ömür boyu mutsuz
olurlar. Hele sevgi oluçturamayan kadin ise bu evlilikler çok çatiçmali geçer ve günümüzün
ortaminda mutlaka ayrilikla sonlanir. Çünkü bu beraberliklerin zemini ortak degildir. Bilinen
basamagi yoktur veya zayiftir. Alt tarafi ayrik olan beraberliklerde akil almaz sebeplerden,
incir çekirdegini doldurmayan konulardan çiddetli çatiçmalar çikar ve yaçam iki kiçi içinde
zindan olur. Sevgiyi unutan bu çiftler birbirinden saygi dilenir hale gelir! Çünkü yaçamimizdaki
tüm anlam oluçturma ve motivasyon süreçlerini baçlangiçtaki temel anlamlarimiz belirler
Bir anlamda insan bilincindeki tüm anlamlarina evrende bir karçilik bulmaga ve onlari bir
bilincindekilere eçitlemege çaliçir. Ínsan çevresi ile benzerlik iliçkisi içinde anlamlidir.
Anlamanin amaci bilincini evrenle her bakimdan simetrik yapmaktir. Insan dogdugunda bilinci
ile evren asimetriktir. Bu asimetri insanin çevresine, yaçamin içine kuvvetli olarak
motivasyonuna sebep olur. Yillar geçtikçe, insan ögrendikçe bu asimetri azalir ve sonunda ona
benzeyerek yaçami sona erer. Yaçam bir anlamda diçimizdaki evrene benzeme faaliyetidir.
Benzerlik tamamlandiginda ölüm kaçinilmazdir. Bu dünyada yapacak bir çeyleri kalmayanlar
hemen ölürler. Çünkü onlar her çeyi bilirler !
Anlamanin temeli olan iki basamak birbirine ne kadar çok benzerse anlamlar o kadar kuvvetli
olmakta ve iki basamak arasindaki ilgi de çok çiddetlenmektedir. Insan en çok kendine
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y4.html
6 -~ 14 18.11.2008 20:28
benzer! Hakikaten kendi resimlerimize, videolarimiza bakip, seyretmeye bayiliriz. Aynanin
karçisinda en hoç dakikalarimizi geçiririz. Çocuklarimizi her çeyden çok severiz. Bu olaylardaki
benzerlik çok katli ve derin benzerlikler olup, çok kuvvetli olumlu duygular oluçtururlar. Bu
benzerlikler çok kuvvetli olumlu duygular üretirken, benzerligin bozulmasi bizi fevkalade üzer.
Bu yüzden kendimize ve yakinlarimiza yapilacak her türlü bozucu etkiye (Benzerligi bozucu !)
çok kuvvetle direnç gösteririz. Örnegin vücudumuza batan en küçük yabanci cisim fena halde
canimizi yakar. Vücudumuzun tümü yaradiliçla getirdigimiz, dogal benzerlikler kümesidir.
Anlamlar kümesidir.
6. Anlama bir nedensellik iliçkisidir.
Dikkat edildiginde, bilinenle bilinmeyenin birbirine baglandigi bu anlam ikilisi, bir benzerlik
iliçkisi idi. Çimdi bu benzerlik iliçkisinden baçka bir önemli kavramin doguçunu görecegiz.
Íkinci basamagin anlaçilmasinin nedeni, benzerlik iliçkisinden dolayi, birinci,
bilinen basamak oldugundan, bu iliçki ayni zamanda bir nedensellik iliçkisidir. Ikinci
basamagin anlaçilmasinin sebebi ve belirleyeni birinci basamaktir. Ikinci basamak birinciye
göre, bildiklerimize göre çekillenmektedir. Nedensellik iliçkisi anlama sürecinin temel bir
görünümüdür.
Bu olayin sebebi, nedir dedigimizde, aslinda biz bir anlama süreci içindeki bilinen basamagi
arariz. Olayi meydana getiren basamagi veya olayin anlaçilmasini saglayan basamagi arariz.
Bunu buldugumuza nasil karar veririz ? Bilinmeyeni bilinenle test ederek ona benzeterek
buluruz.
Nedensellik iliçkisi iki basamak arasinda birbirinin benzeri olan kisimlarla saglanir.
Nedensellik çok kuvvetli anlamlara yaklaçirken ve anlamsizlaçirken kaybolur.
Baçlangiç ve sonda nedensellik kaybolur. Anlam kaybolur. Çok yakin ve çok uzak
anlamsizdir. Bir döngüde baç ve son ayni noktadir. Insan çok yakini ve çok uzagi anlayamaz
Anlama süreci yeni olaylarin içinde önceden elde ettigimiz anlamlari arama olayidir. Anlama
sürecinin baçlayip devam edebilmesi için karçimiza çikan olaylarin içinde önceden bildigimiz
çeyler olmalidir. Aksi halde anlama sürecine devam edilemez. Ikinci basamagin içinde
birincisinden bir çeyler olmalidir. Bu yüzden her tamamlanmiç anlam içinde kendini doguran
bir önceki anlama sahip olup, bu eski anlam yeni anlamin varolma nedenidir. Íçte bir
anlamin oluçabilmesi için yeni anlamla eski anlam arasindaki bu zorunlu iliçki
nedensellik iliçkisi çekline görünür. Anlamak göreceli bir olaydir. Bir ilk anlam olmasaydi
yeni anlam olmayacakti. Ilk anlamin ve sonuç bir arada bulunurlar. Bu böyle olmak
zorundadir. Çünkü yeni bir anlam bizim önceki anlamlarimiza benzemezse hemen anksiyete
oluçur. Anlam süreci durur.
Dolayisi ile yeni bir anlam oluçturma sürecinde bilinen basamakla bilinmeyen basamak
arasinda olmasi gereken minimal benzerlik yüzünden ve her türlü anlam oluçturma olayinin
bilincimizdeki tüm önceki kayitlara bagli olarak gerçekleçmesi, her olayin gerideki
basamaklara ve basamaklar toplamina bagli oldugu gerçegini ortaya koymaktadir. Rasgele
anlam oluçturmak mümkün degildir. Nedensellik iliçkisi anlamlarimiza, yeni benzer bir anlam
ilave etmeyi zorunlu kilmaktadir. Tüm anlamlarimizi birbirine benzetmek ve birbirine benzer
anlamlarimizin sayisini artirarak ve aralarindaki farkliliklari azaltarak çatiçmadan
kurtulmaktir. Bilincimizin bütünlügünü saglamaktir. Bu baglamda, insan yaçamda hep
bildiklerinin benzerini arar. Her açamada, bildiklerine benzer bir anlam ekler. Bu eklenti var
olan anlamlarini biraz degiçtirir. Bu degiçen anlam zincirinin ürettigi motivasyonla, yeni bir
benzerine yönelirken, yine kendisi için hep bilinen basamaktan hareket etmiç olur. Her yeni
anlam ilavesinde sevinir, mutlu olur, ben yaptim, ben baçardim der. Hâlbuki her yapacagi
yeni bir çey bilincinin bir önceki haline baglidir. Bilincin ilk halleri de kendisine hazir
olarak yaradiliçla verilmiçtir.
7. Anlamak <<Ben ve öteki >> arasindaki bir iliçkidir.
Bizim anlama yetenegimiz pek hoç olmasa da ben ve öteki olayidir. Ben ve öteki hep
bir aradadir. Anlam yetenegimiz digeri olmadan kendini anlayamaz. Ben ve öteki ikili
varoluçtur. Anlam bir çeyi bir digeri ile mukayese süreçleri içinde oluçmaktadir. Anlamak için
gerekli olan iki basamagin bilineni birincisi Ben basamagi digeri ise ötekidir.
Bilinen basamak, benle özdeçleçirken, bilinmeyen basamak ise öteki ile özdeçleçmektedir
Ötekinin içinde ben aranmaktadir. Bunun daha derin anlami vardir. Ben öteki içinde
belirdiginde anlam oluçmaktadir. Bu da benin öteki tarafindan onaylandigini, anlatir. Aslinda
onaylanan miktarini anlatir. Isterki, öteki tüm varligi ile beni onaylasin. Onun onaylamadigi
farkli bir kismi olmasin. Ben ötekinin onayini çiddetle ister Varoluçunu öteki vasitasi ile
hissetmektedir.
Insan bir olguyu anlayabilmek için önce çevresi ile olguyu ayiracak sonra da bunun içinde ne
var diyerek öncelikle ikiye bölecektir. Yine her çartta ben ve öteki oluçacaktir.
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y4.html
7 -~ 14 18.11.2008 20:28
Anlam oluçtukça Ben ve Öteki arasindaki benzerlik artar. Dostluklar artar. Ortakliklar
artar. Ancak ne kadar iyi anlarsak anlayalim, rasyonel yaçamdaki her türlü iliçkinin içinde ben
ve öteki olgulari hiç kaybolmaz. Ben ve öteki akil yürütmenin bir geregidir. Yaçam da böyle
içler. Ben ve öteki olmadiginda akil durur. Iki çeyin birbirine benzemesi tekillik yaratir ve
anlamsizlik üretir. Insan tekilligi anlayamaz. Insanin kendi kendine yaptigi düçünce süreçleri
de ben ve öteki iliçkisini muhafaza eder. Fark bir taraf ben olurken diger taraf daha az bendir.
Çok sevdigimiz asla vazgeçemeyecegimiz degerlerimizin yaninda daha az deger verdigimiz
anlamlarimiz vardir. Bunlar öteki olurlar. Çok iyi bildigimiz çeyler ben, daha az bildigimiz
çeyler ötekidir.
Ben, kavrami bir spektrumdur. Daha çok benden daha az bene dogru giden bir süreç.
Insan anlarken önce kendinden bir parçayi kendinden uzaklaçtirir. Anlama süreçleri
Ben in her açamasinda yabancilaçmayla devam eder.
8. Anlamak gidiç dönüç iki yönlüdür.
Anlama sürecimiz bir gidiç geliçli seyahattir. Bir döngüdür. Her seferinde baçladigi yere
dönmek ister. Bir anlam oluçma sürecini yakindan inceledigimizde, yeni bir olay karçisinda
farkinda olma yetenegimiz bir bilinen basamaktan baçlamakta ve kendi bilinmeyenine
ugradiktan sonra tekrar geriye dönmektedir.
Esasen, anlam oluçturma sürecinde, bilinen basamakla bilinmeyen arasindaki benzerlik tam
olarak halledilememektedir. Bilinenle bilinmeyenin asimetrikligi devam etmektedir. Anlam
oluçturma asimetriktir. Bu asimetri anlama sürecinin anahtaridir.
En kuvvetli anlamlarimiz bile bir miktar asimetriktir. Tam simetri bir ideal olup, insanin
amacidir. Mutlak bilgiye eçdegerdir. Anlamsizdir. Anlama bilinenden bilinmeyene ve
buradan tekrar baçlangiçtaki bilinene dönen bir tur döngüdür.
Tam bir simetrinin olabilmesi için bu iki basamagin birbirine yanaçmasi ve tam benzer
olmasidir. Bu durumda da mukayese edilecek hiç bir çey kalmaz ve tekillik oluçur. Bu oluçum
sürecine çok kuvvetli olumlu duygular eçlik eder. Çok kuvvetli duygular yaçanirken anlam ve
bilinçlilik kaybolur. Farkinda olma yetenegi kaybolur. Anlam tamamlaninca da farkinda olma
yetenegi ve anksiyete süratle geri gelir.
Anlam kuvvetlenirken, mukayesenin kaybolmasi ve iki basamagin birbirine benzemesi,
tekilleçmesi ve oluçan anksiyete daha geriye, bilinenlere dogru seyahati engeller. Anlama
süreci kuvvetlenirken kendini durdurur. Bu yüzden hiçbir süreç geriye dogru içleyemez.
Örnegin, kirilan bir bardak tekrar birleçmez.
Bir baçka ifade ile biz bir çeyi anlarken bir irrasyonel kökten baçlariz ve sonra rasyonele
geliriz. Oradan yine irrasyonele döneriz. Dolayisi ile her bilinmeyen bir irrasyonel köke
indirgenir Anlam bu indirgemedir. Irrasyonel basamak, bilinçliligin çaliçmadigi, artik bu
basamakta bilinçli anlamanin gerekmedigi anlamindadir. Bir diger ifade ile bilinçlilige
gelemeyen anlamindadir. Geri dönüçü olmayan bir anlam seyahati henüz tamamlanmamiçtir.
Insan yaçami böyle tamamlanmamiç bir sürece tekabül eder.
9. Anlamak, anlamsizliga ulaçmak ister.
Iki farkli çeyin birbirinden ayirt edilmeyerek bir olarak görünmesi süreci insanin anlama
faaliyetinin ulaçmak istedigi noktadir. Farkliliklarin kaybolmasi anlamanin amacidir. Böylece
bilincimizdeki tüm anlamlar birleçecek ve total tekil ve anksiyetesi olmayan mutlak bir
anlama ulaçilacaktir. Ancak böyle bir tekillikte anlam rasyonalite, görelilik yoktur. Anlama
süreçleri boyunca göreceli iliçkiler mutlak bir tekillige indirgenmek istenir. Tekillikler en
kuvvetli ikili benzerliklerdir. Her çey birbirinin aynidir. Anlama sürecinin ulaçmak istedigi
durumdur.
Dikkatli bakildiginda anlama süreci aslinda anlamsizlaçtirma sürecidir. Bir diger ifade
ile mutlak anlam imkânsizdir. Çünkü bu noktada anlamak ortadan kalkmaktadir. Hiçbir çey
istedigimizin aynisi olamaz. Hiçbir istegimize tam olarak kavuçamayiz. Her zaman bir
eksiklik yoksunluk hissedilecektir. Bu eksiklik anlama yeteneginin yapisindan kaynaklanir.
Ancak anlamin tamamlanmasini hemen akabinde anksiyetemiz tekrar baçlamaktadir. Çünkü
tekil basamakta mukayese edebilme olanagi ortadan kalkmaktadir. Insan tekilligi hiç
anlamamakta ve herhangi bir tekillik karçisinda anksiyeteye bogulmaktadir. (Anlamsizlik
anksiyete temel bir ikili varoluç biçimidir.) Tamamlanmiç anlamlar tamamlanirken güzel
duygular, tamamlandiktan sonra ise anksiyete oluçturmaktadirlar.
Anlama süreci bir tekillik oluçturdugunda, bu tekil basamak bir baçka anlama sürecinin bilinen
basamagi olmaktadir. Biz her anlama sürecinde böyle bir tekilligi yaratmak isteriz. Yine her
türlü inça sürecinde böyle bir tekillikten baçlariz. Bu anlama döngüleri ardi sira birbirine
eklenerek devam eder. Tekillik yaratamazsak yeni anlama süreçlerine baçlayamayiz.
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y4.html
8 -~ 14 18.11.2008 20:28
Taksitle bir mal aldigimizi düçünelim. Burada bir taraf borçlu, bir taraf alacaklidir. Aliçveriçteki
taksit sayisini on iki olarak düçünelim. Bu taksit sayisi oluçturulacak anlam zincirindeki alt
anlam basamaklarini göstersin. Ilk taksit ödendiginde birinci basamaktaki anlam
tamamlanmiç olur. Bu basamakta borçlu ile alacakli birbirinden ayirt edilemez. Ikisi de
birbirinin aynisi olmuçtur. Bu tekil bir anlamdir ve iki farklilik bir tane olmuçtur. Sira ikinci
basamaga gelmiçtir. Böylece her basamakta anlam tamamlanarak tüm anlam tamamlanir ve
bu sürecin alacaklisi ve borçlusu ayirt edilemez. Alacakli borçluyu, borçlu alacakliyi
düçünemez. Burada her taksit ödendiginde ödemeye olan motivasyon, yani anlamin
tamamlanmasina olan istek artar. Borç bittiginde anlam serisi tamamlanmiç olur.
Ancak bu anlama borç ödeme sürecinin baçlayabilmesi için yerine getirilmesi gereken bir
baçka önemli çart vardir. Bu ödeme olayinin baçlangiçta ortak bir basamagi olmasi gerekir.
Aksi halde bu borç ödemeye baçlanilamaz. Bu yerine göre karçilikli güven, (eski devirlerde)
verilen sözler, yerine göre borçlunun alacakliya verdigi çek senet ve teminatlar, kefillerdir. Bu
teminatlar alacakla borcu birbirine eçitler. Alacak ve borç birbirinden ayirt edilmez.
10. Anlamak kesintili bir sürekliliktir.
Insan kesintisiz sürekliligi rasyonel olarak anlayamamaktadir ve farkinda olma yetenegimiz
süreklilikleri öncelikle ikiye bölmektedir. Mukayese edilebilir parçalara ayirmaktadir.
Sürekli bir hareketi insan anlayamaz. Dolayisi ile bir sürekli hareketi insan gözleyebiliyor ve
anliyorsa bu hareket kesintili parçalarin ardi sira birbirine farkli birbirine eklenmesinden
oluçmalidir. Tüm sürekli görünen hareketler içinde daha küçük ölçekte hareket parçalari
barindirir. Buradan önemli bir sonuç çikar. Sürekli hareketler sonlu küçük hareketlerden
oluçuyorsa, madde bir yok oluyor sonra biraz farkla yeni konumda tekrar ortaya çikiyor
olmasi gerekir. Süreklilik yoktur. Zaten anlayabilmemiz için de birbirleriyle mukayese
edilebilir en az iki parça olmalidir. Birbirinden ayirt edilebilir olmalidir. Tüm hareketler içindeki
parçalarin birbirleriyle ikili mukayesesinin ardi sira yapilmasi ile anlaçilir. Biz ilk durumla
ikincisini mukayese ederek hareket algisini oluçtururuz. Bu sinema filmlerinin aslinda
birbirinden biraz farkli karelerinin ardi sira bir araya getirildiginde oluçan harekete benzer.
Hareketi oluçturmak için baçka bir yol yoktur. Hareketler kesintili sürekliliktir.
Onun için hareketi de anlamlandirirken, ayirt edilebilir en az iki basamaga bölmeliyiz.
Hareketi hareketli sözcügü ile tarif etmek aslinda, göreli hareketsizlikle hareketli arasinda bir
bag kurmak içlemi, bir mukayese içlemidir. Bununla da kalamayiz. Hizli daha hizli yavaç gibi
kavramlari türetiriz. Bu otomobil saatte 120 Km hizla gidiyor dedigimizde esasen hareket hem
degiçiyor hem de devam ediyordur. Biz gidiçati sabitlemiç oluyoruz. Yine hareketi gözlerken
varligin mekân degiçimlerini de fikse ederiz ve sabit kavramlarla ifade ederiz. Süreklilikleri
hep fark edilir sabit basamaklara ayiririz. Mesela seyahatimiz Ankara'da sonlaniyor deriz.
Bir hareketi anlayabilmek için mutlaka bilinen bir basamaga ihtiyacimiz oldugundan, hareketi
anlamlandirirken bir baçlangiç noktasi bulmaliyiz. Üstelik tam bir anlam oluçabilmesi için
bilinen basamagin hizi sifir olmalidir. Iki hareketli olayi insan anlayamaz. Bunu anlayabilmek
için bir tanesini sifir yapmak zorundadir. Bunun için onun hizina ulaçilir.
Anlamanin amaci iki farkli basamagi birbirine yeterince birleçtirmektir. Aslinda anlam süreci
bir seyahat olup bir önceki konuma göre degiçiklik yaparak ilerler. Biz bu sürece bakarak,
süreci analiz ederken anlamlar birbirine benzer olmalidir. Çu demektir Bu sürekliligi her
hangi bir yerinden kesersek birbirine benzer iki basamak oluçur. Bu anlaçilir bir çeydir.
Kesintilidir. Anlaçilmasi bitmiç olan çey süreklidir. Ikili yapi kaybolmuçtur. Tamamlanmiç
anlamlarda kesinti minimaldir. Tamamlanmiç anlamlar süreklidir. Mutlak anlam her yere
süreklidir.
Anlama yetisi sadece iki varligi mukayese edebilmek olan insan, dolayisi ile karçisina çikan
her çeyi birbirleriyle mukayese edilebilen ikili parçalara ayiracaktir. Burada ilginç olan bu
mukayese olayinin insanin kendi bilincinde olmasi gerekir. Bir diç mukayese içlemi bilincimize
nasil girecektir? Anlama kurali geregi, bir diç farkindalik öncelikle bilincimizde kendine benzer
bir anlam basamagi bulmalidir. Kesintili sürekliligi saglamak gerekecektir. Bulunan basamak
bizim için bilinen basamak olup, bu basamakla yeni basamak, bilinenden bilinmeyene bir
anlam faaliyetine girecek ve bir anlam birimi oluçacaktir. Artik bu basamak da bilinen bir
basamak olacaktir. Sonra diger basamakta kendine bilincimizde bir benzer anlam basamagi
bulacaktir. Bu anlamda tamamlandiktan sonra, ilk oluçturulan anlam ve bu ikinci oluçturulan
anlam birimleri birbirleriyle yine yönü daha çok bilinenden bilinmeyene olmak kaydi ile yeni
bir anlam faaliyetine girecekler ve bunun sonucunda anlama süreci tamamlanacaktir.
Dikkat edildiginde yeni oluçturulan anlamin her iki basamagi da evvelden oluçturulan
anlamlari ihtiva eden yeni bir anlam birimi oluçacaktir. Anlamlar süreklidir.
Anlamak iki farkli basamagin birbirine benzeyen kisimlarini bulmaga ve onlari tam olarak
benzetmege çaliçir. Mutlaka mukayese edilen basamaklar arasinda birbirine benzer kisimlar
olmalidir.
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y4.html
9 -~ 14 18.11.2008 20:28
Insan kesintisiz sürekliligi anlayamamaktadir. Hareketten, süreklilikten rahatsizligimiz bize
sayi kavramina ulaçtirir. Süreklilikleri bir sürü parçalara ayiririz. Bu parçalari birbirleriyle
mukayese ederiz. . 0, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 20, 100, . çeklinde süreklilikleri böleriz.
Bu bölmeler bile bize yetmeyebilir ve kesirli sayi kavramlarina ulaçiriz. Süreklilik bizim için
anksiyete nedenidir anlam faaliyetimize konu degildir. Ama sayi dogrusu üzerinde en küçük
araligi bile istediginiz kadar bölünüz yine bölünecek yer kalacaktir. Insan anlamlarinin
kuvvetlenmesi demek bir araligi daha küçük araliklara bölmek ve ince farkliliklar arasinda bag
kurabilmek demektir. Insanin dogal sayilardan sonra kesirli sayilari bulmasi da anksiyete den
kurtulma istegi ile olmuçtur. Sayi sayarken uzun süre devam edemeyiz. Anksiyete bizi bir
yerde durdurur ve kafamiz kariçir tekrar baça döneriz. Çünkü kesintili de olsa sayi saymaga
devam etmek bir göreceli süreklilik yaratir.
Insan için kesintili olmayan bir anlama veya yaçam süreci yoktur. Örnegin herhangi bir
konuda acele ettigimizde baçimiza bir sürü istenmeyen olay gelir. Yine öfke ile kalktigimizda
bir sürü hatali hareketler yapariz. Çok kolay kazandigimizda bu kazançlar bir çekilde bizi terk
ederler Akilli insanlar toplumlar, her çeylerini her adim da düçünerek yaparlar. Çok
sabirlidirlar. Sabir edebilmek akil içidir. Bu gerçekler sagduyumuza içlemiçtir.
Acele içe çeytan kariçir, öfke ile kalkan zararla oturur, çok para haramsiz, çok söz yalansiz
olmaz gibi. Yaçam ancak kesintili bir süreklilige müsaade etmektedir.
Kesinti araliklarinin çok yaklaçmasi, iki basamagin birbirine çok yaklaçmasi veya birbirinden
çok uzaklaçmasi da, her ikisi kesintili sürekliligi bozar. Iki cambaz bir ipte oynamaz. Gözden
irak gönülden irak gibi,
Çok kuvvetli rekabetler, kuvvetli düçmanliklar hep çok yakinliktan dogar. Akrabalar ve
kardeçler, kuzenler arasi kavgalar çok kuvvetlidir, vs. Modern yaçamin rekabeti bu
aynilaçmadaki çatiçmadir. Insan ne en sonda olmali ne de en önde, her iki halde de yaçam
kisa olur veya olmaz. Ayni sonucu verir.
Dikkat edildiginde anlamlarin kesintili sürekliligi, kesintili yaçam sürekliligine eçdegerdir.
Güçlü toplumlar, çirketler, muhtelif fiziki, sosyal ve siyasal yapilar, hep böyle geçmiçe dogru
bir süreklilik çizerler. Dünyada güçlü çirketler en az yüz yillik tarihe sahiptirler.
Yine bir sosyal yapinin gelecege devam edilebilmesi için uzun bir geçmiçi olmalidir. Eger
geçmiçten gelen süreklilik bazi yerlerde kirilmalara ugrarsa böyle bir yapi artik yaçama çansi
bulamaz. Her yeni eski ile mutlaka baglarini muhafaza etmelidir. Bu yüzden yaçamda
hiçbir devrim baçarili olmaz ve en sonunda yikilir. Yaçam ancak küçük küçük ardi sira
degiçikliklere müsaade eder.
11. Anlama bir bakima her çeye bir baçlangiç bulmak köken bulmak demektir.
Anlama süreci sirasinda bilinmeyen içinde bilinen bulunurken her iki basamak için ortak bir
zemin oluçturulur. Yani her iki basamagin zemini ortaktir. Kökleri aynidir. Baçlangici
beraber olan ve sonra farklilaçan olan ayri süreçler. Anlamak için farkliliklari ortak bir kökte
birleçtiririz. Sevmek varsa sevilmek de vardir. Sevmek varsa sevilmekten hoçlanmayan yapi
olmaz. Sevme ile sevilmenin kökü ortaktir. Sevmeyen sevilmeyi de anlayamayacaktir.
Anlamak herhangi bir çeyi hep bilinene, geçmiçte bir çeylere baglamaktir. Neticede
bir baçlangica baglamaktir. Dolayisi ile bugün olan bir olayin geçmiçin devami oldugunu ve
geçmiçle benzerligi oldugunu ortaya koymaktir. Her çeye bir kök bulmaktir. Bu süreç geçmiçe
bir sürekliliktir. Her eylem kendisini baçlangici ile test eder. Ona döner.
Anlamlar sürekli kendini test eder. Bir anlam oluçturma süreci bilinenle bilinmeyeni baglarken
aslinda bir saglama yapilir. Bilinmeyen bilinenle test edilir. Yani her türlü motivasyon
baçlangiç noktasina geri gelir.
Biz bir çeyleri anladim dedigimizde hep bir olayi bir baçlangica baglariz. Tüm anlama süreçleri
bir çeyin içinde geçmiçi bulur. Sürekliligi saglar. Bu yüzden insan anlayabilmesi ve
yaçayabilmesi için yaçama hazir anlamlarla gelmelidir.
Her türlü deprem tahminleri, insan ve sosyal egilimler, gelecege ait öngörüler hep geçmiçe
bakilarak ortaya konur. Gelecegi geçmiçle benzerlik iliçkisi içinde kurariz. Her türlü gelecegin
baçlangici geçmiçtir. Ön kabulü geçmiçtir. Kökler, dallar, yapraklardan önce gelir ve onlarin
baçlangicidir.
Anlama süreçleri daha önceden oluçturulmuç anlamlarla benzerlik yapmaktadir. Bir anlamda
her adimda kendini test etmektedir. Yapilan her çey bir baçlangiç durumu ile benzerlik
içinde olmakta ve bu benzerlik ne kadar fazla ise anlamanin kudreti artmaktadir. Anlam
birimlerinin sürekliligi artmakta, kesintililigi azalmaktadir. Yaptigimiz her çey bilincimizde
önceden var olan bir çeye benzemelidir. Anladim dedigimizde yeni bir olay içinde eskiden
bildigimiz bir çeyi bulmuç oluyoruz. Anlama sürecine baçlarken en bildigimiz bir basamaktan
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y4.html
10 -~ 14 18.11.2008 20:28
baçliyoruz. Dönüçte de bildigimize geri dönüyoruz. Yani sanki bilinmeyen içinde önceden
bildiklerimizi buluyoruz.
Bu yüzden insanin yaptigi tüm anlam oluçturma süreçleri akil faaliyetinin sona erdigi, anlamin
tamamlandigi bir temel basamaga, bir ön kabule ihtiyaç duyar.
Yaçam geçmiçi, tarihe sahip olmakla varolur. Geçmiçine sahip olmayan kisa sürede
kaybolur. Yaçam geçmiçi biraz degiçikle tekrar var etmektir. Gelecegin hemen hepsi
geçmiçtir. Isteyen geçmiçle gelecegi birleçtirebilir.
Bu yeni kavram ve tanimlarin günlük yaçamimiza izdüçümleri çok anlamlidir.
Örnegin bilinç yapimizda, kurgumuzda en küçük yalan söylesek, bundan sonra yapacagimiz
her çeyin içine anlam ve davraniç süreçlerine bu yalan dâhil olacaktir. Tüm kurgularin içine bu
yalan girecektir. Bu benzerlik iliçkisi her basamakta bir öncekinden biraz daha farkli, dolayisi
ile daha az benzer olacaktir. Bu da bir baçlangiç durumunda var olan bir ayriligin büyüyerek
devam edecegini gösterir. Yalancinin mumu yatsiya kadar yanar sözü çok dogru görünüyor.
Yine örnegin. Bir kari koca arasinda bir problem varsa, bu problem ömür boyu kapanmadan
devam edecektir. Huylu huyundan hiç vazgeçmeyecektir. Her eylem kendisini sürekli bir
baçlangiç durumu ile test etmelidir. Ona uymalidir. Yalanci her adimda, her eylemde mutlaka
yalan söylemelidir. Çünkü zeminde yalan vardir.
Biz bilinen bir çeyin benzerini ararken, aslinda, bilinmeyen bir çeyi bilinen bir çeyle eçleçtiririz.
Yani ona bir baçlangiç buluruz. Bilinen çeyler hep bilinmeyen çeylerden öncedir. Benzerlik
iliçkisi, bizim bilinmeyenimizin bilinen bir çeye baglar. Bilinmeyenin bu bilinenden geldigini ima
eder. Anlamak bir çeye kök bulmaktir. Sonra bu buldugumuz köke baçka kökler. Ona
baçka kökler Bu süreç böyle geriye dogru bir anlam izi oluçturur.
Hakikaten her çeyin nedenlerini araçtirirken aslinda öncelikle olaylarin baçlangicini ve nerede
nasil oldugunu araçtirirken o olayin tarihini araçtiririz. Tarih bilinci, yaçamin anlami, hep bizi
bir ortak yaradiliç basamagina götürür. Anlamak insanin kendisinin ve geçmiçinin anlamini
bulmakla eçdegerdir. Nedensellik iliçkisinden baktigimizda, bir çeyin nedeni, onun nedeni
çeklinde baçlayan süreç anlamanin nereden geldigimizi bulmayla ayni oldugunu düçündürür.
Yine benzerlik iliçkisinin en konsantre hali, her çeyin birbirine benzedigi bir baçlangiç halinde
bulunur.
Anlama süreci geriye dogru içler. Anladiklarimizi uygulamak ise ileriye dogru içler.
Örnegin son zamanlarda ülkemizde geçmiçimize ait incelemeler çok revaçtadir. Osmanli tarihi
cumhuriyetin tarihi ile ilgili yayinlar büyük ilgi görmektedir. Bunun sebebi günümüzü anlamak
için geçmiçe gitmek geregidir Arkeloji degerinden hiç bir çey kaybetmemiçtir.
Sonra bu faaliyetlerden anlaçilanlar ileriye dogru inça edilecektir.
Dogru anlama geriye gidip oradan tekrar ayni yere gelmek gibidir. Baçka bir anlam
biçimi de yoktur. Öklid geometrisi tamamlanmiç mutlak anlamlari verir. Yaçam ise
anlaçilmaya muhtaçtir ve anlaçilincaya kadar bir sürü içlem yapilir. Bu anlaçilma içlemlerin
fizik dünyadaki karçiliklari Einsteinin özel ve genel görelilik kuramlaridir.
Akil toplumlarinda, müzeler, eski eserler, sanat eserleri, çok büyük dikkatle korunurlar. Akil
yönünden kisitli ve engelli topluluklarda genellikle geçmiçin yagma edildigini görürüz.
Yine kiçilerle, çevremizle olan çatiçmalarimizda, anlatirken karçi taraf çöyle yapti veya onun
çu özelligi olayi, kavgayi baçlatti çeklinde temel ve tekil bir basamaktan baçlayarak
anlamlarimizi oluçturmaya baçlariz. Çatiçmanin muhatabi da kendine göre bir zemin, bilinen
tekil bir basamak bulur ve anlam faaliyetine bizim aleyhimize devam eder. Böyle çatiçmalar
sürer gider. Ancak iki taraf için ortak bir tekil zemin bulunabilirse bu, iki taraf için ayni olan
basamaktan hareket ederek diger farkli degerlendirmeler de süratle aynilaçtirilir ve anlama
süreci tamamlanir. Bu anlam çatiçan iki taraf için ortak olup, kavga da sona erer.
Farkli görünseler de yaçamdaki tüm olaylar anlam oluçturmaktan ibarettir. Tüm
motivasyonlarimiz tamamlanmiç tekil bir anlam basamagindan baçlamalidir. Anlama süreci
tüm ruhsal ve sosyal yaçamimizin temelidir. Ruhsal etkinlikler anlam zemininde geliçirler.
Örnegin, göçebe topluluklar yerleçik düzene geçmedikçe modern anlamda ilerleme ve geliçme
gösterememiçlerdir. Bu da yerleçik düzendir.
Ilerlemek için öncelikle bilinen bir basamaga ihtiyaç vardir.
Allaha çükürler olsun. Sözü de temel bir anlami tamamlamak gibidir.
Ílk kök nedir? Onu anlamak mümkün degil ve gerek de yok. Rasyonalizm ilk kökü
dikkate almaz. Bunun bize faydasi anlama yetenegimiz ile sürekli kökler, baçlangiçlar
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y4.html
11 -~ 14 18.11.2008 20:28
yaratiriz. Taklit ederiz.
12. Anlama ikili bir diyalog çeklinde içler.
Sanki bilinmeyen basamakla bilinen basamak konuçur gibidir. Tüm düçüncelerimizin böyle bir
diyalogsal yapisi vardir. Insan kendi kendine düçünürken de sanki içinde iki kiçi vardir. Ancak
bunlardan birisi bize daha tanidik, bildik digeri ise bira daha yabancidir. Zaten anlama sürecini
devam ettiren bu asimetridir. Bilinenden daha az bilinene dogru bir yönelim. Oradan da tekrar
bilinene dogru yönelim Bir döngü Sanki biriyle konuçuyor gibi düçünür insan Bir çey
söylersiniz birisi size bir çey söyler gibi. Bir çey söyleyenin sizi sürekli onayladigini ve
onaylayacak hareketlerde bulundugunu görürsünüz. Içte bu onaylayan öznenin nesnesidir.
Nesnenin özneyi onayidir. Ikili varoluçtur. Özne ile nesne bir diyalog içindedir.
Örnegin bir problemi çözerken, böyle yaparsak yanliç olur çünkü çurasi bozulur dedigimizde,
böyle yapan da, çurasi bozulur diyen de ayni kiçinin farkli görünümleri gibidir. Diyalogun yönü
bilinenden bilinmeyene dogrudur. Bilinmeyen bir çey söyler, ona bilinen basamak cevap verir.
Her söyledigimiz söz ikililer, diyaloglar olarak vardir. Anlama süreci ilerlerken ise ikili
karakter o oranda ikizleçir. Anlam kudreti arttikça sanki tekil bir anlam faaliyeti gibi olur.
Süreç ilerlerken anlamin diyalog karakteri kaybolur. Diyalog çeklinde içleyiç kaybolurken
bilinçli düçünce, rasyonalizm kaybolur ve anlama faaliyeti bilinç diçi olarak devam
eder. Otistik olarak devam eder.
13. Anlama sürecine duygular eçlik eder.
Anlamsizlikliga anksiyete duygusu eçlik ederken, anlama süreci ile olumlu duygularimiz
arasinda da kuvvetli iliçkiler vardir. Anladigimizda anksiyete duygusu kaybolurken, yerine bizi
rahatlatan, huzur veren anlama bilme duygusu çeklinde ifade edilebilen özel bir duyguya
ulaçiriz.
Íçte her türlü anlama sürecinin sonunda oluçan bu duyguya primer eminlik
duygusu ismini verecegim.
Primer eminlik duygusu, bir ruhsal süreç tamamlandiginda, anlam oluçtugunda ilk oluçan
duygu insana bu iç tamamdir hissi veren bir duygudur. <<Bu iç tamamdir>> dedigimizde
hissettigimiz duygudur ve bize huzur verir. Tamamlanan anlam ne kadar saglamsa oluçan
emin olma, bilme duygusu da o kadar kuvvetli olmaktadir. (Anlam ve duygu süreçleri bir
baçka makalede incelenmiçtir.) Anlam-duygu birlikteligi ikili varoluçtur. Nerede anlam var,
orada duygu vardir. Anlam seyahatine duygu seyahati eçlik eder.
14. Vücut davraniçlarimiz anlama süreçlerimizin devamidir.
Hiç kimse mutlak çekeri ve eti yagi zevkle yiyemez. Bunlari bir baçka çeyle kariçtirarak yer.
Tek baçina olan çeyler anlamsizdir. Yaçamsal degildir. Tüm lezzetli yiyecekler ikilidir.
Örnegin en temel gidalardan olan karbonhidratlar yagla kariçtiginda, baklava, börek çikolata,
her türlü pasta ve çekerlemeler hep içinde yag ve karbon hidrat içerirler. Etin kesinlikle yaglisi
daha lezzetlidir.
Vücut böyle sentetik maddeleri yemekten çok zevk alir. Bunun anlam cinsinden karçiligi
aslinda bir kariçimi elemanterize etme zevkidir. Bir kök bulmaktir. Bu elemanterizasyonun
yönü bilinenden bilinmeyene dogrudur. Öncelikle lezzetli bir pastanin önce sentetik tadi alinir
sonra daha elemanter tadlar aranir. Böyle bir kariçimin bilineni karbonhidratlar, çekerlerdir.
Her türlü alkollü, alkolsüz içkiler hep bir kariçimdir.
Insan susuz yapamaz, bir denge durumunda ilk tercihi degildir. Çogunlukla suyu baçka
gidalarla beraber olarak aliriz. Sindirim bir çeçit anlama olayidir. Hakikaten sindirim olayinin
sonunda, elemanterizasyon sonunda, karbonhidrat ve yaglar en basit yapi taçlarina
indirgenirler. Glikoz ve yag asitlerine indirgenirler. Bunlar da sonunda kreps siklusu denilen bir
biyokimyasal döngü içinde asetil koenzim A 'ya dönüçürler. Sonra daha elemanter olan su ve
CO2 ye kadar indirgenirler. Anlam oluçturma ve vücudumuzun içleyiçi simetrik
özellikler gösterir. Insan vücudu bilincimize simetrik olarak yapilanmiç bir sürü
katmanlardan oluçur. Bu yüzden bilincimizde oluçan bir olay havuzda yayilan su dalgalari gibi,
vücudumuzda kendini gösterir. Bilincimizle vücudumuzun davraniçlari da ayni çekilde, ayni
kurallara tabidir. Vücudumuzun algilari ve davraniçlari da hep bilinenden bilinmeyene göre
olacak, en temel bilinenin de beynimiz ve daha geride bilincimiz olacaktir. Yine bilinç
seviyesinde, bilinmeyenden kaçma davraniçina, tüm vücudumuz, organlariyla, dokulariyla,
hücreleriyle ayni çekilde simetrik olarak cevap verir. Bilmedigimiz bir olayla veya ortamla
karçilaçtigimizda, ilk evvela gözlerimizi, sonra kafamizi baçka tarafa çeviririz. Eger anlamsizlik
devam ediyorsa bu ortam ve varliklardan uzaklaçiriz.
Ínsanin vücut yapilanmasi, bilinç yapilanmasi ile aynidir. (Íkili varoluç) Sanki insan
vücudu ile düçünür gibidir. Yani vücudunun bir kismini herhangi bir kismini kaybeden insanin
düçünce tipi de degiçir. Yemek yedikten sonra ve öncesi farkli olur. Burada kast edilen
doygunluk ve açlik hissi degildir.
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y4.html
12 -~ 14 18.11.2008 20:28
Her bir yeni olayin içine, daha önceden edindigimiz anlam ve degerlerimizi beraberinde
götürürüz. Böylece insan daha evvelden hiç bilmedigi olaylara rasgele yönelemeyecektir. Ve
motive olamayacaktir. Anlama süreci önceden bilinenlere göre bir yönü olan aktivitedir.
Buradan çok önemli bir sonuç çikar. Ínsan yaradiliçla mutlaka anlam getirmelidir. Çünkü
insanin anlama yetenegi her açamada bilinen, hazir bir basamaga gerek duymaktadir.
Bebek ilk evvela kendisini çevreyle bir bütün olarak algilar. Sonra ise kendisini ve çevreyi
ayirir. Sonra kendi organlarini algilar. Kendine yabancilaçtirir. Sonra her yabancilaçan kontrol
edilir. Tüm organlarini kullanir hale gelir.
15. Anlama süreçlerimiz otistik ve rasyonel olarak iki katlidir.
Anlamanin ilk kismi bilinçsizce gerçekleçir. Kendiligindendir. Rasyonel anlama
süreci bu kendiliginden sürecin devami çeklindedir. Biz öncelikle bilinçsizce anlariz.
Sonradan ne anladigimizi ifade ederiz. Söz ve konuçma anlaçilmiç olani ifade etmek gibidir.
Burada otistik anlama kavrami, bilinçsizce gerçekleçen önsel anlama yetenegimiz için
kullanilmaktadir.
Anlamanin mutlaka daha önceden bilinen basamaklardan baçlama zorunlulugu yeni bir olayi
anlarken önceden oluçmuç ve bilinç diçi olmuç tamamlanmiç anlamlara gitmemizi gerektirir.
Anlama faaliyetinin bilinçsiz ve bilinçli olmak çeklinde iki kismi vardir. Bilinçsiz kisim
tamamlanmadan ikinci kisim baçlayamaz. Bilinç diçi kisim anlama sürecinin bilineninin,
nedenini, kökünü, ifade eder. Bu yönü ile anlama süreçleri bilinç öncesi ve sonraki rasyonel
kisimlari olarak iki katlidir. Bilinçsiz olarak baçlayan anlama süreci belli bir noktadan sonra
bilinçli hale gelir. Aslinda ayni sürecin devamidir. Evrimin belli bir açamasinda insanda
bilinçlilik devreye girmiçtir. Bir olayin bilinçli olarak ifade edildiginden çok önce o olay
baçlamiçtir.
Anlama sürecinin bu otistik kismi çok önemlidir. Örnegin tüm bilgilerimizin muhafazasi otistik
anlama faaliyetine eçdegerdir. Tüm bilgilerimiz dinamik, otistik anlama süreçleridir.
Anlamanin bu primer kismi otomatiktir ve bilinç öncesi gerçekleçir. Her rasyonel, bilinçli
anlama sürecinin bir ön hazirlik kismi vardir. Rasyonel süreçler bilinçdiçi süreçlere
bagli olarak ortaya çikarlar. Bu anlamda insan iradesi de büyük oranda pasiftir. Yok
gibidir! Bilinçsiz olarak baçlar bilinçli olarak devam ederiz. Rasyonel düçünce daha
baçtan ipoteklidir.
Bilinç öncesi anlama süreci durdurulamaz. Yani ben karçima çikan olaylari
anlamayacagim diyemeyiz. Sadece rasyonalite kismini bir miktar engelleyebiliriz. Ama o da
bir süre sonra tekrar bilince gelir. Bilinçli anlama süreci bilinç öncesi anlama sürecinin devami
oldugundan bu süreç olmadan rasyonel anlama süreci baçlayamaz.
Düçünce özgürlügü ve egitim ögretim haklarinin engellenemeyecegine dair söylemlerin
dayanagini bu kendiliginden otomatik anlama yetenegidir. Insan düçünmemeyi beceremez.
Anlamanin otistik kisminin varliginin anlamanin benzerlik iliçkisi ile yakindan iliçkisi vardir.
Otistik alanda açiri benzerlik iliçkisi hâkimdir. Yine rasyonalitenin temeli olan, iki çey
arasindaki farkin anlaçilabilmesi için öncelikle bu farkliligin benzer kisimlarini eçleçtiren bir
otistik sürecin tamamlanmasi gerekir. Ancak bu süreç tamamlandiktan sonra farklari
anlayabiliriz. Bilinçliligi baçlatabiliriz. Söz dünyamizi baçlatabiliriz. Bizim otistik anlamlarimiza
ters düçen ayrik bir söz dünyasi yoktur.
Insan otistik olarak her çeyi anlar. Bu anlamda insan evrende her yerle ve her çeyle iliçki
kurar. Bilinçli olarak ise daha az yerle iliçki kurar. Rasyonel dünya mutlak olmayip
yaratilandir. Otistik malzeme kullanir. Otistik olarak sonsuzluk varken bilinçli olarak, rasyonel
sonlu yaçamlar vardir. Rasyonel anlama süreçleri aslinda diç dünyayi degil, otistik olarak
algilanmiç diç dünyayi içsel olarak degerlendirmek çeklindedir. Bizim nesnel dedigimiz diç
dünya aslinda otistik süreçlerin ürünüdür. Diç dünyaya ait kavrayiçimizi öncelikle, bilinçsiz
olarak yapiyoruz. Bu süreç rasyonel (bilinçli anlama süreci) sürecinden önce gerçekleçiyor.
Rasyonel düçüncenin ön hazirligi gibi düçünebiliriz. Bu hazirlik olmadan bilinçli anlama
düçünme baçlayamiyor.
Burada önemli saydigim hususlar var...
Biz diç dünya ile iliçkimizi otistik olarak kuruyoruz. Bu iliçki olup biten bir çey degil... Sürekli
bir çey. Otistik seviyede diç dünyaya sürekli bagliyiz. Güncel terimlerle sürekli on-line olmak
gibi. Iliçki süreklidir. Örnegin, Hiçbir çey hatirlanmaz. O anda otistik olarak bilinir.
Sadece bilinçli hale gelmesi zaman alir.
Yine nesnel dünyayi kavramada kullandigimiz rasyonel düçünce aslinda diç dünya ile iliçki
kurmaz. Rasyonel düçüncenin nesnesi diç dünya olmayip, otistik anlama süreçlerinin
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y4.html
13 -~ 14 18.11.2008 20:28
verileridir. Biz diç dünyayi rasyonel olarak kendi otistik dünyamiz üzerinden anlariz.
Biz bilinçli olarak diç dünyayi kavrayamayiz. Otistik dünyamizi kavrayabiliriz... Bizim
nesnel dünya dedigimiz bizim önceden bilinenlerimizdir. Rasyonel düçünce otistik dünyamizla
iliçki kurar. Otistik dünyamizi aydinlatir. Ayna görevi yapar. Otistik tabani olmayan bir
rasyonel düçünce olmaz.
Nesnel dünya denilen aslinda rasyonele bitiçik içsel dünyamizdir. Diç dünya bilinci
segonder dolayli bir bilinçtir.

Felsefe Ekibi SOLIS'in saglamiç oldugu hosting hizmeti ile sizlere ulaçmaktadir.
© 2001-2008 Felsefe Ekibi Tüm haklarini sakli tutar...
Yayimlanan yazilar kaynak gösterilerek alinti yapilabilir. Yazilarin her türlü
sorumlulugu yazarlara aittir.

:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y4.html
14 -~ 14 18.11.2008 20:28

Sayi :11 Yil: 2008
Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim

!"#$%$ '( )*+,%-
Felsefe Ekibi
Not: Metnin daha iyi anlaçilabilmesi için, Felsefe Sözlügünden (Bilim ve Sanat Yayinlari)
yaptigimiz açagidaki alintinin okunmasini öneriyoruz. Felsefe Ekibi
Heidegger varlik (varolan herhangi bir çey) ile varligin Varligi arasinda çok önemli bir
ayrim yaparak içe koyulur. "Varlikbilgisel ayrim" diye adlandirdigi bu ayrimin bir
tarafinda yer alan "varligin Varligi" ile Heidegger, insanin deneyimlerinde varligin
bulunuçuna anlam kazandirani anlamaktadir. Heidegger'in hep büyük harfle yazma
geregi duydugu Varlik, bir varligi varlik yapan, onun nasil öyle oldugunu tanimlayan,
hep oldugu gibi olmasini saglayandir. Bu baglamda insanin varlik olmaktaligini öteki
varliklardan ayiran, varlik olmaktaligina deggin varoluçsal farkindaligidir.
Heidegger, Bati felsefesinin genelde varligin anlamini ve özelde de insan tekinin
varliginin dogasini baçtan beri yanliç kavramiç oldugu inanandadir. Kendi bakiç açisina
göre, bu iki çey iç içe geçmiç derecede birbiriyle baglantilidir. Insan olmak buna göre
olmakta olanin varligini ortaya sererek anlamaktir. Dolayisiyla insan varliginin dogru
ya da yanliç anlaçilmasi son çözümlemede baçka her çeyin varliginin dogru ya da
yanliç anlaçilmasi anlamina gelmektedir. Heidegger'in "Dasein" diye adlandirdigi "insan
varligi", bu baglamda geleneksel felsefenin sözdagarcigina yer etmiç kimi teknik
terimlerle anlatilamayacak bir çeye karçilik gelmektedir. "
Dasein", geleneksel felsefelerde temellendirilmeye çaliçildigi gibi ne bilinçtir, ne
öznelliktir, ne de ussallik. "Dasein" kendine özgü bir varlik türü oluçuyla (her insan
tekinin oldugu üzere) hem kendisini hem de öteki bütün varliklarin varligini açiga
vurmaktadir. Heidegger bu özel varliigin varligini "varoluç" olarak nitelendirerek,
"Dasein" diye adlandirdigi bu insan varliginin en belirgin niteligi olarak "zamansal"
oluçunu öne çikarmaktadir. Burada zamansal oluçtan anlaçilmasi gereken saatte
içerimlenen "kronolojik" zamansallik olmayip dogrudan varoluçun kendine özgü
yaçantisinin zamansalligidir. Son çözümlemede varoluç ile ayni anlama gelen insan
varligi, öteki varliklar arasinda bir varlik olarak bu dünyada duragan bir biçimde ya da
tamamlanarak son halini almiç biçimde varolan bir çey degildir. Tersine insan olmak
demek, Heidegger'e göre, olanaklar içinde gelecege yansitilmiç bir biçimde kiçinin
oluçmasiyla, kiçinin oluç içinde olmasiyla eçdegerdir. Bundan daha da önemlisi,
Heidegger bu oluç sürecinin seçime konu olmayip dogrudan zorunlu oldugunu
söylemektedir.
Dasein'in kendi olanaklarinda içerimlenen ufku önünde her zaman için gelecege
yönelmiç oldugunu söyleyen Heidegger, Dasein'in zamansalliginin bir baçka yere degil,
dogrudan dogruya kendi ölümüne dogru yönelmiç oldugunu belirtmektedir.
Martin Heidegger
31. Anlama olarak Da-sein
Ahenk/armoni içinde olma, "orada" varligin içinde ikamet ettigi varlik yapilarindan biridir. Bu
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y9.html
1 -~ 7 18.11.2008 20:38
varligi onunla eçit ölçüde aslî birçey olarak anlama oluçturur. Armoni içinde olmanin daima
kendine ait anlamasi vardir; ona yalnizca baski altinda tutarak sahip olsa bile. Anlama daima
uyumlu/armoni içinde olmadir. Eger anlamayi temel bir ontolojik olarak yorumlarsak, bu
fenomenin, Da-sein'in varliginin temel modu olarak kavrandigini görürüz. Tersine, digerleri
arasindaki mümkün idrak türlerinden biri anlaminda "anlama," "açiklama" dan ayri birçey
olarak "anlama" diyelim, genelde orada varlik'i oluçturan aslî anlamanin bir ontolojik türevi
olarak, aslî anlama ile birlikte yorumlanmalidir.
Önceki soruçturmamiz bu aslî anlamayla zaten karçi karçiya gelmiç bulunuyor; fakat, onu
tartiçilan temaya açikça dahil etmeksizin. Da-sein'in, Varlik olarak oradaligi ifadesi çu anlama
gelir: "orasi" Dünya'dir; Da-sein onun içinde-varliktir. Da-sein'in kendisi için varoldugu çey
olarak "orada"dir. Bu-dünya-içinde-varligin bu-dünya-içinde-varlik olarak varolmasi,
birçey-için varlik olarak ifça olur. Ve biz bu ifça oluçu anlama diye adlandiririz.
1
Birçey-için
anlamada keza onda temellenen anlam da ifça olur. Anlamanin ifçasi, birçey için anlama
ve anlam olarak ifça olan birçey olarak ifçasi, eçit ölçüde aslî birçey olarak bütünüyle
bu-dünya-içinde-varlikla iliçkilidir. Anlam dünyanin, dünya olarak ifça edilen dünyanin
anlamidir. Birçey için ve anlamin Da-sein'da ifça oldugu ifadesi, Dasein'in bu-dünya-içinde-
varlik olarak bizatihi kendisine ilgi duyan bir varlik oldugu anlamina gelir.
Ontik açidan konuçmak gerekirse, biz bazan, "birçeyi anlamak ifadesini," "birçeyi ele almaya
muktedir olmayi," "birçeyi manipüle etmeye muktedir olmayi," "birçey yapmaya muktedir
olmayi" dile getirmek için kullaniriz. Existential/ontolojik olarak anlamada, yapmaya muktedir
oldugumuz çey, bir ne/çey degil, tersine, oluç halinde birçey olarak varliktir. Da-sein'in bir
olma potansiyeli olarak varlik modu, ontolojik bakimdan anlamada ikamet eder.
Da-sein, sonradan ilave olarak birçey yapma yetenegine sahip objektif çekilde varolan birçey
degildir; Da-sein daha çok öncelikle bir mümkün-varliktir. Da-sein'in temel mümkünlügü,
ötekilere ilgiyle ve her durumda zaten mevcut kendisi olma, kendisi için olma potansiyeliyle
karakterize ettigimiz "dünya"nin endiçesini/kaygisini taçima tarzlariyla baglantilidir.
Mümkün-varlik - her durumda ve daima ontolojik tarzda mümkün - ayni zamanda boç,
mantiksal mümkünlükten ve çuna ya da buna "mâruz kaldigi" yerde objektif tarzda varolan
birçeyin muhtemelliginden ayri bir mümkün-varliktir. Bir modal objektif varlik kategorisi
olarak mümkünlük, henüz reel olmayan ve her durumda zorunlu olmayan demektir. O
yalnizca mümkün olan çeyi karakterize eder. O, ontolojik bakimdan, gerçeklik ve
zorunluluktan daha az birçeydir. Tersine, bir ontolojik mümkünlük olarak mümkünlük,
Da-sein'in en aslî/birincil ve en nihaî pozitif ontolojik belirlenimidir; ontolojik olma durumunda
oldugu gibi, o baçlangiçta yalnizca bir problem olarak düçünülebilir. Bir ifça olma potansiyeli
olarak anlama, herçeyde onu görmenin ontolojik temelini sunar.
Ontolojik birçey olarak mümkünlük, "kayitsiz/ilgisiz kalma özgürlügü" (libertas indifferentiae)
anlaminda serbestçe-salinan bir olma potansiyeline atifta bulunmaz. Temelde uyum saglamiç
bir varlik olarak Da-sein kendisini daima önceden belirli mümkünlüklere sokmuç durumdadir.
O var olan bir olma potansiyelitesi olarak bazi ihtimalleri bir yana birakir; o sürekli kendi olma
ihtimallerini/imkânlarini tercih eder, onlari kavrar ve yanliça sürüklenir. Ancak bu demektir ki,
Da-sein kendi kendisine tevdi edilmiç, bütünüyle mümkünâta atilmiç bir mümkün-varlik'tir.
Da-sein, kendine has olma potansiyalitesi bakimindan özgür olmanin mümkünlügüdür.
Mümkün-varlik oluçu, mümkün farkli tarzlarda ve derecelerde kendisine açiktir.
Anlama, yine de asla henüz objektif çekilde varolmayan birçey olarak görülebilir olmayan bu
tür bir varlik potansiyelitesinin varligidir; ancak temelde asla objektif çekilde varolmayan
birçey olarak o, varoluç anlaminda Da-sein'in varligiyla birarada vardir. Da-sein, çu ya da bu
tarzda oldugunu fiilen anladigi veya anlamadigi bir yoldadir. Bu anlama olarak o, olup biten
çeylerin ne oldugunu, baçka bir söyleyiçle, varlik potansiyelinin ne oldugunu "bilir." Bu
"bilme," öncelikle içkin bir kendi kendini anlamadan kaynaklanmaz; temelde anlama orada
varliga ait bir bilmedir. Ve yalnizca Dasein anlamada orada oldugu içindir ki yanliç yola
sürüklenebilir ve kendisini tanimayi baçaramaz. Ve anlama ahenkli oldugu ve ahenkli olma
ontolojik tarzda atilmiçliga (throwness) birakildigi için, Da-sein, daima önceden yanliç yola
sürüklenir ve kendisini tanimayi baçaramaz. Varliginin potansiyalitesi içinde, o böylece,
imkânlari içinde kendisini ilk keçfetme imkânina teslim eder.
Anlama, Da-sein'in kendisine ait, bu varligin kendi içinde bizatihi varliginin nelere
muktedir oldugunu ifça edecek tarzda olma potansiyalitesinin ontolojik varligidir.
Bu ontolojik yapi çok daha kesin olarak kavranmalidir.
Ifça etme olarak anlama daima, bu-dünya-içinde-varlik'in bütün bir temel oluçumuyla ilgilidir.
Varligin potansiyelitesi olarak içinde-varlik, daima bu-dünya-içinde-varligin potansiyelitesidir.
Mümkün anlamiyla ifça olan dünya sifatiyla dünya degildir yalnizca, dünya içinde olarak
özgürleçen varliklarin kendileridir de; bu varliklar kendilerine ait imkânlar için özgürleçirler.
Elde hazir olan çey, kendi içe yarayabilirligi, kullanilabilirligi, zarar verebilirligi dahilinde birçey
olarak keçfedilir. Iliçkililikler totalitesi kendisini, bir elde hazir çeylerin baglantilar
mümkünlügünün kategorik bütünü olarak sergiler. Fakat, çeçitlilik içeren objektif
varligin/mevcudiyetin, yani doganin "birligi" de keza, yalnizca kendi imkânlarindan birinin ifça
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y9.html
2 -~ 7 18.11.2008 20:38
olmuçlugu temelinde keçfedilebilirdir. Doganin varliginin, kendi mümkünlügünü mü hedefledigi
sorusu, bir tesadüf meselesi midir? Bu sorgulama nereye dayandirilmaktadir? Bu sorgulama
çu soruyu görmezlikten gelemez. Eger kendi mümkünlüklerinin çartlarina göre ifça oluyor
iseler, varliklar (entities) neden kendi varligi içinde anlaçilan Da-sein'in karakterine sahip
degiller? Kant bu tür birçeyi varsaydi ve muhtemelen dogru olarak böyle yapti. Fakat bu
varsayimin kendisi, nasil ispatlanacagi gösterilmeksizin birakilamaz.
Neden anlama daima imkânlara/mümkünlere, kendisine ifça olabilen çeyin temel boyutlarinin
tamamina nüfuz ediyor? Çünkü kendi baçina anlamanin, gelecege yansima /atilma
(project, projeksiyon) diye adlandiracagimiz bir ontolojik yapisi vardir. O Da-sein'in
varligini, eçit ölçüde aslî çekilde hem fiilî dünyasinin dünya oluçu olarak anlamina hem de
birçey içinligine projekte eder. Anlamanin gelecege yönelik (proje) karakteri,
bu-dünya-içinde-varligi, varligin potansiyalitesinin oradaligi olarak onun
oradaliginin ifça oluçuna göre oluçturur. Gelecege atilma varligin, dünya içinde olma
potansiyelitesi alanindaki ontolojik oluçumudur. Ve atilmiç bir varlik olarak Da-sein, gelecege
atilmiç olma moduna atilir. Gelecege atilmanin plan düçüncesiyle hiçbir iliçkisi yoktur; plan
düçüncesine göre Da-sein kendi oluçunu düzenler, fakat Da-sein olarak o, daima zaten
önceden kendisini projekte etmiçtir ve bu kendisini önceden gelecege projekte etmiç olmasi
dolayisiyla projekte etmektedir. Bunun böyle olmasi sebebiyle Da-sein daima kendisini
anlamiç durumdadir ve kendisini imkânlarina göre anlayacaktir. Dahasi, anlamanin bu
gelecege atilmiç bulunma karakteri, anlamanin tematik olarak içine atildigi çeyleri, yani
imkânlarin kendilerini idrak edemeyecegi anlamina gelir. Bu tür bir kavrayiç kesinlikle onun
mümkünlük karakterini, gelecege atilmiç olan çeyden uzaklaçtirarak onu bir veri, bir
tasarlanmiç içerik düzeyine indirir; oysa, projekte etmede, proje, mümkünlük ve mümkünlük
olarak mümkünlüge izin verilmeden önce mümkünâta atilir. Gelecege projekte edilme
olarak anlama, Da-sein'in, içinde mümkünlüklerinin mümkünlükler olarak varoldugu
varlik modudur.
Projeksiyonun ontolojik yapisi tarafindan oluçturulan varlik türü oldugu için Da-sein daima,
eger biri onu varliginin içerigini objektif çekilde mevcut birçey olarak tescil etmek isterse ve
bunu yaparsa, gerçekte oldugundan "daha fazla" birçey oldugunu anlar. Dünyaya atilmiç
oldugundan asla daha fazla birçey degildir; çünkü, onun olma potansiyalitesi temelde
bu-dünya-içinde-varlik oluçuna (facticity) aittir. Fakat mümkün varlik olarak Da-sein asla
bundan daha az birçey degildir. O, ontolojik bakimdan henüz olma potansiyalitesi içinde
olmayan çeydir. Ve yalnizca orada varlik oluçunu, anlama ve gelecege atilmiç olma
karakteriyle kazandigi için, ve yalnizca o oldugu ya da olmadigi çey oldugu için, kendi
kendisine kavrayiçla çunu söyleyebilir: "oldugunuz çey olun!"*(Fakat siz kimsiniz? Kendi haline
birakilan- ve olan- biri.)
Gelecege atilmiç olma daima bu-dünya-içinde-varligin tam ifça oluçuyla ilgilidir. Bir oluç
potansiyalitesi olarak anlamanin bizatihi kendisi temelde ona ifça olabilen çeyin sahasidir.
Anlama, öncelikle dünyanin ifça olmuçluguna dönebilir, baçka bir söyleyiçle,
Da-sein kendisini öncelikle ve genellikle dünyaya göre anlayabilir. Tersi durumda
anlama kendisini öncelikle, Da-sein'in kendisini kendisi olarak varolmasi anlamina gelen
kendisi için olana firlatir/atar.*( Fakat özne ve birey mahiyetinde veya kiçi mahiyetinde
degil.) Anlamaya kendi olarak kendisinden dogdugu için otantiktir, ya da aksi durumda
otantik degildir. "Içinde olmasi" Da-sein'in kendisini kendisinden kopardigi ve "yalnizca"
dünyayi anladigi manasina gelmez. Dünya, bu-dünya-içinde-varlik olarak onun bir kendi
oluçuna aittir. Yine otantik anlama ve otantik olmayan anlama hem hakiki olabilir hem de
hakiki olmayabilir. Bir olma potansiyeli olarak anlama bütünüyle mümkünâta sizar. Bununla
birlikte, anlamanin bu temel imkânlarindan birine dönüç digerini ortadan kaldirmaz. Daha
dogrusu, anlama daima bu-dünya-içinde-varlik olarak Da-sein'in tam ifçasiyla
iliçkili oldugu için, anlamanin içe kariçmasi gelecege atilmiç olmanin bir bütün
olarak ontolojik tadilidir. Dünya anlaçilirken, ayni zamanda onun içindeki-varlik da
anlaçilir. Varoluçu varoluç olarak anlama daima dünyanin anlaçilmasidir.
Atilmiç birçey olarak Da-sein daima olma potansiyelitesini bir önceden anlama
potansiyalitesine dönüçtürür.
Gelecege atilmiç olma karakteriyle anlama ontolojik olarak, Da-sein'in görüçü (sight) diye
adlandirdigimiz çeyi oluçturur. Çeylere ilgi duyma/çeylerin kaygisini taçima
saggörüsü/sagduyusu/basireti (circumspection [sagduyuyla anlama, çev.]), **(Bu cümledeki
görüç (sight)ün görmeyle (seeing)le ilgisi yoktur; circumspection kavramini Heidegger, insan
bilimlerinin sistematik yorumunu, doga bilimlerinin açiklamalarini ya da metodolojik düçünme
biçimlerini önceleyen anlama tarzini dile getirmek amaciyla kullanir (H. Arslan).)
adlandirdigimiz çeylere ilgi duyma/-çeylerin kaygisini taçima sagduyusu olarak karakterize
ettigimiz temel varlik moduyla uyum içinde, Da-sein'in oldugu gibi olmasi için varlik olarak
varligi görme olarak Da-sein, eçit ölçüde öncelikle orada olanin ifça olmuçlugu ile birlikte
ontolojik olarak varolan görmedir. Biz bu görmeyi aslî olarak varolan görme ve varlikla ilgili
bir bütün olarak çeffaflik diye adlandiracagiz. Bu terimi, burada kendisi olan bir noktayi algisal
olarak bulma ve ona bakma sorunu olarak degil, bu-dünya-içinde-varligin bütün temel
oluçturucu faktörleri içinde tam ifçasini kavrama ve anlama sorunu olduguna içaret etmek
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y9.html
3 -~ 7 18.11.2008 20:38
için, dogru tarzda anlaçilan "kendi kendinin-bilgisini" göstermek amaciyla seçtik. Varolan
varliklar "kendilerini" yalnizca, dünya ile birlikte oluçlari, varliklarini oluçturan oluçturucu
faktörler olarak ötekilerle birarada oluçlariyla eçit ölçüde öncelikli tarzda kendilerine çeffaf
hale geldiklerinde gösterirler.
Tam tersine, Da-sein'in çeffaf olmayiçi yalnizca ve öncelikle "egosentrik" kendi kendini-
aldatmada degil, ayni zamanda dünya hakkinda bilgiden mahrumiyette kökleçir.
"Görüç" ifadesinin yanliç anlaçilmasi karçisinda uyanik olmaliyiz elbette. Görme, orada olanin
ifça olmuçlugunu karakterize eden açilmiçliga tekabül eder. "Görme" (seeing) ne yalnizca
bedenin gözleriyle/maddi gözlerle algilamak anlamina gelir ne de objektif varligi dahilinde
objektif olarak varolan birçeyin duyular olmaksizin algilanmasi anlamina. Görmenin
(seeing), "görüçün" (sight) ontolojik anlamini gerektiren yegâne hususiyeti, onun
için ulaçilabilir varliklarla, gizlenmiç bulunmaksizin kendi baçlarina karçi karçiya
gelinme imkâni vermesidir. Gayet tabii her "duyu" bunu kendi hakiki keçif alaninda yapar.
Fakat felsefe gelenegi öncelikle, baçlangiçtan itibaren varliklara ve Varliga giriç modu olarak
"görmeye" yönelmiçtir. Baglantinin korunmasi için, görüç ve görme, ister varliklar ister Varlik
olsun önemi bulunmaksizin her giriçi/nüfuzu giriç-nüfuz olarak karakterize eden bir evrensel
terim haline gelinceye kadar formelleçtirilebilir.
Bütün görüçün nasil öncelikle anlamaya - nesnelerin/çeylerin kaygisini taçima sagörüsü/
basireti, sagduyu (Verständigkeit [common sense] ) olarak anlamadir - dayandigini
göstererek, saf sezgiyi/kavrayiçi (intuition), aklî olarak nesnel/objektif varligin geleneksel
ontolojik önceligine tekabül eden öncelikli oluçundan kurtarabiliriz. Hem "sezgi/kavrayiç"
(intuition) hem de "düçünce" (thought)* anlamanin zaten/önceden birbirinden
ayrilmiç durumdaki türevleridir. "Özlerin [fenomenolojik] sezgisi" bile ontolojik anlamada
temellenir. Biz görmenin bu türü hakkinda yalnizca, Varlik'in ve Varlik'in yapisinin açik
anlayiçlarini kazandigimiz zaman, yalnizca onlar fenomenolojik anlamda fenomenler haline
gelebildiklerinde bir karara varabiliriz.
Orada olanin anlamada ifça olmuçlugunun kendisi bir Da-sein'in oluç-potansiyalitesi modudur.
Onun varliginin hem bir-çey-içine hem de (dünyanin) anlamina atilmiç olmasinda, genelde
Varlik'in ifça oluçu yatar. ** Varlik'i anlama, mümkünâta atilmiç olmada önceden verilidir.
Varlik, atilmiç olma içinde anlaçilir, fakat ontolojik olarak kavranamaz. Temel
bu-dünya-içinde-varligin atilmiçligina sahip oluç türüne sahip varliklar, Varlik'i
anlamaya, kendi varliklarinin oluçturucu unsuru olarak sahiptirler. Daha önce
dogmatik tarzda öne sürdügümüz çey, Da-sein'in anlama olarak, içinde kendi oradaligi
durumundaki varligin oluçumuna göre isbatlandi. Bütün bu sorgulama- nin sinirlarina göre,
Varligin bu kavraniçinin ontolojik anlaminin doyurucu bir izahina yalnizca Varligin zamansal
yorumu temelinde ulaçilabilir.
Ontolojik unsurlar olarak ahenk/armoni ve anlama, bu-dünya-içinde-varligin aslî ifça oluçlarini
karakterize eder. "Armoni içinde olma/akortlu olma" modunda Da-sein imkânlari/mümkünleri
varolmalarina göre "görür." Bu tür gelecege atilma imkânlariyla o daima zaten armoni
içindedir. Kendi varlik potansiyeli projesi, orada olana atilmiç olma olgusuna yolaçar. Orada
varligin gelecege atilmiç olmasi anlaminda ontolojik açiklamasiyla birlikte, Da-sein'in varligi
çok daha gizemli hale gelmiyor mu? Sahiden öyle. Eger yalnizca "bu gizemin "çözülmesinde"
hakiki bir yola ulaçabilmemiz gerekiyor ve bu-dünya-içine atilmiç varligin varligi ile ilgili yeni
bir soru yöneltmemiz gerekiyorsa, biz ilkin bu varligin muammasinin bütünüyle ortaya
çikmasina izin vermeliyiz.
Yalnizca anlamaya akortlu gündelik varlik modunu fenomenolojik olarak yeterince sergilemek
için dahi, bu ontolojik unsurlarin somut çekilde ortaya konmasi zorunludur.
32. Anlama ve Yorum
Anlama olarak Da-sein kendisini mümkünâta yansitir/firlatir. Bu anlayan mümkünâta yönelik
varlik'in bizatihi kendisi, bu ifça olan mümkünlüklerin tekrar Da-sein'a geri dönme tarzindan
dolayi bir olma/varlik potansiyalitesidir. Anlamanin gelecege atilmiç olmasinin kendisine
has bir geliçme imkâni vardir. Biz anlamanin bu geliçimini yorum diye
adlandiracagiz. Yorumda anlama, anlama yolunda anladigi çeyi kendine
maleder/içselleçtirir. Yorumda anlama farkli birçey degil, tersine kendisi olur. Yorum
ontolojik olarak anlamaya dayanir, anlama yoruma degil. Yorum anlaçilan çeyin kabulü
degil, tersine, anlamaya projekte edilen/atilan imkânlarin geliçtirilmesidir. Biz yorum
fenomenini, gündelik Da-sein'in hazirlik kabilinden analizlerinden oluçan bu düçünceler
zincirine göre, dünyanin anlaçilmasi dahilinde, yani, anlamanin hakikilik modu bakimindan
otantik olmayan anlama içinde ele alacagiz.
Dünyanin anlaçilmasinda ifça olan çeyin anlamina göre elde hazir olan çeyin kaygisini taçiyan
varlik, dahli/münasebeti/iliçkisi olabilecek çeyi, fiilen karçi karçiya kaldigi çeyle birlikte
ögrenir. Dikkatle düçünme/titiz duyarlilik, önceden zaten anlaçilmiç bulunan bir dünyayi
keçfeder, daha yerinde bir söyleyiçle yorumlar. Elde hazir olan çey apaçik çekilde anlayan
görüçten önce gelir. Her hazirlama, düzenleme, düzeltme, geliçtirme ve tamamlama, dikkatle
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y9.html
4 -~ 7 18.11.2008 20:38
inceleme için elde hazir olan çeyler ne için yapildiklarina/birçey içinliklerine göre
yorumlanacak ve görülebilir hale gelen yorumlanabilirliklerine göre dikkate alinacak çekilde
vukubulur. Bir çey için olarak birçey içinliklerine göre basiretle/sagduyuyla yorumlanmiç olan
çey, açikça anlaçilmiç olan çey, birçey olarak birçey (something as something) yapisina
sahiptir. Bu özel elde hazir çeyin neye göre ilerledigi/geliçtigi yolundaki soruya duyarlilikla
verilecek sagduyu yorumunun cevabi çudur: .... [birçey, çev.] için. Onun ne için oldugunu
söylemek birçeyi adlandirmak degildir sadece; adlandirilan çeyi, sorun haline getirdigimiz çey
olarak, birçey olarak anlamaktir da. Anlamada ifça olan çey, yani anlaçilan çey daima,
"birçey olarak" onun birçeyligi apaçik biçimde gösterilebilecek tarzda za ten
önceden eriçilebilir/nüfuz edilebilir birçeydir. Bu "olarak" [birçey olarak, çev.], anlaçilan
çeyin apaçikliginin yapisini oluçturur. Kuçatici dünyada elde hazir olan çeyi, bir masa, bir kapi,
bir araba, bir köprü olarak "gören" sagduyulu/basiretli, yoruma dayali yoldaçlik zarureten,
belirli bir önermeyle/ifadeyle basiretle yorumlanan çeyin önceden analizini yapmiç bulunmak
zorunda degildir. Elde hazir olan çeyle ilgili önceden onaylanmiç herhangi bir görmenin bizatihi
kendisi, kendi baçina zaten bir anlama ve yorumdur. Fakat, birçeyin saf algilaniçinin basitligini
oluçturan çey, bu "birçey olarak"tan yoksunlugu degil midir? Bu görüçü türüyle
gördügümüz her durumda görme daima bir önceden anlama ve yorumlamadir. Bu,
basitçe karçilaçilan çeyin kendilerine atifla anlaçildigi bir dahlolmalar/münasebetler
totalitesine ait referans iliçkisinin (of the in-order-to [birçey amaciyla, birçey için, çev.])
apaçikligini içerir. "Birçey olarak birçeyin" kilavuzluk ettigi varliklara yorumcu yaklaçimda
anlaçilan çeyin ifade edilmesi, onun hakkindaki tematik önermeyi önceler. Bu "birçey olarak"
önce bu ifadede ortaya çikmaz; yalnizca dile getirildiginde, yalnizca orada dile getirilecek
birçey bulundugu için mümkün olan çey dile getirildiginde ortaya çikar. Birçeye baktigimizda,
ifadenin apaçikliktan yoksun olmasi, bu tür bir saf görmede ifade edici herhangi bir yorumun
bulundugunu ve dolayisiyla bir birçey-olarak yapisinin bulundugunu reddetmemizi hakli
çikarmaz. Kendileriyle sahip oldugumuz iliçki içinde bize en yakin çeyleri saf görme yorumun
yapisini öylesine aslî bir biçimde taçir ki, deyim yerindeyse, birçeyin birçey olaraktan
bagimsiz/özgür bir kavrayiçi, bir tür yeniden yönelimi gerektirir. Birçeye sirf baktigimizda,
onun-bizden önceki-çiplak durumuna-sahip olmamiz bizi, onu hiçbir suretle anlayamama
baçarisizligi ile karçi karçiya birakir. Birçey olarak'tan bagimsiz olan bu kavrama, anlayan
sirf/saf görmenin sefaletidir; birçey-olarak yapisindan çok daha aslî degildir; aksine onun
türevidir. "Birçey olarak"in ontik apaçikligi bizi, onu, anlamanin a priori ontolojik oluçturucusu
olarak hesaba katmama gibi bir yanliç yola sürüklememelidir.
Fakat eger elde hazir yararli çeylerin herhangi bir kavraniçi onlari daima sagduyuyla birçey
olarak karçi karçiya gelinmesine imkân saglayarak anliyor ve yorumluyor ise, o zaman, ilkin
yalnizca objektif olarak varolan bir-çeyi tecrübe ettikten sonra, sonra bir kapi olarak, bir ev
olarak anlamiç olmuyor muyuz? Bu, yorumun özel ifça edici fonksiyonunu yanliç anlamak olur.
Yorum, tabiri caizse, çiplak biçimde objektif olarak varolan çeye bir "anlam/önem"
atfeder, ona bir deger yapiçtiramaz; fakat dünya içinde karçi karçiya gelinen çey daima,
dünyanin anlaçilmasinda ifça olan bir zaten önceden varolan dahloluç/baglanti halindedir;
yorumun apaçik hale getirdigi bir önceden zaten varolan bir dahloluç/iliçki halinde.
Elde hazir çeyler daima önceden, bir dahloluçlar/dahil oluçlar/iliçkiler totalitesine göre
anlaçilirlar. Bu totalite, bir tematik yorumca apaçik çekilde kavranmaya ihtiyaç duymaz. Bu
tür bir yoruma tâbi tutulsa bile, bu arkabahçede ikamet etmeyen/farkina varilmamiç
anlamaya tekrar geri döner. Bu onun gündelik, sagduyu yorumunun içinde yeraldigi modun ta
kendisidir. Bu daima bir ön-tasavvura/kavrayiça/sahip olmaya (fore-having) dayanir.
Anlamanin anlayan varliga malolmasi/anlayan varlikta içselleçmesi olarak yorum,
önceden zaten anlaçilmiç bulunan bir dahloluçlar/iliçkiler totalite sine atilmiç
varlikta içler. Birçey anlaçildigi, ancak yine de gizliligini korudugunda, bir
mâletme/içselleçtirme edimiyle açik hale gelir ve bu daima, anlaçilan çeyin kendisine göre
yorumlandigi çeyi sabitleçtiren bir perspektifin kilavuzlugu altinda yapilir. Yorum,
ön-kavrayiçta içerilmiç bulunan çeye, tasari halindeki belirli bir yorumla "yaklaçan" bir
öngörüçte/önseziçte temellenir. Ön-kavrayiçta içerilen ve bir "önceden-gören" görüç dahilinde
anlaçilan çey yorum vasitasiyla anlaçilabilir hale gelir. Yorum, yorumlanmakta olan varliklara
has kavranabilirligi bu varliklarin kendilerinden çikarir veya aksi durumda varliklarin kendi
varliklarina tezat teçkil eden kavramlara girmeye zorlar.Yorum daima nihaî çekilde veya
geçici olarak/muvakkaten belirli bir kavranabilirlik tarzinda zaten önceden karar kilmiç
durumdadir; o önceden kavradigimiz birçey de, ön-kavrayiçta temellenir.
Birçeyin birçey olarak yorumu temelde ön-kavrayiçta, ön-görüçte ve ön-anlayiçta temellenir.
Yorum asla önceden mevcut birçeyin önvarsayimsiz/önkabulsüz kavraniçi degildir. Yorumun
tam metin yorumu anlaminda özel bir somut yorumu "orada olan" çeye, baçlangiç noktasinda
"orada" olan çeye baçvurmak istediginde, burada yatan çey, yorumcunun apaçik ve
tartiçilmamiç yargisindan baçka birçey degildir; bu yargi kaçinilamaz bir biçimde yorumun
her çikiç noktasinda yorum olarak yorumla birlikte zaten önceden "varsayilmiç/konumlanmiç,"
baçka bir söyleyiçle ön-kavrayiçla, ön-görüçle, ön-anlayiçla birlikte önceden-verili/mevcut
olan birçey olarak oradadir.
Bu "ön'ün/önceden'in/zaten'in/peçinen'in" karakterini nasil anlamamiz gerekir? Formel bir "a
priori" den sözettigimizde anlamiç olur muyuz bunu? Bu yapi neden Da-Sein'in bir temel
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y9.html
5 -~ 7 18.11.2008 20:38
ontolojik unsuru olarak karakterize ettigimiz anlamasina uygundur? Kendisi türünde birçey
olarak yorumlanan çeye ait bu "birçey olarak" yapisinin ön-yapi ile iliçkisi nedir? Bu fenomen
apaçik biçimde "parçalar halinde" çözülmüç oluyor degil midir? Bu durumda bir aslî analitik
gözardi edilmiç olmuyor mu? Öyleyse neden? Bu tür fenomenleri "finaliteler" olarak kabul
etmeli miyiz? Veya, anlamanin ön-yapisi ve yorumun birçey olarak-yapisi gelecege atilmiçlik
fenomeniyle varliga özgü-ontolojik bir baglantiyi sergiler mi? Ve bu fenomen tekrar ge riye,
Da-sein'in varliginin aslî bir oluçturucusuna atifta bulunur mu?
Bu noktaya kadar yapilan hazirligin kendileri için hiçbir suretle yeterli olmadigi bu sorulara
cevap vermeden önce, anlamanin ön-yapisi olarak görülebilir olan çeyle yorumun birçey-
olarak yapisi olan çeyin kendi baçlarina önceden, üniversel bakimdan ontolojik açiklamanin
aslîliginin gerisinde kalacak çekilde kullanilsa bile felsefî problematiklerde sikça kullanilan bir
üniter fenomeni temsil edip etmediklerini sorgulamaliyiz.
Anlamanin projekte edilmesiyle/gelecege yansitilmasiyla varliklar/çeyler kendi
mümkünâtlariyla ifça olurlar. Mümkünâtin bu karakteri daima, anlaçilan varliklarin
varligi türüne tekabül eder. Genelde dünya içindeki varliklar dünyaya atilmiçlardir, yani,
içinde referans iliçkilerinin bu-dünya-içinde-varlik olarak iliçkili oldugu, baçlangiçtan itibaren
kök saldigi bir anlam totalitesine atilmiç durumdadirlar. Bu dünya içindeki varliklar
Da-sein'in varligi ile birlikte keçfedildiginde, yani anlaçildiklarinda anlama sahip
olduklarini söyleriz. Fakat, daha kesin bir biçimde dile getirmek gere kirse, anlaçilan çey
anlam degil, varliklar veya Varlik'tir. Anlam, birçeyin anlaçilabilirligi dahilinde kendisini
idame ettiren çeydir. Anladigimiz açiklikta dile getirilebilen çeye anlam deriz. Anlam
kavrami, zarureten anlaçilan yorumun dile getirdigi çeye ait olan çeyin formel
çerçevesini de içerir. Ön-kavrayiç, ön-görüç, ön-anlayiçin yapilaçtirdigi anlam, birçeyin
birçey olarak anlaçilabilir hale gelmesiyle iliçkili olarak birçeye projekte edilen çeydir. Anlama
ve yorum orada varligin ontolojik bileçimini oluçturdugu için anlam, anlamaya has ifça oluçun
formel, ontolojik çerçevesi olarak anlaçilmalidir. Anlam, Da-sein'in ontolojik
oluçturucusudur, varliklarin "ötesinde/diçinda," bir "ara alan" olarak biryerlerde baçiboç
duran ve varliklara atfedilen/yüklenen bir özellik degil. Içinde dünya-içinde-varligin ifça
olmuçlugunun, bu ifça olmuçlukta keçfedilebilir varliklar araciligiyla "sergilenebildigi" anlama,
yalnizca Da-sein "sahip"tir. Bu yüzden yalnizca
Da-sein anlamli veya anlamsiz olabilir. Bu demektir ki, onun kendi varligi ve onun
varliginda ifça olan varliklar anlamada içselleçtirilebilir/anlamaya mâledilebilir veya
anlaçilamaz kalabilir.
"Anlam" kavraminin bu yorumu ilkece ontolojik-egzistensiyal bir yorumdur; bu yorumu kabul
edersek, o zaman, varlik türleri/modu Da-Sein'in karakterini taçimayan bütün varliklarin,
anlamdan mahrum varliklar, temelde anlam olarak anlamdan mahrum varliklar olarak
anlaçilmalari gerekir. "Anlamdan mahrum" burada bir deger yargisini degil, tersine bir
ontolojik belirlenimi dile getiriyor. Ve yalnizca anlamdan mahrum bulunan çey saçma
olabilir. Da-sein'in karçi karçiya geldigi çeyler olarak, objektif çekilde varolan çeyler/elde-
mevcut çeyler, onun varligina saldiriyor gibidirler; sözün geliçi, doganin bizi denetim altina
alan ve bize zarar veren olaylari.
Ve Varlik'in anlami konusunda sorular yönelttigimiz zaman, soruçturmamiz mükemmel olmaz
ve varligin ötesinde duran herhangi birçeyde derinleçmez; tersine onlar, Da-sein'in
anlayabilirligi/anlaçilabilirligi dahilinde duran Varlik'in kendisiyle ilgili sorulardir. Varlik'in
anlami asla varliklarin anlamiyla çeliçkili olamaz veya varliklarin destekleyici
"temeli' olarak Varlik'la çeliçkili olamaz; çünkü, "temel" yalnizca anlam olarak nüfuz
edilebilir birçeydir; bu anlamin kendisi anlamsizlik uçurumu oldugunda bile.
Orada olanin ifçasi olarak anlama daima, bu-dünya-içinde-varligin bütünüyle ilgilidir.
Dünyanin her anlaçilmasinda, onun içindeki varlik da anlaçilir ve bunun tersi de dogrudur.
Ayrica, her yorum, daha önce karakterize ettigimiz ön-yapi içinde içler. Anlamaya katkida
bulunacak her yorum, yorumlanmasi gereken çeyi önceden zaten anlamiç olmalidir. Bu olgu,
anlamanin ve yorumun, filolojik yorum gibi türev yollarinin menzili içinde bile, daima önceden
farkedilir. Bu ikincisi bilimsel idrak alanina aittir. Bu tür bir idrak, nedenleri gösteren titiz isbati
gerektirir. Bilimsel delil, keçfetme amacini taçidigi çeyi önceden varsayamaz. Ancak eger
yorum daima anlaçilan çey içinde içliyor ve kendisini ondan hareketle geliçtiriyorsa, bu
durumda o, bir daireye girmeksizin, özellikle de varsayilan anlama hâlâ beçerî varligin ve
dünyanin genel bilgisi içinde içlediginde bilimsel sonuçlari nasil üretecektir? Fakat, en
elementer mantik kurallarina göre, sözkonusu daire, bir circulus vitiosus'tur. Fakat böyle
yapildiginda, tarihsel yorum faaliyeti, kesin bilgi alanindan a priori çikarilmiç olur. Eger
anlamadaki bu daire Olgu- 'su elimine edilmezse, o zaman tarihyazimi da pek kesinlik
taçimayan bilme ihtimalleri arasina atilmiç olacak demektir. Tarihyazimina, bu kesinlikten
mahrumiyeti, kendi "nesnelerinin" "ruhanî anlamiyla" telafi etme izni verilir. Bununla birlikte,
tarihyazicilarin kendi fikirlerine göre, eger daireden kurtulunabilirse ve eger en azindan
doganin bilgisi oldugu varsayilan bilgi oldugu kadar gözlemcinin konumundan da bagimsiz bilgi
olarak bir tarih -yazimi (histography) umudu var ise, elbette bu çok daha ideal bir tarihyazimi
olacaktir.
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y9.html
6 -~ 7 18.11.2008 20:38
Fakat bu dairede bir vitiosum/fasit daire görmek ve ondan kurtulma yollari aramak,
hatta kaçinilamaz bir eksiklik hissine kapilmak, anlamayi kökten yanliç anlamaktir.
Burada sorun anlamanin ve yorumun belirli bir bilgi ideali haline getirilmesi degildir. Bu tür bir
idealin bizatihi kendisi de olsa olsa anlamanin bir alt türü - el-de-mevcut olan/objektif olarak
varolan çeyi meçru kendi temel anlaçilabilirligi içinde kavrama görevinden uzaklaçan bir alt
türü olabilir. Dahasi, mümkün anlamanin temel çartlarinin yerine getirilmesi, bu temel
çartlarin yerine getirilmesi konusunda önceden yapilmiç yanliç yorumlamada ikamet etmez.
Sonuca götürücü olan, dairenin diçina çikmak degil, aksine, daireye dogru tarzda girmektir.
Bu anlama dairesi, içinde geliçigüzel herhangi bir bilgi türünün içleyebilecegi bir daire degildir;
tersine o, Da-Sein'in kendisinin ontolojik ön-yapisi'nin ifadesidir. Sözkonusu daire, bir
vitiosum'a/fasit daireye/kisir döngüye dönüçtürülmemelidir; tolere edilememiç bir daireye bile
dönüçtürülmemelidir. En aslî bilginin pozitif mümkünlügü onda gizlidir; ancak bu mümkünlük
yalnizca, yorum ilk, daimi ve son görevinin, tesadüfi düçünceler ve popüler anlayiçlarin ona
verdigi ön-kavrayiça, ön-gö-rüçe ve ön-anlayiça izin vermek degil, tersine, bilimsel temayi bu
ön-yapi -lan çeylerin kendilerine göre içleyerek garanti altina almak oldugunu anladiginda
hakiki tarzda kavranabilir. Ontolojik anlamiyla uyum içinde oldugundan, anlama, Da-sein'in
kendi varlik potansiyelidir ve tarihsel (historiographical) bilginin ontolojik önkabulleri ilkece,
en kesin bilimlerde savunulan kesinlik fikrini açar. Matematik, tarihten daha kesin degildir;
kendisiyle iliçkili varlik temellerinin kapsami bakimindan daha dar kapsamlidir yalnizca.
Anlamadaki "daire," anlamin yapisina baglidir ve bu fenomen, yoruma dayali anlamada
Da-sein'in ontolojik oluçumuna kök salmiç durumdadir. Bu-dünya-içinde-varlik olarak bizatihi
kendi varliklarina*(* Fakat bu "bizatihi kendi varliklari" varligin anlaçilmasi tarafindan
belirlenir, baçka bir söyleyiçle, ne aydinliga kavuçturma olarak aydinliga kavuçturma ne de
mevcudiyet olarak mevcudiyetin temsilci düçünme için tematik hale gelmedigi yer
durumundaki mevcut olanin aydinliga kavuçturulmasi içinde durularak belirlenir.) ilgi duyan
varliklarin bir ontolojik daire yapisi vardir. Bununla birlikte, "dairenin" objektif mevcudiyet
(varlik) türünde bir varlik/el-de-mevcut varlik türüne ait oldugunu düçünüyorsak, genelde,
ontolojik bakimdan Da-sein'a benzer birçeyi bu fenomenle karakterize etmekten kaçinmaliyiz.
*Müteakip bölümler Sein und Zeit'in 7. Baskisi'nin (Tubingen: Max Niemayer Verlag, 1953)
31-34. bölümleridir. Romen rakamlariyla gösterilen notlar, Heidegger'in notlaridir. Diger
bütün notlar mütercimlere aittir. Mütercimler, Heidegger'in çifte tirnak içaretlerini göstermek
için tekli tirnak içaretleri kullanmiçtir ve bütün çiftli tirnak içaretlerini mütercimler, okuyucuya
yardim amaciyla ilave etmiçlerdir. Mütercimler Heidegger'in italiklerini göstermek için italik
kullanmiç ve kendi vurgularindan bazilarina geniç yer ayirmiçlardir. (Ingilizce metnin yeraldigi
kitabin editörleri). (Metni Almancasindan tercüme ediyor olmamamin, mâkul sebepleri
olamaz. Kaldi ki, Almanca'dan tercüme edilmiç olsa bile, Heidegger'in Türkçe'deki metinleri,
eninde sonunda 'tercüme denemeleri' olabilir sadece ve bu, elinizdeki tercüme için çok daha
geçerli birçeydir. Beni metni tercümeye zorlayan çey, hermeneutik ile ilgili bir derlemede,
Heidegger'in yeralmamasinin, derleme açisindan büyük bir eksiklik olacagina inancimdir.
Metni Türkçe'ye tercüme ederken Varlik ve Zaman'in çu iki Ingilizceye tercümesini
kullandim: Being and Time, translated by John Macquarrie and Edward Robinson (Blackwell
1997) ve Being and Time, translated by John Stambaugh (State University of New York
Press, 1986) H. Arslan.]
18. Kisim'la karçilaçtiriniz [Burada Varlik ve Zaman'in kisimlarina atifta
bulunulmaktadir.Türkçe metinde, 8 nolu dipnotla baçlayan dipnot numaralarini, birinci dipnotla
baçlatarak degiçtirdik. H. Arslan].
Kaynak: Insan Bilimlerine Prolegomena, Çeviri, Hüsamettin Arslan, Paradigma Yayinlari


Felsefe Ekibi SOLIS'in saglamiç oldugu hosting hizmeti ile sizlere ulaçmaktadir.
© 2001-2008 Felsefe Ekibi Tüm haklarini sakli tutar...
Yayimlanan yazilar kaynak gösterilerek alinti yapilabilir. Yazilarin her türlü
sorumlulugu yazarlara aittir.

:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y9.html
7 -~ 7 18.11.2008 20:38

Sayi :11 Yil: 2008
Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim

Anlamada Tarih ve Dil
Brice R. Wachterhauser
"Hermeneutik," günümüzde insanlarin dillerine pelesenk ettikleri bir terimdir. Bir popülarite
dönemine sahip bütün bu türden sloganlar gibi onun da kendine ait bir hayati var. Günümüzde
bu terim, öylesine farkli kontekstlerde öylesine farkli anlamlarda kullanilmaktadir ki, artik
hiçbir çekilde tek bir anlama sahip degildir. Bu belki de tesadüfî birçey degildir; çünkü
hermeneutik, tam da bir düçünce ve araçtirma programi olarak dogmaya baçlayan bir ilgiler
ve eleçtirel bakiç açilari ailesi oluçturdugu için, pek öyle yüksek düzeyde kesin,
iyi-kurumlaçmiç müesses bir anlama teorisini veya uzun ömürlü, açik-seçik tanimlanmiç bir
felsefe gelenegini temsil etmez. Bu, hermeneutigin, günümüzün kültür sahnesinde eleçtirel
güçten mahrum oldugu anlamina gelmez. Tam tersine, hem terimin yaygin kullanimiyla
birlikte ortaya çikan nedensel açinalik hem de arkasindaki felsefî sorunlarla ilgili derin bir
kavrayiç, hermeneutigin gerçekten de hatiri sayilir bir eleçtirel gücü elinde bulundurdugunu
gösterir. Akim içinde birçok tartiçma bulunmasina ve hermeneutik tek bir teorinin veya
çahsiyetin arkasinda üniterleçmemiç olmasina ragmen, hermeneutik taraftarlari, kendi felsefî
programlarini kuvvetle üniterleçmiç bir program haline getiren bir eleçtirel ilgiler ve bakiç
açilari ailesini paylaçirlar.
Hermeneutik düçünürler, çok genelde, bir sözdiçi/dil diçi ve zamandiçi bir öngörü/kavrama
yetisi olarak insan zihni fikrine karçi çikmaya duyduklari ortak ilgileriyle karakterize edilebilir.
Platon, Aristoteles, Augustine, Aquinas, Descartes, Spinoza ve digerlerine ima ile insan zihni,
"kendinde" gerçekligi bir "saf görme kapasitesine, ezelî ve ebedî boyutlariyla (subspecie
aeternitatis) gerçekligi bir sözsüz/dilsiz kavrayiç yetenegine sahip degildir. Bunun yerine
hermeneutik anlama teorileri, bütün bir insanî anlamanin, asla
"sözler/kelimeler/dil olmaksizin" ve asla "zamanin diçinda" gerçekleçemeyecegini
öne sürerler. Tersine, insanî anlamanin ayirici özelligi, aslinda daima, tarihsel bakimdan
kayit, altina alinmiç bir ilgiler ve pratikler takimina göre zaman içinde geliçen bir evrilen
lingüistik çerçeve içinde gerçekleçmesidir. Kisaca, hermeneutik düçünürler, dilin ve
tarihin her durumda, anlamanin hem çartlari hem de sinirlari oldugunu öne
sürerler.
Bu iki tema, yani tarih ve dil, hermeneutik literatür içinde ikili ana motifler gibi içler.
Hermeneutik düçünürler dili ve tarihi, bütün anlaminin tranzendental/açkin çartlarinin özel
tipleri olarak fonksiyonlarini yerine getiren çeyler olarak görürler. Habermas'in bir ifadesini
ödünç almak gerekirse, tarih ve dil, düçüncenin "degiçen a priorileri"
(1)
olarak görülür. Fakat
bu a prioriler dogalari itibariyle degiçmeye açik olduklari, yani daima farkli kontekstlerde
farkli olduklari için, zaruraten, bu tranzendental kapasiteleriyle nasil fonksiyon icra ettiklerinin
bir nihaî teorik açiklamasindan yakayi siyirirlar. Kant'in üç eleçtirisinin - açikça tanimlanmiç üç
anlama tipinin zorunlu çartlariyla ilgili itiraz edilemez kesinlik arayiçindadirlar aksine
hermeneutik, bu tür hiçbir tranzendental proje peçinde degildir. Ílkin, degiçen dil ve tarih
"çebekeleri"ne vurgu, bir kesin ve tartiçma götürmez yorumu imkânsizlaçtirir. Hermeneutik
düçünürler, anlamanin, her zaman ve heryerde ayni olan çartlar içinde gerçekleçtigi
varsayimina karçi çikarlar. Íkincileyin, hermeneutigin "yaritranzendental" tarih ve dil
yorumu kendisini, insan zihninin, açikça ayirtedilebilir anlama alaninin bütünüyle farkli
kurallara göre içledigi yolundaki Kantçi tezin reddinde gösterir. Insanî anlama, ne pek öyle
kolayca kompartmanlar halinde parsellenebilir ve ne de onun özü kurallarin izleyicisi olmaktir.
Üçüncüleyin, hermeneutik yorumlar, bütünüyle tranzendental/açkin yorumlardan
farklidirlar; çünkü, onlar anlaçilabilirligi önceden verili özel bir alanda; temelde degiçmez bir
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y1.html
1 -~ 4 18.11.2008 20:35
öznede degil, bir açik evrilen ve dilin aracilik ettigi pratik alanda temellendirilirler. Kisacasi
hermeneutik, sanki anlama her zaman ve heryerde ayniymiççasina, kendinde anlaçilabilirlik
çartlarinin peçinde degildir. Aksine, onun tarihin ve dilin tranzendental çartlariyla ilgili yorumu,
tam da cidden talep ettigi degiçme arzusundan dolayi, zarureten genel ve ilkece de açik kalir.
Bu yüzden, hermeneutik düçünürler kendilerini, "tranzendental" araçtirmalarinda,
öngörülmemiç degiçmelere yer birakmalari için kâfi, ancak, fiili düçünme tecrübemizin ikna
edici bir yorumunu verecek ölçüde belirli, hermeneutik düçünüçün eleçtirel gücünü gösterecek
ölçüde nüfuz edici zor bir genel teori olmaya çaliçma konumunda bulurlar.
Bu tür "yaritranzendental" yorumlar genellikle çikiç noktalari olarak "tarihsel oluç"
(Geschichtlichkeit) kavramini alirlar.
(2)
"Tarihsellik/tarihsel oluç," genellikle, tarihe ait olana
katilimimizi ve tarihe ait olanla etkileçimimizi göstermek amaciyla kullanilan bir terimdir.
"Tarihsellik" kavraminin belki de hermeneutigin en merkezî ve en zarurî iddiasi oldugunu
söylemekte hiçbir abarti yoktur. "Tarihsellik," hayatimizi zaman içinde yaçadigimiz yolundaki
malum, ancak apaçik gerçege atifta bulunmaz. O bunun yerine, bütünüyle ve her durumda
tarihsel oldugumuz tezine atifta bulunur. Bu kavram, insan olmakla kendimizi belirli
tarihsel çartlar içinde bulmamiz arasindaki iliçkinin tesadüfi bir iliçki degil, aksine
temel ya da "ontolojik" bir iliçki oldugu iddiasina atifta bulunur. Bu, tranzendental ego
ya da çok daha genel bir ifade kullanmak gerekirse, bütün tarihsel çartlarda ayni durumda
kalan insan dogasi türünde bir numenal, tarihdiçi çekirdege indirgenemeyecegimiz anlamina
gelir. Biz aksine, kendimizi içinde buldugumuz tarihsel çartlarin ve cemaatin, konuçtugumuz
dilin, kendimize malettigimiz tarihsel olarak evrilen aliçkanliklarin ve pratiklerin, ciddiyetle
ilgilendigimiz zamanla sinirli problemlerin, yaptigimiz tarihle sinirli tercihlerin fonksiyonuyuz.
Hermeneutik bakiç açisina göre, insanî varliklara/beçere ne Tanri veya doga tarafindan
degiçmez bir öz verilmiçtir, ne de insanlar kendilerini yaratan varliklardir (en azindan izole
edilmiç bireyler olarak); tersine biz daha çok, kismen içinde kendimizi buldugumuz ve kismen
içinde diger insanlarla içbirligi yaparak kendimizi çekillendirdigimiz belirli bir tarihsel varoluç
tarziyiz. Özetle, hermeneutik çu ontolojik iddianin savunuculugunu yapar: insanlar kendi
tarihleridirler/beçerî varliklar kendi tarihleridirler.
Tarihsellik tezi, felsefî hermeneutigin savunuculari, tarihselligimizin bütün rasyonel
aktivitelerimizi, yani dünyamizi düzene sokma ve anlamli kilma yetenegimizi boyadiginda
israr ettikleri için, bir hermeneutik anlama teorisinin kalbinde yeralir. Bunun ima ettigi çey,
bütün insanî bilgi iddialarinin içinde dogduklari tarihsel süreçle bir temel iliçkiye sahip
bulunduklaridir. Bu, herhangi bir bilgi iddiasinin, içinde çekillendigi tarihsel konteks tin, dil,
gramer, yazarinin stili gibi belirli "tesadüfi" izlerini sergileyecegi yolundaki basit iddiadan çok
daha fazla birçeye imada bulunur; bu, herhangi bir bilgi iddiasinin bizatihi anlaminin ve
geçerliliginin, hem onu formüle edenlerin hem de geliçtirenlerin tarihsel durumuyla
koparilamaz biçimde içice oldugu yolundaki çok daha radikal bir iddiayi içerir. Bu
yüzden, hermeneutik düçünürler, hiçbir bilgi iddiasinin, ezelî ve ebedî/sub specie
aeternatis hakikat/dogru olma talebinde bulunamayacagini öne sürerler; ancak bilgi
iddialari, tarihin ortamini sagladigi bir anlama tarzlari, ilgiler ve pratikler takimina göre
üretilmiç bulunan bir probleme belirli bir zamanda "pragmatik"
(3)
en iyi çözüm olma
anlaminda "dogru"durlar. Sözün geliçi, Newton fiziginin ilk formülasyonu ve eleçtirel kabulü
tarihin aracilik ettigi bir anlama tarzlari ve ilgiler takimina göre gerçekleçmiçtir. Yine, ayni
çekilde, bizim Newton fizigi ile ilgili degerlendirmemiz - Newton-'in çagdaçlarinin ve yakin
takipçilerinin degerlendirmelerinden gayet tabii farklidir - tam da quantum mekaniginin ve
Einstein'in genel rölativite teorisinin ortaya çikardigi degiçen tarihsel çartlardan dolayi
farklidir. Bu farklilik yalnizca, kendisiyle Newton'i anladigimiz bilimsel inceden inceye içleme
tarzlarimizdaki farklilik degildir; Newton'in hakikat/dogruluk iddialarinin anlamini ve
kapsamini kavrama tarzimizdaki farkliliktir. Dolayisiyla biz Newton'i, her ne kadar kesinlikle
anliyorsak da farkli anlariz. Eger bu durum, hermeneutik düçünürlerin öne sürme egiliminde
olduklari gibi, bütün bilgi iddialari için paradigmatik bir durum ise, o takdirde bilgi de
gerçekligin ezelî ve ebedî/ sub specie aeternitatis bir tarihdiçi yeniden inçasi degil, aksine
çeyleri, tarihin aracilik ettigi konumumuz odagini her ne zaman degiçtiriyor olursa olsun hiçbir
önemi bulunmaksizin, tarihin aracilik ettigi, kaçinilamaz degiçmeye tâbi bir ilgiler ve anlama
tarzlari takimindan yola çikarak görme tarzi demektir. Dolayisiyla, her ne kadar yeni bilgi
iddialari önceki bilgi iddialarindan hareketle içsel ve diyalektik biçimde evrilebiliyorlarsa da,
onlar zarureten gerçekligin çok daha tarihdiçi temsilleri yönünde ilerlemezler; aksine, çimdinin
sürekli degiçen teorik ve pratik taleplerine, geçmiçin anlama tarzlarina göre hareket ederler.
Mesela, tipki tek bir Platon degil, Platon'un (Aristoteles, Porphyry, Plotinus, Augustine,
Shaftesbury, Kant, Rousseau, Schleiermacher, Friedlander, Cornford, Ryle, Vlastos'un ve
digerlerinin) yorumunun tarihi olmasi gibi, birçok çagdaç bilim filozofu da, makûl bir çekilde,
bilimin keçfederek yeniden inça etme giriçiminde bulunacagi dogal gerçeklikle ilgili teoriden-
bagimsiz hiçbir perspektif olamayacagini öne sürer; teoriden-bagimsiz perspektif yoktur,
dogal nesneleri çu ya da bu evrilen teorik çerçeveden yola çikarak anlamayi deneyen bilim
süreci vardir yalnizca.
(4)
Neticede, kendisine baçvurarak yeni teorik önerileri degerlendirebilecegimiz hiçbir teoriden-
bagimsiz konum ya da kurallar takimi yoktur. Biz bunun yerine, o alan içindeki yeni
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y1.html
2 -~ 4 18.11.2008 20:35
geliçmelerin "geçerliligi," "verimliligi" ve "inandiriciligi" konusunda yine o alanda çaliçan
bilimadamlari arasinda gerçekleçen konsensus/mutabakat türünde birçeye bel baglamaliyiz.
Bunun yapisi geregi yanilabilir ve tarihin aracilik ettigi bir süreç oluçu, Kuhn, Feyerabend,
Polanyi, Lakatos ve onlarla ayni düçüncede olan diger düçünürler gibi postempirist bilim
felsefecileri tarafindan tekrar tekrar gösterilmiçtir. Çok daha genelde hermeneutik filozoflar,
asla hiçbirçeyi tarihsel bir vakum içinde göremeyecegimiz, aksine, herçeye, içinde gelecegin
ilgilerini zimnen taçiyan geçmiç tarafindan iptal edilemez biçimde çekillendirilen bir çimdinin
konumundan bakabilecegimiz konusunda uzlaçirlar. Bu yüzden, Gadamer gibi bir hermeneutik
düçünür, "anlamanin bizatihi kendisinin hiçbir çekilde sübjektif/öznel bir terim
olarak degil, aksine, içinde geçmiçin ve çimdinin sürekli birbirine kariçtigi bir intikal
olayina giriç olarak düçünülmesi gerektigini" iddia eder.
(5)
Özetle, kendi kendimizi ve
dünyamizi anlama imkânlarimizi belirleyen çey, tarihtir.
Eger "tarihin anlama imkânlarimizi belirledigi" tezini kavramak istiyor ise, insanin, "imkânlar"
kavramina "belirleme" kavramindan daha fazla vurguda bulunmasi gereklidir. Ikincisine
vurguda bulunmak, hermeneutigin, anladigimiz çeyin, geçmiçin anlamamiz için programladigi
çeyin yalnizca bir fonksiyonu olmasi anlaminda bir tür tarihsel belirlenimciligi/determinizmi
savunduklari yolunda yanliç bir izlenim verir. Bununla birlikte, eger geçmiç anlama
imkânlarini belirliyor ise, bu durumda biz, geçmiçin birçeyi anlayabilmemizin mümkün
yollarinin sayisini nasil sinirladigini - fakat bu bizi bir sorunun önceden belirlenmiç bir
kavrayiçina hapsetmez - görebilecegiz demektir. Tarihle iliçkimiz anlamamizi, tarihle
iliçkimizin bir fenomenin kendisinin gösterilecegi bakiç açilarini sinirlamasi, ancak yine de, bu
anlama tarzlarinin içlenmesini, onlarin gizli zenginliklerini ve sinirlamalarini ortaya çikarmayi
bize birakmasi anlaminda "sonlu/sinirli"
(6)
hale getirir. Gayet tabii, biz bunu, çok sayida
faktörün etkisi altinda kalacak çekilde yapariz; fakat, kendimizi gelecege yansitirken geçmiçi
kendimize maletme tarzimizin sorumlusu, önemli ölçüde bizizdir.
Bu yazi çu kitaptan alinmiçtir: Briçe R. Wachterhauser (Ed.), Hermeneutics and Modern
Philosophy, State University of New York Press, Albany, 1986, ss. 5-61.
(1)
Jürgen Habermas, Towards a Rational Society, trans. Jeremy J. Shapiro (Boston, 1970), s.
84.
(2)
"Geischichtlichkeit" kavramini Almanca'da ilk keçfeden kiçi Hegel'dir. Kavram, daha sonra
özellikle, C. J. Nitzsche ve F. P. Schleiermacher gibi teoloji yazarlariyla Hegelci çevrelerde R.
Rosenkranz ve R. Hym gibi yazarlarin metinlerinde yeraldi. Grafen P. Yorck von Wartenburg ile W.
Dilthey arasinda 1877'den 1897'ye kadar devam etmiç bulunan yaziçmalarda bir merkezi felsefî
kavram olarak tekrar ortaya çikar. Heidegger kavrami Dilthey'dan miras almiçtir ve onu bugün
yaygin çekilde kullanilan bir kavram haline getiren muhtemelen Heidegger'dir. Daha fazla bilgi için
bakiniz Joachim Ritter, ed., Historisches Wörterbuch der Philosophie (Basel: Schwabe and Co.,
1974), 3: 403-8).
(3)
Dilthey, Heidegger ve Gadamer gibi klasik hermeneutik düçünürler James, Dewey ve Royce
gibi Amerikan pragmatistlerini her ne kadar incelememiçlerse de, Apel, Bernstein, Habermas ve
Rorty gibi yazarlar onlarin görüçlerinin birbirlerine yakinligina içaret etmiçlerdir. Bakiniz K. O. Apel,
Towards a Transformation of Philosophy (London: Routledge and Kegan Paul, 1980), ss.
77-136; Rorty, Philosophy and the Mirror of Nature (Princeton: Princeton University Press,
1980), ss. 3-13.
(4)
Thomas Kuhn, The Structure of Scientific Revolutions (Chicago: University of Chicago
Press, 1970).
(5)
Hans-Georg Gadamer, Wahrheit und Methode (Tübingen: J. C. B. Mohr [Paul Siebeck],
1960), ss. 274-275. Ingilizce tercümesi, Truth and Method (New York: Seabury Press, 1975), s.
248. Bundan böyle bu iki ayri dildeki kitaba WM ve TM kisaltmalariyla atifta bulunulacak.
(6)
WM, ss. 94, 114, 126, 218 vd., 26 0, 239 vd., 401 vd.; TM, ss. 88, 109, 205 vd., 244, 320
vd., 414 vd.
Not: Metnin ilk üç bölümü alintilanmiçtir.
Kaynak: Insan Bilimlerine Prolegomena, Çeviri, Hüsamettin Arslan, Paradigma Yayinlari

Felsefe Ekibi SOLIS'in saglamiç oldugu hosting hizmeti ile sizlere ulaçmaktadir.
© 2001-2008 Felsefe Ekibi Tüm haklarini sakli tutar...
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y1.html
3 -~ 4 18.11.2008 20:35
Yayimlanan yazilar kaynak gösterilerek alinti yapilabilir. Yazilarin her türlü
sorumlulugu yazarlara aittir.

:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y1.html
4 -~ 4 18.11.2008 20:35

Sayi :11 Yil: 2008
Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim

Anlamak Nedir?
Felsefe Ekibi
Genelde anlamak, bir anlami olan tasarimlari düzene sokarak bir biçim, bir yön, bir anlam
oluçturmaktir. Bir çeyi, bir durumu, bir fikri anlamak, onu kendisi de kavranilabilir olan bir
sistemin içine sokmaktir. Çünkü o, bir iliçkiler sistemidir. Bu sistemin içine sokulan unsurlar,
kismen kavranilabilirler, çünkü daha önceden sistemlerin içine sokulmuçlardir.
Diger bir anlatimla, anlama her zaman tüm zihni devreye sokar. Anlam hiçbir zaman, kendi
kendine anlamli olacak bir imleyende durmaz. Bu imleyen, ancak kendinden baçka bir çeye
atfedildigi zaman anlamli olur. Yemek yemenin veya çiçek toplamanin ne oldugunu bilirim
çünkü bu eylemler eylemlerin geliçimiyle bütünleçirler, çünkü benim üzerimde onlari baçka bir
çeyle anladigim bazi etkiler yaparlar...
Eylem kendi içinde kavranilabilir degildir. Refleks eylem, basit yanit, basit bir çikiç akimi
özneyi refleks düzleminde birakir ve kavranilirligi yaratmaz. Bir algilar ve eylemler sistemi ile
bütünleçmiç, bir noktaya kadar bir kavram haline gelmiç eylem anlami ve kavranilirligi
oluçturur, bunun sonucu nedenselligin, erekçiligin kategorileri tarafindan yönlendirilen eylem
oluçur; böylece düçünen eylem, zihinsel çey haline gelen eylem gerçekleçir. Yanit eylemini
yakaladigimiz, erteledigim degiçtirdigimiz zaman, bir zihinsel evrene girdigimiz zaman,
mantiksal bir evren oluçturdugumuz zaman anlamaya baçlariz.
O halde anlamak, heterojen duyumlarin bir serisini, onlari toplayan, onlari birbirlerine göre
tanimlayan düzeniyle degiçtirmektir.
O halde anlamak, çeylerin üzerine iliçkiler agini atmaktir, duyusal, motor veya entelektüel
verileri uzamin ve zamanin içinde, nitelik, nedenler ve sonuçlar düzeninde düzenlemektir.
Onlar üzerine ikili bir çaliçma yapmaktir; birbirlerine göre düzene koydugumuz temel
tasarimlar, onlari anlamayi saglayan diger tasarimlara göre düzenlenmiçtir; hedefe dogru
hizlanan koçucuyu anladigim zaman daha önceden bir koçucunun ne oldugunu biliyorumdur;
ressamin çaliçmaya koyulmak için paletini hazirladigini anlarsam, önceden bir rengin ne
oldugunu biliyorumdur. Bir tümceyi anladigim zaman, daha önceden, yeni birleçiminin yeni bir
anlam ortaya koydugu sözcükleri biliyorumdur.
O halde anlamak kavramlari düzenlemektir. Öncelikle, kavramlari oluçturmak veya daha
önceden oluçmuç kavramlara baçvurmaktir. Potansiyel bilgimiz bu kavramlarin sisteminden
baçka bir çey degildir. Bu kavramlarin tam bir stoguna sahibiz. Zihnimiz, aliçkanligin
kolaylikla, kullanmamizi sagladigi bu bilgi komprimeleriyle ve bu özetlerle doludur. Ve onlari
düzenleyerek onlara bir anlam veriyoruz...
"Anlamak öncelikle sistematikleçtirmektir."
E. DELACROIX, Felsefe Yazarlarindan Seçilmiç Metinler, Çeviren Mukadder Yakupoglu, Doruk
Yayincilik.
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y7.html
1 -~ 2 18.11.2008 20:37

Felsefe Ekibi SOLIS'in saglamiç oldugu hosting hizmeti ile sizlere ulaçmaktadir.
© 2001-2008 Felsefe Ekibi Tüm haklarini sakli tutar...
Yayimlanan yazilar kaynak gösterilerek alinti yapilabilir. Yazilarin her türlü
sorumlulugu yazarlara aittir.

:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y7.html
2 -~ 2 18.11.2008 20:37

Sayi :11 Yil: 2008
Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim

ANLAMI NASIL BÍLÍRDÍNÍZ?
Ferda
!"# %&'(#)*&+ ,+ -,. /0+1#%2%34 5) 6&78&4 -,.9)')#) 81 /0+1#1+ ,*)-&+)
1.2+2#2.

SADELEÇTÍRME ÇABASI
Bu tümce, Türkçe denilen dilin notasyon sistemiyle yazilmiçtir ve içerigi buna
göre çekillenmiçtir
1-Bu tümceyi, Türkçe denilen dilin notasyon sistemini bilen biri okudugunda, bu
tümce onun için anlaçilir olacaktir. (Bu baglamda, bir notasyon sistemini bilen birisinin
okudugunu anlamasi/anlayamamasi, yazilim/notasyon sisteminden degil,
okuyandan kaynakli olacaktir)
2-Bu tümceyi, Türkçe denilen notasyon sistemini bilmeyen biri okudugunda, bunun bir
dilsel-bildirim, notasyon sistemi oldugunu anlayacak, ancak, iletinin/haberin veya
mesajin neyden söz ettigini, kisacasi içerigini anlayamayacaktir. Bu iletinin neden söz
ettigini anlaya-bilmesi için, bu notasyon sisteminde kullanilan sembollerin, kendi notasyon
sisteminde neye-karçilik geldigini anlamasi gerekecektir, eç-deyiçle, bu=this,
tümce= denkliklerini kurmasi gerekecektir.
3-Varsayalim ki, bu tümceyi uzayin boçluk-denilenine dogru üfledim. Ve varsayalim
ki, bir dünya-diçi varlik kipi/formu bu tümceyi algiladi.
Içte tam da burada film-kopuyor. 3 nolu var-sayim söz konusu oldugunda, tümce ve
ait oldugu notasyon/yazilim sistemi beni ele geçiriyor, kis-kivrak yakalayarak, tüm
olanaklarimi bagliyor. Uzayin boçlugun üfürdügüm bu sesi, bir ileti/mesaj/haber olarak
kodluyor. Bu iletinin bir muhatapla karçilaçmasi durumunu, yine kendi notasyonuna göre
kodluyor. Birisi bu iletiyi algilayacaktir, ona bi çekilde bir anlam-yükleyecektir, çünkü
bu iletide bir anlam var ve anlamin oldugu iletinin muhatabi da (muhatap oldugu anda)
anlayici konumuna geçmek zorundadir.
Çunu demeye çaliçiyorum, çu ana degin yazdiklarimi hangi notasyon sistemiyle
yazarsam yazayim veya seslendirirsem seslendireyim, (Aborjince, Ingilizce, Çince, v.s) tüm
bunlar sadece ve sadece insan-denilene hitap edecektir. Insan denilen diçinda, hiç-bir
varliga bunlar, anlam/haber içerigi taçiyabilen bir ileti-olarak gelmeyecektir.
1 ve 2 nolu durumlarda, anlamak veya anlayamamak, yapisal degil tamamen
teknik bir durumdur. Bu durumlarda anlamak veya anlamamak, ya ileti ya ileti kanali ya
da alicinin özellikleri ile ilgilidir, bu üç özellik anlamanin gerek ve yeter çartlarina haiz ise,
anlama gerçekleçir, degilse gerçekleçmez.
3 nolu durumda ise, anlamak veya anlamamak yapisal bir durumdur. Insan diçi
baçka bir form, insan denilenin notasyon sistemini nasil-anlayacaktir. Bir dilden baçka
bir dile çeviri mümkündür ve bu bir tür kriptolojik-içlemdir, peki bir türün notasyon
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html
1 -~ 19 18.11.2008 20:32
sistemi baçka bir türün notasyon sistemine nasil çevrilecektir. Çeviri içlemi, farkliliga
ragmen, ortak referanslarin varligina dayanir. Türkçe denilen dilden, Çince denilen dile
çeviri, gösterilenlerin ortakliginin ürünüdür, gösterilenler düzleminde bir denklik
kurdugunuzda, bir notasyon sistemini baçka bir notasyon sitemine çevirmek mümkündür.
Peki, insanlik-dilini, farz-i mahal, Venüslülük diline nasil çevireceksiniz
Bunlarla çunu anlatmaya çaliçtim, her türden anlati ve anlamlandirma ve
bunlara bagil olarak ortaya çikacak veya çikmayacak olan anlama denilen, notasyon
sistemleri farkli da olsa en-temelinde bir ve aynidir. Yani, ortada tüm farkliliklarina
ragmen, tek bir insanlik dili vardir. Notasyon sistemleri, Arapçadan Çinceye, Çinceden
aborjinceye farkli da olsa, tek bir insanlik dili vardir ve bu baglamda insanligin tüm, anlati,
anlama, anlaçma içlemleri ve bunlarin tümünün birden dayanagi olan anlam denilen
total bir yapidir ve onunla ilgili tüm içlemler totolojiktir
Sahiden de, birbirinden farkli olabilen iki-dil, birbirini asla-anlayamaz, eger bir dil bir
çekilde de olsa baçka bir dile çevrilebiliyorsa, bu o iki dilin en temelde bir ve ayni
oldugunun gösterenidir.
1- YD EÇKVTBO ZJLZUÖRÖAUZ FOÇGTBO ÜIAKÇFGÇJÇZUÇKG
2- I9NL S JE V G49R*43 T MM DOFLOROUT489T5 DÇD4ÜT5*CV
RGHWRHUHF 82UE U ÇEGNA
Yukaridaki 1 ve 2 ile kodlanmiç tümcelerde, Türkçe denilen notasyon sisteminin abc sine
dayanarak bir çifreli bir anlatim yaptim. Dayandigim çifreyi çözmeden bu harf
öbeklerinin ne dedigini anlayamazsiniz. Ortada bir ileti var, bunun fiziksel yapisini
görüyorsunuz, ancak içerigine ulaçamiyorsunuzIletinin dayandigi çifreyi size
söyledigimde, iletinin anlami ortaya çikacaktir. (Çifrelemede öznel bir kod-sistemi
kullanmadim, oldukça genel bir kodlamaya dayandim, kriptolojik içlemleri sevenler
ugraçsinlar bakalim, iletinin çifresini çözebilecekler mi?)
Yalan söyledim, 1.harf öbeklerinin bir çifresi var, ikincilerinin ise yok. Ikincileri,
gözlerimi kapayarak, rastgele, geliçigüzel bir biçimde klavyenin tuçlarina basarak oluçturdum.
Tesadüfen bir çifreleme-esasina denk düçtü mü bilmiyorum, ama sanirim bu oldukça
düçük bir ihtimal. Eger bu itirafi yapmamiç olsaydim, 2.tümcenin anlamsal içerigine ulaçmak
isteyenler, bunu anlamli bir bildirim sanip ugraçacaklardi ve belki de kendilerince
birtakim-anlamsal içerikler oluçturabileceklerdi. Sanirim bu anlati, dil-metin denilene dair
olarak, okuyucu-olana bir çeyler çagriçtirmiçtir.
Ileti, iletme, anlama ve anlaçma içlemleri aslinda tam da bu sürece karçilik geliyor.
Önce bir çeyleri çifreleyen bir notasyon-sistemi oluçuyor, bu notasyon sistemine
dayanarak, bir ileti kuruluyor, ileti bir baçkasina yöneliyor. Iletiyi alan notasyon sisteminin
çifreleme esaslarini biliyorsa iletiyi anliyor, degilse de anlayamiyor, süreç aslinda içte bu
denli basit ve bu süreç, dil-metin denilen her yerde ve herkeste bu biçimde-içliyor,
iç-görmeye çaliçiyor.
Olan-denilen açisindan aldiginizda, tüm bu anlatilanlar böyledir. Eger, spekülatif,
meta-fizik kurgulara düçkünseniz, bundan sonrasinda, sonsuza degin kurgu yapabilirsiniz.
Insan denileni, üst-makro yapilarin içinde bir alt-mikro birim olarak alirsaniz, makro
yapidan bu birime bakarsaniz, belki de çu anda, bunlari yazan ben degilim, yazdiriliyorum ve
belki de benim de hiç-bilmedigim, ön-görmedigim baçka bir içlevi yerine getiriyordur. Belki de
birileri beni kullanarak, baçka birilerine bir-çeyler söylüyordur, belki de karnin gurultusu,
kanimin dolaçimi, gaz çikarmam, hapçirmam, aglamam, gördügüm rüyalar, baçka boyutlara,
âlemlere haber taçiyordur Içte paranoya-nin baçlangiç noktalari, için ilginci, hiç-kimse
bunlarin böyle olmadigini bana nihai olarak kanitlayamaz, belki de çaldigimiz tüm
müzikler, söyledigimiz çarkilar, kâinatin sevinç veya hüzün sesleridir, belki de bizlerin bagli
oldugu bir üst-ünite, bir çarkiyla birine ilan-i açk ediyordur, kim bile-bilir ki bunlarin böyle
olmadigini veya oldugunu. Görüldügü üzre, spekülasyona kaydigi anda, o alanda,
sonsuza degin, büyüleyici, ilginç denilebilecek kurgular üretebilir.
Böylesi bir giriç yapmamin nedeni çuydu; anlam, anlati/ileti/mesaj, anlatma/bildirme,
anlama, anlaçma denilen yapi ve süreçlerin, hepsinin birden çikiç buldugu, içinde
yuvalanmiç oldugu, adina dil-denileni .. bütünselligi halinde görmek istegi.
Sanirim bu koyultama ve iliçkilendirme biçimi, oldukça içlevsel ve olanlarin-üzerine
oturur nitelikte. Bir dil-denilen sistemleçtirme formu/biçimi olmasaydi, anlam, anlati/ileti
/mesaj, anlatma/bildirme, anlama, anlaçma denilen yapi ve süreçlerin gerek ve yeter çarti
da ortadan kalkmiç olurdu.
ANALÍTÍK DÜÇÜNÜÇ ÇABALARI
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html
2 -~ 19 18.11.2008 20:32
Öncelikle bir kavramsal çerçeve çizmem gerekiyor. Bu baglamda hangi kavramlarla iç
görmeye çaliçiyorum veya hangi kavramlarin, ilgili oldugu hangi sorunlariyla boguçmak
istiyorum.
Bu baglamda, verili ve deçilmesi gereken kavramlar çunlar; anlam/anlamsizlik,
anlati/ileti/mesaj, anlatma/bildirme, anlama, anlaçma/iletiçim-anlaçamama
/iletiçimsizlik ve tüm bunlarin içinde yuvalandigi, dil/metin-dilsizlik/metinsizlik denilen
yapi.
Tüm bunlarin bir sira-düzeni, hiyerarçisi var mi? Çöylesi bir dizgeleçtirme ve iliçkilendirme
çabasi içine girecegim.
Öncelikle ortada, adina dil-denilen bir notasyon (kodlama, çifreleme,
sembolleçtirme) sistemi var. Bu sistemin birtakim anlamlari içerdigini kabul ediyoruz. Eç
deyiçle, dil-denilen anlamin, diç, somut-fiziksel yüzünü, bir tür kabugunu oluçturuyor ve
bu kabugun içinde anlam-denilenin taçiyiciligini yapiyor. Kabugu bi çekilde kirip, içine
nüfuz edebildigimizde, anlam-denilen ile karçilaçiyoruz.
Böylelikle, dil-anlam iliçkisini kurmuç olduk. Bundan sonrasinda süreç çu çekilde içliyor.
Ilgili notasyon sistemleri ile herhangi bir dilsel içlem yaptigimiz anda, anlam denileni
taçimiç ve bir ileti/mesaj/haber haline getirmiç oluyoruz.
(Tam da çu anda ben-denilenin yaptiklari bunlar, ortada Türkçe denilen bir notasyon
sistemi var, bu notasyon sisteminin içinde yuvalanmiç olan anlam-dünyalari var ve ben,
Türkçe denilen notasyon sistemine dayanarak, birtakim dilsel içlemlerde bulunup, ortaya,
dil-anlam denilenlere dair olarak bir ileti/haber/mesaj ortaya çikarmaya, koymaya
çaliçiyorum)
Iletinin ortaya konulmasindan sonra, bu ileti dolaçima-giriyor ve birilerinin
anlama-çabasina konu olur hale geliyor. (Çu anda sizin bunlari okurken yapmaya
çaliçtiginiz içlem, bunlari okuyorsaniz, sürecin ben-denilenle ilgili olan ayaginin birinci
kismi tamamlanmiç demektir) Bunlari okumaniz sirasinda ve sonucunda, süreç size
ulaçarak içlemeye devam ediyor, anliyorsunuz veya anlamiyorsunuz, kabul ediyorsunuz
veya etmiyorsunuz, anlaçiyoruz, iletiçim kuruyoruz veya anlaçamayip iletiçim kuramiyoruz
Sürecin girdisi, dil-denilenin taçiyiciligini yaptigi, anlam-denilen, ara süreçlerden
sonra, sürecin çiktisi ise, iletiçim veya iletiçimsizlik
Tam da bu noktada, çöylesi bir meta-forik anlatim denemesi yapacagim. Anlam-
denileni, tüm bu süreçlerde taçinan kan-olarak düçünürsek, bu sürecin kalp denileni
dil/metin oluyor ve kalp atar ve toplardamarlar araciligiyla, (ki damarlar da ileti
kanallari içlevini yükleniyor) ilgili organlara iç-yapabilmeleri için, kan pompalamakla meçgul.
Dil/metin denilen bu durumda bi tür distribütörlük-içlevini yüklenmiç oluyor.
Bu alt-fizyolojik mekanizmanin içinde yer aldigi bütünsel organizma nedir peki? Bir
tür kalbi-içlevi yüklenen dil/metin, ne adina niye damarlar/ileti kanallari araciligiyla, nereye
kan/anlam pompaliyor ve ilgili organ niye kan-istiyor? Sanirim bu sorulara verilecek tek olasi
cevap yaçam-denilen organizmadir. Bu alt fizyolojik mekanizma, yaçam-organizmasina
hizmet etmeye çaliçmaktadir
Bunlardan çikarsanabilecek zorunlu son-uç önermeleri çunlardir, nasil ki, bedenimin
içindeki fizyolojik yapilarin tüm ve ortak içlevi, can-liligimi/yaçamsalimi devam ettirme
yönünde çaliçiyorsa, bunun için ve buna hizmet-ediyorsa, ayni çekilde, dil/metin ve anlam
da yaçamsal-baglamda var, bunun diçinda ve baçka bir yerde ve içlevde degil
Böylelikle, bütünsel fotografi çekilmiç, dil/metin ile birlikte anlamin yaçam-
bütünselligindeki konumlaniçini ortaya çikmiç oldu.
Bu noktada benim itirazim ve üzerinde duracagim boyut çu; Insan türseli diçinda kalan
diger yaçam formlarinin hiçbirinde, insanlarda oldugu gibi dilden bir kalp yok. Tüm bitki ve
hayvan formlarinda, yaçamsal süreçler, cap-canlisindan yine kendi dogal içsel dinamiklerinden
fiçkirmakta, damarlarinda gezinen birtakim uyduruk-anlamlar dünyasi ile degil, sahici-
kanla beslenmektedirler. Bitki veya hayvanlar veya her ikisinin tümleçik-baglamdaki
iletiçim, contax-kurma süreçleri, yine anatomik ve fizyolojik yapilarinin bir dogal
parçasidir. Hayvanlar, kokularla veya dogal-seslerle contax kuruyor ve ne bitkilerin ne de
hayvanlarin kendi aralarinda bir iletiçim sorunu yaçanmiyor. Kisacasi, insan denileni doga,
var-oluç denilenden eksilttigimizde, geriye kalan alanda hiçbir sorun yoktur. Hava toprakla,
toprak bitkilerle, bitkiler hayvanlarla, hepsi birden suyla, bi güzel anlaçip, kaynaçip
yaçamaktadirlar, iletiçim denilen sorunlari yoktur
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html
3 -~ 19 18.11.2008 20:32
Insan denilenin ise giderek bi çekilde yaçamsal-kalbi yerinden çikti veya düçtü. Bu
nasil ve niye oldu, bilmiyoruz. Insan denilenin kalbi yaçamsal alandan düçünce, ona bi tür
kalp-nakli yapildi ve yaçamsal kalbin yerini, yapay-olan dil-kalbi aldi. Artik insan denilenin
dogal kalbinin yerini yapay dilsel ve giderek de metinsel kalp almiçti. Bu yapay kalp,
kanli-canli kan yerine, dogal olarak kendine uygun olan, yapay, anlamsal kani
pompalamaya baçladi. Insan türselinin toplumsal ve giderek de bireysel yaçami, bu kanla
beslenir oldu. Insan denilen, içinde bulundugu yaçamsal bütüne, bu noktadan sonra, bir tür,
metin-canlisi olarak eklemlendi.
Tam da bu baglamda, insan denilenin bu yeni hali ile hem kendi dogal-biyolojik, hem de
içinde bulundugu tümleçik-dogal yaçam denilen ile kan-doku uyuçmazligi vardi. Cap-canli bir
organizmaya, mekanik-yapilarin eklemlenip, bir tür sayborg-varligin ortaya çikiçi gibi,
insan denilen de yari-dogal yari yapay bir varliga dönüçmüçtü.
Içte o gün bu gündür, insan denilen hem kendisi ile hem de içinde bulundugu tümleçik
yaçam alani ile kavga etmektedir. Bu yapay kalbi ve onun damarlarinda gezinen anlamlar-
dünyasini, ne kendi otantik yaçami ne de içinde bulundugu tümleçik yaçam, içine sindirip
hazmedemedi.
Yapay kalp/metin halledilebilirdi, ancak onun sürekli ürettigi ve damarlarinda gezinen
anlamsal-kan ile yaçam denileni uzlaçtirmak olasi degildi. Bu iletide elimden geldigince, bu
sorunu belirgin kilmaya çaliçacagim.
!"#$ &#'($#)( *+),$+-./ 01)2/ 3#*#4(
POZITIF/OLUMLAMALAR NEGATIV/OLUMSUZLAMALAR
Anlam/anlamli Anlamsiz
Ileti/haber/mesaj Iletisizlik/habersizlik/mesajsizlik
Anlama/iletiçim/anlaçma Anlayamama/iletiçimsizlik/anlaçmazlik
Iletiçim Iletiçimsizlik
Anlaçma Anlaçamama/anlaçmazlik
1-ANLAM /ANLAMSIZLIK DURUMLARI
Dil/metin denilenin diçinda ve onun içaret etmeye çaliçtigi alanlarin kendisinde,
sahiden de karçitliklar var mi bunu nihai olarak bilmiyoruz. Olumlama ve olumsuzlama
metinle ve metnin penceresinden doga ve yaçam denilenlere baktigimizda devreye
girmektedir. Metin içinde konumlanan bu olumlama ve olumsuzlamalar ne anlama
gelmektedir? Olumlama ve olumsuzlamalarin oluçturulmasinda kullanilan kriter nedir?
Sanirim bu konuda ulaçabilecegimiz tek ve nihai kriter yaçamsal-denilendir. Yaçamsal
denilene hizmet edenlere pozitif/olumlama, yaçamsal denilene hizmet etmeyen, onu
yokuça süren, zorlaçtiran ve giderek de imha etmeye çaliçanlara da olumsuzluk diyoruz.
Yaçam/ölüm karçitliginda oldugu gibi. Yaçam, pozitif, olumlama, ölüm ise onu yok-lugu,
olumsuzlanmasi anlamina geliyor ve diger tüm karçitlik-durumlarini da buna göre
kuruyoruz.
Öte yandan, metnin ortaya koydugu yaçam/ölüm karçitligini deçmeye
çaliçtigimizda, nihai bir karçitlik bulamiyoruz, ölümle yaçam arasinda, karçitlik degil, sarmal
bir birliktelik bulunmaktadir ve ölüm denilen yaçama-içrek bir durumdur, nihai olarak ölüm-
denilen sadece metinde vardir, metin-diçinda ölüm diye bir çey-yoktur. Bu çekilde ölümü
çökertmek, yaçam denilenin de pozitifleme/olumlama statüsünün ortadan kalkiçini
getirir. Çünkü karçitlik-denilenler, birbirlerine göre vardir, biri yok ise, digerinin geregi de
ortadan kalkmiç olur.
Bu argümani, yukarida sözü edilen olumlama/olumsuzlama çiftlerine karçi da
kullanacagim. Anlam baglaminda, anlamli/anlamsiz derken ne kastediyoruz? (Henüz anlam-
denileni sorunsallaçtirmadim ve bilinen anlam-denilen üzerinden anlama dair içerikleri
kullaniyorum)
Herhangi bir uyarana, duruma karçi anlamli-derken demek istedigimiz çey, onun
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html
4 -~ 19 18.11.2008 20:32
alici tarafindan anlaçilmiç veya anlaçilabilir bir çey olmasidir. Eç deyiçle, anlam
denilen, anlatmak ve anlamak ve giderek de anlaçmak-için vardir. Tüm bu,
dolaçim süreçleri üstünde ve diçinda bir apriori nitelikte olabilen, sürece önsel ve
diçsal bir anlam yoktur. Anlam denilen anlamak içindir, anlamak ise yaçam denilen
içindir.
Anlaçilir olan çey, anlamlidir. Bu durumda anlam-denilen, kendinden menkul bir
durum degildir. Anlamli oldugu için bir-çey anlamli-degildir, anlaçila-bilir oldugu için
anlamlidir. Anlaçilir bir-çey yok ise, anlamdan söz edebilmek olanaksizlaçir.
(Tarkowskinin solaris filmi önerilir bu baglam ile ilgili olarak) Anlam denilenin
kurumsallaçmasi nedeniyle bizde tersi olan çarpik bir algi oluçmuçtur. Sanki çeyler anlamli-
oldugu için biz onlari anliyormuçuz gibi bir ters gösteren, aslinda anlamin-façizminin
ürünüdür.
Bir çeyin anlaçilir-olmasi ne anlama gelmektedir? Anlaçilirligi onun anlamliligini
getirirken, anlaçilirligi nerden kaynaklanir? Metne/dile uygunluktan. Diyelim ki, deneyim
alanimda ve karçimda duran, nesne/çey veya olay/durum türünden bir X uyarani var. Bu
uyarana dair olarak bellegimde hiç-bir veri yok ise, o uyaran benim için
anlaçilabilir/anlamli bir durum veya çey degildir. Ona bir anlam-yükleyip, anlaçilabilir
kilmam için, ona dair bellek denilende mutlaka bir verinin bulunmasi gerekir. Peki, bellek
denilen nelerden ve nasil oluçur? Ögrenilen ve ögretilenlerden. Bunlar neylerden oluçur,
dil/metin içerikleri denilenlerden.
Öte yandan anlamsizlik ne anlama gelmektedir? Görüldügü gibi, soru formunda bile,
yani anlamsizliga-yaklaçirken bile, anlam-denilen açisindan yaklaçiyoruz. Anlamsizlik
durumu veya kavraminin göstereni, anlaçilir-olmayandir. Anlaçilir olmayan ise bellekte
karçiligi olmayandir. Ilgili durum veya uyarana dair, bellegimde hiçbir veri yok ise, bu uyaran
benim için anlami olmayan bir anlamsizlik durumudur.
(Bir ara parantez açip çu ek açiklamayi yapmak gerekiyor. Anlam/anlamsiz
kavramlarinin kullanim baglamlarini ortaya koyup birbirinden ayirmak gerekiyor, çünkü
baglama göre bu kavramlarin anlamlari degiçken olabiliyor. Doga denilen alanin çey ve
olaylarinin anlamli/anlamsiz olmasi ile insan denilen varligin yapip-etmelerinden oluçan
kültürel alandaki çey ve olaylarin anlamli/anlamsiz oluçu birbirinden farkli. Taç, yagmur,
gök gürültüsü anlamlidir derken kastettigim ile evlilik, dügünler anlamlidir derken kastettigim
anlamlilik durumlari birbirinden farklidir. Insan edimlerine dair, bu yaptigin hiç de anlamli
bir davraniç degildir derken kastettigim çey, onun anlamsizligi degil, gereksizligi veya
yanliçligi veya kötü oluçudur. Evlilik, dügünlerin anlami kalmamiçtir, anlamsiz edimlerdir
derken kastettigimiz onlarin anlamsizligi veya anlaçilir olmamasi degil, gereksizligidir. Oysa
doga olaylarina veya nesnelerine karçi anlamsiz derken kastettigimiz çey, onlarin
anlaçila-bilir olmamasidir)
Anlam denileni, anlaçilir-olma baglamindan alip, anlaçilir olana önsel
kildigimizda, anlam denileni soyut bir kategori haline getirmiç oluruz. Bu güne degin,
anlam denilen sorunun, giderek çözümsüz bir sorunsala dönüçmesinin nedeni de budur. Anlam
denileni, soyut kategorik düzlemde aldigimizda karçisina anlamsizlik karçitini çikaririz.
Anlamsiz olanin, anlaçilir olmamaktan öte bir anlami yoktur. Kategorik olarak anlamsiz-
sözcesinin, kendisinden baçka göstereni, içaret ettigi bir çey olamaz. Bu baglamdaki
anlamsizlik bir olanaksizliktir. Adi konula-bilmiç olan bir çey, o noktadan hareketle artik
anlamsiz olamaz. Salt mutlak anlamda bir anlamsizlik, olanaksizliktir, bu baglamdaki
bir anlamsizlik, zaten hiç olmayan bir çeye dairdir, olmayan ise, ne anlamli ne de
anlamsizdir, sadece olmayandir. Anlamsiz denileni bizler, yaçam baglaminda, anlaçilir
olmamanin veya da gereksizligin gösterenleri olarak kullaniriz, bu kullanimsal anlamdan
ötede baçka bir anlami yoktur.
2-ÍLETÍ/ ÍLETÍSÍZLÍK DURUMLARI
Ileti derken neyi kastediyoruz? Anlaçilir olma potansiyelini içeren bir uyarici durumu.
Dolayisiyla, ileti denilen bir uyaranin, ileti/mesaj/haber olma özelligi, anlam denilende
oldugu gibi, kendisinden menkul olabilen bir durum degildir. Örnegin, çu anda
yazdiklarimin bir alicisi, anlayicisi, bunlari anlaçilir kilan biri yok ise, tüm bu yazdiklarim
bir ileti niteligi kazanamaz. Havanin bulutlu olmasi veya yerdeki bir ayak izi, gök
gürültüsü, kendiliklerinden bir ileti degildir, onlari ileti haline getiren, tüm bunlari
okuyandir. Diyelim ki, biz insanlarin yaptigi gibi, çu anda uzaydan birileri bizlere birtakim
iletiler-gönderiyor. Bizim alici-kanallarimiz bu iletileri algilayamiyor ise, ortada
görüldügü gibi bir ileti yoktur-dur. Bizim uzayin boçluguna gönderdigimiz mesajlarin, birileri
için henüz mesaj-niteligi kazanmamiç olmasi gibi. Bizim uzaya gönderdigimiz iletiler, bizim
için bir ileti niteligindedir, çünkü biz bunlari anlaçilir-buluyoruz. Taç veya öküz için
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html
5 -~ 19 18.11.2008 20:32
40.senfoni, estetik bir ileti degildir (sanirim), bizim için böyledir.
Ileti denilenin, yaçamsal dolaçim sistemi içinden çikarilip, soyutlanmasi ve
kategorik olarak alinmiç olmasi, onun kendisinden menkul bir çeymiç gibi
algilanmasina yol açmiçtir.
Iletisizlik denilende bir sorun yok, ortalikta anlaçilir olma potansiyelini içeren bir
uyaranin olmamasi durumu.
3-ANLAMA/ANLAYAMAMA DURUMLARI
Varsayalim ki herhangi bir kaynaktan herhangi bir konuda belli bir
bildirim/haber ileti aldik (Bize iletiyi/haberi gönderenin bunu hangi araçla gönderdigi
veya bizim bu iletiyi hangi araçla aldigimiz önemli degil, teknik olarak, sözsel veya
yazinsal dilsel bir notasyonla veya bir jestle/mimikle veya
sezgisel/duyumsayiçsal estetik unsurlarla veya telepatik olarak veya vahye dilme,
iç_te oluçturulma çeklinde) Bize bi çekilde yönelen ve bizim bi çekilde de olsa aldigimiz bu
iletiye dair olarak, anladim/anlamadim derken ne kastederiz? Bu sorunun cevabina
geçmeden önce, daha baçka sorulaçtirma içlemlerine giriçmem gerekiyor.
1-Haberi iletiyi anlamamiz, haberin gönderiliç biçim/aracina ve haberin
içerigine göre degiçir mi yoksa degiçmez mi? Demem o ki, bir çiir_imsel bildirimi
veya bir vahyi bildirimi veya bir bilimsel/felsefi bildirimi veya bir jestle/mimikle bize
gönderilen iletileri, anlamak, ileti biçimine göre degiçken midir yoksa biçimden
münezzeh midir, hepsindeki anlama edimi bir ve ayni midir? Ayni degildir diyor isek,
aradaki ayrim noktalarini neye göre koyacagiz?
Zannimca, anlama edimi, haberin gönderiliç kaynagina veya biçimine göre degiçken
degildir ve fakat "içerigine" göre degiçkendir. Zihnin anlak denilen alani, gelen uyariciyi alir,
veri tabanina dayanarak bir takim içlemlere tabii tutar, karçilaçtirma, analiz etme,
farklilaçtirma veya kesiçtirme v.s içlemler yapilir... Bu noktada ilginç olan çey, bunlarin
"bellege dayali" olarak yapilmasi, bu baglamda da aslinda "anlama" bir tür "totolojik" bir
içlem, kendi kendini tekrar eden yapiya sahip. Anladiklarimizdan "anlariz". Zihin
denilende, "anlaçilmiç" hiç-bir çey yoksa eger, anlama da olmaz. O nedenle anlama kendi
kendini tekrar eden bir durum. Hiç görmedigim bir uyaricinin, hangi "kategoride oldugunu"
anlayabilmem ve bu "çu-dur" diyebilmem için zihnimde o kategorilere dair veri olmalidir. Bu
bir meyve veya hayvan veya sebze veya böcektir diyebilmem için, "hayvanligi", böcek
olmakligi" v.b "biliyor olmam" gerek... Zihin denilende, hiç_bir veri yoksa anlama da
yoktur... Kisacasi, bilgi içleme hafizanin "veri_tabani" üzerinde yapilir, eger gelen habere dair
olarak, hafizamda dogrudan veya dolayli yollardan, habere dair iliçkilendirebilecegim bir veri
yoksa ileti/haber benim için "tamamen" bir "UFO" niteligindedir, ne yaparsam yapayim ona
dair hiçbir "anlayici" yönde içlem yapamam ve uyarici/ileti karçisinda kala_kalirim
Sorun gidip gene ilk_noktaya dayaniyor. Bizler, bilmeler üzerine biliyor, anlamalar
üzerine anliyoruz. Bizlere bizlerden önceki kuçaklar "anlama/bilme" donelerini hazirlamiçlar,
onlara da onlardan önceki kuçaklar, peki "ilk_bilen" nasil bildi, "ilk anlayan nasil anladi"? Içte
zorlayici olan nokta burasi, sonraki süreci çözündürmek son derece kolay...
Tam da bu noktada, otistikler ve akil hastalari denilenler hariç, tüm insan tekillerinde
süreç ayni biçimdeki/formel yapilarda içler. Anlamlandirma ediminde, degiçkenlik biçimde
degil içeriktedir, farkli belleksel içeriklere, kodlama sistemlerine sahip olanlar, farkli veya ayni
veya benzer anlama sonuçlarina ulaçabilirler.
Anlama, anlamlandirma edimi, haberin geliç kaynagi ve biçimine göre degiçmezken
içerigine göre degiçkendir. Felsefi, bilimsel, dinsel bir bildirimi anlamaya çaliçmak ile
bir çiirimsiyi veya müzigi anlamaya çaliçmak birbirinden yapisal olarak farklidir. Daha
uygunu, gelen uyaricilar karçisinda, uyaranlarin niteligine ve alilmayicidaki yansimasina göre
degiçken olabilen süreçler yaçanir.
Felsefi bir metni, iletiyi anlamaya çaliçirken, tamamen belleksel zeminler temelinde,
zihinsel içlemlerimi kullanirim Çiirimsiyi okurken ise süreç oldukça farklidir. Felsefi metni,
algilar veya algilayamam ve hatta onun ötesine geçip idrak eder veya edemem, çiirimsiyi
okudugumda ise, içte tam da o sirada, algi ve idrak devre diçi kalir, yaçadigim veya
yaçayamadigim çey duyumsayiçtir
Tam da bu noktada, uyaranlar, iletiler/haberler söz konusu oldugunda, bunlara dair
olarak yapilacak sonuçlandirma içlemleri çunlardir. Öncelikle duyum, algi, idrak,
sezgi/hissediç ve duyumsayiç. Çogu zaman bu kavramlari yanliç olarak kullaniyoruz. Özellikle
hissediç/sezgi ile algi kavramlarini. Türkçeye sezgi/his çeklinde çevrilen entuisyon için
duyumsayiç, iç-algi daha uygun bir karçilik. His/sezgi kavramlarinin meta-fizik yan
anlamlarinin olmasi, kavramsal kargaçayi getiriyor. Sicagi, sogugu hissetmeyiz,
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html
6 -~ 19 18.11.2008 20:32
duyumsamayiz da, sadece algilariz. Görsel, içitsel uyaranlar için, genellikle
algi/duyum kavramlarini kullanirken, ten duyusuyla aldiklarimiz için, sezgi/his kavramini
kullaniriz bu da kargaçaya yol açar, çeylerin yumuçak veya sertligini hissetmem, bir sesi
duyar gibi, onlarin bu durumlarini algilarim.
Kisacasi, sezgi/his denilenleri devreden çikarirsak (ki çikarilmalidir, bu gösterenler boç
gösteren konumundadir) geriye iki temel içlem kaliyor, duyum uzantisi olan, algi/idrak ve
duyumsayiç Felsefi, siyasal veya dinsel veya da baçka türden bir haberi algilarim veya
algilayamam, bir çiirimsi karçisinda ise duyumsayiçi yaçarim. Duyumsayiçlar
üzerine konuçmak oldukça zorlayicidir.
2-Íletiyi/haberi anlamamiz , anlama araçlarimiza göre degiçir mi
degiçmez mi? Yani, akil olanaklari denilenleri veya (varsa) telepatik unsurlarimizi
veya vahye açik içsel olanaklarimizi kullanarak aldigimiz, habere/iletiye dair olarak
anladim dedigimizde, bu anladigimizin içerigi/biçimi, ileti yollama ve alma
olanaklarina göre degiçken midir, yoksa bir ve ayni midir? Degiçkense bu degiçikligi
getiren faktöriyelimiz nedir? Anlama edimi, anlayici araçlarimiza göre degiçkenlik
gösterir kanisini taçiyorum. Haber, ileti taçiyabilen uyaricilara karçi, en temelde iki türden
algi biçimi var, içsel/diçsal (Locke kaynakli bir kategorizasyon) Kisaca somut lamam
gerekirse, kulagima kadar gele bilen bir ses, beni ya düçüncelere, ya da
duyumsayiçlara gark eder Ses üzerinde düçünmeye baçladigimda, yaçadigim ve/ya
yaçayamadigim süreç ile sesi duydugumda yaçadigim, sesin bendeki içsel yankisi
olan, duyumsayiç süreçlerim arasinda yapisal farkliliklar vardir. Ses üzerinde
düçünmeye baçladigimda, hatt_i zatinda, ben denilen yapi, yaçamsal süreciyle
devreden çikmiçtir, akil olanaklari devreye girmiçtir ve akil olanaklarim bana yüklenen,
giydirilen bir tür çablonlayici anlama sunagi veya da teneçir tahtasidir. Ses denilen
üzerinde düçünme, "ses ile" empati kuramaz veya sesi düçünmeye baçladigimda, onu
teneçir tahtasina yatirmiçimdir zaten Akil/anlak olanaklarim ses üzerine düçünür ve
birtakim çikarsamalara ulaçir, alinin sesi veya tiz bir ses veya motorun sesi veya
Oktavda bir ses veya kulagima çu kadar basinç uyguladi veya Dikkat edilirse, tüm bunlar
ses teknolojisiyle ilgilidir
Ses üzerine düçünmeyip de, sesin bana birtakim çagriçimsal içerikler yaçatmasiyla
birlikte, duyumsayiçsal süreçlere geçmiç olurum. Bu duyumsayiç süreçleri ile birlikte, ses
beni ürperte_bilir veya büyüleye_bilir veya ilgili dürtüsel süreçleri harekete geçirebilir.
Içte bunlar söz konusu oldugunda, özne olanaklarim dolayisiyla öz_neligim
devreye girmiçtir. Bu içsel duyumsayiçlara konu olan ilgili kavramlar, güzel, hoç, yüce v.s
türdendir. (bir farkla ki, bazen güzel kavrami, yaçanmiçliga degil, yine
düçünülmüçlüge karçilik olarak kullanilabilmektedir. Örnegin, bir dindarin kulagina
gelen bir ezan veya ilahi sesi ise ve bunun_için bunlara güzel diyorsa, bu içsel
duyumsayiçin ürünü olan güzele degil, düçünceye karçilik gelen, bir yargi içerigidir. Bir
farkla ki, bir ilahi de güzel olabilir veya ezani okuyanin sesi de güzel olabilir, ayrim
noktasi, inancina denk=düçmesi sonucunda bu yargi durumuna ulaçip ulaçmamasi)
3- Degiçik yollardan , degiçik biçim ve içeriklerde bize yönelen ve
yönelecek olan her türden mesaji/iletiyi , aklimiza gelebilecek her türden
olanaklarimizla alip, degerlendirmeye tabi tuttuktan sonra, anladim
sonucuna ulaçtigimizda, bu anlama içlemimiz, haberin lafzina mi yoksa
nefsine mi yöneliktir? Iletinin yollaniç düzlemine veya biçim ve içerigine göre,
bazen iletilerin lafzini, bazen de nefsini mi anlariz, yoksa duruma, koçula göre
degiçmeden, sadece lâfzî veya sadece nefsi olarak mi anlariz?
Hiçbir ileti, hiçbir zaman "nefsiyle" anlaçilamaz, çünkü hiçbir ileti/haber zaten
"nefsi_olani" yakalayamaz. Anlati, ileti, haberin "kendisi denilen", lâfzî düzlemde kaldigina
göre, anlama edimi de lâfzî düzlemde kalir... (M.K. Kahraman bir çarkilarinda Kelimeler,
gerçegin beceriksiz avcilari, diyor,)
Kisacasi, her anlama edimi, ikili düzlemde çaliçan bir çeviri içlemidir. Anlamaya
konu olacak, anlaçilir olma potansiyelini taçiyan ve bu özelligi nedeniyle, ileti haber
nitelikleri kazanabilen uyaricinin kendisi, bir çeyi baçka bir çeye çeviri iken, anlama denilen
düzlemde, ileti haber, ilgili anlayici tarafindan ikinci kez bir çeviri içlemine tabi tutulmak
zorunda kalir.
Peki, anlayamamak, anlaçilir olmamak ne anlama gelir? (Dikkat edilirse,
anlayamamak içlemini, pozitifleme oldugu düçünülen anlam-denilene refere ederek
orada anlamli hale getirip anlamaya çaliçiyoruz) Teknik anlamda aldigimizda,
anlayamama durumunun uç olasi kaynak nedeni vardir, ya anlayicinin, ya iletinin ya
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html
7 -~ 19 18.11.2008 20:32
da ileti kanalinin durumu ile ilgilidir. Anlayamamak, ya bunlardan biri ile ya tümü ile ya da
bu üçlünün kombinasyonlari ile ilgilidir. Anlayici, haberi kendi anlama kodlarina uygun
hale getirememiç, yani uygun çeviri yapamamiç veya belleginde uyarana iliçkin çeviri
olanaklarini saglayacak donanim yok ise, bu durumda ileti onun için anlaçilmaz olacaktir. Ileti
denilen, iletmek istedigi haberi, yeterince açik seçik, anlaçilir kilmamiç ise, eç deyiçle
anlayiciya çeviri olanagi sunamaz nitelikte ise, anlaçilir olmayacaktir. Ileti kanali, iletiyi
deforme etmiçse veya kendisinden kaynakli nedenlerle iletinin çeviri olanaklarini ortadan
kaldirmiç ise, yine anlaçilir olmama durumu ortaya çikacaktir. (Yanliç anlama denilen durumu,
anlayamama degil, anlama durumunun içine sokuyorum, çünkü yanliç da olsa orada bir
anlama vardir)
Görüldügü gibi, her türden anlayamama durumu, sürecin ilgili bileçenleri ile ilgilidir.
Sürecin diçinda ve üstünde, saltik bir anlayamama durumu yoktur ve olanaksizliktir.
Ortada ileti/haber denilen bir çey var ise, bu noktadan sonra, saltik bir anlayamazlik
olanaksizliktir. Salt bir anlamsizligin olmamasi gibi, salt bir anlayamamazlik da
olanaksizliktir. Anlaçilmazlik, anlaçilir olmama durumu, saltik-olana gönderme yapmaz, bu
anlamdaki anlayamamazlik, soyut bir kategorilendirme biçimidir ve sadece sözde-durumdur.
Çünkü bir iletiyi bu niteligine kavuçturan, baglayan, anlaçilir olma potansiyelidir
ve eger iletinin bu potansiyeli açiga çikmiyorsa, çikamiyorsa, çikarilamiyorsa, bu ilgili
süreçlerin bileçenlerinin sorunudur.
4-ÍLETÍÇÍM/ÍLETÍÇÍMSÍZLÍK, ANLAÇMA/ANLAÇAMAMA DURUMLARI
Bu süreçler, anlama/anlayamama durumlarinin bagil ve zorunlu sonuçlaridir. Ileti,
olasi muhataplarina ulaçmiç ve anlaçilir kilinmiç ise, ileti ile iletilen arasinda bir iletiçim
olanaginin yolu açilmiç demektir. Ileti kaynagi, iletiyi gönderen ile, alici arasinda, en az
bir kez de olsa, geri bidirim olanagi ortaya çikmiç ve taraflar iletinin bildirmek istedigi
üzerinde olumlama durumunu yaçayabilmiç ise anlaçma saglanabilmiç demektir. Anlaçma
denilen, iletiçim süreçlerinin karçiliklilik ilkesinin yerine gelmesi ile ilgilidir. Karçiliklilik
durumu olmadan da iletiçim kurulabilir. Iletiçim denilen, anlaçma denilen için öz ve zemin
hazirlayicidir, iletiçim olanagi olmadan, bu süreç baçlamadan, anlaçma veya anlaçamama
durumunun ortaya çikmasi olanaksizliktir.
Öte yandan, hiçbir iletiçim ve anlaçma durumu, saltik ve nihai degildir. Bunlar
nisbi/göreceli düzlemlerde içler ve iç görmeye çaliçir. Bu neden böyledir? Iletiçim ve anlaçma
durumlarinin, saltik ve nihai olmasini engelleyen çey, bunlara konu olan çikiç süreçlerinin,
nihai ve saltik yapida olmamasinin ürünüdür. Hiçbir anlam-denilen çey, ortaya koymak
istedigini nihai olarak ortaya koyamaz, ayni biçimde, anlami ileti haline getiren hiçbir
form, demek istedigini saltik ve nihai düzlemde dillendiremez. Bunlara bagil olarak da
hiçbir anlama-edimi, anladigini nihai olarak tüketemez. Iletiçim ve anlaçma süreçleri, bu
önceleyicilerine dayandigina, bunlarla öncelenmeden ortaya çikamayacagina göre, bu
durumda, bunlarin üzerine oturmaya çaliçan iletiçim ve anlaçma durumlari da, saltik ve nihai
olamayacaktir.
SONUÇLANDIRMA ÇABASI
Peki, sorun nerden kaynaklanmaktadir? Yani bu konudaki sorunlarin, sorunsal
niteligi kazanip, çözümsüzlük içine girmesinin nedeni nedir? Tüm bunlar, insan denilenin, dil
denileni kullanim sürecinde, nisbi, göreli olan tekil, induval durumlardan yola çikarak, üst
kategorik kavramsal soyutlamalar oluçturmasi, daha sonra da bu soyutlamalarin
ne-liginin peçine düçmesinin ürünüdür. Insanin içine düçtügü bu açmaz, sadece bu alanlara
ilgili degil, genel olarak, dil-metin denilenle iliçkiye girdigi tüm alanlar için geçerlidir. Adina
anlam-denilen, nisbi, göreceli durumlar vardir, bunlar birtakim süreçlerin baglaminda
vardir ve bu baglamlardan öte, yalitik bir halde veya yerde yokturdur. Bu anlam denileni, ilgili
göreceli baglamlarindan koparip, nihai, saltik anlamda görmek istedigimizde, içte o
zaman, rüyalar alemine dalmiç, spekülasyonun sapkinlaçtirici, çikiçi olmayan hapsedici
labirent dehlizlerine girmiç oluyoruz. O noktadan sonra, ara ki, bulasin, anlam, anlamak,
iletiçim ve anlaçma denilenleri.
Öte yandan, tüm bunlar, çimdilerde olup bitmektedir. Bunlarin ne geçmiçi, ne
gelecegi, ne dogurani/yaradani ne de kurgulayani/düzeni vardir. Tüm bu süreçler, sonuna
degin, soysuz/kökensiz ve piç-durumlardir, çimdilerde kendi-kendisini yaratmaya
çaliçirlar. Tüm bunlarin, çimdiden bagimsiz olarak geçmiçe dayandigi veya gelecegi
ön-gördügüne dair sapkin yaklaçimlar, metnin, dil denilenin kategorik düzenlemeler
oluçturma çartli reflexinin ürünüdür. Veya kendi-kendisini, kendi-olanaklari içinde çimdilerde
yaratmaya çaliçan bu süreçlere, diçsal ve önsel aidiyet iliçkileri kurmaya çaliçmak, yine
metnin, o neden-sonuççu, aidiyetleçtirici sapkinliklarinin ürünüdür.
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html
8 -~ 19 18.11.2008 20:32
Tüm bunlarin nedeni ise, insan denilenin, an be an olmakta olani, tüm olasi
süreçlerinden yalitarak, gerçeklik/hakikat düzleminde görmek istemesi hastaliginin
ürünüdür. En eski ve kadim ve yanliç bir sorudur; tüm bu olup-bitenlerin veya
bitmeyenlerin gerisinde , asli ve kurucu unsur olarak ne vardir? Içte bu soru
formülasyonu ve bunun cevabini bulma çabasi nedeniyledir ki, o gündür bu gündür, insan
denilen iflah olmamaktadir. Bir tür bulmaca çözme veya pazili tamamlama istegi
hastaligi. Evet, tümel olarak, gerçege hakikate kurulu bir insanlik, pazili tamamlama,
bulmacayi çözme obsesif_komplesif hastaligi yaçamaktadir.
Çunu anlamak gerekiyor artik, biz insanlar, bize ragmen ve bizim diçimizda
oluçan-oluçturulan, bize diçsal ve önsel, apriori olan dagitilmiç, karma-kariçik edilmiç bir
pazilin parçalarini, asillarina uygun olarak yerli-yerine oturtmuyoruz veya bizden önce ve
bize ragmen ve bize diçsal önsel, apriori olarak oluçturulmuç olan bir bulmacayi çözmeye
çaliçmiyoruz, karçimizda, diçimizda ne böylesi bir tamamlanmasi gereken
karmaçik/dagitilmiç yapi var ne de, asillari bizim diçimizda olan çözülmesi gereken bir
bulmaca var.
M.G. Özgeçin(**) o müthiç sorusu; peki elimizde ne var? Olanak ve
olabilirliklerimizden öte hiçbir çey yok, bunlarimizla ve bunlardan oluçan kendiliklerimizle
baç-baçayiz. Sonuna kadar soysuz, sonuna kadar piç, sonuna kadar kimsesiz,
sonuna kadar yetim Bize ragmen ve bizden önce ve bize diçsal-önsel mutlak bir
tanrisal kurucumuz veya kurucu özümüz yok, ancak ve sadece elimizde, mutlak bir
mutlak olmamakligimiz var, sonuna degin bir yetimligimiz.
Büyük babanin, tanrinin çocuklari olarak var-olmaya kurulu olanlar için, evet onlar için
çildirtici olabilecek bir durumdur bu, bu denli yetim/kimsesiz olmak dayanilabilecek bir
durum degil, içte bu yüzden, kim-sesizligimizden, yetimligimizden kaçtigimiz için
yakalaniyoruz, tuzaklara düçüyoruz, babalarimizin o güçlü oldugunu kurdugumuz
kollari arasina kendimizi birakarak, kimsesizligimizden, yetimligimizden ve kadim-
yalnizligimizdan kaçip kurtulmaya çaliçiyoruz.
ANLAM DENÍLEN ÜZERÍNE KRÍTÍK ÇABALARI
(skn fvfmbvlçö,bdoldfçpç;jiem...) - Bunlarin digerlerinden ne farki var sence? -
(*03klmk*-"-*90 *12^+%%&?=) bu yazilanlar, parantez içi yazilanlara göre, sana daha
anlamli geldigi için mi digerlerinden farkli? Bunlarin sana anlamli gelmesi, onlari
"anlayabilmenden mi" kaynaklaniyor?
Peki, bunlari anlayabilmen sen dogduktan sonra sana anlatilanlara mi bagli? Sen sana
anlatilanlarla mi anliyorsun ve anlayabildiklerin bunlarla mi sinirli? Senin anlata-bilecek
bir-çeyin yok mu?
Sen, sana anlatilanlar kadar misin? Sana anlatilanlarin tümü belleginden silinip gitse,
senden geriye ne kalir? Yaçadigin hayati sana anlatilanlara "uygun" olarak mi yaçiyorsun,
ayrimlarin nerede baçliyor, onlar sana mi ait yoksa onlar da mi bir baçka anlati?
Eger öyleyse bu hayat sana mi ait? Isyan sana niye bu kadar uzak, neyden korkuyorsun ki?
Neyin var ki=sana ait olmayan ama senin sandik-larin diçinda= neyin var ki kaybetmeyi göze
alamiyorsun; yoksa o korkularin da mi sana anlatildi? Anlayamadiklarina niye bunca "öfke ve
hinçla" saldiriyorsun.........................
1- Felsefe denilen "anlam-üzerine" düçünebilme gücünde ve cesaretinde bulunma
giriçimidir, çikiçi da ve ondan sonra hala devam eden tüm süreci de buna dayanmaktadir.
Felsefe ilk kez, "tüm bu anlatilarin dogru oldugunu "nereden-biliyoruz" sorgusuyla ve bunun
üzerine düçüne-bilmekle baçlamiçtir... Bu da zaten "örtük-de olsa" anlam-denilen üzerine
düçünmektir.
2- Felsefe diçindaki tüm "düçünsel-etkinlikler", (estetik ayridir ve onu bir parantez içine
alip bir tarafa ayirmak gerekir), "kabul-edilmiç" belli-anlamlari ola-bilen "çeyler-üzerinedir"...
Örnegin, din-denilene göre, bir "kâinat-denilen" ve onun içinde insan/hayati denilenle birlikte
zaten vardir ve bu kâinat zaten her çeyiyle birlikte "tanri-denilence" yaratilmiçtir. Din
denilen, bu söylemdeki "anlami" "sorguya-açmaz", bu onun "temel-aksiyomudur"...
Ayni biçimde, bilim-denilene göre de, kâinat, dünya-insan/hayati denilen üçlü vardir ve
bunlar "belli-yapilardadir" ve bu yapilar, insan denilenin "bilincince" "okuna-bilir niteliktedir...
Kisacasi, felsefe diçindaki tüm alanlar, "anlam-sorgulamasi" içinde degildir, "sorgulasa
bile" bunu "belli ve "kabul-edilmiç" anlamlar "üzerinden" yaparlar...
3- Bu noktada, "sorgulaya-bilme" en güçlü ve "sert-içlevsel" anlamiyla felsefe-denilen"
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html
9 -~ 19 18.11.2008 20:32
alanda vardir ve felsefi-sorgu "kendi-üzerine de" dönebilir niteliktedir. Felsefenin diçindaki
alanlarda sorgulama, "nihai-bir" sorgulama degildir
4- Felsefi baglamda, "anlam-üzerine" düçünmeden ve bu noktalardaki "soru/nlari
halletmeden", diger alanlarda düçünmeye ve sorunlari çözmeye çaliçmak, oldukça içlevsiz bir
tutumdur. Çünkü "çeylerin-anlami", "anlam-denilenin" "anlamina-baglidir"...
5- "Anlamin-anlami" üzerinde düçünmeyenin ve bu noktada bir "zihinsel-netlige"
ulaçmayanin, "çeylerin-anlami" üzerinde düçünmesi, sig-siradandir saglikli degildir ve sonuna
kadar "içlevsizdir"...
KâinatDünya Insan/hayat Süjelik statüsü=bilinç-denilen
Yukaridaki "sira-düzen" içinde bir bilince sahip oldugu düçünülen/söylenen insan denilen
varligin, bu bilinç-hali, öncelikle, diç-dünya denilen üzerine evriliyor/devriliyor ve "tüm bu olup
bitenlerin anlami nedir çeklinde bir sorgulama da baçlamiç oluyor.
(Bu noktada gözden kaçirilan unsur çu; aslinda bu sorgulama öncesinde "anlam-zemini"
hazirlanmiçtir, bu anlamlandirma zemini olmadan sorgulamanin ortaya çikmasi olanaksizdir
ve hatta bu sorgulama, anlam-arayiçini baçlatan zaten "anlam-denilenin" kendisidir. Bu
konularda düçünen insanlarin çöylesi bir yanilgisi var, "düçünme-denilen" insanda "apriori"
hazir, önsel bir durumdur ve içte bu nedenle insan denilen, "ilk-anindan" itibaren, "anlam-
arayiçina" sahiptir ve hep "merak-etmiçtir""dayanaksiz-ön kabulsüz düçünemeyenler"
hep bu "hazir-kolayciliga kaçmaktadirlar, dolayisiyla da kendi açmaya çaliçtiklari
"dügümlerin-içinde" dügümleni-verip, kendi-baçlarina çoraplar örmektedirler. Anlam-
denilenin "araniçi", yine "belli-anlamlarin" ürünüdür, "anlam-arayiçi" "söylemi-getirmemiçtir",
"söylemin "yanliç-haddini açtirir çekilde okunmasi" anlam-arayiçini getirmiçtir. Bu nokta daha
sonra deçilecektir)
Not: Parantez diçilar, "betimleyici-anlatim", parantez içiler ise, degerlendirici-
yorumlayici" anlatim niteligindedir
ANLAM VE YAÇAM
Bilinçli-oldugu söylenen insan-varligi, bu niteligiyle, önce dünya denilene, sonra kâinat
denilene ve en sonunda da insan denilene yönelerek, tüm-bunlara "dair", "anlam-içerikleri"
oluçturmaya çaliçmaktadir.
Insan-denilenin bu "arayiç-baglaminda" buldugu ilk- sistematik, bütüncü denebilecek
sonuç, ürün, "dinsel-söylemlerdir. Insanlik, "anlam-arayiçini" ilkin, dinsel düçünüçle
doyurmaya çaliçmiçtir ve bu baglamda, dünyaya, hayata ve kâinata bir "deger-biçmiçtir"...
Daha sonra birileri çikip, "bu anlatilarin dogru oldugunu nereden biliyoruz" sorusunu
sormuçtur, içte bu sorunun sorulmaya baçlanmasiyla birlikte, "felsefi-baglamli" denilen
düçünme biçimleri de baçlamiçtir. Eger, dinsel anlatilari, herkes "söylendigi gibi" kabul
etseydi, o zaman felsefeye ve giderek de bilime gerek kalmazdi...
Felsefe ilk ortaya çiktigi noktada, bilimsel düçünüçü de içermektedir, ilk zamanlarda,
her türden, akla, gözleme dayali açiklama, felsefe" olarak kabul görmekteydi ve her bir filozof
ayni zamanda bir bilimciydi, ayriçma daha sonra gerçekleçmiçtir...
Bu noktadaki en temel kritik ve zorlayici soru/sorun çudur ki bu soru kendi içinde
amansiz paradoksal içerikleri de barindirmaktadir; Insan denilen varlik, niye "anlam" ariyor,
bu arayiç hangi-ihtiyacin ürünüdür veya sahiden de böylesi bir "ihtiyaci" var midir insan
denilen varligin?
"Anlama niçin ihtiyaç duyariz" gibi bir "soru-baglaminda" bu konuyu "çözündürmek"
olanaksiz, çünkü bu sorunun kendisi-zaten "belli-bir anlam" paradigmasinin ürünü ve sorunun
kaynaginda oturmaktadir.
Anlam-ihtiyacini "salt- apriori" bir ön-kabul olarak alamayiz, çünkü anlam-denilen, yine
anlam-dünyasina göre "ezeli ve ebedi" degildir. "Anlamin-ötesine" geçemeyen, bu
"paradigmanin" prangalarinca zihinleri baglanmiç olanlar, bu noktayi es-geçmeyi yegliyor ve
ha bire "anlam-ihtiyaci" üzerinden çözüm üretmeye çaliçiyorlar. Böyle yapinca da bir
batakligin içinde debelendikçe daha da batan bir kiçinin hali ortaya çikiyor.
Bi çekilde ortaya çikan ve farkli sanilan "anlam-dünyalari", çimdiye degin bize hep çunu
"belletti", "anlamsiz yaçanamaz", yaçam mutlaka " belli-anlamlar" üzerinden olmali ve
anlamlarin farkli olmasi da kaçinilmaz ve dogaldir. Öte yandan bu güne degin hep bu farkli-
sandiginiz anlamlar dünyasinin "kör-*dövüçünü" yaçadik, yaçatildik. Bu farkli sandiginiz
anlamlar dünyalarimiz, bize "öteki-leç-tirmelerden" baçka bir-çey sunmadi. Daha sonraki
süreçlerde, "demokrasi-söylemini" tutturarak, bu "öteki-leçtirme" canavarligini
"diz-ginlemeye" çaliçtik çaliçiyoruz. "Normal-dedigimiz" demokrasilerimiz bile bize yetmedi,
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html
10 -~ 19 18.11.2008 20:32
bariçmanizi saglayamadi, "radikalinden-demokrasiler" uydurmaya çaliçarak, bu farkli-
sandiginiz anlamlar dünyasinin farkliliklarini "elemine-edip" yumuçatarak bariçmaya çaliçtik,
"demokrasi-dedigimizin" zemininde buluçmaya çaliçiyoruz.
Halimiz, kelimelerinizin tam anlamiyla "traji-komik" bir durum. Bu "anlamci-
duruçumuz" "iliklerinize-degin" içlemiç ve bi-türlü siyrilamiyoruz, siyrilamadigimiz sürece de
bir-birimizi yiyip duruyoruz, sonra da "demokrasi-nutuklari" atarak, birer bariç-havarisi
kesiliyoruz.
Anlam-dünyalariniz kadar, kavgalarimiz da "oldukça-ucuz", neyin-kavgasini verdigimizi
bile bilmiyoruz, birileri çikip bunlari söylediginde de, "küplere biniyoruz", e kavgaciyiz ya,
"anlamaya-çaliçmak" yerine, hazir-nazir hirçinliginizla bunun da "kavgasini vermeye"
baçliyoruz...
Öncelikle çu "sanidan-kurtulmamiz" gerekir. "Anlam arayiçi" "anlami-öncelemez", tam
tersine sonradan-ortaya çikmiçtir ve "metin-kaynaklidir", yaçam-kaynakli degil. Anlam-
arayiçini getiren yine "anlam-denilenin" boçlugudur, "bulundugu-düçünülen" anlamlar,
birilerine yetmedigi için "anlam-arayiçi" sürmektedir, içte bu durumu "yanliç-okuyanlar", ha
bire "eksiklik" ve "boçluktan" dem vurmaktadirlar... Oysa eksiklik veya boçluk denilenler, ne
insanin ne de varlik denilenlerindir, sadece ve sadece simgeselin/metnin/dilin ürünüdürler...
Bir "manzara-karçisina" kendisini yerleçtiren, manzaraya "kendisi" veya bir "paradigma
açisindan" bakanlar veya da "paralaks-manzara" konumunda duranlar, düz-ters, yamuk veya
da yamugun tersinin düzünden bakanlar, "tüm-bu paradigma" sahipleri, dogal ve kaçinilmaz
olarak, "bir-çeyleri" eksik bulurlar, bu noktada "farkina-varamadiklari", tüm-bunlarin
"metin-*ürünü" ve "ürüyüçü" oldugudur (yaçamsalin-baglaminda olan kiçiler "tenzih-edilir bu
saptamadan)
Söylemeye çaliçtiklarimi, "metnimiz denilenin tarihsel-süreci" dedigimizde "test-etmeyi"
deneyecegim.
Ilk-anlamlandirma "paradigmasi" olan dinle-düçündük. Eç deyiçle, tarihsel süreç içinde,
ilk-sistematik, "bütüncü-anlamlandirma" giriçimimiz dinle-yapildi. Daha sonra, birilerine
dinlerin bu "anlamlandirma" çabasi yetmedi, zihinlerini doyurmadi ve "felsefi-baglamdaki"
anlam arayiçi ortaya çikti, dinsel-paradigma, kendinden sonraki "anlam-arayiçinin" biçimselini
de belirlemiçti, henüz anlam-arayiçinin kendisi sorgu konusu olamiyordu, "her-çeyin"
gerisindeki "hakikat-nedir", "dogru-olan" önermeler, sözceler hangileridir çeklindeki "çartli-
reflekse" dönüçen düçünme biçimi çogunlugun düçünme süreçlerini belirlemiçti ve "artik-
düçünme", "retorik-baglaminda/zemininde" degil, "diyalektik zeminde cereyan ediyordu. Içte
bu zemin, "yaçamak=anlam" iliçkisini, son-derece "façizan-bir çekilde" dayatti, söylem/iktidar
bütünleçmesi gerçekleçince, farkli-sanilan söylemler için bu noktada her-bir diger söylem
"öteki" haline geldi ve "ötekiler-arasi" kavga baçladi... Bu kavgaya koçut olarak da
"demokrasi-çabalari" arayiçlari baçladi. Ne demokrasiyi bulabildik, ne de kendi-söylemimizin
"dogrulugunu" karçinizdakine ikna-edebildik, içte o gündür bu gündür, "kör-*dövüçümüz"
devam ediyor, "diyalektik-sarmal iliçkiler" bütünün-de bir yandan ha bire kavga ederken bir
yandan da "kavgaci-zeminlerinizi" fark-etmeden, son-derece "iki-yüzlüce" bariç aradik ve hala
da ariyoruz, oysa bizim derdiniz bariçmak falan degil, "bas-bayagi" kavga etmek, içte bu
"kavgaci-tutumumuz", iliklerinize-degin" içlemiç ve bu halimizle, "bariçi" degil, "demokrasi-
dediginiz" zeminlerde "olsa-olsa" daha az-kavgali hayatlar kotarabiliriz, o da "maybe"...
"X'in anlami nedir" sorusunun, "dil-içinde", nihai-olmamak kaydiyla cevaplanabilirligi
vardir, bu cevaplarin her birine "tanim-tümcesi" denir ve her tanim tümcesi, "ortaklaça-
uzlaçimsal olan" zihin içeriklerini ifade eder...
Yukaridaki X'in yerine "anlami" koydugumuzda ve "anlamin-anlami" nedir diye
sordugumuzda, sadece ve sadece "sorumuzla" baç-baça kaliriz. Tek-baçina "anlam" bir
"soyutlamadir" ve "genel-konsepti" dillendirmeye çaliçir, bir "üst-baçliktir", anlamin anlami
olmaz, "çeylerin-göreceli" anlami ola-bilir...
Anlamin-anlaminin kayip olmasi, "anlama-diçaridan" bir "dayanak-bulunamamasi
(araniyor ancak bi türlü "var-kilinamiyor, tanri madde v.s v.s) "çey" ve "olaylarin da"
anlaminin "nihai-olarak" ortaya konulamamasina neden olmaktadir.
Eger kainatin "yaraticisini" bulabilseydik ve onun "levh-i mahfuzuna" bakma olanagimiz
olsaydi, içte o zaman, çeylerin sonul-anlamini ortaya koyabilirdik, tanri arayiçi da bu kaygidan
çikmiçtir zaten, çey ve olaylar "baglamsiz-kalmasin", söz-havada kalmasin, bir-yere otursun
ve orada "yuvalansin", tözcü-düçünüçün "paradigmal-yapisi" budur, bunun-ötesine
geçemeyenler, "kör-israr" ve "inadi-içindeler", "anlamlarini-dayatiyorlar", "bu-böyledir",
"anlamsiz-yaçanmaz", "baglamsiz-yaçanmaz", yaçami bir "b-aglama almak zorundasin",
degilse-cis-ciplak ortada kalirsin, "ayip-günah" tez-örtün, "edep-sizlik" etme, herkesin
ortasinda "çiril-çiplak" durma, "mask-elerini" takin bak herkes-maskeli, sonra sana alim-allah
"deli-muamelesi" yaparlar...
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html
11 -~ 19 18.11.2008 20:32
Ne gam-mirim ne gam, çiril-çiplak tenimi yalasin "esintiler", meczup-demiçler,
taçlamiçlar, dövmüçler ne gam, "yaçan-anlar" yeter-de artar bana...
Öte yandan her "anlamci-söylem" "tanrilara-gereksinim" duyar, belli-bir anlamin varsa
bunun "tümleyeni de" olmak zorundadir, tanri olmasa da onun yerine bir-takim "tözcü-
dayanaklar" bulmak zorundadir...
Içte tam da bu noktada, her "anlamci-düçünüç", "tanrisal-yanilsamalar" üretmekten
baçka içe yaramaz. Anlamli-her bildirim ayni zamanda dogal ve kaçinilmaz olarak
"teleolojiktir". Tüm bu çey ve olay denilenlerin "teleolojisini" kurmak ise hep ve her zaman
"objesinden-ayri" düçmek zorundadir. "öznellik, metin-odakli düçünüç insan denilen için
kaçinilmazliktir".
Yagmur niçin yagiyor, dünya niçin dönüyor, insan niçin yaçiyor, dünya niçin var, insan
niçin var, kâinat niçin var türünden tüm teleolojik-ereksel soru ve sorunlar "anlam-zeminli"
sorulardir ve olasi tek-cevabi vardir, "ölünün-körü için var", bu sorulara cevap formüle
etmeyi birakin bu sorularin kendisi zaten sorunun-kaynagidir...
Anlam nedir, neye göre nasil yaçanmalidir, yaçamin anlami nedir türünden sorular,
olsa-olsa "travma-üretir" ya da "savunma-mekanizmasini" içletir ki onlarda "anksiyete-
üretmekten" baçka içe yaramaz. Tüm bu soru ve sorunlar "ciddi-anlamiyla" sorun degil,
sadece ve sadece "entellektüel-zirvaliklardir"...
Bu, son-derece "iki-yüzlüce" oynanan oyun ne zaman "biktiracak" bizleri.
"Anlam arayiçindan" önce ne vardi, kisacasi hayat denilenin kendisi, ne yaçamak bir
"anlama-indirgenebilir", ne de anlamlandirma denilen "yaçami-kucaklayabilir".
Anlamlandirma denilen karçisinda, anlamlandirilmaya çaliçilan hep ve her-zaman,
"fazlaliklariyla" kalacaktir, hele de hayat denilen o gümbür-gümbür akiçi, anlam denilenin
"çuvalina-sokma" giriçimleri, (baçarili olsa da bu giriçimin kendisi "anksiyete-travma
üretmekten baçka içe yarayamayacaktir) baçarisizliga mahkum olacaktir, oluyor da. Suç
denilen çey, aslinda bu giriçime karçi hayatin verdigi bir tepkidir. Iliçkileri tek-eçliligin
"cenderesine-almak" isteyen toplumsal, bunun "bedelini" "aldatmalar dedigiyle öder ve
aldatmalardan sonra da taraflarin cani yanar. Bu noktada, "metin-içi bakan" sorunu
"kiçilerde-görür, bulur" oysa bu "kiçisel-degil, "kültür-denilenin anlamsal-kodlariyla"
yaçamsal-denilen enerji arasindaki bir savaçimdir, onca "caydirici-yaptirimlarina" ragmen,
"aldatma-denilenin" önüne geçilememiçtir, çünkü yaçamsal-denilen, gem-lenemez bir "akiç-
kan-liktir"...
Peki, niye yaçam ve doga denilen üzerine sürekli "çuval-geçirilmeye çaliçilmaktadir", Bu
konuda psiçe-kuramcilarinin söyleye-bilecegi hiç-bir çey yoktur olamaz-da, söyledikleri, dönüp
kendi-kendilerini vuracaktir...
Libidal-enerjinin, kabul-edilir, "meçru-alanlarda" doyumunu saglama giriçimi zaten
"anksiyete-denilenin" kaynagidir, bunu söyleyen-itiraf eden yine Freud'un kendisidir.
Kisacasi, "anksiyete-üretim" süreçlerini ele-geçirmeye çaliçan hiç-bir psikoloji kuraminin
bunu saglikli olarak yapa-bilmesi mümkün degildir, çünkü bu "kuramci-yaklaçimlarin" tümü,
"soruna" "belli-bir paradigmal yapi" açisindan bakmaktadirlar ve zaten "anksiyeteyi-
üreten-de" bu "paradigmal" bakiçin kendisidir.
ANLAM DENÍLENE DAÍR KÍÇÍSEL TABANLI ÇÖZÜNDÜRME DENEMESÍ-1
Zihinsel baglamli okuma aktivitelerimin çogunlugunu semantik okumalar oluçturdu.
Hatirliyorum, oldukça zorlayici bir süreçti benim için, kelimenin tam anlamiyla, bu süreçte
cirmalayip durdum Anlam_bilim denilenin kapisina geliçim, dogrudan ve birden bire
olmadi, kaygilarim, yaçadigim zihinsel ve pratik sorunlar için, çeçitli kapilari çaldiktan sonra
ve en sonunda, anlam/semantik denilenin kapisina gelip dayandim, diger tüm zihinsel
sorunlarimin, dügüm noktalarinin bu kapinin arkasinda oldugunu fark etmiçtim
Içte çimdi, yillar sonra, yeniden ve tekrar o kapinin önünde duruyorum.
Insan tekili olarak, her birimiz, bilinen veya bilinmeyen belli veya belli olmayan
anlamlar_dünyasi içine doguyoruz veya firlatiliyoruz Çeçitli anlamsal
konseptlerin çerçeveleri içine yerleçtiriliyoruz, dizimleniyoruz, siralaniyoruz. Dogdugunda,
anlam_ötesi olan bir varlik diyebilecegimiz insan yavrusu, giderek anlam_berisi içine
giriyor, bu sürece sosyalleçme deniliyor ve sosyalleçtirici süreçlere göre, insan yavrusu,
bir anlam_çemasinin içine yerleçtiriliveriyor. Bu süreci, klasik determine, gerekirci, neden
sonuçsallik ve onun baglaçigi olan, bilindik fail/meful çablonlariyla, yine bilindik aidiyet
iliçki biçimleriyle çözündürmek olasi degil, çünkü süreç, bu çablonlarin kaliplarina uymuyor
veya çablonlar sürecin çok faktöriyelli ve hareketli yapisini kendisine indirgemekte
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html
12 -~ 19 18.11.2008 20:32
zorlaniyor
Demem o ki, hepimiz hazir anlam dünyalarinin içinde konumlandirilmiç ve hazir
bulunmuç olarak ve oradan yaçama geçiç yapiyoruz. Sanirim bu saptamayi hiç_kimse
yadsiyamaz, bu noktada hem_fikiriz.
Peki, sonra ne oluyor Süreç nasil içliyor Kendimi divana yatiracagim Buyurun,
serbest çagriçimlar zincirlerini izleyip anlamaya çaliçiniz, semptomlari
Kendimi buldugumda, ayni zamanda içinde bulundugum cografyanin anlam çemalarinin
içinde oldugumu da gördüm (Kenardan konuçma biçimini dile getiren bu saptama, bu tümce
kuçkusuz sonradan kuruldu, yani o anlam çemalarinin içindeyken böylesi bir görü hali
yoktu. Demem o ki, sürecimi sonradan, sonraki çimdiden, öncesine dogru kuruyorum)
Yani, kisacasi, Türkiye denilen cografyanin içindeki kültürel çablonlarin anlam çemalarina
göre, ben bir Türktüm, T.C. devleti vatandaçiydim, erkektim, Müslümandim v.s
Giderek, bana, verilmesinin ötesinde, bunlar üzerinden yaratimli bir ben-den çüphe eder
olmaya baçladim. (Baçlangiçta çüphe, bu denli kapsamli, kesin degildi, kismi ve anlam
çemasinin bir bölümüne dairdi). Özellikle bana ragmen olan dinsel anlam çemasi ve bunun
kimliklendirilmesi noktasinda sorun yaçamaya baçladim. Ilkokul, ortaokul yillarindaki, Allaha
dair çocuksu sorguyu bir yana birakirsak, sanirim lise iki siralarinda, ilk kez, sistematik ve
belli bir biçimde, bana giydirilen dinsel anlam çemasiyla aramda kisa devreler
parazitler oluçmaya baçladi. (Matrix filminde, Neonun ha bire siyah kedi görme de ja vu
halini yaçamasi ve içine bir çüphe kurdu düçmesi gibi, kafama bazi soru_çengelleri
takili kalmiçti)
Erken gençlik döneminde yaçadigim bu anlam sorunu, oldukça zorlayici yipratici ve
gel_git çeklindeydi. Bir yandan, dine imana her çeye küfrediyor, diger yandan, tüm bunlari
bana çeytan yaptiriyor, çeytanin vesvesesi altindayim deyip, günah çikarma seanslarina
baçliyordum
ARA SAPTAMA:
1.Bu dönemde sorunum henüz anlam-denilenin kendisi degildi, belli bir anlam
biçimiyle boguçuyordum Demem o ki, belli bir anlam düzenegiyle boguçmak ile
anlam denilenin kendisiyle boguçmak, farkli düzlemler Belli bir anlam dizgesiyle
boguçmak fazla da zorlayici degil, bi çekilde çözüm üretiliyor, içinde bulundugunuz anlam
çemasina dair olarak bir sorgu/çüphe süreci içine girdiginizde, ya anlam pekiçmesi olup, o
anlam çemasina yeniden ve daha güçlü bi çekilde sariliyorsunuz, ya giderek diçina çikip
red/inkâr noktasina geliyorsunuz veya da anlam çemasini bozuma ugratip, kendinizce
re_vizyona, re_daksiyona tabi tutarak orada kaliyorsunuz)
2.Bunlari çunun için yazdim, genelde anlam sorunsalini bu düzlemde aliniyor, belli
anlamlar baglamlari düzleminde ve anlami bir anlamdan digerine geçiç veya anlamin
yeniden üretilmesi baglaminda Oysa çimdilerde benim boguçtugum belli anlamlar
dünyasi degil de, anlam-denilenin kendisi. Belli bir anlamla boguçmak dedigim gibi pek
de zorlayici degil, Islam denilenin anlam dünyasini alir, kritigini yapar, bu kritik baglaminda,
ya yaninda ya karçisinda yer alirsiniz ya da, onu kismen re-vize ederek kendiniz için kabul
edilir hale getirirsiniz, ayni içlem Marksizm için de yapilabilinir, Marksist metin ortada, alir
okur kritigini yapar, ya ona teslim olur, ya red noktasina gelir ya da re-vizyona tabi
tutarsiniz ve meselenizi halledersiniz Içte tüm bunlar perspektifsel durumlardir
3.Tam da bu noktada, belli bir perspektifte bulunmak/durmak, anlam
sorunsalini çözmüyor, çözündürmüyor, sadece ve sadece, sorunun üstünü örtüyor, hem de
tozlari, kirleri haliyi kaldirip altina itip, onlari görünmez kilarak sorundan kurtulundugunu
sanmak gibi. Ve/ya tam da deve kuçunun baçini kuma gömüp kayboldugunu sanmasi gibi bir
illüze durum ortaya çikiyor
Kisacasi, anlam denilen sorunsalin iki baglam/düzlemi var, belli bilinen anlam
dünyalarinin birinin perspektifinden anlam sorunsalina yaklaçmak, digeri de anlam
sorununa, belli anlam dünyalarinin pers_pektifinden degil de, anlam_denilenin kendi
sorunsalligindan yaklaçmak
Eger anlam denilen soruna, "perspektifsel/açilandirma konumlarindan bakarsaniz ve bu
açilardan birine kendinizi hapsedemezseniz, bu noktada ve buna ragmen hala "açi_aramak"
durumunda kalirsaniz, size düçen sadece "paralaks bakiç" geliçtirmek olur, Zizekin Lacan ve
Hegel "üzerinden" yapmaya çaliçtigi da bu içte...
Belli anlamlar dünyasinin iliçigi olan anlam sorunlari beni ilgilendirmiyor, bu
sorunlarimi çoktan hallettim, kendi bireysel zihinsel serüven sürecimde, beni anlam denilende,
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html
13 -~ 19 18.11.2008 20:32
hala dügümlü birakan, adina anlam denilen olgu olay veya her neyse onlarin bütünü
içte
ANLAM DENÍLENE DAÍR KÍÇÍSEL TABANLI ÇÖZÜNDÜRME DENEMESÍ-2
Bi çekilde içime düçen çüphe kurdunun tetiklemesiyle baçlayan bireysel
diyebilecegim sorgulama sürecim beni, içinde bulundugum dönemlerde esen çiddetli sol
firtinanin oluçturdugu dalganin da etkisiyle, Marksizm dogru sürükledi. Anlam çemam
oluçmuçtu, dünya görüçüm ve buna balki olarak çekillenen kilgim/pratigim uyuçum
halindeydi, mutlu ve mesuttum. Her ne kadar, böylesi bir yol, insan denilene, dünya hayati
bazinda sikinti verse de, genel ve tümel anlamda rahattim. Bir dindar edasinda
yaçiyordum, içinde bulundugum, teorize anlam çemasi, bana yapacaklarimi ve
yapmayacaklarimi bildiriyordu ve ben akçam yatagima uzandigimda, yapilmasi gerekenleri
yapmiç olmanin huzurunu, dinginlik ve sakinligini yaçiyordum. Gelecek zamanlara dair
iyimser inançlarim ve buradan dogan umutlarim vardi. Içinde bulundugum anlam çemasi
bana, inanmiçlik ve buradan dogan umut körüklüyordu ve bu körüklemenin etkisiyle ben,
kendimi eylemin içinde buluyordum.
ARA SAPTAMALAR:
Tam da içte bu noktada, anlam denilenden yaçama açildigimizda, yaçam sorun
olmaktan çikiyor, birey kendisine bir dünya görüçü, kendi içinde az_çok tutarliligi olabilen
bir anlamlar çemasi yaratamadigi veya onda yaratilamadigi zaman ve durumlarda,
anksiyete kaçinilmaz hale geliyor ve birey, tümleçik bir anlam çemasi bulabildiginde,
anksiyeteden uzak kaliyor
Fakat tüm bunlarin da bir bedeli var, hem de agir bir bedeli, mikro/birey düzleminde
baktiginizda durum bu, inanmiç, samimi, müminlik düzleminde, herhangi bir anlam
çemasina bagli olarak yaçayan birey, nispi de olsa mutlu, mesut ve rahat yaçar. Bu durumda
olan bir hristiyani düçünün, gün boyu çaliçir, hafta sonu ibadetini yapar, çocuklariyla
piknige/baliga çikar ve tekrar ayni döngü veya Yahudi veya Müslüman için durum böyledir.
Yaçama dair yapilmasi ve yapilmamasi gerekenler noktasinda, hazir reçeteler sunan,
kendi içinde göreli de olsa, tümleçik ve tutarli olan bu dünya görüçleri, bireysel bazda
yaçamsal rahatligi, dinginligi getirirken, makro bazda hayati felce ugratmaktadir. Daha da
ötesinden bakildiginda, aslinda bireylere sunulan/enjekte edilen bu dünya görüçleri,
insan denilenleri, sistem içi beçikte belemek ve uyutmak içindir, bak ne güzel, dünya
güzel, yaçamak güzel, çaliç sen, yazgina boyun eg, hafta sonlari veya içi ibadetini yap,
dinlen, hafta içi tekrar üreteceksin çünkü Bu kismi ve nispi rahatlik, iktidarin
yeniden üretiminin ve süredurumunu saglanabilmesinin temel enstrümanidir ve bu dünya
görüçleri üzerinden yapilir. Tüm bu dünya görüçleri, anlam çemalari, Her ne kadar, zimni ve
görüngü düzleminde, bireyleri anksiyeteden uzak tutuyor_muç gibi görünse de, uzun
erimler ve total ve makro açilardan geriye dönüçlü olarak bakildiginda, hayata ve insana
anksiyeteyi kusanlarin, bu yapilar oldugu görülecektir.
Bu nokta, mono_grafik düzlemde incelenmesi gereken çok ayri ve spesifik, bir konu
olmasina karçin, kisaca çunu demeye çaliçiyorum, bireye belli reçeteler üzerinden iç-tutarlilik,
tümleçiklik saglayip, anksiyeteden uzaklaçtiriyor gibi duran, görünen anlam_çemalari
aslinda, tam da o bulunduklari noktada iktidar beslemeciligi yapan temel unsurlardir. Bu
baglamli çu vurguyu da yapmam gerekiyor çimdilik, en kötüsü de ve ne yazik ki, bu
süreçte, iktidara karçi direniç biçimleri de, iktidar için ve onun yeniden üretimi için, sistem içre
absorde edilebilmesidir. Karçi direniç süreçlerinin en büyük handikap noktasi da içte
budur, düçünsenize, siz yikmak için ugraçirken, tam da aslinda o bulundugunuz noktada
paradoksal olarak, sökülmemek istediginiz yapinin dikimlenmesi içlevine hizmet
ediyorsunuz. Peki, ne ve nasil olmuçtur da, bu direniç araçlari, biçimleri bile, iktidar
yapilarina eklemlenebilmiç ve onlarin süredurumuna hizmet eder hale gelmiçtir? Içte bu
durum, tam da anlam çemalari üzerinden yapilmiçtir, belli bir anlam çemasi, bir diger anlam
çemasini, sökülmeyebilecek, yikabilecek yeterlilikte, güçte degildir. Yahudilik firavunlugu
yikamamiç, firavunluk devam ediyor. Yahudiligin firavunlugu yikmasini birakin, Yahudi
firavunlarin türemesine neden olmuçtur, hristiyanlik Yahudi firavunlugu sökümleyememiç,
birakin onu sökümlemeyi, Hiristiyan firavunlarin doguçunu getirmiçtir. Islamiyet putperestligi,
cahiliye dönemini sökememiç, birakin onu sökümlemeyi, Müslüman cahiliyeti ve putperestligi
baçlatmiçtir, Marksizm kapitalizmi sökümleyememiç, kendi takozlarina takilmiç ve
takozlarini hayatin içinde birakmiç v.s
Uzattigim sözü, çuraya baglamaya çaliyorum. Kendi bulundugum noktay_i nazardan
baktigimda, (bu noktayi nazarin bir perspektif olmadigini, daha çok bir tutumu/duruçu
ifade ettigini vurgulamaliyim), asil baçtan çikarici olarak, anlam çemalarini, dünya
görüçlerinin kendisini görüyorum. Tüm dünya görüçleri bir tür camera obscorde (ters
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html
14 -~ 19 18.11.2008 20:32
gösteren Marx) halidir (Dünya görüçü haline getirilen Marksizmsin kendisi için de bu
geçerlidir) Bu anlamda da, yaçami kendi baçindan alir, çikarir ve yaçam kendi
paradigmal baçligini giydirir.
Bana göre baçtan çikarmanin pozitif vuku buluçu, gerçekleçmesi ise, anlam
çemalarina, dünya görüçlerine karçi direnmek ve bunu yeni bir anlam çemasina
dayanmadan yapabilmek. Bu nokta çok önemli, çünkü bu durumda, kapidan kovamaya
çaliçtiginizi, bacadan ve hem de daha kurumsallaçmiç, yerleçik hale gelmiç olarak tekrar içeri
almiç oluyorsunuz. Yukarida açikladigim, kovulmaya çaliçilan, firavunlarin, cahiliye
dönemlerinin, put_perestliklerin, tekrar bacadan içeri giriçi düçünülürse, bu saptamanin
içlev_göstereni de açiga çikmiç olacaktir. Anlam sökümlemesi yaparken, anlam çemalari
denilenleri bozunum sürecine sokup, merkezlerini dagitmaya çaliçirken, bunu baçka bir
anlama dayanmadan yapmaya çaliçmamin (ki bu oldukça zorlayici bir süreç, çünkü anlam
denilen insanda bi tür çartli reflekse dönüçmüç ve çartli reflexlerin sönümü sahiden
zordur) bulundugum nokta açisindan gerekçesi budur.
ANLAM DENÍLENE DAÍR KÍÇÍSEL TABANLI ÇÖZÜNDÜRME DENEMESÍ-3
80li yillar, Polonyada leh Walesanin Lenin tersanesinden baçlattigi dayaniçma
sendikasinin hareketi, yeniden kafamin kurcalanmasi sürecini baçlatti. Gerçi karçi
argümanlar hazirdi, cia ve papazlar destekli anti sosyalist, karçi devrimci bir hareketti. Bu
savunular bana yeterli gelmedi, dayaniçma harekâti giderek büyüdü ve hatta leh Walesa
C.baçkani bile oldu ve sosyalist yönetimden önceki sürgündeki Polonya hükümetinden
görevi devraldi. Sosyalist, proletarya diktasinin, emekçiler lehine olan iktidarina karçi
emekçiler nasil ayaklanirdi, cia papaz destekli olsalar bile, eger sahiden de iktidarda
emekçiler veya onlarin temsilcileri varsa, bu karçi devrimci hareketin baçarili olmamasi,
emekçi kitlelerin bu kari devrimci harekete karçi sistemi savunmalari gerekiyordu, böyle
olmadi, kitleler dayaniçmanin arkasinda yer aldi ve sosyalist iktidar Polonyada yikildi.
Içte bu olay, anlam çemalarim açisindan, ikinci kez kisa devre durumunu ortaya
çikardi. Anlam dizgelerim çemalarim arasindaki Kisa devrenin getirdigi gerilimden ve
huzursuzluktan kurtulmak için bir re_daksiyon yapmam gerekiyordu. Marksist dünya
görüçünün anlam çemalarina dogru giderken yaçadigim zihinsel süreci yeni baçtan ve tekrar
yaçamaya baçladim, okudugum temel yapitlari, tekrar okumaya karar verdim. Felsefenin
temel ve baçlangiç ilkeleri, devlet ve devrim, ekonomi politik, ne yapmali v.s. kafadaki
anlam çemam darbe alinca pratigim de vurgun yedi, inançlarim ve onlar kaynakli umutlarim
askiya alinmiçti ve gündeligi hangi baglamda nasil yaçayacagimi bilememenin gerginligini
yaçiyordum. Öncesinde, her çey net ve ayan beyandi. Kurgum vardi ve kurgunun getirisi
kilgim. Çimdi kurgunun bütünselligi darbe almiçti
Marksist anlam çemasiyla boguçmam içte bu sürece dayali. Sonraki post_modern
zamanlarin getirdigi, büyük biraderin, sosyalizmin abisinin çözülmesinden sonraki çözülme
sürecinden öncesine denk düçüyor. Gorbaçov, 85 li yillarda KP genel sekreterligine geldi ve
dünyanin yazgisini etkileyecek, SSCB nin dagilmasi sürecini baçlatan, perestroyka/yeniden
yapilanma ve glasnost/açiklik politikalarini deklere etti ve buradan itibaren de giderek sistem
çözüldü, onun yerini hilkat garibesi, serkeç/berduç Putin aldi ve giderek o koskoca sosyalist
sistem, Rus mafyasinin eline geçti. Demem o ki, benim Marksizm karçi hesaplaçma
sürecimin, SSCB özelinde reel sosyalizmin çözülme ve bu çözülme sürecinin getirdigi
savrulmayla ilgisi yok
Baça dönmem gerekirse, zihnimde oluçan kisa devre beni içinde bulundugum anlam
çemasini tekrar gözden geçirmeye zorladi. Dedigim gibi okudugum kitaplari, tekrar okumaya
baçladim ve bu, daha fazla bireysel veya öznel diyebilecegim ikinci kirilma sürecimde fark
ettigim nokta çu oldu: Ídeolojik nosyondan önce , halletmem gereken asil sorun
felsefi sorunlardi . Çünkü politik argümanlar da felsefe ile dolayimlanmiçtir.. Marksi
anlamam için, Hegeli anlamiç olmam gerekiyordu örnegin, oysa ben Hegeli Marksizm
üzerinden okuyup anlamiçtim. Marksizmdeki Hegel=Hegel degildi ve Hegel okumaya
baçladim, onu anlamak için digerleri ve felsefenin kapisini çaliçim içte bu çekilde oldu.
Önce geleneksel olarak dolayimlanmiçtim, geleneksel olan yetmedi, sonra
ekonomi/politik baglamda dolayimlandim, bu da yetmedi ve en son dayandigim,
aralamaya çaliçtigim kapi, felsefenin kapisi oldu.
NÍHÍLÍST AÇIDAN ANLAMA ÇABASININ AÇIKLANMASI DENEMESÍ
Nihilizm denilen diçinda anlama, belli bir sujelik konumunun objesine yönelip, onda
kendisini açimlamasi anlamina gelir. Bu noktada, nihilizm diçinda kalan anlama edimleri
açisindan üç açilim biçimi var, rasyonalizm, deneyimselcilik ve entuisyon/sezgicilik denilen
anlayiçlar. Sezgici (Bergson, Dilthey v.b) anlayiç nihilizme yakin gibi dursa da, bazi yönleriyle
ondan kopmaktadir. Anlama edimi konusunda, ilkleyen, idealizmin rasyonalizm anlayiçidir ve
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html
15 -~ 19 18.11.2008 20:32
onlara göre anlama, akla dayali bir anlaksal/bilinç içlemidir, bu anlama anlayiçina
karçi, ampirist/deneyci ve dirimselci/yaçam atilimci vitalist felsefi kanatlardan güçlü saldiri
ve eleçtiriler ortaya çikmiçtir. Ampirist/materyalist anlayiç, akil denilenin, evrensel önsel ve
saltik bir kurucu degil de , bir tür "kurulan yapi" oldugunu göstererek
rasyonalizme bir darbe indirmiçtir. Sezgici anlayiç ise, daha ayrintida ve kristalize
durumlarda, akli ve akilciligi yerle bir ederek, Hermeneutikçilere yol açicilik yapmiçlardir.
Onlara göre akil denilen, dondurur, dur-durur ve kategorize içlemleri yapar ve tüm bunlari
yaparken de objesinin yaçamsalligini, bütünlügünü, kisacasi ruhunu_öldürür. Insan ve
hayat denilen, akilla diçardan anlaçilamaz, bir insani veya hayati aklinizla degil, ancak
sezgilerinizle içerden anlayabilirsiniz.
Nihilizm ise, daha da ileri_giderek, her türden anlama içleminin, düzlemi ve
kullandigi araci her ne olursa olsun, bir tür konstrüksiyon oldugunu ve tersinir bir
amaci/içlevi öne sürdügünü iddia eder Anlamanin amaci/içlevi anlamak olmak iken,
anlama denilen edim, tersi bir sonuç verir ve anlamama ile noktalanir. Anladim
dedigimizde aslinda, anladigimizi öldürmüç oluruz ve her anladim deyiç, aslinda
anlaçilacak olani örttüm kapattim anlamin gelir
Peki, bu niye böyle? Yani biz insanlar, anlamak isterken ne ve nasil oluyor da,
anlama edimimizle anlamiyor hale geliyoruz, edimimiz niye bize kendisini degil de
karçitini veriyor?
Ne ve nasil oluyor da, anlamaya çaliçirken bu edimimiz bize tersinir bir sonuç veriyor
ve aradigimiz çey, ayni zamanda aradigimizi bize kaybettire_biliyor?
Tüm teorik tartiçmalarin ötesinden alip, ola_bildigi kadariyla en yalin, basit
noktalardan hareketle çözündürmeye çaliçacagim Psiçe bilimi açisindan süreç çu çekilde
içliyor, uyarici-Duyum-[Zihinsel aktiviteler]Algi/Idrak Basit, yalin anlamiyla söylemek
gerekirse, baçlangiçta bize bi çekilde yönelen ve onu yine bi çekilde fark edebildigimiz bir
bilinmeyen/anlaçilamayan uyarici durumu var. Biz özne/alan algilayan
konumunda olan varliklar olarak, bize gelen bu bilinemez olan uyariciyi alip, zihinsel
süreçlerimizde evirip_çevirerek, bir takim içlemlere tabii tutuyoruz ve sonra da
diyoruz ki, ahadana da bu çu-dur içte Bilinen düzgülü anlamlar dünyasi açisindan
baktigimizda, bu sürecin tümüne birden anlama_içlemleri diyoruz Çimdi bilinen düz_gülü
anlam dünyalarini bi yana biraktigimizda, ne yapmiç olduk, sahiden de anladik mi, yoksa
uyariciyi kurban edip onu öldürdük mü? Içte kritik olan soru ve sorun noktasi burasi..
Tekrar baça dönersek, insan denilen varlik, kendisine yönelen uyaricilari anlar mi
anlamaz mi? Uyaricilari anlamak mümkündür diyenler kendi içinde iki temel kola ve
onlarin alt türevleri olan dallara ayrilirlar. Anlama edimi, salt/mutlaktir diyen, klasik
Ortodoks, nesnelci pozitivist yaklaçim ve yaklaçik anlamaci, kritikçi veya hermeneutikçi
yaklaçim. Klasik, nesnelci pozitivist ortadoks anlamaci yaklaçima göre, uyariciya dair
olarak anladigim çey, ona bire_bir denk düçen, kendinde halidir. Bu
tekabülüyetçi anlam anlayiçina dayanir, anladigim çey, eçyanin tabiatidir ve benden
ayri ve gayri, kendinde çeye dair olan bir veridir. Çok zamandir, özellikle rölativite
kuraminin kabul görüp kurumsallaçmasindan beri, giderek de kuantum fiziginin etkisiyle,
bu anlama anlayiçi terk edildi, bunun yerine yorumsamaci anlayiç almaya baçladi.
Kantçi açidan aldigimizda, biz anlagimizin formlarini, varliga ve çeyler/olaylar dünyasina
dikte ediyoruz.
Yine tekrar baça dönecek olursak, anliyor muyuz yoksa söylendigi süreçlerle aslinda
anlamaktan mi vazgeçiyoruz veya anlama eregimizi edimimizle örtüyor muyuz? Içte
hesaplaçilmasi gereken kritik nokta burasidir.
Anlama denileni anlamak için, anlama denilenin en temel birimlerine, elementar
yapilarin inmek ve oradan hareketle anlama sürecini takip etmek gerekiyor.
Yeçilçam filmlerinde içlenen, kliçeye dönüçmüç bir tema vardir, filmin esas oglani veya
kizi bir kaza sonucu hafizasini kaybeder ve baçlar sormaya, ben kimim, sen kimsin, biz
neredeyiz. Anlama edimseli ile hafiza arasinda birebir bir örtüçme var, anlama edimini
mümkün kilan hafizadir, hafizanin silinmesi durumunda, anlama içlemi olanaksiz hale
gelir. Uyaricilara bir anlam yükleme (dogru veya yanliç sorunsali ayri) içlemine bir çeyi
anlamak, yükleyememe onun karçisinda çaresiz kalma içlemine anlayamamak
diyorsak eger ve baçka da bir kriter bulamiyorsak, anlama denilen olanagi saglayan hafizadir.
Hafiza kayiplari üç çekilde yaçanir, geriye, ileriye ve çift yönlü olarak. Geriye dogru
yaçandiginda, kiçi geçmiç denilenini kaybeder. (Dolayisiyla geçmiç zaman veya geçmiç
olan, sadece hafizada vardir) Yaçadigi ve bellegine kaydettigi her çeyi, ya geçici/kismi
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html
16 -~ 19 18.11.2008 20:32
olarak ya da sürekli ve tamamen, travmaya konu olan olay anindan itibaren kaybeder.
Artik onun bir geçmiçi/anilari yoktur. Ileriye dogru olan hafiza kaybinda kiçinin kayit
mekanizmasi hasara ugramiçtir, yaçar ve fakat yaçadigini kaydedip de hatirlayamaz,
50 ilk öpücük durumunda oldugu gibi. Hem ileriye hem geriye dogru olan hafiza
kayiplarinda ise, kiçi, hem geçmiçini, hem çimdisini, hem de gelecegini kaybeder, anda ve
aninda ve sadece yaçar. (buradan çu sonuç da çikiyor, zaman kipleri aslinda hafiza
denilenin bir fonksiyon halidir, hafizasi olmayan için, geçmiç, çimdi ve gelecek kipleri yoktur,
bunu kismen yaçamiç biri olarak, yaçamamiç olanlarin anlamasi/deney imlemesi
oldukça zor olacaktir, farkindayim Yani çogu zaman, konjonktürel olan yaçadiklarimiz,
sürekli yaçandigi ve giderek bi tür çartli reflekse dönüçtügü için, yaçayana göre salt ve
mutlakmiç gibi gelir, oysa degil, geçmiç, çimdi ve gelecek bizden bagimsizdir, hayir degildir
oysa Neyse, bu ayri bir konu
Kisacasi, hafiza merkezi, alani veya birimi olmayan birisi için, bir çeyleri anlamak
olanaksiz hale gelir. Anlama edimi hafizadan geçer. Hafiza zeminine dayanarak, onun
olanaklarini kullanarak, baçlangiçta bizim için anlamsiz/anlaçilir olmayan bir uyaran
durumunu, birtakim içlemlerden sonra, anlamli/anlaçilir olana çevirir, bu biçim ve
içeriklerde de anlamiç oluruz. Tam da bu noktada tekrar sormak gerekiyor, anlamiç mi
oluruz yoksa uyarani öldürmüç mü oluruz?
Belleksel içlemlere dayanan anlama edimi, anlamadan bir kaçiç noktasi mi, bir tür
örtüleme/saklama gizleme, kaybettiriç çabasi mi yoksa sahiden de uyarana dair,
ona ulaçan/ulaça_bilen bir çaba mi? Sözce de ilginç, ulaçmak, ona ulaniyor
olmak
Pavlov, davraniç süreçlerinin gerisinde yatan faktörleri açiklamak için yaptigi çu
meçhur it deneyi sirasinda, onu asiste edenlerin, hocam zil sesinden sonra köpekte et
beklentisi oluçtu" çeklindeki saptamalarina çiddetle karçi çikar ve bu türden terimleri
kullanmayiniz diyerek, bu deneyci hatasi olur çeklinde bir tutum sergiler
Simgesel agin ötesinde ve diçinda (ki aslinda bu öteleme ve diçta lama da
bu yapilarin ürünüdür) ne var_dir acaba?!!! Gülesim geldi nedense çu anda Bi
zamanlar denilen o dönemlerde, simgesel agin ötesi/diçi denilen alandaydik ve
orda nasildik, ne yapiyorduk? Bu alanlara dair olarak ne dersek diyelim, yukaridaki
Pavlovcu tersleme ile karçi karçiya geliriz. Simgesel dünyanin göstergelerinin
çocuklari olarak bizler, imgesel dönem öncesi dedigimiz bebiçlik hallerini de,
gözlemci konumundan hareketle, o dilsizlik-dönemlerini dillendirmeye
çaliçiyoruz, ne yazik ki, göstergelerin çocuklari olarak bizler, bunlarsiz
yapip/edemeyecegimizi, yaçayamayacagimizi düçünüyoruz. Örnegin diyoruz ki, bebiçler
çok meraklidir, her çeye ilgi duyar, Pavlov oradan bagirir, heeyt, haddini açma, kapa
çeneni(Fiziksel degil, "anlamsal" olarak... :) Kapatamayiz çenemizi, bi kere açilmiç,
konuçmadan duramayiz artik ve konuçtuklarimiza göre yaçamadan edemeyiz, edersek
alim-allah deliririz vallahi Delirmemek adina, akillica/usluca konuçtuklarimiza,
laflarimiza göre yaçamaliyiz
Sahi bebiçler ne yaçarlar, ne ederler. Sahiden de merakli midir onlar, anlamak mi
isterler, konuçmak, dillenmek dile getirmek mi isterler?
Simgesel alanin göstergeler dünyasi, bu süreci çöyle anlatir, agulama döneminden sonra
çocuk, çeçitli biyolojik olgunlaçma hazir bulunmuçluk hallerinden sonra, çevresinde duydugu
basit sesleri taklit etmeye baçlar, giderek daha karmaçik olanlari, bir papagandan
farki yoktur baçlangiçta, ses taklitçisi durumundadir. (Gerçi papaganlik baki kalir hep, tek
farkla, iliçkilendirici papagandir artik (Sonraki dönemde kritik nokta devreye girer,
bebiçe çu ögretilmeye baçlanir, diger ögretilenmiç olanlarca, baaak bu burun, bu
kulak, bu pipi (töbe töbee) -kadin organi nasil ögretilir onu bilmiyorum-, bu kitap,
bu soba v.s. Bebiçligin kirilma noktasidir burasi, "gösterge/gösterilen", "isim_cisim"
iliçkisinin kurulmasi. Her çeyin bir adi vardir ve olmalidir, daha sonra bebiç, sürekli
dokto bu nee diye soru sormaya baçlar, bebiç büyük bir açlikla, adini bilmedigi her
çeyin adini ögrenir, bir yetiçkinin ana dili diçinda bir baçka dili ögrenmesi gibi ögrenir dili
ve giderek dillenir Süreç dehçetengiz bir biçimde içler, önce en yalin, isim_cisim
iliçkilerinden baçlanir, babasinin baba oldugunu ögrenir, annesinin anne oldugunu,
sonra daha karmaçik bagintilara geçiç yapilir, hani somut içlemden soyut içlemlere dogru,
dilde giderek ustalaçir, uzun tümceler kurmaya baçlar, karçilaçtirmalar, faktöriyel analizleri,
çogalan fonksiyonlar, derin bilimsel/felsefi bilgiler v.s
Tekrar en yalin döneme dönelim (ne güzel olurdu ) Isim/cisim iliçkisi çocugun
hafizasina içlenir, hafiza denilen artik bir en-formasyon çöplügüdür, tüm adlar, baginti
kurma biçimleri ve giderek bunlarin algoritmasi , beleklere kazinir. Soru kalibini ve
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html
17 -~ 19 18.11.2008 20:32
sormayi ögrenir örnegin, sonra da soru sormak, sorgulamak insanin fitratinda
vardir, bu verili bir durumdur demeyi (Ilk adlari takanlar, adlandirma sürecinin gelinen
noktasini görseydi ne derdi acaba gibi bi soru oluçtu kafamda çu anda örnegin )
Tekrar gelelim anlamaya, anladim dedigimizde kast-ettigimiz çey nedir?
Gösterge/gösterilen iliçkisini kurdum Bu gördügümün (yazi veya söz veya görüntü olarak)
tavçan_oldugunu anladim.. Tavçani anladim mi, tavçan denilenin neyini anladim?
Oysa bebiçler ne kadar da "çilginca" (onu "anlamasalar" bile) onunla oynarlar, ne kadar yakin
ve sicak duruyor ikisi demii, "bebiç ve tavçan"... :)
Sanirim kisaca demeye çaliçtigim çey çu, biz adina insan denilenlerin anladim,
anliyorum dediklerimiz, metinden/simgeselden, göstergeden nesneye dogru degil de,
göstergeden bir baçka göstergeye dogru giden bir süreçte içliyor ve bu anlamda
anlamak denilen içlem, kendi açmazinda tikanip kalmak zorunda kalan, total ve
totolojik bir yapidir. Anladim dedigimiz çey, aslinda uzlaçimsal anlamlarin
tekrarindan ve yeniden üretiminden baçka bir çey degildir.
Tanriyi anladim, seviyi anladim, Marksizmi anladim, filmi anladim, seni anladim
Bu noktalarda, anlamaya konu ettigimiz objeleri degil, onlar üzerine üretilmiç ve
üretilmekte ve dolaçimda olan uzlaçimsal anlamlari anliyoruz. Bu süreç çagimizda tavan
yapmiç durumda ve çaglar sonrasinin hareketleri dile/göstergelere karçi meydan
okumakla geçecek, ya da bu direniç noktalari bulunamayip bu gösterenler dünyasi bizim ve
hayat denilenin içini bitirecek Giderek düzeyi daha da artan biçimde, göstergeler
imparatorlugu dis_topyasini ve bunun getirisi olan travmalari yaçiyoruz, henüz biçak
kemige dayanmadi, çimdilik göstergeler imparatorlugunun oyuncaklari bizleri oyaliyor
ANLAYIÇ DENÍLEN ÜZERÍNE
1-Insan denileni dünyadan alirsaniz, geriye kalan "doga-denilen" alanin kendisinde
"anlayiç" veya "anlayiçsizlik" diye bir çey yoktur. O alanda her-çey "oldugu-oluçtugu" gibi ve
kadar vardir. Ne bir eksik ne de bir fazla...
2-Hayvan denilen insana en yakin canli türü, koklaça-koklaça da olsa, "anlaça-biliyor"
bu "anlaçma-biçimi" insan-soylu denilenlerin "anlaçma-biçim içerik ve tanimlamasinin
"ötesinde-duran" bir durum, onlar sadece "y-açiyor"...
3-Insan-soylu denilen varlik, anlaçmak için dil-denileni ortaya çikarmiç, ancak giderek
bu ortaya "çikan/çikarilan" (ki bu sorunun "kökenini halletmek olanaksizdir, çünkü dil-den
baçka "referansiniz" yoktur, dilin-kökenini de yine dil-denilenle" aramak zorundasinizdir)
çeçitli "zafiyetler-nedeniyle" "iletiçim-den ilenin" en büyük "tikayicisi-olmuçtur"...
4-Bu noktada sorun, dil-denilenin "yapisal-özelliliklerinden" degil, özne olanaginin
dil-denilenle iliçkiye giriç biçiminden kaynaklanmaktadir...
5-Yumakla oynayan bir kedinin giderek yumagin içinde kaybolmasi gibi, insan denilen
de dil-içinde giderek kaybolmuçtur ve yumagin "kör-dügümleri" içinde "dügümlü-kalmiçtir"...
6-Içte bu nedenle, "yumagin-dügümledikleri" olarak bir-birleriyle konuçmaya çaliçan
insanlar, "körler-sagirlar" diyalogunu yaçamaktadir...
7-Anlamak veya anlaçmak, hazir-olmuç bitmiç bir çey-durum degil, "yaratilmasi-
gereken" bir süreçtir ve bunlar ancak ve ancak "yolda-yaratilir"...
8-Iki türden "anlayiçsizlik-vardir", birincisi özne-olanaginin "anlamaya-çaliçtigi"
karçisinda sahip olmasi gereken donanimin yetersiz oluçu, digeri de "paradigmal-
körlüklerdir"...
9-Örnegin, "evrim-kuramini" anlamaya çaliçan birinin bu ugurda asgari-düzeyde de
olsa, anatomi ve fizyoloji bilgisine ihtiyaci vardir veya marksin kapitalini anlaya-bilmesi için,
"ekonomi-biliminin" temel kavramlarina hakim olmasi gerekir, degilse ne evrim kuramini ne
de kapitali anlaya-bilecek durumda degildir
10-Öte yandan "yaradiliça-inanan" birinin bu "inaniç_paradigma" biçiminin gözlügünden
baktigi sürece, evrim kuramini anlamasi mümkün degildir, o sadece ve sadece "yaradiliççi-
açidan" evrimi anlar ama anladigi "kuramin-kendisi" degildir. Ayni çekilde, niçe-denilene
bir-takim paradigmal- yapilarin gözlügünden bakan birinin, niçe-denilende anladigi sadece ve
sadece, o paradigmasinin-göstereni ka-dardir...
11-Sonuç-olarak, "anlama-niyetini" taçiyan bir kiçi iki-temel kaygi taçimalidir, birincisi,
anlamaya-çaliçtigi için, "gerek-yeter" koçullari/donanimi edinip, "mevzunsuna" hazir hale
gelmek, digeri de, "paradigmalarinin" ona dayattigi "at-göstereni" gözlüklerinden
"so-yunabilmek"...
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html
18 -~ 19 18.11.2008 20:32
12-Bu iki gerek ve yeter çarti yerine getirmeyen bir kiçi "sonuna kadar "A N L A Y I Ç S
I Z D I R" ve için daha da "pis-tarafi" bu "anlayiçsizligini" görebilecek "olgunluga-da" sahip
degildir, "anladigini-sanarak" hem kendisini kandirmaya devam eder, hem-de
"karçisindakine" vakit kaybettirir...
"Son sözler önsözde yazilmiçtir"

Felsefe Ekibi SOLIS'in saglamiç oldugu hosting hizmeti ile sizlere ulaçmaktadir.
© 2001-2008 Felsefe Ekibi Tüm haklarini sakli tutar...
Yayimlanan yazilar kaynak gösterilerek alinti yapilabilir. Yazilarin her türlü
sorumlulugu yazarlara aittir.


:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html
19 -~ 19 18.11.2008 20:32

Sayi :11 Yil: 2008
Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim

Anlamin Dogasi ve Kuram
Arda DENKEL
2.1. Anlama iliçkin bir araçtirmanin "Anlam nedir?" sorusunun yol açabilecegi kimi yanilsama
ve aldanmalara karçi bir uyari ile baçlatilmasi, yüzyilimizin ortalarinda büyük bir çogunlugun
uydugu bir gelenek olmuçtu.
1
Soruyu böylece dogrudan sormanin anlam denilen çeyi daha
baçlangiçtan, sanki zihnimizden bagimsiz, soyut, Platonsu bir varlikmiç gibi kavramaya yol
açtigi belirtilir, okur bu "tabuya" karçi uyarilirdi. Böyle bir kavrayiça karçi sunulan panzehirse,
o zamanlar hâlâ yaygin olan yalin bir köktencilikti: Anlama iliçkin bir varlikbilim mümkün
olamayacagindan böyle bir soru da hiçbir zaman sorulmamaliydi; anlamin bir varlik
olarak dogasini açiklamaya yönelik felsefeye izin verilmemeliydi. Ne var ki, kapiyi
ontik enflasyon getiren kavrayiçlara kapatmak amaciyla, giderek anlama iliçkin varlikbilimsel
ya da metafizik sorulari bile yasaklarsak, açiriya kaçan ve anlayiçi daraltan bir tepki
göstermiç oluruz. Anlamin Platonsu bir varlik olmayiçi, onun felsefi olarak
açiklanmayi gerektiren ontik bir dogasi olamayacagini içermiyor. Platon'unki,
varlikbilim içinde yer alan yüzlerce kuramdan yalnizca biri.
2
Üstelik bu görüç düçünce tarihi
boyunca ortaya atilmiç en açiri metafizikler arasinda sayiliyor. Çözümlerinden birisi açiri
zengin bir metafizik içeriyor diye sorunun kendisini yadsimak, felsefi ussallikla bagdaçtirilmasi
güç bir tutum. Kaldi ki bir sorunu dile getirmeyi reddetmekle onu ortadan kaldiramayiz;
yalnizca gözardi etmiç oluruz.
Ben bu kitapta "Anlam nedir?" sorusunu böyle bir sinirlama öngörmeden tartiçip yanitlamayi
amaçliyorum. Anlam dedigimiz çeyin dogasini açiklamaya, ona iliçkin bir varlikbilim
geliçtirmeye çaliçacagim. Anlamin varliksal bir boyutu bulunmasi onun dogasinin soyut ve
anliksal olmasini mantiksal açidan içermedigine göre, fiziksel herhangi bir çeyin bir anlam
taçidigi öne sürüldügünde bu nasil kavranmalidir? Anlamli oldugu söylenen bir çeyi,
böyle olmayan bir baçkasindan ayri kilan olgu nedir? Bunu, örnegin anlami taçiyan
çeyin bir niteligi, ya da onunla baglantili olarak kavradigimiz bir düçünce veya durum
biçiminde ele alabilir, böyle bir çeyin varliksal dogasini açiklamaya çaliçip, eger olanakliysa,
onu daha yalin ögelerine çözümlemeyi amaçlayabiliriz. Çimdiye kadar örneklerine kisaca göz
attigimiz yaklaçimlar da bunu yapiyordu. Bu tür bir çaliçma, onunla yakindan ilgili, fakat yine
de farkli olan bir araçtirma alanindan ayirt edilmelidir. Çünkü felsefi olmaktan çok, bilimsel
sayilabilecek böylesi bir araçtirma, anlamin dogasini kavramayi amaçlamak yerine, anlami
içerik olarak saptamaya, onu içerikçe belirlemeye yönelik. Bu alanin konulari arasinda, belli
bir imin anlaminin baçka imlerinkinden hangi ilkelere göre ayirt edilebilecegi, bu anlamin imi
oluçturan ögelerle olan iliçkisi, onlara çözümlenebilirligi, benzer içlevlere sahip baçka imlerle
olan iliçkileri, parçasi olup içinde yer aldigi im dizgesiyle, yani dil ile olan iliçkileri ve bunun
gibi baçka im dizgelerine çevrilebilirligi sayilabilir. Bu konular, anlamin genel olarak dogasina
egilen bir çaliçmanin ilgilendigi çeylerden farklidir, çünkü bu saydigimiz konularin tümü yetkin
bir biçimde açiklanabilse bile, bu açiklamalar bize anlamin neligi, anlamli olmanin böyle
olmamaktan farki, onun betimlenen içerigiyle olan ilgisi ve kendisini taçiyan ime nasil
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y6.html
1 -~ 8 18.11.2008 20:36
baglandigi gibi çeyleri kavramak yönünde pek bir ipucu vermeyecektir.
Anlamin varlikbilimini yasaklayan tutum, dil felsefesiyle ilgilenen çevrelerde son yirmi beç yil
içinde büyük yayginlik kazanan etkinligini hemen bütünüyle içerige iliçkin konularin
araçtirilmasina ayirmiçtir. Bu yaklaçimin ortaya çiktigi ilk dönemlerin yirminci yüzyilin baçlari
olduguna deginmiçtik. Anlamin, dogruluk koçullariyla, ya da anlami taçiyan önermenin
dogrulaniç yöntemiyle özdeçleçtirilmesi, ayni tutumun daha önceki örnekleri
arasinda. Bu akimin son zamanlarda eriçtigi gücü kazaniçiysa, büyük ölçüde adci felsefenin
baçarisi: Quine'in eçanlamlilik konusunu anlama iliçkin olarak yürütülebilecek tek
meçru çaliçma alani olarak saptamasi,
3
içerik belirleme içinin anlami ilgilendiren
tek onaylanabilir felsefe etkinligi oldugu varsayiminin giderek yayginlaçmasi
ardindaki en önemli etmenlerden biri olmuçtur. Böylesine olumsuz ve kisitlayici bir bakiç
açisinin ayrintili bir eleçtirisine giriçecek degilim. Bu bölümde yapmak istedigim çey, kimi
kuramlarin temel içleyiç ilkelerini belirleyen bir modeli ana çizgileriyle betimleyerek, bu yapi
içinde kendi bakiç açimin yerini saptamak.
Anlam sorununa yaklaçimdaki bu anlayiç ve tutum karçitligi, kendini felsefenin baçka odaksal
alanlari olan dogruluk, bilgi ve gerekçelendirme (justification) gibi kavramlarla ilgili olarak da,
koçut bir biçimde ortaya koyuyor. Bunu açiklikla görebilmek için önce dogrulugun Ilkçag
felsefesinden beri bir karçiliklilik,
4
yani dogru oldugu söylenen çeyle gerçeklik arasindaki bir
uyum, bir benzerlik oldugu yönündeki güçlü sezgiyi animsayalim. Iyi bilindigi gibi, Yeniçag'in
birçok düçünürü buna karçi çikmiçtir. Bu karçi çikiçin nedeni, böyle bir yaklaçima göre
dogrulugu saptama yolunun karçilikliligi saptamayi gerektirirken, ayni zamanda karçilikli ya
da benzer olduklari söylenen çeyleri karçilaçtirmayi da gerektirmesidir. Oysa gerektirilen bu
karçilaçtirma, insan kavrayiçinin kimi sinirlari nedeniyle olanaksiz kalan bir çeydir. Dogru
oldugu söylenen bir çeyi gerçekligin kendisiyle karçilaçtiramayiz, çünkü böyle bir
karçilaçtirmayi yapabilmek için gerekli olan çeyi insanin baçarmasi mümkün degil;
gerçeklige, onun tasarimindan bagimsiz olarak ulaçmak olanagindan yoksunuz.
Ínsan için gerçekligi kavrayabilmenin tek yolu, dogru oldugu sorgulanan, algi ya da
inançlarin (yani tasarimlarin) kendileri olduguna göre, gerçeklige bunlardan
bagimsiz olarak ulaçmamiz söz konusu degil. Bunlari gerçeklikle karçilaçtirmaya
kalkiçmak, onlari kendi kendileriyle karçilaçtirmanin ötesine geçemez. (Anlayiç yetimizin
dogasindan kaynaklanan bu sinirlama nedeniyle, tasarimlarimizin gerçeklik ile karçilikli olup
olmadiklarini hiçbir zaman saptayamiyoruz.
5
Bu, kendi içinde tutarli bir uslamlama. Ayrica kimi önemli noktalara da içik tutuyor. Ancak
dogrulugun bir karçiliklilik oldugu kuramina böylesi gerekçelerle karçi çikmak düpedüz bir
haksizlik. Çünkü dogrulugun dogasinin bir karçiliklilik oldugunu öne sürmek, dogrulugu bu
karçilikliligi denetleyerek saptamamiz gerektigi anlamina gelemez. Dogrulugun dogasini yani
nasil bir çey oldugunu anlamak, onun nasil saptanacaginin yöntemini geliçtirmekten farkli bir
çeydir: Insan olarak sinirlarimiz dolayisiyla, bu her iki konuyu da ayni ilkeyi kullanarak
açiklamak olanagindan yoksunuz. Öte yandan, algi gerçekçisi bir dünya görüçü açisindan,
dogrulugun dogasini bir karçiliklilik olarak kavrarken, bir inancin, bir önermenin dogrulugunu
saptamak için örnegin "tutarlilik kurami" gibi farkli bir yaklaçima baçvurmak çeliçik bir yol
tutmak degildir.
Benzer düçünceler bilgi ve gerekçelendirme kavramlari için de geçerlidir. Bilgi ve
gerekçelendirmenin dogalarina iliçkin çaliçmalar, onlarin belli inançlari niteleyip
nitelemediklerinin saptanmasi gibi içlerden bütünüyle farkli çeyler; her iki tür için de ayni
ilkeler uyarinca yapilmalari gerekmiyor. Buna bir örnek verelim: Bilindigi gibi kuçkucu
uslamlamalar, bilginin ya da ussal gerekçelendirmenin belli durumlarda söz konusu olup
olmadiginin saptanmasi baglanimda son derece yikici olabilmektedir. Kuçkuculuk, içerigin
kavraniçindaki yanilabilirlik payini bilgi iddialarimiza karçi son derece etkili olarak kullaniyor.
Düçük de olsa, böyle bir olasiligi her türlü bilgi iddiasina yaymayi baçariyor. Bilgi oldugu öne
sürülen her önermeyi, her inanci tehdit edebiliyor. Ne var ki, bütün bunlar bir yana, bilgi ve
gerekçelendirme dedigimiz çeylerin dogalarini kavramayi amaçlayan bir çaliçmaya
baçlamanin, önce kuçkucu uslamlamanin yenilmezligini ortadan kaldirmak için bir önkoçulu
yok. Yakin zamanlara kadar felsefecilerin çogunlugunun, Descartes'in kimi görüçlerinin etkisi
altinda, böyle bir önkoçul varsaydiklari dogrudur. Artik bilgibilimin çagdaç yaklaçimi içinde
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y6.html
2 -~ 8 18.11.2008 20:36
böyle bir çeyin gerekmedigi anlaçilmiç bulunuyor.
6
Günümüzün bilgibilimi, belli bir
inancin gerekçelendirilmiç, ya da bilgi düzeyinde olup olmadigini saptamaya
çaliçmaktan çok, gerekçelendirme ve bilgi dedigimiz çeylerin ne olduklarini
anlamaya, yani bunlarin kavramsal dogalarini kavramaya çaliçiyor.
7
En azindan,
önceki etkinligi sonrakiyle özdeçleçtirmek, ya da öncekini sonrakine bir önkoçul saymak
yanilgisina düçmüyor.
Kuçkucu uslamlamanin epistemolojide yüklendikleri içlevin felsefi anlambilim baglamindaki
karçiligi, bir tümcenin "anlamini bilmek" (saptamak) ile ilgili olarak ortaya çikan sorunlar
yumagidir. Bu sorun yumaginin anlam kuramlarina ve hatta anlam kavraminin kendisine karçi
kullaniliçinin iyi bilinen uygulamalari, "eçanlamlilik", ve özellikle de "kökten çeviri" (radical
translation) sorunlari olmuçtur.
8
Oysa bu uygulamalarin mantiksal zeminini oluçturan, "bir
anlam kuraminin bir önermeyi nasil anladigimizin kurami oldugu" kliçesi, iki farkli konunun
birbirine kariçtirilmasi sonucunda dogan bir çey. Onu bagnazca onaylayanlar da ayni
kariçikligin kurbanlari.... Böyle bir öncülü bir kez varsaydiktan sonra, bu felsefeciler anlam
kuraminin görevinin, belli bir tümceler öbeginden oluçan bir dili bilen birinin ne bildiginin
betimlenmesi oldugunu öne sürüyorlar. Bu tür bir çaliçmanin kimi durumlarda oldukça verimli
bir araçtirma etkinligi olabilecegini yadsimiyorum. Yine de böyle bir verimliligin, anlamin
dogasina iliçkin sorunun, yani kimi fiziksel çeylerin nasil olup da bir anlam
taçiyabildikleri konusunun, o çeylerin hangi anlamlari taçidiklari konusuna
indirgenmesindeki yanliçligi ortadan kaldirmadigini düçünüyorum. Konulardan biri,
içerigin varliksal statüsünün ne oldugunu ve ime nasil baglandigini bütünüyle gündem diçinda
birakarak, o içerigin ne oldugunu bulup saptamaya yönelirken, öbürü tam tersini yapiyor.
Nasil ki, örnegin bir çeyin pembe, yumuçak ve islak olmak gibi, hangi nitelikleri taçidigini
saptamak, böyle niteliklerin ve onlari taçimanin ne oldugunu açiklamak degilse, anlam
konusunun degindigimiz farkli yönlerini incelemek de birbirlerine indirgenebilecek etkinlikler
degildir.
2.2. Anlamin dogasini açiklamayi amaçlayan yaklaçimlarin Platoncu bir görüç benimsemekle
suçlandiklarina degindim. Aslinda böyle bir yol tutan anlam kuramlari arasinda Platon'un
düzeyinde açiri bir gerçekçilik hiç de yaygin olan bir nitelik degil. Gerçekçiligi Platon'unkinden
daha ölçülü ve temkinli olan görüçler felsefe tarihi boyunca çok daha büyük bir etki yapmiçtir.
Anlamin anliksalci kuramini da bunlar arasinda sayabiliriz. Animsanacagi gibi zihinselci
yaklaçim anlami belli bir ime baglanmiç bir kavram ya da bir düçünce olarak degerlendiriyor.
Anlamin dogasina iliçkin kuramlarin, tümeller ontolojisiyle ilginç bir koçutluk oluçturdugu
görülüyor. Platon'un tümeller konusundaki açkin gerçekçiliginin, kendisinin anlamlari da böyle
yorumlayiçiyla tam bir uyum içinde olduguna, onun, anlamlari açkin tümellerle
özdeçleçtirdigine deginmiçtik.
9
Locke'un tümellere iliçkin kavramciligi da, anlamlari (anliksal)
ideler olarak düçünüçüyle dogrudan ilgili. O, Platon'unkine bir açidan benzeyen, bir baçka
açidan da taban tabana karçit olan bir tutumla, anlamlari anlikta varolan tümellerle
özdeçleçtiriyor.
Anlamin insan düçüncesini yakindan ilgilendiren zihinsel bir boyutu bulundugunu daha önce
öne sürmüçtüm: Düçünen varliklarin bulunmadigi bir dünyada anlamlar da
varolmayacak, en azindan böyle bir dünyadaki çeyler ne "anlamli", ne de "anlam"
olarak yorumlanamayacaktir. Bunu öne sürmek, Descartes'çi ikiciligi benimsemeyi
içermiyor. Kavram ve düçüncelerin varligini onayladiktan sonra bunlari dogrudan fiziksel
olarak ya da gövdeye bagimli ilkeler olarak açiklamak olanagina sahibiz. Kaldi ki, anlami
ilgilendiren zihinsel bir boyutun söz konusu oldugunu onaylamakla, anlamin dogaca zihinsel bir
çey oldugunu öne sürmek zaten farkli çeyler. Öncekinden sonraki gibi bir düçünceyi
çikarsamaya mantik elvermiyor. Böyle bir çikarsamanin yanilgili oldugunu açik bir çekilde
ortaya koyan uslamlamalari daha ileride ele alacagiz.
Ilginçtir, kavramciligini tikel nitelikler arasinda varolan gerçek benzerliklere dayandiran
Locke, bu düçüncesini anlami temellendirmekte kullanmiyor. Dolayisiyla, anlama iliçkin sinirli
gerçekçiligini diçsal ve fiziksel bir temele baglayabilecekken, Locke böyle bir yolu seçmeyip,
yaklaçimini bu olanaktan yoksun kiliyor. Anlam kuramindaki anliksal gerçekçiligi Descartes'i
izleyen bir biçimde öngörüyor. Anlamin bir zihinsel varlik olarak kavraniçinin saydamsizligina
karçi tepkiler de, Quine'in yaklaçiminda gözlemledigimiz gibi, anlam varlikbilimini bütünüyle
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y6.html
3 -~ 8 18.11.2008 20:36
baski altina alip gündemden çikarmaya dönüçmüç, buna bagli olarak da, birçok durumda
anlamin dogasini ilgilendiren soruyu onun saptanmasini gerektiren soruyla degiçtirmek yolu
tutulmuçtur. Oysa gündemden çikarmak çözmek degil, olsa olsa gözardi etmektir; böyle bir
çeyse felsefi olmaktan çok, dogmaciliga yaklaçir. Anlami açiklayacak geçerli bir görüçün
anlamin dogasina iliçkin soruya gerektigi gibi yer verdikten sonra, buna açagida
açiklayacagim gibi diçsal
10
ve dogallaçtirilmiç
11
bir yöntemle yaklaçmasi gerektigine
inaniyorum.
Bilgibilimde kimi kuramlari "inançsal" (doxastic) oluçlariyla ayirt ediyoruz. Buna yakin bir
ayrim, içselci
12
ve diçsalci
13
kuramlar arasinda çiziliyor. "Inançsal'i "niyetsel" ile
degiçtirmek koçuluyla, benzer ayrimlari anlam felsefesi içinde yapmak da mümkün. Bilgiye
iliçkin inançsal bir kurama göre "... bir inancin gerekçelendirilebilirligi
14
, tümüyle, o (inanci
taçiyan) kiçinin dogru saydigi (baçka) inançlarin fonksiyonudur".
15
Dolayisiyla
gerekçelendirmeyi açiklarken inanç yanisira baçka anliksal ya da anlikdiçi olgulardan da
yararlanan yaklaçimlarla karçilaçtirdiginda, inançsalcilik, tekçi
16
bir kuramin açiklama gücünü
ve ilkesel ekonomi avantajlarini taçiyor. Ínançsalciligin felsefi anlambilimdeki
karçiligini, niyetselci
17
açiklamalar olarak saptayabilecegimizi söylemiçtik. Niyetselci
yaklaçimda, gerekçelendirmenin salt olarak inançlarla açiklaniçina koçut olarak, anlamin salt
olarak niyetlerle açiklandigini görüyoruz. Anlamin ne oldugunu, anlamli oldugu söylenen
bir imi üreten kimseye yüklenebilecek bileçik ve karmaçik niyetler diçinda, baçka herhangi bir
ilkeye baçvurmadan belirlemeye çaliçiyor, bu tür açiklama. Paul Grice'in kurami,
niyetselciligin artik klasikleçmiç bir paradigmasi durumundadir.
18
Çimdi biraz da içselciligi taniyalim. Içselci bir kuramin inançsalci ya da niyetselci olmasi
gerekmiyor. Oysa, bunun tersi, yani inançsalci ve niyetselci kuramlarin ayni zamanda içselci
de olmalari, kaçinilmaz bir çey; yani içselcilik, anliksalciligin sinirlari içinde yeralan bir görüç.
Içselcilik anliksalci bir görüç, çünkü açiklamalarinda ya inanç, niyet veya baçka anliksal bir
olgu türüne bagli kalmak, ya da bunlar arasindan birkaçina bir arada yer vermek zorunda.
Örnegin bilgibilimdeki belli bir tip kurama göre, kimi algi durumlari (perceptual state) bilgimizi
oluçturan inanç dizgesine temel saglayacak çekilde, kendi kendilerini gerekçelendirirler.
19
Buna benzer olarak, kimi anlam açiklamalarinin, anliksal imgelerle temellenen kavram
ve düçüncelere baçvurdugunu görüyoruz. Locke'un anliksalciligi da, öbür kavramci
anlam kuramlari gibi, anlam-içselciligi diye adlandirabilecegimiz bir kuram türünü
örneklendiriyor.
Bilgibilimsel diçsalcilik, "inançlarimizin gerekçelendirilmesinin yalnizca içsel durumlarla sinirli
kalmadigini" öne sürer.
20
Önde gelen örneklerden birine egilecek olursak, Alvin Goldman'in
"süreç güvenilirligi"
21
kuramina göre, bir inanci gerekçelendiren çey, bu inanci kendi sonucu
olarak doguran fizyolojik/düçünsel süreçtir; usavurma ve algi yetilerimiz de böylesi süreçler
arasindadir.
22
Bilgibilimsel diçsalcilik anliksal durumlari açiklamalarinin kapsami diçinda
birakmiyor; diçsal açiklayici ögeleri anliksalliga eklemlenmiç olarak kullaniyor. Bu tür
yaklaçimlar insani ve onun yetilerini dogallaçtirilmiç yollarla, yani doga bilimlerince kullanilan
kavramlarla betimlemeyi amaçliyor. Ancak bu dogalcilik, açiklamalardan zihinselligin
bütünüyle çikarilmasini çogu kez içermiyor. Ayrica bu yaklaçimlar, içlerinde zihinsel olan bir
öge bulundurmak zorundalar, çünkü sonuç olarak bilindigi öne sürülüp gerekçelendirmeye
konu edilen çey, bir zihin içerigi olarak düçünülmek durumunda.
Anlam-içselciligine karçi gösterilen tepkinin, epistemolojideki içselcilik karçisinda gösterilenden
daha kuvvetli ve köktenci bir biçimde gerçekleçtigini belirtmiçtim. Zihinselcilik karçiti
felsefeciler, içsel yönleri bütünüyle ortadan kaldiran kuramlar ortaya atmiçlardir.
Wittgenstein'in kullanimci, kural-izleyiççi ve egilimselci açiklamalari 1930'lu yillardan
baçlayarak, 40li ve 50'li yillarda onunkinden daha da radikal görüçlerle ortaya çikacak kimi
felsefecilere esin kaynagi olmuçtur.
23
Bu tür yaklaçimlar, anliksal yaçamimizin varligini, içsel
durumlarimizi ya da bu nitelikteki olaylari yadsimiyorlar. Yadsidiklari çey, bunlarin anlamla ya
da anlami açiklamakla dogrudan bir ilgileri oldugu savi. Sonuçta bu yaklaçimlar kendi
mantiklari dogrultusunda anlamin dogasina iliçkin soru ve felsefe konusunu bütünüyle yok
saymak durumunda kaliyorlar. Wittgenstein'a atfedilen "Anlami sorma, kullanimi sor"
sloganini böyle bir anlayiç içinde yorumlamak mümkündür. Anlamin dogasina iliçkin sorunu
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y6.html
4 -~ 8 18.11.2008 20:36
gündem diçina çikaran gelenek içinde ortaya konulmuç en geliçkin ve kapsamli kuram, Donald
Davidson'unki olmuçtur.
24
Böylesi bilinçli bir gözardi ediçin çarpici sonucu ve de simgesi, "Bir
anlam kurami dogruluk kuramindan baçka bir çey degildir" diye dile getirilen
dogmadir. Bu bakiç açisina göre bir tümcenin anlamini saptamak anlam hakkinda geçerli
olarak yapilabilecek çeylerin tümünü tüketmektedir. Anlamin saptanmasiysa en etkili bir
biçimde, belli bir dile özgü, Tarski-tipi dönüçümlü
25
bir dogruluk tanimiyla mümkündür.
Bu yaklaçimlar anlami baçka bir çey içinde eritmekle, ona iliçkin sorunu daha az gizemli, daha
az çetrefil, ve daha saydam bir kavrama kaydirarak açiklayabilecekleri beklentisindeler.
Kendilerine amaç olarak seçtikleri çeyi çözmekteki baçarilari tümüyle bir yana, bu kuramlarin
betimleyip açikladigi hiçbir çey, daha önce de vurgulamiç oldugum gibi, semantik dogaya
iliçkin ontik sorunu aydinlatmaya, ona içik tutmaya yetmiyor. Böylesi diçsalci
kuramlarin gerçek anlamda dogallaçtirilmiç açiklamalar geliçtirmelerinin mümkün olmadigini
öne sürüyorum. Herhangi bir konuda dogallaçtirilmiç bir açiklama ortaya atabilmek için, önce
açiklanmasi amaçlanan çeyin varligini onaylamak gerek. Bu tür diçsalci tutumlar, dilin ya da
dogruluk gibi bir kavramin dogallaçtirilmiç bir açiklamasini veriyor olabilirler. Ancak bu,
araciligiyla iletiçim ve edebiyat yaptigimiz çeyin, yani anlamin açiklanmasi degil.
Dogallaçtirilmiç açiklama, deneysel olarak gözlemlenebilir yönleri olan bir olgunun, temeli
yine deneysel ve uslamsal olan betimlemesine dayanir. Dogallaçtirilmiç açiklamalar,
konularini doga bilimlerinin kullandigi deneysel kavramlarla açiklarlar. Dolayisiyla anlamin bu
nitelikteki bir incelemesi, onun herkesçe gözlemlenebilen yönlerini ele alacaktir.
Dogallaçtirilmiç bir kuram, anlamli oldugu söylenen çeyden, yani anlamin taçiyicisindan yola
çikmali, onun varoluç koçullarini ve üretiliçine iliçkin olgulari belirlemelidir. Anlama temel
oluçturacak dogal verileri saptayip, iletiçim amaciyla canlilarin bu verilerden nasil
yararlandigini göz önüne almali, dilin, iletiçim biçimlerinin evrimi sonucunda ortaya nasil
çiktigini uslamlamalarla temellendirebilmelidir.
Grice'in kurami, dogalciligin önemli bir niteligini taçiyor. Grice, bir imin anlamli olmak
dolayisiyla taçidigi öne sürülen çeyin ne oldugunu, yani anlamli olmanin ne oldugunu
betimlemeyi amaçliyor. Ne var ki, onun kurami ayni zamanda ödün vermeyen bir biçimde
içselci de.. Bilgibilimdeki geleneksel yaklaçimin inançsalciligina denk düçen bir ölçüde
katiçiksiz bir niyetselcilik, bu. Benzer degerlendirmeler, birçok açidan Grice'inkinin atasi
olarak görebilecegimiz Locke'un kurami için de geçerli. Bu çaliçmada, Locke/Grice
yaklaçimini diçsallaçtirarak dogallaçtirilmiç bir anlam kurami elde etmeyi
amaçliyorum; bu kurami evrimsel bir model çerçevesi içine yerleçtirerek
geliçtirmeye çaliçacagim. Evrimsel bir anlam kurami derken, birbirleriyle kismen örtüçen
anlamlilik tiplerinin zamandaki geliçim dogrultusunda basamaklar oluçturmalarini
kastediyorum. Böyle bir evrimsel geliçim, canli türlerinin evrimiyle kariçtirilmamali. Ancak iki
evrim tipinin yine de örtüçtükleri gözlemlenebilirse, dogal olarak bunu ortaya attigim görüçleri
destekleyen bir olgu olarak yorumlayacagim.
2.3. Birbirlerine indirgenemeyen farkli açamalarin geliçim dogrultusundaki ardiçikligini
evrimsel bir siralanma olarak tanimlamak istiyorum. Böyle bir ardiçikligin tarih içinde, ya da
genel olarak zaman boyutunda aktüel anlamda varoldugu savini ileri sürecek degilim. Bir
baçka deyiçle, olguda saptamaya çaliçtigim evrimsel siralanma, geçmiç hakkindaki deneysel
nitelikli bir bilimsel sav degerini taçimayacak. Aktüel dünya ile çakiçsin ya da çakiçmasin,
siralanma içinde Sözünü edecegim "önceki" ve "sonraki" açamalar, olanakli bir
dünyanin zamani içindeki geliçimi betimleyen bir modelin ögeleri olarak
düçünülmeliler. Bu modeldeki herhangi bir önceki açama, kendisinden sonrakilerin, yeterli
olmayan bir zorunlu koçulu; ayrica, en az kismen olmak üzere, sonrakilerin yapici
malzemesini oluçturuyor. Bir baçka deyiçle, modele göre sonraki açamalar, niteliksel ya da
yapisal açidan kendilerinden önce gelenlerden daha büyük bir zenginlige sahipler. Sonraki her
açama, kendinden öncekilerini de kapsayarak, hepsinden daha büyük bir karmaçiklik ve
incelik düzeyine ulaçmiç oluyor. Peki sözünü ettigimiz bu "açamalar" neyin açamalari?
Evrim geçirdigi söylenen çey ne? Ben bunlari anlamliligin açamalari olarak
görüyorum. Ancak "anlamlilik" derken, anlami taçidigi söylenen fiziksel olguyu, yani bir
nesne, durum ya da olayi, ve ona baglanmiç durumdaki anlamdan oluçan yapinin bütününü
kastediyorum. Bir baçka deyiçle, burada anlamli im tiplerinden söz etmekteyim.
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y6.html
5 -~ 8 18.11.2008 20:36
Böylesi fiziksel nesnelerin nasil olup da birer im olabildiklerini, yani nasil olup da
anlam taçiyabildiklerini ortaya koymaya çaliçacagim.
Böyle bir modelden söz ederken, aklimda koçut bir örnek olarak Aristoteles'in özdek ve form
kurami var.
26
Bu kurama göre her tikel nesne, onu malzeme olarak oluçturan
27
kendisinden
daha yalin bir cismin bir form kazanmasi, yani biçimsel (niteliksel) açidan zenginleçmesi
olarak düçünülebilir. Biçimsel zenginlik, bir nesneyi onun yapimina giden malzemeden daha
eklemlenmiç,
28
daha düzenli, dizgeselleçmiç, içlevsel olarak özelleçmiç ve incelmiç kilan,
kisacasi onu daha geliçkin bir konuma getiren yönü. Aristoteles'e göre, tümüyle niteliksel
ögelerden oluçan biçimsel yönün, yani formun, fiziksel evrende varolmasi, kendisini
"taçiyacak" bir özdek parçasini gerektirir. Bu açidan, örnegin bir insan, belli bir et ve kemik
yigininin insan türüne özgü olan form ile birligidir. Bu form, bir organizma olarak insan
yapisinin tüm örgütlenimini ve kendine özgü öbür niteliklerini içeren çeydir. Form kavrami
görecelidir; insanin gövdesinin, onu oluçturan et ve kemik yiginindan farkini açikladigi gibi, o
yiginin et ve kemikten oluçmasini, ona temel olan daha temel özdek türlerinden (örnegin
modern bir belirlemeyle, su, karbon, ve çeçitli minerallerden) de ayirt eder. Aristoteles'in
kurami açisindan bakinca, her farkli somut varlik açamasina iliçkin, ona göreceli bir formdan
ve oluçturucu yapi malzemesinden söz edebiliyoruz; bu form içinde, bir önceki açamaya göre
kazanilan geliçkinligi, ve bu geliçim düzeyi için önceki açamanin neden zorunlu oldugunun
gerekçelerini buluyoruz.
Koçutluk bir özdeçlik degildir; koçut olanlar arasinda ancak yapisal benzerlik ve
eçbiçimsellikten
29
söz edilebilir. Aradaki farkliliklari gözden kaçirmamak koçuluyla,
Aristoteles'in özdek ve form ögretisini, anlam taçiyan imler kavramina temel bir
model olarak uygulamak ve anlamlilik açamalari arasindaki farki bu çerçeve içinde
kavramak istiyorum. Bundan sonraki bölümlerde bu koçutlugu yeniden gündeme
getirmeyecegim. Onu, eldeki yapinin parçalarinin birleçtiriliçinde arka plandaki çerçeveyi
saptayan bir esin kaynagi olarak düçünecegim.
Olguya bu koçutluk açisindan bakmaya baçladigimizda, yalin ve ilkel anlamlilik tiplerinin,
anlamsalligin en üst açamasinda bile, üst üste nitelenmiç olarak kendilerinden sonraki
düzeyleri temellendirdiklerini öne sürebiliyoruz. Evrimdeki her adim, anlamlilikta ulaçilmiç son
açamanin içinde bile, oluçturucu bir öge olarak varligini koruyor. Bu, her tikel anlamli im için
geçerli olan bir kural. Evrimsel geliçim sirasinin en alt basamaginda, cansizlar dünyasinda
örnegin bir gök gürültüsünün orada çimçek çaktigi anlamina geliçi gibi, dogal belirtileri
buluyoruz. Evrimin en üst açamasindaysa dilsel ifadeler, yani anlamli tümceler var.
Aradaki açamalar, çeçitli düzeylerdeki hayvan iletiçimlerinde yer alan anlamliligi,
insanlarin kurdugu uzlaçim ve dil öncesi niyetli iletiçim biçimlerini kapsiyor. Bunlari,
aralarindaki iliçkilerle birlikte daha ayrintili olarak tartiçacagim.
Locke ve Grice tipindeki kuramlarin anlama nedensellik üzerinden yaklaçan bir yönleri var; bu
onlari dogallaçtirilmaya oldukça yatkin yapiyor. Bu kuramlar anlami bir nedensel etkileçim
olarak kavranilan iletiçim olgusu baglaminda inceliyorlar. Anlami, bireyler arasinda aktarilan
mesajlardan yola çikarak kavramayi amaçliyorlar. Nedensel etkileçimi vurgulayiçlari, bu iki
kurami ne içselci ne de anliksalci olan kimi ortamsal yaklaçimlarla akraba kiliyor. Íletiçimsel
ve nedensel boyutu koruduklari halde anliksalligi ortadan kaldiran bu yaklaçimlara
göre, bir imin anlami, onunla karçilaçan bir bireyde meydana gelen davraniç
egilimidir. Böyle bir açiklamayi Charles Morris'in yapitlarinda buluyoruz.
30
Charles
Stevenson'unki bu alanda daha da geliçkin bir kuramdir.
31
Stevenson'un nedensel modelde
yaptigi önemli degiçiklik çu: Anlami artik bir bireyin davraniç egilimi olarak
düçünmüyor. Ona göre anlam, imin, onu algilayan bireyler üzerinde belli etkiler
oluçturma egilimi. Bu görüç, anlami, imle karçilaçan birey açisindan, fakat onu anlamin
taçiyicisina (yani ime) yükleyerek belirliyor. Bir imin anlami, bu imin egilimsel
32
bir niteligi
olarak düçünülüyor. Im, onu yorumlayabilecek bir bireyi etkilediginde, bu bireyin ime karçi
gösterdigi ve koçullara göre degiçebilen tepkisi, onda oluçan ruhsal süreçler biçiminde
anlaçiliyor. Stevenson'a göre imin egilimsel niteligini kavramanin bir baçka yolu da, onu imi
kullanan bireylere yüklemektir. Bu yaklaçimda, diçsalci olan davraniç egilimleri ile yapilan
açiklama, ruhsal ögeleri kullanan açiklamayla uzlaçtiriliyor. Diçsalcilik ile içselcilik, belli bir
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y6.html
6 -~ 8 18.11.2008 20:36
denge içinde bir arada korunarak, biraz da seçmeci bir yol izlenmiç oluyor.
Grice'in kurami nedensel yaklaçimin çimdiye kadar ortaya atilan en üstün örnegidir. Belirtmiç
oldugum gibi, Grice, açiklamasini bütünüyle içselleçtirmiç, anlami kimi karmaçik niyetlerin bir
bileçimi olarak vermiçtir. Stevenson'un almaçik açiklamalar diye nitelendirdigi çeyleri, Grice
"eçdeger" bildirimler olarak belirliyor. Biraz daha ayrintiyla açiklanacak olursa, ona göre bir
imin taçidigi anlam ile, bu imi kullanan bireyin kimi zihinsel yüklemlerle belirlenebilecek
durumu, içerikçe eçdeger olan çeyler. Grice anlami, bir bireyin bu imi kullanirken bir
baçkasinda belli bir düçünce oluçturmaya yönelik, karmaçik içerikli niyetleri olarak belirliyor.
Buradaki amacimin, nedensel/iletiçimsel çerçeve içinde kalarak tüm bu yaklaçimi elden geldigi
ölçüde diçsallaçtirip dogallaçtirilmiç bir açiklamaya dönüçtürmek oldugunu belirtmiçtim.
Dolayisiyla Locke ve Grice kuramlarini kendime çikiç noktasi olarak kullanacagim.
(1) Geçen bölümde de degindigimiz gibi, bu, pozitivizm yanisira, en azindan bir ölçüde Wittgenstein'in öne sürdügü
kimi görüçleri biraz da abartmaktan kaynaklanan bir gelenek. Wittgenstein çok daha yumuçak bir ifadeyle çöyle
diyor: "Uzunluk nedir?
1
, 'Anlam nedir?', 'Bir sayisi nedir?' gibi sorular bizde zihinsel kasilmalar (meritai cramps)
oluçturuyor. Yanit olarak bir çeye içaret edemeyiçimize karçilik, yine de bir çeyi göstermemiz gerekirmiç gibi
hissediyoruz. (Burada felsefi çaçkinligin baçlica kaynaklarindan biriyle karçi karçiyayiz: Bir ad kullandigimiz için ona
karçilik olan bir çey anyoruz.) .... 'Anlamin açiklamasi' ifadesinin gramerini araçtirmak, 'anlam' sözcügünün grameri
hakkinda da bir çeyler ögretecegi için, 'anlam' adi verilen bir nesneyi aramak egilimini de giderecektir". Wittgenstein
(1969), s. 1.
(2) Kuçkusuz, Platon'un dizgesi kendi içinde tutarli olmak açisindan felsefe tarihi boyunca ortaya atilan en güçlü
kuramlardan biri olmak niteligini de taçiyor.
(3) Bkz. Quine (196i), s. 22. Ayrica bkz. s. 11 ve sonrasi ile s. 48 ve sonrasi.
(4) "Correspondence" anlaminda.
(5) Bkz. Berkeley (1957), s. 26.
(6) Bkz. Lehrer (1990), 7-9- bölümler, ve özellikle s. 178 183.
(7) Bkz. Pollock (1986), s. 6-7.
(8) Bkz. Quine (1960), 2. bölüm; (196i), 2. bölüm.
(9) Bkz. (1962). s. 442.
(10) "External" anlaminda.
(11) "Naturalized" anlaminda.
(12) "Internalist" anlaminda.
(13) "Externalist" anlaminda.
(14) "Justifiability" anlaminda.
(15) Bkz. Pollock (1986), s. 19. Parantez içindeki ifadeleri ben ekledim.
(16) "Monist" anlaminda.
(17) "Intentional" anlaminda.
(18) Bkz. Grice (1989), bölüm 14.
(19) Bkz. Pollock (1986), s. 27 ve bölüm 5. Bu tür kuramlara îemefeefcî (foundationâlist) diyoruz.
(20) Pollock (1986), s. 23.
(21) "Process Reliabilism".
(22) Goldman (1987), s. 98 ve sonrasi.
(23) Ingilizce'de bu açiklamalara "use", "rule-following" ve "disposiüonal accounts" adlari veriliyor. Bunlarin hepsi
de, geçen bölümde "orjamsal" adim verdigim yaklaçim biçiminin degiçik örnekleri: Temele insan, davranirim
aliyorlar. Wittgenstein'in anlama iliçkin görüçlerinin evrim öyküsü için bkz. Kenny, 0973).
(24) Bkz, Davidson (1985).
(25) "Recursive" anlaminda.
(26) Bkz. Aristoteles (1992).
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y6.html
7 -~ 8 18.11.2008 20:36
(27) "Constitution" anlaminda.
(28) "Articulated" anlaminda.
(29) "Isomorphism" anlaminda.
(30) Morris (1938).
(31) Stevenson (1940).
(32) "Dispositional" anlaminda.
Anlam ve Nedensellik, Arda Denkel, Kabalci Yayinlari, 1996
(Metin yapitin 2.Bölümünü içermektedir)

Felsefe Ekibi SOLIS'in saglamiç oldugu hosting hizmeti ile sizlere ulaçmaktadir.
© 2001-2008 Felsefe Ekibi Tüm haklarini sakli tutar...
Yayimlanan yazilar kaynak gösterilerek alinti yapilabilir. Yazilarin her türlü
sorumlulugu yazarlara aittir.

:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y6.html
8 -~ 8 18.11.2008 20:36

Sayi :11 Yil: 2008
Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim

Bilgi ve Anlam Üzerine Monolog
Yetkin IÇIK
- Anlamak ancak bilgiyle mümkündür. Insan da kendini bilmeye baçladiktan sonra hiçbir çey
bilmedigini fark etti. O gün bugündür evreni ve kendisini anlamaya çaliçiyor. Ancak bilmeden
anlamak olmaz.
- Öte yandan her anlama ayni zamanda bir yanliç anlamadir demiçti Humboldt. Tarih,
insanin bilme konusunda ilerledigi ama anlama konusunda gerilemesinin tarihidir.
- Tarim devriminden önce insan, bilgiyi ariyordu, ortaçagda buldugunu sandi, aydinlanma
sonrasi buldu, çimdiyse
- Çimdiyse bulduklarindan kurdugu dolambaçli yollar arasinda kaybolmakla, sonra yolunu
çaçirmakla meçgul. Önceki çaglarda cehalet bilgisizlik demekti, çimdiyse yanliç bilgi demek.
- Bu çagdaki insanin durumu, aç gözlülükle buldugu her çeyle kucagini dolduran bir adama
benzetilebilir: sonsuz tatminsizlik. Kucagina alamadigi ve tabii ki (kaçinilmaz olarak)
kucagindan düçürüp kaybettigi çeylerin eksikligi.
- Için kötü tarafi çu ki kucaginda taçidigi çeylerin mi, kucagina alamadigi çeylerin mi yoksa
kucagina alip da düçürdügü çeylerin mi daha degerli oldugunu bilemiyor insan. Bu çagda bir
çeyi bilmekten daha önemli olan, neyi bilmemiz gerektigini bilmek.
- Bence, antik çaglarda insan bilme konusunda samimiydi. Gerçekten bilmiyordu, bilenler
bilmeyenlerden daha azdi. O çaglarin cahili de bilgini de mütevaziydi. Bilginin ve bilenin
tartiçmali çoklugunun oldugu günümüzde bilmek zorlaçirken biliyor görünmek kolaylaçmiçtir.
Bu çagin cahilini tanimlayan nitelikler inatçilik, kendini begenmiçlik ve samimiyetsizliktir.
- Cahiller her çagda kendini begenmiçtir zaten. Degiçen çey, onlarin bu çagda her
zamankinden daha çok begeniliyor oluçu!
- Aslinda kendini begenmek, hiçbir gerekçe ve nitelige ihtiyaç duymadan kendini begenmek,
(ukalalik) bu çagin erdemlerinden. Dolayisiyla cehalet buradan da besleniyor. Bazilari bu
yaygin durumu narsisizm kültürü diye adlandiriyorlar. Cehalet ve narsisizm, dinlemeyi ve
ögrenmeyi sevmiyor, okumaya üçeniyor, ögretmen ve aydin karçisinda komplekse
kapiliyor. Dayaniçmalarina temel oluçturan mekanizma, budur.
- Peki ya samimiyetsizlik?
- Samimiyetsizlik, yalnizca bilgi söz konusu oldugunda akla gelen bir nitelik degil, bu çagin
ayirt edici niteliklerinden. Domates konusunda ne kadar samimiyetsizlik varsa bilgi ya da
insan konusunda da o kadar samimiyetsizlik var.
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y11.html
1 -~ 2 18.11.2008 20:32
- Yani, insan bozulunca her çey bozuluyor.
- Aslinda bu kaçinilmaz bir paradoks belki de: insanin dogadan uzaklaçtikça kendine de
uzaklaçmasinin bir parçasi. Baçlangiçta bilgi, dogayi anlamak, ondan yararlanmak ve onunla
içbirligi yapmak içindi. Ögrenme isteginin, merakin samimi olmasi, onun ihtiyaci
karçilamasindan.
- Ne var ki, bilgi kitapta durdugu gibi durmuyor içte! Bir kez onu elde eden, bilgiyi farkli
amaçlar için de kullanabilecegini ögreniyor. Giderek bilen kiçi olmak, bilginin kendisinden
daha degerli hale geliyor. Sonraki adim, biliyor görünmenin gerçekten bilen kiçi olmanin
yerine geçmesi.
- Bu noktada samimiyetsizligin çikiç noktasinin da günümüzdeki çogu sorun gibi kastlaçma,
sinifli toplumlar haline gelme süreci oldugunu söylersek yanliç olmaz. Eçitsiz bir dünyada bilgi
de her çey gibi gücün ve iktidarin yanindadir. Böylece yalnizca güçlü olmak bilgiye sahip
olmak ve onu maniple etmek imkani veriyor. Bu durum bir kez fark edilince güç istenci
salt-bilme istencinden önce gelmeye baçliyor.
- O halde bilgi elde etmenin samimi ve dogal erekleri olan kendini dönüçtürme, bilinmeyenden
bilinene gitme, karmaçik gerçekligi çözme ve kendi yolunu bulmanin yerini, güçlü olma istegi
için gereken bilgiyi bulma aliyor. Yani dünyanin kurallari içinde yaçayabilmek için gerekli
araçlar, bilginin asil amacinin (dogal merak) önüne geçmiç oluyor.
- Yani insan, aslinda daha önce buldugu anlami mi ariyor günümüzde, yoksa baçlangiçtan beri
aradigi anlama ulaçmaya mi çaliçiyor, çaresizce?
- Dogal ve kesin olan aramak, elbette. Aramak, bulmanin kuçku götürür oluçundan ötürü,
daha hakikidir. Bilgi ile anlamak arasindaki zorunlu baglanti ve örtüçmezlik, yani sürekli
anlam arayiçi hayatin zorunlu olarak tek anlamidir.
- O halde, anlami bulan ama artik aramayan (dolayisiyla halihazirda hayati yanliç anliyor
olan) kiçinin durumu saçmadir. Eger bütün yaçamsal eylemliligini bu temel üzerine inça
etmiçse mesela ölümsüzlüge inaniyor ya da öldükten sonra ölümsüz bir yaçamin varligina
inaniyorsa anlamsiz bir hayat sürüyor demektir. Buna karçilik ne durumda olursa olsun anlam
arayiçindan, yani bilme istencinden kopmayan biri yaçiyor demektir; ne durumda olursa olsun
- Yani anlamamak ayip degil, anlamaya çaliçmak ve anladigina inanmak ayiptir!
- Evet, inanç; özgürlügün, felsefenin, düçüncenin ve anlamin düçmanidir. Cehaletin büyük ve
gösteriçli adidir inanç.
Yetkin Içik
Hacettepe Ünv. Antropoloji Böl.

Felsefe Ekibi SOLIS'in saglamiç oldugu hosting hizmeti ile sizlere ulaçmaktadir.
© 2001-2008 Felsefe Ekibi Tüm haklarini sakli tutar...
Yayimlanan yazilar kaynak gösterilerek alinti yapilabilir. Yazilarin her türlü
sorumlulugu yazarlara aittir.

:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y11.html
2 -~ 2 18.11.2008 20:32

Sayi :11 Yil: 2008
Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim

Homo Semioticus
Mehmet RIFAT
Mehmet Rifat, 1949da Istanbulda dogdu. Saint-Benoit Lisesini ve I.Ü. Ed. Fak.Fransiz ve
Roman Dilleri ve Edebiyatlari Bölümünü bitirdi. Ayni bölümde Fransiz dili ve edebiyati
doktorasini hazirladi (1973- 1977). Pariste École hautes études en seiences socialesde (A.J
.Greimas) ve Collége de Franceta (R.Barthes) doktora sonrasi göstergebilim araçtirmalari
yapti. Istanbul Universitesinde ders verdi; Bogaziçi Üniversitesinde Fransiz dili ve
edebiyati ögretim görevlisi olarak çaliçmakta.
Baçlica yapitlari: Yazinsal Betik Üstüne Araçtirmalar (1976); Roman Kurgusu ve Yapisal
Çözümleme: Michel Butorun Degiçimi (1978) ; Genel Göstergebilim
Sorunlari: Kuram ve Uygiilama (1982); Dilbilim ve Göstergebilim Kuramlari (1983); Dilbilim
ve Göstergebilimin Çagdaç Kuramlari (1990); Göstergebilimin ABCSI (1992); Homo
Semioticus c(1993,1996,1999,2001) ; Balzac Kitabi(1994); Göstergebilimcinin Kitabi (1996);
Gösterge Avcilari. Çiiri Okuyan Çairler (1997-2000); Honore de Balzac-Romancnin Evreninden
Sahneler (1999);Gösterge Eleçtirisi(1999); XX. Yüzyilda Dilbilim ve Gösterebilim Kuramlari (2
cilt; 1990, 2001)
M.Rifatin ayrica R. Barthes, Rus biçimcileri (T.Todorovun derlemesi), V.Propp, R.
Jakobson, M.Bator, I. Calvino, Platon, vbndan çevirileri vardir.
Homo Semioticus
Mehmet Rifat
Om Yayinlari
1.
Insani kuçatan dünyadaki anlam etkileri, anlami oluçturan iliçkiler, kavranabilir ve/ya da
duyumsanabilir olmalarina karçin, her zaman belirtik, açik seçik, kendini kolayca ele veren,
rahatlikla gözlemlenebilen ve tartiçmasiz olarak algilanabilen nitelikte degildir. Anlam yalnizca
konuçan, yazan ya da yaçayan bir insanin söylediklerinden, yazdiklarindan, davraniçlarindan
ve bütün bunlara aldigi tepkilerden oluçmaz. Bir baçka deyiçle, içittiklerimiz ve gördüklerimiz
degildir yalnizca anlami oluçturan. Anlam açikça söylenenin, yaçananin, gözlemlenenin
altinda, üstünde ya da yaninda bulunandir ayni zamanda.
2.
[O zaman da] Her insanin anlamlar evreni yle yaçadigi, yaçayacagi çok yönlü bir serüven var
demektir: Bilinen, beklenen yollardan geçen degil de, bilinen, görünen yollarin diçina çikmayi
gerektiren bir serüvendir bu. Çizgisel, dogrusal bir yol degildir anlamin yolu: Bütün yönlere
açilabilen bir iliçkiler agidir, bütün yönlere esneyebilen bir dokudur anlam evreni.
3.
[Peki] Dünyadaki her çeçit gösterge dizgesinin anlam taçimasini, anlam belirtmesini,
anlam aktarmasini saglayan çey (özellik) gönderme yaptigi gerçeklik düzeyi midir?
Yoksa, dogrudan dogruya bu dizgenin kendisi midir?
Ya da çöyle sorabiliriz: Bir göstergeler dizgesi, bir anlamli bütün, gerçegi yansittigi
için mi anlam taçir ve bir bilgi iletir, yoksa gerçegi yeniden oluçturdugu, yeniden
düzenledigi ve anlamlandirdigi için mi?
Sözgelimi, insanlar arasinda bildiriçimi saglayan (kimi kez de bil diriçimsizlige yol
açabilen) dogal dil, kendi diçinda bir gerçege uygun bir biçimde gönderme yaptigi
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y5.html
1 -~ 5 18.11.2008 20:35
için mi anlam taçir, anlam belirtir, anlam aktarir, yoksa, tersine bizi çevreleyen
dünyayi oluçturan, ona anlam veren bu dogal dilin kendisi midir?
4.
[ baçka deyiçle:] Dünya bu açidan kendisi için ve kendi baçina var olabilir mi?
Ya da yine bu açidan dün ya, bizim kendisi hakkindaki tasarimlanmiz olmadan var
olabilir mi?
5.
[baçka düzeyde, bir baçka soruyla] Íliçkiler açisindan oluçmuç bir büyüklük
olarak tanimlanan anlamli yapi, dil bilimleri ya da gösterge bilimleri açisindan,
incelenecek nesnenin içinde midir, yoksa incelemeyi yapacak düçünen insanin
kafasinda midir?
5.1.
Anlamli yapiyi, incelenecek nesnenin kendisinde görenler, dil olgusunu ya da herhangi bir
dilyetisini, diçaridan gözlemlenebilecek, kendini salt gözlemlemeyle ele verecek somut bir
varlik biçiminde degerlendirip kuramsal seçimlerini ona göre yaparlar, yaklaçim modellerini
ona göre belirlerler. Inceleme konusunun betimlenmesi yeterli bir çaliçma biçimidir artik onlar
için.
5.2.
Anlamli yapiyi, düçünen insanin kafasinda görenlerse, incelenecek dizgenin üretiliç, kuruluç,
yapiliç açamalarini, tutarli bir terimler agi, bir kuramsal model yardimiyla yeniden üretmeye,
yeniden kurmaya, yeniden yapilandirmaya, tek sözcükle anlamlandirmaya çaliçirlar.
Temel amaçlari, göstergeler dizgesini, sözgelimi bir anlamli bütünü gözlemlemek ve onu belli
bir insanlik deneyimine, belli bir gerçeklige göre betimlemek degil, insanin çevresiyle kuracagi
her çeçit iliçki aginin yaratabilecegi anlamlari kavrayabilmek, üretim süreçlerini yaçayabilmek
için gereken tutarli yaklaçim modelini, tasarimini da oluçturabilmektir. Bu da hiç kuçkusuz,
anlam üretme ve kavrama modelinin (çözümleme kuraminin ve yönteminin) sürekli evrimini,
geliçmesini saglamakla olanaklidir.
6.
Insanin bütün yaçami, temelde, içinde yer aldigi dünyayi kavramak, yorumlamak ve yeniden
anlamlandirmakla geçer. [Geçmez mi?]Insan, çevresindeki varlik, nesne ve çeylerin, degiçik
düzeyde oluçturdugu iliçkiler agini anlamlandirirken, temelde bir siniflandirma eylemini
gerçekleçtirir. Siniflandirma, varlik, nesne ve çeyleri oluçturan anlamli iliçkilerdeki belirleyici,
ayirici nitelikleri dizgeli ya da yöntemli bir biçimde çeçitli bölümlere, ait bölümlere ayirmak,
dagitmak demektir.
7.
[Ama] Insan yaçarken, bir siniflandirma eylemini farkinda olmadan da yapar.
8.
[Bu nedenle] Siniflandirma, dünyayi anlamanin, anlamlandirmanin temel, derin ve evrensel
yapisini yakalama yoludur.
9.
Dünyayi anlamlandiran insan, çevresine, farkinda olmadan degil de biraz bilinçli, düzenli,
yöntemli ve tutarli bir biçimde bakarsa, bakmaya çaliçirsa, o zaman ona homo semioticus
adini verebiliriz.
10.
Homo semioticus anlamlandiran insandir; dünyadaki anlamlarin oluçumunu, birbirine
eklemlenerek yepyeni anlamlar yaratmasini sorgulayan insandir; çevresindeki bireysel,
toplumsal, kültürel gösterge dizgelerini yalnizca betimlemekle yetinen degil, bu dizgelerin
üretiliç sürecini yeniden yapilandiran insandir. Homo semioticus, hem dünyanin insan için
hem de insanin insan için taçidigi anlami/anlamlari kavramaya çaliçan ve bu anlamsal
bütünlerin üretiliç açamalarini bir söylem içinde yeniden anlamlandiran insandir. Homo
semioticus okuyan, adlandiran, anlamlandiran ve bütün bu içlemleri bir oyun oynayarak,
yani hem haz duyarak hem de haz vermeye çaliçarak yapan insandir.
11.
Bir anlamlandiran insan olarak homo semioticusun karçisindaki izlence (program) ya da
tasari çok büyüktür, daha dogrusu bitip tükenmez özellikler taçir. Çünkü insani çevreleyen her
yerde yine insana göre yalin/karmaçik, küçük/büyük, önemli/önemsiz, vb. anlamlar vardir.
Anlam her yerden fiçkirir insana göre. Daha dogrusu insan anlami her yerde görür, her yerde
algilar, her yerde yaçar, her yerde okur. Anlamsiz iliçkilerde de anlamsiz olma anlamini
bulur. Anlamlandiran insanin tüm yaçami bir okuma serüvenidir. Insan anlamin
bulundugunu kavradigi her yerde, bir okuma eylemini ve bir anlam üretme, yorumlama
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y5.html
2 -~ 5 18.11.2008 20:35
eylemini yaçiyor demektir. Anlamlandiran insan, dünyayi okurken, bu dünyanin, kendindeki
var oluç sürecini yaçar ve bu süreci yeni bir söylemle dile getirir: Böylece anlam etki si
taçiyan dizgelerin nasil bir süreçten geçerek anlam kazandiklarini kavramaya, bu dizgelerin
oluçum taslagini, üretim biçimini baçkalarina aktarmaya çaliçir.
12.
[Ama] Homo semioticus çevresinde var olan o büyük anlamlar evreninin bütün
açamalarindaki bütün anlamlari yakalamak savinda degildir: Böyle bir çey onun ne ilk ne de
son amacidir. Tek tasarisi, anlamli iliçkilerin oluçturdugu dizgelere, bir bölümüyle de olsa,
geçici de olsa tutarli bir biçimde yaklaçabilmek ve yaklaçabilme konusunda da anlam
açisindan baçka düçünsel amaçla ri bulunan çevresinc öbür insanlara bir model suna bilmek,
anlamsal karmaçikligi yorumlama konusunda onlara bir ölçüde yardimci olabilmektir.
13.
[Bu nedenle] Homo semioticus, hem anlamin bir iliç kiler agindan kurulu oldugunu, anlamin
bir eklemleniç oldugunu, hem de böyle bir iliçkiler agina ancak tutarli bir yöntemle
yaklaçilabilecegini bilir.
14.
[Bu açamada da] Homo semioticusun en belirgin özelligi, dünyayi anlamlandirirken, önceligi
ögelere degil, ögeler arasindaki iliçkilere vermesidir.
15.
[Çünkü] Homo semioticus anlamin tek tek ögelerden ve benzer ögelerden degil, ögeler
arasindaki farktan, ayrimdan, ayriliktan dogdugu görüçünü temel ilke olarak kabul eder. Son
derece karmaçik, kimi kez yogun bir sis perdesiyle örtülü olan iliçkiler agini görebilmenin,
okuyabilmenin belki de ilk yolunun bu iliçkiler içindeki ayirici farkliliklari gözlemlemek ve
geçici bir ilk yaklaçimla siniflandirmak olduguna inanir.
16.
[ki] Homo semioticus dünyayi okur: Bütün duyu, duygu ve bellegiyle okur. Dünya onun için
hem sonlu bir metindir, hem de birbiriyle iliçkili, sonsuza açikibilen bir metinler
toplamidir. Bir baçka deyiçle, dünya ve insanlar, homo semioticus için hem üretilmiç
yapilardir hem de sonsuza açilabilecek üretim kaynaklaridir.
17.
Homo semioticusun iki uç örneginden birinde, dünyadaki her çeçit anlami, yaçarken ve
yazarken kavramaya çaliçan gösterge avcilari ; ötekisindeyse bir çözümleme modeli de
oluçturmaya çaliçan göstergebilimciler yer alir. Gerçi her homo semioticus bir gösterge
avcisidir ama göstergebilimcinin çabasi homo semioticuslar arasinda daha yöntemsel, daha
kuramsal, kimi kez de üstdilsel özellikler taçir.
18.1
Dil bilimlerinde ya da daha geniç olarak gösterge bilimlerinde, araçtirmaci, özellikle bir kuram
dogrultusunda çaliçiyorsa inceleme konusuyla ilgili olarak, o anda aklina ve içine gelen her
çeyi söyleyebilir mi? Yapibozma ya da yapiçözme eylemini gerçekleçtiriyorum diye her çeyi
söyleyebilmesi olanakli mi?
Homo semioticus (bu baglamda göstergebilimci) bir anlamli bütün üstüne konuçabilmek için,
söyleyeceklerinin birbirleriyle tutarlilik bagintisi içinde bulunmasi gerektigine inanir. Bir
gösterge dizgesine yönelik olarak, akla gelebilecek her çeyi söyleyebilmek için, tutarli
olmamak, tutarli olabilmek içinse her çeyin söylenemeyecegini bilmek gerekir.
Özellikledilbilim ve göstergebilim bir bakima araçtirmacinin (okurun) aklina esen her
çeyi söylememesi için kurulmaya çaliçilmiç bilimsel etkinlik alanlari ya da sürekli geliçen
bilimsel tasarilardir.
19.
Herhangi bir anlamli dizge üstüne yorum farkliliklarinin ortaya çikmasi, her çeyin
söylenebilecegi anlamina gelemeyecegi gibi, tutarliligin da ortadan kalktigini göstermez.
Yorum farkliliklari, incelenecek anlamli dizgeyi ele alan yönteme ve anlamli dizgenin
incelenecek düzlemine göre ortaya çikabilir. Bu dogal bir sonuçtur. Ama ayni yaklaçim
yöntemini kullanan ve anlamli dizgeyi ayni düzlemlerde çözümleyen göstergebilimsel
çaliçmalarda, birbirinden farkli bir çözümleme süreci yaçanip farkli sonuçlar elde edilebilir mi?
Edilebilirse, bu, her çeyin ayni yöntem çerçevesinde kalinarak da söylenebilecegini mi, yoksa
araçtirmacilardan (homo semioticuslardan) birinin, yaklaçim yöntemini iyi kavrayamadigini,
çözümleme aygitini iyi kullanamadigini mi gösterir?
20.
Dil ve gösterge bilimlerini kullanan homo semioticuslar inceleme nesnelerine bakarlarken,
bir yanda bir bütünlük (bir birlik), öte yanda da bir çeçitlilik öngörürler. Bütünlük, temeldeki
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y5.html
3 -~ 5 18.11.2008 20:35
bir iliçkiler aginin varligini, çeçitlilik ise iliçkiler aginin degiçik gerçekleçme biçimlerini
çagriçtirir. Çeçitlilik vardir ama, her çeçitliligin de temelde anlamli bir iliçkiler aginda, yani bir
bütünlük içinde yer alacagini da bilir, homo semioticus.
21.
Buna bir de kalici olan evrensel yapilar ile farklilaçma gösteren gerçekleçme yapilari
arasindaki bütünleyicikarçitligi ekleyebiliriz. Anlam üretim sürecindeki ilk katmanlarda, yani
en derin, en soyut, en mantiksal düzeyde, evrensel nitelikli degiçmez yapilardan söz
edilebilirken, anlam üretim sürecinde mantiksaldan yüzeysele ilerledikçe, daha dogrusu
yüzeysele vardikça degiçen gerçekleçme yapilarina rastlanir. Homo semioticusun
yararlandigi yaklaçim biçimlerindeki farkliliklarin en önemlisi de buradan ileri gelir: Bazi
kuram ve modeller, kendi dünya görüçlerine, dünyayi algilayiç biçimlerine göre yüzeysel
gerçekleçme yapilarini inceleme amaci güderken, bazilari yalnizca derin anlam yapilarini
araçtirir, bazilari da anlam üretim sürecinin derinden yüzeye oluçum yapilarini yeniden
anlamlandirir. Özellikle üçüncü giriçim birkaç kuçaktir süren ve hep sürecek olan büyük bir
tutkudur. Göstergebilim söz konusu oldugunda donmuç bir bilimden degil de bilimsel
tasaridan söz edilmesi de bura dan kaynaklanir: Sürekli geliçen bilimler ya da bilimsel
tasarilar vardir artik.
22.
Anlam üretim sürecini çözümleyebilecek tutarli ve tümü kapsayici bir kuram ya da bir model
oluçturabilmenin belki ilk ve temel koçulu, inceleme nesnesini (konudil diye de adlandirilabilir)
yeniden yapilandiracak kavramlar (dolayisiyla da terimler) agini açama açama ilerleyerek
kurabilmektir. Birbirleriyle baglantili olan, birbirleriyle tanimlanan kavramlarin ve terimlerin
sayisi, bilimsel tasarinin geliçmesiyle birlikte degiçime ugrarken, aralarindaki türdeçlik,
içlevdeçlik bagintisinin da bozulmama
sina özen gösterilir.
23.
Dil ve gösterge bilimlerine iliçkin kuramlari ya da çözümleme modellerini yaratan, sürükleyen
bazi kültür çevrelerinde, yogun açamalardan geçmiç olan dilbilim, düçünsel varliginin bir
bölümünü 1960larda gösterge bilime devredip hiz keserken, göstergebilim de, evrim
sürecini hem dilbilimde oldugu gibi belli bir ilerleyiç çizgisi ne göre hem de siçramalarla
gerçekleçtirmiçtir. 1990lara gelindiginde, bu kez göstergebilimin düçünsel kalitimini kendi
kendine devretmeye çaliçtigi, sinirlarinin nereye kadar uzanabilecegini, nereye kadar
uzanamayacagini tartiçma yoluna girdigi, hem gençlik hem de olgunluk hastaliklarini (böyle
bir belirti saptandiginda) gidermeye çaliçtigi görülmektedir.
24.
Dilbilim yillarini izleyen göstergebilimin oluçum yillarinin ardindan bugün artik göstergebilimi
degerlendiriç, göstergebilime bakiç, göstergebilimi anlamlandiriç yillari da yaçaniyor yogun
olarak. Ama bu da zaten göstergebilimsel tasarinin bir bölümünü oluçturuyor.
Göstergebilim-üstü ya da gösterge bilim-sonrasi diye adlandirilabilecek bir düçünsel çizgi
içindeki etkinlikler de, göster gebilimsel tasarinin dogal bir parçasidir. Çünkü
göstergebilim-üstü ya da göstergebilim-sonrasi olan da göstergebilimsel tasarinin kendisidir.
Çünkü göstergebilim, anlamin bulundugu her yerde yaçayan, her düçünce dizgesinin
oluçumunda var olan bir tasaridir; sürekli geliçen bir yaçama-okuma-yeniden üretme
etkinligidir, yeniden anlamlandirarak var olma/var etme etkinligidir: Son derece özgür ama
kuralli bir etkinliktir.
25.
Homo semioticus da hem dünyaya, hem çevresindeki insanlara hem de kendi geliçtirdigi
modellere bakan bir insan olarak bu özgür ve kuralli etkinlik içinde, öteki kültür adamlariyla
birlikte yaçar: Onlara da bakar, onlari da anlamaya çaliçir, onlara da anlamlandirmada
yarayacak modeller sunar..
26.
Konumlarini göstergebilimsel düçünceye göre belirledigimiz homo semioticuslar:
gösterge avcilari;
ilk göstergebilimciler;
öngöstergebilimciler;
asil göstergebilimciler: Kuramcilar ve Hazcilar;
göstergebilim yanlilari;
karçi göstergebilimciler: göstergebilime karçidan bakan homo semioticuslar.
27.
Homo semioticusun yakin çevresindekiler:
homo academicus;
homo aestheticus;
homo poeticus;
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y5.html
4 -~ 5 18.11.2008 20:35
homo linguisticus;
homo philosophicus;
homo sociologicus;
homo mathematicus;
vb.

Felsefe Ekibi SOLIS'in saglamiç oldugu hosting hizmeti ile sizlere ulaçmaktadir.
© 2001-2008 Felsefe Ekibi Tüm haklarini sakli tutar...
Yayimlanan yazilar kaynak gösterilerek alinti yapilabilir. Yazilarin her türlü
sorumlulugu yazarlara aittir.

:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y5.html
5 -~ 5 18.11.2008 20:35

Sayi :11 Yil: 2008
Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim

Ínsani Anlamanin Kökenlerine Dair Bir Analiz
Mehmet YAPICI
myapici69@gmail.com
Keçke seni anlasaydim. Ama seni anladigimi varsaydigimda bile, seni anlamanin
anlamini bulmuç olur muyum bilmiyorum? Neden seni anlamam gerektigini biliyorum. Çünkü
birlikte yaçiyoruz. Ayni evrende soluk alip veriyoruz. Senin yaptigin ya da yapmadigin her
çeyden etkileniyorum. Kirmizi içikta beklerken, saridan yeçile geçerken arkamdan gürültülü
bir korna sesi ile beni uyarman canimi sikiyor. Can sikintimi azaltmaya çaliçan eçime de
kiziyorum. Sana sinirlenmesi gerekirken sanki yanliç yapmiçim (ya da ben öyle anliyorum),
daha fazla da yapmayayim diye beni sakinleçtirmeye çaliçinca, senin hiçbir çey olmamiç gibi
geçip gitmeni seyrediyorum. Seni anlamaya çaliçmadigim için kendime kizmali miyim?

Kaldirimda iki metre kadar önümde yürüyorsun. Yanindaki sosyal ikizinle bagira çagira
ana-avrat küfrederek konuçuyorsun. Yanindan geçenler vebaliymiçsin gibi uzagindan geçmeye
çaliçiyorlar. Farkinda olmadan ben de önce yavaçlamaya sonra da yolumu degiçtirmeye
çaliçiyorum. Seni anlamaya çaliçmiyorum, senden kaçiyorum, çevrene yaydigin sosyal
çiddetten igreniyorum sanirim. Yoksa seni anlamaya çaliçip, belki de seni uyarmaya
çaliçmaliydim degil mi? Ve sen beni anlayacak, yarattigin sosyal çiddet için özür dileyip
kendini toparlayacaktin öyle mi?

Marketin orta yerinde çocugunu bagira çagira açagilayan baba, çocuklarimin korkuyla
donup kalmalarina neden oluyor. Çocuklarimi mümkün olabildigince dikkatlerini dagitmaya
çaliçarak ortamdan uzaklaçtiriyorum. Neden çocuguna kaba davraniyorsun demedigim için ve
seni anlamadigim için üzgünüm.

Seninle ilgili bu örnekleri sonsuza kadar çogaltabilirim. Ama bu gerekli degil. Anlatmak
istedigimi anlamlandirabilmek için bu örnekler yeterli. Asil sorun çu; insanlari anlayabilir
miyiz? Anlamak zorunda miyiz? Keçke buna hayir diyebilseydim. Ama hayir demek için
kolayina kaçmak olur. Ve kolayina kaçilan hemen hemen her çey kötüdür, yararsizdir. O
zaman neden yukaridaki örneklerde tepkisiz ve duyarsiz kaliyoruz. Karçimizdaki insani
anlamaya çaliçmiyoruz. Için kolayina kaçtigimiz için mi? Hayir o kadar basit degil. Onu
degiçtiremeyecegimizi biliyoruz hatta onu degiçtirmeyi denemenin, onu tutum ve
davraniçlarinda daha da keskinleçtirecegine radikalleçtirecegini biliyoruz. Bunlar dogdugumuz
andan itibaren bilinçalti süreçler yoluyla ögrendigimiz ve günlük tutum ve davraniçlarimizi
yönlendiren yaçantilarin sonucu olarak ortaya çikmaktadir.

Yukaridaki insani dönüçtürmenin yolu, onu ontolojik bir obje olarak var eden koçullari
taniyip anlamakla mümkün olabilir. Dönüçtürmeden kastedilen ise dogrudan O degil, onun
sonraki türevleri olacaktir. Her insan bir yansimadir. Içine dogdugu sosyo-kültürel, politik ve
ekonomik koçullari yansitir. Insani degiçtirmenin yolu, içine dogdugu sosyo-kültürel, politik ve
ekonomik koçullari düzeltmekle olasidir

Çiddet Olgusu Üzerinden Bir Anlama Egzersizi

Çiddet olgusunun seçilmesinin nedeni, yayginligi ve insan yaçamindaki somutlugudur.

Çiddet; sosyal bir olgu olarak, ögrenilen bir tutumdur. Her ne kadar, çiddetin insanin
dogasinda var olan bir dürtü oldugunu ileri süren düçünceler var olsa da; dogum sonrasi insan
yavrusunun davraniçlari gözlemlendiginde, gelecekte çiddeti çagriçtiracak davraniç kaliplarina
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y13.html
1 -~ 4 18.11.2008 20:27
rastlanmadigini ileri sürebiliriz. Bebegin emme davraniçi sirasinda memeye saldirmasinin!
çiddet dürtüsü ile betimlenmesi ise abartili gözükmektedir. Çünkü memeye saldirma davraniçi
(baçkasina) zarar verme degil, açligi giderme sabirsizligidir. Unutulmamalidir ki çiddet
ögesinde biriktirilmiç öfke, öfkenin kontrol altina alinamamasi, öfkenin davraniça
dönüçtürülmesine yol açacak bir uyarici ve zarar verme fiili ya da tehdidi vardir. Önemli olan
bu sürecin nasil ortaya çiktiginin betimlenmesidir.

Öfke, insanin kendini ifade etmenin bir biçimidir. Yani öfke de bir iletiçimdir, ancak
istenmeyen onaylanmayan, olumlu sonuçlar oluçturmayan yikici bir iletiçimdir. Insan kendini
söz, duygu, mimik, jest, ya da bir baçka biçimde neden ifade edemez? Her insan çevresinden
kabul görmeyi ve kendini degerli hissetmeyi ister. Bunu duyumsamadigi dönemlerde, kendini
ifade etmede güçlük ortaya çikar. Insan kendini neden ifade edemez? Muhtemelen
ögrenemedigi, bu olanagi bulamadigi ve kendini degerli hissetmedigi için, bu durum ise,
geçmiçin bir birikintisi olarak ortaya çikmiç olmalidir. Çünkü insan davraniçlarinin gösterildigi
an, bir sonuçtur. Bu sonucu ise yaratan bir geçmiç süreç vardir. Yaklaçik olarak ergenlikte
ortaya çikan soyut düçünme becerisi elde edilinceye kadar, insan kendini evrenin merkezinde
algilar. Evrenin merkezine kendine koyan insanin en büyük güçlügü ise, paylaçamamaktir.
Paylaçma, ögrenilen (ya da ögrenilemeyen) sosyal bir davraniçtir. Insanin sosyal bir varlik
oluç gerçegi, paylaçmanin da çok rahatlikla kazanilabilecegini düçündürtmektedir. Ancak bu
gerçekleçmemektedir. Çünkü çocuk büyürken, bunun gerçekleçmesini engelleyen bir dizi hata
yapilmaktadir. Örnegin, evine misafir kabul eden bir anne-baba, çocuguna çu direktifi
verebilmektedir: oyuncaklarini ortaliktan kaldir, misafir çocuk/çocuklar onlari alabilir,
kirabilir. Bu ve buna benzer direktiflerle büyüyen çocugun paylaçmayi ögrenmesini
bekleyebilir miyiz? Bu tür durumlar, sadece paylaçmanin ögrenilmesini engellemez, ben
merkezliligin ortadan kalkmasini ve yerini sosyal bene birakmasini da engeller. Sosyal
beni geliçmemiç birey ise, paylaçmayi, empati kurmayi, kendine ve baçkalarina deger
vermeyi ögrenemez.

Paylaçmayi ögrenemeyen insan, her elde edemedigi için; bir suçlu arar. Bunu
baçlangiçta sözel ifadelere döker. Bu sözel ifadeler ise, çogunlukla kinanir, sorgulanir,
açagilanir ya da çiddete ugrar. Çocuk için sözel ifade ediçin yetersizligi böylece anlaçilmiç olur.
Suçlamalarini ve kizginligini, uygun buldugu ortamda davraniçi dönüçtürebilir. Çogunlukla bu
basit ve siradan gözüken çiddet öncesi davraniç kaliplari (gelecekteki tutum olarak çiddet
egiliminin kökenlerini oluçturdugu unutulmamalidir) güçsüz yaçitlara, kendinden küçüklere ve
yetiçkinlerin olmadigi ortamlarda uygulamaya baçlanir. Gelecekteki çiddet tutumunun
tohumlari bu çekilde atilmiç olur. Bu tohumun büyüyüp yeçermesi zaman alir ve yanliç
yetiçkin davraniç ve tutumlari ile beslenmiç olur.

Çocuk uzunca bir zaman, çogunlukla ilkögretime baçlayincaya kadar, çiddete
direnecek güce (zihinsel, duygusal ve fiziksel ) sahip degildir. Ilkögretimden itibaren zihinsel
geliçmiçligi ve duygusal olarak kendini ifade etmede elde ettigi yeterlilik, fiziksel olarak da
kendine yakin buldugu akranlari ile birlikte sergilenecek bir ortama kavuçmuç olur. Okullu
çocuk için, aileler çogunlukla neredeyse bilinçalti çöyle bir algiya sahiptirler: oh be, artik
okul var, çocugumla ilgili sorumlulugumun büyük bir kismina onlara devredebilirim. Buna bir
de okulun sorun çikincaya kadar, sorunlarin farkina varamama niteligi eklenince, kendini
degerli hissetmeyen, paylaçmayi ögrenemeyen ve kendini evrenin merkezinde algilayan
çocuk için, biriktirilmiç öfke açiga çikmak için uygun uyariciyi beklemeye baçlar.

Öfkeyi ortaya çikaracak uyarici ise çok kolay bulunur. Ödevini yapmadigi ve yeterince
çaliçmadigi için aile onu kinar, üzer ve çiddet uygulayabilir. Ögretmen; kurallara uymadigi
için, hata yaptigi için, okul koridorunda koçtugu için, zayif not aldigi için Vs. vs. çocugu
kinar, üzer ve çiddet uygulayabilir. Çocuk açisindan denetimsiz ve her an seyredilmeye hazir
olarak, açik bekleyen Televizyon; yüceltilmiç ve estetize edilmiç çizgi filmler, filmler
araciligiyla, çocugun biriktirilmiç öfkesini davraniça dönüçtürecek uyarici ögrenmelerle
doludur. Böylece akranlara aktarilacak biriktirilmiç öfke davraniça dönüçtürülmeye hazir hale
gelir. Çocuk, ailesine ve okula yansitamadigi öfkesini, diç geçirebilecegi biri olarak akranlarina
çevirir. Akranlara gösterilen çiddet, bazen görmezden gelinir, bazen de sessizce onaylanir.
Çocugunun dayak yemesindense, dayak atmasini tercih eden ana-babalarin sayisi
azimsanmayacak kadar çoktur.

Çocuk biriktirilmiç öfkesini davraniça dönüçtürürken, zihinsel niteliklerinden dolayi
sadece ani yaçar. Yani biçagi salladiginda karçisindakinin ölebilecegi olasiligini düçünemez
(filmlerde kahramanlar çok zor ölür, ölenler ise yüceltilir). Çünkü düçünme analitik yani
neden-sonuç iliçkisi içinde degildir henüz. Kuçkusuz bunun da nedenleri vardir. Baçlangiçta
kendini ifade etme olarak ortaya çikan çiddet, bir süre sonra ustaca ögrenilmiç ve zarar
vermeye dönük bir eyleme dönüçür. Içte bu nokta, geri dönülemez noktadir. Çözüm için,
nasihat, sosyal ya da hukuki yaptirim yetersiz kalir. Yukaridaki örneklerde nasihat, sosyal ya
da hukuki yaptirimin da yetersiz kaldigi görülebilir.

Eger, çiddetin kendini degersiz hissetmenin, hospitalizmin (sevgiden yoksun
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y13.html
2 -~ 4 18.11.2008 20:27
büyümek) bir sonucu olarak ortaya çiktigini kabul edersek; çözüm için de bir yol görünmüç
olur; çocugun eksikligini hissettigi degersizlik ve sevgisizligi ortadan kaldirmak. Peki bunu
kim ortadan kaldiracak; elbette aile, politika, din, ekonomi..vb. sosyal kurumlar. Ama temel
sorun da burada, kurumlar çiddeti ortadan kaldirmak yerine, destekliyorlar. Evine dönen baba
ya da anne, içyerinde, sokakta gün boyu biriktirdigi öfkesini eçine ve çocuklarina yansitiyor.
Devlet kapisina giden yurttaç, vergisini öderken, bankada taksitini yatirirken, aliç veriçini
yaparken, bir talepte bulunurken, bir hizmeti satin alirken, içini zorlaçtiran ve kendini degersiz
hissettiren bir sürü uygulamayla karçilaçiyor, yani öfke biriktiriyor. Akçam evinde,
televizyonun baçina geçen aile, çiddet ve çiddetin yansimasi olan programlarla geceyi
noktalayip uyuyor. Okula giden çocuk, egitim-ögretim ortaminda bir baç belasi gibi kendini
algilamasina neden olan kural ve normlarla karçilaçiyor yani bütün sosyal kurumlar ve iletiçim
stratejileri güvensizlik üzerine kurulmuç. Kamusal ve özel yaçamda oluçan bu güvensizlik,
çiddeti dogurup meçrulaçtiriyor. Çiddet uygulamalari ancak, öldürme noktasina ulaçtiginda
dikkat çekebiliyor. Bu durum bile, çiddetin ne kadar kaniksandigini göstermek için yeterlidir.

Çiddeti ortadan kaldirmayi önermek çok iddiali olacagi için, çiddeti zayiflatmanin
yolunu öncelikle aramak gerekir. Eger çiddet bir birikimin sonucu ise, onu zayiflatmanin bir
süreç ve birikim olacagini da öngörebilmek gerekir. Sosyal kurumlarin çiddeti zayiflatmasi ve
etkisiz hale getirebilmesi, çu temel varsayimin ele alinmasi ya da düçünülmesi ile saglanabilir;
ihtiyaçlarin karçilanma orani ile çiddet arasinda ters bir iliçki vardir. Bu çu demektir, bebegin
saglikli büyümesi için, anne sütü ve ebeveyn sevgi ve çefkatine ihtiyaci vardir, ihtiyaci
karçilandikça öfkesi azalacaktir. Çocugun sosyal akran aktivitelerine (sosyal baçari),
ögrenmeye (akademik baçari) ve mutlu olmaya (kendini gerçekleçtirme baçarisi) ihtiyaci
vardir, bu ihtiyaçlar giderildigi ölçüde öfkesi azalacaktir. Yetiçkin insanin bir içe ihtiyaci vardir,
içinde mutlu olmaya ve yeterince para kazanmaya (istihdam ve gelir dagiliminda adalet)
ihtiyaci vardir, bu karçilandiginda öfkesi azalacaktir. Bireyin devlet tarafindan kucaklanmaya
ihtiyaci vardir, bireyin toplum tarafindan kabul görmeye ihtiyaci vardir, bireyin kendisini
dinleyecek bir insana ihtiyaci vardir, bireyin oy verdigi insanlara hesap sormaya ihtiyaci vardir
(bu ihtiyaç 5 yillik periyotlarla geçiçtirilemez). Bu ihtiyaçlar giderildiginde öfke azalir, çiddete
varacak boyutlara ulaçmasi engellenmiç olur.

Demokratik geliçimlerini tamamlayamamiç ya da demokratikleçme sancilarini
yaçayan toplumlar, sorunlarin çözümünde çiddete baçvurmayi meçrulaçtirabilirler.
Demokratik tutum, farkliliklari kabullenmeyi (farkliligi fark etme, farkliliklari tanima,
farkliliklara yaçam hakki vermede tutum oluçturma) gerektirir, çiddette baçvurulurken
kullanilan temel bilinçalti savunma mekanizmalarindan biri de farkliliga karçi duyulan
hoçgörüsüzlüktür. Bu hoçgörüsüzlügün çiddete dönüçmesi, kabullenmenin gerçekleçmemesi ile
dogrudan iliçkilidir. Bu kabullenme, sosyal kurumlarin birbirini destekleyen ortak politikalari
ile gerçekleçtirilebilir. Örnegin, bir sosyal kurum olarak egitim kurumu, bireylere firsat eçitligi
saglamaya yönelik bir temaya sahip olmadiginda, bunun politikaya yansimasi da elbette
çeçitlilik çeklinde olmayacaktir. Din kurumu, farkli inaniçlari, düçman olarak gördügünde
evrensel düçünen bireylerin ortaya çikmasini beklememek gerekir.

Ne yazik ki çiddet hadi engelleyelim diye söylenerek ortadan kaldirilabilecek bir olgu
degildir. Çiddetin oluçmasi nasil bir birikim ve süreçse, kaldirilmasi da benzer birikim ve süreci
gerektirir. Bu süreçte ise, bireyden topluma, en küçük sosyal gruptan devletin kurumlarina
kadar herkese ilgilendiren ve yerine getirmesi gereken sorumluklar vardir. Insanin kendisini
sevmesi ile baçlamasi sanirim uygun bir baçlangiç olabilir. Kendini seven ve bagiçlayan
baçkalarini da sevip bagiçlayabilir.

Burada dikkat edilirse, çiddet olgusu bir sonuç olarak degil, varoluç koçullari açisindan
betimlenmektedir. Bu betimleme anlama çabasidir. Her anlam kendi baglami içinde analiz
edilebilir.

Anlamak mi Anlamlandirmak mi?

Insani anlamak mi anlamlandirmak mi gerekir? Günlük dilde kolaylikla dile getirilen
anliyorum ifadesi göstermeliktir. Durumu geçiçtirmek anlamina gelebilir. Çünkü bir insani
anlamanin yolu, onu dogdugu andan itibaren firlatildigi sosyo-kültürel, politik ve ekonomik
koçullarini bilmek ve onlari analiz etmekle mümkün olabilir. Bu tür anlama etkinligini ancak
ilgili kiçiyi dogdugu andan itibaren bilen, gözleyen, dinleyen, analitik düçünen bir anne, baba
veya kardeç yapabilir. Üçüncü kiçilerin yapabilecegi ise anlamak degil anlamlandirmaktir.
Çünkü anlamlandirmada kendimizi de için içine katmiç oluruz. Örnegin Orhan Pamukun
düçüncelerini anlamiyorum dedigimde onun varoldugu yaçam koçullarini bilmedigimden
bahsediyorum. Ama Orhan Pamukun düçüncelerini anlamlandirabiliyorum dedigimde
üçüncü kiçi olarak yaçamsal birikimimi de için içine katmiç oluyorum. Dolayisiyla,
anlamlandirmak öznel bir zihinsel tasarim olarak ortaya çikmiç olur. Oysa anlamak yukarida
betimlenen çekli ile nesnel bir zihinsel tasarimdir. Örnegin, yukarida çiddet olgusunu
anlamaya çaliçmadim, anlamlandirmaya çaliçtim.

Evreni anlamlandirmak denildiginde de ayni çeyi kastetmiç oluruz. Evreni anlamak
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y13.html
3 -~ 4 18.11.2008 20:27
nesnel, anlamlandirmak özneldir.

Üçüncü kiçi olarak anlamlandirdigim üzerine düçünürüm. Zaman ve mekânla
baglantili olarak anlamlandirma etkinliklerim degiçebilir. Dolayisi ile 1 yil sonra bu yaziya
dönüp baktigimda çogu yerini begenmeyebilir, kismen veya tamamen degiçtirebilir ya da
yirtip çöpe atabilirim. Burada bir anlam kaymasi oluçmuç olmaz burada yeni bir
anlamlandirma çabasi ortaya çikmiç olur.

Insani anlama dedigimiz etkinlik de böyledir. Yani insani ve insanla ilgili olanlari
anlamlandirdigimiz için uzay-zamanda, görüçlerimiz degiçebilir. Eger öyle olmasa idi hala
sadece ilkokul arkadaçlarimla arkadaçlik etmeye devam ediyor olurdum.

Eçler arasi iliçkilerde de ayni sorun oldugu görülmektedir. Eçler birbirini
anlamlandirmak yerine anlamaya çaliçiyorlarsa, zamanla anlam kaymalari ortaya çikmakta
ve bunlar iliçkilerin tükenmesine yol açabilmektedirler. Saglikli evlilik iliçkileri için anlamaya
degil anlamlandirmaya gereksinimimiz vardir. Yani karçimizdakini, kendimizi de için içine
katarak anlamaya çaliçmaliyiz. Yani karçilikli empati yoluyla, tek yönlü empati anlama çabasi
olarak, karçilikli empati ise anlamlandirma çabasi olarak düçünülebilir.

Felsefe Ekibi SOLIS'in saglamiç oldugu hosting hizmeti ile sizlere ulaçmaktadir.
© 2001-2008 Felsefe Ekibi Tüm haklarini sakli tutar...
Yayimlanan yazilar kaynak gösterilerek alinti yapilabilir. Yazilarin her türlü
sorumlulugu yazarlara aittir.

:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y13.html
4 -~ 4 18.11.2008 20:27

Sayi :11 Yil: 2008
Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim

Medya ve Zedelenen Anlam
J. Baudrillard
() "Amaci ileti üzerinden gerçekleçen iletiçim sürecinde, hedef kitle üzerindeki etki, belirli bir
anlama sahip olan bu iletiler sayesinde gerçekleçir. Haberde verilmek istenen mesaj (ileti) da
etkinligini taçidigi anlam üzerinden gerçekleçtirir. Ister politik, ister egitici, isterse kültürel
içerikli olsun haberin niyeti kitlelere anlam iletimini saglamaktir. Bu sayede kitleler anlamin
egemenligi altinda tutulmaktadir.
Kendini haberin sürekli olarak ahlaksallaçtirilmasi zorunlulugu, daha iyi haber verebilmek ve
kitlelerin kültürel düzeylerini yükseltmeye çaliçmak vb. gibi nedenlerle ortaya çikmaktadir.
Ancak kitleler bu anlam üretimine biçimde karçi koymaktadirlar. Kuramci bu açamada
kitlelerin anlami önemsemeyip, gösteri istedikleri görüçündedir. Buna göre, anlam yerine
gösteri isteyen kitleleri, içeriklerin ya da kodun ciddiyetine inandirmak için gösterilen hiçbir
çaba yeterli olmamiçtir. Insanlar gösteri isterlerken onlara mesaj verilmeye çaliçilmaktadir.
Onlar içinde bir gösteri bulunmasi kaydiyla bütün içeriklere tapmaktadirlar. Yani anlamin
diyalektigi yadsinmaktadir. Onlarin aldatilip kandirildigini söylemek de boçuna olacaktir.
Kuramci bu varsayimi ikiyüzlü bir varsayim olarak nitelendirmektedir. Bu ikiyüzlü varsayim
anlam üreticilerinin entelektüel bir rahatliga kavuçmak için ileri sürdükleri bir varsayimdir.
"Kitleler sözüm ona kendiliklerinden yutacaklarmiç!" Oysa kitleler, tam tersine kendilerine
verilen anlam ültimatomuna karçi gösteri istediklerini belirtirken tam anlamiyla özgürdürler.
Çünkü anlamin bu saydamligindan ve bu politik iradeden, ölümden çekindikleri kadar
çekinmektedirler.
Ona göre kitleler anlamin gerisinde yatan ideal hegemonyanin içleri basitleçtiren çiddetinin
kokusunu almaktadirlar. Burada kitlelere yutturulan bir çey de yoktur, çünkü kitleler bunu
kendileri istemektedirler. Kültürün, bilginin, gücün, toplumsalin emilip yok edilmesi içi
kitlelerin aninda ve olumlu bir çekilde oluçturduklari stratejidir. Günümüzde bütün boyutlariyla
ortaya çikan bu çaliçma biçimi, çok eski bir çaliçma biçimidir. Bu yolla daha önceden bilinen
bütün senaryolar altüst olmaya zorlanmaktadir. Anlam artik toplumlarimizi sürükleyip götüren
ideal çizgi degildir. Anlamdan kaçan artiklar da bir gün özümseneceklerdir. Günümüzdeki
anlam karmaçiktir ve herhangi bir uzantisi kalmamiçtir. Anlam belli bir zaman diliminde
(tarih, iktidar vs.) üç boyutlu, ideal bir uzam oyununa dönüçmüç durumdadir. Bizlerse ikinci
derecede anlam taçiyicilari olarak, çogu kez anlamin önünden ya da arkasindan giderek geçici
bir panige kapilan derinlerdeki kitleyi oluçturmaktayiz. Bu ters varsayim, sessiz edilginlikler
folkloruna ait olan anlami açagilayan binlerce örnek oldugunu göstermektedir.
Medyalardan gösteri isteyen kitleler, bu amaçlarina ulaçmayi daima baçarmiçlardir. Ilginç
gösteriler ortadan kalktiginda haber programlarinin izlenmedigi görülmüçtür. Bu durum
kitlelerin gösteri istediklerinin açik bir kaniti olarak degerlendirilmektedir. Içinde
yaçadigimiz dünyada haber orani arttigi ölçüde anlam oraninin giderek azaldigi görülmektedir.
Azalan anlamin yerini, giderek artan gösteriler almaktadir. Bu durumda kuramci üç
varsayimdan bahsetmektedir. ilkinde, haber anlam üretmekte, ancak bütün alanlardaki ani
anlam yitimi açigini kapatamamaktadir ki medyalar araciligiyla istendigi kadar biçim ve içerik
insanlara yeniden enjekte edilmeye çaliçilsa da, anlam bogulmasi ve yitiminin yeniden
enjeksiyondan daha hizli bir çekilde gerçekleçmesinin engellenemedigi ortaya çikmaktadir. Bu
durumda güçsüz medyalarin eksikliklerini kapatabilmek için temel bir üretime gerek
duyulmaktadir.
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y16.html
1 -~ 4 18.11.2008 20:39
Ikinci varsayimda, haberin anlamla hiçbir iliçkisi yoktur. O zaman da onu baçka bir çekilde
adlandirmak gerekecektir. Bir baçka düzeyde iç gören içlemsel bir model gibi. Bu
durumda anlam ve anlam ticaretinin diçinda kalan bir çeydir ki, bu Shannon'un varsayimidir.
Yalnizca araçsal bir nitelige sahip olan haber olgusu hiçbir anlam amaci içermeyen teknik bir
araçtir, öyleyse bir yargilama tarafindan da içerilmeyen bir olgudur. Genetik kod türünden bir
çeydir, neye benziyorsa o dur. Anlamiysa baçka bir çeydir. Örnegin, Monod'un Raslanti ve
Zorunlukunda oldugu gibi anlam arkadan gelen bir çeye benzemektedir. Bu durumda haber
enflasyonuyla anlam azalmasi (deflasyonu) arasinda anlamli hiçbir iliçki olamayacagini
göstermektedir.
Üçüncü varsayimdaysa, haber anlami hem yok eden, hem de nötralize eden bir olgu oldugu
ölçüde ikisi arasinda kesin ve zorunlu iliçki vardir. Anlam yitiminin dogrudan iletiçim
araçlariyla kitle iletiçim araçlarinin haberi eriten, ikna edici bir biçime sokan müdahaleleriyle
bir iliçkisi vardir.
Kuramci bu son varsayimi çok ilginç bulmaktadir, ancak varsayimda yer alan düçüncelerin,
kabul gören düçüncelerin tam tersi oldugunu belirtmektedir. Ona göre, nereye bakarsak
bakalim toplumsallaçmanin iletiçim araçlarinin gönderdigi mesajlarla ilgilenme oraniyla dogru
orantili olarak ölçüldügünü görmekteyiz. Iletiçim araçlari ve gönderdikleri mesajlarla
ilgilenmeyenler gücül ya da gerçek düzeyde toplumsallaçamamiç insanlar olarak kabul
edilmektedirler. Haberse her yerde hizli bir anlam dolanimini saglamakla yükümlü kilinmiçtir.
Bu durumu Baudrillard, kapitalin hizli bir çekilde el degiçtirme zorunlulugu sonucunda üretilen
"artideger" olayina benzetmektedir. Buna göre, haber iletiçim yaratan bir çey gibi
sunulmaktadir. Boça üretilen haber orani çok büyük boyutlara ulaçsa bile, genel bir uzlaçmaya
dayanilarak bu haddinden çok anlamin, toplumsalin kilcal damarlarina kadar dagitilmasi
istenmekte. Bu yüzden boça üretilen haber kadar anlam üretimi konusunda da kimsenin sesini
çikarmadigi görülmektir. Hepimiz bu efsanenin suç ortaklariyiz. Bizim modernligimizin
baçinda da maddi üretim vardir, sonunda da. Zaten maddi üretim olmasaydi bizim toplumsal
örgütlenmemiz inandirici olamazdi. Oysa sahip oldugumuz toplumsal örgütlenme düzeni, yine
maddi üretim yüzün çökmektedir. Haberin anlam ürettigini sandigimiz sirada aslinda tersi
olmaktadir.
Kuramcinin düçüncesine göre, haberin kendi ürettigi içerigi, iletiçimi ve toplumsali yok
etmesinin altinda yatan nedenler çunlardir:
Haber, iletiçim kurmak yerine sahneye koydugu iletiçim oyunu içinde kaynayip gitmektedir.
Anlam üretmek yerine, sahneye koydu anlam üretimi oyunu içinde kaynayip gitmektedir. Bu
da simülasyon sürecinin bir parçasidir. Artik etrafimiz hayali içeriklerle, uyanikken görülen düç
türünden bir iletiçim biçimi ve bir haber agiyla sarilmiçtir. Bu olumsuz durum sahneye
çikma arzusunun konuldugu bir kisir döngüsel düzenleme, bir tür iletiçim antitiyatrosu yani
geleneksel kurumu yadsiyarak sagligina kavuçturma yani kapali devreye dönüçen bir durum
olarak nitelendirilebilir. Buradaki amaç, bizi, radikal bir anlam yoklugu gerçegiyle karçi
karçiya getirecek, ani bir simülasyondan kurtulma olayini engelleyebilmektir.
Kuramci, birer kapali devreye benzeyen iletiçimin ve toplumsalin bir yem içlevine sahip
oldugu düçüncesindedir. Bu yem bir mitin gücüne sahiptir. Sistemin kendi gerçekligini
kanitlayabilmesi için haberin sürekli olarak yenilenmesi gerekmektedir. Sistem bu sayede
gerçeklik kazanmaktadir. Habere inanilmasinin altinda yatan neden de budur.
Iletiçimin bu anormal boyutlara ulaçan görüntüsünün gerisinde, iletiçim araçlari ve haber
bombardimaninin toplumsal yapiyi bozmalari engellenememektedir. Haber hem anlami, hem
de toplumu anlamsizlaçtirmaktadir.
3) Iletiçim araçlari, toplumsallaçmayi saglamaya yönelik araçlar olma özelliklerini kaybetmiç,
toplumsalin kitleler içinde, için için kaynamasini saglayan araçlara dönüçmüçlerdir. Bu durum
anlamin için için kaynamasi olayinin bir uzantisidir. "Anlam, anlama ait tüm içeriklerin egemen
bir iletiçim araci tarafindan yutuldugu bir yapiya kavuçmuçtur. Içeriklerin tutucu ya da yikici
olmasi hiçbir çey farkettirmemektedir, olay çikmasini saglayan tek çey iletiçim aracidir.
Ancak kuramci, yalnizca mesajin iletiçim araci içinde için için kaynamasindan sözetmemekte,
iletiçim araci, gerçegin içinde için için kaynarken, iletiçim araci ve gerçeginde bir tür
hipergerçek, bir nebula içinde için için kaynadigini da belirtmektedir. Mac Luhan'in "medium is
message" (araç mesajdir) formülünü geliçtiren kuramci, tüm içerik ve mesajlarin iletiçim
araçlari tarafindan buharlaçtirildigi yönündeki bu görüçe kendi düçüncelerini de eklemiçtir.
Ona göre, bu süreç içinde iletiçim aracinin kendisi de buharlaçip, yok olmak durumuyla karçi
karçiya kalmaktadir. Böylece, mesajin iletiçim araçlarinin bizzat kendisi olmasi durumuyla
(medium is message) hem mesajin hem de iletiçim araçlarinin sonu gelmiçtir. Artik iletiçim
araci diye bir çey kalmamiçtir. Bir gerçeklikle bir digeri, gerçegin bir konumuyla baçka bir
konumu arasinda aracilik yapan süreç ortadan kalkmiçtir. Için için kaynama denilen çey
budur. Böylelikle kutuplar birbirleri tarafindan emilmiç, iletiçim araci ve gerçek gibi belirgin
karçitliklar yok olmuç, farkli anlamlar üreten kutuplara sahip sistemlerde kutuplar birbirine
kisa devre yaptirmiçtir. Öyleyse iki kutup ya da bir kutupla digeri arasinda aracilik yapma ya
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y16.html
2 -~ 4 18.11.2008 20:39
da diyalektik bir müdahalede bulunabilme olanaksizlaçmiçtir. Iletiçim araçlarinin etkisi denilen
çey kisir döngüsel bir görünüm kazanmiçtir, Yani anlami bir kutuptan digerine tek yönlü bir
çekilde sürdürebilme imkâni ortadan kalkmiçtir. Baudrillard, bütün bu geliçmelerin ardindan
hem iletiçim araçlarinin hem de gerçegin, içinden çikmanin olanaksiz oldugu tek bir
"nebula"ya dönüçtügünü belirtmektedir.
Içeriklerin için için kaynamasi, anlamin emilmesi, iletiçim aracinin giderek anlamsizlaçmasi,
iletiçim diyalektiginin modelin tamamiyla kisir döngüleçmiç biçimi içinde eriyip gitmesi,
toplumsalin da kitleler içinde için için kaynamasi insanda bir felaket duygusu yaratarak, onun
umutsuzluga kapilmasina neden olabilmektedir, Düçünür, bu saptamayi dogru bulmaktadir.
"Bu saptama habere bakiç biçimimizi temelinden belirleyen idealizme oranla dogrudur, çünkü
hepimiz kudurmuç bir anlam ve iletiçim idealizminin yani anlama dayali idealist bir iletiçimin
peçinden gittigimiz için dogal olarak bu perspektif dogrultusunda ölümümüz de anlamin
elinden olacaktir.
Felsefeciye göre, felaket teriminin böyle bir felaketimsi yokoluç anlamini kazanmasi ancak
sistemin bize dayatmaya çaliçtigi üretim ve çizgisel bir biriktirimi amaçlayan bakiç açisiyla
mümkündür. Etimolojik anlamda bu felaket, açagi dogru sarmal bir çekilde inen ve ötesine
geçebilmenin olanaksiz oldugu "haberin siniri" açildiginda ya da ötesine geçildiginde, bizim için
bir anlam ifade eden hiç bir çeyin bulunmadigi bir süreçtir. Oysa anlamin ihtarlarina boç
verdigimiz andaysa felaket sahip oldugumuz güncel düçgücünde nihilist ulaçilmasi ve
ulaçilmasi gereken son nokta, yani ölüm gibi bir anlama sahip olmayacaktir.
Anlamin ötesine geçtigimizde karçimiza anlamin nötralize edilmesiyle ve için için
kaynamasiyla elde edilen bir çekicilik çikmaktadir. Burada kitlelerin anlama meydan
okuduklari görülmektedir. Kitleler, iletiçim araçlarinin sunduklari anlama ve araçlarin
çekiciligine meydan okumaktadirlar. Bu bakiç açisi dogrultusunda degerlendirildikleri zaman,
anlami diriltmeye yönelik tüm marjinal ve alternatif çabalar yararsiz çeylere
dönüçmektedirler. Kuramci, kitle iletiçim araçlarinin anlama çiddetle saldiran ve büyülenmek
isteyen kitlelerin yaninda olup olmadigini saptamaya çaliçmiçtir. "'Kitleleri büyüleyen çey
iletiçim araçlari midir? Yoksa kitleler mi iletiçim araçlarini gösteri araci olmaya
zorlamaktadir?" sorusuna yanit arayan kuramci, iletiçim araçlarinin anlamla yanilgiyi birlikte
götürdügünü ve bunlari diledigi çekilde kullandigini söylemektedir. "Bu sistemi
denetleyebilmekte mümkün degildir; çünkü sisteme özgü içsel simülasyonla, sistemi yok edici
simülasyon kitle iletiçim araçlari tarafindan Mobiyüs çeridi türü ve kisir döngüleçmiç bir
mantikla yansitilmaktadirlar," Kuramci bu durumu sakincali olarak görmemektedir. Ancak
bunun alternatifi ya da mantiksal bir çözümü de bulunmamaktadir. Baudrrilard, tek alternatif
olarak, mantiksal açidan bu olayi gidebilecegi en uç noktaya kadar götürmeyi ve felaket,
türünden bir çözüm önermeyi göstermektedir.
Günümüzde sistem kendini, herkese maksimum söz hakki taniyarak, maksimum yönde anlam
üretiminden yana tavir koyarak kanitlamaya çaliçmaktadir. Yani direniç stratejisinin adi,
anlam üretimini ve konuçmayi reddetmek olmuç durumdadir, Bu sisteme özgü mekanizmalar
hiperuyumlanma simülasyonu olarak da adlandirilabilmektedir. Kitleler de bunu yapmaktadir,
yani sistemin mantigina tamamiyla uyup, bu mantigi kendisine karçi direnmek amaciyla
kullanip, bir tür ayna görevi yaparak sistemin gönderdigi anlami hiç emmeden kendisine geri
göndermektedir. Bugün bu stratejinin belirleyici olmasinin nedeni, sistemin bu safhasinin
agirligini koymasidir. "Güdülecek stratejide yanilmak çok ciddi bir çeydir. Yalnizca özgürlük ve
özgürleçtirici eylemler üzerine oynanan bir tarih öznesinin, grubunun ve bilinçlenen sözün
geciken dirilmesini hatta öznelerle kitlelerin 'bilinçaltlarinin bilincine varmalari'ni isteyen tüm
hareketler gerçekte sistemin göstermiç oldugu yönde ilerlediklerinin farkinda bile degildirler.
Çünkü sistem günümüzde kesinlikle açiri miktarda yenilenmiç anlam ve söz üretilmesini
istemektedir.
Kitle iletiçim araçlarinin büyüleyiciliginin, mesajin eleçtirel yanini yok ettigi gözlenmektedir.
Kitleler de, aracin büyüleyiciligini mesajin eleçtirel yanina tercih etmektedirler. Çünkü
büyülenmenin anlamla bir Iliçkisi yoktur. Büyülenme anlamin kullanilmamasiyla dogru orantili
bir durumdur. Bu durum, araç yararina mesajin ve simülasyon yararina gerçegin (dogrunun)
nötralize edilmesiyle elde edilmektedir. Yani kitle iletiçim aracinin ilkesi büyülemedir. Bu
çekilde, anlamin kullandigi aracin diçinda kalan ve iletiçimdeki yogunlugun anlam tarafindan
yutularak çökmesiyle sonuçlanabilecek bir iletiçim biçimini öngören varsayim da olanaksiz
duruma gelmiçtir. Artik hoça giden çey ne anlam, ne de açiri anlamliliktir. Insani büyüleyen
çey anlamin nötralize edilmesidir. "Bu nötralize etme içiyse bir ölüm güdüsü tarafindan
gerçekleçtirilmemektedir. Çünkü bu durumda yaçamin bir anlami olacaktir. Oysa tam tersine
bütün bunlar gönderene, mesaja ve her türlü dil bilimsel kategori giriçimlerine karçi bir allerji,
bir meydan okuma ve sonunda göstergenin büyülenme içinde kaybolmasi yararina inkar
edilmesiyle sonuçlanacaktir. (Artik ne gösteren vardir ne de gösterilen: Anlam kutuplari
emilmiçtir.) Hiçbir anlam bekçisi bunlarin farkinda degildir: Anlam ahlaki büyülenmenin
karçisindadir."
Umberto Eco'nun belirttigi gibi üretilen enfonnasyonda bir anlam kaybi yaçanmaktadir.
Gösteri karçisinda yenik düçen ikinci plana atilan bir anlam söz konusudur. Yiten bu anlamsa
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y16.html
3 -~ 4 18.11.2008 20:39
haberin yikici, ikna edici eylemine dogrudan baglidir. Haber enflasyonuyla anlam deflasyonu
arasindaki anlamli iliçki bizleri bir tür "Gösteri çagi "na dogru götürmektedir. "Medya çagi, bir
Gösteri Çagi"dir. Gösteri Çagiysa, ideolojinin yerine kozmetigin geçtigi, hakikatin imaja
yenik düçtügü, her çeyin eglenceli bir biçimde sunularak içeriksizleçtirildigi, müthiç bir
enformasyon bombardimaninin insanlari parçalara ayirarak tepkisizleçtirdigi, hafizanin
kayboldugu, algilama ve muhakeme yeteneginin azaldigi bir dönemdir.
"Mesaj bombardimani hazirlayan silahlar'' olarak görebilecegimiz medya endüstrisi bize
anlamdan çok gösteri sunmaya baçlamiçtir. Bu durumsa gösteri karçisinda anlamin giderek
zedelenmesine hatta unutulmasina yol açmaktadir.
Kadife Karanlik
21. Yüzyil Iletiçim Çagini Aydinlatan Kuramcilar
Su Yayinevi

Felsefe Ekibi SOLIS'in saglamiç oldugu hosting hizmeti ile sizlere ulaçmaktadir.
© 2001-2008 Felsefe Ekibi Tüm haklarini sakli tutar...
Yayimlanan yazilar kaynak gösterilerek alinti yapilabilir. Yazilarin her türlü
sorumlulugu yazarlara aittir.


:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y16.html
4 -~ 4 18.11.2008 20:39

Sayi :11 Yil: 2008
Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim

Ricoeur'de Söylem, Yorum, Metin ve Anlam
Eren RIZVANOGLU
Paul Ricoeur 1970'li yillarda yazdigi ve hep birbirini tamamlayan makalelerinde, kendisinden
önce gelen ve temel sorunu insan bilimleri için yeni bir yöntem arayiçi olan ve bu anlamda
yorumsamaci düçünce içinde ürünler veren kimi felsefecilerin düçünceleri arasinda bir köprü
kurmuç ve metin temelli yeni bir yöntem arayiçina girmiçtir. Ricur, ele aldigi sorunlari hep
bir dil sorunu olarak görmüçtür. Özünde ele aldigi ise, bir yapit olarak dil sorunudur.
1
Bizim bu
yazida yapacagimizsa, bu dil sorunu baglaminda, Ricur ün, söylem, anlam, yorum ve
metin düçüncesini belirlemektir. Bu baglamda Ricur ün 70'li yillarda yayimlanan
Interpretation Theory: Discourse and The Surplus of Meaning [Yorum Kurami: Söylem ve Artik
Anlam], Yoruma Dair: Freud ve Felsefe [De l'interprétation, Essai sur Freud] ve Hermeneutics
and The Human Science kitaplarindaki üç makaleden yaralanilacaktir. Bunlar sirasiyla: "What
is a text? Explanation and Understanding", "Metaphor and the central problem of
hermeneutics" ve "The model of the text: meaningful action considered as a text"tir.
Tüm bu yazilarda ele alinan düçünceler hem birbirlerini tamamlayici hem de birbirlerini
yineleyici niteliktedir. Bu bakimdan bu düçünceler, üç baçlik altinda toplanarak ele alinacaktir.
Öncelikle söylem ve anlam konusuna deginilecek, ondan sonra bu baglamda anlamla baglantili
olarak simge ve egretileme kavramlari irdelenecek ve sonuçta, tüm bu kavramlar, anlama ve
açiklama ayrimina yeni bir yaklaçim olarak Ricur'ün metin tasarinda sonuçlanacaktir. Onun
metin tasarisi aslinda tüm insan bilimlerine uygulanabilecek bir yöntem arayiçinin da
sonucudur. Bu tasariyla o, bütün insan eylemlerinin, bir metin olarak degerlendirilerek
anlaçilabilecegini savunmuçtur, öyle ki, bu söyledikleriyle Ricceur'ün, dönemin dil ve metin
merkezli düçüncelerine yeni bir soluk getirdigi de söylenebilir. Peki, bu dönemde yapilan çey
tam olarak nedir? Genel olarak dili, konuçulan bir dil olarak degil de yazili bir dil olarak ele
alan felsefeciler (Derrida, Barthes, Kristeva vd), metin kavraminin anlamsal içerigini
geniçleterek, metni neredeyse insan yapintisi olan her çey için kullanmiçlardir.
Saussure'ün açtigi yolda giden bu düçünürler, metni yeni bir anlam arayiçinin merkezine
koymuçlardir. Ancak Ricoeur'ü bu felsefecilerden ayirmak gerekir; onun, söz konusu
felsefecilerden farkli olarak, Bakhtin gibi metin merkezli yeni bir yöntembilim geliçtirme
amacinda oldugu söylenebilir. Bu bakimdan Ricoeur, postyapisalci düçüncedense,
yorumsamaci gelenek içinde yer almaktadir. Bunu belirleyen ise, Ricceur'ün kendisinden
önceki düçünürlerden Dilthey ve Gadamer'in düçüncelerinden etkilendigi boyutlarin
çoklugudur. Ricceur'ün öne sürdügü savlarin birçogu daha önce Dilthey ve Gadamer tarafindan
ele alinmiç konular ve kavramlar üzerinde temellenmiçtir.
-I-
Ricceur anlambilim ve göstergebilim arasindaki ayrimi bütün dil sorununun anahtari olarak
görmektedir. O, bu ayrimi belirginleçtirecek bir ölçüt arayiçinda, bu soruna iki farkli yaklaçim
oldugundan söz eder. Bunlar, Husserl'in Logische Untersuchungen'da [Mantiksal Araçtirmalar]
kullandigi anlamin fenomenolojisiyle, Anglo-Amerikan dil felsefesinin kullandigi dilbilimsel
çözümlemedir. Kendisi, her iki düçünce arasinda bir bag kuracagini ve bunu da kendi
adlandirmasiyla, olay-anlam diyalektigiyle yapacagini söyler.
2
Bu bakimdan Ricoeur, söylemi
hem bir olay olarak hem de bir anlam olarak degerlendirir. Öncelikle söylem onun için bir dil
olayidir. Burada dizge, zaman diçi boyutuyla kaliciyken, olaylar geçicidir. Bu, söylemin
bilgikuramsal zayifligidir. Yine de bir söylem yalnizca geçici degildir, ayni zamanda baçka bir
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y17.html
1 -~ 9 18.11.2008 20:36
dile de aktarilabilirdir. Bu durumda bile, kendi kimligim koruyan söylemlerde, söz konusu
korunan öge, onun önerme içerigini, yani aslinda ne demek istedigiyle ilgili yanini oluçturur.
Öyleyse, olay-anlam diyalektiginde bu yön ele alinmalidir.
Ricoeur için hem bir olay hem bir önerme olarak söylem, tümcedeki olay ile anlamin
diyalektik bütünlügü olan somut bütüne bagli bir soyutlamadir.
3
Bu noktada söylemin hep bir
âna ya da bir çimdiye bagliyken, dil dizgesinin zaman diçi oldugunun unutulmamasi gerekir,
öyle ki, eger bütün söylemler bir olay olarak gerçekleçirlerse, anlam olarak anlaçilirlar. Bu
anlamda anlamin olay (event) içinde bulunmasi, söylemin bir öz niteligidir. Bu ayni zamanda
dilin yönelimselligini, yani dildeki noesis (niyet) ile noema (anlam)* iliçkisini gösterir. Eç
deyiçle, söylem hep zamansal olarak vardir ve bir "çimdi" içinde gerçekleçir. Dil dizgesi ise
zamanin diçindadir ve hep vardir.
4
Bu bakimdan, söylem olarak olay geçicidir, ama o anlam
olarak saklanir. Bu, onun bir biçimde sürekliligini saglayan unsurdur. Söylem olarak olay,
anlam boyutunda kendi sürekliligini kazanir.
Ricoeur, söylem olay iliçkisinden sonra, söylem anlam iliçkisine de deginir. Bu anlamda, ikili
bir ayrim yapar: sözceleyenin anlatmak istedigi ile sözcenin anlami ayrimi. Bu ayrim
baglaminda Ricoeur öncelikle söylemin öz göndermesi konusuna deginir. Ona göre anlam
kavrami, olayla anlam arasinda diyalektigi yansitan iki yoruma izin verir. Anlatilmak istenen,
hem söyleyenin ne demek istedigine, ne söyleme niyetinde olduguna hem de tümcenin
anlaminin ne olduguna, tanimlama (Identification) içleviyle yüklemsel içlevin ürünü arasindaki
baglantinin ne olduguna baglidir.
5
Baçka türlü söylemek gerekirse, anlam hem noetik hem de
noematiktir. Olay konuçan biridir, öyle ki, diller degil insanlar konuçur. Fakat söylemin öz
göndermesinin önermesel yani, eger sözceleyenin anlatmak istedigi (Paul Grice'in kullandigi
bir terim olarak) yalnizca psikolojik bir niyete indirgenmiyorsa, göz ardi edilmemelidir.
Zihinsel anlam söylemin kendisi diçinda hiçbir yerde bulunamaz. Bu noktada, sözceleyenin
anlami sözcenin anlatmak istediginde iz birakir.
Ricceur'e göre bunu saglayan çeyin yanitini bize, göstergebilimden ayirmak için "anlambilim"
olarak adlandirilabilecek olan söylemin dilbilimi verir. Tümcenin içsel yapisi konuçucuya geri
gönderme yapar, örnegin "ben" bir kavram degildir. Söz konusu "ben"in çu anda konuçan
kiçinin yerine geçmesi olanaksizdir. Söz konusu olan "ben"in tek içlevi, tüm tümceyi konuçan
kiçiyle ilintilemektir. Bu anlamda söz konusu "ben", kullanildigi her baglamda yeni bir anlam
kazanmaktadir. Oysa "Ben"**, bu "ben" sözcügünü konuçmada kendine uyarlayan kimsedir.
Bu "ben" örneginde oldugu gibi söylem, konuçan kiçiye, birçok farkli yolla gönderme yapar.
Buna karçin, sözcenin anlaminin anlambilimsel olmasindan dolayi, sözcenin anlami, söylemin bir
olay olarak öz göndermesi yoluyla yeniden sözcenin anlamini imler. Bu anlambilimsel
yaklaçim, ayni olay ve önerme diyalektigindeki baçka iki katki tarafindan desteklenir.
Bunlardan ilki J. L. Austin tarafindan kullanilan "söz edimleri"nin dilbilimsel çözümlemesidir. Bu
noktada belirtmek gerekir ki söz konusu çözümleme daha sonra John R. Searle tarafindan
geliçtirilecektir. Austin, söz verme gibi edimlerde konuçurken, konuçucunun belirgin bir
yükümlülük üstlendigini fark eden ilk kimsedir. Kiçi "söz veriyorum" dediginde gerçekten söz
vermektedir. Bütün bunlar bir çey söylemenin (düzsöz edimi)* ötesinde, "söyleyerek bir çey
yapma" (edimsöz edimi) ve "söyleyerek etkide bulundugumuz bir çeydir" (etki söz edimi).
Olay ile önerme içerigi arasindaki diyalektige diger bir katkiyi söz ediminin, edimsöz
boyutuyla bakiçimini korumak adina, konuçma edimi yapar. Bu bakimdan, söylemin önemli
bir boyutu, bir kiçiye karçi söylenmesidir. Söylemin karçilik buldugu baçka bir konuçucu
vardir. Konuçucu ve dinleyici ikilisinin varligi iletiçim olarak dili oluçturur.
6
Burada dilin
iletiçimsel yani vurgulanmaktadir. Bu sav açisindan, iletiçimin varliksal olanakliligi, eç deyiçle
söylemin söyleçimsel yapisinin olanakliligi, bir arada olmakliktir. Baçka bir deyiçle insanin
kendi yalnizligini açma istegidir. Bu bakimdan kiçi baçkasinin yaçantilarini deneyimleyemez,
ama söz konusu deneyimlerin anlamini bilebilir. Bu sayede yaçanan olayin aktarilamazligi
açilmaktadir. Burada söz konusu olan, olayin öznelerarasi boyutudur. Öyle ki, söyleçi iki olayi,
yani konuçma ve dinlemeyi birbirine baglar. Bu söyleçimsel olaydan dolayi, anlam olarak
anlama özdeçtir. Bu noktada Ricoeur, söyleçim olayinda anlamli olarak iletilen çeylerin ne
oldugu sorusunu sorar.
Bu soruya verilecek ilk yanit, iletilenin öncelikle söylemin önerme içerigi oldugudur. Burada en
baçta sözü edilen ölçüte dönmek gerekirse, söz konusu olan artik içlem ya da anlam (sense)
olarak söylemdir. Bu anlamda, bir tümcenin anlami ancak o tümceye diçsal oldugu zaman
aktarilabilir. Söylemin kendisine bu diçsalligi, söylemi baçkalarina açar. Iletinin
aktarilabilirliginin temeli, anlamin bu yapisidir. Yine de karçilikli anlama sürecinde yanliç
anlamlar da olasidir. Yanliç anlamayi olasi kilan da, sözcüklerin çok anlamli (polysémie)
yapilandir.
7
Bu sözcükler birden fazla anlama sahiptirler. Bu durumda, anlaçmayi olanakli
kilan çey, yani söylemin belirsizligini azaltacak çey bizzat söylemin baglamsal içlevidir.
Baglamsal olan söyleçimsel olandir. Bu durumdan dolayidir ki deneyimlerimiz aktarilabilirdir.
Sonuçta Ricur, olay ile anlam diyalektiginde, dilin bir diçavurum oldugunu ve diçavurum
olmakla iletilebilir olmanin ayni çey oldugunu düçünür.
8
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y17.html
2 -~ 9 18.11.2008 20:36
Bu noktadan itibaren Ricur, olay anlam diyalektiginde, sözceleyenin anlatmak istediginden
sonra sözcenin anlamindan da söz eder. Nasil ki sözceleyenin anlatmak istedigi, anlamin öznel
yaniysa, sözcenin anlami da, anlamin nesnel yanini oluçturur. Sözceleyenin anlami, tümcenin
öz göndermesi, söz ediminin edimsöz boyutu, anlamin öznel yanini oluçtururlar. Bu öznel
yanla nesnel yan arasindaki diyalektik, anlamin anlamini ve bundan dolayi da söylemin
yapisini tüketemez. Söylemin nesnel yani iki farkli biçimde ele alinabilir. Öncelikle biz
söylemin "ne" oldugunu ve "ne hakkinda" oldugunu demek isteyebiliriz. Söylemin "ne" oldugu,
onun içlemi,* ne hakkinda oldugu da onun göndermesidir. Burada Ricur, Frege'nin yaptigi
bir ayrima gönderme yapmaktadir. Ona göre dil tümceyle kendi diçina yönelir. Içlem,
söylemde içkin ve ideal durumdayken, gönderme dilin kendi diçina çikma devinimidir.
Gönderme yapmak tümcenin yaptigi bir çeydir. Ayni zamanda, konuçucunun sözcüklerini
gerçeklige uygularken yaptigi çeydir. Öyle ki, birinin belirli bir zamanda bir çeye yaptigi
gönderme, bir söz olayidir.
9
Fakat bu olay yapisini içlem olarak anlamdan alir. Böylece
konuçucu gönderme yaparak söylemek istediginin, yani söylemek niyetinde oldugu çeyin
ötesine geçer. Bu olay anlam diyalektiginde yeni bir açamayi belirler.
Onun için Ricur'e göre dil kendi baçina bir dünya degildir, aslinda bir dünya bile degildir.
Ama biz insanlar bir dünyada yaçadigimizdan ve bu dünya içinde belirli olaylardan
etkilendigimizden, bu dünyaya dair söyleyecek çeylerimiz, yani dillendirecek deneyimlerimiz
vardir. Içte bu deneyimi dile getirme kavrami göndermenin varliksal koçuludur, öyle ki
Frege'nin, insanin bir içlemle tatmin olamayacagi, bir göndermeye baçvuracagini söylerken
tam da bunu vurgulamiçtir. Burada denmek istenen dilin yalnizca ideal anlamlara
yönelmedigi, ayni zamanda varolan çeylere de göndermede bulundugudur. Böylece dili
anlamli kilan çey onun bu göndermesel yanidir da. Gönderme sorununun bu evrensel imlemi
(signification) son derece kapsamlidir. Öyle ki, sözceleyenin anlatmak istedigi, söylemin öz
göndermesi olarak, söylemin yapisi tarafindan söyleyende tasarlanan bir çey olarak,
gönderge dilinde (the language of référence) diça vurulmalidir.
10
Söylem dünyaya gönderme
yaptigi anda kendi konuçucusuna da gönderme yapmaktadir. Bu baglamda söylenebilir ki,
Ricur için söylem, dilin sonul ölçütüdür.
Burada Ricur ile geleneksel yorumsamaci gelenek arasinda bir yol ayrimi görünmektedir.
Schleiermacher ve Dilthey için yorum, yazarin birincil niyetini aramaktir. Oysa Ricur
söyleçiye bir öncelik tanimiçtir, ama söz konusu öncelik içinde bir metni anlamak, bu
söyleçimsel durumun yalnizca özel bir durumudur. Söz konusu olan yazari, onun kendisini
anladigindan daha iyi anlama gibi bir düçünce egemendir. Ricurun yapmak istedigi
düçünülürse, söylemin konuçulan yanini anlatarak aslinda, anlamanin yollarini da aradigi
düçünülebilir. O, bu durumda, konuçulan dil içinde deneyimlerimizin nasil söylem biçimine
geçtigini ve anlam olarak aktarilabildigini belirlemiçtir. Yine de Ricur bunu yaparken varmak
istedigi metin kuramina yanaçabilmesi için konuçulan söylemin yazi biçimine geçmesi
gerekmektedir. Çünkü Ricur için yorumsama (hermeneutic), özünde metin yönelimli bir
yorumdur.
Konuçmadan yaziya geçildiginde bir kopuç söz konusu olur. Olay anlamdan kopmuçtur.
Yazdigimiz, eçdeyiçle kaydettigimiz artik konuçma olayinin anlamidir, olayin kendisi degildir.
Burada olayin kendisinden bir kopuç gerçekleçir. Zamanla metin yazarsiz bir kendilik haline
gelir. Yazarin anlami metnin bir boyutunu oluçturur. Ricur için bütün bu sorunlar onun metin
tasarimiyla baglantilidir ve bu noktada özellikle vurgulanmasi gereken, onun metin
tasariminda yazinin önemidir. Bu bakimdan yorum sorunu bir bakima konuçmadan yaziya
geçildigi yerde, yani söyleçinin bittigi yerde baçlar. Dolayisiyla konuçmadan kopma bizi,
söylemin diçsallaçmasinin sonul onayim yorum sürecinde aramaya iter.
11
Bu noktada yazi
sorunu okumaya gönderme yaptigi her durumda yorumsamaci bir sorun haline gelir. Yazili
kayit söylemin yazgisidir. Yazida belirlenen konuçma degil, konuçmada "söylenen"dir. Burada
yazdigimiz çeyin Ricur Için olayin kendisi degil, ama konuçmanin noemasi (anlami) oldugu
söylenebilir.
12
Böylece Ricur daha sonra metin tasarinda da söz edecegi yeni bir diyalektigin dogdugundan
söz eder: Kopma ya da uzaklaçma (distanciation) ile kendinin kilma (appropriation)
diyalektiginin. Kendinin kilma bize yabanci olan çeyin bize ait duruma getirilmesidir. Bu
gereksinim de bizde bir kopma sorununu dogurur. Bu bir bakima yazma ve okuma
diyalektigidir. Okuma Pharmakon 'dur, yani ilaçtir. Bu ilaçla, metnin anlamindan
uzaklaçmanin yol açtigi yabancilaçmadan kurtulunur ve kendinde ötekisini içeren yeni bir
yakinlik kurulur. Bu bakimdan Ricur için felsefi olarak yorum, söz konusu olan
yabancilaçmayi ve uzaklaçmayi üretici kilma çabasindan baçka bir çey degildir.
13
-II-
Ricceur için yorum sorununun baglantili oldugu diger bir sorun da simge ve egretileme
sorunudur. Ayni zamanda egretileme anlam sorunuyla da baglantilidir. Ricur öncelikle
egretilemeyi yazinsal yapitlarin anlaçilmasinin temeli olarak görür. Bu noktada Ricur
açisindan egretilemelerin önemini belirlemek açisindan, onun için dilin egretisel ve anlatisal
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y17.html
3 -~ 9 18.11.2008 20:36
kaynaklarinin ayirtina varmanin, dilin tükenme raddesine gelmiç ya da azalmiç olan güçlerinin
tüm dil kullanim biçimlerinin yararina tazelenebilecegini kavramak anlamina geldigini
vurgulamak lazimdir.
14
öyle ki, ona göre egretilemelerin artik anlamlarini anlambilimsel
alana yerleçtirirsek, sözlü anlam kuramina en geniç kapsamini vermiç oluruz. Ricur,
yorumsamayi, Freud ve Felsefe adli yapitinda dogrudan simgeyle baglantili olarak
tanimlamiçtir. Onun için simge çok anlamli yapisiyla yorumlamanin temel nesnesidir. Ricur
bu dilin yapisindan hareketle simge kavramini ele alir. Ona göre dil en baçindan çarpiktir. Dil
hep söylediginden baçka bir çeyi imler, çift anlamlidir, bulaniktir. O bu baglamda kitabinin
baçinda, genel olarak yorumsamaciliktan ne anladigini belirtir: belirli bir metnin ya da metin
olarak kabul edilebilecek bir öbek göstergenin bagli oldugu kuram.
15
Burada hiç kuçkusuz
metnin anlami geniçlemiçtir. Dildeki çift anlamli yapi, dogrudan simge kavramiyla
baglantilandirilir. Bir bakima simge sorunu dil felsefesine yorum edimi yoluyla girer, öyle ki
simge, yorum gerektiren çiftanlamli bir dilsel anlatimdir, yorum ise bu durumda simgelerin
çifresini çözmeyi amaçlayan bir anlama çaliçmasidir.
16
Ayni zamanda Ricoeur için bu
çokanlamliligin kurami, egretileme kurami için en iyi zemindir de.
17
Ricoeur'e göre simge kavrami her çeyden önce gerçeklik kavrayiçimizin dolaysiz olmadigini
dile getirmek için vardir. Ona göre her göstergede algilanabilen ve imleme içlevinin taçiyicisi
olan bir iletici vardir. Bu iletici, imleme içleviyle baçka bir çeyin yerini tutar. Içte yorum
kavrami böylesi ikinci derecede bir yönelimsel yapiya göndermede bulunur. Bu yapi, önce bir
çey imleyen bir ilk anlamin oldugunu, ama o çeyin de yalnizca kendisinin imledigi baçka bir
çeye göndermede bulundugunu varsayar. Bu da bir baçka anlamdir. Yorum bu anlamiyla onun
için simgesel düçünceye ve onun çift anlamliligina aittir, öyle ki simge bizde kendisinde
gizlenmiç anlami bulma istegi uyandirir.
18
Ricoeur simgeyi çiftanlamli dogasiyla ele alirken
onun dilbilimsel yanini göz ardi etmiçtir. Oysa Ricoeur, daha sonraki yazilarinda simgenin
dilbilimsel yaninin göz ardi edilemeyecegini düçünmektedir.
Onun için simgenin ve egretilemenin çok anlamli yapisi her çeye ragmen anlam kuraminin
kapsamim geniçletici bir yapidir.
Ricoeur için egretilemenin hakiki (ilk) anlamiyla degiçmeceli (mecazi) anlami arasindaki iliçki
yazinsal yapidan iralandiran anlam etkileçiminin tek bir tümceyle özetlenmesi gibidir. Ricoeur
burada özellikle yazinsal yapitlara deginmiçtir. Onun için yazinsal yapitlar açik ve örtük
anlamlarin birbiriyle örtüçtügü söylem türünü daha belirgin kilar. Aksine mantikçi pozitivistler
için metnin degiçmeceli anlami her türlü biliçsel ünlemden yoksundur. Onlar için yalnizca
düzanlam (denotation) geçerli anlamdir.
Ricoeur için egretileme kurami kökenini antik retorikte bulur. Yine de Ricoeur, bu haliyle
kuramin içlevsel olmadigim, belirli bir degiçimi gereksindigini söyler. Içte onun için
gereksinilen bu degiçim, egretileme sorununu sözcük anlambiliminden tümce anlambilimine
taçir. Geleneksel görüçte, egretileme bir benzetme olarak ele alinir. Oysa egretileme Ricoeur
için bir tür anlamin baglamsal degiçimidir.
19
Buna karçin geleneksel düçüncede egretileme bir
bakima adlandirmayi yöneten dil oyununa aittir. Bu nedenle örnegin Aristoteles'te egretileme,
bir çeye baçka bir çeyin adinin verilmesiyle yapilan bir anlam aktarmasidir. Bu düçünce
ortaçagda da devam etmiçtir. Egretileme hep iki sözcügün karçilaçtirilmasi olarak ele
alinmiçtir. Bu anlamiyla geleneksel retorik, bir sözcügün degiçmeceli anlamlanin, yani
sonradan gündelik kullanimin bir parçasi haline gelebilecek anlamlan konu edinir. Bu
düçünceye göre retorik, dinleyiciyi kanit ve zorlama olmaksizin söylem araçlariyla etkileme
aracidir. Egretileme de söz konusu söylem araçlarindan yalnizca biridir. Ricoeur bu gelenegi
alti maddede özetler.
1.Egretileme, adlandirmayla ilgili olan söylemin bir betisi, bir benzetmesidir.
2.Egretileme, bir adin anlaminin, sözcüklerin hakiki anlamlardan ayrilarak geniçlemesini
gösterir.
3.Bu geniçlemenin nedeni andirimdir.
4.Bu andirimin içlevi, bir sözcügün hakiki anlaminin yerine, o sözcügün degiçmeceli anlamini
kullanmaktir.
5.Yerine kullanilan ünlem hiçbir anlambilimsel yenilik sunmaz.
6.Hiçbir anlambilimsel yenilik sunmadigindan, egretileme gerçeklik hakkinda yeni bir
malumat vermez.
20
Çagdaç düçünce, geleneksel retorigin bu temel savlarini reddetmiçtir, öncelikle çagdaç
düçünürler için egretileme, sözcüklerden çok tümcelerle ilgilidir. Dahasi egretileme ancak bir
sözce olarak anlam kazanir, o adlandirmayla degil, yüklemle ilgili bir fenomendir. Bu
bakimdan bir sözcügün egretilemeli kullanimindan degil ama egretilemen" sözceden söz
edebiliriz. Dolayisiyla egretileme, egretilemeli sözcedeki iki terim arasindaki gerinilin bir
sonucudur. Bir baçka yoruma göreyse, egretilemeli sözcedeki gerilim, aslinda iki karçit yorum
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y17.html
4 -~ 9 18.11.2008 20:36
arasindadir. Egretilemeyi taçiyan da bu iki yorum arasindaki çatiçmadir. Öyle ki egretileme
ancak bir yorumda ve bu yorum araciligiyla varolur. Bu düçünceyi özetlemek gerekirse biz
ancak sözcüklerin egretilemeli sözcedeki sözcüksel (lexical) degerlerim göz önünde tutarak
anlam çikarabiliriz. Baçka bir deyiçle, bütün sözceyi bir tür anlam verme edimi yoluyla
koruyabiliriz. Çagdaç düçünce, gelenegin üçüncü ön kabulüne de karçidir. Çünkü
egretilemede, andirandan farkli olarak birbirine uymayan çeyleri bir araya getirerek yeni bir
anlam ortaya çikarma da söz konusudur. Ricoeur bu konuda kendi tavrini da ortaya koyar.
Ona göre anlamin degiçmesi sözcüklerin etkisiyle baglamin degiçmesidir. Bunu saglayan da
çogu kez sözcüklerin egretilemeli kullanimlaridir.
2

1
Ricoeur bu noktada egretilemelere yönelik yeni belirlemeler yapar. Ona göre egretileme
andirimda temellenen basit bir çagriçimdan çok, bir belirsizligin çözümü gibidir. Onu var eden
tam da bu anlambilimsel uyumsuzluktur. Bu durumda yeni bir ayrim yapmak gerekir. Bazi
egretilemeler sik kullanildiklarindan zamanla ölü hale gelirler. Anlamsal geniçliklerini yitirirler.
Örnegin "dagin etegi" dendiginde denmek istenenin ne oldugu gayet açiktir. Oysa canli
egretilemeler anlam geniçligi saglarlar. Bu bakimdan Ricoeur'e göre canli egretilemelerin de
zamanla kullanilarak ölü hale gelebilecegi söylenebilir. Bu noktadan Ricoeur iki sonul sonuç
çikarilabilecegini söyler, öncelikle gerçek egretilemeler birbirine çevrilemezdir (translatable).
ikinci olarak da egretileme söylemin bir süsü degildir. Çünkü o bizi yeni malumatlar verir.
Dolayisiyla söylenebilir ki, egretileme bize gerçeklik hakkinda yeni bir çeyler söyler.
22
Ricoeur için çifte anlam sorununu simgeden çok egretileme anlaminda düçünmenin iki avantaji
vardir, öncelikle, egretileme uzun zamandir retorikçilerin üzerinde çaliçtiklari bir konu
olmuçtur. Ikinci olarak da retorikçilerin tam olarak çözümleyemedikleri sorunlari çözümlemek
adina incelemenin anlambilimle yeniden canlanmasini saglarlar. Oysa simgelerde durum hiç
de böyle degildir. Çünkü simgeler çok sayida alanin araçtirma konusudur ve simgenin,
dilbilimsel alanla dilbilimsel olmayan alam birleçtiren iki boyutu vardir. Içte Ricoeur simgelerin
bu karmaçikligi üzerinden egretileme kuramini açiklamaya çaliçir. Ona göre egretilemeli
sözcenin hakiki ve degiçmeceli anlami arasindaki iliçki simgenin anlambilimsel özelliklerini
belirlemek adina iyi bir yol göstericidir. Simge konuçmayi dogurdugunda aslinda düçünmeyi
de dogurmaktadir.
23
Egretileme ise onun için simgenin dile yakinliginin görünümlerini açiga
çikaran belirteçtir (reagent). Bu baglamda simgeler Ricoeur için bir artik anlam gibi iç
görürler. Örnegin Nâzim Hikmet için panjurlu bir evin normalde oldugundan çok ayri bir
anlama sahip olmasi gibi.
Egretileme kuraminda oldugu gibi, Ricoeur açisindan, iki farkli yorumu ayni zamanda
karçilaçtirdigimizda, simgedeki imlemin fazlaliligi, hakiki anlama karçit olabilir. Yalnizca bir
yorum için imlemin iki farkli düzeyi vardir. Çünkü bu sayede simgenin hakiki imleminden fazla
anlam içerdigini görmemizi saglar. Bu anlam fazlaligi, hakiki anlamin artigidir. Bu bakimdan
aslinda simgesel anlami kullanan biri için; biri simgesel digeri de hakiki olmak üzere iki anlam
degil, ama anlami bir düzeyden digerine aktaran ve hakiki anlam sayesinde onu ikincil anlama
açilayan tek bir devinim vardir. Bu yüzden simgesel imlem ancak birincü imlemden çikan bir
ikincil imlemle oluçur. Sonuçta birincil ünlem, anlamin anlami olarak ikinci Imlemi verir.
Ayrica Ricoeur Için simgeye göre egretileme sonsuz bir anlam yaratabilme otanagma sahiptir.
Bunun temel nedeni bizzat egretilemenin söylem tarafindan sürekli üretilmesidir. Bunun bir
diger nedeni de simgelerin egretilemelerden ayri olarak hep bir kökenlerinin olmasidir. Bu
durum bir bakima simgeyi sinirlayacaktir.
24
Simge ve egretileme kendini metin tasariminda
kuramsallaçtiran bir anlam anlayiçinin temel ögeleridir. Ricoeur önce konuçma Içinde anlami
irdelemiç, daha sonra da onu yazi biçiminde ele almiçtir; Yazi içinde anlamin geniçligini
saglayan simge ve egretileme kavramlari üzerinden yorum kavraminin yerine deginmiçtir,
ama sonuçta onun yanitlamak Istedigi soru bir söylemin metin ya da yazinsal bir yapit
oldugunda onu nasil anlayacagimizda*. Baçka bir deyiçle yazili söylemi nasil
anlamlandiracagimizdir.
25
-III-
Bu sorunun yanitini ararken Ricoeur, kendinden önceki yorumsamaci gelenekte yapilan bir
ayrima dayanarak kendi metin tasarimini temellendirir. Bu ayrim anlama ve açiklama
ayrimidir. Ricoeur bunu "Anlamli Eylemi Bir Metin Gibi Okumak" baçlikli yazisinin baçinda
kisaca özetler. Anlama (Vers-tehen) ya da kavrama, yabanci bir öznenin, ruhsal yaçaminin
kendini ifade ettigi her türlü göstergeyi kullanarak ne demek istedigini ya da neyi amaçladigini
anlamaya dayanir. Buna karçilik açiklama (Auslegung), sinirli bir göstergeler kategorisini,
yaziyla tespit edilmiç olan göstergeleri kapsar.
26
Ricoeur daha önce deginilen olay anlam
diyalektigine benzer bir diyalektigi burada anlama ve açiklama diyalektigi olarak içletir. Bu
ayni zamanda yazma ve okuma diyalektigiyle de iliçkilendirilebilir. Yazarin söylemi olarak
metnin iç yapisi ile okurun söylemi olarak yorum süreci arasindaki iliçkiye benzer olarak,
anlama hangi söylem olayinin söylemin sözcesi oldugunu okumakken, açiklama da hangi sözel
ve metinsel özerkligin söylemin nesnel anlami oldugunu okumaktir.
Nasil ki olay ve anlam diyalektigini sözlü söylem içinde tanimak ne kadar zorsa, anlama ve
açiklama diyalektigini de konuçma içindeki söyleçimsel konumda tanimlamak o denli zordur.
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y17.html
5 -~ 9 18.11.2008 20:36
Çünkü örnegin biz bir çeyi birine anlamasi için açiklariz ve o da anladigim baçka birine
açiklayabilir. Böylece anlama ve açiklama iç içe geçmiç durumdadir. Ricoeur yine de bu
durumda açiklamada (explanation), anlamlar ve önermeler dizisini açimladigimizi (unfold) ve
serimledigimizi (explicate); anlamada ise (understanding) birleçim edimindeki tikel anlamlar
zincirini bir bütün olarak kavradigimizi (grasp) ve kapsadigimizi (comprehend) düçündügünü
söyler.
27
Açiklama, paradigmatik uygulama alanini doga bilimlerinde bulur. Bu bakimdan
açiklamanin ilgili oldugu çey, olgular, yasalar, kuramlar, varsayimlar, dogrulamalar
(verification) olarak dogadir. Buna karçin, anlama kendi uygulama alanini insan bilimlerinde
bulur. Bu noktada baçka insanlarin deneyimlerini anlama sorunu, merkezi bir yer tutar.
Böylece yorum sorunu devreye girer. Yorum bize baçka insanlarin deneyimlerini dolayli olarak
aktaran göstergelerle baglantilidir. Romantik yorumsamacilikta duygudaçlik önemli bir
kavramdir. Baçka bir deyiçle her türlü anlamanin ortak ilkesidir. Romantik yorumsamacilikta
anlama ile açiklama arasindaki ikilik hem bilgikuramsal hem de varlikbilimseldir. Yine bu
anlayiçta yorum özel bir anlama durumudur.
28
Eç deyiçle, yorum yazdi yaçam ifadelerine
uygulanan anlamadir. Oysa Ricoeur açisindan anlama, açiklama ve yorum kavramlari söylem
alam içerisinde üretiliyorsa, tümü de anlam olarak anlaçilabilir. Dolayisiyla karçilikli anlama,
ayni anlam evrenini paylaçmakla olasidir. Bu durumda konuçan kiçinin ne demek istedigim
anlamakla, sözcenin anlamim anlamak döngüsel bir süreç oluçturur.
Ricoeur bu açamada geleneksel anlayiçtan farkli olarak, anlama ile açiklama arasinda bir
ikilikten çok diyalektik bir iliçki içinde arabulucu terimlerle bu sorunlari yeniden degerlendirir.
Böylece yorum terimi yalnizca yazili yaçam ifadelerine degin bütün bir açiklama ve anlama
sürecine uygulanabilir. Söz konusu diyalektik öncelikle anlamadan açiklamaya daha sonra da
açiklamadan anlamaya dogru ilerleyen bir diyalektik süreçtir. Öncelikle anlama bir bütün
olarak metnin anlaminin naif bir biçimde kavranmasidir. Ikinci olarak da kavrama anlamanin
karmaçik bir biçimi olur. En baçta anlama bir kestirimdir. Sonunda ise metnin tam olarak
nesnelleçmesiyle baglantili olarak bir biçimde uzaklaçmaya yanit veren kendinin kilma
kavramiyla uyumludur. Bu açamadan sonra açiklama, anlamanin iki ayri düzeyi arasinda bir
araç olarak görünecektir.
29
Bununla Ricceur'ün yapmak istedigi aslinda yazma tasariminin
karçiligi olan okuma tasariminin insan bilimlerinin yöntembilgisi paradoksuna ne ölçüde çözüm
getirebilecegini gösterilmektir. Bu bir nevi yeni bir metin tasarimim ortaya çikarmanin yoludur
da.
Ricceur'de bir metni anlamak, yazarina katilmak demek degildir. Anlam ve niyetin böylece
birbirinden ayrilmasi, anlama ve açiklama diyalektigini doguran son derece özgün bir durum
yaratmaktadir. Metnin sözlü anlaminin yazi biçimine geçmesiyle, metnin artik örtük anlami ile
metnin niyeti örtüçmez. Metin dilsizdir. Çünkü metin hem okur hem de kendi adina konuçur.
Dolayisiyla anlamak olayin nesnelleçtigi metinden yola çikarak yeni bir olay üretmektir. Bu
baglamda Ricoeur anlama ile açiklama diyalektigi Içinde, bu diyalektigin bir ögesi olan
kestirim dogrulama diyalektiginden de söz eder. Ona göre bir metnin anlamini kestirmenin
yollarindan ziyade bu kestirimleri dogrulama yöntemleri vardir. Peki, biz neden kestirim
yapariz? Çünkü artik dogru anlama sorunu yazarin niyetiyle çözülemeyecek bir sorun haline
gelmiçtir.
30
Ricoeur 'e göre, dilin egretilemeli yapisindan dolayi kestirim yapariz. Ayni
zamanda demin de dendigi gibi yanliç anlama artik kaçinilmaz ve olasidir. Bu anlamda dogru
anlama sorunu artik yazarin iddiasinin konumuna dönülerek yanitlanamaz. Bu baglamda
kestirimin baçka hiçbir kaynagi yoktur. Böylece metnin sözlü anlamini yorumlamak Ricoeur
için kestirimde bulunmaktir.
31
Onun için kestirim geregidir; çünkü anlamayla, kestirim yapilan
çeyin ne oldugunu sormak zorundayizdir. Öyleyse bir metni anlamak veya yorumlamak nasil
bir çey olabilir?
Metni yorumlama sorununa geçmeden önce Ricoeur için metnin ne oldugunun tam olarak
belirlenmesi gerekir. Öncelikle, Ricoeur açisindan metin en basit tanimiyla yazi tarafindan
sabitlenmiç söylemdir.
32
Bir metin söylemde ne dendigini yazili harflerle dogrudan anlatarak
ve yazilmadan önceki konuçmayi aktarmakla sinirlandiginda, gerçekten bir metin olur.
Dolayisiyla önceden de belirtildigi üzere metin ve söylem kavramlari birbirleriyle dogrudan
baglantilidir. Bu da metni okuma ve yazma iliçkisi içinde düçünmemizi saglar. Bu bakimdan
Ricceur, bir kitap okudugumuzda onun yazarinin öldügünü ve kitabin da yazarinin ölümünden
sonra dogdugunu düçündügünü belirtir.
33
Ancak yazar öldügünde kitap gerçekten
tamamlanmiç olur ve bu sayede saglam kalabilir. Böylece ona göre yazar artik yanit vermez,
ancak yapitinin okuru olarak kalir. Bunu Ricoeur çu biçimde özetlemiçtir: "metin, yazarin
görüldügü yerdir ancak o artik bir ilk okur olmuçtur".
34
Öyleyse önemli olan okuma eylemidir.
Ricoeur açiklama ve yorum iliçkisini de hep okuma eylemi içinde düçünmüçtür. Bu noktada
metni yorumlamanin önemi ortaya çikmiçtir.
Öncelikle Ricoeur açisindan bir metnin sözel anlamim yorumlamak, metni bir bütün olarak
yorumlamayi gerektirir. Onun için her metnin kendine özgü, yani metinsel bir çoksesliligi
vardir. Bu anlamda metni anlamanin yolu, onu bütünlügü içinde anlamaktir ve bütünü
yorumlamak da ayrintilari yorumlamaktir, öyle ki metin içinde neyin önemli olabilecegine
iliçkin bir yarginin kendisi de metnin yorumlanmasi açisindan bir kestirimdir. Ikinci olarak bir
metni yorumlamak,* söz konusu metni tekliginde yorumlamak ve anlamlandirmaktir. Burada
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y17.html
6 -~ 9 18.11.2008 20:36
tek olan metnin saptanmasi ve tekilleçtirilmesi de bir kestirimdir. Ricceur açisindan bir bütün
olarak ve tekil bir bütün olarak metin, baçka yönleriyle görünebilen, ama bir kerede
bütünüyle görülemeyen bir nesneye benzetilebilir. Bu durumda metnin temel tümcelerini bile
baçka türlü söylemek olanaklidir. Belirlenen bu tekyanlilik (onesidedness) okuma edimim
imler. Öyle ki söz konusu tekyanlilik, yorumun kestirimsel karakterini de temellendirir.
35
Son olarak yazinsal metinler farkli yolla gerçekleçtirilebilecek anlamin gizil ufuklarini içerirler.
Bu Ricoeur için aslinda bir yaniyla önceden de deginilen ikincil egretilemeler ve simgeler
sorunuyla ilgilidir. Bu noktada Ricoeur Yorum Kurami adli yapitinda, yorumun egretilemeler
ve simgeler arasindaki anlam tabakalarini çözümlemek oldugu yolundaki düçüncesine artik
inanmadigini söyler. Elbette simgeler ve egretilemeler yorum açisindan önemini
korumaktadir, ama artik tek baçina yorum sorununun üzerine temellendigi kavramlar da
degildirler. Bu konuyu özetlemek için söylenebilir ki kestirim ve geçerlilik (validation) bir
bakima dolayli olarak metne öznel ve nesnel yaklaçimlarla ilgilidir. Fakat bu dolaylilik sorunlu
veya bozuk bir dolaylilik degildir. Sonuçta eger metni yorumlamanin birden fazla yolu varsa
ve bu da yorumlarin sinirsiz oldugunu söylemekse, Ricoeur açisindan bütün yorumlar eçittir ve
metin olanak verdigi yorumlarla sinirlidir.
36
Böylece anlama açiklama diyalektiginde
açiklamadan anlamaya geçilebilir.
Söz konusu diyalektik tam tersi yönde ele alindigindaysa, metnin göndermesel dogasindan
dolayi yeni bir anlam kazanir. Metni okuyanlar ya gönderme yapilan dünyada askida kalir ya
da metnin yeni durumundaki görünmez göndermelerinin olanaklarini gerçekleçtirir. Ilk
durumda metni dünyasiz bir varlik olarak görürüz. Ikinci durumda ise okuma içinde yeni bir
gönderme yaratiriz. Içte okuma eylemi bu iki olanaga eçit çans tanir.
Burada söz konusu olan sözcük construe sözcügüdür. Bu sözcük Türkçeye hem yorumlama
hem de anlam verme olarak çevrilebilir. Bu bakimdan bu sözcügün her iki anlamsal içerigi de
taçidigim bilmek önemlidir.
Ricoeur ilk okuma biçiminin örneklerinin yapisalci yazin eleçtirisinde bulundugunu belirtir.
37
Bu yaklaçimda Ricceur için metnin bir diçarisi yoktur. Yalnizca metnin içinden söz edilebilir.
Her ögenin yapi içindeki yerine göre anlam kazandigi yolundaki yapisalci düçünce burada
baçattir, öyle ki tek baçina bir ögenin belirleyiciliginin kalmamasi anti hümanist sonuçlara
götürdügü için kimi düçünürlerce eleçtirilmiçtir. Yine de yapisalciligin önemli bir katkisi, doga
bilimleri diçindaki alanlara bilimsellik iddialarini sürdürebilmeleri için bir zemin vermesidir.
Bunun gerçekten ne kadar geçerli bir tavir oldugu belirli olmasa da, yapisalcilik dilbilim diçinda
ayni zamanda yazin ve kültür eleçtirisi alaninda çigir açici yapitlarin üretilmesine neden
olmuçtur. Ricoeur de bu yapisalci düçüncenin olumlu yanlarini alarak kendi düçüncesi içine
katmaya çaliçmiçtir. Ona göre bu yaklaçima dayanarak yazinin nesnesine karçi yeni bir
açiklayici tutum geliçtirilebilir.
38
Ricoeur için bu yaklaçima göre metnin anlami metinden yola
çikan bir baçlangiçtir. Baçka bir deyiçle nesnelere yeni bir bakiç biçimidir. Metin olanakli bir
dünya ve insanin kendini bu dünya için yönlendirmesine olanak veren bir yol hakkinda
konuçur.
39

Metnin içlemi arkasinda degil önünde durmaktadir. Bu durumda metnin içlemi gizli bir çey
degil, açiga vurulmuç bir çeydir. Metni anlamak ise onun devinimini içlemden göndermeye,
yani söyledigi çeyden konuçtugu çeye dogru izlemektir.
40
Sonuçta metin, olasi bir dünyadan
ve bu dünyada kendine olasi yönlendirme yollarindan söz eder. Bu dünyanin boyutlari söz
konusu metin tarafindan açilir ve açiga vurulur. Öyleyse, romantik yorumsamaciligin
kullandigi "uzaklaçma" (mesafeyi açma) ve "kendinin kilma" dan söz edersek, Ricoeur'e göre
önemli bir düzelticiden yoksun kaliriz. Ona göre kendimizin kildigimiz çey, yabanci bir
deneyim degil, metnin göndermesini oluçturan bir dünyayi ortaya çikarmanin gücüdür.
Uzaklaçma ise, zamansalligin diçina çikarma süreci, metnin ufkunun böylece geniçletilmesinin
temel önkoçuludur. Bu yaklaçima göre bir metni açiklamak, onu belirli toplumsal kültürel
gereksinimlerin ifadesi olarak mekân ve zaman içinde sinirlanmiç belirli zihinsel kariçikliklara
bir yanit olarak degerlendirmektir. Bu durumda yorum, okurunun metnin anlamini
gerçekleçtirdigi yerde yakalanan bir çey olur. Öyle ki metnin arkasinda sakli oldugu varsayilan
ne yazarin niyeti, ne okurlarin bu yapitla paylaçtiklari tarihsel durumdur. Hatta okurun
yapittan beklentileri ve kendini tarihsel ve kültürel bir zeminde konumlandiran anlamalaridir.
Tüm bunlara karçi metinde kendimizin kilinmasi gereken çey bizzat metnin anlamidir. Baçka
bir deyiçle burada kendinin kilman, metnin göndermesini yorumlayan/anlamlandiran bir
dünyayi açiga vurma gücünden baçka bir çey degildir.
41
Böylece metnin anlami okuyabilen
herkese açiktir. Öyle ki Ricoeur'ün deyiçiyle okuma, metnin yazgisinin tamamlandigi somut
eylemdir.
42
Sonuçta Ricoeur, metnin anlam içerigini geniçleterek, ona insan eylemlerinin de
içinde görüldügü bir geniçlik katmiçtir. Bununla da Ricoeur, nesnesi metin olan yeni bir anlama
kurami geliçtirmiçtir diyebiliriz. Onu özgün kilan yan ise söylediklerini, kendisinden önce ve
kendisiyle birlikte yazan düçünüre açik bir biçimde ama en tutarli yapiyi vererek söylemesidir.
* Noema; düçünce içerigi. Bu kavrami Husserl düçünce ediminden ayirmak üzere özellikle
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y17.html
7 -~ 9 18.11.2008 20:36
kullanmiçtir. Yine de noesis (düçünce edimi) ile noema birbirinin ayrilmaz baglaçigidir. Bkz
Bedia Akarsu, Felsefe Terimleri Sözlügü, Inkilâp Kitapevi, 1987, s. 134
** Burada bir kiçi zamiri olarak "ben'in ilk harfi küçük yazilmiçtir. Oysa konuçan ve söylemin
öznesi olan kiçi "Ben" olarak büyük harfle yazilmiçtir.
* Locutionary, düzsöz, illocutionary, edimsöz, perlocutionary, eüdsöz, interlocitionary, konuç!
ma olarak çevrilmiçtir. Bunun için bkz. John R. Searle, Söz Edimleri, Çev: R. Levent Aysever,
Ayraç Yayinevi, 2000.
* Içlem burada 'sense'in karçiligi olarak çevrilmiçtir. Söz konusu metinde 'sense' ve 'meaning'
sözcükleri kullanilmaktadir. 'Meaning' anlam olarak çevrildiginde, 'sense' için anlam dogru bir
çeviri olmayacaktir. Dolayisiyla 'sense' için içlem sözcügü daha uygun görülmüçtür. Söz
konusu içlem felsefe kaplamin karçiti olarak kullanilir ve bir kavram veya terimin kendi içinde
taçidigi tüm özellikleri belirtir.
Notlar
1.Ricoeur, Paul; Interpretation Theory: Discourse and The Surplus of Meaning, Texas
University Press, 1976, s. xi.
2.Ag.e., s. 8.
3.Ag.e., s. 11.
4.Ricoeur, Paul; "Anlamli Eylemi Bir Metin Gibi Görmek", Toplum Bilimlerinde Yorumcu
Yaklaçim içinde s. 27-45 (Der ve Çev: Taha Parla), Hürriyet Vakfi Yayinlari, 1990 s. 28.
5.Ricoeur, Interpretation Theory: Discourse and The Surplus of Meaning, s. 12.
6.Ag.e., s. 14.
7.Ag.e., s. 17.
8.Ag.e., s. 19.
9.A.g.e., s. 20.
10.A.g.e., s. 22.
11.Ag.e., s. 43.
12.Ricoeur, "Anlamli Eylemi Bir Metin Gibi Görmek", s 29.
13.Ricoeur, Interpretation Theory: Discourse and The Surplus of Meaning, s. 44.
14.Kearney, Richard; Zihnin Halleri (Çev: Ismail Yilmaz), BilgeSu Yayinevi, 2008, s. 306.
15.Ricoeur, Paul; Yoruma Dair: Freud ve Felsefe (Çev: Necmiye Alpay), Metis Yayincilik,
2007, s. 21.
16.Ag.e., s. 22.
17.Ricoeur, Paul; Hermeneutics and The Human Science (Der ve Çev: John B. Thompson),
Cambridge University Press, 1981, s. 169.
18.Ricoeur, Yoruma Dair: Freud ve Felsefe, s. 30.
19.Ricoeur, Hermeneutics and The Human Science, s. 170.
20.Ricoeur, Interpretation Theory: Discourse and The Surplus of Meaning, s. 49.
21.Ricoeur, Hermeneutics and The Human Science, s. 166.
22.Ricoeur, Interpretation Theory: Discourse and The Surplus of Meaning, s. 53.
23.Ag.e., s. 55.
24.A.g.e., s. 69.
25.Ae.e., s. 71.
26 Ricoeur, "Anlamli Eylemi Bir Metin Gibi Görmek", s. 27.
27 Ricoeur, Interpretation Theory: Discourse and The Surplus of Meaning, s. 72
28 A.g.e., s. 73.
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y17.html
8 -~ 9 18.11.2008 20:36
29 A.g.e., s. 75.
30 Ricoeur, "Anlamli Eylemi Bir Metin Gibi Görmek", s. 36.
31 Ricoeur, Interpretation Theory: Discourse and The Surplus of Meaning, s. 76
32 Ricoeur, Hermeneutics and The Human Science, s. 145.
33 A.g.e., s. 147.
34 A.g.e., s. 149.
35 Ricoeur, Interpretation Theory: Discourse and The Surplus of Meaning, s. 78
36 Ricoeur, "Anlamli Eylemi Bir Metin Gibi Görmek", s. 38.
37 A.g.e., s. 39.
38 A.g.e., s. 40.
39 A.g.e., s. 42.
40 Ricoeur, Interpretation Theory: Discourse and The Surplus of Meaning
41 A.g.e., s. 92.
42 Ricoeur, Hermeneutics and The Human Science, s. 164.
Cogito, Sayi 56, 2008, Yapi Kredi Yayinlari

Felsefe Ekibi SOLIS'in saglamiç oldugu hosting hizmeti ile sizlere ulaçmaktadir.
© 2001-2008 Felsefe Ekibi Tüm haklarini sakli tutar...
Yayimlanan yazilar kaynak gösterilerek alinti yapilabilir. Yazilarin her türlü
sorumlulugu yazarlara aittir.


:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y17.html
9 -~ 9 18.11.2008 20:36

Sayi :11 Yil: 2008
Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim

SAAT TAMÍRCÍSÍ
Oyunbaz
Zaman benim der saat tamircisi ONU sayan, dakikalara, saniyelere parçalayan
yillara, yüzyillara bütünleyen, her zemberegi çarki, vidayi ait oldugu yere oturtan,
aralarinda hiç bilmedikleri baglantilar yaratan benim der. Bilinenden bilinmeyene
akan bir zamani kuran, tanimlayan, açiklayan, kavramlaçtiran, anlamlandiran
hayat denileni kurgulayan var olani zamansal yapan, oyunu ortaya koyan,
oynanabilir kilan kimdir diye sorar saat tamircisi. En kisa gölge onunkidir.
Dünyanin Anlami
Kosmosun uçsuz bucaksizliginin yarattigi korku, kapali bir dünya-oyun yaratmiçtir.
Kadim toplumlarin içinde yaçadigi bu kapali dünyanin sinirlarinda bilinmeyenin,
biçimlenmemiç olanin egemenligi baçlar. Bir yanda düzenlenmiç bir mekan vardir, ötesinde
kaos hüküm sürer. Bilinmeyenden türemiç efsaneler ile zaman arasinda siki iliçkiler vardir.
"Bir efsane-in principio-, yani baçlangiçlarda baçat ve zaman diçi bir anda, kutsal bir
zaman araliginda meydana gelmiç olan olaylari anlatmaktadir. (Eliade 1992,s.43-44) Kutsal
zaman gündelik olarak akan zamandan daha farkli anlamlar taçir. Bir efsane anlatilirken, sözü
edilen olaylarin içinde gerçekleçtikleri kutsal zaman bir bakima tekrar ve tekrar
animsanmaktadir. Bu güncelleçtirme gündelik zamanin akiçini parçalamakta birliktelik
duygusu içindeki insanlar kutsal bir zamana geçmektedir.
Kutsal temsil bir görünüçün gerçekleçtirilmesinden öte bir çeydir. Simgesel olarak hayatin
temsilini de açan, mistik bir gerçekleçtirmedir. Ortada görünmeyen, sözle anlatilmayan ama
herkesin bildigi, hissettigi bir çey orada o zaman içinde güzel, hakiki ve kutsal bir biçimde
ortaya çikmaktadir. Ayine katilanlar, eylemin yüce bir mutlulugu somutlaçtirdigindan ve kendi
aliçilmiç hayatlarindakinden daha yüksek bir düzeni gerçekleçtirdiginden emindir. Ayin bir
gösteri, dramatik bir temsil, bir simgeleçtirme ve bir gerçekleçme ikamesidir. Cemaat,
mevsimlerle birlikte gelen kutsal bayram günlerinde, doga hayatinin büyük olaylarini kutsal
gösteriler araciligiyla kutlamaktadir. Mevsimlerin art arda geliçi; yildizlarin doguç ve batiçlari,
ürünlerin büyüyüp olgunlaçmalari, insanin ve hayvanin dogum, hayat ve ölümlerine iliçkin
simgelerle temsil edilmektedir. Insanlik doganin düzenini nasil kavriyorsa öyle
oynamaktadir.(Huizinga 2006,s34)
Her kadim toplumun deneyime temellenen ve mantikla biçimlendirilen önemli bir bilgi birikimi
vardir. Bu birikim; yaçamin maddi yanini, sanati, zenaati, ticareti örgütleyendir. Burada büyü
ve dinden net bir biçimde ayrilan bir yönüyle deneysel bilgiye, öte taraftan mantiga,
inanmaya dayanan bir davraniç biçimine içaret eder. Yapilan her içte büyü vardir, fidan diken
biri bunu dua okumadan yapmaz. Yagiçin yeterli olmasini, ürünün bereketli olmasi için kutsala
baçvurmayi seçer. Ama bir yandan da fidanini çapalar, sular, budar. Gözlemlerine dayanarak,
bu dogal güçlerin zihinsel ve bedensel bir çabayla denetim altina alinabilecegini de bilir.
(malinovski 1990,s.18) Çaliçmayi kutsaldan ayirmaz. Yaçamini içinde yaçadigi dünyayla
bütünleçtirerek sürdürür.
Tarihin diçinda, zamanin diçinda saf dinsel olgu yoktur. Burada somut olan çey, tarihin içinde
ve tarih boyunca görülecek olan kutsalin tezahürüdür. Mit bize kutsalin hikâyesini anlatirken
insanlarin ve dünyanin karçilikli görüntüsünün sonsuza dek birbirini yansittigi ve doga ve
kültür iliçkilerinin prizmasinda sürekli olarak kirilip yeniden birleçtigi dev bir ayna oyunu
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y14.html
1 -~ 11 18.11.2008 20:29
kurar benzeçtirme yoluyla tüm dünya bir anlam kazanir. (Habermas
2001,s.72)Kutsalin simgelerin, efsanelerin, ayinlerin yalnizca tarihsel bir durum degil de,
her seferinde insanin sinir bir durumunu, yani insanin evrendeki yerinin bilincine varirken
keçfettigi, dünyanin anlamini içinde taçiyan bir sinir-durumu oldugunu bize içaret eder. Tam
bu noktada Eugen FINKin evrenin simgesi olarak oyun tamlamasiyla yüzleçmek,
kozmosun uçsuz bucakliginin yarattigi dipsiz korkuyu bir ölçüde olsun uyuçturmak amaciyla
oyuna, oynamaya baçvurmanin anlam iskeletini çözümlemek gerekir.(Batur, 1994, s.69)
VATES denilen bilge-çairler yazili kültür öncesinde bilginin saklanmasinda, aktarilmasinda
yüklendikleri bir görev vardir. Etkin bir toplumsallaçma araci olarak epik ve tarihi anlatirlar;
toplulugun ve onun parçasi olan insanin bellek kazanmasini saglarlardi. Bu süreç içinde
toplumun üyeleri de toplulugun araciligiyla kimlik kazanmiç olurlardi. Simgeci düçünce oyuna,
çocuga, çaire ya da dengesize ait olan bir alan degildir, insan özünün bir parçasidir; dile ve
yargilara dayali düçünceyi öncelemektedir. Simge gerçegin, diger tüm bilgi araçlarina meydan
okuyan bazi yanlarini açiga çikartmaktadir.(Eliade 1992, s.xix) Imgeler, simgeler, mitler bir
içlevi yerine getirmekte bir oyunun bir dünyanin kurucu unsurlari olmaktadirlar.
Saat tamircisi çocuklugunda oynadigi oyunlari keyifli bir buruklukla animsar.
Birbirini iten çeken gezegenlerin, kayan yildizlarin, gökyüzünü yaran çimçeklerin,
çekilden çekle giren renkli bulutlarin hayatin içinde kaygisizca dolaçtigi zamanlar
çocuklugunun mutlu günleridir. Güneçin dünya ile oynadigi gölge oyununu
izlemekten hiç bikmamiçtir. Oynamaktan ve oynayanlari izlemekten hoçlanir ve
Herakleitos un çu sözünü agzindan hiç düçürmez saat tamircisi. Dama oynayan
bir çocuktur zaman. Krallik çocukta. (Herakleitos 2003, s18)
Herakleitos degiçim fikrini keçfeden filozoftur. Onun zamanina kadar Yunan filozoflari, dogu
düçüncesinden etkilenerek dünyayi kocaman bir yapi olarak tasarliyorlardi. Inça malzemesi
maddi çeyler olan bu yapi eçyanin bir toplamiydi. Kozmostu. Ama Herakleitos dünyayi bir
yapi olarak degil, daha çok devasa bir süreç olarak görmüçtür, bütün çeylerin bir toplami
degil, daha çok bütün olaylarin ya da degiçikliklerin yahut olgularin hepsi. Her çey
akiçtadir, hiç bir çey duruçta degildir onun felsefesinin temelini oluçturur.
(Popper1967,s.13) Herakleitos Kosmosu bir yapi olarak yiktiktan sonra onu dünya süreci
içinde bir kader ve degiçim ekseninde yeniden kurmuçtur. Herakleitosun Panta Rei
önermesi OLUÇun ilk saptamalarindan biridir. Ama bu akiçin yönü nedir? Akip giden dünya
karçisinda insanin konumu nedir? Yoksa insanin kendisi de akip gitmekte midir?
Antik dünyanin bize armagan ettigi en önemli soru iyi olanin temelinde ne oldugu ?
(Eudaimonia), en önemli felsefi tavir da Nasil yaçayalim? (techne tou biou) sorusudur.
Çünkü evrenin Kosmos olarak tanimlanmasinin temelinde varligin; güzel, uyumlu ve iyi olarak
kavranilmasi yatar. Insan böyle bir evrenin parçasi olarak ayni yapi ve özü paylaçir. Böyle bir
evren anlayiçinin dogal sonucu olarak varlik ile yaçam, düçünce ile varlik arasinda tözsel bir
farklilik görünmez. Örnegin sofistler doga yasasiyla, insanin davraniçini düzenleyen etik
yasasinin ayni oldugunu varsayarlar. Yaçamin anlam olanaklari varligin içinden
araçtirilmaktadir.
Nietzscheye göre; Sokrates ilk yaçam filozofudur. Yaçamin bilgiye ve düçünceye hizmet
etmesini degil de, düçüncenin yaçama hizmet etmesinin gerektigine inanir. Sokratesin
kendini bil/kendini tani ( gnôthi seauton ) ne bene iliçkin kuramsal bir bilgi, ne de haddini
bil anlaminda davraniçi sinirlayici bir bilgidir. Bu sözcük var oluç duyumunun anlatilmaya
çaliçildigi yaçama dönük bir ifadedir. Aslolan ruhun bilgisine ulaçmaktir. Ruhun bilgisi insani
yanilgisiz olana, degiçmeyene yöneltir. Degiçmez, kalici ve düzenli olanin bilgisine ise salt
rasyonel düçünce etkinligi olarak Theoria yoluyla ulaçilabilinir. Theoria etkinligine örnek
felsefedir ve görebilme yetisini ulaçabilecegi en son noktaya ulaçtirir. Gözlem ve deneyimle
ulaçilan bir tür sezgisel kavrayiçla elde edilir. Ussal bir bilgiyi içermez. O epistemedir.
Episteme, tanimlara, fiziksel durumlara yönelik oldugundan gerçek bilgiyi temsil etmez.
Degiçebilen, gelip geçici olan, rastlantisal ve bireysel olan çeyler, OLUÇ degil, bu görünür
gerçekligin ardindaki VARLIKtir theorianin konusu.
Sokrates bir anlamda kuramsal bilim ile uygulamali bilim tartiçmasinin da baçlangicinda
durmaktadir. Sokratesten Platona, Aristotalese gittikçeBu kuramsal tavir alma
Yunan felsefesinde Aristo ve Platonun felsefenin kaynagini kendisinde bulduklari
teorileçmeye dönüçür. Insan dünyanin katilimcisi olmak yerine seyircisi, gözleyicisi haline
gelir. Bu dönemden itibaren, ontolojinin ve doga felsefesinin çikiç noktasi olan var olan
olarak, var olan nedir (on he on) sorusuna, epistemolojinin insan bilgisinin kaynagi nedir
sorusu eklenmiçtir.
Bakiçin evrenden insana yönelmesi; önce kendimizi anlamlandiralim, oradan evrene gideriz
düçüncesi, doganin yerine insanin ikame edilmesine, böylelikle yeni bir ruhun dogmasina yol
açarak doga felsefesinden, insan ve toplum felsefesine geçiçin temelini oluçturur. Yunan
felsefesinde insanin karçisinda ya da ondan ayri bir gerçeklik degil, var olandan kendisine
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y14.html
2 -~ 11 18.11.2008 20:29
ulaçilan, insanla birlikte mevcut olan olarak anlaçilan özne anlayiçi farklilaçir. Var olana özne
dolayiminda uzanma ile var olana varligin içinden uzanma farkli yaklaçimlara dönüçür.
Birincisi kendisine içkin olan ayirici, yadsiyici ve bölücü düalizm ile çevrelenmiçtir. O nedenle
varliktan ayrilma aslinda insanin kendi tarihinde gerçekleçtirdigi en büyük düçünsel
kopmadir.
Insanin kendi varliginin anlam olanaklarini varligin içinden degil de ÖZNEden hareket
ederek aramasinin baçlangici olarak, felsefi düçünceden kopuçun gerçekleçtigi dinsel momenti
verebiliriz. (Erkizan,2005, s.169) Platon ile kirilmaya baçlayan etik ve politik zemin Yahudilikle
görünür olup Hiristiyanlikla temellendirilmiçtir. DOGRU, varligin yasasina uymaktan çikarak
ITAAT ile tanimlanir. Tanri evrenin diç yaraticisi konumuna çikarilir. Doga yaraticinin bir eseri
olarak nesneleçtirilir. Böylelikle kendisine ilahi bir armagan olan IDRAK yardimiyla insanin
önünde, doganin diçindaki bir Tanriyi hayatina içselleçtirebilme yolu açilmiç olur.
Hiristiyanlik doganin içinde Tanrinin kralligini kurmayi amaçlarken, Islamiyet Alem-i Nizami
tesis etmeye yönelir.
Platon; düçüncenin kendi baçina düçünüldügü dünyayi yaratir mükemmel ve degiçmeyen
formlar alani olarak düçünsel ile degiçen ve mükemmel olmayan maddesel dünya alanini
birbirinden ayirir. Insan akilsal-ruhsal ve maddesel bir birleçim olarak kabul edilir. Baçka bir
deyiçle insan ruh ve maddenin birleçimidir. Ruh insanin iyi olan parçasidir. Buna karçilik
madde insanin kötü olan parçasidir. Ruh, madde de hapistedir. Ya da madde ruhun
hapishanesidir. Plâtonculuk bu ikilik üzerine temellenmiçtir. Tüm tek Tanrili dinler Platonla
farkli biçimlerde iliçkiye girmiçlerdir. Platonun kozmolojisi, varlik anlayiçi, insan ruhuna
bakiçi, insanin yaçadigi olagan dünyayla bu dünyanin ötesi arasindaki geliçtirdigi
düçünceler, bu dinlerdeki mistik egilimleri belli ölçüde etkiler. Söylenen çudur; Kutsal
kitaplarin, sözel anlami ile ruhunun manasini, (bedeni ile ruhunu) birbirinden ayirmak
gereklidir. Maddeye bagli büyük çogunluk Tanrisal mesaji arinmiç bir biçimde kavrayamaz.
Içte bu yüzden Tanri vahyini insan görünümlü peygamberlerle gönderir. Platinos, Platon
felsefesinin gizemci yanini alip, edebi bir tarzla yeniden kurmuçtur. Platon ögretisinin yeni bir
yorumu olarak Hiristiyan ve Islam felsefe ve teolojisinde derin etkiler yaratmiçtir.
Saat tamircisi, uyumadan, yorulmadan, dinlenmeden zemberekleri, telleri vidalari
bir araya getirmeyi, onlardan onlara benzemeyen farkli bir çeyi ortaya koymayi,
düzensiz içleyenleri düzene sokmayi, ayarsiz olanlari ayarlamayi sever Bir saatin
içine sigdirilan onca malzeme, yaylarin diçlilerin tasarimdaki dogrulugu, uygunlugu
ve tüm bu parçalari bir araya getirilmesini saglayan bilgi, ona hiç tükenmeyen bir
çaliçma gücü verir.
Arada bir, bin türlü malzemeyle dolu tezgâhinin baçinda oturup, penceresinden
diçariya baktiginda; zamanin avucunun içinde oldugunu, tüm çaglari, tüm dünyayi
ve giderek tüm evreni görebildigini düçünür. Övünmeyi sever zamanin ulu yapicisi.
Antikite var olan her çeyin degiçmez yasalara göre ayni çekilde oluçup devindigi temel
tezinden hareketle çembersel-döngüsel bir Kozmos-zaman anlayiçi geliçtirmiçtir. Ne var ki,
Yahudilik ve Hiristiyanlikla birlikte, ZAMAN son derece belirgin bir çekilde keskinleçerek
çizgisel bir ilerlemeye dönüçür. Zaman Yaradiliçla baçlayip kiyamette sona erecektir. Çünkü
insanin kendisi bir baçlangiç ve bir son arasinda akip gitmektedir. Insani hayat denilen bu baçi
sonu belli olan cendereden kurtarmak için bir ezeli ve ebedi Tanriya ve kendi ruhunun
ölümsüz olmasina ihtiyaci vardir. Radikal bir kopuç söz konusudur ve bu kopuçun çerçevesi hiç
de rastlantisal olmayacak biçimde, yani antik dünya ile Romanin çöktügü bir dönemde,
Augustin tarafindan çizilmiçtir. Geri dönülmez bir biçimde zaman içinde ilerleyen tekil bir
insanlik tablosu tasavvur eden Augustin, açikça geçmiç çaglarin döngüsel zaman anlayiçina
saldirmiçtir. Hiristiyan teolojisinin resmi anlayiçi olarak geliçen bu kültür felsefesinde; tüm
insanligin, gelecekte eriçilecek olan bir en yüksek kültür idealine dogru, sürekli bir ilerleme ve
yükseliç içinde geliçtigi ileri sürülür.(Özlem 1993,s.115) Yaklaçik olarak I.S. 400 yillarinda
ortaya çikan bu yaklaçim, kayda deger ilk kültür-tarih teorisidir. Galip gelen çizgisel zamana
damgasini vuran Hiristiyanligin göstergelerinden biri olarak, kisa bir süre sonra feodal
Avrupada, kati bir zaman tarifesi altinda yönetilen ilk günlük yaçam örnegi ortaya çikar; bu
örnek manastirdir. Adeta bir saat gibi içletilen, kati bir çekilde düzenli ve mutlak olan
manastir bireyi, tipki duvarlariyla kuçatir gibi zaman içine hapseder. Saat zamani gösteren
bir araç olmaktan çikmaya baçlayarak, insan eylemini koordine eden, davraniçlarda
eçzamanliligi ortaya çikaran bir hüviyete bürünmeye baçlar.
Saat tamircisi tüm dünyayi kaplayacak büyüklükte olan bir saatin kadranini
düçlüyor. Dünyanin bir saat gibi içleyebilecegi umudu ve tek bir saniyenin bile heba
olmayacagi düçüncesi onu heyecanlandiriyor. Akrebin ve yelkovanin arasinda
mekanikleçen zamanin dünya üzerindeki tüm boçluklari yok ederek mutlak bir
egemenlige ulaçacak olmasi ve gelecegin gözlerimiz önünde geçmiçe dönüçüyor
olmasiyla egleniyor.
Anlam dünyasini tek Tanrili dinlerin oluçturdugu bir dönemde inanma destegini akildan, akla
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y14.html
3 -~ 11 18.11.2008 20:29
dayali düçünceden almiyordu. Önce akla baçvurup ardindan inanilmiyor önce inaniliyor
ardindan düçünülüyordu. Augustinus, Credo Ut Intelligam diyordu: anlamak için
inaniyorum. Bu deyim tüm ortaçag felsefi düçüncesini özetlemektedir. Ben varim diyen
Tanri her çeyin hatta felsefenin de ilkesi olmuçtur artik.(Çotuksöken1993, s.14) Dünyanin
Hiristiyanlik diçinda kalan bölgesinde ise anlam dünyasi ile öyle olan dünya arasinda içten
gelen bir uyum, ahenk, harmoni tesis edilmeye çaliçilir. Islam filozoflari antik çag
filozoflarini okumakta, inanci oradan aldiklari kavramlarla temellendirmeyi denemekte, akil
ve mantik yoluyla açiklik saglamaya yönelir. Bu çabalar kutsal metinlerin yorumlanmasina
dönüktür. Bildiklerini, anladiklarini bir baçka cografyaya, belki de bir sonraki çaga aktarma
hazirligini yapmaktadir.
Ama ayni zamanda ortaçag bir semboller denizidir. Dünyayi; yorumlanmasi gereken kutsal
hikâyeler, Inciller, tefsir edilmesi gereken bir Kuran ve Rabbilerin bitip tükenmek bilmeyen
Kabala çaliçmalari doldurur. Ortaçagin tek bir kaliba dökülemeyecek sayisiz yüzü vardir.
Yalniz ruhani otoritelerin ve dünyevi iktidarlarin egemenligi söz konusu degildir.
Düçünce ilk bin yildan sonra sanat yoluyla daralan anlam dünyasinin duvarlarini zorlamaya
baçlar. Inanç temelinde kurulan anlam dünyasi giderek zenginleçmeye farkli arayiçlara çikan
düçünce ise diç boyutuna, gözleme ve deneye yönelir. Dünyanin öteki bölgelerinde ise
düçünce dünyayi var oldugu biçimiyle, oldugu gibi birakacak bir seyir izler. Var olani anlama-
yorumlama gayretiyle yetinir.
Saatlerin tamircisi neçeli bir gününde bir yandan döner, bir yandan tekerleme
söyler, çaktirmadan biyik altindan güler. Her satir üzerine on bin sayfalik bir kitap
yazmayi düçler.
Zamani baçlatan Oyundur.
Oyun'u kuran Evrendir.
Evreni yaratan Tanridir
Tanri'yi bulan Ínsandir
Ínsan i vuran Zamandir.
Dünyanin Bilgisi
Renaissancela baçlayan Orta Çagin Aristotelesçi bilim anlayiçinin çözülüçü, Yunanlilardan
beri insanin kendisini içine yerleçtirdigi Kosmosun da çözülüçüdür. Bu çözülüçü yapisi sonlu,
siradüzenli bir dünya anlayiçindan her çeyin varlik düzeyinde bulundugu, açik, sinirsiz hatta
sonsuz evren anlayiçina geçiç izler. Erekselligi olmayan bu sonsuz evrende, önemsizlik
duygusuyla kendi yerini bulmaya çaliçan insan, dogayla yeni türden bir iliçki kurar.(Aslan
2004,s.135). Evrenin her yerinde ayni matematiksel yasalarin geçerli oldugunu, evrendeki
düzenlilik ve uyumlulugun da bu yasalara bagli oldugu düçüncesi bilim anlayiçinda bir kesinlik
duygusunu ortaya çikarir.
Aristotelesci bilimde doga kendine yaslanir. Doga da olgunun oluçmasinda varmak istedigi bir
erek vardir. Aristotelesteki ereksellik nedeni dogaya egemen olmayi degil, onun içinde
yaçamayi hedefleyen bir yaklaçimdir. BACON; Aristotelesde mevcut dört nedenden ikisi olan
biçimsel ve ereksel nedenin fizikten çikarilmasini ister. Çünkü bu nedenler insanin hayal
gücünün ürünüdürler. Fizik yalnizca madde ve kuvvet üzerinde kurulmalidir der. Genel
olarak söylemek gerekirse Bacon doganin kontrol edilebilirligini, ama bunun için onun
anlaçilmasi gerektigini söyler. Dogada içleyen nedenleri deney araciligiyla anlayabilirsek, ona
hâkim olmayi da becerebiliriz diyordu.
Galileinin Discorsisinin ünlü, yönteme dair olan formülü çöyledir: Doga matematigin
diliyle yazilmiç bir kitap gibidir. Bu dili ögrenmeliyiz. Bu formül geçmekte olan bir dünya
ile gelmekte olan bir dünyanin arasindaki çatiçma noktasidir.( U.baker bilimsel kuçku)
Galileinin dogayi ve evreni matematikleçtirme ve idealleçtirme düçüncesinin altinda,
Plâtoncu rasyonalizm yatar. Galilei bilimsel olanin ve bilimin diçinda kalanin tanimini yapar.
Doganin matematiksel olarak ölçülebilen, çekil, büyüklük, sayi, konum gibi nesnel nitelikleri
ve bu niteliklerin iliçkisi bilimi, renk, ses, koku, tat, ses gibi ikincil nitelikleri bilimin konusunun
diçinda tutar. Aristotelesci gerçeklik duyulur niteliklere dayaniyordu. Galilei ise, matematigi
gerçekligin temeline koyarak Aristotelesci gerçekligi insana göreli bir durum olarak gerçekligin
diçina atar. Matematik, nesnel (objektif) bilgiye ulaçilmasini saglayan araç oldu. Matematik
doganin soyutlanmasina, tümevarim ile elde edilen evrensellik ise kendinde bireyselligin ve
günlük deneyimlerin göz ardi edilmesine yol açti. Husserl Galileinin tüme varimi hipotez
olarak degil de kesinlik içinde aliçini eleçtirir. Doga, uzam, zaman sonsuza dogru ideal bir
çekilde uzatilabilir ve bölünebilir. Alan ölçme sanatindan geometri, sayi sanatindan aritmetik,
gündelik mekanikten matematiksel mekanik vb. çikar. Çimdi bundan açikça bir hipotez
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y14.html
4 -~ 11 18.11.2008 20:29
çikarilmadan görsel doga ve dünya matematiksel bir dünyaya, matematiksel doga bilimlerin
dünyasina dönüçüyor.(Çüçen 2003,s164))
Modern bilim ve felsefe, öznenin tüm dünyayi kendisine göründügü biçimiyle inça etmesi
üzerine kurulmaya baçlanmiçtir. Bu nedenle, bilgi ve bilim her çeyi anlayan ve açiklayan
durumuna yükselir.
Descartes matematigi ölçülebilir, düzenlenebilir olan her çeyi açiklayan bir genel bilim olarak,
mathesis universalis olarak ele alir, diger bilimleri de matematigin dallari olarak görür.
Doganin matematikleçtirilebilecegi düçüncesi, matematiksel yasalara bagli içleyen mekanik
bir doga düçüncesini ortaya koyar. Descartesin üç temel düçüncesi; felsefenin benden
baçlamasi, teolojik düçünmeyi birakip, dogayi kendisiyle kavramaya dayanan mekanizmi
savunmasi ve özne-nesne, beden-zihin ayriligini belirginleçtirmesidir. Bu düçüncenin de
temelini Descartesin akla olan güveni, kuçkuculugu ve yeni bir yöntem arayiçidir.
Descartesin özne ile nesneyi kesin olarak birbirinden koparan düalizminin Bati düçüncesi
açisindan belirleyici bir sonucu olmuçtur: akil sadece özneye ait bir nitelik sayilmaya
baçlanmiçtir. Nesne ise, düzensiz, kariçik bir yigindir. Aklin görevi, bu yigini ayriçtirmak,
siniflandirmak ve kullanmaktir.(Horkheimer 1986,s.45) Bu akil parçalara ayirici, analiz edici
ve biçimseldir. Descartese göre yanliç kullanilan bir aklin ardindan yürümek, dogru olan bir
yaçamdan uzaklaçmaktir. Her kiçide ortak olan aklin kullanilmasinda hakikatten uzaklaçtiran
yanliçlar olagandir. Içte insanin dogru düçünmesini saglayacak olan yöntemdir. Insan yöntem
sayesinde yanliçlarini düzelterek zaman içinde sagin bilgilere ulaçacaktir. Eçyanin hakikati
gibi, bu hakikatin bilgisine giden yol da tektir. Içte Akli kullanmanin bu ortak, genel geçer,
saglam, bulanik ve belirsiz yargilara yer vermeyen, rastlantisalliktan uzak, kesin, güvenilir
yolunun bulunmasi hakikat ölçüsünde çok önemlidir. Sadece dogru yöntemi bulmak yeterli
degildir. Sonra da durmamacasina ilerlemek gerekir tabi kuçkuyu hiç elden birakmadan.
Önyargilar, eleçtirilmemiç bilgiler, hazir bulunup alinmiç fikirler üzerinde kuçkuyu elden
birakmadan durup düçünmedikçe, insani etkileyip yönlendirmeyi sürdürürler. Ama insan,
kuçkuyla yaklaçip, dogru yöntemi kullanarak akilla eleçtirmeye baçlayinca eyleyen bir insan
olarak dogayi taniyacak ve ona egemen olmayi baçaracaktir.
Egemen olan ile egemen olunan arasindaki ayrilik; taniyan, kavrayan, anlayan, düçünen,
bilinçli varlik (res cogitans) ile kendi baçina eylemi bulunmayan, bilincin diçindaki varlik,
beden ya da diç dünya(res extansa) arasindaki ayriliktir. Baçka bir deyiçle Insan-Doga
ayriligidir. Reneissanceden beri ortaya çikan teknik buluçlarin, teknolojinin en önemli temel
dayanaklarindan biridir bu yaklaçim, çünkü teknoloji dogaya egemen olmanin biricik aracidir.
Klasik doga bilimi toplumsal düzenin degiçimiyle karçilikli etkileçerek hizla geliçen teknik bir
kuvvete dönüçmüçtür. Teorik düçünme ile teknik geliçme sürekli etkileçim içindedirler ve her
ikisinin tek amaci mekanik bir bütün olarak görünen dogaya egemen olmaktir.
Descartes kendi felsefesini ortaçag düçünce yapisi üzerine inça etmiçtir.Kendisinden sonra
gelen birçok felsefi görüçü ve varlik anlayiçini etkilemiçtir Bütün modern ontoloji
Descartesden etkilenerek, epistemoloji temelli ontoloji haline dönüçmüçtür Descartesin
diç dünyasini Tanri garanti etmekle birlikte, madde en son elde ettigimiz bilgi ve varlik
türüdür.(Çüçen 2003s.128) Böylelikle Descartes; felsefeyi ve varlikbilimi geleneksel
yapisindan ayirip, varligi kavrama yolunun modern matematiksel fizik oldugunu öne sürer.
Varlik düçüncesini felsefeden alip fizige aktarir. Ondan sonra da varlik ontoloji çerçevesinde
degil de epistemoloji çerçevesinde kavranilmaya baçlanir..
Antikitede Platon ile en yüksek açamasina ulaçan; bakiçin evrenden insana yönelerek, insanin
kendi varliginin anlam olanaklarini varligin içinden degil de ÖZNEden hareket ederek
aramasinin baçlangici felsefi düçüncedeki ilk kirilmadir. Insan varligin içinde kendini farkli bir
yere koymuçtur. Descartes ise bu süreçte ortaya çikan ikinci büyük kirilmadir. Insani doganin
diçina taçiyarak onu evrenin tam merkezine oturtur. Matematik araciligiyla formülleçtirilen
doga bilimleri de iç anlamlarini kaybederek biçimsel bir yapi kazanirlar. Descartesin varlik
felsefesinin ortaya koydugu yeni anlayiç, radikal bir biçimde ortaçag ile modern çagi
birbirinden ayirmiçtir.
Zaman der saatlerin efendisi; benim için yalnizliktir. Yalniz benim için akiyor
gibidir. Benim geçmiçim, benim düçlerim ve içinde bulundugum an yalniz bana
aittir Hatirlamak bana aittir, unutmak insanlara. Sonsuzluk bana aittir, ölüm
insanlara. Gerçek bana aittir, tarih insanlara. Hiç dostu olmadigindan yakinir saat
tamircisi.
Kartezyen gelenekle baçlayan Cogito merkezli felsefe ve bilim anlayiçi etkinligini günümüzde
de sürdürür. COGITO, Spinozada bir, Leibnizde monad, empiristlerden Locke ve
Humeda içi boç levha olan özne, Berkeleyde ruh, Kantda transandantal özne, Fichte ve
Schellingte ben ve son olarak Hegelde Mutlak Tin olur. Tüm modern filozoflar Cogitoyu
öznenin degiçik formlari olarak kavrayip onu açiklamaya çaliçtilar.(Çüçen 2003,s15) Içte
bu yüzden modern felsefenin tümü epistemolojiye dayanir.
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y14.html
5 -~ 11 18.11.2008 20:29
Bilimin dünyasi
Doganin yasalarina vakif olmak sürecinde kullanilan yöntem ve ortaya çikan bilginin
toplamina modern bilim, bu bilginin pratik alana uygulanmasina da teknoloji denir. Bilimsel
bilgi genelleçtirilmiç tümevarima dayanan bir bilgidir ve ister dogal isterse toplumsal alanla
ilgili olsun zorunlu ve ideal akil bilgisinden farklidir. Kaynagini büyük ölçüde eski Yunan
felsefesinde bulan doga bilimleri; kendisini tümelin bilgisini ortaya koymakla görevli saymiç ve
bilimi de tümelin bilgisini elde edebilecek bilgi faaliyeti olarak göstermiçtir. Doga bilimleri
dogal olgulari inceler ve bu olgular arasindaki iliçkileri azlik-çokluk(nicelik) yönünden açiklar,
bu olgular arasindaki degiçmez iliçkileri saptamaya çaliçir ve saptadigi bu iliçkiler YASA
adini verir. Doga bilimlerinin yöntemleri açiklayicidir. Açiklama ise nedenselligi gerektirir.
Nedensel ve nicel bir açiklama peçindeki doga bilimleri için en uygun açiklama biçimi ise
matematiksel açiklamadir. Özetlemek gerekirse klasik bilim anlayiçi olarak kabul edilen bu
anlayiçta;
1) Gerçeklik tüm heterojen görünümüne ragmen homojendir; o bir kozmostur; onun akla
uygun bir yapisi vardir; bilimin görevi gerçekligin bu algisal yapisini gözlem/deney yoluyla ve
evrensel doga yasalarini bularak ortaya koymaktir.
2) Gerçeklik hiyerarçiktir; onun açagidan yukariya dogru yükselen düzenli bir yapisi vardir.
3) Gerçeklik mekaniktir; dogada her çey bir makine düzeni içinde içler.
4) Gelecek ve gidiçat bellidir; çünkü dogaya hâkim olan yasalar gelecekte de geçerli
olacagindan, olacak olani çimdiden tespit etmek mümkündür ve bu husus bilimin ön deyilerde
bulunma (prediction) ve önceden bilme (prognos) imkânina sahip olmasi anlamina gelir.
5) Gerçeklikteki degiçim niceliksel ve birikimseldir; bu demektir ki, gerçekligin mekanik
düzeni evrensel bir dille, matematigin diliyle ifade edilebilir.
6) Bilim nesneldir; özne olarak gözlemci, nesne karçisinda nötrdür ve nesneden kesinlikle ayri
durur; özne ile nesne arasinda kesin bir mesafe vardir ve özne nesnesinin karçisina her türlü
moral, dinsel, ahlaksal, siyasal, ideolojik kabullerinden arinmiç olarak çikabilir.
7) Bilimin elde ettigi sonuçlar evrensel ve zorunludur; çünkü tam bir nesnellikle, deneysel ve
matematiksel yoldan elde edilmiçlerdir.( Özlem 1998)
Ortada modern bilimi diger bilme etkinlikleri içinde sadece en baça koymakla yetinmeyen ve
tek güvenli bilme etkinligi olarak da kabul eden bir ön kabul vardir. Bu ön kabulden hareket
edildiginde ise, tarih ve kültüre yönelecek bir bilimin olabilirligi çüphe ile karçilanir. Örnegin
Descartes tarihle ilgili bilgilerin kuçkulu oldugunu söyler. Tarihsel alanda bir öznellik hâkimdir.
Lockea göre de tarihsel-toplumsal bilginin dogrulugundan, saglamligindan çüphe edilmelidir.
Hume ise bu daginik olgulari kavrayabilmek için insan dogasinin incelenmesi gerektigini
söyler. Burada insanin davraniçlarini yönlendiren çeylerin incelenmesi, bir bakima psikolojik
bir araçtirma yapilmasi söz konusudur; ama psikolojiye dayanan bir araçtirma yapilmasina
karçin yine de tarihsel- toplumsal alanda dogadaki gibi bir bilimsel düzeyden söz etmek
mümkün degildir. Yine de bu bilim felsefesi geleneginde, bilimin birligi(unified science)
ilkesi egemendir. Toplumsal bilimlerde doga bilimine göre konumlandirilirlar. Dogal gerçeklik
ile toplumsal gerçeklik arasinda nesne farkliligina dayali bir ayrim öngörülse de yöntem
farkliliklarinin olabilecegi kabul edilse de her iki bilim tipi de tek bilim tipine göre kurulurlar.
Genel olarak bilimsel bilgi geleneksel bilginin karçisinda konumlandirilir, nihai noktada
rasyonel eleçtiriye dayali bilimsel süreç, tarih içinde yaçlilarin gelenek içinde dünyayi
anlamaya dayali olarak elde ettikleri bilgiye tezat teçkil eder. Rasyonalite ve bilimsel
yöntemin uygulamalari ve prestiji artarken, inanç temelli klasik hermenötik gözden düçer.
Gelenegin bilgisi ve anlam dünyasi ise cehaletle özdeçleçtirilir
Vaat edilmiç bir dünyanin kadrani içinde amaçsizca koçturan, gösteriç budalasi
çocuklaçtirilmiç bir zaman ve onu yakalamak zorunda olan saat tamircisi. Oturdugu
tezgâhin baçinda, zamani anlamak ve mekanik bir saatin içinde zapt etmek için
harcadigi uzun yüzyillari düçünmektedir. Çimdi sadece arada bir baktigi küçük
penceresinden dünyayi seyreden sikintili bir adamdir.
Doga bilimleri daha 17.yy in baçlarinda felsefi temellerine oturur. Bacondan beri bilimlerin
temeli ve yöntemi bir süreklilik, tarih oluçturur. Ama benzer bir durum tarih, toplum, siyaset,
hukuk, devlet, teoloji, sanat gibi insan edimine ve tininin nesneleçmesine bagli olan alanlarda
yoktur. Bu "nesneleçme"yi kendisine nesne olarak alan bilime tin bilimleri, insan ya da kültür
bilimleri denir. Comte doga bilimlerinden yola çikarak bir toplumbilim oluçturmak ister. Yalniz
Comte'un bilimleri siralamasinda dogabilim-toplumbilim biçiminde bir ikili ayrim yoktur, Ona
göre bütün bilimler, bir "dogal siradüzen" içinde yer alir. Modeli doga bilim olunca; toplumsal,
tarihsel, kültürel olaylari sistematize edecek ve açiklayacak bir GENEL YASAnin peçine
düçer. Tüm tarih ve kültür alaninda egemen olacak üç hal yasasi gibi bir yasadan söz
eder. Ama insanin kendisi dogal bilimin inceledigi bir nesne oldugunda, ya da doga biliminin
nesnesini inceleyen özne oldugunda onun degiçken dogasindan kaynaklanan bir takim
problemlerle karçilaçilir.
Ister bilimsel etkinligin nesnesi olsun, ister etkinligi yürüten özne olsun insanin eylemini ve
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y14.html
6 -~ 11 18.11.2008 20:29
toplumlari tarih ve kültür gibi baglamlardan arindirarak kavramak mümkün degildir. Ele
alinan konular, onlari ele aliç tarzindan bagimsiz degildir bilimsel soru sorma tarzinin
ardinda, soruyu soran özne vardir. Yani konu(nesne), özneye dogrudan ve dolaysiz açik
durmamaktadir, tersine konunun (nesnenin), öznenin bilimsel ele aliç ve sorusunu soruç
tarzindan bagimsiz olmadigi görülür.(Stroker 1990,s.16) Doga bilimsel yöntemlerle
tinsel gerçeklige yönelmek yanliçtir. Doga bilimleri olgu üzerine kurulur. Tinsel bilimler ise
anlam. Insanin sahip oldugu degerler sistemi onun davraniç ve düçünüçüne etki eder. Ama
degerler deneye uygun olgular degildir. Ama onlar da olmadan ne insan ne toplum
kavranamaz. Insanlar kendilerini, birbirlerini, içinde yaçadiklari kurumlari hatta dogayi bile
sahip olduklari degerlerin süzgecinden geçirdikten sonra kavrayabilir.
Toplumsal bilimlerin 19yyda benimsedigi bir yöntem ve ayrim kalibi vardir. NOMOTETIK ve
IDIOGRAFIK bilimler. Nomotetik(Latince yasanin amir hükmü), evrenin kanunlarini
araçtirirken, insâni fenomen ile fiziksel fenomen üzerinde yapilan bilimsel araçtirmalar
üzerinde, özü itibariyle hiçbir fark bulunmamasi durumunu anlatir. Görünen farklar zahiridir ve
bu yüzden geçicidir. Genel gerçeklikler, ilkeleri ve evrensel olani bulmaya çaliçir ve toplumsal
yapinin ve deger ifade eden hükümlerin bu, genel, evrensel dogular çerçevesinde ortaya
konulabilecegini düçünür. Ve bunun yolu, klasik doga bilimlerinin teorik öncüllerinin ve pratik
tekniklerinin aynen alinip kullanilmasinda yatar. Bu yüzden zaman(ve ya tarih) nomotetik
sosyal bilimci için çok önemli degildir. Pozitif bilimler genel kabulleri itibariyle bu epistemoloji
etrafinda kümelenir.
Idiografik bilimler, insanin toplumsal eyleminin tekrarlanan bir çey olmadigini ve bu yüzden
zamana ve mekâna dayanikli geniç ölçekli genellemelere uygun olmadigini düçünür. Çikiç
noktasi özgül, biricik olan, dolayisiyla da degiçken, tesadüfî, farkliliga dayali olani
saptamaktir. Bunun aranacagi yer ise tarihsel gerçeklikleri saklayan metin, doküman ve
arçivlerdir. Nomotetik olanin nesnellik iddiasina karçin, idiografik öznel olanla etkileçir. Tinsel,
kültür, sosyal, insan gibi adlandirmalari olan bilimler bu epistemoloji etrafinda kümelenir.
Idiografik bilimlerde mutlak gerçeklik ve evrensellige ulaçmak zordur. Ulaçilan olgulari tüm
toplumlar, kültürler açisindan geçerli genellemeler biçiminde ifade etmek nomotetik
bilimlerdeki kadar kolay degildir. Her toplumun yapisal özellikleri, tarih içinde yolculuklari
farklidir.
Hem tin bilimleri epistemolojisi, hem kültür bilimleri mantikçiligi, akimi, tarihi ve toplumu
inceleyecek olan bilimleri konu ve yöntem bakimindan doga bilimlerinden ayiriyorlar, Tarihi
ve toplumu inceleyecek olan bilimlerin konusu doga degil insan ve tindir, kültürdür. Tin/
kültür/tarih/toplum dünyasi, konu olarak çu özelliklere sahip sayiliyor:
1) Konu bizatihi tarihseldir.
2) Bu konu alaninda her çey tekillik arz eder.
3) Olaylar yasalara göre degil, konulmuç vazedilmiç çeyler olarak kurallara, degerlere, felsefi,
dinsel, ideolojik etkenlere göre ele alinir. Burada dogada oldugu gibi yasa-olgu iliçkisi degil,
insani amaç-eylem iliçkisi esastir.
4) Bu alanda dogal nedenler degil, çaglara, kültürlere özgü kalan insani/kültürel motifler
vardir.
5) Tarih/toplum dünyasinda olgu degil, olay vardir.
6) Bu dünyada determinasyon degil, olasilik ve rastlanti söz konusudur.
7) Bu dünya ancak belli perspektifler altinda inceleme konusu kilinabilir; bu dünyanin kendisi
göre celi bir dünya oldugu gibi, onu incelemek de ancak göreceli bir konumdan hareketle
mümkündür. (Özlem 1998)
Doga bilimler açiklar, tinsel bilimler ise ancak öznel olarak bir ANLAMA (verstehen)* konusu
olabilen degerleri, normlari, ideleri ve bunlarin anlamlarini, kisacasi tinsel gerçekligi ele almak
zorundadirlar demiçtik. Doga bilimlerinin sahip oldugu gerçeklik nicel degil nitel bir
gerçekliktir, degerlerden bagimsizdir. Ayrica doga bilimleri algilamanin konusudur. Tinsel
gerçekligi oluçturan ideler, normlar, degerler her çeyden önce yaçanirlar. Bunlar tarihsel
birikim olarak insan yaçamini yönlendiren, hatta biçimleyen çeylerdir. Bu yüzden bunlar
empirik bir algilamanin degil, öznel bir anlamanin konusu olabilirler. (Özlem1986,s.30)
Burada anlamayi psikolojik bir kavram olarak almamiz degil de kültür gerçegini bilme
biçimi olarak almamiz dogru olur. Tarihsel-toplumsal gerçeklik, sadece insan özgü bir
gerçeklik, dogada rastlanmayan bir amaç-eylem baglantisini içeren bir dünyadir. Bu yüzden
pozitivistik bir açiklamanin degil, anlamaya dayali farkli bir bilimsel kurgunun ürünü olabilirler.
Bu nokta kültür bilimlerinde yöntem sorunu açisindan büyük önem taçir. Bu ikinci tip bilim
modelinin kökeni Ibni Halduna, Vicoya kadar gider. Ama bu modeli ilk olarak sistematik
bir biçimde ele alip doga bilimleriyle sinirlarini çizen Diltheydir.
Kültür-tin bilimlerinin nesne alani, sahip oldugu yöntem çeçitliligi, oluçturulan kavramlar,
yaklaçimlar epistemolojik anlamda o denli farkliliklar gösterir ki ortak bir ölçüt çerçevesinde
toplanmasi zordur. Öte yandan bu alanda araçtirma yapacak olan araçtirmasina kendi deger
ve seçimlerinin yön vermesinden kaçinamaz. Bu sebeplerden dolayi kültür bilimlerinde
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y14.html
7 -~ 11 18.11.2008 20:29
görecelikten, yanli algilama denen çeyden tümüyle kaçinmak olanaksizdir. Bu problemin
çözümü DILTHEYden gelmiçtir. Dilthey için bilginin temeli bilgi-kuramsal degil
tarihseldir. Bilgi her tarihsel dönem ya da süreçte, o tarihsel dönem ya da sürecin yaftasini
oluçturan tinselligin, yani tarihin de ürünüdür. Birey kendini ve evreni bagimsiz ve özerk
olarak asla tam tamina kavrayamaz; çünkü o tarih tarafindan belirlenmiç ve
tutuklanmiçtir.(Özlem,1986,s. 31). Tutukludur çünkü o tarihsel bireydir. Algisi tarihseldir.
Dilthey, bilgi ve bilimi zamana(tarih) bagli olmayan bir boyut içinde görmeye çaliçan yeniçagin
doga bilime dayanan epistemolojisini tek yanli bulur, ama onu diçlamaz. Onun yerine kökleri
tinsellik, tarihsellik ve yaçama kavramlarina dayanan bir meta-epistemoloji tasarlar. Bu
meta-epistemoloji yaçamin bütünlügüne yönelen bir yaçama felsefesi tabanina dayali
olacaktir. Yaçama felsefesi, yaçamanin bütünlügünü kavrama giriçimi olacaktir.
(Özlem,1996,s.30) Diltheyin felsefeye getirdigi anlama kavrami düalist bir bilim anlayiçini
içinde barindirir. Doga ve tin bilimleri için açiklama-anlama karçitligini temele alan bir
düalizmdir bu. Açiklama ile anlamanin her bilme etkinliginin temel ögeleri oldugunu gözden
uzak tutmamaliyiz. Bu konuda Habermas 'in söyledikleri önemlidir. Bu düalist kavram
çerçevesinin diçina çikamayanlar anlamayi yanliç 'anlayarak', psikolojik bir yoruma tabi
tutarak onu, duygudaçlik yoluyla kendini yabanci bir öznenin zihinsel durumlarina yerleçtirme
olarak görmektedir. Oysa Habermas 'ta anlama etkinligi bir diyaloga bir üçüncü olarak
diçaridan bakma degil, diyaloga dogrudan dogruya ikinci öge olarak katilma demektir.
Anlama bununla iletiçimsel bir boyut kazanir. Ricoeur ise açiklama ile anlama arasindaki
çatiçmanin yalnizca görünüçte bir çatiçma oldugunu ve bu iki tutumun diyalektik olarak
birbiriyle iliçkili oldugunu göstererek olay ile anlam diyalektiginin konuçulan söylemdeki gibi
yazili söylemde de devam ettigini düçünür.
Dilthey için her tarihsel dönemde anlamlarin taçiyicisi olan DIL, her tarihsel dönemin
kendisini diça vurdugu, nesneleçtigi ortamdir. Bir tarihsel döneme damgasini vuran degerler,
o dönemin anlamlarinin taçiyicisi olarak dilde saptanabilirler. Bu yüzden dilsel ürünler olarak
yazili metinler her zaman tinsel bilimlerin ana malzemesidir. Anlami ortaya çikarabilmemiz
için baçvurulmasi gereken temeldir. Dilthey her dönemi kendine özgü bir bütünlük olarak
görürken, anlami ortaya çikarmak isteyen bizlerin farkli bir donanim ve geçmiçin
degerlerinden oldukça farkli bir yapi içinde oldugumuzu vurgular. Bu yüzden bize yabanci olan
geçmiçi tam anlamiyla kavrama olanaklarimiz kisitlidir. Bu konuda yapabilecegimiz çey,
geçmiçi, dilsel ürünlerin, yazili yapitlarin dilini yorumlayarak anlamak, yani hermeneutik
yapmaktir. Öyle ki, Diltey için hermeneutik, tinsel bilimlerin ana yönetimidir ve tinsel bilimler
hermeneutik bilimlerdir. (Özlem,1996,s.34)
Zaman evrendeki en büyük labirenttir. Gördügünü bize böyle söyler saat tamircisi.
Ínsani labirentin küçük bir köçesine sikiçmiç, geçmiç ve gelecek arasinda sallanan
salincaga mahkûm olmuç görür. Salincagi tutan sonsuzluktur. Ínsan ise sonunun
ölüm oldugunu bilir. Íçte bu onun yaçantisini dünya üzerinde oynadigi bir oyuna
çevirir. Zaman çaçirtir, kandirir, kendine baglar onun degiçkenliginde insani
bekleyen, acikli bir çirpinmadir... Zaman biçare insanla oynar, önüne girilmesi
tehlikeli yollar açar. Kuçkuyla girdigi her yolun ortasinda buldugu, var olma
çabasidir. Yolun sonunda ise ölüm beklemektedir onu. Labirentin çikiçi yoktur.
Tamirci herkese tepeden bakar.
Anlamin Dünyasi
Anlama sorunsali içinde baçlica iki ana gelenek ortaya çikmiçtir. Bunlardan birincisi; anlayici
sosyolojinin içinde geliçtigi alandir. Weber, etnoyöntembilimi gibi. Ikinci gelenek Dilthey
ve Husserle dayanan anlama, Heidegger tarafindan varlik ve zaman da insan var
oluçunun temel özelligi olarak ve anlaçma, Gadamer tarafindan hakikat ve yöntem de
tarihsel yaçamin temel özelligi olarak ontolojik bir biçimde karakterize edilmiçtir.(Habermas
2001,s.135).
Webere göre, Sosyolojinin temellendirilmesindeki temel epistemolojik mesele; doga
bilimlerinin açiklamasi ile kültür bilimlerinin anlamasini bagdaçtirmaktir. Çünkü
bireyselleçtirici, kültür bilimleri (tarih) de, genelleçtirici kültür bilimi olarak sosyoloji de,
kavramlarin ancak deger-eylem iliçkisinden hareketle kurabildiklerinden, öncelikle anlamaci
bilimlerdir; ama özellikle genelleçtirici olmasi gereken sosyoloji, ayni zamanda açiklamaci
bir bilim olarak kurulmak zorundadir. (Özlem 1990,s.82) Weber, sosyolojide anlama
yönteminin etkin olmasinda hemfikirdir ama ona onun anlamaya bakiçi sosyolojik
anlamadir. Nedensel açiklamayi içeren bir nedensellik çerçevesinde bir anlama
yaklaçimina sahiptir.Weber bu baglamda anlayarak açiklamak yöntemi ile 3 çekilde ideal tip
oluçturmuçtur:
Münferit bir hadisede davraniçta kast edilen gerçek manayi veya mana bütünlügünü
yorumlama yolu ile kavramak demektir. Bu yol ile Weber hem genel hem de benzersiz
olma özelliginde olan Bati Avrupa kapitalizmini incelemiçtir (Tarihsel yaklaçim).
1.
Kitlesel davraniçlarda kast edilen ortalama ve yaklaçik manayi veya mana bütünlügünü 2.
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y14.html
8 -~ 11 18.11.2008 20:29
yorumlama yolu ile kavramak. Weber tarihsel süreç içerisinde farkli zaman ve
toplumlarda karçilaçilan "bürokrasi" tiplemesini ortaya çikarmiçtir (kitlelerin sosyolojik
olarak ele alinmasi)
Sikça görülen bir olayin saf tipini kurgulayabilmek için ona bilimsel olarak atfedilen
manayi veya mana bütünlügünü yorumlama yolu ile kavramak çeklindedir. Ekonomik
kuramin önermelerini bu çekilde ele almiçtir. Degiçim, serbest rekabet ve tamamen
akilci bir etkinlik esasina göre örgütlenmiç bir toplumda piyasalarin ayrintili bir ideal
tablosunu incelemiçtir.(Tekel 2003)
3.
Etnoyöntembilimi, kültürün içinden kültürü anlama yöntemidir. Günlük hayata odaklanarak
öznel yapilarin nasil anlamlandirildigini inceler. Ilgilendigimiz toplumun bir araya nasil
geldigini, nasil yapilmakta oldugunu anlamaya çaliçir. Günlük faaliyetlerin toplumsal yapilarini
esas alir. Bireylerin objeleri ve gerçekleçen olaylari anlama biçimleri ile bu biçimin eyleme
dönüçme süreci etnoyöntembilimin ilgi alanidir. Bu anlamlandirma sürecinde bireyler
kendilerince ifadeler kullanirlar. Anlatim kavrami, birey tarafindan algilanan çeyin ifade
edilmesi anlamina gelir. Etnoyöntembilimciler anlatimlarin, kime göre ve neye göre dogru
algilandigi sorusu üzerinde durmuçlardir Etnoyöntembilimciler bir yandan taraflarin
yorumlayici bir biçimde ürettikleri gündelik yaçam pratiginin içlemsel ve salt tikel karakterini
vurgularken, bir yandan da sosyal bilimcinin esas olarak bir taraf statüsünde bulunmasi
olgusundan yöntem bilgisel sonuçlar çikarirlar.(Habermas, 2001,s.155)
Hermeneutik
Hermeneutik nedir sorusuna verilebilecek en basit cevap; verstehen yani idrak etmeyi
saglayan bir düçünme gelenegi oldugudur. Bir bildirme, haber verme, çeviri yapma, açiklama
ve açimlama yorumlama sanatidir. Etimolojik kökenini Tanrilarin buyruklarini insanlarin
anlayabilecegi biçimde anlatan, onlara manasini açiklayan Hermesten alir. Hermeneutik
etkinligi daima bir baçka dünyaya ait bir anlam baglamini, o an içinde yaçanilan dünyaya
aktarma/çevirme etkinligi olmuçtur. Bu düçüncenin ifade edilmesi/bildirilmesi olarak
hermeneiu esas anlami içinde geçerlidir. Zaten ifade kavraminin kendisi, diça vurma,
açiklama ve çeviriyi içerecek çekilde çok anlamli bir kavramdir.(Günay,2002,s.84) Antik çag
da sözel ve siradan bir anlamin(düz anlam) ardinda ya da üstünde bulundugu varsayilan esas
anlami ortaya çikarmayi amaçlar. Art ya da üst anlamin karçiligi olan hyponoia, alegorik
yorumlamayi anlatir.
Teolojik hermeneutik, Hiristiyan dogmatizmine dayanan, Eski Ahit ve Yeni Ahit arasindaki
uyuçmazliklari ortadan kaldirmak için Augustinus tarafindan geliçtirilen bir yöntemdir.
Schleiermacher, hermeneutigi evrensel bir anlama ve açimlama ögretisi haline getirmeyi
denemiçtir. Ona göre anlama, metnin dehalar-arasilik temelinde üretken tekraridir.
Böylece Schleiermacher ile hermeneutikte dilin rolü ön plana çikmiç, filolojik yorumlamanin
sinirlari zorlanmiçtir. Iletiçimin, insanlarin birbirini anlamasi zemininde temellendirilmesi
hermeneutige yeni bir derinlik kazandirmiçtir. Schleiermacher için bir anlam verme sanati
olarak hermeneutigin baçvurdugu anlama yöntemi evrensel bir yöntem olarak, tüm tinsel
yaratilari, düçünce ürünlerini, bu yarati ve ürünleri onlarin yapicilari ile özdeçleçtirerek ve bu
arada kendimizi de onlarla özdeçleçtirerek yeniden zihnimizde kurma yöntemidir. Bu
yöntemle ele alinacak olan yazili metinler aslinda dilsel ürünlerdir ve dil, bireyin oldugu kadar,
toplumun da evreni anlamlandirma ortamidir. Yani birey de, toplum da her tarihsel çagda,
sözcüklere yüklenen ortak anlamlar araciligi ile evreni kavrarlar. Öyle ki dil bu hali ile
anlamlarin taçiyicisidir. Böyle oldugu içindir ki dil, ayni zamanda her tarihsel çagda insanligin
evreni nasil kavradiklarini hermeneutik yoldan yorumlamamizi saglayan ortam olarak tarihin
de taçiyicisidir. Öyle ki her tarihsel yapit belli bir tarihtir.(Özlem, 2001, s.246)
Schleiermacherden sonra Dilthey, yaçama kavramindan hareket ederek tin bilimlerini
anlamaci bilimler olarak konumlandirmiçtir. Hermeneutik de bu bilimlerin temel yöntemidir.
Dilthey anlamayi çöyle tanimlar: Duyulara diçaridan verilen içaretler araciligi ile içsel
gerçekligin bilinmesini saglayan bu yönteme anlama diyoruz.(Günay,2002,s.91)
Diltheyin hermeneutiginin temel bakiçini hayatin anlatimlari oluçturur, duyular dünyasinda
olan çeyler her zaman bir zihnin anlatimlaridir ki bu ifadeler bizim anlamamiza yardim eder.
Bu hermeneutik modelde bilincin homojenligi empati-anlama-verstehenin temelidir.
Yani bu model insan dogasinin homojenligini anlamayi amaçlar.
Dilthey için insan tarihsel bir varliktir. Sabit, degiçmez bir dogasi yoktur. Bu ne demektir?
Dilthey tarihi bir nesne olarak, geçmiç bir çey olarak düçünmez. Tarihsellik, baçlica iki çey
ifade etmektedir: 1- Insan kendisini yalnizca iç gözlem araciligi ile degil, yaçamin nesnelleçme
yollari ile anlar. Ínsanin bize ne oldugunu bize yalnizca tarih söyler. Insanin kendisini
anlamasi dogrudan degil dolaylidir. 2- Insanin dogasi degiçmez bir öz degildir.
(Günay,2002,s.92) Dilthey ile birlikte felsefe yaçama üzerine bir etkinlik degil, yaçamin içinde
bir etkinlik olarak görülmeye baçlanmiçtir.
Felsefeyle zerrece ilgisi yoktur ve kisa boylu, ufak tefek bir adamdir saatlerin usta
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y14.html
9 -~ 11 18.11.2008 20:29
tamircisi. Zamanin içine doldurdugu dogumlar ölümler..savaçlar, dizleri üzerine
çöken imparatorluklar mezar taçlari üzerinde kurulan kralliklar sayisiz kere
dogan ve batan güneç ve elbette ki kitaplar hiçbir kütüphaneye sigamayacak,
hiçbir insanin bilemeyecegi kadar bilgi .Yorgundur.
Heidegger, Diltheyin yaçama kavraminin yerine var oluçu koyar. Anlama, insanin düçünsel
bir yetisi degil insan var oluçunun temel hareketidir. Heideggerde hermeneutik, bir anlama
yöntemi olmaktan çikip, insanin varlik tarzina, diç dünyaya açilma biçimine dönüçmüçtür.
Heideggere göre insan evreni degil, kendi tarihi içinde kendini anlamaktadir. Bunun için
hermeneutik, insan var oluçunun bizzat kendisini anlama biçimidir. Insana anlama yolu ile
açik olan çey, onun diçindaki bir evren degildir. Varlik, her çeyden önce bize dilde açilan bir
tarihtir. Heideggere göre; Kültür varligi olarak insan, her zaman herhangi bir kültürel
durum içine dogar, kendini herhangi bir Dasein alani içinde bulur. Bu onun seçtigi bir çey
degildir; o herhangi bir kültürel durum içine, daseine atilmiç , birakilmiçtir. Böylece o
daha baçtan, kendini insan yaratisi bir anlamlar(simgeler) evreni içinde bulur. Yine böylece o,
belli bir tarihsellik/kültürellik formu içerisinde kendi olanaklarini ve ürünlerini anlayan ve
yorumlayan bir konumdadir. Dolayisi ile anlama, insan var oluçunun temel yönelimidir ve
insan ancak anlar. Insan kendi tarihi içinde kendini anlamaktadir, yani sürekli bir
hermeneutik etkinligi içinde bulunmaktadir. Bize anlama yolu ile açik olan çey, o halde bizden
bagimsiz oldugu sanilan bir doga degildir. Doga bile bizler için ancak bize dilde açilan bir
tarih olmaktan ibarettir. Dilin kendisi bir simgeler toplulugu ve düzeni oldugundan,
tanidigimizi sandigimiz ve dil araciligi ile ifade ettigimiz her çey, simgesel/kültürel/tarihsel
olmak zorundadir. Kültürel varlik olali beri, bizim evrenimiz doga degil, dildir, kültürdür.
Dil insanin evidir. (Özlem 1993, s.127)
Insanin kültür hakkinda söyledigi her çeyin kendisi de kültür ürünüdür. Dasein için kültür içine
hapsedilmiçlikten, atilmiçliktan çikiç yolu yoktur. Ama her insan kendi var oluçu üzerinde,
kendi bütüncül yorumunu geliçtirmek gibi bir olanaga sahiptir.
Heidegger için anlama, kartezyen özneden farkli olarak var oluçun tüm potansiyel ögelerini
varlik dolayimi ile etkin kilan öznenin, bütünsel etkinligidir. Oysa kartezyen özne, varlikta
etkin olma konumunda olmayan ama bilme süreçlerinde etkin olan biridir.
Özetle söylenecek olursa Heidegger in hermeneutige katkisi fenomenolojik yöntemi
epistemolojik degil ontolojik bir ilgiyle kullanarak ilkinin dogal tavir almanin genel savini
diçarida birakabilen saf öznesine karçin kendisinin tarihsel özneye vurgu yapmasindadir.
Bu tavir degiçikligi, tarihsel özne ile nesnesi arasinda tam bir birlik saglayabilmiç, ilkinin
vardigi özne-nesne parçalanmasini, vurguladigi tarihsel anlama boyutuyla açabilmiçtir.
(Kalayci)
Gadamere göre, Heideggerin yaptigi en önemli çey anlamanin ontolojik anlamini ortaya
koymak olmuçtur. Bir baçka deyiçle Heidegger, anlama kavraminin yöntemsel bir kavram
degil ontolojik bir problem oldugunu keçfetmiçtir.
Gadamere göre hermeneutik, Diltheydeki metin yorumuna dayanan bir filolojik çaliçma
yöntemi degil, bir metnin kendi içinde sakladigi özün anlaçilmasi anlaminda felsefi bir
etkinliktir. Gadamerin tümel felsefe olarak kavradigi hermeneutik anlamaya dayanmiçtir.
Anlamak demek, yorumlamak demektir. Yorumlamak da anlamanin biçimini, somutlaçmasini
gösterir. Gadamere göre anlamanin nesnesi(object), özdür. Bu özü kavramak için
geliçtirdigi anlama teorisi; tarihsellik, durumsallik, ufuklarin kaynaçmasi gibi kavramlarla
biçimlenir. Gadamer, bütün anlamin dile ait oldugunu ve kültür bilimlerinde anlamanin bu
nedenle dil ortami içerisinde incelenmesi gerektigini söyler. Ama dil bir merkez ya da amaç
degil, bir ortamdir, bir araçtir, temel degildir.
Oyuncunun kendisi, oyunun yalnizca oyun oldugunu ve amaçlarini ciddiyetini belirledigi bir
dünyada var oldugunu bilir. Fakat o bunu, bir oyuncu olarak, bu ciddiyetle iliçkiyi fiilen
amaçladigi/yöneldigi çekilde bilemez. Oyun amacina yalnizca oyuncu kendisini oyunda
unutuyorsa ulaçabilir Ciddiyet bize oyunun diçina çikma çagrisinda bulunan bir çey degildir,
aksine oyunu oyun yapan çeydir. Oyunu ciddiye almayan kiçi bir, oyunbozucudur.Oyunun
olma modu (seinsweise), oyuncuya, oyuna, bir nesnenin karçisindaymiççasina davranma
imkâni vermez. Oyuncu oyunun ne oldugunu ve yapmakta oldugu çeyin sadece bir oyun
oldugunu çok iyi bilir; fakat neyi bildigini bilmez. (Gadamer, 2008,s.142)
Saat tamircisi penceresinden diçariya bakti. Bakiçlarinin ulaçtigi her nesne dagiliyor
toza dönüçüyordu. Her çey kozmik bir oyunun parçasi gibiydi. Keyifle gülümsedi.
Yeni, farkli bir saat yapmanin ZAMANIYDI.
* Verstehen anlamanin ötesinde idrak etmek, Erzahlen, açiklamanin ötesinde, tasvir etmek
anlamini taçir. Ama bu yazida anlamak ve açiklamak kelimeleri tercih edilmiçtir.
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y14.html
10 -~ 11 18.11.2008 20:29
ASLAN, Hasan, Çagcil Doga Anlayiçi 2004, Özleme Armagan Inkilab yay.
BAKER, Ulus, Bilimsel Kuçkudan, Bilimden Kuçkuya Dogru, 1996, Cagito 6-7,YKY.
BATUR, Enis Ya/zar 63+1 para-graf(fiti), Sanat dünyamiz bahar 1994, yky.
ÇOTUKSÖKEN, B. Ortaçag yazilari,1993, Kabalci Yayinlari.
ÇÜÇEN, A.Kadir, Heideggerde Varlik ve Zaman 2003, Asa kitapevi
ELIADE, Mircae, Imgeler simgeler, Gece yayinlari 1992
ERKIZAN, H. Nur, Yaçamin Anlam Olanaklari Olarak Etik,2005 Ilke dergisi(internet)
GADAMER, H.G. Hakikat ve Yöntem, 2008, Paradigma Yayincilik
GÜNAY, Mustafa, Düçünce ve Kültür Tarihinde Hermeneutik 2002,D/B dergisi, s.19.
HABERMAS, Jürgen,Iletiçimsel Eylem Kurami,2001, Kabalci Yayinevi
HORKHEIMER, M. Akil Tutulmasi, 1986, Metis Yayinlari
HUIZINGA, Johan, Homo Ludens, Ayrinti yayinlari 2006. 2.basim
KALAYCI, N. Gadamer ve Hermeneutik, Yeditepe Felsefe Dergisi s.10. YT.Ü
MALINOWSKI, B. Büyü, Bilim, Din, Kabalci yayinlari 1990
ÖZLEM, Dogan, Kültür Bilimleri, Kültür Felsefesi, 1986, Remzi Kitapevi
ÖZLEM, Dogan, Max Weberde Bilim ve Sosyoloji, 1990, Ara yayincilik.
ÖZLEM, Dogan, Felsefe Yazilari,1993, Anahtar Yayinlari
ÖZLEM, Dogan, Sosyal Bilimleri Yeniden Düçünmek 1998, metis yay.(felsefeekibi)
POPPER, Karl.R, Açik Toplum ve Düçmanlari c.1 1967, TSID yay.
STRÖKER, E. Bilim Kuramina Giriç, 190, Ara yayincilik
TEKEL, Suna Sosyoloji Tarihi 2003 güz.(internet makalesi)


Felsefe Ekibi SOLIS'in saglamiç oldugu hosting hizmeti ile sizlere ulaçmaktadir.
© 2001-2008 Felsefe Ekibi Tüm haklarini sakli tutar...
Yayimlanan yazilar kaynak gösterilerek alinti yapilabilir. Yazilarin her türlü
sorumlulugu yazarlara aittir.

:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y14.html
11 -~ 11 18.11.2008 20:29

Sayi :11 Yil: 2008
Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim

Sosyal Bilimlerde Anlami Anlamak Sorunsali
Felsefe Ekibi
Not: Metnin soruna bilim kuraminin perspektifinden bakan ilk bölümü alintilanmiçtir. Ikinci
bölüm, görüngübilimsel, etnoyöntembilimsel, yorumbilgisel okullarin bakiç açilarini
içermektedir.
(1) Dilthey'e ye Husserl'e dayanan gelenekte anlama, Heidegger tarafindan Sein und Zeit'da
(1927) insan varoluçunun, temel özelligi olarak ve anlaçma, Gadamer tarafindan Wahrheit
und Methode'de (1960) tarihsel yaçamin temel özelligi olarak ontolojik bir biçimde karakterize
edilmiçtir. Bu yaklaçim biçimine kesinlikle dizgesel olarak dayanmak istemiyorum, ama son
onyillarda sosyal bilimsel temeller üzerine yürütülen yöntembilgisel tartiçmanin benzer
sonuçlara götürdügünü göstermek istiyorum:
"Gündelik aktörlerin eylemlerinin tanimlanmasinin üretimi, süregelen bir pratik olarak
toplumsal hayata eçlik etmez, kesinlikle onun üretiminin ayrilmaz parçasidir ve ondan
ayrilamaz, çünkü digerlerinin ne yaptiginin nitelendirilmesi ya da daha daraltirsak amaçlan ve
yaptiklarinin gerekçeleri, iletiçimsel amacin aktarilmasini saglayacak öznelerarasiligi mümkün
kilmaktadir. Bu açidan, verstehen [anlama] toplumsal dünyaya giriç için, sosyal
bilimlere özgü, özel bir yöntem olarak degil, insan toplumunun üyeleri tarafindan
üretilmiç ve yeniden üretilmiç bir ontolojik durum olarak görülmelidir."¹
Sosyoloji, nesne alanina anlayici bir biçimde eriçme yolunu bulmaya çaliçmalidir, çünkü orada
nesne alaninin onlar sayesinde ve onlarin içinde bir ölçüde önceden, yani her türlü kuramsal
müdahaleden önce kuruldugu anlaçma süreçlerini hazir bulur. Sosyal bilimci simgesel olarak
önceden yapilandirilmiç nesnelerle karçilaçir; bu nesneler konuçma ve eyleme yetisi olan
öznelerin bu nesneleri üretmesini saglayan kuram öncesi bilginin yapilarini cisimlendirir.
Sosyal bilimcinin nesne alanini kurarken karçilaçtigi, simgesel olarak önceden yapilandirilmiç
gerçekligin iç mantigi, nesne alaninda ortaya çikan konuçma ve eylem yetisi bulunan öznelerin
toplumsal yaçam baglamini onlara uyarak dolaysiz ya da dolayli bir biçimde ortaya koyduklari
üretme kurallarinda gizlidir. Sosyal bilimlerin nesne alani, "bir yaçama evreninin bileçeni"
tanimina giren her çeyi kapsar. Bu deyimin ne anlama geldigi, sezgisel olarak, konuçtugumuz
ve eyledigimiz sirada ortaya koydugumuz simgesel nesnelere içaret ederek açiklanabilir:
Dolaysiz anlatimlardan (söz eylemleri, amaçsal etkinlikler, içbirlikleri gibi) baçlayarak, bu
anlatimlarin tortulari üzerinden (metinler, gelenekler, belgeler, sanat yapitlari, kuramlar,
maddi kültür nesneleri, mallar, teknikler vb. gibi) dolayli olarak ortaya konan, örgütlenebilen
ve kendi kendilerini kararli duruma getirebilen yapilanmalara (kurumlar, toplumsal dizgeler
ve kiçilik yapilari) kadar.
Konuçma ve eyleme, sosyokültürel bir yaçama evrenine dahil olma ve onun bir bileçeni
olma durumunu geçici bir biçimde de olsa açiklamak istedigimizde baçvurdugumuz,
açiklanmamiç temel kavramlardir. Çimdi, tin bilimlerindeki ve sosyal bilimlerdeki
"anlama" sorunsalinin yöntembilgisel bir önem kazanmasinin nedeni, her çeyden
önce bilim adaminin simgesel olarak önceden yapilanmiç gerçeklige yalnizca
gözlem üzerinden ulaçamamasi ve anlami anlamanin yöntemsel açidan deney
sirasindaki gözlemin denetlendigi biçimde denetlenmesidir. Sosyal bilimci yaçama
evrenine, ilkesel olarak sosyal bilim bakimindan siradan bir insanin eriçtigi yoldan baçka bir
yolla eriçmez. Bileçenlerini betimlemek istedigi yaçama evrenine belirli bir biçimde zaten dahil
olmasi gerekir. Bu bileçenleri betimlemek için, onlari anlayabiliyor olmalidir; onlari anlamak
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y2.html
1 -~ 7 18.11.2008 20:38
için, ilkesel olarak onlarin üretiliçine katilabiliyor olmalidir; ve katilma da dahil olmayi
öngerektirir. Bu durum, ileride görecegimiz gibi, yorumcunun anlami anlamaya kuçku
götürmez bir betimleyici nitelik güvenceleyebilecek olan imlem ve geçerlilik sorunlari
arasindaki ayrimi yapmasini yasaklar. Bu konuda dört düçünüç ortaya koymak istiyorum.
(a)Anlama sorunsali ikici bir bilim görüçünün çekirdegini içinde taçir.
Tarihselcilik (Dilthey, Misch) ve Yeni Kantçilik (Windelband, Rickert) doga ve tin bilimleri için
açiklama-anlama karçitligi düzleminde bir ikicilik kurdu. Açiklama-anlama
tartiçmasinin bu "ilk raundu" bugün artik güncel degil.
2
Ama görüngübilimsel, dil çözümleyici
ve yorumbilgisel yaklaçim biçimlerinin sosyolojiye alinmasiyla birlikte, Husserl ve Schütz'le,
Wittgenstein ve Winch'le, Heidegger ve Gadamer'le baglantili olarak bir tartiçma baçladi; bu
tartiçmada sosyal bilimlerin, fizik gibi prototip doga bilimleri karçisinda iletiçimsel
deneyimin yöntembilgisel rolü açisindan özel bir konumu temellendirildi. Buna
karçilik empirist bilim kurami, daha Viyana Yeni Pozitivizmi'nde geliçtirilmiç bulunan tek bilim
kavramini savundu. Sonradan birkaç kiçi sürdürmeye çaliçmiç olsa da,
3
bu tartiçmaya
kapanmiç gözüyle bakilabilir. Öncelikle Abel'e dayanan eleçtiriciler,
4
anlamayi empati olarak,
kendini yabanci bir öznenin zihinsel durumlarinin yerine koymak gibi gizemli bir edim olarak,
yanliç anladilar; onlar, empirist varsayimlar yüzünden iletiçimsel eylemleri, anlamanin
özdeçleyim kurami anlaminda yeniden yorumlamak zorunda kalmiçlardi.
5
Tartiçmanin bir sonraki evresi, çözümleyici bilim kuraminin postempirist
6
dönüçümüyle
baçlatilmiçtir. Mary Hesse, doga bilimlerinin ve sosyal bilimlerin aliçilageldigi üzere karçi
karçiya konulmasinin temelinde, artik açilmiç bulunan bir doga bilimleri, genel olarak da
empirik-çözümleyici bilimler kavraminin yattigini savunuyor. Kuhn, Popper, Lakatos ve
Feyerabend'in modern fizigin tarihi üzerine baçlattigi tartiçma (1) kuramlarin sinandigi
verilerin, söz konusu kuram dilinden bagimsiz olarak betimlenemeyecegini; (2) kuramlarin
normal olarak yanliçlamaciligin ilkelerine göre degil, tersine kuramlararasi iliçkileri
netleçtirme çabasinda ortaya çiktigi gibi, birbirleriyle iliçkileri tikel yaçama biçimlerine
benzeyen paradigmalara bagimlilik içinde seçildigini gösterdi: "Verilerin kuramdan
ayrilamayacaginin ve onlarin anlatimlarinin kuramsal kategorilerin içinde oldugunun,
kuramsal bilimin dilinin indirgenemez biçimde metaforik ve biçimlendirilemez oldugunun,
bilimin mantiginin yorumlama-yeniden yorumlama ve verinin kuram cinsinden, kuramin da
veri cinsinden kendini düzeltmesi biçiminde dairesel oldugunun yeteri kadar gösterilmiç
oldugunu kabul ediyorum."
7
Mary Hesse, buradan (3) doga bilimlerinde kuram oluçturmanin,
anlamanin yorumbilgisel modeline göre çözümlenebilecek yorumlamalara sosyal bilimlerde
oldugundan daha az bagimli olmadigi sonucunu çikariyor. Tam da anlama sorunsali açisindan,
sosyal bilimlerin bir özel konumu temellendirilememiç gibi görünüyor.
8
Buna karçilik Giddens, sosyal bilimlerde özgül yani çifte bir yorumbilgisel ödevin bulundugunu
hakli olarak öne sürüyor: "Bilimde, paradigmalarin veya büyük ölçüde çeliçik kuramsal
çemalarin araciligi, baçka türden anlam çerçeveleri arasindaki iliçkilerde içerilene benzer bir
yorumbilgisel sorundur. Fakat sosyoloji, doga bilimlerinden farkli olarak, anlam çerçevelerinin
yaratiliçinin ve yeniden üretiminin, çözümlemeye çaliçtigi çeyin, yani insanin sosyal
davraniçinin en önemli koçulunu oluçturan önceden yorumlanmiç bir dünyayla ugraçir: Sosyal
bilimlerde çifte bir yorumbilgisinin bulunmasinin nedeni budur...."
9
Giddens "çifte" bir
yorumbilgisinden söz ediyor, çünkü sosyal bilimlerde anlama sorunlari yalnizca verilerin
betimlenmesinin kavram bagimliligi üzerinden ve kuram dillerinin paradigmaya
bagimliligi üzerinden devreye girmiyor; burada daha kuram oluçturmanin eçigine
varilmadan, yani verilerin kuramsal betimleniçi sirasinda degil, daha elde edilmeleri
açamasinda bir anlama sorunsali ortaya çikiyor. Çünkü kuramsal kavramlarin
içiginda ve ölçme içlemlerinin yardimiyla bilimsel verilere dönüçtürülebilecek olan
gündelik yaçam deneyimi, zaten simgesel bir yapidadir ve yalin gözlemle
eriçilemez.¹º
Verilerin paradigmaya bagli kuramsal betimleniçi, yorumlamanin, tüm bilimlere yapisal olarak
benzer ödevler yükleyen bir açamasini gerektiriyorsa, o zaman sosyal bilimler için gözlem dili
ve kuram dili iliçkisinde bir baçka sorunun ortaya çiktigi bir O-yorumlama açamasinin
kaçinilmazligi kanitlanabilir. Bunun tek nedeni, gözlem dilinin kuram diline bagimli oluçu
degilir; sosyal bilimsel "gözlemci" herhangi bir kurama bagliligi seçmeden önce, verilere ancak
onlar üzerinden eriçilebilecek anlaçma süreçlerinde bir taraf olarak, nesne alaninda söz
konusu olan dili kullanmak zorundadir. Özgül anlama sorunu, sosyal bilimcinin nesne alaninda
"önceden buldugu" bu dili nötr bir araç olarak "kullanamayacagi"ndan kaynaklanir. Sosyal
bilimci, bir yaçama evreninin ve üstelik kendi yaçama evreninin üyelerinin, kendisinin de
siradan bir kiçi olarak sezgisel bir biçimde bildigi ve çözümlemeye gerek duymadan her
anlaçma sürecine getirdigi kuram öncesi bilgisine baçvurmadan, bu dilin "içine giremez."
Gerçi bu yeni bir kavrayiç degildir, tersine tek bilim tasarimini eleçtirenlerin her zaman
savunmuç bulundugu savin ta kendisidir. Bu sava yalnizca yeni bir içik tutulmuçtur, çünkü
çözümleyici bilim kurami, yakin dönemdeki postempirist dönüçümüyle birlikte, anlama
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y2.html
2 -~ 7 18.11.2008 20:38
kuramlari tarafindan kendisine sunulmuç bulunan eleçtirel kavrayiçi kendi yöntemleriyle
yeniden keçfetmiçtir. Bu kavrayiç, Peirce'den Dewey'e dek uzanan pragmatikçi bilim mantigi
çizgisinde zaten vardi.¹¹
b) Nesne alanlarini yorumlama yoluyla anlamak zorunda olan bilimlerde, anlamanin
özel yorumbilgisel zorluklari nelerdir? Bu soruyu H. Skjervheim daha 1959 yilinda ele almiçtir.
"
¹²
Skjervheim, sosyal bilimsel nesnelcilik hakkindaki tartiçmayi yeniden baçlatanlardandir;
bu tartiçma R. F. Bernstein'in "The Restricting of Social and Political Theory" (1963) baçlikli
kapsamli incelemesi ile, geçici olarak sona ermiçti. P. Winch'in The Idea of a Social Science
(1958) kitabinin sansasyonel etkisi altinda anlama sorunsalinin yöntembilgisel açidan çarpici
sonuçlari, yani anlamanin sorunsal yönü üzerinde ilk çaliçanin H. Skjervheim olduguna
yeterince dikkat edilmemiçtir.
Skjervheim, anlami anlamanin bir deneyim kipi oldugu saviyla baçliyor. Anlama, kuramsal
temel kavram olarak alinirsa, simgesel imlemleri veriler olarak görmek gerekir: "Bizim için
önemli olan ... anlamlarin -öteki kiçilerin anlatimlarinin ve davraniçlarinin anlami, yazilan ve
konuçulan sözcüklerin anlamlari- verilen çeye ait olarak görülmesi gerektigidir. Baçka bir
deyiçle, bizim önerdigimiz, anlamla ve bizim diger zihinlere iliçkin bilgimizle ilgili bir algilama
kuramidir."
1
³ Simgesel anlatimlarin "algilaniçinin" çözümlemesi anlami anlamanin fiziksel
nesnelerin algilaniçindan nerede ayrildigina açiklik getiriyor: Anlami anlama, anlatimi
ortaya koyan özne ile öznelerarast bir iliçkiye girmeyi gerektiriyor. Imlemin
algilanmasi kurami denilen kuram iletiçimsel deneyim kavramini açikliyor ve burada,
çözümsel bilim kuraminda "unutulmuç olan izlege": iletiçimsel eylemde ego ile alter-ego
arasinda kurulan öznelerarasilik izlegine rastliyor: Skjervheim iki temel tutum arasindaki farki
vurguluyor. Üçüncü kiçi rolünde dünyadaki bir çeyi gözlemleyen ya da bunun
hakkinda bir önermede bulunan bir kimse nesneleçtirici bir tutum içindedir. Buna
karçilik bir iletiçime katilan ve birinci kiçi (Ego) rolünde bir ikinci kiçi (alter-ego olarak kendisi
de ikinci bir kiçiye karçi ego gibi davranan) ile öznelerarasi bir iliçkiye giren kimse,
nesnelleçtirici olmayan ya da bugün söyleyebilecegimiz gibi, edimsel bir tutum içindedir.
Herkes gözlemleri kendisi için yapar ve bir baçka gözlemcinin gözlem önermelerini de
(gerektiginde, ölçmelerin sonuçlarina göre) yine herkes kendisi için sinar.
Bu süreç ilkesel olarak geliçigüzel gözlemciler arasinda birbiriyle uyuçan degiçik önermelere
vardiriyorsa, bir gözlemin geçerliligi yeterince güvencelenmiç kabul edilebilir. Buna karçilik,
anlami anlama, tekbenci bir biçimde yapilamayan bir deneyimdir, çünkü iletiçimsel bir
deneyimdir. Simgesel bir anlatimi anlama, ilkesel olarak bir anlaçma sürecine katilmayi
gerektirir. Eylemlerde, kurumlarda, emek ürünlerinde, sözcüklerde, içbirligi
baglantilarinda ya da belgelerde cisimlenmiç imlemlere, yalnizca içeriden
eriçilebilir. Simgesel olarak önceden yapilanmiç bir gerçeklik, iletiçim yetisi olan bir
gözlemcinin bakiçlari karçisinda siki sikiya kapali, hatta anlaçilmaz kalmasi gereken bir evren
oluçturur. Yaçama evreninin kapilari yalnizca, dil ve eylem edincini kullanan bir
özneye açilir. Bu özne, yaçama evreninin üyelerinin iletiçimlerine en azindan sanal olarak
katilmakla ve böylece kendisi de en azindan potansiyel bir üye olmakla, bu yaçama evrenine
girebilir.
Sosyal bilimci burada bir insan olarak sezgisel biçimde sahip oldugu bir edinci ve bir bilgiyi
kullanmak zorundadir. Ama kendisi bu kuram öncesi bilgiyi tanilamadigi ve çözümlemeye
sokmadigi için, anlamak amaciyla yalnizca içine girdigi iletiçim sürecine, bir taraf olarak hangi
ölçüde müdahale edip böylelikle onu degiçtirdigini ve bunun ne gibi sonuçlari oldugunu
denetleyemez. Anlama süreci açiklanmamiç bir biçimde bir ortaya koyma süreciyle
baglantilidir. Böylelikle anlama sorunsali çu kisa soruyla anlatilabilir: Anlamanin nesnelligi,
bir anlaçma sürecine katilan kiçinin edimsel tutumuyla nasil bagdaçtirilabilir?
Skjervheim bu noktadan nesneleçtirici ve edimsel tutum arasindaki karçilikli degiçimin
yöntembilgisel imlemini çözümlüyor. Bu degiçimle, sosyal bilimlerin bir çift anlamliliginin
bagintisinin bulundugunu söylüyor, "ki, bu da insanin konumunun temel çift anlamliliginin,
digerinin orada, hem benim için bir nesne olarak hem de benimle birlikte baçka bir özne
olarak bulunmasininin bir sonucudur. Bu ikicilik, digeriyle olan iletiçimin en önemli
araçlarindan birinde, konuçulan sözcükte ortaya çikar. Ötekinin sözceledigi sözcüklere sadece
sesler olarak yaklaçabiliriz ya da anlamlarini anliyorsak, onlara, ne diyorsa onu dedigi
olgusunu kaydederek, olgular olarak yaklaçabiliriz; ya da söyledigi çeye bir bilgi iddiasi olarak
yaklaçabiliriz, bu durumda söyledigi çeyin üzerinde, onun yaçam öyküsüne ait bir olgu olarak
degil dogru ya da yanliç bir çey olarak dururuz, ilk iki durumda, öteki benim için bir
degiçik yollarla olsa da bir nesneyken, sonuncusunda o benimle eçit koçullar içinde
olan ve ortak dünyamizla ilgili endiçelerimi paylaçmasiyla beni ilgilendiren bir
öznedir.14
Skjervheim burada ilginç bir olguya, birinci bir kiçinin ikinci bir kiçi karçisindaki edimsel
tutumunun ayni zamanda geçerlilik iddialarina yönlenme anlamina geldigine dikkat çekiyor.
Bu tutum içinde ego, alter tarafindan öne sürülen bir dogruluk iddiasini, nesnel dünyada
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y2.html
3 -~ 7 18.11.2008 20:38
karçilaçilan bir çey olarak ele alamaz; ego bu iddiayla cepheden karçilaçir, bu iddiayi ciddiye
almasi, buna evet ya da hayir biçiminde tepki göstermesi (ya da bu iddianin hakli olup
olmadigi sorusunu, henüz yanitlanmamiç olarak bir kenara birakmasi) gerekir. Ego, alter'in
sözcesini, simgesel olarak cisimlenmiç bilgi olarak kavramak zorundadir. Bu durum, anlaçma
süreçlerinin karakteriyle açiklanir. Baçkalariyla anlaçmak isteyen kimse, taraflarin bir görüç
birligi oluçup oluçmadigina karar vermesini saglayan ortak standartlar varsaymalidir. Ama
iletiçim süreçlerine katilma, bir kimsenin bir baçkasinin geçerlilik iddialarina tavir almasi
gerektigi anlamina geliyorsa, sosyal bilimci iletiçimsel deneyimleri topladigi zaman diliminde
bile, karçisindaki kiçinin sözcesini salt bir olgu olarak kavrama opsiyonuna sahip degildir.
Burada, sosyal bilimcinin Skjervheim tarafindan ayrilan ikinci ve üçüncü durumlari, bir
sözcenin anlamsal içerigini anlamayi ve bu sözceyle bagli geçerli olma iddiasina tepki
vermeyi, birbirinden bagimsiz olarak ele alip alamayacagi sorusu ortaya çikmaktadir.
Skjervheim henüz doyurucu bir çözümleme sunmuyor, ama düçünüçü, daha bu noktada bizim
baglamimiz açisindan önemli sonuçlara içaret ediyor.
(c) Anlami anlama bir deneyim kipi olarak kavranacaksa ve iletiçimsel deneyim yalnizca
bir etkileçim tarafinin edimsel tutumu içinde olanakliysa, dile bagimli veriler toplayan
gözlemci sosyal bilimci, sosyal bilim açisindan siradan bir kiçiyle benzer bir statü içinde
olmalidir. Bu iki kiçinin yorumlama baçaranlarinin yapisal benzerligi nereye kadar uzanir? Bu
soruyu yanitlarken, konuçmanin ve eylemenin ayni çey olmadigini animsamak yararli
olacaktir. Dogrudan taraflar iletiçimsel gündelik yaçam pratiginde eylem niyetlerini izlerler:
Ortaklaça yorumlama sürecine katilma, taraflarin onun temelinde eylem planlarini koordine
edebildigi ve kendi niyetlerini gerçekleçtirebildigi bir görüç birliginin oluçturulmasina yarar.
Sosyal bilimsel yorumcu bu türden eylem niyetleri gütmez; anlaçma sürecine, yorumcunun
hedefe yönelik eyleminin dogrudan taraflarin hedefe yönelik eylemleriyle koordine edilmesini
gerektiren bir amaç için degil, anlamak için katilir. Sosyal bilimcinin içinde aktör olarak
devindigi eylem dizgesi bir baçka düzlemde yer alir; bu düzlem esas olarak bilim dizgesinin bir
tortusudur, ama yine de gözlemlenen eylem dizgesiyle örtüçmez. Sosyal bilimci gözlemledigi
eylem dizgesi içinde, adeta aktörlük özelliklerini bir kenara birakarak yer alir, bir konuçucu ve
dinleyici olarak sadece ve sadece anlaçma süreci üzerinde yogunlaçir.
Bu durum aktarilmiç belgeleri deçifre eden, metinleri çeviren, gelenekleri açimlayan vb. bir
tin bilimci modelinde açikliga kavuçturulabilir. Bu örnekte, özgün anlaçma sürecine katilanlar,
bir zaman uzakligindan dahil olan yorumcunun sanal katilimini fark edemezler bile. Bu örnek,
karçit bir modele, etkin varligiyla özgün sahneyi kaçinilmaz bir biçimde degiçtiren katilimci
gözlemci modeline de içik tutuyor. Bu durumda bile, yorumcunun verili bir baglama, dikkati az
ya da çok çekmeden eklemlenmeye çaliçtigi eylemler, öteki aktörlerin eylemlerinin
anlaçilmasinin anahtari olan anlaçma sürecine özamaci için katilma konusunda yalnizca
yardima içlevlere sahiptir. Açiklanmasi gereken 'yardimci içlevler' deyimini bir kenara
birakiyorum ve salt 'sanal' bir katilimdan söz ediyorum; çünkü yorumcu, aktörlük özelligi
açisindan bakildiginda, güncel baglamla degil, baçka bir eylem dizgesiyle iliçkili olan hedefi
güder. Bu bakimdan yorumcu, gözlem baglami içinde kendisine özgü eylem niyetleri gütmez.
Peki sosyal bilimci bir yorumcunun anlamasinin nesnelligi sorunu açisindan, sanal katilimcinin
rolü ne anlama gelir? Skjervheim'in saydigi alternatifleri inceleyelim. Yorumcu kendini kesin
anlamiyla gözlemle sinirlarsa, sözceleri anlamadan, onlarin fiziksel tözlerini algilar, iletiçimsel
deneyimlerde bulunabilmek için edimsel bir tutum almasi ve özgün anlaçma sürecine, her
zamanki gibi yalnizca sanal bir biçimde de olsa katilmasi gerekir. Bu sirada sosyal bilimci
kendini Skjervheim'in varsaydigi gibi, taraflarin sözceleriyle öne sürdükleri geçerlilik
iddialarina tepki vermeden, sözcelerin anlamsal içeriginin betimsel bir kavraniçiyla, sanki bu
bir olguymuç gibi sinirli tutabilir mi?
Yorumcu bir sözceyi, model olarak aldigimiz örnekte anlaçmaya yönlenmiç bir söz eylemini
anlamak için bu sözcenin geçerlilik koçullarini bilmek zorundadir; bu sözceye bagli geçerlilik
iddiasinin hangi koçullarda kabul edilebilir oldugunu, yani bir dinleyici tarafindan hangi
koçullarda normal bir biçimde kabul edilmesi gerektigini bilmek zorundadir. Bir söz edimini,
ancak onu neyin kabul edilebilir yaptigini biliyorsak anlariz. Yorumcu bu bilgiyle, o sirada
gözlemledigi iletiçim baglaminda ya da karçilaçtirilabilir benzer baçka baglamlarda iliçki
kurmayacak da nerede kuracaktir? Yorumcu iletiçimsel edimlerin imlemini, ancak bu edimler
anlaçmaya yönlenmiç eylem baglamina yerleçtirilmiç oldugu için anlayabilir - bu durum,
Wittgenstein'in imlemin kullanimi kuramindaki merkezi kavrayiçinin ve çikiç noktasini
oluçturur. 15 Yorumcu, katilanlarin eylem planlarinin görüç birligi oluçturma yoluyla ne zaman
koordine edildigini ve degiçik aktörlerin eylemleri arasindaki baglarin görüç birligi
yoklugundan ötürü ne zaman koptugunu görerek, simgesel anlatimlarin hangi koçullarda
geçerli olarak kabul edildigini ve onlara bagli geçerlilik iddiasinin ne zaman eleçtirilip
reddedildigini gözlemler. Demek ki yorumcu bir anlatimin anlamsal içerigini, taraflarin
tartiçmali önermeye evet ya da hayir diyerek ya da çekimser kalarak tepki verdikleri
eylem baglamlarindan bagimsiz olarak açikliga kavuçturamaz. Ve taraflari kendi
tavirlarini almaya yönelten örtük nedenleri ortaya koymadan da bu evet/hayir biçimindeki
tavir almalari anlayamaz. Çünkü anlaçma ve uyuçmazlik, bunlara salt diçsal koçullarin neden
olmadigi ve karçilikli geçerlilik iddialarina göre ölçüldükleri sürece taraflarin elinde gerçekten
bulunan ya da bulundugu varsayilan gerekçelere dayanir. Çogu zaman örtük olan bu
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y2.html
4 -~ 7 18.11.2008 20:38
gerekçeler, anlaçma süreçlerinin üzerinde döndügü eksenleri oluçtururlar. Ama bir yorumcu
bir anlatimi anlayabilmek için konuçucunun kendi anlatiminin geçerliligini gerektiginde ve
uygun koçullarda savunmasini saglayan nedenleri göz önünde bulundurmak zorundaysa,
kendisi de geçerlilik iddialarinin yargilanmasi sürecinin içine çekilecektir.
Gerekçeler üçüncü bir kiçinin tutumuyla, yani ya onaylayici, reddedici ya da çekimser bir
tepkide bulunmaksizin kesinlikle betimlenemeyen bir malzemeden yapilmiçtir. Yorumcu, bir
"gerekçeyi" kendi temellendirme iddiasiyla yeniden kuramazsa, yani Max Weber'in deyiçiyle
rasyonel bir biçimde yorumlayamazsa, onu anlayamaz. Gerekçelerin betimleniçi, betimlemeyi
yapan kiçi kendisini o anda onlarin saglamligini yargilayamayacak durumda görse bile, eo ipso
bir degerlendirme gerektirir. Gerekçeleri ancak, niçin saglam olup olmadiklari ve gerektiginde
nedenlerin iyi ya da kötü olduguna iliçkin bir karar vermenin niçin (henüz) olanakli olmadigi
anlaçildigi ölçüde anlamak olanaklidir. Bu yüzden bir yorumcu eleçtirilebilir geçerlilik iddialari
üzerinden bir gerekçeler potansiyeline bagli olan ve böylelikle bilgiyi temsil eden anlatimlari,
onlara karçi bir tavir almadan yorumlayamaz. Ve kendi yargilama standartlarini oluçturmadan
bir tavir alamaz; bu standartlar da her durumda onun benimsedigi standartlar olmalidir. Bu
standartlar öteki degiçik yargilama standartlari karçisinda eleçtireldir. Yorumcu bir alter'in öne
sürdügü geçerlilik iddiasina tavir aldiginda, düpedüz hazir bulmakla kalmayip dogru olduklarini
da benimsek zorunda kaldigi standartlari da uygulamiç olur. Bu bakimdan sadece sanal bir
katilim, yorumcuyu bir dogrudan tarafin yükümlülüklerinden kurtarmaz: Anlamanin nesnelligi
sorunu açisindan belirleyici olan noktada, hem sosyal bilimci gözlemcilerden hem de sosyal
bilimlerle ilgisi olmayan siradan insanlardan ayni türde yorumlama baçarimi beklenir.
Buraya kadarki düçünüçlerimiz anlami anlama yönteminin, bilginin aliçilageldik nesnellik
türünün tartiçma götürür kaldigini, çünkü yorumcunun kendi eylem niyetleri olmasa bile,
iletiçimsel eyleme katilmak ve nesne alaninda ortaya çikan geçerlilik iddialariyla karçi karçiya
kalmak zorunda oldugunu ortaya koymaya yönelikti. Yorumcu geçerlilik iddialarina yönlenmiç
eylemin rasyonel içyapisinin karçisina, rasyonel yaklaçimli bir yorumla çikmalidir. Yorumcu bu
yorumu ancak nesneleçtirici bir gözlemci statüsüne girme pahasina tarafsizlaçtirilabilir; ama
bu statüden içsel anlam bagintilarina eriçmek olanaksizdir. Yani iletiçimsel eylemlerin
anlaçilmasi ile rasyonel yorumlarin yaklaçimi arasinda temel bir baginti vardir. Bu baginti
temeldir, çünkü iletiçimsel eylemler öncelikle olgusal akiçlari içinde anlaçilip ancak bundan
sonra ideal tiplere iliçkin bir akiç modeliyle karçilaçtirilmak gibi iki açamali bir biçimde
yorumlanamaz. Sanal, kendisi eylem niyetleri gütmeyen, katilimci bir yorumcunun olgusal
olarak sürmekte olan bir anlaçma sürecinin anlamini ancak betimsel olarak kavrayabilmesi
için, karçisina çikan anlaçmayi ve görüç aykiriligini, geçerlilik iddialarini ve potansiyel
gerekçeleri, kendisinin ve dogrudan taraflarin ilksel olarak paylaçtigi ortak bir temel üzerinde
yargiladigini varsaymasi gerekir. Betimlemelerinin temeline iletiçimsel eylem modelini koyan
bir sosyal bilimsel yorumcu için bu varsayim her durumda zorunludur. Son olarak, bu modelin
geniç anlamda ontolojik varsayimlarindan bu sonucun çiktigini göstermek istiyorum.
d) Bir davraniçi teleolojik eylem olarak betimledigimizde, eyleyenin belirli
ontolojik varsayimlarda bulundugunu, içinde bir çeyi bilebilecegi ve ona hedefe
yönelik bir biçimde müdahale edebilecegi nesnel bir dünyayi göz önünde
bulundurdugunu varsayariz. Aktörü gözlemleyen bizler, ayni zamanda aktörün öznel
dünyasi açisindan ontolojik varsayimlarda da bulunuruz. Genel olarak dünya ile, eyleyenin
bakiç açisindan göründügü biçimiyle dünya arasinda bir ayrim yapariz. Aktörün (bizim
kanimizca) dogru olandan farkli olarak neyi dogru varsaydigini betimleyici bir biçimde
saptayabiliriz. Betimleyici ve rasyonel bir yorum arasinda yapilan seçim, aktörün kendi
kanilariyla bagladigi dogruluk iddiasina ve teleolojik eylemleriyle bagladigi dogruluga iliçkin
baçari iddiasini, nesnel yargilamaya açik iddialar olarak ya reddetmeye ya da ciddiye almaya
karar vermemizden oluçur. Bu iddialarin geçerlilik iddialari olduklarini reddedersek, görüçleri
ve niyetleri öznel bir çey olarak, yani bir aktör tarafindan kendi görüçü ya da niyeti olarak
sunuldugunda, onun öznel dünyasina atfedilmesi gereken bir çey olarak ele aliriz. Bu
durumda, dogruluk ve baçari iddialarini, görüçleri ve niyetleri anlatimsal sözceler olarak ele
almakla nötralize ederiz; ve bu sözceler nesnel olarak ancak içtenlik ve sahicilik bakiç
açilarindan yargilanabilir. Bu bakiç açilari ise, ilksel olarak sadece, deyim yerindeyse
izleyicisiz bir aktörün teleolojik eylemine uygulanamaz. Buna karçilik, aktörün eylemlerini tam
da onun rasyonel olarak kastettigi bir biçimde ciddiye alirsak, onun (varsayilan) baçari
beklentilerini, bizim bilgimize ve bizim olgusal eylem akiçini ideal tipe iliçkin bir biçimde
tasarlanmiç amaçsal-rasyonel eylem akiçi ile karçilaçtirmamiza dayanan bir eleçtiriden
geçiririz. Eyleyen kiçi elbette bu eleçtiriyi ancak, onun teleolojik eylem modelinin izin
verdiginden farkli yetilerle donattigimizda yanitlayabilir. Karçilikli bir eleçtiri ancak eyleyenin
de kiçilerarasi iliçkilere girebilmesi, iletiçimsel eylemde bulunabilmesi ve hatta özel ve
tartiçim adini verdigimiz, varsayimlar açisindan zengin bir iletiçime katilabilmesi durumunda
olanaklidir.
Benzer bir düçünme deneyini, bir davraniçi normlara göre düzenlenen eylem olarak
betimledigimiz durum için de yapabiliriz. Bu sirada, aktörün ikinci bir dünyayi, içinde normlara
uygun davraniçi, normlara uymayan davraniçtan ayirabilecegi sosyal dünyayi hesaba kattigini
varsayariz. Ve bu defa da gözlemci olarak bizler ayni zamanda, böylelikle aktöre görünen
sosyal dünya ile öteki katilimcilara ve bize görünen sosyal dünyayi birbirinden ayirabilmek için
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y2.html
5 -~ 7 18.11.2008 20:38
aktörün öznel dünyasi açisindan ontolojik varsayimlarda bulunuruz. Rasyonel bir yorum ile
betimleyici bir yorum arasindaki seçim burada da, aktörün eylemlerine bagladigi normatif
geçerlilik iddiasinin gerekli degiçiklikler yapildiktan sonra ciddiye mi alinacagi, yoksa salt öznel
bir çey olarak yeniden mi yorumlanacagina iliçkin karardan oluçur. Burada da betimleyici
yorum, aktörün meçru kabul edilen bir norma uymakla, rasyonel olarak neyi kastettiginin
yeniden yorumlanmasina dayanir. Burada da, rasyonel bir yorum durumunda bizimle,
normatif eylem modelinin sinirlari içinde bir tartiçim tarafi olarak normlarin geçerliligi
hakkinda varsayimsal bir tutumla tartiçma yetenegiyle donatilmamiç bulunan bir aktör
arasinda bir asimetri kalacaktir.
Bir davraniçi dramaturjik eylem olarak betimledigimiz ve aktörü buna karçilik düçen
dünya kavramlariyla donattigimiz zaman da bu asimetri varligini korur. Biz gözlemciler
rasyonel bir yorum yaptigimizda, aktörün temyiz edemeyecegi bir yargilama edincinden
yararlaniriz. Yani aktörün bir içtenlik iddiasiyla ortaya koydugu anlatimsal bir sözceyi,
gerektiginde göstergeler dogrultusunda bir özyanilsama olarak eleçtirebilecegimize inaniriz ve
aktör, dramaturjik eylem modelinin sinirlarinda bizim rasyonel yorumumuza karçi kendini
koruyacak konumda degildir.
Teleolojik, normlara göre düzenlenen ve dramaturjik eylem modellerinin temel kavramlari,
eylemin yorumlanmasi düzlemiyle yorumlanan eylemin düzlemi arasinda yöntembilgisel
açidan önemli bir uçurumu güvenceliyor. Oysa bir eylemi ileçitimsel eylemin kavramlariyla
betimledigimizde, kendi ontolojik varsayimlarimiz da, aktöre atfettigimiz varsayimlardan
daha karmaçik degildir. Dil yoluyla koordine edilen eylemlerin kavramsal düzlemiyle,
gözlemci olarak bizim bir eylem hakkindaki yorumumuzun kavramsal düzlemi arasindaki
ayrim, artik koruyucu bir filtre içlevi görmemektedir. Çünkü iletiçimsel eylem modelinin
varsayimlarina göre, eyleyen kiçi de gözlemci kadar zengin bir yorumlama edincine sahiptir.
Aktör çimdi üç dünya kavramiyla donatilmiç olmakla kalmaz, bunlari düçünsemeli bir biçimde
de kullanabilir. Iletiçimsel eylemin baçariya ulaçmasi, görmüç bulundugumuz gibi taraflarin
içinde üç dünya baglanti dizgesinde ortak bir durum tanimina ulaçtigi bir yorumlama sürecine
baglidir. Her görüç birligi eleçtirilebilir geçerlilik iddialarinin öznelerarasi bir kabul ediliçine
dayanir; bu sirada iletiçimsel eylemde bulunanlarin karçilikli eleçtiri yetenegine sahip olduklari
varsayilmaktadir.
Ancak, aktörleri bu yetenekle donattigimizda bir gözlemci olarak, nesne alani karçisindaki
kendi ayricalikli konumumuzu yitiririz. Artik gözlemlenen bir etkileçim dizisini ya betimleyici
ya da rasyonel bir yorumla yorumlama seçenegimiz yoktur. Aktörlere, onlarin sözcelerinin
yorumculari olarak kendi kullandigimiz yargilama edincinin aynisini atfettigimiz anda, o ana
dek yöntembilgisel olarak güvencelenmiç bir bagiçikliktan vazgeçeriz. Betimlemek istedigimiz
anlaçma sürecine (kiçisel eylem niyetlerimiz olmasa da) edimsel bir tutum içinde katilmak
zorunda kaliriz. Böylelikle kendi yorumumuzu da, iletiçimsel eylemde bulunanlarin kendi
eylemlerini karçilikli açik tutmak zorunda olduklari eleçtirinin ilkesel olarak aynisina açik
tutariz. Ama bu durum, betimleyici ve rasyonel yorum arasinda bir ayrim yapmanin bu
açamada anlamsiz olacagi anlamina gelir. Ya da daha iyisi: Rasyonel yaklaçimli yorum,
burada iletiçimsel eylemin olgusal akiçina eriçmek için biricik yoldur. Bu yorum duruma göre
oluçturulmuç bir ideal tip, yani sonradan oluçturulmuç bir rasyonel model statüsüne sahip
olamaz, çünkü karçilaçtirilacagi olgusal eylem akiçinin ondan bagimsiz bir betimleniçi olamaz.
Geriye baktigimizda, buradan birinci açamadaki eylem tiplerinin rasyonel yorumu aydinliga
kavuçuyor. Olgusal eylem akiçinin, eylemin her defasinda tek bir rasyonel görünümü
(önermesel dogruluk, etkililik ya da araçsal baçari, normatif uygunluk, sahicilik ya da içtenlik
görünümü) altinda stilize eden bir modelle karçilaçtirilmasi, eylemin rasyonel yorumdan
bagimsiz bir betimleniçini gerektirir. Önceden yapilan bu yorumbilgisel baçarim, birinci
açamadaki eylem modellerinde konu edilemez, tersine naif bir biçimde varsayilir. Olgusal bir
eylem akiçinin betimleniçi, çimdiden ortak olarak iletiçimsel eylemin kavramsal çerçevesinden
yararlanan ve gündelik yaçam yorumlan gibi rasyonel yaklaçimli bir yorumun özelliklerini
taçiyan karmaçik bir yorumu gerektirir. Betimleyici ve rasyonel yorumlardan birini seçme
olanagi ancak iletiçimsel olmayan eylem modellerinden birinin, gözlemleyiciyi soyutlama
yapmak, yani geçerlilik iddialari üzerinden gerçekleçen etkileçim karmaçasindan her
defasinda yalnizca bir görünümü öne çikarmak zorunda birakmasiyla ortaya çikar.
¹ A. Giddens, New Ruhs of Soüohgca] Method, Londra 1976, s. 151; ayniyazann, "Habermas'
Critique of Hermeneutics," A. Giddens, Studies in the Social and Political Theory, Londra 1977,
s. 135 vd. [Metinde lngilizcedir, -çn).
² K. O. Apel, Die Erkîâmi/Verstehen-Kontroverse, Frankfurt am Main 1979.
³ H. Albert "Hermeneutik und Realwissenschaft," ayni yazann: Piâdoyer fiir kritischen Rationa-
tismus, Münih 1971, 106 vd.
4
Th. Abel, "The Operation called Verstehen," AjS 53, 1948, s. 211 vd.
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y2.html
6 -~ 7 18.11.2008 20:38
5
Habermas (1970), s. 142 vd.; Apel (1973 a), s. 59 vd. Bu taniçmaya yararli bir toplu bakiç
için bkz. F: R. Dallmayr, Th. A. Mc Carthy (Haz.), Understanding and Social Inquiry, Notre Da!
me 1977.
6
Kuhn (1971); Lakatos, Musgrave (1970); Diederich (1974).
7
M. Hesse, "In Defence of Objectivity;" Proc. Aristol. Soc, 1972, Londra 1973, s. 9 [Metinde
Ingilizcedir, -en],
8
Kuhn un doga bilimleri için onaya koydugu ve sosyal bilimlere ancak çekinceyle uygulana!
bilecek olan paradigma kavraminin sorunsalini burada ele almiyontm; bkz. D. L. Eckberg, L.
Hill, "The Paradigm Concept and Sociology: A Critical Review" ASR, 44, 1979, s. 925 vd,;
aynca bkz. açagida, s. 201 vd.
9
Giddens (1976), s. 158 [Metinde lngilizcedir, -cn].
10
A. V. Cicourel, Methode imd Messung in der Soziologie, Frankfurt am Main 1975; K.
Krepp-ner, Zur Problematik der Messung in den Sozialwissenschaften, Stuttgart 1975.
11
R. F. Bernstein, Praxis mid Action, Philadelphia 1971, s. 165 vd.; K. O. Apel, Der Denkweg
von Charles S. Peirce, Frankfurt am Main 1975.
12
H. Skjervheim, Objectivism and the Study of Man, Oslo 1959, yeni basimi Inquiry (1974),
s. 213 vd., s. 265 vd.
13
Skjervheim (1974), 272 [Metinde lngilizcedir, -çn].
14
Skjverheim (1974), 265 [Metinde lngilizcedir, -çn]. Skverheim belirtik bir biçimde
Hus-serl'in açkinsal öznelerarasihk kuramiyla baglanti kuruyor; gerçekte ise onun
çözümlemesi M. Buber'e ve F. Rosenzweig'a kadar geri uzanan diyalogsal felsefenin temel
düçüncelerine daha yakin düçüyor.
15
P. Alston, Philosophy of Language, Englewood Cliffs 1964; Savigny (1974), s. 72 vd.
Iletiçimsel Eylem Kurami, Jürgen Habermas, Çeviri: Mustafa Tüzel, Kabalci Yayinevi, 1996


Felsefe Ekibi SOLIS'in saglamiç oldugu hosting hizmeti ile sizlere ulaçmaktadir.
© 2001-2008 Felsefe Ekibi Tüm haklarini sakli tutar...
Yayimlanan yazilar kaynak gösterilerek alinti yapilabilir. Yazilarin her türlü
sorumlulugu yazarlara aittir.

:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y2.html
7 -~ 7 18.11.2008 20:38

Sayi :11 Yil: 2008
Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim

Yaçamin Anlami, Yaçamin Anlaminin Ne Oldugunu Bulma Sürecinden Íbarettir.
Nilsun URALLI
HERMES
Zeus ile Titanlar soyundan gelen Maianin oglu. Diger adi Argiphontes.
Dogdugu günün akçami, kundagini çözüp beçiginden çikar. Magaranin önündeki kaplumbagayi
öldürüp içini boçaltarak, yedi tel takar ve bir kithara haline getirir.
Sonra, Apollonun sürüsünden elli inek çalar ve onlari bir magaraya saklar. Gerçegi ögrenen
Apollon, Hermesin magarasina gelir. Ancak, beçiginde uyuyan Hermes, inekleri çaldigini
kabul etmez.
Bunun üzerine Zeusun yargiçligina baçvurulur. Zeusun karari, Hermesin inekleri
Apollona geri vermesidir. Ancak magarada kithara yi gören Apollon, sazi alip
karçiliginda inekleri vermeyi kabul eder.
Hermes, bundan sonra pan kavalini icat eder. Apollon, Syrinks denilen bu kavali da
ister ve karçiliginda Kerykaion denilen sihirli altin degnegini verir.
Hermes bu degnekle, habercilerin ve hirsizlarin tanrisi olur.
Zeus, çocuklarinin arasinda en akillisi ve kurnazi olan Hermesi, kendisine haberci olarak
seçmiçtir. Hermes, Zeusun buyruklarini ölümlülere ve tanrilara iletir. Hermes, Olymposlu
diger tanrilar arasinda da haberleçmeyi saglar.
HERMENEUTÍK
Hermeneuien Sanati
Yani; bildirme, haber verme, açiklama ya da açilimlama sanati
Tanrilarin habercisi Hermes, tanrilarin mesajlarini insanlara iletir. Ama bu iletim, hiçbir zaman
düz bir aktarimdan ibaret degildir. Hermes, tanrilarin mesajlarini insanlara, her zaman onlarin
anlayabilecegi bir dille çevirir. Dünyaya ait bir anlam çerçevesinde ve o an yaçanilanlar
baglaminda bir anlatimla
Belki de bundan dolayidir ki anlamak, tanrisal bir nitelik taçimaktadir yaçamimizda, her çeyin
özünde yer almasi adina Degil midir ki bunca koçuçturmaca ya da bunca telaç, hep bulmaya
ya da aramaya yöneliktir; o halde zaten, kendine özgü anlamlari arama çabasidir tüm bu
süreçlerin toplami
Bir parça daha içerisinde yer alabilmek adina yaçamin, bu tanrisalliktan olabildigince pay
almaya yönelik olsa gerek, tüm anlama ve anlamlandirma çabalari. Ve bu anlamlar
bütünselligi içerisinde, anlamaya çaliçmak ya da baçkalarinin anladiklarindan yola çikarak
anlamak çabasinda olmak, varoluçumuzu da daha anlamli kilma arayiçi olsa gerek, tüm
bu telaçlarin özü ya da temeli.
Buldu mu acaba insanoglu/kizi yüzyillardan sonra genel anlami? Bulamamiç olmali ki, hala
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y15.html
1 -~ 5 18.11.2008 20:30
koçuçturmaca devam etmekte; bikmadan ve usanmadan ve yorulmadan ve durmadan ve
Ve biliriz ki, kendisi diçinda aramaya çaliçtikça bu anlami ya da anlamlari ya da anlaçilmazlari
anlaçilir kilacaklari, bitmeyecektir bu koçuçturmacasi ya da telaçi insanin ya da
insanoglunun/kizinin. Degil mi ki, hepimiz farkli donatilarla variz ya da bir baçka bakiç
açisiyla, hepimiz farkli ruhlar olarak yaratilmiçiz; o halde, herkes için ayni olan anlamlarin
peçinden koçmak mutsuz edecektir bizi, tipki bugün birçogumuzun, kendisine bile itiraf
etmemesine ragmen mutsuz olmasi gibi.
Itiraf edilmeyen ve bilakis saklanan ve bir o kadar da yadsinan mutsuzluklarin önü alinamaz,
engellenemez ve mutluluga çevrilemez bu mutsuzluklar Bu anlamda, mutluluk bile
anlami kavranamamiçsa ve dolayisiyla haddini açmasina izin verilmiçse, azap vermeye ve
insani ezmeye baçlar.
Sözler, anlatmak içindir, der Herodotosun Aynasi adli kitabinda François Harlog ve çöyle
devam eder:
Euripides, Odysseusu Kykloplarin ülkesinde karaya çikardiginda, Odysseus Silenosa,
göçebe halk için çunu sorar:
Reisleri kim? Yönetimleri demokratik midir? 1.
Silenos çu yaniti verir:
Bunlar göçebedirler. Kim olursa olsun, kimseyi dinlemez ve kimseye boyun egmezler. 1.
Bu sözler, Homerosun sözlerinin tekraridir. Ama ayni zamanda, göçebe halkin, düçünülecek
bir yapisi olmadigini da dile getirmeye yöneliktir.
Sonuçta, herhangi bir olayin ya da durumun ya da sürecin, bizim için anlamli olmadigini
anlayabilmemiz ya da dile getirebilmemiz adina bile, öncelikle onu anlamiç olmamiz gerekir.
Yani anlamak, her daim öyle olduguna kanaat getirmek demek degildir. Öyle olmadigina
kanaat getirebilmek bile, öncelikle anlamayi ve taraf olabilecek denli içerisinde yer almayi ve
eger uygun görülmüyorsa, sonra tarafsiz kalmayi gerektirir.
Antikçag Hermeneutiginin temelinde, alegorik yorumlama problemi yer almaktadir.
Üst anlam, alegorik yorumlamanin temelini oluçturur. Alegorik yorumlamada amaç,
anlatilanlarda aktarilan anlamin ötesinde ya da üstünde yer alan anlami anlamaya
çaliçmaktir. Bunun içindir ki, Gadamerin de belirttigi gibi, tipki Antikçagda oldugu gibi
günümüzde de, Kabul edilemez anlamlarin ötesinde var olan ve asil anlaçilmasi gereken
farkli anlamlari kavramak esas olmalidir.
Içte bu nedenledir ki, yaçamin herkes için genel bir anlamindan ya da amacindan söz etmek
mümkün degildir. Mademki hepimizin sahip oldugu donatilar farkli, o halde her birimizin
yaçamdan alabilecekleri ve yaçama verebilecekleri de farkli olmali. Bunca insanin, mutsuz
yaçamlar sürdürdügüne iliçkin inançlarinin da, donatilarina uygun olarak degil de, bir digeri
gibi ya da herkes gibi yaçamaya çaliçmasindan kaynaklanmakta
Ortaçag Hristiyan Avrupasinda da Hermeneutik, özellikle Augustinusla birlikte, Kutsal
metinlerin dogru anlaçilmasini saglama sanati olarak karçimiza çikmaktadir. Yorumlar
Çatiçmasini açmak adina, bu dönemde Hermeneutik, oldukça ciddi ugraçlarda bulunulan bir
alan haline gelmiçtir.
Ilk kez Schleiermacher, Hermeneutigi dogmatik yönünden arindirmaya çaliçarak, yaçamin ve
yaçamanin bireysel bir algilayiç baglaminda anlaçilmasi gerektigi üzerinde durmuçtur. Bu
anlamda Schleiermacherda süreç; tüm var olanlarin kendi bütünselligimizle özdeç hale
getirilmesi, özümsenmesi ve zihnimizde yeni baçtan kurulmasi ya da anlamlandirilmasi olarak
karçimiza çikar. Tipki bütün kavramlarda oldugu gibi; tipki yaçam, tipki ölüm, tipki açk, tipki
sevgi, tipki aglamak, tipki gülmek, tipki ben, tipki siz ve tipki mutluluk kavraminda oldugu
gibi
Mutlu olabilmenin özü de, bu anlama çabasinin öznesi olabilmekte yatar. Baçka
benlerin buldugu anlamlar, ne derece kendi benime ulaçmami saglayabilir ki? Bu
anlamda tüm anlam, kendi donatilarimizin ya da malzemelerimizin farkina varabilmek ve
yaçamimizi buna göre inça edebilmektedir.
Yaçamdaki daha basit süreçlerde bile bu böyle degil midir? Eger elimizdeki malzemeyi açan
içlere soyunursak, elimizdekilerden de yeterince faydalanamama gibi bir neticeyle karçilaçiriz.
En basit tanimlamayla; misal elimizde bir katli ev yapacak malzememiz varsa ve biz buna
ragmen iki katli ev yapmaya kalkarsak, yarim yamalak bir çey çikar ortaya ya da tam tersi,
elimizde iki katli ev yapacak malzeme varsa ve biz, bilakis tek katli bir ev yapip onunla
yetinmeyi daha anlamli görürsek, fazladan bir kat daha inça edebilecegimiz malzememize
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y15.html
2 -~ 5 18.11.2008 20:30
yazik olur.
Neticesi, insanin kapasitelerinin ya da sahip olduklarinin farkina varabilmesi, bunlari
anlayabilmesi ve anlamlandirabilmesi ile baçlamali her çey; içte yaçamin anlaminin ne
oldugunun, bu bulma sürecinden ibaret oldugu ile anlatmaya çaliçtigim da tam da bu
Dilthey, retorik ve hermeneutik bir noktada kesiçir der ve François Harlog da, ayni
kitabinin Bir Baçkalik Retorigi baçlikli bölümünde çöyle devam eder: Baçka oldugunu
bilmek, onun farkli oldugunu ifade edebilmektir. Mesela, a ve b gibi iki terimin
oldugunu ve anin b olmadigini belirtebilmektir. Bu ayrimin farkina varmak, anlam
ifade eden farklara ulaçmamizi saglar.
Ki farkliliklar da, söylendigi ya da yazildigi andan itibaren anlamli hale gelmeye baçlarlar.
Mesela, a kümesinden bir anlatici, a kümesinden olan insanlara, b kümesini
anlatacak olsa; anlatimin yapildigi dünya ile anlatilan dünya farkli olacaktir. Anlatici, bu
durumda sorun yaçayacaktir. Bir anlamda, anlam yükleme sorunudur bu.
Ki özde aslinda bu, anlaticinin kendinden kaynaklanan bir sorun olmasi ötesinde, anlatilacak
olandan kaynaklanan bir sorun olarak karçimiza çikacaktir. Baçka olani anlayabilmek için,
öyküsü anlatilan dünya ile öykünün anlatildigi dünyanin birleçtirilebilmesi ya da birinden
ötekine geçilebilmesi gerekir.
Diltheye göre, Insanlari anlamak isteriz. Insan harici diger varliklari açiklama gayreti
içerisindeyken, sadece insani anlamak adina çaba sarf ederiz. Anlamak da; duyulara gelen
veriler yardimiyla, içsel gerçekligin bilinmesi ya da bilinmeye çaliçilmasi yöntemidir. Bu
anlamda da Diltheyde; insanin kendisini anlamasi, dogrudan degil, dolayli olarak
gerçekleçir.
Felsefe Egitimi Ve Bilincin Düzenlenmesi baçlikli yazisinda, çöyle der Afçar Timuçin de:
Bilinç, bir boçluktan dolgunluga dogru geliçir. Bir khaosa, sonra da o khaostan
kozmosa dogru ilerler. Onun yetiçkinligini kazanmasi, bir ben dünya iliçkisi
içerisinde gerçekleçir. Ilkellikten geliçmiçlige ya da karmaçikliktan basitlige geçiçtir bu.
Kozmos saglayacak düzen, düçünselligin öz yapisinda içkindir. () Kavramlarda, her
çeyden önce, somut dünyada yapmiç oldugumuz deneylerin sonuçlarindan elde edilirler. Ki
kavramlar kadar, kavramlar arasi baglantilarda önemlidir.
Sonuçta; Anlam, Anlama ve Anlamak, bu dizgenin neticesi olarak karçimiza çiktigina göre,
belirtildigi gibi bir ben dünya iliçkisi göz ardi edilemez. Mesela Fichtede,
öz-düçünsemenin düçünülüçünü; düçünce dizgelerinin, düçünülen sahalara bölünmesine ve
bu dizgelerin kuruluçunu da, benin varlik noktasina kadar götürür. Ben ve digeri
arasindaki iliçkinin, kendini bilmenin öznelligi çerçevesindeki diyalektik süreci izler.
Buna karçin Hegel, ben ve öteki diyalektigini, tinin öznelerarasindaligi (intersubjektivizm)
çerçevesinde ele alir. Burada ben, kendisiyle ve kendisinin ötekisi olarak degil, bir baçka
benle ve öteki olarak iletiçim kurar.
Sartre da, Egonun Açkinliginda, Ego, bilincin sahibi degildir, onun nesnesidir., der.
Hiç kuçku yok ki, bizler durumlarimizi ve eylemlerimizi, Egonun üretimleri olarak,
kendiliginden ve bir çekilde oluçturmaktayiz. Ama durumlarimiz ve eylemlerimiz de birer
nesnedir. Biz ancak, anlamlar ve psikolojik varsayimlar düzleminde benzer bir üretimi
tasarlayabiliriz.
Özde, anlama kapasitemiz ya da anlama kapasitemizin artirilmasi gerekliligi yer almakta
Acaba ne denli çaba sarf etmekteyiz, aslinda biz de potansiyel olarak var oldugunu
düçündügümüz bu kapasitenin artirilmasi adina Neticede vardigimiz nokta büyük bir
olasilikla çu olmakta: Gerek yok, ben zaten anliyorum! Ama ne kadar anlamaktayiz? Var
oldugumuz andan beri, geliçtirmek adina ne denli çaba içerisinde olduk acaba bu yapiyi?
Heideggerde, Diltheydeki yaçam ya da yaçama temelinin yerine, varoluçu koyar
ve Ona göre de insan, var olani degil, ancak kendi olanaklarinin izin verdigini ya da
anlayabildigi kadarini anlar. Bu da Onun, Husserl Fenomenolojisinden etkilenimlerinin
bir sonucu olarak karçimiza çikar.
Ve bizler, bu çaba yoksunlugu içerisinde ve insan dogasinin yetersizligi yüzünden de, hiçbir
çeyi, duru ve yalin halde tutamamaktayiz ne yazik ki. Oysa onca özel olan naif olandir,
dogal ve yalin olandir. Ama eksik hisseder insan kendisini hep ya da hep bu eksiklik
duygusuyla baç edebilme çabasi içerisinde olmasi gerektigi ögretilmiçtir ona.
In vitium ducit culpea fuga.
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y15.html
3 -~ 5 18.11.2008 20:30
Kusur korkusuyla suç içliyoruz. sözüyle dile getirir bunu Horatius.
Gadamerde, Heidegger baglaminda geliçtirdigi felsefesinde ve Hermeneutik anlayiçinda;
anlamayi, varoluçumuzun temel ya da önsel koçulu olarak degerlendirir ve Insani
yaçam deneyimimizin esasini, dilsellik temelinde ele alir. Bu noktada da Hermeneutigin,
insani anlama fenomeninin, kendini de kavramayi içerdigini görmekteyiz.
Aslinda tüm problem, eksik ögrenmelerimizden kaynaklanir. Kendimizdeki bu eksiklik
duygusuyla baç edebilme yollarindan biri olarak da, her çeyin özünü ya da dogasini bozmayi
benimsemiç durumdayiz, her çeyi özünden uzaklaçtirmayi ya da bu özden uzaklaçmayi. Bu
anlamda, sinirini bilmeyen insan, mutlulugu bile aci noktasinda yaçar. Degil mi ki bunca insan,
sahip olduklarinin yaninda, sahip olamadiklari dolayisiyla mutsuzdur?
20. yüzyil itibariyle Hermeneutik, Gadamer ve Paul Ricoeur tarafindan geliçtirilmiç ve
özellikle bilim felsefesine iliçkin çaliçmalarda ve toplumbilim araçtirmalarinin felsefi
temellendirmelerinde, anlama ve yorumlama temelinin vurgulanmasinda ön plana
çikmaya baçlamiçtir.
Anlamak ve yorumlamak. Farkli bir baglamda; tasvir etmek, görmek ve göstermek
Gördügün ya da görebildigin her çeyi, ama sadece görebildiklerinle sinirli olani anlatmak.
Ama sadece gördüklerini söyleyebiliyorsan diyor Harlog, görebildiklerin de sadece söylenmiç
olanlardan ibaret kalacaktir. Yani sadece, okuyucu ya da dinleyici ya da nakledenin
anladiklarinin ötesini anlayamayan olarak kalmak söz konusu olacaktir. Bu anlamda retorik
de, alicida kesin olarak anlayacaksin etkisi yaratma sanati olarak tanimlanabilir;
tercümenin ya da anlatimin, anlatilan çeyin, anlaçilmasi gerektigi gibi anlatildigina
inandirmak ve anlami kavrayabildigine iliçkin anlamlara sahip kilabilmek
Kendimizi Anlatmakla ilgili olarak, çunlari söyler Montaigne de: Benim meslegim,
sanatim yaçamaktir. Bana hayatimi, duydugum, gördügüm ve yaçadigim gibi anlatmami
yasak edenler; mimara da desinler ki, binalarini kendi bilginle degil, baçkalarinin bilgisiyle
inça edeceksin.
Ve aslinda, Pliniusun da belirttigi gibi; Herkes kendisi için bir derstir. Elverir ki, insan
kendisini yakindan görmeyi bilsin. Benim yaptigim, bildiklerimi söylemek degil, kendimi
ögrenmektir. Baçkasina degil, kendime anlatmaya çaliçiyorum ve baçkasini degil, kendimi
anlamaya çaliçiyorum.
Peki, bu anlama ya da anlami kavrayabilme sürecinde, görmek ve duymak
arasinda ayrimi nasil ortaya koyabiliriz? Ya da duydum demenin anlami nedir? Duymak,
duydugum çeyi, gördügüm çey gibi sunmamak olarak anlaçilabilir. Herodotos da bu farki;
Ben hem kendi gözlerimle görmüç gibi, hem de kendi kulaklarimla duymuç gibi biliyorum.
derken, bu ayrimi dile getirir.
Yani, sözün ya da söylenilenlerin bilgi degeri taçimasindan kuçku duyulmayan bir dünya
özlemi Sözlü söylemin, yazili söylem karçisinda deger kaybetmedigi ve büyük ölçüde sözlü
anlatimlarla anlatilmaya gayret edilen anlamlarin dünyasi.
Nedendir peki bunca anlamsizligi anlatabilmekten büsbütün uzak olmamiza ragmen, temel
anlammiç gibi algilama egiliminde olmamizin temeli?
Bunu Andre Gorzun, çu sözleriyle özetleyebiliriz: Yaçantilamakta olduklarimiz, modernligin
yarattigi bir krizden ibaret degildir. Biz sadece, modernligin önvarsayimlarinin
modernleçtirilmesine yönelik duydugumuz ihtiyaçlarin karçiligini yaçantilamaktayiz. Yani söz
konusu olan mevcut kriz, Aklin Krizi degil, çimdiye kadar sürdürüldügü haliyle,
rasyonelleçmenin irrasyonel hale getirilmesinin ve bilakis rasyonel olarak anlaçilmasinin
sonuçlarini yaçiyoruz.
Rasyonel Ve Írrasyonel Olanin Ayrimi Ve Anlami
Hile ve hirsizlarin tanrisidir Hermes. Tipki, anlamini bulamadigimiz ve hatta aramadigimiz her
çeyin, bize oynayacagi oyunlar gibi, en iyi oyunlari sergileyebilir.
Güzel ve inandirici konuçur Hermes. Bu özelligiyle hatiplerin de tanrisidir. Tipki, anlamini
kavrayabildigimiz ya da kavramak adina çaba sarf ettigimiz her çey gibi, bizi daha fazla
inandirmayi amaçlar.
Hermes, yer alti ve yer üstü arasinda habercilik yapar. Ölenlerin ruhunu yer alti ülkesine,
Hadese götürür. Tipki, anlatilanlarin ötesini anlamak adina gayret gösterdigimizde,
maddeselligi açan bir algilayiç içerisinde yer almaya baçlamamiz gibi.
Zeusun gönderdigi uykuyu ve rüyalari, insanlara iletmek de Onun görevidir. Bunu
Apollon'un kendisine verdigi sihirli degnekle yapar. Tipki, Yaçamin anlaminin, kendi
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y15.html
4 -~ 5 18.11.2008 20:30
yükleyebildigimiz anlamlardan ibaret oldugunu hissettigimizde yaçadigimiz sihir ya da o
büyülü dünyanin kapilarinin açilmasi gibi.
Hermesin pek çok önemli efsanede rolü vardir: Homerosun destanlarinda, Zeusun
habercisidir. Üç güzeller efsanesinde; Hera, Athena ve Aphroditeyi, Ida Dagina O götürür.
Parise altin elmayi O verir. Odysseusu Kalypsonun elinden kurtarir. Heronun, Ionun
baçina diktigi Argosu, Zeusun emriyle O öldürür. Ve Dionyssosu, Heranin hiçmindan
kurtarmak için kaçirir.
Tipki, yaçamsal her süreçte Anlam, Anlama, Anlatmak ne denli yer almaktaysa,
Hermesde Zeusun yerini almaya tek aday belki de ve belki de Zeustan daha Tanri.
Çünkü sonuçta, Yaçam anlamin önüne geçemez, ama anlam yaçamdan önce var
olmalidir. ifadem de oldugu gibi.
In me omnis spes est mihi.
Bütün umudum kendimde.
Terentius
Degilse bundan ötesinde, sessizligin sesine ve kelimelerden daha fazlasini anlatabilme
gücüne siginmam gerekecek. Ki öncelikle sessizligin sesini de anlamaktan geçer, diger
tüm her çeyi anlayabilmek
Ki her yazimin sonunda belirttigim gibi, Benim hala umudum var.
Dostluklarin anlamini kavramami saglayan, tüm dostlara ve tüm sevgimle

Felsefe Ekibi SOLIS'in saglamiç oldugu hosting hizmeti ile sizlere ulaçmaktadir.
© 2001-2008 Felsefe Ekibi Tüm haklarini sakli tutar...
Yayimlanan yazilar kaynak gösterilerek alinti yapilabilir. Yazilarin her türlü
sorumlulugu yazarlara aittir.

:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y15.html
5 -~ 5 18.11.2008 20:30

Sayi :11 Yil: 2008
Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim

Yeni Medyada Mit, Akil, Anlam
Fatima LASAY*
Çeviri: Gökçen YAÇAYAN
Boray TEK
Mit dogaüstü ögelerin geleneksel hikayesidir. Mit
genellikle çeçitli psikolojik, fiziksel ve dogal
fenomenlerin kökenlerini açiklar. Mitler, mitlerin
detaylari ve anlamlari, hayatin karmaçikligini ve ince
ayrintilarini insanlarin görmesine ve belki anlamasina
olanak saglar. Mitler ayrica, hayal gücünün ayri
düzenler içindeki varliksal ve soyut formunu tek bir
gerçeklik içinde nasil bir araya getirebildigini açiga
vurur.
Bugünkü insan durumlari son derece aradadir ve
teknolojik donanimizin ayni anda her yerde bulunmasi
bizi görüntü ile sebep, estetik ile anlayiç arasinda taçiyip
durur. Bu mesafe ile karçilaçtigimizda, hem hayal
gücümüz hem de pozitif bilgimiz tekrar mite döner.
The Story of Lynx adli yapitinda Claude
Levi-Strauss, dünyanin kökenleri ve olgunlaçmasi
hakkinda düçünmenin ve konuçmanin en eski bilimi
olarak mite içaret eder; bugün tekrar mitolojik
düçünmeyi güncel kilmak için, bilimsel atilimlar ve
sinirlamalarin bilimle diyalogumuzu kiçkirtmasi gibi.
Artful Science adli yapitinda Barbara Stafford, Aydinlanmanin keyifli ögrenimi
gösterimini, tekrar görüntülerle düçünme içine yerleçtirmeyi öneriyor ve bunu örüntü
tanimanin ve görsel tasarimin demokratik hermeneutigi olarak adlandiriyor.
Çu anda yeni medya olarak adlandirdigimizin dogasina yerleçmiç görsel teknolojiye iliçkin
gerilimler ve çeliçkiler, Lev Manovichin Language of New Media adli yapitinda söylem
grameri bulabilir. Yeni medyanin birimselligi, degiçkenligi ve algoritmik yapisi ve makinenin
kültürde ontolojik, epistemolojik ve pragmatik etkisi kismen Staffordun görsellikle kargaça
olarak ne gördügünü, gerçek ile aldatmaca arasindaki gerilimi ve güzel yapilmiç iç üreterek
aldatan olarak artisti açiklayabilir.
Manovich, altinda yeni medyanin görülebilir oldugu sinemanin kavramsal mercegi temelli bir
dili sunarken, Staffordun yirmi birinci yüzyil yeni aydinlanmasi modern görsel kültür
tutulmasina yakalanan bazilarina taze fikirler önerir. Ve bazilarimizda her zaman pedagojik
olanaklarin oral-görsel kültürün içerisinden geldigini ve makinelerin soyutlamalari
görselleçtirip somut kilmasinin bizim ilksel mitolojik yollu düçünmemizin sade örnekleri
oldugunu düçünür.
Anlamin yeni imgesel dünyalarinin yaratiminda yeni medyanin nasil kullanildiginin örüntüsünü
gözleyerek, mitlerin ve onlarin anlamlarinin kavramsal dünyasi içerisinden yeni medyaya
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y12.html
1 -~ 7 18.11.2008 20:33
bakmaya baçladim. Bir sanatçi olmama ragmen, mitoslarin kendilerinin kullanimi, belirgince
benim içimde ve diger insanlarla birlikte çaliçmalarimda rol oynar. Bu pratik boyunca, yeni
medya ve yeni medya sanat pratiklerinde kavranilan kritik düçünceler olarak mit-yapma ve
orijinal fikrin arketipinin önemini takdir etmeye baçlamiçtim.
Bu makalede, içinde günümüze ait imgelemi ve söylemi motive etmede mitlerin kullanimi ve
önemini içeren yeni medya yüklenimlerinin üç örnegini sunacagim.
Kapaniçta Ifugao mitindeki bölünmüç çocugun, yeni medyadan üç pratisyen tarafindan çapraz-
disiplinli içlerin dinamiklerinin analizinde kullaniliçini sunacagim.
"Gimokud, the Melting Soul (Gimokud, Eriyen Ruh), otuz-iki sanatçi tarafindan on farkli
ülkeden yirmi üç katilimcinin ruhlarinin görselleçtirildigi web temelli toplu dijital serginin konu
baçligidir. Online sergi 14 Çubat 2001de tamamlandi, elli iki dijital eser sunuldu. Her bir eser
ruhun kesintiye ugratilmiç varoluçu ile ilgili eski Filipin mitinin görselleçtirilmesidir.
Mite göre, ruh, ya da gimokud, geceleyin aliçilageldik varligini sürdürür ve güneç dogdugunda,
bir yapragi koparir, ona bir kayik çekli vermeyi aklina getirerek bir kap gibi kivirir, kendini
onun üzerine oturtur, güneçin sicak içinlari onu suda eritinceye kadar bekler. Sadece ölülerin
topragi üzerinde karanlik yayildigi zaman, gimokud, aktif varoluçuna devam eder.
Gimokudda katilimcilar, eger bir gimokud olarak yolculuk yapmaktaysalar, ruhlarini, var
oluçlarinin dijital imgeleri ve beraberlerinde getirecek olduklari nesnelerin dijital imgelerini
yüklediler. Imgeleri alanlar, gimokudunun oturacak oldugu yaprak kabini yaratacakti.
Gimokudu Internet Ruh Projesi olarak adlandiriyorum, çünkü ilk olarak baçtan sona
internet üzerinden yapilmiçtir metinlerin, görüntülerin ve fikirlerin degiç tokuçu, internet
e-postasi ve web temelli biçimlerde oldu; ikinci olarak Gimokud, görsel alanda kimlik, kiçiyi
simgeleyen resim veya simge (avatar) dinamiklerinin araçtirilmasi projesiydi.
Proje, ruhu merkeze koyarak, tamamlamasi için katilimcilarin arasinda güven ve ortak
içbirligini gerektirdi. Projedeki katilimcilar kesintiye ugratilmiç var oluçlarini yapraklara
oturtmak için ruhlarini sanal uzaydan yabancilarin ellerine koymak zorunda olacakti.
Gimokud'da siber uzay, "büyük ülke", insanlar - hayvanlar ve cansiz nesnelerin "Ruhlara
dokunan ortak ilkel düçünceler ile oldukça uyumlu mitsel durumu" olabilir. Gimokud'da, biz,
mitosun ve internet'in birbirlerine ne kadar yakinca aktigi ve mitoslarin, yorulmak bilmez
çekilde siber uzayda avatarlarini nasil bitirdigini gördük.
Görsel ve fiziksel dünyada varoluçun ikililigi, yeni medya ve miti yakinca bir araya getirdi.
Sanal dünyadaki içlemlerin birçogu, bizim nesneleri ve süreçleri kavrayiçlarimizin fiziksel
uzantilaridir. The Power of Myth de, Joseph Campbell mitin, metafor ve çiirin gücü
oldugunu ele alir; mitin kendisi asil itibariyle yanliçken, metaforik olarak dogrudur. Gerçek
boçluktaki yolculugumuz, paylaçilan bir mitolojiden kök almaktadir; görevlerine hizmet etmesi
için metaforu devreye sokan, kolektif insan tecrübesinden oluçan evrensel arketip bir akarsu.
Dünyevi fiziksel dünyada varoluçumuzdaki, teknolojik aletlerimizin dokunsal biliçsel ve
grafiksel ara yüzlerinin tümü metaforlardir; bu ara yüzler, makinenin ve onun makinesel
dilinin arkasinda çaliçtigi perdelerdir.
Madde ve duyulamayan prototipler arasinda bu iliçki, "Ethermorph: : The Shaman Acquires
Her Powers through Initiation (Enteromorf: Çaman, baçlatma yoluyla onun güçlerini elde
eder") olarak adlandirilan baçka bir web temelli yeni medya içinde keçfedilir. Internet agi
kurgusu Machinelanguage (makine dili) olarak adlandirilan fiziksel sergiden kaynaklanir.
"Ethermorph", erken doksanli yillarda kullanilan bir terimdir, eski internet agi tarayicilarinda
ag sitelerinin devamli ön bellege alinmasi problemine karçilik gelir. Tarayicilar öncelikle
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y12.html
2 -~ 7 18.11.2008 20:33
ziyaret edilmiç web sitesinin o anda görüntüsü ile ön bellekte saklanan çeklini kariçtirmakta,
bilgi iletimini çarpik ve yanliç yapmaktaydilar. Yeni tarayicilar geliçtirildiginde ise problem
çözüldü.
"Ethermorph" çaliçmasinda, sergi açildiginda konuklarin dijital fotograflari alindi ve çogunlukla
bir çekil dönüçme teknigi ile çamanik baçlatma ayinlerinin dijital betimlemelerine
dönüçtürüldü. Kiçiyi, onun ayna yansimasina dönüçmenin süreci, ayrica çamanik
baçlatmalarinin tipik özelligi olan kiçisel sogurmanin (self-absorption) simgesidir. Sonuçlar
görünmeyenin görülür kilindigi on beç dijital görüntünün web temelli yüklemeyle gösterimidir.
The Truth and Life of Myth: An Essay in Essential Autobiography da, Robert Duncan mit
anlaticisini, dirençli dudaklarina karçi, anlaticiyi anlatmaya zorlayan hikayeyi mirildanan kiçi
olarak tarif eder. Duncanin çamani, evreni bir canli gibi kabul eder, bir gizemci ve bir
paranoyak olarak; dünyasinin, anlamlarin dünyasi oldugundan tamamen bilgili bir oluç.
Ethermorph'ta, çaman, elektronik çagda baglantili(lanmiç) insan (wired-man) için arketiptir,
muhtemelen, "Agenbite of Outwit" de Marshall McLuhan'in önerdigi gibi merkezi sinir sistemi
dünya boyunca yayilmiç adamdir. Teknoloji putperestligi, anlayiç olmadan büyü, eger
çamanimiz yoksa psiçik bir uyuçukluk saglar; çaman, psikozlu, toplumlarinin iyileçtiren
kimsesi McLuhan'in sözleriyle bize daha önceki oluçlari ve baçarilari yok etmeden, yeni
teknolojiyle yaçamanin yollarini gösterir.
Ben bugünü David Cavein Mircea Eliades Vision for a New Humanism da içaret ettigi
gibi bir tür yeni hümanizma olarak görüyorum. Cavein bahsettigi modern kiçi, örnek
modeller ve arketipler tarafindan bilgilendirildiginde, dünyada çogul, evrensel, bütünsel ve
kozmik oluçlu modern bir kültür oluçturacak. Sosyal parçalanma ve bireysel yabancilaçma,
genellikle ilerleyen teknolojilerimizin ardinda çekiliyormuç gibi, göz kamaçtiran grafiksel
ekranlarimiz etkisi altinda görülür, sadece degiçik fikirleri bagdaçtirmaya, birleçtirmeye
çaliçan (syncretist) mitolojik temelde, yüksek ölçüde bölünmüç ve kirilmiç dünyamiza
aradigimiz yapi ve anlami getirebiliriz.
Elektronik çag ayni zamanda, bilginin bize anlam ifade eden türlü yollar ile
görselleçtirilebilecegi aletler vermiçtir. Bu dogal olarak saglanan bilgi görselleçtirme aletleri
ve diger yeni medya teknolojileri, tamamen ilgilisiz görünen disiplinlerin arasinda köprüleri
oluçturmaktadir. Myth and Philosophy: A Contest of Truths da Lawrence J. Hatab, mitos
ve mantigin arasinda kati ayriligin, sonuç itibariyle savunulamaz oldugunu tartiçir, mitos
içinde tutarlilik, form, ve mantik oldugunu söyler. Hatab, bizim kapsamli nesnelleçtirme,
ölçme ve makineleçtirme çagimizda bile, bazi mitsel motifler tarafindan rehberlik edildiginin
görülebilir oldugunu tartiçir. Teknolojilerimizin eriçilebilirligi, sanatta çapraz-disiplinlerle
çaliçma potansiyelini her zamankinden daha çok saglar.
Yeni medyada Geocentricity, the Earth as Center olarak adlandirilan projede, jeolojik
bilimler ve yeni medya teknolojilerini birleçtiren sanatçilar çaliçmaktadir.
Yermerkezlilikde (geocentricity), fineArt forumu görevlendirildi ve ev sahipligi yapti, çimdi
Leonardo Galerisinin parçasidir. Web-temelli sergide, Filipin adasi yerlisi olan yedi dijital
sanatçi, dünya fenomeni ile önceden tahmin edilemeyen ve dinamik olan sistemin düzenini
yapan mitolojilerin on üç görünümünü sundu. Sanatçilar, bilimsel ve kültürel veriyi kullanarak
görüçlerini yorumladi.
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y12.html
3 -~ 7 18.11.2008 20:33
Filipin Volkanoloji ve Sismoloji Enstitüsündeki bilim adamlari ile buluçmak, projenin
tamamlamasina iliçkin olarak, hem sanat hem bilim pratisyenleri için çeçitli disiplinlerin çapraz
sorgulamasini sagladi. Gözde canlandiran ve dogal olgulari tahmin eden laboratuar tip
deneyleri, anlamaya ve iletiçime olanak tanir, ayrica keçif, yaraticilik, sentez, temsil ve
görünmez veya ulaçilamaz olgularin kavranilmasi için zemin saglar. Sanat-bilim iliçkisi,
burada açik olur.
Görünüçte en ayrik disiplinler, birbirlerine yeni medyada bilginin kod çevrimi (transcoding)
yoluyla eriyerek kariçmaya devam ettigi gibi, eger biz, görüntüsel kavrayiç ile bu geliçmelere
yaklaçirsak mitolojik düçünceye döneriz. Örnegin, elektronik ara yüzlerin tasariminda veya
web-temelli yerleçtirmelerin inçasinda, ilgimi çeken, yeni medya tarafindan yalniz kod çevrimi
olmadan, hissedilir form ve önemsiz nüanslar adreslendiginde gerçeklige eriçimde nasil
davranildigidir. Biz, sibernetik dille dolu rasyonalist zihniyetiyle fakat anlam kisirligi ile
simgelenmiç olarak buna yaklaçabiliriz. Veya alternatif olarak, Ananda Coomaraswamy'in
sözcüklerinde oldugu gibi, "duyularinin dogrudan haber vermedigi manevi prototiplere karçi,
çeyleri malzeme ve akla uygun çekilsel benzerler olarak görmek.
The Door in the Sky da Coomaraswamy sanatin pratigi, ne geleneksel seküler bir
faaliyettir der, ne de dokunakli "ilham" meselesidir, daha çok metafiziksel bir ayindir.
Böylece, sanat ve derin düçünce arasina hiçbir mesafenin çekilmedigi gibi, "sadece insanüstü
kaynakli resmi ilk çekiller degildir". Dahasi, Coomaraswamy, bir derin düçünce olarak
görüntünün muhakemesini tanimlar "ve aslinda sadece, bir özümsemede tamamlanabilir.
Bizim dogamizin bir dönüçümü gerektirilir." Mitsel kurgularin hemen terslerini
oluçturdugundan dolayi, özümleme boyunca bu dönüçüm, bölünmüç çocugun arketipinde
görülebilir.
Filipin Ifugao kültüründe, ebeveynleri gök ve yeryüzü olan, "bölünmüç çocuk" olarak konuçan
bir mitos vardir. Benguet ilinde dogmuç ve yetiçen Ovug isimli bu çocugun gök-dünyaya
çagrildigi gün gelir. Benguet'in insanlari, çocugu birakmayi reddeder ve bundan dolayi,
çocugun babasi Tanri Dumagid, bir biçagi alir ve çocugu eçit parçalara çocugu böler gökler
için bir parça ve yeryüzü için digeri. Her iki parça da, ayrica gökyüzünde gök gürültüsü ve
yeryüzü üzerinde yuvarlanan yildirim seslerinin sebep oldugu yeni hayati almaktadir. Bu
muhteçem içik ve ses gösterisi kulak ve göz zevki için bölünmüç çocugun orkestrasyonudur.
Içte, çapraz disiplinli ve çapraz-kültürel iççi olan sanatçinin ortak çaliçma sureci ve göreviyle
beraber gördügüm mit ve gelenek budur yani Ovug, bölünmüç çocuk. Ovugda kritik bir
ruh göçü vardir, ruhlar bölünür ve baçka bir yere yerleçir, hem gökyüzünde hem de
yeryüzünde ortaya çikmiçtir ve bedensel olarak iki bagimsiz varliga ayrilir. Benzer çekilde,
bireysellikten ortak çaliçmaya geçildiginde, sanatçinin kimligi bölünür, her türlü kiçiligi
oluçturan her türlü çey baçkalaçtirilir veya birakilir. Üstelik gök gürültüsü ve yildirim gibi her
iki varlik, içigin ve sesin tek bir sempozyumu gibi rol oynamalidir.
Ama sanatta ortak sürecin karmaçikligi gerçeginde ve karçit disiplinli pratikte, bölünmüç
çocugun mitosu yalnizca keskin ve çogul iliçkide baçlamaz ve bitmez. Gök dünyadan ilk
dönüçünde, Dumagid, karisi Dugaiyi yaninda getirmek için zorlandi ve dönüçlerine kefil
olarak çocuklarini birakti. Bu, Ovug'u birakmayi ve hiçbir insan Gök-dünyadaki patikadan
dönemedigi için Dugai'yi feda etmeyi ifade etti. Yaratici içbirligi ayni zamanda yaratici süreçte
eros ve zarureti teslim eden ve tüketebilen hesaplanmamiç riski yaratabilecek kadar kör
amaçli da olabilir; sanatlarda çapraz-çaliçma, aliçilmamiç bölgeyi (veya fazla bölgeyi)
beslemeyi ve alinan güçlerin teslimiyetini ifade edebilir.
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y12.html
4 -~ 7 18.11.2008 20:33
Görsel sanatçi Noell El Farol ile söyleçilerde, Dumagid ile gökyüzüne dogru tehlikeli yolu alan
cesaretli Dugai belirgin biçimde Noellin projesi olan, "Hukay" olarak adlandirilan eski defin
yerlerinin arkeolojik bir ses kaydinda biçim alir. Arkeolojik çaliçmalarla baglantili olarak,
Noell, alanda uzmanlarla içbirliginde çaliçmaktadir. "Hukay", yaçayan ve ölü arasinda, geçmiç
ve gelecek arasinda, aydinliga çikarilan konuçmalari ve yönlendirme içaretlerini içeren
yolculuktur.
Yakin bir geçmiçte, her ikisi de Filipin Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde meslektaç olan
Noell Farol ve Roberto Feleo'yu Artifact Reassembly baçlikli arkeoloji-yeni bir medya
yerleçtirmesinde içbirligi yapmak için davet ettim. Yeni medya ve arkeoloji baglantisini
düçündük, yeni medya teknolojileri sanatsal içte önemli ortamlar ve süreçler oldugu için,
ideolojilerin, medya ve teknolojik dalgalar tarafindan nasil taçindiginin aydinlatilan bir
anlayiçiyla algilamak ve yönlendirmek gerekmektedir. Farkli disiplinlerden geliçtirilen teoriler
çimdi artan hizla birbirlerine göç ediyor ve teknolojinin kabulü disiplinler arasi ara yüzleri
sagliyor. Temel kabulümüz insan idrakinin arkeolojik yapilardan çikarildigidir, insan evrimi
biyokültürel geri besleme sistemi olarak görülen kültürel ve teknolojik evrimle baglantilidir.
Yüksek ölçüde aracili bir kültürde, sanatçilar çimdi, toplumdaki kararliligin nedenini
açiklamaya ve degiçikligin desenlerinden haberdar olmaya ihtiyaç duyar. Artifact
Reassembly de, ilk insanlarin yaptigi sanat eseri, eski göreneklerinin fosilleçtirilen bir kemigi
degildir, ama neyin damitildiginin ve neyin ölmüç oldugunun tekrar yalamasi ve eglencesidir;
diriltilen Dugai'dir.
Ifugao mitosuna geri dönersek, Dumagid'in, ormanda yalniz bir yürürken gelecekteki karisiyla
karçilaçtigi söylenir. Çapraz-pratisyen için, transandant zemine basan biri, çeçitli disiplinlerin
bileçimlerinin yeni stratejileriyle muhtemelen karçilaçacaktir ve sevgi ile içeri taçinmak
için kendini birakacaktir. Müzik ve matematik olasi evliligi Rowena Guevarada yer aldi, UP
Elektrik ve Elektronik Mühendisligi Bölümü Kürsü Baçkani. Gev bana çöyle açikladi: "Yüzeyde,
mühendislik, müzige çok fazla katkida bulunur, sadece biraz bahsetmek gerekirse akustik,
kayit, sentez ve analiz, daha derin bir düzeyde, Gev inaniyor ki, "müzigi yapmak,
mühendisligin bir formudur. Tasarimi (temanin düçüncesini oluçturmak, form,
enstrümantasyon ve digerleri), ilk uygulama (müzigi yazmak), simülasyon (klavyede müzigi
denemek), tekrarlama (müzigi tekrar yazma), ve son uygulama (performans veya müzigin
kaydi) içerir.
Gerçek mitsel düçünce, yüzeysel olmayan düzeylerde bu iliçkileri görmemizi saglar. Tabii, bu
mitosta, kendi çocugunu yariya kesen Dumagid'in olgusu vardir. 1979'da, görsel sanatçi
dokümanca az geliçmiç olan Al Manrique, Samara, Leyteye ve Cebunun gecekondu
bölgelerine atandi. Üç yil önce onu ziyaret ettigim zamanin, Al, yirmi yilini kapsayan
fotografçilikta, negatif dijitalizasyonuna kalkiçmiçti. Ayni zamanda dijital görüntülerde, "Latay"
dizisi üzerinde çaliçmaya baçlamiçti. Dumagid gibi Latay da, gönüllü bir çekilde yarisinin
gök dünyada, digerinde yeryüzünde yaçamasi için vücudu bölmektedir, Al Manrique,
"dokümanlarin ötesinde sanati yaratmanin dijital suaresi" ne katilmasi amaciyla digerlerini
davet etmek için onu yazarligin açik kaynak modeli olarak alir. "Latay", en affetmez koçullarin
altinda geliçtirilen ve depolanan yüzlerce negatiften, bir çagin dokümanlarindan gelir, restore
edilmeyi bekliyorlar ve bu süreci Al baçka bir hayat süresinde bitirebilir. Eger, tabii, bölünmüç
Ovug, ortak çaliçmanin ruhunda negatifleri dijitalize ederek, degiçken ve durmaksizin
çogaltilabilir karçiliklarina tekrar canlandirilmazsa, baçkalari da onlari daha fazla görsel
formlarin yaratilmasinda kullanabilir.
Bölünmüç olan çocugun mitosu, sadece yildirimin veya gök gürültüsü, gökyüzünde biten bir
oyun veya hikaye degildir. Claude Levi Strauss'un, "The Story of Lynx de dedigi gibi, biz,
mitoslarin bize sadece çoktan-tükenmiç-oyun teklif ettigini düçünmemeliyiz. Mitler, yorulmak
bilmezdir; tekrar anlatildigi veya okudugu, oynandigi ya da görüldügü her defasinda yeni bir
oyuna baçlarlar. Mitosun "primitif" gözlerinde, her gün yeni anlamlar yaratan sanattan daha
fazla mantik veya gelenek vardir, ilaveten modern teknolojik buluçlara veya sentetik felsefi
yansimalara daha paraleldir.
Tarihsel bir perspektiften bilgisayarlara, dijital ve elektronik medyaya baktigimizda, As We
May Think (Biz Düçünürken) denemesinde Vannevar Bush tarafindan öne sürülen
konseptte "Memex" olarak adlandirilan bir çeyi hatirladim. As We May Think ikinci dünya
savaçindan hemen sonra 1945'te yayimlandi ve kavramsal bir alet olan "Memex"i tanitti.
Memex "bariççi aletler" olarak adlandirdiklarimizin ilki kabul edilir ki Amerikali bilim
adamlarinin savaç esnasinda yok etmeye dair ugraçlarindan sonra geliçtirdikleri ilk nesne
oldugunu savunur. "Memex", bugün masaüstü bilgisayari olarak bilinen çeyin kavramsal
modeliydi ve bilgi çapinin altyapisiydi; (insan) hafizasina geliçmiç ve yakin bir ilave idi.
Aslinda, protez bir alet, insan beyninin bir uzatma ve artiçiydi.
The Way We Think den sonra biçimlenen bugünün "Memex"i, neticede tartiçilmasinin yeni
didaktik ve epistemolojik problemler açtigi yeni anlamlar ve durumlarin ezici bir dünyasini
böyle yaratti.
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y12.html
5 -~ 7 18.11.2008 20:33
Artful Science da Barbara Stafford geç yirminci yüzyil geliçmelerinde, "otomatik
simülasyonlar ve makineleçtirilmiç yetenek" in çagini betimler; O, onlarin dogululaçan
teknolojisinin yüzünde, bati dünyasinin görsellikte tutulmasini resmeder. Burada, Stafford,
ortak ritüeller ve genel sorunlar ile görsel teknolojilerin tekrar bagdaçtirilmasi ihtiyacini dile
getirir.
Ben, bunun mitolojik düçünceye bir dönüç oldugunu düçünüyorum ki Asyali tecrübede yatak
kenarimizdaki damada sade(ce) bir dönüç olan bir dönüç.
* College of Fine Arts, University of the Philippines, Diliman, Quezon City, PHILIPPINES
REFERANSLAR
BILL, MAX, The Mathematical Approach in Contemporary Art.
http://www.solo.com/studio/am/tmacia-all.html
BUSH, VANNEVAR, As We May Think. The Atlantic Monthly, Volume 176, No. 1, July 1945.
COOMARASWAMY, ANANDA K., The Door in the Sky, Coomaraswamy on Myth and Meaning.
Selected and with a preface by Rama P. Coomaraswamy. Princeton, New Jersey:
Princeton University Press, 1997.
DEMETRIO, FRANCISCO R., GILDA CORDEROFERNANDO, and FERNANDO N. ZIALCITA. The
Soul Book. Quezon City: GCF Books, 1991.
DUNCAN, ROBERT, The Truth and Life of Myth: An Essay in Essential Autobiography.
FreemontMI: Sumac, 1968.
FAROL, NOELL EL, ROBERTO B. FELEO and FATIMA J. LASAY, Meeting at the Electronic
Interface: Artifact Reassembly through New Media Art
http://digitalmedia.upd.edu.ph/artifact_dmf.html
FISHWICK, PAUL A., Aesthetic Computing. Department of Computer and Information Science
and Engineering, University of Florida. December 2000.
http://wwwcise.ufl.edu/~fishwick/cap6836/artcomputer.htm
GEORGES, JEAN, Signs, Symbols and Ciphers, Decoding the Message. London: Thames
andHudson, 1998.
HATAB, LAWRENCE J., Myth and Philosophy: A Contest of Truths. LaSalle: Open Court, 1990.
KUSPIT, DONALD, The Problem of Art in the Age of Glamour. Art Criticism, 6 No. 1, 1989.
LASAY, FATIMA J. An Internet Soul Project. February 2001.
http://digitalmedia.upd.edu.ph/digiteer/internet_soul.html
__ Ethermorph: The Shaman Acquires Her Powers through Initiation. June 2001.
http://digitalmedia.upd.edu.ph/digiteer/ethermorph/ethermorph.html
__ Geocentricity: The Earth as Center. Leonardo Journal of the International Society for
the Arts, Sciences and Technology, Vol. 35 No. 3 2002.Cambridge, Massachusetts: MIT
Press, 2002.
__ The Myth of the Divided Child, Leonardo Electronic Almanac and Archive, Vol. 10 No.
5.Cambridge, Massachusetts: MIT Press, 2002.
http://mitpress.mit.edu/LEA
LEVI-STRAUSS, CLAUDE, The Story of Lynx, Trans. Catherine Tihanyi. Chicago: University of
Chicago Press, 1995.
MANOVICH, LEV, The Language of New Media. Cambridge, Massachusetts: MIT Press, 2001.
MCLUHAN, MARSHALL, The Agenbite of Outwit. McLuhan Studies, Issue 2, 1996. Francesco
:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y12.html
6 -~ 7 18.11.2008 20:33

Felsefe Ekibi SOLIS'in saglamiç oldugu hosting hizmeti ile sizlere ulaçmaktadir.
© 2001-2008 Felsefe Ekibi Tüm haklarini sakli tutar...
Yayimlanan yazilar kaynak gösterilerek alinti yapilabilir. Yazilarin her türlü
sorumlulugu yazarlara aittir.

:::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y12.html
7 -~ 7 18.11.2008 20:33

You might also like