Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim
Içindekiler Editörden Insani Anlamanin Kökenlerine Dair Bir Analiz Mehmet Yapici Anlam, Anlama, Anlamak Dr. Kemal Gülden Saat Tamircisi Oyunbaz Yaçamin Anlami, Yaçamin Anlaminin Ne Oldugunu Bulma Sürecinden Ibarettir. Nilsun Uralli Anlam-Anlama-Anlamak Nejdet Evren Bilgi ve Anlam Üzerine Monolog Yetkin Içik Anlami Nasil Bilirdiniz? Ferda :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/ 1 -~ 2 18.11.2008 20:24 Yeni Medyada Mit, Akil, Anlam Fatima Lasay (Çev:Gökçen Yaçayan, Boray Tek) Anla(ç)ma Baglaminda Konuçmak ve Dinlemek Mustafa Efe Ateç Anlamada Tarih ve Dil Brice R. Wachterhauser (Felsefe Ekibi) Homo Semioticus Mehmet Rifat (Felsefe Ekibi) Ricoeur'de Söylem, Yorum, Metin ve Anlam Eren Rizvanoglu (Felsefe Ekibi) Anlamin Dogasi ve Kuram Arda Denkel (Felsefe Ekibi) Açiklamak ve Anlamak Mehmet Rifat (Felsefe Ekibi) Anlamak Nedir? Felsefe Ekibi Anlama ve Yorum Felsefe Ekibi Sosyal Bilimlerde Anlami Anlamak Sorunsali Felsefe Ekibi Medya ve Zedelenen Anlam J. Baudrillard (Felsefe Ekibi) Anla(ma) Nilsun URALLI
Sayi :11 Yil: 2008 Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim Editörden Selma Yildiz "Önce imgeler; -imgelerin zihinde nasil dogdugunu açiklamak. Daha sonra imgelere uyarlanan sözcükler. Sonunda sözcüklerden itibaren mümkün olan kavramlar..."* Bir yaklaçima göre, biz dünya ile iliçki içine anlama yoluyla gireriz. Anlamaya çaliçtigimiz öncelikle içine dogdugumuz anlam dünyasidir. Orada anlami hazir buluruz. Zihnimiz o anlam dünyasina bir çekilde dahil olur. Anlam bize degiçik araçlarla taçinir. Anlami taçiyan en önemli araç dildir. Zaman içinde kimilerimiz verili anlam dünyasini sorgulamaya baçlar. Kendince anlamlar üretir. Bazen de anlamin hiç de anlamli olmadigini düçünür. Anlam evrilen insanin en temel gereksinimleri içinde yer alir. O, anlam üretmek ve tüketmek ister. Anlamin olmadigi bir dünya boçtur, yaçanmaya bile degmez. Bazilarinin içi de iktidar araci olarak anlam üretmektir. Ürettikleri anlamin ugrunda yok olmaya degecek degerde oldugunu bireylere benimsetmek için çaba gösterirler. Anlamin tarihsel, ideolojik, psikolojik, dilbilimsel ve felsefi boyutlarina deginmeye çaliçtigimiz bu sayimizda, yaptigimiz seçmeler ve yazarlarimizin katkilariyla oluçturulmuç metinleri ilginize sunuyor, keyifli okumalar diliyoruz... *Pierre Klossowski -Nietzsche ve Kisirdöngü
Sayi :11 Yil: 2008 Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim
Açiklamak ve Anlamak Mehmet RIFAT XIX. yüzyilin sonlarina uzanan ve yorumbilimsel araçtirmalardan gelen eski bir karçitlikti bu. Bir metin karçisinda takinilan birbirine karçit iki tavri, iki bilgi çeçidini gösteriyordu: Bir yanda olgularin açiklamasina dayanan ve doga bilimlerine özgü olan bilgi; öte yanda anlamaya dayali olan ve felsefe, edebiyat gibi düçünsel etkinliklerle benimsenen bilgi. Ricur un bir dönem görüçlerinden etkilendigi ve hakkinda Mikel Dufrenne ile birlikte bir kitap (Karl Jaspers et la philosophie de l'existence, 1947) yazdigi Karl Jaspers, açiklamak ile anlamak arasindaki iliçkiyi, daha dogrusu karçitligi çöyle tanimlar: "Yanliç anlaçilmalari ve anlaçilmazliklari önlemek için [...], anlamak terimini, psikolojik açidan birbirinin içine geçme yoluyla elde edilen bilgi için kullaniyorum [...] Nedenden sonuca uzanan nesnel bir bagin diçaridan gözlemlenerek doga bilimlerinin yöntemleriyle ortaya çikarilmasi hiçbir zaman anlama degildir, her zaman için açiklamadir." {Psychopathologie générale, 1933, s. 25). Içte çagdaç insan bilimleri böyle bir ayrimla karçilaçinca rahatsizlik duymaya baçladilar, çünkü kendilerini bu tür bilgilerden hangisine adayacaklarim bilemiyorlardi. Ricur de bu tür bir karçitligi sürdürmek yerine uzlaçtirma yoluna gitti. Ona göre, açiklama ile anlama birbiriyle çatiçmaz: Birbirlerinin yerine geçerler, sonunda da biraraya gelirler. Çünkü açiklama sonuçta anlamaya yarar. Dünya ve onu gözlemleyen, onu anlamaya çaliçan insan arasindaki iliçkilerin engellendigi ya da askiya alindigi bir evren olarak metin yapisal türden bir açiklamayla birlikte ele alinabilir. Böyle bir açiklama Ricoeur'e göre elbette geçerlidir: Yani metin diç dünyasi ve yazari olmayan bir anlamli bütün olarak ele alinabilir, diç dünya yokmuç gibi metnin kapaliligi içinde kalinabilir. Böyle bir olasilik vardir ve uygulanmaktadir. Sözgelimi dünyadaki anlatilar açamali evreleri olan (hiyerarçili) bütünler olarak betimlenebilir. Ancak mitler dikkate alindiginda, Ricceur'e göre, böyle bir betimleme, mitlerin insanlar tarafindan yaratiliçi ve anlamlandiriliçi içine girmez. Içte o zaman da öteki yaklaçim biçimi, yani anlama, yorumlama devreye girer. Bu yaklaçim da metnin (anlatirim, mitin) kapaliligini açar, diç dünyayi devreye sokar, toplumsal-tarihsel baglama gider, metnin göndergesine (referarima) yönelir. Yorumlama eylemi de içte bu noktada baçlar Ricoeur e göre. Anlamak, yorumlamak temelde göstergelerin dolayimi yoluyla, okuyan özne ile okunan nesne (metin) arasinda bir uyumu baçlatir. Metni anlamaya çaliçmak demek insanin kendini anlamaya, kavramaya baçlamasi demektir. Çünkü okuma içinin içine giren özne kendini bir baçka türlü görür. Okuma sürecinde, uzakta olan yakinlaçir, Ötekinin bilgisiyle önce karçitlaçma sonra bütünleçme baçlar. Gücül (virtüel) haldeki bir metin, okuma yoluyla bir oluç durumuna, bir edim haline getirilir: Sessiz haldeki metin okuma yoluyla harekete geçirilmiç olur. Her okuma, metnin anlamlarinin özel bir gerçekleçtirilmesidir, baçlangiçta bizden uzakta bulunanin bize yakinlaçtirilmasidir. Böylece Ricoeur'de anlama, açiklamaya oranla daha agir basar ama onun yaklaçiminin temelinde aslinda çu düstur yatar "Daha iyi anlayabilmek için daha fazla açiklamak." Burada sözü dogrudan Ricoeur'e birakalim: Zaman ve Anlatinin giriçinde bakin ne diyor: "Sonuç olarak, ister egretileme, ister olayörgüsü söz konusu olsun, daha fazla açiklamak demek, daha iyi anlamak demektir. Anlamak, birinci durum söz konusu oldugunda, devingenligi [dinamizmi] yeniden yakalamak demektir. Bu devingenlik geregi olarak da egretilemeli sözce, yani yeni bir anlamsal belirginlik, tümcenin harfiyen okunmasi sirasinda ortaya çikan anlamsal belirginligin kalintilarindan fiçkirir. Anlamak, ikinci durum söz konusu :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y18.html 1 -~ 2 18.11.2008 20:37 oldugundaysa, tam ve eksiksiz bir eylem içinde, koçullar, amaçlar ile araçlar, giriçimler ile etkileçimler, baht dönüçleri ve insan eyleminden dogan istenmedik sonuçlardan oluçmuç çeçitli ögeleri biraraya getiren içlemi yemden yakalamak demektir" (Zaman ve Anlati 1, s. 17). Bugün artik yorumbilim ile göstergebilim içinden baktigimizda çöyle diyebiliriz: Bir çeyi anlamak demek, onu en azindan gücül olarak yeniden üretebilme gücüne sahip olmak demektir. [Bir açiklama: Cogito dergisinin 43. sayisinda (Yaz 2005, s. 8-9) Ricoeur üstüne yazdigim kisa bir metinde ("Paul Ricoeur ve Bir Baçkasi Olarak Ben") çöyle demiçtim: "Paul Ricoeur'ü 'daha iyi anlayabilmek için' onu 'daha fazla açiklamam' ve 'daha fazla yorumlamam' gerekiyor. Bunu gerçekleçtirmenin en saglikli yollarindan biri de 'Çeviri Ediminden geçmez mi!'' Ricoeuru Çevirme Edimimiz bitmedi, sürüyor!] Ricoeur açiklama ile anlamayi kaynaçtirmaya özen gösterirken düçüncesinin bütün açamalarinda felsefe ile insan bilimlerini uzlaçtirmaya çaliçti. Daha önce de belirttim, bütün bilgilere, bütün bilim dallarina açikti o. Bir tek bilim dalina bagli kalmak istemedi. Insan eyleminin yorumlaniçina ilgi duyan bütün insan bilimlerine o da ilgi duydu: Öteki'ni tanimak, Öteki 1 nin bilgisiyle karçi karçiya gelip onu yorumlamak istedi. Gerçekten de Ricoeur her bilim dalini, kendi çaliçma alani içinde de etkin kilacagina inandigi an, onu dikkate aliyor, onu kendi yorumlama anlayiçi çerçevesine oturtmaya çaliçiyordu. Ama bir bilimsel etkinlik alaninin her çeyi kuçatmaya çaliçan topyekûn bir programla hareket ettigini gördügü anda da buna karçi çikmakta geri kalmiyordu. Metin: Yukarida da vurguladigim gibi, metin, Ricoeur'ün yommbilimine göre, çaliçtirilmadigi, okur tarafindan konuçturulmaya baçlanmadigi sürece "sessiz" kalir. Metnin anlami okurun okuma ediminin getireceklerine baglidir (bu açidan alimlama estetiginin bakiç açisiyla bir bütünleçme içine girer Ricoeur). Metnin anlamlari okurlarin beklentileriyle açilir. Metin okurlara direndigi sürece okuma mücadelesini sürdürmek gerekir. Çünkü okura direnen metnin gerisinde varolan yaratici yazardir: O, anlamlari deçen, anlamli bütünleri kazmaya çaliçan, aporilerden aporilere siçrayarak yorumlamalarini çogaltan, dilin kendi üstüne kapanmasina karçi çikan bir yorumlama aniti'dir. Onun metinleri, onun kitaplari okurlara, çogunlukla o ana kadar birlikte hiç düçünülmemiç çeylerin artik birlikte ele alinabilecegini gösterir. Anlam: Ona göre her çey inça edilmiçtir, her çey yapilandirilmiçtir. Böyle bir dünya karçisinda da insanin ancak parçali görüçü olabilir. Global bir yargidan, tümü kuçatici genel bir görüçten söz edilemez. Bu nedenle dünyanin anlamlarina getirilecek yorumlarda her zaman bir çogulluk söz konusudur. Bir baçka deyiçle, bir yerde bir anlam varsa, bu anlami yorumlamanin da birçok yolu vardir: Öyleyse her zaman bir tek degil, birçok okuma, birçok yorumlama söz konusudur. Zaman ve anlati: Anlatinin özelligi, zamani ortaya çikarmaktir. Anlati, zamanin "bekçisi"dir, "koruyucusu"dur. "Bir öyküyü anlatma etkinligi ile insan deneyiminin zamansal niteligi arasinda salt rastlantisal degil de kültürleraçiri [kültürler ötesi] bir gereklilik biçimi sunan bir baglilaçim [karçilikli bir baginti] vardir. Ya da çöyle diyebiliriz: Zaman bir öyküleme [anlatma] biçimine göre eklemlendigi ölçüde zamana dönüçür. Not: Daha Fazla Açiklamak" Isteyen Bir Yorumbilimci: Paul Ricoeur -Okuma Notlari baçlikli metinden Anlamak ve açiklamak alt baçlikli bölüm alintilanmiçtir. Cogito, Sayi 56, 2008, Yapi Kredi Yayinlari
Sayi :11 Yil: 2008 Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim
!"#!$%!& Nilsun URALLI Yaptigimiz her hareketin, bir anlami olmali yaçamda Söyledigimiz her sözün, Gördügümüzün her güzelligin, Okudugumuz her kitabin. Bütün bu resimler, boçuna yapilmiç olamaz ya Bütün bu heykeller, Bütün bu ezgiler, Bütün bu filmler. Bütün bu hikâyeler, boçuna yazilmiç olamaz ya Bütün bu romanlar, Bütün bu çiirler, Bütün bu kitaplar. Öptügüm sevgilimin, bir anlami olmali yaçamda Sevdigim kardeçimin, Sevilen insanlarin, Beni seven dostumun. Bunca zamandir durmadan, yorulmadan göçen kuçlarin bir anlami olmali Denizde yüzen baliklarin, Bal yapan arilarin, Ormanlar krali aslanin. Sirasini çaçirmadan gelen mevsimlerin, bir anlami olmali bence Ne zaman yagmasi gerektigini bilen karin, Bereket getiren yagmurun, Sabahlari dogan güneçin. Ilkbaharda açacagini unutmayan gelincigin, Pembe, beyaz, kirmizi güllerin, :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y8.html 1 -~ 2 18.11.2008 20:39 Karanfillerin, Mor sümbüllerin bir anlami olmali bence Açik denizlerde, bir kadermiççesine avlanan balikçinin, Onun boyasi dökülmüç kayiginin, Kayigin rotasiz ilerlemesinin, Denizler de çahlanip coçmasinin bir anlami Çiftçinin bugday yetiçtirmesinin, Bugdayin un, Unun ekmek, Ekmegin katik yapilmasinin bir anlami Domatesin kirmizi, Limonun sari, Üzümün yeçil, Portakalin, kendi renginde olmasinin bir anlami Gökyüzünün mavi, Bulutlarin beyaz, Gecelerin karanlik, Sabahlarin aydinlik olmasinin bir anlami olmali Sigara fabrikalarinin, Tütünden sigara yapilmasinin, Her yerde sigara satilmasinin Ve benim sigara içmemin bir anlami olmali yaçamda Insanlarin evlenmesinin, Sanki belli bir kotayi tutturmak zorundaymiç gibi, durmadan çocuk yapmasinin, Sonra piçman olup boçanmasinin, Belki de piçman olup boçanamamasinin bir anlami olmali Insanlarin düçünmesinin Ya da daha çok düçündüklerini zannetmesinin, Düçünmenin, tehlike olarak görülmesinin Ve sonuçta her çeyin, dünyanin sonu olarak düçünülmeye baçlamasinin bir anlami olmali Anlama çabasinda olan herkes için Nilsun Uralli
Sayi :11 Yil: 2008 Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim
Anla(ç)ma Baglaminda Konuçmak ve Dinlemek Mustafa Efe ATEÇ Kimileri konuçarak yeni fikirler üretirken, kimileri dinleyerek bunu yapar. Bunlardan hangisinin iyi bir yöntem oldugunu kararlaçtirmak elbette ki kiçinin kendisine has bir karardir. Ancak burada bu karardan daha çok, insana özgü bu iki özelligin, olumlu ve olumsuz yönlerini tartiçacagiz. Konuçarak türetecegimiz fikirler, hitap ettigimiz kiçinin sahip oldugu belirli karakteristik özellikleri incitmeyecek yapilarda çekil bulur. Bununla sözünü etmek istedigim, karçimizdaki kiçiye ya da kiçilere karçi konuçurken, onlarin sahip olmuç oldugu özellikleri (inançlari ya da degerleri) gözetmek zorunda oldugumuzun, bizde istemsiz bir çekilde oluçtugudur. Hiçbir zaman, konuçmaya deger gördügümüz kiçiyi ya da kiçileri saf bir dile tabi tutmayiz. Dilimizi sürekli yontup, ürettigimiz fikirleri bazi zamanlar geriye atip, yalnizca karçi tarafin sinirina kadar olanlari ifade ederiz. Tabi bu kendi kendimize bilinçli olarak yaptigimiz bir engelleme gibi gözükse de çogu zaman bilinçsiz geliçir. Konuçmaya vaktimiz olan tüm insanlari gözümüzün önüne getirip düçünürsek görürüz ki, onlara, mutlaka ya kendimizle ilgili ya da onunla ilgili söyleyecegimiz bir çey vardir ve onu söylememiçizdir. Bu konuçmanin eksik bir yönüdür. Bir diger eksik yön ise, konuçtugumuz tarafin, bizim ile ilgili edinebilecegi olumsuz izlenimlerin önünü kesmektir. O an için, konuçma esnasinda, dilimizin ucuna gelen bir fikir çogu zaman geri itilmiçtir. Kendi fikrimizi gayet iyi bir düzeyde hissettigimiz ya da fikrimize karçi hiçbir yorumda bulunamadigimiz, acaba iyi bir fikir mi, diye sorguladigimiz bir esnada bunu karçi tarafa açiklamaya çekindigimiz zamanlar da bir hayli çoktur. Tüm bunlarla beraber konuçarak taze ve benzersiz fikirler de türetme çansina sahibizdir ama bu yalnizca karçi tarafa iliçkin saglam bir inanç destegine ihtiyaç duyar. Konuçtukça açildigimiz, açikladigimiz, açilabilecegimiz kiçi ya da kiçilere karçi kurulan bir inanç Dinleme ise konuçmaya kiyasla, kiçinin sahip olmuç oldugu daha öznel ve serbest bir alana içaret eder. Çünkü kiçinin konuçulanlari dinlemesi, hiçbir zaman, bir baçka kiçinin ayni konuçulani dinlemesiyle eçdeger degildir. Bir baçka kiçi konuçulanlari kendine ait, hür ve özgür bir zeminin içerisinde bulunan zihin terazisinde tartarken, bir diger kiçi kendi kefelerinde ayni içlemi yapar. Bu koçullarda, anlatilmak istenenin senin anlama yetinle iliçkili oldugu kesindir. Tüm insanliga iliçkin farkli anlama yetileri de, insanlarin neden bir taraftan benzer ama diger taraftan farkli olduklarinin önemli delillerini oluçturur. Bu anlama yetisinin çeçitliligi bize, konuçulani genel anlamda digerleri ile ayni, fakat özel anlamda farkli anlayacagimizi gösterir. Dinlediklerimiz, kendi zihnimizde oluçacak sinirsiz yorumlara yol açtigi için olumlu, öte yandan da baçka kiçilerde farkli yorumlara sebep oldugu için olumsuzluk olasiligi taçir. Çu halde, konuçma ve dinleme yetilerimiz arasinda iliçkilendirebilecegimiz, ilgi çekici bir durum da söz konusudur. Dinleme esnasinda, özgür ve hür bir çekilde gezinirken, konuçma esnasinda tedirgin bir çekilde hapsoluruz. Baçka bir deyiçle, eger dinlemek, kiçilerin sessiz ilerleyiçi ise konuçmak da sesli tutsakliklardir.
Mustafa Efe ATES Mugla Üniversitesi Felsefe Bölümü IV.Sinif :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y10.html 1 -~ 2 18.11.2008 20:34
Sayi :11 Yil: 2008 Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim
!"#!$ !"#!$!& !"#!$!' Nejdet EVREN Içsel ve diçsal olgularin devinim türlerine göre kendilerine bir deger yüklenir. Bu deger olgu ve maddeyi tanimlamaktan farklidir. Olgularin varoluç biçimlerini gözlemleyerek ne olduklarini tanimlamak, onun ayni zamanda ne olmadigini tanimlamak ve anlamaktir. Bu yönü ile eger madde-düçünce diyalektigini esas aliyor isek çunu hemen söyleyebiliriz ki anlamak çeklindeki düçünce zinciri anlama ve anlamdan önceki bir halkayi oluçturur. Öyle ise tartiçmaya anlamak ile baçlamak gerekir düçüncesindeyim. Öz kendinden var olandir ve biçimle sonsuzlaçir. Sonsuzlugun ne oldugunu bilmek, öz-ü anlamak ile baçlar. Anlamak, diç evrendeki tüm öz-lerin ve biçim-lerin nasil var olduklarini, devinimsel yapilarini, neden ve sonuçlarini bilmektir. Bilgi, anlamanin temelini ve alt-yapisini oluçturur. Dogrulanabilir, denetlenebilir ve gözlem ve deney ile yinelenebilir olan bilgi, dayandigi olgunun anlaçilmasini saglar. Anlamak bir öteki yönü ile özneldir. Evrenin sonsuz oldugunu söyledigimizde bunu nesnel ve öznel olarak ifade etmiç oluruz. Öznel anlaminin nesnele yakinlaçmasi öznelin anlama sinirlari ile ilgilidir. Anlamak bu yönü ile gerçegin ta kendisi olmaktan ötededir. Anlamak ile anlama arasinda ince bir çizgi vardir. Anlama, anlam verebilmeyi, irdelemeyi, düçünceyi baçat koçar. Anlama bir yeti degil düçünce halkasinin anlamak için kullanilan bir çabasini anlatir. Anlamak nasil bir çeyi tam olarak bilmek ise anlama da onu bilme çabasi olarak degerlendirilebilir. Öyle ise anlama bir yönü ile kiçisel ve öznel çaba olmaktadir. Anlamak ise bu çabanin sonunda dogru ya da yanliç varilan bir sonuç ve degerlendirme olmaktadir. Anlam, hem anlama ve hem de anlamak tan farkli bir noktaya düçer. Anlam, bir olguya kilif biçmektir. Olguya bir deger ve bir çekil vermektir. Bu yönü ile anlam, düçüncenin olgu karçisinda farklilaçmasi ve degerlendirmesi ile olguya yönelimi olarak karçimiza çikar. Zamani sabite aldigimizda yer çekimine farkli bir anlam, içigi sabite aldigimizda ise kütle çekimine farkli bir anlam yükleriz. Ivmenin kütle çekimi ile eç-degerde oldugunu belirleyen Albert Einsteinin genel ve özel görelilik kuramlari bu açidan Isaac Newton yasalarindan ayrilir, zitlaçirlar. Anlam bir yönü ile bir degeri, degiçebilirligi ifade ediyor ise de diger yandan gerçegin öznel karçisindaki duruçuna ve var olmasina öznelin yakinlaçmasi ile anlamak ile ayni noktaya düçmektedir. Bu çu demektir; anlam yükledigimiz süreçler bizim öznel yaklaçim ve algilarimiz ve anlama ve anlam yüklemelerimizden bagimsiz olarak vardirlar. Anlam yüklemek ve anlama çabalarimiz ise gerçegi anlamak ile örtüçtügünde bir çey ifade edecektir. Anlam, yüklenen olgunun çeçitliligine göre farkli içreklerde algilanabilir, anlaçilip degerlendirilebilir. Örnegin konut dedigimizde bunun içregini, kapsamini, ölçülerini, nicel ve nitel yapisini farkli anlamak mümkün olacaktir. baraka dedigimizde ise siginilan derme çatma bir yerleçke anlaçilacaktir ve çok farkli anlamlar yüklenmeyecektir. Bu açidan anlamin temsil ettigi olgudan bagimsiz olmadigini, sübjektif ve yargi- içermesi nedeniyle de yer ve zamana göre farklilaçtigini söylemek mümkündür. Hemen çunu da belirtmek gerekir ki bir olguya anlam yüklenmemiç olmasi o olgunun anlamsiz oldugunu göstermez ve anlamsiz olarak :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y3.html 1 -~ 2 18.11.2008 20:31 tanimlanmiç olmasi da onun anlamsiz oldugunu göstermez. Bu degerler yalnizca o yer ve zamandaki sosyal iliçkilerin genel geçer tanimlamalaridirlar. Bu yönüyle de anlam ve içinde barindirdigi anlamsiz tanimlamalari sosyal ve tarihsel bir içerige sahiptirler. Olgu ile anlam bu açidan bir-birlerinden göreceli olarak bagsizdirlar. Olgu gözlem ve deney ile anlama çabasi içerisinde önce anlaçilir duruma getirildikten sonra anlamlandirilir ki bu halkalar yek-digerinden koparilmadan gerçekleçir. Olgunun karmaçikliginin onu anlama ve anlamlandirmamizi zorlaçtirmasi bundandir. Yaratici aklin yarattigi soyut kavram ve anlaçilabilir olan anlamsal degerler de temelinde somut olandan yogrularak soyutlaçan kavram ve degerler olup anlaçilabilir, yorumlanip degerlendirilebilir olgulardir. Totemden soyut tanri kavramina geçiç böyledir. Ekim 2008 Küçüksu
Sayi :11 Yil: 2008 Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim
ANLAM, ANLAMA, ANLAMAK Dr. Kemal GÜLDEN Anlamlandirilmamiç olaylar bizi sikintiya sokar. Tamamlanmamiç içler gibidir. Sürekli bilincimize gelerek bizi rahatsiz ederler. Ancak halledilmemiç konulari bir çözüme, bir plana bagladigimizda sikintimiz ve stresimiz kaybolur. Buraya kadar tanidik bildik olmayan bir çey yoktur. Daha yakindan baktigimizda anladigimizda mutlu, anlamadigimizda mutsuz olmakta ve üzülmekte oldugumuzu fark ederiz. Tüm olmak istediklerimiz, hedeflerimiz, yaçamdan beklediklerimiz anlam oluçturmaya eçdegerdir. Neyi, nasil anliyorsak, anladiklarimiza göre gelecegimiz inça olacaktir. Sanki anlamlarimiz bizi yönetmektedirler. Tüm motivasyon ve olumlu duygularimizin anlam oluçturma ile birebir iliçkisi vardir. Bu yönü ile anlamak, bir çeyler yapabilmenin, olumlu duygu üretebilmenin ve üzüntü ve kederlerden, anksiyeteden kurtulabilmenin biricik ve tek yoludur. Tüm yaçamimiz hayatimizda karçimiza çikan olaylari ne kadar anlayip anlamadigina ikincil geliçen motivasyon ve duygulardan oluçmaktadir. Bizi üzen ve sevindiren karçimiza çikan olaylarin iyi veya kötü olmasi degil, bizim olaylari nasil degerlendirdigimize, nasil anladigimiza baglidir! Dolayisi ile yaçam sadece bize baglidir. Herkesin dünyasi kendi kuracagi oluçturacagi anlam temelleri üzerine oturur. Gelecegimizi oluçturdugumuz anlam çemalari yöneteceklerdir. Anlam dünyamiz yaçamimizdir. Ne kadar anlarsak o kadar mutlu, huzurlu, ne kadar az anlarsak o kadar mutsuz olmaktayiz. Anlam ve duygu birbirinden hiç ayrilmayan ikili bir varoluçtur. Duygunun oldugu yerde anlam, anlamin oldugu yerde duygular vardir. Bu ikili varoluçtur. Madalyonun bir tarafi anlam diger tarafi ise duygulardir. Anlam-yaçam özdeçtirler. Beraber yaratilmiçtirlar. Sanki insan dogaya fark etme özelligine eçlik eden anksiyete (kaygi) duygusu ile birakilmiç ve bundan kurtulabilmek için eline sadece anlayabilme yetenegi verilmiçtir. Karçimiza çikan yeni olaylari fark edip anladikça sikintilarimiz kaybolmakta anlamadigimiz zaman ise huzursuz olmaktayiz. Yaçamda neler yapacagimizi hep sahip oldugumuz anlam çemalari belirlemektedir. Insan yaçami her çeyi ile doguçtan getirdikleri ve üstüne ekledigi anlam çemalari zemininde geliçen etkinliklerdir. Her türlü isteklerimiz altta yatan anlam çemalarimiza göre oluçmaktadir. Ruhsal ve sosyal yaçamimizda karçimiza çikan olaylari nasil ve ne kadar anladigimiza göre oluçur. Dogal motivasyonlarimiz, dürtülerimiz de temelde dogal anlamlarimiza dayanir. Bu anlamlar genetik kodlarimizda yazilidir. Yaçam anlam temellidir. Tüm motivasyon ve duygular anlam çemalarina göre oluçmaktadir. Anlam faaliyetimiz, anlamlarimiz bize çok kompleks ve çeçitli anlama biçimlerimiz varmiç gibi görünür. Aslinda anlamlarimiz farkinda olma yetenegimiz sayesinde, iki farkli çey arasindaki oluçturdugumuz mukayese sonuçlaridir. Biz fark etme yetenegimizle yaptigimiz mukayese etme içlemini, anlama özelliklerimizden biri oldugunu saniriz. Halbuki yeni bir çeyi fark ederek eskisi ile mukayese etmekten baçka türlü bir anlam oluçturabilme biçimimiz yoktur. Bu anlamanin en primer tarifidir. Anlamanin böyle elemanter biçimde incelenmesi, kendimizi ve çevremizi, sosyal siyasal, :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y4.html 1 -~ 14 18.11.2008 20:28 ekonomik, her bakimdan anlamamizi mümkün kilacaktir. Anlama aslinda tek bir süreç olmasina karçin, bir sürü farkli görünümlere sahiptir. 1. Anlama hep bilinen bir basamaktan baçlar. Bilinen basamak daha evvelden yine anlama süreçleriyle bilinen hale getirdigimiz bilinmeyenlerdir. Anlama faaliyeti basitçe iki basamakli bir mukayese içlemidir. Bize göre bilinenle daha az bilinen arasindaki iliçkidir. Bilinen basamaga göre daha az bilineni fark ederek baçlar. Bilinenden bilinmeyene bir yönelim gibidir. Mukayese sürecinde iki çeyin birbiri ile benzerliginin yaninda farkliliklari bir arada degerlendirilir. Benzer basamaklar birleçtirilerek ortak bir bilinenler kümesi oluçturulur. Çok benzerlikten az benzerlige bir siralama yapilir. Biz genellikle mukayese içlemi sirasinda bilincimizdeki bilinen basamagi fark edemeyiz. Bu basamak daha evvelden bilincimizde yine anlama süreçleri sonucu oluçmuç görece bilinen bir basamaktir. Bu basamak bir ön kabul gibidir. Bu ön kabule göre benzerlik ve farkliliklarla iliçki kurabiliyoruz. Bilineni, referansi olmayan bir anlama faaliyeti mümkün görünmemektedir. Bilinen ve daha az bilinen çeklinde iki farkli basamak bir anlam çifti oluçturur.(Íkili varoluç) Anlama süreci bu basamaklar arasi benzerlikler arasinda içlemektedir. Benzerlik artarken anlama süreci kolaylaçmakta benzemezlik artarsa anlama süreci zorlaçmaktadir. Anlam eylemi göreceli olarak daha çok bildigimiz bir basamaktan bilinmeyene dogru yönlenir. Bilinmeyenle baglanti kurar. Bilinmeyen basamak bilinenle ortak kisimlari olan ve ayni zamanda farkliligi olan anlamindadir. Birbirinin ayni olan iki çeyi de anlayamayiz. Yine birbirinden tamamen ayri olan iki çeyi de anlayamayiz. Her yeni olayi önceden bir bilinene göre anlariz. Bilinmeyeni bilinenler cinsinden degerlendiririz. Bilinmeyen içinde bizim bilinenimize benzerlikler araçtirilir. Sonuçta her ikisi içinde ortak bir degerler kümesine ulaçilir. Anlama süreci nihayetinde iki farkliligi ortak bir benzer paydada buluçturur. Anlam tamamlanirken ikinci basamaktaki benzer kisimlar birinciyle eçleçir. Bu eçleçmenin amaci ikinci basamagi birinci basamaga benzer yapmaktir. Bu eçleçme az bir benzerlikten daha fazla benzerlige ve nihayet ayniliga gitmek isteyen spektral bir görünüm çizer. Iki basamak arasinda benzerlik ve farklilik iliçkisi vardir. Daha dogru bir deyiçle çok benzerlerin yaninda daha az benzerlikler bir aradadir. Anlama sürecine tüm bilincimizle katilmayiz. Çüphesiz birinci basamakla ikinci basamak arasinda iliçki sirasinda birinci basamakta, ikinciyle örtüçmeyen kisimlar bulunabilir. Içte bu kisimlar içleme alinmaz ve diçlanir. Bu diçsallaçma olmadan anlama süreci baçlamaz. En kuvvetli bilinen-bilinmeyen iliçkisi kurulur. Bir diger ifade ile o anda anlam basamagi olarak kullanilmayanlar diçsallaçmiç olurlar. 2. Anlama ikili (göreli) var oluçtur. Anlam hep ikili yapiya sahiptir. Tek basamak anlamsizdir. Anladigimiz her çey iki basamaklidir. En basit anlama birbirine bagli bir dipoldür. Bilinçli mukayese içlemi iki basamaktir. Tek basamakta mukayese olamayacagi için anlama süreci baçlayamaz. Biz genellikle tek kutuplu konuçmamiza ragmen, söyledigimiz her çeyin dayandigi bir alt basamak hep vardir. Bu zemin basamagi pek konuçulmaz. Zemin önceden tamamlanmiç bir anlamdir. Anlama sürecinin bilinenidir. Anlamlar elemanter olarak hep ikili iliçkiler çeklindedir. Her anlam bir baçka anlama bagli oldugundan, hiçbir çey kendi kendine anlamli degildir. Yani mutlak anlam yoktur. Üstelik anlama yetenegimiz tekillik içinde çaliçmamaktadir. Bu yüzden mutlak anlam arayiçi gereksizdir. Hiçbir anlam basamagi digerinden ayricalikli degildir. Bu tarifleri yaparken bile, anlattigimizla, kendimiz arasinda bir bag kurmaktayiz. Anlamin ikili yapisi degiçmemektedir. Yine insan konuçurken, sürekli bir alttaki kendisi ile bir ikili iliçki içinde olmaktadir. Ínsan hep kendine anlatir. Anlama süreçlerinin, konuçmanin bilineni bilinçdiçidir. Anlama ve konuçma bilinçdiçi ile birlikte çaliçir. (Íkili varoluç) Einsteinin ifade ettigi gibi bir asansörün içinde düçen bir insan hareket ettigini anlayamaz. Insan anlayabilmesi için iki basamak gerekli olup asansör içi durumda basamak sayisi bire inmiçtir. Anlamsizlik oluçmuçtur. Anlamak bilinenden bilinmeyene olup iki basagi gerektiren bir içlemdir. Esasen Einsteinin özel görelilik kurami anlama yetenegimizin fiziki evrendeki görünümüdür. (Bu konu baçka bir makalede incelenmiçtir.) Bilinen ve bilinmeyen basamaklar eçdeger basamaklardir. Eçdeger yapilmak istenen basamaklardir. :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y4.html 2 -~ 14 18.11.2008 20:28 Anlamanin oluçabilmesi için hep hazir bir basamak oldugu için Bizim akli süreçlerimiz bu gerçegi taklit eder. Bir anlamda akli süreçlerin gayesi yeni anlama süreçleri için sürekli ön kabul, bilinen, biriktirir. Bu biriktirdigimiz ön kabulleri baçka bilinmeyenleri anlayabilmek için kullaniriz. Tüm bildiklerimiz ön kabul içlevi görürler. Anlamanin bilinen basamagi her zaman verili olmak zorundadir. Tüm tarifler aslinda hep bir aralik içinde verilmelidir. Aralik bir baç ve sonu ihtiva eder.(ikili varoluç) Tamamlanmiç anlamlarda baç ve son birleçir, anlamsizlaçir. Tekillik olur. Anlama yetenegimizin ikili oluçu her çeyi bir baçka çeyle eçleçtirmeyi zorunlu hale getirir. Bir bilinenler dizgesine göre anlariz. Konuçurken de altta yatan bir anlam dizgesine göre konuçuruz. Örnegin kendimizi anlamak için yine bu ikili prensibe uyariz. Yoksa sadece kendimiz diçindakileri anlardik Ancak kendimizi de istedigimiz çekilde ikiye bölerek ve bu ikili üzerinde bir döngü ile her tarafimizi inceleyebiliriz. Yine konuçma ve düçünme primer olarak kendimizden bir parçayi incelemektir. Öncelikle kendi içimizde bir diyalog yaratiriz. Sonra bu veri çifti ile çevremizle baglanti kurariz. Ínsan her türlü diç eyleminde önce kendini anlar. Yine ayni anda ikiden fazla çeyi de birbirleriyle ayni anda mukayese edemeyiz. Anlama süreci primer olarak ikilidir. Mukayese içlemine rasgele bir ikili içinde de baçlayamayiz. Mutlaka kendimize göre daha çok bildigimiz basamaktan baçlariz. Önce bir bilineni bilinmeyene bize benzeyenle baglariz. Bu baglama bir anlamdir. Sonra bu ikiliyi bir basamak sayarak diger bilinmeyen bir baçka basamakla mukayese ederiz. Bu süreçler hep ikili olarak var olurlar. Anlamlarimiz iki basamakli olup, her ikili bir anlam birimi teçkil eder. Anlama yetenegimiz degiçtirilemez olup, insan ancak böyle anlayabilmektedir. Biz bir çeylere göre anlariz. Yaçam da böyledir. Her çey bir baçka bir çeye göre vardir. Yaçamda ikilidir. Motivasyonlarimizda da böyledir. Anlam ve duygu dünyamiz da bir ikili varoluçtur. Anlamsizliga anksiyete (kaygi) anlam oluçturma süreçlerine de olumlu duygular eçlik eder. (Bir baçka makalede incelenmiçtir.) Mutluluklarimizda böyledir. Herkesin beraber üzülmesi, sevinmesi mümkün degildir. Herkesi eçitleyen, aynilaçtiran yaçamlar yoktur. Yaçamdaki tüm kavgalar, rekabetler, savaçlar, kiskançliklar, anlaçmazliklar bu göreli var oluçlari ihdas etmek içindir. Hep ayni pozisyonda, durumda kalan insan cani sikilir ve kendi kendiyle kavga eder. Insanlar, her çey kendi farkliligini korumaga çaliçir. Herkesin ayni fikre sahip olmasini saglamak giderek zorlaçmaktadir. Yine çok kizdigimiz, öfkelendigimiz çeyler ve olaylar bize çok benzeyen veya bizim yapma egiliminde oldugumuz çeylerdir. Bunlari bir çekilde bizden ayirmamiz, bizimle fark yaratmamiz gerekir. Sürekli ahlaktan bahsedenler kendi ahlaksizliklarindan kurtulmaya çaliçirlar! Fark yaratmak için çogu zaman ölümüne kavgalar, müsabakalar, savaçlar yapariz. Tüm mücadelelerin amaci fark yaratmak içindir. Insan eçitligi anlayamaz ve yaçayamaz. Iki anlam basamaginin birbirinden çok uzaklaçtiginda, benzerlik kayboldugundan mukayese yetenegimiz yine kaybolur. Biz anlamsizligi iki defa yaçariz. Bir iki çey birbirine tam benzediginde, bu durumda ikili varoluç ortadan kalkiyor. Ikincisi ile iki çey birbirinden çok uzaklaçtiginda da anlamsiz oluruz. Her iki durumda ikili varoluçta ve mukayese ortadan kalkiyor. Anlamsizlik oluçur. Sevdiklerimiz çok uzaklara gittigimizde üzülürüz ve iç içe yaçamaktan da o oranda sikiliriz! Anlam belli bir aralikta geçerlidir. Açiri yakinlik ve uzaklik ayni anlamda olup, anlamsizdir. Bebek ve anne intrauterin hayatta bir süre sonra sikilir. Sanilanlarin aksine dogum bir travma olmayip bebek ve anne için istekli bir olaydir. Açiri yakinlaçma mutlaka bozulmalidir. Bir çeyin anlamini bir baçka çeye göre anlayabilmemizin önemli sonuçlari olur. O halde ayni olayi degiçik anlam seviyelerinden baktigimizda degiçik görünmelidir. Dolayisi ile ayni olay da yoktur. Sadece benim yeni bir olayi anlamak için kullandigim bilinen basamakla eç zamanlidir. Yukarida biraz bahsettigim gibi. Örnegin aç iken yemegin tadi baçka olacak, çekerli bir gida alimindan sonra, aci bir kahvenin tadi baçka olacaktir. Yine, degiçik konum ve hizlardan ayni bir olaya bakildiginda farkli degerler algilanacak ve ölçülecektir. Dolayisi ile herkesin acisi tatlisi, zaman algisi, kendine göre olacaktir. Bu farkliliklar anlamin bilinen basamagi ile bilinmeyeni benzerleçtikçe ayni degerler ortaya çikacaktir. Bizim kendi bilincimizin amaci sürekli benzerlikler yaratarak evreni de hep ayni görmege çaliçiriz. Kendisi ve çevresi ile bariçik yaçayan birisi, çüphesiz böyle yaçamayana göre daha az zaman ve oksijen tüketecek ve baçkalarina göre daha uzun yaçayacaktir. Yine, bir insan kendine göre zamanin nasil geçtigini anlayamaz. Bu insanin zamanini baçkasi anlar. Bizde aslinda baçkasinin zamanini anlayabiliriz. Hakikaten derin düçündügümüz :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y4.html 3 -~ 14 18.11.2008 20:28 zamanlarda, ne kadar zaman geçtigini anlayamayiz. Baçkalarina göre çok zaman geçmesine ragmen, saate göre çok zaman geçmesine ragmen bize göre hiç geçmemiçtir sanki. Mutlak dogru, gerçeklik de olmaz. Her çey bir çeylere göre vardir. Mutlaklik anlama sinirinin diçina çikar. Biz olaylari o andaki anlam durumuza göre anlayabiliyorsak, bir baçka zamanda ayni olayi baçka türlü degerlendirecegiz demektir. Çünkü bilincimizde sürekli degiçmektedir. Yine ayni olayi baçka kiçilerde degiçik degerlendireceklerdir. Sogugu, sicagi, ekçiyi, tatliyi, zamani sürekli olarak içinde bulundugumuz ruhsal duruma göre anlayabilecegiz. Hiç kimse bir rengi, örnegin yeçili ayni çekilde göremeyecektir. Yine, ayni kiçi bugün gördügü yeçili yarin baçka tonlarda görecektir! Hakikaten hep ayni sicaklikta içtigimiz kahve, çay, bize bazen normal, bazen çok sicak gelecektir. Canimizin çok istedigi durumlarda, ne sicagi ne de sogugu tam olarak algilayabiliriz. Sicak ve soguk çeyler bize normalmiç gibi gelir. Her olay bir duruma göre anlaçilabilir. Çok sevdigimiz, takdir ettigimiz bir kiçi hakkinda, en küçük bir anlam degiçikliginde nefret eder duruma geliriz! Insanin anlama sürecinin baçlayabilmesi için birbirinden farkli en az iki basamaga sahip olmasi ve bu basamaklardan birinin bizim için bilinen, çatiçmasiz olma geregi, bizim anlayabilmemiz ve yaçayabilmemiz için yaradiliçla anlam getirmek zorunda oldugumuz sonucunu getirmektedir. Yaradiliç pasiftir ve yaratani vardir. Her anlam ürünü ikili olarak vardir. Tekil anlam olmaz. Anlamanin göreli karakteri, hepimizin bildigi gibi, her çeyin bir sebebi olmasini gerektirir. Bu çikarimlar günlük yaçamimiza ve sagduyumuza uygundur. Hiçbir çey kendi içinden tam olarak anlaçilmaz. Kendilik tekil bir durum olup, anlamin oluçumu için insan kendisine kendinin diçindan bakmalidir! Insan vatan hasretini, vatanindayken anlamaz. Ancak yurt diçina çiktiginda anlar. Ayrilik olmadan özlem olmaz. Güzel motivasyon ve duygular için ayrilik çarttir. Anlama özelligimiz yaçamdan ayri degildir. Yaçam anlama yetenegimize uygun davranir. Varoluç kendi diçinda en az bir baglanti içerir. Anlamak yaçam demektir. Yaçamda hep bir ikili varoluçtur. Bir çeyleri yaparken hep baçka bir çey için yapariz. Bu baçka bir çey bizim bilinenimizdir Bazen bu ikili arasindaki bag kopar ve çizofrenik yaçamlar ve görünümler oluçur. Yalniz birakilan her çey ölür. Eroinman issiz bir adaya birakilsa eroin krizi geçiremez. Akçama kadar yemek yemeyecegini bilen kiçi acikmaz. Çünkü yemekle arasi akçama kadar kesilmiçtir. Oruçta insanlar daha az acikirlar. Hapishanelerde tecrit edilen insanlar kisa zamanda ölürler. Insan yalniz yaçayamaz. Kadin erkek beraberligi ve evlilik müessesesi, yaçamin en önemli anlamlarindandir. Ikili olarak çok kuvvetli anlamlardir. Bu anlam gerçekleçmez ise yaçamda büyük sorunlar olur. Sonradan görecegiz, yaçamimizin sosyal ve siyasal kurumlari hep derin anlam ikilileri üstüne inça olacaktir. Insan rasyonel olarak, fark ettigini fark ederek yaçar. Sadece fark etmek anlamsizdir. Fark ettigini fark etmek de vazgeçilmez ikili varoluçtur. Birisi varsa digeri de vardir. Fark ettigini fark etmek rasyonalitenin baçlangicidir. 3. Anlamlandirma süreçleri hep kendimizden baçlar. Çevreyle ilgili her türlü degerlendirmede kendimizi referans aliriz. Kendimizi bilinen kabul ederiz. Buradan hareketle çevreyi anlamaga çaliçiriz. Çevrenin bize benzemesini, bizi onaylamasini isteriz. Anlam, ancak çevrenin bizi onaylamasiyla anlam tamamlanmiç olur. Arabanizla süratli bir çekilde yol alirken kendimizi referans kabul ettigimizden bir önceki konumuza göre ne kadar ileri gittiysek, tüm yol ve yol kenarindaki cisimler, agaçlar ve evler bize o kadar yaklaçirlar. Bu yüzden hareket yönündeki cisimler bize geliyor gibi görünür. Yine bir yerden, örnegin bir gemi ile kiyidan uzaklaçan kiçiler kiyinin gemiden uzaklaçtigini görürler. Aslinda biz onlardan uzaklaçiyoruz. Ínsan kendisine çevresinden bakar. Çevre hep bizi onaylar. Anlam böyle tamamlanir. Eylemle anlamak arasinda ters bir iliçki vardir. Örnegin bir çeye yaklaçirken karçi tarafin bize gelmesi gibi Bir çeyden uzaklaçirken karçi tarafin uzaklaçmasi gibi. Biz hareketleri primer olarak çevrenin bize yaklaçip, uzaklaçmasi olarak anliyoruz. Biz kendi hareketlerimizi biz hareket etmemize ragmen, bizim hareket yönümüze göre cisimlerin bize yaklaçmasi uzaklaçmasi olarak çeklinde algilayabiliriz Çünkü mutlaka mukayese edilecek bir yer olmalidir. Biz kendi hareketimizi anlayamayiz. Bu yüzden biz hareketli oldugumuzda hareket yönümüzdeki her çey bize gelir ve aksi yöndeki her çey bizden uzaklaçir. Çünkü biz kendi hareketimizi bir baçka çeye göre anladigimizdan hareket ettigimiz kadar çevre bize gelir veya gider. Ayrica primer olarak öncelikle hizi degil sadece mesafe farkliliklarini anlayabiliriz. Mesafe uzuyorsa oradan uzaklaçiyoruz, kisaliyorsa yakinlaçiyoruz demektir. Hiz algisi segonder bir :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y4.html 4 -~ 14 18.11.2008 20:28 anlamadir. 4. Anlama bilinen bir çatiçmasiz basamaktan baçlar. Tüm anlama süreçleri tekil çatiçmasiz bir anlam basamagindan baçlar. Bu da yetmez. Bu anlam basamaginin içinde ikincide olmayan bir çey de olmamalidir. Bu olmayan kisim diçsallaçtirilir. Yoksa anlama süreci baçlayamaz. Göreceli olarak, önceden bilinen bir basamaktan baçlamak zorundayiz. Eger bu basamak çatiçmali ise yeni bir anlama faaliyeti baçlayamaz. Çatiçmali demek henüz bu zeminde anlam faaliyeti devam etmektedir. Farkinda olma yetenegimiz bu çatiçmali basamakta kalir ve onu anlama çevirmeye çaliçir. Veya kendine saglam baçka bir basamak arar. Anlama için kullanilacak basamak tekil ve çatiçmasiz olmalidir. Ikili karakteri olmamalidir. Yekpare bütün bir zemin olmalidir. Anlama süreci böyle tekil bir basamaktan bilinmeyen basamaga dogru yönlenir. Bilinmeyen degiçiklik anlamindadir. Bilinen basamak anlama sürecinin ön kabulüdür. Süreç karçisina çikani bu ön kabule göre degerlendirecektir. Degerlendirmenin de ötesinde her türlü yaçamsal etkinlikleri de önceden belirli olacaktir. Insan bir ön kabul olmayinca düçünemez ve bir eylem yapamaz. Çevremizi ön kabullerimize göre anlariz. Bu manada çevrede görecelidir. Anlamlarimiza göre yaratilir. Kimse için mutlak çevre yoktur. Halkin sagduyusuna içleyen bir atasözü vardir. <<Kiçi kendinden bilir içi >> Bu söz de çevremizde ne görüyorsak, nasil tanimliyorsak, kendimizin de gördüklerimize ve yaptigimiz tanimlara uydugumuzu ifade eder. Insan çevresini kendi seçer. Göreceli çevre vardir. Oluçturulan çevre vardir. Her eylemin özgürlük alani altta yatan anlamla sinirlanmiçtir. Ön kabulle sinirlanmiçtir. Her türlü problemi çözerken, bir eyleme karar verirken, düçünürken, hep, mutlaka bir tekil, bilinen bir zeminden baçlamak zorundayiz. Aksi halde anlama sürecimiz veya hiçbir motivasyonumuz baçlayamaz ve sikintidan çatlariz. Derin anlam seviyelerine gidildikçe, anlamlar bir birine benzemege baçlar ve bazen bu seviyelerde yanliç zeminlere basariz. Buradan hareketle oluçturacagimiz anlam çemalari ilginç sonuçlar üretebilir. Insanlarin ayni konularda bile farkli görüçlere sahip olmalarinin temelinde bu farkli anlam basamaklari yatar. Hiçbir çey düçünmedigimizi zannettigimiz durumlarda bile bu derin anlam basamaklari üzerinde duruyoruz. Bu basamaklar her hangi bir sebeple çatiçmali ve yetersiz oldugunda ruh halimiz hemen degiçir. Maalesef bu basamaklari etkileyen faktörleri bilinçli farkindaligimizla yakalamamiz mümkün olmadigindan biz hep sonuçlari olumlu veya olumsuz duygular çeklinde yaçariz. Hissiyatimiz anlam örgümüze baglidir. Ama tamamlanmiç, hissiyat yaratan anlamlar bilinçli degildir. Hepimiz aslinda yaçamimiza devam ederken bir esas, bilinen zemine otururuz ve her türlü motivasyonlarimiz bu zeminden kaynaklanir. Çogumuz kendi zeminlerimizin ne oldugunu bilemeyiz. Kimimiz, zenginliginin üstüne, kimileri, mesleki bilgisine, fiziksel güzelligine, zekâsina, sosyal statüsüne, arkadaçliklari vs. üzerine oturur. Yaçamin dengeli devami için böyle zeminlere hepimizin ihtiyaci vardir. Ortalama zemin çatiçmali olursa bir sürü ruhsal bozukluklar baçlar. Insan kendisine saglam bir zemin bulmalidir. Insanin anlamak için bir bilinen basamaga ihtiyaci olmasinin önemli sonuçlari vardir. Insanin ruhsal yapisinin da bir baçlangiç bilineni olmalidir. Bu bilinen de benligimizin anlam yapisidir. Ben ve benlik duygulari insanin en çok bildigi en kudretli anlam ve duygulardir. Onun için her sözümüze <<Ben>> sözcügü ile baçlariz. Aslinda benlik içinde bizi ilerde yönetecek tüm anlam ve degerlerin kode edilmiç biçimleri yatmaktadir. Bu manada <<Ben>> insanin yaradiliçla getirdigi en kudretli anlam örgüsüdür. Her hangi bir çatiçma veya engelle karçilaçtigimizda veya anlamsiz kaldigimizda geri çekilerek bu ben anlamina yaslanip tekrar yaçamin içine motive oluruz. Ben içindeki kode anlamlar zaman içinde açilip saçilarak yaçamimizi belirlemektedirler. Açilip saçilma çevrede benzerini, nihayetinde ikizini bulma anlamindadir. Insanin herhangi bir anlam ve eylem için, baçlangiç anlamlarina sahip olmasi geregi onu yaradiliç anlamini bulmaya götürür. Kendini yaratan ve yaçatan anlami arar. Bu arayiç insani tanri ve din kavramina götürür. Bu en derin anlam arayiçi insanligi dinler çatiçmasina götürecektir. Aslinda bu savaç bilinçdiçi olarak sürekli vardir. Ancak bir gün rasyonel olarak da ortaya çikacaktir. . Günümüzde bazi rasyonel emareler vardir. 5. Anlama benzerlik iliçkisidir. Benzetme sürecidir. Anlama çift basamakli bir olay olup, içinde bilinen ve bilinmeyen iki fark edilebilir basamak ihtiva eder. Bilinmeyen basamak da rastgele olamaz. Içinde mutlaka bilinen bir çeyler vardir. Birinci ile ikinci arasinda ortak bir çeyler vardir. Benzerlikler vardir. Anladim dedigimizde bir :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y4.html 5 -~ 14 18.11.2008 20:28 benzerlik kurulmuçtur. Farklilik ve benzerlik iliçkileri anlamlarimizdir. Bir anlam oluçtugunda iki basamak çok benzerlerden az benzerlere dogru eçleçir. Basamaklar çok katli olarak içlev görür. Az benzerler farkliliklari oluçtururlar. Çok benzerligin sonu ayniliktir. Bu noktaya hiç ulaçilmaz. Imkânsizdir. Her hangi bir kiçiye veya bir çeye kizdigimizda veya sevindigimizde aslinda kendimize kizar ve seviniriz. Bu nasil olur? Bizim diçimizdaki bir çeyi anlayabilmemiz için onun benzerinin bizde olmasi gerekir. Anlama olayi benzerlik iliçkisidir. Aksi halde anlayamayiz. Eger anliyorsak o bilgi bizim bilincimizdedir. Kizabilmek için ise bizim diçimizdaki bilginin bizimki ile benzer ayni olmasi gerekir. Bir bakima, insan yaçaminda hep bildiklerini arar. Benzerlerini arar. Içimizde kötülük varsa, kötülügü, iyilik varsa, iyiligi arariz. . Baçimiza gelen hadiselerin sebebi sanildiginin aksine diç nedenlere bagli olmayip, kendi anlamlarimizin ürettigi motivasyonlara baglidir. Motivasyonlar bizim arayiçlarimizdir. Anlama kabiliyetimiz bilinenden, biraz farkli benzerine yönelik oldugundan kimsenin baçina istemedigi bir olayin gelmesi mümkün degildir! Biz hep istedigimiz yerlere gideriz. Bizi yönlendiren anlamlar bilinç diçi, daha evvelden biline anlamlardir. Bu derin bilinç diçi anlamlar bizi yönetirler. Yöneten anlamlarin bilinç diçi oluçu, bizim karçimiza çikan olaylari tesadüfler olarak degerlendirmemize neden olur. Böyle degerlendirme dogru degildir. Insan sadece isteklerine gidebilir. Kendimizle ne kadar bariçik isek, çevremizle ancak o kadar bariçik olabiliriz. Çevremizi kendimize göre anladigimizdan, bilincimizde saglam anlamlar olmadiginda çevremize de yanliç anlariz. Yanliç anlama bir sürü çatiçmalara sebep olur. Kendisi ile bariçik olmayan çevresi ile de bariçik degildir. Benzerler bir arada bulunur. Hakikaten baçimiza bir felaket geldiginde veya güzel çeyler geldiginde benzeri hemen dibimizdedir. Kötü bir olayla karçilaçtigimizda daha kötüleri baçimiza gelebilir. Kötü bir olay baçimiza geldiginde Allahim beterinden koru deriz. Bu derin anlamlar halkin sagduyusuna içlenmiçtir. Bu daha kötü olaylarin hemen yani baçimizda oluçunu ima eder. Çok daha fazla dikkatli olmak gerekir. Daha kötü ne olabilir ki? denmemelidir. Kötü bir olayi kötü olaylar takip eder. Benzer bir sürü felaketler ilave olur. Bu gerçekler halkin sagduyusuna içlemiçtir. <<Felaketler üst üste gelir, Para parayi çeker, Körle yatan çaçi kalkar, Bana arkadaçini çöyle sana kim oldugunu söyleyeyim, Anasina bak kizini al. Allah beterinden saklasin vs. >> Bu örnekler saymakla bitmez. Buradan çikan önemli sonuç evrendeki her türlü fiziki, sosyal, siyasi yapilarin hep anlama yetenegimizin içleyiç yasalarina, bilincimizi yöneten yasalara simetrik davrandigidir. Anlamak farkliliklari ortadan kaldirmak ve her çeyi birbirine benzetmek anksiyeteden kurtulmak demek olup, insanin ve evrendeki her türlü hareketin amaci budur. Dolayisi ile düçünce eylemi gibi diger sosyal, fiziki, siyasal eylemler de birer anlamdirlar. Hepsinin amaci farkliliklari ortadan kaldirip, birlige, teklige ulaçmaktir. Bu süreç büyük benzerlikler ve çatiçmalarla beraber yürüyecektir. Eçlerin birbirlerine olan sevgisi temel anlam basamaklarindaki uyuma, benzerlige dayanir. Daha dogru bir ifade ile eçler arasindaki sevgiyi bu anlam benzerligi oluçturur. Bir sürü evlilik, beraberlik vardir ki, eçler temel basamaklarda anlaçamamiç olmakla beraber, maddiyat, egitim, kültür, kariyer, gelenekler vs, gibi nedenlerle evlenirler. Ama ömür boyu mutsuz olurlar. Hele sevgi oluçturamayan kadin ise bu evlilikler çok çatiçmali geçer ve günümüzün ortaminda mutlaka ayrilikla sonlanir. Çünkü bu beraberliklerin zemini ortak degildir. Bilinen basamagi yoktur veya zayiftir. Alt tarafi ayrik olan beraberliklerde akil almaz sebeplerden, incir çekirdegini doldurmayan konulardan çiddetli çatiçmalar çikar ve yaçam iki kiçi içinde zindan olur. Sevgiyi unutan bu çiftler birbirinden saygi dilenir hale gelir! Çünkü yaçamimizdaki tüm anlam oluçturma ve motivasyon süreçlerini baçlangiçtaki temel anlamlarimiz belirler Bir anlamda insan bilincindeki tüm anlamlarina evrende bir karçilik bulmaga ve onlari bir bilincindekilere eçitlemege çaliçir. Ínsan çevresi ile benzerlik iliçkisi içinde anlamlidir. Anlamanin amaci bilincini evrenle her bakimdan simetrik yapmaktir. Insan dogdugunda bilinci ile evren asimetriktir. Bu asimetri insanin çevresine, yaçamin içine kuvvetli olarak motivasyonuna sebep olur. Yillar geçtikçe, insan ögrendikçe bu asimetri azalir ve sonunda ona benzeyerek yaçami sona erer. Yaçam bir anlamda diçimizdaki evrene benzeme faaliyetidir. Benzerlik tamamlandiginda ölüm kaçinilmazdir. Bu dünyada yapacak bir çeyleri kalmayanlar hemen ölürler. Çünkü onlar her çeyi bilirler ! Anlamanin temeli olan iki basamak birbirine ne kadar çok benzerse anlamlar o kadar kuvvetli olmakta ve iki basamak arasindaki ilgi de çok çiddetlenmektedir. Insan en çok kendine :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y4.html 6 -~ 14 18.11.2008 20:28 benzer! Hakikaten kendi resimlerimize, videolarimiza bakip, seyretmeye bayiliriz. Aynanin karçisinda en hoç dakikalarimizi geçiririz. Çocuklarimizi her çeyden çok severiz. Bu olaylardaki benzerlik çok katli ve derin benzerlikler olup, çok kuvvetli olumlu duygular oluçtururlar. Bu benzerlikler çok kuvvetli olumlu duygular üretirken, benzerligin bozulmasi bizi fevkalade üzer. Bu yüzden kendimize ve yakinlarimiza yapilacak her türlü bozucu etkiye (Benzerligi bozucu !) çok kuvvetle direnç gösteririz. Örnegin vücudumuza batan en küçük yabanci cisim fena halde canimizi yakar. Vücudumuzun tümü yaradiliçla getirdigimiz, dogal benzerlikler kümesidir. Anlamlar kümesidir. 6. Anlama bir nedensellik iliçkisidir. Dikkat edildiginde, bilinenle bilinmeyenin birbirine baglandigi bu anlam ikilisi, bir benzerlik iliçkisi idi. Çimdi bu benzerlik iliçkisinden baçka bir önemli kavramin doguçunu görecegiz. Íkinci basamagin anlaçilmasinin nedeni, benzerlik iliçkisinden dolayi, birinci, bilinen basamak oldugundan, bu iliçki ayni zamanda bir nedensellik iliçkisidir. Ikinci basamagin anlaçilmasinin sebebi ve belirleyeni birinci basamaktir. Ikinci basamak birinciye göre, bildiklerimize göre çekillenmektedir. Nedensellik iliçkisi anlama sürecinin temel bir görünümüdür. Bu olayin sebebi, nedir dedigimizde, aslinda biz bir anlama süreci içindeki bilinen basamagi arariz. Olayi meydana getiren basamagi veya olayin anlaçilmasini saglayan basamagi arariz. Bunu buldugumuza nasil karar veririz ? Bilinmeyeni bilinenle test ederek ona benzeterek buluruz. Nedensellik iliçkisi iki basamak arasinda birbirinin benzeri olan kisimlarla saglanir. Nedensellik çok kuvvetli anlamlara yaklaçirken ve anlamsizlaçirken kaybolur. Baçlangiç ve sonda nedensellik kaybolur. Anlam kaybolur. Çok yakin ve çok uzak anlamsizdir. Bir döngüde baç ve son ayni noktadir. Insan çok yakini ve çok uzagi anlayamaz Anlama süreci yeni olaylarin içinde önceden elde ettigimiz anlamlari arama olayidir. Anlama sürecinin baçlayip devam edebilmesi için karçimiza çikan olaylarin içinde önceden bildigimiz çeyler olmalidir. Aksi halde anlama sürecine devam edilemez. Ikinci basamagin içinde birincisinden bir çeyler olmalidir. Bu yüzden her tamamlanmiç anlam içinde kendini doguran bir önceki anlama sahip olup, bu eski anlam yeni anlamin varolma nedenidir. Íçte bir anlamin oluçabilmesi için yeni anlamla eski anlam arasindaki bu zorunlu iliçki nedensellik iliçkisi çekline görünür. Anlamak göreceli bir olaydir. Bir ilk anlam olmasaydi yeni anlam olmayacakti. Ilk anlamin ve sonuç bir arada bulunurlar. Bu böyle olmak zorundadir. Çünkü yeni bir anlam bizim önceki anlamlarimiza benzemezse hemen anksiyete oluçur. Anlam süreci durur. Dolayisi ile yeni bir anlam oluçturma sürecinde bilinen basamakla bilinmeyen basamak arasinda olmasi gereken minimal benzerlik yüzünden ve her türlü anlam oluçturma olayinin bilincimizdeki tüm önceki kayitlara bagli olarak gerçekleçmesi, her olayin gerideki basamaklara ve basamaklar toplamina bagli oldugu gerçegini ortaya koymaktadir. Rasgele anlam oluçturmak mümkün degildir. Nedensellik iliçkisi anlamlarimiza, yeni benzer bir anlam ilave etmeyi zorunlu kilmaktadir. Tüm anlamlarimizi birbirine benzetmek ve birbirine benzer anlamlarimizin sayisini artirarak ve aralarindaki farkliliklari azaltarak çatiçmadan kurtulmaktir. Bilincimizin bütünlügünü saglamaktir. Bu baglamda, insan yaçamda hep bildiklerinin benzerini arar. Her açamada, bildiklerine benzer bir anlam ekler. Bu eklenti var olan anlamlarini biraz degiçtirir. Bu degiçen anlam zincirinin ürettigi motivasyonla, yeni bir benzerine yönelirken, yine kendisi için hep bilinen basamaktan hareket etmiç olur. Her yeni anlam ilavesinde sevinir, mutlu olur, ben yaptim, ben baçardim der. Hâlbuki her yapacagi yeni bir çey bilincinin bir önceki haline baglidir. Bilincin ilk halleri de kendisine hazir olarak yaradiliçla verilmiçtir. 7. Anlamak <<Ben ve öteki >> arasindaki bir iliçkidir. Bizim anlama yetenegimiz pek hoç olmasa da ben ve öteki olayidir. Ben ve öteki hep bir aradadir. Anlam yetenegimiz digeri olmadan kendini anlayamaz. Ben ve öteki ikili varoluçtur. Anlam bir çeyi bir digeri ile mukayese süreçleri içinde oluçmaktadir. Anlamak için gerekli olan iki basamagin bilineni birincisi Ben basamagi digeri ise ötekidir. Bilinen basamak, benle özdeçleçirken, bilinmeyen basamak ise öteki ile özdeçleçmektedir Ötekinin içinde ben aranmaktadir. Bunun daha derin anlami vardir. Ben öteki içinde belirdiginde anlam oluçmaktadir. Bu da benin öteki tarafindan onaylandigini, anlatir. Aslinda onaylanan miktarini anlatir. Isterki, öteki tüm varligi ile beni onaylasin. Onun onaylamadigi farkli bir kismi olmasin. Ben ötekinin onayini çiddetle ister Varoluçunu öteki vasitasi ile hissetmektedir. Insan bir olguyu anlayabilmek için önce çevresi ile olguyu ayiracak sonra da bunun içinde ne var diyerek öncelikle ikiye bölecektir. Yine her çartta ben ve öteki oluçacaktir. :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y4.html 7 -~ 14 18.11.2008 20:28 Anlam oluçtukça Ben ve Öteki arasindaki benzerlik artar. Dostluklar artar. Ortakliklar artar. Ancak ne kadar iyi anlarsak anlayalim, rasyonel yaçamdaki her türlü iliçkinin içinde ben ve öteki olgulari hiç kaybolmaz. Ben ve öteki akil yürütmenin bir geregidir. Yaçam da böyle içler. Ben ve öteki olmadiginda akil durur. Iki çeyin birbirine benzemesi tekillik yaratir ve anlamsizlik üretir. Insan tekilligi anlayamaz. Insanin kendi kendine yaptigi düçünce süreçleri de ben ve öteki iliçkisini muhafaza eder. Fark bir taraf ben olurken diger taraf daha az bendir. Çok sevdigimiz asla vazgeçemeyecegimiz degerlerimizin yaninda daha az deger verdigimiz anlamlarimiz vardir. Bunlar öteki olurlar. Çok iyi bildigimiz çeyler ben, daha az bildigimiz çeyler ötekidir. Ben, kavrami bir spektrumdur. Daha çok benden daha az bene dogru giden bir süreç. Insan anlarken önce kendinden bir parçayi kendinden uzaklaçtirir. Anlama süreçleri Ben in her açamasinda yabancilaçmayla devam eder. 8. Anlamak gidiç dönüç iki yönlüdür. Anlama sürecimiz bir gidiç geliçli seyahattir. Bir döngüdür. Her seferinde baçladigi yere dönmek ister. Bir anlam oluçma sürecini yakindan inceledigimizde, yeni bir olay karçisinda farkinda olma yetenegimiz bir bilinen basamaktan baçlamakta ve kendi bilinmeyenine ugradiktan sonra tekrar geriye dönmektedir. Esasen, anlam oluçturma sürecinde, bilinen basamakla bilinmeyen arasindaki benzerlik tam olarak halledilememektedir. Bilinenle bilinmeyenin asimetrikligi devam etmektedir. Anlam oluçturma asimetriktir. Bu asimetri anlama sürecinin anahtaridir. En kuvvetli anlamlarimiz bile bir miktar asimetriktir. Tam simetri bir ideal olup, insanin amacidir. Mutlak bilgiye eçdegerdir. Anlamsizdir. Anlama bilinenden bilinmeyene ve buradan tekrar baçlangiçtaki bilinene dönen bir tur döngüdür. Tam bir simetrinin olabilmesi için bu iki basamagin birbirine yanaçmasi ve tam benzer olmasidir. Bu durumda da mukayese edilecek hiç bir çey kalmaz ve tekillik oluçur. Bu oluçum sürecine çok kuvvetli olumlu duygular eçlik eder. Çok kuvvetli duygular yaçanirken anlam ve bilinçlilik kaybolur. Farkinda olma yetenegi kaybolur. Anlam tamamlaninca da farkinda olma yetenegi ve anksiyete süratle geri gelir. Anlam kuvvetlenirken, mukayesenin kaybolmasi ve iki basamagin birbirine benzemesi, tekilleçmesi ve oluçan anksiyete daha geriye, bilinenlere dogru seyahati engeller. Anlama süreci kuvvetlenirken kendini durdurur. Bu yüzden hiçbir süreç geriye dogru içleyemez. Örnegin, kirilan bir bardak tekrar birleçmez. Bir baçka ifade ile biz bir çeyi anlarken bir irrasyonel kökten baçlariz ve sonra rasyonele geliriz. Oradan yine irrasyonele döneriz. Dolayisi ile her bilinmeyen bir irrasyonel köke indirgenir Anlam bu indirgemedir. Irrasyonel basamak, bilinçliligin çaliçmadigi, artik bu basamakta bilinçli anlamanin gerekmedigi anlamindadir. Bir diger ifade ile bilinçlilige gelemeyen anlamindadir. Geri dönüçü olmayan bir anlam seyahati henüz tamamlanmamiçtir. Insan yaçami böyle tamamlanmamiç bir sürece tekabül eder. 9. Anlamak, anlamsizliga ulaçmak ister. Iki farkli çeyin birbirinden ayirt edilmeyerek bir olarak görünmesi süreci insanin anlama faaliyetinin ulaçmak istedigi noktadir. Farkliliklarin kaybolmasi anlamanin amacidir. Böylece bilincimizdeki tüm anlamlar birleçecek ve total tekil ve anksiyetesi olmayan mutlak bir anlama ulaçilacaktir. Ancak böyle bir tekillikte anlam rasyonalite, görelilik yoktur. Anlama süreçleri boyunca göreceli iliçkiler mutlak bir tekillige indirgenmek istenir. Tekillikler en kuvvetli ikili benzerliklerdir. Her çey birbirinin aynidir. Anlama sürecinin ulaçmak istedigi durumdur. Dikkatli bakildiginda anlama süreci aslinda anlamsizlaçtirma sürecidir. Bir diger ifade ile mutlak anlam imkânsizdir. Çünkü bu noktada anlamak ortadan kalkmaktadir. Hiçbir çey istedigimizin aynisi olamaz. Hiçbir istegimize tam olarak kavuçamayiz. Her zaman bir eksiklik yoksunluk hissedilecektir. Bu eksiklik anlama yeteneginin yapisindan kaynaklanir. Ancak anlamin tamamlanmasini hemen akabinde anksiyetemiz tekrar baçlamaktadir. Çünkü tekil basamakta mukayese edebilme olanagi ortadan kalkmaktadir. Insan tekilligi hiç anlamamakta ve herhangi bir tekillik karçisinda anksiyeteye bogulmaktadir. (Anlamsizlik anksiyete temel bir ikili varoluç biçimidir.) Tamamlanmiç anlamlar tamamlanirken güzel duygular, tamamlandiktan sonra ise anksiyete oluçturmaktadirlar. Anlama süreci bir tekillik oluçturdugunda, bu tekil basamak bir baçka anlama sürecinin bilinen basamagi olmaktadir. Biz her anlama sürecinde böyle bir tekilligi yaratmak isteriz. Yine her türlü inça sürecinde böyle bir tekillikten baçlariz. Bu anlama döngüleri ardi sira birbirine eklenerek devam eder. Tekillik yaratamazsak yeni anlama süreçlerine baçlayamayiz. :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y4.html 8 -~ 14 18.11.2008 20:28 Taksitle bir mal aldigimizi düçünelim. Burada bir taraf borçlu, bir taraf alacaklidir. Aliçveriçteki taksit sayisini on iki olarak düçünelim. Bu taksit sayisi oluçturulacak anlam zincirindeki alt anlam basamaklarini göstersin. Ilk taksit ödendiginde birinci basamaktaki anlam tamamlanmiç olur. Bu basamakta borçlu ile alacakli birbirinden ayirt edilemez. Ikisi de birbirinin aynisi olmuçtur. Bu tekil bir anlamdir ve iki farklilik bir tane olmuçtur. Sira ikinci basamaga gelmiçtir. Böylece her basamakta anlam tamamlanarak tüm anlam tamamlanir ve bu sürecin alacaklisi ve borçlusu ayirt edilemez. Alacakli borçluyu, borçlu alacakliyi düçünemez. Burada her taksit ödendiginde ödemeye olan motivasyon, yani anlamin tamamlanmasina olan istek artar. Borç bittiginde anlam serisi tamamlanmiç olur. Ancak bu anlama borç ödeme sürecinin baçlayabilmesi için yerine getirilmesi gereken bir baçka önemli çart vardir. Bu ödeme olayinin baçlangiçta ortak bir basamagi olmasi gerekir. Aksi halde bu borç ödemeye baçlanilamaz. Bu yerine göre karçilikli güven, (eski devirlerde) verilen sözler, yerine göre borçlunun alacakliya verdigi çek senet ve teminatlar, kefillerdir. Bu teminatlar alacakla borcu birbirine eçitler. Alacak ve borç birbirinden ayirt edilmez. 10. Anlamak kesintili bir sürekliliktir. Insan kesintisiz sürekliligi rasyonel olarak anlayamamaktadir ve farkinda olma yetenegimiz süreklilikleri öncelikle ikiye bölmektedir. Mukayese edilebilir parçalara ayirmaktadir. Sürekli bir hareketi insan anlayamaz. Dolayisi ile bir sürekli hareketi insan gözleyebiliyor ve anliyorsa bu hareket kesintili parçalarin ardi sira birbirine farkli birbirine eklenmesinden oluçmalidir. Tüm sürekli görünen hareketler içinde daha küçük ölçekte hareket parçalari barindirir. Buradan önemli bir sonuç çikar. Sürekli hareketler sonlu küçük hareketlerden oluçuyorsa, madde bir yok oluyor sonra biraz farkla yeni konumda tekrar ortaya çikiyor olmasi gerekir. Süreklilik yoktur. Zaten anlayabilmemiz için de birbirleriyle mukayese edilebilir en az iki parça olmalidir. Birbirinden ayirt edilebilir olmalidir. Tüm hareketler içindeki parçalarin birbirleriyle ikili mukayesesinin ardi sira yapilmasi ile anlaçilir. Biz ilk durumla ikincisini mukayese ederek hareket algisini oluçtururuz. Bu sinema filmlerinin aslinda birbirinden biraz farkli karelerinin ardi sira bir araya getirildiginde oluçan harekete benzer. Hareketi oluçturmak için baçka bir yol yoktur. Hareketler kesintili sürekliliktir. Onun için hareketi de anlamlandirirken, ayirt edilebilir en az iki basamaga bölmeliyiz. Hareketi hareketli sözcügü ile tarif etmek aslinda, göreli hareketsizlikle hareketli arasinda bir bag kurmak içlemi, bir mukayese içlemidir. Bununla da kalamayiz. Hizli daha hizli yavaç gibi kavramlari türetiriz. Bu otomobil saatte 120 Km hizla gidiyor dedigimizde esasen hareket hem degiçiyor hem de devam ediyordur. Biz gidiçati sabitlemiç oluyoruz. Yine hareketi gözlerken varligin mekân degiçimlerini de fikse ederiz ve sabit kavramlarla ifade ederiz. Süreklilikleri hep fark edilir sabit basamaklara ayiririz. Mesela seyahatimiz Ankara'da sonlaniyor deriz. Bir hareketi anlayabilmek için mutlaka bilinen bir basamaga ihtiyacimiz oldugundan, hareketi anlamlandirirken bir baçlangiç noktasi bulmaliyiz. Üstelik tam bir anlam oluçabilmesi için bilinen basamagin hizi sifir olmalidir. Iki hareketli olayi insan anlayamaz. Bunu anlayabilmek için bir tanesini sifir yapmak zorundadir. Bunun için onun hizina ulaçilir. Anlamanin amaci iki farkli basamagi birbirine yeterince birleçtirmektir. Aslinda anlam süreci bir seyahat olup bir önceki konuma göre degiçiklik yaparak ilerler. Biz bu sürece bakarak, süreci analiz ederken anlamlar birbirine benzer olmalidir. Çu demektir Bu sürekliligi her hangi bir yerinden kesersek birbirine benzer iki basamak oluçur. Bu anlaçilir bir çeydir. Kesintilidir. Anlaçilmasi bitmiç olan çey süreklidir. Ikili yapi kaybolmuçtur. Tamamlanmiç anlamlarda kesinti minimaldir. Tamamlanmiç anlamlar süreklidir. Mutlak anlam her yere süreklidir. Anlama yetisi sadece iki varligi mukayese edebilmek olan insan, dolayisi ile karçisina çikan her çeyi birbirleriyle mukayese edilebilen ikili parçalara ayiracaktir. Burada ilginç olan bu mukayese olayinin insanin kendi bilincinde olmasi gerekir. Bir diç mukayese içlemi bilincimize nasil girecektir? Anlama kurali geregi, bir diç farkindalik öncelikle bilincimizde kendine benzer bir anlam basamagi bulmalidir. Kesintili sürekliligi saglamak gerekecektir. Bulunan basamak bizim için bilinen basamak olup, bu basamakla yeni basamak, bilinenden bilinmeyene bir anlam faaliyetine girecek ve bir anlam birimi oluçacaktir. Artik bu basamak da bilinen bir basamak olacaktir. Sonra diger basamakta kendine bilincimizde bir benzer anlam basamagi bulacaktir. Bu anlamda tamamlandiktan sonra, ilk oluçturulan anlam ve bu ikinci oluçturulan anlam birimleri birbirleriyle yine yönü daha çok bilinenden bilinmeyene olmak kaydi ile yeni bir anlam faaliyetine girecekler ve bunun sonucunda anlama süreci tamamlanacaktir. Dikkat edildiginde yeni oluçturulan anlamin her iki basamagi da evvelden oluçturulan anlamlari ihtiva eden yeni bir anlam birimi oluçacaktir. Anlamlar süreklidir. Anlamak iki farkli basamagin birbirine benzeyen kisimlarini bulmaga ve onlari tam olarak benzetmege çaliçir. Mutlaka mukayese edilen basamaklar arasinda birbirine benzer kisimlar olmalidir. :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y4.html 9 -~ 14 18.11.2008 20:28 Insan kesintisiz sürekliligi anlayamamaktadir. Hareketten, süreklilikten rahatsizligimiz bize sayi kavramina ulaçtirir. Süreklilikleri bir sürü parçalara ayiririz. Bu parçalari birbirleriyle mukayese ederiz. . 0, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 20, 100, . çeklinde süreklilikleri böleriz. Bu bölmeler bile bize yetmeyebilir ve kesirli sayi kavramlarina ulaçiriz. Süreklilik bizim için anksiyete nedenidir anlam faaliyetimize konu degildir. Ama sayi dogrusu üzerinde en küçük araligi bile istediginiz kadar bölünüz yine bölünecek yer kalacaktir. Insan anlamlarinin kuvvetlenmesi demek bir araligi daha küçük araliklara bölmek ve ince farkliliklar arasinda bag kurabilmek demektir. Insanin dogal sayilardan sonra kesirli sayilari bulmasi da anksiyete den kurtulma istegi ile olmuçtur. Sayi sayarken uzun süre devam edemeyiz. Anksiyete bizi bir yerde durdurur ve kafamiz kariçir tekrar baça döneriz. Çünkü kesintili de olsa sayi saymaga devam etmek bir göreceli süreklilik yaratir. Insan için kesintili olmayan bir anlama veya yaçam süreci yoktur. Örnegin herhangi bir konuda acele ettigimizde baçimiza bir sürü istenmeyen olay gelir. Yine öfke ile kalktigimizda bir sürü hatali hareketler yapariz. Çok kolay kazandigimizda bu kazançlar bir çekilde bizi terk ederler Akilli insanlar toplumlar, her çeylerini her adim da düçünerek yaparlar. Çok sabirlidirlar. Sabir edebilmek akil içidir. Bu gerçekler sagduyumuza içlemiçtir. Acele içe çeytan kariçir, öfke ile kalkan zararla oturur, çok para haramsiz, çok söz yalansiz olmaz gibi. Yaçam ancak kesintili bir süreklilige müsaade etmektedir. Kesinti araliklarinin çok yaklaçmasi, iki basamagin birbirine çok yaklaçmasi veya birbirinden çok uzaklaçmasi da, her ikisi kesintili sürekliligi bozar. Iki cambaz bir ipte oynamaz. Gözden irak gönülden irak gibi, Çok kuvvetli rekabetler, kuvvetli düçmanliklar hep çok yakinliktan dogar. Akrabalar ve kardeçler, kuzenler arasi kavgalar çok kuvvetlidir, vs. Modern yaçamin rekabeti bu aynilaçmadaki çatiçmadir. Insan ne en sonda olmali ne de en önde, her iki halde de yaçam kisa olur veya olmaz. Ayni sonucu verir. Dikkat edildiginde anlamlarin kesintili sürekliligi, kesintili yaçam sürekliligine eçdegerdir. Güçlü toplumlar, çirketler, muhtelif fiziki, sosyal ve siyasal yapilar, hep böyle geçmiçe dogru bir süreklilik çizerler. Dünyada güçlü çirketler en az yüz yillik tarihe sahiptirler. Yine bir sosyal yapinin gelecege devam edilebilmesi için uzun bir geçmiçi olmalidir. Eger geçmiçten gelen süreklilik bazi yerlerde kirilmalara ugrarsa böyle bir yapi artik yaçama çansi bulamaz. Her yeni eski ile mutlaka baglarini muhafaza etmelidir. Bu yüzden yaçamda hiçbir devrim baçarili olmaz ve en sonunda yikilir. Yaçam ancak küçük küçük ardi sira degiçikliklere müsaade eder. 11. Anlama bir bakima her çeye bir baçlangiç bulmak köken bulmak demektir. Anlama süreci sirasinda bilinmeyen içinde bilinen bulunurken her iki basamak için ortak bir zemin oluçturulur. Yani her iki basamagin zemini ortaktir. Kökleri aynidir. Baçlangici beraber olan ve sonra farklilaçan olan ayri süreçler. Anlamak için farkliliklari ortak bir kökte birleçtiririz. Sevmek varsa sevilmek de vardir. Sevmek varsa sevilmekten hoçlanmayan yapi olmaz. Sevme ile sevilmenin kökü ortaktir. Sevmeyen sevilmeyi de anlayamayacaktir. Anlamak herhangi bir çeyi hep bilinene, geçmiçte bir çeylere baglamaktir. Neticede bir baçlangica baglamaktir. Dolayisi ile bugün olan bir olayin geçmiçin devami oldugunu ve geçmiçle benzerligi oldugunu ortaya koymaktir. Her çeye bir kök bulmaktir. Bu süreç geçmiçe bir sürekliliktir. Her eylem kendisini baçlangici ile test eder. Ona döner. Anlamlar sürekli kendini test eder. Bir anlam oluçturma süreci bilinenle bilinmeyeni baglarken aslinda bir saglama yapilir. Bilinmeyen bilinenle test edilir. Yani her türlü motivasyon baçlangiç noktasina geri gelir. Biz bir çeyleri anladim dedigimizde hep bir olayi bir baçlangica baglariz. Tüm anlama süreçleri bir çeyin içinde geçmiçi bulur. Sürekliligi saglar. Bu yüzden insan anlayabilmesi ve yaçayabilmesi için yaçama hazir anlamlarla gelmelidir. Her türlü deprem tahminleri, insan ve sosyal egilimler, gelecege ait öngörüler hep geçmiçe bakilarak ortaya konur. Gelecegi geçmiçle benzerlik iliçkisi içinde kurariz. Her türlü gelecegin baçlangici geçmiçtir. Ön kabulü geçmiçtir. Kökler, dallar, yapraklardan önce gelir ve onlarin baçlangicidir. Anlama süreçleri daha önceden oluçturulmuç anlamlarla benzerlik yapmaktadir. Bir anlamda her adimda kendini test etmektedir. Yapilan her çey bir baçlangiç durumu ile benzerlik içinde olmakta ve bu benzerlik ne kadar fazla ise anlamanin kudreti artmaktadir. Anlam birimlerinin sürekliligi artmakta, kesintililigi azalmaktadir. Yaptigimiz her çey bilincimizde önceden var olan bir çeye benzemelidir. Anladim dedigimizde yeni bir olay içinde eskiden bildigimiz bir çeyi bulmuç oluyoruz. Anlama sürecine baçlarken en bildigimiz bir basamaktan :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y4.html 10 -~ 14 18.11.2008 20:28 baçliyoruz. Dönüçte de bildigimize geri dönüyoruz. Yani sanki bilinmeyen içinde önceden bildiklerimizi buluyoruz. Bu yüzden insanin yaptigi tüm anlam oluçturma süreçleri akil faaliyetinin sona erdigi, anlamin tamamlandigi bir temel basamaga, bir ön kabule ihtiyaç duyar. Yaçam geçmiçi, tarihe sahip olmakla varolur. Geçmiçine sahip olmayan kisa sürede kaybolur. Yaçam geçmiçi biraz degiçikle tekrar var etmektir. Gelecegin hemen hepsi geçmiçtir. Isteyen geçmiçle gelecegi birleçtirebilir. Bu yeni kavram ve tanimlarin günlük yaçamimiza izdüçümleri çok anlamlidir. Örnegin bilinç yapimizda, kurgumuzda en küçük yalan söylesek, bundan sonra yapacagimiz her çeyin içine anlam ve davraniç süreçlerine bu yalan dâhil olacaktir. Tüm kurgularin içine bu yalan girecektir. Bu benzerlik iliçkisi her basamakta bir öncekinden biraz daha farkli, dolayisi ile daha az benzer olacaktir. Bu da bir baçlangiç durumunda var olan bir ayriligin büyüyerek devam edecegini gösterir. Yalancinin mumu yatsiya kadar yanar sözü çok dogru görünüyor. Yine örnegin. Bir kari koca arasinda bir problem varsa, bu problem ömür boyu kapanmadan devam edecektir. Huylu huyundan hiç vazgeçmeyecektir. Her eylem kendisini sürekli bir baçlangiç durumu ile test etmelidir. Ona uymalidir. Yalanci her adimda, her eylemde mutlaka yalan söylemelidir. Çünkü zeminde yalan vardir. Biz bilinen bir çeyin benzerini ararken, aslinda, bilinmeyen bir çeyi bilinen bir çeyle eçleçtiririz. Yani ona bir baçlangiç buluruz. Bilinen çeyler hep bilinmeyen çeylerden öncedir. Benzerlik iliçkisi, bizim bilinmeyenimizin bilinen bir çeye baglar. Bilinmeyenin bu bilinenden geldigini ima eder. Anlamak bir çeye kök bulmaktir. Sonra bu buldugumuz köke baçka kökler. Ona baçka kökler Bu süreç böyle geriye dogru bir anlam izi oluçturur. Hakikaten her çeyin nedenlerini araçtirirken aslinda öncelikle olaylarin baçlangicini ve nerede nasil oldugunu araçtirirken o olayin tarihini araçtiririz. Tarih bilinci, yaçamin anlami, hep bizi bir ortak yaradiliç basamagina götürür. Anlamak insanin kendisinin ve geçmiçinin anlamini bulmakla eçdegerdir. Nedensellik iliçkisinden baktigimizda, bir çeyin nedeni, onun nedeni çeklinde baçlayan süreç anlamanin nereden geldigimizi bulmayla ayni oldugunu düçündürür. Yine benzerlik iliçkisinin en konsantre hali, her çeyin birbirine benzedigi bir baçlangiç halinde bulunur. Anlama süreci geriye dogru içler. Anladiklarimizi uygulamak ise ileriye dogru içler. Örnegin son zamanlarda ülkemizde geçmiçimize ait incelemeler çok revaçtadir. Osmanli tarihi cumhuriyetin tarihi ile ilgili yayinlar büyük ilgi görmektedir. Bunun sebebi günümüzü anlamak için geçmiçe gitmek geregidir Arkeloji degerinden hiç bir çey kaybetmemiçtir. Sonra bu faaliyetlerden anlaçilanlar ileriye dogru inça edilecektir. Dogru anlama geriye gidip oradan tekrar ayni yere gelmek gibidir. Baçka bir anlam biçimi de yoktur. Öklid geometrisi tamamlanmiç mutlak anlamlari verir. Yaçam ise anlaçilmaya muhtaçtir ve anlaçilincaya kadar bir sürü içlem yapilir. Bu anlaçilma içlemlerin fizik dünyadaki karçiliklari Einsteinin özel ve genel görelilik kuramlaridir. Akil toplumlarinda, müzeler, eski eserler, sanat eserleri, çok büyük dikkatle korunurlar. Akil yönünden kisitli ve engelli topluluklarda genellikle geçmiçin yagma edildigini görürüz. Yine kiçilerle, çevremizle olan çatiçmalarimizda, anlatirken karçi taraf çöyle yapti veya onun çu özelligi olayi, kavgayi baçlatti çeklinde temel ve tekil bir basamaktan baçlayarak anlamlarimizi oluçturmaya baçlariz. Çatiçmanin muhatabi da kendine göre bir zemin, bilinen tekil bir basamak bulur ve anlam faaliyetine bizim aleyhimize devam eder. Böyle çatiçmalar sürer gider. Ancak iki taraf için ortak bir tekil zemin bulunabilirse bu, iki taraf için ayni olan basamaktan hareket ederek diger farkli degerlendirmeler de süratle aynilaçtirilir ve anlama süreci tamamlanir. Bu anlam çatiçan iki taraf için ortak olup, kavga da sona erer. Farkli görünseler de yaçamdaki tüm olaylar anlam oluçturmaktan ibarettir. Tüm motivasyonlarimiz tamamlanmiç tekil bir anlam basamagindan baçlamalidir. Anlama süreci tüm ruhsal ve sosyal yaçamimizin temelidir. Ruhsal etkinlikler anlam zemininde geliçirler. Örnegin, göçebe topluluklar yerleçik düzene geçmedikçe modern anlamda ilerleme ve geliçme gösterememiçlerdir. Bu da yerleçik düzendir. Ilerlemek için öncelikle bilinen bir basamaga ihtiyaç vardir. Allaha çükürler olsun. Sözü de temel bir anlami tamamlamak gibidir. Ílk kök nedir? Onu anlamak mümkün degil ve gerek de yok. Rasyonalizm ilk kökü dikkate almaz. Bunun bize faydasi anlama yetenegimiz ile sürekli kökler, baçlangiçlar :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y4.html 11 -~ 14 18.11.2008 20:28 yaratiriz. Taklit ederiz. 12. Anlama ikili bir diyalog çeklinde içler. Sanki bilinmeyen basamakla bilinen basamak konuçur gibidir. Tüm düçüncelerimizin böyle bir diyalogsal yapisi vardir. Insan kendi kendine düçünürken de sanki içinde iki kiçi vardir. Ancak bunlardan birisi bize daha tanidik, bildik digeri ise bira daha yabancidir. Zaten anlama sürecini devam ettiren bu asimetridir. Bilinenden daha az bilinene dogru bir yönelim. Oradan da tekrar bilinene dogru yönelim Bir döngü Sanki biriyle konuçuyor gibi düçünür insan Bir çey söylersiniz birisi size bir çey söyler gibi. Bir çey söyleyenin sizi sürekli onayladigini ve onaylayacak hareketlerde bulundugunu görürsünüz. Içte bu onaylayan öznenin nesnesidir. Nesnenin özneyi onayidir. Ikili varoluçtur. Özne ile nesne bir diyalog içindedir. Örnegin bir problemi çözerken, böyle yaparsak yanliç olur çünkü çurasi bozulur dedigimizde, böyle yapan da, çurasi bozulur diyen de ayni kiçinin farkli görünümleri gibidir. Diyalogun yönü bilinenden bilinmeyene dogrudur. Bilinmeyen bir çey söyler, ona bilinen basamak cevap verir. Her söyledigimiz söz ikililer, diyaloglar olarak vardir. Anlama süreci ilerlerken ise ikili karakter o oranda ikizleçir. Anlam kudreti arttikça sanki tekil bir anlam faaliyeti gibi olur. Süreç ilerlerken anlamin diyalog karakteri kaybolur. Diyalog çeklinde içleyiç kaybolurken bilinçli düçünce, rasyonalizm kaybolur ve anlama faaliyeti bilinç diçi olarak devam eder. Otistik olarak devam eder. 13. Anlama sürecine duygular eçlik eder. Anlamsizlikliga anksiyete duygusu eçlik ederken, anlama süreci ile olumlu duygularimiz arasinda da kuvvetli iliçkiler vardir. Anladigimizda anksiyete duygusu kaybolurken, yerine bizi rahatlatan, huzur veren anlama bilme duygusu çeklinde ifade edilebilen özel bir duyguya ulaçiriz. Íçte her türlü anlama sürecinin sonunda oluçan bu duyguya primer eminlik duygusu ismini verecegim. Primer eminlik duygusu, bir ruhsal süreç tamamlandiginda, anlam oluçtugunda ilk oluçan duygu insana bu iç tamamdir hissi veren bir duygudur. <<Bu iç tamamdir>> dedigimizde hissettigimiz duygudur ve bize huzur verir. Tamamlanan anlam ne kadar saglamsa oluçan emin olma, bilme duygusu da o kadar kuvvetli olmaktadir. (Anlam ve duygu süreçleri bir baçka makalede incelenmiçtir.) Anlam-duygu birlikteligi ikili varoluçtur. Nerede anlam var, orada duygu vardir. Anlam seyahatine duygu seyahati eçlik eder. 14. Vücut davraniçlarimiz anlama süreçlerimizin devamidir. Hiç kimse mutlak çekeri ve eti yagi zevkle yiyemez. Bunlari bir baçka çeyle kariçtirarak yer. Tek baçina olan çeyler anlamsizdir. Yaçamsal degildir. Tüm lezzetli yiyecekler ikilidir. Örnegin en temel gidalardan olan karbonhidratlar yagla kariçtiginda, baklava, börek çikolata, her türlü pasta ve çekerlemeler hep içinde yag ve karbon hidrat içerirler. Etin kesinlikle yaglisi daha lezzetlidir. Vücut böyle sentetik maddeleri yemekten çok zevk alir. Bunun anlam cinsinden karçiligi aslinda bir kariçimi elemanterize etme zevkidir. Bir kök bulmaktir. Bu elemanterizasyonun yönü bilinenden bilinmeyene dogrudur. Öncelikle lezzetli bir pastanin önce sentetik tadi alinir sonra daha elemanter tadlar aranir. Böyle bir kariçimin bilineni karbonhidratlar, çekerlerdir. Her türlü alkollü, alkolsüz içkiler hep bir kariçimdir. Insan susuz yapamaz, bir denge durumunda ilk tercihi degildir. Çogunlukla suyu baçka gidalarla beraber olarak aliriz. Sindirim bir çeçit anlama olayidir. Hakikaten sindirim olayinin sonunda, elemanterizasyon sonunda, karbonhidrat ve yaglar en basit yapi taçlarina indirgenirler. Glikoz ve yag asitlerine indirgenirler. Bunlar da sonunda kreps siklusu denilen bir biyokimyasal döngü içinde asetil koenzim A 'ya dönüçürler. Sonra daha elemanter olan su ve CO2 ye kadar indirgenirler. Anlam oluçturma ve vücudumuzun içleyiçi simetrik özellikler gösterir. Insan vücudu bilincimize simetrik olarak yapilanmiç bir sürü katmanlardan oluçur. Bu yüzden bilincimizde oluçan bir olay havuzda yayilan su dalgalari gibi, vücudumuzda kendini gösterir. Bilincimizle vücudumuzun davraniçlari da ayni çekilde, ayni kurallara tabidir. Vücudumuzun algilari ve davraniçlari da hep bilinenden bilinmeyene göre olacak, en temel bilinenin de beynimiz ve daha geride bilincimiz olacaktir. Yine bilinç seviyesinde, bilinmeyenden kaçma davraniçina, tüm vücudumuz, organlariyla, dokulariyla, hücreleriyle ayni çekilde simetrik olarak cevap verir. Bilmedigimiz bir olayla veya ortamla karçilaçtigimizda, ilk evvela gözlerimizi, sonra kafamizi baçka tarafa çeviririz. Eger anlamsizlik devam ediyorsa bu ortam ve varliklardan uzaklaçiriz. Ínsanin vücut yapilanmasi, bilinç yapilanmasi ile aynidir. (Íkili varoluç) Sanki insan vücudu ile düçünür gibidir. Yani vücudunun bir kismini herhangi bir kismini kaybeden insanin düçünce tipi de degiçir. Yemek yedikten sonra ve öncesi farkli olur. Burada kast edilen doygunluk ve açlik hissi degildir. :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y4.html 12 -~ 14 18.11.2008 20:28 Her bir yeni olayin içine, daha önceden edindigimiz anlam ve degerlerimizi beraberinde götürürüz. Böylece insan daha evvelden hiç bilmedigi olaylara rasgele yönelemeyecektir. Ve motive olamayacaktir. Anlama süreci önceden bilinenlere göre bir yönü olan aktivitedir. Buradan çok önemli bir sonuç çikar. Ínsan yaradiliçla mutlaka anlam getirmelidir. Çünkü insanin anlama yetenegi her açamada bilinen, hazir bir basamaga gerek duymaktadir. Bebek ilk evvela kendisini çevreyle bir bütün olarak algilar. Sonra ise kendisini ve çevreyi ayirir. Sonra kendi organlarini algilar. Kendine yabancilaçtirir. Sonra her yabancilaçan kontrol edilir. Tüm organlarini kullanir hale gelir. 15. Anlama süreçlerimiz otistik ve rasyonel olarak iki katlidir. Anlamanin ilk kismi bilinçsizce gerçekleçir. Kendiligindendir. Rasyonel anlama süreci bu kendiliginden sürecin devami çeklindedir. Biz öncelikle bilinçsizce anlariz. Sonradan ne anladigimizi ifade ederiz. Söz ve konuçma anlaçilmiç olani ifade etmek gibidir. Burada otistik anlama kavrami, bilinçsizce gerçekleçen önsel anlama yetenegimiz için kullanilmaktadir. Anlamanin mutlaka daha önceden bilinen basamaklardan baçlama zorunlulugu yeni bir olayi anlarken önceden oluçmuç ve bilinç diçi olmuç tamamlanmiç anlamlara gitmemizi gerektirir. Anlama faaliyetinin bilinçsiz ve bilinçli olmak çeklinde iki kismi vardir. Bilinçsiz kisim tamamlanmadan ikinci kisim baçlayamaz. Bilinç diçi kisim anlama sürecinin bilineninin, nedenini, kökünü, ifade eder. Bu yönü ile anlama süreçleri bilinç öncesi ve sonraki rasyonel kisimlari olarak iki katlidir. Bilinçsiz olarak baçlayan anlama süreci belli bir noktadan sonra bilinçli hale gelir. Aslinda ayni sürecin devamidir. Evrimin belli bir açamasinda insanda bilinçlilik devreye girmiçtir. Bir olayin bilinçli olarak ifade edildiginden çok önce o olay baçlamiçtir. Anlama sürecinin bu otistik kismi çok önemlidir. Örnegin tüm bilgilerimizin muhafazasi otistik anlama faaliyetine eçdegerdir. Tüm bilgilerimiz dinamik, otistik anlama süreçleridir. Anlamanin bu primer kismi otomatiktir ve bilinç öncesi gerçekleçir. Her rasyonel, bilinçli anlama sürecinin bir ön hazirlik kismi vardir. Rasyonel süreçler bilinçdiçi süreçlere bagli olarak ortaya çikarlar. Bu anlamda insan iradesi de büyük oranda pasiftir. Yok gibidir! Bilinçsiz olarak baçlar bilinçli olarak devam ederiz. Rasyonel düçünce daha baçtan ipoteklidir. Bilinç öncesi anlama süreci durdurulamaz. Yani ben karçima çikan olaylari anlamayacagim diyemeyiz. Sadece rasyonalite kismini bir miktar engelleyebiliriz. Ama o da bir süre sonra tekrar bilince gelir. Bilinçli anlama süreci bilinç öncesi anlama sürecinin devami oldugundan bu süreç olmadan rasyonel anlama süreci baçlayamaz. Düçünce özgürlügü ve egitim ögretim haklarinin engellenemeyecegine dair söylemlerin dayanagini bu kendiliginden otomatik anlama yetenegidir. Insan düçünmemeyi beceremez. Anlamanin otistik kisminin varliginin anlamanin benzerlik iliçkisi ile yakindan iliçkisi vardir. Otistik alanda açiri benzerlik iliçkisi hâkimdir. Yine rasyonalitenin temeli olan, iki çey arasindaki farkin anlaçilabilmesi için öncelikle bu farkliligin benzer kisimlarini eçleçtiren bir otistik sürecin tamamlanmasi gerekir. Ancak bu süreç tamamlandiktan sonra farklari anlayabiliriz. Bilinçliligi baçlatabiliriz. Söz dünyamizi baçlatabiliriz. Bizim otistik anlamlarimiza ters düçen ayrik bir söz dünyasi yoktur. Insan otistik olarak her çeyi anlar. Bu anlamda insan evrende her yerle ve her çeyle iliçki kurar. Bilinçli olarak ise daha az yerle iliçki kurar. Rasyonel dünya mutlak olmayip yaratilandir. Otistik malzeme kullanir. Otistik olarak sonsuzluk varken bilinçli olarak, rasyonel sonlu yaçamlar vardir. Rasyonel anlama süreçleri aslinda diç dünyayi degil, otistik olarak algilanmiç diç dünyayi içsel olarak degerlendirmek çeklindedir. Bizim nesnel dedigimiz diç dünya aslinda otistik süreçlerin ürünüdür. Diç dünyaya ait kavrayiçimizi öncelikle, bilinçsiz olarak yapiyoruz. Bu süreç rasyonel (bilinçli anlama süreci) sürecinden önce gerçekleçiyor. Rasyonel düçüncenin ön hazirligi gibi düçünebiliriz. Bu hazirlik olmadan bilinçli anlama düçünme baçlayamiyor. Burada önemli saydigim hususlar var... Biz diç dünya ile iliçkimizi otistik olarak kuruyoruz. Bu iliçki olup biten bir çey degil... Sürekli bir çey. Otistik seviyede diç dünyaya sürekli bagliyiz. Güncel terimlerle sürekli on-line olmak gibi. Iliçki süreklidir. Örnegin, Hiçbir çey hatirlanmaz. O anda otistik olarak bilinir. Sadece bilinçli hale gelmesi zaman alir. Yine nesnel dünyayi kavramada kullandigimiz rasyonel düçünce aslinda diç dünya ile iliçki kurmaz. Rasyonel düçüncenin nesnesi diç dünya olmayip, otistik anlama süreçlerinin :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y4.html 13 -~ 14 18.11.2008 20:28 verileridir. Biz diç dünyayi rasyonel olarak kendi otistik dünyamiz üzerinden anlariz. Biz bilinçli olarak diç dünyayi kavrayamayiz. Otistik dünyamizi kavrayabiliriz... Bizim nesnel dünya dedigimiz bizim önceden bilinenlerimizdir. Rasyonel düçünce otistik dünyamizla iliçki kurar. Otistik dünyamizi aydinlatir. Ayna görevi yapar. Otistik tabani olmayan bir rasyonel düçünce olmaz. Nesnel dünya denilen aslinda rasyonele bitiçik içsel dünyamizdir. Diç dünya bilinci segonder dolayli bir bilinçtir.
Sayi :11 Yil: 2008 Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim
!"#$%$ '( )*+,%- Felsefe Ekibi Not: Metnin daha iyi anlaçilabilmesi için, Felsefe Sözlügünden (Bilim ve Sanat Yayinlari) yaptigimiz açagidaki alintinin okunmasini öneriyoruz. Felsefe Ekibi Heidegger varlik (varolan herhangi bir çey) ile varligin Varligi arasinda çok önemli bir ayrim yaparak içe koyulur. "Varlikbilgisel ayrim" diye adlandirdigi bu ayrimin bir tarafinda yer alan "varligin Varligi" ile Heidegger, insanin deneyimlerinde varligin bulunuçuna anlam kazandirani anlamaktadir. Heidegger'in hep büyük harfle yazma geregi duydugu Varlik, bir varligi varlik yapan, onun nasil öyle oldugunu tanimlayan, hep oldugu gibi olmasini saglayandir. Bu baglamda insanin varlik olmaktaligini öteki varliklardan ayiran, varlik olmaktaligina deggin varoluçsal farkindaligidir. Heidegger, Bati felsefesinin genelde varligin anlamini ve özelde de insan tekinin varliginin dogasini baçtan beri yanliç kavramiç oldugu inanandadir. Kendi bakiç açisina göre, bu iki çey iç içe geçmiç derecede birbiriyle baglantilidir. Insan olmak buna göre olmakta olanin varligini ortaya sererek anlamaktir. Dolayisiyla insan varliginin dogru ya da yanliç anlaçilmasi son çözümlemede baçka her çeyin varliginin dogru ya da yanliç anlaçilmasi anlamina gelmektedir. Heidegger'in "Dasein" diye adlandirdigi "insan varligi", bu baglamda geleneksel felsefenin sözdagarcigina yer etmiç kimi teknik terimlerle anlatilamayacak bir çeye karçilik gelmektedir. " Dasein", geleneksel felsefelerde temellendirilmeye çaliçildigi gibi ne bilinçtir, ne öznelliktir, ne de ussallik. "Dasein" kendine özgü bir varlik türü oluçuyla (her insan tekinin oldugu üzere) hem kendisini hem de öteki bütün varliklarin varligini açiga vurmaktadir. Heidegger bu özel varliigin varligini "varoluç" olarak nitelendirerek, "Dasein" diye adlandirdigi bu insan varliginin en belirgin niteligi olarak "zamansal" oluçunu öne çikarmaktadir. Burada zamansal oluçtan anlaçilmasi gereken saatte içerimlenen "kronolojik" zamansallik olmayip dogrudan varoluçun kendine özgü yaçantisinin zamansalligidir. Son çözümlemede varoluç ile ayni anlama gelen insan varligi, öteki varliklar arasinda bir varlik olarak bu dünyada duragan bir biçimde ya da tamamlanarak son halini almiç biçimde varolan bir çey degildir. Tersine insan olmak demek, Heidegger'e göre, olanaklar içinde gelecege yansitilmiç bir biçimde kiçinin oluçmasiyla, kiçinin oluç içinde olmasiyla eçdegerdir. Bundan daha da önemlisi, Heidegger bu oluç sürecinin seçime konu olmayip dogrudan zorunlu oldugunu söylemektedir. Dasein'in kendi olanaklarinda içerimlenen ufku önünde her zaman için gelecege yönelmiç oldugunu söyleyen Heidegger, Dasein'in zamansalliginin bir baçka yere degil, dogrudan dogruya kendi ölümüne dogru yönelmiç oldugunu belirtmektedir. Martin Heidegger 31. Anlama olarak Da-sein Ahenk/armoni içinde olma, "orada" varligin içinde ikamet ettigi varlik yapilarindan biridir. Bu :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y9.html 1 -~ 7 18.11.2008 20:38 varligi onunla eçit ölçüde aslî birçey olarak anlama oluçturur. Armoni içinde olmanin daima kendine ait anlamasi vardir; ona yalnizca baski altinda tutarak sahip olsa bile. Anlama daima uyumlu/armoni içinde olmadir. Eger anlamayi temel bir ontolojik olarak yorumlarsak, bu fenomenin, Da-sein'in varliginin temel modu olarak kavrandigini görürüz. Tersine, digerleri arasindaki mümkün idrak türlerinden biri anlaminda "anlama," "açiklama" dan ayri birçey olarak "anlama" diyelim, genelde orada varlik'i oluçturan aslî anlamanin bir ontolojik türevi olarak, aslî anlama ile birlikte yorumlanmalidir. Önceki soruçturmamiz bu aslî anlamayla zaten karçi karçiya gelmiç bulunuyor; fakat, onu tartiçilan temaya açikça dahil etmeksizin. Da-sein'in, Varlik olarak oradaligi ifadesi çu anlama gelir: "orasi" Dünya'dir; Da-sein onun içinde-varliktir. Da-sein'in kendisi için varoldugu çey olarak "orada"dir. Bu-dünya-içinde-varligin bu-dünya-içinde-varlik olarak varolmasi, birçey-için varlik olarak ifça olur. Ve biz bu ifça oluçu anlama diye adlandiririz. 1 Birçey-için anlamada keza onda temellenen anlam da ifça olur. Anlamanin ifçasi, birçey için anlama ve anlam olarak ifça olan birçey olarak ifçasi, eçit ölçüde aslî birçey olarak bütünüyle bu-dünya-içinde-varlikla iliçkilidir. Anlam dünyanin, dünya olarak ifça edilen dünyanin anlamidir. Birçey için ve anlamin Da-sein'da ifça oldugu ifadesi, Dasein'in bu-dünya-içinde- varlik olarak bizatihi kendisine ilgi duyan bir varlik oldugu anlamina gelir. Ontik açidan konuçmak gerekirse, biz bazan, "birçeyi anlamak ifadesini," "birçeyi ele almaya muktedir olmayi," "birçeyi manipüle etmeye muktedir olmayi," "birçey yapmaya muktedir olmayi" dile getirmek için kullaniriz. Existential/ontolojik olarak anlamada, yapmaya muktedir oldugumuz çey, bir ne/çey degil, tersine, oluç halinde birçey olarak varliktir. Da-sein'in bir olma potansiyeli olarak varlik modu, ontolojik bakimdan anlamada ikamet eder. Da-sein, sonradan ilave olarak birçey yapma yetenegine sahip objektif çekilde varolan birçey degildir; Da-sein daha çok öncelikle bir mümkün-varliktir. Da-sein'in temel mümkünlügü, ötekilere ilgiyle ve her durumda zaten mevcut kendisi olma, kendisi için olma potansiyeliyle karakterize ettigimiz "dünya"nin endiçesini/kaygisini taçima tarzlariyla baglantilidir. Mümkün-varlik - her durumda ve daima ontolojik tarzda mümkün - ayni zamanda boç, mantiksal mümkünlükten ve çuna ya da buna "mâruz kaldigi" yerde objektif tarzda varolan birçeyin muhtemelliginden ayri bir mümkün-varliktir. Bir modal objektif varlik kategorisi olarak mümkünlük, henüz reel olmayan ve her durumda zorunlu olmayan demektir. O yalnizca mümkün olan çeyi karakterize eder. O, ontolojik bakimdan, gerçeklik ve zorunluluktan daha az birçeydir. Tersine, bir ontolojik mümkünlük olarak mümkünlük, Da-sein'in en aslî/birincil ve en nihaî pozitif ontolojik belirlenimidir; ontolojik olma durumunda oldugu gibi, o baçlangiçta yalnizca bir problem olarak düçünülebilir. Bir ifça olma potansiyeli olarak anlama, herçeyde onu görmenin ontolojik temelini sunar. Ontolojik birçey olarak mümkünlük, "kayitsiz/ilgisiz kalma özgürlügü" (libertas indifferentiae) anlaminda serbestçe-salinan bir olma potansiyeline atifta bulunmaz. Temelde uyum saglamiç bir varlik olarak Da-sein kendisini daima önceden belirli mümkünlüklere sokmuç durumdadir. O var olan bir olma potansiyelitesi olarak bazi ihtimalleri bir yana birakir; o sürekli kendi olma ihtimallerini/imkânlarini tercih eder, onlari kavrar ve yanliça sürüklenir. Ancak bu demektir ki, Da-sein kendi kendisine tevdi edilmiç, bütünüyle mümkünâta atilmiç bir mümkün-varlik'tir. Da-sein, kendine has olma potansiyalitesi bakimindan özgür olmanin mümkünlügüdür. Mümkün-varlik oluçu, mümkün farkli tarzlarda ve derecelerde kendisine açiktir. Anlama, yine de asla henüz objektif çekilde varolmayan birçey olarak görülebilir olmayan bu tür bir varlik potansiyelitesinin varligidir; ancak temelde asla objektif çekilde varolmayan birçey olarak o, varoluç anlaminda Da-sein'in varligiyla birarada vardir. Da-sein, çu ya da bu tarzda oldugunu fiilen anladigi veya anlamadigi bir yoldadir. Bu anlama olarak o, olup biten çeylerin ne oldugunu, baçka bir söyleyiçle, varlik potansiyelinin ne oldugunu "bilir." Bu "bilme," öncelikle içkin bir kendi kendini anlamadan kaynaklanmaz; temelde anlama orada varliga ait bir bilmedir. Ve yalnizca Dasein anlamada orada oldugu içindir ki yanliç yola sürüklenebilir ve kendisini tanimayi baçaramaz. Ve anlama ahenkli oldugu ve ahenkli olma ontolojik tarzda atilmiçliga (throwness) birakildigi için, Da-sein, daima önceden yanliç yola sürüklenir ve kendisini tanimayi baçaramaz. Varliginin potansiyalitesi içinde, o böylece, imkânlari içinde kendisini ilk keçfetme imkânina teslim eder. Anlama, Da-sein'in kendisine ait, bu varligin kendi içinde bizatihi varliginin nelere muktedir oldugunu ifça edecek tarzda olma potansiyalitesinin ontolojik varligidir. Bu ontolojik yapi çok daha kesin olarak kavranmalidir. Ifça etme olarak anlama daima, bu-dünya-içinde-varlik'in bütün bir temel oluçumuyla ilgilidir. Varligin potansiyelitesi olarak içinde-varlik, daima bu-dünya-içinde-varligin potansiyelitesidir. Mümkün anlamiyla ifça olan dünya sifatiyla dünya degildir yalnizca, dünya içinde olarak özgürleçen varliklarin kendileridir de; bu varliklar kendilerine ait imkânlar için özgürleçirler. Elde hazir olan çey, kendi içe yarayabilirligi, kullanilabilirligi, zarar verebilirligi dahilinde birçey olarak keçfedilir. Iliçkililikler totalitesi kendisini, bir elde hazir çeylerin baglantilar mümkünlügünün kategorik bütünü olarak sergiler. Fakat, çeçitlilik içeren objektif varligin/mevcudiyetin, yani doganin "birligi" de keza, yalnizca kendi imkânlarindan birinin ifça :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y9.html 2 -~ 7 18.11.2008 20:38 olmuçlugu temelinde keçfedilebilirdir. Doganin varliginin, kendi mümkünlügünü mü hedefledigi sorusu, bir tesadüf meselesi midir? Bu sorgulama nereye dayandirilmaktadir? Bu sorgulama çu soruyu görmezlikten gelemez. Eger kendi mümkünlüklerinin çartlarina göre ifça oluyor iseler, varliklar (entities) neden kendi varligi içinde anlaçilan Da-sein'in karakterine sahip degiller? Kant bu tür birçeyi varsaydi ve muhtemelen dogru olarak böyle yapti. Fakat bu varsayimin kendisi, nasil ispatlanacagi gösterilmeksizin birakilamaz. Neden anlama daima imkânlara/mümkünlere, kendisine ifça olabilen çeyin temel boyutlarinin tamamina nüfuz ediyor? Çünkü kendi baçina anlamanin, gelecege yansima /atilma (project, projeksiyon) diye adlandiracagimiz bir ontolojik yapisi vardir. O Da-sein'in varligini, eçit ölçüde aslî çekilde hem fiilî dünyasinin dünya oluçu olarak anlamina hem de birçey içinligine projekte eder. Anlamanin gelecege yönelik (proje) karakteri, bu-dünya-içinde-varligi, varligin potansiyalitesinin oradaligi olarak onun oradaliginin ifça oluçuna göre oluçturur. Gelecege atilma varligin, dünya içinde olma potansiyelitesi alanindaki ontolojik oluçumudur. Ve atilmiç bir varlik olarak Da-sein, gelecege atilmiç olma moduna atilir. Gelecege atilmanin plan düçüncesiyle hiçbir iliçkisi yoktur; plan düçüncesine göre Da-sein kendi oluçunu düzenler, fakat Da-sein olarak o, daima zaten önceden kendisini projekte etmiçtir ve bu kendisini önceden gelecege projekte etmiç olmasi dolayisiyla projekte etmektedir. Bunun böyle olmasi sebebiyle Da-sein daima kendisini anlamiç durumdadir ve kendisini imkânlarina göre anlayacaktir. Dahasi, anlamanin bu gelecege atilmiç bulunma karakteri, anlamanin tematik olarak içine atildigi çeyleri, yani imkânlarin kendilerini idrak edemeyecegi anlamina gelir. Bu tür bir kavrayiç kesinlikle onun mümkünlük karakterini, gelecege atilmiç olan çeyden uzaklaçtirarak onu bir veri, bir tasarlanmiç içerik düzeyine indirir; oysa, projekte etmede, proje, mümkünlük ve mümkünlük olarak mümkünlüge izin verilmeden önce mümkünâta atilir. Gelecege projekte edilme olarak anlama, Da-sein'in, içinde mümkünlüklerinin mümkünlükler olarak varoldugu varlik modudur. Projeksiyonun ontolojik yapisi tarafindan oluçturulan varlik türü oldugu için Da-sein daima, eger biri onu varliginin içerigini objektif çekilde mevcut birçey olarak tescil etmek isterse ve bunu yaparsa, gerçekte oldugundan "daha fazla" birçey oldugunu anlar. Dünyaya atilmiç oldugundan asla daha fazla birçey degildir; çünkü, onun olma potansiyalitesi temelde bu-dünya-içinde-varlik oluçuna (facticity) aittir. Fakat mümkün varlik olarak Da-sein asla bundan daha az birçey degildir. O, ontolojik bakimdan henüz olma potansiyalitesi içinde olmayan çeydir. Ve yalnizca orada varlik oluçunu, anlama ve gelecege atilmiç olma karakteriyle kazandigi için, ve yalnizca o oldugu ya da olmadigi çey oldugu için, kendi kendisine kavrayiçla çunu söyleyebilir: "oldugunuz çey olun!"*(Fakat siz kimsiniz? Kendi haline birakilan- ve olan- biri.) Gelecege atilmiç olma daima bu-dünya-içinde-varligin tam ifça oluçuyla ilgilidir. Bir oluç potansiyalitesi olarak anlamanin bizatihi kendisi temelde ona ifça olabilen çeyin sahasidir. Anlama, öncelikle dünyanin ifça olmuçluguna dönebilir, baçka bir söyleyiçle, Da-sein kendisini öncelikle ve genellikle dünyaya göre anlayabilir. Tersi durumda anlama kendisini öncelikle, Da-sein'in kendisini kendisi olarak varolmasi anlamina gelen kendisi için olana firlatir/atar.*( Fakat özne ve birey mahiyetinde veya kiçi mahiyetinde degil.) Anlamaya kendi olarak kendisinden dogdugu için otantiktir, ya da aksi durumda otantik degildir. "Içinde olmasi" Da-sein'in kendisini kendisinden kopardigi ve "yalnizca" dünyayi anladigi manasina gelmez. Dünya, bu-dünya-içinde-varlik olarak onun bir kendi oluçuna aittir. Yine otantik anlama ve otantik olmayan anlama hem hakiki olabilir hem de hakiki olmayabilir. Bir olma potansiyeli olarak anlama bütünüyle mümkünâta sizar. Bununla birlikte, anlamanin bu temel imkânlarindan birine dönüç digerini ortadan kaldirmaz. Daha dogrusu, anlama daima bu-dünya-içinde-varlik olarak Da-sein'in tam ifçasiyla iliçkili oldugu için, anlamanin içe kariçmasi gelecege atilmiç olmanin bir bütün olarak ontolojik tadilidir. Dünya anlaçilirken, ayni zamanda onun içindeki-varlik da anlaçilir. Varoluçu varoluç olarak anlama daima dünyanin anlaçilmasidir. Atilmiç birçey olarak Da-sein daima olma potansiyelitesini bir önceden anlama potansiyalitesine dönüçtürür. Gelecege atilmiç olma karakteriyle anlama ontolojik olarak, Da-sein'in görüçü (sight) diye adlandirdigimiz çeyi oluçturur. Çeylere ilgi duyma/çeylerin kaygisini taçima saggörüsü/sagduyusu/basireti (circumspection [sagduyuyla anlama, çev.]), **(Bu cümledeki görüç (sight)ün görmeyle (seeing)le ilgisi yoktur; circumspection kavramini Heidegger, insan bilimlerinin sistematik yorumunu, doga bilimlerinin açiklamalarini ya da metodolojik düçünme biçimlerini önceleyen anlama tarzini dile getirmek amaciyla kullanir (H. Arslan).) adlandirdigimiz çeylere ilgi duyma/-çeylerin kaygisini taçima sagduyusu olarak karakterize ettigimiz temel varlik moduyla uyum içinde, Da-sein'in oldugu gibi olmasi için varlik olarak varligi görme olarak Da-sein, eçit ölçüde öncelikle orada olanin ifça olmuçlugu ile birlikte ontolojik olarak varolan görmedir. Biz bu görmeyi aslî olarak varolan görme ve varlikla ilgili bir bütün olarak çeffaflik diye adlandiracagiz. Bu terimi, burada kendisi olan bir noktayi algisal olarak bulma ve ona bakma sorunu olarak degil, bu-dünya-içinde-varligin bütün temel oluçturucu faktörleri içinde tam ifçasini kavrama ve anlama sorunu olduguna içaret etmek :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y9.html 3 -~ 7 18.11.2008 20:38 için, dogru tarzda anlaçilan "kendi kendinin-bilgisini" göstermek amaciyla seçtik. Varolan varliklar "kendilerini" yalnizca, dünya ile birlikte oluçlari, varliklarini oluçturan oluçturucu faktörler olarak ötekilerle birarada oluçlariyla eçit ölçüde öncelikli tarzda kendilerine çeffaf hale geldiklerinde gösterirler. Tam tersine, Da-sein'in çeffaf olmayiçi yalnizca ve öncelikle "egosentrik" kendi kendini- aldatmada degil, ayni zamanda dünya hakkinda bilgiden mahrumiyette kökleçir. "Görüç" ifadesinin yanliç anlaçilmasi karçisinda uyanik olmaliyiz elbette. Görme, orada olanin ifça olmuçlugunu karakterize eden açilmiçliga tekabül eder. "Görme" (seeing) ne yalnizca bedenin gözleriyle/maddi gözlerle algilamak anlamina gelir ne de objektif varligi dahilinde objektif olarak varolan birçeyin duyular olmaksizin algilanmasi anlamina. Görmenin (seeing), "görüçün" (sight) ontolojik anlamini gerektiren yegâne hususiyeti, onun için ulaçilabilir varliklarla, gizlenmiç bulunmaksizin kendi baçlarina karçi karçiya gelinme imkâni vermesidir. Gayet tabii her "duyu" bunu kendi hakiki keçif alaninda yapar. Fakat felsefe gelenegi öncelikle, baçlangiçtan itibaren varliklara ve Varliga giriç modu olarak "görmeye" yönelmiçtir. Baglantinin korunmasi için, görüç ve görme, ister varliklar ister Varlik olsun önemi bulunmaksizin her giriçi/nüfuzu giriç-nüfuz olarak karakterize eden bir evrensel terim haline gelinceye kadar formelleçtirilebilir. Bütün görüçün nasil öncelikle anlamaya - nesnelerin/çeylerin kaygisini taçima sagörüsü/ basireti, sagduyu (Verständigkeit [common sense] ) olarak anlamadir - dayandigini göstererek, saf sezgiyi/kavrayiçi (intuition), aklî olarak nesnel/objektif varligin geleneksel ontolojik önceligine tekabül eden öncelikli oluçundan kurtarabiliriz. Hem "sezgi/kavrayiç" (intuition) hem de "düçünce" (thought)* anlamanin zaten/önceden birbirinden ayrilmiç durumdaki türevleridir. "Özlerin [fenomenolojik] sezgisi" bile ontolojik anlamada temellenir. Biz görmenin bu türü hakkinda yalnizca, Varlik'in ve Varlik'in yapisinin açik anlayiçlarini kazandigimiz zaman, yalnizca onlar fenomenolojik anlamda fenomenler haline gelebildiklerinde bir karara varabiliriz. Orada olanin anlamada ifça olmuçlugunun kendisi bir Da-sein'in oluç-potansiyalitesi modudur. Onun varliginin hem bir-çey-içine hem de (dünyanin) anlamina atilmiç olmasinda, genelde Varlik'in ifça oluçu yatar. ** Varlik'i anlama, mümkünâta atilmiç olmada önceden verilidir. Varlik, atilmiç olma içinde anlaçilir, fakat ontolojik olarak kavranamaz. Temel bu-dünya-içinde-varligin atilmiçligina sahip oluç türüne sahip varliklar, Varlik'i anlamaya, kendi varliklarinin oluçturucu unsuru olarak sahiptirler. Daha önce dogmatik tarzda öne sürdügümüz çey, Da-sein'in anlama olarak, içinde kendi oradaligi durumundaki varligin oluçumuna göre isbatlandi. Bütün bu sorgulama- nin sinirlarina göre, Varligin bu kavraniçinin ontolojik anlaminin doyurucu bir izahina yalnizca Varligin zamansal yorumu temelinde ulaçilabilir. Ontolojik unsurlar olarak ahenk/armoni ve anlama, bu-dünya-içinde-varligin aslî ifça oluçlarini karakterize eder. "Armoni içinde olma/akortlu olma" modunda Da-sein imkânlari/mümkünleri varolmalarina göre "görür." Bu tür gelecege atilma imkânlariyla o daima zaten armoni içindedir. Kendi varlik potansiyeli projesi, orada olana atilmiç olma olgusuna yolaçar. Orada varligin gelecege atilmiç olmasi anlaminda ontolojik açiklamasiyla birlikte, Da-sein'in varligi çok daha gizemli hale gelmiyor mu? Sahiden öyle. Eger yalnizca "bu gizemin "çözülmesinde" hakiki bir yola ulaçabilmemiz gerekiyor ve bu-dünya-içine atilmiç varligin varligi ile ilgili yeni bir soru yöneltmemiz gerekiyorsa, biz ilkin bu varligin muammasinin bütünüyle ortaya çikmasina izin vermeliyiz. Yalnizca anlamaya akortlu gündelik varlik modunu fenomenolojik olarak yeterince sergilemek için dahi, bu ontolojik unsurlarin somut çekilde ortaya konmasi zorunludur. 32. Anlama ve Yorum Anlama olarak Da-sein kendisini mümkünâta yansitir/firlatir. Bu anlayan mümkünâta yönelik varlik'in bizatihi kendisi, bu ifça olan mümkünlüklerin tekrar Da-sein'a geri dönme tarzindan dolayi bir olma/varlik potansiyalitesidir. Anlamanin gelecege atilmiç olmasinin kendisine has bir geliçme imkâni vardir. Biz anlamanin bu geliçimini yorum diye adlandiracagiz. Yorumda anlama, anlama yolunda anladigi çeyi kendine maleder/içselleçtirir. Yorumda anlama farkli birçey degil, tersine kendisi olur. Yorum ontolojik olarak anlamaya dayanir, anlama yoruma degil. Yorum anlaçilan çeyin kabulü degil, tersine, anlamaya projekte edilen/atilan imkânlarin geliçtirilmesidir. Biz yorum fenomenini, gündelik Da-sein'in hazirlik kabilinden analizlerinden oluçan bu düçünceler zincirine göre, dünyanin anlaçilmasi dahilinde, yani, anlamanin hakikilik modu bakimindan otantik olmayan anlama içinde ele alacagiz. Dünyanin anlaçilmasinda ifça olan çeyin anlamina göre elde hazir olan çeyin kaygisini taçiyan varlik, dahli/münasebeti/iliçkisi olabilecek çeyi, fiilen karçi karçiya kaldigi çeyle birlikte ögrenir. Dikkatle düçünme/titiz duyarlilik, önceden zaten anlaçilmiç bulunan bir dünyayi keçfeder, daha yerinde bir söyleyiçle yorumlar. Elde hazir olan çey apaçik çekilde anlayan görüçten önce gelir. Her hazirlama, düzenleme, düzeltme, geliçtirme ve tamamlama, dikkatle :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y9.html 4 -~ 7 18.11.2008 20:38 inceleme için elde hazir olan çeyler ne için yapildiklarina/birçey içinliklerine göre yorumlanacak ve görülebilir hale gelen yorumlanabilirliklerine göre dikkate alinacak çekilde vukubulur. Bir çey için olarak birçey içinliklerine göre basiretle/sagduyuyla yorumlanmiç olan çey, açikça anlaçilmiç olan çey, birçey olarak birçey (something as something) yapisina sahiptir. Bu özel elde hazir çeyin neye göre ilerledigi/geliçtigi yolundaki soruya duyarlilikla verilecek sagduyu yorumunun cevabi çudur: .... [birçey, çev.] için. Onun ne için oldugunu söylemek birçeyi adlandirmak degildir sadece; adlandirilan çeyi, sorun haline getirdigimiz çey olarak, birçey olarak anlamaktir da. Anlamada ifça olan çey, yani anlaçilan çey daima, "birçey olarak" onun birçeyligi apaçik biçimde gösterilebilecek tarzda za ten önceden eriçilebilir/nüfuz edilebilir birçeydir. Bu "olarak" [birçey olarak, çev.], anlaçilan çeyin apaçikliginin yapisini oluçturur. Kuçatici dünyada elde hazir olan çeyi, bir masa, bir kapi, bir araba, bir köprü olarak "gören" sagduyulu/basiretli, yoruma dayali yoldaçlik zarureten, belirli bir önermeyle/ifadeyle basiretle yorumlanan çeyin önceden analizini yapmiç bulunmak zorunda degildir. Elde hazir olan çeyle ilgili önceden onaylanmiç herhangi bir görmenin bizatihi kendisi, kendi baçina zaten bir anlama ve yorumdur. Fakat, birçeyin saf algilaniçinin basitligini oluçturan çey, bu "birçey olarak"tan yoksunlugu degil midir? Bu görüçü türüyle gördügümüz her durumda görme daima bir önceden anlama ve yorumlamadir. Bu, basitçe karçilaçilan çeyin kendilerine atifla anlaçildigi bir dahlolmalar/münasebetler totalitesine ait referans iliçkisinin (of the in-order-to [birçey amaciyla, birçey için, çev.]) apaçikligini içerir. "Birçey olarak birçeyin" kilavuzluk ettigi varliklara yorumcu yaklaçimda anlaçilan çeyin ifade edilmesi, onun hakkindaki tematik önermeyi önceler. Bu "birçey olarak" önce bu ifadede ortaya çikmaz; yalnizca dile getirildiginde, yalnizca orada dile getirilecek birçey bulundugu için mümkün olan çey dile getirildiginde ortaya çikar. Birçeye baktigimizda, ifadenin apaçikliktan yoksun olmasi, bu tür bir saf görmede ifade edici herhangi bir yorumun bulundugunu ve dolayisiyla bir birçey-olarak yapisinin bulundugunu reddetmemizi hakli çikarmaz. Kendileriyle sahip oldugumuz iliçki içinde bize en yakin çeyleri saf görme yorumun yapisini öylesine aslî bir biçimde taçir ki, deyim yerindeyse, birçeyin birçey olaraktan bagimsiz/özgür bir kavrayiçi, bir tür yeniden yönelimi gerektirir. Birçeye sirf baktigimizda, onun-bizden önceki-çiplak durumuna-sahip olmamiz bizi, onu hiçbir suretle anlayamama baçarisizligi ile karçi karçiya birakir. Birçey olarak'tan bagimsiz olan bu kavrama, anlayan sirf/saf görmenin sefaletidir; birçey-olarak yapisindan çok daha aslî degildir; aksine onun türevidir. "Birçey olarak"in ontik apaçikligi bizi, onu, anlamanin a priori ontolojik oluçturucusu olarak hesaba katmama gibi bir yanliç yola sürüklememelidir. Fakat eger elde hazir yararli çeylerin herhangi bir kavraniçi onlari daima sagduyuyla birçey olarak karçi karçiya gelinmesine imkân saglayarak anliyor ve yorumluyor ise, o zaman, ilkin yalnizca objektif olarak varolan bir-çeyi tecrübe ettikten sonra, sonra bir kapi olarak, bir ev olarak anlamiç olmuyor muyuz? Bu, yorumun özel ifça edici fonksiyonunu yanliç anlamak olur. Yorum, tabiri caizse, çiplak biçimde objektif olarak varolan çeye bir "anlam/önem" atfeder, ona bir deger yapiçtiramaz; fakat dünya içinde karçi karçiya gelinen çey daima, dünyanin anlaçilmasinda ifça olan bir zaten önceden varolan dahloluç/baglanti halindedir; yorumun apaçik hale getirdigi bir önceden zaten varolan bir dahloluç/iliçki halinde. Elde hazir çeyler daima önceden, bir dahloluçlar/dahil oluçlar/iliçkiler totalitesine göre anlaçilirlar. Bu totalite, bir tematik yorumca apaçik çekilde kavranmaya ihtiyaç duymaz. Bu tür bir yoruma tâbi tutulsa bile, bu arkabahçede ikamet etmeyen/farkina varilmamiç anlamaya tekrar geri döner. Bu onun gündelik, sagduyu yorumunun içinde yeraldigi modun ta kendisidir. Bu daima bir ön-tasavvura/kavrayiça/sahip olmaya (fore-having) dayanir. Anlamanin anlayan varliga malolmasi/anlayan varlikta içselleçmesi olarak yorum, önceden zaten anlaçilmiç bulunan bir dahloluçlar/iliçkiler totalite sine atilmiç varlikta içler. Birçey anlaçildigi, ancak yine de gizliligini korudugunda, bir mâletme/içselleçtirme edimiyle açik hale gelir ve bu daima, anlaçilan çeyin kendisine göre yorumlandigi çeyi sabitleçtiren bir perspektifin kilavuzlugu altinda yapilir. Yorum, ön-kavrayiçta içerilmiç bulunan çeye, tasari halindeki belirli bir yorumla "yaklaçan" bir öngörüçte/önseziçte temellenir. Ön-kavrayiçta içerilen ve bir "önceden-gören" görüç dahilinde anlaçilan çey yorum vasitasiyla anlaçilabilir hale gelir. Yorum, yorumlanmakta olan varliklara has kavranabilirligi bu varliklarin kendilerinden çikarir veya aksi durumda varliklarin kendi varliklarina tezat teçkil eden kavramlara girmeye zorlar.Yorum daima nihaî çekilde veya geçici olarak/muvakkaten belirli bir kavranabilirlik tarzinda zaten önceden karar kilmiç durumdadir; o önceden kavradigimiz birçey de, ön-kavrayiçta temellenir. Birçeyin birçey olarak yorumu temelde ön-kavrayiçta, ön-görüçte ve ön-anlayiçta temellenir. Yorum asla önceden mevcut birçeyin önvarsayimsiz/önkabulsüz kavraniçi degildir. Yorumun tam metin yorumu anlaminda özel bir somut yorumu "orada olan" çeye, baçlangiç noktasinda "orada" olan çeye baçvurmak istediginde, burada yatan çey, yorumcunun apaçik ve tartiçilmamiç yargisindan baçka birçey degildir; bu yargi kaçinilamaz bir biçimde yorumun her çikiç noktasinda yorum olarak yorumla birlikte zaten önceden "varsayilmiç/konumlanmiç," baçka bir söyleyiçle ön-kavrayiçla, ön-görüçle, ön-anlayiçla birlikte önceden-verili/mevcut olan birçey olarak oradadir. Bu "ön'ün/önceden'in/zaten'in/peçinen'in" karakterini nasil anlamamiz gerekir? Formel bir "a priori" den sözettigimizde anlamiç olur muyuz bunu? Bu yapi neden Da-Sein'in bir temel :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y9.html 5 -~ 7 18.11.2008 20:38 ontolojik unsuru olarak karakterize ettigimiz anlamasina uygundur? Kendisi türünde birçey olarak yorumlanan çeye ait bu "birçey olarak" yapisinin ön-yapi ile iliçkisi nedir? Bu fenomen apaçik biçimde "parçalar halinde" çözülmüç oluyor degil midir? Bu durumda bir aslî analitik gözardi edilmiç olmuyor mu? Öyleyse neden? Bu tür fenomenleri "finaliteler" olarak kabul etmeli miyiz? Veya, anlamanin ön-yapisi ve yorumun birçey olarak-yapisi gelecege atilmiçlik fenomeniyle varliga özgü-ontolojik bir baglantiyi sergiler mi? Ve bu fenomen tekrar ge riye, Da-sein'in varliginin aslî bir oluçturucusuna atifta bulunur mu? Bu noktaya kadar yapilan hazirligin kendileri için hiçbir suretle yeterli olmadigi bu sorulara cevap vermeden önce, anlamanin ön-yapisi olarak görülebilir olan çeyle yorumun birçey- olarak yapisi olan çeyin kendi baçlarina önceden, üniversel bakimdan ontolojik açiklamanin aslîliginin gerisinde kalacak çekilde kullanilsa bile felsefî problematiklerde sikça kullanilan bir üniter fenomeni temsil edip etmediklerini sorgulamaliyiz. Anlamanin projekte edilmesiyle/gelecege yansitilmasiyla varliklar/çeyler kendi mümkünâtlariyla ifça olurlar. Mümkünâtin bu karakteri daima, anlaçilan varliklarin varligi türüne tekabül eder. Genelde dünya içindeki varliklar dünyaya atilmiçlardir, yani, içinde referans iliçkilerinin bu-dünya-içinde-varlik olarak iliçkili oldugu, baçlangiçtan itibaren kök saldigi bir anlam totalitesine atilmiç durumdadirlar. Bu dünya içindeki varliklar Da-sein'in varligi ile birlikte keçfedildiginde, yani anlaçildiklarinda anlama sahip olduklarini söyleriz. Fakat, daha kesin bir biçimde dile getirmek gere kirse, anlaçilan çey anlam degil, varliklar veya Varlik'tir. Anlam, birçeyin anlaçilabilirligi dahilinde kendisini idame ettiren çeydir. Anladigimiz açiklikta dile getirilebilen çeye anlam deriz. Anlam kavrami, zarureten anlaçilan yorumun dile getirdigi çeye ait olan çeyin formel çerçevesini de içerir. Ön-kavrayiç, ön-görüç, ön-anlayiçin yapilaçtirdigi anlam, birçeyin birçey olarak anlaçilabilir hale gelmesiyle iliçkili olarak birçeye projekte edilen çeydir. Anlama ve yorum orada varligin ontolojik bileçimini oluçturdugu için anlam, anlamaya has ifça oluçun formel, ontolojik çerçevesi olarak anlaçilmalidir. Anlam, Da-sein'in ontolojik oluçturucusudur, varliklarin "ötesinde/diçinda," bir "ara alan" olarak biryerlerde baçiboç duran ve varliklara atfedilen/yüklenen bir özellik degil. Içinde dünya-içinde-varligin ifça olmuçlugunun, bu ifça olmuçlukta keçfedilebilir varliklar araciligiyla "sergilenebildigi" anlama, yalnizca Da-sein "sahip"tir. Bu yüzden yalnizca Da-sein anlamli veya anlamsiz olabilir. Bu demektir ki, onun kendi varligi ve onun varliginda ifça olan varliklar anlamada içselleçtirilebilir/anlamaya mâledilebilir veya anlaçilamaz kalabilir. "Anlam" kavraminin bu yorumu ilkece ontolojik-egzistensiyal bir yorumdur; bu yorumu kabul edersek, o zaman, varlik türleri/modu Da-Sein'in karakterini taçimayan bütün varliklarin, anlamdan mahrum varliklar, temelde anlam olarak anlamdan mahrum varliklar olarak anlaçilmalari gerekir. "Anlamdan mahrum" burada bir deger yargisini degil, tersine bir ontolojik belirlenimi dile getiriyor. Ve yalnizca anlamdan mahrum bulunan çey saçma olabilir. Da-sein'in karçi karçiya geldigi çeyler olarak, objektif çekilde varolan çeyler/elde- mevcut çeyler, onun varligina saldiriyor gibidirler; sözün geliçi, doganin bizi denetim altina alan ve bize zarar veren olaylari. Ve Varlik'in anlami konusunda sorular yönelttigimiz zaman, soruçturmamiz mükemmel olmaz ve varligin ötesinde duran herhangi birçeyde derinleçmez; tersine onlar, Da-sein'in anlayabilirligi/anlaçilabilirligi dahilinde duran Varlik'in kendisiyle ilgili sorulardir. Varlik'in anlami asla varliklarin anlamiyla çeliçkili olamaz veya varliklarin destekleyici "temeli' olarak Varlik'la çeliçkili olamaz; çünkü, "temel" yalnizca anlam olarak nüfuz edilebilir birçeydir; bu anlamin kendisi anlamsizlik uçurumu oldugunda bile. Orada olanin ifçasi olarak anlama daima, bu-dünya-içinde-varligin bütünüyle ilgilidir. Dünyanin her anlaçilmasinda, onun içindeki varlik da anlaçilir ve bunun tersi de dogrudur. Ayrica, her yorum, daha önce karakterize ettigimiz ön-yapi içinde içler. Anlamaya katkida bulunacak her yorum, yorumlanmasi gereken çeyi önceden zaten anlamiç olmalidir. Bu olgu, anlamanin ve yorumun, filolojik yorum gibi türev yollarinin menzili içinde bile, daima önceden farkedilir. Bu ikincisi bilimsel idrak alanina aittir. Bu tür bir idrak, nedenleri gösteren titiz isbati gerektirir. Bilimsel delil, keçfetme amacini taçidigi çeyi önceden varsayamaz. Ancak eger yorum daima anlaçilan çey içinde içliyor ve kendisini ondan hareketle geliçtiriyorsa, bu durumda o, bir daireye girmeksizin, özellikle de varsayilan anlama hâlâ beçerî varligin ve dünyanin genel bilgisi içinde içlediginde bilimsel sonuçlari nasil üretecektir? Fakat, en elementer mantik kurallarina göre, sözkonusu daire, bir circulus vitiosus'tur. Fakat böyle yapildiginda, tarihsel yorum faaliyeti, kesin bilgi alanindan a priori çikarilmiç olur. Eger anlamadaki bu daire Olgu- 'su elimine edilmezse, o zaman tarihyazimi da pek kesinlik taçimayan bilme ihtimalleri arasina atilmiç olacak demektir. Tarihyazimina, bu kesinlikten mahrumiyeti, kendi "nesnelerinin" "ruhanî anlamiyla" telafi etme izni verilir. Bununla birlikte, tarihyazicilarin kendi fikirlerine göre, eger daireden kurtulunabilirse ve eger en azindan doganin bilgisi oldugu varsayilan bilgi oldugu kadar gözlemcinin konumundan da bagimsiz bilgi olarak bir tarih -yazimi (histography) umudu var ise, elbette bu çok daha ideal bir tarihyazimi olacaktir. :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y9.html 6 -~ 7 18.11.2008 20:38 Fakat bu dairede bir vitiosum/fasit daire görmek ve ondan kurtulma yollari aramak, hatta kaçinilamaz bir eksiklik hissine kapilmak, anlamayi kökten yanliç anlamaktir. Burada sorun anlamanin ve yorumun belirli bir bilgi ideali haline getirilmesi degildir. Bu tür bir idealin bizatihi kendisi de olsa olsa anlamanin bir alt türü - el-de-mevcut olan/objektif olarak varolan çeyi meçru kendi temel anlaçilabilirligi içinde kavrama görevinden uzaklaçan bir alt türü olabilir. Dahasi, mümkün anlamanin temel çartlarinin yerine getirilmesi, bu temel çartlarin yerine getirilmesi konusunda önceden yapilmiç yanliç yorumlamada ikamet etmez. Sonuca götürücü olan, dairenin diçina çikmak degil, aksine, daireye dogru tarzda girmektir. Bu anlama dairesi, içinde geliçigüzel herhangi bir bilgi türünün içleyebilecegi bir daire degildir; tersine o, Da-Sein'in kendisinin ontolojik ön-yapisi'nin ifadesidir. Sözkonusu daire, bir vitiosum'a/fasit daireye/kisir döngüye dönüçtürülmemelidir; tolere edilememiç bir daireye bile dönüçtürülmemelidir. En aslî bilginin pozitif mümkünlügü onda gizlidir; ancak bu mümkünlük yalnizca, yorum ilk, daimi ve son görevinin, tesadüfi düçünceler ve popüler anlayiçlarin ona verdigi ön-kavrayiça, ön-gö-rüçe ve ön-anlayiça izin vermek degil, tersine, bilimsel temayi bu ön-yapi -lan çeylerin kendilerine göre içleyerek garanti altina almak oldugunu anladiginda hakiki tarzda kavranabilir. Ontolojik anlamiyla uyum içinde oldugundan, anlama, Da-sein'in kendi varlik potansiyelidir ve tarihsel (historiographical) bilginin ontolojik önkabulleri ilkece, en kesin bilimlerde savunulan kesinlik fikrini açar. Matematik, tarihten daha kesin degildir; kendisiyle iliçkili varlik temellerinin kapsami bakimindan daha dar kapsamlidir yalnizca. Anlamadaki "daire," anlamin yapisina baglidir ve bu fenomen, yoruma dayali anlamada Da-sein'in ontolojik oluçumuna kök salmiç durumdadir. Bu-dünya-içinde-varlik olarak bizatihi kendi varliklarina*(* Fakat bu "bizatihi kendi varliklari" varligin anlaçilmasi tarafindan belirlenir, baçka bir söyleyiçle, ne aydinliga kavuçturma olarak aydinliga kavuçturma ne de mevcudiyet olarak mevcudiyetin temsilci düçünme için tematik hale gelmedigi yer durumundaki mevcut olanin aydinliga kavuçturulmasi içinde durularak belirlenir.) ilgi duyan varliklarin bir ontolojik daire yapisi vardir. Bununla birlikte, "dairenin" objektif mevcudiyet (varlik) türünde bir varlik/el-de-mevcut varlik türüne ait oldugunu düçünüyorsak, genelde, ontolojik bakimdan Da-sein'a benzer birçeyi bu fenomenle karakterize etmekten kaçinmaliyiz. *Müteakip bölümler Sein und Zeit'in 7. Baskisi'nin (Tubingen: Max Niemayer Verlag, 1953) 31-34. bölümleridir. Romen rakamlariyla gösterilen notlar, Heidegger'in notlaridir. Diger bütün notlar mütercimlere aittir. Mütercimler, Heidegger'in çifte tirnak içaretlerini göstermek için tekli tirnak içaretleri kullanmiçtir ve bütün çiftli tirnak içaretlerini mütercimler, okuyucuya yardim amaciyla ilave etmiçlerdir. Mütercimler Heidegger'in italiklerini göstermek için italik kullanmiç ve kendi vurgularindan bazilarina geniç yer ayirmiçlardir. (Ingilizce metnin yeraldigi kitabin editörleri). (Metni Almancasindan tercüme ediyor olmamamin, mâkul sebepleri olamaz. Kaldi ki, Almanca'dan tercüme edilmiç olsa bile, Heidegger'in Türkçe'deki metinleri, eninde sonunda 'tercüme denemeleri' olabilir sadece ve bu, elinizdeki tercüme için çok daha geçerli birçeydir. Beni metni tercümeye zorlayan çey, hermeneutik ile ilgili bir derlemede, Heidegger'in yeralmamasinin, derleme açisindan büyük bir eksiklik olacagina inancimdir. Metni Türkçe'ye tercüme ederken Varlik ve Zaman'in çu iki Ingilizceye tercümesini kullandim: Being and Time, translated by John Macquarrie and Edward Robinson (Blackwell 1997) ve Being and Time, translated by John Stambaugh (State University of New York Press, 1986) H. Arslan.] 18. Kisim'la karçilaçtiriniz [Burada Varlik ve Zaman'in kisimlarina atifta bulunulmaktadir.Türkçe metinde, 8 nolu dipnotla baçlayan dipnot numaralarini, birinci dipnotla baçlatarak degiçtirdik. H. Arslan]. Kaynak: Insan Bilimlerine Prolegomena, Çeviri, Hüsamettin Arslan, Paradigma Yayinlari
Sayi :11 Yil: 2008 Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim
Anlamada Tarih ve Dil Brice R. Wachterhauser "Hermeneutik," günümüzde insanlarin dillerine pelesenk ettikleri bir terimdir. Bir popülarite dönemine sahip bütün bu türden sloganlar gibi onun da kendine ait bir hayati var. Günümüzde bu terim, öylesine farkli kontekstlerde öylesine farkli anlamlarda kullanilmaktadir ki, artik hiçbir çekilde tek bir anlama sahip degildir. Bu belki de tesadüfî birçey degildir; çünkü hermeneutik, tam da bir düçünce ve araçtirma programi olarak dogmaya baçlayan bir ilgiler ve eleçtirel bakiç açilari ailesi oluçturdugu için, pek öyle yüksek düzeyde kesin, iyi-kurumlaçmiç müesses bir anlama teorisini veya uzun ömürlü, açik-seçik tanimlanmiç bir felsefe gelenegini temsil etmez. Bu, hermeneutigin, günümüzün kültür sahnesinde eleçtirel güçten mahrum oldugu anlamina gelmez. Tam tersine, hem terimin yaygin kullanimiyla birlikte ortaya çikan nedensel açinalik hem de arkasindaki felsefî sorunlarla ilgili derin bir kavrayiç, hermeneutigin gerçekten de hatiri sayilir bir eleçtirel gücü elinde bulundurdugunu gösterir. Akim içinde birçok tartiçma bulunmasina ve hermeneutik tek bir teorinin veya çahsiyetin arkasinda üniterleçmemiç olmasina ragmen, hermeneutik taraftarlari, kendi felsefî programlarini kuvvetle üniterleçmiç bir program haline getiren bir eleçtirel ilgiler ve bakiç açilari ailesini paylaçirlar. Hermeneutik düçünürler, çok genelde, bir sözdiçi/dil diçi ve zamandiçi bir öngörü/kavrama yetisi olarak insan zihni fikrine karçi çikmaya duyduklari ortak ilgileriyle karakterize edilebilir. Platon, Aristoteles, Augustine, Aquinas, Descartes, Spinoza ve digerlerine ima ile insan zihni, "kendinde" gerçekligi bir "saf görme kapasitesine, ezelî ve ebedî boyutlariyla (subspecie aeternitatis) gerçekligi bir sözsüz/dilsiz kavrayiç yetenegine sahip degildir. Bunun yerine hermeneutik anlama teorileri, bütün bir insanî anlamanin, asla "sözler/kelimeler/dil olmaksizin" ve asla "zamanin diçinda" gerçekleçemeyecegini öne sürerler. Tersine, insanî anlamanin ayirici özelligi, aslinda daima, tarihsel bakimdan kayit, altina alinmiç bir ilgiler ve pratikler takimina göre zaman içinde geliçen bir evrilen lingüistik çerçeve içinde gerçekleçmesidir. Kisaca, hermeneutik düçünürler, dilin ve tarihin her durumda, anlamanin hem çartlari hem de sinirlari oldugunu öne sürerler. Bu iki tema, yani tarih ve dil, hermeneutik literatür içinde ikili ana motifler gibi içler. Hermeneutik düçünürler dili ve tarihi, bütün anlaminin tranzendental/açkin çartlarinin özel tipleri olarak fonksiyonlarini yerine getiren çeyler olarak görürler. Habermas'in bir ifadesini ödünç almak gerekirse, tarih ve dil, düçüncenin "degiçen a priorileri" (1) olarak görülür. Fakat bu a prioriler dogalari itibariyle degiçmeye açik olduklari, yani daima farkli kontekstlerde farkli olduklari için, zaruraten, bu tranzendental kapasiteleriyle nasil fonksiyon icra ettiklerinin bir nihaî teorik açiklamasindan yakayi siyirirlar. Kant'in üç eleçtirisinin - açikça tanimlanmiç üç anlama tipinin zorunlu çartlariyla ilgili itiraz edilemez kesinlik arayiçindadirlar aksine hermeneutik, bu tür hiçbir tranzendental proje peçinde degildir. Ílkin, degiçen dil ve tarih "çebekeleri"ne vurgu, bir kesin ve tartiçma götürmez yorumu imkânsizlaçtirir. Hermeneutik düçünürler, anlamanin, her zaman ve heryerde ayni olan çartlar içinde gerçekleçtigi varsayimina karçi çikarlar. Íkincileyin, hermeneutigin "yaritranzendental" tarih ve dil yorumu kendisini, insan zihninin, açikça ayirtedilebilir anlama alaninin bütünüyle farkli kurallara göre içledigi yolundaki Kantçi tezin reddinde gösterir. Insanî anlama, ne pek öyle kolayca kompartmanlar halinde parsellenebilir ve ne de onun özü kurallarin izleyicisi olmaktir. Üçüncüleyin, hermeneutik yorumlar, bütünüyle tranzendental/açkin yorumlardan farklidirlar; çünkü, onlar anlaçilabilirligi önceden verili özel bir alanda; temelde degiçmez bir :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y1.html 1 -~ 4 18.11.2008 20:35 öznede degil, bir açik evrilen ve dilin aracilik ettigi pratik alanda temellendirilirler. Kisacasi hermeneutik, sanki anlama her zaman ve heryerde ayniymiççasina, kendinde anlaçilabilirlik çartlarinin peçinde degildir. Aksine, onun tarihin ve dilin tranzendental çartlariyla ilgili yorumu, tam da cidden talep ettigi degiçme arzusundan dolayi, zarureten genel ve ilkece de açik kalir. Bu yüzden, hermeneutik düçünürler kendilerini, "tranzendental" araçtirmalarinda, öngörülmemiç degiçmelere yer birakmalari için kâfi, ancak, fiili düçünme tecrübemizin ikna edici bir yorumunu verecek ölçüde belirli, hermeneutik düçünüçün eleçtirel gücünü gösterecek ölçüde nüfuz edici zor bir genel teori olmaya çaliçma konumunda bulurlar. Bu tür "yaritranzendental" yorumlar genellikle çikiç noktalari olarak "tarihsel oluç" (Geschichtlichkeit) kavramini alirlar. (2) "Tarihsellik/tarihsel oluç," genellikle, tarihe ait olana katilimimizi ve tarihe ait olanla etkileçimimizi göstermek amaciyla kullanilan bir terimdir. "Tarihsellik" kavraminin belki de hermeneutigin en merkezî ve en zarurî iddiasi oldugunu söylemekte hiçbir abarti yoktur. "Tarihsellik," hayatimizi zaman içinde yaçadigimiz yolundaki malum, ancak apaçik gerçege atifta bulunmaz. O bunun yerine, bütünüyle ve her durumda tarihsel oldugumuz tezine atifta bulunur. Bu kavram, insan olmakla kendimizi belirli tarihsel çartlar içinde bulmamiz arasindaki iliçkinin tesadüfi bir iliçki degil, aksine temel ya da "ontolojik" bir iliçki oldugu iddiasina atifta bulunur. Bu, tranzendental ego ya da çok daha genel bir ifade kullanmak gerekirse, bütün tarihsel çartlarda ayni durumda kalan insan dogasi türünde bir numenal, tarihdiçi çekirdege indirgenemeyecegimiz anlamina gelir. Biz aksine, kendimizi içinde buldugumuz tarihsel çartlarin ve cemaatin, konuçtugumuz dilin, kendimize malettigimiz tarihsel olarak evrilen aliçkanliklarin ve pratiklerin, ciddiyetle ilgilendigimiz zamanla sinirli problemlerin, yaptigimiz tarihle sinirli tercihlerin fonksiyonuyuz. Hermeneutik bakiç açisina göre, insanî varliklara/beçere ne Tanri veya doga tarafindan degiçmez bir öz verilmiçtir, ne de insanlar kendilerini yaratan varliklardir (en azindan izole edilmiç bireyler olarak); tersine biz daha çok, kismen içinde kendimizi buldugumuz ve kismen içinde diger insanlarla içbirligi yaparak kendimizi çekillendirdigimiz belirli bir tarihsel varoluç tarziyiz. Özetle, hermeneutik çu ontolojik iddianin savunuculugunu yapar: insanlar kendi tarihleridirler/beçerî varliklar kendi tarihleridirler. Tarihsellik tezi, felsefî hermeneutigin savunuculari, tarihselligimizin bütün rasyonel aktivitelerimizi, yani dünyamizi düzene sokma ve anlamli kilma yetenegimizi boyadiginda israr ettikleri için, bir hermeneutik anlama teorisinin kalbinde yeralir. Bunun ima ettigi çey, bütün insanî bilgi iddialarinin içinde dogduklari tarihsel süreçle bir temel iliçkiye sahip bulunduklaridir. Bu, herhangi bir bilgi iddiasinin, içinde çekillendigi tarihsel konteks tin, dil, gramer, yazarinin stili gibi belirli "tesadüfi" izlerini sergileyecegi yolundaki basit iddiadan çok daha fazla birçeye imada bulunur; bu, herhangi bir bilgi iddiasinin bizatihi anlaminin ve geçerliliginin, hem onu formüle edenlerin hem de geliçtirenlerin tarihsel durumuyla koparilamaz biçimde içice oldugu yolundaki çok daha radikal bir iddiayi içerir. Bu yüzden, hermeneutik düçünürler, hiçbir bilgi iddiasinin, ezelî ve ebedî/sub specie aeternatis hakikat/dogru olma talebinde bulunamayacagini öne sürerler; ancak bilgi iddialari, tarihin ortamini sagladigi bir anlama tarzlari, ilgiler ve pratikler takimina göre üretilmiç bulunan bir probleme belirli bir zamanda "pragmatik" (3) en iyi çözüm olma anlaminda "dogru"durlar. Sözün geliçi, Newton fiziginin ilk formülasyonu ve eleçtirel kabulü tarihin aracilik ettigi bir anlama tarzlari ve ilgiler takimina göre gerçekleçmiçtir. Yine, ayni çekilde, bizim Newton fizigi ile ilgili degerlendirmemiz - Newton-'in çagdaçlarinin ve yakin takipçilerinin degerlendirmelerinden gayet tabii farklidir - tam da quantum mekaniginin ve Einstein'in genel rölativite teorisinin ortaya çikardigi degiçen tarihsel çartlardan dolayi farklidir. Bu farklilik yalnizca, kendisiyle Newton'i anladigimiz bilimsel inceden inceye içleme tarzlarimizdaki farklilik degildir; Newton'in hakikat/dogruluk iddialarinin anlamini ve kapsamini kavrama tarzimizdaki farkliliktir. Dolayisiyla biz Newton'i, her ne kadar kesinlikle anliyorsak da farkli anlariz. Eger bu durum, hermeneutik düçünürlerin öne sürme egiliminde olduklari gibi, bütün bilgi iddialari için paradigmatik bir durum ise, o takdirde bilgi de gerçekligin ezelî ve ebedî/ sub specie aeternitatis bir tarihdiçi yeniden inçasi degil, aksine çeyleri, tarihin aracilik ettigi konumumuz odagini her ne zaman degiçtiriyor olursa olsun hiçbir önemi bulunmaksizin, tarihin aracilik ettigi, kaçinilamaz degiçmeye tâbi bir ilgiler ve anlama tarzlari takimindan yola çikarak görme tarzi demektir. Dolayisiyla, her ne kadar yeni bilgi iddialari önceki bilgi iddialarindan hareketle içsel ve diyalektik biçimde evrilebiliyorlarsa da, onlar zarureten gerçekligin çok daha tarihdiçi temsilleri yönünde ilerlemezler; aksine, çimdinin sürekli degiçen teorik ve pratik taleplerine, geçmiçin anlama tarzlarina göre hareket ederler. Mesela, tipki tek bir Platon degil, Platon'un (Aristoteles, Porphyry, Plotinus, Augustine, Shaftesbury, Kant, Rousseau, Schleiermacher, Friedlander, Cornford, Ryle, Vlastos'un ve digerlerinin) yorumunun tarihi olmasi gibi, birçok çagdaç bilim filozofu da, makûl bir çekilde, bilimin keçfederek yeniden inça etme giriçiminde bulunacagi dogal gerçeklikle ilgili teoriden- bagimsiz hiçbir perspektif olamayacagini öne sürer; teoriden-bagimsiz perspektif yoktur, dogal nesneleri çu ya da bu evrilen teorik çerçeveden yola çikarak anlamayi deneyen bilim süreci vardir yalnizca. (4) Neticede, kendisine baçvurarak yeni teorik önerileri degerlendirebilecegimiz hiçbir teoriden- bagimsiz konum ya da kurallar takimi yoktur. Biz bunun yerine, o alan içindeki yeni :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y1.html 2 -~ 4 18.11.2008 20:35 geliçmelerin "geçerliligi," "verimliligi" ve "inandiriciligi" konusunda yine o alanda çaliçan bilimadamlari arasinda gerçekleçen konsensus/mutabakat türünde birçeye bel baglamaliyiz. Bunun yapisi geregi yanilabilir ve tarihin aracilik ettigi bir süreç oluçu, Kuhn, Feyerabend, Polanyi, Lakatos ve onlarla ayni düçüncede olan diger düçünürler gibi postempirist bilim felsefecileri tarafindan tekrar tekrar gösterilmiçtir. Çok daha genelde hermeneutik filozoflar, asla hiçbirçeyi tarihsel bir vakum içinde göremeyecegimiz, aksine, herçeye, içinde gelecegin ilgilerini zimnen taçiyan geçmiç tarafindan iptal edilemez biçimde çekillendirilen bir çimdinin konumundan bakabilecegimiz konusunda uzlaçirlar. Bu yüzden, Gadamer gibi bir hermeneutik düçünür, "anlamanin bizatihi kendisinin hiçbir çekilde sübjektif/öznel bir terim olarak degil, aksine, içinde geçmiçin ve çimdinin sürekli birbirine kariçtigi bir intikal olayina giriç olarak düçünülmesi gerektigini" iddia eder. (5) Özetle, kendi kendimizi ve dünyamizi anlama imkânlarimizi belirleyen çey, tarihtir. Eger "tarihin anlama imkânlarimizi belirledigi" tezini kavramak istiyor ise, insanin, "imkânlar" kavramina "belirleme" kavramindan daha fazla vurguda bulunmasi gereklidir. Ikincisine vurguda bulunmak, hermeneutigin, anladigimiz çeyin, geçmiçin anlamamiz için programladigi çeyin yalnizca bir fonksiyonu olmasi anlaminda bir tür tarihsel belirlenimciligi/determinizmi savunduklari yolunda yanliç bir izlenim verir. Bununla birlikte, eger geçmiç anlama imkânlarini belirliyor ise, bu durumda biz, geçmiçin birçeyi anlayabilmemizin mümkün yollarinin sayisini nasil sinirladigini - fakat bu bizi bir sorunun önceden belirlenmiç bir kavrayiçina hapsetmez - görebilecegiz demektir. Tarihle iliçkimiz anlamamizi, tarihle iliçkimizin bir fenomenin kendisinin gösterilecegi bakiç açilarini sinirlamasi, ancak yine de, bu anlama tarzlarinin içlenmesini, onlarin gizli zenginliklerini ve sinirlamalarini ortaya çikarmayi bize birakmasi anlaminda "sonlu/sinirli" (6) hale getirir. Gayet tabii, biz bunu, çok sayida faktörün etkisi altinda kalacak çekilde yapariz; fakat, kendimizi gelecege yansitirken geçmiçi kendimize maletme tarzimizin sorumlusu, önemli ölçüde bizizdir. Bu yazi çu kitaptan alinmiçtir: Briçe R. Wachterhauser (Ed.), Hermeneutics and Modern Philosophy, State University of New York Press, Albany, 1986, ss. 5-61. (1) Jürgen Habermas, Towards a Rational Society, trans. Jeremy J. Shapiro (Boston, 1970), s. 84. (2) "Geischichtlichkeit" kavramini Almanca'da ilk keçfeden kiçi Hegel'dir. Kavram, daha sonra özellikle, C. J. Nitzsche ve F. P. Schleiermacher gibi teoloji yazarlariyla Hegelci çevrelerde R. Rosenkranz ve R. Hym gibi yazarlarin metinlerinde yeraldi. Grafen P. Yorck von Wartenburg ile W. Dilthey arasinda 1877'den 1897'ye kadar devam etmiç bulunan yaziçmalarda bir merkezi felsefî kavram olarak tekrar ortaya çikar. Heidegger kavrami Dilthey'dan miras almiçtir ve onu bugün yaygin çekilde kullanilan bir kavram haline getiren muhtemelen Heidegger'dir. Daha fazla bilgi için bakiniz Joachim Ritter, ed., Historisches Wörterbuch der Philosophie (Basel: Schwabe and Co., 1974), 3: 403-8). (3) Dilthey, Heidegger ve Gadamer gibi klasik hermeneutik düçünürler James, Dewey ve Royce gibi Amerikan pragmatistlerini her ne kadar incelememiçlerse de, Apel, Bernstein, Habermas ve Rorty gibi yazarlar onlarin görüçlerinin birbirlerine yakinligina içaret etmiçlerdir. Bakiniz K. O. Apel, Towards a Transformation of Philosophy (London: Routledge and Kegan Paul, 1980), ss. 77-136; Rorty, Philosophy and the Mirror of Nature (Princeton: Princeton University Press, 1980), ss. 3-13. (4) Thomas Kuhn, The Structure of Scientific Revolutions (Chicago: University of Chicago Press, 1970). (5) Hans-Georg Gadamer, Wahrheit und Methode (Tübingen: J. C. B. Mohr [Paul Siebeck], 1960), ss. 274-275. Ingilizce tercümesi, Truth and Method (New York: Seabury Press, 1975), s. 248. Bundan böyle bu iki ayri dildeki kitaba WM ve TM kisaltmalariyla atifta bulunulacak. (6) WM, ss. 94, 114, 126, 218 vd., 26 0, 239 vd., 401 vd.; TM, ss. 88, 109, 205 vd., 244, 320 vd., 414 vd. Not: Metnin ilk üç bölümü alintilanmiçtir. Kaynak: Insan Bilimlerine Prolegomena, Çeviri, Hüsamettin Arslan, Paradigma Yayinlari
Sayi :11 Yil: 2008 Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim
Anlamak Nedir? Felsefe Ekibi Genelde anlamak, bir anlami olan tasarimlari düzene sokarak bir biçim, bir yön, bir anlam oluçturmaktir. Bir çeyi, bir durumu, bir fikri anlamak, onu kendisi de kavranilabilir olan bir sistemin içine sokmaktir. Çünkü o, bir iliçkiler sistemidir. Bu sistemin içine sokulan unsurlar, kismen kavranilabilirler, çünkü daha önceden sistemlerin içine sokulmuçlardir. Diger bir anlatimla, anlama her zaman tüm zihni devreye sokar. Anlam hiçbir zaman, kendi kendine anlamli olacak bir imleyende durmaz. Bu imleyen, ancak kendinden baçka bir çeye atfedildigi zaman anlamli olur. Yemek yemenin veya çiçek toplamanin ne oldugunu bilirim çünkü bu eylemler eylemlerin geliçimiyle bütünleçirler, çünkü benim üzerimde onlari baçka bir çeyle anladigim bazi etkiler yaparlar... Eylem kendi içinde kavranilabilir degildir. Refleks eylem, basit yanit, basit bir çikiç akimi özneyi refleks düzleminde birakir ve kavranilirligi yaratmaz. Bir algilar ve eylemler sistemi ile bütünleçmiç, bir noktaya kadar bir kavram haline gelmiç eylem anlami ve kavranilirligi oluçturur, bunun sonucu nedenselligin, erekçiligin kategorileri tarafindan yönlendirilen eylem oluçur; böylece düçünen eylem, zihinsel çey haline gelen eylem gerçekleçir. Yanit eylemini yakaladigimiz, erteledigim degiçtirdigimiz zaman, bir zihinsel evrene girdigimiz zaman, mantiksal bir evren oluçturdugumuz zaman anlamaya baçlariz. O halde anlamak, heterojen duyumlarin bir serisini, onlari toplayan, onlari birbirlerine göre tanimlayan düzeniyle degiçtirmektir. O halde anlamak, çeylerin üzerine iliçkiler agini atmaktir, duyusal, motor veya entelektüel verileri uzamin ve zamanin içinde, nitelik, nedenler ve sonuçlar düzeninde düzenlemektir. Onlar üzerine ikili bir çaliçma yapmaktir; birbirlerine göre düzene koydugumuz temel tasarimlar, onlari anlamayi saglayan diger tasarimlara göre düzenlenmiçtir; hedefe dogru hizlanan koçucuyu anladigim zaman daha önceden bir koçucunun ne oldugunu biliyorumdur; ressamin çaliçmaya koyulmak için paletini hazirladigini anlarsam, önceden bir rengin ne oldugunu biliyorumdur. Bir tümceyi anladigim zaman, daha önceden, yeni birleçiminin yeni bir anlam ortaya koydugu sözcükleri biliyorumdur. O halde anlamak kavramlari düzenlemektir. Öncelikle, kavramlari oluçturmak veya daha önceden oluçmuç kavramlara baçvurmaktir. Potansiyel bilgimiz bu kavramlarin sisteminden baçka bir çey degildir. Bu kavramlarin tam bir stoguna sahibiz. Zihnimiz, aliçkanligin kolaylikla, kullanmamizi sagladigi bu bilgi komprimeleriyle ve bu özetlerle doludur. Ve onlari düzenleyerek onlara bir anlam veriyoruz... "Anlamak öncelikle sistematikleçtirmektir." E. DELACROIX, Felsefe Yazarlarindan Seçilmiç Metinler, Çeviren Mukadder Yakupoglu, Doruk Yayincilik. :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y7.html 1 -~ 2 18.11.2008 20:37
SADELEÇTÍRME ÇABASI Bu tümce, Türkçe denilen dilin notasyon sistemiyle yazilmiçtir ve içerigi buna göre çekillenmiçtir 1-Bu tümceyi, Türkçe denilen dilin notasyon sistemini bilen biri okudugunda, bu tümce onun için anlaçilir olacaktir. (Bu baglamda, bir notasyon sistemini bilen birisinin okudugunu anlamasi/anlayamamasi, yazilim/notasyon sisteminden degil, okuyandan kaynakli olacaktir) 2-Bu tümceyi, Türkçe denilen notasyon sistemini bilmeyen biri okudugunda, bunun bir dilsel-bildirim, notasyon sistemi oldugunu anlayacak, ancak, iletinin/haberin veya mesajin neyden söz ettigini, kisacasi içerigini anlayamayacaktir. Bu iletinin neden söz ettigini anlaya-bilmesi için, bu notasyon sisteminde kullanilan sembollerin, kendi notasyon sisteminde neye-karçilik geldigini anlamasi gerekecektir, eç-deyiçle, bu=this, tümce= denkliklerini kurmasi gerekecektir. 3-Varsayalim ki, bu tümceyi uzayin boçluk-denilenine dogru üfledim. Ve varsayalim ki, bir dünya-diçi varlik kipi/formu bu tümceyi algiladi. Içte tam da burada film-kopuyor. 3 nolu var-sayim söz konusu oldugunda, tümce ve ait oldugu notasyon/yazilim sistemi beni ele geçiriyor, kis-kivrak yakalayarak, tüm olanaklarimi bagliyor. Uzayin boçlugun üfürdügüm bu sesi, bir ileti/mesaj/haber olarak kodluyor. Bu iletinin bir muhatapla karçilaçmasi durumunu, yine kendi notasyonuna göre kodluyor. Birisi bu iletiyi algilayacaktir, ona bi çekilde bir anlam-yükleyecektir, çünkü bu iletide bir anlam var ve anlamin oldugu iletinin muhatabi da (muhatap oldugu anda) anlayici konumuna geçmek zorundadir. Çunu demeye çaliçiyorum, çu ana degin yazdiklarimi hangi notasyon sistemiyle yazarsam yazayim veya seslendirirsem seslendireyim, (Aborjince, Ingilizce, Çince, v.s) tüm bunlar sadece ve sadece insan-denilene hitap edecektir. Insan denilen diçinda, hiç-bir varliga bunlar, anlam/haber içerigi taçiyabilen bir ileti-olarak gelmeyecektir. 1 ve 2 nolu durumlarda, anlamak veya anlayamamak, yapisal degil tamamen teknik bir durumdur. Bu durumlarda anlamak veya anlamamak, ya ileti ya ileti kanali ya da alicinin özellikleri ile ilgilidir, bu üç özellik anlamanin gerek ve yeter çartlarina haiz ise, anlama gerçekleçir, degilse gerçekleçmez. 3 nolu durumda ise, anlamak veya anlamamak yapisal bir durumdur. Insan diçi baçka bir form, insan denilenin notasyon sistemini nasil-anlayacaktir. Bir dilden baçka bir dile çeviri mümkündür ve bu bir tür kriptolojik-içlemdir, peki bir türün notasyon :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html 1 -~ 19 18.11.2008 20:32 sistemi baçka bir türün notasyon sistemine nasil çevrilecektir. Çeviri içlemi, farkliliga ragmen, ortak referanslarin varligina dayanir. Türkçe denilen dilden, Çince denilen dile çeviri, gösterilenlerin ortakliginin ürünüdür, gösterilenler düzleminde bir denklik kurdugunuzda, bir notasyon sistemini baçka bir notasyon sitemine çevirmek mümkündür. Peki, insanlik-dilini, farz-i mahal, Venüslülük diline nasil çevireceksiniz Bunlarla çunu anlatmaya çaliçtim, her türden anlati ve anlamlandirma ve bunlara bagil olarak ortaya çikacak veya çikmayacak olan anlama denilen, notasyon sistemleri farkli da olsa en-temelinde bir ve aynidir. Yani, ortada tüm farkliliklarina ragmen, tek bir insanlik dili vardir. Notasyon sistemleri, Arapçadan Çinceye, Çinceden aborjinceye farkli da olsa, tek bir insanlik dili vardir ve bu baglamda insanligin tüm, anlati, anlama, anlaçma içlemleri ve bunlarin tümünün birden dayanagi olan anlam denilen total bir yapidir ve onunla ilgili tüm içlemler totolojiktir Sahiden de, birbirinden farkli olabilen iki-dil, birbirini asla-anlayamaz, eger bir dil bir çekilde de olsa baçka bir dile çevrilebiliyorsa, bu o iki dilin en temelde bir ve ayni oldugunun gösterenidir. 1- YD EÇKVTBO ZJLZUÖRÖAUZ FOÇGTBO ÜIAKÇFGÇJÇZUÇKG 2- I9NL S JE V G49R*43 T MM DOFLOROUT489T5 DÇD4ÜT5*CV RGHWRHUHF 82UE U ÇEGNA Yukaridaki 1 ve 2 ile kodlanmiç tümcelerde, Türkçe denilen notasyon sisteminin abc sine dayanarak bir çifreli bir anlatim yaptim. Dayandigim çifreyi çözmeden bu harf öbeklerinin ne dedigini anlayamazsiniz. Ortada bir ileti var, bunun fiziksel yapisini görüyorsunuz, ancak içerigine ulaçamiyorsunuzIletinin dayandigi çifreyi size söyledigimde, iletinin anlami ortaya çikacaktir. (Çifrelemede öznel bir kod-sistemi kullanmadim, oldukça genel bir kodlamaya dayandim, kriptolojik içlemleri sevenler ugraçsinlar bakalim, iletinin çifresini çözebilecekler mi?) Yalan söyledim, 1.harf öbeklerinin bir çifresi var, ikincilerinin ise yok. Ikincileri, gözlerimi kapayarak, rastgele, geliçigüzel bir biçimde klavyenin tuçlarina basarak oluçturdum. Tesadüfen bir çifreleme-esasina denk düçtü mü bilmiyorum, ama sanirim bu oldukça düçük bir ihtimal. Eger bu itirafi yapmamiç olsaydim, 2.tümcenin anlamsal içerigine ulaçmak isteyenler, bunu anlamli bir bildirim sanip ugraçacaklardi ve belki de kendilerince birtakim-anlamsal içerikler oluçturabileceklerdi. Sanirim bu anlati, dil-metin denilene dair olarak, okuyucu-olana bir çeyler çagriçtirmiçtir. Ileti, iletme, anlama ve anlaçma içlemleri aslinda tam da bu sürece karçilik geliyor. Önce bir çeyleri çifreleyen bir notasyon-sistemi oluçuyor, bu notasyon sistemine dayanarak, bir ileti kuruluyor, ileti bir baçkasina yöneliyor. Iletiyi alan notasyon sisteminin çifreleme esaslarini biliyorsa iletiyi anliyor, degilse de anlayamiyor, süreç aslinda içte bu denli basit ve bu süreç, dil-metin denilen her yerde ve herkeste bu biçimde-içliyor, iç-görmeye çaliçiyor. Olan-denilen açisindan aldiginizda, tüm bu anlatilanlar böyledir. Eger, spekülatif, meta-fizik kurgulara düçkünseniz, bundan sonrasinda, sonsuza degin kurgu yapabilirsiniz. Insan denileni, üst-makro yapilarin içinde bir alt-mikro birim olarak alirsaniz, makro yapidan bu birime bakarsaniz, belki de çu anda, bunlari yazan ben degilim, yazdiriliyorum ve belki de benim de hiç-bilmedigim, ön-görmedigim baçka bir içlevi yerine getiriyordur. Belki de birileri beni kullanarak, baçka birilerine bir-çeyler söylüyordur, belki de karnin gurultusu, kanimin dolaçimi, gaz çikarmam, hapçirmam, aglamam, gördügüm rüyalar, baçka boyutlara, âlemlere haber taçiyordur Içte paranoya-nin baçlangiç noktalari, için ilginci, hiç-kimse bunlarin böyle olmadigini bana nihai olarak kanitlayamaz, belki de çaldigimiz tüm müzikler, söyledigimiz çarkilar, kâinatin sevinç veya hüzün sesleridir, belki de bizlerin bagli oldugu bir üst-ünite, bir çarkiyla birine ilan-i açk ediyordur, kim bile-bilir ki bunlarin böyle olmadigini veya oldugunu. Görüldügü üzre, spekülasyona kaydigi anda, o alanda, sonsuza degin, büyüleyici, ilginç denilebilecek kurgular üretebilir. Böylesi bir giriç yapmamin nedeni çuydu; anlam, anlati/ileti/mesaj, anlatma/bildirme, anlama, anlaçma denilen yapi ve süreçlerin, hepsinin birden çikiç buldugu, içinde yuvalanmiç oldugu, adina dil-denileni .. bütünselligi halinde görmek istegi. Sanirim bu koyultama ve iliçkilendirme biçimi, oldukça içlevsel ve olanlarin-üzerine oturur nitelikte. Bir dil-denilen sistemleçtirme formu/biçimi olmasaydi, anlam, anlati/ileti /mesaj, anlatma/bildirme, anlama, anlaçma denilen yapi ve süreçlerin gerek ve yeter çarti da ortadan kalkmiç olurdu. ANALÍTÍK DÜÇÜNÜÇ ÇABALARI :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html 2 -~ 19 18.11.2008 20:32 Öncelikle bir kavramsal çerçeve çizmem gerekiyor. Bu baglamda hangi kavramlarla iç görmeye çaliçiyorum veya hangi kavramlarin, ilgili oldugu hangi sorunlariyla boguçmak istiyorum. Bu baglamda, verili ve deçilmesi gereken kavramlar çunlar; anlam/anlamsizlik, anlati/ileti/mesaj, anlatma/bildirme, anlama, anlaçma/iletiçim-anlaçamama /iletiçimsizlik ve tüm bunlarin içinde yuvalandigi, dil/metin-dilsizlik/metinsizlik denilen yapi. Tüm bunlarin bir sira-düzeni, hiyerarçisi var mi? Çöylesi bir dizgeleçtirme ve iliçkilendirme çabasi içine girecegim. Öncelikle ortada, adina dil-denilen bir notasyon (kodlama, çifreleme, sembolleçtirme) sistemi var. Bu sistemin birtakim anlamlari içerdigini kabul ediyoruz. Eç deyiçle, dil-denilen anlamin, diç, somut-fiziksel yüzünü, bir tür kabugunu oluçturuyor ve bu kabugun içinde anlam-denilenin taçiyiciligini yapiyor. Kabugu bi çekilde kirip, içine nüfuz edebildigimizde, anlam-denilen ile karçilaçiyoruz. Böylelikle, dil-anlam iliçkisini kurmuç olduk. Bundan sonrasinda süreç çu çekilde içliyor. Ilgili notasyon sistemleri ile herhangi bir dilsel içlem yaptigimiz anda, anlam denileni taçimiç ve bir ileti/mesaj/haber haline getirmiç oluyoruz. (Tam da çu anda ben-denilenin yaptiklari bunlar, ortada Türkçe denilen bir notasyon sistemi var, bu notasyon sisteminin içinde yuvalanmiç olan anlam-dünyalari var ve ben, Türkçe denilen notasyon sistemine dayanarak, birtakim dilsel içlemlerde bulunup, ortaya, dil-anlam denilenlere dair olarak bir ileti/haber/mesaj ortaya çikarmaya, koymaya çaliçiyorum) Iletinin ortaya konulmasindan sonra, bu ileti dolaçima-giriyor ve birilerinin anlama-çabasina konu olur hale geliyor. (Çu anda sizin bunlari okurken yapmaya çaliçtiginiz içlem, bunlari okuyorsaniz, sürecin ben-denilenle ilgili olan ayaginin birinci kismi tamamlanmiç demektir) Bunlari okumaniz sirasinda ve sonucunda, süreç size ulaçarak içlemeye devam ediyor, anliyorsunuz veya anlamiyorsunuz, kabul ediyorsunuz veya etmiyorsunuz, anlaçiyoruz, iletiçim kuruyoruz veya anlaçamayip iletiçim kuramiyoruz Sürecin girdisi, dil-denilenin taçiyiciligini yaptigi, anlam-denilen, ara süreçlerden sonra, sürecin çiktisi ise, iletiçim veya iletiçimsizlik Tam da bu noktada, çöylesi bir meta-forik anlatim denemesi yapacagim. Anlam- denileni, tüm bu süreçlerde taçinan kan-olarak düçünürsek, bu sürecin kalp denileni dil/metin oluyor ve kalp atar ve toplardamarlar araciligiyla, (ki damarlar da ileti kanallari içlevini yükleniyor) ilgili organlara iç-yapabilmeleri için, kan pompalamakla meçgul. Dil/metin denilen bu durumda bi tür distribütörlük-içlevini yüklenmiç oluyor. Bu alt-fizyolojik mekanizmanin içinde yer aldigi bütünsel organizma nedir peki? Bir tür kalbi-içlevi yüklenen dil/metin, ne adina niye damarlar/ileti kanallari araciligiyla, nereye kan/anlam pompaliyor ve ilgili organ niye kan-istiyor? Sanirim bu sorulara verilecek tek olasi cevap yaçam-denilen organizmadir. Bu alt fizyolojik mekanizma, yaçam-organizmasina hizmet etmeye çaliçmaktadir Bunlardan çikarsanabilecek zorunlu son-uç önermeleri çunlardir, nasil ki, bedenimin içindeki fizyolojik yapilarin tüm ve ortak içlevi, can-liligimi/yaçamsalimi devam ettirme yönünde çaliçiyorsa, bunun için ve buna hizmet-ediyorsa, ayni çekilde, dil/metin ve anlam da yaçamsal-baglamda var, bunun diçinda ve baçka bir yerde ve içlevde degil Böylelikle, bütünsel fotografi çekilmiç, dil/metin ile birlikte anlamin yaçam- bütünselligindeki konumlaniçini ortaya çikmiç oldu. Bu noktada benim itirazim ve üzerinde duracagim boyut çu; Insan türseli diçinda kalan diger yaçam formlarinin hiçbirinde, insanlarda oldugu gibi dilden bir kalp yok. Tüm bitki ve hayvan formlarinda, yaçamsal süreçler, cap-canlisindan yine kendi dogal içsel dinamiklerinden fiçkirmakta, damarlarinda gezinen birtakim uyduruk-anlamlar dünyasi ile degil, sahici- kanla beslenmektedirler. Bitki veya hayvanlar veya her ikisinin tümleçik-baglamdaki iletiçim, contax-kurma süreçleri, yine anatomik ve fizyolojik yapilarinin bir dogal parçasidir. Hayvanlar, kokularla veya dogal-seslerle contax kuruyor ve ne bitkilerin ne de hayvanlarin kendi aralarinda bir iletiçim sorunu yaçanmiyor. Kisacasi, insan denileni doga, var-oluç denilenden eksilttigimizde, geriye kalan alanda hiçbir sorun yoktur. Hava toprakla, toprak bitkilerle, bitkiler hayvanlarla, hepsi birden suyla, bi güzel anlaçip, kaynaçip yaçamaktadirlar, iletiçim denilen sorunlari yoktur :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html 3 -~ 19 18.11.2008 20:32 Insan denilenin ise giderek bi çekilde yaçamsal-kalbi yerinden çikti veya düçtü. Bu nasil ve niye oldu, bilmiyoruz. Insan denilenin kalbi yaçamsal alandan düçünce, ona bi tür kalp-nakli yapildi ve yaçamsal kalbin yerini, yapay-olan dil-kalbi aldi. Artik insan denilenin dogal kalbinin yerini yapay dilsel ve giderek de metinsel kalp almiçti. Bu yapay kalp, kanli-canli kan yerine, dogal olarak kendine uygun olan, yapay, anlamsal kani pompalamaya baçladi. Insan türselinin toplumsal ve giderek de bireysel yaçami, bu kanla beslenir oldu. Insan denilen, içinde bulundugu yaçamsal bütüne, bu noktadan sonra, bir tür, metin-canlisi olarak eklemlendi. Tam da bu baglamda, insan denilenin bu yeni hali ile hem kendi dogal-biyolojik, hem de içinde bulundugu tümleçik-dogal yaçam denilen ile kan-doku uyuçmazligi vardi. Cap-canli bir organizmaya, mekanik-yapilarin eklemlenip, bir tür sayborg-varligin ortaya çikiçi gibi, insan denilen de yari-dogal yari yapay bir varliga dönüçmüçtü. Içte o gün bu gündür, insan denilen hem kendisi ile hem de içinde bulundugu tümleçik yaçam alani ile kavga etmektedir. Bu yapay kalbi ve onun damarlarinda gezinen anlamlar- dünyasini, ne kendi otantik yaçami ne de içinde bulundugu tümleçik yaçam, içine sindirip hazmedemedi. Yapay kalp/metin halledilebilirdi, ancak onun sürekli ürettigi ve damarlarinda gezinen anlamsal-kan ile yaçam denileni uzlaçtirmak olasi degildi. Bu iletide elimden geldigince, bu sorunu belirgin kilmaya çaliçacagim. !"#$ &#'($#)( *+),$+-./ 01)2/ 3#*#4( POZITIF/OLUMLAMALAR NEGATIV/OLUMSUZLAMALAR Anlam/anlamli Anlamsiz Ileti/haber/mesaj Iletisizlik/habersizlik/mesajsizlik Anlama/iletiçim/anlaçma Anlayamama/iletiçimsizlik/anlaçmazlik Iletiçim Iletiçimsizlik Anlaçma Anlaçamama/anlaçmazlik 1-ANLAM /ANLAMSIZLIK DURUMLARI Dil/metin denilenin diçinda ve onun içaret etmeye çaliçtigi alanlarin kendisinde, sahiden de karçitliklar var mi bunu nihai olarak bilmiyoruz. Olumlama ve olumsuzlama metinle ve metnin penceresinden doga ve yaçam denilenlere baktigimizda devreye girmektedir. Metin içinde konumlanan bu olumlama ve olumsuzlamalar ne anlama gelmektedir? Olumlama ve olumsuzlamalarin oluçturulmasinda kullanilan kriter nedir? Sanirim bu konuda ulaçabilecegimiz tek ve nihai kriter yaçamsal-denilendir. Yaçamsal denilene hizmet edenlere pozitif/olumlama, yaçamsal denilene hizmet etmeyen, onu yokuça süren, zorlaçtiran ve giderek de imha etmeye çaliçanlara da olumsuzluk diyoruz. Yaçam/ölüm karçitliginda oldugu gibi. Yaçam, pozitif, olumlama, ölüm ise onu yok-lugu, olumsuzlanmasi anlamina geliyor ve diger tüm karçitlik-durumlarini da buna göre kuruyoruz. Öte yandan, metnin ortaya koydugu yaçam/ölüm karçitligini deçmeye çaliçtigimizda, nihai bir karçitlik bulamiyoruz, ölümle yaçam arasinda, karçitlik degil, sarmal bir birliktelik bulunmaktadir ve ölüm denilen yaçama-içrek bir durumdur, nihai olarak ölüm- denilen sadece metinde vardir, metin-diçinda ölüm diye bir çey-yoktur. Bu çekilde ölümü çökertmek, yaçam denilenin de pozitifleme/olumlama statüsünün ortadan kalkiçini getirir. Çünkü karçitlik-denilenler, birbirlerine göre vardir, biri yok ise, digerinin geregi de ortadan kalkmiç olur. Bu argümani, yukarida sözü edilen olumlama/olumsuzlama çiftlerine karçi da kullanacagim. Anlam baglaminda, anlamli/anlamsiz derken ne kastediyoruz? (Henüz anlam- denileni sorunsallaçtirmadim ve bilinen anlam-denilen üzerinden anlama dair içerikleri kullaniyorum) Herhangi bir uyarana, duruma karçi anlamli-derken demek istedigimiz çey, onun :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html 4 -~ 19 18.11.2008 20:32 alici tarafindan anlaçilmiç veya anlaçilabilir bir çey olmasidir. Eç deyiçle, anlam denilen, anlatmak ve anlamak ve giderek de anlaçmak-için vardir. Tüm bu, dolaçim süreçleri üstünde ve diçinda bir apriori nitelikte olabilen, sürece önsel ve diçsal bir anlam yoktur. Anlam denilen anlamak içindir, anlamak ise yaçam denilen içindir. Anlaçilir olan çey, anlamlidir. Bu durumda anlam-denilen, kendinden menkul bir durum degildir. Anlamli oldugu için bir-çey anlamli-degildir, anlaçila-bilir oldugu için anlamlidir. Anlaçilir bir-çey yok ise, anlamdan söz edebilmek olanaksizlaçir. (Tarkowskinin solaris filmi önerilir bu baglam ile ilgili olarak) Anlam denilenin kurumsallaçmasi nedeniyle bizde tersi olan çarpik bir algi oluçmuçtur. Sanki çeyler anlamli- oldugu için biz onlari anliyormuçuz gibi bir ters gösteren, aslinda anlamin-façizminin ürünüdür. Bir çeyin anlaçilir-olmasi ne anlama gelmektedir? Anlaçilirligi onun anlamliligini getirirken, anlaçilirligi nerden kaynaklanir? Metne/dile uygunluktan. Diyelim ki, deneyim alanimda ve karçimda duran, nesne/çey veya olay/durum türünden bir X uyarani var. Bu uyarana dair olarak bellegimde hiç-bir veri yok ise, o uyaran benim için anlaçilabilir/anlamli bir durum veya çey degildir. Ona bir anlam-yükleyip, anlaçilabilir kilmam için, ona dair bellek denilende mutlaka bir verinin bulunmasi gerekir. Peki, bellek denilen nelerden ve nasil oluçur? Ögrenilen ve ögretilenlerden. Bunlar neylerden oluçur, dil/metin içerikleri denilenlerden. Öte yandan anlamsizlik ne anlama gelmektedir? Görüldügü gibi, soru formunda bile, yani anlamsizliga-yaklaçirken bile, anlam-denilen açisindan yaklaçiyoruz. Anlamsizlik durumu veya kavraminin göstereni, anlaçilir-olmayandir. Anlaçilir olmayan ise bellekte karçiligi olmayandir. Ilgili durum veya uyarana dair, bellegimde hiçbir veri yok ise, bu uyaran benim için anlami olmayan bir anlamsizlik durumudur. (Bir ara parantez açip çu ek açiklamayi yapmak gerekiyor. Anlam/anlamsiz kavramlarinin kullanim baglamlarini ortaya koyup birbirinden ayirmak gerekiyor, çünkü baglama göre bu kavramlarin anlamlari degiçken olabiliyor. Doga denilen alanin çey ve olaylarinin anlamli/anlamsiz olmasi ile insan denilen varligin yapip-etmelerinden oluçan kültürel alandaki çey ve olaylarin anlamli/anlamsiz oluçu birbirinden farkli. Taç, yagmur, gök gürültüsü anlamlidir derken kastettigim ile evlilik, dügünler anlamlidir derken kastettigim anlamlilik durumlari birbirinden farklidir. Insan edimlerine dair, bu yaptigin hiç de anlamli bir davraniç degildir derken kastettigim çey, onun anlamsizligi degil, gereksizligi veya yanliçligi veya kötü oluçudur. Evlilik, dügünlerin anlami kalmamiçtir, anlamsiz edimlerdir derken kastettigimiz onlarin anlamsizligi veya anlaçilir olmamasi degil, gereksizligidir. Oysa doga olaylarina veya nesnelerine karçi anlamsiz derken kastettigimiz çey, onlarin anlaçila-bilir olmamasidir) Anlam denileni, anlaçilir-olma baglamindan alip, anlaçilir olana önsel kildigimizda, anlam denileni soyut bir kategori haline getirmiç oluruz. Bu güne degin, anlam denilen sorunun, giderek çözümsüz bir sorunsala dönüçmesinin nedeni de budur. Anlam denileni, soyut kategorik düzlemde aldigimizda karçisina anlamsizlik karçitini çikaririz. Anlamsiz olanin, anlaçilir olmamaktan öte bir anlami yoktur. Kategorik olarak anlamsiz- sözcesinin, kendisinden baçka göstereni, içaret ettigi bir çey olamaz. Bu baglamdaki anlamsizlik bir olanaksizliktir. Adi konula-bilmiç olan bir çey, o noktadan hareketle artik anlamsiz olamaz. Salt mutlak anlamda bir anlamsizlik, olanaksizliktir, bu baglamdaki bir anlamsizlik, zaten hiç olmayan bir çeye dairdir, olmayan ise, ne anlamli ne de anlamsizdir, sadece olmayandir. Anlamsiz denileni bizler, yaçam baglaminda, anlaçilir olmamanin veya da gereksizligin gösterenleri olarak kullaniriz, bu kullanimsal anlamdan ötede baçka bir anlami yoktur. 2-ÍLETÍ/ ÍLETÍSÍZLÍK DURUMLARI Ileti derken neyi kastediyoruz? Anlaçilir olma potansiyelini içeren bir uyarici durumu. Dolayisiyla, ileti denilen bir uyaranin, ileti/mesaj/haber olma özelligi, anlam denilende oldugu gibi, kendisinden menkul olabilen bir durum degildir. Örnegin, çu anda yazdiklarimin bir alicisi, anlayicisi, bunlari anlaçilir kilan biri yok ise, tüm bu yazdiklarim bir ileti niteligi kazanamaz. Havanin bulutlu olmasi veya yerdeki bir ayak izi, gök gürültüsü, kendiliklerinden bir ileti degildir, onlari ileti haline getiren, tüm bunlari okuyandir. Diyelim ki, biz insanlarin yaptigi gibi, çu anda uzaydan birileri bizlere birtakim iletiler-gönderiyor. Bizim alici-kanallarimiz bu iletileri algilayamiyor ise, ortada görüldügü gibi bir ileti yoktur-dur. Bizim uzayin boçluguna gönderdigimiz mesajlarin, birileri için henüz mesaj-niteligi kazanmamiç olmasi gibi. Bizim uzaya gönderdigimiz iletiler, bizim için bir ileti niteligindedir, çünkü biz bunlari anlaçilir-buluyoruz. Taç veya öküz için :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html 5 -~ 19 18.11.2008 20:32 40.senfoni, estetik bir ileti degildir (sanirim), bizim için böyledir. Ileti denilenin, yaçamsal dolaçim sistemi içinden çikarilip, soyutlanmasi ve kategorik olarak alinmiç olmasi, onun kendisinden menkul bir çeymiç gibi algilanmasina yol açmiçtir. Iletisizlik denilende bir sorun yok, ortalikta anlaçilir olma potansiyelini içeren bir uyaranin olmamasi durumu. 3-ANLAMA/ANLAYAMAMA DURUMLARI Varsayalim ki herhangi bir kaynaktan herhangi bir konuda belli bir bildirim/haber ileti aldik (Bize iletiyi/haberi gönderenin bunu hangi araçla gönderdigi veya bizim bu iletiyi hangi araçla aldigimiz önemli degil, teknik olarak, sözsel veya yazinsal dilsel bir notasyonla veya bir jestle/mimikle veya sezgisel/duyumsayiçsal estetik unsurlarla veya telepatik olarak veya vahye dilme, iç_te oluçturulma çeklinde) Bize bi çekilde yönelen ve bizim bi çekilde de olsa aldigimiz bu iletiye dair olarak, anladim/anlamadim derken ne kastederiz? Bu sorunun cevabina geçmeden önce, daha baçka sorulaçtirma içlemlerine giriçmem gerekiyor. 1-Haberi iletiyi anlamamiz, haberin gönderiliç biçim/aracina ve haberin içerigine göre degiçir mi yoksa degiçmez mi? Demem o ki, bir çiir_imsel bildirimi veya bir vahyi bildirimi veya bir bilimsel/felsefi bildirimi veya bir jestle/mimikle bize gönderilen iletileri, anlamak, ileti biçimine göre degiçken midir yoksa biçimden münezzeh midir, hepsindeki anlama edimi bir ve ayni midir? Ayni degildir diyor isek, aradaki ayrim noktalarini neye göre koyacagiz? Zannimca, anlama edimi, haberin gönderiliç kaynagina veya biçimine göre degiçken degildir ve fakat "içerigine" göre degiçkendir. Zihnin anlak denilen alani, gelen uyariciyi alir, veri tabanina dayanarak bir takim içlemlere tabii tutar, karçilaçtirma, analiz etme, farklilaçtirma veya kesiçtirme v.s içlemler yapilir... Bu noktada ilginç olan çey, bunlarin "bellege dayali" olarak yapilmasi, bu baglamda da aslinda "anlama" bir tür "totolojik" bir içlem, kendi kendini tekrar eden yapiya sahip. Anladiklarimizdan "anlariz". Zihin denilende, "anlaçilmiç" hiç-bir çey yoksa eger, anlama da olmaz. O nedenle anlama kendi kendini tekrar eden bir durum. Hiç görmedigim bir uyaricinin, hangi "kategoride oldugunu" anlayabilmem ve bu "çu-dur" diyebilmem için zihnimde o kategorilere dair veri olmalidir. Bu bir meyve veya hayvan veya sebze veya böcektir diyebilmem için, "hayvanligi", böcek olmakligi" v.b "biliyor olmam" gerek... Zihin denilende, hiç_bir veri yoksa anlama da yoktur... Kisacasi, bilgi içleme hafizanin "veri_tabani" üzerinde yapilir, eger gelen habere dair olarak, hafizamda dogrudan veya dolayli yollardan, habere dair iliçkilendirebilecegim bir veri yoksa ileti/haber benim için "tamamen" bir "UFO" niteligindedir, ne yaparsam yapayim ona dair hiçbir "anlayici" yönde içlem yapamam ve uyarici/ileti karçisinda kala_kalirim Sorun gidip gene ilk_noktaya dayaniyor. Bizler, bilmeler üzerine biliyor, anlamalar üzerine anliyoruz. Bizlere bizlerden önceki kuçaklar "anlama/bilme" donelerini hazirlamiçlar, onlara da onlardan önceki kuçaklar, peki "ilk_bilen" nasil bildi, "ilk anlayan nasil anladi"? Içte zorlayici olan nokta burasi, sonraki süreci çözündürmek son derece kolay... Tam da bu noktada, otistikler ve akil hastalari denilenler hariç, tüm insan tekillerinde süreç ayni biçimdeki/formel yapilarda içler. Anlamlandirma ediminde, degiçkenlik biçimde degil içeriktedir, farkli belleksel içeriklere, kodlama sistemlerine sahip olanlar, farkli veya ayni veya benzer anlama sonuçlarina ulaçabilirler. Anlama, anlamlandirma edimi, haberin geliç kaynagi ve biçimine göre degiçmezken içerigine göre degiçkendir. Felsefi, bilimsel, dinsel bir bildirimi anlamaya çaliçmak ile bir çiirimsiyi veya müzigi anlamaya çaliçmak birbirinden yapisal olarak farklidir. Daha uygunu, gelen uyaricilar karçisinda, uyaranlarin niteligine ve alilmayicidaki yansimasina göre degiçken olabilen süreçler yaçanir. Felsefi bir metni, iletiyi anlamaya çaliçirken, tamamen belleksel zeminler temelinde, zihinsel içlemlerimi kullanirim Çiirimsiyi okurken ise süreç oldukça farklidir. Felsefi metni, algilar veya algilayamam ve hatta onun ötesine geçip idrak eder veya edemem, çiirimsiyi okudugumda ise, içte tam da o sirada, algi ve idrak devre diçi kalir, yaçadigim veya yaçayamadigim çey duyumsayiçtir Tam da bu noktada, uyaranlar, iletiler/haberler söz konusu oldugunda, bunlara dair olarak yapilacak sonuçlandirma içlemleri çunlardir. Öncelikle duyum, algi, idrak, sezgi/hissediç ve duyumsayiç. Çogu zaman bu kavramlari yanliç olarak kullaniyoruz. Özellikle hissediç/sezgi ile algi kavramlarini. Türkçeye sezgi/his çeklinde çevrilen entuisyon için duyumsayiç, iç-algi daha uygun bir karçilik. His/sezgi kavramlarinin meta-fizik yan anlamlarinin olmasi, kavramsal kargaçayi getiriyor. Sicagi, sogugu hissetmeyiz, :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html 6 -~ 19 18.11.2008 20:32 duyumsamayiz da, sadece algilariz. Görsel, içitsel uyaranlar için, genellikle algi/duyum kavramlarini kullanirken, ten duyusuyla aldiklarimiz için, sezgi/his kavramini kullaniriz bu da kargaçaya yol açar, çeylerin yumuçak veya sertligini hissetmem, bir sesi duyar gibi, onlarin bu durumlarini algilarim. Kisacasi, sezgi/his denilenleri devreden çikarirsak (ki çikarilmalidir, bu gösterenler boç gösteren konumundadir) geriye iki temel içlem kaliyor, duyum uzantisi olan, algi/idrak ve duyumsayiç Felsefi, siyasal veya dinsel veya da baçka türden bir haberi algilarim veya algilayamam, bir çiirimsi karçisinda ise duyumsayiçi yaçarim. Duyumsayiçlar üzerine konuçmak oldukça zorlayicidir. 2-Íletiyi/haberi anlamamiz , anlama araçlarimiza göre degiçir mi degiçmez mi? Yani, akil olanaklari denilenleri veya (varsa) telepatik unsurlarimizi veya vahye açik içsel olanaklarimizi kullanarak aldigimiz, habere/iletiye dair olarak anladim dedigimizde, bu anladigimizin içerigi/biçimi, ileti yollama ve alma olanaklarina göre degiçken midir, yoksa bir ve ayni midir? Degiçkense bu degiçikligi getiren faktöriyelimiz nedir? Anlama edimi, anlayici araçlarimiza göre degiçkenlik gösterir kanisini taçiyorum. Haber, ileti taçiyabilen uyaricilara karçi, en temelde iki türden algi biçimi var, içsel/diçsal (Locke kaynakli bir kategorizasyon) Kisaca somut lamam gerekirse, kulagima kadar gele bilen bir ses, beni ya düçüncelere, ya da duyumsayiçlara gark eder Ses üzerinde düçünmeye baçladigimda, yaçadigim ve/ya yaçayamadigim süreç ile sesi duydugumda yaçadigim, sesin bendeki içsel yankisi olan, duyumsayiç süreçlerim arasinda yapisal farkliliklar vardir. Ses üzerinde düçünmeye baçladigimda, hatt_i zatinda, ben denilen yapi, yaçamsal süreciyle devreden çikmiçtir, akil olanaklari devreye girmiçtir ve akil olanaklarim bana yüklenen, giydirilen bir tür çablonlayici anlama sunagi veya da teneçir tahtasidir. Ses denilen üzerinde düçünme, "ses ile" empati kuramaz veya sesi düçünmeye baçladigimda, onu teneçir tahtasina yatirmiçimdir zaten Akil/anlak olanaklarim ses üzerine düçünür ve birtakim çikarsamalara ulaçir, alinin sesi veya tiz bir ses veya motorun sesi veya Oktavda bir ses veya kulagima çu kadar basinç uyguladi veya Dikkat edilirse, tüm bunlar ses teknolojisiyle ilgilidir Ses üzerine düçünmeyip de, sesin bana birtakim çagriçimsal içerikler yaçatmasiyla birlikte, duyumsayiçsal süreçlere geçmiç olurum. Bu duyumsayiç süreçleri ile birlikte, ses beni ürperte_bilir veya büyüleye_bilir veya ilgili dürtüsel süreçleri harekete geçirebilir. Içte bunlar söz konusu oldugunda, özne olanaklarim dolayisiyla öz_neligim devreye girmiçtir. Bu içsel duyumsayiçlara konu olan ilgili kavramlar, güzel, hoç, yüce v.s türdendir. (bir farkla ki, bazen güzel kavrami, yaçanmiçliga degil, yine düçünülmüçlüge karçilik olarak kullanilabilmektedir. Örnegin, bir dindarin kulagina gelen bir ezan veya ilahi sesi ise ve bunun_için bunlara güzel diyorsa, bu içsel duyumsayiçin ürünü olan güzele degil, düçünceye karçilik gelen, bir yargi içerigidir. Bir farkla ki, bir ilahi de güzel olabilir veya ezani okuyanin sesi de güzel olabilir, ayrim noktasi, inancina denk=düçmesi sonucunda bu yargi durumuna ulaçip ulaçmamasi) 3- Degiçik yollardan , degiçik biçim ve içeriklerde bize yönelen ve yönelecek olan her türden mesaji/iletiyi , aklimiza gelebilecek her türden olanaklarimizla alip, degerlendirmeye tabi tuttuktan sonra, anladim sonucuna ulaçtigimizda, bu anlama içlemimiz, haberin lafzina mi yoksa nefsine mi yöneliktir? Iletinin yollaniç düzlemine veya biçim ve içerigine göre, bazen iletilerin lafzini, bazen de nefsini mi anlariz, yoksa duruma, koçula göre degiçmeden, sadece lâfzî veya sadece nefsi olarak mi anlariz? Hiçbir ileti, hiçbir zaman "nefsiyle" anlaçilamaz, çünkü hiçbir ileti/haber zaten "nefsi_olani" yakalayamaz. Anlati, ileti, haberin "kendisi denilen", lâfzî düzlemde kaldigina göre, anlama edimi de lâfzî düzlemde kalir... (M.K. Kahraman bir çarkilarinda Kelimeler, gerçegin beceriksiz avcilari, diyor,) Kisacasi, her anlama edimi, ikili düzlemde çaliçan bir çeviri içlemidir. Anlamaya konu olacak, anlaçilir olma potansiyelini taçiyan ve bu özelligi nedeniyle, ileti haber nitelikleri kazanabilen uyaricinin kendisi, bir çeyi baçka bir çeye çeviri iken, anlama denilen düzlemde, ileti haber, ilgili anlayici tarafindan ikinci kez bir çeviri içlemine tabi tutulmak zorunda kalir. Peki, anlayamamak, anlaçilir olmamak ne anlama gelir? (Dikkat edilirse, anlayamamak içlemini, pozitifleme oldugu düçünülen anlam-denilene refere ederek orada anlamli hale getirip anlamaya çaliçiyoruz) Teknik anlamda aldigimizda, anlayamama durumunun uç olasi kaynak nedeni vardir, ya anlayicinin, ya iletinin ya :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html 7 -~ 19 18.11.2008 20:32 da ileti kanalinin durumu ile ilgilidir. Anlayamamak, ya bunlardan biri ile ya tümü ile ya da bu üçlünün kombinasyonlari ile ilgilidir. Anlayici, haberi kendi anlama kodlarina uygun hale getirememiç, yani uygun çeviri yapamamiç veya belleginde uyarana iliçkin çeviri olanaklarini saglayacak donanim yok ise, bu durumda ileti onun için anlaçilmaz olacaktir. Ileti denilen, iletmek istedigi haberi, yeterince açik seçik, anlaçilir kilmamiç ise, eç deyiçle anlayiciya çeviri olanagi sunamaz nitelikte ise, anlaçilir olmayacaktir. Ileti kanali, iletiyi deforme etmiçse veya kendisinden kaynakli nedenlerle iletinin çeviri olanaklarini ortadan kaldirmiç ise, yine anlaçilir olmama durumu ortaya çikacaktir. (Yanliç anlama denilen durumu, anlayamama degil, anlama durumunun içine sokuyorum, çünkü yanliç da olsa orada bir anlama vardir) Görüldügü gibi, her türden anlayamama durumu, sürecin ilgili bileçenleri ile ilgilidir. Sürecin diçinda ve üstünde, saltik bir anlayamama durumu yoktur ve olanaksizliktir. Ortada ileti/haber denilen bir çey var ise, bu noktadan sonra, saltik bir anlayamazlik olanaksizliktir. Salt bir anlamsizligin olmamasi gibi, salt bir anlayamamazlik da olanaksizliktir. Anlaçilmazlik, anlaçilir olmama durumu, saltik-olana gönderme yapmaz, bu anlamdaki anlayamamazlik, soyut bir kategorilendirme biçimidir ve sadece sözde-durumdur. Çünkü bir iletiyi bu niteligine kavuçturan, baglayan, anlaçilir olma potansiyelidir ve eger iletinin bu potansiyeli açiga çikmiyorsa, çikamiyorsa, çikarilamiyorsa, bu ilgili süreçlerin bileçenlerinin sorunudur. 4-ÍLETÍÇÍM/ÍLETÍÇÍMSÍZLÍK, ANLAÇMA/ANLAÇAMAMA DURUMLARI Bu süreçler, anlama/anlayamama durumlarinin bagil ve zorunlu sonuçlaridir. Ileti, olasi muhataplarina ulaçmiç ve anlaçilir kilinmiç ise, ileti ile iletilen arasinda bir iletiçim olanaginin yolu açilmiç demektir. Ileti kaynagi, iletiyi gönderen ile, alici arasinda, en az bir kez de olsa, geri bidirim olanagi ortaya çikmiç ve taraflar iletinin bildirmek istedigi üzerinde olumlama durumunu yaçayabilmiç ise anlaçma saglanabilmiç demektir. Anlaçma denilen, iletiçim süreçlerinin karçiliklilik ilkesinin yerine gelmesi ile ilgilidir. Karçiliklilik durumu olmadan da iletiçim kurulabilir. Iletiçim denilen, anlaçma denilen için öz ve zemin hazirlayicidir, iletiçim olanagi olmadan, bu süreç baçlamadan, anlaçma veya anlaçamama durumunun ortaya çikmasi olanaksizliktir. Öte yandan, hiçbir iletiçim ve anlaçma durumu, saltik ve nihai degildir. Bunlar nisbi/göreceli düzlemlerde içler ve iç görmeye çaliçir. Bu neden böyledir? Iletiçim ve anlaçma durumlarinin, saltik ve nihai olmasini engelleyen çey, bunlara konu olan çikiç süreçlerinin, nihai ve saltik yapida olmamasinin ürünüdür. Hiçbir anlam-denilen çey, ortaya koymak istedigini nihai olarak ortaya koyamaz, ayni biçimde, anlami ileti haline getiren hiçbir form, demek istedigini saltik ve nihai düzlemde dillendiremez. Bunlara bagil olarak da hiçbir anlama-edimi, anladigini nihai olarak tüketemez. Iletiçim ve anlaçma süreçleri, bu önceleyicilerine dayandigina, bunlarla öncelenmeden ortaya çikamayacagina göre, bu durumda, bunlarin üzerine oturmaya çaliçan iletiçim ve anlaçma durumlari da, saltik ve nihai olamayacaktir. SONUÇLANDIRMA ÇABASI Peki, sorun nerden kaynaklanmaktadir? Yani bu konudaki sorunlarin, sorunsal niteligi kazanip, çözümsüzlük içine girmesinin nedeni nedir? Tüm bunlar, insan denilenin, dil denileni kullanim sürecinde, nisbi, göreli olan tekil, induval durumlardan yola çikarak, üst kategorik kavramsal soyutlamalar oluçturmasi, daha sonra da bu soyutlamalarin ne-liginin peçine düçmesinin ürünüdür. Insanin içine düçtügü bu açmaz, sadece bu alanlara ilgili degil, genel olarak, dil-metin denilenle iliçkiye girdigi tüm alanlar için geçerlidir. Adina anlam-denilen, nisbi, göreceli durumlar vardir, bunlar birtakim süreçlerin baglaminda vardir ve bu baglamlardan öte, yalitik bir halde veya yerde yokturdur. Bu anlam denileni, ilgili göreceli baglamlarindan koparip, nihai, saltik anlamda görmek istedigimizde, içte o zaman, rüyalar alemine dalmiç, spekülasyonun sapkinlaçtirici, çikiçi olmayan hapsedici labirent dehlizlerine girmiç oluyoruz. O noktadan sonra, ara ki, bulasin, anlam, anlamak, iletiçim ve anlaçma denilenleri. Öte yandan, tüm bunlar, çimdilerde olup bitmektedir. Bunlarin ne geçmiçi, ne gelecegi, ne dogurani/yaradani ne de kurgulayani/düzeni vardir. Tüm bu süreçler, sonuna degin, soysuz/kökensiz ve piç-durumlardir, çimdilerde kendi-kendisini yaratmaya çaliçirlar. Tüm bunlarin, çimdiden bagimsiz olarak geçmiçe dayandigi veya gelecegi ön-gördügüne dair sapkin yaklaçimlar, metnin, dil denilenin kategorik düzenlemeler oluçturma çartli reflexinin ürünüdür. Veya kendi-kendisini, kendi-olanaklari içinde çimdilerde yaratmaya çaliçan bu süreçlere, diçsal ve önsel aidiyet iliçkileri kurmaya çaliçmak, yine metnin, o neden-sonuççu, aidiyetleçtirici sapkinliklarinin ürünüdür. :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html 8 -~ 19 18.11.2008 20:32 Tüm bunlarin nedeni ise, insan denilenin, an be an olmakta olani, tüm olasi süreçlerinden yalitarak, gerçeklik/hakikat düzleminde görmek istemesi hastaliginin ürünüdür. En eski ve kadim ve yanliç bir sorudur; tüm bu olup-bitenlerin veya bitmeyenlerin gerisinde , asli ve kurucu unsur olarak ne vardir? Içte bu soru formülasyonu ve bunun cevabini bulma çabasi nedeniyledir ki, o gündür bu gündür, insan denilen iflah olmamaktadir. Bir tür bulmaca çözme veya pazili tamamlama istegi hastaligi. Evet, tümel olarak, gerçege hakikate kurulu bir insanlik, pazili tamamlama, bulmacayi çözme obsesif_komplesif hastaligi yaçamaktadir. Çunu anlamak gerekiyor artik, biz insanlar, bize ragmen ve bizim diçimizda oluçan-oluçturulan, bize diçsal ve önsel, apriori olan dagitilmiç, karma-kariçik edilmiç bir pazilin parçalarini, asillarina uygun olarak yerli-yerine oturtmuyoruz veya bizden önce ve bize ragmen ve bize diçsal önsel, apriori olarak oluçturulmuç olan bir bulmacayi çözmeye çaliçmiyoruz, karçimizda, diçimizda ne böylesi bir tamamlanmasi gereken karmaçik/dagitilmiç yapi var ne de, asillari bizim diçimizda olan çözülmesi gereken bir bulmaca var. M.G. Özgeçin(**) o müthiç sorusu; peki elimizde ne var? Olanak ve olabilirliklerimizden öte hiçbir çey yok, bunlarimizla ve bunlardan oluçan kendiliklerimizle baç-baçayiz. Sonuna kadar soysuz, sonuna kadar piç, sonuna kadar kimsesiz, sonuna kadar yetim Bize ragmen ve bizden önce ve bize diçsal-önsel mutlak bir tanrisal kurucumuz veya kurucu özümüz yok, ancak ve sadece elimizde, mutlak bir mutlak olmamakligimiz var, sonuna degin bir yetimligimiz. Büyük babanin, tanrinin çocuklari olarak var-olmaya kurulu olanlar için, evet onlar için çildirtici olabilecek bir durumdur bu, bu denli yetim/kimsesiz olmak dayanilabilecek bir durum degil, içte bu yüzden, kim-sesizligimizden, yetimligimizden kaçtigimiz için yakalaniyoruz, tuzaklara düçüyoruz, babalarimizin o güçlü oldugunu kurdugumuz kollari arasina kendimizi birakarak, kimsesizligimizden, yetimligimizden ve kadim- yalnizligimizdan kaçip kurtulmaya çaliçiyoruz. ANLAM DENÍLEN ÜZERÍNE KRÍTÍK ÇABALARI (skn fvfmbvlçö,bdoldfçpç;jiem...) - Bunlarin digerlerinden ne farki var sence? - (*03klmk*-"-*90 *12^+%%&?=) bu yazilanlar, parantez içi yazilanlara göre, sana daha anlamli geldigi için mi digerlerinden farkli? Bunlarin sana anlamli gelmesi, onlari "anlayabilmenden mi" kaynaklaniyor? Peki, bunlari anlayabilmen sen dogduktan sonra sana anlatilanlara mi bagli? Sen sana anlatilanlarla mi anliyorsun ve anlayabildiklerin bunlarla mi sinirli? Senin anlata-bilecek bir-çeyin yok mu? Sen, sana anlatilanlar kadar misin? Sana anlatilanlarin tümü belleginden silinip gitse, senden geriye ne kalir? Yaçadigin hayati sana anlatilanlara "uygun" olarak mi yaçiyorsun, ayrimlarin nerede baçliyor, onlar sana mi ait yoksa onlar da mi bir baçka anlati? Eger öyleyse bu hayat sana mi ait? Isyan sana niye bu kadar uzak, neyden korkuyorsun ki? Neyin var ki=sana ait olmayan ama senin sandik-larin diçinda= neyin var ki kaybetmeyi göze alamiyorsun; yoksa o korkularin da mi sana anlatildi? Anlayamadiklarina niye bunca "öfke ve hinçla" saldiriyorsun......................... 1- Felsefe denilen "anlam-üzerine" düçünebilme gücünde ve cesaretinde bulunma giriçimidir, çikiçi da ve ondan sonra hala devam eden tüm süreci de buna dayanmaktadir. Felsefe ilk kez, "tüm bu anlatilarin dogru oldugunu "nereden-biliyoruz" sorgusuyla ve bunun üzerine düçüne-bilmekle baçlamiçtir... Bu da zaten "örtük-de olsa" anlam-denilen üzerine düçünmektir. 2- Felsefe diçindaki tüm "düçünsel-etkinlikler", (estetik ayridir ve onu bir parantez içine alip bir tarafa ayirmak gerekir), "kabul-edilmiç" belli-anlamlari ola-bilen "çeyler-üzerinedir"... Örnegin, din-denilene göre, bir "kâinat-denilen" ve onun içinde insan/hayati denilenle birlikte zaten vardir ve bu kâinat zaten her çeyiyle birlikte "tanri-denilence" yaratilmiçtir. Din denilen, bu söylemdeki "anlami" "sorguya-açmaz", bu onun "temel-aksiyomudur"... Ayni biçimde, bilim-denilene göre de, kâinat, dünya-insan/hayati denilen üçlü vardir ve bunlar "belli-yapilardadir" ve bu yapilar, insan denilenin "bilincince" "okuna-bilir niteliktedir... Kisacasi, felsefe diçindaki tüm alanlar, "anlam-sorgulamasi" içinde degildir, "sorgulasa bile" bunu "belli ve "kabul-edilmiç" anlamlar "üzerinden" yaparlar... 3- Bu noktada, "sorgulaya-bilme" en güçlü ve "sert-içlevsel" anlamiyla felsefe-denilen" :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html 9 -~ 19 18.11.2008 20:32 alanda vardir ve felsefi-sorgu "kendi-üzerine de" dönebilir niteliktedir. Felsefenin diçindaki alanlarda sorgulama, "nihai-bir" sorgulama degildir 4- Felsefi baglamda, "anlam-üzerine" düçünmeden ve bu noktalardaki "soru/nlari halletmeden", diger alanlarda düçünmeye ve sorunlari çözmeye çaliçmak, oldukça içlevsiz bir tutumdur. Çünkü "çeylerin-anlami", "anlam-denilenin" "anlamina-baglidir"... 5- "Anlamin-anlami" üzerinde düçünmeyenin ve bu noktada bir "zihinsel-netlige" ulaçmayanin, "çeylerin-anlami" üzerinde düçünmesi, sig-siradandir saglikli degildir ve sonuna kadar "içlevsizdir"... KâinatDünya Insan/hayat Süjelik statüsü=bilinç-denilen Yukaridaki "sira-düzen" içinde bir bilince sahip oldugu düçünülen/söylenen insan denilen varligin, bu bilinç-hali, öncelikle, diç-dünya denilen üzerine evriliyor/devriliyor ve "tüm bu olup bitenlerin anlami nedir çeklinde bir sorgulama da baçlamiç oluyor. (Bu noktada gözden kaçirilan unsur çu; aslinda bu sorgulama öncesinde "anlam-zemini" hazirlanmiçtir, bu anlamlandirma zemini olmadan sorgulamanin ortaya çikmasi olanaksizdir ve hatta bu sorgulama, anlam-arayiçini baçlatan zaten "anlam-denilenin" kendisidir. Bu konularda düçünen insanlarin çöylesi bir yanilgisi var, "düçünme-denilen" insanda "apriori" hazir, önsel bir durumdur ve içte bu nedenle insan denilen, "ilk-anindan" itibaren, "anlam- arayiçina" sahiptir ve hep "merak-etmiçtir""dayanaksiz-ön kabulsüz düçünemeyenler" hep bu "hazir-kolayciliga kaçmaktadirlar, dolayisiyla da kendi açmaya çaliçtiklari "dügümlerin-içinde" dügümleni-verip, kendi-baçlarina çoraplar örmektedirler. Anlam- denilenin "araniçi", yine "belli-anlamlarin" ürünüdür, "anlam-arayiçi" "söylemi-getirmemiçtir", "söylemin "yanliç-haddini açtirir çekilde okunmasi" anlam-arayiçini getirmiçtir. Bu nokta daha sonra deçilecektir) Not: Parantez diçilar, "betimleyici-anlatim", parantez içiler ise, degerlendirici- yorumlayici" anlatim niteligindedir ANLAM VE YAÇAM Bilinçli-oldugu söylenen insan-varligi, bu niteligiyle, önce dünya denilene, sonra kâinat denilene ve en sonunda da insan denilene yönelerek, tüm-bunlara "dair", "anlam-içerikleri" oluçturmaya çaliçmaktadir. Insan-denilenin bu "arayiç-baglaminda" buldugu ilk- sistematik, bütüncü denebilecek sonuç, ürün, "dinsel-söylemlerdir. Insanlik, "anlam-arayiçini" ilkin, dinsel düçünüçle doyurmaya çaliçmiçtir ve bu baglamda, dünyaya, hayata ve kâinata bir "deger-biçmiçtir"... Daha sonra birileri çikip, "bu anlatilarin dogru oldugunu nereden biliyoruz" sorusunu sormuçtur, içte bu sorunun sorulmaya baçlanmasiyla birlikte, "felsefi-baglamli" denilen düçünme biçimleri de baçlamiçtir. Eger, dinsel anlatilari, herkes "söylendigi gibi" kabul etseydi, o zaman felsefeye ve giderek de bilime gerek kalmazdi... Felsefe ilk ortaya çiktigi noktada, bilimsel düçünüçü de içermektedir, ilk zamanlarda, her türden, akla, gözleme dayali açiklama, felsefe" olarak kabul görmekteydi ve her bir filozof ayni zamanda bir bilimciydi, ayriçma daha sonra gerçekleçmiçtir... Bu noktadaki en temel kritik ve zorlayici soru/sorun çudur ki bu soru kendi içinde amansiz paradoksal içerikleri de barindirmaktadir; Insan denilen varlik, niye "anlam" ariyor, bu arayiç hangi-ihtiyacin ürünüdür veya sahiden de böylesi bir "ihtiyaci" var midir insan denilen varligin? "Anlama niçin ihtiyaç duyariz" gibi bir "soru-baglaminda" bu konuyu "çözündürmek" olanaksiz, çünkü bu sorunun kendisi-zaten "belli-bir anlam" paradigmasinin ürünü ve sorunun kaynaginda oturmaktadir. Anlam-ihtiyacini "salt- apriori" bir ön-kabul olarak alamayiz, çünkü anlam-denilen, yine anlam-dünyasina göre "ezeli ve ebedi" degildir. "Anlamin-ötesine" geçemeyen, bu "paradigmanin" prangalarinca zihinleri baglanmiç olanlar, bu noktayi es-geçmeyi yegliyor ve ha bire "anlam-ihtiyaci" üzerinden çözüm üretmeye çaliçiyorlar. Böyle yapinca da bir batakligin içinde debelendikçe daha da batan bir kiçinin hali ortaya çikiyor. Bi çekilde ortaya çikan ve farkli sanilan "anlam-dünyalari", çimdiye degin bize hep çunu "belletti", "anlamsiz yaçanamaz", yaçam mutlaka " belli-anlamlar" üzerinden olmali ve anlamlarin farkli olmasi da kaçinilmaz ve dogaldir. Öte yandan bu güne degin hep bu farkli- sandiginiz anlamlar dünyasinin "kör-*dövüçünü" yaçadik, yaçatildik. Bu farkli sandiginiz anlamlar dünyalarimiz, bize "öteki-leç-tirmelerden" baçka bir-çey sunmadi. Daha sonraki süreçlerde, "demokrasi-söylemini" tutturarak, bu "öteki-leçtirme" canavarligini "diz-ginlemeye" çaliçtik çaliçiyoruz. "Normal-dedigimiz" demokrasilerimiz bile bize yetmedi, :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html 10 -~ 19 18.11.2008 20:32 bariçmanizi saglayamadi, "radikalinden-demokrasiler" uydurmaya çaliçarak, bu farkli- sandiginiz anlamlar dünyasinin farkliliklarini "elemine-edip" yumuçatarak bariçmaya çaliçtik, "demokrasi-dedigimizin" zemininde buluçmaya çaliçiyoruz. Halimiz, kelimelerinizin tam anlamiyla "traji-komik" bir durum. Bu "anlamci- duruçumuz" "iliklerinize-degin" içlemiç ve bi-türlü siyrilamiyoruz, siyrilamadigimiz sürece de bir-birimizi yiyip duruyoruz, sonra da "demokrasi-nutuklari" atarak, birer bariç-havarisi kesiliyoruz. Anlam-dünyalariniz kadar, kavgalarimiz da "oldukça-ucuz", neyin-kavgasini verdigimizi bile bilmiyoruz, birileri çikip bunlari söylediginde de, "küplere biniyoruz", e kavgaciyiz ya, "anlamaya-çaliçmak" yerine, hazir-nazir hirçinliginizla bunun da "kavgasini vermeye" baçliyoruz... Öncelikle çu "sanidan-kurtulmamiz" gerekir. "Anlam arayiçi" "anlami-öncelemez", tam tersine sonradan-ortaya çikmiçtir ve "metin-kaynaklidir", yaçam-kaynakli degil. Anlam- arayiçini getiren yine "anlam-denilenin" boçlugudur, "bulundugu-düçünülen" anlamlar, birilerine yetmedigi için "anlam-arayiçi" sürmektedir, içte bu durumu "yanliç-okuyanlar", ha bire "eksiklik" ve "boçluktan" dem vurmaktadirlar... Oysa eksiklik veya boçluk denilenler, ne insanin ne de varlik denilenlerindir, sadece ve sadece simgeselin/metnin/dilin ürünüdürler... Bir "manzara-karçisina" kendisini yerleçtiren, manzaraya "kendisi" veya bir "paradigma açisindan" bakanlar veya da "paralaks-manzara" konumunda duranlar, düz-ters, yamuk veya da yamugun tersinin düzünden bakanlar, "tüm-bu paradigma" sahipleri, dogal ve kaçinilmaz olarak, "bir-çeyleri" eksik bulurlar, bu noktada "farkina-varamadiklari", tüm-bunlarin "metin-*ürünü" ve "ürüyüçü" oldugudur (yaçamsalin-baglaminda olan kiçiler "tenzih-edilir bu saptamadan) Söylemeye çaliçtiklarimi, "metnimiz denilenin tarihsel-süreci" dedigimizde "test-etmeyi" deneyecegim. Ilk-anlamlandirma "paradigmasi" olan dinle-düçündük. Eç deyiçle, tarihsel süreç içinde, ilk-sistematik, "bütüncü-anlamlandirma" giriçimimiz dinle-yapildi. Daha sonra, birilerine dinlerin bu "anlamlandirma" çabasi yetmedi, zihinlerini doyurmadi ve "felsefi-baglamdaki" anlam arayiçi ortaya çikti, dinsel-paradigma, kendinden sonraki "anlam-arayiçinin" biçimselini de belirlemiçti, henüz anlam-arayiçinin kendisi sorgu konusu olamiyordu, "her-çeyin" gerisindeki "hakikat-nedir", "dogru-olan" önermeler, sözceler hangileridir çeklindeki "çartli- reflekse" dönüçen düçünme biçimi çogunlugun düçünme süreçlerini belirlemiçti ve "artik- düçünme", "retorik-baglaminda/zemininde" degil, "diyalektik zeminde cereyan ediyordu. Içte bu zemin, "yaçamak=anlam" iliçkisini, son-derece "façizan-bir çekilde" dayatti, söylem/iktidar bütünleçmesi gerçekleçince, farkli-sanilan söylemler için bu noktada her-bir diger söylem "öteki" haline geldi ve "ötekiler-arasi" kavga baçladi... Bu kavgaya koçut olarak da "demokrasi-çabalari" arayiçlari baçladi. Ne demokrasiyi bulabildik, ne de kendi-söylemimizin "dogrulugunu" karçinizdakine ikna-edebildik, içte o gündür bu gündür, "kör-*dövüçümüz" devam ediyor, "diyalektik-sarmal iliçkiler" bütünün-de bir yandan ha bire kavga ederken bir yandan da "kavgaci-zeminlerinizi" fark-etmeden, son-derece "iki-yüzlüce" bariç aradik ve hala da ariyoruz, oysa bizim derdiniz bariçmak falan degil, "bas-bayagi" kavga etmek, içte bu "kavgaci-tutumumuz", iliklerinize-degin" içlemiç ve bu halimizle, "bariçi" degil, "demokrasi- dediginiz" zeminlerde "olsa-olsa" daha az-kavgali hayatlar kotarabiliriz, o da "maybe"... "X'in anlami nedir" sorusunun, "dil-içinde", nihai-olmamak kaydiyla cevaplanabilirligi vardir, bu cevaplarin her birine "tanim-tümcesi" denir ve her tanim tümcesi, "ortaklaça- uzlaçimsal olan" zihin içeriklerini ifade eder... Yukaridaki X'in yerine "anlami" koydugumuzda ve "anlamin-anlami" nedir diye sordugumuzda, sadece ve sadece "sorumuzla" baç-baça kaliriz. Tek-baçina "anlam" bir "soyutlamadir" ve "genel-konsepti" dillendirmeye çaliçir, bir "üst-baçliktir", anlamin anlami olmaz, "çeylerin-göreceli" anlami ola-bilir... Anlamin-anlaminin kayip olmasi, "anlama-diçaridan" bir "dayanak-bulunamamasi (araniyor ancak bi türlü "var-kilinamiyor, tanri madde v.s v.s) "çey" ve "olaylarin da" anlaminin "nihai-olarak" ortaya konulamamasina neden olmaktadir. Eger kainatin "yaraticisini" bulabilseydik ve onun "levh-i mahfuzuna" bakma olanagimiz olsaydi, içte o zaman, çeylerin sonul-anlamini ortaya koyabilirdik, tanri arayiçi da bu kaygidan çikmiçtir zaten, çey ve olaylar "baglamsiz-kalmasin", söz-havada kalmasin, bir-yere otursun ve orada "yuvalansin", tözcü-düçünüçün "paradigmal-yapisi" budur, bunun-ötesine geçemeyenler, "kör-israr" ve "inadi-içindeler", "anlamlarini-dayatiyorlar", "bu-böyledir", "anlamsiz-yaçanmaz", "baglamsiz-yaçanmaz", yaçami bir "b-aglama almak zorundasin", degilse-cis-ciplak ortada kalirsin, "ayip-günah" tez-örtün, "edep-sizlik" etme, herkesin ortasinda "çiril-çiplak" durma, "mask-elerini" takin bak herkes-maskeli, sonra sana alim-allah "deli-muamelesi" yaparlar... :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html 11 -~ 19 18.11.2008 20:32 Ne gam-mirim ne gam, çiril-çiplak tenimi yalasin "esintiler", meczup-demiçler, taçlamiçlar, dövmüçler ne gam, "yaçan-anlar" yeter-de artar bana... Öte yandan her "anlamci-söylem" "tanrilara-gereksinim" duyar, belli-bir anlamin varsa bunun "tümleyeni de" olmak zorundadir, tanri olmasa da onun yerine bir-takim "tözcü- dayanaklar" bulmak zorundadir... Içte tam da bu noktada, her "anlamci-düçünüç", "tanrisal-yanilsamalar" üretmekten baçka içe yaramaz. Anlamli-her bildirim ayni zamanda dogal ve kaçinilmaz olarak "teleolojiktir". Tüm bu çey ve olay denilenlerin "teleolojisini" kurmak ise hep ve her zaman "objesinden-ayri" düçmek zorundadir. "öznellik, metin-odakli düçünüç insan denilen için kaçinilmazliktir". Yagmur niçin yagiyor, dünya niçin dönüyor, insan niçin yaçiyor, dünya niçin var, insan niçin var, kâinat niçin var türünden tüm teleolojik-ereksel soru ve sorunlar "anlam-zeminli" sorulardir ve olasi tek-cevabi vardir, "ölünün-körü için var", bu sorulara cevap formüle etmeyi birakin bu sorularin kendisi zaten sorunun-kaynagidir... Anlam nedir, neye göre nasil yaçanmalidir, yaçamin anlami nedir türünden sorular, olsa-olsa "travma-üretir" ya da "savunma-mekanizmasini" içletir ki onlarda "anksiyete- üretmekten" baçka içe yaramaz. Tüm bu soru ve sorunlar "ciddi-anlamiyla" sorun degil, sadece ve sadece "entellektüel-zirvaliklardir"... Bu, son-derece "iki-yüzlüce" oynanan oyun ne zaman "biktiracak" bizleri. "Anlam arayiçindan" önce ne vardi, kisacasi hayat denilenin kendisi, ne yaçamak bir "anlama-indirgenebilir", ne de anlamlandirma denilen "yaçami-kucaklayabilir". Anlamlandirma denilen karçisinda, anlamlandirilmaya çaliçilan hep ve her-zaman, "fazlaliklariyla" kalacaktir, hele de hayat denilen o gümbür-gümbür akiçi, anlam denilenin "çuvalina-sokma" giriçimleri, (baçarili olsa da bu giriçimin kendisi "anksiyete-travma üretmekten baçka içe yarayamayacaktir) baçarisizliga mahkum olacaktir, oluyor da. Suç denilen çey, aslinda bu giriçime karçi hayatin verdigi bir tepkidir. Iliçkileri tek-eçliligin "cenderesine-almak" isteyen toplumsal, bunun "bedelini" "aldatmalar dedigiyle öder ve aldatmalardan sonra da taraflarin cani yanar. Bu noktada, "metin-içi bakan" sorunu "kiçilerde-görür, bulur" oysa bu "kiçisel-degil, "kültür-denilenin anlamsal-kodlariyla" yaçamsal-denilen enerji arasindaki bir savaçimdir, onca "caydirici-yaptirimlarina" ragmen, "aldatma-denilenin" önüne geçilememiçtir, çünkü yaçamsal-denilen, gem-lenemez bir "akiç- kan-liktir"... Peki, niye yaçam ve doga denilen üzerine sürekli "çuval-geçirilmeye çaliçilmaktadir", Bu konuda psiçe-kuramcilarinin söyleye-bilecegi hiç-bir çey yoktur olamaz-da, söyledikleri, dönüp kendi-kendilerini vuracaktir... Libidal-enerjinin, kabul-edilir, "meçru-alanlarda" doyumunu saglama giriçimi zaten "anksiyete-denilenin" kaynagidir, bunu söyleyen-itiraf eden yine Freud'un kendisidir. Kisacasi, "anksiyete-üretim" süreçlerini ele-geçirmeye çaliçan hiç-bir psikoloji kuraminin bunu saglikli olarak yapa-bilmesi mümkün degildir, çünkü bu "kuramci-yaklaçimlarin" tümü, "soruna" "belli-bir paradigmal yapi" açisindan bakmaktadirlar ve zaten "anksiyeteyi- üreten-de" bu "paradigmal" bakiçin kendisidir. ANLAM DENÍLENE DAÍR KÍÇÍSEL TABANLI ÇÖZÜNDÜRME DENEMESÍ-1 Zihinsel baglamli okuma aktivitelerimin çogunlugunu semantik okumalar oluçturdu. Hatirliyorum, oldukça zorlayici bir süreçti benim için, kelimenin tam anlamiyla, bu süreçte cirmalayip durdum Anlam_bilim denilenin kapisina geliçim, dogrudan ve birden bire olmadi, kaygilarim, yaçadigim zihinsel ve pratik sorunlar için, çeçitli kapilari çaldiktan sonra ve en sonunda, anlam/semantik denilenin kapisina gelip dayandim, diger tüm zihinsel sorunlarimin, dügüm noktalarinin bu kapinin arkasinda oldugunu fark etmiçtim Içte çimdi, yillar sonra, yeniden ve tekrar o kapinin önünde duruyorum. Insan tekili olarak, her birimiz, bilinen veya bilinmeyen belli veya belli olmayan anlamlar_dünyasi içine doguyoruz veya firlatiliyoruz Çeçitli anlamsal konseptlerin çerçeveleri içine yerleçtiriliyoruz, dizimleniyoruz, siralaniyoruz. Dogdugunda, anlam_ötesi olan bir varlik diyebilecegimiz insan yavrusu, giderek anlam_berisi içine giriyor, bu sürece sosyalleçme deniliyor ve sosyalleçtirici süreçlere göre, insan yavrusu, bir anlam_çemasinin içine yerleçtiriliveriyor. Bu süreci, klasik determine, gerekirci, neden sonuçsallik ve onun baglaçigi olan, bilindik fail/meful çablonlariyla, yine bilindik aidiyet iliçki biçimleriyle çözündürmek olasi degil, çünkü süreç, bu çablonlarin kaliplarina uymuyor veya çablonlar sürecin çok faktöriyelli ve hareketli yapisini kendisine indirgemekte :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html 12 -~ 19 18.11.2008 20:32 zorlaniyor Demem o ki, hepimiz hazir anlam dünyalarinin içinde konumlandirilmiç ve hazir bulunmuç olarak ve oradan yaçama geçiç yapiyoruz. Sanirim bu saptamayi hiç_kimse yadsiyamaz, bu noktada hem_fikiriz. Peki, sonra ne oluyor Süreç nasil içliyor Kendimi divana yatiracagim Buyurun, serbest çagriçimlar zincirlerini izleyip anlamaya çaliçiniz, semptomlari Kendimi buldugumda, ayni zamanda içinde bulundugum cografyanin anlam çemalarinin içinde oldugumu da gördüm (Kenardan konuçma biçimini dile getiren bu saptama, bu tümce kuçkusuz sonradan kuruldu, yani o anlam çemalarinin içindeyken böylesi bir görü hali yoktu. Demem o ki, sürecimi sonradan, sonraki çimdiden, öncesine dogru kuruyorum) Yani, kisacasi, Türkiye denilen cografyanin içindeki kültürel çablonlarin anlam çemalarina göre, ben bir Türktüm, T.C. devleti vatandaçiydim, erkektim, Müslümandim v.s Giderek, bana, verilmesinin ötesinde, bunlar üzerinden yaratimli bir ben-den çüphe eder olmaya baçladim. (Baçlangiçta çüphe, bu denli kapsamli, kesin degildi, kismi ve anlam çemasinin bir bölümüne dairdi). Özellikle bana ragmen olan dinsel anlam çemasi ve bunun kimliklendirilmesi noktasinda sorun yaçamaya baçladim. Ilkokul, ortaokul yillarindaki, Allaha dair çocuksu sorguyu bir yana birakirsak, sanirim lise iki siralarinda, ilk kez, sistematik ve belli bir biçimde, bana giydirilen dinsel anlam çemasiyla aramda kisa devreler parazitler oluçmaya baçladi. (Matrix filminde, Neonun ha bire siyah kedi görme de ja vu halini yaçamasi ve içine bir çüphe kurdu düçmesi gibi, kafama bazi soru_çengelleri takili kalmiçti) Erken gençlik döneminde yaçadigim bu anlam sorunu, oldukça zorlayici yipratici ve gel_git çeklindeydi. Bir yandan, dine imana her çeye küfrediyor, diger yandan, tüm bunlari bana çeytan yaptiriyor, çeytanin vesvesesi altindayim deyip, günah çikarma seanslarina baçliyordum ARA SAPTAMA: 1.Bu dönemde sorunum henüz anlam-denilenin kendisi degildi, belli bir anlam biçimiyle boguçuyordum Demem o ki, belli bir anlam düzenegiyle boguçmak ile anlam denilenin kendisiyle boguçmak, farkli düzlemler Belli bir anlam dizgesiyle boguçmak fazla da zorlayici degil, bi çekilde çözüm üretiliyor, içinde bulundugunuz anlam çemasina dair olarak bir sorgu/çüphe süreci içine girdiginizde, ya anlam pekiçmesi olup, o anlam çemasina yeniden ve daha güçlü bi çekilde sariliyorsunuz, ya giderek diçina çikip red/inkâr noktasina geliyorsunuz veya da anlam çemasini bozuma ugratip, kendinizce re_vizyona, re_daksiyona tabi tutarak orada kaliyorsunuz) 2.Bunlari çunun için yazdim, genelde anlam sorunsalini bu düzlemde aliniyor, belli anlamlar baglamlari düzleminde ve anlami bir anlamdan digerine geçiç veya anlamin yeniden üretilmesi baglaminda Oysa çimdilerde benim boguçtugum belli anlamlar dünyasi degil de, anlam-denilenin kendisi. Belli bir anlamla boguçmak dedigim gibi pek de zorlayici degil, Islam denilenin anlam dünyasini alir, kritigini yapar, bu kritik baglaminda, ya yaninda ya karçisinda yer alirsiniz ya da, onu kismen re-vize ederek kendiniz için kabul edilir hale getirirsiniz, ayni içlem Marksizm için de yapilabilinir, Marksist metin ortada, alir okur kritigini yapar, ya ona teslim olur, ya red noktasina gelir ya da re-vizyona tabi tutarsiniz ve meselenizi halledersiniz Içte tüm bunlar perspektifsel durumlardir 3.Tam da bu noktada, belli bir perspektifte bulunmak/durmak, anlam sorunsalini çözmüyor, çözündürmüyor, sadece ve sadece, sorunun üstünü örtüyor, hem de tozlari, kirleri haliyi kaldirip altina itip, onlari görünmez kilarak sorundan kurtulundugunu sanmak gibi. Ve/ya tam da deve kuçunun baçini kuma gömüp kayboldugunu sanmasi gibi bir illüze durum ortaya çikiyor Kisacasi, anlam denilen sorunsalin iki baglam/düzlemi var, belli bilinen anlam dünyalarinin birinin perspektifinden anlam sorunsalina yaklaçmak, digeri de anlam sorununa, belli anlam dünyalarinin pers_pektifinden degil de, anlam_denilenin kendi sorunsalligindan yaklaçmak Eger anlam denilen soruna, "perspektifsel/açilandirma konumlarindan bakarsaniz ve bu açilardan birine kendinizi hapsedemezseniz, bu noktada ve buna ragmen hala "açi_aramak" durumunda kalirsaniz, size düçen sadece "paralaks bakiç" geliçtirmek olur, Zizekin Lacan ve Hegel "üzerinden" yapmaya çaliçtigi da bu içte... Belli anlamlar dünyasinin iliçigi olan anlam sorunlari beni ilgilendirmiyor, bu sorunlarimi çoktan hallettim, kendi bireysel zihinsel serüven sürecimde, beni anlam denilende, :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html 13 -~ 19 18.11.2008 20:32 hala dügümlü birakan, adina anlam denilen olgu olay veya her neyse onlarin bütünü içte ANLAM DENÍLENE DAÍR KÍÇÍSEL TABANLI ÇÖZÜNDÜRME DENEMESÍ-2 Bi çekilde içime düçen çüphe kurdunun tetiklemesiyle baçlayan bireysel diyebilecegim sorgulama sürecim beni, içinde bulundugum dönemlerde esen çiddetli sol firtinanin oluçturdugu dalganin da etkisiyle, Marksizm dogru sürükledi. Anlam çemam oluçmuçtu, dünya görüçüm ve buna balki olarak çekillenen kilgim/pratigim uyuçum halindeydi, mutlu ve mesuttum. Her ne kadar, böylesi bir yol, insan denilene, dünya hayati bazinda sikinti verse de, genel ve tümel anlamda rahattim. Bir dindar edasinda yaçiyordum, içinde bulundugum, teorize anlam çemasi, bana yapacaklarimi ve yapmayacaklarimi bildiriyordu ve ben akçam yatagima uzandigimda, yapilmasi gerekenleri yapmiç olmanin huzurunu, dinginlik ve sakinligini yaçiyordum. Gelecek zamanlara dair iyimser inançlarim ve buradan dogan umutlarim vardi. Içinde bulundugum anlam çemasi bana, inanmiçlik ve buradan dogan umut körüklüyordu ve bu körüklemenin etkisiyle ben, kendimi eylemin içinde buluyordum. ARA SAPTAMALAR: Tam da içte bu noktada, anlam denilenden yaçama açildigimizda, yaçam sorun olmaktan çikiyor, birey kendisine bir dünya görüçü, kendi içinde az_çok tutarliligi olabilen bir anlamlar çemasi yaratamadigi veya onda yaratilamadigi zaman ve durumlarda, anksiyete kaçinilmaz hale geliyor ve birey, tümleçik bir anlam çemasi bulabildiginde, anksiyeteden uzak kaliyor Fakat tüm bunlarin da bir bedeli var, hem de agir bir bedeli, mikro/birey düzleminde baktiginizda durum bu, inanmiç, samimi, müminlik düzleminde, herhangi bir anlam çemasina bagli olarak yaçayan birey, nispi de olsa mutlu, mesut ve rahat yaçar. Bu durumda olan bir hristiyani düçünün, gün boyu çaliçir, hafta sonu ibadetini yapar, çocuklariyla piknige/baliga çikar ve tekrar ayni döngü veya Yahudi veya Müslüman için durum böyledir. Yaçama dair yapilmasi ve yapilmamasi gerekenler noktasinda, hazir reçeteler sunan, kendi içinde göreli de olsa, tümleçik ve tutarli olan bu dünya görüçleri, bireysel bazda yaçamsal rahatligi, dinginligi getirirken, makro bazda hayati felce ugratmaktadir. Daha da ötesinden bakildiginda, aslinda bireylere sunulan/enjekte edilen bu dünya görüçleri, insan denilenleri, sistem içi beçikte belemek ve uyutmak içindir, bak ne güzel, dünya güzel, yaçamak güzel, çaliç sen, yazgina boyun eg, hafta sonlari veya içi ibadetini yap, dinlen, hafta içi tekrar üreteceksin çünkü Bu kismi ve nispi rahatlik, iktidarin yeniden üretiminin ve süredurumunu saglanabilmesinin temel enstrümanidir ve bu dünya görüçleri üzerinden yapilir. Tüm bu dünya görüçleri, anlam çemalari, Her ne kadar, zimni ve görüngü düzleminde, bireyleri anksiyeteden uzak tutuyor_muç gibi görünse de, uzun erimler ve total ve makro açilardan geriye dönüçlü olarak bakildiginda, hayata ve insana anksiyeteyi kusanlarin, bu yapilar oldugu görülecektir. Bu nokta, mono_grafik düzlemde incelenmesi gereken çok ayri ve spesifik, bir konu olmasina karçin, kisaca çunu demeye çaliçiyorum, bireye belli reçeteler üzerinden iç-tutarlilik, tümleçiklik saglayip, anksiyeteden uzaklaçtiriyor gibi duran, görünen anlam_çemalari aslinda, tam da o bulunduklari noktada iktidar beslemeciligi yapan temel unsurlardir. Bu baglamli çu vurguyu da yapmam gerekiyor çimdilik, en kötüsü de ve ne yazik ki, bu süreçte, iktidara karçi direniç biçimleri de, iktidar için ve onun yeniden üretimi için, sistem içre absorde edilebilmesidir. Karçi direniç süreçlerinin en büyük handikap noktasi da içte budur, düçünsenize, siz yikmak için ugraçirken, tam da aslinda o bulundugunuz noktada paradoksal olarak, sökülmemek istediginiz yapinin dikimlenmesi içlevine hizmet ediyorsunuz. Peki, ne ve nasil olmuçtur da, bu direniç araçlari, biçimleri bile, iktidar yapilarina eklemlenebilmiç ve onlarin süredurumuna hizmet eder hale gelmiçtir? Içte bu durum, tam da anlam çemalari üzerinden yapilmiçtir, belli bir anlam çemasi, bir diger anlam çemasini, sökülmeyebilecek, yikabilecek yeterlilikte, güçte degildir. Yahudilik firavunlugu yikamamiç, firavunluk devam ediyor. Yahudiligin firavunlugu yikmasini birakin, Yahudi firavunlarin türemesine neden olmuçtur, hristiyanlik Yahudi firavunlugu sökümleyememiç, birakin onu sökümlemeyi, Hiristiyan firavunlarin doguçunu getirmiçtir. Islamiyet putperestligi, cahiliye dönemini sökememiç, birakin onu sökümlemeyi, Müslüman cahiliyeti ve putperestligi baçlatmiçtir, Marksizm kapitalizmi sökümleyememiç, kendi takozlarina takilmiç ve takozlarini hayatin içinde birakmiç v.s Uzattigim sözü, çuraya baglamaya çaliyorum. Kendi bulundugum noktay_i nazardan baktigimda, (bu noktayi nazarin bir perspektif olmadigini, daha çok bir tutumu/duruçu ifade ettigini vurgulamaliyim), asil baçtan çikarici olarak, anlam çemalarini, dünya görüçlerinin kendisini görüyorum. Tüm dünya görüçleri bir tür camera obscorde (ters :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html 14 -~ 19 18.11.2008 20:32 gösteren Marx) halidir (Dünya görüçü haline getirilen Marksizmsin kendisi için de bu geçerlidir) Bu anlamda da, yaçami kendi baçindan alir, çikarir ve yaçam kendi paradigmal baçligini giydirir. Bana göre baçtan çikarmanin pozitif vuku buluçu, gerçekleçmesi ise, anlam çemalarina, dünya görüçlerine karçi direnmek ve bunu yeni bir anlam çemasina dayanmadan yapabilmek. Bu nokta çok önemli, çünkü bu durumda, kapidan kovamaya çaliçtiginizi, bacadan ve hem de daha kurumsallaçmiç, yerleçik hale gelmiç olarak tekrar içeri almiç oluyorsunuz. Yukarida açikladigim, kovulmaya çaliçilan, firavunlarin, cahiliye dönemlerinin, put_perestliklerin, tekrar bacadan içeri giriçi düçünülürse, bu saptamanin içlev_göstereni de açiga çikmiç olacaktir. Anlam sökümlemesi yaparken, anlam çemalari denilenleri bozunum sürecine sokup, merkezlerini dagitmaya çaliçirken, bunu baçka bir anlama dayanmadan yapmaya çaliçmamin (ki bu oldukça zorlayici bir süreç, çünkü anlam denilen insanda bi tür çartli reflekse dönüçmüç ve çartli reflexlerin sönümü sahiden zordur) bulundugum nokta açisindan gerekçesi budur. ANLAM DENÍLENE DAÍR KÍÇÍSEL TABANLI ÇÖZÜNDÜRME DENEMESÍ-3 80li yillar, Polonyada leh Walesanin Lenin tersanesinden baçlattigi dayaniçma sendikasinin hareketi, yeniden kafamin kurcalanmasi sürecini baçlatti. Gerçi karçi argümanlar hazirdi, cia ve papazlar destekli anti sosyalist, karçi devrimci bir hareketti. Bu savunular bana yeterli gelmedi, dayaniçma harekâti giderek büyüdü ve hatta leh Walesa C.baçkani bile oldu ve sosyalist yönetimden önceki sürgündeki Polonya hükümetinden görevi devraldi. Sosyalist, proletarya diktasinin, emekçiler lehine olan iktidarina karçi emekçiler nasil ayaklanirdi, cia papaz destekli olsalar bile, eger sahiden de iktidarda emekçiler veya onlarin temsilcileri varsa, bu karçi devrimci hareketin baçarili olmamasi, emekçi kitlelerin bu kari devrimci harekete karçi sistemi savunmalari gerekiyordu, böyle olmadi, kitleler dayaniçmanin arkasinda yer aldi ve sosyalist iktidar Polonyada yikildi. Içte bu olay, anlam çemalarim açisindan, ikinci kez kisa devre durumunu ortaya çikardi. Anlam dizgelerim çemalarim arasindaki Kisa devrenin getirdigi gerilimden ve huzursuzluktan kurtulmak için bir re_daksiyon yapmam gerekiyordu. Marksist dünya görüçünün anlam çemalarina dogru giderken yaçadigim zihinsel süreci yeni baçtan ve tekrar yaçamaya baçladim, okudugum temel yapitlari, tekrar okumaya karar verdim. Felsefenin temel ve baçlangiç ilkeleri, devlet ve devrim, ekonomi politik, ne yapmali v.s. kafadaki anlam çemam darbe alinca pratigim de vurgun yedi, inançlarim ve onlar kaynakli umutlarim askiya alinmiçti ve gündeligi hangi baglamda nasil yaçayacagimi bilememenin gerginligini yaçiyordum. Öncesinde, her çey net ve ayan beyandi. Kurgum vardi ve kurgunun getirisi kilgim. Çimdi kurgunun bütünselligi darbe almiçti Marksist anlam çemasiyla boguçmam içte bu sürece dayali. Sonraki post_modern zamanlarin getirdigi, büyük biraderin, sosyalizmin abisinin çözülmesinden sonraki çözülme sürecinden öncesine denk düçüyor. Gorbaçov, 85 li yillarda KP genel sekreterligine geldi ve dünyanin yazgisini etkileyecek, SSCB nin dagilmasi sürecini baçlatan, perestroyka/yeniden yapilanma ve glasnost/açiklik politikalarini deklere etti ve buradan itibaren de giderek sistem çözüldü, onun yerini hilkat garibesi, serkeç/berduç Putin aldi ve giderek o koskoca sosyalist sistem, Rus mafyasinin eline geçti. Demem o ki, benim Marksizm karçi hesaplaçma sürecimin, SSCB özelinde reel sosyalizmin çözülme ve bu çözülme sürecinin getirdigi savrulmayla ilgisi yok Baça dönmem gerekirse, zihnimde oluçan kisa devre beni içinde bulundugum anlam çemasini tekrar gözden geçirmeye zorladi. Dedigim gibi okudugum kitaplari, tekrar okumaya baçladim ve bu, daha fazla bireysel veya öznel diyebilecegim ikinci kirilma sürecimde fark ettigim nokta çu oldu: Ídeolojik nosyondan önce , halletmem gereken asil sorun felsefi sorunlardi . Çünkü politik argümanlar da felsefe ile dolayimlanmiçtir.. Marksi anlamam için, Hegeli anlamiç olmam gerekiyordu örnegin, oysa ben Hegeli Marksizm üzerinden okuyup anlamiçtim. Marksizmdeki Hegel=Hegel degildi ve Hegel okumaya baçladim, onu anlamak için digerleri ve felsefenin kapisini çaliçim içte bu çekilde oldu. Önce geleneksel olarak dolayimlanmiçtim, geleneksel olan yetmedi, sonra ekonomi/politik baglamda dolayimlandim, bu da yetmedi ve en son dayandigim, aralamaya çaliçtigim kapi, felsefenin kapisi oldu. NÍHÍLÍST AÇIDAN ANLAMA ÇABASININ AÇIKLANMASI DENEMESÍ Nihilizm denilen diçinda anlama, belli bir sujelik konumunun objesine yönelip, onda kendisini açimlamasi anlamina gelir. Bu noktada, nihilizm diçinda kalan anlama edimleri açisindan üç açilim biçimi var, rasyonalizm, deneyimselcilik ve entuisyon/sezgicilik denilen anlayiçlar. Sezgici (Bergson, Dilthey v.b) anlayiç nihilizme yakin gibi dursa da, bazi yönleriyle ondan kopmaktadir. Anlama edimi konusunda, ilkleyen, idealizmin rasyonalizm anlayiçidir ve :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html 15 -~ 19 18.11.2008 20:32 onlara göre anlama, akla dayali bir anlaksal/bilinç içlemidir, bu anlama anlayiçina karçi, ampirist/deneyci ve dirimselci/yaçam atilimci vitalist felsefi kanatlardan güçlü saldiri ve eleçtiriler ortaya çikmiçtir. Ampirist/materyalist anlayiç, akil denilenin, evrensel önsel ve saltik bir kurucu degil de , bir tür "kurulan yapi" oldugunu göstererek rasyonalizme bir darbe indirmiçtir. Sezgici anlayiç ise, daha ayrintida ve kristalize durumlarda, akli ve akilciligi yerle bir ederek, Hermeneutikçilere yol açicilik yapmiçlardir. Onlara göre akil denilen, dondurur, dur-durur ve kategorize içlemleri yapar ve tüm bunlari yaparken de objesinin yaçamsalligini, bütünlügünü, kisacasi ruhunu_öldürür. Insan ve hayat denilen, akilla diçardan anlaçilamaz, bir insani veya hayati aklinizla degil, ancak sezgilerinizle içerden anlayabilirsiniz. Nihilizm ise, daha da ileri_giderek, her türden anlama içleminin, düzlemi ve kullandigi araci her ne olursa olsun, bir tür konstrüksiyon oldugunu ve tersinir bir amaci/içlevi öne sürdügünü iddia eder Anlamanin amaci/içlevi anlamak olmak iken, anlama denilen edim, tersi bir sonuç verir ve anlamama ile noktalanir. Anladim dedigimizde aslinda, anladigimizi öldürmüç oluruz ve her anladim deyiç, aslinda anlaçilacak olani örttüm kapattim anlamin gelir Peki, bu niye böyle? Yani biz insanlar, anlamak isterken ne ve nasil oluyor da, anlama edimimizle anlamiyor hale geliyoruz, edimimiz niye bize kendisini degil de karçitini veriyor? Ne ve nasil oluyor da, anlamaya çaliçirken bu edimimiz bize tersinir bir sonuç veriyor ve aradigimiz çey, ayni zamanda aradigimizi bize kaybettire_biliyor? Tüm teorik tartiçmalarin ötesinden alip, ola_bildigi kadariyla en yalin, basit noktalardan hareketle çözündürmeye çaliçacagim Psiçe bilimi açisindan süreç çu çekilde içliyor, uyarici-Duyum-[Zihinsel aktiviteler]Algi/Idrak Basit, yalin anlamiyla söylemek gerekirse, baçlangiçta bize bi çekilde yönelen ve onu yine bi çekilde fark edebildigimiz bir bilinmeyen/anlaçilamayan uyarici durumu var. Biz özne/alan algilayan konumunda olan varliklar olarak, bize gelen bu bilinemez olan uyariciyi alip, zihinsel süreçlerimizde evirip_çevirerek, bir takim içlemlere tabii tutuyoruz ve sonra da diyoruz ki, ahadana da bu çu-dur içte Bilinen düzgülü anlamlar dünyasi açisindan baktigimizda, bu sürecin tümüne birden anlama_içlemleri diyoruz Çimdi bilinen düz_gülü anlam dünyalarini bi yana biraktigimizda, ne yapmiç olduk, sahiden de anladik mi, yoksa uyariciyi kurban edip onu öldürdük mü? Içte kritik olan soru ve sorun noktasi burasi.. Tekrar baça dönersek, insan denilen varlik, kendisine yönelen uyaricilari anlar mi anlamaz mi? Uyaricilari anlamak mümkündür diyenler kendi içinde iki temel kola ve onlarin alt türevleri olan dallara ayrilirlar. Anlama edimi, salt/mutlaktir diyen, klasik Ortodoks, nesnelci pozitivist yaklaçim ve yaklaçik anlamaci, kritikçi veya hermeneutikçi yaklaçim. Klasik, nesnelci pozitivist ortadoks anlamaci yaklaçima göre, uyariciya dair olarak anladigim çey, ona bire_bir denk düçen, kendinde halidir. Bu tekabülüyetçi anlam anlayiçina dayanir, anladigim çey, eçyanin tabiatidir ve benden ayri ve gayri, kendinde çeye dair olan bir veridir. Çok zamandir, özellikle rölativite kuraminin kabul görüp kurumsallaçmasindan beri, giderek de kuantum fiziginin etkisiyle, bu anlama anlayiçi terk edildi, bunun yerine yorumsamaci anlayiç almaya baçladi. Kantçi açidan aldigimizda, biz anlagimizin formlarini, varliga ve çeyler/olaylar dünyasina dikte ediyoruz. Yine tekrar baça dönecek olursak, anliyor muyuz yoksa söylendigi süreçlerle aslinda anlamaktan mi vazgeçiyoruz veya anlama eregimizi edimimizle örtüyor muyuz? Içte hesaplaçilmasi gereken kritik nokta burasidir. Anlama denileni anlamak için, anlama denilenin en temel birimlerine, elementar yapilarin inmek ve oradan hareketle anlama sürecini takip etmek gerekiyor. Yeçilçam filmlerinde içlenen, kliçeye dönüçmüç bir tema vardir, filmin esas oglani veya kizi bir kaza sonucu hafizasini kaybeder ve baçlar sormaya, ben kimim, sen kimsin, biz neredeyiz. Anlama edimseli ile hafiza arasinda birebir bir örtüçme var, anlama edimini mümkün kilan hafizadir, hafizanin silinmesi durumunda, anlama içlemi olanaksiz hale gelir. Uyaricilara bir anlam yükleme (dogru veya yanliç sorunsali ayri) içlemine bir çeyi anlamak, yükleyememe onun karçisinda çaresiz kalma içlemine anlayamamak diyorsak eger ve baçka da bir kriter bulamiyorsak, anlama denilen olanagi saglayan hafizadir. Hafiza kayiplari üç çekilde yaçanir, geriye, ileriye ve çift yönlü olarak. Geriye dogru yaçandiginda, kiçi geçmiç denilenini kaybeder. (Dolayisiyla geçmiç zaman veya geçmiç olan, sadece hafizada vardir) Yaçadigi ve bellegine kaydettigi her çeyi, ya geçici/kismi :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html 16 -~ 19 18.11.2008 20:32 olarak ya da sürekli ve tamamen, travmaya konu olan olay anindan itibaren kaybeder. Artik onun bir geçmiçi/anilari yoktur. Ileriye dogru olan hafiza kaybinda kiçinin kayit mekanizmasi hasara ugramiçtir, yaçar ve fakat yaçadigini kaydedip de hatirlayamaz, 50 ilk öpücük durumunda oldugu gibi. Hem ileriye hem geriye dogru olan hafiza kayiplarinda ise, kiçi, hem geçmiçini, hem çimdisini, hem de gelecegini kaybeder, anda ve aninda ve sadece yaçar. (buradan çu sonuç da çikiyor, zaman kipleri aslinda hafiza denilenin bir fonksiyon halidir, hafizasi olmayan için, geçmiç, çimdi ve gelecek kipleri yoktur, bunu kismen yaçamiç biri olarak, yaçamamiç olanlarin anlamasi/deney imlemesi oldukça zor olacaktir, farkindayim Yani çogu zaman, konjonktürel olan yaçadiklarimiz, sürekli yaçandigi ve giderek bi tür çartli reflekse dönüçtügü için, yaçayana göre salt ve mutlakmiç gibi gelir, oysa degil, geçmiç, çimdi ve gelecek bizden bagimsizdir, hayir degildir oysa Neyse, bu ayri bir konu Kisacasi, hafiza merkezi, alani veya birimi olmayan birisi için, bir çeyleri anlamak olanaksiz hale gelir. Anlama edimi hafizadan geçer. Hafiza zeminine dayanarak, onun olanaklarini kullanarak, baçlangiçta bizim için anlamsiz/anlaçilir olmayan bir uyaran durumunu, birtakim içlemlerden sonra, anlamli/anlaçilir olana çevirir, bu biçim ve içeriklerde de anlamiç oluruz. Tam da bu noktada tekrar sormak gerekiyor, anlamiç mi oluruz yoksa uyarani öldürmüç mü oluruz? Belleksel içlemlere dayanan anlama edimi, anlamadan bir kaçiç noktasi mi, bir tür örtüleme/saklama gizleme, kaybettiriç çabasi mi yoksa sahiden de uyarana dair, ona ulaçan/ulaça_bilen bir çaba mi? Sözce de ilginç, ulaçmak, ona ulaniyor olmak Pavlov, davraniç süreçlerinin gerisinde yatan faktörleri açiklamak için yaptigi çu meçhur it deneyi sirasinda, onu asiste edenlerin, hocam zil sesinden sonra köpekte et beklentisi oluçtu" çeklindeki saptamalarina çiddetle karçi çikar ve bu türden terimleri kullanmayiniz diyerek, bu deneyci hatasi olur çeklinde bir tutum sergiler Simgesel agin ötesinde ve diçinda (ki aslinda bu öteleme ve diçta lama da bu yapilarin ürünüdür) ne var_dir acaba?!!! Gülesim geldi nedense çu anda Bi zamanlar denilen o dönemlerde, simgesel agin ötesi/diçi denilen alandaydik ve orda nasildik, ne yapiyorduk? Bu alanlara dair olarak ne dersek diyelim, yukaridaki Pavlovcu tersleme ile karçi karçiya geliriz. Simgesel dünyanin göstergelerinin çocuklari olarak bizler, imgesel dönem öncesi dedigimiz bebiçlik hallerini de, gözlemci konumundan hareketle, o dilsizlik-dönemlerini dillendirmeye çaliçiyoruz, ne yazik ki, göstergelerin çocuklari olarak bizler, bunlarsiz yapip/edemeyecegimizi, yaçayamayacagimizi düçünüyoruz. Örnegin diyoruz ki, bebiçler çok meraklidir, her çeye ilgi duyar, Pavlov oradan bagirir, heeyt, haddini açma, kapa çeneni(Fiziksel degil, "anlamsal" olarak... :) Kapatamayiz çenemizi, bi kere açilmiç, konuçmadan duramayiz artik ve konuçtuklarimiza göre yaçamadan edemeyiz, edersek alim-allah deliririz vallahi Delirmemek adina, akillica/usluca konuçtuklarimiza, laflarimiza göre yaçamaliyiz Sahi bebiçler ne yaçarlar, ne ederler. Sahiden de merakli midir onlar, anlamak mi isterler, konuçmak, dillenmek dile getirmek mi isterler? Simgesel alanin göstergeler dünyasi, bu süreci çöyle anlatir, agulama döneminden sonra çocuk, çeçitli biyolojik olgunlaçma hazir bulunmuçluk hallerinden sonra, çevresinde duydugu basit sesleri taklit etmeye baçlar, giderek daha karmaçik olanlari, bir papagandan farki yoktur baçlangiçta, ses taklitçisi durumundadir. (Gerçi papaganlik baki kalir hep, tek farkla, iliçkilendirici papagandir artik (Sonraki dönemde kritik nokta devreye girer, bebiçe çu ögretilmeye baçlanir, diger ögretilenmiç olanlarca, baaak bu burun, bu kulak, bu pipi (töbe töbee) -kadin organi nasil ögretilir onu bilmiyorum-, bu kitap, bu soba v.s. Bebiçligin kirilma noktasidir burasi, "gösterge/gösterilen", "isim_cisim" iliçkisinin kurulmasi. Her çeyin bir adi vardir ve olmalidir, daha sonra bebiç, sürekli dokto bu nee diye soru sormaya baçlar, bebiç büyük bir açlikla, adini bilmedigi her çeyin adini ögrenir, bir yetiçkinin ana dili diçinda bir baçka dili ögrenmesi gibi ögrenir dili ve giderek dillenir Süreç dehçetengiz bir biçimde içler, önce en yalin, isim_cisim iliçkilerinden baçlanir, babasinin baba oldugunu ögrenir, annesinin anne oldugunu, sonra daha karmaçik bagintilara geçiç yapilir, hani somut içlemden soyut içlemlere dogru, dilde giderek ustalaçir, uzun tümceler kurmaya baçlar, karçilaçtirmalar, faktöriyel analizleri, çogalan fonksiyonlar, derin bilimsel/felsefi bilgiler v.s Tekrar en yalin döneme dönelim (ne güzel olurdu ) Isim/cisim iliçkisi çocugun hafizasina içlenir, hafiza denilen artik bir en-formasyon çöplügüdür, tüm adlar, baginti kurma biçimleri ve giderek bunlarin algoritmasi , beleklere kazinir. Soru kalibini ve :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html 17 -~ 19 18.11.2008 20:32 sormayi ögrenir örnegin, sonra da soru sormak, sorgulamak insanin fitratinda vardir, bu verili bir durumdur demeyi (Ilk adlari takanlar, adlandirma sürecinin gelinen noktasini görseydi ne derdi acaba gibi bi soru oluçtu kafamda çu anda örnegin ) Tekrar gelelim anlamaya, anladim dedigimizde kast-ettigimiz çey nedir? Gösterge/gösterilen iliçkisini kurdum Bu gördügümün (yazi veya söz veya görüntü olarak) tavçan_oldugunu anladim.. Tavçani anladim mi, tavçan denilenin neyini anladim? Oysa bebiçler ne kadar da "çilginca" (onu "anlamasalar" bile) onunla oynarlar, ne kadar yakin ve sicak duruyor ikisi demii, "bebiç ve tavçan"... :) Sanirim kisaca demeye çaliçtigim çey çu, biz adina insan denilenlerin anladim, anliyorum dediklerimiz, metinden/simgeselden, göstergeden nesneye dogru degil de, göstergeden bir baçka göstergeye dogru giden bir süreçte içliyor ve bu anlamda anlamak denilen içlem, kendi açmazinda tikanip kalmak zorunda kalan, total ve totolojik bir yapidir. Anladim dedigimiz çey, aslinda uzlaçimsal anlamlarin tekrarindan ve yeniden üretiminden baçka bir çey degildir. Tanriyi anladim, seviyi anladim, Marksizmi anladim, filmi anladim, seni anladim Bu noktalarda, anlamaya konu ettigimiz objeleri degil, onlar üzerine üretilmiç ve üretilmekte ve dolaçimda olan uzlaçimsal anlamlari anliyoruz. Bu süreç çagimizda tavan yapmiç durumda ve çaglar sonrasinin hareketleri dile/göstergelere karçi meydan okumakla geçecek, ya da bu direniç noktalari bulunamayip bu gösterenler dünyasi bizim ve hayat denilenin içini bitirecek Giderek düzeyi daha da artan biçimde, göstergeler imparatorlugu dis_topyasini ve bunun getirisi olan travmalari yaçiyoruz, henüz biçak kemige dayanmadi, çimdilik göstergeler imparatorlugunun oyuncaklari bizleri oyaliyor ANLAYIÇ DENÍLEN ÜZERÍNE 1-Insan denileni dünyadan alirsaniz, geriye kalan "doga-denilen" alanin kendisinde "anlayiç" veya "anlayiçsizlik" diye bir çey yoktur. O alanda her-çey "oldugu-oluçtugu" gibi ve kadar vardir. Ne bir eksik ne de bir fazla... 2-Hayvan denilen insana en yakin canli türü, koklaça-koklaça da olsa, "anlaça-biliyor" bu "anlaçma-biçimi" insan-soylu denilenlerin "anlaçma-biçim içerik ve tanimlamasinin "ötesinde-duran" bir durum, onlar sadece "y-açiyor"... 3-Insan-soylu denilen varlik, anlaçmak için dil-denileni ortaya çikarmiç, ancak giderek bu ortaya "çikan/çikarilan" (ki bu sorunun "kökenini halletmek olanaksizdir, çünkü dil-den baçka "referansiniz" yoktur, dilin-kökenini de yine dil-denilenle" aramak zorundasinizdir) çeçitli "zafiyetler-nedeniyle" "iletiçim-den ilenin" en büyük "tikayicisi-olmuçtur"... 4-Bu noktada sorun, dil-denilenin "yapisal-özelliliklerinden" degil, özne olanaginin dil-denilenle iliçkiye giriç biçiminden kaynaklanmaktadir... 5-Yumakla oynayan bir kedinin giderek yumagin içinde kaybolmasi gibi, insan denilen de dil-içinde giderek kaybolmuçtur ve yumagin "kör-dügümleri" içinde "dügümlü-kalmiçtir"... 6-Içte bu nedenle, "yumagin-dügümledikleri" olarak bir-birleriyle konuçmaya çaliçan insanlar, "körler-sagirlar" diyalogunu yaçamaktadir... 7-Anlamak veya anlaçmak, hazir-olmuç bitmiç bir çey-durum degil, "yaratilmasi- gereken" bir süreçtir ve bunlar ancak ve ancak "yolda-yaratilir"... 8-Iki türden "anlayiçsizlik-vardir", birincisi özne-olanaginin "anlamaya-çaliçtigi" karçisinda sahip olmasi gereken donanimin yetersiz oluçu, digeri de "paradigmal- körlüklerdir"... 9-Örnegin, "evrim-kuramini" anlamaya çaliçan birinin bu ugurda asgari-düzeyde de olsa, anatomi ve fizyoloji bilgisine ihtiyaci vardir veya marksin kapitalini anlaya-bilmesi için, "ekonomi-biliminin" temel kavramlarina hakim olmasi gerekir, degilse ne evrim kuramini ne de kapitali anlaya-bilecek durumda degildir 10-Öte yandan "yaradiliça-inanan" birinin bu "inaniç_paradigma" biçiminin gözlügünden baktigi sürece, evrim kuramini anlamasi mümkün degildir, o sadece ve sadece "yaradiliççi- açidan" evrimi anlar ama anladigi "kuramin-kendisi" degildir. Ayni çekilde, niçe-denilene bir-takim paradigmal- yapilarin gözlügünden bakan birinin, niçe-denilende anladigi sadece ve sadece, o paradigmasinin-göstereni ka-dardir... 11-Sonuç-olarak, "anlama-niyetini" taçiyan bir kiçi iki-temel kaygi taçimalidir, birincisi, anlamaya-çaliçtigi için, "gerek-yeter" koçullari/donanimi edinip, "mevzunsuna" hazir hale gelmek, digeri de, "paradigmalarinin" ona dayattigi "at-göstereni" gözlüklerinden "so-yunabilmek"... :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y19.html 18 -~ 19 18.11.2008 20:32 12-Bu iki gerek ve yeter çarti yerine getirmeyen bir kiçi "sonuna kadar "A N L A Y I Ç S I Z D I R" ve için daha da "pis-tarafi" bu "anlayiçsizligini" görebilecek "olgunluga-da" sahip degildir, "anladigini-sanarak" hem kendisini kandirmaya devam eder, hem-de "karçisindakine" vakit kaybettirir... "Son sözler önsözde yazilmiçtir"
Sayi :11 Yil: 2008 Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim
Anlamin Dogasi ve Kuram Arda DENKEL 2.1. Anlama iliçkin bir araçtirmanin "Anlam nedir?" sorusunun yol açabilecegi kimi yanilsama ve aldanmalara karçi bir uyari ile baçlatilmasi, yüzyilimizin ortalarinda büyük bir çogunlugun uydugu bir gelenek olmuçtu. 1 Soruyu böylece dogrudan sormanin anlam denilen çeyi daha baçlangiçtan, sanki zihnimizden bagimsiz, soyut, Platonsu bir varlikmiç gibi kavramaya yol açtigi belirtilir, okur bu "tabuya" karçi uyarilirdi. Böyle bir kavrayiça karçi sunulan panzehirse, o zamanlar hâlâ yaygin olan yalin bir köktencilikti: Anlama iliçkin bir varlikbilim mümkün olamayacagindan böyle bir soru da hiçbir zaman sorulmamaliydi; anlamin bir varlik olarak dogasini açiklamaya yönelik felsefeye izin verilmemeliydi. Ne var ki, kapiyi ontik enflasyon getiren kavrayiçlara kapatmak amaciyla, giderek anlama iliçkin varlikbilimsel ya da metafizik sorulari bile yasaklarsak, açiriya kaçan ve anlayiçi daraltan bir tepki göstermiç oluruz. Anlamin Platonsu bir varlik olmayiçi, onun felsefi olarak açiklanmayi gerektiren ontik bir dogasi olamayacagini içermiyor. Platon'unki, varlikbilim içinde yer alan yüzlerce kuramdan yalnizca biri. 2 Üstelik bu görüç düçünce tarihi boyunca ortaya atilmiç en açiri metafizikler arasinda sayiliyor. Çözümlerinden birisi açiri zengin bir metafizik içeriyor diye sorunun kendisini yadsimak, felsefi ussallikla bagdaçtirilmasi güç bir tutum. Kaldi ki bir sorunu dile getirmeyi reddetmekle onu ortadan kaldiramayiz; yalnizca gözardi etmiç oluruz. Ben bu kitapta "Anlam nedir?" sorusunu böyle bir sinirlama öngörmeden tartiçip yanitlamayi amaçliyorum. Anlam dedigimiz çeyin dogasini açiklamaya, ona iliçkin bir varlikbilim geliçtirmeye çaliçacagim. Anlamin varliksal bir boyutu bulunmasi onun dogasinin soyut ve anliksal olmasini mantiksal açidan içermedigine göre, fiziksel herhangi bir çeyin bir anlam taçidigi öne sürüldügünde bu nasil kavranmalidir? Anlamli oldugu söylenen bir çeyi, böyle olmayan bir baçkasindan ayri kilan olgu nedir? Bunu, örnegin anlami taçiyan çeyin bir niteligi, ya da onunla baglantili olarak kavradigimiz bir düçünce veya durum biçiminde ele alabilir, böyle bir çeyin varliksal dogasini açiklamaya çaliçip, eger olanakliysa, onu daha yalin ögelerine çözümlemeyi amaçlayabiliriz. Çimdiye kadar örneklerine kisaca göz attigimiz yaklaçimlar da bunu yapiyordu. Bu tür bir çaliçma, onunla yakindan ilgili, fakat yine de farkli olan bir araçtirma alanindan ayirt edilmelidir. Çünkü felsefi olmaktan çok, bilimsel sayilabilecek böylesi bir araçtirma, anlamin dogasini kavramayi amaçlamak yerine, anlami içerik olarak saptamaya, onu içerikçe belirlemeye yönelik. Bu alanin konulari arasinda, belli bir imin anlaminin baçka imlerinkinden hangi ilkelere göre ayirt edilebilecegi, bu anlamin imi oluçturan ögelerle olan iliçkisi, onlara çözümlenebilirligi, benzer içlevlere sahip baçka imlerle olan iliçkileri, parçasi olup içinde yer aldigi im dizgesiyle, yani dil ile olan iliçkileri ve bunun gibi baçka im dizgelerine çevrilebilirligi sayilabilir. Bu konular, anlamin genel olarak dogasina egilen bir çaliçmanin ilgilendigi çeylerden farklidir, çünkü bu saydigimiz konularin tümü yetkin bir biçimde açiklanabilse bile, bu açiklamalar bize anlamin neligi, anlamli olmanin böyle olmamaktan farki, onun betimlenen içerigiyle olan ilgisi ve kendisini taçiyan ime nasil :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y6.html 1 -~ 8 18.11.2008 20:36 baglandigi gibi çeyleri kavramak yönünde pek bir ipucu vermeyecektir. Anlamin varlikbilimini yasaklayan tutum, dil felsefesiyle ilgilenen çevrelerde son yirmi beç yil içinde büyük yayginlik kazanan etkinligini hemen bütünüyle içerige iliçkin konularin araçtirilmasina ayirmiçtir. Bu yaklaçimin ortaya çiktigi ilk dönemlerin yirminci yüzyilin baçlari olduguna deginmiçtik. Anlamin, dogruluk koçullariyla, ya da anlami taçiyan önermenin dogrulaniç yöntemiyle özdeçleçtirilmesi, ayni tutumun daha önceki örnekleri arasinda. Bu akimin son zamanlarda eriçtigi gücü kazaniçiysa, büyük ölçüde adci felsefenin baçarisi: Quine'in eçanlamlilik konusunu anlama iliçkin olarak yürütülebilecek tek meçru çaliçma alani olarak saptamasi, 3 içerik belirleme içinin anlami ilgilendiren tek onaylanabilir felsefe etkinligi oldugu varsayiminin giderek yayginlaçmasi ardindaki en önemli etmenlerden biri olmuçtur. Böylesine olumsuz ve kisitlayici bir bakiç açisinin ayrintili bir eleçtirisine giriçecek degilim. Bu bölümde yapmak istedigim çey, kimi kuramlarin temel içleyiç ilkelerini belirleyen bir modeli ana çizgileriyle betimleyerek, bu yapi içinde kendi bakiç açimin yerini saptamak. Anlam sorununa yaklaçimdaki bu anlayiç ve tutum karçitligi, kendini felsefenin baçka odaksal alanlari olan dogruluk, bilgi ve gerekçelendirme (justification) gibi kavramlarla ilgili olarak da, koçut bir biçimde ortaya koyuyor. Bunu açiklikla görebilmek için önce dogrulugun Ilkçag felsefesinden beri bir karçiliklilik, 4 yani dogru oldugu söylenen çeyle gerçeklik arasindaki bir uyum, bir benzerlik oldugu yönündeki güçlü sezgiyi animsayalim. Iyi bilindigi gibi, Yeniçag'in birçok düçünürü buna karçi çikmiçtir. Bu karçi çikiçin nedeni, böyle bir yaklaçima göre dogrulugu saptama yolunun karçilikliligi saptamayi gerektirirken, ayni zamanda karçilikli ya da benzer olduklari söylenen çeyleri karçilaçtirmayi da gerektirmesidir. Oysa gerektirilen bu karçilaçtirma, insan kavrayiçinin kimi sinirlari nedeniyle olanaksiz kalan bir çeydir. Dogru oldugu söylenen bir çeyi gerçekligin kendisiyle karçilaçtiramayiz, çünkü böyle bir karçilaçtirmayi yapabilmek için gerekli olan çeyi insanin baçarmasi mümkün degil; gerçeklige, onun tasarimindan bagimsiz olarak ulaçmak olanagindan yoksunuz. Ínsan için gerçekligi kavrayabilmenin tek yolu, dogru oldugu sorgulanan, algi ya da inançlarin (yani tasarimlarin) kendileri olduguna göre, gerçeklige bunlardan bagimsiz olarak ulaçmamiz söz konusu degil. Bunlari gerçeklikle karçilaçtirmaya kalkiçmak, onlari kendi kendileriyle karçilaçtirmanin ötesine geçemez. (Anlayiç yetimizin dogasindan kaynaklanan bu sinirlama nedeniyle, tasarimlarimizin gerçeklik ile karçilikli olup olmadiklarini hiçbir zaman saptayamiyoruz. 5 Bu, kendi içinde tutarli bir uslamlama. Ayrica kimi önemli noktalara da içik tutuyor. Ancak dogrulugun bir karçiliklilik oldugu kuramina böylesi gerekçelerle karçi çikmak düpedüz bir haksizlik. Çünkü dogrulugun dogasinin bir karçiliklilik oldugunu öne sürmek, dogrulugu bu karçilikliligi denetleyerek saptamamiz gerektigi anlamina gelemez. Dogrulugun dogasini yani nasil bir çey oldugunu anlamak, onun nasil saptanacaginin yöntemini geliçtirmekten farkli bir çeydir: Insan olarak sinirlarimiz dolayisiyla, bu her iki konuyu da ayni ilkeyi kullanarak açiklamak olanagindan yoksunuz. Öte yandan, algi gerçekçisi bir dünya görüçü açisindan, dogrulugun dogasini bir karçiliklilik olarak kavrarken, bir inancin, bir önermenin dogrulugunu saptamak için örnegin "tutarlilik kurami" gibi farkli bir yaklaçima baçvurmak çeliçik bir yol tutmak degildir. Benzer düçünceler bilgi ve gerekçelendirme kavramlari için de geçerlidir. Bilgi ve gerekçelendirmenin dogalarina iliçkin çaliçmalar, onlarin belli inançlari niteleyip nitelemediklerinin saptanmasi gibi içlerden bütünüyle farkli çeyler; her iki tür için de ayni ilkeler uyarinca yapilmalari gerekmiyor. Buna bir örnek verelim: Bilindigi gibi kuçkucu uslamlamalar, bilginin ya da ussal gerekçelendirmenin belli durumlarda söz konusu olup olmadiginin saptanmasi baglanimda son derece yikici olabilmektedir. Kuçkuculuk, içerigin kavraniçindaki yanilabilirlik payini bilgi iddialarimiza karçi son derece etkili olarak kullaniyor. Düçük de olsa, böyle bir olasiligi her türlü bilgi iddiasina yaymayi baçariyor. Bilgi oldugu öne sürülen her önermeyi, her inanci tehdit edebiliyor. Ne var ki, bütün bunlar bir yana, bilgi ve gerekçelendirme dedigimiz çeylerin dogalarini kavramayi amaçlayan bir çaliçmaya baçlamanin, önce kuçkucu uslamlamanin yenilmezligini ortadan kaldirmak için bir önkoçulu yok. Yakin zamanlara kadar felsefecilerin çogunlugunun, Descartes'in kimi görüçlerinin etkisi altinda, böyle bir önkoçul varsaydiklari dogrudur. Artik bilgibilimin çagdaç yaklaçimi içinde :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y6.html 2 -~ 8 18.11.2008 20:36 böyle bir çeyin gerekmedigi anlaçilmiç bulunuyor. 6 Günümüzün bilgibilimi, belli bir inancin gerekçelendirilmiç, ya da bilgi düzeyinde olup olmadigini saptamaya çaliçmaktan çok, gerekçelendirme ve bilgi dedigimiz çeylerin ne olduklarini anlamaya, yani bunlarin kavramsal dogalarini kavramaya çaliçiyor. 7 En azindan, önceki etkinligi sonrakiyle özdeçleçtirmek, ya da öncekini sonrakine bir önkoçul saymak yanilgisina düçmüyor. Kuçkucu uslamlamanin epistemolojide yüklendikleri içlevin felsefi anlambilim baglamindaki karçiligi, bir tümcenin "anlamini bilmek" (saptamak) ile ilgili olarak ortaya çikan sorunlar yumagidir. Bu sorun yumaginin anlam kuramlarina ve hatta anlam kavraminin kendisine karçi kullaniliçinin iyi bilinen uygulamalari, "eçanlamlilik", ve özellikle de "kökten çeviri" (radical translation) sorunlari olmuçtur. 8 Oysa bu uygulamalarin mantiksal zeminini oluçturan, "bir anlam kuraminin bir önermeyi nasil anladigimizin kurami oldugu" kliçesi, iki farkli konunun birbirine kariçtirilmasi sonucunda dogan bir çey. Onu bagnazca onaylayanlar da ayni kariçikligin kurbanlari.... Böyle bir öncülü bir kez varsaydiktan sonra, bu felsefeciler anlam kuraminin görevinin, belli bir tümceler öbeginden oluçan bir dili bilen birinin ne bildiginin betimlenmesi oldugunu öne sürüyorlar. Bu tür bir çaliçmanin kimi durumlarda oldukça verimli bir araçtirma etkinligi olabilecegini yadsimiyorum. Yine de böyle bir verimliligin, anlamin dogasina iliçkin sorunun, yani kimi fiziksel çeylerin nasil olup da bir anlam taçiyabildikleri konusunun, o çeylerin hangi anlamlari taçidiklari konusuna indirgenmesindeki yanliçligi ortadan kaldirmadigini düçünüyorum. Konulardan biri, içerigin varliksal statüsünün ne oldugunu ve ime nasil baglandigini bütünüyle gündem diçinda birakarak, o içerigin ne oldugunu bulup saptamaya yönelirken, öbürü tam tersini yapiyor. Nasil ki, örnegin bir çeyin pembe, yumuçak ve islak olmak gibi, hangi nitelikleri taçidigini saptamak, böyle niteliklerin ve onlari taçimanin ne oldugunu açiklamak degilse, anlam konusunun degindigimiz farkli yönlerini incelemek de birbirlerine indirgenebilecek etkinlikler degildir. 2.2. Anlamin dogasini açiklamayi amaçlayan yaklaçimlarin Platoncu bir görüç benimsemekle suçlandiklarina degindim. Aslinda böyle bir yol tutan anlam kuramlari arasinda Platon'un düzeyinde açiri bir gerçekçilik hiç de yaygin olan bir nitelik degil. Gerçekçiligi Platon'unkinden daha ölçülü ve temkinli olan görüçler felsefe tarihi boyunca çok daha büyük bir etki yapmiçtir. Anlamin anliksalci kuramini da bunlar arasinda sayabiliriz. Animsanacagi gibi zihinselci yaklaçim anlami belli bir ime baglanmiç bir kavram ya da bir düçünce olarak degerlendiriyor. Anlamin dogasina iliçkin kuramlarin, tümeller ontolojisiyle ilginç bir koçutluk oluçturdugu görülüyor. Platon'un tümeller konusundaki açkin gerçekçiliginin, kendisinin anlamlari da böyle yorumlayiçiyla tam bir uyum içinde olduguna, onun, anlamlari açkin tümellerle özdeçleçtirdigine deginmiçtik. 9 Locke'un tümellere iliçkin kavramciligi da, anlamlari (anliksal) ideler olarak düçünüçüyle dogrudan ilgili. O, Platon'unkine bir açidan benzeyen, bir baçka açidan da taban tabana karçit olan bir tutumla, anlamlari anlikta varolan tümellerle özdeçleçtiriyor. Anlamin insan düçüncesini yakindan ilgilendiren zihinsel bir boyutu bulundugunu daha önce öne sürmüçtüm: Düçünen varliklarin bulunmadigi bir dünyada anlamlar da varolmayacak, en azindan böyle bir dünyadaki çeyler ne "anlamli", ne de "anlam" olarak yorumlanamayacaktir. Bunu öne sürmek, Descartes'çi ikiciligi benimsemeyi içermiyor. Kavram ve düçüncelerin varligini onayladiktan sonra bunlari dogrudan fiziksel olarak ya da gövdeye bagimli ilkeler olarak açiklamak olanagina sahibiz. Kaldi ki, anlami ilgilendiren zihinsel bir boyutun söz konusu oldugunu onaylamakla, anlamin dogaca zihinsel bir çey oldugunu öne sürmek zaten farkli çeyler. Öncekinden sonraki gibi bir düçünceyi çikarsamaya mantik elvermiyor. Böyle bir çikarsamanin yanilgili oldugunu açik bir çekilde ortaya koyan uslamlamalari daha ileride ele alacagiz. Ilginçtir, kavramciligini tikel nitelikler arasinda varolan gerçek benzerliklere dayandiran Locke, bu düçüncesini anlami temellendirmekte kullanmiyor. Dolayisiyla, anlama iliçkin sinirli gerçekçiligini diçsal ve fiziksel bir temele baglayabilecekken, Locke böyle bir yolu seçmeyip, yaklaçimini bu olanaktan yoksun kiliyor. Anlam kuramindaki anliksal gerçekçiligi Descartes'i izleyen bir biçimde öngörüyor. Anlamin bir zihinsel varlik olarak kavraniçinin saydamsizligina karçi tepkiler de, Quine'in yaklaçiminda gözlemledigimiz gibi, anlam varlikbilimini bütünüyle :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y6.html 3 -~ 8 18.11.2008 20:36 baski altina alip gündemden çikarmaya dönüçmüç, buna bagli olarak da, birçok durumda anlamin dogasini ilgilendiren soruyu onun saptanmasini gerektiren soruyla degiçtirmek yolu tutulmuçtur. Oysa gündemden çikarmak çözmek degil, olsa olsa gözardi etmektir; böyle bir çeyse felsefi olmaktan çok, dogmaciliga yaklaçir. Anlami açiklayacak geçerli bir görüçün anlamin dogasina iliçkin soruya gerektigi gibi yer verdikten sonra, buna açagida açiklayacagim gibi diçsal 10 ve dogallaçtirilmiç 11 bir yöntemle yaklaçmasi gerektigine inaniyorum. Bilgibilimde kimi kuramlari "inançsal" (doxastic) oluçlariyla ayirt ediyoruz. Buna yakin bir ayrim, içselci 12 ve diçsalci 13 kuramlar arasinda çiziliyor. "Inançsal'i "niyetsel" ile degiçtirmek koçuluyla, benzer ayrimlari anlam felsefesi içinde yapmak da mümkün. Bilgiye iliçkin inançsal bir kurama göre "... bir inancin gerekçelendirilebilirligi 14 , tümüyle, o (inanci taçiyan) kiçinin dogru saydigi (baçka) inançlarin fonksiyonudur". 15 Dolayisiyla gerekçelendirmeyi açiklarken inanç yanisira baçka anliksal ya da anlikdiçi olgulardan da yararlanan yaklaçimlarla karçilaçtirdiginda, inançsalcilik, tekçi 16 bir kuramin açiklama gücünü ve ilkesel ekonomi avantajlarini taçiyor. Ínançsalciligin felsefi anlambilimdeki karçiligini, niyetselci 17 açiklamalar olarak saptayabilecegimizi söylemiçtik. Niyetselci yaklaçimda, gerekçelendirmenin salt olarak inançlarla açiklaniçina koçut olarak, anlamin salt olarak niyetlerle açiklandigini görüyoruz. Anlamin ne oldugunu, anlamli oldugu söylenen bir imi üreten kimseye yüklenebilecek bileçik ve karmaçik niyetler diçinda, baçka herhangi bir ilkeye baçvurmadan belirlemeye çaliçiyor, bu tür açiklama. Paul Grice'in kurami, niyetselciligin artik klasikleçmiç bir paradigmasi durumundadir. 18 Çimdi biraz da içselciligi taniyalim. Içselci bir kuramin inançsalci ya da niyetselci olmasi gerekmiyor. Oysa, bunun tersi, yani inançsalci ve niyetselci kuramlarin ayni zamanda içselci de olmalari, kaçinilmaz bir çey; yani içselcilik, anliksalciligin sinirlari içinde yeralan bir görüç. Içselcilik anliksalci bir görüç, çünkü açiklamalarinda ya inanç, niyet veya baçka anliksal bir olgu türüne bagli kalmak, ya da bunlar arasindan birkaçina bir arada yer vermek zorunda. Örnegin bilgibilimdeki belli bir tip kurama göre, kimi algi durumlari (perceptual state) bilgimizi oluçturan inanç dizgesine temel saglayacak çekilde, kendi kendilerini gerekçelendirirler. 19 Buna benzer olarak, kimi anlam açiklamalarinin, anliksal imgelerle temellenen kavram ve düçüncelere baçvurdugunu görüyoruz. Locke'un anliksalciligi da, öbür kavramci anlam kuramlari gibi, anlam-içselciligi diye adlandirabilecegimiz bir kuram türünü örneklendiriyor. Bilgibilimsel diçsalcilik, "inançlarimizin gerekçelendirilmesinin yalnizca içsel durumlarla sinirli kalmadigini" öne sürer. 20 Önde gelen örneklerden birine egilecek olursak, Alvin Goldman'in "süreç güvenilirligi" 21 kuramina göre, bir inanci gerekçelendiren çey, bu inanci kendi sonucu olarak doguran fizyolojik/düçünsel süreçtir; usavurma ve algi yetilerimiz de böylesi süreçler arasindadir. 22 Bilgibilimsel diçsalcilik anliksal durumlari açiklamalarinin kapsami diçinda birakmiyor; diçsal açiklayici ögeleri anliksalliga eklemlenmiç olarak kullaniyor. Bu tür yaklaçimlar insani ve onun yetilerini dogallaçtirilmiç yollarla, yani doga bilimlerince kullanilan kavramlarla betimlemeyi amaçliyor. Ancak bu dogalcilik, açiklamalardan zihinselligin bütünüyle çikarilmasini çogu kez içermiyor. Ayrica bu yaklaçimlar, içlerinde zihinsel olan bir öge bulundurmak zorundalar, çünkü sonuç olarak bilindigi öne sürülüp gerekçelendirmeye konu edilen çey, bir zihin içerigi olarak düçünülmek durumunda. Anlam-içselciligine karçi gösterilen tepkinin, epistemolojideki içselcilik karçisinda gösterilenden daha kuvvetli ve köktenci bir biçimde gerçekleçtigini belirtmiçtim. Zihinselcilik karçiti felsefeciler, içsel yönleri bütünüyle ortadan kaldiran kuramlar ortaya atmiçlardir. Wittgenstein'in kullanimci, kural-izleyiççi ve egilimselci açiklamalari 1930'lu yillardan baçlayarak, 40li ve 50'li yillarda onunkinden daha da radikal görüçlerle ortaya çikacak kimi felsefecilere esin kaynagi olmuçtur. 23 Bu tür yaklaçimlar, anliksal yaçamimizin varligini, içsel durumlarimizi ya da bu nitelikteki olaylari yadsimiyorlar. Yadsidiklari çey, bunlarin anlamla ya da anlami açiklamakla dogrudan bir ilgileri oldugu savi. Sonuçta bu yaklaçimlar kendi mantiklari dogrultusunda anlamin dogasina iliçkin soru ve felsefe konusunu bütünüyle yok saymak durumunda kaliyorlar. Wittgenstein'a atfedilen "Anlami sorma, kullanimi sor" sloganini böyle bir anlayiç içinde yorumlamak mümkündür. Anlamin dogasina iliçkin sorunu :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y6.html 4 -~ 8 18.11.2008 20:36 gündem diçina çikaran gelenek içinde ortaya konulmuç en geliçkin ve kapsamli kuram, Donald Davidson'unki olmuçtur. 24 Böylesi bilinçli bir gözardi ediçin çarpici sonucu ve de simgesi, "Bir anlam kurami dogruluk kuramindan baçka bir çey degildir" diye dile getirilen dogmadir. Bu bakiç açisina göre bir tümcenin anlamini saptamak anlam hakkinda geçerli olarak yapilabilecek çeylerin tümünü tüketmektedir. Anlamin saptanmasiysa en etkili bir biçimde, belli bir dile özgü, Tarski-tipi dönüçümlü 25 bir dogruluk tanimiyla mümkündür. Bu yaklaçimlar anlami baçka bir çey içinde eritmekle, ona iliçkin sorunu daha az gizemli, daha az çetrefil, ve daha saydam bir kavrama kaydirarak açiklayabilecekleri beklentisindeler. Kendilerine amaç olarak seçtikleri çeyi çözmekteki baçarilari tümüyle bir yana, bu kuramlarin betimleyip açikladigi hiçbir çey, daha önce de vurgulamiç oldugum gibi, semantik dogaya iliçkin ontik sorunu aydinlatmaya, ona içik tutmaya yetmiyor. Böylesi diçsalci kuramlarin gerçek anlamda dogallaçtirilmiç açiklamalar geliçtirmelerinin mümkün olmadigini öne sürüyorum. Herhangi bir konuda dogallaçtirilmiç bir açiklama ortaya atabilmek için, önce açiklanmasi amaçlanan çeyin varligini onaylamak gerek. Bu tür diçsalci tutumlar, dilin ya da dogruluk gibi bir kavramin dogallaçtirilmiç bir açiklamasini veriyor olabilirler. Ancak bu, araciligiyla iletiçim ve edebiyat yaptigimiz çeyin, yani anlamin açiklanmasi degil. Dogallaçtirilmiç açiklama, deneysel olarak gözlemlenebilir yönleri olan bir olgunun, temeli yine deneysel ve uslamsal olan betimlemesine dayanir. Dogallaçtirilmiç açiklamalar, konularini doga bilimlerinin kullandigi deneysel kavramlarla açiklarlar. Dolayisiyla anlamin bu nitelikteki bir incelemesi, onun herkesçe gözlemlenebilen yönlerini ele alacaktir. Dogallaçtirilmiç bir kuram, anlamli oldugu söylenen çeyden, yani anlamin taçiyicisindan yola çikmali, onun varoluç koçullarini ve üretiliçine iliçkin olgulari belirlemelidir. Anlama temel oluçturacak dogal verileri saptayip, iletiçim amaciyla canlilarin bu verilerden nasil yararlandigini göz önüne almali, dilin, iletiçim biçimlerinin evrimi sonucunda ortaya nasil çiktigini uslamlamalarla temellendirebilmelidir. Grice'in kurami, dogalciligin önemli bir niteligini taçiyor. Grice, bir imin anlamli olmak dolayisiyla taçidigi öne sürülen çeyin ne oldugunu, yani anlamli olmanin ne oldugunu betimlemeyi amaçliyor. Ne var ki, onun kurami ayni zamanda ödün vermeyen bir biçimde içselci de.. Bilgibilimdeki geleneksel yaklaçimin inançsalciligina denk düçen bir ölçüde katiçiksiz bir niyetselcilik, bu. Benzer degerlendirmeler, birçok açidan Grice'inkinin atasi olarak görebilecegimiz Locke'un kurami için de geçerli. Bu çaliçmada, Locke/Grice yaklaçimini diçsallaçtirarak dogallaçtirilmiç bir anlam kurami elde etmeyi amaçliyorum; bu kurami evrimsel bir model çerçevesi içine yerleçtirerek geliçtirmeye çaliçacagim. Evrimsel bir anlam kurami derken, birbirleriyle kismen örtüçen anlamlilik tiplerinin zamandaki geliçim dogrultusunda basamaklar oluçturmalarini kastediyorum. Böyle bir evrimsel geliçim, canli türlerinin evrimiyle kariçtirilmamali. Ancak iki evrim tipinin yine de örtüçtükleri gözlemlenebilirse, dogal olarak bunu ortaya attigim görüçleri destekleyen bir olgu olarak yorumlayacagim. 2.3. Birbirlerine indirgenemeyen farkli açamalarin geliçim dogrultusundaki ardiçikligini evrimsel bir siralanma olarak tanimlamak istiyorum. Böyle bir ardiçikligin tarih içinde, ya da genel olarak zaman boyutunda aktüel anlamda varoldugu savini ileri sürecek degilim. Bir baçka deyiçle, olguda saptamaya çaliçtigim evrimsel siralanma, geçmiç hakkindaki deneysel nitelikli bir bilimsel sav degerini taçimayacak. Aktüel dünya ile çakiçsin ya da çakiçmasin, siralanma içinde Sözünü edecegim "önceki" ve "sonraki" açamalar, olanakli bir dünyanin zamani içindeki geliçimi betimleyen bir modelin ögeleri olarak düçünülmeliler. Bu modeldeki herhangi bir önceki açama, kendisinden sonrakilerin, yeterli olmayan bir zorunlu koçulu; ayrica, en az kismen olmak üzere, sonrakilerin yapici malzemesini oluçturuyor. Bir baçka deyiçle, modele göre sonraki açamalar, niteliksel ya da yapisal açidan kendilerinden önce gelenlerden daha büyük bir zenginlige sahipler. Sonraki her açama, kendinden öncekilerini de kapsayarak, hepsinden daha büyük bir karmaçiklik ve incelik düzeyine ulaçmiç oluyor. Peki sözünü ettigimiz bu "açamalar" neyin açamalari? Evrim geçirdigi söylenen çey ne? Ben bunlari anlamliligin açamalari olarak görüyorum. Ancak "anlamlilik" derken, anlami taçidigi söylenen fiziksel olguyu, yani bir nesne, durum ya da olayi, ve ona baglanmiç durumdaki anlamdan oluçan yapinin bütününü kastediyorum. Bir baçka deyiçle, burada anlamli im tiplerinden söz etmekteyim. :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y6.html 5 -~ 8 18.11.2008 20:36 Böylesi fiziksel nesnelerin nasil olup da birer im olabildiklerini, yani nasil olup da anlam taçiyabildiklerini ortaya koymaya çaliçacagim. Böyle bir modelden söz ederken, aklimda koçut bir örnek olarak Aristoteles'in özdek ve form kurami var. 26 Bu kurama göre her tikel nesne, onu malzeme olarak oluçturan 27 kendisinden daha yalin bir cismin bir form kazanmasi, yani biçimsel (niteliksel) açidan zenginleçmesi olarak düçünülebilir. Biçimsel zenginlik, bir nesneyi onun yapimina giden malzemeden daha eklemlenmiç, 28 daha düzenli, dizgeselleçmiç, içlevsel olarak özelleçmiç ve incelmiç kilan, kisacasi onu daha geliçkin bir konuma getiren yönü. Aristoteles'e göre, tümüyle niteliksel ögelerden oluçan biçimsel yönün, yani formun, fiziksel evrende varolmasi, kendisini "taçiyacak" bir özdek parçasini gerektirir. Bu açidan, örnegin bir insan, belli bir et ve kemik yigininin insan türüne özgü olan form ile birligidir. Bu form, bir organizma olarak insan yapisinin tüm örgütlenimini ve kendine özgü öbür niteliklerini içeren çeydir. Form kavrami görecelidir; insanin gövdesinin, onu oluçturan et ve kemik yiginindan farkini açikladigi gibi, o yiginin et ve kemikten oluçmasini, ona temel olan daha temel özdek türlerinden (örnegin modern bir belirlemeyle, su, karbon, ve çeçitli minerallerden) de ayirt eder. Aristoteles'in kurami açisindan bakinca, her farkli somut varlik açamasina iliçkin, ona göreceli bir formdan ve oluçturucu yapi malzemesinden söz edebiliyoruz; bu form içinde, bir önceki açamaya göre kazanilan geliçkinligi, ve bu geliçim düzeyi için önceki açamanin neden zorunlu oldugunun gerekçelerini buluyoruz. Koçutluk bir özdeçlik degildir; koçut olanlar arasinda ancak yapisal benzerlik ve eçbiçimsellikten 29 söz edilebilir. Aradaki farkliliklari gözden kaçirmamak koçuluyla, Aristoteles'in özdek ve form ögretisini, anlam taçiyan imler kavramina temel bir model olarak uygulamak ve anlamlilik açamalari arasindaki farki bu çerçeve içinde kavramak istiyorum. Bundan sonraki bölümlerde bu koçutlugu yeniden gündeme getirmeyecegim. Onu, eldeki yapinin parçalarinin birleçtiriliçinde arka plandaki çerçeveyi saptayan bir esin kaynagi olarak düçünecegim. Olguya bu koçutluk açisindan bakmaya baçladigimizda, yalin ve ilkel anlamlilik tiplerinin, anlamsalligin en üst açamasinda bile, üst üste nitelenmiç olarak kendilerinden sonraki düzeyleri temellendirdiklerini öne sürebiliyoruz. Evrimdeki her adim, anlamlilikta ulaçilmiç son açamanin içinde bile, oluçturucu bir öge olarak varligini koruyor. Bu, her tikel anlamli im için geçerli olan bir kural. Evrimsel geliçim sirasinin en alt basamaginda, cansizlar dünyasinda örnegin bir gök gürültüsünün orada çimçek çaktigi anlamina geliçi gibi, dogal belirtileri buluyoruz. Evrimin en üst açamasindaysa dilsel ifadeler, yani anlamli tümceler var. Aradaki açamalar, çeçitli düzeylerdeki hayvan iletiçimlerinde yer alan anlamliligi, insanlarin kurdugu uzlaçim ve dil öncesi niyetli iletiçim biçimlerini kapsiyor. Bunlari, aralarindaki iliçkilerle birlikte daha ayrintili olarak tartiçacagim. Locke ve Grice tipindeki kuramlarin anlama nedensellik üzerinden yaklaçan bir yönleri var; bu onlari dogallaçtirilmaya oldukça yatkin yapiyor. Bu kuramlar anlami bir nedensel etkileçim olarak kavranilan iletiçim olgusu baglaminda inceliyorlar. Anlami, bireyler arasinda aktarilan mesajlardan yola çikarak kavramayi amaçliyorlar. Nedensel etkileçimi vurgulayiçlari, bu iki kurami ne içselci ne de anliksalci olan kimi ortamsal yaklaçimlarla akraba kiliyor. Íletiçimsel ve nedensel boyutu koruduklari halde anliksalligi ortadan kaldiran bu yaklaçimlara göre, bir imin anlami, onunla karçilaçan bir bireyde meydana gelen davraniç egilimidir. Böyle bir açiklamayi Charles Morris'in yapitlarinda buluyoruz. 30 Charles Stevenson'unki bu alanda daha da geliçkin bir kuramdir. 31 Stevenson'un nedensel modelde yaptigi önemli degiçiklik çu: Anlami artik bir bireyin davraniç egilimi olarak düçünmüyor. Ona göre anlam, imin, onu algilayan bireyler üzerinde belli etkiler oluçturma egilimi. Bu görüç, anlami, imle karçilaçan birey açisindan, fakat onu anlamin taçiyicisina (yani ime) yükleyerek belirliyor. Bir imin anlami, bu imin egilimsel 32 bir niteligi olarak düçünülüyor. Im, onu yorumlayabilecek bir bireyi etkilediginde, bu bireyin ime karçi gösterdigi ve koçullara göre degiçebilen tepkisi, onda oluçan ruhsal süreçler biçiminde anlaçiliyor. Stevenson'a göre imin egilimsel niteligini kavramanin bir baçka yolu da, onu imi kullanan bireylere yüklemektir. Bu yaklaçimda, diçsalci olan davraniç egilimleri ile yapilan açiklama, ruhsal ögeleri kullanan açiklamayla uzlaçtiriliyor. Diçsalcilik ile içselcilik, belli bir :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y6.html 6 -~ 8 18.11.2008 20:36 denge içinde bir arada korunarak, biraz da seçmeci bir yol izlenmiç oluyor. Grice'in kurami nedensel yaklaçimin çimdiye kadar ortaya atilan en üstün örnegidir. Belirtmiç oldugum gibi, Grice, açiklamasini bütünüyle içselleçtirmiç, anlami kimi karmaçik niyetlerin bir bileçimi olarak vermiçtir. Stevenson'un almaçik açiklamalar diye nitelendirdigi çeyleri, Grice "eçdeger" bildirimler olarak belirliyor. Biraz daha ayrintiyla açiklanacak olursa, ona göre bir imin taçidigi anlam ile, bu imi kullanan bireyin kimi zihinsel yüklemlerle belirlenebilecek durumu, içerikçe eçdeger olan çeyler. Grice anlami, bir bireyin bu imi kullanirken bir baçkasinda belli bir düçünce oluçturmaya yönelik, karmaçik içerikli niyetleri olarak belirliyor. Buradaki amacimin, nedensel/iletiçimsel çerçeve içinde kalarak tüm bu yaklaçimi elden geldigi ölçüde diçsallaçtirip dogallaçtirilmiç bir açiklamaya dönüçtürmek oldugunu belirtmiçtim. Dolayisiyla Locke ve Grice kuramlarini kendime çikiç noktasi olarak kullanacagim. (1) Geçen bölümde de degindigimiz gibi, bu, pozitivizm yanisira, en azindan bir ölçüde Wittgenstein'in öne sürdügü kimi görüçleri biraz da abartmaktan kaynaklanan bir gelenek. Wittgenstein çok daha yumuçak bir ifadeyle çöyle diyor: "Uzunluk nedir? 1 , 'Anlam nedir?', 'Bir sayisi nedir?' gibi sorular bizde zihinsel kasilmalar (meritai cramps) oluçturuyor. Yanit olarak bir çeye içaret edemeyiçimize karçilik, yine de bir çeyi göstermemiz gerekirmiç gibi hissediyoruz. (Burada felsefi çaçkinligin baçlica kaynaklarindan biriyle karçi karçiyayiz: Bir ad kullandigimiz için ona karçilik olan bir çey anyoruz.) .... 'Anlamin açiklamasi' ifadesinin gramerini araçtirmak, 'anlam' sözcügünün grameri hakkinda da bir çeyler ögretecegi için, 'anlam' adi verilen bir nesneyi aramak egilimini de giderecektir". Wittgenstein (1969), s. 1. (2) Kuçkusuz, Platon'un dizgesi kendi içinde tutarli olmak açisindan felsefe tarihi boyunca ortaya atilan en güçlü kuramlardan biri olmak niteligini de taçiyor. (3) Bkz. Quine (196i), s. 22. Ayrica bkz. s. 11 ve sonrasi ile s. 48 ve sonrasi. (4) "Correspondence" anlaminda. (5) Bkz. Berkeley (1957), s. 26. (6) Bkz. Lehrer (1990), 7-9- bölümler, ve özellikle s. 178 183. (7) Bkz. Pollock (1986), s. 6-7. (8) Bkz. Quine (1960), 2. bölüm; (196i), 2. bölüm. (9) Bkz. (1962). s. 442. (10) "External" anlaminda. (11) "Naturalized" anlaminda. (12) "Internalist" anlaminda. (13) "Externalist" anlaminda. (14) "Justifiability" anlaminda. (15) Bkz. Pollock (1986), s. 19. Parantez içindeki ifadeleri ben ekledim. (16) "Monist" anlaminda. (17) "Intentional" anlaminda. (18) Bkz. Grice (1989), bölüm 14. (19) Bkz. Pollock (1986), s. 27 ve bölüm 5. Bu tür kuramlara îemefeefcî (foundationâlist) diyoruz. (20) Pollock (1986), s. 23. (21) "Process Reliabilism". (22) Goldman (1987), s. 98 ve sonrasi. (23) Ingilizce'de bu açiklamalara "use", "rule-following" ve "disposiüonal accounts" adlari veriliyor. Bunlarin hepsi de, geçen bölümde "orjamsal" adim verdigim yaklaçim biçiminin degiçik örnekleri: Temele insan, davranirim aliyorlar. Wittgenstein'in anlama iliçkin görüçlerinin evrim öyküsü için bkz. Kenny, 0973). (24) Bkz, Davidson (1985). (25) "Recursive" anlaminda. (26) Bkz. Aristoteles (1992). :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y6.html 7 -~ 8 18.11.2008 20:36 (27) "Constitution" anlaminda. (28) "Articulated" anlaminda. (29) "Isomorphism" anlaminda. (30) Morris (1938). (31) Stevenson (1940). (32) "Dispositional" anlaminda. Anlam ve Nedensellik, Arda Denkel, Kabalci Yayinlari, 1996 (Metin yapitin 2.Bölümünü içermektedir)
Sayi :11 Yil: 2008 Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim
Bilgi ve Anlam Üzerine Monolog Yetkin IÇIK - Anlamak ancak bilgiyle mümkündür. Insan da kendini bilmeye baçladiktan sonra hiçbir çey bilmedigini fark etti. O gün bugündür evreni ve kendisini anlamaya çaliçiyor. Ancak bilmeden anlamak olmaz. - Öte yandan her anlama ayni zamanda bir yanliç anlamadir demiçti Humboldt. Tarih, insanin bilme konusunda ilerledigi ama anlama konusunda gerilemesinin tarihidir. - Tarim devriminden önce insan, bilgiyi ariyordu, ortaçagda buldugunu sandi, aydinlanma sonrasi buldu, çimdiyse - Çimdiyse bulduklarindan kurdugu dolambaçli yollar arasinda kaybolmakla, sonra yolunu çaçirmakla meçgul. Önceki çaglarda cehalet bilgisizlik demekti, çimdiyse yanliç bilgi demek. - Bu çagdaki insanin durumu, aç gözlülükle buldugu her çeyle kucagini dolduran bir adama benzetilebilir: sonsuz tatminsizlik. Kucagina alamadigi ve tabii ki (kaçinilmaz olarak) kucagindan düçürüp kaybettigi çeylerin eksikligi. - Için kötü tarafi çu ki kucaginda taçidigi çeylerin mi, kucagina alamadigi çeylerin mi yoksa kucagina alip da düçürdügü çeylerin mi daha degerli oldugunu bilemiyor insan. Bu çagda bir çeyi bilmekten daha önemli olan, neyi bilmemiz gerektigini bilmek. - Bence, antik çaglarda insan bilme konusunda samimiydi. Gerçekten bilmiyordu, bilenler bilmeyenlerden daha azdi. O çaglarin cahili de bilgini de mütevaziydi. Bilginin ve bilenin tartiçmali çoklugunun oldugu günümüzde bilmek zorlaçirken biliyor görünmek kolaylaçmiçtir. Bu çagin cahilini tanimlayan nitelikler inatçilik, kendini begenmiçlik ve samimiyetsizliktir. - Cahiller her çagda kendini begenmiçtir zaten. Degiçen çey, onlarin bu çagda her zamankinden daha çok begeniliyor oluçu! - Aslinda kendini begenmek, hiçbir gerekçe ve nitelige ihtiyaç duymadan kendini begenmek, (ukalalik) bu çagin erdemlerinden. Dolayisiyla cehalet buradan da besleniyor. Bazilari bu yaygin durumu narsisizm kültürü diye adlandiriyorlar. Cehalet ve narsisizm, dinlemeyi ve ögrenmeyi sevmiyor, okumaya üçeniyor, ögretmen ve aydin karçisinda komplekse kapiliyor. Dayaniçmalarina temel oluçturan mekanizma, budur. - Peki ya samimiyetsizlik? - Samimiyetsizlik, yalnizca bilgi söz konusu oldugunda akla gelen bir nitelik degil, bu çagin ayirt edici niteliklerinden. Domates konusunda ne kadar samimiyetsizlik varsa bilgi ya da insan konusunda da o kadar samimiyetsizlik var. :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y11.html 1 -~ 2 18.11.2008 20:32 - Yani, insan bozulunca her çey bozuluyor. - Aslinda bu kaçinilmaz bir paradoks belki de: insanin dogadan uzaklaçtikça kendine de uzaklaçmasinin bir parçasi. Baçlangiçta bilgi, dogayi anlamak, ondan yararlanmak ve onunla içbirligi yapmak içindi. Ögrenme isteginin, merakin samimi olmasi, onun ihtiyaci karçilamasindan. - Ne var ki, bilgi kitapta durdugu gibi durmuyor içte! Bir kez onu elde eden, bilgiyi farkli amaçlar için de kullanabilecegini ögreniyor. Giderek bilen kiçi olmak, bilginin kendisinden daha degerli hale geliyor. Sonraki adim, biliyor görünmenin gerçekten bilen kiçi olmanin yerine geçmesi. - Bu noktada samimiyetsizligin çikiç noktasinin da günümüzdeki çogu sorun gibi kastlaçma, sinifli toplumlar haline gelme süreci oldugunu söylersek yanliç olmaz. Eçitsiz bir dünyada bilgi de her çey gibi gücün ve iktidarin yanindadir. Böylece yalnizca güçlü olmak bilgiye sahip olmak ve onu maniple etmek imkani veriyor. Bu durum bir kez fark edilince güç istenci salt-bilme istencinden önce gelmeye baçliyor. - O halde bilgi elde etmenin samimi ve dogal erekleri olan kendini dönüçtürme, bilinmeyenden bilinene gitme, karmaçik gerçekligi çözme ve kendi yolunu bulmanin yerini, güçlü olma istegi için gereken bilgiyi bulma aliyor. Yani dünyanin kurallari içinde yaçayabilmek için gerekli araçlar, bilginin asil amacinin (dogal merak) önüne geçmiç oluyor. - Yani insan, aslinda daha önce buldugu anlami mi ariyor günümüzde, yoksa baçlangiçtan beri aradigi anlama ulaçmaya mi çaliçiyor, çaresizce? - Dogal ve kesin olan aramak, elbette. Aramak, bulmanin kuçku götürür oluçundan ötürü, daha hakikidir. Bilgi ile anlamak arasindaki zorunlu baglanti ve örtüçmezlik, yani sürekli anlam arayiçi hayatin zorunlu olarak tek anlamidir. - O halde, anlami bulan ama artik aramayan (dolayisiyla halihazirda hayati yanliç anliyor olan) kiçinin durumu saçmadir. Eger bütün yaçamsal eylemliligini bu temel üzerine inça etmiçse mesela ölümsüzlüge inaniyor ya da öldükten sonra ölümsüz bir yaçamin varligina inaniyorsa anlamsiz bir hayat sürüyor demektir. Buna karçilik ne durumda olursa olsun anlam arayiçindan, yani bilme istencinden kopmayan biri yaçiyor demektir; ne durumda olursa olsun - Yani anlamamak ayip degil, anlamaya çaliçmak ve anladigina inanmak ayiptir! - Evet, inanç; özgürlügün, felsefenin, düçüncenin ve anlamin düçmanidir. Cehaletin büyük ve gösteriçli adidir inanç. Yetkin Içik Hacettepe Ünv. Antropoloji Böl.
Sayi :11 Yil: 2008 Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim
Homo Semioticus Mehmet RIFAT Mehmet Rifat, 1949da Istanbulda dogdu. Saint-Benoit Lisesini ve I.Ü. Ed. Fak.Fransiz ve Roman Dilleri ve Edebiyatlari Bölümünü bitirdi. Ayni bölümde Fransiz dili ve edebiyati doktorasini hazirladi (1973- 1977). Pariste École hautes études en seiences socialesde (A.J .Greimas) ve Collége de Franceta (R.Barthes) doktora sonrasi göstergebilim araçtirmalari yapti. Istanbul Universitesinde ders verdi; Bogaziçi Üniversitesinde Fransiz dili ve edebiyati ögretim görevlisi olarak çaliçmakta. Baçlica yapitlari: Yazinsal Betik Üstüne Araçtirmalar (1976); Roman Kurgusu ve Yapisal Çözümleme: Michel Butorun Degiçimi (1978) ; Genel Göstergebilim Sorunlari: Kuram ve Uygiilama (1982); Dilbilim ve Göstergebilim Kuramlari (1983); Dilbilim ve Göstergebilimin Çagdaç Kuramlari (1990); Göstergebilimin ABCSI (1992); Homo Semioticus c(1993,1996,1999,2001) ; Balzac Kitabi(1994); Göstergebilimcinin Kitabi (1996); Gösterge Avcilari. Çiiri Okuyan Çairler (1997-2000); Honore de Balzac-Romancnin Evreninden Sahneler (1999);Gösterge Eleçtirisi(1999); XX. Yüzyilda Dilbilim ve Gösterebilim Kuramlari (2 cilt; 1990, 2001) M.Rifatin ayrica R. Barthes, Rus biçimcileri (T.Todorovun derlemesi), V.Propp, R. Jakobson, M.Bator, I. Calvino, Platon, vbndan çevirileri vardir. Homo Semioticus Mehmet Rifat Om Yayinlari 1. Insani kuçatan dünyadaki anlam etkileri, anlami oluçturan iliçkiler, kavranabilir ve/ya da duyumsanabilir olmalarina karçin, her zaman belirtik, açik seçik, kendini kolayca ele veren, rahatlikla gözlemlenebilen ve tartiçmasiz olarak algilanabilen nitelikte degildir. Anlam yalnizca konuçan, yazan ya da yaçayan bir insanin söylediklerinden, yazdiklarindan, davraniçlarindan ve bütün bunlara aldigi tepkilerden oluçmaz. Bir baçka deyiçle, içittiklerimiz ve gördüklerimiz degildir yalnizca anlami oluçturan. Anlam açikça söylenenin, yaçananin, gözlemlenenin altinda, üstünde ya da yaninda bulunandir ayni zamanda. 2. [O zaman da] Her insanin anlamlar evreni yle yaçadigi, yaçayacagi çok yönlü bir serüven var demektir: Bilinen, beklenen yollardan geçen degil de, bilinen, görünen yollarin diçina çikmayi gerektiren bir serüvendir bu. Çizgisel, dogrusal bir yol degildir anlamin yolu: Bütün yönlere açilabilen bir iliçkiler agidir, bütün yönlere esneyebilen bir dokudur anlam evreni. 3. [Peki] Dünyadaki her çeçit gösterge dizgesinin anlam taçimasini, anlam belirtmesini, anlam aktarmasini saglayan çey (özellik) gönderme yaptigi gerçeklik düzeyi midir? Yoksa, dogrudan dogruya bu dizgenin kendisi midir? Ya da çöyle sorabiliriz: Bir göstergeler dizgesi, bir anlamli bütün, gerçegi yansittigi için mi anlam taçir ve bir bilgi iletir, yoksa gerçegi yeniden oluçturdugu, yeniden düzenledigi ve anlamlandirdigi için mi? Sözgelimi, insanlar arasinda bildiriçimi saglayan (kimi kez de bil diriçimsizlige yol açabilen) dogal dil, kendi diçinda bir gerçege uygun bir biçimde gönderme yaptigi :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y5.html 1 -~ 5 18.11.2008 20:35 için mi anlam taçir, anlam belirtir, anlam aktarir, yoksa, tersine bizi çevreleyen dünyayi oluçturan, ona anlam veren bu dogal dilin kendisi midir? 4. [ baçka deyiçle:] Dünya bu açidan kendisi için ve kendi baçina var olabilir mi? Ya da yine bu açidan dün ya, bizim kendisi hakkindaki tasarimlanmiz olmadan var olabilir mi? 5. [baçka düzeyde, bir baçka soruyla] Íliçkiler açisindan oluçmuç bir büyüklük olarak tanimlanan anlamli yapi, dil bilimleri ya da gösterge bilimleri açisindan, incelenecek nesnenin içinde midir, yoksa incelemeyi yapacak düçünen insanin kafasinda midir? 5.1. Anlamli yapiyi, incelenecek nesnenin kendisinde görenler, dil olgusunu ya da herhangi bir dilyetisini, diçaridan gözlemlenebilecek, kendini salt gözlemlemeyle ele verecek somut bir varlik biçiminde degerlendirip kuramsal seçimlerini ona göre yaparlar, yaklaçim modellerini ona göre belirlerler. Inceleme konusunun betimlenmesi yeterli bir çaliçma biçimidir artik onlar için. 5.2. Anlamli yapiyi, düçünen insanin kafasinda görenlerse, incelenecek dizgenin üretiliç, kuruluç, yapiliç açamalarini, tutarli bir terimler agi, bir kuramsal model yardimiyla yeniden üretmeye, yeniden kurmaya, yeniden yapilandirmaya, tek sözcükle anlamlandirmaya çaliçirlar. Temel amaçlari, göstergeler dizgesini, sözgelimi bir anlamli bütünü gözlemlemek ve onu belli bir insanlik deneyimine, belli bir gerçeklige göre betimlemek degil, insanin çevresiyle kuracagi her çeçit iliçki aginin yaratabilecegi anlamlari kavrayabilmek, üretim süreçlerini yaçayabilmek için gereken tutarli yaklaçim modelini, tasarimini da oluçturabilmektir. Bu da hiç kuçkusuz, anlam üretme ve kavrama modelinin (çözümleme kuraminin ve yönteminin) sürekli evrimini, geliçmesini saglamakla olanaklidir. 6. Insanin bütün yaçami, temelde, içinde yer aldigi dünyayi kavramak, yorumlamak ve yeniden anlamlandirmakla geçer. [Geçmez mi?]Insan, çevresindeki varlik, nesne ve çeylerin, degiçik düzeyde oluçturdugu iliçkiler agini anlamlandirirken, temelde bir siniflandirma eylemini gerçekleçtirir. Siniflandirma, varlik, nesne ve çeyleri oluçturan anlamli iliçkilerdeki belirleyici, ayirici nitelikleri dizgeli ya da yöntemli bir biçimde çeçitli bölümlere, ait bölümlere ayirmak, dagitmak demektir. 7. [Ama] Insan yaçarken, bir siniflandirma eylemini farkinda olmadan da yapar. 8. [Bu nedenle] Siniflandirma, dünyayi anlamanin, anlamlandirmanin temel, derin ve evrensel yapisini yakalama yoludur. 9. Dünyayi anlamlandiran insan, çevresine, farkinda olmadan degil de biraz bilinçli, düzenli, yöntemli ve tutarli bir biçimde bakarsa, bakmaya çaliçirsa, o zaman ona homo semioticus adini verebiliriz. 10. Homo semioticus anlamlandiran insandir; dünyadaki anlamlarin oluçumunu, birbirine eklemlenerek yepyeni anlamlar yaratmasini sorgulayan insandir; çevresindeki bireysel, toplumsal, kültürel gösterge dizgelerini yalnizca betimlemekle yetinen degil, bu dizgelerin üretiliç sürecini yeniden yapilandiran insandir. Homo semioticus, hem dünyanin insan için hem de insanin insan için taçidigi anlami/anlamlari kavramaya çaliçan ve bu anlamsal bütünlerin üretiliç açamalarini bir söylem içinde yeniden anlamlandiran insandir. Homo semioticus okuyan, adlandiran, anlamlandiran ve bütün bu içlemleri bir oyun oynayarak, yani hem haz duyarak hem de haz vermeye çaliçarak yapan insandir. 11. Bir anlamlandiran insan olarak homo semioticusun karçisindaki izlence (program) ya da tasari çok büyüktür, daha dogrusu bitip tükenmez özellikler taçir. Çünkü insani çevreleyen her yerde yine insana göre yalin/karmaçik, küçük/büyük, önemli/önemsiz, vb. anlamlar vardir. Anlam her yerden fiçkirir insana göre. Daha dogrusu insan anlami her yerde görür, her yerde algilar, her yerde yaçar, her yerde okur. Anlamsiz iliçkilerde de anlamsiz olma anlamini bulur. Anlamlandiran insanin tüm yaçami bir okuma serüvenidir. Insan anlamin bulundugunu kavradigi her yerde, bir okuma eylemini ve bir anlam üretme, yorumlama :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y5.html 2 -~ 5 18.11.2008 20:35 eylemini yaçiyor demektir. Anlamlandiran insan, dünyayi okurken, bu dünyanin, kendindeki var oluç sürecini yaçar ve bu süreci yeni bir söylemle dile getirir: Böylece anlam etki si taçiyan dizgelerin nasil bir süreçten geçerek anlam kazandiklarini kavramaya, bu dizgelerin oluçum taslagini, üretim biçimini baçkalarina aktarmaya çaliçir. 12. [Ama] Homo semioticus çevresinde var olan o büyük anlamlar evreninin bütün açamalarindaki bütün anlamlari yakalamak savinda degildir: Böyle bir çey onun ne ilk ne de son amacidir. Tek tasarisi, anlamli iliçkilerin oluçturdugu dizgelere, bir bölümüyle de olsa, geçici de olsa tutarli bir biçimde yaklaçabilmek ve yaklaçabilme konusunda da anlam açisindan baçka düçünsel amaçla ri bulunan çevresinc öbür insanlara bir model suna bilmek, anlamsal karmaçikligi yorumlama konusunda onlara bir ölçüde yardimci olabilmektir. 13. [Bu nedenle] Homo semioticus, hem anlamin bir iliç kiler agindan kurulu oldugunu, anlamin bir eklemleniç oldugunu, hem de böyle bir iliçkiler agina ancak tutarli bir yöntemle yaklaçilabilecegini bilir. 14. [Bu açamada da] Homo semioticusun en belirgin özelligi, dünyayi anlamlandirirken, önceligi ögelere degil, ögeler arasindaki iliçkilere vermesidir. 15. [Çünkü] Homo semioticus anlamin tek tek ögelerden ve benzer ögelerden degil, ögeler arasindaki farktan, ayrimdan, ayriliktan dogdugu görüçünü temel ilke olarak kabul eder. Son derece karmaçik, kimi kez yogun bir sis perdesiyle örtülü olan iliçkiler agini görebilmenin, okuyabilmenin belki de ilk yolunun bu iliçkiler içindeki ayirici farkliliklari gözlemlemek ve geçici bir ilk yaklaçimla siniflandirmak olduguna inanir. 16. [ki] Homo semioticus dünyayi okur: Bütün duyu, duygu ve bellegiyle okur. Dünya onun için hem sonlu bir metindir, hem de birbiriyle iliçkili, sonsuza açikibilen bir metinler toplamidir. Bir baçka deyiçle, dünya ve insanlar, homo semioticus için hem üretilmiç yapilardir hem de sonsuza açilabilecek üretim kaynaklaridir. 17. Homo semioticusun iki uç örneginden birinde, dünyadaki her çeçit anlami, yaçarken ve yazarken kavramaya çaliçan gösterge avcilari ; ötekisindeyse bir çözümleme modeli de oluçturmaya çaliçan göstergebilimciler yer alir. Gerçi her homo semioticus bir gösterge avcisidir ama göstergebilimcinin çabasi homo semioticuslar arasinda daha yöntemsel, daha kuramsal, kimi kez de üstdilsel özellikler taçir. 18.1 Dil bilimlerinde ya da daha geniç olarak gösterge bilimlerinde, araçtirmaci, özellikle bir kuram dogrultusunda çaliçiyorsa inceleme konusuyla ilgili olarak, o anda aklina ve içine gelen her çeyi söyleyebilir mi? Yapibozma ya da yapiçözme eylemini gerçekleçtiriyorum diye her çeyi söyleyebilmesi olanakli mi? Homo semioticus (bu baglamda göstergebilimci) bir anlamli bütün üstüne konuçabilmek için, söyleyeceklerinin birbirleriyle tutarlilik bagintisi içinde bulunmasi gerektigine inanir. Bir gösterge dizgesine yönelik olarak, akla gelebilecek her çeyi söyleyebilmek için, tutarli olmamak, tutarli olabilmek içinse her çeyin söylenemeyecegini bilmek gerekir. Özellikledilbilim ve göstergebilim bir bakima araçtirmacinin (okurun) aklina esen her çeyi söylememesi için kurulmaya çaliçilmiç bilimsel etkinlik alanlari ya da sürekli geliçen bilimsel tasarilardir. 19. Herhangi bir anlamli dizge üstüne yorum farkliliklarinin ortaya çikmasi, her çeyin söylenebilecegi anlamina gelemeyecegi gibi, tutarliligin da ortadan kalktigini göstermez. Yorum farkliliklari, incelenecek anlamli dizgeyi ele alan yönteme ve anlamli dizgenin incelenecek düzlemine göre ortaya çikabilir. Bu dogal bir sonuçtur. Ama ayni yaklaçim yöntemini kullanan ve anlamli dizgeyi ayni düzlemlerde çözümleyen göstergebilimsel çaliçmalarda, birbirinden farkli bir çözümleme süreci yaçanip farkli sonuçlar elde edilebilir mi? Edilebilirse, bu, her çeyin ayni yöntem çerçevesinde kalinarak da söylenebilecegini mi, yoksa araçtirmacilardan (homo semioticuslardan) birinin, yaklaçim yöntemini iyi kavrayamadigini, çözümleme aygitini iyi kullanamadigini mi gösterir? 20. Dil ve gösterge bilimlerini kullanan homo semioticuslar inceleme nesnelerine bakarlarken, bir yanda bir bütünlük (bir birlik), öte yanda da bir çeçitlilik öngörürler. Bütünlük, temeldeki :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y5.html 3 -~ 5 18.11.2008 20:35 bir iliçkiler aginin varligini, çeçitlilik ise iliçkiler aginin degiçik gerçekleçme biçimlerini çagriçtirir. Çeçitlilik vardir ama, her çeçitliligin de temelde anlamli bir iliçkiler aginda, yani bir bütünlük içinde yer alacagini da bilir, homo semioticus. 21. Buna bir de kalici olan evrensel yapilar ile farklilaçma gösteren gerçekleçme yapilari arasindaki bütünleyicikarçitligi ekleyebiliriz. Anlam üretim sürecindeki ilk katmanlarda, yani en derin, en soyut, en mantiksal düzeyde, evrensel nitelikli degiçmez yapilardan söz edilebilirken, anlam üretim sürecinde mantiksaldan yüzeysele ilerledikçe, daha dogrusu yüzeysele vardikça degiçen gerçekleçme yapilarina rastlanir. Homo semioticusun yararlandigi yaklaçim biçimlerindeki farkliliklarin en önemlisi de buradan ileri gelir: Bazi kuram ve modeller, kendi dünya görüçlerine, dünyayi algilayiç biçimlerine göre yüzeysel gerçekleçme yapilarini inceleme amaci güderken, bazilari yalnizca derin anlam yapilarini araçtirir, bazilari da anlam üretim sürecinin derinden yüzeye oluçum yapilarini yeniden anlamlandirir. Özellikle üçüncü giriçim birkaç kuçaktir süren ve hep sürecek olan büyük bir tutkudur. Göstergebilim söz konusu oldugunda donmuç bir bilimden degil de bilimsel tasaridan söz edilmesi de bura dan kaynaklanir: Sürekli geliçen bilimler ya da bilimsel tasarilar vardir artik. 22. Anlam üretim sürecini çözümleyebilecek tutarli ve tümü kapsayici bir kuram ya da bir model oluçturabilmenin belki ilk ve temel koçulu, inceleme nesnesini (konudil diye de adlandirilabilir) yeniden yapilandiracak kavramlar (dolayisiyla da terimler) agini açama açama ilerleyerek kurabilmektir. Birbirleriyle baglantili olan, birbirleriyle tanimlanan kavramlarin ve terimlerin sayisi, bilimsel tasarinin geliçmesiyle birlikte degiçime ugrarken, aralarindaki türdeçlik, içlevdeçlik bagintisinin da bozulmama sina özen gösterilir. 23. Dil ve gösterge bilimlerine iliçkin kuramlari ya da çözümleme modellerini yaratan, sürükleyen bazi kültür çevrelerinde, yogun açamalardan geçmiç olan dilbilim, düçünsel varliginin bir bölümünü 1960larda gösterge bilime devredip hiz keserken, göstergebilim de, evrim sürecini hem dilbilimde oldugu gibi belli bir ilerleyiç çizgisi ne göre hem de siçramalarla gerçekleçtirmiçtir. 1990lara gelindiginde, bu kez göstergebilimin düçünsel kalitimini kendi kendine devretmeye çaliçtigi, sinirlarinin nereye kadar uzanabilecegini, nereye kadar uzanamayacagini tartiçma yoluna girdigi, hem gençlik hem de olgunluk hastaliklarini (böyle bir belirti saptandiginda) gidermeye çaliçtigi görülmektedir. 24. Dilbilim yillarini izleyen göstergebilimin oluçum yillarinin ardindan bugün artik göstergebilimi degerlendiriç, göstergebilime bakiç, göstergebilimi anlamlandiriç yillari da yaçaniyor yogun olarak. Ama bu da zaten göstergebilimsel tasarinin bir bölümünü oluçturuyor. Göstergebilim-üstü ya da gösterge bilim-sonrasi diye adlandirilabilecek bir düçünsel çizgi içindeki etkinlikler de, göster gebilimsel tasarinin dogal bir parçasidir. Çünkü göstergebilim-üstü ya da göstergebilim-sonrasi olan da göstergebilimsel tasarinin kendisidir. Çünkü göstergebilim, anlamin bulundugu her yerde yaçayan, her düçünce dizgesinin oluçumunda var olan bir tasaridir; sürekli geliçen bir yaçama-okuma-yeniden üretme etkinligidir, yeniden anlamlandirarak var olma/var etme etkinligidir: Son derece özgür ama kuralli bir etkinliktir. 25. Homo semioticus da hem dünyaya, hem çevresindeki insanlara hem de kendi geliçtirdigi modellere bakan bir insan olarak bu özgür ve kuralli etkinlik içinde, öteki kültür adamlariyla birlikte yaçar: Onlara da bakar, onlari da anlamaya çaliçir, onlara da anlamlandirmada yarayacak modeller sunar.. 26. Konumlarini göstergebilimsel düçünceye göre belirledigimiz homo semioticuslar: gösterge avcilari; ilk göstergebilimciler; öngöstergebilimciler; asil göstergebilimciler: Kuramcilar ve Hazcilar; göstergebilim yanlilari; karçi göstergebilimciler: göstergebilime karçidan bakan homo semioticuslar. 27. Homo semioticusun yakin çevresindekiler: homo academicus; homo aestheticus; homo poeticus; :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y5.html 4 -~ 5 18.11.2008 20:35 homo linguisticus; homo philosophicus; homo sociologicus; homo mathematicus; vb.
Sayi :11 Yil: 2008 Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim
Ínsani Anlamanin Kökenlerine Dair Bir Analiz Mehmet YAPICI myapici69@gmail.com Keçke seni anlasaydim. Ama seni anladigimi varsaydigimda bile, seni anlamanin anlamini bulmuç olur muyum bilmiyorum? Neden seni anlamam gerektigini biliyorum. Çünkü birlikte yaçiyoruz. Ayni evrende soluk alip veriyoruz. Senin yaptigin ya da yapmadigin her çeyden etkileniyorum. Kirmizi içikta beklerken, saridan yeçile geçerken arkamdan gürültülü bir korna sesi ile beni uyarman canimi sikiyor. Can sikintimi azaltmaya çaliçan eçime de kiziyorum. Sana sinirlenmesi gerekirken sanki yanliç yapmiçim (ya da ben öyle anliyorum), daha fazla da yapmayayim diye beni sakinleçtirmeye çaliçinca, senin hiçbir çey olmamiç gibi geçip gitmeni seyrediyorum. Seni anlamaya çaliçmadigim için kendime kizmali miyim?
Kaldirimda iki metre kadar önümde yürüyorsun. Yanindaki sosyal ikizinle bagira çagira ana-avrat küfrederek konuçuyorsun. Yanindan geçenler vebaliymiçsin gibi uzagindan geçmeye çaliçiyorlar. Farkinda olmadan ben de önce yavaçlamaya sonra da yolumu degiçtirmeye çaliçiyorum. Seni anlamaya çaliçmiyorum, senden kaçiyorum, çevrene yaydigin sosyal çiddetten igreniyorum sanirim. Yoksa seni anlamaya çaliçip, belki de seni uyarmaya çaliçmaliydim degil mi? Ve sen beni anlayacak, yarattigin sosyal çiddet için özür dileyip kendini toparlayacaktin öyle mi?
Marketin orta yerinde çocugunu bagira çagira açagilayan baba, çocuklarimin korkuyla donup kalmalarina neden oluyor. Çocuklarimi mümkün olabildigince dikkatlerini dagitmaya çaliçarak ortamdan uzaklaçtiriyorum. Neden çocuguna kaba davraniyorsun demedigim için ve seni anlamadigim için üzgünüm.
Seninle ilgili bu örnekleri sonsuza kadar çogaltabilirim. Ama bu gerekli degil. Anlatmak istedigimi anlamlandirabilmek için bu örnekler yeterli. Asil sorun çu; insanlari anlayabilir miyiz? Anlamak zorunda miyiz? Keçke buna hayir diyebilseydim. Ama hayir demek için kolayina kaçmak olur. Ve kolayina kaçilan hemen hemen her çey kötüdür, yararsizdir. O zaman neden yukaridaki örneklerde tepkisiz ve duyarsiz kaliyoruz. Karçimizdaki insani anlamaya çaliçmiyoruz. Için kolayina kaçtigimiz için mi? Hayir o kadar basit degil. Onu degiçtiremeyecegimizi biliyoruz hatta onu degiçtirmeyi denemenin, onu tutum ve davraniçlarinda daha da keskinleçtirecegine radikalleçtirecegini biliyoruz. Bunlar dogdugumuz andan itibaren bilinçalti süreçler yoluyla ögrendigimiz ve günlük tutum ve davraniçlarimizi yönlendiren yaçantilarin sonucu olarak ortaya çikmaktadir.
Yukaridaki insani dönüçtürmenin yolu, onu ontolojik bir obje olarak var eden koçullari taniyip anlamakla mümkün olabilir. Dönüçtürmeden kastedilen ise dogrudan O degil, onun sonraki türevleri olacaktir. Her insan bir yansimadir. Içine dogdugu sosyo-kültürel, politik ve ekonomik koçullari yansitir. Insani degiçtirmenin yolu, içine dogdugu sosyo-kültürel, politik ve ekonomik koçullari düzeltmekle olasidir
Çiddet Olgusu Üzerinden Bir Anlama Egzersizi
Çiddet olgusunun seçilmesinin nedeni, yayginligi ve insan yaçamindaki somutlugudur.
Çiddet; sosyal bir olgu olarak, ögrenilen bir tutumdur. Her ne kadar, çiddetin insanin dogasinda var olan bir dürtü oldugunu ileri süren düçünceler var olsa da; dogum sonrasi insan yavrusunun davraniçlari gözlemlendiginde, gelecekte çiddeti çagriçtiracak davraniç kaliplarina :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y13.html 1 -~ 4 18.11.2008 20:27 rastlanmadigini ileri sürebiliriz. Bebegin emme davraniçi sirasinda memeye saldirmasinin! çiddet dürtüsü ile betimlenmesi ise abartili gözükmektedir. Çünkü memeye saldirma davraniçi (baçkasina) zarar verme degil, açligi giderme sabirsizligidir. Unutulmamalidir ki çiddet ögesinde biriktirilmiç öfke, öfkenin kontrol altina alinamamasi, öfkenin davraniça dönüçtürülmesine yol açacak bir uyarici ve zarar verme fiili ya da tehdidi vardir. Önemli olan bu sürecin nasil ortaya çiktiginin betimlenmesidir.
Öfke, insanin kendini ifade etmenin bir biçimidir. Yani öfke de bir iletiçimdir, ancak istenmeyen onaylanmayan, olumlu sonuçlar oluçturmayan yikici bir iletiçimdir. Insan kendini söz, duygu, mimik, jest, ya da bir baçka biçimde neden ifade edemez? Her insan çevresinden kabul görmeyi ve kendini degerli hissetmeyi ister. Bunu duyumsamadigi dönemlerde, kendini ifade etmede güçlük ortaya çikar. Insan kendini neden ifade edemez? Muhtemelen ögrenemedigi, bu olanagi bulamadigi ve kendini degerli hissetmedigi için, bu durum ise, geçmiçin bir birikintisi olarak ortaya çikmiç olmalidir. Çünkü insan davraniçlarinin gösterildigi an, bir sonuçtur. Bu sonucu ise yaratan bir geçmiç süreç vardir. Yaklaçik olarak ergenlikte ortaya çikan soyut düçünme becerisi elde edilinceye kadar, insan kendini evrenin merkezinde algilar. Evrenin merkezine kendine koyan insanin en büyük güçlügü ise, paylaçamamaktir. Paylaçma, ögrenilen (ya da ögrenilemeyen) sosyal bir davraniçtir. Insanin sosyal bir varlik oluç gerçegi, paylaçmanin da çok rahatlikla kazanilabilecegini düçündürtmektedir. Ancak bu gerçekleçmemektedir. Çünkü çocuk büyürken, bunun gerçekleçmesini engelleyen bir dizi hata yapilmaktadir. Örnegin, evine misafir kabul eden bir anne-baba, çocuguna çu direktifi verebilmektedir: oyuncaklarini ortaliktan kaldir, misafir çocuk/çocuklar onlari alabilir, kirabilir. Bu ve buna benzer direktiflerle büyüyen çocugun paylaçmayi ögrenmesini bekleyebilir miyiz? Bu tür durumlar, sadece paylaçmanin ögrenilmesini engellemez, ben merkezliligin ortadan kalkmasini ve yerini sosyal bene birakmasini da engeller. Sosyal beni geliçmemiç birey ise, paylaçmayi, empati kurmayi, kendine ve baçkalarina deger vermeyi ögrenemez.
Paylaçmayi ögrenemeyen insan, her elde edemedigi için; bir suçlu arar. Bunu baçlangiçta sözel ifadelere döker. Bu sözel ifadeler ise, çogunlukla kinanir, sorgulanir, açagilanir ya da çiddete ugrar. Çocuk için sözel ifade ediçin yetersizligi böylece anlaçilmiç olur. Suçlamalarini ve kizginligini, uygun buldugu ortamda davraniçi dönüçtürebilir. Çogunlukla bu basit ve siradan gözüken çiddet öncesi davraniç kaliplari (gelecekteki tutum olarak çiddet egiliminin kökenlerini oluçturdugu unutulmamalidir) güçsüz yaçitlara, kendinden küçüklere ve yetiçkinlerin olmadigi ortamlarda uygulamaya baçlanir. Gelecekteki çiddet tutumunun tohumlari bu çekilde atilmiç olur. Bu tohumun büyüyüp yeçermesi zaman alir ve yanliç yetiçkin davraniç ve tutumlari ile beslenmiç olur.
Çocuk uzunca bir zaman, çogunlukla ilkögretime baçlayincaya kadar, çiddete direnecek güce (zihinsel, duygusal ve fiziksel ) sahip degildir. Ilkögretimden itibaren zihinsel geliçmiçligi ve duygusal olarak kendini ifade etmede elde ettigi yeterlilik, fiziksel olarak da kendine yakin buldugu akranlari ile birlikte sergilenecek bir ortama kavuçmuç olur. Okullu çocuk için, aileler çogunlukla neredeyse bilinçalti çöyle bir algiya sahiptirler: oh be, artik okul var, çocugumla ilgili sorumlulugumun büyük bir kismina onlara devredebilirim. Buna bir de okulun sorun çikincaya kadar, sorunlarin farkina varamama niteligi eklenince, kendini degerli hissetmeyen, paylaçmayi ögrenemeyen ve kendini evrenin merkezinde algilayan çocuk için, biriktirilmiç öfke açiga çikmak için uygun uyariciyi beklemeye baçlar.
Öfkeyi ortaya çikaracak uyarici ise çok kolay bulunur. Ödevini yapmadigi ve yeterince çaliçmadigi için aile onu kinar, üzer ve çiddet uygulayabilir. Ögretmen; kurallara uymadigi için, hata yaptigi için, okul koridorunda koçtugu için, zayif not aldigi için Vs. vs. çocugu kinar, üzer ve çiddet uygulayabilir. Çocuk açisindan denetimsiz ve her an seyredilmeye hazir olarak, açik bekleyen Televizyon; yüceltilmiç ve estetize edilmiç çizgi filmler, filmler araciligiyla, çocugun biriktirilmiç öfkesini davraniça dönüçtürecek uyarici ögrenmelerle doludur. Böylece akranlara aktarilacak biriktirilmiç öfke davraniça dönüçtürülmeye hazir hale gelir. Çocuk, ailesine ve okula yansitamadigi öfkesini, diç geçirebilecegi biri olarak akranlarina çevirir. Akranlara gösterilen çiddet, bazen görmezden gelinir, bazen de sessizce onaylanir. Çocugunun dayak yemesindense, dayak atmasini tercih eden ana-babalarin sayisi azimsanmayacak kadar çoktur.
Çocuk biriktirilmiç öfkesini davraniça dönüçtürürken, zihinsel niteliklerinden dolayi sadece ani yaçar. Yani biçagi salladiginda karçisindakinin ölebilecegi olasiligini düçünemez (filmlerde kahramanlar çok zor ölür, ölenler ise yüceltilir). Çünkü düçünme analitik yani neden-sonuç iliçkisi içinde degildir henüz. Kuçkusuz bunun da nedenleri vardir. Baçlangiçta kendini ifade etme olarak ortaya çikan çiddet, bir süre sonra ustaca ögrenilmiç ve zarar vermeye dönük bir eyleme dönüçür. Içte bu nokta, geri dönülemez noktadir. Çözüm için, nasihat, sosyal ya da hukuki yaptirim yetersiz kalir. Yukaridaki örneklerde nasihat, sosyal ya da hukuki yaptirimin da yetersiz kaldigi görülebilir.
Eger, çiddetin kendini degersiz hissetmenin, hospitalizmin (sevgiden yoksun :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y13.html 2 -~ 4 18.11.2008 20:27 büyümek) bir sonucu olarak ortaya çiktigini kabul edersek; çözüm için de bir yol görünmüç olur; çocugun eksikligini hissettigi degersizlik ve sevgisizligi ortadan kaldirmak. Peki bunu kim ortadan kaldiracak; elbette aile, politika, din, ekonomi..vb. sosyal kurumlar. Ama temel sorun da burada, kurumlar çiddeti ortadan kaldirmak yerine, destekliyorlar. Evine dönen baba ya da anne, içyerinde, sokakta gün boyu biriktirdigi öfkesini eçine ve çocuklarina yansitiyor. Devlet kapisina giden yurttaç, vergisini öderken, bankada taksitini yatirirken, aliç veriçini yaparken, bir talepte bulunurken, bir hizmeti satin alirken, içini zorlaçtiran ve kendini degersiz hissettiren bir sürü uygulamayla karçilaçiyor, yani öfke biriktiriyor. Akçam evinde, televizyonun baçina geçen aile, çiddet ve çiddetin yansimasi olan programlarla geceyi noktalayip uyuyor. Okula giden çocuk, egitim-ögretim ortaminda bir baç belasi gibi kendini algilamasina neden olan kural ve normlarla karçilaçiyor yani bütün sosyal kurumlar ve iletiçim stratejileri güvensizlik üzerine kurulmuç. Kamusal ve özel yaçamda oluçan bu güvensizlik, çiddeti dogurup meçrulaçtiriyor. Çiddet uygulamalari ancak, öldürme noktasina ulaçtiginda dikkat çekebiliyor. Bu durum bile, çiddetin ne kadar kaniksandigini göstermek için yeterlidir.
Çiddeti ortadan kaldirmayi önermek çok iddiali olacagi için, çiddeti zayiflatmanin yolunu öncelikle aramak gerekir. Eger çiddet bir birikimin sonucu ise, onu zayiflatmanin bir süreç ve birikim olacagini da öngörebilmek gerekir. Sosyal kurumlarin çiddeti zayiflatmasi ve etkisiz hale getirebilmesi, çu temel varsayimin ele alinmasi ya da düçünülmesi ile saglanabilir; ihtiyaçlarin karçilanma orani ile çiddet arasinda ters bir iliçki vardir. Bu çu demektir, bebegin saglikli büyümesi için, anne sütü ve ebeveyn sevgi ve çefkatine ihtiyaci vardir, ihtiyaci karçilandikça öfkesi azalacaktir. Çocugun sosyal akran aktivitelerine (sosyal baçari), ögrenmeye (akademik baçari) ve mutlu olmaya (kendini gerçekleçtirme baçarisi) ihtiyaci vardir, bu ihtiyaçlar giderildigi ölçüde öfkesi azalacaktir. Yetiçkin insanin bir içe ihtiyaci vardir, içinde mutlu olmaya ve yeterince para kazanmaya (istihdam ve gelir dagiliminda adalet) ihtiyaci vardir, bu karçilandiginda öfkesi azalacaktir. Bireyin devlet tarafindan kucaklanmaya ihtiyaci vardir, bireyin toplum tarafindan kabul görmeye ihtiyaci vardir, bireyin kendisini dinleyecek bir insana ihtiyaci vardir, bireyin oy verdigi insanlara hesap sormaya ihtiyaci vardir (bu ihtiyaç 5 yillik periyotlarla geçiçtirilemez). Bu ihtiyaçlar giderildiginde öfke azalir, çiddete varacak boyutlara ulaçmasi engellenmiç olur.
Demokratik geliçimlerini tamamlayamamiç ya da demokratikleçme sancilarini yaçayan toplumlar, sorunlarin çözümünde çiddete baçvurmayi meçrulaçtirabilirler. Demokratik tutum, farkliliklari kabullenmeyi (farkliligi fark etme, farkliliklari tanima, farkliliklara yaçam hakki vermede tutum oluçturma) gerektirir, çiddette baçvurulurken kullanilan temel bilinçalti savunma mekanizmalarindan biri de farkliliga karçi duyulan hoçgörüsüzlüktür. Bu hoçgörüsüzlügün çiddete dönüçmesi, kabullenmenin gerçekleçmemesi ile dogrudan iliçkilidir. Bu kabullenme, sosyal kurumlarin birbirini destekleyen ortak politikalari ile gerçekleçtirilebilir. Örnegin, bir sosyal kurum olarak egitim kurumu, bireylere firsat eçitligi saglamaya yönelik bir temaya sahip olmadiginda, bunun politikaya yansimasi da elbette çeçitlilik çeklinde olmayacaktir. Din kurumu, farkli inaniçlari, düçman olarak gördügünde evrensel düçünen bireylerin ortaya çikmasini beklememek gerekir.
Ne yazik ki çiddet hadi engelleyelim diye söylenerek ortadan kaldirilabilecek bir olgu degildir. Çiddetin oluçmasi nasil bir birikim ve süreçse, kaldirilmasi da benzer birikim ve süreci gerektirir. Bu süreçte ise, bireyden topluma, en küçük sosyal gruptan devletin kurumlarina kadar herkese ilgilendiren ve yerine getirmesi gereken sorumluklar vardir. Insanin kendisini sevmesi ile baçlamasi sanirim uygun bir baçlangiç olabilir. Kendini seven ve bagiçlayan baçkalarini da sevip bagiçlayabilir.
Burada dikkat edilirse, çiddet olgusu bir sonuç olarak degil, varoluç koçullari açisindan betimlenmektedir. Bu betimleme anlama çabasidir. Her anlam kendi baglami içinde analiz edilebilir.
Anlamak mi Anlamlandirmak mi?
Insani anlamak mi anlamlandirmak mi gerekir? Günlük dilde kolaylikla dile getirilen anliyorum ifadesi göstermeliktir. Durumu geçiçtirmek anlamina gelebilir. Çünkü bir insani anlamanin yolu, onu dogdugu andan itibaren firlatildigi sosyo-kültürel, politik ve ekonomik koçullarini bilmek ve onlari analiz etmekle mümkün olabilir. Bu tür anlama etkinligini ancak ilgili kiçiyi dogdugu andan itibaren bilen, gözleyen, dinleyen, analitik düçünen bir anne, baba veya kardeç yapabilir. Üçüncü kiçilerin yapabilecegi ise anlamak degil anlamlandirmaktir. Çünkü anlamlandirmada kendimizi de için içine katmiç oluruz. Örnegin Orhan Pamukun düçüncelerini anlamiyorum dedigimde onun varoldugu yaçam koçullarini bilmedigimden bahsediyorum. Ama Orhan Pamukun düçüncelerini anlamlandirabiliyorum dedigimde üçüncü kiçi olarak yaçamsal birikimimi de için içine katmiç oluyorum. Dolayisiyla, anlamlandirmak öznel bir zihinsel tasarim olarak ortaya çikmiç olur. Oysa anlamak yukarida betimlenen çekli ile nesnel bir zihinsel tasarimdir. Örnegin, yukarida çiddet olgusunu anlamaya çaliçmadim, anlamlandirmaya çaliçtim.
Üçüncü kiçi olarak anlamlandirdigim üzerine düçünürüm. Zaman ve mekânla baglantili olarak anlamlandirma etkinliklerim degiçebilir. Dolayisi ile 1 yil sonra bu yaziya dönüp baktigimda çogu yerini begenmeyebilir, kismen veya tamamen degiçtirebilir ya da yirtip çöpe atabilirim. Burada bir anlam kaymasi oluçmuç olmaz burada yeni bir anlamlandirma çabasi ortaya çikmiç olur.
Insani anlama dedigimiz etkinlik de böyledir. Yani insani ve insanla ilgili olanlari anlamlandirdigimiz için uzay-zamanda, görüçlerimiz degiçebilir. Eger öyle olmasa idi hala sadece ilkokul arkadaçlarimla arkadaçlik etmeye devam ediyor olurdum.
Eçler arasi iliçkilerde de ayni sorun oldugu görülmektedir. Eçler birbirini anlamlandirmak yerine anlamaya çaliçiyorlarsa, zamanla anlam kaymalari ortaya çikmakta ve bunlar iliçkilerin tükenmesine yol açabilmektedirler. Saglikli evlilik iliçkileri için anlamaya degil anlamlandirmaya gereksinimimiz vardir. Yani karçimizdakini, kendimizi de için içine katarak anlamaya çaliçmaliyiz. Yani karçilikli empati yoluyla, tek yönlü empati anlama çabasi olarak, karçilikli empati ise anlamlandirma çabasi olarak düçünülebilir.
Sayi :11 Yil: 2008 Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim
Medya ve Zedelenen Anlam J. Baudrillard () "Amaci ileti üzerinden gerçekleçen iletiçim sürecinde, hedef kitle üzerindeki etki, belirli bir anlama sahip olan bu iletiler sayesinde gerçekleçir. Haberde verilmek istenen mesaj (ileti) da etkinligini taçidigi anlam üzerinden gerçekleçtirir. Ister politik, ister egitici, isterse kültürel içerikli olsun haberin niyeti kitlelere anlam iletimini saglamaktir. Bu sayede kitleler anlamin egemenligi altinda tutulmaktadir. Kendini haberin sürekli olarak ahlaksallaçtirilmasi zorunlulugu, daha iyi haber verebilmek ve kitlelerin kültürel düzeylerini yükseltmeye çaliçmak vb. gibi nedenlerle ortaya çikmaktadir. Ancak kitleler bu anlam üretimine biçimde karçi koymaktadirlar. Kuramci bu açamada kitlelerin anlami önemsemeyip, gösteri istedikleri görüçündedir. Buna göre, anlam yerine gösteri isteyen kitleleri, içeriklerin ya da kodun ciddiyetine inandirmak için gösterilen hiçbir çaba yeterli olmamiçtir. Insanlar gösteri isterlerken onlara mesaj verilmeye çaliçilmaktadir. Onlar içinde bir gösteri bulunmasi kaydiyla bütün içeriklere tapmaktadirlar. Yani anlamin diyalektigi yadsinmaktadir. Onlarin aldatilip kandirildigini söylemek de boçuna olacaktir. Kuramci bu varsayimi ikiyüzlü bir varsayim olarak nitelendirmektedir. Bu ikiyüzlü varsayim anlam üreticilerinin entelektüel bir rahatliga kavuçmak için ileri sürdükleri bir varsayimdir. "Kitleler sözüm ona kendiliklerinden yutacaklarmiç!" Oysa kitleler, tam tersine kendilerine verilen anlam ültimatomuna karçi gösteri istediklerini belirtirken tam anlamiyla özgürdürler. Çünkü anlamin bu saydamligindan ve bu politik iradeden, ölümden çekindikleri kadar çekinmektedirler. Ona göre kitleler anlamin gerisinde yatan ideal hegemonyanin içleri basitleçtiren çiddetinin kokusunu almaktadirlar. Burada kitlelere yutturulan bir çey de yoktur, çünkü kitleler bunu kendileri istemektedirler. Kültürün, bilginin, gücün, toplumsalin emilip yok edilmesi içi kitlelerin aninda ve olumlu bir çekilde oluçturduklari stratejidir. Günümüzde bütün boyutlariyla ortaya çikan bu çaliçma biçimi, çok eski bir çaliçma biçimidir. Bu yolla daha önceden bilinen bütün senaryolar altüst olmaya zorlanmaktadir. Anlam artik toplumlarimizi sürükleyip götüren ideal çizgi degildir. Anlamdan kaçan artiklar da bir gün özümseneceklerdir. Günümüzdeki anlam karmaçiktir ve herhangi bir uzantisi kalmamiçtir. Anlam belli bir zaman diliminde (tarih, iktidar vs.) üç boyutlu, ideal bir uzam oyununa dönüçmüç durumdadir. Bizlerse ikinci derecede anlam taçiyicilari olarak, çogu kez anlamin önünden ya da arkasindan giderek geçici bir panige kapilan derinlerdeki kitleyi oluçturmaktayiz. Bu ters varsayim, sessiz edilginlikler folkloruna ait olan anlami açagilayan binlerce örnek oldugunu göstermektedir. Medyalardan gösteri isteyen kitleler, bu amaçlarina ulaçmayi daima baçarmiçlardir. Ilginç gösteriler ortadan kalktiginda haber programlarinin izlenmedigi görülmüçtür. Bu durum kitlelerin gösteri istediklerinin açik bir kaniti olarak degerlendirilmektedir. Içinde yaçadigimiz dünyada haber orani arttigi ölçüde anlam oraninin giderek azaldigi görülmektedir. Azalan anlamin yerini, giderek artan gösteriler almaktadir. Bu durumda kuramci üç varsayimdan bahsetmektedir. ilkinde, haber anlam üretmekte, ancak bütün alanlardaki ani anlam yitimi açigini kapatamamaktadir ki medyalar araciligiyla istendigi kadar biçim ve içerik insanlara yeniden enjekte edilmeye çaliçilsa da, anlam bogulmasi ve yitiminin yeniden enjeksiyondan daha hizli bir çekilde gerçekleçmesinin engellenemedigi ortaya çikmaktadir. Bu durumda güçsüz medyalarin eksikliklerini kapatabilmek için temel bir üretime gerek duyulmaktadir. :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y16.html 1 -~ 4 18.11.2008 20:39 Ikinci varsayimda, haberin anlamla hiçbir iliçkisi yoktur. O zaman da onu baçka bir çekilde adlandirmak gerekecektir. Bir baçka düzeyde iç gören içlemsel bir model gibi. Bu durumda anlam ve anlam ticaretinin diçinda kalan bir çeydir ki, bu Shannon'un varsayimidir. Yalnizca araçsal bir nitelige sahip olan haber olgusu hiçbir anlam amaci içermeyen teknik bir araçtir, öyleyse bir yargilama tarafindan da içerilmeyen bir olgudur. Genetik kod türünden bir çeydir, neye benziyorsa o dur. Anlamiysa baçka bir çeydir. Örnegin, Monod'un Raslanti ve Zorunlukunda oldugu gibi anlam arkadan gelen bir çeye benzemektedir. Bu durumda haber enflasyonuyla anlam azalmasi (deflasyonu) arasinda anlamli hiçbir iliçki olamayacagini göstermektedir. Üçüncü varsayimdaysa, haber anlami hem yok eden, hem de nötralize eden bir olgu oldugu ölçüde ikisi arasinda kesin ve zorunlu iliçki vardir. Anlam yitiminin dogrudan iletiçim araçlariyla kitle iletiçim araçlarinin haberi eriten, ikna edici bir biçime sokan müdahaleleriyle bir iliçkisi vardir. Kuramci bu son varsayimi çok ilginç bulmaktadir, ancak varsayimda yer alan düçüncelerin, kabul gören düçüncelerin tam tersi oldugunu belirtmektedir. Ona göre, nereye bakarsak bakalim toplumsallaçmanin iletiçim araçlarinin gönderdigi mesajlarla ilgilenme oraniyla dogru orantili olarak ölçüldügünü görmekteyiz. Iletiçim araçlari ve gönderdikleri mesajlarla ilgilenmeyenler gücül ya da gerçek düzeyde toplumsallaçamamiç insanlar olarak kabul edilmektedirler. Haberse her yerde hizli bir anlam dolanimini saglamakla yükümlü kilinmiçtir. Bu durumu Baudrillard, kapitalin hizli bir çekilde el degiçtirme zorunlulugu sonucunda üretilen "artideger" olayina benzetmektedir. Buna göre, haber iletiçim yaratan bir çey gibi sunulmaktadir. Boça üretilen haber orani çok büyük boyutlara ulaçsa bile, genel bir uzlaçmaya dayanilarak bu haddinden çok anlamin, toplumsalin kilcal damarlarina kadar dagitilmasi istenmekte. Bu yüzden boça üretilen haber kadar anlam üretimi konusunda da kimsenin sesini çikarmadigi görülmektir. Hepimiz bu efsanenin suç ortaklariyiz. Bizim modernligimizin baçinda da maddi üretim vardir, sonunda da. Zaten maddi üretim olmasaydi bizim toplumsal örgütlenmemiz inandirici olamazdi. Oysa sahip oldugumuz toplumsal örgütlenme düzeni, yine maddi üretim yüzün çökmektedir. Haberin anlam ürettigini sandigimiz sirada aslinda tersi olmaktadir. Kuramcinin düçüncesine göre, haberin kendi ürettigi içerigi, iletiçimi ve toplumsali yok etmesinin altinda yatan nedenler çunlardir: Haber, iletiçim kurmak yerine sahneye koydugu iletiçim oyunu içinde kaynayip gitmektedir. Anlam üretmek yerine, sahneye koydu anlam üretimi oyunu içinde kaynayip gitmektedir. Bu da simülasyon sürecinin bir parçasidir. Artik etrafimiz hayali içeriklerle, uyanikken görülen düç türünden bir iletiçim biçimi ve bir haber agiyla sarilmiçtir. Bu olumsuz durum sahneye çikma arzusunun konuldugu bir kisir döngüsel düzenleme, bir tür iletiçim antitiyatrosu yani geleneksel kurumu yadsiyarak sagligina kavuçturma yani kapali devreye dönüçen bir durum olarak nitelendirilebilir. Buradaki amaç, bizi, radikal bir anlam yoklugu gerçegiyle karçi karçiya getirecek, ani bir simülasyondan kurtulma olayini engelleyebilmektir. Kuramci, birer kapali devreye benzeyen iletiçimin ve toplumsalin bir yem içlevine sahip oldugu düçüncesindedir. Bu yem bir mitin gücüne sahiptir. Sistemin kendi gerçekligini kanitlayabilmesi için haberin sürekli olarak yenilenmesi gerekmektedir. Sistem bu sayede gerçeklik kazanmaktadir. Habere inanilmasinin altinda yatan neden de budur. Iletiçimin bu anormal boyutlara ulaçan görüntüsünün gerisinde, iletiçim araçlari ve haber bombardimaninin toplumsal yapiyi bozmalari engellenememektedir. Haber hem anlami, hem de toplumu anlamsizlaçtirmaktadir. 3) Iletiçim araçlari, toplumsallaçmayi saglamaya yönelik araçlar olma özelliklerini kaybetmiç, toplumsalin kitleler içinde, için için kaynamasini saglayan araçlara dönüçmüçlerdir. Bu durum anlamin için için kaynamasi olayinin bir uzantisidir. "Anlam, anlama ait tüm içeriklerin egemen bir iletiçim araci tarafindan yutuldugu bir yapiya kavuçmuçtur. Içeriklerin tutucu ya da yikici olmasi hiçbir çey farkettirmemektedir, olay çikmasini saglayan tek çey iletiçim aracidir. Ancak kuramci, yalnizca mesajin iletiçim araci içinde için için kaynamasindan sözetmemekte, iletiçim araci, gerçegin içinde için için kaynarken, iletiçim araci ve gerçeginde bir tür hipergerçek, bir nebula içinde için için kaynadigini da belirtmektedir. Mac Luhan'in "medium is message" (araç mesajdir) formülünü geliçtiren kuramci, tüm içerik ve mesajlarin iletiçim araçlari tarafindan buharlaçtirildigi yönündeki bu görüçe kendi düçüncelerini de eklemiçtir. Ona göre, bu süreç içinde iletiçim aracinin kendisi de buharlaçip, yok olmak durumuyla karçi karçiya kalmaktadir. Böylece, mesajin iletiçim araçlarinin bizzat kendisi olmasi durumuyla (medium is message) hem mesajin hem de iletiçim araçlarinin sonu gelmiçtir. Artik iletiçim araci diye bir çey kalmamiçtir. Bir gerçeklikle bir digeri, gerçegin bir konumuyla baçka bir konumu arasinda aracilik yapan süreç ortadan kalkmiçtir. Için için kaynama denilen çey budur. Böylelikle kutuplar birbirleri tarafindan emilmiç, iletiçim araci ve gerçek gibi belirgin karçitliklar yok olmuç, farkli anlamlar üreten kutuplara sahip sistemlerde kutuplar birbirine kisa devre yaptirmiçtir. Öyleyse iki kutup ya da bir kutupla digeri arasinda aracilik yapma ya :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y16.html 2 -~ 4 18.11.2008 20:39 da diyalektik bir müdahalede bulunabilme olanaksizlaçmiçtir. Iletiçim araçlarinin etkisi denilen çey kisir döngüsel bir görünüm kazanmiçtir, Yani anlami bir kutuptan digerine tek yönlü bir çekilde sürdürebilme imkâni ortadan kalkmiçtir. Baudrillard, bütün bu geliçmelerin ardindan hem iletiçim araçlarinin hem de gerçegin, içinden çikmanin olanaksiz oldugu tek bir "nebula"ya dönüçtügünü belirtmektedir. Içeriklerin için için kaynamasi, anlamin emilmesi, iletiçim aracinin giderek anlamsizlaçmasi, iletiçim diyalektiginin modelin tamamiyla kisir döngüleçmiç biçimi içinde eriyip gitmesi, toplumsalin da kitleler içinde için için kaynamasi insanda bir felaket duygusu yaratarak, onun umutsuzluga kapilmasina neden olabilmektedir, Düçünür, bu saptamayi dogru bulmaktadir. "Bu saptama habere bakiç biçimimizi temelinden belirleyen idealizme oranla dogrudur, çünkü hepimiz kudurmuç bir anlam ve iletiçim idealizminin yani anlama dayali idealist bir iletiçimin peçinden gittigimiz için dogal olarak bu perspektif dogrultusunda ölümümüz de anlamin elinden olacaktir. Felsefeciye göre, felaket teriminin böyle bir felaketimsi yokoluç anlamini kazanmasi ancak sistemin bize dayatmaya çaliçtigi üretim ve çizgisel bir biriktirimi amaçlayan bakiç açisiyla mümkündür. Etimolojik anlamda bu felaket, açagi dogru sarmal bir çekilde inen ve ötesine geçebilmenin olanaksiz oldugu "haberin siniri" açildiginda ya da ötesine geçildiginde, bizim için bir anlam ifade eden hiç bir çeyin bulunmadigi bir süreçtir. Oysa anlamin ihtarlarina boç verdigimiz andaysa felaket sahip oldugumuz güncel düçgücünde nihilist ulaçilmasi ve ulaçilmasi gereken son nokta, yani ölüm gibi bir anlama sahip olmayacaktir. Anlamin ötesine geçtigimizde karçimiza anlamin nötralize edilmesiyle ve için için kaynamasiyla elde edilen bir çekicilik çikmaktadir. Burada kitlelerin anlama meydan okuduklari görülmektedir. Kitleler, iletiçim araçlarinin sunduklari anlama ve araçlarin çekiciligine meydan okumaktadirlar. Bu bakiç açisi dogrultusunda degerlendirildikleri zaman, anlami diriltmeye yönelik tüm marjinal ve alternatif çabalar yararsiz çeylere dönüçmektedirler. Kuramci, kitle iletiçim araçlarinin anlama çiddetle saldiran ve büyülenmek isteyen kitlelerin yaninda olup olmadigini saptamaya çaliçmiçtir. "'Kitleleri büyüleyen çey iletiçim araçlari midir? Yoksa kitleler mi iletiçim araçlarini gösteri araci olmaya zorlamaktadir?" sorusuna yanit arayan kuramci, iletiçim araçlarinin anlamla yanilgiyi birlikte götürdügünü ve bunlari diledigi çekilde kullandigini söylemektedir. "Bu sistemi denetleyebilmekte mümkün degildir; çünkü sisteme özgü içsel simülasyonla, sistemi yok edici simülasyon kitle iletiçim araçlari tarafindan Mobiyüs çeridi türü ve kisir döngüleçmiç bir mantikla yansitilmaktadirlar," Kuramci bu durumu sakincali olarak görmemektedir. Ancak bunun alternatifi ya da mantiksal bir çözümü de bulunmamaktadir. Baudrrilard, tek alternatif olarak, mantiksal açidan bu olayi gidebilecegi en uç noktaya kadar götürmeyi ve felaket, türünden bir çözüm önermeyi göstermektedir. Günümüzde sistem kendini, herkese maksimum söz hakki taniyarak, maksimum yönde anlam üretiminden yana tavir koyarak kanitlamaya çaliçmaktadir. Yani direniç stratejisinin adi, anlam üretimini ve konuçmayi reddetmek olmuç durumdadir, Bu sisteme özgü mekanizmalar hiperuyumlanma simülasyonu olarak da adlandirilabilmektedir. Kitleler de bunu yapmaktadir, yani sistemin mantigina tamamiyla uyup, bu mantigi kendisine karçi direnmek amaciyla kullanip, bir tür ayna görevi yaparak sistemin gönderdigi anlami hiç emmeden kendisine geri göndermektedir. Bugün bu stratejinin belirleyici olmasinin nedeni, sistemin bu safhasinin agirligini koymasidir. "Güdülecek stratejide yanilmak çok ciddi bir çeydir. Yalnizca özgürlük ve özgürleçtirici eylemler üzerine oynanan bir tarih öznesinin, grubunun ve bilinçlenen sözün geciken dirilmesini hatta öznelerle kitlelerin 'bilinçaltlarinin bilincine varmalari'ni isteyen tüm hareketler gerçekte sistemin göstermiç oldugu yönde ilerlediklerinin farkinda bile degildirler. Çünkü sistem günümüzde kesinlikle açiri miktarda yenilenmiç anlam ve söz üretilmesini istemektedir. Kitle iletiçim araçlarinin büyüleyiciliginin, mesajin eleçtirel yanini yok ettigi gözlenmektedir. Kitleler de, aracin büyüleyiciligini mesajin eleçtirel yanina tercih etmektedirler. Çünkü büyülenmenin anlamla bir Iliçkisi yoktur. Büyülenme anlamin kullanilmamasiyla dogru orantili bir durumdur. Bu durum, araç yararina mesajin ve simülasyon yararina gerçegin (dogrunun) nötralize edilmesiyle elde edilmektedir. Yani kitle iletiçim aracinin ilkesi büyülemedir. Bu çekilde, anlamin kullandigi aracin diçinda kalan ve iletiçimdeki yogunlugun anlam tarafindan yutularak çökmesiyle sonuçlanabilecek bir iletiçim biçimini öngören varsayim da olanaksiz duruma gelmiçtir. Artik hoça giden çey ne anlam, ne de açiri anlamliliktir. Insani büyüleyen çey anlamin nötralize edilmesidir. "Bu nötralize etme içiyse bir ölüm güdüsü tarafindan gerçekleçtirilmemektedir. Çünkü bu durumda yaçamin bir anlami olacaktir. Oysa tam tersine bütün bunlar gönderene, mesaja ve her türlü dil bilimsel kategori giriçimlerine karçi bir allerji, bir meydan okuma ve sonunda göstergenin büyülenme içinde kaybolmasi yararina inkar edilmesiyle sonuçlanacaktir. (Artik ne gösteren vardir ne de gösterilen: Anlam kutuplari emilmiçtir.) Hiçbir anlam bekçisi bunlarin farkinda degildir: Anlam ahlaki büyülenmenin karçisindadir." Umberto Eco'nun belirttigi gibi üretilen enfonnasyonda bir anlam kaybi yaçanmaktadir. Gösteri karçisinda yenik düçen ikinci plana atilan bir anlam söz konusudur. Yiten bu anlamsa :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y16.html 3 -~ 4 18.11.2008 20:39 haberin yikici, ikna edici eylemine dogrudan baglidir. Haber enflasyonuyla anlam deflasyonu arasindaki anlamli iliçki bizleri bir tür "Gösteri çagi "na dogru götürmektedir. "Medya çagi, bir Gösteri Çagi"dir. Gösteri Çagiysa, ideolojinin yerine kozmetigin geçtigi, hakikatin imaja yenik düçtügü, her çeyin eglenceli bir biçimde sunularak içeriksizleçtirildigi, müthiç bir enformasyon bombardimaninin insanlari parçalara ayirarak tepkisizleçtirdigi, hafizanin kayboldugu, algilama ve muhakeme yeteneginin azaldigi bir dönemdir. "Mesaj bombardimani hazirlayan silahlar'' olarak görebilecegimiz medya endüstrisi bize anlamdan çok gösteri sunmaya baçlamiçtir. Bu durumsa gösteri karçisinda anlamin giderek zedelenmesine hatta unutulmasina yol açmaktadir. Kadife Karanlik 21. Yüzyil Iletiçim Çagini Aydinlatan Kuramcilar Su Yayinevi
Sayi :11 Yil: 2008 Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim
Ricoeur'de Söylem, Yorum, Metin ve Anlam Eren RIZVANOGLU Paul Ricoeur 1970'li yillarda yazdigi ve hep birbirini tamamlayan makalelerinde, kendisinden önce gelen ve temel sorunu insan bilimleri için yeni bir yöntem arayiçi olan ve bu anlamda yorumsamaci düçünce içinde ürünler veren kimi felsefecilerin düçünceleri arasinda bir köprü kurmuç ve metin temelli yeni bir yöntem arayiçina girmiçtir. Ricur, ele aldigi sorunlari hep bir dil sorunu olarak görmüçtür. Özünde ele aldigi ise, bir yapit olarak dil sorunudur. 1 Bizim bu yazida yapacagimizsa, bu dil sorunu baglaminda, Ricur ün, söylem, anlam, yorum ve metin düçüncesini belirlemektir. Bu baglamda Ricur ün 70'li yillarda yayimlanan Interpretation Theory: Discourse and The Surplus of Meaning [Yorum Kurami: Söylem ve Artik Anlam], Yoruma Dair: Freud ve Felsefe [De l'interprétation, Essai sur Freud] ve Hermeneutics and The Human Science kitaplarindaki üç makaleden yaralanilacaktir. Bunlar sirasiyla: "What is a text? Explanation and Understanding", "Metaphor and the central problem of hermeneutics" ve "The model of the text: meaningful action considered as a text"tir. Tüm bu yazilarda ele alinan düçünceler hem birbirlerini tamamlayici hem de birbirlerini yineleyici niteliktedir. Bu bakimdan bu düçünceler, üç baçlik altinda toplanarak ele alinacaktir. Öncelikle söylem ve anlam konusuna deginilecek, ondan sonra bu baglamda anlamla baglantili olarak simge ve egretileme kavramlari irdelenecek ve sonuçta, tüm bu kavramlar, anlama ve açiklama ayrimina yeni bir yaklaçim olarak Ricur'ün metin tasarinda sonuçlanacaktir. Onun metin tasarisi aslinda tüm insan bilimlerine uygulanabilecek bir yöntem arayiçinin da sonucudur. Bu tasariyla o, bütün insan eylemlerinin, bir metin olarak degerlendirilerek anlaçilabilecegini savunmuçtur, öyle ki, bu söyledikleriyle Ricceur'ün, dönemin dil ve metin merkezli düçüncelerine yeni bir soluk getirdigi de söylenebilir. Peki, bu dönemde yapilan çey tam olarak nedir? Genel olarak dili, konuçulan bir dil olarak degil de yazili bir dil olarak ele alan felsefeciler (Derrida, Barthes, Kristeva vd), metin kavraminin anlamsal içerigini geniçleterek, metni neredeyse insan yapintisi olan her çey için kullanmiçlardir. Saussure'ün açtigi yolda giden bu düçünürler, metni yeni bir anlam arayiçinin merkezine koymuçlardir. Ancak Ricoeur'ü bu felsefecilerden ayirmak gerekir; onun, söz konusu felsefecilerden farkli olarak, Bakhtin gibi metin merkezli yeni bir yöntembilim geliçtirme amacinda oldugu söylenebilir. Bu bakimdan Ricoeur, postyapisalci düçüncedense, yorumsamaci gelenek içinde yer almaktadir. Bunu belirleyen ise, Ricceur'ün kendisinden önceki düçünürlerden Dilthey ve Gadamer'in düçüncelerinden etkilendigi boyutlarin çoklugudur. Ricceur'ün öne sürdügü savlarin birçogu daha önce Dilthey ve Gadamer tarafindan ele alinmiç konular ve kavramlar üzerinde temellenmiçtir. -I- Ricceur anlambilim ve göstergebilim arasindaki ayrimi bütün dil sorununun anahtari olarak görmektedir. O, bu ayrimi belirginleçtirecek bir ölçüt arayiçinda, bu soruna iki farkli yaklaçim oldugundan söz eder. Bunlar, Husserl'in Logische Untersuchungen'da [Mantiksal Araçtirmalar] kullandigi anlamin fenomenolojisiyle, Anglo-Amerikan dil felsefesinin kullandigi dilbilimsel çözümlemedir. Kendisi, her iki düçünce arasinda bir bag kuracagini ve bunu da kendi adlandirmasiyla, olay-anlam diyalektigiyle yapacagini söyler. 2 Bu bakimdan Ricoeur, söylemi hem bir olay olarak hem de bir anlam olarak degerlendirir. Öncelikle söylem onun için bir dil olayidir. Burada dizge, zaman diçi boyutuyla kaliciyken, olaylar geçicidir. Bu, söylemin bilgikuramsal zayifligidir. Yine de bir söylem yalnizca geçici degildir, ayni zamanda baçka bir :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y17.html 1 -~ 9 18.11.2008 20:36 dile de aktarilabilirdir. Bu durumda bile, kendi kimligim koruyan söylemlerde, söz konusu korunan öge, onun önerme içerigini, yani aslinda ne demek istedigiyle ilgili yanini oluçturur. Öyleyse, olay-anlam diyalektiginde bu yön ele alinmalidir. Ricoeur için hem bir olay hem bir önerme olarak söylem, tümcedeki olay ile anlamin diyalektik bütünlügü olan somut bütüne bagli bir soyutlamadir. 3 Bu noktada söylemin hep bir âna ya da bir çimdiye bagliyken, dil dizgesinin zaman diçi oldugunun unutulmamasi gerekir, öyle ki, eger bütün söylemler bir olay olarak gerçekleçirlerse, anlam olarak anlaçilirlar. Bu anlamda anlamin olay (event) içinde bulunmasi, söylemin bir öz niteligidir. Bu ayni zamanda dilin yönelimselligini, yani dildeki noesis (niyet) ile noema (anlam)* iliçkisini gösterir. Eç deyiçle, söylem hep zamansal olarak vardir ve bir "çimdi" içinde gerçekleçir. Dil dizgesi ise zamanin diçindadir ve hep vardir. 4 Bu bakimdan, söylem olarak olay geçicidir, ama o anlam olarak saklanir. Bu, onun bir biçimde sürekliligini saglayan unsurdur. Söylem olarak olay, anlam boyutunda kendi sürekliligini kazanir. Ricoeur, söylem olay iliçkisinden sonra, söylem anlam iliçkisine de deginir. Bu anlamda, ikili bir ayrim yapar: sözceleyenin anlatmak istedigi ile sözcenin anlami ayrimi. Bu ayrim baglaminda Ricoeur öncelikle söylemin öz göndermesi konusuna deginir. Ona göre anlam kavrami, olayla anlam arasinda diyalektigi yansitan iki yoruma izin verir. Anlatilmak istenen, hem söyleyenin ne demek istedigine, ne söyleme niyetinde olduguna hem de tümcenin anlaminin ne olduguna, tanimlama (Identification) içleviyle yüklemsel içlevin ürünü arasindaki baglantinin ne olduguna baglidir. 5 Baçka türlü söylemek gerekirse, anlam hem noetik hem de noematiktir. Olay konuçan biridir, öyle ki, diller degil insanlar konuçur. Fakat söylemin öz göndermesinin önermesel yani, eger sözceleyenin anlatmak istedigi (Paul Grice'in kullandigi bir terim olarak) yalnizca psikolojik bir niyete indirgenmiyorsa, göz ardi edilmemelidir. Zihinsel anlam söylemin kendisi diçinda hiçbir yerde bulunamaz. Bu noktada, sözceleyenin anlami sözcenin anlatmak istediginde iz birakir. Ricceur'e göre bunu saglayan çeyin yanitini bize, göstergebilimden ayirmak için "anlambilim" olarak adlandirilabilecek olan söylemin dilbilimi verir. Tümcenin içsel yapisi konuçucuya geri gönderme yapar, örnegin "ben" bir kavram degildir. Söz konusu "ben"in çu anda konuçan kiçinin yerine geçmesi olanaksizdir. Söz konusu olan "ben"in tek içlevi, tüm tümceyi konuçan kiçiyle ilintilemektir. Bu anlamda söz konusu "ben", kullanildigi her baglamda yeni bir anlam kazanmaktadir. Oysa "Ben"**, bu "ben" sözcügünü konuçmada kendine uyarlayan kimsedir. Bu "ben" örneginde oldugu gibi söylem, konuçan kiçiye, birçok farkli yolla gönderme yapar. Buna karçin, sözcenin anlaminin anlambilimsel olmasindan dolayi, sözcenin anlami, söylemin bir olay olarak öz göndermesi yoluyla yeniden sözcenin anlamini imler. Bu anlambilimsel yaklaçim, ayni olay ve önerme diyalektigindeki baçka iki katki tarafindan desteklenir. Bunlardan ilki J. L. Austin tarafindan kullanilan "söz edimleri"nin dilbilimsel çözümlemesidir. Bu noktada belirtmek gerekir ki söz konusu çözümleme daha sonra John R. Searle tarafindan geliçtirilecektir. Austin, söz verme gibi edimlerde konuçurken, konuçucunun belirgin bir yükümlülük üstlendigini fark eden ilk kimsedir. Kiçi "söz veriyorum" dediginde gerçekten söz vermektedir. Bütün bunlar bir çey söylemenin (düzsöz edimi)* ötesinde, "söyleyerek bir çey yapma" (edimsöz edimi) ve "söyleyerek etkide bulundugumuz bir çeydir" (etki söz edimi). Olay ile önerme içerigi arasindaki diyalektige diger bir katkiyi söz ediminin, edimsöz boyutuyla bakiçimini korumak adina, konuçma edimi yapar. Bu bakimdan, söylemin önemli bir boyutu, bir kiçiye karçi söylenmesidir. Söylemin karçilik buldugu baçka bir konuçucu vardir. Konuçucu ve dinleyici ikilisinin varligi iletiçim olarak dili oluçturur. 6 Burada dilin iletiçimsel yani vurgulanmaktadir. Bu sav açisindan, iletiçimin varliksal olanakliligi, eç deyiçle söylemin söyleçimsel yapisinin olanakliligi, bir arada olmakliktir. Baçka bir deyiçle insanin kendi yalnizligini açma istegidir. Bu bakimdan kiçi baçkasinin yaçantilarini deneyimleyemez, ama söz konusu deneyimlerin anlamini bilebilir. Bu sayede yaçanan olayin aktarilamazligi açilmaktadir. Burada söz konusu olan, olayin öznelerarasi boyutudur. Öyle ki, söyleçi iki olayi, yani konuçma ve dinlemeyi birbirine baglar. Bu söyleçimsel olaydan dolayi, anlam olarak anlama özdeçtir. Bu noktada Ricoeur, söyleçim olayinda anlamli olarak iletilen çeylerin ne oldugu sorusunu sorar. Bu soruya verilecek ilk yanit, iletilenin öncelikle söylemin önerme içerigi oldugudur. Burada en baçta sözü edilen ölçüte dönmek gerekirse, söz konusu olan artik içlem ya da anlam (sense) olarak söylemdir. Bu anlamda, bir tümcenin anlami ancak o tümceye diçsal oldugu zaman aktarilabilir. Söylemin kendisine bu diçsalligi, söylemi baçkalarina açar. Iletinin aktarilabilirliginin temeli, anlamin bu yapisidir. Yine de karçilikli anlama sürecinde yanliç anlamlar da olasidir. Yanliç anlamayi olasi kilan da, sözcüklerin çok anlamli (polysémie) yapilandir. 7 Bu sözcükler birden fazla anlama sahiptirler. Bu durumda, anlaçmayi olanakli kilan çey, yani söylemin belirsizligini azaltacak çey bizzat söylemin baglamsal içlevidir. Baglamsal olan söyleçimsel olandir. Bu durumdan dolayidir ki deneyimlerimiz aktarilabilirdir. Sonuçta Ricur, olay ile anlam diyalektiginde, dilin bir diçavurum oldugunu ve diçavurum olmakla iletilebilir olmanin ayni çey oldugunu düçünür. 8 :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y17.html 2 -~ 9 18.11.2008 20:36 Bu noktadan itibaren Ricur, olay anlam diyalektiginde, sözceleyenin anlatmak istediginden sonra sözcenin anlamindan da söz eder. Nasil ki sözceleyenin anlatmak istedigi, anlamin öznel yaniysa, sözcenin anlami da, anlamin nesnel yanini oluçturur. Sözceleyenin anlami, tümcenin öz göndermesi, söz ediminin edimsöz boyutu, anlamin öznel yanini oluçtururlar. Bu öznel yanla nesnel yan arasindaki diyalektik, anlamin anlamini ve bundan dolayi da söylemin yapisini tüketemez. Söylemin nesnel yani iki farkli biçimde ele alinabilir. Öncelikle biz söylemin "ne" oldugunu ve "ne hakkinda" oldugunu demek isteyebiliriz. Söylemin "ne" oldugu, onun içlemi,* ne hakkinda oldugu da onun göndermesidir. Burada Ricur, Frege'nin yaptigi bir ayrima gönderme yapmaktadir. Ona göre dil tümceyle kendi diçina yönelir. Içlem, söylemde içkin ve ideal durumdayken, gönderme dilin kendi diçina çikma devinimidir. Gönderme yapmak tümcenin yaptigi bir çeydir. Ayni zamanda, konuçucunun sözcüklerini gerçeklige uygularken yaptigi çeydir. Öyle ki, birinin belirli bir zamanda bir çeye yaptigi gönderme, bir söz olayidir. 9 Fakat bu olay yapisini içlem olarak anlamdan alir. Böylece konuçucu gönderme yaparak söylemek istediginin, yani söylemek niyetinde oldugu çeyin ötesine geçer. Bu olay anlam diyalektiginde yeni bir açamayi belirler. Onun için Ricur'e göre dil kendi baçina bir dünya degildir, aslinda bir dünya bile degildir. Ama biz insanlar bir dünyada yaçadigimizdan ve bu dünya içinde belirli olaylardan etkilendigimizden, bu dünyaya dair söyleyecek çeylerimiz, yani dillendirecek deneyimlerimiz vardir. Içte bu deneyimi dile getirme kavrami göndermenin varliksal koçuludur, öyle ki Frege'nin, insanin bir içlemle tatmin olamayacagi, bir göndermeye baçvuracagini söylerken tam da bunu vurgulamiçtir. Burada denmek istenen dilin yalnizca ideal anlamlara yönelmedigi, ayni zamanda varolan çeylere de göndermede bulundugudur. Böylece dili anlamli kilan çey onun bu göndermesel yanidir da. Gönderme sorununun bu evrensel imlemi (signification) son derece kapsamlidir. Öyle ki, sözceleyenin anlatmak istedigi, söylemin öz göndermesi olarak, söylemin yapisi tarafindan söyleyende tasarlanan bir çey olarak, gönderge dilinde (the language of référence) diça vurulmalidir. 10 Söylem dünyaya gönderme yaptigi anda kendi konuçucusuna da gönderme yapmaktadir. Bu baglamda söylenebilir ki, Ricur için söylem, dilin sonul ölçütüdür. Burada Ricur ile geleneksel yorumsamaci gelenek arasinda bir yol ayrimi görünmektedir. Schleiermacher ve Dilthey için yorum, yazarin birincil niyetini aramaktir. Oysa Ricur söyleçiye bir öncelik tanimiçtir, ama söz konusu öncelik içinde bir metni anlamak, bu söyleçimsel durumun yalnizca özel bir durumudur. Söz konusu olan yazari, onun kendisini anladigindan daha iyi anlama gibi bir düçünce egemendir. Ricurun yapmak istedigi düçünülürse, söylemin konuçulan yanini anlatarak aslinda, anlamanin yollarini da aradigi düçünülebilir. O, bu durumda, konuçulan dil içinde deneyimlerimizin nasil söylem biçimine geçtigini ve anlam olarak aktarilabildigini belirlemiçtir. Yine de Ricur bunu yaparken varmak istedigi metin kuramina yanaçabilmesi için konuçulan söylemin yazi biçimine geçmesi gerekmektedir. Çünkü Ricur için yorumsama (hermeneutic), özünde metin yönelimli bir yorumdur. Konuçmadan yaziya geçildiginde bir kopuç söz konusu olur. Olay anlamdan kopmuçtur. Yazdigimiz, eçdeyiçle kaydettigimiz artik konuçma olayinin anlamidir, olayin kendisi degildir. Burada olayin kendisinden bir kopuç gerçekleçir. Zamanla metin yazarsiz bir kendilik haline gelir. Yazarin anlami metnin bir boyutunu oluçturur. Ricur için bütün bu sorunlar onun metin tasarimiyla baglantilidir ve bu noktada özellikle vurgulanmasi gereken, onun metin tasariminda yazinin önemidir. Bu bakimdan yorum sorunu bir bakima konuçmadan yaziya geçildigi yerde, yani söyleçinin bittigi yerde baçlar. Dolayisiyla konuçmadan kopma bizi, söylemin diçsallaçmasinin sonul onayim yorum sürecinde aramaya iter. 11 Bu noktada yazi sorunu okumaya gönderme yaptigi her durumda yorumsamaci bir sorun haline gelir. Yazili kayit söylemin yazgisidir. Yazida belirlenen konuçma degil, konuçmada "söylenen"dir. Burada yazdigimiz çeyin Ricur Için olayin kendisi degil, ama konuçmanin noemasi (anlami) oldugu söylenebilir. 12 Böylece Ricur daha sonra metin tasarinda da söz edecegi yeni bir diyalektigin dogdugundan söz eder: Kopma ya da uzaklaçma (distanciation) ile kendinin kilma (appropriation) diyalektiginin. Kendinin kilma bize yabanci olan çeyin bize ait duruma getirilmesidir. Bu gereksinim de bizde bir kopma sorununu dogurur. Bu bir bakima yazma ve okuma diyalektigidir. Okuma Pharmakon 'dur, yani ilaçtir. Bu ilaçla, metnin anlamindan uzaklaçmanin yol açtigi yabancilaçmadan kurtulunur ve kendinde ötekisini içeren yeni bir yakinlik kurulur. Bu bakimdan Ricur için felsefi olarak yorum, söz konusu olan yabancilaçmayi ve uzaklaçmayi üretici kilma çabasindan baçka bir çey degildir. 13 -II- Ricceur için yorum sorununun baglantili oldugu diger bir sorun da simge ve egretileme sorunudur. Ayni zamanda egretileme anlam sorunuyla da baglantilidir. Ricur öncelikle egretilemeyi yazinsal yapitlarin anlaçilmasinin temeli olarak görür. Bu noktada Ricur açisindan egretilemelerin önemini belirlemek açisindan, onun için dilin egretisel ve anlatisal :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y17.html 3 -~ 9 18.11.2008 20:36 kaynaklarinin ayirtina varmanin, dilin tükenme raddesine gelmiç ya da azalmiç olan güçlerinin tüm dil kullanim biçimlerinin yararina tazelenebilecegini kavramak anlamina geldigini vurgulamak lazimdir. 14 öyle ki, ona göre egretilemelerin artik anlamlarini anlambilimsel alana yerleçtirirsek, sözlü anlam kuramina en geniç kapsamini vermiç oluruz. Ricur, yorumsamayi, Freud ve Felsefe adli yapitinda dogrudan simgeyle baglantili olarak tanimlamiçtir. Onun için simge çok anlamli yapisiyla yorumlamanin temel nesnesidir. Ricur bu dilin yapisindan hareketle simge kavramini ele alir. Ona göre dil en baçindan çarpiktir. Dil hep söylediginden baçka bir çeyi imler, çift anlamlidir, bulaniktir. O bu baglamda kitabinin baçinda, genel olarak yorumsamaciliktan ne anladigini belirtir: belirli bir metnin ya da metin olarak kabul edilebilecek bir öbek göstergenin bagli oldugu kuram. 15 Burada hiç kuçkusuz metnin anlami geniçlemiçtir. Dildeki çift anlamli yapi, dogrudan simge kavramiyla baglantilandirilir. Bir bakima simge sorunu dil felsefesine yorum edimi yoluyla girer, öyle ki simge, yorum gerektiren çiftanlamli bir dilsel anlatimdir, yorum ise bu durumda simgelerin çifresini çözmeyi amaçlayan bir anlama çaliçmasidir. 16 Ayni zamanda Ricoeur için bu çokanlamliligin kurami, egretileme kurami için en iyi zemindir de. 17 Ricoeur'e göre simge kavrami her çeyden önce gerçeklik kavrayiçimizin dolaysiz olmadigini dile getirmek için vardir. Ona göre her göstergede algilanabilen ve imleme içlevinin taçiyicisi olan bir iletici vardir. Bu iletici, imleme içleviyle baçka bir çeyin yerini tutar. Içte yorum kavrami böylesi ikinci derecede bir yönelimsel yapiya göndermede bulunur. Bu yapi, önce bir çey imleyen bir ilk anlamin oldugunu, ama o çeyin de yalnizca kendisinin imledigi baçka bir çeye göndermede bulundugunu varsayar. Bu da bir baçka anlamdir. Yorum bu anlamiyla onun için simgesel düçünceye ve onun çift anlamliligina aittir, öyle ki simge bizde kendisinde gizlenmiç anlami bulma istegi uyandirir. 18 Ricoeur simgeyi çiftanlamli dogasiyla ele alirken onun dilbilimsel yanini göz ardi etmiçtir. Oysa Ricoeur, daha sonraki yazilarinda simgenin dilbilimsel yaninin göz ardi edilemeyecegini düçünmektedir. Onun için simgenin ve egretilemenin çok anlamli yapisi her çeye ragmen anlam kuraminin kapsamim geniçletici bir yapidir. Ricoeur için egretilemenin hakiki (ilk) anlamiyla degiçmeceli (mecazi) anlami arasindaki iliçki yazinsal yapidan iralandiran anlam etkileçiminin tek bir tümceyle özetlenmesi gibidir. Ricoeur burada özellikle yazinsal yapitlara deginmiçtir. Onun için yazinsal yapitlar açik ve örtük anlamlarin birbiriyle örtüçtügü söylem türünü daha belirgin kilar. Aksine mantikçi pozitivistler için metnin degiçmeceli anlami her türlü biliçsel ünlemden yoksundur. Onlar için yalnizca düzanlam (denotation) geçerli anlamdir. Ricoeur için egretileme kurami kökenini antik retorikte bulur. Yine de Ricoeur, bu haliyle kuramin içlevsel olmadigim, belirli bir degiçimi gereksindigini söyler. Içte onun için gereksinilen bu degiçim, egretileme sorununu sözcük anlambiliminden tümce anlambilimine taçir. Geleneksel görüçte, egretileme bir benzetme olarak ele alinir. Oysa egretileme Ricoeur için bir tür anlamin baglamsal degiçimidir. 19 Buna karçin geleneksel düçüncede egretileme bir bakima adlandirmayi yöneten dil oyununa aittir. Bu nedenle örnegin Aristoteles'te egretileme, bir çeye baçka bir çeyin adinin verilmesiyle yapilan bir anlam aktarmasidir. Bu düçünce ortaçagda da devam etmiçtir. Egretileme hep iki sözcügün karçilaçtirilmasi olarak ele alinmiçtir. Bu anlamiyla geleneksel retorik, bir sözcügün degiçmeceli anlamlanin, yani sonradan gündelik kullanimin bir parçasi haline gelebilecek anlamlan konu edinir. Bu düçünceye göre retorik, dinleyiciyi kanit ve zorlama olmaksizin söylem araçlariyla etkileme aracidir. Egretileme de söz konusu söylem araçlarindan yalnizca biridir. Ricoeur bu gelenegi alti maddede özetler. 1.Egretileme, adlandirmayla ilgili olan söylemin bir betisi, bir benzetmesidir. 2.Egretileme, bir adin anlaminin, sözcüklerin hakiki anlamlardan ayrilarak geniçlemesini gösterir. 3.Bu geniçlemenin nedeni andirimdir. 4.Bu andirimin içlevi, bir sözcügün hakiki anlaminin yerine, o sözcügün degiçmeceli anlamini kullanmaktir. 5.Yerine kullanilan ünlem hiçbir anlambilimsel yenilik sunmaz. 6.Hiçbir anlambilimsel yenilik sunmadigindan, egretileme gerçeklik hakkinda yeni bir malumat vermez. 20 Çagdaç düçünce, geleneksel retorigin bu temel savlarini reddetmiçtir, öncelikle çagdaç düçünürler için egretileme, sözcüklerden çok tümcelerle ilgilidir. Dahasi egretileme ancak bir sözce olarak anlam kazanir, o adlandirmayla degil, yüklemle ilgili bir fenomendir. Bu bakimdan bir sözcügün egretilemeli kullanimindan degil ama egretilemen" sözceden söz edebiliriz. Dolayisiyla egretileme, egretilemeli sözcedeki iki terim arasindaki gerinilin bir sonucudur. Bir baçka yoruma göreyse, egretilemeli sözcedeki gerilim, aslinda iki karçit yorum :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y17.html 4 -~ 9 18.11.2008 20:36 arasindadir. Egretilemeyi taçiyan da bu iki yorum arasindaki çatiçmadir. Öyle ki egretileme ancak bir yorumda ve bu yorum araciligiyla varolur. Bu düçünceyi özetlemek gerekirse biz ancak sözcüklerin egretilemeli sözcedeki sözcüksel (lexical) degerlerim göz önünde tutarak anlam çikarabiliriz. Baçka bir deyiçle, bütün sözceyi bir tür anlam verme edimi yoluyla koruyabiliriz. Çagdaç düçünce, gelenegin üçüncü ön kabulüne de karçidir. Çünkü egretilemede, andirandan farkli olarak birbirine uymayan çeyleri bir araya getirerek yeni bir anlam ortaya çikarma da söz konusudur. Ricoeur bu konuda kendi tavrini da ortaya koyar. Ona göre anlamin degiçmesi sözcüklerin etkisiyle baglamin degiçmesidir. Bunu saglayan da çogu kez sözcüklerin egretilemeli kullanimlaridir. 2
1 Ricoeur bu noktada egretilemelere yönelik yeni belirlemeler yapar. Ona göre egretileme andirimda temellenen basit bir çagriçimdan çok, bir belirsizligin çözümü gibidir. Onu var eden tam da bu anlambilimsel uyumsuzluktur. Bu durumda yeni bir ayrim yapmak gerekir. Bazi egretilemeler sik kullanildiklarindan zamanla ölü hale gelirler. Anlamsal geniçliklerini yitirirler. Örnegin "dagin etegi" dendiginde denmek istenenin ne oldugu gayet açiktir. Oysa canli egretilemeler anlam geniçligi saglarlar. Bu bakimdan Ricoeur'e göre canli egretilemelerin de zamanla kullanilarak ölü hale gelebilecegi söylenebilir. Bu noktadan Ricoeur iki sonul sonuç çikarilabilecegini söyler, öncelikle gerçek egretilemeler birbirine çevrilemezdir (translatable). ikinci olarak da egretileme söylemin bir süsü degildir. Çünkü o bizi yeni malumatlar verir. Dolayisiyla söylenebilir ki, egretileme bize gerçeklik hakkinda yeni bir çeyler söyler. 22 Ricoeur için çifte anlam sorununu simgeden çok egretileme anlaminda düçünmenin iki avantaji vardir, öncelikle, egretileme uzun zamandir retorikçilerin üzerinde çaliçtiklari bir konu olmuçtur. Ikinci olarak da retorikçilerin tam olarak çözümleyemedikleri sorunlari çözümlemek adina incelemenin anlambilimle yeniden canlanmasini saglarlar. Oysa simgelerde durum hiç de böyle degildir. Çünkü simgeler çok sayida alanin araçtirma konusudur ve simgenin, dilbilimsel alanla dilbilimsel olmayan alam birleçtiren iki boyutu vardir. Içte Ricoeur simgelerin bu karmaçikligi üzerinden egretileme kuramini açiklamaya çaliçir. Ona göre egretilemeli sözcenin hakiki ve degiçmeceli anlami arasindaki iliçki simgenin anlambilimsel özelliklerini belirlemek adina iyi bir yol göstericidir. Simge konuçmayi dogurdugunda aslinda düçünmeyi de dogurmaktadir. 23 Egretileme ise onun için simgenin dile yakinliginin görünümlerini açiga çikaran belirteçtir (reagent). Bu baglamda simgeler Ricoeur için bir artik anlam gibi iç görürler. Örnegin Nâzim Hikmet için panjurlu bir evin normalde oldugundan çok ayri bir anlama sahip olmasi gibi. Egretileme kuraminda oldugu gibi, Ricoeur açisindan, iki farkli yorumu ayni zamanda karçilaçtirdigimizda, simgedeki imlemin fazlaliligi, hakiki anlama karçit olabilir. Yalnizca bir yorum için imlemin iki farkli düzeyi vardir. Çünkü bu sayede simgenin hakiki imleminden fazla anlam içerdigini görmemizi saglar. Bu anlam fazlaligi, hakiki anlamin artigidir. Bu bakimdan aslinda simgesel anlami kullanan biri için; biri simgesel digeri de hakiki olmak üzere iki anlam degil, ama anlami bir düzeyden digerine aktaran ve hakiki anlam sayesinde onu ikincil anlama açilayan tek bir devinim vardir. Bu yüzden simgesel imlem ancak birincü imlemden çikan bir ikincil imlemle oluçur. Sonuçta birincil ünlem, anlamin anlami olarak ikinci Imlemi verir. Ayrica Ricoeur Için simgeye göre egretileme sonsuz bir anlam yaratabilme otanagma sahiptir. Bunun temel nedeni bizzat egretilemenin söylem tarafindan sürekli üretilmesidir. Bunun bir diger nedeni de simgelerin egretilemelerden ayri olarak hep bir kökenlerinin olmasidir. Bu durum bir bakima simgeyi sinirlayacaktir. 24 Simge ve egretileme kendini metin tasariminda kuramsallaçtiran bir anlam anlayiçinin temel ögeleridir. Ricoeur önce konuçma Içinde anlami irdelemiç, daha sonra da onu yazi biçiminde ele almiçtir; Yazi içinde anlamin geniçligini saglayan simge ve egretileme kavramlari üzerinden yorum kavraminin yerine deginmiçtir, ama sonuçta onun yanitlamak Istedigi soru bir söylemin metin ya da yazinsal bir yapit oldugunda onu nasil anlayacagimizda*. Baçka bir deyiçle yazili söylemi nasil anlamlandiracagimizdir. 25 -III- Bu sorunun yanitini ararken Ricoeur, kendinden önceki yorumsamaci gelenekte yapilan bir ayrima dayanarak kendi metin tasarimini temellendirir. Bu ayrim anlama ve açiklama ayrimidir. Ricoeur bunu "Anlamli Eylemi Bir Metin Gibi Okumak" baçlikli yazisinin baçinda kisaca özetler. Anlama (Vers-tehen) ya da kavrama, yabanci bir öznenin, ruhsal yaçaminin kendini ifade ettigi her türlü göstergeyi kullanarak ne demek istedigini ya da neyi amaçladigini anlamaya dayanir. Buna karçilik açiklama (Auslegung), sinirli bir göstergeler kategorisini, yaziyla tespit edilmiç olan göstergeleri kapsar. 26 Ricoeur daha önce deginilen olay anlam diyalektigine benzer bir diyalektigi burada anlama ve açiklama diyalektigi olarak içletir. Bu ayni zamanda yazma ve okuma diyalektigiyle de iliçkilendirilebilir. Yazarin söylemi olarak metnin iç yapisi ile okurun söylemi olarak yorum süreci arasindaki iliçkiye benzer olarak, anlama hangi söylem olayinin söylemin sözcesi oldugunu okumakken, açiklama da hangi sözel ve metinsel özerkligin söylemin nesnel anlami oldugunu okumaktir. Nasil ki olay ve anlam diyalektigini sözlü söylem içinde tanimak ne kadar zorsa, anlama ve açiklama diyalektigini de konuçma içindeki söyleçimsel konumda tanimlamak o denli zordur. :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y17.html 5 -~ 9 18.11.2008 20:36 Çünkü örnegin biz bir çeyi birine anlamasi için açiklariz ve o da anladigim baçka birine açiklayabilir. Böylece anlama ve açiklama iç içe geçmiç durumdadir. Ricoeur yine de bu durumda açiklamada (explanation), anlamlar ve önermeler dizisini açimladigimizi (unfold) ve serimledigimizi (explicate); anlamada ise (understanding) birleçim edimindeki tikel anlamlar zincirini bir bütün olarak kavradigimizi (grasp) ve kapsadigimizi (comprehend) düçündügünü söyler. 27 Açiklama, paradigmatik uygulama alanini doga bilimlerinde bulur. Bu bakimdan açiklamanin ilgili oldugu çey, olgular, yasalar, kuramlar, varsayimlar, dogrulamalar (verification) olarak dogadir. Buna karçin, anlama kendi uygulama alanini insan bilimlerinde bulur. Bu noktada baçka insanlarin deneyimlerini anlama sorunu, merkezi bir yer tutar. Böylece yorum sorunu devreye girer. Yorum bize baçka insanlarin deneyimlerini dolayli olarak aktaran göstergelerle baglantilidir. Romantik yorumsamacilikta duygudaçlik önemli bir kavramdir. Baçka bir deyiçle her türlü anlamanin ortak ilkesidir. Romantik yorumsamacilikta anlama ile açiklama arasindaki ikilik hem bilgikuramsal hem de varlikbilimseldir. Yine bu anlayiçta yorum özel bir anlama durumudur. 28 Eç deyiçle, yorum yazdi yaçam ifadelerine uygulanan anlamadir. Oysa Ricoeur açisindan anlama, açiklama ve yorum kavramlari söylem alam içerisinde üretiliyorsa, tümü de anlam olarak anlaçilabilir. Dolayisiyla karçilikli anlama, ayni anlam evrenini paylaçmakla olasidir. Bu durumda konuçan kiçinin ne demek istedigim anlamakla, sözcenin anlamim anlamak döngüsel bir süreç oluçturur. Ricoeur bu açamada geleneksel anlayiçtan farkli olarak, anlama ile açiklama arasinda bir ikilikten çok diyalektik bir iliçki içinde arabulucu terimlerle bu sorunlari yeniden degerlendirir. Böylece yorum terimi yalnizca yazili yaçam ifadelerine degin bütün bir açiklama ve anlama sürecine uygulanabilir. Söz konusu diyalektik öncelikle anlamadan açiklamaya daha sonra da açiklamadan anlamaya dogru ilerleyen bir diyalektik süreçtir. Öncelikle anlama bir bütün olarak metnin anlaminin naif bir biçimde kavranmasidir. Ikinci olarak da kavrama anlamanin karmaçik bir biçimi olur. En baçta anlama bir kestirimdir. Sonunda ise metnin tam olarak nesnelleçmesiyle baglantili olarak bir biçimde uzaklaçmaya yanit veren kendinin kilma kavramiyla uyumludur. Bu açamadan sonra açiklama, anlamanin iki ayri düzeyi arasinda bir araç olarak görünecektir. 29 Bununla Ricceur'ün yapmak istedigi aslinda yazma tasariminin karçiligi olan okuma tasariminin insan bilimlerinin yöntembilgisi paradoksuna ne ölçüde çözüm getirebilecegini gösterilmektir. Bu bir nevi yeni bir metin tasarimim ortaya çikarmanin yoludur da. Ricceur'de bir metni anlamak, yazarina katilmak demek degildir. Anlam ve niyetin böylece birbirinden ayrilmasi, anlama ve açiklama diyalektigini doguran son derece özgün bir durum yaratmaktadir. Metnin sözlü anlaminin yazi biçimine geçmesiyle, metnin artik örtük anlami ile metnin niyeti örtüçmez. Metin dilsizdir. Çünkü metin hem okur hem de kendi adina konuçur. Dolayisiyla anlamak olayin nesnelleçtigi metinden yola çikarak yeni bir olay üretmektir. Bu baglamda Ricoeur anlama ile açiklama diyalektigi Içinde, bu diyalektigin bir ögesi olan kestirim dogrulama diyalektiginden de söz eder. Ona göre bir metnin anlamini kestirmenin yollarindan ziyade bu kestirimleri dogrulama yöntemleri vardir. Peki, biz neden kestirim yapariz? Çünkü artik dogru anlama sorunu yazarin niyetiyle çözülemeyecek bir sorun haline gelmiçtir. 30 Ricoeur 'e göre, dilin egretilemeli yapisindan dolayi kestirim yapariz. Ayni zamanda demin de dendigi gibi yanliç anlama artik kaçinilmaz ve olasidir. Bu anlamda dogru anlama sorunu artik yazarin iddiasinin konumuna dönülerek yanitlanamaz. Bu baglamda kestirimin baçka hiçbir kaynagi yoktur. Böylece metnin sözlü anlamini yorumlamak Ricoeur için kestirimde bulunmaktir. 31 Onun için kestirim geregidir; çünkü anlamayla, kestirim yapilan çeyin ne oldugunu sormak zorundayizdir. Öyleyse bir metni anlamak veya yorumlamak nasil bir çey olabilir? Metni yorumlama sorununa geçmeden önce Ricoeur için metnin ne oldugunun tam olarak belirlenmesi gerekir. Öncelikle, Ricoeur açisindan metin en basit tanimiyla yazi tarafindan sabitlenmiç söylemdir. 32 Bir metin söylemde ne dendigini yazili harflerle dogrudan anlatarak ve yazilmadan önceki konuçmayi aktarmakla sinirlandiginda, gerçekten bir metin olur. Dolayisiyla önceden de belirtildigi üzere metin ve söylem kavramlari birbirleriyle dogrudan baglantilidir. Bu da metni okuma ve yazma iliçkisi içinde düçünmemizi saglar. Bu bakimdan Ricceur, bir kitap okudugumuzda onun yazarinin öldügünü ve kitabin da yazarinin ölümünden sonra dogdugunu düçündügünü belirtir. 33 Ancak yazar öldügünde kitap gerçekten tamamlanmiç olur ve bu sayede saglam kalabilir. Böylece ona göre yazar artik yanit vermez, ancak yapitinin okuru olarak kalir. Bunu Ricoeur çu biçimde özetlemiçtir: "metin, yazarin görüldügü yerdir ancak o artik bir ilk okur olmuçtur". 34 Öyleyse önemli olan okuma eylemidir. Ricoeur açiklama ve yorum iliçkisini de hep okuma eylemi içinde düçünmüçtür. Bu noktada metni yorumlamanin önemi ortaya çikmiçtir. Öncelikle Ricoeur açisindan bir metnin sözel anlamim yorumlamak, metni bir bütün olarak yorumlamayi gerektirir. Onun için her metnin kendine özgü, yani metinsel bir çoksesliligi vardir. Bu anlamda metni anlamanin yolu, onu bütünlügü içinde anlamaktir ve bütünü yorumlamak da ayrintilari yorumlamaktir, öyle ki metin içinde neyin önemli olabilecegine iliçkin bir yarginin kendisi de metnin yorumlanmasi açisindan bir kestirimdir. Ikinci olarak bir metni yorumlamak,* söz konusu metni tekliginde yorumlamak ve anlamlandirmaktir. Burada :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y17.html 6 -~ 9 18.11.2008 20:36 tek olan metnin saptanmasi ve tekilleçtirilmesi de bir kestirimdir. Ricceur açisindan bir bütün olarak ve tekil bir bütün olarak metin, baçka yönleriyle görünebilen, ama bir kerede bütünüyle görülemeyen bir nesneye benzetilebilir. Bu durumda metnin temel tümcelerini bile baçka türlü söylemek olanaklidir. Belirlenen bu tekyanlilik (onesidedness) okuma edimim imler. Öyle ki söz konusu tekyanlilik, yorumun kestirimsel karakterini de temellendirir. 35 Son olarak yazinsal metinler farkli yolla gerçekleçtirilebilecek anlamin gizil ufuklarini içerirler. Bu Ricoeur için aslinda bir yaniyla önceden de deginilen ikincil egretilemeler ve simgeler sorunuyla ilgilidir. Bu noktada Ricoeur Yorum Kurami adli yapitinda, yorumun egretilemeler ve simgeler arasindaki anlam tabakalarini çözümlemek oldugu yolundaki düçüncesine artik inanmadigini söyler. Elbette simgeler ve egretilemeler yorum açisindan önemini korumaktadir, ama artik tek baçina yorum sorununun üzerine temellendigi kavramlar da degildirler. Bu konuyu özetlemek için söylenebilir ki kestirim ve geçerlilik (validation) bir bakima dolayli olarak metne öznel ve nesnel yaklaçimlarla ilgilidir. Fakat bu dolaylilik sorunlu veya bozuk bir dolaylilik degildir. Sonuçta eger metni yorumlamanin birden fazla yolu varsa ve bu da yorumlarin sinirsiz oldugunu söylemekse, Ricoeur açisindan bütün yorumlar eçittir ve metin olanak verdigi yorumlarla sinirlidir. 36 Böylece anlama açiklama diyalektiginde açiklamadan anlamaya geçilebilir. Söz konusu diyalektik tam tersi yönde ele alindigindaysa, metnin göndermesel dogasindan dolayi yeni bir anlam kazanir. Metni okuyanlar ya gönderme yapilan dünyada askida kalir ya da metnin yeni durumundaki görünmez göndermelerinin olanaklarini gerçekleçtirir. Ilk durumda metni dünyasiz bir varlik olarak görürüz. Ikinci durumda ise okuma içinde yeni bir gönderme yaratiriz. Içte okuma eylemi bu iki olanaga eçit çans tanir. Burada söz konusu olan sözcük construe sözcügüdür. Bu sözcük Türkçeye hem yorumlama hem de anlam verme olarak çevrilebilir. Bu bakimdan bu sözcügün her iki anlamsal içerigi de taçidigim bilmek önemlidir. Ricoeur ilk okuma biçiminin örneklerinin yapisalci yazin eleçtirisinde bulundugunu belirtir. 37 Bu yaklaçimda Ricceur için metnin bir diçarisi yoktur. Yalnizca metnin içinden söz edilebilir. Her ögenin yapi içindeki yerine göre anlam kazandigi yolundaki yapisalci düçünce burada baçattir, öyle ki tek baçina bir ögenin belirleyiciliginin kalmamasi anti hümanist sonuçlara götürdügü için kimi düçünürlerce eleçtirilmiçtir. Yine de yapisalciligin önemli bir katkisi, doga bilimleri diçindaki alanlara bilimsellik iddialarini sürdürebilmeleri için bir zemin vermesidir. Bunun gerçekten ne kadar geçerli bir tavir oldugu belirli olmasa da, yapisalcilik dilbilim diçinda ayni zamanda yazin ve kültür eleçtirisi alaninda çigir açici yapitlarin üretilmesine neden olmuçtur. Ricoeur de bu yapisalci düçüncenin olumlu yanlarini alarak kendi düçüncesi içine katmaya çaliçmiçtir. Ona göre bu yaklaçima dayanarak yazinin nesnesine karçi yeni bir açiklayici tutum geliçtirilebilir. 38 Ricoeur için bu yaklaçima göre metnin anlami metinden yola çikan bir baçlangiçtir. Baçka bir deyiçle nesnelere yeni bir bakiç biçimidir. Metin olanakli bir dünya ve insanin kendini bu dünya için yönlendirmesine olanak veren bir yol hakkinda konuçur. 39
Metnin içlemi arkasinda degil önünde durmaktadir. Bu durumda metnin içlemi gizli bir çey degil, açiga vurulmuç bir çeydir. Metni anlamak ise onun devinimini içlemden göndermeye, yani söyledigi çeyden konuçtugu çeye dogru izlemektir. 40 Sonuçta metin, olasi bir dünyadan ve bu dünyada kendine olasi yönlendirme yollarindan söz eder. Bu dünyanin boyutlari söz konusu metin tarafindan açilir ve açiga vurulur. Öyleyse, romantik yorumsamaciligin kullandigi "uzaklaçma" (mesafeyi açma) ve "kendinin kilma" dan söz edersek, Ricoeur'e göre önemli bir düzelticiden yoksun kaliriz. Ona göre kendimizin kildigimiz çey, yabanci bir deneyim degil, metnin göndermesini oluçturan bir dünyayi ortaya çikarmanin gücüdür. Uzaklaçma ise, zamansalligin diçina çikarma süreci, metnin ufkunun böylece geniçletilmesinin temel önkoçuludur. Bu yaklaçima göre bir metni açiklamak, onu belirli toplumsal kültürel gereksinimlerin ifadesi olarak mekân ve zaman içinde sinirlanmiç belirli zihinsel kariçikliklara bir yanit olarak degerlendirmektir. Bu durumda yorum, okurunun metnin anlamini gerçekleçtirdigi yerde yakalanan bir çey olur. Öyle ki metnin arkasinda sakli oldugu varsayilan ne yazarin niyeti, ne okurlarin bu yapitla paylaçtiklari tarihsel durumdur. Hatta okurun yapittan beklentileri ve kendini tarihsel ve kültürel bir zeminde konumlandiran anlamalaridir. Tüm bunlara karçi metinde kendimizin kilinmasi gereken çey bizzat metnin anlamidir. Baçka bir deyiçle burada kendinin kilman, metnin göndermesini yorumlayan/anlamlandiran bir dünyayi açiga vurma gücünden baçka bir çey degildir. 41 Böylece metnin anlami okuyabilen herkese açiktir. Öyle ki Ricoeur'ün deyiçiyle okuma, metnin yazgisinin tamamlandigi somut eylemdir. 42 Sonuçta Ricoeur, metnin anlam içerigini geniçleterek, ona insan eylemlerinin de içinde görüldügü bir geniçlik katmiçtir. Bununla da Ricoeur, nesnesi metin olan yeni bir anlama kurami geliçtirmiçtir diyebiliriz. Onu özgün kilan yan ise söylediklerini, kendisinden önce ve kendisiyle birlikte yazan düçünüre açik bir biçimde ama en tutarli yapiyi vererek söylemesidir. * Noema; düçünce içerigi. Bu kavrami Husserl düçünce ediminden ayirmak üzere özellikle :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y17.html 7 -~ 9 18.11.2008 20:36 kullanmiçtir. Yine de noesis (düçünce edimi) ile noema birbirinin ayrilmaz baglaçigidir. Bkz Bedia Akarsu, Felsefe Terimleri Sözlügü, Inkilâp Kitapevi, 1987, s. 134 ** Burada bir kiçi zamiri olarak "ben'in ilk harfi küçük yazilmiçtir. Oysa konuçan ve söylemin öznesi olan kiçi "Ben" olarak büyük harfle yazilmiçtir. * Locutionary, düzsöz, illocutionary, edimsöz, perlocutionary, eüdsöz, interlocitionary, konuç! ma olarak çevrilmiçtir. Bunun için bkz. John R. Searle, Söz Edimleri, Çev: R. Levent Aysever, Ayraç Yayinevi, 2000. * Içlem burada 'sense'in karçiligi olarak çevrilmiçtir. Söz konusu metinde 'sense' ve 'meaning' sözcükleri kullanilmaktadir. 'Meaning' anlam olarak çevrildiginde, 'sense' için anlam dogru bir çeviri olmayacaktir. Dolayisiyla 'sense' için içlem sözcügü daha uygun görülmüçtür. Söz konusu içlem felsefe kaplamin karçiti olarak kullanilir ve bir kavram veya terimin kendi içinde taçidigi tüm özellikleri belirtir. Notlar 1.Ricoeur, Paul; Interpretation Theory: Discourse and The Surplus of Meaning, Texas University Press, 1976, s. xi. 2.Ag.e., s. 8. 3.Ag.e., s. 11. 4.Ricoeur, Paul; "Anlamli Eylemi Bir Metin Gibi Görmek", Toplum Bilimlerinde Yorumcu Yaklaçim içinde s. 27-45 (Der ve Çev: Taha Parla), Hürriyet Vakfi Yayinlari, 1990 s. 28. 5.Ricoeur, Interpretation Theory: Discourse and The Surplus of Meaning, s. 12. 6.Ag.e., s. 14. 7.Ag.e., s. 17. 8.Ag.e., s. 19. 9.A.g.e., s. 20. 10.A.g.e., s. 22. 11.Ag.e., s. 43. 12.Ricoeur, "Anlamli Eylemi Bir Metin Gibi Görmek", s 29. 13.Ricoeur, Interpretation Theory: Discourse and The Surplus of Meaning, s. 44. 14.Kearney, Richard; Zihnin Halleri (Çev: Ismail Yilmaz), BilgeSu Yayinevi, 2008, s. 306. 15.Ricoeur, Paul; Yoruma Dair: Freud ve Felsefe (Çev: Necmiye Alpay), Metis Yayincilik, 2007, s. 21. 16.Ag.e., s. 22. 17.Ricoeur, Paul; Hermeneutics and The Human Science (Der ve Çev: John B. Thompson), Cambridge University Press, 1981, s. 169. 18.Ricoeur, Yoruma Dair: Freud ve Felsefe, s. 30. 19.Ricoeur, Hermeneutics and The Human Science, s. 170. 20.Ricoeur, Interpretation Theory: Discourse and The Surplus of Meaning, s. 49. 21.Ricoeur, Hermeneutics and The Human Science, s. 166. 22.Ricoeur, Interpretation Theory: Discourse and The Surplus of Meaning, s. 53. 23.Ag.e., s. 55. 24.A.g.e., s. 69. 25.Ae.e., s. 71. 26 Ricoeur, "Anlamli Eylemi Bir Metin Gibi Görmek", s. 27. 27 Ricoeur, Interpretation Theory: Discourse and The Surplus of Meaning, s. 72 28 A.g.e., s. 73. :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y17.html 8 -~ 9 18.11.2008 20:36 29 A.g.e., s. 75. 30 Ricoeur, "Anlamli Eylemi Bir Metin Gibi Görmek", s. 36. 31 Ricoeur, Interpretation Theory: Discourse and The Surplus of Meaning, s. 76 32 Ricoeur, Hermeneutics and The Human Science, s. 145. 33 A.g.e., s. 147. 34 A.g.e., s. 149. 35 Ricoeur, Interpretation Theory: Discourse and The Surplus of Meaning, s. 78 36 Ricoeur, "Anlamli Eylemi Bir Metin Gibi Görmek", s. 38. 37 A.g.e., s. 39. 38 A.g.e., s. 40. 39 A.g.e., s. 42. 40 Ricoeur, Interpretation Theory: Discourse and The Surplus of Meaning 41 A.g.e., s. 92. 42 Ricoeur, Hermeneutics and The Human Science, s. 164. Cogito, Sayi 56, 2008, Yapi Kredi Yayinlari
Sayi :11 Yil: 2008 Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim
SAAT TAMÍRCÍSÍ Oyunbaz Zaman benim der saat tamircisi ONU sayan, dakikalara, saniyelere parçalayan yillara, yüzyillara bütünleyen, her zemberegi çarki, vidayi ait oldugu yere oturtan, aralarinda hiç bilmedikleri baglantilar yaratan benim der. Bilinenden bilinmeyene akan bir zamani kuran, tanimlayan, açiklayan, kavramlaçtiran, anlamlandiran hayat denileni kurgulayan var olani zamansal yapan, oyunu ortaya koyan, oynanabilir kilan kimdir diye sorar saat tamircisi. En kisa gölge onunkidir. Dünyanin Anlami Kosmosun uçsuz bucaksizliginin yarattigi korku, kapali bir dünya-oyun yaratmiçtir. Kadim toplumlarin içinde yaçadigi bu kapali dünyanin sinirlarinda bilinmeyenin, biçimlenmemiç olanin egemenligi baçlar. Bir yanda düzenlenmiç bir mekan vardir, ötesinde kaos hüküm sürer. Bilinmeyenden türemiç efsaneler ile zaman arasinda siki iliçkiler vardir. "Bir efsane-in principio-, yani baçlangiçlarda baçat ve zaman diçi bir anda, kutsal bir zaman araliginda meydana gelmiç olan olaylari anlatmaktadir. (Eliade 1992,s.43-44) Kutsal zaman gündelik olarak akan zamandan daha farkli anlamlar taçir. Bir efsane anlatilirken, sözü edilen olaylarin içinde gerçekleçtikleri kutsal zaman bir bakima tekrar ve tekrar animsanmaktadir. Bu güncelleçtirme gündelik zamanin akiçini parçalamakta birliktelik duygusu içindeki insanlar kutsal bir zamana geçmektedir. Kutsal temsil bir görünüçün gerçekleçtirilmesinden öte bir çeydir. Simgesel olarak hayatin temsilini de açan, mistik bir gerçekleçtirmedir. Ortada görünmeyen, sözle anlatilmayan ama herkesin bildigi, hissettigi bir çey orada o zaman içinde güzel, hakiki ve kutsal bir biçimde ortaya çikmaktadir. Ayine katilanlar, eylemin yüce bir mutlulugu somutlaçtirdigindan ve kendi aliçilmiç hayatlarindakinden daha yüksek bir düzeni gerçekleçtirdiginden emindir. Ayin bir gösteri, dramatik bir temsil, bir simgeleçtirme ve bir gerçekleçme ikamesidir. Cemaat, mevsimlerle birlikte gelen kutsal bayram günlerinde, doga hayatinin büyük olaylarini kutsal gösteriler araciligiyla kutlamaktadir. Mevsimlerin art arda geliçi; yildizlarin doguç ve batiçlari, ürünlerin büyüyüp olgunlaçmalari, insanin ve hayvanin dogum, hayat ve ölümlerine iliçkin simgelerle temsil edilmektedir. Insanlik doganin düzenini nasil kavriyorsa öyle oynamaktadir.(Huizinga 2006,s34) Her kadim toplumun deneyime temellenen ve mantikla biçimlendirilen önemli bir bilgi birikimi vardir. Bu birikim; yaçamin maddi yanini, sanati, zenaati, ticareti örgütleyendir. Burada büyü ve dinden net bir biçimde ayrilan bir yönüyle deneysel bilgiye, öte taraftan mantiga, inanmaya dayanan bir davraniç biçimine içaret eder. Yapilan her içte büyü vardir, fidan diken biri bunu dua okumadan yapmaz. Yagiçin yeterli olmasini, ürünün bereketli olmasi için kutsala baçvurmayi seçer. Ama bir yandan da fidanini çapalar, sular, budar. Gözlemlerine dayanarak, bu dogal güçlerin zihinsel ve bedensel bir çabayla denetim altina alinabilecegini de bilir. (malinovski 1990,s.18) Çaliçmayi kutsaldan ayirmaz. Yaçamini içinde yaçadigi dünyayla bütünleçtirerek sürdürür. Tarihin diçinda, zamanin diçinda saf dinsel olgu yoktur. Burada somut olan çey, tarihin içinde ve tarih boyunca görülecek olan kutsalin tezahürüdür. Mit bize kutsalin hikâyesini anlatirken insanlarin ve dünyanin karçilikli görüntüsünün sonsuza dek birbirini yansittigi ve doga ve kültür iliçkilerinin prizmasinda sürekli olarak kirilip yeniden birleçtigi dev bir ayna oyunu :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y14.html 1 -~ 11 18.11.2008 20:29 kurar benzeçtirme yoluyla tüm dünya bir anlam kazanir. (Habermas 2001,s.72)Kutsalin simgelerin, efsanelerin, ayinlerin yalnizca tarihsel bir durum degil de, her seferinde insanin sinir bir durumunu, yani insanin evrendeki yerinin bilincine varirken keçfettigi, dünyanin anlamini içinde taçiyan bir sinir-durumu oldugunu bize içaret eder. Tam bu noktada Eugen FINKin evrenin simgesi olarak oyun tamlamasiyla yüzleçmek, kozmosun uçsuz bucakliginin yarattigi dipsiz korkuyu bir ölçüde olsun uyuçturmak amaciyla oyuna, oynamaya baçvurmanin anlam iskeletini çözümlemek gerekir.(Batur, 1994, s.69) VATES denilen bilge-çairler yazili kültür öncesinde bilginin saklanmasinda, aktarilmasinda yüklendikleri bir görev vardir. Etkin bir toplumsallaçma araci olarak epik ve tarihi anlatirlar; toplulugun ve onun parçasi olan insanin bellek kazanmasini saglarlardi. Bu süreç içinde toplumun üyeleri de toplulugun araciligiyla kimlik kazanmiç olurlardi. Simgeci düçünce oyuna, çocuga, çaire ya da dengesize ait olan bir alan degildir, insan özünün bir parçasidir; dile ve yargilara dayali düçünceyi öncelemektedir. Simge gerçegin, diger tüm bilgi araçlarina meydan okuyan bazi yanlarini açiga çikartmaktadir.(Eliade 1992, s.xix) Imgeler, simgeler, mitler bir içlevi yerine getirmekte bir oyunun bir dünyanin kurucu unsurlari olmaktadirlar. Saat tamircisi çocuklugunda oynadigi oyunlari keyifli bir buruklukla animsar. Birbirini iten çeken gezegenlerin, kayan yildizlarin, gökyüzünü yaran çimçeklerin, çekilden çekle giren renkli bulutlarin hayatin içinde kaygisizca dolaçtigi zamanlar çocuklugunun mutlu günleridir. Güneçin dünya ile oynadigi gölge oyununu izlemekten hiç bikmamiçtir. Oynamaktan ve oynayanlari izlemekten hoçlanir ve Herakleitos un çu sözünü agzindan hiç düçürmez saat tamircisi. Dama oynayan bir çocuktur zaman. Krallik çocukta. (Herakleitos 2003, s18) Herakleitos degiçim fikrini keçfeden filozoftur. Onun zamanina kadar Yunan filozoflari, dogu düçüncesinden etkilenerek dünyayi kocaman bir yapi olarak tasarliyorlardi. Inça malzemesi maddi çeyler olan bu yapi eçyanin bir toplamiydi. Kozmostu. Ama Herakleitos dünyayi bir yapi olarak degil, daha çok devasa bir süreç olarak görmüçtür, bütün çeylerin bir toplami degil, daha çok bütün olaylarin ya da degiçikliklerin yahut olgularin hepsi. Her çey akiçtadir, hiç bir çey duruçta degildir onun felsefesinin temelini oluçturur. (Popper1967,s.13) Herakleitos Kosmosu bir yapi olarak yiktiktan sonra onu dünya süreci içinde bir kader ve degiçim ekseninde yeniden kurmuçtur. Herakleitosun Panta Rei önermesi OLUÇun ilk saptamalarindan biridir. Ama bu akiçin yönü nedir? Akip giden dünya karçisinda insanin konumu nedir? Yoksa insanin kendisi de akip gitmekte midir? Antik dünyanin bize armagan ettigi en önemli soru iyi olanin temelinde ne oldugu ? (Eudaimonia), en önemli felsefi tavir da Nasil yaçayalim? (techne tou biou) sorusudur. Çünkü evrenin Kosmos olarak tanimlanmasinin temelinde varligin; güzel, uyumlu ve iyi olarak kavranilmasi yatar. Insan böyle bir evrenin parçasi olarak ayni yapi ve özü paylaçir. Böyle bir evren anlayiçinin dogal sonucu olarak varlik ile yaçam, düçünce ile varlik arasinda tözsel bir farklilik görünmez. Örnegin sofistler doga yasasiyla, insanin davraniçini düzenleyen etik yasasinin ayni oldugunu varsayarlar. Yaçamin anlam olanaklari varligin içinden araçtirilmaktadir. Nietzscheye göre; Sokrates ilk yaçam filozofudur. Yaçamin bilgiye ve düçünceye hizmet etmesini degil de, düçüncenin yaçama hizmet etmesinin gerektigine inanir. Sokratesin kendini bil/kendini tani ( gnôthi seauton ) ne bene iliçkin kuramsal bir bilgi, ne de haddini bil anlaminda davraniçi sinirlayici bir bilgidir. Bu sözcük var oluç duyumunun anlatilmaya çaliçildigi yaçama dönük bir ifadedir. Aslolan ruhun bilgisine ulaçmaktir. Ruhun bilgisi insani yanilgisiz olana, degiçmeyene yöneltir. Degiçmez, kalici ve düzenli olanin bilgisine ise salt rasyonel düçünce etkinligi olarak Theoria yoluyla ulaçilabilinir. Theoria etkinligine örnek felsefedir ve görebilme yetisini ulaçabilecegi en son noktaya ulaçtirir. Gözlem ve deneyimle ulaçilan bir tür sezgisel kavrayiçla elde edilir. Ussal bir bilgiyi içermez. O epistemedir. Episteme, tanimlara, fiziksel durumlara yönelik oldugundan gerçek bilgiyi temsil etmez. Degiçebilen, gelip geçici olan, rastlantisal ve bireysel olan çeyler, OLUÇ degil, bu görünür gerçekligin ardindaki VARLIKtir theorianin konusu. Sokrates bir anlamda kuramsal bilim ile uygulamali bilim tartiçmasinin da baçlangicinda durmaktadir. Sokratesten Platona, Aristotalese gittikçeBu kuramsal tavir alma Yunan felsefesinde Aristo ve Platonun felsefenin kaynagini kendisinde bulduklari teorileçmeye dönüçür. Insan dünyanin katilimcisi olmak yerine seyircisi, gözleyicisi haline gelir. Bu dönemden itibaren, ontolojinin ve doga felsefesinin çikiç noktasi olan var olan olarak, var olan nedir (on he on) sorusuna, epistemolojinin insan bilgisinin kaynagi nedir sorusu eklenmiçtir. Bakiçin evrenden insana yönelmesi; önce kendimizi anlamlandiralim, oradan evrene gideriz düçüncesi, doganin yerine insanin ikame edilmesine, böylelikle yeni bir ruhun dogmasina yol açarak doga felsefesinden, insan ve toplum felsefesine geçiçin temelini oluçturur. Yunan felsefesinde insanin karçisinda ya da ondan ayri bir gerçeklik degil, var olandan kendisine :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y14.html 2 -~ 11 18.11.2008 20:29 ulaçilan, insanla birlikte mevcut olan olarak anlaçilan özne anlayiçi farklilaçir. Var olana özne dolayiminda uzanma ile var olana varligin içinden uzanma farkli yaklaçimlara dönüçür. Birincisi kendisine içkin olan ayirici, yadsiyici ve bölücü düalizm ile çevrelenmiçtir. O nedenle varliktan ayrilma aslinda insanin kendi tarihinde gerçekleçtirdigi en büyük düçünsel kopmadir. Insanin kendi varliginin anlam olanaklarini varligin içinden degil de ÖZNEden hareket ederek aramasinin baçlangici olarak, felsefi düçünceden kopuçun gerçekleçtigi dinsel momenti verebiliriz. (Erkizan,2005, s.169) Platon ile kirilmaya baçlayan etik ve politik zemin Yahudilikle görünür olup Hiristiyanlikla temellendirilmiçtir. DOGRU, varligin yasasina uymaktan çikarak ITAAT ile tanimlanir. Tanri evrenin diç yaraticisi konumuna çikarilir. Doga yaraticinin bir eseri olarak nesneleçtirilir. Böylelikle kendisine ilahi bir armagan olan IDRAK yardimiyla insanin önünde, doganin diçindaki bir Tanriyi hayatina içselleçtirebilme yolu açilmiç olur. Hiristiyanlik doganin içinde Tanrinin kralligini kurmayi amaçlarken, Islamiyet Alem-i Nizami tesis etmeye yönelir. Platon; düçüncenin kendi baçina düçünüldügü dünyayi yaratir mükemmel ve degiçmeyen formlar alani olarak düçünsel ile degiçen ve mükemmel olmayan maddesel dünya alanini birbirinden ayirir. Insan akilsal-ruhsal ve maddesel bir birleçim olarak kabul edilir. Baçka bir deyiçle insan ruh ve maddenin birleçimidir. Ruh insanin iyi olan parçasidir. Buna karçilik madde insanin kötü olan parçasidir. Ruh, madde de hapistedir. Ya da madde ruhun hapishanesidir. Plâtonculuk bu ikilik üzerine temellenmiçtir. Tüm tek Tanrili dinler Platonla farkli biçimlerde iliçkiye girmiçlerdir. Platonun kozmolojisi, varlik anlayiçi, insan ruhuna bakiçi, insanin yaçadigi olagan dünyayla bu dünyanin ötesi arasindaki geliçtirdigi düçünceler, bu dinlerdeki mistik egilimleri belli ölçüde etkiler. Söylenen çudur; Kutsal kitaplarin, sözel anlami ile ruhunun manasini, (bedeni ile ruhunu) birbirinden ayirmak gereklidir. Maddeye bagli büyük çogunluk Tanrisal mesaji arinmiç bir biçimde kavrayamaz. Içte bu yüzden Tanri vahyini insan görünümlü peygamberlerle gönderir. Platinos, Platon felsefesinin gizemci yanini alip, edebi bir tarzla yeniden kurmuçtur. Platon ögretisinin yeni bir yorumu olarak Hiristiyan ve Islam felsefe ve teolojisinde derin etkiler yaratmiçtir. Saat tamircisi, uyumadan, yorulmadan, dinlenmeden zemberekleri, telleri vidalari bir araya getirmeyi, onlardan onlara benzemeyen farkli bir çeyi ortaya koymayi, düzensiz içleyenleri düzene sokmayi, ayarsiz olanlari ayarlamayi sever Bir saatin içine sigdirilan onca malzeme, yaylarin diçlilerin tasarimdaki dogrulugu, uygunlugu ve tüm bu parçalari bir araya getirilmesini saglayan bilgi, ona hiç tükenmeyen bir çaliçma gücü verir. Arada bir, bin türlü malzemeyle dolu tezgâhinin baçinda oturup, penceresinden diçariya baktiginda; zamanin avucunun içinde oldugunu, tüm çaglari, tüm dünyayi ve giderek tüm evreni görebildigini düçünür. Övünmeyi sever zamanin ulu yapicisi. Antikite var olan her çeyin degiçmez yasalara göre ayni çekilde oluçup devindigi temel tezinden hareketle çembersel-döngüsel bir Kozmos-zaman anlayiçi geliçtirmiçtir. Ne var ki, Yahudilik ve Hiristiyanlikla birlikte, ZAMAN son derece belirgin bir çekilde keskinleçerek çizgisel bir ilerlemeye dönüçür. Zaman Yaradiliçla baçlayip kiyamette sona erecektir. Çünkü insanin kendisi bir baçlangiç ve bir son arasinda akip gitmektedir. Insani hayat denilen bu baçi sonu belli olan cendereden kurtarmak için bir ezeli ve ebedi Tanriya ve kendi ruhunun ölümsüz olmasina ihtiyaci vardir. Radikal bir kopuç söz konusudur ve bu kopuçun çerçevesi hiç de rastlantisal olmayacak biçimde, yani antik dünya ile Romanin çöktügü bir dönemde, Augustin tarafindan çizilmiçtir. Geri dönülmez bir biçimde zaman içinde ilerleyen tekil bir insanlik tablosu tasavvur eden Augustin, açikça geçmiç çaglarin döngüsel zaman anlayiçina saldirmiçtir. Hiristiyan teolojisinin resmi anlayiçi olarak geliçen bu kültür felsefesinde; tüm insanligin, gelecekte eriçilecek olan bir en yüksek kültür idealine dogru, sürekli bir ilerleme ve yükseliç içinde geliçtigi ileri sürülür.(Özlem 1993,s.115) Yaklaçik olarak I.S. 400 yillarinda ortaya çikan bu yaklaçim, kayda deger ilk kültür-tarih teorisidir. Galip gelen çizgisel zamana damgasini vuran Hiristiyanligin göstergelerinden biri olarak, kisa bir süre sonra feodal Avrupada, kati bir zaman tarifesi altinda yönetilen ilk günlük yaçam örnegi ortaya çikar; bu örnek manastirdir. Adeta bir saat gibi içletilen, kati bir çekilde düzenli ve mutlak olan manastir bireyi, tipki duvarlariyla kuçatir gibi zaman içine hapseder. Saat zamani gösteren bir araç olmaktan çikmaya baçlayarak, insan eylemini koordine eden, davraniçlarda eçzamanliligi ortaya çikaran bir hüviyete bürünmeye baçlar. Saat tamircisi tüm dünyayi kaplayacak büyüklükte olan bir saatin kadranini düçlüyor. Dünyanin bir saat gibi içleyebilecegi umudu ve tek bir saniyenin bile heba olmayacagi düçüncesi onu heyecanlandiriyor. Akrebin ve yelkovanin arasinda mekanikleçen zamanin dünya üzerindeki tüm boçluklari yok ederek mutlak bir egemenlige ulaçacak olmasi ve gelecegin gözlerimiz önünde geçmiçe dönüçüyor olmasiyla egleniyor. Anlam dünyasini tek Tanrili dinlerin oluçturdugu bir dönemde inanma destegini akildan, akla :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y14.html 3 -~ 11 18.11.2008 20:29 dayali düçünceden almiyordu. Önce akla baçvurup ardindan inanilmiyor önce inaniliyor ardindan düçünülüyordu. Augustinus, Credo Ut Intelligam diyordu: anlamak için inaniyorum. Bu deyim tüm ortaçag felsefi düçüncesini özetlemektedir. Ben varim diyen Tanri her çeyin hatta felsefenin de ilkesi olmuçtur artik.(Çotuksöken1993, s.14) Dünyanin Hiristiyanlik diçinda kalan bölgesinde ise anlam dünyasi ile öyle olan dünya arasinda içten gelen bir uyum, ahenk, harmoni tesis edilmeye çaliçilir. Islam filozoflari antik çag filozoflarini okumakta, inanci oradan aldiklari kavramlarla temellendirmeyi denemekte, akil ve mantik yoluyla açiklik saglamaya yönelir. Bu çabalar kutsal metinlerin yorumlanmasina dönüktür. Bildiklerini, anladiklarini bir baçka cografyaya, belki de bir sonraki çaga aktarma hazirligini yapmaktadir. Ama ayni zamanda ortaçag bir semboller denizidir. Dünyayi; yorumlanmasi gereken kutsal hikâyeler, Inciller, tefsir edilmesi gereken bir Kuran ve Rabbilerin bitip tükenmek bilmeyen Kabala çaliçmalari doldurur. Ortaçagin tek bir kaliba dökülemeyecek sayisiz yüzü vardir. Yalniz ruhani otoritelerin ve dünyevi iktidarlarin egemenligi söz konusu degildir. Düçünce ilk bin yildan sonra sanat yoluyla daralan anlam dünyasinin duvarlarini zorlamaya baçlar. Inanç temelinde kurulan anlam dünyasi giderek zenginleçmeye farkli arayiçlara çikan düçünce ise diç boyutuna, gözleme ve deneye yönelir. Dünyanin öteki bölgelerinde ise düçünce dünyayi var oldugu biçimiyle, oldugu gibi birakacak bir seyir izler. Var olani anlama- yorumlama gayretiyle yetinir. Saatlerin tamircisi neçeli bir gününde bir yandan döner, bir yandan tekerleme söyler, çaktirmadan biyik altindan güler. Her satir üzerine on bin sayfalik bir kitap yazmayi düçler. Zamani baçlatan Oyundur. Oyun'u kuran Evrendir. Evreni yaratan Tanridir Tanri'yi bulan Ínsandir Ínsan i vuran Zamandir. Dünyanin Bilgisi Renaissancela baçlayan Orta Çagin Aristotelesçi bilim anlayiçinin çözülüçü, Yunanlilardan beri insanin kendisini içine yerleçtirdigi Kosmosun da çözülüçüdür. Bu çözülüçü yapisi sonlu, siradüzenli bir dünya anlayiçindan her çeyin varlik düzeyinde bulundugu, açik, sinirsiz hatta sonsuz evren anlayiçina geçiç izler. Erekselligi olmayan bu sonsuz evrende, önemsizlik duygusuyla kendi yerini bulmaya çaliçan insan, dogayla yeni türden bir iliçki kurar.(Aslan 2004,s.135). Evrenin her yerinde ayni matematiksel yasalarin geçerli oldugunu, evrendeki düzenlilik ve uyumlulugun da bu yasalara bagli oldugu düçüncesi bilim anlayiçinda bir kesinlik duygusunu ortaya çikarir. Aristotelesci bilimde doga kendine yaslanir. Doga da olgunun oluçmasinda varmak istedigi bir erek vardir. Aristotelesteki ereksellik nedeni dogaya egemen olmayi degil, onun içinde yaçamayi hedefleyen bir yaklaçimdir. BACON; Aristotelesde mevcut dört nedenden ikisi olan biçimsel ve ereksel nedenin fizikten çikarilmasini ister. Çünkü bu nedenler insanin hayal gücünün ürünüdürler. Fizik yalnizca madde ve kuvvet üzerinde kurulmalidir der. Genel olarak söylemek gerekirse Bacon doganin kontrol edilebilirligini, ama bunun için onun anlaçilmasi gerektigini söyler. Dogada içleyen nedenleri deney araciligiyla anlayabilirsek, ona hâkim olmayi da becerebiliriz diyordu. Galileinin Discorsisinin ünlü, yönteme dair olan formülü çöyledir: Doga matematigin diliyle yazilmiç bir kitap gibidir. Bu dili ögrenmeliyiz. Bu formül geçmekte olan bir dünya ile gelmekte olan bir dünyanin arasindaki çatiçma noktasidir.( U.baker bilimsel kuçku) Galileinin dogayi ve evreni matematikleçtirme ve idealleçtirme düçüncesinin altinda, Plâtoncu rasyonalizm yatar. Galilei bilimsel olanin ve bilimin diçinda kalanin tanimini yapar. Doganin matematiksel olarak ölçülebilen, çekil, büyüklük, sayi, konum gibi nesnel nitelikleri ve bu niteliklerin iliçkisi bilimi, renk, ses, koku, tat, ses gibi ikincil nitelikleri bilimin konusunun diçinda tutar. Aristotelesci gerçeklik duyulur niteliklere dayaniyordu. Galilei ise, matematigi gerçekligin temeline koyarak Aristotelesci gerçekligi insana göreli bir durum olarak gerçekligin diçina atar. Matematik, nesnel (objektif) bilgiye ulaçilmasini saglayan araç oldu. Matematik doganin soyutlanmasina, tümevarim ile elde edilen evrensellik ise kendinde bireyselligin ve günlük deneyimlerin göz ardi edilmesine yol açti. Husserl Galileinin tüme varimi hipotez olarak degil de kesinlik içinde aliçini eleçtirir. Doga, uzam, zaman sonsuza dogru ideal bir çekilde uzatilabilir ve bölünebilir. Alan ölçme sanatindan geometri, sayi sanatindan aritmetik, gündelik mekanikten matematiksel mekanik vb. çikar. Çimdi bundan açikça bir hipotez :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y14.html 4 -~ 11 18.11.2008 20:29 çikarilmadan görsel doga ve dünya matematiksel bir dünyaya, matematiksel doga bilimlerin dünyasina dönüçüyor.(Çüçen 2003,s164)) Modern bilim ve felsefe, öznenin tüm dünyayi kendisine göründügü biçimiyle inça etmesi üzerine kurulmaya baçlanmiçtir. Bu nedenle, bilgi ve bilim her çeyi anlayan ve açiklayan durumuna yükselir. Descartes matematigi ölçülebilir, düzenlenebilir olan her çeyi açiklayan bir genel bilim olarak, mathesis universalis olarak ele alir, diger bilimleri de matematigin dallari olarak görür. Doganin matematikleçtirilebilecegi düçüncesi, matematiksel yasalara bagli içleyen mekanik bir doga düçüncesini ortaya koyar. Descartesin üç temel düçüncesi; felsefenin benden baçlamasi, teolojik düçünmeyi birakip, dogayi kendisiyle kavramaya dayanan mekanizmi savunmasi ve özne-nesne, beden-zihin ayriligini belirginleçtirmesidir. Bu düçüncenin de temelini Descartesin akla olan güveni, kuçkuculugu ve yeni bir yöntem arayiçidir. Descartesin özne ile nesneyi kesin olarak birbirinden koparan düalizminin Bati düçüncesi açisindan belirleyici bir sonucu olmuçtur: akil sadece özneye ait bir nitelik sayilmaya baçlanmiçtir. Nesne ise, düzensiz, kariçik bir yigindir. Aklin görevi, bu yigini ayriçtirmak, siniflandirmak ve kullanmaktir.(Horkheimer 1986,s.45) Bu akil parçalara ayirici, analiz edici ve biçimseldir. Descartese göre yanliç kullanilan bir aklin ardindan yürümek, dogru olan bir yaçamdan uzaklaçmaktir. Her kiçide ortak olan aklin kullanilmasinda hakikatten uzaklaçtiran yanliçlar olagandir. Içte insanin dogru düçünmesini saglayacak olan yöntemdir. Insan yöntem sayesinde yanliçlarini düzelterek zaman içinde sagin bilgilere ulaçacaktir. Eçyanin hakikati gibi, bu hakikatin bilgisine giden yol da tektir. Içte Akli kullanmanin bu ortak, genel geçer, saglam, bulanik ve belirsiz yargilara yer vermeyen, rastlantisalliktan uzak, kesin, güvenilir yolunun bulunmasi hakikat ölçüsünde çok önemlidir. Sadece dogru yöntemi bulmak yeterli degildir. Sonra da durmamacasina ilerlemek gerekir tabi kuçkuyu hiç elden birakmadan. Önyargilar, eleçtirilmemiç bilgiler, hazir bulunup alinmiç fikirler üzerinde kuçkuyu elden birakmadan durup düçünmedikçe, insani etkileyip yönlendirmeyi sürdürürler. Ama insan, kuçkuyla yaklaçip, dogru yöntemi kullanarak akilla eleçtirmeye baçlayinca eyleyen bir insan olarak dogayi taniyacak ve ona egemen olmayi baçaracaktir. Egemen olan ile egemen olunan arasindaki ayrilik; taniyan, kavrayan, anlayan, düçünen, bilinçli varlik (res cogitans) ile kendi baçina eylemi bulunmayan, bilincin diçindaki varlik, beden ya da diç dünya(res extansa) arasindaki ayriliktir. Baçka bir deyiçle Insan-Doga ayriligidir. Reneissanceden beri ortaya çikan teknik buluçlarin, teknolojinin en önemli temel dayanaklarindan biridir bu yaklaçim, çünkü teknoloji dogaya egemen olmanin biricik aracidir. Klasik doga bilimi toplumsal düzenin degiçimiyle karçilikli etkileçerek hizla geliçen teknik bir kuvvete dönüçmüçtür. Teorik düçünme ile teknik geliçme sürekli etkileçim içindedirler ve her ikisinin tek amaci mekanik bir bütün olarak görünen dogaya egemen olmaktir. Descartes kendi felsefesini ortaçag düçünce yapisi üzerine inça etmiçtir.Kendisinden sonra gelen birçok felsefi görüçü ve varlik anlayiçini etkilemiçtir Bütün modern ontoloji Descartesden etkilenerek, epistemoloji temelli ontoloji haline dönüçmüçtür Descartesin diç dünyasini Tanri garanti etmekle birlikte, madde en son elde ettigimiz bilgi ve varlik türüdür.(Çüçen 2003s.128) Böylelikle Descartes; felsefeyi ve varlikbilimi geleneksel yapisindan ayirip, varligi kavrama yolunun modern matematiksel fizik oldugunu öne sürer. Varlik düçüncesini felsefeden alip fizige aktarir. Ondan sonra da varlik ontoloji çerçevesinde degil de epistemoloji çerçevesinde kavranilmaya baçlanir.. Antikitede Platon ile en yüksek açamasina ulaçan; bakiçin evrenden insana yönelerek, insanin kendi varliginin anlam olanaklarini varligin içinden degil de ÖZNEden hareket ederek aramasinin baçlangici felsefi düçüncedeki ilk kirilmadir. Insan varligin içinde kendini farkli bir yere koymuçtur. Descartes ise bu süreçte ortaya çikan ikinci büyük kirilmadir. Insani doganin diçina taçiyarak onu evrenin tam merkezine oturtur. Matematik araciligiyla formülleçtirilen doga bilimleri de iç anlamlarini kaybederek biçimsel bir yapi kazanirlar. Descartesin varlik felsefesinin ortaya koydugu yeni anlayiç, radikal bir biçimde ortaçag ile modern çagi birbirinden ayirmiçtir. Zaman der saatlerin efendisi; benim için yalnizliktir. Yalniz benim için akiyor gibidir. Benim geçmiçim, benim düçlerim ve içinde bulundugum an yalniz bana aittir Hatirlamak bana aittir, unutmak insanlara. Sonsuzluk bana aittir, ölüm insanlara. Gerçek bana aittir, tarih insanlara. Hiç dostu olmadigindan yakinir saat tamircisi. Kartezyen gelenekle baçlayan Cogito merkezli felsefe ve bilim anlayiçi etkinligini günümüzde de sürdürür. COGITO, Spinozada bir, Leibnizde monad, empiristlerden Locke ve Humeda içi boç levha olan özne, Berkeleyde ruh, Kantda transandantal özne, Fichte ve Schellingte ben ve son olarak Hegelde Mutlak Tin olur. Tüm modern filozoflar Cogitoyu öznenin degiçik formlari olarak kavrayip onu açiklamaya çaliçtilar.(Çüçen 2003,s15) Içte bu yüzden modern felsefenin tümü epistemolojiye dayanir. :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y14.html 5 -~ 11 18.11.2008 20:29 Bilimin dünyasi Doganin yasalarina vakif olmak sürecinde kullanilan yöntem ve ortaya çikan bilginin toplamina modern bilim, bu bilginin pratik alana uygulanmasina da teknoloji denir. Bilimsel bilgi genelleçtirilmiç tümevarima dayanan bir bilgidir ve ister dogal isterse toplumsal alanla ilgili olsun zorunlu ve ideal akil bilgisinden farklidir. Kaynagini büyük ölçüde eski Yunan felsefesinde bulan doga bilimleri; kendisini tümelin bilgisini ortaya koymakla görevli saymiç ve bilimi de tümelin bilgisini elde edebilecek bilgi faaliyeti olarak göstermiçtir. Doga bilimleri dogal olgulari inceler ve bu olgular arasindaki iliçkileri azlik-çokluk(nicelik) yönünden açiklar, bu olgular arasindaki degiçmez iliçkileri saptamaya çaliçir ve saptadigi bu iliçkiler YASA adini verir. Doga bilimlerinin yöntemleri açiklayicidir. Açiklama ise nedenselligi gerektirir. Nedensel ve nicel bir açiklama peçindeki doga bilimleri için en uygun açiklama biçimi ise matematiksel açiklamadir. Özetlemek gerekirse klasik bilim anlayiçi olarak kabul edilen bu anlayiçta; 1) Gerçeklik tüm heterojen görünümüne ragmen homojendir; o bir kozmostur; onun akla uygun bir yapisi vardir; bilimin görevi gerçekligin bu algisal yapisini gözlem/deney yoluyla ve evrensel doga yasalarini bularak ortaya koymaktir. 2) Gerçeklik hiyerarçiktir; onun açagidan yukariya dogru yükselen düzenli bir yapisi vardir. 3) Gerçeklik mekaniktir; dogada her çey bir makine düzeni içinde içler. 4) Gelecek ve gidiçat bellidir; çünkü dogaya hâkim olan yasalar gelecekte de geçerli olacagindan, olacak olani çimdiden tespit etmek mümkündür ve bu husus bilimin ön deyilerde bulunma (prediction) ve önceden bilme (prognos) imkânina sahip olmasi anlamina gelir. 5) Gerçeklikteki degiçim niceliksel ve birikimseldir; bu demektir ki, gerçekligin mekanik düzeni evrensel bir dille, matematigin diliyle ifade edilebilir. 6) Bilim nesneldir; özne olarak gözlemci, nesne karçisinda nötrdür ve nesneden kesinlikle ayri durur; özne ile nesne arasinda kesin bir mesafe vardir ve özne nesnesinin karçisina her türlü moral, dinsel, ahlaksal, siyasal, ideolojik kabullerinden arinmiç olarak çikabilir. 7) Bilimin elde ettigi sonuçlar evrensel ve zorunludur; çünkü tam bir nesnellikle, deneysel ve matematiksel yoldan elde edilmiçlerdir.( Özlem 1998) Ortada modern bilimi diger bilme etkinlikleri içinde sadece en baça koymakla yetinmeyen ve tek güvenli bilme etkinligi olarak da kabul eden bir ön kabul vardir. Bu ön kabulden hareket edildiginde ise, tarih ve kültüre yönelecek bir bilimin olabilirligi çüphe ile karçilanir. Örnegin Descartes tarihle ilgili bilgilerin kuçkulu oldugunu söyler. Tarihsel alanda bir öznellik hâkimdir. Lockea göre de tarihsel-toplumsal bilginin dogrulugundan, saglamligindan çüphe edilmelidir. Hume ise bu daginik olgulari kavrayabilmek için insan dogasinin incelenmesi gerektigini söyler. Burada insanin davraniçlarini yönlendiren çeylerin incelenmesi, bir bakima psikolojik bir araçtirma yapilmasi söz konusudur; ama psikolojiye dayanan bir araçtirma yapilmasina karçin yine de tarihsel- toplumsal alanda dogadaki gibi bir bilimsel düzeyden söz etmek mümkün degildir. Yine de bu bilim felsefesi geleneginde, bilimin birligi(unified science) ilkesi egemendir. Toplumsal bilimlerde doga bilimine göre konumlandirilirlar. Dogal gerçeklik ile toplumsal gerçeklik arasinda nesne farkliligina dayali bir ayrim öngörülse de yöntem farkliliklarinin olabilecegi kabul edilse de her iki bilim tipi de tek bilim tipine göre kurulurlar. Genel olarak bilimsel bilgi geleneksel bilginin karçisinda konumlandirilir, nihai noktada rasyonel eleçtiriye dayali bilimsel süreç, tarih içinde yaçlilarin gelenek içinde dünyayi anlamaya dayali olarak elde ettikleri bilgiye tezat teçkil eder. Rasyonalite ve bilimsel yöntemin uygulamalari ve prestiji artarken, inanç temelli klasik hermenötik gözden düçer. Gelenegin bilgisi ve anlam dünyasi ise cehaletle özdeçleçtirilir Vaat edilmiç bir dünyanin kadrani içinde amaçsizca koçturan, gösteriç budalasi çocuklaçtirilmiç bir zaman ve onu yakalamak zorunda olan saat tamircisi. Oturdugu tezgâhin baçinda, zamani anlamak ve mekanik bir saatin içinde zapt etmek için harcadigi uzun yüzyillari düçünmektedir. Çimdi sadece arada bir baktigi küçük penceresinden dünyayi seyreden sikintili bir adamdir. Doga bilimleri daha 17.yy in baçlarinda felsefi temellerine oturur. Bacondan beri bilimlerin temeli ve yöntemi bir süreklilik, tarih oluçturur. Ama benzer bir durum tarih, toplum, siyaset, hukuk, devlet, teoloji, sanat gibi insan edimine ve tininin nesneleçmesine bagli olan alanlarda yoktur. Bu "nesneleçme"yi kendisine nesne olarak alan bilime tin bilimleri, insan ya da kültür bilimleri denir. Comte doga bilimlerinden yola çikarak bir toplumbilim oluçturmak ister. Yalniz Comte'un bilimleri siralamasinda dogabilim-toplumbilim biçiminde bir ikili ayrim yoktur, Ona göre bütün bilimler, bir "dogal siradüzen" içinde yer alir. Modeli doga bilim olunca; toplumsal, tarihsel, kültürel olaylari sistematize edecek ve açiklayacak bir GENEL YASAnin peçine düçer. Tüm tarih ve kültür alaninda egemen olacak üç hal yasasi gibi bir yasadan söz eder. Ama insanin kendisi dogal bilimin inceledigi bir nesne oldugunda, ya da doga biliminin nesnesini inceleyen özne oldugunda onun degiçken dogasindan kaynaklanan bir takim problemlerle karçilaçilir. Ister bilimsel etkinligin nesnesi olsun, ister etkinligi yürüten özne olsun insanin eylemini ve :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y14.html 6 -~ 11 18.11.2008 20:29 toplumlari tarih ve kültür gibi baglamlardan arindirarak kavramak mümkün degildir. Ele alinan konular, onlari ele aliç tarzindan bagimsiz degildir bilimsel soru sorma tarzinin ardinda, soruyu soran özne vardir. Yani konu(nesne), özneye dogrudan ve dolaysiz açik durmamaktadir, tersine konunun (nesnenin), öznenin bilimsel ele aliç ve sorusunu soruç tarzindan bagimsiz olmadigi görülür.(Stroker 1990,s.16) Doga bilimsel yöntemlerle tinsel gerçeklige yönelmek yanliçtir. Doga bilimleri olgu üzerine kurulur. Tinsel bilimler ise anlam. Insanin sahip oldugu degerler sistemi onun davraniç ve düçünüçüne etki eder. Ama degerler deneye uygun olgular degildir. Ama onlar da olmadan ne insan ne toplum kavranamaz. Insanlar kendilerini, birbirlerini, içinde yaçadiklari kurumlari hatta dogayi bile sahip olduklari degerlerin süzgecinden geçirdikten sonra kavrayabilir. Toplumsal bilimlerin 19yyda benimsedigi bir yöntem ve ayrim kalibi vardir. NOMOTETIK ve IDIOGRAFIK bilimler. Nomotetik(Latince yasanin amir hükmü), evrenin kanunlarini araçtirirken, insâni fenomen ile fiziksel fenomen üzerinde yapilan bilimsel araçtirmalar üzerinde, özü itibariyle hiçbir fark bulunmamasi durumunu anlatir. Görünen farklar zahiridir ve bu yüzden geçicidir. Genel gerçeklikler, ilkeleri ve evrensel olani bulmaya çaliçir ve toplumsal yapinin ve deger ifade eden hükümlerin bu, genel, evrensel dogular çerçevesinde ortaya konulabilecegini düçünür. Ve bunun yolu, klasik doga bilimlerinin teorik öncüllerinin ve pratik tekniklerinin aynen alinip kullanilmasinda yatar. Bu yüzden zaman(ve ya tarih) nomotetik sosyal bilimci için çok önemli degildir. Pozitif bilimler genel kabulleri itibariyle bu epistemoloji etrafinda kümelenir. Idiografik bilimler, insanin toplumsal eyleminin tekrarlanan bir çey olmadigini ve bu yüzden zamana ve mekâna dayanikli geniç ölçekli genellemelere uygun olmadigini düçünür. Çikiç noktasi özgül, biricik olan, dolayisiyla da degiçken, tesadüfî, farkliliga dayali olani saptamaktir. Bunun aranacagi yer ise tarihsel gerçeklikleri saklayan metin, doküman ve arçivlerdir. Nomotetik olanin nesnellik iddiasina karçin, idiografik öznel olanla etkileçir. Tinsel, kültür, sosyal, insan gibi adlandirmalari olan bilimler bu epistemoloji etrafinda kümelenir. Idiografik bilimlerde mutlak gerçeklik ve evrensellige ulaçmak zordur. Ulaçilan olgulari tüm toplumlar, kültürler açisindan geçerli genellemeler biçiminde ifade etmek nomotetik bilimlerdeki kadar kolay degildir. Her toplumun yapisal özellikleri, tarih içinde yolculuklari farklidir. Hem tin bilimleri epistemolojisi, hem kültür bilimleri mantikçiligi, akimi, tarihi ve toplumu inceleyecek olan bilimleri konu ve yöntem bakimindan doga bilimlerinden ayiriyorlar, Tarihi ve toplumu inceleyecek olan bilimlerin konusu doga degil insan ve tindir, kültürdür. Tin/ kültür/tarih/toplum dünyasi, konu olarak çu özelliklere sahip sayiliyor: 1) Konu bizatihi tarihseldir. 2) Bu konu alaninda her çey tekillik arz eder. 3) Olaylar yasalara göre degil, konulmuç vazedilmiç çeyler olarak kurallara, degerlere, felsefi, dinsel, ideolojik etkenlere göre ele alinir. Burada dogada oldugu gibi yasa-olgu iliçkisi degil, insani amaç-eylem iliçkisi esastir. 4) Bu alanda dogal nedenler degil, çaglara, kültürlere özgü kalan insani/kültürel motifler vardir. 5) Tarih/toplum dünyasinda olgu degil, olay vardir. 6) Bu dünyada determinasyon degil, olasilik ve rastlanti söz konusudur. 7) Bu dünya ancak belli perspektifler altinda inceleme konusu kilinabilir; bu dünyanin kendisi göre celi bir dünya oldugu gibi, onu incelemek de ancak göreceli bir konumdan hareketle mümkündür. (Özlem 1998) Doga bilimler açiklar, tinsel bilimler ise ancak öznel olarak bir ANLAMA (verstehen)* konusu olabilen degerleri, normlari, ideleri ve bunlarin anlamlarini, kisacasi tinsel gerçekligi ele almak zorundadirlar demiçtik. Doga bilimlerinin sahip oldugu gerçeklik nicel degil nitel bir gerçekliktir, degerlerden bagimsizdir. Ayrica doga bilimleri algilamanin konusudur. Tinsel gerçekligi oluçturan ideler, normlar, degerler her çeyden önce yaçanirlar. Bunlar tarihsel birikim olarak insan yaçamini yönlendiren, hatta biçimleyen çeylerdir. Bu yüzden bunlar empirik bir algilamanin degil, öznel bir anlamanin konusu olabilirler. (Özlem1986,s.30) Burada anlamayi psikolojik bir kavram olarak almamiz degil de kültür gerçegini bilme biçimi olarak almamiz dogru olur. Tarihsel-toplumsal gerçeklik, sadece insan özgü bir gerçeklik, dogada rastlanmayan bir amaç-eylem baglantisini içeren bir dünyadir. Bu yüzden pozitivistik bir açiklamanin degil, anlamaya dayali farkli bir bilimsel kurgunun ürünü olabilirler. Bu nokta kültür bilimlerinde yöntem sorunu açisindan büyük önem taçir. Bu ikinci tip bilim modelinin kökeni Ibni Halduna, Vicoya kadar gider. Ama bu modeli ilk olarak sistematik bir biçimde ele alip doga bilimleriyle sinirlarini çizen Diltheydir. Kültür-tin bilimlerinin nesne alani, sahip oldugu yöntem çeçitliligi, oluçturulan kavramlar, yaklaçimlar epistemolojik anlamda o denli farkliliklar gösterir ki ortak bir ölçüt çerçevesinde toplanmasi zordur. Öte yandan bu alanda araçtirma yapacak olan araçtirmasina kendi deger ve seçimlerinin yön vermesinden kaçinamaz. Bu sebeplerden dolayi kültür bilimlerinde :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y14.html 7 -~ 11 18.11.2008 20:29 görecelikten, yanli algilama denen çeyden tümüyle kaçinmak olanaksizdir. Bu problemin çözümü DILTHEYden gelmiçtir. Dilthey için bilginin temeli bilgi-kuramsal degil tarihseldir. Bilgi her tarihsel dönem ya da süreçte, o tarihsel dönem ya da sürecin yaftasini oluçturan tinselligin, yani tarihin de ürünüdür. Birey kendini ve evreni bagimsiz ve özerk olarak asla tam tamina kavrayamaz; çünkü o tarih tarafindan belirlenmiç ve tutuklanmiçtir.(Özlem,1986,s. 31). Tutukludur çünkü o tarihsel bireydir. Algisi tarihseldir. Dilthey, bilgi ve bilimi zamana(tarih) bagli olmayan bir boyut içinde görmeye çaliçan yeniçagin doga bilime dayanan epistemolojisini tek yanli bulur, ama onu diçlamaz. Onun yerine kökleri tinsellik, tarihsellik ve yaçama kavramlarina dayanan bir meta-epistemoloji tasarlar. Bu meta-epistemoloji yaçamin bütünlügüne yönelen bir yaçama felsefesi tabanina dayali olacaktir. Yaçama felsefesi, yaçamanin bütünlügünü kavrama giriçimi olacaktir. (Özlem,1996,s.30) Diltheyin felsefeye getirdigi anlama kavrami düalist bir bilim anlayiçini içinde barindirir. Doga ve tin bilimleri için açiklama-anlama karçitligini temele alan bir düalizmdir bu. Açiklama ile anlamanin her bilme etkinliginin temel ögeleri oldugunu gözden uzak tutmamaliyiz. Bu konuda Habermas 'in söyledikleri önemlidir. Bu düalist kavram çerçevesinin diçina çikamayanlar anlamayi yanliç 'anlayarak', psikolojik bir yoruma tabi tutarak onu, duygudaçlik yoluyla kendini yabanci bir öznenin zihinsel durumlarina yerleçtirme olarak görmektedir. Oysa Habermas 'ta anlama etkinligi bir diyaloga bir üçüncü olarak diçaridan bakma degil, diyaloga dogrudan dogruya ikinci öge olarak katilma demektir. Anlama bununla iletiçimsel bir boyut kazanir. Ricoeur ise açiklama ile anlama arasindaki çatiçmanin yalnizca görünüçte bir çatiçma oldugunu ve bu iki tutumun diyalektik olarak birbiriyle iliçkili oldugunu göstererek olay ile anlam diyalektiginin konuçulan söylemdeki gibi yazili söylemde de devam ettigini düçünür. Dilthey için her tarihsel dönemde anlamlarin taçiyicisi olan DIL, her tarihsel dönemin kendisini diça vurdugu, nesneleçtigi ortamdir. Bir tarihsel döneme damgasini vuran degerler, o dönemin anlamlarinin taçiyicisi olarak dilde saptanabilirler. Bu yüzden dilsel ürünler olarak yazili metinler her zaman tinsel bilimlerin ana malzemesidir. Anlami ortaya çikarabilmemiz için baçvurulmasi gereken temeldir. Dilthey her dönemi kendine özgü bir bütünlük olarak görürken, anlami ortaya çikarmak isteyen bizlerin farkli bir donanim ve geçmiçin degerlerinden oldukça farkli bir yapi içinde oldugumuzu vurgular. Bu yüzden bize yabanci olan geçmiçi tam anlamiyla kavrama olanaklarimiz kisitlidir. Bu konuda yapabilecegimiz çey, geçmiçi, dilsel ürünlerin, yazili yapitlarin dilini yorumlayarak anlamak, yani hermeneutik yapmaktir. Öyle ki, Diltey için hermeneutik, tinsel bilimlerin ana yönetimidir ve tinsel bilimler hermeneutik bilimlerdir. (Özlem,1996,s.34) Zaman evrendeki en büyük labirenttir. Gördügünü bize böyle söyler saat tamircisi. Ínsani labirentin küçük bir köçesine sikiçmiç, geçmiç ve gelecek arasinda sallanan salincaga mahkûm olmuç görür. Salincagi tutan sonsuzluktur. Ínsan ise sonunun ölüm oldugunu bilir. Íçte bu onun yaçantisini dünya üzerinde oynadigi bir oyuna çevirir. Zaman çaçirtir, kandirir, kendine baglar onun degiçkenliginde insani bekleyen, acikli bir çirpinmadir... Zaman biçare insanla oynar, önüne girilmesi tehlikeli yollar açar. Kuçkuyla girdigi her yolun ortasinda buldugu, var olma çabasidir. Yolun sonunda ise ölüm beklemektedir onu. Labirentin çikiçi yoktur. Tamirci herkese tepeden bakar. Anlamin Dünyasi Anlama sorunsali içinde baçlica iki ana gelenek ortaya çikmiçtir. Bunlardan birincisi; anlayici sosyolojinin içinde geliçtigi alandir. Weber, etnoyöntembilimi gibi. Ikinci gelenek Dilthey ve Husserle dayanan anlama, Heidegger tarafindan varlik ve zaman da insan var oluçunun temel özelligi olarak ve anlaçma, Gadamer tarafindan hakikat ve yöntem de tarihsel yaçamin temel özelligi olarak ontolojik bir biçimde karakterize edilmiçtir.(Habermas 2001,s.135). Webere göre, Sosyolojinin temellendirilmesindeki temel epistemolojik mesele; doga bilimlerinin açiklamasi ile kültür bilimlerinin anlamasini bagdaçtirmaktir. Çünkü bireyselleçtirici, kültür bilimleri (tarih) de, genelleçtirici kültür bilimi olarak sosyoloji de, kavramlarin ancak deger-eylem iliçkisinden hareketle kurabildiklerinden, öncelikle anlamaci bilimlerdir; ama özellikle genelleçtirici olmasi gereken sosyoloji, ayni zamanda açiklamaci bir bilim olarak kurulmak zorundadir. (Özlem 1990,s.82) Weber, sosyolojide anlama yönteminin etkin olmasinda hemfikirdir ama ona onun anlamaya bakiçi sosyolojik anlamadir. Nedensel açiklamayi içeren bir nedensellik çerçevesinde bir anlama yaklaçimina sahiptir.Weber bu baglamda anlayarak açiklamak yöntemi ile 3 çekilde ideal tip oluçturmuçtur: Münferit bir hadisede davraniçta kast edilen gerçek manayi veya mana bütünlügünü yorumlama yolu ile kavramak demektir. Bu yol ile Weber hem genel hem de benzersiz olma özelliginde olan Bati Avrupa kapitalizmini incelemiçtir (Tarihsel yaklaçim). 1. Kitlesel davraniçlarda kast edilen ortalama ve yaklaçik manayi veya mana bütünlügünü 2. :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y14.html 8 -~ 11 18.11.2008 20:29 yorumlama yolu ile kavramak. Weber tarihsel süreç içerisinde farkli zaman ve toplumlarda karçilaçilan "bürokrasi" tiplemesini ortaya çikarmiçtir (kitlelerin sosyolojik olarak ele alinmasi) Sikça görülen bir olayin saf tipini kurgulayabilmek için ona bilimsel olarak atfedilen manayi veya mana bütünlügünü yorumlama yolu ile kavramak çeklindedir. Ekonomik kuramin önermelerini bu çekilde ele almiçtir. Degiçim, serbest rekabet ve tamamen akilci bir etkinlik esasina göre örgütlenmiç bir toplumda piyasalarin ayrintili bir ideal tablosunu incelemiçtir.(Tekel 2003) 3. Etnoyöntembilimi, kültürün içinden kültürü anlama yöntemidir. Günlük hayata odaklanarak öznel yapilarin nasil anlamlandirildigini inceler. Ilgilendigimiz toplumun bir araya nasil geldigini, nasil yapilmakta oldugunu anlamaya çaliçir. Günlük faaliyetlerin toplumsal yapilarini esas alir. Bireylerin objeleri ve gerçekleçen olaylari anlama biçimleri ile bu biçimin eyleme dönüçme süreci etnoyöntembilimin ilgi alanidir. Bu anlamlandirma sürecinde bireyler kendilerince ifadeler kullanirlar. Anlatim kavrami, birey tarafindan algilanan çeyin ifade edilmesi anlamina gelir. Etnoyöntembilimciler anlatimlarin, kime göre ve neye göre dogru algilandigi sorusu üzerinde durmuçlardir Etnoyöntembilimciler bir yandan taraflarin yorumlayici bir biçimde ürettikleri gündelik yaçam pratiginin içlemsel ve salt tikel karakterini vurgularken, bir yandan da sosyal bilimcinin esas olarak bir taraf statüsünde bulunmasi olgusundan yöntem bilgisel sonuçlar çikarirlar.(Habermas, 2001,s.155) Hermeneutik Hermeneutik nedir sorusuna verilebilecek en basit cevap; verstehen yani idrak etmeyi saglayan bir düçünme gelenegi oldugudur. Bir bildirme, haber verme, çeviri yapma, açiklama ve açimlama yorumlama sanatidir. Etimolojik kökenini Tanrilarin buyruklarini insanlarin anlayabilecegi biçimde anlatan, onlara manasini açiklayan Hermesten alir. Hermeneutik etkinligi daima bir baçka dünyaya ait bir anlam baglamini, o an içinde yaçanilan dünyaya aktarma/çevirme etkinligi olmuçtur. Bu düçüncenin ifade edilmesi/bildirilmesi olarak hermeneiu esas anlami içinde geçerlidir. Zaten ifade kavraminin kendisi, diça vurma, açiklama ve çeviriyi içerecek çekilde çok anlamli bir kavramdir.(Günay,2002,s.84) Antik çag da sözel ve siradan bir anlamin(düz anlam) ardinda ya da üstünde bulundugu varsayilan esas anlami ortaya çikarmayi amaçlar. Art ya da üst anlamin karçiligi olan hyponoia, alegorik yorumlamayi anlatir. Teolojik hermeneutik, Hiristiyan dogmatizmine dayanan, Eski Ahit ve Yeni Ahit arasindaki uyuçmazliklari ortadan kaldirmak için Augustinus tarafindan geliçtirilen bir yöntemdir. Schleiermacher, hermeneutigi evrensel bir anlama ve açimlama ögretisi haline getirmeyi denemiçtir. Ona göre anlama, metnin dehalar-arasilik temelinde üretken tekraridir. Böylece Schleiermacher ile hermeneutikte dilin rolü ön plana çikmiç, filolojik yorumlamanin sinirlari zorlanmiçtir. Iletiçimin, insanlarin birbirini anlamasi zemininde temellendirilmesi hermeneutige yeni bir derinlik kazandirmiçtir. Schleiermacher için bir anlam verme sanati olarak hermeneutigin baçvurdugu anlama yöntemi evrensel bir yöntem olarak, tüm tinsel yaratilari, düçünce ürünlerini, bu yarati ve ürünleri onlarin yapicilari ile özdeçleçtirerek ve bu arada kendimizi de onlarla özdeçleçtirerek yeniden zihnimizde kurma yöntemidir. Bu yöntemle ele alinacak olan yazili metinler aslinda dilsel ürünlerdir ve dil, bireyin oldugu kadar, toplumun da evreni anlamlandirma ortamidir. Yani birey de, toplum da her tarihsel çagda, sözcüklere yüklenen ortak anlamlar araciligi ile evreni kavrarlar. Öyle ki dil bu hali ile anlamlarin taçiyicisidir. Böyle oldugu içindir ki dil, ayni zamanda her tarihsel çagda insanligin evreni nasil kavradiklarini hermeneutik yoldan yorumlamamizi saglayan ortam olarak tarihin de taçiyicisidir. Öyle ki her tarihsel yapit belli bir tarihtir.(Özlem, 2001, s.246) Schleiermacherden sonra Dilthey, yaçama kavramindan hareket ederek tin bilimlerini anlamaci bilimler olarak konumlandirmiçtir. Hermeneutik de bu bilimlerin temel yöntemidir. Dilthey anlamayi çöyle tanimlar: Duyulara diçaridan verilen içaretler araciligi ile içsel gerçekligin bilinmesini saglayan bu yönteme anlama diyoruz.(Günay,2002,s.91) Diltheyin hermeneutiginin temel bakiçini hayatin anlatimlari oluçturur, duyular dünyasinda olan çeyler her zaman bir zihnin anlatimlaridir ki bu ifadeler bizim anlamamiza yardim eder. Bu hermeneutik modelde bilincin homojenligi empati-anlama-verstehenin temelidir. Yani bu model insan dogasinin homojenligini anlamayi amaçlar. Dilthey için insan tarihsel bir varliktir. Sabit, degiçmez bir dogasi yoktur. Bu ne demektir? Dilthey tarihi bir nesne olarak, geçmiç bir çey olarak düçünmez. Tarihsellik, baçlica iki çey ifade etmektedir: 1- Insan kendisini yalnizca iç gözlem araciligi ile degil, yaçamin nesnelleçme yollari ile anlar. Ínsanin bize ne oldugunu bize yalnizca tarih söyler. Insanin kendisini anlamasi dogrudan degil dolaylidir. 2- Insanin dogasi degiçmez bir öz degildir. (Günay,2002,s.92) Dilthey ile birlikte felsefe yaçama üzerine bir etkinlik degil, yaçamin içinde bir etkinlik olarak görülmeye baçlanmiçtir. Felsefeyle zerrece ilgisi yoktur ve kisa boylu, ufak tefek bir adamdir saatlerin usta :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y14.html 9 -~ 11 18.11.2008 20:29 tamircisi. Zamanin içine doldurdugu dogumlar ölümler..savaçlar, dizleri üzerine çöken imparatorluklar mezar taçlari üzerinde kurulan kralliklar sayisiz kere dogan ve batan güneç ve elbette ki kitaplar hiçbir kütüphaneye sigamayacak, hiçbir insanin bilemeyecegi kadar bilgi .Yorgundur. Heidegger, Diltheyin yaçama kavraminin yerine var oluçu koyar. Anlama, insanin düçünsel bir yetisi degil insan var oluçunun temel hareketidir. Heideggerde hermeneutik, bir anlama yöntemi olmaktan çikip, insanin varlik tarzina, diç dünyaya açilma biçimine dönüçmüçtür. Heideggere göre insan evreni degil, kendi tarihi içinde kendini anlamaktadir. Bunun için hermeneutik, insan var oluçunun bizzat kendisini anlama biçimidir. Insana anlama yolu ile açik olan çey, onun diçindaki bir evren degildir. Varlik, her çeyden önce bize dilde açilan bir tarihtir. Heideggere göre; Kültür varligi olarak insan, her zaman herhangi bir kültürel durum içine dogar, kendini herhangi bir Dasein alani içinde bulur. Bu onun seçtigi bir çey degildir; o herhangi bir kültürel durum içine, daseine atilmiç , birakilmiçtir. Böylece o daha baçtan, kendini insan yaratisi bir anlamlar(simgeler) evreni içinde bulur. Yine böylece o, belli bir tarihsellik/kültürellik formu içerisinde kendi olanaklarini ve ürünlerini anlayan ve yorumlayan bir konumdadir. Dolayisi ile anlama, insan var oluçunun temel yönelimidir ve insan ancak anlar. Insan kendi tarihi içinde kendini anlamaktadir, yani sürekli bir hermeneutik etkinligi içinde bulunmaktadir. Bize anlama yolu ile açik olan çey, o halde bizden bagimsiz oldugu sanilan bir doga degildir. Doga bile bizler için ancak bize dilde açilan bir tarih olmaktan ibarettir. Dilin kendisi bir simgeler toplulugu ve düzeni oldugundan, tanidigimizi sandigimiz ve dil araciligi ile ifade ettigimiz her çey, simgesel/kültürel/tarihsel olmak zorundadir. Kültürel varlik olali beri, bizim evrenimiz doga degil, dildir, kültürdür. Dil insanin evidir. (Özlem 1993, s.127) Insanin kültür hakkinda söyledigi her çeyin kendisi de kültür ürünüdür. Dasein için kültür içine hapsedilmiçlikten, atilmiçliktan çikiç yolu yoktur. Ama her insan kendi var oluçu üzerinde, kendi bütüncül yorumunu geliçtirmek gibi bir olanaga sahiptir. Heidegger için anlama, kartezyen özneden farkli olarak var oluçun tüm potansiyel ögelerini varlik dolayimi ile etkin kilan öznenin, bütünsel etkinligidir. Oysa kartezyen özne, varlikta etkin olma konumunda olmayan ama bilme süreçlerinde etkin olan biridir. Özetle söylenecek olursa Heidegger in hermeneutige katkisi fenomenolojik yöntemi epistemolojik degil ontolojik bir ilgiyle kullanarak ilkinin dogal tavir almanin genel savini diçarida birakabilen saf öznesine karçin kendisinin tarihsel özneye vurgu yapmasindadir. Bu tavir degiçikligi, tarihsel özne ile nesnesi arasinda tam bir birlik saglayabilmiç, ilkinin vardigi özne-nesne parçalanmasini, vurguladigi tarihsel anlama boyutuyla açabilmiçtir. (Kalayci) Gadamere göre, Heideggerin yaptigi en önemli çey anlamanin ontolojik anlamini ortaya koymak olmuçtur. Bir baçka deyiçle Heidegger, anlama kavraminin yöntemsel bir kavram degil ontolojik bir problem oldugunu keçfetmiçtir. Gadamere göre hermeneutik, Diltheydeki metin yorumuna dayanan bir filolojik çaliçma yöntemi degil, bir metnin kendi içinde sakladigi özün anlaçilmasi anlaminda felsefi bir etkinliktir. Gadamerin tümel felsefe olarak kavradigi hermeneutik anlamaya dayanmiçtir. Anlamak demek, yorumlamak demektir. Yorumlamak da anlamanin biçimini, somutlaçmasini gösterir. Gadamere göre anlamanin nesnesi(object), özdür. Bu özü kavramak için geliçtirdigi anlama teorisi; tarihsellik, durumsallik, ufuklarin kaynaçmasi gibi kavramlarla biçimlenir. Gadamer, bütün anlamin dile ait oldugunu ve kültür bilimlerinde anlamanin bu nedenle dil ortami içerisinde incelenmesi gerektigini söyler. Ama dil bir merkez ya da amaç degil, bir ortamdir, bir araçtir, temel degildir. Oyuncunun kendisi, oyunun yalnizca oyun oldugunu ve amaçlarini ciddiyetini belirledigi bir dünyada var oldugunu bilir. Fakat o bunu, bir oyuncu olarak, bu ciddiyetle iliçkiyi fiilen amaçladigi/yöneldigi çekilde bilemez. Oyun amacina yalnizca oyuncu kendisini oyunda unutuyorsa ulaçabilir Ciddiyet bize oyunun diçina çikma çagrisinda bulunan bir çey degildir, aksine oyunu oyun yapan çeydir. Oyunu ciddiye almayan kiçi bir, oyunbozucudur.Oyunun olma modu (seinsweise), oyuncuya, oyuna, bir nesnenin karçisindaymiççasina davranma imkâni vermez. Oyuncu oyunun ne oldugunu ve yapmakta oldugu çeyin sadece bir oyun oldugunu çok iyi bilir; fakat neyi bildigini bilmez. (Gadamer, 2008,s.142) Saat tamircisi penceresinden diçariya bakti. Bakiçlarinin ulaçtigi her nesne dagiliyor toza dönüçüyordu. Her çey kozmik bir oyunun parçasi gibiydi. Keyifle gülümsedi. Yeni, farkli bir saat yapmanin ZAMANIYDI. * Verstehen anlamanin ötesinde idrak etmek, Erzahlen, açiklamanin ötesinde, tasvir etmek anlamini taçir. Ama bu yazida anlamak ve açiklamak kelimeleri tercih edilmiçtir. :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y14.html 10 -~ 11 18.11.2008 20:29 ASLAN, Hasan, Çagcil Doga Anlayiçi 2004, Özleme Armagan Inkilab yay. BAKER, Ulus, Bilimsel Kuçkudan, Bilimden Kuçkuya Dogru, 1996, Cagito 6-7,YKY. BATUR, Enis Ya/zar 63+1 para-graf(fiti), Sanat dünyamiz bahar 1994, yky. ÇOTUKSÖKEN, B. Ortaçag yazilari,1993, Kabalci Yayinlari. ÇÜÇEN, A.Kadir, Heideggerde Varlik ve Zaman 2003, Asa kitapevi ELIADE, Mircae, Imgeler simgeler, Gece yayinlari 1992 ERKIZAN, H. Nur, Yaçamin Anlam Olanaklari Olarak Etik,2005 Ilke dergisi(internet) GADAMER, H.G. Hakikat ve Yöntem, 2008, Paradigma Yayincilik GÜNAY, Mustafa, Düçünce ve Kültür Tarihinde Hermeneutik 2002,D/B dergisi, s.19. HABERMAS, Jürgen,Iletiçimsel Eylem Kurami,2001, Kabalci Yayinevi HORKHEIMER, M. Akil Tutulmasi, 1986, Metis Yayinlari HUIZINGA, Johan, Homo Ludens, Ayrinti yayinlari 2006. 2.basim KALAYCI, N. Gadamer ve Hermeneutik, Yeditepe Felsefe Dergisi s.10. YT.Ü MALINOWSKI, B. Büyü, Bilim, Din, Kabalci yayinlari 1990 ÖZLEM, Dogan, Kültür Bilimleri, Kültür Felsefesi, 1986, Remzi Kitapevi ÖZLEM, Dogan, Max Weberde Bilim ve Sosyoloji, 1990, Ara yayincilik. ÖZLEM, Dogan, Felsefe Yazilari,1993, Anahtar Yayinlari ÖZLEM, Dogan, Sosyal Bilimleri Yeniden Düçünmek 1998, metis yay.(felsefeekibi) POPPER, Karl.R, Açik Toplum ve Düçmanlari c.1 1967, TSID yay. STRÖKER, E. Bilim Kuramina Giriç, 190, Ara yayincilik TEKEL, Suna Sosyoloji Tarihi 2003 güz.(internet makalesi)
Sayi :11 Yil: 2008 Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim
Sosyal Bilimlerde Anlami Anlamak Sorunsali Felsefe Ekibi Not: Metnin soruna bilim kuraminin perspektifinden bakan ilk bölümü alintilanmiçtir. Ikinci bölüm, görüngübilimsel, etnoyöntembilimsel, yorumbilgisel okullarin bakiç açilarini içermektedir. (1) Dilthey'e ye Husserl'e dayanan gelenekte anlama, Heidegger tarafindan Sein und Zeit'da (1927) insan varoluçunun, temel özelligi olarak ve anlaçma, Gadamer tarafindan Wahrheit und Methode'de (1960) tarihsel yaçamin temel özelligi olarak ontolojik bir biçimde karakterize edilmiçtir. Bu yaklaçim biçimine kesinlikle dizgesel olarak dayanmak istemiyorum, ama son onyillarda sosyal bilimsel temeller üzerine yürütülen yöntembilgisel tartiçmanin benzer sonuçlara götürdügünü göstermek istiyorum: "Gündelik aktörlerin eylemlerinin tanimlanmasinin üretimi, süregelen bir pratik olarak toplumsal hayata eçlik etmez, kesinlikle onun üretiminin ayrilmaz parçasidir ve ondan ayrilamaz, çünkü digerlerinin ne yaptiginin nitelendirilmesi ya da daha daraltirsak amaçlan ve yaptiklarinin gerekçeleri, iletiçimsel amacin aktarilmasini saglayacak öznelerarasiligi mümkün kilmaktadir. Bu açidan, verstehen [anlama] toplumsal dünyaya giriç için, sosyal bilimlere özgü, özel bir yöntem olarak degil, insan toplumunun üyeleri tarafindan üretilmiç ve yeniden üretilmiç bir ontolojik durum olarak görülmelidir."¹ Sosyoloji, nesne alanina anlayici bir biçimde eriçme yolunu bulmaya çaliçmalidir, çünkü orada nesne alaninin onlar sayesinde ve onlarin içinde bir ölçüde önceden, yani her türlü kuramsal müdahaleden önce kuruldugu anlaçma süreçlerini hazir bulur. Sosyal bilimci simgesel olarak önceden yapilandirilmiç nesnelerle karçilaçir; bu nesneler konuçma ve eyleme yetisi olan öznelerin bu nesneleri üretmesini saglayan kuram öncesi bilginin yapilarini cisimlendirir. Sosyal bilimcinin nesne alanini kurarken karçilaçtigi, simgesel olarak önceden yapilandirilmiç gerçekligin iç mantigi, nesne alaninda ortaya çikan konuçma ve eylem yetisi bulunan öznelerin toplumsal yaçam baglamini onlara uyarak dolaysiz ya da dolayli bir biçimde ortaya koyduklari üretme kurallarinda gizlidir. Sosyal bilimlerin nesne alani, "bir yaçama evreninin bileçeni" tanimina giren her çeyi kapsar. Bu deyimin ne anlama geldigi, sezgisel olarak, konuçtugumuz ve eyledigimiz sirada ortaya koydugumuz simgesel nesnelere içaret ederek açiklanabilir: Dolaysiz anlatimlardan (söz eylemleri, amaçsal etkinlikler, içbirlikleri gibi) baçlayarak, bu anlatimlarin tortulari üzerinden (metinler, gelenekler, belgeler, sanat yapitlari, kuramlar, maddi kültür nesneleri, mallar, teknikler vb. gibi) dolayli olarak ortaya konan, örgütlenebilen ve kendi kendilerini kararli duruma getirebilen yapilanmalara (kurumlar, toplumsal dizgeler ve kiçilik yapilari) kadar. Konuçma ve eyleme, sosyokültürel bir yaçama evrenine dahil olma ve onun bir bileçeni olma durumunu geçici bir biçimde de olsa açiklamak istedigimizde baçvurdugumuz, açiklanmamiç temel kavramlardir. Çimdi, tin bilimlerindeki ve sosyal bilimlerdeki "anlama" sorunsalinin yöntembilgisel bir önem kazanmasinin nedeni, her çeyden önce bilim adaminin simgesel olarak önceden yapilanmiç gerçeklige yalnizca gözlem üzerinden ulaçamamasi ve anlami anlamanin yöntemsel açidan deney sirasindaki gözlemin denetlendigi biçimde denetlenmesidir. Sosyal bilimci yaçama evrenine, ilkesel olarak sosyal bilim bakimindan siradan bir insanin eriçtigi yoldan baçka bir yolla eriçmez. Bileçenlerini betimlemek istedigi yaçama evrenine belirli bir biçimde zaten dahil olmasi gerekir. Bu bileçenleri betimlemek için, onlari anlayabiliyor olmalidir; onlari anlamak :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y2.html 1 -~ 7 18.11.2008 20:38 için, ilkesel olarak onlarin üretiliçine katilabiliyor olmalidir; ve katilma da dahil olmayi öngerektirir. Bu durum, ileride görecegimiz gibi, yorumcunun anlami anlamaya kuçku götürmez bir betimleyici nitelik güvenceleyebilecek olan imlem ve geçerlilik sorunlari arasindaki ayrimi yapmasini yasaklar. Bu konuda dört düçünüç ortaya koymak istiyorum. (a)Anlama sorunsali ikici bir bilim görüçünün çekirdegini içinde taçir. Tarihselcilik (Dilthey, Misch) ve Yeni Kantçilik (Windelband, Rickert) doga ve tin bilimleri için açiklama-anlama karçitligi düzleminde bir ikicilik kurdu. Açiklama-anlama tartiçmasinin bu "ilk raundu" bugün artik güncel degil. 2 Ama görüngübilimsel, dil çözümleyici ve yorumbilgisel yaklaçim biçimlerinin sosyolojiye alinmasiyla birlikte, Husserl ve Schütz'le, Wittgenstein ve Winch'le, Heidegger ve Gadamer'le baglantili olarak bir tartiçma baçladi; bu tartiçmada sosyal bilimlerin, fizik gibi prototip doga bilimleri karçisinda iletiçimsel deneyimin yöntembilgisel rolü açisindan özel bir konumu temellendirildi. Buna karçilik empirist bilim kurami, daha Viyana Yeni Pozitivizmi'nde geliçtirilmiç bulunan tek bilim kavramini savundu. Sonradan birkaç kiçi sürdürmeye çaliçmiç olsa da, 3 bu tartiçmaya kapanmiç gözüyle bakilabilir. Öncelikle Abel'e dayanan eleçtiriciler, 4 anlamayi empati olarak, kendini yabanci bir öznenin zihinsel durumlarinin yerine koymak gibi gizemli bir edim olarak, yanliç anladilar; onlar, empirist varsayimlar yüzünden iletiçimsel eylemleri, anlamanin özdeçleyim kurami anlaminda yeniden yorumlamak zorunda kalmiçlardi. 5 Tartiçmanin bir sonraki evresi, çözümleyici bilim kuraminin postempirist 6 dönüçümüyle baçlatilmiçtir. Mary Hesse, doga bilimlerinin ve sosyal bilimlerin aliçilageldigi üzere karçi karçiya konulmasinin temelinde, artik açilmiç bulunan bir doga bilimleri, genel olarak da empirik-çözümleyici bilimler kavraminin yattigini savunuyor. Kuhn, Popper, Lakatos ve Feyerabend'in modern fizigin tarihi üzerine baçlattigi tartiçma (1) kuramlarin sinandigi verilerin, söz konusu kuram dilinden bagimsiz olarak betimlenemeyecegini; (2) kuramlarin normal olarak yanliçlamaciligin ilkelerine göre degil, tersine kuramlararasi iliçkileri netleçtirme çabasinda ortaya çiktigi gibi, birbirleriyle iliçkileri tikel yaçama biçimlerine benzeyen paradigmalara bagimlilik içinde seçildigini gösterdi: "Verilerin kuramdan ayrilamayacaginin ve onlarin anlatimlarinin kuramsal kategorilerin içinde oldugunun, kuramsal bilimin dilinin indirgenemez biçimde metaforik ve biçimlendirilemez oldugunun, bilimin mantiginin yorumlama-yeniden yorumlama ve verinin kuram cinsinden, kuramin da veri cinsinden kendini düzeltmesi biçiminde dairesel oldugunun yeteri kadar gösterilmiç oldugunu kabul ediyorum." 7 Mary Hesse, buradan (3) doga bilimlerinde kuram oluçturmanin, anlamanin yorumbilgisel modeline göre çözümlenebilecek yorumlamalara sosyal bilimlerde oldugundan daha az bagimli olmadigi sonucunu çikariyor. Tam da anlama sorunsali açisindan, sosyal bilimlerin bir özel konumu temellendirilememiç gibi görünüyor. 8 Buna karçilik Giddens, sosyal bilimlerde özgül yani çifte bir yorumbilgisel ödevin bulundugunu hakli olarak öne sürüyor: "Bilimde, paradigmalarin veya büyük ölçüde çeliçik kuramsal çemalarin araciligi, baçka türden anlam çerçeveleri arasindaki iliçkilerde içerilene benzer bir yorumbilgisel sorundur. Fakat sosyoloji, doga bilimlerinden farkli olarak, anlam çerçevelerinin yaratiliçinin ve yeniden üretiminin, çözümlemeye çaliçtigi çeyin, yani insanin sosyal davraniçinin en önemli koçulunu oluçturan önceden yorumlanmiç bir dünyayla ugraçir: Sosyal bilimlerde çifte bir yorumbilgisinin bulunmasinin nedeni budur...." 9 Giddens "çifte" bir yorumbilgisinden söz ediyor, çünkü sosyal bilimlerde anlama sorunlari yalnizca verilerin betimlenmesinin kavram bagimliligi üzerinden ve kuram dillerinin paradigmaya bagimliligi üzerinden devreye girmiyor; burada daha kuram oluçturmanin eçigine varilmadan, yani verilerin kuramsal betimleniçi sirasinda degil, daha elde edilmeleri açamasinda bir anlama sorunsali ortaya çikiyor. Çünkü kuramsal kavramlarin içiginda ve ölçme içlemlerinin yardimiyla bilimsel verilere dönüçtürülebilecek olan gündelik yaçam deneyimi, zaten simgesel bir yapidadir ve yalin gözlemle eriçilemez.¹º Verilerin paradigmaya bagli kuramsal betimleniçi, yorumlamanin, tüm bilimlere yapisal olarak benzer ödevler yükleyen bir açamasini gerektiriyorsa, o zaman sosyal bilimler için gözlem dili ve kuram dili iliçkisinde bir baçka sorunun ortaya çiktigi bir O-yorumlama açamasinin kaçinilmazligi kanitlanabilir. Bunun tek nedeni, gözlem dilinin kuram diline bagimli oluçu degilir; sosyal bilimsel "gözlemci" herhangi bir kurama bagliligi seçmeden önce, verilere ancak onlar üzerinden eriçilebilecek anlaçma süreçlerinde bir taraf olarak, nesne alaninda söz konusu olan dili kullanmak zorundadir. Özgül anlama sorunu, sosyal bilimcinin nesne alaninda "önceden buldugu" bu dili nötr bir araç olarak "kullanamayacagi"ndan kaynaklanir. Sosyal bilimci, bir yaçama evreninin ve üstelik kendi yaçama evreninin üyelerinin, kendisinin de siradan bir kiçi olarak sezgisel bir biçimde bildigi ve çözümlemeye gerek duymadan her anlaçma sürecine getirdigi kuram öncesi bilgisine baçvurmadan, bu dilin "içine giremez." Gerçi bu yeni bir kavrayiç degildir, tersine tek bilim tasarimini eleçtirenlerin her zaman savunmuç bulundugu savin ta kendisidir. Bu sava yalnizca yeni bir içik tutulmuçtur, çünkü çözümleyici bilim kurami, yakin dönemdeki postempirist dönüçümüyle birlikte, anlama :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y2.html 2 -~ 7 18.11.2008 20:38 kuramlari tarafindan kendisine sunulmuç bulunan eleçtirel kavrayiçi kendi yöntemleriyle yeniden keçfetmiçtir. Bu kavrayiç, Peirce'den Dewey'e dek uzanan pragmatikçi bilim mantigi çizgisinde zaten vardi.¹¹ b) Nesne alanlarini yorumlama yoluyla anlamak zorunda olan bilimlerde, anlamanin özel yorumbilgisel zorluklari nelerdir? Bu soruyu H. Skjervheim daha 1959 yilinda ele almiçtir. " ¹² Skjervheim, sosyal bilimsel nesnelcilik hakkindaki tartiçmayi yeniden baçlatanlardandir; bu tartiçma R. F. Bernstein'in "The Restricting of Social and Political Theory" (1963) baçlikli kapsamli incelemesi ile, geçici olarak sona ermiçti. P. Winch'in The Idea of a Social Science (1958) kitabinin sansasyonel etkisi altinda anlama sorunsalinin yöntembilgisel açidan çarpici sonuçlari, yani anlamanin sorunsal yönü üzerinde ilk çaliçanin H. Skjervheim olduguna yeterince dikkat edilmemiçtir. Skjervheim, anlami anlamanin bir deneyim kipi oldugu saviyla baçliyor. Anlama, kuramsal temel kavram olarak alinirsa, simgesel imlemleri veriler olarak görmek gerekir: "Bizim için önemli olan ... anlamlarin -öteki kiçilerin anlatimlarinin ve davraniçlarinin anlami, yazilan ve konuçulan sözcüklerin anlamlari- verilen çeye ait olarak görülmesi gerektigidir. Baçka bir deyiçle, bizim önerdigimiz, anlamla ve bizim diger zihinlere iliçkin bilgimizle ilgili bir algilama kuramidir." 1 ³ Simgesel anlatimlarin "algilaniçinin" çözümlemesi anlami anlamanin fiziksel nesnelerin algilaniçindan nerede ayrildigina açiklik getiriyor: Anlami anlama, anlatimi ortaya koyan özne ile öznelerarast bir iliçkiye girmeyi gerektiriyor. Imlemin algilanmasi kurami denilen kuram iletiçimsel deneyim kavramini açikliyor ve burada, çözümsel bilim kuraminda "unutulmuç olan izlege": iletiçimsel eylemde ego ile alter-ego arasinda kurulan öznelerarasilik izlegine rastliyor: Skjervheim iki temel tutum arasindaki farki vurguluyor. Üçüncü kiçi rolünde dünyadaki bir çeyi gözlemleyen ya da bunun hakkinda bir önermede bulunan bir kimse nesneleçtirici bir tutum içindedir. Buna karçilik bir iletiçime katilan ve birinci kiçi (Ego) rolünde bir ikinci kiçi (alter-ego olarak kendisi de ikinci bir kiçiye karçi ego gibi davranan) ile öznelerarasi bir iliçkiye giren kimse, nesnelleçtirici olmayan ya da bugün söyleyebilecegimiz gibi, edimsel bir tutum içindedir. Herkes gözlemleri kendisi için yapar ve bir baçka gözlemcinin gözlem önermelerini de (gerektiginde, ölçmelerin sonuçlarina göre) yine herkes kendisi için sinar. Bu süreç ilkesel olarak geliçigüzel gözlemciler arasinda birbiriyle uyuçan degiçik önermelere vardiriyorsa, bir gözlemin geçerliligi yeterince güvencelenmiç kabul edilebilir. Buna karçilik, anlami anlama, tekbenci bir biçimde yapilamayan bir deneyimdir, çünkü iletiçimsel bir deneyimdir. Simgesel bir anlatimi anlama, ilkesel olarak bir anlaçma sürecine katilmayi gerektirir. Eylemlerde, kurumlarda, emek ürünlerinde, sözcüklerde, içbirligi baglantilarinda ya da belgelerde cisimlenmiç imlemlere, yalnizca içeriden eriçilebilir. Simgesel olarak önceden yapilanmiç bir gerçeklik, iletiçim yetisi olan bir gözlemcinin bakiçlari karçisinda siki sikiya kapali, hatta anlaçilmaz kalmasi gereken bir evren oluçturur. Yaçama evreninin kapilari yalnizca, dil ve eylem edincini kullanan bir özneye açilir. Bu özne, yaçama evreninin üyelerinin iletiçimlerine en azindan sanal olarak katilmakla ve böylece kendisi de en azindan potansiyel bir üye olmakla, bu yaçama evrenine girebilir. Sosyal bilimci burada bir insan olarak sezgisel biçimde sahip oldugu bir edinci ve bir bilgiyi kullanmak zorundadir. Ama kendisi bu kuram öncesi bilgiyi tanilamadigi ve çözümlemeye sokmadigi için, anlamak amaciyla yalnizca içine girdigi iletiçim sürecine, bir taraf olarak hangi ölçüde müdahale edip böylelikle onu degiçtirdigini ve bunun ne gibi sonuçlari oldugunu denetleyemez. Anlama süreci açiklanmamiç bir biçimde bir ortaya koyma süreciyle baglantilidir. Böylelikle anlama sorunsali çu kisa soruyla anlatilabilir: Anlamanin nesnelligi, bir anlaçma sürecine katilan kiçinin edimsel tutumuyla nasil bagdaçtirilabilir? Skjervheim bu noktadan nesneleçtirici ve edimsel tutum arasindaki karçilikli degiçimin yöntembilgisel imlemini çözümlüyor. Bu degiçimle, sosyal bilimlerin bir çift anlamliliginin bagintisinin bulundugunu söylüyor, "ki, bu da insanin konumunun temel çift anlamliliginin, digerinin orada, hem benim için bir nesne olarak hem de benimle birlikte baçka bir özne olarak bulunmasininin bir sonucudur. Bu ikicilik, digeriyle olan iletiçimin en önemli araçlarindan birinde, konuçulan sözcükte ortaya çikar. Ötekinin sözceledigi sözcüklere sadece sesler olarak yaklaçabiliriz ya da anlamlarini anliyorsak, onlara, ne diyorsa onu dedigi olgusunu kaydederek, olgular olarak yaklaçabiliriz; ya da söyledigi çeye bir bilgi iddiasi olarak yaklaçabiliriz, bu durumda söyledigi çeyin üzerinde, onun yaçam öyküsüne ait bir olgu olarak degil dogru ya da yanliç bir çey olarak dururuz, ilk iki durumda, öteki benim için bir degiçik yollarla olsa da bir nesneyken, sonuncusunda o benimle eçit koçullar içinde olan ve ortak dünyamizla ilgili endiçelerimi paylaçmasiyla beni ilgilendiren bir öznedir.14 Skjervheim burada ilginç bir olguya, birinci bir kiçinin ikinci bir kiçi karçisindaki edimsel tutumunun ayni zamanda geçerlilik iddialarina yönlenme anlamina geldigine dikkat çekiyor. Bu tutum içinde ego, alter tarafindan öne sürülen bir dogruluk iddiasini, nesnel dünyada :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y2.html 3 -~ 7 18.11.2008 20:38 karçilaçilan bir çey olarak ele alamaz; ego bu iddiayla cepheden karçilaçir, bu iddiayi ciddiye almasi, buna evet ya da hayir biçiminde tepki göstermesi (ya da bu iddianin hakli olup olmadigi sorusunu, henüz yanitlanmamiç olarak bir kenara birakmasi) gerekir. Ego, alter'in sözcesini, simgesel olarak cisimlenmiç bilgi olarak kavramak zorundadir. Bu durum, anlaçma süreçlerinin karakteriyle açiklanir. Baçkalariyla anlaçmak isteyen kimse, taraflarin bir görüç birligi oluçup oluçmadigina karar vermesini saglayan ortak standartlar varsaymalidir. Ama iletiçim süreçlerine katilma, bir kimsenin bir baçkasinin geçerlilik iddialarina tavir almasi gerektigi anlamina geliyorsa, sosyal bilimci iletiçimsel deneyimleri topladigi zaman diliminde bile, karçisindaki kiçinin sözcesini salt bir olgu olarak kavrama opsiyonuna sahip degildir. Burada, sosyal bilimcinin Skjervheim tarafindan ayrilan ikinci ve üçüncü durumlari, bir sözcenin anlamsal içerigini anlamayi ve bu sözceyle bagli geçerli olma iddiasina tepki vermeyi, birbirinden bagimsiz olarak ele alip alamayacagi sorusu ortaya çikmaktadir. Skjervheim henüz doyurucu bir çözümleme sunmuyor, ama düçünüçü, daha bu noktada bizim baglamimiz açisindan önemli sonuçlara içaret ediyor. (c) Anlami anlama bir deneyim kipi olarak kavranacaksa ve iletiçimsel deneyim yalnizca bir etkileçim tarafinin edimsel tutumu içinde olanakliysa, dile bagimli veriler toplayan gözlemci sosyal bilimci, sosyal bilim açisindan siradan bir kiçiyle benzer bir statü içinde olmalidir. Bu iki kiçinin yorumlama baçaranlarinin yapisal benzerligi nereye kadar uzanir? Bu soruyu yanitlarken, konuçmanin ve eylemenin ayni çey olmadigini animsamak yararli olacaktir. Dogrudan taraflar iletiçimsel gündelik yaçam pratiginde eylem niyetlerini izlerler: Ortaklaça yorumlama sürecine katilma, taraflarin onun temelinde eylem planlarini koordine edebildigi ve kendi niyetlerini gerçekleçtirebildigi bir görüç birliginin oluçturulmasina yarar. Sosyal bilimsel yorumcu bu türden eylem niyetleri gütmez; anlaçma sürecine, yorumcunun hedefe yönelik eyleminin dogrudan taraflarin hedefe yönelik eylemleriyle koordine edilmesini gerektiren bir amaç için degil, anlamak için katilir. Sosyal bilimcinin içinde aktör olarak devindigi eylem dizgesi bir baçka düzlemde yer alir; bu düzlem esas olarak bilim dizgesinin bir tortusudur, ama yine de gözlemlenen eylem dizgesiyle örtüçmez. Sosyal bilimci gözlemledigi eylem dizgesi içinde, adeta aktörlük özelliklerini bir kenara birakarak yer alir, bir konuçucu ve dinleyici olarak sadece ve sadece anlaçma süreci üzerinde yogunlaçir. Bu durum aktarilmiç belgeleri deçifre eden, metinleri çeviren, gelenekleri açimlayan vb. bir tin bilimci modelinde açikliga kavuçturulabilir. Bu örnekte, özgün anlaçma sürecine katilanlar, bir zaman uzakligindan dahil olan yorumcunun sanal katilimini fark edemezler bile. Bu örnek, karçit bir modele, etkin varligiyla özgün sahneyi kaçinilmaz bir biçimde degiçtiren katilimci gözlemci modeline de içik tutuyor. Bu durumda bile, yorumcunun verili bir baglama, dikkati az ya da çok çekmeden eklemlenmeye çaliçtigi eylemler, öteki aktörlerin eylemlerinin anlaçilmasinin anahtari olan anlaçma sürecine özamaci için katilma konusunda yalnizca yardima içlevlere sahiptir. Açiklanmasi gereken 'yardimci içlevler' deyimini bir kenara birakiyorum ve salt 'sanal' bir katilimdan söz ediyorum; çünkü yorumcu, aktörlük özelligi açisindan bakildiginda, güncel baglamla degil, baçka bir eylem dizgesiyle iliçkili olan hedefi güder. Bu bakimdan yorumcu, gözlem baglami içinde kendisine özgü eylem niyetleri gütmez. Peki sosyal bilimci bir yorumcunun anlamasinin nesnelligi sorunu açisindan, sanal katilimcinin rolü ne anlama gelir? Skjervheim'in saydigi alternatifleri inceleyelim. Yorumcu kendini kesin anlamiyla gözlemle sinirlarsa, sözceleri anlamadan, onlarin fiziksel tözlerini algilar, iletiçimsel deneyimlerde bulunabilmek için edimsel bir tutum almasi ve özgün anlaçma sürecine, her zamanki gibi yalnizca sanal bir biçimde de olsa katilmasi gerekir. Bu sirada sosyal bilimci kendini Skjervheim'in varsaydigi gibi, taraflarin sözceleriyle öne sürdükleri geçerlilik iddialarina tepki vermeden, sözcelerin anlamsal içeriginin betimsel bir kavraniçiyla, sanki bu bir olguymuç gibi sinirli tutabilir mi? Yorumcu bir sözceyi, model olarak aldigimiz örnekte anlaçmaya yönlenmiç bir söz eylemini anlamak için bu sözcenin geçerlilik koçullarini bilmek zorundadir; bu sözceye bagli geçerlilik iddiasinin hangi koçullarda kabul edilebilir oldugunu, yani bir dinleyici tarafindan hangi koçullarda normal bir biçimde kabul edilmesi gerektigini bilmek zorundadir. Bir söz edimini, ancak onu neyin kabul edilebilir yaptigini biliyorsak anlariz. Yorumcu bu bilgiyle, o sirada gözlemledigi iletiçim baglaminda ya da karçilaçtirilabilir benzer baçka baglamlarda iliçki kurmayacak da nerede kuracaktir? Yorumcu iletiçimsel edimlerin imlemini, ancak bu edimler anlaçmaya yönlenmiç eylem baglamina yerleçtirilmiç oldugu için anlayabilir - bu durum, Wittgenstein'in imlemin kullanimi kuramindaki merkezi kavrayiçinin ve çikiç noktasini oluçturur. 15 Yorumcu, katilanlarin eylem planlarinin görüç birligi oluçturma yoluyla ne zaman koordine edildigini ve degiçik aktörlerin eylemleri arasindaki baglarin görüç birligi yoklugundan ötürü ne zaman koptugunu görerek, simgesel anlatimlarin hangi koçullarda geçerli olarak kabul edildigini ve onlara bagli geçerlilik iddiasinin ne zaman eleçtirilip reddedildigini gözlemler. Demek ki yorumcu bir anlatimin anlamsal içerigini, taraflarin tartiçmali önermeye evet ya da hayir diyerek ya da çekimser kalarak tepki verdikleri eylem baglamlarindan bagimsiz olarak açikliga kavuçturamaz. Ve taraflari kendi tavirlarini almaya yönelten örtük nedenleri ortaya koymadan da bu evet/hayir biçimindeki tavir almalari anlayamaz. Çünkü anlaçma ve uyuçmazlik, bunlara salt diçsal koçullarin neden olmadigi ve karçilikli geçerlilik iddialarina göre ölçüldükleri sürece taraflarin elinde gerçekten bulunan ya da bulundugu varsayilan gerekçelere dayanir. Çogu zaman örtük olan bu :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y2.html 4 -~ 7 18.11.2008 20:38 gerekçeler, anlaçma süreçlerinin üzerinde döndügü eksenleri oluçtururlar. Ama bir yorumcu bir anlatimi anlayabilmek için konuçucunun kendi anlatiminin geçerliligini gerektiginde ve uygun koçullarda savunmasini saglayan nedenleri göz önünde bulundurmak zorundaysa, kendisi de geçerlilik iddialarinin yargilanmasi sürecinin içine çekilecektir. Gerekçeler üçüncü bir kiçinin tutumuyla, yani ya onaylayici, reddedici ya da çekimser bir tepkide bulunmaksizin kesinlikle betimlenemeyen bir malzemeden yapilmiçtir. Yorumcu, bir "gerekçeyi" kendi temellendirme iddiasiyla yeniden kuramazsa, yani Max Weber'in deyiçiyle rasyonel bir biçimde yorumlayamazsa, onu anlayamaz. Gerekçelerin betimleniçi, betimlemeyi yapan kiçi kendisini o anda onlarin saglamligini yargilayamayacak durumda görse bile, eo ipso bir degerlendirme gerektirir. Gerekçeleri ancak, niçin saglam olup olmadiklari ve gerektiginde nedenlerin iyi ya da kötü olduguna iliçkin bir karar vermenin niçin (henüz) olanakli olmadigi anlaçildigi ölçüde anlamak olanaklidir. Bu yüzden bir yorumcu eleçtirilebilir geçerlilik iddialari üzerinden bir gerekçeler potansiyeline bagli olan ve böylelikle bilgiyi temsil eden anlatimlari, onlara karçi bir tavir almadan yorumlayamaz. Ve kendi yargilama standartlarini oluçturmadan bir tavir alamaz; bu standartlar da her durumda onun benimsedigi standartlar olmalidir. Bu standartlar öteki degiçik yargilama standartlari karçisinda eleçtireldir. Yorumcu bir alter'in öne sürdügü geçerlilik iddiasina tavir aldiginda, düpedüz hazir bulmakla kalmayip dogru olduklarini da benimsek zorunda kaldigi standartlari da uygulamiç olur. Bu bakimdan sadece sanal bir katilim, yorumcuyu bir dogrudan tarafin yükümlülüklerinden kurtarmaz: Anlamanin nesnelligi sorunu açisindan belirleyici olan noktada, hem sosyal bilimci gözlemcilerden hem de sosyal bilimlerle ilgisi olmayan siradan insanlardan ayni türde yorumlama baçarimi beklenir. Buraya kadarki düçünüçlerimiz anlami anlama yönteminin, bilginin aliçilageldik nesnellik türünün tartiçma götürür kaldigini, çünkü yorumcunun kendi eylem niyetleri olmasa bile, iletiçimsel eyleme katilmak ve nesne alaninda ortaya çikan geçerlilik iddialariyla karçi karçiya kalmak zorunda oldugunu ortaya koymaya yönelikti. Yorumcu geçerlilik iddialarina yönlenmiç eylemin rasyonel içyapisinin karçisina, rasyonel yaklaçimli bir yorumla çikmalidir. Yorumcu bu yorumu ancak nesneleçtirici bir gözlemci statüsüne girme pahasina tarafsizlaçtirilabilir; ama bu statüden içsel anlam bagintilarina eriçmek olanaksizdir. Yani iletiçimsel eylemlerin anlaçilmasi ile rasyonel yorumlarin yaklaçimi arasinda temel bir baginti vardir. Bu baginti temeldir, çünkü iletiçimsel eylemler öncelikle olgusal akiçlari içinde anlaçilip ancak bundan sonra ideal tiplere iliçkin bir akiç modeliyle karçilaçtirilmak gibi iki açamali bir biçimde yorumlanamaz. Sanal, kendisi eylem niyetleri gütmeyen, katilimci bir yorumcunun olgusal olarak sürmekte olan bir anlaçma sürecinin anlamini ancak betimsel olarak kavrayabilmesi için, karçisina çikan anlaçmayi ve görüç aykiriligini, geçerlilik iddialarini ve potansiyel gerekçeleri, kendisinin ve dogrudan taraflarin ilksel olarak paylaçtigi ortak bir temel üzerinde yargiladigini varsaymasi gerekir. Betimlemelerinin temeline iletiçimsel eylem modelini koyan bir sosyal bilimsel yorumcu için bu varsayim her durumda zorunludur. Son olarak, bu modelin geniç anlamda ontolojik varsayimlarindan bu sonucun çiktigini göstermek istiyorum. d) Bir davraniçi teleolojik eylem olarak betimledigimizde, eyleyenin belirli ontolojik varsayimlarda bulundugunu, içinde bir çeyi bilebilecegi ve ona hedefe yönelik bir biçimde müdahale edebilecegi nesnel bir dünyayi göz önünde bulundurdugunu varsayariz. Aktörü gözlemleyen bizler, ayni zamanda aktörün öznel dünyasi açisindan ontolojik varsayimlarda da bulunuruz. Genel olarak dünya ile, eyleyenin bakiç açisindan göründügü biçimiyle dünya arasinda bir ayrim yapariz. Aktörün (bizim kanimizca) dogru olandan farkli olarak neyi dogru varsaydigini betimleyici bir biçimde saptayabiliriz. Betimleyici ve rasyonel bir yorum arasinda yapilan seçim, aktörün kendi kanilariyla bagladigi dogruluk iddiasina ve teleolojik eylemleriyle bagladigi dogruluga iliçkin baçari iddiasini, nesnel yargilamaya açik iddialar olarak ya reddetmeye ya da ciddiye almaya karar vermemizden oluçur. Bu iddialarin geçerlilik iddialari olduklarini reddedersek, görüçleri ve niyetleri öznel bir çey olarak, yani bir aktör tarafindan kendi görüçü ya da niyeti olarak sunuldugunda, onun öznel dünyasina atfedilmesi gereken bir çey olarak ele aliriz. Bu durumda, dogruluk ve baçari iddialarini, görüçleri ve niyetleri anlatimsal sözceler olarak ele almakla nötralize ederiz; ve bu sözceler nesnel olarak ancak içtenlik ve sahicilik bakiç açilarindan yargilanabilir. Bu bakiç açilari ise, ilksel olarak sadece, deyim yerindeyse izleyicisiz bir aktörün teleolojik eylemine uygulanamaz. Buna karçilik, aktörün eylemlerini tam da onun rasyonel olarak kastettigi bir biçimde ciddiye alirsak, onun (varsayilan) baçari beklentilerini, bizim bilgimize ve bizim olgusal eylem akiçini ideal tipe iliçkin bir biçimde tasarlanmiç amaçsal-rasyonel eylem akiçi ile karçilaçtirmamiza dayanan bir eleçtiriden geçiririz. Eyleyen kiçi elbette bu eleçtiriyi ancak, onun teleolojik eylem modelinin izin verdiginden farkli yetilerle donattigimizda yanitlayabilir. Karçilikli bir eleçtiri ancak eyleyenin de kiçilerarasi iliçkilere girebilmesi, iletiçimsel eylemde bulunabilmesi ve hatta özel ve tartiçim adini verdigimiz, varsayimlar açisindan zengin bir iletiçime katilabilmesi durumunda olanaklidir. Benzer bir düçünme deneyini, bir davraniçi normlara göre düzenlenen eylem olarak betimledigimiz durum için de yapabiliriz. Bu sirada, aktörün ikinci bir dünyayi, içinde normlara uygun davraniçi, normlara uymayan davraniçtan ayirabilecegi sosyal dünyayi hesaba kattigini varsayariz. Ve bu defa da gözlemci olarak bizler ayni zamanda, böylelikle aktöre görünen sosyal dünya ile öteki katilimcilara ve bize görünen sosyal dünyayi birbirinden ayirabilmek için :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y2.html 5 -~ 7 18.11.2008 20:38 aktörün öznel dünyasi açisindan ontolojik varsayimlarda bulunuruz. Rasyonel bir yorum ile betimleyici bir yorum arasindaki seçim burada da, aktörün eylemlerine bagladigi normatif geçerlilik iddiasinin gerekli degiçiklikler yapildiktan sonra ciddiye mi alinacagi, yoksa salt öznel bir çey olarak yeniden mi yorumlanacagina iliçkin karardan oluçur. Burada da betimleyici yorum, aktörün meçru kabul edilen bir norma uymakla, rasyonel olarak neyi kastettiginin yeniden yorumlanmasina dayanir. Burada da, rasyonel bir yorum durumunda bizimle, normatif eylem modelinin sinirlari içinde bir tartiçim tarafi olarak normlarin geçerliligi hakkinda varsayimsal bir tutumla tartiçma yetenegiyle donatilmamiç bulunan bir aktör arasinda bir asimetri kalacaktir. Bir davraniçi dramaturjik eylem olarak betimledigimiz ve aktörü buna karçilik düçen dünya kavramlariyla donattigimiz zaman da bu asimetri varligini korur. Biz gözlemciler rasyonel bir yorum yaptigimizda, aktörün temyiz edemeyecegi bir yargilama edincinden yararlaniriz. Yani aktörün bir içtenlik iddiasiyla ortaya koydugu anlatimsal bir sözceyi, gerektiginde göstergeler dogrultusunda bir özyanilsama olarak eleçtirebilecegimize inaniriz ve aktör, dramaturjik eylem modelinin sinirlarinda bizim rasyonel yorumumuza karçi kendini koruyacak konumda degildir. Teleolojik, normlara göre düzenlenen ve dramaturjik eylem modellerinin temel kavramlari, eylemin yorumlanmasi düzlemiyle yorumlanan eylemin düzlemi arasinda yöntembilgisel açidan önemli bir uçurumu güvenceliyor. Oysa bir eylemi ileçitimsel eylemin kavramlariyla betimledigimizde, kendi ontolojik varsayimlarimiz da, aktöre atfettigimiz varsayimlardan daha karmaçik degildir. Dil yoluyla koordine edilen eylemlerin kavramsal düzlemiyle, gözlemci olarak bizim bir eylem hakkindaki yorumumuzun kavramsal düzlemi arasindaki ayrim, artik koruyucu bir filtre içlevi görmemektedir. Çünkü iletiçimsel eylem modelinin varsayimlarina göre, eyleyen kiçi de gözlemci kadar zengin bir yorumlama edincine sahiptir. Aktör çimdi üç dünya kavramiyla donatilmiç olmakla kalmaz, bunlari düçünsemeli bir biçimde de kullanabilir. Iletiçimsel eylemin baçariya ulaçmasi, görmüç bulundugumuz gibi taraflarin içinde üç dünya baglanti dizgesinde ortak bir durum tanimina ulaçtigi bir yorumlama sürecine baglidir. Her görüç birligi eleçtirilebilir geçerlilik iddialarinin öznelerarasi bir kabul ediliçine dayanir; bu sirada iletiçimsel eylemde bulunanlarin karçilikli eleçtiri yetenegine sahip olduklari varsayilmaktadir. Ancak, aktörleri bu yetenekle donattigimizda bir gözlemci olarak, nesne alani karçisindaki kendi ayricalikli konumumuzu yitiririz. Artik gözlemlenen bir etkileçim dizisini ya betimleyici ya da rasyonel bir yorumla yorumlama seçenegimiz yoktur. Aktörlere, onlarin sözcelerinin yorumculari olarak kendi kullandigimiz yargilama edincinin aynisini atfettigimiz anda, o ana dek yöntembilgisel olarak güvencelenmiç bir bagiçikliktan vazgeçeriz. Betimlemek istedigimiz anlaçma sürecine (kiçisel eylem niyetlerimiz olmasa da) edimsel bir tutum içinde katilmak zorunda kaliriz. Böylelikle kendi yorumumuzu da, iletiçimsel eylemde bulunanlarin kendi eylemlerini karçilikli açik tutmak zorunda olduklari eleçtirinin ilkesel olarak aynisina açik tutariz. Ama bu durum, betimleyici ve rasyonel yorum arasinda bir ayrim yapmanin bu açamada anlamsiz olacagi anlamina gelir. Ya da daha iyisi: Rasyonel yaklaçimli yorum, burada iletiçimsel eylemin olgusal akiçina eriçmek için biricik yoldur. Bu yorum duruma göre oluçturulmuç bir ideal tip, yani sonradan oluçturulmuç bir rasyonel model statüsüne sahip olamaz, çünkü karçilaçtirilacagi olgusal eylem akiçinin ondan bagimsiz bir betimleniçi olamaz. Geriye baktigimizda, buradan birinci açamadaki eylem tiplerinin rasyonel yorumu aydinliga kavuçuyor. Olgusal eylem akiçinin, eylemin her defasinda tek bir rasyonel görünümü (önermesel dogruluk, etkililik ya da araçsal baçari, normatif uygunluk, sahicilik ya da içtenlik görünümü) altinda stilize eden bir modelle karçilaçtirilmasi, eylemin rasyonel yorumdan bagimsiz bir betimleniçini gerektirir. Önceden yapilan bu yorumbilgisel baçarim, birinci açamadaki eylem modellerinde konu edilemez, tersine naif bir biçimde varsayilir. Olgusal bir eylem akiçinin betimleniçi, çimdiden ortak olarak iletiçimsel eylemin kavramsal çerçevesinden yararlanan ve gündelik yaçam yorumlan gibi rasyonel yaklaçimli bir yorumun özelliklerini taçiyan karmaçik bir yorumu gerektirir. Betimleyici ve rasyonel yorumlardan birini seçme olanagi ancak iletiçimsel olmayan eylem modellerinden birinin, gözlemleyiciyi soyutlama yapmak, yani geçerlilik iddialari üzerinden gerçekleçen etkileçim karmaçasindan her defasinda yalnizca bir görünümü öne çikarmak zorunda birakmasiyla ortaya çikar. ¹ A. Giddens, New Ruhs of Soüohgca] Method, Londra 1976, s. 151; ayniyazann, "Habermas' Critique of Hermeneutics," A. Giddens, Studies in the Social and Political Theory, Londra 1977, s. 135 vd. [Metinde lngilizcedir, -çn). ² K. O. Apel, Die Erkîâmi/Verstehen-Kontroverse, Frankfurt am Main 1979. ³ H. Albert "Hermeneutik und Realwissenschaft," ayni yazann: Piâdoyer fiir kritischen Rationa- tismus, Münih 1971, 106 vd. 4 Th. Abel, "The Operation called Verstehen," AjS 53, 1948, s. 211 vd. :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y2.html 6 -~ 7 18.11.2008 20:38 5 Habermas (1970), s. 142 vd.; Apel (1973 a), s. 59 vd. Bu taniçmaya yararli bir toplu bakiç için bkz. F: R. Dallmayr, Th. A. Mc Carthy (Haz.), Understanding and Social Inquiry, Notre Da! me 1977. 6 Kuhn (1971); Lakatos, Musgrave (1970); Diederich (1974). 7 M. Hesse, "In Defence of Objectivity;" Proc. Aristol. Soc, 1972, Londra 1973, s. 9 [Metinde Ingilizcedir, -en], 8 Kuhn un doga bilimleri için onaya koydugu ve sosyal bilimlere ancak çekinceyle uygulana! bilecek olan paradigma kavraminin sorunsalini burada ele almiyontm; bkz. D. L. Eckberg, L. Hill, "The Paradigm Concept and Sociology: A Critical Review" ASR, 44, 1979, s. 925 vd,; aynca bkz. açagida, s. 201 vd. 9 Giddens (1976), s. 158 [Metinde lngilizcedir, -cn]. 10 A. V. Cicourel, Methode imd Messung in der Soziologie, Frankfurt am Main 1975; K. Krepp-ner, Zur Problematik der Messung in den Sozialwissenschaften, Stuttgart 1975. 11 R. F. Bernstein, Praxis mid Action, Philadelphia 1971, s. 165 vd.; K. O. Apel, Der Denkweg von Charles S. Peirce, Frankfurt am Main 1975. 12 H. Skjervheim, Objectivism and the Study of Man, Oslo 1959, yeni basimi Inquiry (1974), s. 213 vd., s. 265 vd. 13 Skjervheim (1974), 272 [Metinde lngilizcedir, -çn]. 14 Skjverheim (1974), 265 [Metinde lngilizcedir, -çn]. Skverheim belirtik bir biçimde Hus-serl'in açkinsal öznelerarasihk kuramiyla baglanti kuruyor; gerçekte ise onun çözümlemesi M. Buber'e ve F. Rosenzweig'a kadar geri uzanan diyalogsal felsefenin temel düçüncelerine daha yakin düçüyor. 15 P. Alston, Philosophy of Language, Englewood Cliffs 1964; Savigny (1974), s. 72 vd. Iletiçimsel Eylem Kurami, Jürgen Habermas, Çeviri: Mustafa Tüzel, Kabalci Yayinevi, 1996
Sayi :11 Yil: 2008 Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim
Yaçamin Anlami, Yaçamin Anlaminin Ne Oldugunu Bulma Sürecinden Íbarettir. Nilsun URALLI HERMES Zeus ile Titanlar soyundan gelen Maianin oglu. Diger adi Argiphontes. Dogdugu günün akçami, kundagini çözüp beçiginden çikar. Magaranin önündeki kaplumbagayi öldürüp içini boçaltarak, yedi tel takar ve bir kithara haline getirir. Sonra, Apollonun sürüsünden elli inek çalar ve onlari bir magaraya saklar. Gerçegi ögrenen Apollon, Hermesin magarasina gelir. Ancak, beçiginde uyuyan Hermes, inekleri çaldigini kabul etmez. Bunun üzerine Zeusun yargiçligina baçvurulur. Zeusun karari, Hermesin inekleri Apollona geri vermesidir. Ancak magarada kithara yi gören Apollon, sazi alip karçiliginda inekleri vermeyi kabul eder. Hermes, bundan sonra pan kavalini icat eder. Apollon, Syrinks denilen bu kavali da ister ve karçiliginda Kerykaion denilen sihirli altin degnegini verir. Hermes bu degnekle, habercilerin ve hirsizlarin tanrisi olur. Zeus, çocuklarinin arasinda en akillisi ve kurnazi olan Hermesi, kendisine haberci olarak seçmiçtir. Hermes, Zeusun buyruklarini ölümlülere ve tanrilara iletir. Hermes, Olymposlu diger tanrilar arasinda da haberleçmeyi saglar. HERMENEUTÍK Hermeneuien Sanati Yani; bildirme, haber verme, açiklama ya da açilimlama sanati Tanrilarin habercisi Hermes, tanrilarin mesajlarini insanlara iletir. Ama bu iletim, hiçbir zaman düz bir aktarimdan ibaret degildir. Hermes, tanrilarin mesajlarini insanlara, her zaman onlarin anlayabilecegi bir dille çevirir. Dünyaya ait bir anlam çerçevesinde ve o an yaçanilanlar baglaminda bir anlatimla Belki de bundan dolayidir ki anlamak, tanrisal bir nitelik taçimaktadir yaçamimizda, her çeyin özünde yer almasi adina Degil midir ki bunca koçuçturmaca ya da bunca telaç, hep bulmaya ya da aramaya yöneliktir; o halde zaten, kendine özgü anlamlari arama çabasidir tüm bu süreçlerin toplami Bir parça daha içerisinde yer alabilmek adina yaçamin, bu tanrisalliktan olabildigince pay almaya yönelik olsa gerek, tüm anlama ve anlamlandirma çabalari. Ve bu anlamlar bütünselligi içerisinde, anlamaya çaliçmak ya da baçkalarinin anladiklarindan yola çikarak anlamak çabasinda olmak, varoluçumuzu da daha anlamli kilma arayiçi olsa gerek, tüm bu telaçlarin özü ya da temeli. Buldu mu acaba insanoglu/kizi yüzyillardan sonra genel anlami? Bulamamiç olmali ki, hala :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y15.html 1 -~ 5 18.11.2008 20:30 koçuçturmaca devam etmekte; bikmadan ve usanmadan ve yorulmadan ve durmadan ve Ve biliriz ki, kendisi diçinda aramaya çaliçtikça bu anlami ya da anlamlari ya da anlaçilmazlari anlaçilir kilacaklari, bitmeyecektir bu koçuçturmacasi ya da telaçi insanin ya da insanoglunun/kizinin. Degil mi ki, hepimiz farkli donatilarla variz ya da bir baçka bakiç açisiyla, hepimiz farkli ruhlar olarak yaratilmiçiz; o halde, herkes için ayni olan anlamlarin peçinden koçmak mutsuz edecektir bizi, tipki bugün birçogumuzun, kendisine bile itiraf etmemesine ragmen mutsuz olmasi gibi. Itiraf edilmeyen ve bilakis saklanan ve bir o kadar da yadsinan mutsuzluklarin önü alinamaz, engellenemez ve mutluluga çevrilemez bu mutsuzluklar Bu anlamda, mutluluk bile anlami kavranamamiçsa ve dolayisiyla haddini açmasina izin verilmiçse, azap vermeye ve insani ezmeye baçlar. Sözler, anlatmak içindir, der Herodotosun Aynasi adli kitabinda François Harlog ve çöyle devam eder: Euripides, Odysseusu Kykloplarin ülkesinde karaya çikardiginda, Odysseus Silenosa, göçebe halk için çunu sorar: Reisleri kim? Yönetimleri demokratik midir? 1. Silenos çu yaniti verir: Bunlar göçebedirler. Kim olursa olsun, kimseyi dinlemez ve kimseye boyun egmezler. 1. Bu sözler, Homerosun sözlerinin tekraridir. Ama ayni zamanda, göçebe halkin, düçünülecek bir yapisi olmadigini da dile getirmeye yöneliktir. Sonuçta, herhangi bir olayin ya da durumun ya da sürecin, bizim için anlamli olmadigini anlayabilmemiz ya da dile getirebilmemiz adina bile, öncelikle onu anlamiç olmamiz gerekir. Yani anlamak, her daim öyle olduguna kanaat getirmek demek degildir. Öyle olmadigina kanaat getirebilmek bile, öncelikle anlamayi ve taraf olabilecek denli içerisinde yer almayi ve eger uygun görülmüyorsa, sonra tarafsiz kalmayi gerektirir. Antikçag Hermeneutiginin temelinde, alegorik yorumlama problemi yer almaktadir. Üst anlam, alegorik yorumlamanin temelini oluçturur. Alegorik yorumlamada amaç, anlatilanlarda aktarilan anlamin ötesinde ya da üstünde yer alan anlami anlamaya çaliçmaktir. Bunun içindir ki, Gadamerin de belirttigi gibi, tipki Antikçagda oldugu gibi günümüzde de, Kabul edilemez anlamlarin ötesinde var olan ve asil anlaçilmasi gereken farkli anlamlari kavramak esas olmalidir. Içte bu nedenledir ki, yaçamin herkes için genel bir anlamindan ya da amacindan söz etmek mümkün degildir. Mademki hepimizin sahip oldugu donatilar farkli, o halde her birimizin yaçamdan alabilecekleri ve yaçama verebilecekleri de farkli olmali. Bunca insanin, mutsuz yaçamlar sürdürdügüne iliçkin inançlarinin da, donatilarina uygun olarak degil de, bir digeri gibi ya da herkes gibi yaçamaya çaliçmasindan kaynaklanmakta Ortaçag Hristiyan Avrupasinda da Hermeneutik, özellikle Augustinusla birlikte, Kutsal metinlerin dogru anlaçilmasini saglama sanati olarak karçimiza çikmaktadir. Yorumlar Çatiçmasini açmak adina, bu dönemde Hermeneutik, oldukça ciddi ugraçlarda bulunulan bir alan haline gelmiçtir. Ilk kez Schleiermacher, Hermeneutigi dogmatik yönünden arindirmaya çaliçarak, yaçamin ve yaçamanin bireysel bir algilayiç baglaminda anlaçilmasi gerektigi üzerinde durmuçtur. Bu anlamda Schleiermacherda süreç; tüm var olanlarin kendi bütünselligimizle özdeç hale getirilmesi, özümsenmesi ve zihnimizde yeni baçtan kurulmasi ya da anlamlandirilmasi olarak karçimiza çikar. Tipki bütün kavramlarda oldugu gibi; tipki yaçam, tipki ölüm, tipki açk, tipki sevgi, tipki aglamak, tipki gülmek, tipki ben, tipki siz ve tipki mutluluk kavraminda oldugu gibi Mutlu olabilmenin özü de, bu anlama çabasinin öznesi olabilmekte yatar. Baçka benlerin buldugu anlamlar, ne derece kendi benime ulaçmami saglayabilir ki? Bu anlamda tüm anlam, kendi donatilarimizin ya da malzemelerimizin farkina varabilmek ve yaçamimizi buna göre inça edebilmektedir. Yaçamdaki daha basit süreçlerde bile bu böyle degil midir? Eger elimizdeki malzemeyi açan içlere soyunursak, elimizdekilerden de yeterince faydalanamama gibi bir neticeyle karçilaçiriz. En basit tanimlamayla; misal elimizde bir katli ev yapacak malzememiz varsa ve biz buna ragmen iki katli ev yapmaya kalkarsak, yarim yamalak bir çey çikar ortaya ya da tam tersi, elimizde iki katli ev yapacak malzeme varsa ve biz, bilakis tek katli bir ev yapip onunla yetinmeyi daha anlamli görürsek, fazladan bir kat daha inça edebilecegimiz malzememize :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y15.html 2 -~ 5 18.11.2008 20:30 yazik olur. Neticesi, insanin kapasitelerinin ya da sahip olduklarinin farkina varabilmesi, bunlari anlayabilmesi ve anlamlandirabilmesi ile baçlamali her çey; içte yaçamin anlaminin ne oldugunun, bu bulma sürecinden ibaret oldugu ile anlatmaya çaliçtigim da tam da bu Dilthey, retorik ve hermeneutik bir noktada kesiçir der ve François Harlog da, ayni kitabinin Bir Baçkalik Retorigi baçlikli bölümünde çöyle devam eder: Baçka oldugunu bilmek, onun farkli oldugunu ifade edebilmektir. Mesela, a ve b gibi iki terimin oldugunu ve anin b olmadigini belirtebilmektir. Bu ayrimin farkina varmak, anlam ifade eden farklara ulaçmamizi saglar. Ki farkliliklar da, söylendigi ya da yazildigi andan itibaren anlamli hale gelmeye baçlarlar. Mesela, a kümesinden bir anlatici, a kümesinden olan insanlara, b kümesini anlatacak olsa; anlatimin yapildigi dünya ile anlatilan dünya farkli olacaktir. Anlatici, bu durumda sorun yaçayacaktir. Bir anlamda, anlam yükleme sorunudur bu. Ki özde aslinda bu, anlaticinin kendinden kaynaklanan bir sorun olmasi ötesinde, anlatilacak olandan kaynaklanan bir sorun olarak karçimiza çikacaktir. Baçka olani anlayabilmek için, öyküsü anlatilan dünya ile öykünün anlatildigi dünyanin birleçtirilebilmesi ya da birinden ötekine geçilebilmesi gerekir. Diltheye göre, Insanlari anlamak isteriz. Insan harici diger varliklari açiklama gayreti içerisindeyken, sadece insani anlamak adina çaba sarf ederiz. Anlamak da; duyulara gelen veriler yardimiyla, içsel gerçekligin bilinmesi ya da bilinmeye çaliçilmasi yöntemidir. Bu anlamda da Diltheyde; insanin kendisini anlamasi, dogrudan degil, dolayli olarak gerçekleçir. Felsefe Egitimi Ve Bilincin Düzenlenmesi baçlikli yazisinda, çöyle der Afçar Timuçin de: Bilinç, bir boçluktan dolgunluga dogru geliçir. Bir khaosa, sonra da o khaostan kozmosa dogru ilerler. Onun yetiçkinligini kazanmasi, bir ben dünya iliçkisi içerisinde gerçekleçir. Ilkellikten geliçmiçlige ya da karmaçikliktan basitlige geçiçtir bu. Kozmos saglayacak düzen, düçünselligin öz yapisinda içkindir. () Kavramlarda, her çeyden önce, somut dünyada yapmiç oldugumuz deneylerin sonuçlarindan elde edilirler. Ki kavramlar kadar, kavramlar arasi baglantilarda önemlidir. Sonuçta; Anlam, Anlama ve Anlamak, bu dizgenin neticesi olarak karçimiza çiktigina göre, belirtildigi gibi bir ben dünya iliçkisi göz ardi edilemez. Mesela Fichtede, öz-düçünsemenin düçünülüçünü; düçünce dizgelerinin, düçünülen sahalara bölünmesine ve bu dizgelerin kuruluçunu da, benin varlik noktasina kadar götürür. Ben ve digeri arasindaki iliçkinin, kendini bilmenin öznelligi çerçevesindeki diyalektik süreci izler. Buna karçin Hegel, ben ve öteki diyalektigini, tinin öznelerarasindaligi (intersubjektivizm) çerçevesinde ele alir. Burada ben, kendisiyle ve kendisinin ötekisi olarak degil, bir baçka benle ve öteki olarak iletiçim kurar. Sartre da, Egonun Açkinliginda, Ego, bilincin sahibi degildir, onun nesnesidir., der. Hiç kuçku yok ki, bizler durumlarimizi ve eylemlerimizi, Egonun üretimleri olarak, kendiliginden ve bir çekilde oluçturmaktayiz. Ama durumlarimiz ve eylemlerimiz de birer nesnedir. Biz ancak, anlamlar ve psikolojik varsayimlar düzleminde benzer bir üretimi tasarlayabiliriz. Özde, anlama kapasitemiz ya da anlama kapasitemizin artirilmasi gerekliligi yer almakta Acaba ne denli çaba sarf etmekteyiz, aslinda biz de potansiyel olarak var oldugunu düçündügümüz bu kapasitenin artirilmasi adina Neticede vardigimiz nokta büyük bir olasilikla çu olmakta: Gerek yok, ben zaten anliyorum! Ama ne kadar anlamaktayiz? Var oldugumuz andan beri, geliçtirmek adina ne denli çaba içerisinde olduk acaba bu yapiyi? Heideggerde, Diltheydeki yaçam ya da yaçama temelinin yerine, varoluçu koyar ve Ona göre de insan, var olani degil, ancak kendi olanaklarinin izin verdigini ya da anlayabildigi kadarini anlar. Bu da Onun, Husserl Fenomenolojisinden etkilenimlerinin bir sonucu olarak karçimiza çikar. Ve bizler, bu çaba yoksunlugu içerisinde ve insan dogasinin yetersizligi yüzünden de, hiçbir çeyi, duru ve yalin halde tutamamaktayiz ne yazik ki. Oysa onca özel olan naif olandir, dogal ve yalin olandir. Ama eksik hisseder insan kendisini hep ya da hep bu eksiklik duygusuyla baç edebilme çabasi içerisinde olmasi gerektigi ögretilmiçtir ona. In vitium ducit culpea fuga. :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y15.html 3 -~ 5 18.11.2008 20:30 Kusur korkusuyla suç içliyoruz. sözüyle dile getirir bunu Horatius. Gadamerde, Heidegger baglaminda geliçtirdigi felsefesinde ve Hermeneutik anlayiçinda; anlamayi, varoluçumuzun temel ya da önsel koçulu olarak degerlendirir ve Insani yaçam deneyimimizin esasini, dilsellik temelinde ele alir. Bu noktada da Hermeneutigin, insani anlama fenomeninin, kendini de kavramayi içerdigini görmekteyiz. Aslinda tüm problem, eksik ögrenmelerimizden kaynaklanir. Kendimizdeki bu eksiklik duygusuyla baç edebilme yollarindan biri olarak da, her çeyin özünü ya da dogasini bozmayi benimsemiç durumdayiz, her çeyi özünden uzaklaçtirmayi ya da bu özden uzaklaçmayi. Bu anlamda, sinirini bilmeyen insan, mutlulugu bile aci noktasinda yaçar. Degil mi ki bunca insan, sahip olduklarinin yaninda, sahip olamadiklari dolayisiyla mutsuzdur? 20. yüzyil itibariyle Hermeneutik, Gadamer ve Paul Ricoeur tarafindan geliçtirilmiç ve özellikle bilim felsefesine iliçkin çaliçmalarda ve toplumbilim araçtirmalarinin felsefi temellendirmelerinde, anlama ve yorumlama temelinin vurgulanmasinda ön plana çikmaya baçlamiçtir. Anlamak ve yorumlamak. Farkli bir baglamda; tasvir etmek, görmek ve göstermek Gördügün ya da görebildigin her çeyi, ama sadece görebildiklerinle sinirli olani anlatmak. Ama sadece gördüklerini söyleyebiliyorsan diyor Harlog, görebildiklerin de sadece söylenmiç olanlardan ibaret kalacaktir. Yani sadece, okuyucu ya da dinleyici ya da nakledenin anladiklarinin ötesini anlayamayan olarak kalmak söz konusu olacaktir. Bu anlamda retorik de, alicida kesin olarak anlayacaksin etkisi yaratma sanati olarak tanimlanabilir; tercümenin ya da anlatimin, anlatilan çeyin, anlaçilmasi gerektigi gibi anlatildigina inandirmak ve anlami kavrayabildigine iliçkin anlamlara sahip kilabilmek Kendimizi Anlatmakla ilgili olarak, çunlari söyler Montaigne de: Benim meslegim, sanatim yaçamaktir. Bana hayatimi, duydugum, gördügüm ve yaçadigim gibi anlatmami yasak edenler; mimara da desinler ki, binalarini kendi bilginle degil, baçkalarinin bilgisiyle inça edeceksin. Ve aslinda, Pliniusun da belirttigi gibi; Herkes kendisi için bir derstir. Elverir ki, insan kendisini yakindan görmeyi bilsin. Benim yaptigim, bildiklerimi söylemek degil, kendimi ögrenmektir. Baçkasina degil, kendime anlatmaya çaliçiyorum ve baçkasini degil, kendimi anlamaya çaliçiyorum. Peki, bu anlama ya da anlami kavrayabilme sürecinde, görmek ve duymak arasinda ayrimi nasil ortaya koyabiliriz? Ya da duydum demenin anlami nedir? Duymak, duydugum çeyi, gördügüm çey gibi sunmamak olarak anlaçilabilir. Herodotos da bu farki; Ben hem kendi gözlerimle görmüç gibi, hem de kendi kulaklarimla duymuç gibi biliyorum. derken, bu ayrimi dile getirir. Yani, sözün ya da söylenilenlerin bilgi degeri taçimasindan kuçku duyulmayan bir dünya özlemi Sözlü söylemin, yazili söylem karçisinda deger kaybetmedigi ve büyük ölçüde sözlü anlatimlarla anlatilmaya gayret edilen anlamlarin dünyasi. Nedendir peki bunca anlamsizligi anlatabilmekten büsbütün uzak olmamiza ragmen, temel anlammiç gibi algilama egiliminde olmamizin temeli? Bunu Andre Gorzun, çu sözleriyle özetleyebiliriz: Yaçantilamakta olduklarimiz, modernligin yarattigi bir krizden ibaret degildir. Biz sadece, modernligin önvarsayimlarinin modernleçtirilmesine yönelik duydugumuz ihtiyaçlarin karçiligini yaçantilamaktayiz. Yani söz konusu olan mevcut kriz, Aklin Krizi degil, çimdiye kadar sürdürüldügü haliyle, rasyonelleçmenin irrasyonel hale getirilmesinin ve bilakis rasyonel olarak anlaçilmasinin sonuçlarini yaçiyoruz. Rasyonel Ve Írrasyonel Olanin Ayrimi Ve Anlami Hile ve hirsizlarin tanrisidir Hermes. Tipki, anlamini bulamadigimiz ve hatta aramadigimiz her çeyin, bize oynayacagi oyunlar gibi, en iyi oyunlari sergileyebilir. Güzel ve inandirici konuçur Hermes. Bu özelligiyle hatiplerin de tanrisidir. Tipki, anlamini kavrayabildigimiz ya da kavramak adina çaba sarf ettigimiz her çey gibi, bizi daha fazla inandirmayi amaçlar. Hermes, yer alti ve yer üstü arasinda habercilik yapar. Ölenlerin ruhunu yer alti ülkesine, Hadese götürür. Tipki, anlatilanlarin ötesini anlamak adina gayret gösterdigimizde, maddeselligi açan bir algilayiç içerisinde yer almaya baçlamamiz gibi. Zeusun gönderdigi uykuyu ve rüyalari, insanlara iletmek de Onun görevidir. Bunu Apollon'un kendisine verdigi sihirli degnekle yapar. Tipki, Yaçamin anlaminin, kendi :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y15.html 4 -~ 5 18.11.2008 20:30 yükleyebildigimiz anlamlardan ibaret oldugunu hissettigimizde yaçadigimiz sihir ya da o büyülü dünyanin kapilarinin açilmasi gibi. Hermesin pek çok önemli efsanede rolü vardir: Homerosun destanlarinda, Zeusun habercisidir. Üç güzeller efsanesinde; Hera, Athena ve Aphroditeyi, Ida Dagina O götürür. Parise altin elmayi O verir. Odysseusu Kalypsonun elinden kurtarir. Heronun, Ionun baçina diktigi Argosu, Zeusun emriyle O öldürür. Ve Dionyssosu, Heranin hiçmindan kurtarmak için kaçirir. Tipki, yaçamsal her süreçte Anlam, Anlama, Anlatmak ne denli yer almaktaysa, Hermesde Zeusun yerini almaya tek aday belki de ve belki de Zeustan daha Tanri. Çünkü sonuçta, Yaçam anlamin önüne geçemez, ama anlam yaçamdan önce var olmalidir. ifadem de oldugu gibi. In me omnis spes est mihi. Bütün umudum kendimde. Terentius Degilse bundan ötesinde, sessizligin sesine ve kelimelerden daha fazlasini anlatabilme gücüne siginmam gerekecek. Ki öncelikle sessizligin sesini de anlamaktan geçer, diger tüm her çeyi anlayabilmek Ki her yazimin sonunda belirttigim gibi, Benim hala umudum var. Dostluklarin anlamini kavramami saglayan, tüm dostlara ve tüm sevgimle
Sayi :11 Yil: 2008 Ana Sayfa Kitaplik Arçiv forum site sanat iletiçim
Yeni Medyada Mit, Akil, Anlam Fatima LASAY* Çeviri: Gökçen YAÇAYAN Boray TEK Mit dogaüstü ögelerin geleneksel hikayesidir. Mit genellikle çeçitli psikolojik, fiziksel ve dogal fenomenlerin kökenlerini açiklar. Mitler, mitlerin detaylari ve anlamlari, hayatin karmaçikligini ve ince ayrintilarini insanlarin görmesine ve belki anlamasina olanak saglar. Mitler ayrica, hayal gücünün ayri düzenler içindeki varliksal ve soyut formunu tek bir gerçeklik içinde nasil bir araya getirebildigini açiga vurur. Bugünkü insan durumlari son derece aradadir ve teknolojik donanimizin ayni anda her yerde bulunmasi bizi görüntü ile sebep, estetik ile anlayiç arasinda taçiyip durur. Bu mesafe ile karçilaçtigimizda, hem hayal gücümüz hem de pozitif bilgimiz tekrar mite döner. The Story of Lynx adli yapitinda Claude Levi-Strauss, dünyanin kökenleri ve olgunlaçmasi hakkinda düçünmenin ve konuçmanin en eski bilimi olarak mite içaret eder; bugün tekrar mitolojik düçünmeyi güncel kilmak için, bilimsel atilimlar ve sinirlamalarin bilimle diyalogumuzu kiçkirtmasi gibi. Artful Science adli yapitinda Barbara Stafford, Aydinlanmanin keyifli ögrenimi gösterimini, tekrar görüntülerle düçünme içine yerleçtirmeyi öneriyor ve bunu örüntü tanimanin ve görsel tasarimin demokratik hermeneutigi olarak adlandiriyor. Çu anda yeni medya olarak adlandirdigimizin dogasina yerleçmiç görsel teknolojiye iliçkin gerilimler ve çeliçkiler, Lev Manovichin Language of New Media adli yapitinda söylem grameri bulabilir. Yeni medyanin birimselligi, degiçkenligi ve algoritmik yapisi ve makinenin kültürde ontolojik, epistemolojik ve pragmatik etkisi kismen Staffordun görsellikle kargaça olarak ne gördügünü, gerçek ile aldatmaca arasindaki gerilimi ve güzel yapilmiç iç üreterek aldatan olarak artisti açiklayabilir. Manovich, altinda yeni medyanin görülebilir oldugu sinemanin kavramsal mercegi temelli bir dili sunarken, Staffordun yirmi birinci yüzyil yeni aydinlanmasi modern görsel kültür tutulmasina yakalanan bazilarina taze fikirler önerir. Ve bazilarimizda her zaman pedagojik olanaklarin oral-görsel kültürün içerisinden geldigini ve makinelerin soyutlamalari görselleçtirip somut kilmasinin bizim ilksel mitolojik yollu düçünmemizin sade örnekleri oldugunu düçünür. Anlamin yeni imgesel dünyalarinin yaratiminda yeni medyanin nasil kullanildiginin örüntüsünü gözleyerek, mitlerin ve onlarin anlamlarinin kavramsal dünyasi içerisinden yeni medyaya :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y12.html 1 -~ 7 18.11.2008 20:33 bakmaya baçladim. Bir sanatçi olmama ragmen, mitoslarin kendilerinin kullanimi, belirgince benim içimde ve diger insanlarla birlikte çaliçmalarimda rol oynar. Bu pratik boyunca, yeni medya ve yeni medya sanat pratiklerinde kavranilan kritik düçünceler olarak mit-yapma ve orijinal fikrin arketipinin önemini takdir etmeye baçlamiçtim. Bu makalede, içinde günümüze ait imgelemi ve söylemi motive etmede mitlerin kullanimi ve önemini içeren yeni medya yüklenimlerinin üç örnegini sunacagim. Kapaniçta Ifugao mitindeki bölünmüç çocugun, yeni medyadan üç pratisyen tarafindan çapraz- disiplinli içlerin dinamiklerinin analizinde kullaniliçini sunacagim. "Gimokud, the Melting Soul (Gimokud, Eriyen Ruh), otuz-iki sanatçi tarafindan on farkli ülkeden yirmi üç katilimcinin ruhlarinin görselleçtirildigi web temelli toplu dijital serginin konu baçligidir. Online sergi 14 Çubat 2001de tamamlandi, elli iki dijital eser sunuldu. Her bir eser ruhun kesintiye ugratilmiç varoluçu ile ilgili eski Filipin mitinin görselleçtirilmesidir. Mite göre, ruh, ya da gimokud, geceleyin aliçilageldik varligini sürdürür ve güneç dogdugunda, bir yapragi koparir, ona bir kayik çekli vermeyi aklina getirerek bir kap gibi kivirir, kendini onun üzerine oturtur, güneçin sicak içinlari onu suda eritinceye kadar bekler. Sadece ölülerin topragi üzerinde karanlik yayildigi zaman, gimokud, aktif varoluçuna devam eder. Gimokudda katilimcilar, eger bir gimokud olarak yolculuk yapmaktaysalar, ruhlarini, var oluçlarinin dijital imgeleri ve beraberlerinde getirecek olduklari nesnelerin dijital imgelerini yüklediler. Imgeleri alanlar, gimokudunun oturacak oldugu yaprak kabini yaratacakti. Gimokudu Internet Ruh Projesi olarak adlandiriyorum, çünkü ilk olarak baçtan sona internet üzerinden yapilmiçtir metinlerin, görüntülerin ve fikirlerin degiç tokuçu, internet e-postasi ve web temelli biçimlerde oldu; ikinci olarak Gimokud, görsel alanda kimlik, kiçiyi simgeleyen resim veya simge (avatar) dinamiklerinin araçtirilmasi projesiydi. Proje, ruhu merkeze koyarak, tamamlamasi için katilimcilarin arasinda güven ve ortak içbirligini gerektirdi. Projedeki katilimcilar kesintiye ugratilmiç var oluçlarini yapraklara oturtmak için ruhlarini sanal uzaydan yabancilarin ellerine koymak zorunda olacakti. Gimokud'da siber uzay, "büyük ülke", insanlar - hayvanlar ve cansiz nesnelerin "Ruhlara dokunan ortak ilkel düçünceler ile oldukça uyumlu mitsel durumu" olabilir. Gimokud'da, biz, mitosun ve internet'in birbirlerine ne kadar yakinca aktigi ve mitoslarin, yorulmak bilmez çekilde siber uzayda avatarlarini nasil bitirdigini gördük. Görsel ve fiziksel dünyada varoluçun ikililigi, yeni medya ve miti yakinca bir araya getirdi. Sanal dünyadaki içlemlerin birçogu, bizim nesneleri ve süreçleri kavrayiçlarimizin fiziksel uzantilaridir. The Power of Myth de, Joseph Campbell mitin, metafor ve çiirin gücü oldugunu ele alir; mitin kendisi asil itibariyle yanliçken, metaforik olarak dogrudur. Gerçek boçluktaki yolculugumuz, paylaçilan bir mitolojiden kök almaktadir; görevlerine hizmet etmesi için metaforu devreye sokan, kolektif insan tecrübesinden oluçan evrensel arketip bir akarsu. Dünyevi fiziksel dünyada varoluçumuzdaki, teknolojik aletlerimizin dokunsal biliçsel ve grafiksel ara yüzlerinin tümü metaforlardir; bu ara yüzler, makinenin ve onun makinesel dilinin arkasinda çaliçtigi perdelerdir. Madde ve duyulamayan prototipler arasinda bu iliçki, "Ethermorph: : The Shaman Acquires Her Powers through Initiation (Enteromorf: Çaman, baçlatma yoluyla onun güçlerini elde eder") olarak adlandirilan baçka bir web temelli yeni medya içinde keçfedilir. Internet agi kurgusu Machinelanguage (makine dili) olarak adlandirilan fiziksel sergiden kaynaklanir. "Ethermorph", erken doksanli yillarda kullanilan bir terimdir, eski internet agi tarayicilarinda ag sitelerinin devamli ön bellege alinmasi problemine karçilik gelir. Tarayicilar öncelikle :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y12.html 2 -~ 7 18.11.2008 20:33 ziyaret edilmiç web sitesinin o anda görüntüsü ile ön bellekte saklanan çeklini kariçtirmakta, bilgi iletimini çarpik ve yanliç yapmaktaydilar. Yeni tarayicilar geliçtirildiginde ise problem çözüldü. "Ethermorph" çaliçmasinda, sergi açildiginda konuklarin dijital fotograflari alindi ve çogunlukla bir çekil dönüçme teknigi ile çamanik baçlatma ayinlerinin dijital betimlemelerine dönüçtürüldü. Kiçiyi, onun ayna yansimasina dönüçmenin süreci, ayrica çamanik baçlatmalarinin tipik özelligi olan kiçisel sogurmanin (self-absorption) simgesidir. Sonuçlar görünmeyenin görülür kilindigi on beç dijital görüntünün web temelli yüklemeyle gösterimidir. The Truth and Life of Myth: An Essay in Essential Autobiography da, Robert Duncan mit anlaticisini, dirençli dudaklarina karçi, anlaticiyi anlatmaya zorlayan hikayeyi mirildanan kiçi olarak tarif eder. Duncanin çamani, evreni bir canli gibi kabul eder, bir gizemci ve bir paranoyak olarak; dünyasinin, anlamlarin dünyasi oldugundan tamamen bilgili bir oluç. Ethermorph'ta, çaman, elektronik çagda baglantili(lanmiç) insan (wired-man) için arketiptir, muhtemelen, "Agenbite of Outwit" de Marshall McLuhan'in önerdigi gibi merkezi sinir sistemi dünya boyunca yayilmiç adamdir. Teknoloji putperestligi, anlayiç olmadan büyü, eger çamanimiz yoksa psiçik bir uyuçukluk saglar; çaman, psikozlu, toplumlarinin iyileçtiren kimsesi McLuhan'in sözleriyle bize daha önceki oluçlari ve baçarilari yok etmeden, yeni teknolojiyle yaçamanin yollarini gösterir. Ben bugünü David Cavein Mircea Eliades Vision for a New Humanism da içaret ettigi gibi bir tür yeni hümanizma olarak görüyorum. Cavein bahsettigi modern kiçi, örnek modeller ve arketipler tarafindan bilgilendirildiginde, dünyada çogul, evrensel, bütünsel ve kozmik oluçlu modern bir kültür oluçturacak. Sosyal parçalanma ve bireysel yabancilaçma, genellikle ilerleyen teknolojilerimizin ardinda çekiliyormuç gibi, göz kamaçtiran grafiksel ekranlarimiz etkisi altinda görülür, sadece degiçik fikirleri bagdaçtirmaya, birleçtirmeye çaliçan (syncretist) mitolojik temelde, yüksek ölçüde bölünmüç ve kirilmiç dünyamiza aradigimiz yapi ve anlami getirebiliriz. Elektronik çag ayni zamanda, bilginin bize anlam ifade eden türlü yollar ile görselleçtirilebilecegi aletler vermiçtir. Bu dogal olarak saglanan bilgi görselleçtirme aletleri ve diger yeni medya teknolojileri, tamamen ilgilisiz görünen disiplinlerin arasinda köprüleri oluçturmaktadir. Myth and Philosophy: A Contest of Truths da Lawrence J. Hatab, mitos ve mantigin arasinda kati ayriligin, sonuç itibariyle savunulamaz oldugunu tartiçir, mitos içinde tutarlilik, form, ve mantik oldugunu söyler. Hatab, bizim kapsamli nesnelleçtirme, ölçme ve makineleçtirme çagimizda bile, bazi mitsel motifler tarafindan rehberlik edildiginin görülebilir oldugunu tartiçir. Teknolojilerimizin eriçilebilirligi, sanatta çapraz-disiplinlerle çaliçma potansiyelini her zamankinden daha çok saglar. Yeni medyada Geocentricity, the Earth as Center olarak adlandirilan projede, jeolojik bilimler ve yeni medya teknolojilerini birleçtiren sanatçilar çaliçmaktadir. Yermerkezlilikde (geocentricity), fineArt forumu görevlendirildi ve ev sahipligi yapti, çimdi Leonardo Galerisinin parçasidir. Web-temelli sergide, Filipin adasi yerlisi olan yedi dijital sanatçi, dünya fenomeni ile önceden tahmin edilemeyen ve dinamik olan sistemin düzenini yapan mitolojilerin on üç görünümünü sundu. Sanatçilar, bilimsel ve kültürel veriyi kullanarak görüçlerini yorumladi. :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y12.html 3 -~ 7 18.11.2008 20:33 Filipin Volkanoloji ve Sismoloji Enstitüsündeki bilim adamlari ile buluçmak, projenin tamamlamasina iliçkin olarak, hem sanat hem bilim pratisyenleri için çeçitli disiplinlerin çapraz sorgulamasini sagladi. Gözde canlandiran ve dogal olgulari tahmin eden laboratuar tip deneyleri, anlamaya ve iletiçime olanak tanir, ayrica keçif, yaraticilik, sentez, temsil ve görünmez veya ulaçilamaz olgularin kavranilmasi için zemin saglar. Sanat-bilim iliçkisi, burada açik olur. Görünüçte en ayrik disiplinler, birbirlerine yeni medyada bilginin kod çevrimi (transcoding) yoluyla eriyerek kariçmaya devam ettigi gibi, eger biz, görüntüsel kavrayiç ile bu geliçmelere yaklaçirsak mitolojik düçünceye döneriz. Örnegin, elektronik ara yüzlerin tasariminda veya web-temelli yerleçtirmelerin inçasinda, ilgimi çeken, yeni medya tarafindan yalniz kod çevrimi olmadan, hissedilir form ve önemsiz nüanslar adreslendiginde gerçeklige eriçimde nasil davranildigidir. Biz, sibernetik dille dolu rasyonalist zihniyetiyle fakat anlam kisirligi ile simgelenmiç olarak buna yaklaçabiliriz. Veya alternatif olarak, Ananda Coomaraswamy'in sözcüklerinde oldugu gibi, "duyularinin dogrudan haber vermedigi manevi prototiplere karçi, çeyleri malzeme ve akla uygun çekilsel benzerler olarak görmek. The Door in the Sky da Coomaraswamy sanatin pratigi, ne geleneksel seküler bir faaliyettir der, ne de dokunakli "ilham" meselesidir, daha çok metafiziksel bir ayindir. Böylece, sanat ve derin düçünce arasina hiçbir mesafenin çekilmedigi gibi, "sadece insanüstü kaynakli resmi ilk çekiller degildir". Dahasi, Coomaraswamy, bir derin düçünce olarak görüntünün muhakemesini tanimlar "ve aslinda sadece, bir özümsemede tamamlanabilir. Bizim dogamizin bir dönüçümü gerektirilir." Mitsel kurgularin hemen terslerini oluçturdugundan dolayi, özümleme boyunca bu dönüçüm, bölünmüç çocugun arketipinde görülebilir. Filipin Ifugao kültüründe, ebeveynleri gök ve yeryüzü olan, "bölünmüç çocuk" olarak konuçan bir mitos vardir. Benguet ilinde dogmuç ve yetiçen Ovug isimli bu çocugun gök-dünyaya çagrildigi gün gelir. Benguet'in insanlari, çocugu birakmayi reddeder ve bundan dolayi, çocugun babasi Tanri Dumagid, bir biçagi alir ve çocugu eçit parçalara çocugu böler gökler için bir parça ve yeryüzü için digeri. Her iki parça da, ayrica gökyüzünde gök gürültüsü ve yeryüzü üzerinde yuvarlanan yildirim seslerinin sebep oldugu yeni hayati almaktadir. Bu muhteçem içik ve ses gösterisi kulak ve göz zevki için bölünmüç çocugun orkestrasyonudur. Içte, çapraz disiplinli ve çapraz-kültürel iççi olan sanatçinin ortak çaliçma sureci ve göreviyle beraber gördügüm mit ve gelenek budur yani Ovug, bölünmüç çocuk. Ovugda kritik bir ruh göçü vardir, ruhlar bölünür ve baçka bir yere yerleçir, hem gökyüzünde hem de yeryüzünde ortaya çikmiçtir ve bedensel olarak iki bagimsiz varliga ayrilir. Benzer çekilde, bireysellikten ortak çaliçmaya geçildiginde, sanatçinin kimligi bölünür, her türlü kiçiligi oluçturan her türlü çey baçkalaçtirilir veya birakilir. Üstelik gök gürültüsü ve yildirim gibi her iki varlik, içigin ve sesin tek bir sempozyumu gibi rol oynamalidir. Ama sanatta ortak sürecin karmaçikligi gerçeginde ve karçit disiplinli pratikte, bölünmüç çocugun mitosu yalnizca keskin ve çogul iliçkide baçlamaz ve bitmez. Gök dünyadan ilk dönüçünde, Dumagid, karisi Dugaiyi yaninda getirmek için zorlandi ve dönüçlerine kefil olarak çocuklarini birakti. Bu, Ovug'u birakmayi ve hiçbir insan Gök-dünyadaki patikadan dönemedigi için Dugai'yi feda etmeyi ifade etti. Yaratici içbirligi ayni zamanda yaratici süreçte eros ve zarureti teslim eden ve tüketebilen hesaplanmamiç riski yaratabilecek kadar kör amaçli da olabilir; sanatlarda çapraz-çaliçma, aliçilmamiç bölgeyi (veya fazla bölgeyi) beslemeyi ve alinan güçlerin teslimiyetini ifade edebilir. :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y12.html 4 -~ 7 18.11.2008 20:33 Görsel sanatçi Noell El Farol ile söyleçilerde, Dumagid ile gökyüzüne dogru tehlikeli yolu alan cesaretli Dugai belirgin biçimde Noellin projesi olan, "Hukay" olarak adlandirilan eski defin yerlerinin arkeolojik bir ses kaydinda biçim alir. Arkeolojik çaliçmalarla baglantili olarak, Noell, alanda uzmanlarla içbirliginde çaliçmaktadir. "Hukay", yaçayan ve ölü arasinda, geçmiç ve gelecek arasinda, aydinliga çikarilan konuçmalari ve yönlendirme içaretlerini içeren yolculuktur. Yakin bir geçmiçte, her ikisi de Filipin Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde meslektaç olan Noell Farol ve Roberto Feleo'yu Artifact Reassembly baçlikli arkeoloji-yeni bir medya yerleçtirmesinde içbirligi yapmak için davet ettim. Yeni medya ve arkeoloji baglantisini düçündük, yeni medya teknolojileri sanatsal içte önemli ortamlar ve süreçler oldugu için, ideolojilerin, medya ve teknolojik dalgalar tarafindan nasil taçindiginin aydinlatilan bir anlayiçiyla algilamak ve yönlendirmek gerekmektedir. Farkli disiplinlerden geliçtirilen teoriler çimdi artan hizla birbirlerine göç ediyor ve teknolojinin kabulü disiplinler arasi ara yüzleri sagliyor. Temel kabulümüz insan idrakinin arkeolojik yapilardan çikarildigidir, insan evrimi biyokültürel geri besleme sistemi olarak görülen kültürel ve teknolojik evrimle baglantilidir. Yüksek ölçüde aracili bir kültürde, sanatçilar çimdi, toplumdaki kararliligin nedenini açiklamaya ve degiçikligin desenlerinden haberdar olmaya ihtiyaç duyar. Artifact Reassembly de, ilk insanlarin yaptigi sanat eseri, eski göreneklerinin fosilleçtirilen bir kemigi degildir, ama neyin damitildiginin ve neyin ölmüç oldugunun tekrar yalamasi ve eglencesidir; diriltilen Dugai'dir. Ifugao mitosuna geri dönersek, Dumagid'in, ormanda yalniz bir yürürken gelecekteki karisiyla karçilaçtigi söylenir. Çapraz-pratisyen için, transandant zemine basan biri, çeçitli disiplinlerin bileçimlerinin yeni stratejileriyle muhtemelen karçilaçacaktir ve sevgi ile içeri taçinmak için kendini birakacaktir. Müzik ve matematik olasi evliligi Rowena Guevarada yer aldi, UP Elektrik ve Elektronik Mühendisligi Bölümü Kürsü Baçkani. Gev bana çöyle açikladi: "Yüzeyde, mühendislik, müzige çok fazla katkida bulunur, sadece biraz bahsetmek gerekirse akustik, kayit, sentez ve analiz, daha derin bir düzeyde, Gev inaniyor ki, "müzigi yapmak, mühendisligin bir formudur. Tasarimi (temanin düçüncesini oluçturmak, form, enstrümantasyon ve digerleri), ilk uygulama (müzigi yazmak), simülasyon (klavyede müzigi denemek), tekrarlama (müzigi tekrar yazma), ve son uygulama (performans veya müzigin kaydi) içerir. Gerçek mitsel düçünce, yüzeysel olmayan düzeylerde bu iliçkileri görmemizi saglar. Tabii, bu mitosta, kendi çocugunu yariya kesen Dumagid'in olgusu vardir. 1979'da, görsel sanatçi dokümanca az geliçmiç olan Al Manrique, Samara, Leyteye ve Cebunun gecekondu bölgelerine atandi. Üç yil önce onu ziyaret ettigim zamanin, Al, yirmi yilini kapsayan fotografçilikta, negatif dijitalizasyonuna kalkiçmiçti. Ayni zamanda dijital görüntülerde, "Latay" dizisi üzerinde çaliçmaya baçlamiçti. Dumagid gibi Latay da, gönüllü bir çekilde yarisinin gök dünyada, digerinde yeryüzünde yaçamasi için vücudu bölmektedir, Al Manrique, "dokümanlarin ötesinde sanati yaratmanin dijital suaresi" ne katilmasi amaciyla digerlerini davet etmek için onu yazarligin açik kaynak modeli olarak alir. "Latay", en affetmez koçullarin altinda geliçtirilen ve depolanan yüzlerce negatiften, bir çagin dokümanlarindan gelir, restore edilmeyi bekliyorlar ve bu süreci Al baçka bir hayat süresinde bitirebilir. Eger, tabii, bölünmüç Ovug, ortak çaliçmanin ruhunda negatifleri dijitalize ederek, degiçken ve durmaksizin çogaltilabilir karçiliklarina tekrar canlandirilmazsa, baçkalari da onlari daha fazla görsel formlarin yaratilmasinda kullanabilir. Bölünmüç olan çocugun mitosu, sadece yildirimin veya gök gürültüsü, gökyüzünde biten bir oyun veya hikaye degildir. Claude Levi Strauss'un, "The Story of Lynx de dedigi gibi, biz, mitoslarin bize sadece çoktan-tükenmiç-oyun teklif ettigini düçünmemeliyiz. Mitler, yorulmak bilmezdir; tekrar anlatildigi veya okudugu, oynandigi ya da görüldügü her defasinda yeni bir oyuna baçlarlar. Mitosun "primitif" gözlerinde, her gün yeni anlamlar yaratan sanattan daha fazla mantik veya gelenek vardir, ilaveten modern teknolojik buluçlara veya sentetik felsefi yansimalara daha paraleldir. Tarihsel bir perspektiften bilgisayarlara, dijital ve elektronik medyaya baktigimizda, As We May Think (Biz Düçünürken) denemesinde Vannevar Bush tarafindan öne sürülen konseptte "Memex" olarak adlandirilan bir çeyi hatirladim. As We May Think ikinci dünya savaçindan hemen sonra 1945'te yayimlandi ve kavramsal bir alet olan "Memex"i tanitti. Memex "bariççi aletler" olarak adlandirdiklarimizin ilki kabul edilir ki Amerikali bilim adamlarinin savaç esnasinda yok etmeye dair ugraçlarindan sonra geliçtirdikleri ilk nesne oldugunu savunur. "Memex", bugün masaüstü bilgisayari olarak bilinen çeyin kavramsal modeliydi ve bilgi çapinin altyapisiydi; (insan) hafizasina geliçmiç ve yakin bir ilave idi. Aslinda, protez bir alet, insan beyninin bir uzatma ve artiçiydi. The Way We Think den sonra biçimlenen bugünün "Memex"i, neticede tartiçilmasinin yeni didaktik ve epistemolojik problemler açtigi yeni anlamlar ve durumlarin ezici bir dünyasini böyle yaratti. :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y12.html 5 -~ 7 18.11.2008 20:33 Artful Science da Barbara Stafford geç yirminci yüzyil geliçmelerinde, "otomatik simülasyonlar ve makineleçtirilmiç yetenek" in çagini betimler; O, onlarin dogululaçan teknolojisinin yüzünde, bati dünyasinin görsellikte tutulmasini resmeder. Burada, Stafford, ortak ritüeller ve genel sorunlar ile görsel teknolojilerin tekrar bagdaçtirilmasi ihtiyacini dile getirir. Ben, bunun mitolojik düçünceye bir dönüç oldugunu düçünüyorum ki Asyali tecrübede yatak kenarimizdaki damada sade(ce) bir dönüç olan bir dönüç. * College of Fine Arts, University of the Philippines, Diliman, Quezon City, PHILIPPINES REFERANSLAR BILL, MAX, The Mathematical Approach in Contemporary Art. http://www.solo.com/studio/am/tmacia-all.html BUSH, VANNEVAR, As We May Think. The Atlantic Monthly, Volume 176, No. 1, July 1945. COOMARASWAMY, ANANDA K., The Door in the Sky, Coomaraswamy on Myth and Meaning. Selected and with a preface by Rama P. Coomaraswamy. Princeton, New Jersey: Princeton University Press, 1997. DEMETRIO, FRANCISCO R., GILDA CORDEROFERNANDO, and FERNANDO N. ZIALCITA. The Soul Book. Quezon City: GCF Books, 1991. DUNCAN, ROBERT, The Truth and Life of Myth: An Essay in Essential Autobiography. FreemontMI: Sumac, 1968. FAROL, NOELL EL, ROBERTO B. FELEO and FATIMA J. LASAY, Meeting at the Electronic Interface: Artifact Reassembly through New Media Art http://digitalmedia.upd.edu.ph/artifact_dmf.html FISHWICK, PAUL A., Aesthetic Computing. Department of Computer and Information Science and Engineering, University of Florida. December 2000. http://wwwcise.ufl.edu/~fishwick/cap6836/artcomputer.htm GEORGES, JEAN, Signs, Symbols and Ciphers, Decoding the Message. London: Thames andHudson, 1998. HATAB, LAWRENCE J., Myth and Philosophy: A Contest of Truths. LaSalle: Open Court, 1990. KUSPIT, DONALD, The Problem of Art in the Age of Glamour. Art Criticism, 6 No. 1, 1989. LASAY, FATIMA J. An Internet Soul Project. February 2001. http://digitalmedia.upd.edu.ph/digiteer/internet_soul.html __ Ethermorph: The Shaman Acquires Her Powers through Initiation. June 2001. http://digitalmedia.upd.edu.ph/digiteer/ethermorph/ethermorph.html __ Geocentricity: The Earth as Center. Leonardo Journal of the International Society for the Arts, Sciences and Technology, Vol. 35 No. 3 2002.Cambridge, Massachusetts: MIT Press, 2002. __ The Myth of the Divided Child, Leonardo Electronic Almanac and Archive, Vol. 10 No. 5.Cambridge, Massachusetts: MIT Press, 2002. http://mitpress.mit.edu/LEA LEVI-STRAUSS, CLAUDE, The Story of Lynx, Trans. Catherine Tihanyi. Chicago: University of Chicago Press, 1995. MANOVICH, LEV, The Language of New Media. Cambridge, Massachusetts: MIT Press, 2001. MCLUHAN, MARSHALL, The Agenbite of Outwit. McLuhan Studies, Issue 2, 1996. Francesco :::FELSEFE EKIBI DERGISI::: http://www.IelseIeekibi.com/dergi/s11¸y12.html 6 -~ 7 18.11.2008 20:33