You are on page 1of 168

Etienne Balibar, Immanuel Wallerstein IRK

ULUS SINIF
ETİENNE BALİBAR, Paris-I Üniversitesi'nde felsefe öğre-
tim üyesidir. Eserleri: Lire Le Capital (L. Althusser'le birlikte,
1965), Cinq etudes du materialisme historique (1974), Sur
la dictature du proletariat (1976), Marx et sa critigue de la
politique (1979), Ecrits pour Althusser ve Spinoza et la
politique (1985).
IMMANUEL WALLERSTEIN 1930 yılında New York'ta
doğdu. Columbia Üniversitesi'nden 1951 yılında lisans,
1959 yılında doktora diploması aldı ve aynı üniversitenin
Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesi oldu. 1955-1970 döne-
minde başlıca araştırma alanı Afrika'ydı. 1961 'de Africa: the
Politics of İndependence adlı çalışması, 1967'de ise Africa:
the Politics of Unity adlı çalışması yayımlandı. 1968
yılında Columbia Üniversitesi'ndeki reform hareketine etkin
bir biçimde katıldı. 1971 yılında Montreal'de McGill
Üniversitesi'nde görev aldı. 1976'dan bu yana
Binghamton'daki New York Eyalet Üniversitesi'nde
sosyoloji profesörlüğü yapmaktadır ve Fernand Braudel
Ekonomi, Tarihsel Sistemler ve Uygarlık Araştırmaları
Merkezi'nin müdürlüğünü üstlenmiştir. Modern World
System başlıklı çalışmasının birinci cildi 1974'te, ikinci cildi
ise (Mercantilism and the Consoli-dation of the European
World Economy, 1600-1750 altbaşlı-ğıyla) 1980'de
yayımlanmıştır. Yazarın Metis Yayınlarındaki diğer kitapları:
Tarihsel Kapitalizm (1993), Sistem Karşıtı Hareketler (1965,
G. Arrighi ve T. Hopkins ile birlikte), Sosyal Bilimleri Açın!
(1996; Başkanlığını yaptığı Gulbenkian Komisyonu'nun
Sosyal Bilimlerin Yeniden Yapılanması Üzerine Raporu) ve
Liberalizmden Sonra (1998).
Metis Yayınları İpek Sokak No.
9, 80060 Beyoğlu, İstanbul ETİENNE BALİBAR
IMMANUEL WALLERSTEIN
IRK ULUS SINIF

IRK ULUS
Belirsiz Kimlikler
Etienne Balibar, Immanuel Wallerstein
Özgün Adı: Race, nation, class: les identites ambigues
Fransızca Basımı: Editions la decouverte, Paris, 1990

SINIF
İngilizce Basımı: Verso, Londra, 1991
© Editions la decouverte, Paris, 1990
© Bu çevirinin bütün yayım hakları Metis Yayınları'na aittir

Bu kitap Fransız Kültür ve İletişim Bakanlığı'nın


Katkılarıyla Yayımlanmıştır Belirsiz Kimlikler
Birinci Basım: Mayıs 1993
Üçüncü Basım: Eylül 2000 Çeviren:
Yayıma Hazırlayanlar: Sosi NAZLI ÖKTEN
Dolanoğlu, Semih Sökmen

Dizgi ve Baskı Öncesi Hazırlık: Metis Yayıncılık Ltd.


Kapak ve İç Baskı: Yaylacık Matbaası
Cilt: Sistem Mücellithanesi

ISBN 975-342- 025-0


İçindekiler

Önsöz, BALİBAR, 7

I EVRENSEL
IRKÇILIK
Bir "Yeni-Irkçılık" Var mı? BALİBAR, 25
Kapitalizmin İdeolojik Gerilimleri: Irkçılık ve Cinsiyetçilik
Karşısında Evrenselcilik, WALLERSTEİN, 39
Irkçılık ve Milliyetçilik, BALİBAR, 50

n TARİHSEL
ULUS
Halklığın İnşası: Irkçılık, Milliyetçilik
ve Etniklik, WALLERSTEIN, 91
Ulus Biçimi: Tarih ve İdeoloji, BALİBAR, 109
Kapitalist Dünya Ekonomisinde Hane Yapılan
ve Emek Gücü Oluşumu, WALLERSTEİN, 134

III
SINIFLAR:
KUTUPLAŞMA VE ÜST-BELİRLENİM
Kapitalist Dünya Ekonomisinde
Sınıf Çatışması, WALLERSTEİN, 145
Marx ve Tarih: Kutuplaşma, WALLERSTEİN, 157
11. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Kavram ve
Gerçeklik Olarak Burjuva(zi), WALLERSTEİN, 169
Sınıf Mücadelesinden Sınıfsız Mücadeleye mi? BALİBAR, 193
IV TOPLUMSAL ÇATIŞMA
YER Mİ DEĞİŞTİRİYOR?
Bağımsızlık Sonrası Siyah Afrika'da Toplumsal Çatışma:
Yeniden Değerlendirilen Irk ve Statü Grubu
Kavramları, WALLERSTEİN, 233
Sınıf Irkçılığı, BALİBAR, 254
Irkçılık ve Kriz, BALİBAR, 270

Sonsöz, WALLERSTEIN, 283

Bu kitapta topladığımız ve birlikte sunduğumuz bu denemeler


kişisel çalışmamızın, her birimizin sorumluluğunu tek başına
yüklendiği anlarıdır. Ancak durumun ve koşulların özelliği bu de-
nemeleri, son yıllarda yoğunlaşan ve bugün bir yansımasını or-
taya koymak istediğimiz bir diyaloğun unsurları haline getirdi.
Aydınlatılmasına katkıda bulunmak istediğimiz canalıcı soru şu-
dur: Çağdaş ırkçılığın özgüllüğü nedir? Kapitalizmde sınıflara
bölünmüşlükle ve ulus-devletlerin çelişkileriyle nasıl ilişkilendi-
rilebilir? Irkçılık görüngüsünde bizi, karşılıklı olarak, milliyetçilik
ve sınıf mücadelesinin eklemlenmesini yeniden düşünmeye iten
nedir? Bu soru yardımıyla "Batı Marksizmi"ne gireli on yıldan
fazla olan daha geniş bir tartışmaya da katkıda bulunmak istiyo-
ruz. "Batı Marksizmi"nin, bu tartışmadan, çağını yakalayabilmek
için yeterince yenilenmiş bir şekilde çıkacağı umulabilir. Bu tar-
tışmanın uluslararası bir tartışma olarak ortaya çıkması ve felsefi
düşünme ile tarihsel sentezi ve kavramsal bir yeni baştan inşa ile
günümüzde (özellikle Fransa'da) ivedi olmaktan da öteye giden
siyasal sorunların çözümlenmesini birleştirmesi kuşkusuz bir rast-
lantı değildir.
Burada bazı kişisel bilgiler vermek isterim. 1981 yılında Im-
manuel Wallerstein'la ilk kez tanıştığımda (1974'te yayınlanmış
olan) The Modern World-System adlı eserinin ilk cildini oku-
muştum, ancak henüz ikinciyi okuyamamıştım. Bu nedenle ona
üretim tarzlarının dönemselleştirilmesine dair "geleneksel" Mark-
sist tezin "kuramsal olarak bilinçli" bir sunumunu borçlu olduğu-
İRK, ULUS, SINIF 8 ÖNSÖZ 9

mu bilmiyordum — bu tez, modernliğin başlangıcını saptamak Fransa'da yetmişli yıllarda göçmen işçilerin özgül mücadelesinin
için tarihi, ya 1500 dolaylarında (Avrupalılar'ın yayılmasıyla ve ortaya çıkışı ve bunların siyasal açıdan yorumlanmalarının güç-
dünya pazarının yaratılmasıyla birlikte) ya da 1650'ye doğru (ilk lüğü de beni, işçi sınıfının bölünmesinin ikincil ya da kalıntı bir
"burjuva" devrimler ve bilimsel devrimle birlikte) "kesmeyi" öne- görüngü değil, günümüzün kapitalist toplumlarının, devrimci dö-
renlere karşı, manüfaktür dönemini bir geçiş dönemiyle ve tam nüşüm perspektiflerini ve hatta toplumsal hareketin günlük ör-
anlamıyla kapitalist tarzın başlangıcını da sanayi devrimiyle öz- gütlenmesini belirleyen yapısal (ki bu değişmez demek değildir)
deşleştirmektedir. Özellikle de, Spinoza'nın müdahalesini —yal- bir niteliği olduğuna ikna etmişti.'
nızca, "ortaçağa ait" bir geçmiş açısından değil çağdaş eğilimler Son olarak, "reel sosyalizmin" Maocu eleştirisinden ve "kül-
açısından da devrimci olan çizgisiyle— zamanının siyasal ve din- tür devriminin" (benim kavradığım şekliyle) tarihinden benim
sel gruplarının mücadelelerinin (milliyetçilikle kozmopolitliği; de- aklımda kalan, kuşkusuz revizyonizmin şeytan ilan edilmesi ve
mokrasi yanlılığıyla "kitle korkusu"nu birleştirmeleri nedeniyle) Stalinizm nostaljisi değil, "sosyalist üretim tarzının" gerçekte dev-
tuhaf bir şekilde atipik olan oyunlarının çerçevesine oturtmak için, let kapitalizmiyle proleter komünizm eğilimlerinin değişken bir
tam da Wallerstein'ın 17. yüzyıl Hollanda hegemonyası çözümle- birleşimini meydana getirdiği bilgisidir. Bu farklı düzeltmeler,
mesinde bir dayanak noktası bulacağımı da bilmiyordum. dağılmış oldukları durumda bile, bir "tarihsel kapitalizm" sorun-
Buna karşılık, Wallerstein'ın da bilmediği, bizim yetmişli yıl- salını yapının ve tarihin biçimsel antitezinin yerine koyma ve ticari
ların başından beri, Kapital'i "yapısalcı" okuyuşumuzun ortaya olmayan toplumların "genelleştirilmiş iktisat" toplumlarına geçiş-
çıkardığı tartışmaların ertesinde ve tam da dönemselleştirmenin leri süresince eklemlenen üretim ilişkilerinin değişkenliklerini bu
klasik çıkmazlarından kaçınmak için, sınıf mücadelesinin ve kar- sorunsalın ana sorusu olarak tanımlama eğilimindeydiler.
şılığında bu mücadelenin sonuçlarının çözümlenmesini, sadece, Ben diğerlerinin aksine Wallerstein'ın çözümlemelerine sık
ideal bir araç olarak ya da değişmez bir sistem olarak değer- sık yöneltilmiş olan ekonomizm suçlamaları konusunda çok da
lendirilen —ki bu, yapının tamamıyla mekanist bir anlayışla kav- hassas değildim. Aslında bu terimin anlamı üzerinde fikir birliğine
ranmasıdır— üretim tarzının gelişiminden değil, aynı zamanda varmak gerekir. Marksist Ortodoksluk geleneği içinde ekono-
toplumsal oluşumlar çerçevesinde kapitalizmin gelişiminden de mizm, üretici güçlerin gelişimine dair bir determinizm olarak
önemli sayma gerekliliğini kabul ettiğimdi. Bundan, bir yandan görünür: Wallersteincı dünya ekonomisi modeli, bunun yerine,
üretim ilişkilerinin biçimlendirilmesinde sınıf mücadelesinin tarih- kapitalist birikim ile çelişkilerinin bir diyalektiğini kendi tarzınca
sel görünümlerinin (Marx'ın çift anlamlı üstyapı kavramıyla belir- gayet iyi ortaya koyuyordu. Wallerstein gelişme ve durgunluk ev-
tilenler de buna dahil olmak üzere) bütününe belirleyici bir rol at- relerinin çevrimini içine yerleştirebileceği tarihsel koşullar hak-
fetmek gerektiği sonucu çıkıyordu. Öte yandan yine bu, kapi- kında kendini sorgularken, bana Marx'ın gerçek tezi ve ekono-
talizmin, birikimin dünya ölçeğine çıkmasını ve emek gücünün mizm eleştirisinin ifadesi gibi gelen şeyden uzaklaşmamıştı. Bu
proleterleşmesini zorunlu olarak gerektirdiğini öne süren Marx'ı tez toplumsal üretim ilişkilerinin, üretici güçlere önceliğidir. Bu
sürekli doğrulamaya yönelerek, ama farklılaşmamış "dünya pa- önceliğe göre kapitalizmin çelişkileri, üretim ilişkileri ile üretici
zarı" soyutlamasının ötesine geçerek, emek (ya da ücretliler)-ser- güçler arasındaki çelişkiler (örneğin, Engels'in itibar kazandırdığı
maye ilişkisinin yeniden üretim alanı sorununu bizzat kuramın
içine koymayı zorunlu kılıyordu. 1. Burada Yves Duroux, Claude Meillassoux ve Suzanne de Brunhoffun
emek gücünün yeniden üretimi ve "ücret biçiminin" çelişkileri konusundaki
Aynı şekilde, Althusser'in, her toplumsal oluşumun birçok ü- araştırmalarının bu görüşler üzerindeki belirleyici etkilerini anmak zorunda-
retim tarzının birleşmesi üzerine kurulu olduğu tezinin yanısıra yım.
İRK, ULUS, SINIF 10
IRK,ULUS, SINIF 12 ÖNSÖZ 13

leceği hiç de kesin değildir. Açıkçası ben, bir "dünya burjuvazi- temi'nin(1. cilt) sonunda, göreli olarak özerk "toplumsal sistem-
sinin varlığından kuşku duyuyorum. Ya da daha kesin söylemek ler"! tanımak için bir ölçüt öneriyordu: evrimlerinin (ya da dina-
gerekirse, dünya ölçeğinde birikim sürecinin yayılmasının, yasası miklerinin) iç özerkliği. Buradan radikal bir sonuca varıyordu:
kesintisiz rekabet olan bir "dünya kapitalist sınıfı"nın oluşturul- Genelde ("kabileden" ulus-devlete) toplumsal sistemler olarak ad-
masını gerektirdiğini tamamen kabul ediyorum (ve paradoksun landırılan tarihsel birimlerin çoğu aslında öyle değildirler; bunlar
paradoksu olarak, bu kapitalist sınıfa "hür teşebbüs "ün yönetici- bağımlı birimler olmaktan öteye gitmezler; tarihte sistem olarak
leri kadar "sosyalist" devlet korumacılığının yöneticilerinin de da- tanımlanabilecek olanlar sadece kendine yeterli cemaatler ve "dün-
hil edilmesini zorunlu görüyorum). Ancak bu kapitalist sınıfın, aynı yalar"dır (dünya imparatorlukları ve dünya ekonomileri). Bu tez,
nedenle, tarihsel anlamda somut olabilecek, kurumlarda örgüt- Marksist terminolojide yeniden biçimlendirildiğinde bizi bugünün
lenmiş tek sınıf anlamında bir dünya burjuvazisi olduğuna inan- dünyasında tam anlamıyla tek toplumsal oluşumun dünya ekono-
mıyorum. misinin kendisi olduğunu düşünmeye yöneltecektir. Çünkü içinde
Wallerstein'ın bu soruya şöyle cevap vereceğini tahmin edi- tarihsel süreçlerin birbirine bağımlı hale geldiği en büyük birim
yorum: Ancak, diyecektir, dünya burjuvazisinin, iç çatışmalarının odur. Başka bir deyişle dünya ekonomisi yalnızca iktisadi bir bi-
ötesinde (hatta bunlar şiddetli askeri çatışmalar şeklini aldıklarında rim ve bir devletler sistemi değil, aynı zamanda toplumsal bir bi-
bile) ve özellikle de ezilen halklar üzerindeki hegemonyasının ta- rim olacaktır. Sonuç olarak evriminin diyalektiği de küresel bir
mamen farklı biçimlerinin ötesinde, kendisine somut bir varlık ka- diyalektik ya da en azından küresel kısıtlamaların yerel güç iliş-
zandırmaya yönelen ortak bir kurumu vardır! Bu kurum, devrim kilerine önceliği özelliğiyle ayırt edilen bir diyalektik olacaktır.
ve karşı devrimlerin, sömürgeleştirme ve sömürgelikten kurtu- Bu açıklamanın onyıllardır tanık olduğumuz ve bize yüz-
luşun ardından, ulusal devlet biçiminin tüm insanlığa yayılma- yıllardır süren zincirleme bir sürecin sona ermesi gibi görünen,
sından bu yana etkililiği belirgin bir şekilde ortaya çıkan devletler siyasetin ve ideolojinin dünya çapında yayılması görüngülerini
sistemi'dir. Bizzat ben her burjuvazinin, kapitalizmin planlı bir bireşimsel olarak gösterme gibi bir meziyeti olduğu kuşkusuzdur.
devlet kapitalizmi gibi örgütlü olmadığı yerlerde bile, bir "devlet Bu açıklama kriz dönemlerinde özellikle çarpıcı bir yansıma bu-
burjuvazisi" olduğunu inanarak söyledim ve bu noktada uyuşa- lur. Bu derlemenin devamında görüleceği gibi, ırkçılık ve milli-
cağımızı düşünüyorum. Bana göre Wallerstein'ın sorduğu en ye- yetçiliğin, geçmişin "yabancı düşmanlığı" ve "hoşgörüsüzlük"
rinde soru, dünya ekonomisinin (19. ve 20. yüzyıldaki birçok gi- görüngüleriyle karıştırılmasını önleyerek, bugün modern dünya-
rişimine rağmen) neden siyasal olarak birleşmiş bir dünya impara- nın her yerine yayılan bu görüngüleri anlamak için güçlü bir araç
torluğuna dönüşmediği; siyasal kurumun burada neden bir "dev- sağlamaktadır: biri (milliyetçilik) merkezdeki devletlerin egemen-
letlerarası sistem" biçimini aldığı sorusudur. Bu soruya a priori liğine bir tepki olarak, diğeri (ırkçılık) dünya işbölümünün getir-
olarak cevap verilemez: Dünya ekonomisi tarihini ve özellikle de diği hiyerarşilerin kurumlaşması olarak. Ancak kendime soru-
çıkar çatışmalarının, "tekel" görüngülerinin ve dünya ekonomisi- yorum: Wallerstein'ın tezi bu biçimiyle, çok çeşitli toplumsal ça-
nin günümüzde zaten giderek tek bir coğrafi alanla sınırlı olmak- tışmaların (özellikle de sınıf mücadelelerinin) üstünü biçimsel ya
tan çıkan "merkez"inde sürekli görülen eşitsiz güç gelişimlerinin, da en azından tek yanlı bir küresellik ve tekbiçimlilikle örtmüyor
fakat aynı zamanda "çevre "sinin eşitsiz direnişleri'nin tarihini ye- mu? Bana öyle geliyor ki, bu çatışmaların özelliğini belirleyen
niden yazmak gerekir. yalnızca uluslararasılaşma değil, yerelleşmiş toplumsal ilişkilerin
Ancak bu cevap (eğer iyi bir cevapsa) beni, itirazımı açıkça ya da toplumsal çatışmanın yerel biçimlerinin şimdiye dek oy-
yeniden biçimlendirmeye itiyor. Wallerstein, Modern Dünya Sis- nadıkları, "toplamları" doğrudan elde edilemeyen önemli roldür.
IRK, ULUS, SINIF 14 ÖNSÖZ 15

Başka bir deyişle, ben kendi adıma, içinde bir sistemin düzenle- da hukuk yoluyla) dayatmaya devam ettiğini göstermesindedir.
mesinin yer aldığı en uçtaki dış sınır yerine, toplumsal hareketle- Bu kapitalist toplumsal oluşumların temeli bir işbölümüdür (bu,
rin ve bunlardan doğan çelişkilerin özgüllüğünü (ya da tercihe geniş anlamda, sermaye üretimi için gerekli olan farklı işlevleri de
göre, küresel çelişkilerin yansıdığı özgül biçimi) ölçüt aldığım- içerir); ya da daha doğrusu toplumsal dönüşümlerin temeli işbö-
dan, kendime çağdaş dünyanın toplumsal birimleri'nin iktisadi bi- lümünün dönüşümüdür. Fakat böylece Althusser'in daha önce top-
rimi'nden ayrı tutulması gerekmez mi, diye soruyorum. Kısacası lum etkisi olarak adlandırdığı şeyin bütünlüğünü işbölümüne da-
neden örtüşsünler ki? Aynı nedenle dünya ekonomisinin genel yandırmakla daha aceleci davranmış olmaz mıyız? Başka bir de-
hareketinin toplumsal birimlerin hareketinin nedeni olmaktan çok, yişle (Marx'ın bazı felsefi metinlerinde yaptığı gibi) toplumların
raslantısal bir sonucu olduğunu öne sürüyorum. Ancak söz konu- ya da toplumsal oluşumların, sadece bazı tarihsel ilişkiler çerçe-
su toplumsal birimleri basit bir biçimde teşhis etmenin zor oldu- vesinde üretimi ve mübadeleleri örgütleyebildikleri için "hayatta"
ğunu da kabul ediyorum, çünkü bu birimler ulusal birimlerle ka- kaldıklarını ve göreli olarak dayanıklı birimler oluşturduklarını
yıtsız şartsız örtüşmemektedirler ve birbirlerini ancak kısmen kap- düşünebilir miyiz?
layabilirler (bir toplumsal birim neden kapalı, hele neden "otarşik" Daha açık olmam gerekirse; burada söz konusu olan, madde-
olsun?)3. cilik ve idealizm çatışmasını tekrarlamak ve toplumların iktisadi
Bu da beni üçüncü bir soruna getiriyor. Wallerstein'ın, Marx' in birliğinin, gerek hukuk, gerek din, gerekse ensestin yasaklanması
sermayenin sınırsız birikimi dolayımında varolan "nüfus yasası" vb. açısından tanımlanmaya çalışılacak bir sembolik birlikle bü-
hakkında verdiği bilgileri hem genelleştiren hem de somutlaştıran tünlenmek ya da yerini ona bırakmak zorunda olduğunu telkin et-
modelinin başarısı, bu yasanın insanların direnişini kırarak ya da mek değildir. Söz konusu olan daha çok Marksistler'in, kendi
uzlaşarak, hatta geçim stratejilerini kullanarak ve birbirlerine zıt çözümlemelerinin anlamına dair, büyük ölçüde liberal iktisat ideo-
çıkarlarıyla oynayarak onlara, "işbölümü"nün, toplum-sal- lojisinden (ve bu ideolojinin içkin antropolojisinden) miras kalan
mesleki kategoriler dahilinde, bir yeniden dağılımını (zorla ya akıl almaz bir yanılsamanın kurbanları olup olmayacaklarını sor-
maktır. Kapitalist işbölümünün, görevlerin, bireylerin ve toplum-
sal grupların birbirini tamamlayıcılığıyla hiçbir ilgisi yoktur: Biz-
3. Bu bakış açısının "sistem karşıtı hareketler"in "yakınsaması" beklenti- zat Wallerstein'ın da sık sık tekrarladığı gibi toplumsal oluşum-
sine kuşkuyla yaklaştığının farkındayım (Wallerstein hem işçi sınıfının sos-
yalist hareketlerini, hem ulusal kurtuluş hareketlerini, hem de kadınların cin- ların, çıkarları ortak olmaktan giderek uzaklaşan karşıt sınıflar ha-
siyetçiliğe karşı mücadelesini ve ezilen azınlıkların —özellikle de ırkçılığa linde kutuplaşmalarına yol açar. Bir toplumun (çatışmalı da olsa)
maruz kalanların— mücadelesini potansiyel olarak aynı "dünya sistem karşıtı birliği böyle bir bölünmenin üzerine nasıl inşa edilebilir? Öyleyse
hareketler topluluğu" içinde görüyor. Tarihsel Kapitalizm, s. 74-93, Metis Ya- belki de Marksist tezi yorumlayışımızı tersine çevirmemiz gere-
yınları, 1992): çünkü bu hareketler bana, aslında birbirinin "çağdaşı olmayan",
bazen birbirleriyle bağdaşmayan, evrensel ama ayrı çelişkilere, farklı kiyor. Kapitalist işbölümünün insan toplumlarını göreli olarak is-
"toplumsal oluşumlar"da eşitsiz derecelerde belirleyici toplumsal çatışmalara tikrarlı "topluluklar" halinde kurduğunu ya da kurumlaştırdığını
bağlı olan hareketler gibi görünüyor. Bu hareketlerin tek bir tarihsel blokta düşünmektense, onları yıkıma uğrattığını düşünmemiz gerekmez
yoğunlaşmalarını uzun vadeli bir eğilim olarak değil, süresi siyasal yeniliklere mi? Ya da daha doğrusu; eğer diğer toplumsal pratikler —onlar da
bağlı olan konjonktürel bir raslantı olarak görüyorum. Bu, en başta feminizm
ve sınıf mücadelesinin "yakınsaması" için geçerlidir: Bu iki hareketin hiçbir maddi olmakla birlikte homo economicus'un davranış biçimine
zaman kaynaşamamış olmasına rağmen, neden örgütlü bir sınıf mücadelesi indirgenemeyecek pratiklerdir: örneğin dilsel iletişimle ve cinsel-
olan toplumsal oluşumlar dışında "bilinçli" feminist mücadele olmadığını sor- likle ilgili pratikler— üretim ilişkisindeki emperyalizme sınırlama-
mak ilginçtir. Bu işbölümüne mi bağlıdır? Yoksa mücadelelerin siyasal biçi-
mine mi? Yoksa "sınıf bilinci"nin bilinçaltına mı?
lar getirmeseydi ve onu içeriden değiştirmeseydi, kapitalist işbö-
İRK, ULUS, SINIF 16 ÖNSÖZ 17

lümünü, bu toplumların içsel eşitsizliklerini uzlaşmaz karşıtlıklar belirttiğimiz diğer yayınların ya da sunumların konularıyla çakıştı.
haline getirerek onları yıkıma uğratacak olan şey olarak düşünme- Bunları anlaşma ve anlaşmazlık noktalarını ortaya çıkaracak şe-
miz gerekmez miydi? kilde yeniden sıraladık. Sıralanma biçimleri, mutlak bir tutarlılık
Öyleyse toplumsal oluşumların tarihi, ticari olmayan cemaat- ya da eksiksizlikten çok, sorunu açma ve bazı araştırma yolları
lerden piyasa toplumuna ya da (insani emek gücünün mübadelesi keşfetme isteğinin sonucudur. Bir sonuca varmak için henüz çok
de dahil) genelleştirilmiş mübadele toplumuna geçişin tarihi değil erken. Buna karşın okura düşünme ve eleştiri konusu sağlayaca-
—ki bu, Marksizm'in sürdürdüğü sosyolojik ya da liberal bir ğını umuyoruz.
temsil biçimidir— bireylerin tarihsel ortaklığının mayasını oluştu- İlk bölüm olan "Evrensel Irkçılık"ta, liberalizmin dayatmış
ran "iktisat-dışı" toplumsal ilişkiler karmaşığının, değer biçiminin olduğu ve Marksist tarih felsefesi tarafından büyük ölçüde yeni-
yayılmasının kendilerini tehdit ettiği yapısal yıkıma karşı tepkileri- den ele alınan (bunun hangi koşullarda olduğunu ileride göre-
nin tarihidir. Toplumsal tarihe; sermayenin genişletilmiş yeniden ceğiz) "ilerleme" ideolojisine alternatif bir sorunsalı genel nitelik-
üretiminin basit "mantığına" ya da işbölümünün ve devletler sis- leriyle ortaya koymak istedik. Çağdaş dünyada geleneksel ya da
teminin tanımladığı aktörlerin "stratejik bir oyununa" dahi indir- yenilenmiş biçimler altında —yine de kökü bellidir— ırkçılığın
genemeyecek bir işleyiş kazandıran bu tepkilerdir. Siyasetin ger- gerilemediğini tersine ilerlediğini saptıyoruz. Bu görüngü, teza-
çek konusu ve özünde belirsiz, ideolojik ve kurumsal olan çeşitli hürlerinin birbirine karıştırılmasından dikkatle kaçınılması gere-
üretimlere (örneğin insan haklan ideolojisine, fakat aynı zamanda ken, fakat son çözümlemede ancak yapısal nedenlerle açıklana-
ırkçılığa, milliyetçiliğe, cinsiyetçiliğe ve bunların devrimci antitez- bilecek olan eşitsizlikler ve tehlikeli evreler içermektedir. İster üst
lerine) temel oluşturan da bu tepkilerdir. Nihayet, "yadsımanın düzey kuramlar, ister kurumsal ya da kitlesel ırkçılık söz konusu
yadsınmasını" gerçekleştirmeye, yani belli bir amaca uygun ola- olsun, burada geçerli olan insanlığın yapay bir şekilde yalıtılmış
rak toplumsal varoluşun koşullarını yok eden mekanizmayı yok türler halinde sınıflandırılması olduğu ölçüde, bizzat toplumsal
etmeye çalışmakla, aynı zamanda kaybolmuş bir birliği ütopik o- ilişkiler düzeyinde son derece çatışmalı bir bölünmenin varolması
larak yeniden kurmayı amaçladıkları ve böylece farklı egemen gerektiğidir. Öyleyse söz konusu olan basit bir "önyargı" değil-
güçlerin "telafi" işlemine maruz kaldıkları ölçüde sınıf mücadele- dir. Ayrıca sömürgelerin bağımsızlaşması kadar kesin toplumsal
sinin iki yanlı etkilerini kavrayanlar, yine bu tepkilerdir. dönüşümlerin ötesinde, bu bölünmenin, kapitalizmin yarattığı
dünya ölçeği çerçevesinde yeniden üretilmiş olması gerekir. O
Böyle bir soyutlama düzeyinde tartışmaya girmek yerine sa- halde söz konusu olan ne bir kalıntı ne bir arkaizmdir. Peki bu,
hip olduğumuz kuramsal araçları ortak bir girişim içinde bizzat genelleştirilmiş iktisat ve bireyci hukuk mantığıyla çelişkili değil
güncelliğin getirdiği ve karşılaştırmayı daha ileri götürebilecek ka- midir? Kesinlikle hayır; Wallerstein da ben de burjuva ideolojisi-
dar zorlu ve temel bir sorunun çözümlenmesinde kullanmanın nin evrenselciliğinin (dolayısıyla hümanizminin de) öncelikle
daha iyi olduğunu düşünüyoruz. Bu proje üç yıl boyunca (1985- ırkçılık ve cinsiyetçilik biçimini alan dışlama ve hiyerarşi siste-
1987) la Maison des sciences de l'homme de Paris'de düzenle- miyle bağdaşmaz olmadığını düşünüyoruz. Irkçılık ve cinsiyet-
diğimiz bir seminerde somutluk kazandı. Seminer sırasıyla "ırk- çilik de böylesi bir sistem oluşturmaktadırlar.
çılık ve etniktik", "ulus ve milliyetçilik" ve "sınıflar" konularına Ama yine de çözümlemenin ayrıntılarında birçok noktada
ayrılmıştı. Bu kitaptaki metinler müdahalelerimizi kelimesi keli- ayrılığa düşüyoruz: Wallerstein evrenselciliği piyasanın bizzat bi-
mesine yansıtmamakla birlikte, konuyu seminerde olduğundan çimine (birikim sürecinin evrenselliğine), ırkçılığı merkez ve çev-
daha iyi tamamlayarak tekrar ele almaktadır. Makalelerden bazıları re arasındaki emek gücü farklılaşmasına ve cinsiyetçiliği de (tarih-
IRK, ULUS, SINIF 18 ÖNSÖZ 19

sel kapitalizmin temel kurumu olarak kabul ettiği) aile ya da ha- rum ve bunun üretiminde sırasıyla dilsel cemaate ve ırksal cema-
nede eril "çalışma" ile dişil "çalışma dışı"lığın karşıtlığına bağ- ate vücut veren kurumların oynadığı rolü çözümlemeye çalışıyo-
lıyor. Bense ırkçılığın özel olarak milliyetçilikle eklemlendiğini rum. Aramızdaki bu farklılıklar nedeniyle ben çoğunlukların et-
düşünüyorum ve evrenselliğin, bizzat ırkçılığın içinde paradoksal nikleşmesine karşı daha duyarlıyken, Wallerstein azınlıkların et-
olarak varolduğunu gösterebildiğimi sanıyorum. Zamansal boyut nikleşmesini daha iyi değerlendiriyor gibi görünüyor; belki de o
burada çok önemli hale gelmektedir. Bütün sorun geçmişteki çok "Amerikalı", ben de çok "Fransız"ım. Bununla birlikte kesin
dışlamaların belleğinin nasıl bugünkü dışlamalara aktarıldığını ya olan ikimizin de ulusu ve halkı, şimdiki kurumların ve uyuşmaz-
da yine halk hareketlerinin uluslararasılaşması ve ulus-devletlerin lıklara, "cemaatler"e —ki bireysel "kimlik" duygusu bu "cemaat-
siyasal rollerindeki değişimin nasıl olup da bir "yeni-ırkçılığa", ler"e bağlıdır— göreli bir istikrar kazandırmak amacıyla geçmişe
hatta bir "ırkçılık-sonrası"na varabildiğini anlamaktır. yansıtılabilmelerini sağlayan tarihsel yapılanmalar olarak düşün-
İkinci bölüm olan "Tarihsel Ulus"ta, "ulus" ve "halk" katego- menin esas olduğuna inandığımızdır.
rileri tartışmasını yenilemeyi denedik. Yöntemlerimiz oldukça "Sınıflar: Kutuplaşma ve Üst-Belirlenim" başlıklı üçüncü bö-
farklı: Ben ulus biçiminin yörüngesini ararken art-zamanlı bir yol lümde, kapitalizmi Marx'ın en özgün bilgilerini uygulayarak tarih-
izliyorum; Wallerstein dünya ekonomisi içindeki diğer siyasal ku- sel sistem (ya da yapı) olarak gerçekten çözümleyebilmek için
rumlar arasında ulusal üstyapının yerini araştırırken eş-zamanlı bir Marksist Ortodoksluğun şemalarına (kısacası farklı varyantlarıyla
yol izliyor. Bu nedenle ulusal oluşumu ve sınıf mücadelesini de üretim tarzı evrimciliğine) getirilmesi gereken radikal dönüşümler
farklı şekillerde eklemliyoruz. Eğer bu farklılığı uç noktaya götü- hakkında kendimizi sorguluyoruz. Önermelerimizi önceden özet-
rürsek; Wallerstein ulusu, diğer biçimleriyle, sınıf mücadelesi ze- lemek can sıkıcı olurdu. Muzip okurlar bu birbirini izleyen "yeni-
minine (her ne kadar bunlar "kendileri için sınıfa ancak istisnai den inşa" denemelerimiz arasında ortaya çıkan çelişkileri saymak-
durumlarda dönüşebilirlerse de, ki bu noktaya daha ilerde deği- tan zevk alacaklardır. Kim olurlarsa olsunlar, iki "Marksistin ay-
neceğiz) yerleştirirken benim konumumun tarihsel sınıf mücade- nı kavramlara aynı anlamlan vermekten aciz görünmeleri kuralını
lelerini (her ne kadar antitezini temsil etseler de) ulusal biçime bozmuyoruz... Bundan skolastik bir oyunun söz konusu olduğu
yerleştirmek olduğu söylenebilir. sonucunu çıkarmakta acele etmeyelim. Tersine, yeniden okudu-
"Toplumsal oluşum" kavramının anlamı kuşkusuz bu noktada ğumuzda bana en anlamlı gelen şey, bu denli farklı öncüllerden
önem kazanıyor. Wallerstein "halk"ın yapılanmasına dair üç bü- yola çıkarak vardığımız sonuçlardaki uyumun derecesi oldu.
yük tarihsel yolu belirlemeyi önermektedir: İrk, ulus ve etniklik. Elbette tartışılan, sınıf mücadelesinin "iktisadi" yanıyla "siya-
Bu üçü dünya ekonomisinin farklı yapılarını yansıtır; Wallerstein sal" yanının eklemlenmesidir. Wallerstein benim reddettiğim "ken-
"burjuva" devletiyle (ulus-devlet) devletin önceki biçimleri arasın- dinde sınıf" ve "kendi için sınıf" sorunsalını sahiplenmektedir.
da (aslında onun için "devlet" terimi bile ikircildir) tarihsel bir ko- Fakat bu sorunsalı, (ona göre ücretli emeğin genelleşmesi anla-
pukluk olduğunda ısrar eder. Ben kendi açımdan "ulusal öncesi" mına gelmeyen) proleterleşmenin temel biçimi hakkında pek az
devletten "ulusal" devlete geçişi özellikleriyle belirlemeye çalıştı- kışkırtıcı olan tezlerle birleştirmektedir. Onun kanıtlama yolunu
ğım için onun başka bir düşüncesine —ki burada ele alınmadı— takip ederek şuraya varabiliriz: Ücretlileşme, realizasyon bunalım-
çok daha fazla önem veriyorum: Bu da Wallerstein'ın dünya eko- lannın ve "çevresel" (kısmi zamanlı ücretli emek için geçerli) aşın
nomisinin oluşumu aşamasında siyasal biçimlerin çoğulluğu dü- sömürüye karşı verilen işçi mücadelelerinin çifte etkisi sonunda,
şüncesidir. Ben, halkın oluşumu (buna kurmaca etniklik diyo- kapitalistlerin acil çıkarlarına rağmen yayılmaktadır. Bu düşünme
rum) sorununu bir iç hegemonya sorunu olarak ortaya koyuyo- düzeninin tüm sömürünün "yoğun" olduğunu varsaydığını, yani
IRK, ULUS, SINIF 20 ÖNSÖZ 21

teknolojik devrimlere tabi olan ücretli emeğin yoğunlaşmasına dır. "Marksist sosyoloji"de sınıflar kavramının
(Marx buna "reel altalama" ya da "göreli artık değer" üretimi adını tarihselleşmesi (ve
veriyordu) bağlı bir aşırı sömürü biçiminin olmadığını varsay- böylece diyalektikleşmesi) henüz yeni başlamıştır (bunun
dığını söyleyerek itiraz edeceğim. Fakat çözümlemedeki bu ay- anlamı
rılıklar —ki bunların, merkez bakış açısı karşısında bir çevre ba- da kendini Marksist sosyoloji olarak tasarlayan ideolojiyi
kış açısını yansıttıkları düşünülebilir— üç ortak düşüncenin ya- yıkmak
nında ikincil hale gelmektedir: için daha yapılacak çok iş olduğudur). Burada da ulusal
1.Marx'ın kapitalizmde sınıf kutuplaşmasına ilişkin tezi can gelenek
sıkıcı bir hata değil, kuramının güçlü noktasıdır. Yine de lerimize karşı çıkıyoruz: Fransa'da çok köklü olan (fakat
kapita Engels'e
lizmin gelişmesiyle birlikte "sınıf ilişkilerinin dayanan) bir önyargıya karşı ben, burjuva-kapitalistin bir
basitleşmesi"nin — asalak
tarihsel felaketçiliğe bağlanan— ideolojik temsilinden olmadığını göstermeye giriştim; Wallerstein ise "yönetici"
dikkatle mitinin
ayırt edilmesi gerekmektedir.
2.Sınıfların (proletarya ve burjuvazi) "ideal tip"i yoktur. Pro 4. Kelimenin olası ikircilliğine rağmen (üstelik bu o kadar kesin mi aca-
ba?) Wallerstein'ın kullandığı bourgeoisifıcation yerine, Fransızca embourge-
leterleşme ve burjuvalaşma [embourgeoisement]4 süreçleri oisement demeyi tercih ediyorum (askerler nasıl siviller arasından alınırsa bil-
vardır mem kaçıncı kuşaktan burjuvalar da burjuva olmayanlar arasından alınmıştı).
ve bu süreçlerin her biri kendi iç çelişkilerini taşır (ben bunu
ken
di adıma, Althusser'i izleyerek, uzlaşmazlığın "üst-
belirlenim"i
diye adlandırıyorum): Böylece kapitalist ekonominin tarihinin
ulu
sal ve uluslarüstü alandaki siyasal mücadelelere bağlı olduğu
an
laşılır.
3.Burjuvazi basit kâr birikimiyle (ya da üretici yatırımla)
tanımlanmaz: Bu koşul zorunludur fakat yeterli değildir.
Metinde
Wallerstein'ın burjuvazinin tekel durumuna geçiş arayışı ve
kârın,
devlet tarafından farklı tarihsel şekillere göre güvence altına
alı
narak "rant"a dönüşümü hakkındaki kanıtlamalarını
okuyacaksı
nız. Kuşkusuz bu, ileride yeniden ele alınması gerekli bir
nokta
oluştuğu ülkeden gelen biri olarak burjuvanın (ne geçmişte ne de
bugün) aristokratın zıddı olmadığını göstermeye girişti.
Farklı nedenlerden dolayı, günümüz kapitalizminde, yaygın
okullaşmanın sınıf farklılıklarının yalnızca "yeniden üreticisi" de-
ğil, aynı zamanda üreticisi haline geldiği düşüncesine tamamen
katılıyorum. Sadece ondan daha az "iyimser" olarak, bu "meri-
lokratik"* mekanizmanın, ayrıcalıklı toplumsal statü edinmenin
önceki tarihsel mekanizmalarından, siyasal anlamda daha daya-
nıksız olduğuna inanmıyorum. Bu benim gözümde, okullaşmanın
—en azından "gelişmiş" ülkelerde— hem bir personel seçme .yolu
hem de toplumsal ayrımları, özellikle de kafa ve kol emeği ya da
personel ve uygulama ayrımını, birbirlerini izleyen biçim-leriyle
"bilimsel" ve "teknik" olarak yerleştirmek için uygun bir
ideolojik aygıt olarak ortaya çıkmasına bağlıdır. Ya da, ırkçılıkla
çok sıkı ilişkileri olduğunu göreceğimiz bu yerleştirme, ayrıca-
lıkların diğer tarihsel meşrulaştırılmalarından daha az etkili de-
ğildir.
Bu da bizi doğrudan son konumuza getirmektedir: "Top-
lumsal Çatışma Yer mi Değiştiriyor?" Bu dördüncü bölümün ko-
nusu başlangıçta ortaya konmuş olan soruna (ırkçılık ya da daha
genel olarak "starü"ye ve "cemaate dayalı" kimlik sorununa), daha
önceki tespitlerle karşı karşıya gelerek ve —belki de fazla ileri
gidip— pratik sonuçlar çıkararak geri dönmektir. Aynı zamanda
sosyoloji ve tarihte bazı klasik temalar karşısında alınan mesafeyi
hesaplamak da söz konusu. Doğal olarak daha önce ortaya çıkan
az ya da çok önemli yaklaşım farklılıkları ve ayrılıklar bu bölümde
de varlığını sürdürüyor; bu nedenle bir sonuca varmak söz konusu
değil. Eğer çizgilerimizi daha ileri götürmek isteseydim bu kez
benden çok daha az "iyimser" olanın Wallerstein olduğunu söy-
lerdim; çünkü Wallerstein "grup" bilincinin kaçınılmaz olarak "sınıf"
bilincine üstün geldiğini, ya da en azından, sınıf bilincinin tarihsel
olarak gerçekleşmesinin zorunlu biçimini oluşturduğunu
düşünüyor. Ona göre iki terimin ("asimptotik") sınırda, eşitsizlik-
lerin ve çelişkilerin uluslarüstüleşmesinde birleştikleri doğrudur.

* meritokrasi: bireysel liyakat üzerine kurulu toplumsal hiyerarşi, (ç.n.)


IRK, ULUS, SINIF 22

Kendi açımdan ben ırkçılığın, sınıf yapısının bir dışavurumu ol- I


duğuna değil, özellikle çelişik biçimler altında (proletaryanın ırk-
çılaşması, uvriyerizm, "günümüz" krizinde "sınıflararası" kon-
sensüs), milliyetçilik zemininde, sınıf mücadelesinin kendinde
Evrensel Irkçılık
varolan siyasal yabancılaşmanın tipik bir biçimi olduğuna inanı-
yorum. Esas olarak Fransız tarihi ve koşulları örneğine dayanarak
fikir yürüttüğüm doğrudur. Burada belirsiz bir biçimde, bütün en-
ternasyonalist ideolojilerin ve pratiklerin yenilenmesi sorunu or-
taya konulmaktadır. Aynı zamanda Üçüncü Dünya'nın "proleter
ulusları"nın, ya da daha doğrusu, onların yoksullaşmış kitleleri-
nin ve Batı Avrupa ve diğer yerlerin "yeni proleterleri"nin pratikte
tek bir rakipleri olduğu doğrudur: kurumsal ırkçılık ve onun
uzantıları ya da bunun kitledeki siyasal nüveleri. Ve aşılması ge-
reken tehlike aynı: etnik partikülarizmin ya da siyasal-dinsel ev-
renselciliğin kendinde özgürleştirici olan ideolojilerle karıştırıl-
ması. Belki de, üniversite çevrelerinin ötesinde, ilgili kişilerle bir-
likte ne üzerine düşünmek ve neyi araştırmak gerektiği esas alın-
malıdır. Bununla birlikte aynı rakip, ne aynı dolaysız çıkarları, ne
aynı bilinç biçimini, ne de hele mücadelelerin toplanmasını içerir.
Gerçekte bu, yapısal engellerin karşı koyduğu bir eğilimden
başka bir şey değildir. Kendini dayatabilmesi için uygun bir kon-
jonktür ve siyasal pratikler gerekir. İşte özellikle bu yüzden bu ki-
tap boyunca, bugün ve gelecekte dört nala giden milliyetçiliği diz-
ginleyebilecek bir sınıf ideolojisinin yeni temeller üzerinde (belki
de yeni terimlerle yeniden) inşasının koşulunun —içeriği baştan
belirlenmiş— etkili bir ırkçılık-karşıtlığı olduğunu savunuyorum.

Son olarak, bu kitaba kaynaklık eden seminere çalışmalarıyla


katılmakla bizi sevindiren meslektaşlarımıza ve dostlarımıza teşek-
kür etmek isteriz: C. Meillassoux, G. Noiriel, J.-L. Amselle, P.
Dommergues, E. Terray, V. de Rudder, M. le Guillon, I. Taboa-
da-Leonetti, S. Amin, R. Fossaert, E. Hobsbawm, E. Gellner, J.-
M. Vincent, K. Vergopoulos, F. Duroux, M. Drach, M. Freys-
senet. Aynı şekilde tartışmalara katılan, burada isimlerini sayma-
nın olanaksız olduğu, fakat gözlemleri boşa gitmeyen herkese
teşekkür ediyoruz.
IRK, ULUS, SINIF 26 BİR YENI-IRKÇILIK VAR MI? 27

sal bünyeyi anlaştırma, "kendi", "biz" kimliğini her türlü melez- bu açıdan tamamen cinsiyetçilikle benzerdir; cinsiyetçiliğin aşıl-
leşme, karışma ve istiladan koruma zorunluluğu) zihinsel ürünleri ması, hem kadınların başkaldırmasını hem de "erkekler" cemaati-
olan söylemlerde, temsillerde ve pratiklerde (şiddet, horgörme, nin çözülmesini gerektirir. Oysa ki bu cemaatin oluşumu için ırkçı
hoşgörüsüzlük, aşağılama, sömürü biçimlerinde) kayıtlıdır. Böy- kuramlar vazgeçilmezdir. Aslında kuramı (kuramları) olmayan
lece (psikolojisi, saplantılı karakter yapısının ama aynı zamanda ırkçılık yoktur. Kendimize ırkçı kuramların daha çok seçkinler-
"akıldışı" çelişikliğin anlatımına bağlı olan) kimi duygulanımlar den mi yoksa kitlelerden mi, egemen sınıflardan mı yoksa ezilen
düzenler; bunu, onlara "nesne"leri açısından olduğu kadar "özne" sınıflardan mı çıktığını sormak tümüyle boşuna olacaktır. Buna
leri açısından da klişeleşmiş bir biçim vererek yapar. Bir ırkçı ce- karşın entelektüeller tarafından "akılcılaştırıldıkları" apaçıktır. Da-
maatin (ya da aralarında uzaktan "taklit" bağlarının bulunduğu bir hası üst düzey ırkçılık kuramlaştırmalarının —bunların prototipi
ırkçılar cemaatinin) oluşumunun ve aynı zamanda ırkçılığın hedefi 19. yüzyılın sonunda oluşturulan evrimci "biyolojik ırklar" antro-
("nesne"leri) olan bireylerin ve toplulukların kendilerini cemaat
polojisidir— ırk "gösteren"i etrafında kurulan cemaatin kristal-
olarak algılamakta nasıl sıkıntı çektiklerinin fark edilmesini sağ-
leşmesindeki işlevleri üzerine kendimizi sorgulamak son derece
layan şey, dokunaklı bir klişeler ağı içindeki bu pratikler, söy-
önemlidir.
lemler ve temsiller birleşimidir.
Bana göre bu işlevin kaynağı, ne yalnızca entelektüellerin
Ancak baskı ne denli mutlak olursa olsun, kuşkusuz, kurban-
akılcılaştırmalarının genel düzenleyici gücünde —ki Gramsci bu-
ları için baskı olmaktan çıkamaz: Ne çelişkisiz bir biçimde içsel-
nu onların "organikliği", Auguste Comte ise "manevi gücü" ola-
leştirilebilir (Memmi'yi yeniden okuyalım); ne cemaat kimliğinin
rak adlandırır— ne de üst düzey ırkçılık kuramlarının her toplum-
tam da kendi kendilerini tanımlama haklan inkâr edilen toplulukla-
sal sınıftan insanın kendini bulabileceği bir cemaat, bir asıl kimlik
ra atfedilmesindeki çelişkiyi silebilir (Fanon'u yeniden okuyalım);
imgesi oluşturmalarındadır. Bu işlev daha çok, üst düzey ırkçılık
ne de uygulanan şiddetin ve eylemlerin, söylemler, kuramlar ve
kuramlarının gözle görülür "kanıtlara" (ırksal işaretler ve özellikle
akılcılaştırmalardan her zaman daha fazla olduğu gerçeğini değiş-
de bedensel işaretler çok önemlidir) dayanarak bilimsel gidimli-
tirebilir. Öyleyse eylemleri ve eyleme geçişi, tartışmasız biçimde
liği* taklit edişlerindedir. Ya da daha doğrusu, bilimsel gidimli-
öğretilere üstün tutan ırkçı karmaşık, kurbanları açısından temel
liğin "görülebilir olguları" "gizli" nedenlere eklemleme şeklini tak-
bir simetrisizlik taşımaktadır; doğal olarak bu eylemlere yalnızca
lit edişlerinde ve böylece kitlelerin ırkçılığının özünde bulunan bir
fiziksel şiddet ve ayrımcılık değil, bizzat sözler de —sözlerin bir
kendiliğinden kuramlaştırmanın önünde gidişlerindedir.1 O halde
horgörme ve saldırı tavrı olarak şiddeti de— dahildir. Başlangıçta
ırkçı karmaşığın çok önemli bir bilmezlikten/tanımazlıktan gelme
bizi dil ve öğreti mutasyonlarını görelileştirmeye iten de budur;
işleviyle (ki bu olmadan şiddet, onu kullananlar için bile taham-
pratikte aynı eylemlere yol açtıklarına göre, dinin dilinden bilimin-
mül edilebilir olmaktan çıkardı), toplumsal ilişkilere dair güçlü bir
kine ya da biyolojininkinden kültürün ve tarihin diline kadar hep
doğrudan bilme arzusunu, bir "bilme istemi"ni, içinden çıkılamaz
aynı yapıyı (hakların inkârını) koruyan savlara bu denli önem at-
fetmek gerekli midir? * Gidimlilik: Bir önermeden başka bir önerme çıkaran ve böylece bir-
Bu uyarı doğrudur, hatta canalıcı önemdedir ama sorunu orta- takım ara düşünülerden geçerek ilkeden sonuca varan düşünüş tarzı. (ç.n.)
1. Bana göre temel olan bu noktayı, Collette GUILLAUMIN tümüyle
dan kaldırmaz. Irkçı karmaşığın yok edilmesi yalnızca kurbanla- açıklığa kavuşturmuştur: "Sınıflandırma etkinliği aynı zamanda bir bilgi et-
rının başkaldırmasını değil, aynı zamanda bizzat ırkçıların dö- kinliğidir. [...] Barındırdığı sürprizlere ve klişelere karşı mücadelenin belirsiz-
nüşümünü ve sonuç olarak ırkçılığın varettiği cemaatin iç çözü- liği kuşkusuz bundandır. Sınıflandırma baskıya olduğu gibi bilgiye de gebe-
lüşünü gerektirir. Yirmi yıldan beri sık sık belirtildiği gibi durum dir." (L'Ideologie raciste. Genese et langage actuel, Mouton, Paris - La Haye,
1972, s. 183 ve devamı)
IRK, ULUS, SINIF BİR YENİ-IRKÇILIK VAR MI? 29
28

bir şekilde birbirine karıştırdığını söyleyeceğim. Bunlar birbirlerini (ya da "halk") kategorisi bile yansız değildir, toplumsal olanın
besleyen işlevlerdir çünkü kendi kolektif şiddetleri bireyler ve ırksal ve yurtsal kılınması mantığıyla doğrudan ilişkilidir. Bu ikir-
toplumsal gruplar için ivedi bir açıklama bekleyen, boğucu birer cil anlamı gidermek için ırkçı "mit'in kitleler üzerinde nasıl nüfuz
muamma oluşturmaktadır. Irkçılık ideologlarının, ortaya çıkardık- kazandığını dikkate almak kuşkusuz yeterli olmayacaktır; aynı za-
ları şey ne denli inceltilmiş olursa olsun, entelektüel konumlarını manda kendimize, "zihinsel" ve geniş anlamda "elle yapılan" et-
benzersiz kılan şey budur. Tarihsel olarak etkili olan ırkçılık ideo- kinlikler ayrımı çerçevesinde işlenmiş diğer sosyolojik kuramların
logları her zaman, örneğin içrek spekülasyonla halkın anlayabi- neden bu bilme arzusuyla kolayca kaynaşamadıklarını sormamız
leceği öğreti arasında bir mesafe ("gnose"* yoluna sapmadıkça gerekir. Irkçı mitler ("arilik miti", soyaçekim miti) yalnızca sahte-
mutlak bir kopukluk değil) bırakmak zorunda olan tanrıbilimci- bilimsel içerikleri gereğince değil, entelektüelliği kitleden ayıran
lerden farklı olarak, kolay kavranabilir ve adeta peşinen kitlelerin uçurumu hayali olarak aşmanın, yine kitleleri sözde doğal ço-
sözde aşağı düzeylerine uyarlanmış "demokratik" öğretiler oluş- cuksuluklarına hapseden örtük bir kadercilikten ayrılamayacak
turmuşlardır; seçkinci temaların hazırlanması bile buna dahildir. yolları oldukları için böyledirler.
Bu, bireylerin yalnızca yaşadıklarına değil, toplumsal dünyada ne Artık "yeni-ırkçılığa" dönebiliriz. Burada güçlük çıkaran ırk-
olduklarına da dolaysız açıklama anahtarları vermeye —ki bu çılık olgusu değildir. Daha önce de söyledim, eğer pratiğin yol
bakımdan astrolojiye, karakter okumaya, vb. yakındırlar— elve- açtığı inkârların —özellikle de bu yolla basiretsizliğini ya da dal-
rişli öğretiler demektir: Bu anahtarlar insani durumun bir "sır" kavukluğunu ortaya koyan "siyasal sınıfın büyük bir bölümü ta-
rının açığa vurulması biçimini aldıklarında bile (yani hayali etkili- rafından yapılan inkârların— bizi aldatmasına izin vermezsek pra-
likleri için esas olan bir sır etkisine sahip olduklarında bile — tik yeterince güvenli bir ölçüttür. Güçlük, dilin görece yeniliğinin,
Leon Poliakov bu noktayı epeyce açıklamıştı)2 bu böyledir. veni ve sürekli bir toplumsal pratikler ve kolektif temsiller, üst
Üst düzey ırkçılığın içeriğini, özellikle de etkisinin içeriğini düzey öğretiler ve siyasal hareketler eklemlenmesini ne derece
eleştirmeyi güçleştirenin de bu olduğunu belirtelim. Nitekim ku- ifade ettiğini bilmektedir. Kısacası Gramsci'nin diliyle konuşacak
ramlarının yapısında, gerçekte kitleler tarafından aranan, arzula- olursak, burada hegemonya gibi bir şeyin ortaya çıkıp çıkmadı-
nan "bilgi"nin, yalnızca onların içten gelen duygularını doğrula- ğını bilmektedir.
maktan ya da onları içgüdülerinin doğruluğuna götürmekten baş- Göç kategorisinin —ırk kavramını ikâme edici ve "sınıf bilinci
ka bir şey yapmayan basit bir bilgi olduğu varsayımı görülür. Bi- "ni parçalayıcı etken olarak— işleyişi, bize bir ipucu veriyor.
lindiği gibi Bebel, antisemitizmi "budalalar sosyalizmi" olarak, Şurası açık ki işimiz, ne sadece ırk teriminin ve onun türevlerinin
Nietzsche ise nerdeyse bir geri zekâlılar siyaseti olarak niteliyordu iğrençliğinin gerekli kıldığı bir kamuflaj işlemiyle ne de özelde
(ama bu onu kendi hesabına ırklara dair mitolojinin büyük bir Fransız toplumunun dönüşümlerinin sonuçlarından biriyle ilgili.
bölümünü yeniden ele almaktan hiç de alıkoymadı). Biz bile ırkçı Göçmen işçi toplulukları uzun zamandan beri ayrımcılığa ve ırkçı
öğretileri, etkililikleri kitlelerin bilme arzusuna verdikleri peşin ce- klişelerle dolu yabancı düşmanı şiddet hareketlerine maruz kal-
vaptan ileri gelen, tümüyle demagojik kuramsal yapımlar olarak maktalar. Diğer bir kriz dönemi, iki savaş arası da, Yahudi olsun
belirlediğimize göre bu ikircil anlamdan kaçabilir miyiz? "Kitle" olmasın "pis yabancılar"a karşı —faşist hareketlerin dışına taşan
ve mantıksal sonuçlan Vichy yönetiminin Hitlerci girişimi destek-
* Gnose: Araçsız olarak ve sezgi yoluyla ulaşılan Mutlak Bilgi. (Yunan- lemesi olan— kampanyaların birbiri ardına gelişine tanık olmuştu.
ca gnosis'ten, ç.n.)
2. L. POLİAKOV, Le Mythe aryen, Calmann-Levy, 1971; La Causalité Neden "biyolojik" gösteren'in, "öteki"ne duyulan nefret ve kor-
diabolique, 1980. kunun simgeleri için dayanak noktası olarak yerini kesin biçimde
IRK, ULUS, SINIF BİR YENİ-IRKÇILIK VAR MI? 31
30

"sosyolojik" gösteren'e bırakışına tanık olunmadı? Bunun, antropolojik daha önce Colette GUILLAUMlN'in incelemelerinde belirmiştir. Aynı
mitin Fransızlara özgü geleneğinin ağırlığı dışındaki nedenlerinden zaman
da: Veronique DE RUDDER, "L'obstacle culturel: la difference et la
biri, temelde Avrupalı olan göç kavrayışıyla sömürgeci deneyimlerin distance",
(Fransa bir yandan "istila" edilmiştir, diğer yandan "hükmeden"dir) L'Homme et la societe, Ocak 1986. Anglosakson ülkeleri için Martin
arasında sürüp giden ideolojik ve kurumsal kopukluktur. Diğer neden BAR-
KER'm kitabıyla karşılaştırınız (The New Racism, Conservatives and the
ise dünya ölçeğinde, devletler, halklar ve kültürler arasında yeni bir
Ide-
eklemlenme modelinin yokluğudur.3 Ayrıca bu iki neden birbirine ology of the Tribe, Junclion Books, Londra, 1981).
bağlıdır. Yeni-ırkçılık, "sömürgelikten kurtuluş" çağına, eski
sömürgelerle eski metropoller arasındaki nüfus hareketlerinin tersine
çevrilişi, insanlığın tek bir siyasal alan içinde parçalanışı çağına ait bir
ırkçılıktır. Bizde göç karmaşığını merkez alan günümüz ırkçılığı
ideolojik olarak, Fransa dışında, özellikle de Anglosakson ülkelerde
çoktan beridir gelişmiş olan bir "ırksız ırkçılık" çerçevesi içinde yer
alır: Baskın temanın biyolojik soyaçekim değil, kültürel farklılıkların
aşılamazlığı olduğu bir ırkçılık; ilk bakışta bazı grup ya da halkların
diğerlerine üstünlüğünü değil, "sadece" sınırların kaldırılmasının
sakıncasını, hayat tarzlarının ve geleneklerin bağdaşmazlığını savunan
böyle bir ırkçılık, haklılıkla, farkçı-ırkçılık (P. A. Taguieff)4 olarak
adlandırılabilir.
Sorunun öneminin altını çizmek için hemen bu değişimin siyasal
sonuçlarını göstermek gerekir. Bunlardan ilki, geleneksel ırkçılık-
karşıtlığının başvurduğu savunmaların —savlarının ters-

3.ABD'de "zenci sorunu" ile Avrupa'dan gelen yoğun göç dalgalarının


yarattığı etnik sorunun, 1950-60 yıllarında yeni bir "etniklik
paradigması"nın
ikincisini birinciye yansıtışına dek, nasıl ayrı kaldığını düşünün(Bkz.
Michael
OMI ve Howard WINANT, Racial Formation in the United States,
Routledge
and Kegan Paul, 1986).
4.Özellikle "Les presuppositions definitionnelles d'un indefinissable: le
racisme" (Mots, no. 8, Mart 1984); "L'identite nationale saisie par les
logi-
ques de racisation. Aspects, figures et problemes du racisme
differentialiste"
(Mots, no. 12, Mart 1986); "L'identite française au miroir du racisme
differen
tialiste", Espaces 89, L'identite française, Editions Tierce, 1985. Bu
düşünce
yüz edildiğini, hatta kendisine karşı döndüğünü fark ettikçe (Taguieff
bunu farkçı-ırkçılığın misilleme etkisi olarak çok iyi adlandırmıştır)—
istikrarsızlaşmasıdır. Irkların yalıtılabilir biyolojik birimler
oluşturmadıkları; aslında "insan ırkları" diye bir şey olmadığı dolaysız
kabul edilir. Bireylerin tutumlarının ve "yetenekliliklerinin"
kanbağıyla ya da genleriyle bile değil, tarihsel "kültürlere"
aidiyetleriyle açıklanması da aynı şekilde kabul görebilir. Oysa savaş
sonrası ırkçılık-karşıtı hümanist ve kozmopolitçi tezlerin büyük
bölümü, tümüyle kültürlerin çeşitliliğini, eşitliğini — ki insan
uygarlığını oluşturan sadece bu kültürlerin çok sesli birliğidir— aynı
zamanda da bunların tarih boyu sürekliliklerini tanımaya yönelen
antropolojik kültürcülüğe aittir. Tekbiçimliliği dayatan bazı
emperyalizmlerin hegemonyasına ve azınlıkta kalan ya da ezilen
uygarlıkların yok edilmesine, "etnik kırım"a karşı verilen savaşa
yaptığı katkı, antropolojik kültürcülüğün değerini ortaya çıkarmıştı.
Farkçı-ırkçılık bu tezi hemen kabul edivermekte-dir. Daha önce, bütün
uygarlıkların eşit derecede karmaşık ve insan düşüncesinin ilerlemesi
için eşit derecede gerekli olduğunu kanıtlayarak ünlenen,
antropolojinin büyük ismi (Claude Levi-Strauss, Irk ve Tarih) şimdi
kendini, isteyerek ya da istemeyerek, "kültürel mesafelerin" ortadan
kaldırılmasının, "kültürel karışım" in, insanlığın entelektüel ölümüne
tekabül edeceği ve hatta belki de biyolojik olarak hayatta kalmasını
sağlayan düzenlemeleri bile tehlikeye sokacağı düşüncesinin (Irk ve
Kültür)5 hizmetine girmiş olarak bulmuştur. Ve bu "kanıtlama", insan
gruplarının —siyasal

5. 1971'de UNESCO için yazılmış konferans, 1983'te Le Regard eloig-


ne'de yeniden ele alınmıştır; Plon, 1983, s. 21-48, [Irk ve Tarih Türkçe ya-
yınlanmıştır, Metis Yayınları, 1985). Bkz. M. O'CALLAGHAN ve C. GUIL-
LAUMIN, "Race et race. . . la mode 'naturelle' en science humaines", L'Hom-
me et la societe, no. 31-32, 1974. Bambaşka bir bakış açısından Levi-Strauss
"anti-hümanizmin" ve "göreciliğin" savunucusu olarak saldırıya uğramaktadır
(Bkz. T. TODOROV, "Levi-Strauss entre universalisme et relativisme", Le
Debat, no. 42, Kasım-Aralık 1986; A. FINKIELKRAUT, La Defaite de lapen-
see, Gallimard, 1987). Tartışma tamamlanmadığı gibi henüz yeni başlamıştır.
Kendi adıma Levi-Strauss'un öğretisinin "ırkçı" olduğunu değil, 19. ve 20.
yüzyılın ırkçı teorilerinin, hümanizmanın kavramsal alanında kurulduklarını
savunuyorum: dolayısıyla onları böyle ayıramayız (bu kitaptaki "İrkçılık ve
Milliyetçilik" başlıklı çalışmama bakınız).
IRK, ULUS, SINIF 32 BİR YENİ-IRKÇILIK VAR MI? 33

kategori olarak ulusun antropolojik anlamının belirsizliğine rağ- de ulusal sınırdır). Bu noktada doğrudan siyasete ve günlük de-
men, pratikte ulusal grupların— geleneklerini, dolayısıyla kimlik- neyime varabilmek için spekülasyondan çıkıyoruz. Kuşkusuz
lerini koruma konusundaki "kendiliğinden" eğilimleriyle doğru- "soyut", epistemolojik bir özellik değildir; kendisine tekabül eden
dan ilişkilendirilmiştir. Buradan da ortaya çıkan, genetik ya da bi- uygulamalar daha somut, ya da daha etkili olduğu oranda uygun
yolojik doğalcılığın, insan davranışlarını ve toplumsal bağlan or- düşen bir değer yargısıdır. Bu uygulamalar kentsel yenileştirme,
tama uydurmanın tek yolu olmadığıdır. Hiyerarşik bir modelin ayrımcılığa karşı mücadele, hatta okulda ve işyerinde karşı-ay-
bırakılması pahasına —bunun gerçek olmaktan çok görünüşte ıımcılık programlarıdır (yeni Amerikan sağı, buna tersine-ay-
kaldığını göreceğiz— kültür de bir doğa gibi, özellikle de bireyleri rımcılık diyor; aynı şekilde Fransa'da, şu ya da bu aşırı hareketle
ve grupları a priori olarak bir soy kütüğüne, dokunulmaz ve de- hiçbir ilgisi bulunmayan "aklı başında" insanların, yarattığı ka-
ğişmez bir soy belirlenimine hapsetme yolu olarak iş görebilir. rışıklık ve yurttaşların ulusal aidiyet duygularını "kışkırtma" bi-
Ama bu ilk misilleme etkisi daha kurnazca ve bu nedenle daha çimiyle "ırkçılığı yaratanın ırkçılık-karşıtlığı olduğu"nu söyle-
etkili bir ikinci etkiye yol açar: Eğer değiştirilemez kültürel fark- dikleri giderek daha fazla duyulmaktadır).6
lılık insanın gerçek "doğal ortamı", tarihsel solunumu için vaz- Farkçı-ırkçılık kuramlarının —artık gerçek ırkçılık-karşıtlığı,
geçilmez atmosferi ise, o zaman bu farklılığın ortadan kalkması, yani gerçek hümanizm olarak ortaya çıkmaya elverişlidirler— bu-
sonunda zorunlu olarak savunma tepkilerinin, "etnik gruplar ara- rada akıldışı hareketlerin toplu şiddet ve saldırganlığının, özellikle
sı" anlaşmazlıkların doğmasına ve genelde bir saldırganlık artışına de yabancı düşmanlığının genel açıklaması olarak "kitle psikolo-
yol açacaktır. Bize bu tepkilerin "doğal" olduğu söylenir ama aynı jisinin" yeniden kavuştuğu itibarla kolayca bağlantı kurması rast-
zamanda tehlikelidirler. Burada bizzat farkçı öğretilerin, yüz sek- lantı değildir. Burada, yukarıda hatırlattığım ikili oyun tam an-
sen derecelik şaşırtıcı bir dönüşle, ırkçılığı açıklamaya (ve önüne lamıyla devreye girer: kitleye "kendiliğindenliği"nin bir açıklama-
geçmeye) niyetlendikleri görülür. sının sunulması ve aynı kitlenin "ilkel" kalabalık olarak örtük bir
Aslında sorunsalın genel bir yer değiştirişine tanık olunmak- değersizleştirilmesi. Yeni-ırkçı ideologlar soyaçekim mistikleri
tadır. İnsanlık tarihinde ister psikolojik, ister biyolojik temeller değil, "gerçekçi" sosyal psikoloji teknisyenleridirler...
üzerine kurulmuş olsun, ırklar ya da ırkların mücadelesi kura- Yeni-ırkçılığın misillemesinin etkilerini bu şekilde ortaya ko-
mından, toplumda ırksal aidiyeti değil ırkçı tutumu kendine mal- yarken kuşkusuz yaratılışını ve içsel değişimlerinin karmaşıklığını
eden "etnik ilişkiler" (ya da ırk ilişkileri) kuramına geçilmektedir. basitleştiriyorum, ama bunu yaparak gelişmesindeki stratejik koz-
Farkçı-ırkçılık mantıksal açıdan, ırkçılık ve ırkçılık-karşıtlığı ara- ları ortaya çıkarmak istiyorum. Burada ancak özetlenebilecek bazı
sındaki çatışmadan ders almış, toplumsal saldırganlığın nedenle- eklemeler ve düzeltmeler yapılabilir.
rine siyasal olarak müdahale edebilecek gibi görünen bir meta-
ırkçılık ya da "ikinci konum" olarak adlandırabileceğimiz türden 6. Bu temalar Anglosakson ülkelerde "insan etolojisi" ve "sosyo-biyo-
bir ırkçılıktır. Irkçılığı önlemek isteniyorsa "soyut" ırkçılık-kar- loji" tarafından bol bol kullanılarak zenginleştirilmektedir. Fransa'da ise doğ-
şıtlığının, yani insan topluluğunun hareketlerinin sosyolojik ve rudan kültürcü bir temele dayandırılmışlardır. Bu konuyla ilgili olarak, A. BE-
psikolojik yasalarının bilmezlikten/tanımazlıktan gelinmesinin, JİN ile J. FREUND yönetiminde hazırlanan ve Yeni Sağ'ın kuramcılarından tulün
da, daha durmuş oturmuş üniversite öğretim üyelerine kadar uzanan bir
önlenmesi gerekecekti: "Hoşgörü eşikleri"ne saygı göstermek, yelpazede çeşitli yazılara yer veren bir seçki çıkmıştır: Racismes, antiracis-
"kültürel mesafeleri" korumak, yani bireylerin bir tek kültürün ıııe.s, Meridiens-Klincksieck, 1986. Bu eserin aynı zamanda çok yüksek tirajlı
mirasçıları ve taşıyıcıları olduğunu ileri süren varsayım gereğince bir popüler yayında (J'ai tout compris, no. 3, Haziran 1987, "Dossier choc:
toplulukları ayırmak gerekecekti (bu bakımdan en iyi duvar yine Immigres: Demain la haine", Yazı İşi. M.: Guillaume Faye) basit bir dile in-
dirgenmiş olduğunu bilmekte de yarar var.
IRK, ULUS, SINIF BİR YENİ-İRKÇILIK VAR MI? 35
34

"Irksız bir ırkçılık" düşüncesi sanılabileceği kadar devrimci


değildir. Aslında, tarihbilimsel kullanımı "soybilim" (genealoji)
kelimesinin "genetik" kelimesine dahil edilmesinden önce gelen ırk
kelimesinin anlamındaki değişmelere girmeden önce, ne kadar
rahatsız edici olsalar da —ırkçılık-karşıtı bir döküm için, ama aynı
zamanda yeni-ırkçılığın onu maruz bıraktığı inanç değişiklikleri için—
bazı büyük tarihsel olgulardan sözetmek gerekiyor.
İkincil kuramsal yapımlar düzeyinde bile olsa, esas gücünü sahte-
biyolojik bir ırk kavramından almayan bir ırkçılık hep varoldu ve
bunun prototipi de antisemitizmdir. Aydınlanma çağı Avru-pası'nda,
hatta Reconquista ve Engizisyon İspanyası'nın dinsel Yahudi
düşmanlığına getirdiği devletçi ve milliyetçi sapmadan bu yana
belirginleşmeye başlayan modern antisemitizm, daha o zamandan,
"kültürcü" bir ırkçılıktır. Bedensel izler kuşkusuz düşsel olarak büyük
bir yere sahiptirler, ama biyolojik bir soyaçekimin işaretleri olmaktan
çok, derin bir psikolojinin, manevi bir mirasın izleri olarak.7
Denilebilir ki bu işaretler, ne denli zor görülebilirse o denli
belirticidirler ve Yahudi ne denli "ayırt edilemez" ise o denli
"gerçek"tir. Özü kültürel bir geleneğin, törel bir parçalanmanın
mayasının özüdür. Antisemitizm çok üst düzeyde "farkçı"dır ve
günümüzün farkçı-ırkçılığı biçimsel olarak birçok bakımdan,
genelleştirilmiş bir antisemitizm gibidir. Bu düşünce, özellikle
Fransa'da günümüzün Arap fobisini açıklamak için çok önemli-

7. Ruth Benedict buna H. S. Chamberlain konusunda dikkat çekiyordu:


"Ancak Chamberlain Yahudiler'i fiziksel özelliklerinden ya da soyağaçlarından
tanımıyordu; onun da bildiği gibi Yahudiler modern Avrupa'daki nüfusun geri
kalanından belli antropomorfik ölçümlerle ayrılamazlar. Fakat düşmandılar,
çünkü özel düşünme ve davranma şekilleri vardı. 'İnsan Yahudi haline gelebi-
lir...' vb." (R. BENEDİCT, Race and Racism, yeni basım: Routledge and Ke-
gan Paul, 1983, s. 132). Ona göre bu Chamberlain'in hem "dürüstlüğü"nün
hem de iç "çelişkisi"nin işaretidir. Bu çelişki kural halini almıştır ve aslında
tek kural da değildir. Antisemitizm'de Yahudi'nin aşağılığı teması, yok edil-
mez farklılık temasından çok daha az önemlidir. Chamberlain'in Yahudiler'i
çok daha "tehlikeli" kılan zihinsel, ticari, cemaate dair "üstünlüklerini" an-
maktan hoşlandığı bile görülmektedir. Nazi girişimi kendisini çoğunlukla,
Yahudiler'in fiili "insan-altı" durumu karşındaki bir girişim olarak değil, on-
ları "insan-altı" duruma indirme girişimi olarak kabul eder: Bu yüzden de
köleleştirmeyle yetinemez ve yok etmeyle sonuçlanır.
dir; çünkü beraberinde "Avrupalılıkla" bağdaşmayan "dünya görüşü"
ve evrensel ideolojik egemenlik girişimi olarak bir İslam imajını,
oradan da "Araplığın" ve "İslamlığın" kasıtlı olarak birbirine
karıştırılmasını getirir.
Bu da dikkatimizi ırkçı geleneklerin Fransa'da aldığı ulusal biçime
ilişkin kabul edilmesi daha da zor ve bu nedenle de önemli bir tarihsel
olguya çeker. Arilik öğretilerinin, antropometrinin ve biyolojik
genetiğin şüphesiz özel olarak Fransız bir geçmişi vardır, ama gerçek
"Fransız ideolojisi" burada değildir: Bu ideoloji, "insan haklan ülkesi"
kültürünün, insan türünü evrensel olarak eğitme misyonu bulunduğu
düşüncesindedir. Bu düşünceye tekabül eden pratik, ezilen
toplulukların asimilasyonu ve buradan da bireylerin ve grupların
asimilasyona direnişlerinin ya da uyumlarının az ya da çok oluşuna
göre ayırt edilmesi ve aşamalandınl-ması gerekliliğidir. "Beyaz adamın
yükü"nün bu Fransızlara özgü (ya da "demokratik") varyantında ve
sömürgeleşmede kendini gösteren şey, hem etkili hem de ezici olan bir
dışlama/içine alma biçimidir. Irkçı ideolojilerin işleyişindeki ya da
ideolojilerin işleyişlerinin ırkçı yanlarındaki evrenselcilik ve
partikülarizm paradokslarına başka yerde tekrar döneceğim.8
Bunun tersine, yeni-ırkçı öğretilerde hiyerarşi temasının ancak
görünüşte ortadan kalktığını anlamak zor değildir. Hiyerarşinin
saçmalığı yüksek sesle ilan edilebilecek kadar ileri gidilebilir; aslında
hiyerarşi düşüncesi kendini bir yandan öğretinin pratik kullanımında
(böylece açıkça dile getirilmesine gerek kalmaz), diğer yandan
kültürlerin farklılığını kavramak için kullanılan ölçütlerin tipinde bile
yeniden oluşturur ve yine "ikinci konum"un, meta-ırkçılığın mantıksal
olanaklarını tehlikeye soktuğu görülür.
Gerçekte "karışma"dan korunma, kurumlaşmış kültürün, devletin,
egemen sınıfların ve hayat tarzlarıyla düşünceleri okul tarafından
meşrulaştırılan "yurttaşlar" kitlesinin kültürü olduğu yerde iş
görmektedir. Böylece tek yönlü bir toplumsal yükselme ve ifade yasağı
gibi işler. İngiltere'deki bir "Siyah"ın, ya da Fran-sa'daki bir
"Beur"ün*, zaten içinde yaşamakta olduğu toplumla

8. Bkz. bu kitapta, "Irkçılık ve Milliyetçilik".


IRK, ULUS, SINIF 36 BİR YENİ-IRKÇILIK VAR MI? 37

"bütünleşmesi" için gerekli olan asimilasyonun (kaldı ki bu top- olan ırkçılığı gibi, ırksal tiplerin temelde değişmez olduğu var-
lum her zaman onun yüzeysel, kusurlu, yapmacık olduğundan sayımını dile getirebilmek için, ister genetik ister Völkerpsycho-
kuşkulanacaktır) bir ilerleme, özgürleşme ve hakların tanınması logie* üzerine kurulu olsun, farkçı bir antropolojiyi önceden ka-
gibi gösterildiği gerçeğini, bütün kültürlerin saygın olduğunu öne bullenmek zorundaydı) bugün bireyci modelin baskın oluşunda
süren hiçbir kuramsal söylem değiştiremez. Bu durumun ardında, ayrıcalıklı bir yere sahiptir: Açıkça söylenmese de üstün görülen
insanlığın tarihsel kültürlerinin iki büyük sınıfa ayrıldığı düşün- kültürler, "bireysel" girişimi, toplumsal ve siyasal bireyciliği diz-
cesinin henüz yenilenmiş varyantları iş başındadır. Bu iki sınıf ginleyenlerin aksine bunlara değer veren ve destekleyen kültürler
şunlardır: Evrenselci, ilerici olacaklar ve iflah olmaz bir şekilde olacaktır. Bunlar "ortak ruh"un bireycilikten oluştuğu kültürler o-
partikülarist, "ilkel" olacaklar. Paradoks bir rastlantı değildir: lacaktır.
"Tutarlı" bir farkçı-ırkçılık bütün kültürlerin değişmezliğinin Buradan da sonunda biyolojik temanın dönüşüne, kültürel
ayrım gözetmeksizin savunucusu olduğundan aynı zamanda mu- ırkçılık çerçevesinde biyolojik "mit"in yeni varyantlarının hazır-
hafazakâr da olacaktır. Gerçekten öyledir de; Çünkü Avrupa kül- lanmasına izin verenin ne olduğunu anlıyoruz. Bilindiği gibi bu
türünü ve yaşam tarzını "üçüncü dünyalılaşma"dan koruma ba- açıdan farklı ulusal durumlar vardır. Etolojik ve sosyobiyolojik
hanesiyle onlara gerçek gelişmeye giden tüm yollan ütopik bir kuramsal modeller (ki bunlar da rakiptir) Anglosakson ülkelerde
şekilde kapatır. Ama derhal eski bir ayrımı yeniden devreye so- daha etkilidir. Bu ülkelerde mücadeleci bir neoliberalizmin siyasal
kar: toplumların "açık" ve "kapalı", "durağan" ve "girişken", "so- amaçlarıyla doğrudan kesişerek Sosyal Darwinizm ve Soyarıtım-
ğuk" ve "sıcak", "sürücül" ve "bireyci" vb. olarak ayrılmaları. cılık geleneklerinin yerini almışlardır.10 Yine de biyolojik açıkla-
Bu, kendi hesabına kültür kavramındaki tüm muğlaklığı harekete malara dayanan bu ideolojiler bile, esas olarak "farkçı devrime"
geçiren bir ayrımdır (Fransızca için özellikle geçerlidir!). bağlıdır. Açıklamayı amaçladıkları şey, ırkların inşası değil, gele-
Ayrı kendilikler (ya da sembolik yapılar) olarak ele alınan neklerin ve kültürleri birbirlerinden ayıran setlerin, bireysel yete-
kültürlerin (Kultur) farklılığı, bizzat "Avrupalı" alan içindeki kül- neklerin birikimi açısından taşıdığı hayati önem ve özellikle de ya-
türel eşitsizliği yansıtır; ya da daha iyisi "kültürü" (Bildung, üst bancı düşmanlığının ve toplumsal saldırganlığın "doğal" temel-
düzey ya da popüler, teknik ya da folklorik vb.) sanayileşmiş, leridir. Saldırganlık, yeni-ırkçılığın her biçiminin başvurduğu ve
eğitimli, giderek uluslararasılaşan, dünya ölçeğine çıkan bir top- bu durumda biyolojizmi bir derece ileri götüren kurmaca bir öz-
lumda yeniden üretilme eğilimi gösteren eşitsizlik yapıları olarak dür: Kuşkusuz "ırklar" yoktur, sadece halklar ve kültürler vardır;
yansıtır. "Farklı" kültürler, kültürün edinilmesinin önünde engel ama kültürün biyolojik (ve biyopsişik) nedenleri ve sonuçları ve
oluşturan ya da (okul tarafından, uluslararası iletişim normları ta- kültürel farklılığa gösterilen biyolojik tepkiler vardır (bu tepkiler,
rafından) engel olarak kurulan kültürlerdir. Ve buna karşılık ezi- hâlâ genişlemiş "aile"sine ve "toprağına" bağlı insanın silinemez
len sınıfların "kültürel handikapları", "dış"ta olmanın pratikteki
karşılıkları olarak ya da özellikle "karışma"nın yıkıcı etkilerine * Völkerpsychologie: Bir etnik grubun psikolojisi. (Alm. ç.n.).
(yani bu "kanşma"nın içinde gerçekleştiği maddi koşulların etkile- 9.Şurası açıktır ki, "ırksal çatışmaların" ve okulda göçmenlerin bulu
nuşuna duyulan hıncın —ki bu komşuluktakinden çok daha fazladır—
rine) açık kalan yaşam tarzları olarak görünmektedir.9 Hiyerarşik keskin
temanın bu gizli varlığı (önceki dönemin açıkça eşitsizlik yanlısı liğini, toplumsal sınıflama ve bünyesine kabul etme konusunda son kararı
veren makam olarak kültürün kurumsal hiyerarşisi altındaki kültürlerin
"sosyolojik" farklılığındaki altalamaya bağlamak gerekir. Bkz. S.
* Beur. Fransa'da ikinci kuşak yabancılara, çoğunlukla Kuzey Afrika- BOULOT ve
lılar'a verilen ad (ç.n.) D. BOYSON-FRADET, "L'echec scolaire des enfants de travailleurs
immigres",
L'Immigration maghrebine en France, özel sayı, Les Temps modernes,
1984.
10.Bkz. M. BARKER, The New Racism...
IRK, ULUS, SINIF 38

"hayvanlığının" izi olarak biçimlenecektir). Bunun tersine, katıksız


kültürcülüğün baskın göründüğü yerlerde (örneğin Fransa'da) giderek
biyoloji üzerine ve "canlı"nın, üremesinin, eylemlerinin, sağlığının dış
düzenlenmesi olarak kültür üzerine bir söylem oluşturulmasına
saptığına da tanık olunmuştur. Bunu ilk sezenlerden biri Michel
Foucault olmuştur.11
Yeni-ırkçılığın günümüzdeki varyantlarının, ideolojik bir geçiş
oluşumundan başka bir şey meydana getirmemeleri mümkündür. Bu
geçiş, soya ilişkin mitlerin tarihsel anlatı yönünün(ırk, halk, kültür ve
ulus arasındaki yer değiştirme oyununun); zihinsel yeteneklerin,
"normal" toplumsal yaşama (ya da tersine suçluluğa ve sapkınlığa) ve
(manevi açıdan olduğu kadar sağlık açısından, soyarıtımı açısından
vb.) "optimal" üremeye olan eğilimlerin, bilişsel bilimler, Uzun zamandır bize, modern dünyanın, dar, yerel bağlılıkların
sosyopsikoloji ve istatistiğin ölçmek, seçmek, çevre ve soyaçekim sınırlarını aşmakta ve insanın evrensel kardeşliğini ilan etmekte ilk
faktörlerinin dozunu ayarlayarak kontrol etmek isteyecekleri olduğu söylenmiştir. Ya da 70'lere kadar böyle söylenmişti. O za-
eğilimlerin ve yeteneklerin psikolojik değerlendirilmesi yönünün mandan beri evrenselci öğretinin bizzat terminolojisinin, örneğin
gölgesinde kalacağı söylemlere ve toplumsal teknolojilere doğru... insanlığın kardeşliği** teriminin kendi kendisini yalanladığının, bu
yani bir "ırkçılık sonrası"na doğru evrimleşen bir geçiş olabilir. terimin cins olarak eril olmasından dolayı dişi olan herkesi örtük bir
Toplumsal ilişkilerin dünya ölçeğine çıkışı ve nüfusların yer biçimde dışladığının ya da ikincil bir alana ittiğinin bilincine
değiştirişi, ulusal devletler sistemi çerçevesi içinde sınır kavramının varmamız sağlandı. Modern dünyada evrenselciliğin ideolojik olarak
giderek yeniden gözden geçirilmesine ve uygulanış biçimlerinin sürüp giden meşrulaştırılması ile yine aynı dünyadaki ırkçılık ve
azaltılmasına yol açtıkça buna daha çok inanacağım. Böylece, cinsiyetçiliğin (hem maddi hem de ideolojik anlamda) sürüp giden
uygulanış biçimlerinin azaltılmasıyla, "sınır" kavramına toplumsal gerçeklikleri arasındaki derinde yatan o aynı gerilimi ortaya çıkaran bu
korumacılık işlevi verilecek ve daha birey-selleşmiş statülere tür dilsel örnekleri çoğaltmak kolay olurdu. Benim tartışmak istediğim
bağlanacaktır. Bu arada teknolojik dönüşümler, sınıf mücadelesinde ise bu gerilimdir, ya da daha kesin olarak, bu çelişkidir. Çünkü
eğitim eşitsizliğine ve entelektüel hiyerarşilere —bireylerle ilgili çelişkiler yalnızca tarihsel sistemlerin dinamik gücünü sağlamakla
olarak genelleştirilmiş tekno-politik bir a-yıklamaya gidilmesi kalmayıp onların asli özelliklerini de ortaya koyarlar.
bakımından— giderek daha önemli bir rol oynatacaktır. Şirket-uluslar Evrenselci öğretinin nereden geldiğini, ne denli yaygınlıkla
çağında, gerçek "kitleler çağı" belki de önümüzde.
* Bu makale ilk kez İngilizce olarak "Kapitalizmin İdeolojik Gerilimleri:
Irkçılık ve Cinsiyetçilik Karşısında Evrenselcilik" başlığıyla J. SMITH ve
11. Michel FOUCAULT, La Volonte de savoir, Gallimard, 1976. diğerleri, Racisnı, Sexism and the World-System, New York, 1988'de yayın-
NOT: TAGUlEFF'in yukarıda başvurduğum çözümlemeleri önemli ölçüde lanmıştır. Immanuel Wallerstein'ın bu kitaptaki makalelerinin tümü İngi-
geliştirdiği, tamamladığı ve değiştirdiği kitabını bu incelemenin redaksiyo- lizce orijinallerinden çevrilmiş, ancak Fransızca basımda yer alan notlar da da-
nundan sonra okudum. İleride hak ettiği şekilde tartışabilmeyi umuyorum. hil edilmiştir.
(Pierre-Andre TAGUIEFF, La Force du prejuge, Essai sur le racisme et ses ** Brotherhood of Man. Kardeşlik olarak çevrilen kelime, İngilizce
doubles, Editions La Decouverte, 1988. "brotherhood", "erkek kardeşlik" ya da "biraderlik"tir. (ç.n.).
IRK, ULUS, SINIF 40 KAPİTALİZMİN İDEOLOJİK GERİLİMLERİ 41

paylaşıldığını ya da ırkçılık ve cinsiyetçiliğin neden varolduğunu birleriyle çelişmesi gerekmez. Evrenselciliğin uzun bir geleneğin
ve sürdüğünü sormak başka şeydir, bu iki ideolojinin bir çift sonucu ya da doruğu olduğu savı kesinlikle tektanrılı dinler üç-
oluşturmasının kökenlerini sorgulamak başka şey; gerçekte bu lemesiyle ilgilidir. En önemli törel sıçramanın, insanlar (ya da
sözde zıtların arasında simbiyotik bir ilişki bulunduğu öne sü- bazı insanlar) kabilevi bir tanrıya inanmayı bırakıp Tanrı'nın bir-
rülebilir. Görünüşte bir paradoksla başlıyoruz. Irkçılık ve cinsi- liğini ve dolayısıyla örtük bir biçimde insanlığın birliğini kabul et-
yetçiliğe karşı başlıca itiraz evrenselci inançlardı; evrenselciliğe tikleri zaman gerçekleştiği öne sürülmüştür. Savlan şöyle devam
karşı başlıca itiraz da ırkçı ve cinsiyetçi inançlardı. Her bir inanç eder: Kuşkusuz bu üç tektanrılı din de konumlarının mantığını an-
kümesini savunanların ayrı taraflardan olduklarını varsayarız. cak bir yere kadar izlemişlerdir. Musevilik Tanrı'nın seçilmiş in-
Kendimize, Pogo'nun söylediği gibi düşmanın biz olduğumuzu, sanlarına özel bir konum veriyordu ve içine kabul etme yoluyla
çoğumuzun (belki de hepimizin) iki öğretiyi aynı anda izlemeyi ta- üyeliği özendirmekte isteksizdi. Hıristiyanlık ve İslamiyet ise hem
mamen mümkün saydığını fark etme iznini ise sadece ara sıra ve- seçilmişler grubuna girmenin önündeki engelleri kaldırdılar hem
ririz. Kuşkusuz bundan üzüntü duyulmalıdır; ama aynı zamanda de din değiştirme yoluyla tamamen tersi yöne gittiler. Fakat hem
açıklanmalıdır ve basit bir ikiyüzlülük iddiasından daha fazla bir Hıristiyanlık hem de İslamiyet normal olarak, Tanrı'nın krallığına
şeyle açıklanmalıdır. Çünkü bu paradoks (ya da bu ikiyüzlülük) tamamen ulaşabilmek için olumlayıcı bir sadakat edimini (bu ön-
sürekli, yaygın ve yapısaldır. Geçici bir insani zaaf değildir. ceden inançsız olan bir yetişkinin de resmi olarak dine dönmekle
Daha önceki tarihsel sistemlerde tutarlı olmak daha kolaydı. yapabileceği bir şeydi) şart koştular. Denir ki, modern Aydın-
Her ne kadar yapılarında ve öncüllerinde farklı olsalar da bu ön- lanma düşüncesi, hepimizin doğuştan sahip olduğumuz ve saye-
ceki sistemlerin hiçbiri, hem içeridekinin daha yüksek törel nite- sinde haklarımızın, kazanılmış ayrıcalıklardansa yetkiler haline
liklerine duyulan inancın hem de içeridekilerin birbirlerine karşı geldikleri insan haklarını türetmekle bu tektanrısal mantığı bir
yükümlülük duygularının, insan türüne ilişkin tüm soyut kavram- adım öteye götürmüştür yalnızca.
lardan —eğer böyle soyutlamalar ileri sürülüyorsa tabii— önce Bu hatalı bir düşünce tarihi değildir. Elimizde Aydınlanma
geldiği bir çeşit törel ve siyasal içerideki/dışarıdaki ayrımı yap- ideolojisini yansıtan, 18. yüzyıl sonlarına ait, dönemin siyaset ah-
makta tereddüt etmezdi. Tektarınlı dünya dinleri bile —Musevilik, lakıyla ilgili birçok belge bulunuyor. Bunlar, başlıca büyük siya-
Hıristiyanlık ve İslamiyet— tekil bir insan türüne hükmeden tek sal değişimlerin (Fransız Devrimi, Amerika'nın sömürgelikten
bir Tanrı'ya olan farazi bağlantılarına rağmen içeridekiler ve dışa- kurtulması, vb.) bir sonucu olarak, yaygın bir şekilde güven ve
rıdakiler arasında böyle ayrımlar yapmışlardır. kabul gören belgelerdir. Dahası ideolojik tarihi daha da ileri gö-
Bu denemede önce modern evrenselci öğretinin kökenleri, türebiliriz. 18. yüzyıla ait ideolojik belgelerde defacto ihmaller
sonra modern ırkçılık ve cinsiyetçiliğin kaynakları ve son olarak vardı — en çok da beyaz olmayanlar ve kadınlar unutulmuştu.
iki ideolojinin birleşiminin gerçeklikleri, hem bu birleşimi doğu- Ancak zaman geçtikçe bu ve diğer ihmaller, evrenselci öğreti
ranın ne olduğu hem de sonuçlarının neler olduğu bakımından başlığı altında bu grupları da açık bir biçimde içerecek şekilde
tartışılmaktadır. düzeltilmiştir. Bugün varlık nedenleri ırkçı ya da cinsiyetçi poli-
Varolan tarihsel sistemimizin ideolojisi olarak evrenselciliğin tikaları yürürlüğe sokmak olan toplumsal hareketler bile evrensel-
kökenlerini açıklamanın başlıca iki yolu vardır. Bunlardan biri ev- cilik ideolojisine en azından boş vaatlerinde başvurma eğilimin-
renselciliği daha eski bir entelektüel geleneğin doruğu olarak dedirler; bu nedenle de, çok net bir biçimde siyasal öncelikleri
görmektir. Diğeri ise özellikle kapitalist bir dünya ekonomisine düzenlemesi gerektiğini düşündükleri ve inandıkları şeyi açıkça
uygun bir ideoloji olarak görmektir. Bu iki açıklama tarzının bir- ileri sürmeyi, her nasılsa ayıp sayar gibidirler. O halde düşünce
IRK, ULUS, SINIF 42 KAPİTALİZMİN İDEOLOJİK GERİLİMLERİ 43

tarihinin noktalarını izleyerek, evrenselci ideolojinin kabul gö- çekten de bugün "meritokratik" bir sistem olarak adlandırdığımız
rüşünün bir tür dindışı, yükselen eğrisini çizmek ve bu eğriye da- şeyi kurmak için tüm kurumsal mekanizmaları —devlet okulları
yanarak, bir tür kaçınılmaz dünya-tarihsel sürecin varlığını Öne sistemini, devlet memurluğunu ve nepotizmaya* karşı kuralları—
sürmek zor olmayacaktır. geliştirmiş durumdayız.
Ancak, evrenselcilik bir siyasal öğreti olarak yalnızca modern Bundan başka, denir ki, meritokrasi sadece iktisadi olarak et-
dünyada ciddiyetle izlendiği için, kökenlerinin bu dünyanın özel kili olmakla kalmaz, aynı zamanda siyasal olarak da istikrar sağ-
toplumsal-iktisadi çerçevesinde aranması gerektiği iddiası da çok layıcıdır. Tarihsel kapitalizmde (önceki tarihsel sistemlerde olduğu
güçlü görünmektedir. Kapitalist dünya ekonomisi sonsuz ser- gibi) ödüllerin dağıtımındaki eşitsizlikler varolduğu ölçüde,
maye birikimi üzerine kurulu bir sistemdir. Bunu mümkün kılan daha az ödül alanların daha çok alanlara duydukları öfkenin daha
ana mekanizmalardan biri her şeyin metalaştırılmasıdır. Bu meta- az şiddetli olduğu, çünkü bu durumun gelenek temelinde değil,
lar bir dünya pazarı içinde, mal, sermaye ve emek gücü biçiminde meziyet temelinde haklı çıkarıldığı öne sürülmektedir. Yani, bir-
bir yerden diğerine akarlar. Akış ne denli serbestse metalaş- çok insan için meziyetle edinilen ayrıcalığın verasetle edinilenden,
tırma derecesinin de o denli yüksek olacağı varsayılır. Sonuç ola- siyasal ve törel olarak her nasılsa daha kabul edilebilir olduğu
rak bu akışı kısıtlayan her şey varsayımsal olarak ters etki yapar. düşünülmektedir.
Mallan, sermayeyi ya da emek gücünü pazarlanabilir bir meta Bu siyasal sosyoloji şüphe götürür. Gerçekte bunun tam tersi
olmaktan alıkoyan her şey bu tür akışları kısıtlamaya hizmet eder. doğrudur. Veraset yoluyla kazanılan ayrıcalık, ezilenler için es-
Malları, sermayeyi ve emek gücünü değerlendirmek amacıyla pi- kiden beri, inanması hiç olmazsa insana kesinliğin getirdiği ra-
yasa değerleri dışında ölçütler kullanan ve sonra bu türden de- hatlığı sunan, öncesiz ve sonrasız bir düzene duyulan mistik ya da
ğerlemelere öncelik tanıyan her şey, bunları o derece pazarlana- kaderci inançlar temelinde en azından marjinal olarak kabul edi-
maz ya da en azından daha az pazarlanabilir hale sokar. İşte bu lebilir bir şey olmuşken, biri sırf diğerinden belki daha zeki ama
nedenle bir tür kusursuz mantıkla, hangi türden olursa olsun par- kuşkusuz daha iyi eğitilmiş olduğu için kazanılan ayrıcalık, mer-
tikülarizmin kapitalist sistemin mantığıyla bağdaşmadığı ya da en divenin üst basamaklarına tırmanan birkaçı dışındakiler için yeni-
azından, en uygun biçimde işleyişi karşısında bir engel oluş- lir yutulur şey değildir. "Yuppie" olmayan hiç kimse "yuppie"leri
turduğu söylenir. Buradan çıkacak sonuç, kapitalist bir sistem sevmez ya da onlara hayran olmaz. Prensler en azından canayakın
içinde sonsuz sermaye birikimi arayışında asli bir unsur olarak baba figürleri olabilirler. Bir "yuppie" ise ancak fazla ayrıcalık ve-
evrenselci bir ideolojiyi savunmanın ve uygulamanın zorunlu ol- rilmiş bir kardeştir. Meritokratik sistem siyasal olarak en az istik-
duğudur. Nitekim kapitalist toplumsal ilişkilerden, her şeyi sa- rarlı sistemlerden biridir. Ve işte ırkçılık ve cinsiyetçilik, tam da
dece para ölçüsüyle gösterilen homojen bir meta biçimine indir- bu siyasal kırılganlık yüzünden devreye girmektedir.
gemeye çalışan bir "evrensel çözücü" olarak söz ederken kastet- Evrenselci ideolojinin yükseldiği varsayılan eğrisi, uzun za-
tiğimiz de budur. mandan beri, hem ideoloji hem de olgular olarak ırk ya da cinsin
Bunun iki ana sonucu olduğu söylenir. Malların üretiminde ortaya çıkardığı eşitsizlik derecesinin düşen eğrisiyle kuramsal
mümkün olan en yüksek verimliliği sağladığı öne sürülür. Özel olarak eşleştirilmiştir. Ancak ampirik olarak durum bu değildir.
olarak emek gücü açısından, eğer elimizde "yeteneklere açık bir Hatta belki de tersi bir savı, modern dünyada ırk ve cins eşit-
kariyer" (Fransız Devrimi'nde ortaya çıkan bir slogandır bu) varsa sizlikleri eğrilerinin fiili olarak yükseldiğini, ya da en azından
en yeterli kişilere dünya işbölümünde onlar için en uygun olan
mesleki rolleri vermemiz daha mümkün görünmektedir. Ve ger-
* nepotizm: akrabalarına ya da yakınlarına çıkar sağlama, (ç.n.)
IRK, ULUS, SINIF 44 KAPİTALİZMİN İDEOLOJİK GERİLİMLERİ 45

düşmediğini savunmak mümkün — olgular açısından bu kesin- lormüldür.


dir, belki de ideoloji olarak bile böyledir. Bunun neden böyle Bir ideoloji olarak ırkçılığa ilişkin en eski ve en ünlü tartış-
olabileceğini anlamak için ırkçılık ve cinsiyetçilik ideolojilerinin malardan birine bakalım. Avrupalılar Yeni Dünya'ya geldiklerinde
aslında ne ileri sürdüklerine bakmamız gerekir. karşılarına çıkan halkları —ya doğrudan kılıçla ya da dolaylı ola-
Irkçılık sadece, genetik ölçütle (deri rengi gibi) ya da toplum- tak hastalıklar yoluyla— kitle halinde katlettiler. Bir İspanyol Ka-
sal ölçütle (dinsel bağlılık, kültürel modeller, dilsel tercih, vb.) tolik keşişi olan Bartolome de Las Casas, Yerliler'in ruhlarının
tanımlanmış başka gruptan birini küçümseme ya da ondan kork- kurtarılması gerektiğini öne sürerek onları savundu. Las Casas'ın
ma tutumunda olma meselesi değildir. Irkçılık normal olarak böy- kilisenin ve sonuçta devletlerin resmi onayını kazanan tezinin ne-
lesi küçümseme ve korkuyu içerir, ancak bunlardan daha fazla bir ler içerdiğine bakalım. Yerliler, ruhları olduğuna göre insandılar
şeydir. Küçümseme ve korku, kapitalist dünya ekonomisindeki ve doğal yasanın kuralları onlar için de geçerliydi. O halde, ras-
ırkçılık pratiğini tanımlayan şeyin yanında oldukça ikincildir. Ger- gele katledilmelerine (topraklardan dışarı atılmalarına) ahlaki ola-
çekten de ötekini küçümsemenin ve ondan korkmanın (yabancı rak rıza gösterilemezdi. Bunun yerine ruhlarının kurtarılmasına
düşmanlığı) ırkçılığın çelişkiye neden olan bir yönü olduğu bile (onları Hıristiyanlığın evrenselci değerlerine döndürmeye) çalışıl-
savunulabilir. malıydı. O zaman canlı ve muhtemelen din değiştirme yolunda ola-
Daha önceki tarihsel sistemlerin tümünde yabancı düşmanlığı- caklarından işgücüyle bütünleşebilirlerdi — elbette ki yetenekleri
nın temel bir davranışsal sonucu olmuştur: Bu da "barbar"ın, ce- düzeyinde; bu da meslek ve ödül hiyerarşisinin en alt düzeyi an-
maatin, toplumun, iç-grubun fiziksel alanından dışarı atılmasıdır lamına geliyordu.
— ölüm bu dışarı atılmanın en uç biçimidir. Ne zaman ötekini fi- Irkçılık, işlemsel olarak işgücünün "etnikleşmesi" denebile-
ziksel olarak dışarı atsak, sözümona aradığımız bir çevre "saflığı- cek bir biçim almıştır; demek istediğim, sözde toplumsal ölçütle
na" kavuşuruz, ama aynı zamanda bir şeyi kaçınılmaz olarak kay- karşılıklı ilişkide olma eğilimini gösteren bir meslek-ödül hiye-
bederiz. Dışarı atılan kişinin emek gücünü ve böylece bu kişinin, rarşisinin her zaman varolduğudur. Fakat etnikleşme tipi sabit
tekrarlanan bir temelde kendimize mal edebileceğimiz bir artığın kalırken ayrıntılar, genetik ve toplumsal insan gruplarının hangi
yaratılmasına yapabileceği katkıyı kaybederiz. Bu her tarihsel sis- kısmının belli bir yer ve zamanda bulunduğuna ve bu zaman ve
temde bir kaybı gösterir, ama bütün yapısı ve mantığı sonsuz ser- yerde ekonominin hiyerarşik gereklerinin neler olduğuna bağlı
maye birikimi üzerine kurulu bir sistem söz konusu olduğunda olarak bir yerden diğerine ve bir zamandan diğer zamana deği-
özellikle ciddi bir kayıptır. şiklik göstermiştir.
Yayılan bir kapitalist sistemin (ki ömrünün yarısında yaptığı Yani ırkçılık, bizim ırklar ya da etnik-ulusal-dinsel gruplaş-
da budur) bulabildiği bütün emek gücüne ihtiyacı vardır, çünkü malar diye adlandırdığımız bu şeyleşmiş varlıkların kesin sınırla-
daha çok sermayenin üretilmesini, paraya çevrilmesini ve birikti- rını tanımlarken, (genetik ve/veya toplumsal) geçmişin süreklili-
rilmesini sağlayan malları üreten bu emektir. Sistem dışına atmak ğini temel alan iddiaları, her zaman için bugüne uyarlanmış bir es-
anlamsızdır. Fakat eğer, sermaye birikimini en üste çıkarmak iste- neklikle birleştirmiştir. Geçmişin sınırlarıyla bir bağ iddia etmenin
niyorsa, aynı zamanda üretim maliyetlerini (bu yüzden de emek esnekliği, bugünkü sınırların sürekli olarak yeniden çizilmesiyle
gücü maliyetlerini) en aza indirmek ve siyasal rahatsızlığın mali- birleşince, ırksal ve/veya etnik-ulusal-dinsel grupların ya da ce-
yetlerini en aza indirmek (bu yüzden de emek gücünün protesto- maatlerin yaratılması ve sürekli yeniden yaratılması biçimini al-
larını —saf dışı etmemek, çünkü bu yapılamaz— en aza indir- ınıştır. Bu gruplar her zaman oradadırlar ve her zaman hiyerarşik
mek) gereklidir. Irkçılık işte bu hedefleri bir araya getiren sihirli olarak sıralanırlar ama her zaman tam olarak aynı değildirler. Bazı
IRK, ULUS, SINIF 46 KAPİTALİZMİN İDEOLOJİK GERİLİMLERİ 47

gruplar sıralama sisteminde hareketli olabilir; bazı gruplar kaybo- yalnızca, farklı ve hatta daha az beğenilen iş rollerinin kadınlara
labilir ya da diğerleriyle birleşebilir; bazılarıysa parçalanır ve yeni- yüklenmesi değil, ırkçılıktan hiç de aşağı kalmayan bir yabancı
leri doğar. Fakat her zaman "zenci" olan birileri vardır. Eğer orta- düşmanlığıdır. Irkçılık insanları çalışma sisteminden dışarı atmayı
da hiç siyah yoksa ya da bu rolü oynamak için sayıları yetersizse değil onları içeride tutmayı hedefliyor; cinsiyetçiliğin de istediği
"beyaz zenciler" icat edilebilir. budur.
Bu tür bir sistem —biçimi ve kini değişmeyen ama sınır çiz- Kadınları —ve gençlerle yaşlıları— onlara azıcık bile ücret
gileri her nasılsa esnek olan bir ırkçılık— üç şeyi son derece iyi ödemeyen sermaye sahiplerine artık değer yaratmak için çalışma-
yapmaktadır. Belirli bir yer ve zamanda en düşük ücretli ve iktisadi ya kandırma yolumuz, çalışmalarının gerçekten çalışma olmadı-
olarak en az ödüllendirici rolleri alabilecek olanların sayısını o ğını ilan etmektir. "Ev kadını"nı icat ederiz ve onun "çalışmadı-
günkü ihtiyaçlara göre genişletmeye ya da daraltmaya olanak sağ- ğını" yalnızca "eve baktığını" öne süreriz. Böylece hükümetler is-
lar. Çocukları uygun rolleri oynamaları için bilfiil toplumsallaş- tihdam edilmiş olan sözde aktif emek gücü yüzdelerini hesaplar-
tıran (her ne kadar bu toplumsallaştırma direnme biçimlerini be- ken, "ev kadınları", bu hesabın ne payında ne paydasındadırlar.
nimsemeleri için de yapılıyor olsa da) toplumsal cemaatleri ortaya Ve cinsiyetçilikle birlikte otomatik olarak yaş ayrımcılığı gelmek-
çıkarır ve onları sürekli olarak yeniden yaratır. Ve eşitsizliğin haklı tedir. Ev kadınının çalışmasının artık değer yaratmadığını var-
çıkarılması için "meritokratik" olmayan bir temel sağlar. Bu son saydığımız gibi ücretsiz genç ve yaşlıların birçok çalışma girdisi-
noktanın altını çizmek gerekir. Irkçılık tam da öğretisinde evren- nin de artık değer yaratmadığını öne süreriz.
selcilik karşıtı olduğu için kapitalizmin bir sistem olarak sürme- Bunların hiçbiri gerçekliği yansıtmamaktadır. Ama hepsi, son
sine yardımcıdır. İşgücünün büyük bir kısmına, meziyet ilkesiyle derece güçlü olan ve hepsini uyum içinde tutan bir ideolojiye ek-
haklı çıkarılabilecek olandan çok daha az ücret verilebilmesine o- lenmektedir. Orta tabakanın ya da kadroların sistemi meşrulaştır-
lanak tanır. malarına zemin oluşturan evrenselcilik-meritokrasi ile işgücünün
Fakat, eğer bir sistem olarak kapitalizm ırkçılığı vücuda geti- çoğunluğunu yapılandırmaya yarayan ırkçılık-cinsiyetçiliğin birle-
riyorsa, bu aynı şekilde cinsiyetçiliği de vücuda getirmesini ge- şimi çok iyi işlemektedir. Ama yalnızca bir noktaya kadar. Bunun
rektirir mi? Evet, çünkü bu ikisi gerçekte çok sıkı bir şekilde bir- da nedeni çok basittir — kapitalist dünya ekonomisinin bu iki ide-
birine bağlıdır. İşgücünün etnikleşmesi emek gücünün tüm ke- olojik modeli birbirleriyle açık çelişki içindedir. Çeşitli gruplar bir
simleri için çok düşük ücretlere zemin sağlamak üzere vardır. yandan evrenselciliğin diğer yandan ırkçılık-cinsiyetçiliğin man-
Böyle düşük ücretler gerçekte, ücretlilerin, hayat boyu ücret- tığını çok ileriye götürmeye başladıkça, hassas bir dengede duran
gelirin toplam hane gelirinin yalnızca görece küçük bir bölümünü bu birleşim sürekli bozulma tehlikesiyle karşı karşıya kalmak-
sağladığı hane yapılarında yaşamaları nedeniyle mümkün olabil- tadır.
mektedir. Bu tür haneler, sözde geçimlik ve küçük pazar etkinlik- Irkçılık-cinsiyetçilik çok ileri gittiğinde neler olduğunu biliyo-
leri için çok miktarda emek girdisine ihtiyaç duyarlar. Bunu sağ- ruz. Irkçılar, dışarıdaki-grubu —Naziler'in Yahudi katliamında ol-
layan elbette kısmen yetişkin erkektir, ama daha büyük kısmı ye- duğu gibi hızla, bütün bir apartheid hedefinde olduğu gibi daha
tişkin kadın ve ayrıca her iki cinsin yaşlıları ve gençleridir. düşük bir hızla— tamamen dışarı atmayı deneyebilirler. Bu öğ-
Böyle bir sistemde, ücretsiz işteki bu emek girdisi ücret-geli- retiler, bu denli uç noktaya götürüldüklerinde akıldışıdırlar ve
rin düşüklüğünü "telafi eder" ve gerçekte böylece bu hanelerdeki akıldışı oldukları için direnişle karşılaşırlar. Kuşkusuz en başta
ücretli işçilerin işverenleri için dolaylı bir yardım ödeneğinin yeri- kurbanlarının direnişiyle karşılaşırlar ama, ırkçılığa değil onun
ni tutar. Cinsiyetçilik bunu düşünmememizi sağlar. Cinsiyetçilik ana amacının —etnikleşmiş ama üretken işgücünün— unutulmuş
IRK, ULUS, SINIF 48 KAPİTALİZMİN İDEOLOJİK GERİLİMLERİ 49

olmasına karşı çıkan büyük iktisadi güçlerin direnişiyle de karşıla- kavramsal olarak ve çok sıkı bir şekilde bağlıdır. Bu, ne evrensel-
şırlar. cilik ideolojisini ne de ırkçılık-cinsiyetçilik ideolojisini kullanacak
Evrenselcilik çok ileri gittiği zaman ne olacağını da hayal ede- yeni sistemleri icat edip etmeyeceğimiz ve eğer edersek, bunu
biliriz. Birileri ırkın (ya da eşdeğerinin) ve cinsiyetin gerçekten de nasıl yapacağımız sorunudur. Görevimiz budur ve kolay değildir.
hiçbir rol oynamadığı, gerçek anlamda eşitlikçi bir iş ve ücret Ancak gerçekleşmesi kesinlikle kaçınılmaz ya da otomatik olmasa
dağılımını yürürlüğe koymaya çalışabilirler. Irkçılığı çok ileri gö- bile, gerçekleştirilebilir bir görevdir bu.
türmekten farklı olarak, evrenselciliği çok ileri götürmenin hızlı
bir yolu yoktur; çünkü evrenselciliğe varmak için yalnızca resmi
ve kurumsal engeller değil, içselleştirilmiş etnikleşme modelleri
de safdışı edilmelidir ve bunun için mutlaka, en azından bir
kuşağa ihtiyaç vardır. Öyleyse evrenselciliğin çok ileri gitmesine
direnmek daha kolaydır. Bunun için, kurumlaşmış ırkçılık ve cin-
siyetçilik aygıtını dağıtmak üzere atılan her adımda, bizzat evren-
selcilik adına, sözde tersine-ırkçılık suçlamasında bulunmak ye-
terlidir.
O halde, evrenselcilik ile ırkçılık-cinsiyetçiliğin doğru dozları
arasındaki gergin bir bağla işleyen bir sistemle karşı karşıyayız.
Bu denklemin şu ya da bu tarafını "çok ileri" götürme çabalan her
zaman olacaktır. Sonuç bir çeşit zikzak modelidir. Bu sonsuza ka-
dar sürebilirdi, ancak bir sorun var. Zikzaklar zamanla küçülmü-
yorlar, büyüyorlar. Evrenselciliğe doğru yapılan hamle daha
güçlü hale geliyor. Irkçılık ve cinsiyetciliğe doğru yapılan hamle
de öyle. Bahisler yükseliyor. Bunun iki nedeni var.
Bir yanda tarihsel deneyim birikiminden gelen bilginin tüm
taraflar üzerindeki etkisi var. Diğer yanda ise bizzat sistemin dün-
yevi doğrultulan var. Çünkü evrenselcilik ve ırkçılık-cinsiyetçilik
zikzağı sistemdeki tek zikzak değildir. Aynı zamanda, örneğin ev-
renselcilik ve ırkçılık-cinsiyetçiliğin ideolojik zikzağıyla kısmen
karşılıklı ilişki içinde olan bir iktisadi yayılma-daralma zikzağı da
vardır. Bu iktisadi zikzak da giderek keskinleşmektedir. Neden
böyle olduğu ayrı bir hikâye. Ancak, modern dünyanın genel
çelişkileri, sistemi uzun bir yapısal krize soktuğunda varis bir sis-
tem arayışının ideolojik-kurumsal olarak en şiddetli olduğu yer,
gerçekte, evrenselcilik ile ırkçılık-cinsiyetçilik arasındaki artan
zikzaklar, çoğalan gerilimdir. Sorun bu zıtlığın hangi tarafının
—bir şekilde— kazanacağı değildir, çünkü bunlar birbirlerine
IRKÇILIK VE MİLLİYETÇİLİK 51

anlamlıdır.
Kuşkusuz böyle bir sav, ırkçılığın nesnel biyolojik "ırklar"ın
varlığıyla hiçbir ilgisi olmadığını onaylamaktadır.2 Bu sav ırkçı-
lığın tarihsel ya da kültürel bir ürün olduğunu, dolambaçlı bir yol-
dan olsa da ırkçılığı insan doğasının değişmez bir şartı haline ge-
tirmeye yönelen "kültürcülerin" açıklamalarının çeşitli anlamlara
çekilebilirliğinden de kaçınarak gösterebilmektedir. Irkçılığın psi-
kolojisinin yine tamamen psikolojik olan açıklamalar yoluyla yo-
rumlandığı çemberi kırmak gibi bir avantajı da vardır. Nihayet,
sanki ırkçı hareketleri hesaba katmadan, yani bunlara yol açan ve
çağdaş milliyetçilikten (özellikle de emperyalizmden)3 ayrılamaya-
cak olan toplumsal ilişkilere dek uzanmadan milliyetçiliği olduğu
gibi tanımlamak mümkünmüşçesine, ırkçılığı, milliyetçilik zemi-
Irkçı örgütler milliyetçiliği sahiplenerek ve iki kavramın (ırkçılığın ninden ayrı bir yere yerleştirmeye özen gösteren diğer tarihçilerin
ve milliyetçiliğin) birbirine indirgenemeyeceğini ilan ederek en yumuşatma stratejilerine oranla eleştirel bir işlevi yerine getirmek-
çok da ırkçı olarak nitelenmeyi reddederler. Bu bir gizleme taktiği tedir. Bununla beraber tüm bu güçlü nedenler, ne ırkçılığın milli-
midir, yoksa ırkçı tutumun doğasında bulunan bir kelimelerden yetçiliğin kaçınılmaz bir sonucu olmasını ne de daha ziyade açık
korkma semptomu mudur? Aslında, ırk ve ulus söylemleri bir in- ya da gizli bir ırkçılığın varlığı olmadan milliyetçiliğin tarihsel ola-
kâr biçimi altında da olsa hiç bir zaman birbirinden çok uzak ol- rak imkânsız olmasını zorunlu kılar.4 Kategorilerin ve eklemlen-
mamıştır; böylece ulusal topraklarda "göçmen"lerin varlığı "Fran- melerin belirsizliği süregitmektedir. Bunun her türden kavramsal
sız karşıtı bir ırkçılığın" nedeni olacaktır. Kelimelerdeki bu dalga- "saflığı" etkisiz kılan nedenlerini uzun uzun aramaktan çekinme-
lanma bize, milliyetçiliğin belli siyasal hareketlerde örgütlenme- meliyiz.
sinin, en azından kuruluşunu tamamlamış bir ulusal devlette ırk-
çılığı kaçınılmaz olarak gözden sakladığını telkin etmektedir. Geçmişin Bugündeliği
Tarihçilerin, en azından bir kısmı, bu noktadan hareketle ırk-
çılığın —kuramsal söylem ve kitle görüngüsü olarak— modern 20. yüzyılın bu son döneminde, yarı resmi tanımlardaki ırkçılık
çağda her yerde var olan "milliyetçilik zemininde" geliştiği savını anlayışımızı hangi modellere göre oluşturduk? Bu modeller, kıs-
öne sürmüşlerdir.1 Şu halde milliyetçilik ırkçılığın tek nedeni de-
ğilse de ortaya çıkışının belirleyici koşuludur. Şöyle de diyebili-
2.Ruth BENEDICT'in Race and Racism adlı kitabındaki amacı buydu
riz: İktisadi (krizlerin sonucu) ya da psikolojik (kişisel kimlik ya (1942, yeniden basımı: Routledge and Kegan Paul, Londra, 1983). Yine de
da kolektif aidiyet duygusundaki çelişiklik) açıklamalar milli- R.
yetçiliğin sonuçlarını ya da önvarsayımlarını aydınlattıkları ölçüde BENEDİCT, ulus, milliyetçilik, kültür arasında gerçekten ayrım
yapmıyor ya
da daha çok ırkçılığın "tarihselleştirilmesi" yoluyla, onu milliyetçiliğin
* Bu makalenin bir özeti M dergisinin No. 18, Aralık 1987- Ocak 1988 görü
tarihli sayısında çıkmıştır. nümü olarak "kültürelleştirme" eğilimi gösteriyor.
1. Son dönemin en tartışmalı çalışması Rene GALLISSOT'nun eseridir, 3.Bkz. Raoul GIRARDET, Encyclopaedia Universalis, "Nation: 4. Le
Misere de l'antiracisme, Editions Arcantere, Paris, 1985. nationalisme" maddesi.
4.Daha önceki bir incelemede savunduğum gibi: "Sujets ou citoyens? -
Pour l'egalite", Les Temps modernes, Mart-Nisan-Mayıs 1984
(L'Immigra-
tion maghrebine en France, özel sayı).
IRK, ULUS, SINIF 52 IRKÇILIK VE MİLLİYETÇİLİK 53

men Nazi antisemitizmi, sonra Amerika Birleşik Devletleri'nde banları, aşağı ya da meşum bir ırka atfedilenlerdir. Bu nedenle so-
Siyahlara karşı (uzun bir kölelik cefası olarak algılanan) ayrımcı- run yalnızca ırklar mitinin nasıl oluştuğunu bilmek değil, aynı za-
lık ve nihayet fetihlerin, savaşların ve sömürge egemenliklerinin manda ırkçılığın bu mitten ayrılmaz olup olmadığını bilmektir.
"emperyalist" ırkçılığıdır. Bu modeller üzerine (demokrasi savu- Siyasal çözümleme ister güncel olaylara uygulansın ister geç-
nusu, insan hakları ve yurttaşlık haklan, ulusal kurtuluş politika- miş olayların doğuşunu yeniden kurmaya çalışsın, kurumsal bir
larına bağlı bir biçimde) kuramsal olarak düşünüldüğünde bir dizi ırkçılığın ve sosyolojik bir ırkçılığın karşılıklı paylarını tahmin et-
ayrım ortaya çıkmıştır. Soyutluklarına rağmen bu ayrımları hatır- meye çalışır. Bu ayrım kuramsal ırkçılık ve kendiliğinden ırkçılık
layarak başlamak yararsız değil, çünkü bunlar neden arayışlarının ayrımıyla büyük ölçüde uyum içindedir (nitekim tarihte, öğretisel
yöneldiği doğrultulan göstermektedirler ve az çok ifade edilen bir bir doğrulama olmadan ırksal ayrımcılığı hedefleyen devlet ku-
düşünceye göre sonuçların ortadan kaldırılması nedenlerin orta- rumları olduğunu düşünmek ya da göstermek güçtür); fakat onunla
dan kaldırılmasına kesin olarak bağlıdır. kayıtsız şartsız örtüşmez, çünkü hem bu doğrulamalar bir ırk
Karşılaştığımız ilk ayrım kuramsal (ya da öğretisel) ırkçılık ve mitolojisi dışındaki kuramsal ideolojilerden ödünç alınabilir, hem
kendiliğinden ırkçılık (ırkçı "önyargı") ayrımıdır. Bu ikincisi kimi de sosyolojik ırkçılık kavramı dikkatimizi ırkçı nitelikteki kolektif
zaman bir kolektif psikoloji görüngüsü olarak kimi zaman da az hareketlere çekerek önyargı psikolojisinin ilerisine giden dinamik
çok "bilinçli" bir bireysel kişilik yapısı olarak değerlendirilmekte- bir konjonktür boyutu taşır. Kurumsal ırkçılık ve sosyolojik ırk-
dir. Bu konuya daha sonra döneceğim. çılık alternatifi bizi, devlette ırkçılığın varlığıyla bir devlet (resmi)
Daha tarihsel bir bakış açısından, sömürgeci ırkçılığın tersine, ırkçılığının kurulmasını ayıran farkları hafife almamamız gerektiği
antisemitizmin tek oluşu ya da yine —ABD'de— siyahların ırk konusunda uyarır. Aynı zamanda bazı toplumsal sınıfların ırkçı-
olarak ezilmesi ile göçmen "etnik gruplara" yönelik ayrımcılığı lıktan etkilenmeye daha yatkın olduklarını ve bunların, belli bir
farklı yorumlamak gerekliliği, beraberinde az çok idealleştirilmiş konjonktürde ırkçılığa kazandıracakları biçimleri araştırmanın ö-
bir ayrımı getirmektedir. Bu (ulusal alanda azınlıklaşmış bir nü- nemli olduğunu da telkin eder. Ancak temelde bu, özellikle yan~
fusa yöneltilmiş) iç ırkçılık ile (yabancı düşmanlığının bir uç biçi- sıtma ve inkâr stratejilerini dile getiren yanıltıcı bir alternatiftir.
mi olarak değerlendirilen) dış ırkçılık arasındaki ayrımdır. Bu ay- Her tarihsel ırkçılık, hem kurumsal hem de sosyolojiktir.
rımın ulusal sınırları verili bir ölçüt olarak varsaydığını ve sınır Sonuç olarak Nazizm ile sömürgeci ırkçılığın ya da ABD'deki
kavramının diğer yerlerden daha ikircil hale geldiği sömürge son- ayrımcılığın karşılaştırılması, (dışlayıcı) bir imha ya da tasfiye
rası koşullanna ya da (Kuzey Amerika'nın Latin Amerika üzerin- ırkçılığı ile (kapsayıcı) bir baskı ya da sömürü ırkçılığı ayrımını
deki egemenliği gibi) yarı-sömürge koşullarına uygun düşmeme büyük ölçüde dayatmaktadır. Bunlardan ilki toplumsal gövdeyi
tehlikesi taşıdığını kaydedelim. aşağı ırkların temsil ettiği tehlike ya da pislikten arıtmayı amaç-
Irkçı söylemlerin çözümlenmesinde görüngübilimsel ve se- larken diğeri tersine, toplumu hiyerarşize etmeye, bölümlemeye
mantik çözümleme yöntemlerinden yararlanıldığından beri, "öte- niyetlidir. Fakat aynı zamanda öyle görünüyor ki, en uç olaylarda
ki"ne atıfta bulunan ya da "ötekinden korkan" bir ırkçılığa karşı, bile bu iki biçimden hiçbiri saf bir durumda varolmuyor: Böy-
bazı ırkçı tavırları, kendine atıfta bulunan tavırlar olarak nitelemek lelikle Nazizm imha ile toplama kamplarına sürgünü, "nihai çö-
yararlı gibi görünmektedir. Birinci tip ırkçılar fiziksel ve sembolik züm" ile köleliği birleştirmiş; sömürgeci emperyalizm de hem zo-
şiddet kullanan, kendilerini üstün bir ırkın temsilcileri olarak gör- runlu çalışmayı, kast rejimlerinin kurulmasını ve etnik ayrımcılığı,
me önyargısını taşıyan ırkçılardır; bu ikinci tip ırkçılıktaysa, ter- hem de "soykırımları" ya da sistematik katliamları uygulamıştır.
sine, ırkçılığın ya da daha iyi bir deyişle ırklaştırma sürecinin kur- Aslında bu ayrımlar ideal olarak saf yapı ve hareket tarzı tiple-
IRK, ULUS, SINIF 54 IRKÇILIK VE MİLLİYETÇİLİK 55

rini sınıflandırmaya yaramaktan çok tarihsel yörüngeleri bulmaya hızlandırmakla kalmadı. Aynı zamanda tüm yasaklar gibi iki yönlü
yarar. Bunların göreli uygunlukları bizi, değişmez bir ırkçılığın sonuçlara yol açan yan hukuksal yarı ahlaksal bir yasağı da ge-
değil, açık bir durumlar spektrumu oluşturan ırkçılık/ar'ın varol- tirdi: Bu sonuçlar çağdaş ırkçı söylemin, Nazizm'in ("dil sürç-
duğu gibi sağduyulu bir saptamaya, ayrıca entellektüel ve siyasal meleri" dışındaki) tipik ifadelerini değiştirmesi gerekliliğinden,
olarak kaçınılmaz olabilecek bir çekinceye götürmektedir. Bu çe- kendisini Nazizm açısından, ırkçılığın öteki'si olarak gösterme
kince şudur: Belirli bir ırkçı biçimlenmenin sabit sınırlan yoktur; olasılığına ve nefretin Yahudiler'den başka "nesnelere" kaydırıl-
o kendi potansiyelinin, aynı zamanda tarihsel durumların, toplum- masından, Hitlerciliğin kayıp gizlerinin karşı konulamaz çekici-
sal oluşumdaki güç ilişkilerinin olası ırkçılıklar spektrumunda yer liğine dek uzanmaktadır. Genç "dazlak" çetelerinin zavallı bile
değiştireceği bir evrimin bir anıdır. Son noktada ırkçılığın varol- olsa Nazi taklitçiliğinin (ki bu görüngü bana hiçbir zaman marji-
madığı çağdaş ülkeler bulmak (özellikle de egemen kültürün ırk- nalmiş gibi görünmedi) "mahşer"den sonraki üçüncü kuşak için
çılığın açıkça ifade edilmesini yasakladığını ya da şiddetli "eyleme günümüz ırkçılığının bağrında, kolektif hafızanın biçimlerinden
geçiş"in adalet aygıtı tarafından şöyle böyle bastırıldığını sapta- birini temsil ettiğini, ciddiyetle inanarak belirteceğim; ya da ko-
mak tatmin edici gelmiyorsa) güçtür. Bununla beraber hiç bir lektif hafızanın, günümüz ırkçılığının güç çizgilerini belirlemeye
ayrım olmaksızın, hepimizin "ırkçı toplumlarda" yaşadığımız so- katkıda bulunma biçimlerinden birini temsil ettiği söylenebilir.
nucuna varılmayacaktır. Ancak bu ihtiyat bir mazerete dönüşme- Bunun anlamı günümüzde ırkçılıktan, sadece onu bastırma ya da
melidir. Ve işte tipolojilerin ötesine geçme zorunluluğunun ortaya vaaz yoluyla kurtulmaya umut bağlanamayacağıdır.
çıktığı yer burasıdır. Irkçılık, tek bir tip olmaktan ya da biçimsel Kuşkusuz hiçbir tarihsel deneyim yeniden etkin hale gelme
kategorilerde sınıflandırılacak özel vakaların yan yana getirilmesi gücüne kendinde sahip değildir ve seksenli yıllardaki ırkçılığın,
olmaktan çok (yol ağızları, gizli evreleri ve büyük çıkışlarıyla) ke- sözlü Nazizm karşıtlığı ile söylenmeyen ve mitsel yeniden üretim
sinlikle çizgisel olmayan, modern insanlık durumlarıyla bağlantı arasında gidip gelişlerini yeniden yorumlayabilmek için, hedefle-
kurup onlardan etkilenen, bizzat tekil bir tarihtir. İşte bu nedenle diği kolektiviteleri, onların eylemlerini ve tepkilerini hesaba kat-
Nazi antisemitizminin ve sömürgeci ırkçılığın, hatta köleliğin mak gerekir. Çünkü ırkçılık, ırkçı kişilerin basit bir hezeyanı değil
sembolleri ne şu ya da bu "ırkçı patlamanın" katışıksızlık ve tehli- toplumsal bir ilişkidir.5 Ne ki güncellik geçmişin tekil izlerinde
kelilik derecesinin ölçülebileceği modeller olarak ne de tarihte ırk- düğümlenir. Böylelikle ırksal nefretin Magrip ülkelerinden gelen
çılığın yerini sınırlayan olaylar ya da dönemler olarak hatırlan- göçmenlerde sabitlenmesinin, antisemitizmin klasik çizgilerini ne
malıdır. Bunlar her zaman etkin, kısmen bilinçli kısmen bilinçsiz anlamda yeniden ürettiği sorusu sorulduğunda, ne sadece Avru-
ve güncel koşullardan doğan hareket ve tutumları yapılandırmaya pa'daki Yahudi azınlıkların 19. ve 20. yüzyılların dönüm noktala-
katkıda bulunan oluşumlar olarak değerlendirilmelidir. Burada pa- rındaki durumlarıyla bugünün Fransası'ndaki "Arap-İslam" azın-
radigmatik bir olgunun altını çizelim: Güney Afrika'nın apart- lıkların durumları arasındaki analojiye işaret etmek ne de bunları
heid'ı, değindiğimiz üç oluşumun (Nazizm, sömürgecilik, köle- bir toplumun (ya da daha çok onu oluşturan bireylerin) sıkıntı-
lik) çizgilerini birleştirmektedir.
Gerisi iyi biliniyor: Nazizm'in yenilgisi ve kampların imha 5. Irkçı söylemin şiddet ve zulüm senaryoları tasarlayarak gerçek olanı
edildiği haberi yalnızca, günümüz dünyasında, evrensel olduğu inkâr ediş şekli yüzünden, ırkçı kompleks tanımlanmaya çalışıldığında, heze-
iddia edilen kültürün bir parçasını oluşturan bir bilinçlenmeyi (her yan kategorisi kendiliğinden akla geliyor. Ancak bu kategoriyi düzeltme yap-
madan kullanamayız: Bir taraftan ırkçılığın sürekli yürüttüğü düşünce etkin-
ne kadar bu bilinç kendi içeriğiyle eşit değilse ve kendi içeriğin- liğini maskeleme tehlikesi taşıdığı için, diğer taraftan toplu hezeyan kavramı
den emin değilse de; kısacası bir bilgiden başka bir şeyse de) terimler arası çelişkinin sınırında olduğu için.
IRK, ULUS, SINIF 56 1RKÇ1LIK VE MİLLİYETÇİLİK 57

larının ve hüsranlarının yine o toplumun bir parçasına yansıtıldığı tadır. Böylelikle bağdaşmama eğiliminde olan iki tip olacaktır (ki
soyut bir "iç ırkçılık" modeline atfetmek yeterli olacaktır. Bu nef- bu da bazılarının, birazcık Yahudi milliyetçiliğiyle, "antisemitiz-
retin nasıl türediğini, antisemitizmin "Yahudi kimliği"nin ötesinde min bir ırkçılık olmadığını" söylemelerine fırsat verir): Bir yanda
tekrarlanmasının Fransa'ya özgü nedenlerinden ve Hitler'le öne yalnızca "asimile" olmakla kalmayıp başlangıçlarından bu yana
fırlamasından yola çıkarak sorgulamak gerekir. Avrupa uluslarının ekonomilerinin ve kültürlerinin tümleyici bir
Sömürgeci ırkçılığın devamı hakkında da aynı şeyler söyle- parçasını oluşturmuş olan bir iç azınlığı safdışı bırakmaya çalışan
necektir. Etrafımızda bunun her yere sinmiş etkilerini bulmamız bir ırkçılık; diğer yanda ise zorla kuşatılmış bir çoğunluğu yurt-
güç değildir. Bunun nedeni öncelikle doğrudan Fransız sömür- taşlıktan, egemen kültürden, toplumsal otoriteden hem fiili hem
geciliğinin tümüyle yok olmamış olmasıdır (bazı "topraklar" ve de hukuksal olarak dışlamaya devam eden, yani sınırsızca "dış-
bunların yarı-yurttaş statüsündeki "yerlileri" sömürgelikten kur- layan" bir ırkçılık vardır (fakat tersine bu dışlama "paternalizmi",
tulma sürecini atlamışlardır). Daha sonraki neden ise, yeni-sö- "yerli" kültürlerin yok edilmesini ve sömürgeleştirilmiş ulusların
mürgeciliğin bilmezlikten gelinemeyecek büyük bir gerçeklik olu- "seçkinleri"ne sömürgecilerin düşünce ve yaşam biçimlerinin da-
şudur. Ve son olarak günümüz ırkçılığının ayrıcalıklı "nesneleri", yatılmasını engellemez).
eski Fransız sömürgelerinden gelen işçiler ve onların aileleri, Bununla birlikte sömürgeleştirmede "yerli" halkların dıştalığı
sömürgeleşmenin ve sömürgelikten kurtulmanın ürünleri olarak ya da daha ziyade ırksal dıştalık olarak temsili, çok eski "farklılık"
ortaya çıkmışlar ve böylelikle hem imparatorluk dönemine ait bir imgelerini söylemine alsa ve katsa bile, verili durum ile bağlantılı
horgörünün devamını, hem de bir hayali öç alma sabit fikrini değildir. Aslında bizzat fetih ve sömürgeciliğin, yönetim, zorunlu
değilse de, yitirilmiş bir egemenliğin yurttaşlarının duyduğu hıncı çalışma, cinsel baskı gibi somut yapılarıyla yarattığı alanda, yani
kendilerinde toplamayı başarmışlardır. Fakat durumun özelliğini belli bir içeridelik zemini üzerinde üretilmiş ve yeniden üretilmiş-
belirtmek için bu devamlılıklar yeterli değildir. Bunlar daha geniş tir. Bu olmaksızın ne yerlilerin asimilasyonu ve dışlanması gibi
tarihsel eğilimlerin ve olayların ulusal zeminde (toplumsal grupla- ikili bir hareketin çelişikliği, ne de sömürgeleştirilmiş olanlara at-
ra, ideolojik konumlara göre farklı şekillerde) düşünülmesinin fedilen alt-insanlığın dünyanın paylaşılması döneminde nasıl sö-
(Sartre'ın deyişiyle) aracılığındadırlar; (Althusser'in deyişiyle) bu mürgeci ulusların kendileri hakkında geliştirdikleri imajı belirleye-
düşünmeyle üst-belirlenmişlerdir. Burada da, her ne kadar Na- cek kadar ileri gittiği açıklanabilir. Aslında sömürgeciliğin mirası,
zizm'den tamamen farklı bir kipliğe göre de olsa, bir kopuş yer sürekli dışlaştırma ile "içsel dışlama"nın oynak bir bileşimidir.
almıştır. Daha doğru bir deyişle, çok uzun bir tortulaşma ve gö- Bu, emperyalist üstünlük kompleksinin nasıl oluştuğu gözlenir-
rece hızlı fakat son derece ikircil bir kopuş. ken de saptanabilir. Farklı tabiyetlerden (İngiliz, Fransız, Hollan-
Sömürgeci ırkçılığın, "dış ırkçılığın" mükemmel bir örneğini dalı, Portekiz vb.) sömürgeci kastlar, uygarlığı vahşilere karşı sa-
oluşturduğu sanılabilir; bu tür ırkçılık, korku ve horgörüyü bir- vunma hedefi ile bir "beyaz" üstünlüğü düşüncesini ortaklaşa uy-
leştiren yabancı düşmanlığının uç bir varyantı olup sömürgecile- durmuşlardır. Bu tasvir —"beyaz adamın omuzlarındaki görev"—
rin, kalıcı bir düzen kurmuş olma iddialarına rağmen bu düzenin modern bir uluslarüstü Avrupalı ya da Batılı kimliği kavramının
tersyüz edilebilecek bir güç ilişkisine dayandığının bilincinde ol- oluşturulmasına önemli bir katkıda bulundu. Aynı kastların, Kip-
malarıyla yaşatılır. Sömürgeci ırkçılık ve antisemitizm arasındaki ling'in "büyük oyun" dediği şeyi, yani "birinin" yerlilerinin "di-
birçok antitez, baskı ve (Naziler'in "nihai çözümü"nü retrospektif ğerinin" yerlilerine karşı ayaklanmasını ve birbirlerine karşı, özel
olarak tüm antisemitizm tarihine yansıtmaya teşvik eden) imha bir insanlığa sahip olmakla böbürlendikleri, ırkçılık imajını rakip-
arasındaki farka olduğu kadar bu ayırt edici niteliğe de dayanmak- lerinin sömürgeci uygulamalarına yansıttıkları oyunu, oynamaya
İRK, ULUS, SINIF 58 İRKÇILIK VE MİLLİYETÇİLİK 59

devam ettikleri de daha az doğru değildir. Fransız sömürgeciliği mediğini söylüyor.7 Bunun, bizim konjonktürümüzde "yabancı
kendini "asimile edici", İngiliz sömürgeciliği de kendini "kültürlere düşmanlığı"ndaki artışa katkısını sorgulamamız gereken İslami
saygı duyan" diye ilan etmiştir. Öteki Beyaz aynı zamanda kötü "entegrizm" deki son gelişmelerden önce yazıldığını biliyoruz; fa-
Beyaz'dır. Her beyaz ulus, manevi olarak "en beyaz"dır: Yani kat bu her durumda eksik bir saptamadır. Çünkü Afrika'da, As-
hem en elitist hem de en evrenselcidir; bu açık çelişkiye daha ile- ya'da ve Latin Amerika'da "üçüncü dünyacı" karşı-ırkçılık yoksa
ride değineceğim. da "uluslar", "etnik gruplar", "cemaatler" arasında hem kurumsal
Sömürgelikten kurtulma süreci hızlandığında bu çelişkiler de hem de kitlesel düzeyde yıkıcı bir ırkçılık bolluğu vardır. Ve kar-
biçim değiştirdi. Sömürgelikten kurtulma, kendi idealleri ile kar- şılık olarak, bu ırkçılıkların dünya çapındaki iletişim tarafından
şılaştırıldığında hem eksik hem de saptırılmış olduğundan başa- çarpıtılan görüntüsü, insanlığın dörtte üçünün kendi kendini yö-
rıya ulaşamamıştır. Fakat görece bağımsız diğer olaylarla (dünya netmekten aciz olduğunu öne süren o eski düşünceyi sürdürerek,
çapında iletişim ağları ve silahlanma çağına giriş) kesişince yeni beyaz ırkçılığın klişelerini beslemekten geri kalmamaktadır. Kuş-
bir siyasal alan yaratmıştır; bu sadece içinde stratejilerin oluştuğu, kusuz bu taklit etkilerinin geri planında, sömürgeci ulusların ve
sermayelerin, teknolojilerin ve mesajların dolaştığı bir alan değil, onların manevra alanlarının (insanlığın geri kalanı) eski dünya-
aynı zamanda pazar yasasına tabi olan halkların tümünün fiziksel sının yerini, birbirine denk (hepsi uluslararası kurumlarda temsil
ve sembolik olarak karşılaştıkları bir alandır. Böylelikle sömür- edilen) ulus-devletler halinde biçimsel olarak örgütlenmiş yeni bir
gecilerin fetih döneminden beri ırkçılığın yapısal boyutlarından bi- dünya almıştır, fakat bu dünyayı ortak ölçüleri olmayan iki in-
rini oluşturmuş olan ikircil içeridelik-dışarıdalık biçimlenmesi, ye- sanlığın —sefaletle "tüketim"in, azgelişmişlikle çokgelişmişli-
niden üretilmiş, genişletilmiş ve yeniden etkin hale getirilmiş bir ğin— sürekli olarak yer değiştiren, devlet sınırlarına indirgene-
hal aldı. Bu biçimlenmenin eski sömürgelerden ya da yarı sömür- meyecek olan sınırı böler. Emperyalist hiyerarşilerin ortadan kalk-
gelerden kapitalist merkezlere göçün ortaya çıkardığı "evdeki masıyla, görünürde insanlık yeniden birleşmişti: Aslında böylesi
üçüncü dünya" gibi sonuçlarına işaret etmek alışılmış bir şey olur. bir insanlık ancak bugün, bir anlamda vardır, fakat bağdaşmama
Fakat "ırk" ve "etnik grup" tasvirlerinin üzerinde gittiği çizgiyi eğiliminde olan kitlelere bölünmüştür. Gerçekten dünya siyase-
çizen bu dışarının içselleştirilmesi biçimi, görünürde antitezsel o- tine, dünya ideolojisine dönüşmüş bir dünya ekonomisi alanında
lan içerinin dışsallaştırılması biçimlerinden ancak soyut olarak alt-insan ve üst-insan ayrımı yapısal, fakat fena halde istikrarsız
ayrılabilir. Özellikle de, sömürgeciler iyi kötü çekilip gittikten bir ayrımdır. Daha önce insanlık kavramı bir soyutlamadan başka
sonra, kapitalist burjuvaziler ya da "Batılılaşmış" devlet burjuva- bir şey değildi. Fakat —biçimleri bize son derece sapkın görü-
zileri ile bu yüzden "gelenekçiliğe"6 itilmiş yoksul kitleler arasın- nen— ırkçı düşüncede süregiden "insan nedir?" sorusuna verilen
daki patlamaya hazır düşmanlıklarıyla, dünyamızın o büyük çevre tek bir cevap yoktur ki bu bölünmeye dayanmasın.8
bölgelerinde ulusal olmaya çalışan (ama tam olamayan) devletlerin
oluşumunun sonucu olan biçimlerden. 7.Benedict ANDERSON, Imagined Communities, Reflections on the Or-
Benedict Anderson üçüncü dünyada sömürgelikten kurtulma- igin and Spread of Nationalism, Verso Editions, Londra, 1983, s. 129.
nın, belli bir propaganda tarafından "karşı-ırkçılık" (beyaz-karşıtı, 8.Bence bu kurgusal yapı temeldir: "Azgelişmişler" için "çokgelişmiş-
ler" ırkçı horgörüyü her zamankinden daha çok alışkanlık haline
Avrupalı-karşıtı) olarak adlandırılan şeyin gelişmesiyle dile gel- getirenlerdir;
"çokgelişmişler" için "azgelişmişler" kendilerini özellikle karşılıklı
6. Eski sömürgeci dünyanın "yeni" uluslarının sınıflarının herbiri, böy- birbirini
lece diğerlerinden toplumsal farklılığını etnik-kültürel anlamda göstermek- horgörme şekilleriyle tanımlarlar. İrkçılık herkes için "ötekinde"dir; ya da
tedir. da
ha doğrusu: öteki, ırkçılığın yeridir. Fakat "çokgelişmişlik" ile
"azgelişmiş
lik" arasındaki sınır kontrol edilemez bir biçimde yer değiştirmeye
başlamış
tır: Kimse ötekinin kim olduğunu tam olarak söyleyemez.
IRK, ULUS, SINIF 60 IRKÇILIK VE MİLLİYETÇİLİK 61

Buradan ne sonuca varmalıyız? Sözünü ettiğim kaymalar,


Nietzsche'nin diliyle söylersek, ırkçılığın çağdaş transvaluatiori Milliyetçilik Zemini
lan (değerlerin yeniden değerlendirilmesi) olarak adlandırabilece-
ğimiz şeyin parçasıdır. Bu yeniden değerlendirmeler, insanlığın Şu halde milliyetçilik ve ırkçılık arasındaki bağa dönelim. Ve mil-
hem tarihinin tahayyülüyle hem de siyasal gruplanmalarının genel liyetçilik kategorisinin bile özünde ikircil olduğunu kabul etmekle
ekonomisiyle ilgilidir; yukarıda ırkçılığın tekil oluşu diye adlan- başlayalım işe. Bu, öncelikle milliyetçi politikaların ve hareketle-
dırdığım, "insanlığın eğitimi" sandığımız şeye aykırı olarak, tipo- rin ortaya çıktığı tarihsel durumların antitezine bağlıdır. Fichte ya
lojileri görelileştiren ve birikmiş deneyimleri yeniden ele alan şeyi da Gandi bir Bismarck değildir, Bismarck ya da de Gaulle bir
oluşturmaktadır. Bu anlamda, bizzat ırkçı ideolojinin en değişmez Hitler değildir. Bununla beraber burada uzlaşmaz güçlere kendini
ifadelerinden birinin kanıt göstermeden öne sürdüğünün aksine, dayatan ideolojik simetri etkisini basit bir entelektüel kararla orta-
insanların psikolojik ya da biyolojik "hafızası" olan şey "ırk" dan kaldıramayız. Hiçbir şey bize ezilenlerin milliyetçiliği ile
değildir, fakat modern toplumların tarihsel hafızasının en kalıcı ezenlerinkini, kurtuluş milliyetçiliği ile fetih milliyetçiliğini kayıt-
biçimlerinden birini temsil eden şey ırkçılıktır. İnsanlık tarihinin sız şartsız özdeşleştirme hakkını vermez. Fakat bu bizi Cezayirli
kolektif kavrayışının açığa vurulduğu hayali geçmiş ve güncellik FLN'nin milliyetçiliği ile sömürgeci Fransız ordusununki arasın-
"kaynaşmasını" meydana getirmeye devam eden şey ırkçılıktır. da, bugün de ANC'nin milliyetçiliği ile "Afrikaner"lerinki arasında
İşte, durmadan ortaya sürülen, antisemitizmin sömürgeci ırk- —bir durumun mantığına, çağdaş dünyanın siyasal biçimlerine
çılığa indirgenemezliği sorunu bu nedenle yanlış sorulmuş bir yapısal olarak dahil oluşa ilişkin— ortak bir unsurun varol-
sorudur. Bu ikisi hiçbir zaman tamamen bağımsız olmadığı gibi, duğunu bilmezlikten gelmeye de yetkili kılmaz. Durumu en uç
değişmez de değildirler. Önceki biçimleriyle ilgili çözümlememizi noktasına götürürsek, bu biçimsel simetri tekrar tekrar yaşamış
etkileyen ortak bir soyları vardır. Bazı izler durmadan diğerlerini olduğumuz acı verici deneyime yabancı değildir; bu deneyim (na-
yansıtır, fakat aynı şekilde "söylenmeyen"i de temsil eder. Böyle- sıl ki sosyalist devrimlerin devlet diktatörlüklerine dönüşmesini
likle, ırkçılığın antisemitizmle ve özellikle de Nazizm'le özdeş- yaşadıysak) kurtuluşu amaçlayan milliyetçiliklerin tahakkümü
leştirilmesi bir mazeret işlevi görmektedir, çünkü göçmenleri he- amaçlayan milliyetçiliklere dönüşmesidir; bu deneyim bizi her
defleyen "yabancı düşmanlığının ırkçı niteliğinin inkâr edilme-
sine izin vermektedir. Fakat bunun tersine, bugün Avrupa'da ge- 9. Irkçılık-karşıtı örgütlerin —özellikle de Nazi modelinin manidarlı-
lişen yabancı düşmanı hareketlerin söyleminde göçmenlere karşı ğınm soykırımın gizlenmesinden ileri geldiğine inanıyorlarsa— günümüzdeki
tehlikeye karşı koymak için başvurdukları "hafıza pedagojisinin tıkanıklıkları
ırkçılığın antisemitizmle bir tutulması (ki görünüşe göre bu "asıl- bundan kaynaklanmaktadır. Temelde "revizyonist" girişimler, yadsımanın son
sızdır) ne genel bir "anti-hümanizm"in, "öteki"nin dışlanmasını derece karşıt anlamlı tarzıyla, sürekli olarak gaz odalarından söz etmenin bir
tüm biçimleriyle içeren bir yapının ifadesidir, ne de milliyetçi ya biçimi olduklarından, bu açıdan tam bir tuzak işlevi görmektedir. Gerçekten
da faşist olarak adlandırılan muhafazakâr bir siyasal geleneğin antisemitist olan ırkçıların Nazi soykırımını gizlediklerini ifşa etmek ne yazık
ki Yahudi düşmanlığıyla Arap karşıtlığı arasında ortak bir şey olduğunun
edilgen etkisidir. Bu, ırkçı düşünceye bilinçli ve bilinçsiz model- herkes tarafından kabulüne yol açmaya yetmeyecektir. Fakat "şefler
ler sağlayarak onu daha "sapkın" bir biçimde ve çok daha özgül söylemindeki Nazizm nostaljisinin maskesini düşürmek de sıradan ırkçı "kit-
olarak düzenlemektedir: Nazi "imha"sının tasavvur edilemez ka- le"yi, her gün gerçekleştirdikleri, oysa temelde onların bilgisi dışında gerçek-
rakteri, Türk karşıtı ve Arap karşıtı ırkçılığa da musallat olan imha leşen nesnenin yer değiştirmesi konusunda aydınlatmaya yetmeyecektir. En
azından bu kaçınılmaz pedagoji, düşünce sistemi ve toplumsal ilişki olarak
arzusunu eğretilemek üzere çağdaş ırkçı karmaşığa bu yolla yer- tüm bir tarihin özeti olan çağdaş ırkçılığın tam bir açıklığa kavuşturulmasına
leşmiştir.9 ulaşana dek yetmeyecektir.
IRK, ULUS, SINIF 62 IRKÇILIK VE MİLLİYETÇİLİK 63

türden milliyetçiliğin baskıcı potansiyelleri konusunda kendimizi çilik/emperyalizm alternatifine ayrıcalık tanımak daha uygun ol-
sürekli sorgulamaya mecbur kılmaktadır. Çelişki, kelimelerden mayacak mıdır? Fakat bu karşılaştırma başka olasılıkların ortaya
önce tarihin kendisinde yatmaktadır.10 çıkmasına neden olur: örneğin bizzat milliyetçiliğin ulusların em-
Milliyetçiliği tanımlamak neden böylesine zor görünmekte- peryalist niteliklerinin ya da emperyalist çağ ve çevrede hayatta
dir? Çünkü öncelikle bu kavram hiçbir zaman tek başına işlev kalmalarının siyasal-ideolojik sonucu olması olasılığının ortaya
görmez, her zaman hem en önemli hem de en zayıf halkası olduğu çıkmasına. Faşizm ve Nazizm gibi kavramları da devreye sokarak
bir zincirin içinde yer alır. Bu zincir (bir dilden diğerine farklı ne- zinciri bir soru ağıyla karmakarışık edebiliriz: Bu ikisi milliyetçilik
denlerle değişen özel kipliklere göre) sürekli olarak, ara ya da uç midir? Emperyalizm midir?
yeni terimlerle zenginleşmiştir: yurttaşlık, yurtseverlik, popülizm, Aslında bütün bu soruların gösterdiği gibi, tüm bu zincir tek
"etnizm" "etnosantrizm", yabancı düşmanlığı, şovenizm, emper- bir temel soruya bağlanmaktadır. Madem ki bu tarihsel-siyasal
yalizm, jingoizm... Bu gösterim farklarının her birini değişik kul- zincirin "bir yerinde" görünürde "akıldışı" olan tahammül edile-
lanımları aynı anlama gelecek biçimde kesin olarak sabitleştirme- mez bir şiddet sahneye çıkıyor, öyleyse bu sahneye çıkışı nereye
nin mümkün olmadığını düşünüyorum. Fakat bana öyle geliyor ki yerleştirmek gerek? Sadece gerçeklerin rol oynadığı bir sekansa
genel biçimleri çok basit bir şekilde yorumlanabilir. mı girmek gerek yoksa ideolojik çatışmaların yanına mı? Öte yan-
Milliyetçilik-ulus ilişkisi açısından, anlamın özü "gerçekliğe" dan şiddeti normal durumun bir sapması olarak, insanlık tarihinin
yani ulusa karşı, bir ideolojiyi yani milliyetçiliği koyar. Ancak bu farazi "düz çizgisinden" bir sapma olarak mı görmek gerekir,
ilişki herkes tarafından çok farklı algılanır çünkü bir çok cevapsız yoksa daha önceki anların gerçekliğini temsil ettiğini ve bu bakış
soruyu barındırmaktadır: Milliyetçi ideoloji ulusların varoluşunun açısıyla milliyetçiliğin, hatta ulusların varoluşundan beri siyasetin
(zorunlu ya da koşullara bağlı) bir yansıması mıdır? Ya da uluslar içinde ırkçılık tohumlarını barındırdığını kabul etmek mi?
mı milliyetçi ideolojilerden (bu ideolojilerin "amaçlarına" ulaştık- Doğal olarak bu soruların gözlemcilerin bakış açılarına ve
tan sonra dönüşmeleri pahasına) yola çıkılarak kurulur? Ulusun üzerinde düşündükleri duruma göre değişen çok sayıda cevabı
kendisi her şeyden önce bir "devlet" olarak mı, yoksa bir "top- vardır. Ancak bence, cevaplar ne denli farklı olursa olsun aynı
lum" (bir toplumsal oluşum) olarak mı görülmelidir? (Doğal ola- ikilemin etrafında dönüp durur: Milliyetçilik kavramı sürekli ola-
rak bu soru öncekilerden bağımsız değildir.) Bir an için bu tar- rak bölünmektedir. Her zaman bir "iyi" bir de "kötü" milliyetçilik
tışmaları da, kent, halk, tabiyet gibi terimlerin girişiyle yol aça- vardır; bir devlet ya da bir cemaat oluşturmaya çalışan ile boyun
bilecekleri varyantları da bir kenara bırakalım... eğdirmeye, yok etmeye çalışan; hukuğa başvuran ile kuvvete
Milliyetçilik ve ırkçılık ilişkisi açısından anlamın özü "nor- başvuran; diğer milliyetçiliklere tahammül gösteren, hatta onları
mal" bir politika ve ideolojiyi (milliyetçiliği), "aşırı" bir tutum ve onaylayıp aynı tarihsel perspektife (büyük rüya: "halkların ilkba-
ideolojiyle (ırkçılıkla) —ister zıtlaştırmak, ister birini diğerinin harı") dahil eden ile emperyalist ve ırkçı bir bakış açısıyla onları
doğrusu kılmak için— karşı karşıya getirir. Burada da hemen so- kökten dışlayan. Sevgi uyandıran (hatta aşırı biçimde) ile nefret
rular ve diğer kavramsal ayrımlar ortaya çıkar. Düşüncemizi ırk- uyandıran. Sözün kısası, milliyetçiliğin iç bölünmesini ayırmak
çılık üzerinde yoğunlaştırmaktansa daha "nesnel" olan milliyet- "yurdu için ölmekten","vatanı için öldürmeye" geçişi ayırmak ka-
dar zor ve önemli olarak görünmektedir. "Komşu" terimlerin, eş
10. Bu çelişkinin hem ayrıntılı hem de kesintisiz bir çözümlemesi için en anlamlıların ya da zıt anlamlıların çokluğu bunun dışavurumundan
iyisi Maximc RODİNSON'un tüm eserlerine ve özellikle de Marxisme et
monde musulman, Paris Editions du Seuil, 1972 ve Peıtple juif ou probléme
başka bir şey değildir. Sanırım hiç kimse bu ikilemin bizzat milli-
Juif?, Maspero, 1981, adlı eserlerinde toplanmış metinlere bakmaktır. yetçilik kavramında yeniden belirdiğini (ve kuramdan kovuldu-
IRK, ULUS, SINIF 64 IRKÇILIK VE MİLLİYETÇİLİK 65

ğunda pratiğin kapısından içeri girdiğini) bilmiyor değildir. Fakat 12.Bkz. Tom NAIRN'in "The Modern Janus", New Left Review, no.
94, 1975 (daha sonra The Break-Up of Britain, NLB, Londra, 1977).
bu ikilem özellikle liberal gelenekte görünür haldedir. Belki de Bkz.
bunun nedeni en azından iki yüz yıldan beri, liberalizm ve milli- Eric HOBSBAWM'ın eleştirisi "Some Reflections on the Break-Up of
yetçilik arasındaki ilişkilerde bulunan derin ikircilliktir.11 Irkçı Brit
ideolojilerin bu tartışmayı bir parça kaydırarak taklit edebilecekle- ain", New Left Review, no. 15, 1977.
rini de saptamak gerekir: "Hayati alan" gibi kavramlar emperya- 13.Bu sadece Marksist bir tavır değil, liberal geleneğin "ekonomist" dü
şünürlerinin de tezidir: Bkz. E. GELLNER, Nations and Nationalism,
lizm ya da ırkçılığın "iyi yanı" sorusunu ortaya çıkarma işlevi Oxford,
görmezler mi? Ve günümüzde, "farkçı" antropolojiden sosyobi- 1983.
yolojiye kadar hızla arttığını gördüğümüz yeni-ırkçılık, kaçınıl-
maz ve gerçekte işe yarar olanı (grupları "topraklarını", "kültürel
kimliklerini" savunmaya, aralarındaki "uygun mesafeyi" koru-
maya iten belli bir "yabancı düşmanlığını") sürekli olarak —her
ne kadar etnikliğin temel gerekleri yok sayıldığında kaçınılmaz ol-
sa da— zararlı ve işe yaramaz olandan (doğrudan şiddetten, ey-
leme geçişten) ayırmaya bel bağlamış değil midir?
Böyle bir döngüden nasıl çıkılabilir? Son dönemdeki bazı çö-
zümlemecilerin yaptığı gibi değer yargılarının reddedilmesini iste-
mek yani yargıyı milliyetçiliğin farklı konjonktürlerdeki12 so-
nuçlarına göre ertelemek; ya da yine milliyetçiliği kesinkes ulus-
ların (ve ulus-devletlerin) kurulması gibi "nesnel" bir sürecin so-
nucu olarak görmek yeterli değildir.13 Çünkü tüm milliyetçilik-

11.Milliyetçilik konusunda (ister "ideoloji", ister "siyaset" olarak) çalı


şan liberal tarihçilerin esas sorusu şudur: "Liberal milliyetçilik"ten
"emper
yalist milliyetçiliğe" ne zaman ve nerede geçilmiştir? Bkz. Hannah
ARENDT,
"L'imperialisme", The Origins of Totalitarianism'm 2. bölümünün
Fransızca
çevirisi, Fayard, Paris, 1982, ve Hans KOHN, The Idea of Nationalism,
A
Study ofits Origins and Background, New York, 1944. Ortak cevapları
şudur:
18. yüzyılın "evrenselci" devrimleriyle 19. yüzyılın başta Almanya'dan
çıkan
daha sonra tüm Avrupa'ya ve sonunda 20. yüzyılda tüm dünyaya yayılan
"Ro-
mantizm"i arasında geçilmiştir. Fakat daha yakından incelersek Fransız
Devri-
mi'nin daha o zamandan iki görünümün çelişkisini barındırdığını
görürüz: o
halde milliyetçiliği "rayından çıkaran" Fransız Devrimi'dir.
lerin tarihinde sonuçların iki yanlılığı söz konusudur ve açıklan-
ması gereken de budur. Bu bakış açısıyla ırkçılığın milliyetçilik-
teki yerinin çözümlenmesi kesindir: Irkçılık bütün milliyetçilikler-
de ya da onların tarihlerinin her anında belirgin değilse de, kurula-
bilmeleri için gerekli bir eğilimi temsil etmektedir. Son çözüm-
lemede bu çakışma durumu, tarihsel olarak tartışmalı topraklar
üzerine kurulu ulus-devletlerin nüfus hareketlerini kontrol etmeye
ve hatta sınıfsal bölünmelerden üstün siyasal bir cemaat olarak
"halk" kavramını üretmeye çabaladıkları durumlara bağlıdır.
Ancak bu noktada tartışmanın terimlerine yöneltilen bir itiraz
ortaya çıkmaktadır. Bu Maxime Rodinson'un, özellikle, Colette
Guillaumin gibi daha "geniş" bir ırkçılık tanımını kabul eden her-
kese yönelttiği itirazdır.'4 Bu geniş tanım biyolojik kuramlaş-
tırmaları olsun olmasın tüm dışlama ve azınlıklaştırma biçimlerini
hesaba katmak istemektedir. "Etnik" ırkçılıktan daha geriye, "ırk
mitinin" kökenine ve onun soya dair söylemine: feodalizm sonrası
aristokrasisinin "sınıf ırkçılığına" inebileceğini öne sürmektedir.
Özellikle de farklılıkların doğallaştırmasında kullanılan ortak me-
kanizmayı inceleyebilmek için, biçimsel olarak eşitlikçi bir top-
lumda toplumsal grupların (etnik grupların, fakat aynı zamanda da
kadınların, cinsel sapkınların, akıl hastalarının, proletaryanın al-
tındakilerin vb.)15 "ırklaştırılması" görüngülerine yol açan azın-
lıkların ezilmesi görüngülerini, ırkçılık adı altında toplamak iste-
mektedir. Rodinson'a göre yine de seçmek gerekir: Ya iç ve dış
ırkçılığı, milliyetçiliğin ve oradan da, modern biçimi milliyetçilik
olan "etnosantrizm"in eğilimi saymak; ya da ırkçılığın tanımını,
tarihsel özgüllüğünü silme pahasına, psikolojik mekanizmaları da
(korkunun yer değiştirmesini, hayali bir başkalığın gösterenleriyle
örtülmüş olan gerçek Öteki'nin reddini) içerecek şekilde geniş-

14.C. GUİLLAUMİN, L'Ideologie raciste. Genese et langage actııel,


Mouton, Paris-La Haye, 1972. M. RODINSON, "Quelques theses
critiques sur
la demarehe poliakovienne", Le Racisme, mythes et sciences (M. OLEN-
DER'in yönetiminde) Ed. Compiexe, Bruxelles, 1981. M. RODINSON,
En-
cyclopaedia Universalis. "Nation: 3. Nation et ideologie" maddesi.
15.Erving GOFFMAN'la karşılaştırmak faydalı olacaktır, Stigma.
Notes
on the Management of Spoiled Identity, Penguin Books, 1968.
IRK, ULUS, SINIF 66 cinsiyetçiliğin birlikte işlemesi, özellikle de ırkçılığın her
zaman
letmek. bir cinsiyetçiliği önvarsaymasıdır. Bu koşullarda bir ırkçılık
Bununla birlikte bu itiraz ortadan kaldırılabilir ve hatta ırkçı- genel
lık ve milliyetçiliğin tarihsel karışmışlığını çözecek şekilde yapıla- kategorisi, evrensellik açısından kazandığı avantajı tarihsel
bilir bu; ancak ırkçılığın "geniş" bir tanımı düşüncesini kısmen kesin
düzeltecek ya da en azından açıklığa kavuşturacak bazı tezler or- lik ve kalıcılık açısından kaybetme tehdidi altındaki bir
taya koymak şartıyla: soyutlama
1.Hiçbir ulus (yani hiçbir ulusal-devlet) gerçekte etnik bir te değil, ırkçılığın zorunlu çokbiçimliliğini, globalleştirme
mele sahip değildir. Bunun anlamı milliyetçiliğin, kurgusal bir işlevini,
et- toplumsal norma uygun hale getirme ve dışlama
nikliğin sonucu anlamına gelmediği sürece, bir etnosantrizm pratiklerinin
ola bütünüyle bağlantılarını hesaba katan daha somut bir
rak tanımlanamayacağıdır. Başka türlü akıl yürütmek kavramdır;
"halkların" yeni-ırkçılığın ayrıcalıklı nesnesinin "Arap" ya da "Siyah"
da "ırklar" gibi bir soy, bir kültürel cemaat ya da önceden var değil,
olan "keş", "suçlu", "mütecaviz" vb. (olarak) Arap, ya da "Arap",
çıkarlara dayalı bir ortaklık gereğince doğal olarak "Si
varolmadık yah" vb. olarak mütecaviz ve suçlu oluşu da bunu
larını unutmak olur. Fakat diğer olası birliklere karşı, hayali göstermekte
bir dir.
liklerini gerçeğe (ve dolayısıyla tarihin zamanına) oturtmak 3.İşte, milliyetçilikle zorunlu bir ilişkiyi sürdüren ve milliyet-
gere
kir.
2.Tamamen farklı "tabiatlara sahip toplumsal grupları, özel
likle de "yabancı" toplulukları ve "aşağı ırkları", kadınları,
"sap
kınları" aynı anda hedefleyen "azınlıklaştırma" ve
"'ırklaştırma"
görüngüsü, birbirinden bağımsız bir dizi tanımsız nesne
karşı
sında uygulanan, sadece benzer söylem ve tutumların yan
yana
gelmesini değil, birbirine bağlı, birbirini tamamlayan
dışlama ve
tahakkümlerin oluşturduğu tarihsel bir sistemi temsil
etmektedir.
Başka bir deyişle, yaşanan şey "etnik bir ırkçılık" ile "cinsel
bir
ırkçılığın" (ya da cinsiyetçiliğin) koşut gidişinden çok,
ırkçılık ve
IRKÇILIK VE MİLLİYETÇİLİK 67

çiliğin kurulmasına, etrafında örgütlendiği kurgusal etnikliği üre-


terek katkıda bulunan şey ırkçılığın bu geniş yapısıdır; bu yapı
heterojen olmakla birlikte öncelikle bir fantazmalar ağı ve bunu
takip eden söylemler ve tutumlarla sıkı sıkıya bağlanmıştır.
4. Nihayet, eğer ırkçılığın ortaya çıktığı toplumların aynı za-
manda "eşitlikçi" toplumlar, yani bireyler arasındaki statü farklı-
lıklarını (resmi olarak) yok sayan toplumlar oldukları olgusunu,
modern ırkçılığın hem kurumsal hem de sembolik olan yapısal
koşullarının arasına sokmak gerekliyse (özellikle L.Dumont ta-
rafından savunulan16) bu sosyolojik sav ulusal çevrenin kendisin-
den soyutlanamaz. Başka bir deyişle, "eşitlikçi" olan modern dev-
let değil, modern ulusal (ve milliyetçi) devlettir. Çünkü, eşitliğin
iç ve dış sınırı ulusal cemaattir ve esas içeriği de kendisini doğ-
rudan gösteren edimlerdedir (özellikle, genel oy hakkı ve siyasal
"yurttaşlık"). Eşitlik her şeyden önce uyrukluk açısından bir eşit-
liktir.
Bu tartışmanın yapılmasının (başvurabileceğimiz diğer ben-
zerleri gibi17) şimdiden bir avantajı var: Milliyetçilik ve ırkçılık
arasındaki bağın bir sapma sorunu (çünkü milliyetçiliğin "saf
özü yoktur), ya da biçimsel bir benzerlik sorunu değil, bir tarihsel
eklemlenme sorunu olduğunu anlamaya başlıyoruz. Kavramamız
gereken şey ırkçılığın özgül farklılığı ve milliyetçiliğe eklemle-
nirken —ondan farklı olmakla— onun için nasıl gerekli olduğu-
dur. Yani, milliyetçilik ile ırkçılığın eklemlenmesi klasik neden-
sellik şemalarıyla —bunlar ister mekanist olsunlar (sonucun ne-
dene uygunluğu kuralına göre biri diğerine yol açarak ona "ne-
den" olur) ister spiritüalist (biri diğerini "ifade eder", ya da ona
anlam verir, ya da gizli anlamını ortaya çıkarır)— açıklanamaz.
Karşıtların birliğinin diyalektiğini gerektirir.
Bu gereklilik hiçbir yerde, "Nazizm'in özü" konusunda sü-
rekli yeniden başlatılan tartışmadaki kadar açık seçik değildir. Bu
tartışma günümüzün siyasal tereddütlerinin yansıdığı (ve ak-

16.Bkz. L DUMONT, Essais sur l'individualisme, Editions du Seuil,


1983.
17.Bkz. Adı geçen eserlerde Tom Nairn ve Benedict Anderson arasında,
"milliyetçilik", "yurtseverlik" ve "ırkçılık" konusundaki tartışma.
IRK, ULUS, SINIF 68 IRKÇILIK VE MİLLİYETÇİLİK 69

tarıldığı) tüm toplumsal ilişki yorumsamaları için gerçek bir tu- kendini yıkımı ("ırksal elifinin, SS ve Nazi partisi kastının ba-
zaktır.18 şarısızlığı itiraf etmektense Almanya'nın yıkılışı) birleştiren, ken-
Bazılarının gözünde Hitlerci ırkçılık, milliyetçiliğin vardığı disinin yardıma çağırmış olduğu "nihilizm"in bir figürü olacaktır.
son noktadır; Alman Romantizminden ya da Luther'den, 1918 Bu tartışmada analitik söylemlerin ve değer yargılarının sürekli
yenilgisinden ve Versailles diktasının rezaletinden kaynaklanmı- olarak üst üste bindiği iyice görülmektedir. Tarih kendi kendine
yorsa Bismarck'tan kaynaklanıyordur ve mutlak bir emperyalizm normal ya da patolojik teşhisi koyar, muhaliflerini ve kur-
projesine ("hayat sahası", Alman bir Avrupa) ideolojik anlamda banlarını şeytanlaştıran Nazizmi şeytan ilan etmekle kendi nesne-
kaynaklık etmiştir. Bu ideolojinin tutarlılığı bir hezeyanınkine sinin söylemini taklit edecek denli ileri gider. Fakat bu döngüden
benzer görünüyorsa, her toplumsal kökenden insanı barındıran çıkmak kolay değildir, çünkü görüngüyü, pratik güçsüzlüğünü
"kitle" üzerindeki ve basiretsizlikleriyle ulusu yıkıma götüren açıkça göstermiş olduğu beylik genellemelere indirgememek söz
"şefler" üzerindeki —kısa fakat neredeyse bütünsel— etkisinin konusudur. Nazi ırkçılığı konusundaki izlenimimiz çelişiktir, şöyle
açıklamasını burada görmek gereklidir. Dünya egemenliği girişimi ki: Milliyetçiliğin Nazi ırkçılığı vasıtasıyla, hem gizli eğilimlerinin
tüm "devrimci" aldatmacaların ve konjonktür değişikliklerinin öte- (Hannah Arendt'in ifadesiyle, trajik bir biçimde "sıradan"
sinde, kitlelerin ve şeflerin ortaklaşa sahip oldukları milliyetçilik eğilimlerinin) en derinine gittiğini hem de kendisinden çıktığını,
mantığı dahilindedir. genellikle kendini gerçekleştirdiği, yani kitlelerin "sağduyusu"na
Fakat bazılarının gözünde bu tür açıklamalar, toplumsal güç- uzun süre için sızdığı ve kurumlaştığı ortalama biçimden çıktığını
lerin ve entelektüel geleneklerin, iktidar stratejilerinin ve olayların düşünürüz. Bir yandan, mutlak üstünlüğünü ilan ettiği ulusal dev-
çözümlenmesinde ne denli ince olursa olsun, Alman tarihinin leti parçalamaya varan bir ırk mitolojisinin akıldışılığının farkına
"anomali"siyle Nazizm canavarlığı arasındaki bağı ne denli us- (doğrusu iş işten geçtikten sonra) varıyoruz. Bunun, gündelik
talıkla kurarsa kursun sonuçta meselenin özünü gözden kaçır- şiddetin bayağılığı ile kitlelerin "tarihsel" sarhoşluğunu, zorunlu
maktan başka bir şey yapamaz. O dönemin "demokratik" ulus- çalışma ve imha kamplarının bürokratizmi ile "efendiler ulusu-
larının yöneticileri ve kamuoyları, Nazizm'de tam da kendi milli- nun" "dünya" egemenliği hezeyanını birleştiren bir bütün olarak
yetçiliklerine az çok benzer bir milliyetçilik gördükleri için, onun ırkçılığın, milliyetçiliğin basit bir görünümü olarak değerlendirile-
amaçları konusunda kendilerini aldatmışlar ve onunla uzlaşa- meyeceğinin kanıtı olduğunu düşünüyoruz. Fakat aynı zamanda
bileceklerini ya da yıkımlarını sınırlayabileceklerini sanmışlardı. kendimize şu soruyu da soruyoruz: Bu akıldışılığın kendi kendi-
Nazizm istisnaidir (belki de modern insanın durumuna içkin olan nin nedeni haline gelmesi, Nazi antisemitizminin istisnai nite-
siyasal rasyonaliteyi ihlal etme olasılığını ortaya çıkarır). Çünkü liğinin, onu bizzat Kötü'nün tarihi olarak (ve bununla bağlantılı
Nazizm'de ırkçılık mantığı her şeyi aşar. Kendisini "saf" milli- bir şekilde kurbanlarını gerçek İsa olarak) sunan spekülatif bir ta-
yetçi mantığın zararına dayatır: çünkü içte ve dışta "ırksal savaş" rih görüşünde kutsal bir sır halini alması nasıl önlenebilir? Bunun
(egemenlik hedefleri olumlu kalmaya devam eden) "ulusal savaş" tersine, Nazi ırkçılığını Alman milliyetçiliğinden çıkarmanın bizi
in tutarlılığını yok eder. Nazizm böylelikle hayali Düşman'ın im- her türlü akıldışıcılıktan kurtaracağı da kesin değildir. Çünkü şu
hasını, Kötü'nün kişileşmesini (Yahudi, komünist), ve kendi saptamayı yapmak zorundayız: Ancak "aşırı" güçlü bir milliyet-
çilik, "istisnai" bir iç ve dış çatışmalar zincirinin azdırdığı bir mil-
liyetçilik, çok sayıda cellatın şiddet uygulayabilmesini sağlayacak
18. Bkz. P. AYÇOBERRY'nin mükemmel sunuşu: La Question nazle.
Essai sur les interpretations du nalional-socialisme, 1922-1975, Paris, Edi- ve bu şiddeti ötekiler kitlesinin gözünde "normalleştirecek" dere-
tions du Seuil, 1979. cede ırkçılığın hedeflerini idealleştirmiş olabilir. Bu bayağılık ve
IRK, ULUS, SINIF 70 IRKÇILIK VE MİLLİYETÇİLİK 71

bu idealizmin birleşimi daha çok Alman milliyetçiliğinin kendisi- göstermektedir: Az çok kurgusal olarak birleşmiş bir kültür ve
nin tarihte "istisnai" olacağı gibi metafizik bir düşünceyi pekiş- milliyetin (Rus, Alman, Romen gibi), asimilasyona mahkûm o-
tirme eğilimindedir: Liberalizme oranla patolojik bir yanı olan bu lan, hiyerarşize edilmiş çeşitli "azınlık" kültürler ve etnik gruplar
milliyetçilik paradigması, sonuç olarak "sıradan" milliyetçiliğe in- üzerindeki tahakkümünü "telafi etmek", aynada yansıtmak için,
dirgenemez olacaktır. Buradan da yine yukarıda, "kötü" ve "iyi" tahakküm altındaki tüm kültürlerin, tüm halkların ortak iç düşma-
milliyetçilik olarak belirttiğimiz çıkmazlığa yeniden düşüyoruz. nı gibi gösterilen (kendi toprağı, "ulusal" dili olmayan) tekil bir
Oysa Nazizm üzerindeki anlaşmazlığın gösterdiklerini, milli- sahte etnik grubun ırkçı bir zulme uğratılması gerekliymiş gibi. 20
yetçilik ve ırkçılığın söylemler, kitle hareketleri ve özgül politi- Ve nihayet, ister ilk sömürgeleştirmenin eski imparatorluklarına
kalar şeklinde belirdikleri her konjonktürde tekrar karşımızda bu- karşı, ister hanedanlara dayanan çokuluslu devletler ya da
lamaz mıyız? Bu içsel bağ ve akılcı amaçlarla çıkarları hiçe sayma, modern sömürge imparatorluklarına karşı olsun, tüm ulusal kur-
günümüzde, örneğin "yeni Avrupa düzeni" ve "sömürge kahra- tuluş savaşlarının tarihinde bu belirlenim yine kendini gösterir.
manlığı" özlemlerini önüne katıp sürükleyen bir hareket, "göçmen Bu süreçleri tek bir modele yöneltmek söz konusu olamaz. Bu-
sorunu"na "çözüm" umudunu başarıyla kışkırttığında, yeniden fi- nunla birlikte Yerli soykırımının, ABD'nin —Lipset'in ünlü deyi-
lizlendiğini sandığımız o aynı çelişki değil midir? şiyle "yeni ulusların ilki"nin21— bağımsızlığının hemen ertesinde
Öyleyse bu düşünceleri genelleştirip, ilk olarak, milliyetçi- sistematik hale gelmesi raslantı sonucu olamaz. Bipan Chandra'
liğin tarihsel "zemininde", milliyetçilik ve ırkçılık arasındaki belir- nın öne sürdüğü aydınlatıcı çözümlemeye göre, Hindistan'da
lenimde her zaman karşılıklılık olduğunu söyleyeceğim. "milliyetçilik" ve "komünalizm"in bugünkü içinden çıkılmaz du-
Bu karşılıklılık kendini öncelikle milliyetçiliğin gelişiminin ve ruma (ki büyük ölçüde Hint milliyetçiliği ile Hindu komünaliz-
devlet tarafından resmen kullanılmasının, uzlaşmazlıkları ve baş- minin tarihsel anlamda mevsimsiz kaynaşması yüzündendi) vara-
ka bir kökenden olana yapılan zulümleri modern anlamda ırkçılığa na kadar birlikte kurulmuş olmaları da raslantı sonucu değildir. 22
dönüştürmesi (ve etniklik gösterenleriyle belirtmesi) biçiminde Ya da bağımsız Cezayir, sömürgeciliğin çok kültürlü mirasıyla
gösterir. Bu, Reconquista İspanyası'ndan beri, raza* Yeni Dün- çatışıp "Berberiler"in asimile edilip "Araplaşmalarını" ulusal ira-
ya'nın fethine atılırken dinsel Yahudi düşmanlığının "kanın saflı- deciliğin onur meselesi yapıyorsa bu da raslantı değildir. Hatta iç
ğı" üzerine kurulu soysal dışlama bağlamına oturtuluşu biçimin- ve dış düşmanlarına şiddetle saldıran İsrail Devleti bir "İsrail ulu-
den, modern Avrupa'da uluslararası proletaryanın yeni "tehlikeli su" kurmak gibi olanaksız bir bahis için hem "doğulu" Yahudi-
sınıfları"nın sömürgecilik sonrası çağın krizini yaşayan uluslarda ler'e (bunlara "siyahlar" deniyor) hem de topraklarından sürülen
ırkın adı halini alan "göç" kategorisi içinde düşünülüşü biçimine ve sömürgeleştirilen Filistinliler'e karşı yönelen güçlü bir ırkçılığı
kadar uzanmaktadır. geliştiriyorsa bu da raslantı sonucu değildir.23
Bu karşılıklı belirlenim kendini, çok sayıda etnik gruptan
oluşan bir devletin heterojenliğine, bir ulusun siyasal ve kültürel 20.Bkz. Leon POLIAKOV, Histoire de l'antisemitisme, yeni baskı (Le
Livre de poche Pluriel), cilt 2 , s. 259; Madeleine REBERIOUX, "L'essor
birliğini kazandırmayı19 hedefleyen tüm 19. ve 20. yüzyılların du
"resmi milliyetçilik"lerinin antisemitizmi kullanma biçimlerinde de racisme nationaliste", Racisme et societe (P. DE COMARMOND ve Cl.
DU-
* raza: safkan ırk. (İsp. ç.n.) CHET'nin yönetiminde), Paris, Maspero, 1969.
19. Yakın zamandaki çalışmalar arasında Benedict Anderson'ınki, "Rus- 21.Bkz. R. ERTEL, G. FABRE, E. MARIENSTRAS, En marge. Les mi-
laştırma" ve "İngilizleştirme" pratik ve söylemlerini karşılaştırması açısından norites aux Etats-Unis, Paris, Maspero, 1974, s. 287.
memnuniyet vericidir. 22.Bipan CHANDRA, Nationalism and Colonialism in Modern India,
Orient Longman, New Delhi, 1979, s. 287.
23.Bkz. Haroun JAMOUS, Israel et ses juifs. Essai sur les limites du
IRK, ULUS, SINIF 72 IRKÇILIK VE MİLLİYETÇİLİK 73

Hepsi tekil olan fakat tarihsel olarak birbirine zincirlenmiş bu- olarak özerk, ezilen bir halkı "içermeye" niyetlendiğinde böyledir:
lunan bu olayların birikimi bizi milliyetçilik ve ırkçılığın tarihsel "Fransız" Cezayir, "Fransız" Yeni Kaledonya. Bu andan itibaren,
karşılıklılık çevrimi olarak adlandırılabilecek olan ve ulus-dev- başvurduğum örneklerin çoğundan çıkan sonucu daha iyi anla-
letler sisteminin diğer toplumsal oluşumlar üzerinde artan tahak- mak için, bu mesafeyle ve alabileceği paradoksal biçimlerle ilgile-
kümünün zamansal şekli olan şeye götürmektedir. Milliyetçilikten neceğim. Bu sonuç şudur: Irkçılık milliyetçiliğin bir "dışavu-
sürekli olarak ırkçılık çıkmaktadır; sadece dışarı doğru değil, aynı rumu" değil, milliyetçiliğe bir ektir; daha doğrusu, milliyetçiliğe
zamanda içeri doğru da. ABD'de ilk yurttaşlık hakları hareketini bir iç ektir; ona oranla her zaman aşındır, ama onun inşası için her
engelleyen, ırk ayrımının sistematik olarak kuruluşu, Ameri- zaman gereklidir ve bununla birlikte onun projesini tamamlamakta
kalıların emperyalist dünya rekabetine girmeleri ve Kuzey ırkla- her zaman yetersiz kalır; tıpkı milliyetçiliğin, ulus oluşumunun ya
rının hegemonyacı misyonu düşüncesine katılmalarıyla aynı za- da toplumun "ulusallaştırılması" projesinin tamamlanması için
mana denk gelir. Fransa'da "toprak ve ölüler"in geçmişine kök hem gerekli olması hem yetersiz kalması gibi.
salan bir "Fransız ırkı" ideolojisinin hazırlanışı, yoğun göçün baş-
langıcıyla, Almanya'dan öç alma hazırlıkları ve sömürgeci impa- Evrenselliğin Paradoksları
ratorluğun kurulmasıyla aynı zamana denk düşer. Ve milliyetçilik
ırkçılıktan çıkar; bu anlamda karşı çıktığı resmi milliyetçilik son Milliyetçilik kuramlarının, stratejilerinin her zaman için evrensel-
derece ırkçı olmasaydı, milliyetçilik bir ulusun "yeni" ideolojisi lik ve yerellik çelişkisi dahilinde değerlendirildiği, kabul görmüş
olarak ortaya çıkmazdı: böylelikle Siyonizm antisemitizmden ve ve geliştirilmeye son derece açık bir düşüncedir. Gerçekte milli-
üçüncü dünya milliyetçilikleri de sömürgeci ırkçılıktan ileri gelir. yetçilik rasyonelleştirici, tekleştiricidir ve her türlü dağılmadan
Fakat bu büyük çevrimin içinde birçok özel çevrim vardır. Eğer korunması gereken, kökenlerden gelen bir ulusal kimliğin fetiş-
Fransız ulusal tarihinden çok temel bir örnek vermek gerekirse, lerini geliştirir. Burada beni ilgilendiren, bu çelişkinin genelliği
antisemitizmin Dreyfus olayından sonra uğradığı bozgun cumhu- değil ırkçılığın onu gözler önüne seriş biçimidir.
riyetçi rejimin idealleriyle sembolik anlamda bütünleşerek, sö- Gerçekten de ırkçılık hem evrensel alanda hem de yerel alan-
mürgelerde sağduyuya bir kapı açmış ve ırkçılık ve sömürge- da temsil edilir. Milliyetçilikten fazla yanı ve dolayısıyla milli-
leştirme kavramlarının uzun süre (en azından sömürgeci devletin yetçiliğe getirdiği ek, hem onu evrenselleştirmeye, kısacası onda-
idrakında) ayrıştırılabilmesine olanak sağlamıştır. ki evrensellik eksiğini kapamaya, hem de yerelleştirmeye, özgül-
Fakat ikinci olarak, ırkçılık ve milliyetçiliğin temsilleri ve pra- lük eksiğini kapamaya yatkın olmasıdır. Diğer bir deyişle ırkçılık,
tikleri arasındaki mesafenin her zaman varolageldiğini söyleyece- milliyetçiliğin müphemliğini arttırmaktan başka bir şey yapmaz;
ğim. Bu mesafe zorunlu bir özdeşleşme ile bir çelişkinin oluştur- bunun anlamı milliyetçiliğin, ırkçılık yoluyla bir "ileriye kaçış"a,
duğu kutuplar arasında oynamaktadır — ve belki de, Nazi örne- maddi çelişkilerinin düşünsel çelişkilere dönüşmesine giriştiği-
ğinin gösterdiği gibi, çelişki en çok bu özdeşleşme görünürde dir.24
tamamlandığında şiddetli hale gelir. Çelişki bu sıfatla milliyetçilik
ve ırkçılık arasındaki değil, belirlenmiş biçimler arasındaki; milli- 24. Çoğu zaman milliyetçiliğin, 19. ve 20. yüzyılların büyük siyasal
yetçiliğin siyasal amaçları ile ırkçılığın şu anda, şu "nesne"de be- ideolojilerinden farklı olarak, kuramcılardan ve kuramdan yoksun olduğunun
lirginleşmesi arasındaki bir çelişkidir. Bu, milliyetçilik potansiyel doğrulanabildiği sanılmıştır (Bkz. B. ANDERSON, a.g.e.; Isaiah BERLİN, "Na-
tionalism-Past Neglect and Present Powers", Against the Current, Essays in
the History of Ideas, Oxford, 1981). Bu, ırkçılığın milliyetçiliğe gündelik bir
volontarisme, Paris, Maspero, 1982. tasavvur verdiği gibi, kuramlarını da verdiğini, böylelikle "ideolojik hareke-
IRK, ULUS, SINIF 74 IRKÇILIK VE MİLLİYETÇİLİK 75

Kuramsal bir ifadeyle, ırkçılık bir tarih felsefesidir; daha doğ- bir
likte oluşturdukları "düzen" tekbiçimleşmiş bir "kitle kültürü"
rusu tarihi, gizli ve insanlara kendi doğaları ve soylarıyla vahyedi- entropisinde
len bir "sırrın" sonucu kılan bir tarihbilim'dir. Bu, toplumların ve alçalırsa kaybolurlar (insan uygarlığı da beraber). Tarihsel kötümserlik
halkların kaderinin görünmez nedenini görünür kılan bir felsefe- iradeci
dir, onların bilmezlikten/tanımazlıktan gelinmesi bir soysuzlaşma- ya da kararcı bir siyaset görüşünü de beraberinde getirir: Çöküşü önleye
bilecek hatta tersine çevirebilecek olan tek şey saf irade ve olayların akışı
ya ya da kötünün tarihsel gücüne işaret eder.25 Tabii ki inayetçi an
teolojilerde ve ilerleme felsefelerinde tarihbilime özgü yanlar var- titezini, dolayısıyla irade adamlarıyla edilgenlik adamları antitezini
dır, ama bunlar aynı zamanda diyalektik felsefelerde de vardır. yansıtan
Marksizm bundan muaf değildir; bu durum da "sınıf mücadelesi" radikal bir karardır. Marksizm (ve daha genelde sosyalizm) temsil ettiği
tarih-
yle "ırk mücadelesi", ilerlemenin motoruyla evrimin muamması
arasındaki simetrinin etkilerinin, yani bir ideolojik evreni diğerine
aktarma olasılıklarının beslenmesine katkıda bulunmuştur. Bu-
nunla birlikte bu simetrinin çok belirgin sınırları vardır. Irkçı fel-
sefelerin çoğunun ulusal bütünlüğün, kimliğin ve kültürün soy-
suzlaşması, alçalması ve çöküşü terimleriyle, ilerleme temasının
tersine dönük biçimleri olarak ortaya çıktıkları her ne kadar doğru
(ve pratikte kesin) ise de burada düşündüğüm şey ne akılcılık ve
akıldışıcılığın ne de iyimserlik ve kötümserliğin soyut antitezi-
dir.26 Düşündüğüm, ırk ya da kültür mücadelelerinin, tarihbilim-
den ya da "seçkin" ile "kitle" arasındaki uzlaşmazlıklardan farklı

tin" iki kutbunda yer aldığını unutmaktır.


25.M. RODINSON'un ideolojik hareketlerde kérygme'in işlevi üzerin
deki düşünceleri için bkz. "Nature et fonction des mythes dans les
mouve-
ments socio-politiques d'aprés deux exemples compares: communisme
marx-
iste et nationalisme arabe", Marxisme et monde musulman, s. 245.
26.Sosyal Darwincilik'e "kötümser" soysuzlaşma temasının girmesi,
Darwinci doğal ayıklanma kuramıyla hiçbir ilgisi olmamasına rağmen
evrim
ciliğin ideolojik olarak sömürülmesinde başlıca etaptır {kalıtım
kavramının
çifte anlamı üzerinde oynar). Her ırkçılık varsayımsal olarak kaçınılmaz
bir
biçimde "kötümser" ise de kategorik olarak değildir: Üstün ırk (kültür)
eğer
sonunda barbarlar, düşkünler denizinde "boğulursa" kaybolur (ve insan
uy
garlığı da onunla birlikte kaybolur). Bunun "farkçı" varyantıysa şudur:
Tüm
ırklar (kültürler) karşılıklı olarak farklılıklarının denizinde boğulurlarsa,
olarak, tarihsel diyalektiğin hiçbir zaman "manikeist" bir temanın
basit bir biçimde işlenmesi şeklinde ortaya çıkmayacağıdır. Tarih-
sel diyalektiğin yalnızca "mücadele" ve "çatışma" yı değil, müca-
dele güçlerinin ve mücadele biçimlerinin tarihsel olarak kurulma-
larını da kavraması, başka deyişle, tarih boyunca kendi temsili
konusunda eleştirel sorular sorması gerekir. Bu açıdan ırk ve
kültür tarihbilimleri eleştirel olmaktan kesinlikle uzaktır.
Irkçı felsefe her zaman sistem biçimini almadığına göre, tek
bir ırkçı felsefe yoktur. Çağdaş yeni-ırkçılık günümüzde şu tarih-
sel ve ulusal biçim çeşitliliğiyle karşımıza çıkmaktadır: "ırk mü-
cadelesi" miti, evrimci antropoloji, "farkçı" kültürcülük, sosyobi-
yoloji vb. Bu kümenin etrafında da nüfusbilim, kriminoloji, soy-
arıtımı gibi siyasal-toplumsal teknikler ve söylemler dolanmak-
tadır. Gobineau ve Chamberlain yoluyla, ama aynı zamanda
"halkların psikolojisi" ve sosyolojik evrimcilik yoluyla Aydınlan-
ma Çağı'nın 27 doğabilimlerine ve antropolojisine ve L. Sala-Mo-
lins'in "blanco-biblique" teoloji adını verdiği şeye kadar uzanan
ırkçı kuramların soyağacının dallarını tek tek ayırt etmek gere-
kir.28 Öncelikle çok kısa tutarak, bugüne dek, üç yüz yıldan beri
kuramsal ırkçılıkta hangi entelektüel işlemlerin geçerli olduğunu
ve gündelik ırkçılığın "bilme arzusu" adını verebileceğimiz şeyle
eklemlenmesini hangi işlemlerin sağladığını irdeleyeceğim.
Öncelikle, temel bir sınıflandırma işlevi, yani insan türünün
kendisini oluşturan farklılığı içeriden düşünüşü, insanların "in-
san" olarak kabul edildikleri ölçütleri arayışı söz konusudur: İn-
sanı insan yapan nedir? Ne ölçüde, ne biçimde insandır? Her hi-
yerarşi oluşturma, bu sınıflandırmayı önceden varsayar. Sınıflan-

sel determinizmi katastrofizme vardırdığında kurulan —ki bu da peşinden


"kararcı" bir devrim anlayışını getirir— tehlikeli yakınlığın nedeni budur.
27.Bkz. özellikle Michele DUCHET'nin çalışmaları, Anthropologie et
histoire au siecle des Lumieres, Paris, Maspero, 1971, ayrıca "Racisme et
sexualite au XVIII. siecle", L. POLIAKOV, Ni juif ni grec. Entretiens
sur le
racisme (II), Mouton, Paris-La Haye, 1978; "Du noir au blanc, ou la cin-
quieme generation", L. POLIAKOV, Le Couple interdit. Entretiens sur
le ra
cisme (III), 1980.
28.Bkz. Louis SALA-MOLINS, Le Code noir ou le calvaire de Canaan,
PUF, Paris, 1987.
IRK, ULUS, SINIF 76 IRKÇILIK VE MİLLİYETÇİLİK 77

dırma hiyerarşiye yol açabilir çünkü insan türünü oluşturan grup- 30.Irkçı ve cinsiyetçi ideolojilerde "düşsel ana" olarak doğa kavramı için
bkz. C. GUILLAUMIN, "Nature et histoire. A propos d'un materialisme",
ların az çok uygun, hiyerarşik bir tablosunun çizilmesi, bu türün Le
"bir"liğinin eşitsizlik içinde ve eşitsizlik tarafından ayrıcalıklı tas- Racisme, mythes et sciences. Soybilim ve kalıtım için bkz. Pierre
viridir. Fakat aynı zamanda bu sınıflandırma katıksız "farkçılık" LEGEN-
olarak kendi kendine yetebilir; en azından görünüşte, çünkü ayırt DRE, L'Inestimable Objet de la transmission, Fayard, Paris, 1985.
etme ölçütleri hiçbir durumda "tarafsız" olamaz. Pratikte kabul
görmeyen ve etniklik ya da kültür dolayımında dayatılan toplum-
sal-siyasal değerlerle bütünleşirler.29
Sınıflandırma ve hiyerarşi, tarihsel ve toplumsal farklılıkların
doğallaştırılması ya da daha doğrusu bunların hayali bir doğanın
ufkuna yansıtılması işlemidir. Fakat sonucun apaçık olduğuna
bakıp aldanmamak gerekir. İnsan türü içinde bir "doğal farklı-
lıklar" sisteminin artı nitelikler eklediği "insan doğası" hiç de do-
laysız bir kategori değildir. Özellikle de hem "sonuçlar" ya da be-
lirtiler ("ırksal nitelikler" ister psikolojik ister bedensel olsunlar
her zaman için cinsiyet farklılığına dair metaforlardır) açısından
hem de "nedenler" (melezlik, kalıtım) açısından cinsel şemalarla
kaçınılmaz bir şekilde bütünleşir. Bir "saf" doğa kategorisinden
başka her şey olan soykütüğü ölçütünün esas önemi buradan kay-
naklanmaktadır: o, göreli hukuksal kavramlarla her şeyden önce
soy zincirinin meşruiyetiyle eklemlenen sembolik bir kategoridir.
Öyleyse ırk "doğalcılığı"nda gizli bir çelişki vardır. Bu çelişki
kendini, her zaman hayırlı ve meşum, masum ve sapkın olanın
düşselliğine yansıtılan, en temel, "en eski" bir "doğaüstü" yönün-
de aşmak zorundadır.30
Bu ilk görünüm derhal bir ikincisini devreye sokmaktadır:

29.Farkçılık, nasıl "ırklar"ın doğallığını "ırkçı tutumların" doğallığına


kaydırmaktaysa, ayrımcılığı da sınıflandırılmış grupların doğrudan
görünü
şünden sınıflandırma ölçütlerine aktararak ayrımcılığın yerini değiştirir,
"ikin
ci konum"da bir ırkçılıktır; bu eserdeki "Bir Yeni-Irkçılık Var mı" adlı
incele
memde Fransa ve İngiltere'deki ırkçı söylemin son çözümlemelerinden
yarar
lanarak bunu inceliyorum (C. GUILLAUMIN, V. DE RUDDER, M.
BARKER,
P. A. TAGUIEFF).
Her kuramsal ırkçılık antropolojik tümellere göndermede bulunur.
Hatta öğretisinin evrimi, bir anlamda, onları seçip bir araya getiriş
biçiminden ibarettir. Elbette "insanlığın genetik mirası" ya da
"kültürel gelenek" gibi kavramlar bu tümeller arasında yer alır.
Fakat bizi yabancı düşmanlığı, etnosantrizm ve kabilecilik düşün-
celerinin farklı varyantlarına götüren insani saldırganlık ya da ter-
sine "tercihli" özgecilik 31 gibi daha özgül kavramlar da bu tü-
meller arasındadır. Burada "yeni-ırkçılığa", kendisine getirilen
ırkçılık-karşıtı eleştiriyi ters teptirme olanağı veren bir ikili oyun
mümkündür: kimi zaman insanlığı doğrudan bölmek ve hiye-
rarşize etmek, kimi zaman bizzat "ırkçılığın doğal zorunluluğu"
açıklamasına sığınmak. Bu düşünceler de gerek sosyolojik (örne-
ğin içeriden-evlenmenin tüm insan gruplarının bir durumu ve ku-
ralı olduğu, bu nedenle de dışarıdan-evlenmenin bir sıkıntı ve ev-
rensel yasak olduğu düşüncesi) gerekse psikolojik (örneğin, tel-
kin ve toplu hipnoz, kitle psikolojisinin geleneksel içgüçleri) olan
diğer tümeller üzerine kuruludur.
Tüm bu tümellerde aynı "sorun"un sürüp gittiğini görmekte-
yiz: insanlık ve hayvanlık arasındaki fark sorunu. Bu sorunun
problematik niteliği tarih ve toplumun çatışmalarını yorumlamak
için yeniden kullanılmaktadır. Klasik Sosyal Darwincilik'te in-
sanlığı (yani kültür, doğaya teknolojik olarak hâkimiyet — soy-
arıtımında olduğu gibi insan doğası da dahil olmak üzere) hay-
vanlıktan çıkarmak zorunda olan; fakat bunu yaparken hayvanlığa
özgü olan yolları ("en beceriklinin hayatta kalması"), başka bir
deyişle insanlık dereceleri arasında "hayvansal" bir rekabeti kulla-
nan paradoksal bir evrim figürünün varlığı böyledir. Çağdaş sos-
yobiyolojide ve etolojide bireylerin ve özellikle de insan grup-
larının "toplumsal-duygusal" davranışları (saldırganlık ve özge-
cilik), evrimleşen insanlıktaki hayvanlığın silinmez izleri olarak
görülür. Farkçı kültürcülükte bu temanın hiçbir şekilde varol-

31. Sosyobiyolojinin "özgeci duyguları" önce doğrudan aileyle başlayıp,


daha sonra akrabalara —kin altruism—, nihayet onun uzantısı sayılan etnik
cemaate gelerek hiyerarşize ediş biçimine bakınız. Bkz. Martin BARKER, The
New Racisme. Conservatives and tlıe Ideology of the Tribe, Junction Books,
Londra, 1981.
IRK, ULUS, SINIF 78 IRKÇILIK VE MİLLİYETÇİLİK 79

madiği izlenimi edinilebilir. Bununla birlikte dolaylı bir biçimde biçimlerini (ırkçılıktaki "fallik" gösterenin önemini) anlamak için
varolduğunu sanıyorum: Kültürel farklılık söyleminin ekoloji olduğu kadar, ırkçılığı emeğin sömürüsüne ve yabancılaşmaya
söylemiyle (sanki kültürlerin tecriti insan türünün "doğal or- bağlamak için de önemli bir noktadır. Toplumsal ilişkilerin este-
tamı"nın korunmasının koşuluymuşçasına) sık sık bir arada kul- tize edilmesi, ırkçılığın, siyasetin izdüşümsel zemininin kurul-
lanılmasında ve özellikle de kültürel kategorilerin bütünüyle birey- masına yaptığı belirleyici bir katkıdır. Teknokratik etkililik değer-
lik, seçilme, üreme, melezleştirme terimlerinde eğretilenmesinde lerinin idealleştirilmesi bile estetik bir yüceltmeyi gerektirir. Giri-
varolduğunu sanıyorum. Böylelikle insanın, insanda varolan ve şimleriyle bütün gezegene hakim olacak olan modern yöneticinin
insana karşı olan hayvanlığı —ki ırklaşan insan grupları ve birey- aynı zamanda bir sporcu ve kadın avcısı oluşu bir tesadüf değil-
leri bundan dolayı sistematik bir biçimde "hayvanlaşır"— insan dir. Ve sosyalist gelenekte, tersine, işçi figürünü, aşırı yabancı-
tarihselliğini düşünmenin kuramsal ırkçılığa özgü yoludur. Bu ta- laşmadan aşın güce "geçiş" olarak, gelecek insanlığın eksiksiz tipi
rihsellik, üstün insanların "iradelerini" onayladığı zaman bile, pa- olarak değerlendiren sembolik bir tersyüz ediş, beraberinde yo-
radoksal bir biçimde, geri gitmese de hareketsiz bir tarihselliktir. ğun bir estetize etme ve cinselleştirmeyi de getirmiştir; bu da fa-
Nasıl ki ırkçı hareketler birbiriyle çelişen devrimci ve gerici şizmin ondan yararlanmasını sağlamış, ve aynı zamanda bizi, ırk-
ideolojilerin, paradoksal ve bazı durumlarda da bir o kadar etkili çılıktaki hangi unsurların "sosyalist hümanizme" tarihsel olarak
sentezini temsil ediyorlarsa, kuramsal ırkçılık da dönüşüm ve de- dönüş yaptığını kendi kendimize sormak durumunda bırakmış-
ğişmezliğin, tekerrür ve kaderin ideal sentezini temsil etmektedir. tır33
Sürekli olarak keşfedermiş gibi göründüğü sır, hayvanlıktan ebe- Bu tarihsel ve antropolojik temaların dikkat çekici kalıcılığı,
diyen çıkan ve ebediyen hayvanlığın nüfuzunun tehdidi altında kuramsal ırkçılığın hümanist (ya da evrenselci) ideolojilerle iki
olan bir insanlığın sırrıdır. İşte bunun için ırk göstereni yerine yüzyıldan beri sürdürdüğü ilişkilerin müphemliğini aydınlatmaya
kültürel göstereni koyarken onu daima bir "miras"a, bir "döl"e, başlamamıza olanak vermektedir. "Biyolojik" ırkçılıkların köke-
bir "kök salma"ya, hepsi de insan ve kökenleri arasındaki hayali ninde, özellikle Fransa'da çok yaygın olan bir düşünce yatar: Bu
çekişmenin gösterenleri olan bu şeylere bağlamak zorundadır. düşünceye göre ırkçılık, tanım olarak hümanizmle bağdaşamaz,
Öyleyse, günümüz kültürcülüğünü eleştirenlerden bazılarının yani kuramsal bir söyleyişle bir anti-hümanizmdir, çünkü "ha-
yaptığı gibi, kuramsal ırkçılığın her türlü aşkınlıkla uzlaşmaz yata", ahlaklılık, bilgi, kişinin onuru gibi tamamen insani değer-
olduğunu sanmakla —ki onlar milliyetçilik konusunda da aynı lerin aleyhine olacak şekilde değer verir. Oysa burada kavram
yanılgıya düşmektedirler— büyük bir hata yapmış oluruz.32 Ter- kargaşası ve yanılgı söz konusudur; kavram kargaşası vardır,
sine, ırkçı kuramlar, kaçınılmaz olarak, yüceltici bir yan taşırlar çünkü ırkçı kuramların "biyolojizm"i (antropometriden, Sosyal
ve türü, öncelikli figürü estetik olan bir idealleştirmeye tabi tutar- Darwincilik'e, ve sosyobiyolojiye kadar tümü) hayata olduğu gibi
lar: Bu nedenledir ki idealleştirme, hem zihin hem de beden olarak değer vermek değildir; biyolojinin bir uygulaması olmaktan ise i-
ideal insanı (dünün "Cermen" ve "Kelt"inden bugünün "gelişmiş"
uluslarının "üstün yeteneklisine" dek) gösteren bir insan tipinin 33. Siyasetin estetize ediliş biçimi olarak Nazi düşüncesi için bkz. Phi-
lippe LACOUE-LABARTHE, La Fiction du politique, Christian Bourgois, Pa-
tanımlanması ve değerlendirmesiyle tamamlanmak zorundadır. Bu ris, 1988. Pierre AYÇOBERRY {La Question nazie, s. 31 ) Nazi estetiğinin
ideal hem (bozulmamış) ilk insanlarla hem de geleceğin insanıyla "işlevinin her kategoriyi ırksal cemaatteki yerine oturtarak —kök salmış köy-
(üst insan) ilişkilidir. Bu, ırkçılık ve cinsiyetçiliğin eklemlenme lü, üretim atleti işçi, ev kadını— sınıf mücadelesinin izlerini silmek olduğunu"
belirtiyor. Ayrıca bkz. A. G. RABINBACH, "L'esthetique de la production sous
le III. Reich", Le Soldat du travail, derleyenler: L. MURARD ve P. ZYL-
32. Bkz. A. FINKIELKRAUT, La Defaite de lapensee, Gallimard, 1987. BERMAN, Recherches, no. 32/33, Eylül 1978.
IRK, ULUS, SİNİF 80 IRKÇILIK VE MİLLİYETÇİLİK 81

yice uzaktır; bu, cinselleştirilmiş bazı toplumsal değerlerin, enerji, diği bir zamanda) uzlaştırıcı bir pozisyon olarak algılanır, yetersiz
karar, girişkenlik ve genelde tahakkümün erkekçe temsillerinin ya görülür. Irkçılık, "eksiksiz" bir milliyetçilik olmayı arzular, bu
da tersine edilgenlik, şehvet ve dişiliğin, ya da dayanışma, birlik milliyetçiliğin de ancak ulusun dışarıya ve içeriye karşı bütünlüğü
ruhu ve genelde toplumun içeriden-evlenmeci bir aile modeli üze- üzerine kurulduğu takdirde bir anlamı (ve şansı) olacaktır. Öy-
rine kurulan "organik" birliğinin dirimselci bir eğretilemesidir. Bu leyse kuramsal ırkçılığın "ırk" ya da "kültür" (ya da ikisi birlikte)
dirimselci eğretileme psikolojik ya da kültürel "karakterlerin" be- olarak adlandırdığı şey, ulusun sürekli bir kaynağı ve "sadece"
lirtilerini bedensel izler haline getiren bir yorumsamayla bağ- yurttaşlara ait olan niteliklerin yoğunlaşmış bir şeklidir. Ulus,
daşmaktadır. Fakat burada aynı zamanda yanılgı da vardır, çünkü kendi kimliğinin saf halini "çocuklarının ırkı"nda görebilecektir.
biyolojik ırkçılığın kendisi hiçbir zaman insan özgüllüğünü O halde ulus ırkın etrafında toplanmak zorundadır. Her türlü al-
hayatın, evrimin ya da doğanın daha geniş bütünlüğü içinde erit- çalmadan korunması gereken "ata mirası", ırkla "ruhsal" olduğu
me biçimi olmamıştır; tersine insan türünü oluşturmak ve onu kadar "bedensel" ya da "tensel" bir şekilde özdeşleşmek zorun-
daha iyi duruma getirmek ya da gerilemeden korumak için sahte- dadır (aynı durum, ırkı ikâme edici ya da içerideliğini oluşturucu
biyolojik kavramların uygulanma biçimi olmuştur. Aynı şekilde, yönüyle kültür için de geçerlidir).
bir kahramanlık ve çilecilik töresiyle de sıkı sıkıya bağlıdır. Niet- Kuşkusuz bu, ırkçılığın, "kayıp" toplulukların (örneğin Sudet
zsche'ci "üst-insan" ve "üstün insan" diyalektiği bizim için işte bu ve Tirol Almanları, vb.) ve bireylerin ulusal "gövdeye" bağlanma
noktada aydınlatıcı olabilir. Collette Guillaumin'in mükemmel bir ("dönüş") taleplerine temel oluşturduğu anlamına gelmektedir. Bu
biçimde dile getirdiği gibi, "biyolojik farklılıklarla belirlenen bu durumun, milliyetçiğin "panist" gelişmeleri olarak adlandırabi-
kategoriler insan türünün içine yerleşmiştir ve oldukları gibi kabul leceğimiz şeyle (panslavizm, pancermenizm, panturanizm, pana-
edilir. Bu nokta çok önemlidir. Gerçekte insan türü, ırkçılığın rabizm, panamerikanizm...) çok yakından ilişkili olduğu da bilin-
kendisini kurmuş olmasını ve her gün yeni baştan kurmasını mektedir. Fakat bu asıl, ırkçılığın ulus konusunda sürekli olarak
sağlayan anahtar bir kavramdır".34 Eğer "insanlık suçu" hümanist aşırı bir "saflıkçılığı" getirdiği anlamına gelir: Ulus kendisi olabil-
bir söylem aracılığıyla ve onun adına işlenmeseydi ırkçılığa karşı mek için ırksal ya da kültürel olarak saf olmak zorundadır. Öy-
mücadeleyi zihinsel olarak örgütlemekte bunca güçlükle karşıla- leyse "sahte", "dış", "melez", "kozmopolit" unsurları safdışı et-
şılmazdı. Belki de bizi, Marx'ın başka bir metinde tarihin "kötü meden ya da bunları dışarı atmadan önce kendi içine dönmesi ge-
yanı" olarak adlandırdığı, fakat tarihin gerçeğini oluşturan şeyle rekmektedir. Bu ister hayat tarzı, ister inanış, isterse etnik köken
karşı karşıya getiren bu olgudur. açısından olsun, birleştirici özellikleri dıştalık ve katışıklığın izleri
Fakat ırkçılığın ideolojik bünyesinde evrenselci, hümanist bir haline getirilen toplumsal grupların ırklaştınlmasından, doğrudan
bileşkenin bu paradoksal varlığı, "ırk" göstereninin (ve fiili olarak doğruya sorumlu olan saplantılı bir zorunluluktur. Fakat ırkı, üst-
onun yerini tutan gösterenlerin) ulusal kimlikler ve birlik açısın- ulusallık üzerine inşa sürecinin sonu ileriye kaçışa varmaktadır.
dan taşıdığı karşıt anlamlılığı aydınlatmamızı sağlar. İlke olarak, görünüş ya da davranışa bağlı bazı güvenilir ölçütlere
Irkçılık, ek bir özellik olarak, öncelikle bir üst-milliyetçilik dayanarak kimin "gerçek bir yurttaş" ya da "esas yurttaş" oldu-
şeklinde ortaya çıkar. Sadece siyasal bir milliyetçilik, rekabet ve ğunu keşfedebilmek gerekir. Benedict Anderson'ın Britanya İm-
sürüp giden bir savaş evreninde (özellikle de bugün, uluslararası paratorluğu'nda memurların sınıflandırılmasından ve kastların hi-
"iktisadi savaş" söyleminin her zamankinden daha açık sergilen- yerarşisinden söz ederken kullandığı şekliyle, "İngiliz İngiliz",
"Frank-Fransız", otantik anlamda "Cermen" olan Alman —Na-
34. L'Ideologie raciste..., s. 6. zizm'in Volkszugehörigkeit ile Staatsangehörigkeit arasında koy-
IRK, ULUS, SINIF 82 1RKÇIL1K VE MİLLİYETÇİLİK 83

duğu ayrıma bakınız— WASP'ın* otantik anlamda Amerikanlığı madığından ve köklerinin halkların kökeninden geldiği garanti
ve elbette Güney Afrikalı "yurttaşın" beyazlığı gibi. Fakat pratikte edilemediğinden, bu saflığı (üst) ulusal bir üst-insan idealine uy-
bunu diğer birleştirici özellikleri, diğer ortadan kaldırılamaz "fark- gun olarak imal etmeye girişilecektir. Nazi soyarıtımının anlamı
lılıklar" sistemlerini hayali olarak inkâr ederek, hukuksal uzlaş- budur. Fakat aynı yönelimin tüm toplumsal insan seçme (ayık-
malar ya da kuşkulu kültürel özerklik yanlılıkları yoluyla oluş- lama) tekniklerinde, hatta "tipik İngiliz" eğitim geleneğinde varol-
turmak gerekmektedir. Bu da ırk yoluyla milliyet arayışını ulaşıl- duğunu ve günümüzde farkçı psikolojinin (ki mutlak silahı IQ'
maz bir sona doğru iter. Ayrıca böyle "ırksal" (ve bundan dolayı dur) "pedagojik" uygulamalarında yeniden belirdiğini söylemek
da kültürel) bir anlamla donanmış ölçütlerin büyük ölçüde top- gerekir.
lumsal sınıf ölçütleri oldukları, ya da siyasal ve iktisadi sınıf Üst-milliyetçilik'ten bir milliyetçilik-üstü olarak ırkçılığa ge-
eşitsizlikleriyle zaten seçilmiş durumda olan bir eliti sembolik an- çişteki çabukluğun kaynağı da budur. 19. ve 20. yüzyılların ırk
lamda "seçmeye" yol açtıkları sık sık görülür. Ezilen sınıfların, kuramlarının, tarihsel devletlerin bir ya da birkaçına örtülü bir bi-
"ırksal bileşimi" ve "kültürel kimliği" en şüpheli olan sınıflar çimde atıfta bulundukları halde genelde bunlarla örtüşmeyen dil,
olduğu da görülmektedir. Bu etkiler, bir elitizmi yeniden yarat- soy, gelenek cemaatleri tanımları yapmalarını ciddiye almak gere-
mayı değil, bir popülizm oluşturmayı; "halk"ın tarihsel ve toplum- kir. Bu da demektir ki, antropolojik görünümlerini biraz önce an-
sal heterojenliğinden kuşkulanmayıp onun esas birliğini ortaya lattığımız kuramsal ırkçılığın evrensellik boyutu burada temel bir
koymayı hedefleyen milliyetçi amacın tam tersi yönde etkir. rol oynamaktadır; "özgül bir evrenselleştirmeye", dolayısıyla mil-
İşte bu nedenle ırkçılık her zaman, daha önce Avrupa milli- liyetçiliğin idealleştirilmesine yol açmaktadır. Son olarak incele-
yetçiliklerinde antisemitizmin rolüyle ilgili olarak değindiğimiz mek istediğim de ırkçılığın bu yanıdır.36
yansıtma mekanizmasını izleyerek, devrik bir biçimde işleme Klasik ırk mitleri, özellikle de arilik mitleri, öncelikle ulusa
eğilimindedir: "Gerçek yurttaşların" ırksal-kültürel kimliği görün- değil, aristokrat bir perspektiften sınıfa atıfta bulunurlar. Bu
mez kalır, fakat bu kimlik kendisini "sahte yurttaşlar"ın yan haya- koşullarda, "üstün" ırk (ya da üstün ırklar, yani Gobineau' nun
li, sözde görünürlüklerinin karşıtı olarak ortaya çıkarır (ve bu yol- "saf ırkları) tanım olarak hiçbir zaman ne ulusal nüfusun tümüyle
la kendini güven altına alır). Sahte yurttaşlar, Yahudiler, göçmen- örtüşebilir ne de kendini onunla sınırlayabilir.37 Bu yüzden, ku-
ler, yerleşik yabancılar, yerliler, Siyahlar, Indiolar'du. Bu kimlik rumlaşmış, "görünür" ulusal topluluk, dönüşümlerini sınırları
her zaman havada ve tehlikededir: "Sahte" olanın fazla görünür
olması "gerçek olanın" yeterince gerçek olduğunu hiçbir zaman sadığını kabul etmek gerekirse bunların manevi "ilhak"ları asimile olma yete-
garanti edemeyecektir. Böylece ırkçılık, yurttaşların ortak özünü nekleriyle —ki bu Fransızlığa eğilim gibi anlaşılır— aklanacaktır; fakat bu
asimilasyonun yüzeyde, görünürde olup olmadığı (Engizisyon önündeki con-
sınırlamaya çalışmakla, bulunması mümkün olmayan bir bozul- verso'lar gibi) sorusu her zaman sorulabilir.
mamışlığın "çekirdeği"nin saplantılı bir arayışına girişir, ulusallığı * IQ (Intelligence Quotient): "Zeka yüzdesi" anlamına gelen terim, bir
sınırlar ve tarihsel ulusu istikrarsızlaştırır.35 Bunun en uç noktası insanın zihinsel gelişim yaşının, zaman yaşına bölünüp 100 ile çarpılmasıyla
ırksal fantazmanın tersine dönüşüdür; ırksal-ulusal saflık buluna- elde edilen ve o insanın zekasını gösterdiği varsayılan sayısal niceliği ve bun-
dan hareketle bir sınıflandırmayı ifade eder. (ç.n.)
36. Hannah ARENDT'ın The Origins of Totalitarianism adlı eserinin
* WASP (White Anglo-Saxon Protestant): Beyaz Anglosakson Protes- sonuç kısmında söz ettiği "üst-anlam" bir idealleştirme sürecine değil, "ideo-
tan, (ç.n.) lojik tutarlık" hezeyanından ayrılamayacak olan terörist baskıya atfedilmiştir;
35. Tüm bir casuisüque'in [vicdan durumlarını inceleyen tanrıbilim ko- insanlığın bir çeşitliliğine değil, insan iradesinin, totaliter hareketlerin "hız-
lu; ahlaki anlamda, yaltakçı kurnazlık, ç.n.] kaynağı budur. Fransız milliyeti- landırmaya" niyetlendikleri Tarih'in ya da Doğa'nın anonim hareketinde erime-
nin art arda gelen çok sayıda göçmen kuşağını ve onların çocuklarını kap- sine atfedilmiştir.
IRK, ULUS, SINIF 84 IRKÇILIK VE MİLLİYETÇİLİK 85

aşan, tanım olarak ulusal ötesi olan "görünmez" bir topluluğa gö- diğer "irsi düşmanlarının" simgesini görmüştür; fakat böylece tüm
re düzenler. Fakat aristokrasi için doğru olan, ve milliyetçiliğin milliyetçilikler kendilerini aynı aynada görmüş ve aynı "vatansız"
kendini henüz dayattığı bir dönemin düşünce kiplerinin geçici la tanımlamışlardır. Bu da, "modern" ulusal devletlerin, başka bir
sonuçlarına benzeyen şey, sonraki tüm ırkçı kuramlar için de deyişle uygarlığın vatanı olarak Avrupa düşüncesinin bir bileşkesi
doğrudur: Yaptıkları atıflar ister biyolojik (gerçekte gördüğümüz olmuştur. Aynı zamanda Avrupalı ya da Amerikan-Avrupalı uluslar,
gibi bedensel) nitelikte olsun, ister kültürel nitelikte, bu böyledir. dünyanın sömürgeci paylaşımı için amansız bir rekabet içinde,
Derinin rengi, kafatasının biçimi, zihinsel yatkınlıklar ve zekâ, kendilerini, "beyaz" olarak kutsandıkları bir cemaat ve bizzat bu
olumlu milliyetçiliğin çok ötesindedir: bu saflık takıntısının diğer rekabet içinde bir "eşitlik" olarak kabul etmişlerdir. Benzer
yüzüdür. Sonuç birçok çözümlemecinin karşı karşıya kaldığı şu tanımlar Arap milliyetinin, ya da İsrailli-Yahudi milliyetinin ya da
paradokstur: "Hint-Avrupa", "Batı", "Hıristiyan-Musevi uygar- Sovyet milliyetinin evrenselci uzantıları hakkında da kullanılabilir.
lık" gibi zamana bağlı olmayan ve tarih ötesi cemaatleri, yani hem Tarihçiler buradan, ırkçılık sorununu tamamen bir köşeye bırakıp
açık hem kapalı, sınırları olmayan ya da sadece —Fichte'nin de- bir kültür emperyalizmi programı ve iddiasını (tüm insanlığa ev-
diği gibi— bireylerden ya da daha doğrusu onların "özlerinden" rensel kültürün ve insanın "İngiliz", "Alman", "Fransız", "Ameri-
(o zamana dek "ruhları" olarak adlandırılan şeyden) ayrılamaya- kan" ya da "Sovyet" bir kavrayışının dayatılması) çıkarımlamakla
cak "iç" sınırlara sahip cemaatleri idealleştiren bir "enternasyona- milliyetçiliğin bu evrenselci hedefine önem vermişlerdir, bu ne-
lizm", ırkçı bir "milliyetçilik-üstü" kesinlikle vardır. Aslında bun- denle kanıtları en azından yetersizdir: Çünkü emperyalizm basit
lar ideal bir insanlığın sınırlandır.38 fetih girişiminden, bir "uygarlık" temeline oturmuş evrensel ege-
Burada ırkçılığın milliyetçilikten fazla olan yanı, onu meyda- menlik girişimine ancak "ırkçılık" olarak dönüşebilmiştir. Bunun
na getiren şey olmaya devam ederek, tersi bir biçim alır: Onu son- anlamı şudur: Emperyalist ulus bir misyonun ya da daha esaslı bir
suz bir bütünlüğün boyutlarına ulaştırır. Teolojiyle, "gnose"la* — kaderin özel aracı olarak tasarlandığı ve sunulduğu ölçüde diğer
az çok karikatürize— benzeşmeler ve taklitler buradan kaynakla- halklar da onu tanımamazlık edemezler.
nır. Evrenselci teolojilerin, modern milliyetçiliğin egemenliği al-
tında kaldıklarında, ırkçılığa kayma olasılıklarının da kaynağı da Bu düşüncelerden ve varsayımlardan iki sonuç çıkaracağım.
budur. Bir ırk göstereni özellikle de bu nedenle, daha sonra milli- İlki, bu koşullarda çağdaş ırkçı hareketlerin evrensel "eksenli"
yetçiliğin etkililiğini güvenceye almak için ulusal farklılıkları oluşumlara, Wilhelm Reich'in kışkırtıcı bir şekilde "milliyetçi en-
aşmak, "uluslar-üstü" dayanışmalar örgütlemek zorundadır. Anti- ternasyonalizm" dediği şeye yol açmalarına çok da şaşırmamak
semitizm Avrupa ölçeğinde böyle bir işlev görmüştür: Her milli- gerekir.39 Reich'in bu sözü kışkırtıcı fakat doğrudur, çünkü onun
yetçilik Yahudi'de (ki kendisi de, çelişkili bir biçimde, hiçbir için önemli olan bu paradoksal enternasyonalizmin ve bir başka
şekilde asimile edilemez ve kozmopolit olarak, ari halk ve kök- enternasyonalizmin —komünist partiler, "sosyalizmin vatanı" ör-
lerinden koparılmış halk olarak düşünülür) özel düşmanını ve tüm neğiyle, onun etrafında ve altında "ulusal partiler" haline geldikle-
ri, kimi kez de antisemitik görüşü benimsedikleri ölçüde "enter-
37. Gobineau hakkında özellikle Colette GUILLAUMIN'in incelemesine nasyonalist milliyetçilik" olarak gerçekleşme eğiliminde olan bir
bkz.: "Aspects latents du racisme chez Gobineau", Cahiers internationaux de enternasyonalizmin—öykünmeli sonuçlarını anlamaktı. 19. yüz-
sociologie, cilt XLII, 1967.
* Bkz. s. 28'de çevirenin notu.
38. Çağdaş edebiyatın bize verdiği en iyi örneklerden biri Ernst JÜNGER 39. Bkz. W. REICH, Les Hommes dans l'Etat, Fr. çevirisi, Payot, Paris,
'in eseridir: bkz. Le Noeud gordien, Fr. çevirisi, Christian Bourgois, 1970. 1978.
IRK, ULUS, SINIF 86 IRKÇILIK VE MİLLİYETÇİLİK 87

yılın ortasından beri tarihin temsil ediliş biçimlerini "sınıfların hiçbir şekilde engellemez. Bu da, buradaki çatışmanın hümaniz-
mücadelesi" ve "ırkların mücadelesi" olarak —ki bu ikisi insan- min ideolojik evreninde cereyan ettiğini gösterir; bu evrende ka-
lığın kaderinin söz konusu olduğu "uluslararası iç savaşlar" ola- rar, kimlik hümanizmi ile farklılık hümanizmi arasındaki basit ay-
rak düşünülür— karşı karşıya getiren simetri de bu denli önem- rımdan başka siyasal ölçütlere göre alınır. Devlete ilişkin "aidi-
liydi. Bu iki mücadele şu anlamda uluslarüstüydü: Sınıf müca- yetlere" ağır basan mutlak medeni eşitlik: bu daha da kaçan ol-
delesinin milliyetleri ve milliyetçiliği çözdüğü kabul edilirken ırk mayan bir formülasyondur. İşte bu nedenle bu kavramlar arasın-
mücadelesinin ulusların sürekliliğini sağladığı ve aralarındaki daki geleneksel bağı tersten okumamız —ya da "başaşağı etme-
hiyerarşiyi kurduğu ve milliyetçiliğin, özellikle ulusal unsurla top- miz"— gerektiğini düşünüyorum: Günümüzde pratik bir hüma-
lumsal anlamda muhafazakâr unsuru (militan nitelikteki anti- nizm ancak her şeyden önce fiili bir ırkçılık-karşıtlığı olursa müm-
sosyalizm ve anti-komünizm) kaynaştırmasına olanak verdiği ka- kündür. Hiç kuşku yok ki bu da, belli bir insan düşüncesine karşı
bul edilmektedir. Irk mücadelesi ideolojisi, ancak bir milliyetçilik- bir diğer düşüncedir; fakat bölünemez bir biçimde, milliyetçi bir
üstünün yapılışındaki evrensel olanın eki olarak sınıf mücadele- yurttaşlık siyasetine karşı enternasyonalist bir yurttaşlık siyaseti-
sinin evrenselciliğini bir şekilde sınırlayabilmiş ve ona başka bir dir.40
"dünya görüşü"yle karşı koyabilmiştir.
İkinci olarak, kuramsal ırkçılık hiçbir zaman için hümanizmin
antitezi değildir. Bizzat milliyetçiliğin içinde milliyetçilikten ırkçı-
lığa geçişi gösteren ve milliyetçiliğe kendi şiddetini billurlaştırma
olanağı veren gösterim ve eylemcilik aşırılığında, paradoksal bir
biçimde üstün gelen taraf evrenselliktir. Bunu kabul etmek ve
bundan sonuçlar çıkarmak konusunda bizi tereddüte düşüren şey
kuramsal bir hümanizm ile pratik bir hümanizm arasında hüküm
sürmeye devam eden karmaşadır. Eğer bu ikinci hümanizmi sı-
nırlamasız ve tekelci olmayan bir yurttaşlık hakları savunusunun
etiği ve siyasetiyle özdeşleştirirsek, ırkçılık ve hümanizm arasında
bağdaşmazlık olduğunu görürüz ve fiili bir ırkçılık-karşıtlığının
neden kendisini "tutarlı" bir hümanizm olarak kurmak zorunda
olduğunu kolayca anlarız. Buradan pratik bir hümanizmin kuram-
sal bir hümanizm üzerine (yani insanı tür olarak, kurulu ve ilan
edilmiş hakların kaynağı ve sonu sayan bir öğreti üzerine) kurul-
mak zorunda olduğu sonucu çıkmaz. İnsan düşüncesini doğa
düşüncesine tabi kılan dindışı bir bilgelik, bir teoloji üzerine ya da
tam tersine, insanın ve insan türünün genelliğinin yerine özgül top- 40. Çeşitli "vesileler" üzerine yazdığım makalelerin bazılarında bu tavrı
lumsal ilişkileri koyan bir kurtuluş hareketleri ve toplumsal ça- geliştirmeye çalıştım: "Suffrage universel" (Yves BENOT'yla beraber), Le
tışma çözümlemesi üzerine de kurulabilir. Buna karşılık ırkçılık- Monde, 4 Mayıs 1983; "Sujets ou citoyens? - Pour l'egalite", a.g.m.; "La so-
karşıtlığıyla pratik bir hümanizm arasındaki kaçınılmaz bağ, ku- ciete metissee", Le monde, 1 Aralık 1984; "Propositions sur la citoyennete", La
Citoyennete, C. WlHTOL DE WENDEN tarafından yürütülen çalışma, Edi-lig-
ramsal ırkçılığın aynı zamanda kuramsal bir hümanizm olmasını Fondation Diderot, Paris, 1988.
IRK, ULUS, SINIF HALKLIĞIN İNŞASI
92 93

lerin her biri karışıktır ve içlerinde çok sayıda olası alt-grubu Bu "grup" tarihsel olarak Afrikalılar ile Avrupalılar arasındaki çeşitli
barındırır. Tek bir etiket altında toplanan alt-gruplar dışarıdan birinin birleşmelerin torunlarından oluşuyordu. Aynı zamanda yüzyıllar önce
bakış açısıyla bazen garip görünür. Yine de bu etiketler yasaların Doğu Hint Adaları'ndan getirilen ve Cape Malayları olarak bilinen
gücünü taşımakta ve bireyler için çok özgül sonuçlar doğurmaktadır. kişileri de içeriyordu. "Renkliler" çoğunlukla dünyanın diğer
Güney Afrika'da oturan herkes idari olarak bu dört kategoriden birine yerlerinde "mulatto"* diye adlandırılan ve ABD'de, ırk ayrımını
sokulmakta ve bunun sonucu olarak farklı siyasal ve toplumsal haklara düzenleyen, şimdi feshedilmiş eski yasalar açısından her zaman
sahip olmaktadır. Örneğin, kişinin, içinde bulunduğu kategori için ya "Zenci ırkın" parçası sayılmış olan insanlardı.
da bazı durumlarda alt-kategori için devletin belirlediği belli bir 1984 Temmuzu'nda, ANC'nin bir üyesi ve devletin bakış açısıyla
ikâmet bölgesinde oturması gerekir. bir Renkli olan Alex La Guma, ANC'nin resmi gazetesi Sechaba'nın
Güney Afrika'da apartheid olarak bilinen bu yasal sınıflandırma editörüne bir mektup yazdı ve aşağıdaki şu sorunu ortaya attı:
sürecine karşı çıkan çok sayıda insan vardır. Ancak bu muhalefetin Sechaba'dakı görüşme, makale ve söyleşilerde, "Sözde-Renkli" (bazen de
tarihinde, yasal etiketler konusundaki taktiklerde de en azından bir küçük 'r' ile yazılıyor) diye adlandırıldığımın farkına vardım. Kongre bana bu
tane önemli değişiklik oldu. Başlangıçta apartheid'a karşı çıkanlar bu adı vermeye ne zaman karar verdi? Güney Afrika'da Kongre İttifakı içinde ak-
tiftim ve "Sözde-Renkli Halkın Kongresi"ne değil, "Renkli Halkın Kongre-
ayrı kategoriler çerçevesinde örgütler oluşturdular. Örneğin, 1955'te, sine üyeydim. Halkın Kongresi ve Özgürlük Bildirgesi için çalışırken "Biz
her biri hükümetin dört kategorisindeki halklardan birine dahil olan Renkli halk, varolmak için mücadele etmeliyiz..." diye şarkılar söylerdik. O
kişilerden oluşan dört grubun ortaklaşa düzenledikleri çok ünlü bir zamanlar Sözde-Renkli halktan söz edenler, sözde birlik hareketinden [bu
Halk Kongresi gerçekleştirildi. Bu Halk Kongresi, diğer şeylerin yanı ANC'ye rakip bir örgüttü] bazı kişilerdi, yoksa bizim Kongremiz değil. Se-
chaba'nın eski sayılarında bu değişikliğin yapılmasına ne zaman ya da neden
sıra, apartheid'a son verilmesini talep eden bir Özgürlük Bildirgesi karar verildiği görünmüyor. Evet belki bana yüzyıllardır Renkli diyenler
çıkardı. hükümetler, yönetimlerdi; toplumsal ve siyasal işlemlerdi. Ama akıllı insan-
Dört muhalefet örgütünün en büyüğü, hükümetin Bantu olarak lar, etnologlar, antropoloji profesörleri ve diğerleri benim gerçekte kim ol-
duğumu umursamadılar.
adlandırdıklarını, yani devletin sınırları içindeki toplam nüfusun Editör Yoldaş, kafam karıştı. Aydınlatılmaya ihtiyacım var. Bu bana
yaklaşık yüzde 80'ini oluşturanları temsil eden Afrika Ulusal "sözde" bir insanmısım, insanların tüm özelliklerine sahip ama gerçekte ya-
Kongresi'ydi (ANC). 1960'larda ya da 70'lerde bir zaman —ne zaman pay olan o şeylerden, yani "insammsı"lardan biriymişim gibi bir his veriyor.
olduğu kesin değil— ANC, "Afrikalı" terimini "Avrupalı" olmayan Diğer azınlıklardan olan insanlar "sözde" diye adlandırılmıyor. Neden ben? Bu
"Ham'ın laneti"** olsa gerek.
herkes için kullanma yoluna gitti ve böylece hükümetin Bantu, Renkli
ve Hintli olarak adlandırdığı herkesi bu tek etiket altında topladı.
Bu mektuba verilen üç cevap olmuştur. Bunlardan birincisi
Başkaları da —kim oldukları kesin değil— benzer bir karar verdiler
editörün, yine aynı sayıda (Haziran sayısı) yayınlanan cevabıdır:
ama bu grubu "Beyazlar" karşısında "Be-yaz-olmayanlar" diye
adlandırdılar. Sonuç, her durumda, dörtlü bir sınıflandırmanın bir ikili Hatırlayabildiğim kadarıyla hareketimizde "Renkli"nin "Sözde-Renkli"
bölümlemeye indirilmesiydi. olarak değiştirilmesi yönünde alınmış bir karar yoktur. Bütün bildiğim ara-
mızdan bazılarının —UDF'den [Birleşik Demokratik Cephe; apartheid karşıtı
Ancak bu karar, eğer karar denebilirse, kesin değildi. Örneğin
ANC'nin Hintliler arasındaki kardeş örgütü Güney Afrika Hintli
Kongresi (SAIC), başkanının ve diğer üyelerinin hem SAIC'nin hem * Zenci-beyaz melezi, (ç.n.)
** Nuh'un üç oğlundan biri. Eski Ahit'e göre Nuh'un üç oğlu (Ham,
de ANC'nin üyeleri haline gelmelerine rağmen varlığını sürdürdü. Sam, Yafet) üç ayrı insan soyunun atasıdır. Bunlardan Ham, Afrikalılar'ın atası
Dördü arasındaki en sorunlu kategori şüphesiz "Renkliler"di. olarak kabul edilir, (ç.n.)
IRK, ULUS, SINIF 94 HALKLIĞIN İNŞASI 95

bir örgüt] Allan Boesak [Boesak hükümetin Renkli diye etiketlediği biridir] (karışık atalı), "Bruine Afrikaner"* ve "Güney Afrika'nın üvey çocukları" te-
gibi — "Sözde-Renkli" terimini giderek daha sık kullandıklarıdır. Sanırım si- rimleri gibi, ırkçılardan kalmadır. "Sözde-" önekinin kullanımını çok dar bir
zin fark ettiğiniz şey bu gelişmenin bir yansımasıdır. Kısa bir süre önce anlama çekerek alınacağımıza ya da şaşalayacağımıza, bunu yıllardır başımıza
Sechaba, Richard Rive'ın kitabı Writing Black'in eleştirisini yayınladı. Bu çöreklenmiş bir belanın çözümünde bir ilk adım olarak görmeliyiz.
eleştiride şöyle diyorduk: Bu "Sözde-Renkli" terimini olumlu bir şekilde ele alarak yola çıkmalıyız.
"Birlik çabamız bizi farklılıkları görmekten alıkoymamalıdır; eğer bun- Şimdi insanlar adımızın ne olacağını seçecek olan biziz diyorlar ve çoğu,
ları görmezden gelirsek tam da ulaşmaya çabaladığımız birlik açısından sorun- kurulmakta olan ulusun heyecanıyla, "Güney Afrikalı"yı tercih ediyor. Tar-
lar çıkabilir. Sözde-Renkliler demek ya da Renkli sözcüğünü tırnak içinde tışma çeşitli biçimler alabilir ama Baasskap** teriminin kabullenilmesine
yazmak yeterli değildir. Bu sorun olumlu bir yaklaşımla halledilmelidir çünkü dönmek söz konusu olamaz. Eğer bir Güney Afrikalı olmanın dışında, bir alt-
söz konusu olan ayırt edilebilir ve kimliği belirlenebilir bir insan grubudur." kimliğe gerçekten ihtiyaç duyan olursa soruna kitlesel bir tartışmayla çözüm
Başka bir deyişle bizim bu dergide söylediğimiz bu konu üzerinde tartış- bulunabilir.
manın gerekli olduğudur ve bence mektubunuz böyle bir tartışma için pekâlâ
bir başlangıç olabilir. Bu konudaki her yoruma açığız. Sechaba'nın Eylül 1984 sayısında hükümetin bir Avrupalı
olarak etiketlediği biri olan Arnold Selby tartışmaya, "uluslar" ile
Sechaba'nın Ağustos 1984 sayısında P.G. imzalı bir mektup
"ulusal azınlıkları" birbirinden ayıran bir dizi kategori kullanarak
yayınlandı. İçeriğinden P.G.'nin de hükümet tarafından Renkli
girdi:
olarak etiketlenenlerden biri olduğu belli oluyordu. P.G., Alex La
Guma'dan farklı olarak "Renkli" terimini tereddütsüz reddediyor- İşe, bazı sağlam ve kabul görmüş gerçekleri gözden geçirerek başlaya-
lım:
du: a)Henüz Güney Afrika ulusu diye bir şey yoktur;
Batı Cape'te, Yoldaşlar Hareketi'nin grupları olarak toplandığımızda b)Afrikalı çoğunluk ezilen bir ulustur, Renkliler ve Hintliler ayrı ve
Renkli terimi üzerinde yaptığımız tartışmayı hatırlıyorum. Bu gruplar 1976 tanımlanabilir, ezilen ulusal azınlıklardır. Beyaz nüfus ezen azınlık ulusu
ayaklanması sırasında eğitim ve eylem amacıyla bir araya gelen, dağınık bir o-
şekilde örgütlenmiş ve genelde ANC yanlısı gençlik gruplarıydı. "Sözde- luşturmaktadır;
Renkli" terimi apartheid terminolojisinin reddinin popüler bir ifadesi olarak c)Renkli, Hintli ve Beyaz ulusal azınlıklar homojen değildir; diğer ulu
gençler arasında sık kullanılırdı. sal ya da etnik grupları da barındırırlar. Örneğin Lübnanlılar topluluğu te
Sechaba'da Richard Rive'ın Writing Black'i için yazılanlara tamamen melde beyaz olarak sınıflandırılır ve kendisini beyaz olarak görür,
katılıyorum, ama söylediğiniz gibi nasıl ki "Sözde-Renkliler" demek ya da Malaylar
Renkli sözcüğünü tırnak içinde yazmak yeterli değilse "Renkli" terimini kabul ve Grikalar kendilerini Renkli ulusun parçası sayarlar, Çinli azınlık ise
etmek de eş derecede yanlıştır. Bunu çoğu kişinin "Renkli" terimini reddettiği kendi
gerçeğinin ışığında söylüyorum. Kongre'dekiler, UDF'dekiler, yurttaşlık ni bir kısmı beyaz, bir kısmı Asyalı ve diğer kısmı Renkli olarak sınıflan
grupları, kilise grupları ve sendikalar, halkın sevdiği önderler, "Sözde- dırılmış bulur;
Renkli"den söz ediyorlar ve onlar ya da halk kendilerini hiç de "insanımsılar" d)Güney Afrika'nın geleceğinin anahtarı ve ulusal sorunun çözümü Afri
gibi görmüyor. Aslında insanlara yapaylık duygusu veren şey "Renkli" teri- ka ulusunun ulusal kurtuluşundadır. Afrika Ulusal Kongresi
minin kullanılmasıdır. Renkli, kimliksizlik çığlıkları atan bir terimdir. yönetimindeki
Renkli terimi özel bir gruptan çıkmadı; 1950 tarihli Nüfus Kayıt Ya- ulusal demokratik devrimimizin zaferi ile Afrika ulusunun ulusal
sası'nın "görünüş itibarıyla Beyaz ya da Hintli olduğu belli olmayan ve yerli kurtuluşunu
bir ırktan ya da bir Afrika kabilesinden olmayan" diye tanımladığı bir kişiye da beraberinde getirerek bir Güney Afrika ulusunun doğuş sürecini başla
yapıştırılan bir etiketti. Dışlama üzerine kurulu bir tanım — yani bir çeşit tacaktır.
"olmayan"-halk... Irkçıların marjinaller olarak gördükleri, "Renkli" terimiyle Yukarıda (b) maddesinde belirttiğim gibi, Renkli halk, ayrı ve tanımla-
adlandırıldı. "Renkli" terimi, ırkçı safkan beyaz Afrikaner miti için esastı. nabilir bir ezilen ulusal azınlık oluşturmaktadır. Fakat "Renkli" tanımı, bundan
"Renkli" terimini kabullenmek bu mitin sürmesine izin vermektir... çıkan terminoloji ve günlük hayat pratiğindeki kullanımı, ne doğal toplumsal
Bugün insanlar, "ırkçıların bakış açısını reddediyoruz, terminolojilerini nedenlerin sonucudur ne de "Renkli" halkın seçimidir. Avrupalı burjuva
reddediyoruz," diyorlar ve düşmanın tam ortasında eskiye meydan okuyarak ulusların, hem ticari hem de emperyalist aşamalarında ve 1910'da saldırgan
YENİYİ kurmaya başlıyorlar. "Renkli-Kleurling" terimi aynı "half-caste" Güney Afrika Devleti'nin kuruluşundan sonra, Güney Afrika'ya saldırı, sızma
ve yerleşme dalgalarının ardından gelen rejimlerin, Renkli halka da-
* Hollandalılar'ın kahverengi ayıya verdikleri isim. (ç.n.) ** Baas, Afrika
dilinde "sahip" anlamına gelmektedir. Kap (Cape) ise Güney Afrika'ya gelen
Hollandalıların ilk koloni bölgeleridir, (ç.n.)
IRK, ULUS, SINIF 96 HALKLIGIN İNŞASI 97

yattığı şeylerdir. olan ulusun heyecanıyla, 'Güney Afrikalı'yı tercih ediyor," diyor. Ancak Editör
Şimdi gelelim bir kısmımızın "Sözde" Renkli halktan söz etme eğilimine. Yoldaş, ülkemize kimin resmi olarak Güney Afrika ismini verdiğini söy-
İnanıyorum ki bu, karşı karşıya olduğumuz iki gerçek etkenin sonucudur. lemiyor bize. Hangi yetkiye ya da kimin yetkisine dayanarak? Bu "terminolo-
İlki yurtdışındaki çalışmalarımız sorunudur. Diğer ülke ve ulusların jiyi" reddederek ülkeyi "Azanie" olarak adlandıranlar var (yine kimin yetki-
"Renkli halk" terimi hakkında, ülkemizde ulusal olarak ezilen Renkli ulusal sine dayanarak?) ve belki de nüfusun geri kalanını "Sözde Güney Afrikalılar"
azınlığın gerçekliğine hiç de yakın olmayan, farklı düşünceleri vardır. Ülke- olarak adlandırırlardı. Ne var ki Güney Afrika ismi bile, Boer marşında Suid-
mizden, mücadelesinden ve Renkli halkın bu mücadeledeki yerinden ve rolün- Afrika denilmesine rağmen kabul edilmiştir. Ancak, (sözde de olsa) herhangi
den söz ederken Renkli halkın kim olduğunu açıklamamız gerekiyor; işte bu bir azınlığın kendi keyfiyeti için kendisine Güney Afrikalı deme hakkına sahip
yüzden, sık sık kendimizi, "Renkli" terimini saldırganların dayattığını vurgu- olduğunu sanması bana, bariz bir haddini bilmezlik değilse bile, demokratik
lamak için "Sözde-" kelimesini (lütfen tırnaklara dikkat) kullanırken buluyo- olmayan bir şey gibi geliyor; çünkü hak doğal olarak çoğunluğa aittir.
ruz. Tıpkı şimdi ABD olan yerin esas sakinlerinden söz ederken "Sözde-" Kı- Ne yazık ki, "Renkli" teriminin Nüfus Kayıt Yasası ya da Grup Bölgeleri
zılderililer de denilebileceği gibi. Bu yurtdışında, kurtuluş mücadelemiz hak- Yasası'nda yapılan tanımın sonucu olarak (P.G.'nin söylediği gibi) çıktığını
kında daha çok şey bilmek isteyenlere daha net bir tablo sunmaktadır. bilmiyordum. Ben bu yasaların çıkmasından çok önce doğdum, o halde
İkinci olarak, aramızdan bazılarının "Sözde" kelimesini kullanma eğilim- halkımız bundan biraz daha eski olmalı. P.G.'nin anlattığı bütün o korkunç
lerinin genelde kabul görmüş "Renkli halk" terimimizin reddi anlamına gel- deneyimlerden (bölünen aileler, atılmalar, vb.) sadece bizim muzdarip olduğu-
diğine inanmıyorum. Benim düşünüş tarzıma göre bu kelimeler, ezilen Renkli muzu sanmamalıyız. Karışık ırklar ya da marjinal topluluklar dünyanın başka
ve Hintli ulusal azınlıkların, ezilen çoğunluk Afrika ulusuyla artan birliklerini yerlerinde de aynı sıkıntı ve çilelere katlanıyorlar.
vurgulamak üzere kullanılmaktadır. İnanıyorum ki, bu kelimelerin kullanılması Şimdi P.G. "Sözde"nin de "Renkii"nin de yeterince iyi olmadığını söy-
Renkli'nin Siyah'tan ayrılmasından çok Siyah'la özdeşleşmesine işaret lüyor; bu da kafamın karışıklığını artırıyor. Ama "Yıllar boyunca bir bela"
etmektedir. Bu kullanım aynı zamanda Renkli halkla ezen Beyaz ulusal azınlık olan, "Renkli" diye çağrılmak değil, halkımıza bugün ve geçmişte davranılış
arasına uzaklık koymaktadır. Ezen Beyaz ulusal azınlık sayısız defalar, doğal biçimidir. Yoksa onlara ne dendiği fark etmez, tıpkı kendi başına "Asyalı" ya
olarak onlarla ilişkili olan Renkli halkın, kendilerinin aşağı bir kolu olduğu da "Hintli" teriminin lanetli anlamına gelmediği gibi... P.G.'nin "kitlesel tar-
düşüncesini kabul ettirmek için başarısız girişimlerde bulunmuştur. "Sözde"nin
tışma"smın sonucunu sabırsızlıkla beklerken, yine de bugün ne olduğumu
kullanımı saldırganın bu ırkçı ideolojiyi bilimsel terminolojinin kılıfı altında
bilmek isterim. İşte böyle Editör Yoldaş, bana istediğiniz küfürü edin ama
kabul ettirme girişimlerinin reddi anlamına gelmektedir.
Tanrı aşkına "Sözde" demeyin.
"Sözde"yi ister kullanalım ister kullanmayalım gerçeklik, ülkemizde ezi-
len bir Renkli ulusal azınlık olduğudur. Bence, bugünün koşullarında "Söz- Bu yazışmalara epey uzun yer vermemin nedeni her şeyden
de"yi kullanmak, gerçek anlamı ifade eden uygun bağlamda olması ve tırnak
içine alınması kaydıyla yanlış değildir. Renkli halkın ezilen bir azınlık ulus
önce tartışmaların en dostçasının bile oldukça ateşli olduğunu
olarak varlığının gerçekliği hiçbir koşulda reddedilemez. göstermekti; ikinci olarak da meselenin, ister tarihsel zeminde ol-
sun ister ideolojik zeminde, çözümünün ne denli zor olduğunu
Selby'nin konumunun P.G.'ninkinden oldukça farklı olduğu göstermek. Bir Renkli halk, ya da bir Renkli ulusal azınlık, ya da
göze çarpıyor. Her ikisi de "Sözde"nin "Renkli"nin önünde kul- bir Renkli etnik grup var mıdır? Hiç oldu mu? Bazılarının şimdi
lanılmasını kabul ediyor, ama P.G. bunu Renkliler diye bir şey ve/veya geçmişte olduğunu bazılarının da olmadığını düşündük-
olmadığı için yapıyor. Selby ise "ulusal azınlıklar" diye adlandır- lerini, yine bazılarının bu konuda kayıtsız olduklarını ve diğer
dığı çeşitli halklar arasında Renkliler'in de bir halk olarak var- bazılarının ise böyle bir kategoriden habersiz olduklarını söyleye-
olduğunu düşünüyor ama "Sözde"nin siyasal iletişimde bir taktik bilirim.
olarak kullanımını savunuyor. Yani ne? Eğer ortada asli bir görüngü, bir Renkli halk varsa
Sonuçta, Kasım 1984 sayısında La Guma geri adım atmadan bunun parametreleri konusunda anlaşmaya varabilmeliyiz. Ama
cevap verir: eğer bir halkı gösteren bu isim üzerinde ya da herhangi bir halkı
[P.G.], "Sözde-Renkli"nin, "apartheid terminolojisinin" reddinin popüler gösteren diğer bir isim üzerinde anlaşamadığımızı görüyorsak bu-
ifadesi olarak kullanıldığını söylüyor. Ancak daha sonra "çoğu, kurulmakta nun nedeni belki de halklığın yalnızca deneysel bir kavram değil,
her özel örnekte sınırları sürekli değişen bir deneysel kavram
IRK, ULUS, SINIF 98 HALKLIĞ1N İNŞASI 99

oluşudur. Belki de bir halk biçim olarak değişken olduğu var- şeye diğerlerinin "etnik grup" adını verebildiklerini görmüştük.)
sayılan bir şeydir. Ama eğer öyleyse, bu ateşlilik neden? Belki de Bu terimleri kullananların çoğu, her üçünü de, sürekliliği saye-
kimse bu değişkenliğin farkında olmadığından. Eğer haklıysam sinde, bugünkü davranışlar üzerinde güçlü bir etkiye sahip olan
gerçekte çok garip bir görüngüyle karşı karşıyayız demektir; en ve aynı zamanda günümüzde siyasal iddialarda bulunmak için bir
önemli özellikleri değişkenlik gerçekliği ve bu gerçekliğin inkârı zemin oluşturan kalıcı bir görüngüye işaret etmek üzere kullan-
olan bir görüngüdür bu. Çok karmaşık, hatta acayip olduğunu maktadır. Yani, bir "halk"ın oluş ve davranış biçiminin nedeni-
söylemeliyim! İçinde bulunduğumuz tarihsel sistemde böylesi ga- nin, ya ayırt edici genetik özellikleri, ya toplumsal-siyasal tarihi
rip bir toplumsal süreci doğuran şey nedir? Belki de ortada keşfe- ya da geleneksel normları ve değerleri olduğu varsayılmaktadır.
dilmesi gereken bir atom parçacığı vardır. Bu kategorilerin tüm amacı, bugünün yönlendirilebilir "akıl-
Meseleyi birbirini izleyen aşamalarla ortaya koyacağım. İlk cı" süreçlerine karşı, geçmiş üzerine kurulu iddialarda bulun-
önce toplumsal bilimlerde halklığa ilişkin görüşleri kısaca gözden mamıza olanak sağlamakmış gibi görünmektedir. İşlerin neden şu
geçirelim. Daha sonra da bu tarihsel sistemin süreçlerinde ve ya- anda oldukları şekilde olduklarını ve değişmemeleri gerektiğini ya
pısında, böylesi bir kavramı neyin ortaya çıkarmış olabileceğini da neden böyle olduklarını ve neden değişemeyeceklerini açıkla-
görelim. Son olarak da yararlı olabilecek kavramsal bir yeniden mak için bu kategorileri kullanabiliriz. Ya da tam tersine, neden
formülasyonun varolup olmadığını görelim. bugünkü yapıların yerini, daha eski ve derin, yani bu nedenle
Başlangıç için, tarihsel olarak toplumsal bilimler literatürüne daha meşru, toplumsal gerçeklikler adına başkalarının alması ge-
bakarsak "halk" teriminin gerçekte pek az kullanıldığını görürüz. rektiğini de açıklayabiliriz. Geçmişliğin zamansal boyutu halklık
En çok kullanılan üç terim, hepsi modern dünyada "halklar"ın çe- kavramı için çok önemlidir ve bu kavramın kendinde vardır.
şitleri sayılan, "ırk", "ulus" ve "etnik grup"tur. Bunlardan sonun- Bir geçmiş, bir "kimlik" neden istenir ya da buna neden ih-
cusu en yenisidir ve gerçekte, önceden yaygın bir şekilde kul- tiyaç duyulur? Bu tümüyle yerinde bir sorudur, üstelik ara sıra
lanılan "azınlık" teriminin yerini almıştır. Kuşkusuz bu terimlerin sorulur da. Örneğin P.G., yukarıda yer verdiğimiz tartışmada
her birinin birçok varyantı vardır ama yine de bunların hem ista- "Renkli" adlandırmasından vazgeçilmesini ve onun yerini daha
tistiksel hem de mantıksal olarak, üç kipsel terim olduklarını geniş bir kategori olan "Güney Afrikalı"nın almasını savunuyor
sanıyorum. ve sonra şöyle diyordu: "Eğer Güney Afrikalı olmanın dışında bir
Bir "ırk"ın, görünür fiziksel biçime sahip olan bir genetik ka- alt-kimliğe gerçekten ihtiyaç duyan olursa..." Bu "olursa" sözü
tegori olduğu varsayılır. Son 150 yılda ırkların isimleri ve ayırt "neden olsun"u ima ediyor.
edici niteliklerine ilişkin önemli bir akademik tartışma olmuştur. Geçmişlik insanları bugün, aksi takdirde davranmayabilecek-
Bu tartışma oldukça ünlüdür ve büyük bölümü de kötü bir üne sa- leri şekilde davranmaya ikna eden bir kiptir. Geçmişlik kişilerin
hiptir. "Ulus"un, bir devletin fiili ya da muhtemel sınırlarına her birbirlerine karşı kullandıkları bir araçtır. Geçmişlik bireylerin
nasılsa bağlı olan toplumsal-siyasal bir kategori olduğu varsayılır. toplumsallaşmaları, grup dayanışmasının korunması, toplumsal
Bir "etnik" grubun, kuşaktan kuşağa geçen ve normal olarak ku- meşruiyetin oluşturulması ya da ona meydan okunması için mer-
ramda devlet sınırlarına bağlı olmayan, bazı sürekli davranışlara kezi bir öğedir. Bu nedenle geçmişlik en başta törel bir görüngü,
sahip olduğu söylenen kültürel bir kategori olduğu varsayılır. bu nedenle siyasal bir görüngü ve her zaman için çağdaş bir gö-
Kullanılan diğer terimlerin çokluğu bir yana, bu üç terim ina- rüngüdür. Kuşkusuz bu yüzden değişkendir. Gerçek dünya sü-
nılmaz derecede değişken biçimlerde kullanılmaktadır. (Daha ön- rekli olarak değiştiğinden çağdaş siyasette geçerli olan da zorunlu
ce, yukarıdaki tartışmada, bir kişinin "ulusal azınlık" adını verdiği olarak sürekli değişmektedir. Bu nedenle geçmişliğin içeriği zo-
IRK, ULUS, SINIF 100 HALKLIĞIN İNŞASI 101

runlu olarak sürekli değişir. Ancak geçmişlik tanım olarak, bir mindedir. Bunun birçok nedeni var. Çevresel süreçler hammadde
sabit geçmiş iddiası olduğuna göre, belirli herhangi bir geçmişin üretimiyle ilişkili olduğu ölçüde —bugün geçmişten çok daha az
değiştiğini ya da değişebileceğini hiç kimse hiçbir zaman kabul geçerlidir bu; ama asıl tarihsel olarak doğrudur— çevresel ürün
edemez. Geçmiş normal olarak taşa yazılıdır ve geri çevrilemez yetiştirme koşulları ya da coğrafi yataklar bu süreçlerin coğrafi o-
sayılır. Kuşkusuz, gerçek geçmiş gerçekten taşa yazılıdır. Öte larak yer değiştirebilmelerini kısıtlamaktadır. İkinci olarak, bir
yandan toplumsal geçmiş, yani bizim bu gerçek geçmişi anlayış dizi merkez-çevre ilişkisinin korunmasında siyasal unsurlar rol
biçimimiz, olsa olsa yumuşak kile yazılıdır. oynadığı sürece, ürünlerin siyasal sınırlan bir meta zinciri halinde
Durum bu olduğuna göre, geçmişliği genetik olarak sürekli geçmeleri olgusu, gerekli siyasal süreçleri kolaylaştırmaktadır;
gruplar (ırklar) açısından mı, tarihsel toplumsal-siyasal gruplar çünkü sınır geçişlerinin kontrolü devletlerin fiili olarak kullan-
(uluslar) açısından mı, yoksa kültürel gruplar (etnik gruplar) dıkları en büyük gerçek güçlerden biridir. Üçüncü olarak, merke-
açısından mı tanımladığımız pek az bir farklılık yaratır. Bunların zi süreçlerin çevresel süreçlerin yoğunlaştığı devletlerden farklı
hepsi halklık kavramlarıdır; hepsi geçmişliğin icatlarıdır; hepsi devletlerde yoğunlaşması, her birinde birbirinden ayrı siyasal iç
siyasal görüngülerdir. Ancak eğer durum buysa karşımıza başka yapılar yaratma eğilimi taşır. Aralarındaki bu farklılık, daha sonra
bir analitik bulmaca daha çıkmaktadır. Tek bir terimin yeterli ola- eksenel işbölümünü sürdüren ve yöneten devletlerarası eşitsiz sis-
bileceği bir durumda neden üç ayrı kipsel terim ortaya çıkmıştır? temin koruyucu siperi haline gelmektedir.
Tek bir mantıksal kategorinin üç toplumsal kategoriye ayrılma- Meseleyi daha açık bir biçimde ortaya koymak gerekirse,
sının mutlaka bir nedeni olmalıdır. Bunu bulmak için kapitalist dünyanın bazı bölgelerinin büyük ölçüde merkezi üretim süreç-
dünya ekonomisinin tarihsel yapısına bakmamız gerekir. lerinin, bazılarının da çevresel üretim süreçlerinin alanı olma-
Bu üç kipsel terimin her biri kapitalist dünya ekonomisinin larının nedeni budur. Kutuplaşma derecesi çevrimsel olarak de-
temel yapısal özelliklerinden birinin etrafında dönmektedir. "Irk" ğişiklik gösterse de, uçurumun genişlemesi yönünde çağcıl bir
kavramı dünya ekonomisindeki eksenel işbölümüyle, yani mer- eğilim bulunmaktadır. Bu dünya çapındaki mekânsal farklılaşma-
kez-çevre zıtlığıyla ilgilidir. "Ulus" kavramı bu tarihsel sistemin nın aldığı siyasal biçim, birincil olarak, Avrupa-merkezli bir ka-
siyasal üstyapısıyla, yani devletlerarası sistemi biçimlendiren ve pitalist dünya ekonomisinin sonunda tüm yerküreyi kaplayacak
ondan türeyen egemen devletlerle ilgilidir. "Etnik grup" kategorisi, şekilde yayılmasıydı. Bu "Avrupa'nın yayılması" görüngüsü ola-
sermaye birikiminde ücretsiz emeğin büyük payının korun- rak bilinir.
masını sağlayan hane yapılarının yaratılmasıyla ilgilidir. Bu üç te- Dünya gezegeni üzerindeki insan türlerinin evrimi sırasında,
rimden hiçbiri sınıfla doğrudan ilgili değildir. İşte bu yüzden "sı- yerleşik tarımın gelişmesinden önceki bir dönemde, genetik var-
nıf" ve "halklık", diklemesine tanımlanmıştır; bu da, daha sonra yantların öyle bir dağılımı ortaya çıktı ki, herhangi bir yerdeki
göreceğimiz gibi, bu tarihsel sistemin çelişkilerinden biridir. farklı genetik tipler, kapitalist dünya ekonomisinin gelişiminin
Dünya ekonomisindeki eksenel işbölümü, mekânsal bir iş- başlangıcında, bugün olduklarından çok daha homojendiler.
bölümüne yol açmıştır. Bizce bu işbölümünü, bir merkez-çevre Kapitalist dünya ekonomisi, esas olarak Avrupa'daki başlan-
zıtlığı meydana getirmiştir. Kesin bir şekilde ifade edersek, mer- gıç noktasından yayıldıkça, merkezi ve çevresel üretim süreçleri-
kez ve çevre, farklılaşmış üretim maliyetleri yapılarıyla ilgili olan nin yoğunlaşmaları coğrafi olarak giderek daha oransız hale gel-
bağıntısal kavramlardır. Bu farklı üretim süreçlerinin mekânsal dikçe, "ırksal" kategoriler bazı etiketler altında belirginleşmeye
olarak uzak alanlarda yerleşmesi bağıntının kaçınılmaz ve de- başlamışlardır. Farklı kişiler arasında değişiklik gösteren, hem de
ğişmez bir özelliği değildir. Ama normal bir özellik olma eğili- önemli değişiklikler gösteren bir dizi genetik özelliğin varolduğu
IRK, ULUS, SINIF 102 HALKL1ĞIN İNŞASI 103

aşikâr görünebilir. Ama bunların, "ırklar" adını verdiğimiz, üç Gerçek şu ki eğer 1450'lerde doğmuş birçok varlığa —örneğin
beş ya da elli tane şeyleşmiş gruplaşmayla kodlanmalarının gerek- Kutsal Roma İmparatorluğu, Moğol İmparatorluğu, Burgonya
liliği hiç de öyle aşikâr değil. Kategorilerin sayısı, hatta herhangi Hollandası— bugün bakarsak bunların bir çeşit siyasal, kültürel,
bir sınıflandırma olgusu, toplumsal bir karardır. Burada gözlem- mekânsal mirasını sahiplenen bir değil en az üç egemen devlete
lediğimiz şudur: Kutuplaşma arttıkça kategori sayısı giderek azal- rastlarız.
maktadır. W.E.B. Du Bois'nın 1900'de, "20. yüzyılın sorunu Peki şu anda üç devlet olduğu gerçeği üç ulusun olduğu an-
renk sorunudur" derken kastettiği renkler beyaz ve beyaz-olma- lamına mı gelir? Bugün bir Belçika, bir Hollanda, bir Lüksem-
yan biçiminde gerçekleştiler. burg ulusu var mıdır? Çoğu gözlemci olduğunu düşünmektedir.
Irk ve dolayısıyla ırkçılık, eksenel işbölümüyle ilişkili olan Eğer öyleyse bunun nedeni ilk önce bir Hollanda Devleti'nin, bir
coğrafi yoğunlaşmaların dışavurumu, itici gücü ve sonucudur. Belçika Devleti'nin, bir Lüksemburg Devleti'nin ortaya çıkmış ol-
Bu, Güney Afrika Cumhuriyeti'nin son yirmi yılda ülkeyi ziyaret ması değil midir? İnanıyorum ki modern dünyanın tarihine sis-
eden Japon işadamlarını Asyalı (Güney Afrika'da yaşayan Çinli- tematik bir bakış, bu konudaki yaygın mitin tersine, devletin he-
ler Asyalı sayılır) olarak değil, "fahri beyaz" olarak adlandırmak men hemen her örnekte ulustan sonra değil, önce geldiğini gös-
konusunda aldığı kararda, çarpıcı bir netlikle görülür. Görünüşe terir.
bakılırsa, yasaların genetik kategorilerin kalıcılığı üzerine kurulu Birçok bölgede, yeni egemen devletlerin kurulmasını talep
sayıldığı bir ülkede genetik, dünya ekonomisindeki son gelişme- eden milliyetçi hareketler kesinlikle, devletlerarası sistemin işle-
lere göre belirleniyor. Bu tür saçma kararlar yalnız Güney Afrika' meye başlamasından sonra ortaya çıkmıştır ve bu hareketler bazen
ya özgü değildir. Ama sadece Güney Afrika bu saçmalıkları kâğı- amaçlarına ulaşmışlardır. Fakat sakınılması gereken iki şey vardır
da dökerek kendini güç duruma sokmaktadır. sırada. Bu hareketler, çok az istisnayla, daha önce yapılmış olan
Ancak ırk, kullandığımız tek toplumsal kimlik kategorisi de- idari sınırlar içinde ortaya çıktılar. Bu nedenle, her ne kadar ba-
ğildir. Söylediğimiz gibi ulus, dünya sisteminin siyasi yapılan- ğımsız değilse de, bir devletin bu hareketlerden önce geldiği
masından doğmaktadır. Bugün Birleşmiş Milletler'in üyesi olan söylenebilir. Ve ikinci olarak, devletin fiili kuruluşundan önce,
devletlerin hepsi modern dünya sisteminin yaratımlarıdır. Bu dev- ulusun bir ortak duygu olarak ne denli köklü olduğu tartışılır.
letlerin çoğu bundan yüz ya da iki yüz yıl önce ne isim ne de idari Sahra halkı örneğini ele alalım. Bir Sahra ulusu var mıdır? Ulusal
birim olarak vardılar. 1450'den önceki dönemde şimdiki coğrafi kurtuluş hareketi Polisario'ya sorarsanız, evet derler ve bin yıldır
yerleriyle kabaca aynı yerde, isim ve sürekli bir idari varlık sahibi varolduğunu eklerler. Faslılar'a sorarsanız bir Sahra ulusu hiçbir
olan az sayıda ülke arasında şunları sayabiliriz: Fransa, Rusya, zaman varolmamıştır ve bir zamanlar İspanyol Sahrası'nın sömür-
Portekiz, Danimarka, İsveç, İsviçre, Fas, Japonya, Çin, İran, gesi olan yerde yaşayanlar her zaman için Fas ulusunun parçası
Etiyopya. Bunlar herhalde en az muğlaklık taşıyan örneklerdir; olmuşlardır. Bu farklılığı zihinsel olarak nasıl çözebiliriz? Cevap
yine de bu devletlerin modern egemen devletler olarak ortaya çözemeyeceğimizdir. Eğer 2000 ya da belki 2020 yılında Polisa-
çıkmalarının ancak bugünkü modern dünya sisteminin doğusuyla rio halihazırdaki savaşı kazanırsa bir Sahra ulusu olmuş olacaktır.
mümkün olduğu ileri sürülebilir. Bir bölgenin tanımlanması için Eğer Fas kazanırsa olmamış olacaktır. 2100 yılında yazan her ta-
bir isim kullanılması konusunda daha süreksiz bir tarihe sahip rihçi bunu halledilmiş bir sorun olarak görecek ya da daha büyük
diğer bazı modern devletler de vardır — örneğin Yunanistan, olasılıkla bunu bir sorun olarak bile görmeyecektir.
Hindistan, Mısır, Türkiye, Almanya, İtalya, Suriye gibi isimlere Devletlerarası sistemde her özel egemen devletin kuruluşu
gelince üzerinde yürüdüğümüz zemin iyice kayganlaşmaktadır. neden buna tekabül eden bir "ulus", bir "halk" yaratıyor? Bunu
İRK, ULUS, SINIF 104 HALKLIĞ1N İNŞASI 105

anlamak gerçekten zor değil; kanıt her yanımızda. Bu sistemde şeklinde ortaya çıkmış olmasına karşın milliyetçi sınıflandırmanın
devletlerin kaynaşma sorunları vardır. Devletler bir kez egemen köken olarak, hiyerarşik düzenin yavaş fakat düzenli değişimi
olarak tanındıktan sonra kendilerini iç parçalanma ve dış saldırı içinde devletler arasındaki rekabeti ifade etmenin bir tarzı olarak
tehdidi altında bulurlar. "Ulusal" duygular geliştiği ölçüde bu teh- ortaya çıkmış olduğunu ve bundan dolayı ırksal sınıflandırmanın
ditler de azalır. Devletin içindeki her tür alt-grup gibi, iktidardaki kabalığına karşı, sistemde daha ayrıntılı avantajlar sağladığını gö-
hükümetlerin de bu duygunun kışkırtılmasından çıkarları vardır. rürüz. Fazlaca basitleştirilmiş bir formülle açıklarsak, ırk ve ırk-
Devletin dışındaki ya da herhangi bir alt-bölgesindeki gruplar çılık merkez ve çevre bölgeleri, birbirleriyle olan mücadelelerinde
karşısında çıkarlarını artırmak için devletin yasal gücünü kullan- bölgeler-içi bir şekilde birleştirirken; ulus ve milliyetçiliğin ise
makta fayda gören her grubun, taleplerinin bir meşrulaştırılması bunları daha ayrıntılı bir sıralama için bölgeler-arası olduğu kadar
olarak milliyetçi duyguları kışkırtmaktan çıkarı vardır. Dahası, bölgeler-içi rekabetlerinde de, bölgeler-içi bir şekilde böldüğünü
politikalarının etkisini artıran idari tekbiçimlilik devletlerin ya- söyleyebiliriz. Her iki kategori de kapitalist dünya ekonomisinde
rarınadır. Milliyetçilik böyle devlet düzeyinde tekbiçimliliklerin avantaj elde etme hakkı için ortaya konulan iddialardır.
dışavurumu, itici gücü ve sonucudur. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi etnik grup —bir zamanlar a-
Milliyetçiliğin yükselişinin daha da önemli başka bir nedeni zınlık denirdi— kategorisini yarattık. Azınlıklardan söz edebilmek
vardır. Devletlerarası sistem sözde egemen devletlerin basit bir bi- için bir çoğunluğa ihtiyaç vardır. Çözümlemeciler azınlık olma
raraya gelişi değildir. İstikrarlı ama değişebilen bir kıdem sırasına durumunun aritmetik temelli bir kavram olması gerekmediğinin
sahip hiyerarşik bir sistemdir. Yani, sıralamada bazı yavaş kay- uzun süredir farkındadırlar; bu durum toplumsal güç derecesiyle
malar yalnızca mümkün değil, aynı zamanda tarihsel olarak nor- ilişkilidir. Sayısal çoğunluklar toplumsal azınlık olabilirler. Bu
maldir. Belirgin ve katı olan ama değişmez olmayan eşitsizlikler, toplumsal gücü ölçtüğümüz yer kuşkusuz bir bütün olarak dünya
tam anlamıyla, üst tabakayı doğrulamakla kalmayıp alt tabakayı sistemi değil, ayrı ayrı devletlerdir. Bu nedenle "etnik grup" kav-
suçlayabilen ideolojilere yol açan türden süreçlerdir. Milliyetçilik ramı, devlet sınırlarına —tanım olarak bu durum belirtilmese bi-
olarak adlandırdıklarımız böylesi ideolojilerdir. Bir devletin bir le— pratikte "ulus" kavramı kadar bağlıdır. Aradaki tek fark bir
ulus olmaması demek onun, sıralamadaki yerinin değiştirilmesine devletin tek bir ulus ve birçok etnik grup içerme eğiliminde ol-
direnme ya da bunu destekleme oyununun dışında kalması de- masıdır.
mektir. Fakat o zaman bu devlet, devletlerarası sistemin parçası Kapitalist sistem yalnızca, kendisi için asli ve kalıcı olan ser-
olmaz. Kapitalist dünya ekonomisinin siyasal üst yapısı olarak maye-emek zıtlığı üzerine değil, aynı zamanda, her emek baş-
devletlerararası sistemin gelişiminin dışında ve/veya öncesinde kalarına aktarılan bir artık değer yaratması nedeniyle sömürülse
varolan siyasal varlıkların "ulus" olması gerekmezdi ve değillerdi de, emek kesiminde varolan ve bazı emekçilerin yarattıkları artık
de. "Devlet" kelimesini hem bu öteki siyasal varlıkları hem de değerin diğerlerinden daha fazla bir kısmını "kaybettikleri" kar-
devletlerarası sistem içinde yaratılan devletleri tanımlamak için maşık bir hiyerarşi üzerine de kuruludur. Buna olanak sağlayan
yanıltıcı bir şekilde kullandığımızdan, bu sonuncu "devletlerin" anahtar kurum part-lifetime* ücretli işçi hanesidir. Bu haneler,
devletliğiyle ulusluğu arasındaki kaçınılmaz, açık bağlantıyı sık ücretli işçilerin saat ücreti olarak, emeğin yeniden üretiminin oran-
sık gözden kaçırmaktayız.
Öyleyse bir yerine iki kategoriye —ırklar ve uluslar— sahip * "Yarı zamanlı" anlamına gelen "part-time job" kelimesine gönderme
yapılarak oluşturulan kelime yarı-hayat boyu gibi bir anlama sahiptir. Burada
olmanın ne işe yaradığını sorarsak, ırksal sınıflandırmanın esas kastedilen hane üyelerinin sadece kısmen ya da hayatlarının sadece bir kıs-
olarak merkez-çevre zıtlığını koruma ve ifade etmenin bir tarzı mında ücretli olmalarıdır. (ç.n.)
İRK, ULUS, SINIF HALKLIĞIN İNŞASI 107
106

tılı hesaplanmış maliyetinden daha azını alabilecekleri şekilde ku- "gönüllü" grup davranışı olarak buyur edilir.
rulmuştur. Bu, dünya işgücünün çoğunluğunu kapsayan, çok Böylece bu da, kapitalizmin hiyerarşik gerçekliğinin, kapita-
yaygın bir kurumdur. Başka yerlerde öne sürülmüş olan savları1 lizmin ilan edilmiş siyasal öncüllerinden biri olan yasa önünde
burada tekrarlayacak değilim. Sadece halk olma durumu açısından resmen eşitliğe zarar vermeyecek şekilde meşrulaştırılmasına ola-
sonuçlarını tartışmak istiyorum. Daha "proleterleşmiş" hane ya- nak sağlar. Etnikleşme ya da halk olma tarihsel kapitalizmin te-
pılarında bulunan daha yüksek ücretli işçilerden, daha çok "yarı- mel çelişkilerinden birini —aynı anda hem kuramsal eşitliğe hem
proleterleşmiş" hane yapılarında bulunan daha az yüksek ücretli de pratik eşitsizliğe kalkışmasını— çözmekte ve bunu dünyanın
işçilere kadar, farklı tür hane yapılarında bulunan ücretli işçilerin emekçi tabakalarının zihniyetlerini de kullanarak yapmaktadır.
olduğu her yerde bu çeşitli hane yapılarının "etnik grup" diye ad- Tam da halklık kategorilerinin değişkenliği —daha önce sö-
landırılan "cemaatlerde" yer aldığını görmemiz mümkündür. Yani, zünü etmiştik— bu çabada son derece önemli bir hale gelmekte-
belirli bir devletin sınırlan içindeki işgücünün "etnikleşmesi", dir. Çünkü kapitalizm, tarihsel bir sistem olarak, sürekli eşitsizliği
mesleki bir hiyerarşinin beraberinde gelmektedir. Bugün Güney gerektirirken, iktisadi süreçlerin sürekli yeniden yapılanmasını da
Afrika'da ya da geçmişte ABD'de olduğu gibi bunu pekiştirecek gerektirmektedir. İşte bu nedenle, bugün belli bir hiyerarşik top-
kapsamlı bir yasal zeminin olmadığı durumlarda bile, "meslekler" lumsal ilişkiler kümesini güvence altında tutan şey yarın için ge-
dar değil, geniş kategorilerde gruplandığı takdirde, etnik grup ile çerli olmayabilir. İşgücünün davranışı, sistemin meşruiyetini boz-
meslek arasında, her yerde, çok yüksek bir bağıntı vardır. madan değişmelidir. O nedenle, etnik grupların yinelenen doğuş-
Mesleki kategorilerin etnikleşmesinin çeşitli avantajları var ları, yeniden yapılanmaları ve kayboluşları iktisadi mekanizmanın
gibi görünmektedir. Farklı tür üretim ilişkilerinin, işgücünden, işleyişinin esnekliği açısından son derece yararlı bir araçtır.
farklı normal davranış türleri talep ettiğini öne sürebiliriz. Bu dav- Halklık, tarihsel kapitalizmin çok önemli bir kurumsal yapı-
ranış gerçekte genetik olarak belirlenemeyeceğine göre öğretil- mıdır. Asli bir dayanaktır ve bu haliyle, sistem daha fazla yo-
melidir. İşgücünün, makul özgül tutumlar gösterecek şekilde top- ğunluk kazandıkça, giderek daha önemli olmuştur. Bu anlamda,
lumsallaştırılması gereklidir. Bir etnik grubun "kültürü" tam ola- yine asli bir dayanak olan ve önemi giderek artan devlet gibidir.
rak, o etnik gruba ait olan anababaların çocuklarına toplumsal ola- Dünya-tarihsel Gesellschaft'ımız* içinde, yani kapitalist dünya
rak öğretmek zorunda oldukları kurallar kümesidir. Kuşkusuz ekonomisi içinde biçimlenen bu temel Gemeinschaft'lara. giderek
devlet ya da eğitim sistemi bunu yapabilir. Ama genelde, bu özel- daha az değil daha çok bağlanıyoruz.
leşmiş işlevi tek başına ya da fazla açık bir biçimde yerine getir- Marx'ın da Weber'in de iyi bildikleri gibi sınıflar halklardan
mekten kaçınır. Çünkü bunu yapması "ulusal" eşitlik kavramını gerçekten oldukça farklı yapımlardı. Sınıflar "nesnel", yani anali-
ihlal etmek olurdu. Böyle bir ihlali açıkça ortaya koymaya razı tik kategoriler, bir tarihsel sistemdeki çelişkilere ilişkin ifadelerdir
olan devletler sürekli olarak bu ihlalden vazgeçmeye zorlanmak- ve toplumsal cemaatlerin tanımı değildirler. Sorun bir sınıf cemaa-
tadır. Ama "etnik gruplar" kendi üyelerini birbirlerinden farklı bir tinin yaratılıp yaratılamayacağı ya da hangi koşullarda yaratıla-
şekilde toplumsallaştırabilmeklee kalmazlar; belli bir tarzda toplum- bileceğidir. Bu, ünlü an sich /für sich [kendinde / kendi için] ay-
sallaşmak bir etnik grubun tanımında vardır. Bundan dolayı, dev- rımıdır. Kendi için sınıf çok nadir bir varlıktır.
let için gayrimeşru olan şey, toplumsal bir "kimliği" savunan
* İlk kez Tönnies'in Gesellshaft und Gemeinschaft kitabıyla ortaya çıkan
1. I. WALLERSTEIN, Tarihsel Kapitalizm, Metis Yayınları, İstanbul, ve sözleşmeye dayalı modern toplulukları (Gesellschaft), geleneksel bağlara
1992, ve bu kitapta "Kapitalist Dünya Ekonomisinde Hane Yapıları ve Emek dayalı organik cemaatlerden (Gemeinschaft) ayırt etmek için kullanılan terim,
Gücü Oluşumu" adlı bölüm.
(ç.n.)
IRK, ULUS, SINIF 108

Bitirmeden önce son bir nokta olarak; belki de bunun nedeni


inşa edilmiş "halkların" —ırkların, ulusların, etnik grupların
— "nesnel sınıfla eksik de olsa çok yoğun ilişki içinde
olmalarıdır. Sonuç, modern dünyada sınıf tabanlı siyasal
etkinliklerin büyük bir oranının halk tabanlı siyasal etkinlik
biçimini alması olmuştur. Eğer "saf işçi örgütleri denilen, ancak
aslında çoğu zaman örtük ve defacto "halk" tabanına sahip olan
örgütlere yakından bakarsak, halk-dışı katıksız bir sınıf ...hiçbir zaman mevcut olmamış ve hiçbir
zaman olmayacak bir "geçmiş"
terminolojisi kullandıklarında bile, bu oranın genelde
- Jacques DERRIDA Marges de la
düşündüğümüzden daha yüksek çıktığını görürüz. Philosophie, Paris, 1972, s. 72.
Dünya solu, dünya işçilerinin yüzyıldan uzun bir zamandır
fazla sık bir biçimde, "halk" biçimleri içinde örgütledikleri ikile- Başta Fransız tarihi olmak üzere, ulusların tarihi bugüne dek bize
minden yakınmıştır. Fakat bu çözülebilir bir ikilem değildir. Sis- hep, bu tarihlere bir öznenin sürekliliğini atfeden bir anlatı şek-
temin çelişkilerinden doğmaktadır. Halk tabanlı siyasal etkinlikten linde sunulmuştu. Böylece ulusun oluşumu, tarihçilerin taraflı-
tamamen ayrı olan kendi için sınıf etkinliği olamaz. Bunu, sözde lıklarının az çok kesinmiş gibi gösterdikleri (Fransa'nın kökenleri
ulusal kurtuluş hareketlerinde, tüm yeni toplumsal hareketlerde, nerede aranmalıdır? Galyalı atalarda mı? Capet monarşisinde mi?
sosyalist ülkelerdeki bürokrasi-karşıtı hareketlerde görüyoruz. 89 Devrimi'nde mi? vb.) fakat her durumda özdeş bir şema içinde
Halklığı, olduğu gibi —kesinlikle ilkel sabit bir toplumsal yer alan bilinçlenmeleri ve aşamaları gösteren yüzyıllık bir "proje"
gerçeklik değil, düşman güçlerin birbiriyle mücadele ettiği kapita- nin tamamlanması olarak belirmektedir. Bu özdeş şema ulusal
list dünya ekonomisinin karmaşık, kil benzeri bir ürünü olarak— kişiliğin "ben"inin açığa vurulmasıdır. Bu tür bir temsil kuşkusuz
anlamaya çalışmak daha anlamlı olmaz mı? Bu sistemde halklığı, geçmişe ilişkin bir yanılsama meydana getirir, fakat aynı zamanda
hiçbir zaman ne yok edebiliriz ne de olduğundan daha önemsiz bir zorlayıcı kurumsal gerçeklikleri de dile getirir. Yanılsama iki yapı-
role düşürebiliriz. Öte yandan ona atfedilen erdemler bizi sersem- lıdır; aşağı yukarı sabit bir toprak üzerinde, yaklaşık olarak tek-
letmemeli, yoksa bu var olan sistemi meşrulaştırma yollan bizi al- anlamlı bir adlandırma altında, yüzyıllardır birbirini izleyen ku-
datacaktır. Daha dikkatlice çözümlememiz gereken şey, halklığın şakların birbirlerine değişmez bir töz ilettiklerine inanmaya da-
bu tarihsel sistem için daha da merkezi hale gelmesiyle, bizi yanmaktadır. Ve görünümlerini, kendimizi onun sonuca ulaşması
iteceği doğrultulardır; bizi sistemin ikiye ayrıldığı noktada, şu olarak kavramamızı sağlayacak şekilde geçmişe yönelik olarak
anki tarihsel sistemimizden, onun yerini alacak sistem ya da sis- ayıkladığımız evrimin mümkün olan tek evrim olduğuna, bir ka-
temlere geçişteki belirsiz sürecin çeşitli olası alternatif sonuçlarına deri temsil ettiğine inanmaya dayanmaktadır. Proje ve kader ulu-
doğru iteceği doğrultular... sal kimlik yanılsamasının simetrik iki yüzüdür. Üçte biri en a-
zından bir tane "yabancı"1 ataya sahip olan 1988'in "Fransız" ları
(Galyalılar'dan söz etmezsek), kolektif olarak kral XIV. Louis'
nin tebaasına ancak olması muhtemel olayların art arda gelişi saye-

1. Bkz. Gerard NOIRIEL, Le Creuset français, Editions du Seuil, 1988.


IRK, ULUS, SINIF 110 ULUS BİÇİMİ: TARİH VE İDEOLOJİ 111

sinde bağlı olabilirler; bu olayların nedenlerinin ise ne "Fransa" nunda devlet dinine) geçişi hızlandırmıştır.
nın kaderi, ne "krallarının projesi", ne de "halkının" özlemleriyle Bütün bu yapılar retrospektif olarak, bize ulus-öncesi imiş
hiçbir ilgisi yoktur. gibi görünür; çünkü nihai olarak az çok değişimlerle dahil olacak-
Fakat bu eleştiri, ulusal köken mitlerinin güncellik içinde ken- ları ulusal devletin bazı özelliklerini mümkün kılmışlardır. Öyleyse
dini hissettiren somutluğunun gözümüzden kaçmasına neden ol- ulusal oluşumun uzun bir "tarihöncesi"nin sonucu olduğu ol-
mamalıdır. Tamamen inandırıcı bir örnek verelim: "yol açtığı" çe- gusunu bir yana kaydedebiliriz. Fakat bu tarihöncesi, milliyetçi
lişkili sahiplenmeler nedeniyle, Fransız Devrimi... Her çağdaş doğrusal kader mitinden özünde farklılaşır. Öncelikle; zaman
ulusun tarihinde hiçbir zaman birden fazla kurucu devrimci olayın içinde ileri ya da geri kaydırılan, hiçbiri kendisinden sonra gelen-
olmadığını öne sürmek (Hegel ve Marx'la) mümkündür. (Bu, leri içermeyen, nitel açıdan farklı bir olaylar çokluğundan oluşur.
"aşırı uçtaki" taraflara özgü —ister ulusal kimliğin devrimden Ardından; bu olaylar yaratılış olarak belirli bir ulusun tarihine ait
önce varolduğunu kanıtlayarak, ister birincisinin tamamlanması değildirler. Bugün bize özgün bir etnik kişilikle donatılmış gibi
olacak yeni bir devrimin gerçekleşmesini bekleyerek— devrimin görünenlerin dışındaki siyasal birimleri de içerirler (böylece nasıl
biçimlerini tekrarlama, ikincil olgularını ve kişilerini taklit etme ve sömürge döneminin devlet aygıtı, 20.yüzyılda, "genç uluslar"ın
onu geçersiz kılma eğilimini de açıklamaktadır). Sömürgelikten devlet aygıtının habercisi olmuşsa, Avrupa Ortaçağı da modern
kurtulan (Cezayir ya da Hindistan gibi) "genç" ulusların çağdaş devletin "Sicilya", "Katalonya" ve "Burgonya" çerçevesi içinde
tarihinde yerini aldığı kolayca görülen, fakat son yüzyıllarda belirişine tanık olmuştur). Ve hatta yaratılış olarak ulus-devletin
"yaşlı" uluslar için de üretilmiş olduğu unutulan ulusal süreklilik doğasına ait olmadıktan gibi, diğer rakip biçimlere (örneğin "em-
ve kökler miti, ulusal oluşumların hayali tekilliklerinin, bugünden peryal" biçime) de ait değildirler. Her şey olup bittikten sonra bu
geçmişe giderek, gündelik olarak kurulduğu fiili bir ideolojik olayları ulus biçiminin tarihöncesine kaydeden şey zorunlu bir ev-
biçimdi. rim çizgisi değil, konjonktürel bir ilişkiler zinciridir. Hangisi olur-
sa olsun devletlerin ayırt edici niteliği, kurdukları düzeni öncesiz
"Ulusal Öncesi"Devlet'ten Ulus-Devlet'e ve sonrasızmış gibi sunmaktır; fakat pratik, gerçeğin neredeyse
tam tersi olduğunu gösterir.
Bu çarpıklık nasıl hesaba katılmalı? Ulusal oluşumun "kökleri" Ne var ki tüm bu olaylar, tekrarlanmaları, yeni siyasal yapı-
her biri çok farklı eskilikteki birçok kuruma atıfta bulunmaktadır. larla bütünleşmeleri halinde ulusal oluşumların yaratılışında ger-
Gerçekten de bunlardan bazıları çok eskidir. Hem ruhban sınıfı- çekten rol oynamıştır. Bu, tam olarak onların kurumsal nitelikleri-
nın dinsel dilinden hem de "yerel" dillerden ayrı olan, önceleri da- ne, devleti kendisine ait olan biçime sokmaları olgusuna bağlıdır.
ha sonraki aristokratik diller gibi idari amaçları olan devlet dili ku- Başka bir deyişle, çok başka (örneğin hanedanla ilgili) amaçların
rumu, Avrupa'da Ortaçağ sonlarına kadar uzanmaktadır; monar- peşinde olan, ulusal olmayan devlet aygıtları derece derece, ulusal
şik iktidarın özerkleştirilmesine ve kutsallaştırılmasına bağlıdır. devletin unsurlarını üretmişler ya da iradeleri dışında "ulusal-
Mutlak monarşinin derece derece oluşması aynı şekilde berabe- laşmış" ve toplumu ulusallaştırmaya başlamışlardır — bu noktada
rinde, parasal tekel, göreli mali ve idari merkezileşme, hukuksal Roma hukukunun canlandırılması, merkantilizm, feodal aristok-
standartlaşma ve iç "barışın" sonuçlarını getirmiştir. Böylece rasinin evcilleştirilmesi, "devlet menfaati" öğretisinin oluşturul-
sınır ve toprak kurumlarını da kökünden değiştirmiştir. Reform ması, vb. akla gelmektedir. Ve, modern döneme yaklaşıldıkça bu
ve Karşı-Reform, Kilise ile Devlet arasındaki (Kilise Devleti ile unsurların birikiminin dayattığı zorlama daha da güçlü görünmek-
laik devlet arasındaki) rekabetten birbirlerini tamamlamaya (ve tedir. Bu da tersine çevrilemezlik eşiği sorununu gündeme getirir.
en so-
IRK, ULUS, SINIF 112 ULUS BİÇİMİ: TARİH VE İDEOLOJİ 113

Şiddetli çelişkilerle dolu iki yüzyıl boyunca bir yandan ege- ist Agricullure and the Origin of the European World-Economy in the
Six-
men devletler sistemi şeklini ortaya çıkaran, diğer yandan ulus
biçiminin insan toplumlarının neredeyse bütününe yavaş yavaş
yayılmasını dayatan bu eşik, hangi anda, hangi nedenlerle aşıl-
mıştı? Ben, (elbette ki tek bir tarihle özdeşleştirilemeyecek olan2)
bu eşiğin modern kapitalizme özgü sınıf ilişkilerinin ve pazar
yapılarının gelişimine (özellikle de emek gücünün proleterleş-
mekle kendisini feodal ve loncaya bağlı ilişkilerden tedrici olarak
kurtarmasına) tekabül ettiği düşüncesini doğru buluyorum. Fakat
genel olarak kabul gören bu sav bir çok kesinleştirme gerektirir.
Kapitalist üretim ilişkilerinden ulus biçimini "çıkarsamak"
mümkün değildir. Parasal dolaşım ve ücretli emeğin sömürüsü
mantıksal olarak, belirli bir devlet biçimini içermez. Ayrıca, biri-
kimin içerdiği realizasyon alanı —kapitalist dünya pazarı— "ikti-
sat dışı" koşulların dayattığı ya da toplumsal sermayenin belirlen-
miş kesimlerince kurumlaştırılmış olan ulusal sınırlamaları aşmak
yolunda özsel bir eğilim taşır. Bu koşullarda, ulusun oluşumunda
bir "burjuva projesi" görmeye devam edebilir miyiz? Marksizm'in
liberal tarih felsefelerinden devraldığı bu formülasyonun kendi
hesabına tarihsel bir mit oluşturması mümkündür. Fakat bana
öyle geliyor ki, Braudel ve Wallerstein'ın ulusların inşasını kapi-
talist pazar soyutlamasına değil, onun somut tarihsel biçimine
bağlayan görüşlerini yeniden ele alarak bu güçlüğü giderebiliriz.
Bu somut tarihsel biçim, farklı birikim ve emek gücü sömürüsü
yöntemlerine tekabül eden ve aralarında eşitsiz mübadele ve
hâkimiyet ilişkilerinin kurulduğu bir "merkez" ve "çevre" etrafın-
da örgütlenmiş ve hiyerarşikleştirilmiş bir "dünya ekonomisi"
biçimidir.3

2.Sembolik olarak bir tarih seçmek gerekseydi 16. yüzyılın ortası gös
terilebilirdi: İspanyollar'ın Yeni Dünya'nın fethini tamamlamaları,
Habsburg
hanedanının parçalanışı, İngiltere'de hanedan savaşlarının sona erişi,
Hollanda
bağımsızlık savaşının başlaması.
3.Fernand BRAUDEL, Civilisation materielle, Economie et capitalisme,
cilt 2; Les Jeux de l'echanges, cilt 3; Le Temps du monde, A. Colin, Paris,
1979; Immanuel WALLERSTEİN, The Modern World-Syslem, cilt 1;
Capital-
Ulusal birimler, küresel bir dünya ekonomisi yapısından yola
çıkarak, orada belli bir dönemde oynadıkları role göre, merkezden
başlayarak oluşur. Daha doğrusu, merkezin çevre üzerindeki hâ-
kimiyetinin rakip araçları olarak birbirlerine karşı oluşur. Bu ilk
kesinleştirme temeldir, çünkü Marx'ın ve özellikle de Marksist ik-
tisatçıların "ideal" kapitalizmlerinin yerine, emperyalizmin erken
görüngülerinin ve savaşların sömürgeleştirmeyle eklemlenmesinin
belirleyici bir rol oynadığı bir "tarihsel kapitalizm" koyar. Bir an-
lamda her modern ulus sömürgeleştirmenin bir ürünüdür: aşağı
yukarı daima ya sömürgeci ya sömürge, bazen de ikisi birden ol-
muştur.
Fakat ikinci bir kesinleştirme gereklidir. Braudel ve Waller-
stein'ın en güçlü kanıtlarından biri kapitalizmin tarihinde ulusal
biçimden başka "devletsel" biçimlerin de ortaya çıktığını ve bu
biçimlerin sonuçta bastırılmadan ya da araçsallaştırılmadan önce
bir süre onunla rakip olarak kaldığını göstermektedir. Bunlar im-
paratorluk biçimi ve özellikle de bir ya da birden çok kenti merkez
almış uluslarötesi bir siyasal-ticari ağ biçimidir.4 Bu biçim bize,
kendinde-"burjuva" bir siyasal biçimin değil, birçok biçimin va-
rolduğunu gösterir (Hanse* örneği ele alınabilir; fakat 17. yüzyıl-
da Provinces-Unies**'nin tarihi, dinsel ve zihinsel hayat da dahil
tüm toplumsal hayata yansıyan bu alternatif tarafından kesin bir
şekilde belirlenmiştir). Başka bir deyişle, doğmakta olan kapitalist
burjuvazi birçok hegemonya biçimi arasında —koşullar gereğince
— "kararsızlığa düşmüş" gibi görünmektedir. Daha doğrusu,
dünya ekonomisi kaynaklarını sömüren farklı sektörlere bağlı ola-
rak, farklı burjuvazilerin varolduğunu söyleyelim. Eğer "ulusal

teenth Century, Academic Press, 1974; cilt 2, Mercantilism and the Consoli-
dation of the European World-Econonomy, Academic Press, 1980.
* Hanse: 1241'de Kuzey-Batı Almanya'daki ticaret şehirleri birliğine ve-
rilen ad; bu şehirlerin başında Lübeck şehri geliyordu, (ç.n.)
** Provinces-Unies (Birleşik Eyaletler): 1566-1609 yılları arasında ayak-
lanan İspanyol Hollandası'nın —1566-1700 arasında İspanya Kralı'na ait olan
Kuzey-Batı Avrupa toprakları— yedi kuzey eyaletine verilen ad. Bu eyaletler
günümüz Hollanda Krallığı'nın çekirdeğini oluşturdular. (ç.n.)
4. Bkz. BRAUDEL, Le Temps du monde, s. 71; WALLERSTEIN, Capita-
list Agriculture...., s. 165.
IRK, ULUS, SINIF 114 ULUS BİÇİMİ: TARİH VE İDEOLOJİ 115

burjuvaziler" sonunda, sanayi devriminden bile önce (ama "ge- geçmemiz gerekiyor. Bundan dolayı hiçbir şey bizi, dünya eko-
cikmeler" ve "uzlaşmalar", yani diğer egemen sınıflarla kaynaş- nomisinin yeni bir evresinde ulus-devlete rakip devlet yapılarının
malar pahasına) üstün geldilerse, muhtemelen bunun nedeni, hem yeniden oluşma eğiliminde olup olmadıklarını incelemekten alı-
mevcut devletlerin silahlı güçlerini içeride ve dışarıda kullanmaya koymuyor. Aslında toplumsal oluşumların zorunlu tek-çizgisel
ihtiyaç duymaları, hem de köylülüğü yeni iktisadi düzenin buy- evrimi yanılsaması ile ulus-devletin, siyasal kurumun ("devletin"
ruğu altına almak, onları mamul malların alıcı piyasası ve "özgür" varsayımsal bir "sonu"na yer açmak yerine) kendini sonsuza dek
emek gücü yatakları yapmak için köylere sızmak zorunda olma- sürdürecek bir "nihai biçimi" olarak sorgusuz kabul edilmesi ara-
larıydı. Öyleyse son tahlilde, ulusal devletlerin kuruluşunu her bi- sında örtük ama sıkı bir dayanışma vardır.5
rinin kendi tarihiyle ve toplumsal oluşumların ulusal oluşumlara Ulus biçiminin evrim ve inşa sürecinin göreli belirsizliğinden
tekabül eden dönüşümleriyle, anlatan şey "saf iktisadi mantık de- kurtulmak için kasten kışkırtıcı bir sorunun dolambaçlı yoluna
ğil, sınıf mücadelesinin somut biçimleridir. başvuralım: Bugün kimin için artık çok geçtir? Yani, dünya eko-
nomisinin küresel baskısına ve onun ortaya çıkardığı devletler sis-
Toplumun Ulusallaşması temine rağmen, tamamen ulusa —sadece hukuksal biçimde ve ke-
sin bir çıkışı olmayan sayısız çatışma pahasına— dönüşümlerini
Dünya ekonomisi, toplumsal oluşumların yerel sonuçlar olmanın artık gerçekleştiremeyecek toplumsal oluşumlar hangileridir? A
ötesine gidemediği, bütünsel olarak değişmez, kendi kendini dü- priori bir cevap ve hatta genel bir cevap kuşkusuz olanak dışıdır;
zenleyen bir sistem değildir; iç çelişkilerinin öngörülemez diyalek- fakat bu sorunun sadece sömürgelikten kurtuluştan, sermayelerin
tiğine tabi olan bir baskılar sistemidir. Tüm birikim alanı içinde ve iletişimin uluslararasılaşmasından, dünya çapındaki savaş ma-
dolaşan sermayelerin kontrolünün merkezde gerçekleştirilmesi kinelerinin kurulmasından vb. sonra kurulmuş olan "yeni uluslar"
küresel olarak gereklidir; fakat bu yoğunlaşmanın hangi biçim açısından değil, bugün aynı olaylardan etkilenen "eski uluslar"
altında gerçekleşeceği sürekli bir mücadelenin konusu olmuştur. açısından da sorulması gereken bir soru olduğu açıktır.
Ulus biçiminin ayrıcalığı, yerel olarak (en azından tarihsel bir Şöyle denilebilir: "Uluslararası" sayılan kurumlarda temsil e-
dönem boyunca) heterojen sınıf mücadelelerine hâkim olunmasına dilen ve biçimsel olarak eşit olan bağımsız devletlerin hepsinin,
ve bunlardan yalnızca bir "kapitalist sınıfın değil, burjuvazilerin, kendi ulusal kültür, yönetim ve ticaret dili ya da dilleriyle, ba-
ya da daha doğrusu aynı zamanda hem siyasal, hem iktisadi, hem ğımsız askeri güçleri, korunan iç pazarları, paraları ve dünya öl-
de kültürel hegemonya kurabilen ve bu hegemonyanın sonucu çeğinde yanşan şirketleri ve özellikle de yönetimdeki burjuvazile-
olan devlet burjuvazilerinin ortaya çıkmasına izin vermiş olma- riyle (ister özel kapitalist bir burjuvazi olsun ister bir devlet "no-
sındadır. Egemen burjuvazi ve burjuva toplumsal oluşumlar, dev- menklatura"sı olsun farketmez, çünkü öyle ya da böyle her burju-
leti ulusal biçimde yeniden yapılandırarak ve tüm diğer sınıfların vazi bir devlet burjuvazisidir) kendilerini merkez alan uluslar
statüsünü değiştirerek "öznesiz bir süreç"le karşılıklı olarak oluş- şeklini almaları için artık çok geçtir. Fakat bunun tersi de söy-
muşlardır. Bu da milliyetçilik ile kozmopolitçiliğin eşzamanlı ya- lenebilir: Ulusların yeniden üretilmesi, ulus biçiminin yayılması
ratılışını açıklığa kavuşturur.
Bu varsayım ne denli basitleştirilmiş olursa olsun, ulusun ta-
rihsel bir biçim olarak çözümlenmesi açısından temel bir sonuca 5. Bu açıdan, üretim tarzlarının tek-çizgisel olarak art arda gelişlerine dair
"ortodoks" Marksist kuramın SSCB'de milliyetçiliğin zaferiyle resmileştiril-
yol açmaktadır: çizgisel evrim şemalarından, yalnızca üretim tarzı miş olması —kendisini yeni evrensel ulus gibi "ilk sosyalist devlet" olarak
bağlamında değil siyasal biçimler bağlamında da kesin olarak vaz- sunmasına izin verdiği ölçüde— hiç de şaşırtıcı değildir.
IRK, ULUS, SINIF 116 ULUS BİÇİMİ: TARİH VE İDEOLOJİ 117

zemini günümüzde, eski çevre ve yarı-çevre ülkelerde olduğun- O halde ulusal oluşumun göreli istikrarının nedenlerini tam
dan daha açık değildir; yaşlı "merkez" ise farklı derecelerde, hâ- olarak belirlemek için, ortaya çıkışının ilk eşiğine başvurmak ye-
kimiyetinin eski biçimlerine bağlı olarak, ulusal yapıların çözül- terli değildir. Kendimize, kent ve kırın eşitsiz gelişiminin, sana-
mesi aşamasına —böylesi bir çözülmenin sonucu uzak ve belirsiz yileşme ve sanayisizleşmenin, sömürgeleştirmenin ve sömürge-
gibi görünüyorsa da— girmiştir. Bununla beraber, bu varsayımda likten kurtuluşun, savaşların, devrimlerin geri tepişinin, uluslar-
gelecek ulusların eskilere benzemeyeceği açıktır. Günümüzde dört üstü "blok"lann kuruluşunun... yani en azından sınıf çatışmala-
bir yanda (Kuzey ve Güney, Doğu ve Batı) milliyetçiliğin genel rının ulusal devletin "konsensus"uyla kısıtlandığı sınırların öte-
bir tırmanışına tanık olunduğu olgusu bu tür bir ikilemi ortadan sine sürüklenmesi riskini taşıyan tüm bu olaylar ve süreçlerin pra-
kaldırmaz. Bu ikilem uluslararası devletler sisteminin biçimsel ev- tikte nasıl aşıldığını sormamız gerekir. Denilebilir ki, bugün Fran-
renselliğinin parçasıdır. Çağdaş milliyetçilik, dili ne olursa olsun, sa'da mutatis mutandis* diğer eski burjuva oluşumlarda olduğu
"dünyanın yaşı"na oranla ulus biçiminin gerçek yaşı hakkında gibi, kapitalizmin getirdiği çelişkileri çözmeye, henüz tamamlan-
hiçbir şey söylemez. madığı halde ulus biçimini yeniden yapmaya (ya da daha tamam-
Gerçekte, durumu biraz daha açıklığa kavuşturmak için, ulu- lanmadan bozulmasını önlemeye) olanak sağlamış olan şey ulu-
sal oluşumların tarihinin başka bir ayırt edici niteliğini tartışmaya sal-toplumsal devlet kurumudur; yani iktisadın yeniden üretimine
dahil etmek gerekir. Bu, öncelikle bizzat eski ulusları ilgilendiren, ve özellikle bireylerin formasyonuna, aile yapılarına, halk sağlı-
benim toplumun gecikmiş ulusallaşması olarak adlandıracağım ğına ve genelde "özel hayat"ın tüm alanlarına "müdahale eden" bir
şeydir. Bu öyle gecikmiştir ki, sonuçta sonsuz bir görev halini devlet kurumudur. Bu eğilim —daha sonra ele alacağım— ulus
almıştır. Eugen Weber gibi bir tarihçi (ve diğer incelemelerde onu biçiminin ortaya çıkışından beri vardır, fakat 19. ve 20. yüzyıllar
izleyenler) Fransa örneğinde yaygın okullaştırmanın, bölgelera- süresince başat hale gelmiştir ve bunun sonucunda her sınıftan bi-
rası işgücü göçü ve askerlik hizmeti sonucu inançların ve âdetlerin reyin varlığı tümüyle ulus-devletin yurttaşı statüsüne, yani belli
kaynaşmasının, siyasal ve dinsel çatışmaların yurtsever ideoloji- bir milliyete aidiyet sıfatına tabi kılınmıştır.8
nin üstünlüğü altına girmesinin 20. yüzyılın başından daha eskiye
uzanmadığını göstermiştir.6 Weber'in kanıtlaması, Fransız köylü- Halkın Oluşturulması
sünün ancak çoğunluk sınıfı olarak kaybolmak üzereyken "ulusal-
laştığını" düşünmemize yol açar (bu kayboluşun da ulusal siyase- Bir toplumsal oluşumun kendini ulus olarak yeniden oluştura-
tin temelinde yatan korumacılıkla geciktirildiği söylenir). Gerard bilmesi, ancak bireyin doğumundan ölümüne dek bir gündelik
Noiriel'in daha yakın zamandaki çalışması ise 19. yüzyılın sonun- pratikler ve aygıtlar ağıyla bir homo nationalis olarak —aynı za-
dan beri "Fransız kimliğinin", hep göçmen halkları bütünleştirme manda homo economicus, homo politicus ve homo religious ola-
kapasitesine bağımlı olduğunu göstermektedir. Sorunun amacı bu rak— kurulabilmesiyle mümkündür. İşte bu yüzden ulus biçimi
kapasitenin kendi sınırına mı dayandığını, yoksa aynı biçimde sorunu —ki artık açık olduğunu varsayıyorum— böylesi bir ku-
gerçekleşmeye devam edip edemeyeceğini öğrenmektir.7 ruluşun hangi tarihsel koşullarda, hangi iç ve dış güçlerin ilişkileri
sayesinde ve aynı zamanda, temel maddi pratiklerin hangi sembo-
6.Eugen WEBER, Peasants into Frenchmen, Stanford University Press,
1976; Fr. çevirisi, La Fin des terroirs, Fayard, 1983. * gerekli değişiklikler yapıldığında (Lat. ç.n.).
7.Gerard NOIRIEL, Longwy. Immigres et proletaires, 1880-1980, Paris, 8. Bu hususta bazı tamamlayıcı gelişmeler için bkz. E. BALIBAR,
PUF, 1984; Le Creuset français. Histoire de l'immigration XlXe- "Propositions sur la citoycnnete", La Citoyennete, C. WlHTOL DE WENDEN
XXesiecles, yönetiminde, Edilig-Fondation Diderot, Paris, 1988.
Paris, Editions du Seuil, 1988.
IRK, ULUS, SINIF 118 ULUS BİÇİMİ: TARİH VE İDEOLOJİ 119

lik biçimleri sayesinde mümkün olduğu sorusunda yatmaktadır. sorudan farklı değildir: Bireyler nasıl ulusallaştırılırlar, yani başat
Bu soruyu sormak, toplumların uluslaşmasının uygarlıktaki hangi ulusal aidiyet biçiminde nasıl toplumsallaşırlar? Bu da bizi bir
geçişe tekabül ettiğini, bireyliğin milliyetle belirlenen şekillerinin diğer yapay ikilemden hemen kurtarır: Söz konusu olan, kolektif
neler olduğunu sormanın başka bir biçimidir. bir kimliğin karşısına bireysel kimlikleri koymak değildir. Çünkü
Canalıcı olan nokta şudur: Ulusu bir "cemaat" yapan nedir? her kimlik bireyseldir, ancak tarihsel olanı dışında bireysel hiçbir
Daha doğrusu, ulusun kurduğu cemaat biçimini diğer tarihsel ce- kimlik yoktur. Yani toplumsal değerler, kolektif semboller ve
maatlerden özgül bir biçimde ayıran nedir? davranış kuralları zemininde inşa edilmiş olanı dışında, bireysel
Geleneksel olarak bu kavrama bağlanan antitezleri derhal bir bir kimlik hiçbir zaman yoktur. Bireyler hiçbir zaman (kitle hare-
kenara bırakalım: öncelikle de "gerçek" cemaat ile "hayali" cemaa- ketlerinin "kaynaştırıcı" pratikleri ya da duygusal ilişkilerin yakın-
ti. Kurumların işleyişiyle yeniden oluşturulan her toplumsal ce- lığında bile) birbirleriyle özdeşleşmezler, fakat hiçbir zaman da
maat hayalidir, yani bireysel bir varoluşun kolektif bir anlatı ör- yalıtılmış bir kimlik —bu özünde çelişkili bir kavramdır— edin-
güsüne yansıtılmasına, ortak bir ismin kabul edilmesine ve (yeni mezler. Asıl soru bireysel kimliğin baskın işaretlerinin zamanla ve
durumlar için türetilmiş ve tekrarlana tekrarlana yerleştirilmiş de kurumsal çevreyle nasıl dönüştüğüdür.
olsalar) çok eski bir geçmişin izleri olarak yaşanan geleneklere Halkın (ya da ulusal bireyliğin) tarihsel yaratımı sorusuna, fe-
dayanmaktadır. Fakat bu, bazı koşullarda sadece hayali cemaatle- tihleri, toplulukların yer değiştirmelerini ve "ülkeleşmenin" idari
rin gerçek olduklarını belirtmekle aynı kapıya çıkar. pratiklerini tanımlayarak cevap vermekle yetinemeyiz. Kendilerini
Ulusal oluşumlar söz konusu olduğunda, gerçek olanda ka- tek bir ulusun üyesi olarak algılayacak bireyler, ya göçle oluşmuş
yıtlı olan tahayyül, "halk" tahayyülüdür. Bu, kendisini daha baş- uluslarda (Fransa'da, Amerika Birleşik Devletleri'nde) olduğu
tan devlet kurumunun içinde bulan, diğer devletler karşısında bu gibi çeşitli coğrafi kökenlerden yola çıkarak dışarıdan toplan-
devleti "kendisinin" diye kabul eden ve özellikle de siyasal müca- mışlardır ya da hepsini içeren tarihsel bir sınırın içinde birbirlerini
deleleri onun ufkunda gören, örneğin toplumsal devrim ve reform karşılıklı olarak kabul etmeye yönelmişlerdir. Halk, ortak bir ya-
özlemlerini, kendi ulusal "devletinin" dönüşüm projeleri şeklinde saya tabi kılınan farklı topluluklardan hareketle inşa edilir. Fakat
formüle eden bir cemaatin tahayyülüdür. Bu olmadan ne "örgütlü her durumda, birliğin modeli bu inşadan "önce" gelmelidir: Bir-
şiddet tekeli"ne (Max Weber) ne de "ulusal-kitlesel irade"ye leşme süreci (ki bunun başarısı örneğin savaşta toplu seferberlik-
(Gramsci) sahip olabilir. Fakat böylesi bir halk doğal olarak va- le, yani ölüme kolektif bir şekilde meydan okuma kapasitesiyle
rolmaz, bir eğilim biçiminde inşa edildiğinde bile varlığı kesin de- ölçülebilir) özgül bir ideolojik biçimin inşasını gerektirir. Bu
ğildir. Hiçbir modern ulus —bir kurtuluş savaşı yürütürken bile biçim, hem bir kitle görüngüsü hem de bir bireyleşme görüngüsü
— verili bir "etnik" temele sahip değildir. Ve öte yandan, ne olmak, "bireylerin özneliğe çağrılması"nı (Althusser) gerçekleş-
denli eşitlikçi olursa olsun, hiçbir modern ulus sınıf çatışmalarının tirmek zorundadır; bu çağırma, siyasal değerlerin aşılanmasından
ortadan kaldırılmasına tekabül etmez. Şu halde esas sorun halkı çok daha etkilidir, daha doğrusu bu aşılamayı daha temel ("ilkel"
üretmektir. Daha iyisi: Halkın kendi kendisini ulusal cemaat ola- diyebileceğimiz) bir süreçle, kin ve sevgi duygularının sabitleş-
rak devamlı bir biçimde üretmesidir. Ya da, halkın herkesin gö- mesi süreciyle ve "kendilik" temsilinin süreciyle bütünleştirir. Bu
zünde "bir halk olarak", yani siyasal iktidarın temeli ve kökeni o- biçim, bireylerle ("yurttaşlarla") toplumsal gruplar arasındaki ile-
larak görünmesini sağlayan birlik etkisini ortaya çıkarmaktır. tişimin a priori bir koşulu haline gelmek zorundadır. Ama bunu,
Soruyu bu açıdan ilk tasarlayan Rousseau'dur: "Bir halkı bütün farklılıkları ortadan kaldırarak değil, bu farklılıkları "biz" ve
halk yapan nedir?" Bu soru, temelde biraz önce karşımıza çıkan "yabancılar" arasındaki, üstün gelen ve azalmazmış gibi yaşanan
İRK, ULUS, SINIF 120 ULUS BİÇİMİ: TARİH VE İDEOLOJİ 121

bir sembolik farklılık haline gelecek şekilde görelileştirerek ve uzun sürse ve ulusal savaşlara dinsel savaşlar ekleyerek önemli
kendine tabi kılarak yapmalıdır. Başka deyişle, Fichte'nin 1808' sonuçlar yaratsa bile) öteye gitmemesi olgusu ve teolojik evren-
deki Alman Ulusuna Söylev'inde önerdiği terminolojiyi kulla- sellikle milliyetçiliğin evrenselliği arasındaki bitmeyen çatışma da
nırsak, devletin "dış sınırlarının" aynı zamanda "iç sınırları" ha- bunu kanıtlamıştır.
line gelmesi gerekir; ya da dış sınırların, kişiye devletin zaman ve Aslında tam ters yönde akıl yürütmek gerekir: Ulusal ideoloji,
mekânında her zaman için "evindeymiş" gibi olunmuş ve hep öyle tartışılmaz bir biçimde, dinsel cemaatleri sağlamlaştıran kutsallık
olunacak bir yer gibi yaşama olanağı sağlayan, herkesin kendinde duygusunun, sevgi, saygı, fedakârlık, korku duygularının ak-
taşıdığı kolektif bir iç kişiliğin yansıtılması ve korunması olarak tarılabileceği düşünsel gösterenler (her şeyden önce ulusun,
kalıcı bir biçimde düşünülmeleri gerekir ki bu da bizi aynı noktaya "vatanın" adı) taşır; ama bu aktarımı mümkün kılan şey başka bir
getirir. tip cemaatin söz konusu oluşudur. Analoji, kendini, daha derin
Bu ideolojik biçim hangisi olabilir? Koşullara göre bu ideo- bir farklılık üzerine kurar; bu farklılık olmadan, dinsel kimliğin
lojik biçim yurtseverlik ya da milliyetçilik olarak adlandırılacaktır; biçimleriyle neredeyse tamamen bütünleşen ulusal kimliğin, so-
bu biçimin inşasını kolaylaştıran ya da gücünü açığa çıkaran olay- nuçta onun yerini alışını ve onu "ulusallaşmaya" mecbur kılışını
lar sıralanacaktır; kökeni, devlete bir şekilde kitlesel bilinci türet- anlamak mümkün değildir.
me olanağı veren siyasal yöntemlere, (Machiavelli ve Gramsci'nin
dedikleri gibi) "zor" ve "eğitim" birleşimine dayandırılacaktır. Fa- Kurgusal Etniktik ve İdeal Ulus
kat bu türetme bir dış görünüşten ibarettir. Öyleyse etkililiğinin en
derindeki nedenlerini bulmak için, siyasal felsefede ve sosyolo- Ulusal devletin kurduğu cemaate kurgusal etniklik adını veriyo-
jide üç yüzyıldan beri yapıldığı gibi, yurtseverlik ve milliyetçiliği rum. Bu, kurgu teriminin, yukarıda belirttiklerime uygun olarak
modern zamanların dini değilse de, bir din sayarak, din analoji- tarihsel sonuçları olmayan basit ve katıksız bir yanılsama an-
sine dönülecektir. lamında değil, aksine kurumsal bir sonuç, bir "türetme" anlamın-
Bu cevapta kaçınılmaz olarak bir doğruluk payı vardır. Bu- da, hukuksal geleneğin persona ficta'sı olarak düşünülmesini ge-
nun nedeni sadece, dinlerin de "ruh"tan ve bireysel kimlikten yola rektiren, bilinçli olarak karmaşık bir ifadedir. Hiçbir ulusun doğal
çıkarak cemaat biçimleri kurmaları, toplumsal bir "töre" emretme- olarak etnik temeli yoktur, fakat toplumsal oluşumlar ulusal-
leri değil, aynı zamanda teolojik söylemin, bireyler arasında fe- laştıkça, içerdikleri, paylaştıkları ya da hükmettikleri topluluklar
dakârlık bağını kurmaya ve hukuk kurallarına "doğruluk" ve "ya- da "etnikleşir"; yani sanki kendiliğinden bir ilk kimliğe, kültüre,
sa" damgasını vurmaya olanak sağlayan, devletin kutsallaştır- çıkarlara sahip olan, bireyleri ve toplumsal koşulları aşan doğal
ması ve ulusun idealleştirilmesine model oluşturmasıdır.9 Her bir cemaat oluştururmuşçasına geçmişte ya da gelecekte temsil
ulusal cemaatin, şu ya da bu zamanda, bir "seçilmiş halk" olarak edilir hale gelir.10
sunulması zorunlu olagelmiştir. Bununla birlikte klasik dönemin Kurgusal etniklik, yurtseverliğin nesnesi olan ideal ulusla ka-
siyasal felsefeleri bu analojinin yetersizliğini kabul etmişti; "me-
deni dinler" oluşturma girişimlerinin başarısızlığı, "devlet dininin" 10. "İçerdikleri" diyorum ama şöyle eklemek gerek: ya da dışladıkları;
sonuçta ulusal ideolojinin geçici bir biçimi olmaktan (bu geçiş çünkü ulusal halkın ve diğerlerinin etnikleşmesi eş zamanlı olur. Etnik
farklılıktan başka tarihsel farklılık yoktur (bu nedenle Yahudiler de bir "halk"
olmalıdır). Sömürge halklarının etnikleşmesi için bkz. J.-L. AMSELLE ve E.
9. Bu konuda KANTOROWICZ'in eseri kuşkusuz çok önemlidir: Bkz. M'BOKOLO, Au cæur de l'ethnie: ethnies, tribalisme, et Etat en Afrique, Paris,
Mourirpour la patrie et autres textes, PUF, 1985. La Decouverte, 1985.
IRK, ULUS, SINIF 122 ULUS BİÇİMİ: TARİH VE İDEOLOJİ 123

yıtsız şartsız örtüşmez, ancak onun için vazgeçilmezdir; çünkü en somutudur, çünkü bireyleri, içerik olarak onların karşılıklı
kurgusal etniklik olmasaydı ulus tam olarak, keyfi bir soyutlama ilişkilerinin ve konuşulan dilin araçları ile yazılı ve kayıtlı metinle-
ya da bir düşünce gibi görünmekten öteye gidemezdi, yurtsever- rin sürekli yenilenen bütününü kullanan gidimli iletişimlerinin or-
liğin çağrısı kimseye ulaşmazdı. Devletin önceden varolan bir bir- tak edimine sahip olan, her an fiili hale gelebilecek bir kökene
liğin ifadesi olarak görülmesine, sürekli olarak, ulusun hizme- bağlar. Bu, söz konusu cemaatin doğrudan olması, iç sınırlarının
tinde olma "tarihsel misyon"uyla değerlendirilmesine ve sonuçta olmaması ya da tüm bireyler arasındaki iletişimin gerçekte "say-
siyasetin idealleştirilmesine olanak sağlayan kurgusal etnikliktir. dam" olması demek değildir. Fakat bu sınırlar her zaman göreli-
Her bireye tek bir etnik kimlik atfeden ve böylece tüm insanlığı dir: Birbirinden çok uzak toplumsal koşullardan gelen bireylerin
potansiyel olarak aynı sayıdaki ulusa tekabül eden farklı etnik aralarında hiç bir zaman doğrudan iletişim olmasa bile, birbirleri-
gruplara ayıran evrenselci bir temsil üzerine, halkı kurgusal etnik ne kesintisiz bir aracı söylemler zinciriyle bağlıdırlar. Ne gerçekte
bir birlik olarak inşa eden ulusal ideoloji, devletin toplulukları ne de kağıt üzerinde yalıtılmışlardır.
kontrol altında tutmak için kullandığı stratejileri haklı çıkarmakla Ancak bu durumun tarih kadar eski olduğunu sanmayalım.
kalmaz, bu toplulukların taleplerini, aidiyet duygusuna, kelimenin Tersine, belirgin bir biçimde yenidir. Eski imparatorluklar ve An-
iki anlamında dahil eder: kendine ait olmak ve diğer benzerlerine cilen Régime toplumları da dil olarak ayrı toplulukların yan yana
ait olmak. Bu da kişinin, birey olarak açıkça ismini taşıdığı kolek- gelmesine; ezen ve ezilen, kutsal olan ve olmayan çevreler arasın-
tivite adına çağnlabilmesi demektir. Aidiyetin yurttaş olmayla ta- da tüm bir "çeviri" sisteminin varlığını gerektiren uyuşmaz "dille-
nımlanması ve ideal ulusun yüceltilmesi aynı sürecin iki yönüdür. rin" bir arada bulunmasına dayanmaktadir.11 Modern ulusal olu-
Etniklik nasıl üretilir? Ve nasıl, bir kurgu olarak değil de, kö- şumlarda çevirmenler "halkın" dilini konuşan aktörler, yazarlar,
kenlerin en doğalı olarak üretilir? Tarih bize iki büyük rakip yol ol- siyasetçiler, gazetecilerdir. Fakat bunu o kadar doğal bir biçimde
duğunu göstermektedir: dil ve ırk. Bu ikisi çoğunlukla birlikte dü- yaparlar ki daha da çok ayrım getirirler. Bu çeviri her şeyden
şünülür, çünkü sadece bu ikisinin birbirini tamamlaması "halk"ı önce, "dil düzeyleri" arasında bir iç çeviri halini almıştır. Toplumsal
mutlak bir biçimde özerk bir birlik olarak sunmaya olanak verir. farklılıklar, ortak bir kodu ve hatta ortak bir normu gerektiren,
İkisi birlikte ulusal karakterin (buna ulusun ruhu ya da özü de ulusal dili farklı konuşma biçimleri olarak ifade edilir ve göre-
diyebiliriz) halka içkin olduğunu ifade eder. Ancak her ikisi de şu lileştirilir.12 Biliyoruz ki bu, yaygın okullaşmayla —ki birincil iş-
anki bireylere, siyasal ilişkilere oranla bir aşkınlık gösterirler. Dil levi budur— aşılanır.
ve ırk, tarihsel toplulukların kökenlerini bir doğa olgusunda (dil- Uzmanlaşmış formasyonlarla ya da seçkinlerin kültürüyle
lerin ve aynı şekilde ırkların çeşitliliğinin bir kader gibi görün- sınırlı olmayan, tümüyle bireylerin toplumsallaştırılmasına zemin
mesinde) bulmanın, fakat aynı zamanda bu toplulukların süremle- oluşturan "kitlesel" kurum olarak okulun gelişimi ile ulusal olu-
rine bir anlam vermenin, bu süremin olumsallığını aşmanın iki şum arasındaki sıkı tarihsel bağıntının nedeni budur. Okulun,
yoludur. Bununla beraber duruma göre bazen biri, bazen diğeri aynı zamanda ulusal ideolojinin aşılandığı —bazen de reddedil-
başat hale gelir; çünkü ikisi aynı kurumların gelişimine dayanmaz
ve aynı sembollere, aynı ulusal kimlik idealleştirmelerine baş- 11.Ernest GELLNER, Naüons and Nationalism, Oxford, 1983 ve Bene-
vurmaz. Başat yönü dilsel olan ya da ırksal olan bir etnikliğin dict ANDERSON, Hayali Cemaatler, Metis Yayınları, İstanbul, 1993;
farklı eklemlenmesinin belli siyasal sonuçlan vardır. Bu nedenle çözüm
lemeleri "materyalizm" ve "idealizm" olarak ayrışan bu iki eserde de
ve çözümlemenin netliği açısından ayrı ayrı incelenmelidirler. aynı
Dil cemaati en soyut kavram gibi görünüyor: Oysa gerçekte konu üzerinde durulmuştur.
12.Bkz. Renee BALIBAR, L'Institution dufrançais. Essai sur le colin-
guisme des Carolingiens a la Republiaue, Paris, PUF, 1985.
IRK, ULUS, SINIF 124 ULUS BİÇİMİ: TARİH VE İDEOLOJİ 125

diği— yer olması, kesinlikle öncekinden daha az zorunlu olan tü- inşası tanım gereği açıktır. Hiçbir birey ana dilini "seçmez", iste-
rev bir görüngüdür. Diyelim ki okullaşma, dilsel cemaat olarak et- ğiyle "değiştiremez". Bununla beraber, birçok dili kendine malet-
nikliği üreten ana kurumdur. Ama bunu yapan tek kurum o de- mek ve kendini başka bir şekilde dilin dönüşümlerinin ve söy-
ğildir: Devlet, iktisadi ilişkiler ve aile hayatı da bir anlamda okul- leminin taşıyıcısı kılmak her zaman mümkündür. Dilsel cemaat
dur; bunlar "özellikle" kendisine ait olan ortak bir dille tanınabilen korkunç derecede kısıtlayıcı (R. Barthes bir seferinde "faşist"
ideal ulusun organlarıdır. Çünkü kesin olan şey, ulusal dilin sa- diye nitelemeye kadar gitmişti) bir etnik hafıza ortaya çıkarır ama
dece resmileştirilmiş olması değil, daha temelde bizzat halkın ha- bu hafızanın yine de garip bir işlenebilirliği vardır: dile gireni der-
yatının unsuru olarak, herkesin bu yolda kendi kimliğini ortadan hal benimser. Bir anlamda, fazla hızlı yapar bunu. Varlığını,
kaldırmadan kendince benimseyebileceği gerçeklik olarak gö- "kökenlerin" bireysel unutuluşu pahasına sürdüren kolektif bir
rünebilmesidir. Kesinlikle farklı diller olmayan "sınıf dillerinin" hafızadır. Bu bakımdan yapısal gösterim kazanmış bir kavram
gündelik uyuşmazlığı ve sürtüşmesiyle ulusal bir dil kurumu olan "ikinci kuşak"tan göçmen, ulusal dili (ve onun dolayımında
arasında çelişki değil, tamamlayıcılık vardır. Bütün dilsel pratik- ulusu da), bizden denilen "kırsal bölgeliler"den birinin oğlu kadar
ler, okul normlarına ya da özel kullanımlara değil, "anadile", yani (ki onların çoğu, şimdiye kadar günlük hayatta ulusal dili kullan-
öğrenmenin ve uzmanlaşmanın kullanımlarının ötesinde ortak bir mazdı) kendiliğinden, "kalıtımsal", duygusal ve düşsel açıdan zo-
köken idealine başvuran ve buradan da yurttaşların karşılıklı sev- runlu bir biçimde yaşamaktadır. "Ana" dil, "gerçek" annenin dili
gisi eğretilemesine dönüşen tek bir "dil sevgisi"ne yönelir.13 olmak zorunda değildir. Dil cemaati her zaman var olmuş hissi
Öyleyse ulusal dillerin tarihinin, birleşmelerindeki ya da da- veren ama sonraki kuşaklara hiçbir kaderi zorunlu kılmayan edim-
yatılmalarındaki zorlukların, hem "kitlesel" hem de "kültürlü" dil- sel bir cemaattir. En mükemmel şekliyle, kim olursa olsun herkesi
ler haline getirilmelerinin —ki tüm ulusal devletlerde, çeşitli ulus- "asimile eder", kimseyi esirgemez. Sonuç olarak, (öznede kuru-
lararası kuruluşların yardım ettiği entelektüellerinin çabalarına luş biçimiyle) herkesi derinden etkiler, ama tarihsel özelliği ancak
rağmen henüz başarılmış olmaktan uzak olduğu bilinmektedir— birbirinin yerine konabilen kurumlara bağlıdır. Koşullar elver-
yol açtığı tarihsel sorulardan bağımsız olarak, kendi kendimize şu diğinde, farklı uluslara hizmet edebilir (İngilizce ya da İspanyolca
soruyu sorabiliriz: Neden dil cemaati, etnikliğin yaratılması için hatta Fransızca gibi) ya da onu kullanan toplulukların "fiziksel"
yeterli değildir? yok oluşlarından sonra da hayatta kalabilir (Latince, "eski" Yu-
Bu, belki de dil cemaatinin bireysel kimliğe, dilsel gösterenin nanca, "edebi" Arapça gibi). Belirli bir halkla sınırlanması için ek
yapısı nedeniyle verdiği paradoksal özelliklere bağlıdır. Bir an- bir özelliğe, ya da bir kapalılık, bir dışlama ilkesine ihtiyacı var-
lamda bireyler özneliğe her zaman dil unsuru içinde çağrılırlar, dır.
çünkü her çağrı söylem niteliğindedir. Her "kişilik", hukukun, Bu ilke ırk cemaatidir. Fakat burada birbirimizi iyice anla-
soybilimin, tarihin, siyasal seçimlerin, mesleki niteliklerin, psiko- maya çok dikkat etmeliyiz. Her türden bedensel ya da psikolojik,
lojinin ifade edildiği kelimelerle kurulur. Fakat kimliğin dilsel görünür ya da görünmez özellik, ırksal bir kimlik kurgusu oluş-
turmak üzere kullanılmaya, dolayısıyla ister aynı ulusun içindeki
13. Bu konuda Jean-Claude MILNER'in çok etkileyici iddiaları vardır, fa- ister sınırlarının dışındaki toplumsal gruplar arasındaki kalıtımsal
kat bunlara L'Amour de la langue'dan çok, Les Noms indistincts'de, (Seuil, ve doğal farklılıkları temsil etmeye elverişlidir. Irksal işaretlerin
1983) rastlanabilir. SSCB'de "tek ülkede sosyalizm" siyaseti baskın çıktıktan evrimine ve bunlarla toplumsal çatışmanın farklı tarihsel şekilleri
sonra "sınıf mücadelesi" ve "dil mücadelesi" alternatifi için bkz. F. GADET, J.-
M. GAYMANN, Y. MIGNOT, E. ROUDINESCO, Les Maîtres de la langue, arasındaki ilişkiye başka yerde değindim. Burada ilgilenmemiz
Maspero, 1979. gereken şey sadece, ırk ve etnikliği mükemmel bir biçimde öz-
IRK, ULUS, SINIF 126 ULUS BİÇİMİ: TARİH VE İDEOLOJİ 127

deşleştirmeye ve ırk birliğinin kendisini bir halkın tarihsel sü- man ortaya çıkar. Irk cemaati büyük bir aile gibi, ya da aile iliş-
rekliliğinin nedeni ya da kökeni olarak sunmasına olanak veren kilerinin ortak kılıfı ("Fransız", "Amerikalı", Cezayirli" ailelerin
sembolik çekirdektir. Oysa ki burada, dilsel cemaatten farklı ola- cemaati) gibi temsil edilmeye elverişlidir.14 O halde ait olduğu top-
rak, siyasal bir birlik oluşturan tüm bireylerin gerçekten ortak bir lumsal durum ne olursa olsun her bireyin bir ailesi vardır, ama
pratiği söz konusu olamaz. Burada söz konusu olan, iletişimin eş- aile —mülkiyet gibi— bireyler arasında olumsal bir ilişkiye dö-
değeri değil, bir anlamda ikinci dereceden bir kurgudur. Bununla nüşür. Bu konuda daha fazla şey söyleyebilmek için ailenin, bu
birlikte bu kurgu da etkililiğini gündelik pratiklerden, bireylerin noktada az önce okulun olduğu kadar merkezi bir rol oynayan ve
"hayatını" doğrudan yapılandıran ilişkilerden almaktadır. Ve özel- ırk söyleminin tamamında varolan bu kurumun tarihini tartış-
likle dil cemaati bireylerin eşitliğini ancak aynı anda dilsel pratik- mamız gerekmektedir.
lerin toplumsal eşitsizliğini "doğallaştırarak" sağlayabildiği halde,
ırk cemaati toplumsal eşitsizlikleri, daha da zıt anlamlılık içeren Okul ve Aile
bir "benzerlik" içinde eritir: Uzlaşmaz karşıtlıkları açığa vuran top-
lumsal farklılığı, ona "sahte" ve "gerçek" yurttaş arasında bir bö- Bu noktada, evlilik hukukunun antropolojik, edebi konu olarak
lünme biçimi vererek etnikleştirir. "özel hayat"ın egemen bakış açılarının etkisi altındaki aile tarihinin
Böylece, burada bir paradoksun aydınlatılabileceğini düşünü- boşluklarıyla karşı karşıya geliriz. Günümüzün aile tarihi yazımı-
yorum. Irk düşüncesinin (ve onun demografik, kültürel eşde- nın gözde teması, (anababa çifti ve çocuklardan kurulu) "çekirdek
ğerlerinin) sembolik çekirdeği soybilimin şemasıdır; yani sadece, aile" ya da küçük ailenin ortaya çıkışıdır. Bunun tartışılmasının
bireylerin soy zincirinin bir kuşaktan öbürüne, hem biyolojik hem nedeni çekirdek ailenin burjuva toplumsallaşma biçimlerine bağlı,
de ruhsal bir töz ilettiği ve aynı zincirin, bireyleri, "akrabalık" de- özgül biçimde "modern" (18. ve 19.yüzyıl) bir görüngü mü (bu
nilen zamana bağlı bir cemaatin içine aldığı düşüncesidir. İşte bu Ariés ve Shorter'ın tezidir), yoksa kilise hukukunun ve Hıristiyan
nedenle, ulusal ideolojinin, aynı halkı oluşturan bireylerin hısım otoritelerin evlilik üzerindeki kontrolünün uzun süreden beri
oldukları (ya da bir buyruk tarzında, geniş bir akrabalık çevresi hazırladıkları bir evrimin sonucu mu (Goody'nin tezi) olduğunu
oluşturmaları gerektiği) önermesini ifade etmesinden itibaren bu bulmaktır.15 Gerçekte bu konumlar bağdaşmaz değildir. Fakat
ikinci etnikleşme kipiyle karşı karşıyayızdır. daha çok, bizim için en önemli olan soruyu gölgede bırakma
Burada, böylesi bir temsilin, hiçbir ulusal yanı olmayan top- eğilimindedir. Bu soru da hukuk devletinin kurulmasından ve ai-
lumların ve cemaatlerin özelliklerini nitelediği söylenerek itiraz e- lenin yasal olarak düzenlenmesinden bu yana (ki Napoleon Yasa-
dilebilir. Fakat ulus biçimi ile modern ırk düşüncesini eklemleyen ları bunun prototipidir) ulusal devletin, verasetin düzenlenmesin-
yenilik tam da bu noktada önem taşımaktadır. Bu düşünce, gele- den doğum kontrolünün örgütlenmesine dek varan müdahalesi
neksel tercihli evlilik ve soy sistemlerince kodlanmış olduğu (ve
hâlâ kodlandığı) şekliyle "özel" soykütüklerinin silinmesiyle bağ- 14.Şunu da ekleyelim ki, burada elimizde, milliyetçilikle ırkçılık ara
sındaki birbirinin yerine geçme olgusu üzerine güvenilir bir ölçüt vardır:
lantılıdır. Bir ırk cemaati düşüncesi ancak, akrabalık sınırlarının Va
klan düzeyinde, komşuluk cemaati düzeyinde ve en azından ku- tan ya da ulus üzerine, bu kavramlarla "ailenin savunulmasını"
ramsal olarak toplumsal sınıf düzeyinde, hayali olarak bir milliye- bağlantılan-
tin eşiğine taşınmak üzere erimesiyle ortaya çıkar: "yurttaşlardan" dıran her tür söylem —doğum oranından söz etmeksizin— ırkçılık
evreninde
herhangi biriyle ittifakı yasaklayan hiçbir şey olmadığı, hatta ter- zaten mevcuttur.
sine bu, "normal" ve "doğal" olan tek ittifak gibi göründüğü za- 15.Philippe ARIES, L'Enfant et la vie familiale sous l'Ancien Régime,
yeni basım, Seuil, 1975; Edward SHORTER, Naissance de la famille
moderne,
XVIIIe-XXes., Fr. çevirisi, Seuil, 1977; Jack GOODY, L'Evolution de lafa
mille et du mariage en Europe, Fr. çevirisi, A. Colin, 1985.
İRK, ULUS, SINIF 128 ULUS BİÇİMİ: TARİH VE İDEOLOJİ 129

sonucu, "geniş" akrabalık ilişkilerinin azalması ile aile ilişkilerinin karşılıklı ilişkisinde her zaman için bir soyarıtımı düşüncesi gizli-
ağırlık kazanması arasında yavaş yavaş gelişen bağıntıdır. Burada dir. Aynı şekilde, milliyetçiliğin cinsiyetçilikle gizlice bağlantılı
belirtelim ki, çağdaş ulusal toplumlarda, bazı soykütüğü "man- olmasının nedeni de budur; aynı otoriter geleneğin tezahürleri ol-
yakları", bazı aristokrasi "nostaljikleri" dışında; soykütüğü, ne malarından ziyade karı-koca arasındaki aşkta ve çocukların yetişti-
kuramsal bir bilgi ne bir sözlü hafıza nesnesi ne de özel bir şe- rilmesinde görülen cinsel rol eşitsizliği, devletin hukuki, iktisadi,
kilde kaydedilmiş ve korunmuş bir şeydir: Günümüzde soyzinciri eğitsel ve tıbbi aracılık yapmasına yol açacak bir tutunma noktası
ve evlilik arşivlerini tutan ve saklayan devlettir. olduğu ölçüde böyledir bu. Ve son olarak yine bu nedenle milli-
Burada yine yüzeysel bir düzey ile derin bir düzey arasına yetçiliğin bir "kabilecilik" olarak temsili —ki bu, milliyetçiliğin
ayrım getirmek gerekir. Yüzeysel olan düzey, özellikle Fransız si- dinsel yorumuna karşı sosyologların en büyük alternatifidir—
yasal geleneğinde, milliyetçilikle zamansız bir biçimde birleştirilen hem yanıltıcı hem de açıklayıcıdır. Yanıltıcıdır, çünkü milliyetçiliği
aile yanlısı söylemdir (bu da muhafazakâr milliyetçiliği oluşturan aslında ulus-devletle bağdaşmayan (bunu soya dayalı ya da ka-
unsurlardandır). Derin olan düzey ise, "özel hayat'ın, sınırlı "aile- bileci dayanışmaların güçlü bir şekilde sürdüğü her yerde ulusun
vi mahremiyetin" ve devletin aile siyasetinin, kamusal alanda yeni kuruluşunun başarısızlığından anlayabiliriz) arkaik cemaat biçim-
bir nüfus kavramına ve bunun ölçülmesinin demografik teknikle- lerine doğru bir gerileme olarak tasarlamaktadır. Ancak ulusun bir
rine, ahlak ve sağlık açısından kontrolüne ve yeniden üretimine akrabalık tahayyülünün yerine bir başkasını koyması ve bunun
yol açan eşzamanlı ortaya çıkışlarıdır. Öyle ki modern ailevi mah- bizzat ailenin dönüşümüne az çok temel oluşturması konusunda
remiyet, devletin yapılarının kapısından giremediği özerk bir alan açıklayıcıdır. Aile dönüşümü "tamamlanmış" olduğuna, yani cin-
olmanın tam zıddındadır; döllenmeye göre düzenlenmiş cinsiyet siyet ilişkileri ve döllenme soy düzeninden tamamen sıyrıldığına
ilişkilerinden başlayarak, bireyler arasındaki tüm ilişkilerin doğru- göre, ulus biçiminin kendini durmadan (en azından egemen biçim
dan "yurttaşlığa ilişkin" bir işlev yüklendiği ve devletin sürekli olarak) yenileme-üretmeye nereye kadar devam edebileceği soru-
yardımıyla mümkün kılındığı bir alandır. Bu aynı zamanda cinsel sunu sormamızı zorunlu kılan da budur. Böylece insan "ırkları"
olarak "sapkın" davranışların, önceki toplumlarda daha çok dinsel nın ne olduğunu kavramanın ve bu temsili, etnikliğin üretiminde
bir sapkınlık havasına bürünmesine rağmen, modern ulusal olu- kullanmanın maddi olasılıklarının sınırına gelinecektir. Fakat kuş-
şumlarda kolayca anarşist bir havaya bürünmelerini anlamamıza kusuz henüz o noktada değiliz.
da olanak sağlamaktadır. Halk sağlığı ve sosyal güvenlik, günah Althusser, "devletin ideolojik aygıtları" tanımının taslağında
çıkaran papazın yerini almıştır; ama aynı koşullarda değil, hem burjuva toplumlarında egemen ideolojinin çekirdeğinin aile-kilise
yeni bir "özgürlük" ve yeni bir desteği, hem yeni bir misyonu ve ikilisinden aile-okul ikilisine geçtiğini söylerken haksız değildi.16
bundan dolayı da yeni bir talebi devreye sokarak. Böylece soya Bununla beraber, bu formülasyona iki düzeltme getirmeyi dene-
dayalı akrabalık, kuşak dayanışması ve geniş ailenin iktisadi iş- yeceğim. Öncelikle şu ya da bu kurumun kendiliğinde, bir "dev-
levleri kayboldukça bunların yerini alan doğal bir mikro-toplum letin ideolojik aygıtı"nı oluşturduğunu söyleyecek değilim: Bu
ya da katıksız "bireyci" bir sözleşme ilişkisi değil, ailenin ulusal- ifadenin tam olarak karşıladığı şey daha ziyade birden çok egemen
laşması olmuştur. Bu ulusallaştırılmanın da karşılığı, ulusal ce- kurumun birleşik işleyişidir. Ardından, okul eğitiminin ve aile
maatin, sahte-içeriden-evlilik kurallarıyla sınırlı, yansımasını belki hücresinin çağımızdaki öneminin sadece emek gücünün yeniden
de önceki kuşaklardan çok ortak gelecek kuşaklarda bulmaya el-
verişli sembolik bir akrabalıkla özdeşleştirilmesidir. 16. Bkz. Louis ALTHUSSER, "Ideologie et appareils ideologiques de
İşte bu yüzden, "burjuva" ailesiyle ulusal biçimdeki toplumun l'Etat", Positions, Editions sociales, Paris, 1976.
IRK, ULUS, SINIF 130 ULUS BİÇİMİ: TARİH VE İDEOLOJİ 131

üretiminde üstlendikleri işlevsel rolden değil, bu yeniden üretimi eğilimi gösteren sınıf farklılıklarıdır. Etnikliğin kalıtımsal tözünü
kurgusal bir etnikliğin yapılışına, yani nüfus politikalarında (Fou- durmaksızın yeniden tanımlamak gerekir: bu, dün "Cermenlik",
cault bunlara ilham verici ama ikircil bir terim kullanarak "biyo- "Fransız ırkı", ya da "Anglosakson'du, bugün "Avrupalılık" ya
iktidarlar"17 diyordu) örtük olarak içerilen bir ırk cemaati ve bir da "Batılılık"tır, gelecekte belki de "Akdeniz ırkı" olacaktır. Bu-
dil cemaati eklemlenmesine bağımlı kılmalarından da kaynaklan- nun tersine, dilsel cemaatin açıklığı, her ne kadar maddi dayanak
dığını düşünmeyi önereceğim. Belki de okul ve ailenin başka yan- olarak dillerin birbirlerine çevrilmeleri olasılığına ve dolayısıyla
ları da vardır ya da başka bakış açılarına göre de incelenmeleri ge- bireylerin dilsel yetilerini çoğaltma kapasitelerine sahipse de,
reklidir. Tarihleri, ulus biçiminin ortaya çıkışından önce başla- düşünsel bir açıklıktır.
maktadır ve o zamandan bu yana sürmektedir. Fakat okul ve aile- Biçimsel olarak eşitlikçi olan dilsel cemaat aidiyeti —özellikle
nin birlikte, burjuva toplumlarındaki giderek artan karşılıklı ba- eğitim kurumu tarafından dolaylı kılındığından— yeniden, toplu-
ğımlılıklarıyla ve bireyler yetiştirme süresini sonuna dek paylaşma ca sınıf farklılıklarına denk düşen bölünmeler, ayırıcı normlar ya-
eğilimleriyle açığa vurdukları egemen ideolojik aygıtı oluştur- ratır. Burjuva toplumlarda okullaşma arttıkça dilsel (dolayısıyla
malarını sağlayan şey ulusal önemleridir; yani etnikliğin üreti- edebi, "kültürel", teknolojik) uzmanlık farklılıkları, bireylere farklı
mindeki doğrudan önemleridir. Bu anlamda burjuva toplumsal "toplumsal kaderler" getiren kast farklılıkları gibi işlev görmek-
oluşumlarda okul ve aileye eklenen diğer kurumların yanı sıra tedir. Bu koşullarda bunların, genelleştirilemeyecek kişisel özel-
eğitim ve aileyle ilgili kurumları kendi amaçları için kullanan; likler taşıyan söz söyleme edimine ırksal ya da yarı-ırksal bir işa-
varlığıyla milliyetçiliğin hegemonyası için temel oluşturan "dev- ret işlevi veren (ve "sınıf ırkçılığı" formülasyonunda her zaman
letin ideolojik aygıtı" yalnızca bir tanedir. önemli yer tutan) bedensel habitus'la (burada Pierre Bourdieu'
Bu varsayımı sonuçlandırmak için bir noktaya dikkat çe- nün söyleyişini kullanıyoruz) birleştirilmeleri şaşırtıcı değildir.
keceğim. Eklemlenme hatta tamamlayıcılık, uyum demek değil- Söz konusu işaretler "yabancı" ya da "bölgesel" aksan, "halk"
dir. Dilsel etniklik ve ırksal (ya da kalıtımsal) etniklik bir anlamda söyleyişi, konuşma "hataları" ya da tam tersine konuşan kişinin
birbirlerini dışlar. Yukarıda dil cemaatinin açık olduğunu, buna şu ya da bu topluluğa ait olduğunu doğrudan gösteren ve kendi-
karşın ırk cemaatinin ilke olarak kapalı göründüğünü öne sür- liğinden ailevi bir kökene ya da kalıtsal bir eğilime işaret eden
müştüm (ırk cemaati kendi ölçülerine göre aslen o ulustan olma- gösterişçi "kusursuzluk"tur.18 Etnikliğin üretimi aynı zamanda di-
yanları durmaksızın, kuşaklar boyu, cemaatin dışında ya da "alt", lin ırklaştınlması ve ırkın sözel hale getirilmesidir.
"dış" sınırında tutmaya —kuramsal olarak— yöneldiği için kapa-
lıdır). Bunlar her iki durumda da ideal temsillerdir. Kuşkusuz ırk
sembolizmi, üzerine kurulu olduğu antropolojik evrensellik öğe-
siyle (kuşaklar zinciri, tüm insanlığa yayılmış akrabalık mutlağı)
bir yasaklar ve ırk ayrımcılığı tahayyülünü birleştirmektedir. Fa-
kat pratikte göçler ve gruplar arası evlilikler bu yolla yansıtılan
18. Bkz P. BOURDİEU, La Distinction. Critique sociale du jugement.
sınırları (baskıcı politikaların "melezleşmeyi" suç saydıkları du- Edition de Minuit, 1979; Ce que parler veut dire; l'économie des échanges lin-
rumlarda bile) durmadan ihlal etmektedirler. Nüfusların karışımı guistiques, Fayard, 1982; ve esas olarak Bourdieu'nün toplumsal rolleri "ka-
için gerçek engel daha çok kast görüngülerini yeniden kurma der" olarak saptama ve bunların uzlaşmazlıklarına doğrudan, "bütünün" yeni-
den-üretimi işlevini atfetme şeklini tartışan grup çalışması (dil konulu bölüm
Françoise KERLEROUX'undur) "Révoltes logiques"in eleştirisi (L'Empire du
17. Michel FOUCAULT, La Volonte de savoir, Gallimard, 1976.
sociologue, La Découverte, 1984).
İRK, ULUS, SINIF 132 ULUS BİÇİMİ: TARİH VE İDEOLOJİ 133

Hangi etniklik temsilinin egemen olduğu, ne doğrudan siya- 120. Günümüzde İngilizce'nin ulusal dil olarak resmileştirilmesini talep
eden
sal açıdan ne de ulus biçiminin evrimi ve toplumsal ilişkilerin ku-
rulmasında oynayacağı rol açısından önemsiz sayılabilir. Çünkü
bütünleşme ve asimilasyon sorunu karşısında radikal bir şekilde
farklı iki tutumu, hukuk düzeni kurmanın ve kurumlan ulusal-
laştırmanın iki biçimini ortaya çıkarmaktadır.19
"Devrimci Fransız Ulusu" öncelikle, ayrıcalıklı bir şekilde,
dil sembolü etrafında kurulmuştur: Siyasal birlikle dilsel tekbiçim-
lilik arasında, devletin demokratikleşmesiyle "taşra ağzı"nın fik-
sasyon nesnesi olduğu kültürel "partikülarizm"lerin zorla bastı-
rılması arasında sıkı bir bağ kurmuştur. "Devrimci Amerikan Ulu-
su"ysa kendi köken ideallerini bir çifte bastırma üzerine, "yerli"
Amerikalılar'ın yok edilmesi ve özgür "beyaz" adamlarla köle "si-
yahlar" arasındaki farklılık üzerine kurmuştur. Anglosakson "ana
ulus"un mirası olan dilsel cemaat, İspanyol kökenli göçün ona
sınıfsal bir sembol ve ırk işareti vermesine kadar, en azından gö-
rünürde sorun yaratmıyordu. Fransız ulusal ideolojisinin tarihinde
"doğuştancılık", 19. yüzyılın sonlarında bir yandan sömürgecilik,
diğer yandan işgücü ihracı ve işçilerin etnik kökenleri dolayısıyla
ayrımcılığa maruz kalmalarının yoğunlaşması, "Fransız ırkı" fan-
tazmasının yaratılmasıyla sonuçlanıncaya kadar örtük bir biçimde
duruyordu. Amerikan halkının oluşumunu yeni bir ırk potası ola-
rak, fakat aynı zamanda farklı etnik payların hiyerarşik bir birle-
şimi olarak tasarlayan Amerikan ulusal ideolojisinin tarihindeyse
tam tersine çok çabuk dışavurulmuştur. (Bu birleşim, Avrupa ya
da Asya kökenli göç ile köleliğin mirası olan ve Siyahlar'ın iktisa-
di sömürüsüyle pekiştirilen toplumsal eşitsizlikler arasında kurul-
ması güç analojiler pahasına oluşturulmuştur).20

19.Bu konuda birtakım değerli bilgiler için bkz. Françoise GADET, Mich-
el PECHEUX, La Langue introuvable, Maspero, 1981, s. 38.
("L'anthropologie
linguistique entre le Droit et la Vie").
20.Amerikan "doğuştancılığı" için bkz. R. ERTEL, G. FABRE, E. MA-
RIENSTRAS, En marge. Les minorités aux États-Unis, Paris, Maspero,
1974,
s. 25; Michael OMI ve Howard WINANT, Racial Formation in the
United
States. From the 1960s to the 1980s, Routledge and Kegan Paul, 1986, s.
Bu tarihsel farklılıklar kesinlikle hiçbir alın yazısı dayatmaz
—daha çok siyasal mücadele nedenidir— ama asimilasyon, hak
eşitliği, yurttaşlık, milliyetçilik ve enternasyonalizm sorunlarının
belirdiği koşullan derinden değiştirmektedir. "Avrupalılığın inşa-
sının", ulusal devletin sembollerini ve işlevlerini "cemaat" düzeyi-
ne aktarmayı denediği ölçüde, daha ziyade "Avrupa ortak dilinin"
(peki hangisi) kurulması anlamında ya da daha ziyade özellikle
"Güney Halklan"na (Türkler, Araplar, Siyahlar) karşı tasarlanan
"demografik Avrupalı kimliği"ni idealleştirmesi anlamında kurgu-
sal bir etnikliğin üretilmesi konusuna yönelip yönelmeyeceği so-
rusu ciddi bir biçimde sorulabilir.21 Günümüzde ulusal bir etnik-
leşme sürecinin ürünü olan her "halk", uluslar-ötesi iletişim ve
dünya çapında güç ilişkileri ortamında dışlayıcılığın ya da kimlik
ideolojisinin aşılması için kendi yolunu bulmak zorundadır. Ya da
daha doğrusu her birey, "kendi" halkının tahayyülünün dönüşü-
münde, diğer halkların kendisiyle aynı çıkarlara ve bir ölçüde
kendisiyle aynı geleceğe sahip olan bireyleriyle iletişim kurmak
için bu tahayyülden çıkmanın yollarını bulmak zorundadır.

bir hareketin sadece ABD'de (Latin Amerika'dan göçe karşı) ortaya çıktığını
görmek çok ilginç.
21. Bu alternatifin çaprazında gerçekten çok önemli olan şu soru vardır:
Geleceğin "birleşik Avrupa'sının yönetsel ve eğitsel kurumlan Arapça'yı,
Türkçe'yi, hatta bazı Asya ve Afrika dillerini Fransızca, Almanca ve Portekiz-
ce'yle eşit mi sayacaklar? Yoksa bunları "yabancı" diller olarak mı kabul ede-
cekler?
HANE YAPİLARİ VE EMEK GÜCÜ OLUŞUMU 135

min tanımlayıcı özelliği ve varlık nedenidir. Zamanla bu sonsuz


birikim, her şeyin metalaştırılmasma, dünya üretiminin mutlak ar-
tışına ve karmaşık ve çapraşık bir toplumsal işbölümüne yol açar.
Birikim yapma amacı, dünya nüfusunun çoğunluğunun, bir yolla
dünya nüfusunun geri kalan azınlığı arasında dağılan artık değeri
üreten emek gücü görevini gördüğü, kutuplaşan bir dağıtım siste-
mini önvarsayar.
Sermaye biriktiricilerinin bakış açısıyla, söz konusu dünya
emek gücünün üretiliş ve yeniden üretiliş yollarının ortaya çıkar-
dığı sorunlar nelerdir? Sanırım, biriktiricilerin üç ana endişesi ol-
duğu söylenebilir:
Haneler, kapitalist dünya ekonomisinin ana kurumsal yapıların- 1.Biriktiriciler, kullanımı zaman içinde değişen bir emek gü
dan birini oluşturmaktadır. Toplumsal kurumlan, her tarihsel sis- cüne sahip olmaktan fayda sağlarlar. Yani, tek tek
temin bir varyantını ya da türünü ortaya çıkardığı bir cins ailesi girişimciler
oluşturuyorlarmışçasına, tarih-ötesi bir biçimde incelemek her za- yalnızca üretime doğrudan bağlı harcamaların olmasını
man için bir hatadır. Verili bir tarihsel sistemin çeşitli kurumsal isteyecek
yapılarının, (a) başlıca yönlerden sadece o sisteme özgü olduk- lerdir ve bu yüzden gelecekte seçenek olsun diye,
larını ve (b) sistemin işlemsel yapılarını oluşturan birbiriyle ilişkili kullanılmamış
kurumlar kümesinin parçası olduklarını söylemek daha doğru emek zamanı için bir çeşit kira ücreti vermeyi
olur. istemeyeceklerdir.
Bugünkü durumda tarihsel sistem, evrilen tek tarihsel varlık Öte yandan, üretmek istediklerinde çalışmaya istekli kişilerin
olarak kapitalist dünya ekonomisidir. Bu sistemde bulunan hane- bu
leri en iyi şekilde anlamak, bunları başka tarihsel sistemlerdeki lunmasını da isteyeceklerdir. Zamansal değişim on yıldan on
(çoğunlukla aynı adı taşıyan) paralel oldukları varsayılan kurum- yıla,
larla karşılaştırmakla değil, bu sistemin kurumlar kümesine nasıl yıldan yıla, haftadan haftaya ve hatta saatten saate olabilir.
uyduklarını incelemekle mümkündür. Gerçekten de önceki sis- 2.Biriktiriciler, kullanımı mekânsal olarak değişebilen bir
temlerde, bizim "hane"mizle paralel bir şeyin olup olmadığı, ma- emek gücüne sahip olmaktan fayda sağlarlar. Yani, tek tek
kul bir sorudur (fakat aynı şey "devlet" ya da "sınıf" gibi kurum- giri
sal kavramlar için de söylenebilir). "Hane" gibi terimlerin tarih- şimciler işletmelerinin yerini, maliyet bedellerine göre (ulaşım
ötesi bir şekilde kullanılmaları, en hafif terimiyle bir analojidir. ma
Muhtemelen paralel olan kurumların varsayılan özellik kü- liyetleri, emek gücünün tarihsel maliyetleri, vb.), dünya emek
melerini karşılaştıracağımıza, soruyu süregiden kapitalist dünya gü
ekonomisinin içinden soralım. Sonsuz sermaye birikimi bu siste- cünün var olan coğrafi dağılımı tarafından çok da fazla
kısıtlan
* Bu makalenin İngilizce orijinali, J. SMITH ve diğerleri, Households in
the World Economy, Beverly Hills, 1984'te yayınlanmıştır.
madan, belirlemek ya da değiştirmek isteyeceklerdir.
Mekânsal
değişim kıtadan kıtaya, kırdan kente ya da belli bir yerden
di
ğerine olabilir.
3.Biriktiriciler, emek gücünün maliyet düzeyinin mümkün
olduğu kadar düşük olmasından fayda sağlarlar. Yani, tek tek
gi
rişimciler doğrudan maliyetlerin (bunlar ücret, dolaylı nakdi
öde
me ve ayni ödeme biçimindedir), en azından orta vadede ve
en
düşük düzeyde olmasını isteyeceklerdir.
Tek tek girişimcilerin ısrar etmek zorunda oldukları (yoksa
cezası iflas ederek iktisadi arenadan silinmektir) bu tercihlerin her
biri bir dünya sınıfı olarak sermaye biriktiricilerinin çıkarlarıyla
kısmen çelişkiye düşer. Bir dünya sınıfı olarak biriktiriciler, dün-
IRK, ULUS, SINIF 136 HANE YAPILARI VE EMEK GÜCÜ OLUŞUMU 137

ya emek gücünün, dünya üretim düzeyine uygun bir sayısal dü- İkinci olarak, kapitalist dünya ekonomisi zamanla evrildikçe
zeyde yeniden üretilmesini ve bu dünya emek gücünün sistemin üretimin toplumsal bölünüşünün kısmen ücretli olan dünya emek
varlığını tehdit edecek bir sınıfsal güç oluşturacak şekilde örgüt- gücüne dayandırılmış olduğu iyice açıklık kazanmıştır. Bu "kıs-
lenmemesini sağlamalıdırlar. Nitekim, yine bir dünya sınıfı olarak milik" iki yönlüydü: (a) Dünya "hane"leri, karşılığı ücretle ödenen
biriktiriciler için bazı yeniden dağıtım çeşitleri (dünya çapında ye- toplam "üretici çalışma" yüzdesini gösteren bir eğri boyunca da-
terli miktarda fiili talep sağlamak, dünya emek gücünün uzun va- ğılım gösteriyordu. Sanıyorum ki, bir bütün olarak dünya eko-
dede yeniden üretimini sağlamak ve kadroların artık değerin bir nomisinin düzgün bir istatistiksel çözümlemesi bize, bu eğrinin
kısmını almasına izin vererek sistem için yeterli siyasal savunma tarihsel zaman içinde daha az çarpık bir hale geldiğini ve çan
mekanizmalarını garantilemek için) gerekli adımlar olarak gö- biçimine daha fazla benzediğini gösterirdi. (b) Gerçekte, kapitalist
rülebilir. dünya ekonomisinde hiçbir hane eğrinin uç noktalarında bulun-
Öyleyse sorun, sermaye biriktiricilerinin bakış açısıyla (bir mamıştır. Bu demektir ki, gerçekte tek tek her hanenin emek kar-
rakip bireyler kümesi ve kolektif bir sınıf şeklindeki çelişkili sı- şılığını alma biçimi "kısmi" ücretli emekti.
fatlarıyla), emek gücü oluşumu açısından hangi tür kurumların en Üçüncü olarak hanelerin emek gücüne katılım biçimleri, et-
uygun olacağıdır. Bu amacın, "hane" yapılarının tarihsel gelişi- niklik/halklık ve cinsiyet açısından katmanlıydı ve giderek daha da
miyle birçok yoldan uyumlu olduğunu öne süreceğiz. katmanlanıyordu. Fakat bu sırada fırsat eşitliği ideolojisi de gide-
Birey olarak girişimcilerle bir sınıf olarak girişimcilerin çe- rek daha fazla ileri sürülüyor ve yürürlüğe konuyordu. Bu iki
lişen ihtiyaçları, emek gücü arzının belirleyenlerinin esnek bir tu- hamle fiili katmanlaşmanın esnekliğiyle uzlaşabilirdi, çünkü etnik-
tarlık gösterdikleri durumda en iyi şekilde uzlaştırılabilir. Kurum- liğin sınırları (içten-evlenme kuralları da dahil) zaten esnekti. Cin-
lar uyum sağlarlar (kurumlar "pazar"ın çeşitli baskılarına esnek siyet için geçerli sınırlar ise bu kadar esnek değildi ama yine de
bir şekilde karşılık verirler), ama bunu birdenbire yapmazlar. meslek rollerinin cinsleri katmanlar halinde ayıran çizginin hangi
"Hane", kapitalizmde tarihsel olarak geliştiği şekliyle, tam da bu yanına düştüğü sürekli yeniden tanımlanabilirdi.
özelliğe sahip görünmektedir. Sınırları esnektir, ama yine de hem Bu görünümlerin (bölgesellik, ücretli emek, etnik ve cinsiyet
iktisadi çıkardan hem de üyelerinin toplumsal psikolojilerinden temelinde katmanlaşma) her birinde, yapının bir gerilim içerdiğine
kaynaklanan kısa vadeli bir sıkılığa sahiptir. dikkat çekmek isterim. Bu gerilim şu biçimlerde ortaya çıkmıştır:
Bu sınırların esnek tutulması başlıca üç yoldan olmuştur. İlk Belli bir toprağa bağlılıktan kopuş ama ortak-ikâmetin rolünün bir
olarak, hane örgütlenmesiyle belli bir toprağa bağlılık arasındaki ölçüde sürmesi; ücretli emek sistemi ama yalnızca kısmi olanı; et-
bağın kopması için sürekli bir baskı ortaya çıkmıştır. Erken ev- nik ve cinsiyet temelli katmanlaşma sistemi ama bir fırsat eşitliği
rede bu, giderek daha çok kişiyi belirli bir küçük toprak birimine ideolojisiyle ılımlılaştırılmış hali. Sermaye biriktiricilerinin dünya
duydukları (fiziksel, yasal ve duygusal) bağlılıklardan koparma emek gücünü (sadece bir noktaya kadar) manipüle edebilmelerini
yönündeki uzun süre görülen baskı oldu. İkinci evrede ise —ki sağlayan işte bu gerilimdir, bu "arada kalmışlık"tır. Dünya emek
bu genelde zamansal olarak daha sonraki evredir— bir toplu gelir gücünün verdiği cevabın —toplumsal bilinç bakımından (bir hal-
yapısına duyulan yasal ve toplumsal-psikolojik bağlılıkların temeli ka, bir sınıfa, bir haneye bağlılık) ve siyasal bilinç bakımından
olarak ortak-ikâmeti azaltmak, ama hiçbir zaman tamamen yok et- (siyasal hareketlere katılma) verdiği cevabın— hem gücünü hem
memek yönünde bir baskı olmuştur. (Bana kalırsa genelde yanlış belirsizliklerini yaratan yine aynı gerilimdi.
bir şekilde, çekirdek ailenin yükselişi olarak düşünülen olay bu- Gelirin toplandığı bir birim (mecazi anlamda aynı kaptan ye-
dur.) mek) olarak haneyi, iki varsayımsal alternatifle karşılaştırırsak bi-
IRK, ULUS, SINIF 138 HANE YAPILARI VE EMEK GÜCÜ OLUŞUMU 139

riktiriciler açısından faydasını görebiliriz. Bu iki alternatiften biri olan çıkarlarıydı. İkincisi, biriktiricilerin hane yapıları açısından
50-100 ya da daha fazla kişiden oluşan bir "cemaattir" (bir ko- hedefledikleriyle, sık sık, bu hedeflere zarar verecek davranışlar-
mün). İkincisi çok küçük bir yalıtılmış birimdir (tek bir kişi; ye- da bulunma ihtiyacına düşmeleri arasındaki çelişkiydi. Her birini
tişkin statüsünde çocuğun bulunmadığı bir çekirdek aile). sırayla değerlendirelim.
Kuşkusuz cemaat önceki tarihsel sistemlerde çok görülen bir Gelirlerin birleştiği bir birim olarak hane, biriktiricilerin taraf-
toplumsal yeniden üretim birimidir. Ara sıra, bu büyüklükteki bi- tar oldukları emek gücü tahsis biçimlerine hem uyum sağlamanın
rimleri kapitalist dünya ekonomisinde yeniden oluşturma çabalan hem de direnişin kalesi olarak görülebilir. İşgücünün yeniden üre-
olmuştur (çoğu başarısızdır). Elbette çok küçük birimler de ol- timinin sorumluluğu giderek, "cemaat"ten, "devlet"in dayattığı
muştur ama her nasılsa "yaşayamaz" diye güçlü bir dirençle kar- şekliyle "hane"ye geçtiğinden, bu kurumun kapitalistler için çok
şılanmış gibidirler. işe yarar olan esnekliği (aidiyet, sınırlar, emek biçimlerinin bile-
Ampirik olarak, gelirin birleştirildiği haneler genelde orta bü- şimi ve yer olarak esnekliği), kısa vadeli baskılan önlemek ya da
yüklükteki hanelerdir. Haneler, daha küçük birimlerden kaçınmak bunlara direnmek açısından da çok yararlı oldu. Gerçekten de işçi
üzere sık sık akraba olmayanları da dahil ederek, akrabalık ağının hareketlerinin yükselişine kadar, hatta ondan sonra da, dünya
ötesine geçmişlerdir. Çok büyük birimlerden kaçınmak içinse kar- emek gücünün başlıca günlük siyasal silahı hanenin aldığı kararlar
şılıklı yükümlülüklere yasal ve toplumsal sınırlar getirilmiştir. Ne- oldu. Çoğunlukla eski kuşakların izinden yürüyen çıkışlar olarak
den —bileşim açısından olduğu kadar büyüklük açısından da— incelenen tutumlar, verili kullanım değerlerini korumak için ya-
böylesi bir ortada olma eğilimi hâkim olmuştur? pılan toplumsal-siyasal savunmalar ya da sadece sömürü oranını
Görülüyor ki, çok küçük birimlerin başlıca dezavantajı, ko- en aza indirmek için gösterilen çabalardır. Hanelerin taleplerinin
lektif yeniden üretimi sağlamak için gerekli gelir düzeyinin orta düzensiz bir biçimde (örneğin bazen daha çok kadının ücretli
birimlerinkinden çok daha yüksek olmasıydı. Ücret düzeylerinin emeğe kayması lehine bazen de aleyhine) değişmesi olgusunun
çok düşük olduğu yerlerde, bizzat haneler, hayatta kalabilmek için açıklığa kavuşması, bu taleplere acil bir siyasal duruma acil ce-
sınırlarını genişletmeye çalıştılar. Fakat bu, açıkça biriktiricilerin vaplar olarak, stratejik değil, taktik talepler olarak baktığımız tak-
de çıkarınaydı. dirde mümkündür ancak.
Öyle görünüyor ki, çok geniş birimlerin başlıca dezavantajı Dünya emek gücünün bir siyasal direniş alanı olarak haneyle,
ise hayatta kalmak için gerekli randıman düzeyinin çok düşük ol- iktisadi ve resmi yapıları kontrol eden sermaye biriktiricileri ara-
masıydı. Bir yandan, biriktiriciler ücretli emek pazarına giriş zor- sındaki çatışmanın aldığı fiili biçimler ve bu çatışmanın zaman ve
lamasını azalttığı için bundan hoşlanmadılar. Öte yandan emek yere bağlı olarak, sistematik bir biçimde nasıl değiştiği, çok ince-
gücünün üyeleri bunun, doğrudan hareketliliğin kendileri için fay- likli çözümlenmesi gereken bir konudur. Ben burada bunu yap-
dalı olacağını düşünen cemaat üyeleriyle, aksini düşünenler ara- mayacağım. Daha çok bizzat kapitalizmin temel iktisadi mekaniz-
sında bir gerginlik yarattığını fark ettiler. Bir hane "taşınabiliyor- maları içindeki çelişkilerin etkisine dönmek istiyorum. Kapitalizm
du". Ama bir cemaati "taşımak" çok zordu. metalaştırmayı, ama daha önce vurguladığımız gibi, kısmi meta-
Kurumsal yapılar verili değildir. Kendilerini biçimlendirmek laştırmayı içerir. Ancak gerçekte daha fazla metalaştırma, dünya
için yapılan çelişkili girişimlerin yuvası, adeta nesnesidirler. Hane ekonomisinin çevrimsel durgunluklarından kurtulmanın düzenli
kurumunu çevreleyen başlıca iki mücadele vardı. Bunlardan ilki, tekrarlanan mekanizması halini almıştır. Sonuç şöyle özetlenebilir:
bir hanede bir arada bulunan işçilerle, belirli bir bölgede ve/veya Sermaye biriktiricileri, kendilerine ve uzun vadeli çıkarlarına rağ-
devlette güç sahibi olan biriktiricilerin, çoğunlukla birbirine zıt men, her şeyin ve özellikle de günlük hayatın metalaştırılması için
İRK, ULUS, SINIF 140 HANE YAPILARI VE EMEK GÜCÜ OLUŞUMU 141

uğraşmaktadırlar. Dünyevi günlük hayatın metalaştırılması süreci- de geciktirmek. O halde günümüzde aile hayatını, kadın ve erkek
nin tanımı, iki yüz yıldır toplumbilim çalışmalarının büyük bir haklarını ve gündelik hayatı çevreleyen konuların en önemli siya-
kısmını işgal etmiştir. Bu dünyevi süreç, uzun vadede sistemin sal konular olması bir rastlantı değildir. Aslında, bu konuların
çöküşünü garanti altına almaktadır. Bu arada süreç, yemeğin ha- daha şiddetli hale gelmesinin nedeni tam olarak proleterleşmenin
zırlanmasından temizliğe, ev eşyalarının ve giysilerinin tamirine, günümüzdeki ilerleyişidir. Bu, sermaye biriktiricilerinin derin bir
çocuk ve yaşlıların bakımına, tıbbi bakıma ve duygusal anlamda güvensizlikle karşıladığı, fakat aynı zamanda, toplumsal hareket-
onarıma dek, tüm içsel dinamikleri metalaştırılmış olan ve meta- leriyle bu konuda çelişik konumlar geliştirmiş olan dünya işgücü-
laştırılmaya devam eden hane yapılarına aktarılmıştır. Günlük ha- nün de sık sık şaşkın bir korkuyla karşıladığı bir ilerleyiştir. Ve
yatın artan metalaştırılmasıyla birlikte, sınır belirleyicileri olarak yine de birçok açıdan sınıf bilincinin yapılanması ve dolayısıyla
ortak-ikâmet ve akrabalık bir düşüşe uğramıştır. Ancak bence bu bizzat bu toplumsal hareketlerin potansiyeli için bir anahtar işlevi
dünyevi baskının son noktası ne "birey" ne de "çekirdek aile"dir; görmektedir.
son nokta, yerine getirdiği gelirleri birleştirme işlevi giderek daha
çok kaynaştırıcı harç olan bir birimdir.
Marshall Berman modernlik deneyimi hakkındaki son kita-
bında (1982) başlık olarak Marx'ın Manifesto'âakı metaforunu
kullanmış: "Katı olan her şey buharlaşır". Bu, Marx'ın üretim
ilişkilerinin ve araçlarının hep aynı şiddetle "kökünden değişti-
rilmesi" konusundaki çözümlemesinin sonucudur. Alıntı, "kutsal
olan her şey kirletilir" diye devam eden ve bizim bağlamımızla en
çok ilgisi olduğunu düşündüğüm parçayla son bulur: "ve insan
sonunda gerçek yaşam koşullarıyla ve kendi türüyle olan iliş-
kileriyle açıkça yüz yüze gelmeye zorlandı." Birçok açıdan, bu ol-
maya başlamıştır. Yaşamın gerçek koşullarını çıplak bir biçimde
gözler önüne sermekte en büyük katkıyı yapan şey —toprakla,
akrabalıkla ve ortak-ikâmetle ayrılmaz bağları koparılan— ömür
boyu gelirlerin birleştiği proleter hanesidir. Bu nedenle onları bu
asgari düzeyde tutmak siyasal olarak olanaksız hale gelecektir.
Tam da metalaşmanın yayılması bizzat en derin siyasallaşmadır.
Eğer kutsal olan her şey kirlenirse eşitsiz ödül dağılımını haklı
çıkaracak bir şey kalmaz. En bireyci "daha çok isterim" tepkisi
bile "en azından adil payımı isterim"e dönüşecektir. Bu da düşü-
nülebilecek en radikal siyasal mesajdır.
Bu şekilde, sermaye biriktiricilerinin neden her zaman "orta"
bir hane yaratmaya çalıştıkları açıklığa kavuşmuş oluyor: Kuş-
kusuz emek gücü örgütlenmelerinin eski "cemaat" biçimlerinden
kopmak, ama proleterleşmenin yavaş fakat kaçınılmaz ilerleyişini
Toplumsal sınıf Karl Marx tarafından icat edilmiş bir kavram
değildi. Yunanlılar zamanında biliniyordu ve 18. yüzyıl Avrupa
toplumsal düşüncesinde ve Fransız Devrimi'nden sonra yazılan
eserlerde yeniden ortaya çıktı. Marx'ın katkısı ise üç yönlüdür.
İlk olarak, tüm tarihin sınıf mücadelesinin tarihi olduğunu öne
sürmüştür. İkinci olarak, an sich (kendinde) bir sınıfın, für sich
(kendi için) bir sınıf olması gerekmediği olgusuna işaret etmiştir.
Üçüncü olarak, kapitalist üretim tarzının asli çatışmasının burjuva
ile proleter arasında, üretim araçlarına sahip olanlarla olmayanlar
arasında olduğunu öne sürmüştür. (Bu, üretici olmayan rantiye-
lere karşı, aktif patronların işçilerle birlikte üretici kişiler olarak
gruplandırıldığı, esas uzlaşmazlığın üretici kesim ile üretici ol-
mayan kesim arasında olduğu iddiasıyla terstir.)
Sınıf çözümlemesi, devrimci amaçlar için kullanılmaya baş-
lanınca, devrimci olmayan düşünürlerin hepsi tarafından değilse
bile birçoğu tarafından meşruiyeti öfkeyle reddedilerek bir kenara
bırakıldı. O zamandan beri Marx'ın sınıf üzerine bu en önemli üç
iddiasının her biri şiddetli anlaşmazlıklara konu oldu.
Weber, sınıf çatışmasının, grup çatışmasının asli biçimi oldu-
ğu savına, sınıfın, grupları oluşturan üç boyuttan yalnızca biri ol-
duğunu; diğer ikisinin statü ve ideoloji olduğunu ve bu üç boyu-
tun da aşağı yukarı eşit derecede geçerli olduğunu öne sürerek
karşılık verdi. Weber'in takipçilerinden birçoğu daha ileri gittiler
ve asıl ya da "ilksel" olanın statü grubu çatışması olduğunu öne
sürdüler.

* Bu makalenin İngilizce orijinali I.WALLERSTEIN, The Capitalist


World- Economy, Cambridge, 1979'da yayınlanmıştır.
IRK, ULUS, SINIF 146 SINIF ÇATIŞMASI 147

Çeşitli sosyal psikologlar, sınıfların belirli zamanlarda für sömürgelikten kurtuluşun ve "Üçüncü Dünyacılık"ın dümen su-
sich olup olmadıklarına bakılmaksızın, an sich varoldukları savına yunda çok önemli bir mesele haline gelmiştir. Aslında bu üç "so-
karşı, anlamlı olan tek deneysel kavramın sözde "öznel" bir kav- run" tek bir temanın varyanttandır: Marksist öncüller nasıl yorum-
ram olduğunda ısrar ettiler. Bireyler sadece kendilerini bu tür lanmalı; gerçekte tarihsel olarak evrildiği şekliyle kapitalist dünya
sınıfların üyesi saydıkça öyledirler. ekonomisinde sınıf bilincinin ve sınıf oluşumunun temelleri neler-
Burjuvazinin ve proletaryanın kapitalist üretim tarzındaki iki dir ve dünyanın, bu öncüller açısından tanımlanışıyla, onun için-
asli, kutuplaşmış grup oldukları savına karşı, birçok çözümlemeci de yer alan gruplar tarafından halen siyasal olarak tanımlanışı
(bizzat Marx'tan alıntı yaparak) ikiden fazla "sınıfın" varolduğunu nasıl uzlaştırılabilir?
ve "kutuplaşmanın" zamanla çoğalmayıp azaldığını öne sürerek Bu tarihsel tartışmaları göz önünde tutarak, kapitalist üretim
karşılık verdiler. tarzının doğasının bize, gerçekte kimlerin burjuva ve proleter ol-
Marksist öncüllere getirilen bu karşı kanıtların her biri; kabul dukları ve hem burjuvanın hem de proleterin kapitalist işbölü-
gördükleri ölçüde, özgün Marksist çözümlemeden çıkan siyasal münde çeşitli yer alış biçimlerinin siyasal sonuçlarının neler ol-
stratejilerde bozulmaya yol açtı. Bu durumda tepkilerden biri, bu duğu konusunda verdiği bilgileri tartışmayı öneriyorum.
karşı kanıtların ideolojik temellerini göstermekti ve bu birçok kez Bir üretim tarzı olarak kapitalizm nedir? Bu kolay bir soru
yapıldı. Ama, ideolojik çarpıtmalar beraberinde kuramsal yanlışlı- değildir ve bu yüzden gerçekte çok tartışılan bir soru da değildir.
ğı getirdiğinden, rakip kavramların kuramsal kullanışlılığının tar- Bana öyle geliyor ki, "model"i inşa etmek için birleşen çok sayıda
tışılmasında yoğunlaşmak, uzun vadede, hem entelektüel hem de öğe vardır. Kapitalizm artık yaratımının en üste çıkarılmasının,
siyasal açıdan daha etkilidir. per se (kendiyle) ödüllendirildiği tek üretim tarzıdır. Her tarihsel
Bundan başka, sınıf ve sınıf çatışmasına ilişkin Marksist ön- sistemde bir kısım üretim kullanım için, bir kısım üretim ise mü-
cüllere yapılan sürekli saldın dünyanın gerçeklikleriyle birleşerek, badele içindir; yalnızca kapitalizmde, tüm üreticiler birincil olarak
Marksist cephenin içinde entelektüel belirsizliğe yol açmıştır. Bu ürettikleri mübadele değeri için ödüllendirilir ve buna aldırma-
belirsizlik zamanla üç biçim almıştır: sözde "ulusal sorun"un öne- dıklan ölçüde cezalandırılırlar. "Ödüller" ve "cezalar", "pazar" adı
mine ilişkin tartışma; belirli toplumsal tabakaların (özellikle de verilen bir yapı aracılığıyla dağılır. Bu bir yapıdır ama bir kurum
"köylü"nün ve "küçük burjuvazinin ve/veya "yeni işçi sınıfı"nın) değildir. Birçok (siyasal, iktisadi, toplumsal, hatta kültürel) ku-
rolüne dair tartışma; küresel, mekânsal hiyerarşileştirme kavram- rum tarafından biçimlendirilen bir yapıdır ve iktisadi mücadelenin
larının ("merkez" ve "çevre") ve bunlarla ilişkili olan "eşitsiz mü- esas arenasıdır.
badele" kavramının yararlılığına ilişkin tartışma. Sadece artık, artık için, en üste çıkarılmakla kalınmaz; artığı
"Ulusal sorun" Marksist (ve sosyalist) hareketlere, ilk kez daha çok artık üreterek daha fazla sermaye biriktirmek için kulla-
19. yüzyılda, özellikle de Avusturya-Macaristan ve Rusya impa- nanlar, daha da çok ödüllendirilir. O halde sürekli yayılma, bu sı-
ratorluklarında, musallat olmaya başlamıştır. "Köylü sorunu" iki rada sistemin bireyselci öncülü tarafından olanaksız kılınmasına
dünya savaşı sırasında, Çin Devrimi'yle öne çıkmıştır. "Çevre" rağmen, zorunludur.
nin bağımlı rolü İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Bandung'un*, Kâr arayışı nasıl gerçekleşir? Asıl üreticilerin emeğinin ya-
rattığı artık değere el koymaları için, tek tek şirketlere (bunlar
* 1955 yılında Endonezya'nın Bandung kentinde yapılan konferansta
Asya ve Afrika ülkeleri bir araya geldiler. Konferansın ana tartışması Sovyet- büyüklük olarak bireylerden, devletler ötesi acenteler de dahil,
ler'in Doğu Avrupa ve Güneydoğu Asya'daki faaliyetlerinin Batı sömürgecili- çok geniş örgütlenmelere dek uzanmaktadır) yasal himayeler sağ-
ğiyle bir tutulup tutulamayacağıydı. (ç.n.) layarak gerçekleşir. Ancak, eğer bu artık değerin tümü ya da çoğu
İRK, ULUS, SINIF 148 SINIF ÇATIŞMASI 149

"şirketlere" sahip olanlar ya da kontrol edenler tarafından tüketil- burjuva (ya da proleter) olup olmadığı konusundaki değerlendir-
seydi kapitalizm olmazdı. Aslında, çeşitli kapitalizm-öncesi sis- melerle dolup taşmaktadır. İdeal tip yoktur. (Çok tuhaftır ki,
temlerde olmuş olan hemen hemen budur. "ideal tip" Weberci bir yöntemsel kavram olmasına rağmen birçok
Kapitalizm bundan başka, sermaye sahiplerinin ve sermayeyi Weberci pratikte bunun farkındadır, tersine birçok Marksist ise
kontrol edenlerin, esas olarak, artık değerin yalnızca bir kısmını gerçekte "ideal tipleri" sürekli olarak kullanmaktadır).
kendi tüketimleri için, (genellikle daha büyük olan) diğer bir kıs- İdeal tip olmadığını kabul edersek, nitelikler bakımından de-
mını ise daha yeni yatırımlar için kullanan kesimini ödüllendiren ğil, ancak süreçler bakımından tanım (yani soyutlama) yapabiliriz.
yapı ve kurumlan içerir. Pazarın yapısı sermaye birikimi yapma- Bir birey nasıl burjuva olur, burjuva kalır, bir burjuva olmaktan
yanların (artık değeri sadece tüketenlerin) zamanla, sermaye birik- çıkar? Bir burjuva olmanın başlıca yolu pazardaki başarıdır. Baş-
tiricilere, iktisadi anlamda yenilmelerini sağlar. langıçta başarı elde edilecek bir konuma nasıl gelindiğiyse ikincil
Buradan yola çıkarak, kendilerinin yaratmadıkları artık de- bir sorudur. Çeşitli yolları vardır. Biri Horatio Alger* modelidir:
ğerin bir bölümünü alan ve bunun da bir bölümünü sermaye biri- daha fazla çaba göstererek işçi sınıfındakilerden farklılaşmak.
kimi yapmak için kullananları burjuvazi olarak adlandırabiliriz. (Bu, Marx'ın feodalizmden kapitalizme giden "gerçekten devrimci
Burjuvayı tanımlayan belirli bir meslek ve hatta (tarihsel olarak yol"una şaşırtıcı bir biçimde benzer.) Oliver Twist modeli vardır:
önemli olmasına rağmen) yasal mülk sahipliği statüsü de değildir; yetenek sayesinde seçilme. Horace Mann** modeli vardır: potan-
burjuvanın, ister birey olarak, ister bir ortaklığın üyesi olarak, ya- siyelin, resmi eğitimdeki başarı yoluyla ispatı.
ratmadığı artığın bir kısmını elde ettiği ve bu artığın bir kısmını Fakat atlama tahtasına giden yol önemsizdir. Burjuvaların ço-
üretim malzemesine (yine ister bireysel olarak, ister bir ortaklığın ğu veraset yoluyla burjuva olurlar. Bu havuzda yüzme imkânı
parçası olarak) yatırma konumunda olduğu gerçeğidir. eşitsiz ve bazen de düzensizdir. Fakat en önemli soru şudur: belirli
Bunu mümkün kılan çok geniş bir örgütsel düzenlemeler dizisi bir birey (ya da şirket) yüzebilir mi? Bir burjuva olmak herkeste
vardır; klasik "hür teşebbüs sahibi" modeli bunlardan yalnızca olmayan becerileri —kurnazlığı, sertliği, gayretli çalışmayı— ge-
biridir. Belli anlarda, belli devletlerde (çünkü bu düzenlemeler ya- rektirir. Her zaman için, burjuvaların belli bir yüzdesi pazarda ba-
sal çerçeveye bağlıdır) hangi örgütsel düzenlemelerin hâkim ola- şarısız olur.
cağını belirleyen, bir yandan bir bütün olarak dünya ekonomisinin Ancak daha da önemlisi, hepsi değilse bile çoğu, konumla-
gelişme durumu (ve belli bir devletin dünya ekonomisindeki ro- rının sunduğu ödüllerin keyfini sürmek isteyen, başarılı olmuş
lü), diğer yandan ise dünya ekonomisinde (ve o devlette) sınıf büyük bir grup vardır. Muhtemel ödüllerden biri pazarda çok
mücadelesinin bu durumun sonucu olarak aldığı biçimlerdir. Bu çetin bir şekilde rekabete girmek zorunda olmamaktır. Fakat geliri
yüzden, tüm diğer toplumsal kavramlar gibi burjuvazi de durağan başlangıçta sağlayanın pazar olduğu varsayıldığına göre, gelir
bir görüngü değildir. Aralıksız yeniden yaratılma ve bundan do- düzeyini, ona tekabül eden düzeyde çalışma girdisi sağlamadan
layı biçim ve bileşim olarak sürekli değişme süreci içinde olan bir koruyabilmenin yollarını bulmak konusunda yapılaşmış bir baskı
sınıfın adlandırılışıdır. vardır. Bu, başarıyı statüye dönüştürme çabasıdır — siyasal ve
Bu bir düzeyde (en azından belli bazı epistemolojik ön-
cüllerle) o denli açıktır ki, bunu söylemek çok bilinen bir şeyi tek- * Horatio Alger, 19. yüzyılda ABD'de yaşamış çok popüler bir yazar.
rarlamak gibi oluyor. Yine de literatür, herhangi bir yerel grubun, Zengin olmayı başaran yoksul çocukların öykülerini yazarak öyle bir ün
sağlamıştır ki "Alger kahramanı" Amerikan dilinde deyimleşmiştir. (ç.n.)
kapitalist dünya ekonomisinin gelişiminin başka bir yerinden ve ** Horace Mann, 19 yüzyılda ABD'de yaşamış, demokratik eğitim siste-
zamanından türetilen bir örgütsel düzenleme modeli açısından, mini savunan ünlü bir eğitimci. (ç.n.)
IRK, ULUS, SINIF 150 SINIF ÇATIŞMASI 151

toplumsal bir çabadır. Statü geçmiş başarının ödüllerinin fosilleş- dan ayrıcalık iddia etmesi olgusudur. Yani, bu iki tanımdan han-
mesinden öte bir şey değildir. gisi üstün gelirse gelsin, birey ve alt-grup olarak otomatik bir bi-
Burjuvazi için sorun, kapitalizmin dinamiğinin siyasal ya da çimde yenilmezler. O halde, tipik bir biçimde, siyasal olarak ka-
kültürel kurumlarda değil, ekonomide yer almasıdır. Bu nedenle, rarsız ya da bocalar durumdadırlar ve "uzlaşma" peşindedirler. Ve
statü edinme iddiasında olan statüsüz yeni burjuvalar her zaman eğer, diğer alt grupların ihtirasları yüzünden bu uzlaşmayı derhal
vardır. Ve eğer çok fazla sayıda insan sahip olursa yüksek statü- sağlayamazlarsa, uygun zaman gelene dek fırsat kollarlar (İngil-
nün değeri kalmayacağından, yeni zenginler (yeni başarılılar) her tere'de 1688-89'da böyle olmuştur).
zaman, kendilerine yer açmak için diğerlerini yerlerinden etmeye Bu tür burjuvazi içi çatışmaların çekişen grupların retoriği açı-
çalışırlar. Açık hedef tabii ki, eski başarılıların, edinilmiş statü- sından çözümlenmesi yanıltıcıdır; ancak bu tür çatışmaların, kapi-
lerine dayanan ama artık pazarda varlık gösteremeyen en alt par- talist dünya ekonomisinin devam eden süreçleri açısından önem-
çasıdır. siz ya da ilgisiz olduğunu iddia edecek değilim.
Böylece, diyebiliriz ki, burjuvazinin her zaman üç parçası Bu tür burjuvazi içi çatışmalar, kesinlikle sisteme iktisadi da-
vardır: "yeni zenginler"; "eski başarılarının üstüne yatanlar"; ve ralmaların dayattığı yinelenen "sarsıntıların" ve sistemin esas mo-
pazarda hâlâ yeterince varlık gösteren burjuva çocukları. Bu üç torunu, yani sermaye birikimini yenileme ve yeniden canlandırma
alt-grup arasındaki ilişkileri anlayabilmek için üçüncü kategorinin mekanizmasının parçasıdır. Bu tür çatışmalar sistemi işe yaramaz
hemen hemen her zaman en büyükleri olduğunu ve genelde diğer asalakların bir kısmından arındırır; toplumsal-siyasal yapıları de-
ikisinin toplamından da büyük olduğunu akılda tutmamız gerekir. ğişen iktisadi etkinlik ağıyla daha uyumlu hale sokar ve süregiden
Burjuva sınıfının homojenliğinin ve göreli istikrarının ana kaynağı yapısal değişim için ideolojik bir cila işlevi görür. Eğer buna
budur. "ilerleme" demek isteyen varsa diyebilir. Ben bu terimi daha temel
Ancak "yeni zenginlerin" ve "eski başarılarının üstüne yatan- toplumsal dönüşümlere saklamayı tercih ederim.
ların", burjuvazideki yüzdelerinin arttığı anlar olur. Bence bunlar Sözünü ettiğim bu diğer toplumsal dönüşümler, burjuvazinin
genelde hem iflasların çoğaldığı, hem de sermaye yoğunlaşma- evrilen karakterinin değil, proletaryanın evrilen karakterinin so-
sının arttığı, iktisadi daralma anlarıdır. nuçlandır. Eğer burjuvaziyi, kendilerinin yaratmadığı artık değeri
Genelde böyle zamanlarda, burjuvazinin içinde siyasal kav- alanlar ve bunun bir kısmını sermaye birikimi yapmak için kulla-
ganın oldukça şiddetli hale geldiği görülür. Terminolojik olarak nanlar olarak tanımladıysak bunun sonucu olarak proletarya da,
sıklıkla, "ilerici" unsurlarla "gerici" unsurların savaşı olarak ta- yarattıkları artık değerin bir kısmını başkalarına bırakanlar olarak
nımlanır. Bu tanımda "ilerici" gruplar, kurumsal "hakların" ve im- tanımlanır. Bu anlamda, kapitalist üretim tarzında yalnızca burju-
kânların pazardaki varlık açısından tanımlanmasını ya da yeniden valar ve proleterler vardır. Kutupluluk yapısaldır.
tanımlanmasını talep edenler, "gerici" gruplarsa önceden edinilmiş Proleter kavramına ilişkin bu yaklaşımın nelere yol açtığını
ayrıcalıkların (sözde "geleneklerin") korunmasını vurgulayanlar- iyice açıklığa kavuşturalım: Üreticiye ücret ödenmesini, proletar-
dır. Bence İngiliz Devrimi bu tür burjuvazi içi çatışmanın çok açık yanın tanımlayıcı özelliği olmaktan çıkarır. Bunun yerine başka
bir örneğidir. bir perspektiften yola çıkar. Üretici, değer yaratır. Peki, bu değere
Bu tür siyasal mücadelelerin çözümlenmesini bu derece tar- ne olur? Mantıksal olarak üç olasılık vardır: Hepsine sahip olur
tışmalı hale getiren ve gerçek sonucu çoğunlukla belirsiz (ve esas (dolayısıyla elinde tutar), bir kısmına sahip olur, ya da hiçbir
olarak "muhafazakâr") kılan şey, burjuvazinin en büyük parçası- kısmına sahip olmaz. Eğer hepsine sahip olmaz da, bir kısmını ya
nın (çatışma sırasında bile) hem "sınıf" hem de "statü" bakımın- da hepsini başka birine (ya da bir "şirkete") "aktarırsa" karşılığın-
İRK, ULUS, SINIF 152 SINIF ÇATIŞMASI 153

da ya hiçbir şey ya mal ya para ya da mal artı para alır. verirse yasal olarak "sözleşmesini" sona erdirebilirdi. Bu bir köle
Eğer üretici hayatı boyunca kendi ürettiği değerin hepsini için geçerli değildi.
gerçekten elinde tutarsa kapitalist sisteme katılmamış olur. Ama Bu morfolojiyi oluştururken nihai bir amaç olarak değil, ka-
kapitalist dünya ekonomisinin sınırları içinde, bu tür bir üretici pitalist dünya ekonomisinin bazı süreçlerini açıklığa kavuşturmak
sandığımızdan çok daha ender bir olaydır. Daha yakından incelen- için yaptım. Çeşitli emek biçimleri arasında, iktisadi ve siyasal
diğinde sözde "geçim için üreten çiftçi"nin bile aslında bazı yollar- imaları açısından büyük farklılıklar vardır.
la, birilerine artık değer aktardığı görülür. Sanırım iktisadi olarak, basit bir biçimde (yani en az maliyet-
Eğer bu grubu saf dışı bırakırsak diğer mantıksal olasılıklar, le) denetlenebilecek tüm emek süreçleri içinde en yüksek karşılık
içlerinden sadece bir tanesi klasik modeli karşılayan sekiz çeşit alan emek biçimi ücretli emektir. Ve bu nedenle, artık değeri alan
proletaryadan bir matris oluştururlar. Klasik modele uyan bu bir kişi üreticiyle mümkün olduğu kadar, ücretli olarak değil başka
tanesi, yarattığı değerin hepsini "sahip"e aktaran ve karşılığında bir şey olarak ilişki kurmayı tercih edecektir. Şurası kesindir ki,
para (yani ücret) alan işçidir. Matrisin diğer noktalarına ise küçük artığın belli bir kısmı, denetim maliyetlerine harcanmak yerine
üretici (ya da "orta köylü"), kiracı çiftçi, ortakçı, gündelikçi, köle üreticiye verilirse fazla denetim maliyeti gerektiren emek süreçleri
gibi tanıdık tipleri yerleştirebiliriz. daha az masraflı olur. Bunu yapmanın en kolay yolu ücretlerdir
Kuşkusuz bu "tipler"in her birinin tanımına ilişkin başka bir ve ücret sisteminin tarihsel (ve süregiden) kaynağı budur.
boyut daha vardır. Söz konusu olan, işçinin rolünü belli bir bi- Burjuvazinin bakış açısıyla, ücret göreli olarak pahalı bir
çimde oynamayı, pazarın baskıları altında (buna pişkinlikle "öz- emek tarzı olduğu için, neden kapitalist dünya ekonomisinde hiç-
gür" emek adını veriyoruz) ya da siyasal mekanizmanın buyruk- bir zaman tek ve hatta yakın zamana dek birincil emek biçimi bile
ları yüzünden (buna da dürüst bir şekilde, angarya ya da "mec- olmadığını anlamak kolaydır.
buri" emek diyoruz), nasıl kabullendiğidir. Başka bir konu da Ancak kapitalizmin de kendi çelişkileri vardır. Bunların temel
sözleşmenin uzunluğudur; günlük, haftalık, yıllık ya da ömür bo- olanlarından biri kısa vadede kârlı olanın uzun vadede ille de kârlı
yu olabilir. Üçüncü bir konu ise üreticinin verili bir patronla iliş- olmasının zorunlu olmayışıdır. Sistemin bir bütün olarak yayılma
kisinin, üreticinin rızası alınmadan, diğer bir patrona devredilip becerisi (bu, kâr oranını korumak için gereklidir) düzenli olarak,
devredilemeyeceğidir. yetersiz dünya talebi karşısında darboğaza girer. Bunu aşmanın
Çalışmaya zorlanma derecesi ve sözleşme uzunluğu ödeme yollarından biri bazı üretici süreçlerin ücretsiz emekten ücretli
biçimiyle kesişmektedir. Örneğin, 17. yüzyıl Perusu'nda mita, emek süreçlerine toplumsal dönüşümüdür. Bu, üretilen değerin
zorunlu ücretli emekti, ama sadece belirlenmiş bir süre için zorun- üreticide kalan kısmının artmasına ve dolayısıyla da dünya talebi-
luydu. Resmi sözleşmeyle bağlanmış emek, üreticinin, yarattığı nin artmasına yarar. Sonuçta, bir emek biçimi olarak ücretli eme-
değerin tümünü aktardığı ve karşılığında büyük kısmını mal ola- ğin dünya çapındaki genel yüzdesi, kapitalist dünya ekonomisinin
rak aldığı bir emek biçimiydi. Süresi sınırlıydı. Gündelikçi bütün tarihi boyunca giderek artış göstermiştir. Genelde "proleterleşme"
değeri aktarıyordu, kuramsal olarak para, ama pratikte mal alı- olarak söz edilen budur.
yordu; sözleşme kuramsal olarak bir yıl, pratikte ise ömür boyu Emek biçimi siyasal olarak da büyük farklılık yaratır. Çünkü
sürüyordu. Gündelikçi ile köle arasındaki fark, kuşkusuz sonuçta üreticilerin gerçek geliri arttıkça ve resmi yasal haklar yayıldıkça,
kuramsal bir farktı, ancak pratikte iki yönde ortaya çıkıyordu. Bi- sonuçta bir noktaya kadar, proleter sınıf bilinci de yayılmaktadır.
rincisi, bir derebeyi bir köleyi satabilirdi, oysa genelde bir günde- Bir noktaya kadar diyorum, çünkü "haklar" ve gelir artışının belli
likçiyi satamazdı. İkincisi, eğer dışarıdan biri gündelikçiye para bir düzeyine gelindiğinde, "proleter" aslında başkalarının artık de-
IRK, ULUS, SINIF 154 SINIF ÇATIŞMASI 155

geriyle yaşayan bir "burjuva" halini alır ve bunun en doğrudan et- güçleridir. Yinelenen ilk uzmanlaşma hamleleri (bir metanın üreti-
kisi sınıf bilinci üzerinde olur. 20. yüzyıl bürokratı/meslek sahibi, minde doğal ya da toplumsal-tarihsel avantajları) normal pazar be-
aslında bazen belli grupların yaşamlarının seyrinde görülebilir bu delleriyle açıklanabilir; ama eğilimleri kemikleştiren, pekiştiren ve
niteliksel kaymanın açık bir örneğidir. büyüten devlet sistemidir ve dünya çapında işbölümü modelini
"Burjuva" ve "proleter" kategorilerine ilişkin bu yaklaşım bi- yenilemek için devlet mekanizmasının düzenli aralıklarla kulla-
çimi, "köylülerin", "küçük burjuvaların" ya da "yeni işçi sınıfı- nılması gerekmiştir.
nın" rollerini açıkça gösterse de, "ulusal" sorunla ve "merkez" Dahası akışlara müdahale etme gücü farklılaşmıştır. Yani,
"çevre" ile ne ilgisi olduğu sorulabilir. merkez devletler çevre devletlerden daha güçlü hale gelmişlerdir
Bu konuda konuşmak için, şu sıralar popüler olan bir soruna, ve bu farklılaşmış gücü devletlerarası akış serbestliğini farklı-
kapitalizmde devletin rolüne bakmamız gerekir. Kapitalist dünya laşmış bir derecede tutmak için kullanmaktadırlar. Özellikle mer-
ekonomisinde bir kurum olarak devletin rolü, pazardaki bazıla- kez devletler, tarihsel olarak, paranın ve malların emekten daha
rının avantajını diğerlerine karşı artırmaktır; yani pazarın "ser- "özgür bir biçimde" akması için, zaman içinde ve dünya çapında
bestliğini" azaltmaktır. Bu "tahrifat"tan kârlı çıkanların tümü ta- düzenlemeler yapmışlardır. Bunun nedeni merkez devletlerin, bu
rafından desteklenecektir bu; zararlı çıkanların tümü ise buna karşı yolla "eşitsiz mübadele"nin avantajlarından faydalanmalarıdır.
olacaktır. Bütün sorun kimin tekerine taş konduğudur. Aslında eşitsiz mübadele sadece, dünya çapında artığa el ko-
Avantajları artırmanın birçok tarzı vardır. Devlet, geliri biri- nulması sürecinin bir parçasıdır. Bir proleterin bir burjuvaya iliş-
lerinden alıp diğerlerine vererek aktarabilir. Devlet (metaların ya kilendirildiği modele harfiyen bağlı kalırsak hatalı çözümlemeler
da emeğin) pazar imkânlarını sınırlayabilir, bu da zaten oligopol- yaparız. Gerçekte, üreticinin yarattığı artık değer bir dizi kişi ve
lerde ya da oligopsonlarda payı olanların yararınadır. Devlet, ki- şirketten geçer. Bu nedenle, birçok burjuvanın, tek bir proleterin
şilerin devletin eylemlerini değiştirmek üzere örgütlenmesini kı- artık değerini paylaştıkları olur. Zincirdeki farklı grupların (mülk
sıtlayabilir. Ve kuşkusuz devlet, yalnızca kendi sınırlan içinde de- sahibi, tüccar, ara tüketiciler) kesin payları tarihsel değişime tabi-
ğil, daha ötesinde de etkide bulunabilir. Bu meşru (sınır geçiş- dir ve kapitalist dünya ekonomisinin işleyişinde analitik bir de-
lerine dair kurallar) ya da gayri meşru (bir başka devletin içişle- ğişkendir.
rine karışma) biçimler alabilir. Kuşkusuz savaş da kullanılan me- Bu artık değer aktarımı zinciri ulusal sınırları sık sık (Çok
kanizmalardan biridir. sık? yoksa neredeyse her zaman mı?) aşar ve bu olduğunda, bur-
Devletin özel bir tür örgüt olduğunu kavramak çok önemlidir. juvalar arasındaki paylaşımı merkez devletlerdeki burjuvalar le-
Devletin egemenliği —ki bu modern dünyanın bir kavramıdır— hine çevirmek üzere devreye devlet işlemleri girer. İşte bu eşitsiz
sınırları içinde meşru zor kullanımını tekeline alma (düzenleme) mübadeledir — artık değere el konulması sürecinin bütünü için-
iddiasıdır ve üretim unsurlarının akışına etkin bir biçimde müda- deki bir mekanizma.
hale etmekte göreli olarak güçlü bir konumdadır. Belli toplumsal Bu sistemin toplumsal-coğrafi sonuçlarından biri, farklı dev-
grupların da devlet sınırlarını değiştirerek avantaj sağlamaları letlerde, eşit olmayan bir burjuvazi-proletarya dağılımının oluşma-
kuşkusuz mümkündür. Ayrılık (ya da özerklik) ve ilhak (ya da fe- sıdır. Merkez devletler ulusal olarak, çevre ülkelerden daha yük-
derasyon) hareketlerinin nedeni budur. sek bir burjuva yüzdesine sahiptir. Buna ek olarak, iki bölgede
Bir bütün olarak kapitalist dünya ekonomisinde yapısal işbö- bulunan burjuva ve proleter çeşitleri arasında sistematik farklı-
lümünün siyasal payandası işlevini gören şey, devletlerin üretim lıklar vardır. Örneğin merkez devletlerde ücretli proleter yüzdesi
unsurlarının akışına müdahale edebilme biçimindeki bu gerçekçi sistematik olarak daha yüksektir.
İRK, ULUS, SINIF 156

Kapitalist bir dünya ekonomisinde devletler siyasal çatışma-


nın esas arenası olduğuna göre ve dünya ekonomisi ulusal sınıf
bileşiminin yaygın bir şekilde farklılık göstermesi şeklinde işle-
diğine göre, dünya ekonomisinin farklı konumlarında olan devlet-
lerin politikalarının neden bu denli farklı olması gerektiğini kavra-
mak kolaydır. Bundan dolayı, ulusal üretimin dünya ekonomisin-
deki işlevini ve toplumsal bileşimini değiştirmek için belli bir dev-
letin siyasal mekanizmasını kullanmanın, kapitalist dünya sistemini
kendiliğinden değiştirmeyeceğini kavramak da kolaydır.
Ancak şurası açıktır ki, yapısal konumda bir değişime doğru
yapılan bu çeşitli ulusal hamleler (bunlara çoğu zaman yanıltıcı bir Genelde çoğu çözümlemeciler (özellikle de Marksist çözümleme-
biçimde "gelişme" deriz) gerçekten de dünya sistemini etkilemekte ciler), Marx'ın tarih yazımıyla ilgili en çok belirsizlik taşıyan dü-
ve uzun vadede gerçekten de dönüştürmektedir. Ama bunu prole- şüncelerini vurgulama ve süreç içinde onun en özgün ve verimli
taryanın dünya çapında sınıf bilinci üzerindeki etkileri yoluyla — düşüncelerini ihmal etme eğilimi göstermektedirler. Bu belki de
araya giren bu değişken yoluyla— yaparlar. şaşırmamamız gereken bir şeyse de işimizi hiç kolaylaştırmadığı
O halde merkez ve çevre, burjuvazinin artığa el koyma sis- açıktır.
teminin çok önemli bir parçasını belirlemek üzere kullandığımız "Herkesin Marx'ı kendine," derler ve kuşkusuz bu doğrudur.
ibarelerdir yalnızca. Çok basite indirgersek, kapitalizm, proleterin Aslında son otuz yılda genç Marx, epistemolojik kopuş vb. hak-
artık değerine burjuvanın el koyduğu bir sistemdir. Bu proleter kında yapılan tartışmalara bakarsak ben, "herkesin çifte Marx'ı
burjuvadan ayrı bir ülkede bulunduğu zaman, el koyma sürecini kendine" diyeceğim. Benim iki Marx'ım kronolojik olarak birbiri-
etkileyen mekanizmalardan biri, devlet sınırlarından akışın kont- ni izlemiyorlar. Bana Marx'ın epistemolojisindeki temel bir içsel
rolünün yönlendirilmesidir. Bu, merkez, yarı-çevre, ve çevre çelişki gibi görünen, iki farklı tarih yazımı ile sonuçlanan şeyden
kavramlarında özetlenen "eşitsiz gelişme" şekillerine yol açar. Bu doğuyorlar.
da elimize, kapitalist dünya ekonomisindeki birçok sınıf çatışması Bir yanda, insan doğası kavramı üzerine kurulu bir antropo-
biçiminin çözümlenmesine yardımcı olan bir zihinsel araç ver- lojiyi, Kantçı kesin buyrukları, insanlık durumunun yavaş ama
mektedir. kaçınılmaz bir şekilde iyileşmesine olan inancı ve özgürlüğü ara-
yan insana olan ilgiyi temel alan liberal burjuva düşüncesine karşı
en büyük başkaldırı olan Marx var. Marx tüm bu kavramlar kü-
mesine karşı, her biri farklı yapıya sahip, her biri kendi üretim
tarzıyla tanımlanan ayrı dünyalarda bulunan, çok sayıda toplumsal
gerçekliğin varolduğunu öne sürdü. Amaç bu üretim tarzlarının
ideolojik perdelerinin ardındaki işleyişlerini ortaya çıkarmaktı.

* Makalenin İngilizce orijinali, "Marx and History: Fruitful and Unfruit-


ful Emphasis" (Marx ve Tarih: Verimli ve Verimsiz Vurgulamalar) adıyla
Thesis Eleven dergisinde, no. 8, 1984'te yayınlanmıştır.
IRK, ULUS, SINIF 158 MARX VE TARİH 159

Bundan sonra "evrensel yasalar"a duyulan inancın kişiyi her bir derin bir tartışmasında, Saint-Just'ü "anti-kapitalist" olarak tanım-
üretim tarzının özelliklerini tanımaktan, işleyişinin gizlerini keş- lamanın uygun olacağı ve bu tanımın aslında sanayi kapitalizmini
fetmekten ve böylece de tarihin yollarını açıkça incelemekten alı- kapsayacak bir şekilde genişletilebileceği sonucuna varıyordu.
koyduğu düşüncesi geldi. Daha sonra şöyle ekliyordu: "Bu anlamda Saint-Just'ün selefle-
Diğer yandan ise Marx, ilerlemeye doğru kaçınılmaz bir tarih- rinden ya da çağdaşlarından daha az ilerici olduğu söylenebilir."1
sel gidişi kabul ettiği ölçüde, evrenselciliği de çizgisel antropoloji- Peki neden "daha" ilerici değil de "daha az" ilerici? Meselenin özü
siyle beraber kabul etti. Onun üretim tarzları okul çocukları gibi bu.
boy sırasına göre, yani üretim güçlerinin gelişme derecesine göre Kuşkusuz Marx bir Aydınlanma adamı, bir Smithgil, bir Ja-
dizilmiş görünüyorlardı. (Aslında kurallara uymayı ve düzgün koben, bir Saint-Simoncu'ydu. Bunu kendi söylüyordu. 19. yüz-
sıraya girmeyi reddeden haylaz bir okul çocuğu rolünü oynar gibi yılın tüm iyi sol entelektüelleri gibi onun da zihni burjuva libera-
görünen Asya tipi üretim tarzı kavramının neden olduğu şiddetli lizminin öğretileriyle doluydu. Yani tüm arkadaşlarıyla birlikte,
sıkıntının kaynağı budur.) Ancien Regime kokan her şeye —imtiyaz, tekel, derebeylik hak-
Açıktır ki bu ikinci Marx, liberaller tarafından çok daha kabul lan, aylaklık, dindarlık ve hurafeye— karşı bir çeşit sürekli, nere-
edilebilirdir ve hem entelektüel hem de siyasal olarak uzlaşmaya deyse içgüdüsel bir protestoyu paylaşıyordu. Marx bu miyadını
hazır oldukları Marx odur. Öteki Marx çok daha can sıkıcıdır. Li- doldurmuş dünyaya karşı akılcı, ciddi, bilimsel, üretici olan ne
beraller o Marx'tan korkar ve onu reddederler, elbette onun ente- varsa onun yanındaydı. Çok çalışmak erdemdi.
lektüel meşruiyetini de inkâr ederler. Bu ilk Marx, ister kahraman Marx, bu yeni ideolojiye dair çekincelere sahip olmasına rağ-
olsun ister şeytan, bana ilginç gelen ve bugün hâlâ bize söyleye- men (ki bunlar çok da fazla değildi), bu değerlere bağlı olduğunu
cek bir şeyleri olan tek Marx'tır. iddia etmeyi ve daha sonra liberalleri kendi ipleriyle asarak, bu
İki Marx arasındaki bu ayrımda söz konusu olan, birbiriyle değerleri onlara karşı siyasal açıdan kullanmayı taktik olarak ya-
zıt tarihsel mitlerden türetilen farklı kapitalist gelişme beklentileri- rarlı buldu. Çünkü liberallerin kendi devletlerinde düzen ne zaman
dir. Kapitalizm öykümüzü iki kahramandan birinin etrafında dön- tehdide uğrasa ilkelerini rafa kaldırdıklarını göstermek onun için
dürebiliriz: muzaffer burjuva ya da yoksul kitleler. Kapitalist dün- pek de zor değildi. Bu nedenle Marx için liberallere kendi sözle-
ya ekonomisinin beş yüzyıllık tarihinin anahtar kişiliği bu ikisin- rini tutturmak, liberalizmin mantığını en uç noktasına dek götür-
den hangisidir? Tarihsel kapitalizm çağını nasıl değerlendireceğiz? mek ve böylece onlara, kendilerinden başka herkese salık verdik-
Diyalektik olarak kendi reddine ve Aufhebung*una yol açtığı için leri ilacı yutturmak kolay bir işti. Marx'ın başlıca sloganlarının
toptan olumlu mu? Yoksa dünya nüfusunun büyük çoğunluğunun daha fazla özgürlük, daha fazla eşitlik, daha fazla kardeşlik ol-
yoksullaşmasına yol açtığı için toptan olumsuz mu? duğu söylenebilir.
Bu görüş seçiminin ayrıntılı her çözümlemede yansıtıldığı ba- Marx'ın zaman zaman Saint-Simon karşıtı bir geleceğe doğru
na oldukça açık gelmektedir. Sadece tek bir örnek verip, çağdaş bir imgelem sıçrayışı yapmaya eğilimli olduğu kuşku götürmez.
bir yazardan rasgele bir düşünceye değineceğim. Buna özellikle Fakat belki de her zaman antipatik ve gerçekten zararlı bulduğu
değiniyorum, çünkü rasgele, yani masumane denebilecek bir şe- ütopyacı ve anarşist iradeciliğin ekmeğine yağ sürmekten kork-
kilde ileri sürülmüş bir düşünce bu. Yazar, Saint-Just'ün Fransız
Devrimi boyunca iktisat üzerine düşünceleriyle ilgili kavrayıcı ve
1. Charles-Albert MICHALET, "Économie et politique enez Saint-Just.
L'exemple de l'inflation", Annales historiques de la Révolution française, LV,
Auflıebung: Aşma (ç.n.) no. 191, Ocak-Mart 1968, s. 105-106.
IRK, ULUS, SINIF 160 MARX VE TARİH 161

tuğu için bu yönde fazla ileri gitmekte tereddüt ettiği oldukça kanıtlamak mümkündür. Bu oluş içinde, dört yüzyıl boyunca sı-
açıktır. Görüşlerine çok kuşkucu bir şekilde yaklaşmamız gereken nıfların yalnızca göreli olarak değil, mutlak olarak da kutuplaş-
Marx, işte tam da bu burjuva liberal Manx'tır. maları gerçekleşmiştir. Peki eğer durum buysa kapitalizmin ileri-
Tekrar sahneye çıkarmamız gereken Marx ise öteki Marx'tır; ciliği nerede yatmaktadır?
tarihi karmaşık ve dolambaçlı gören Marx; bu nedenle de kapita- Kutuplaşmadan ne kastettiğimizi saptamak ve belirlemek zo-
lizmi tarihsel bir sistem olarak eleştiren Marx'tır. Bu Marx tarihsel runda olduğumuzu söylemeye gerek yok. Tanım kendiliğinden
kapitalizm sürecine yakından baktığında ne buldu? Yalnızca "bu- açık değildir; her şeyden önce (geniş tanımıyla) maddi servetin
güne dek varolmuş olan tüm toplumların" görüngüsü olan sınıf toplumsal dağılımı ile, proleterleşme ve burjuvalaşmanın ikiz sü-
mücadelesini değil, sınıf kutuplaşmasını da buldu. Onun en radi- reçlerinin sonucu olan toplumsal iki uçlulaşmayı birbirinden ayır-
kal ve cüretkâr varsayımı buydu ve dolayısıyla en şiddetle karşı mamız gerekmektedir.
konulan varsayımı da bu oldu. Servetin dağılımı söz konusu olduğunda, bunu hesaplamak
Başlangıçta Marksist partiler ve düşünürler, yaptığı felaket için çeşitli yollar vardır. Başlangıç olarak hesap birimine karar
haberciliğiyle geleceği ipotek altına almış görünen bu sınıf kutup- vermek zorundayız; yalnızca mekânsal birime (yukarıda ulusal
laşması kavramını ortalığa bol bol savurdular. Fakat Marksizm devlet ya da şirket yerine dünya ekonomisini tercih ettiğimizi be-
karşıtı entelektüeller en azından 1945'ten beri, Batı ülkelerindeki lirtmiştik) değil, zamansal birime de karar vermeliyiz. Sözünü
sanayi işçilerinin yoksullaşmak bir yana, büyükbabalarından çok ettiğimiz dağılım, bir saatlik mi, bir haftalık mı, bir yıllık mı, otuz
daha iyi yaşadıklarını ve sonuç olarak değil mutlak, göreli bir yıllık mı? Her hesap farklı, hatta bağdaşmaz sonuçlar verebilir.
yoksullaşma bile olmadığını kanıtlanmakta çok daha az zorlan- Aslına bakarsanız insanların çoğu iki zamansal hesapla ilgilenir.
dılar. Biri çok kısa vadeli bir hesaptır ve hayatta kalma hesabı olarak ad-
Dahası, haklıydılar. Ve bunu bizzat sanayi toplumlarında sol landırılabilir. Diğeri ise, hayatın niteliğini, bir kişinin yaşamakta
partilerin esas toplumsal tabanı olan sanayi işçilerinden daha iyi olduğu günlük hayatın toplumsal değerlendirmesini ölçmek için
bilen de yoktu. Bu nedenle Marksist partiler ve düşünürler, bu kullanılır ve tüm bir hayatın hesabı olarak adlandırılabilir.
temadan geri çekilmeye başladılar. Bu belki bir bozgun değildi, Hayatta kalma hesabı doğası gereği değişken ve gelip geçi-
ama en azından konuya girmekte tereddüt eder hale geldiler. Ku- cidir. Bize maddi kutuplaşma olup olmadığını, nesnel ve öznel
tuplaşma ve yoksullaşmaya yapılan atıflar yavaş yavaş (tıpkı dev- olarak gösterebilecek en iyi ölçü tüm bir hayatın hesabıdır. Ku-
letin "sönümlenmesine" yapılan atıflar gibi) tümden azaldı ya da şaklar arası ve uzun vadeli olan bu ikinci tür hesapları karşılaş-
kayboldu; bizzat tarih tarafından yalanlanmış gibi göründü. tırmamız gerekir. Ancak kuşaklararası bir karşılaştırma, tek bir
Bizim Marx'ımızın sahip olduğu en zekice sezgilerden biri- sülale içindeki karşılaştırma anlamına gelmez; çünkü böylesi bir
nin, bir çeşit planlanmamış ve karmakarışık düşüşü işte böyle karşılaştırma bir bütün olarak dünya sistemi perspektifiyle ilgisi
gerçekleşti. Çünkü Marx, longue durée* konusunda sandığımız- olmayan bir etkeni, dünya ekonomisinin belirli bölgelerindeki top-
dan çok daha kurnazdı. Gerçek şu ki kutuplaşma tarihsel olarak lumsal hareketlilik oranlarını işe karıştırmaktadır. Yapmamız ge-
yanlış değil doğru bir varsayımdır ve hesap birimi olarak kapita- reken, dünya ekonomisinin, her biri gruptakilerin tüm hayatlarıyla
lizm için gerçekten geçerli olan tek varlığı, yani kapitalist dünya ölçülen paralel tabakalarını, birbirini izleyen tarihsel anlarda kar-
ekonomisini kullanmak kaydıyla, bu varsayımı ampirik olarak şılaştırmaktır. Sorulması gereken soru, bir tarihsel anda, verili bir
tabakada tüm bir hayat deneyiminin diğerinden daha kolay mı
* uzun vadelilik. (ç.n.) yoksa zor mu olduğu ve zaman içinde yüksek tabaka ile aşağı ta-
IRK, ULUS, SINIF 162 MARX VE TARİH 163

baka arasında artan bir uçurum oluşup oluşmadığıdır. değil, (onun mantıksal karşılığı olan ama aynı literatürde pek az
Hesap, yalnızca bir hayat boyu sağlanan tüm geliri değil, bu tartışılan) burjuvalaşmaya da bakalım.
gelirin, (hangi biçimde olursa olsun) sağlanmasına ayrılan hayat Bu durumda da bu terimlerle ne demek istediğimizi belirle-
boyu çalışma saatlerine bölünmesini de içermelidir. Böylece kar- mek zorundayız. Eğer bir burjuva, tanım olarak yalnızca 19. yüz-
şılaştırmalı bir çözümlemenin temeli olabilecek sayılan elde ede- yılın başında Frenglandlı tipik bir sanayici olabiliyorsa ve bir pro-
biliriz. Hayat süresi göz önünde bulundurulmalıdır, fakat bu süre leter de yalnızca, bu sanayicinin fabrikasında çalışan kişi olabili-
daha çok 1 ve hatta 5 yaşından itibaren hesaplanmalıdır (böylece, yorsa, kapitalist sistemin tarihinde pek de sınıf kutuplaşması ol-
yetişkinlerin sağlığını etkilemeyen, ancak çocuk ölümleri oranını madığı epey kesindir. Kutuplaşmanın azaldığı bile kanıtlanabilir.
düşürebilecek sağlık alanındaki kimi gelişmelerin etkisini saf dı- Ancak eğer gerçek bir burjuva ve gerçek bir proleterden kasıt
şı bırakılabiliriz). Son olarak çok sayıda insanın soyunun deva- bugünkü gelirleriyle, yani miras kalmış kaynaklardan (sermaye,
mını önleyerek diğer bazılarının kaderinin iyileşmesinde rol oy- mülk, ayrıcalık, vb.) elde edilen gelire bağımlı olmadan yaşayan-
nayan çeşitli soykırımları da hesabın (ya da indeksin) içine ka- larsa; ayrım, ikili rolleri fazla içermeyen, yalnızca artık değeri ya-
tılmalıdır. ratan (proleter) ile onun yarattığı artık değerle yaşayan (burjuva)
İnanıyorum ki, uzun vadede ve tüm dünya ekonomisinin bir arasında yapılan bir ayrımsa; yüzyıllar boyunca giderek daha çok
ucundan öbür ucuna hesaplanmış bazı makul rakamlar elde edile- insanın bu iki kategoriden birinde yerini aldığı ve bunun henüz ta-
bilse, bu rakamlar son dört yüzyıl boyunca kapitalist dünya eko- mamlanmamış olan yapısal bir sürecin sonucu olduğu, kuşkuya
nomisinde belirgin bir maddi kutuplaşma olduğunu açıkça kanıtla- yer bırakmayacak şekilde öne sürülebilir.
yacaktır. Daha açık olmak gerekirse, dünya nüfusunun (hâlâ kır- Bu süreçlere daha yakından bakmak savımızı açıklığa kavuş-
sal olan büyük çoğunluğunun) günümüzden dört yüzyıl önce- turacaktır. "Proleterleşme"de gerçekte olup biten nedir? Tüm dün-
sinden çok daha az karşılık alarak daha çok ve uzun çalıştığını id- yada işçiler, gelirlerin toplandığı küçük "hane" gruplarında yaşa-
dia etmekteyim. maktadırlar. Ne tümüyle akrabalıkla ilgili ne de zorunlu olarak or-
Kitlelerin daha önceki çağlardaki hayatlarını idealize etmeye tak-ikâmete dayalı olan bu grupların belli bir ücret gelirine dayan-
niyetim yok; sadece onların insani olanaklarının genel düzeyini madığı durumlar enderdir. Fakat aynı şekilde sadece ücret gelirle-
bugünkü torunlarıyla karşılaştırarak değerlendirmek istiyorum. riyle geçinmeleri de pek az rastlanır bir şeydir. Bu gruplar küçük
Bir Batı ülkesinde vasıflı işçilerin atalarından daha iyi durumda meta üretiminden, kiralardan, hediyelerden, transfer ödemelerin-
oldukları gerçeği, bugün Kalküta'da yaşayan vasıfsız bir işçinin den ve (hiç de az olmayan) geçimlik üretimden gelenleri ücret ge-
hayat standardı hakkında —kaldı ki Perulu ya da Endonezyalı bir lirine eklemektedirler. Böylelikle çok sayıda gelir kaynağını, kuş-
mevsimlik tarım işçisinin durumundan söz etmiyorum bile— pek kusuz çok farklı oranlarda, çok farklı yerlerde ve zamanlarda bir-
bir şey söylememektedir. leştirirler. Bu nedenle proleterleşmeyi ücret gelirine bağımlılığın
Proleterleşme gibi Marksist bir kavramı maddi gelir bilançosu toplam yüzde olarak artma süreci şeklinde düşünebiliriz. Bir ha-
olarak kullanmakla "ekonomizme" fazla kaydığım söylenerek iti- nenin ücretlere yüzde sıfır bağımlılıktan yüzde yüz bağımlılığa
raz edilebilir. Ne de olsa önemli olanın üretim ilişkileri olduğunu birdenbire geçtiğini düşünmek tümüyle tarihdışı düşünmektir.
savunanlar var. Kuşkusuz bu doğru bir yorumdur. Öyleyse ku- Söz konusu hanelerin bazen kısa sürelerde, diyelim ki yüzde yir-
tuplaşmaya bir toplumsal iki uçlulaşma, çok sayıda ilişkinin tek mi beş bağımlılıktan yüzde elli bağımlılığa geçmeleri daha müm-
bir burjuva-proleter zıtlığına dönüşmesi olarak bakalım. Yani yal- kündür. Bildiğimiz klasik örnekte, 18. yüzyılın İngiliz "çitleme
nızca (Marksist literatürün bir kurtarıcısı olan) proleterleşmeye hareketlerinde" de olan aşağı yukarı budur.
IRK, ULUS, SINIF 164 MARX VE TARİH 165

Proleterleşmeden kârlı çıkan kimdir? Kapitalistlerin kârlı çık- çekleşir. Proleterleşme talebi daha çok öbür taraftan gelir. İşçiler
tığı hiç de kesin değildir. Hanelerin ücretlerden elde ettikleri gelir- kendilerini çeşitli yollarla örgütlerler ve böylece taleplerinden ba-
lerin yüzdesi arttıkça ücret düzeyi de yeniden üretim için gerekli zılarını elde ederler, bu da onlara gerçek bir ücret-tabanlı asgari
asgari düzeye yaklaşacak şekilde azalmak zorunda değil, eşza- ücret eşiğine ulaşma olanağı sağlar. Yani işçiler kendi çabalarıyla
manlı olarak artmak zorundadır. Belki de böylesi bir savın saçma proleterleşirler ve sonra da zafer diye haykırırlar!
olduğunu düşünebilirsiniz. Eğer bu işçiler daha önce asgari ücret- Benzer şekilde, burjuvalaşmanın gerçek niteliği de inandırıl-
lerini almamış olsalardı biyolojik olarak nasıl hayatta kalabilirler- dığımızdan oldukça farklıdır. Burjuvanın klasik Marksist sosyo-
di? Aslında bu hiç de saçma değildir. Çünkü eğer ücret geliri hane lojik portresi, bizzat Marksizm'in temelindeki epistemolojik çeliş-
geliri toplamının yalnızca küçük bir oranını oluşturuyorsa, ücretli kilerle yüklüdür. Marksistler bir yandan, ilerici-girişimci-burju-
işçinin işvereni, toplam hane gelirinin diğer bileşenlerini, ödenen vanın, tembel-rantiye-aristokratın zıddı olduğunu ileri sürerler. Ve
ücret ile hayatta kalmak için gerekli asgari miktar arasındaki farkı burjuvalar arasında da ucuz alıp pahalı satan (bu nedenle spe-
"kapatmaya" zorlayarak asgari-altı bir saat ücreti ödeyebilir. Bu külatör-vurguncu-aylak) ticari kapitalist ile üretim ilişkilerinde
nedenle, asgari bir düzeyi yakalamak için geçimlik emekten ya da "devrim yapan" sanayici arasında bir zıtlık gösterilir. Eğer bu sa-
küçük meta üretiminden tüm bir haneye asgari-üstü gelir elde et- nayici kapitalizme giden "gerçekten devrimci" yolu tutmuşsa, yani
mek amacıyla gereken çalışma, ücretli emekçinin işvereni için bir bu sanayici liberal efsanelerin kahramanına, çalışa çalışa büyük
"yardım ödeneği" olarak, bu işverene artık değer aktarımına hiz- adam olmuş küçük adama benziyorsa, bu zıtlık daha da keskin
met etmektedir. Dünya ekonomisinin çevre bölgelerindeki inanıl- hale gelir. Marksistler, bu inanılmaz ama köklü tavır sonucu ka-
maz derecede düşük ücret ölçeklerini açıklayan şey budur. pitalist sistemin kutsanışının başlıca faillerinden biri olmuşlardır.
Kapitalizmin temel çelişkisi iyi bilinir. Bu, kârını en üst düze- Bu tanım insana, bu aynı sanayicilerin, işçileri, artık değeri
ye çıkarmanın (ve bu nedenle ücretler de dahil olmak üzere, üre- çekip alma biçimindeki sömürüşleri —ve böylece mantıksal ola-
tim maliyetlerini en aza indirmenin) yollarını arayan bireysel giri- rak tüccar ve "feodal aristokrat" ile birlikte aylaklar safına katılış-
şimci olarak kapitalistin çıkarı ile onun, üyeleri kârlarını realize ları— hakkındaki diğer Marksist tezleri neredeyse unutturmak-
edemedikçe, yani ürettiklerini satamadıkça para kazanamayacak tadır. Fakat eğer hepsi bu temel biçimde birbirlerine benzer iseler
olan bir sınıfın üyesi olarak çıkarları arasındaki çelişkidir. İşte bu o halde farklılıkları açığa vurmak, kategorilerin tarihsel evrimini,
yüzden alıcılara ihtiyaçları vardır ve bu çoğunlukla işçilerin nakit varsayılan gerilemeleri (örneğin "soylu yaşamak" isteyen burju-
gelirlerini artırmaya ihtiyaç duymaları anlamına gelmektedir. vazinin "aristokratlaşmasını"), bazı burjuvaların ihanetini (çünkü
Burada dünya ekonomisinin tekrarlanan durgunluklarını, görünürde "tarihsel rollerini oynamayı" reddetmektedirler) tartış-
dünya nüfusunun (her seferinde yeni) bazı kısımlarının alım gü- mak için ne demeye bu kadar zaman harcıyoruz?
cündeki süreksiz fakat zorunlu (yani basamak benzeri) artışlara Üstelik bu doğru bir sosyolojik portre midir? Tıpkı çok sayı-
götüren mekanizmaları yeniden gözden geçirmeyeceğini. Sadece da kaynaktan (ücret bunlardan sadece biridir) elde edilen gelirleri
bu gerçek alım gücünü artırma mekanizmalarının en önemlile- birleştiren hanelerde yaşayan işçiler gibi, kapitalistler de (özellikle
rinden birinin proleterleşme olarak adlandırdığımız süreç oldu- büyük olanları) aslında birçok yatırım, kira, ticari kârlar, "nor-
ğunu söyleyeceğim. Proleterleşme, kapitalistlerin bir sınıf olarak mal" üretim kârları, mali spekülasyonlar gibi kaynaklardan gelen
kısa vadeli (yalnızca kısa vadeli) çıkarlarına hizmet etse bile tek gelirleri birleştiren işletmelerde yaşarlar. Bu gelirler para biçimini
tek işverenler olarak çıkarlarına karşıdır ve bu nedenle prole- aldıktan sonra kapitalist için bir fark yoktur; hepsi mahkûm ol-
terleşme, normal olarak, onlar sayesinde değil onlara rağmen ger- dukları o bitmek bilmez ve cehennemi birikimin peşine düşmek
IRK, ULUS, SINIF 166 MARX VE TARİH 167

için birer araç oluverir. bu kısmen kapitalizmin çelişkilerine, kısmen de işçilerin baskı-
Bu noktada konumlarının psikolojik-sosyolojik çelişkileri larına bağlıdır.
devreye girmektedir. Weber uzun süre önce Kalvincilik'in man- Nesnel olarak, kapitalist sistem yayıldıkça daha akılcılaşmış
tığının insanın "psikolojisi"yle çeliştiğine dikkat çekmişti. Mantık bir hale gelir, daha çok sermaye yoğunlaşmasına neden olur, re-
bize, insanın kendi ruhunun kaderini bilmesinin olanaksız oldu- kabet giderek daha çetin bir hal alır. Birikim yapma zorunlulu-
ğunu söyler; çünkü insan Tanrı'nın niyetlerini bilebilseydi, tam da ğuna aldırmayanlar rakiplerinin karşı saldırılarından çok daha hız-
bu nedenle, Tanrı'nın gücünü sınırlamış olurdu ve Tanrı artık lı, kesin ve vahşi bir şekilde zarar görürler. Bu nedenle "aristok-
"her şeye kadir" olmazdı. Fakat insan, kaderi üzerinde hiçbir etkisi ratlaşma" yolundaki her hata dünya pazarında çok daha ağır bir
olmadığını kabul etmeyi psikolojik olarak reddeder. Bu çelişki biçimde cezalandırılır; dünya pazarı "işletme"nin —özellikle de
Kalvinci teolojik "uzlaşmaya" yol açmıştır. Kişi Tanrı'nın niyetle- geniş ve (yarı) millileşmiş ise— içsel bir tasfiyesini gerektirir.
rini bilemezse de en azından "dış işaretler" yoluyla olumsuz bir Bir işletmenin yönetiminin varisi olmayı isteyen çocuklar
karan görebilir; ancak bu tür işaretlerin yokluğunda tersi bir sonu- artık dışarıdan, yoğun ve "evrenselci" bir eğitim almak zorunda-
ca varmadan yapabilir bunu. Böylece ahlak şu şekli alır: Namuslu dırlar. Teknokratik yöneticinin rolü yavaş yavaş artmıştır. Kapi-
ve müreffeh bir hayat selamet için gerek şarttır ama yeter şart talist sınıfın burjuvalaşmasını kişileştiren işte bu yöneticidir. Bir
değildir. devlet bürokrasisi, artık değere el konulmasını gerçekten tekel-
Bugün burjuva, daha dünyevi bir kılıfta da olsa, aynı çeliş- leştirebilirse, her türlü ayrıcalığı kısmen bireysel ya da sınıfsal ve-
kiyle yüz yüzedir. Mantıksal olarak kapitalistlerin Tanrısı, burju- rasete değil de hali hazırdaki etkinliğe bağlı kılarak, bu burjuva-
vanın sadece biriktirmesini ister. Ve bu buyruğa karşı gelenleri laşmayı mükemmelen kişileştirebilir.
eninde sonunda iflasa sürükleyerek cezalandırır. Fakat biriktir- Bu sürecin işçi sınıfı tarafından daha ileri götürüldüğü ol-
mekten başka bir şey yapmamak hiç de eğlenceli değildir. İnsan dukça açıktır. İktisadi hayatın araçlarını teslim almak ve adaletsiz-
ara sıra birikiminin meyvelerini de tatmak ister. Burjuva ruhunda liği ortadan kaldırmak yolundaki tüm çabaları kapitalistleri sınır-
hapsedilmiş olan "feodal-aristokrat" aylağın şeytanı gölgeler ara- lama ve onları burjuvalaşmaya doğru geriletme yönündedir. Feo-
sından çıkar ve burjuva, "soylu yaşamak" ister. Fakat "soylu ya- dal-aristokrat aylaklık siyasal olarak fazla tehlikeli ve fazla göze
şamak" için insanın geniş anlamda rantiye olması, yani elde etmek batıcıdır.
için az çaba gerektiren, siyasal olarak "güvence altında" ve "miras Karl Marx'ın tarih yazımındaki teşhisi bu şekilde kendini
bırakılabilir" gelir kaynaklarına sahip olması gerekir. doğrulamaktadır: burjuva ve proleter şeklinde iki büyük sınıfta
Bu nedenle "doğal" olan, bu kapitalist dünyada her ayrıcalıklı kutuplaşma; hem maddi hem de toplumsal olarak. Fakat Marx'ın
tarafın "dilediği" şey rantiye statüsünden girişimci statüsüne geç- okunmasından türetilebilecek verimli ve verimsiz tarih yazımı vur-
mek değil, bunun tam tersidir. Kapitalistler "burjuva" olmak iste- gulamaları arasında yapılan tüm bu ayrım neden önemlidir? Bu,
mezler. Her zaman için "feodal-aristokratlar" olmayı tercih eder- sosyalizme "geçiş"i kuramlaştırma, aslında, genelde "geçişler"i
ler. kuramlaştırma sorunuyla karşılaşıldığında önem kazanır. Geç-
Eğer kapitalistler yine de giderek daha fazla burjuvalaşıyor- mişle karşılaştırıldığında kapitalizmden "ilerici" olarak söz eden
larsa bu, onların iradesi sayesinde değil, iradelerine rağmen ger- Marx, burjuva devrim(ler)inden, feodalizmden kapitalizme birçok
çekleşmektedir. Bu, işçilerin, kapitalistlerin iradesi sayesinde de- "ulusal" geçişin anahtarıymışçasına söz etmektedir.
ğil onların iradelerine rağmen proleterleşmelerine paraleldir. Bu Kuşku verici ampirik niteliklerini bir yana bırakırsak, burjuva
paralellik daha da ileri gider. Eğer burjuvalaşma süreci ilerliyorsa "devrimi" kavramı, bu devrimin hem öncül hem de önkoşul oldu-
IRK, ULUS, SINIF 168

ğu bir proleter devrimini düşünmeye yöneltir bizi. Modernlik bir-


birini izleyen bu iki "devrim"in zirvesi halini alır. Kuşkusuz bu
art arda geliş ne acısız ne de aşamalıdır: daha ziyade şiddetli ve
kesintilidir. Fakat yine de, tıpkı kapitalizmin feodalizmin ardından
gelişi gibi kaçınılmazdır. Bu kavramlar, işçilerin mücadelesi için
tüm bir stratejiyi, tarihsel rollerine aldırmayan burjuvalara karşı
ahlaki suçlamalarla dolu bir stratejiyi içermektedir.
Fakat eğer burjuva "devrimleri" yoksa ve sadece aç gözlü ka-
pitalist kesimlerin öldürücü mücadeleleri söz konusuysa ne kopya Défınir le bourgeois? Nous ne
edilecek bir model ne de aşılacak bir siyasal-toplumsal "geri kal- serions pas d'accord. **
mışlık" vardır. Hatta tüm "burjuva" strateji, kaçınılması gereken Emest LABROUSSE (1955)
bir şey olabilir. Eğer feodalizmden kapitalizme "geçiş" ne ilerici
ne de "devrimci" ise; eğer bu geçiş egemen katmanlar için işçi
yığınları üzerindeki kontrollerini pekiştirmeye ve sömürü düzeyini Modern dünya mitolojisinde baş oyuncu burjuvadır. Kimileri için
artırmaya izin veren büyük bir kurtarıcı olmuşsa (şimdi öteki kahraman, kimileri için cani, ama çoğu kimse için bir esin ya da
Marx'ın diliyle konuşmuş oluyoruz) bugün bir geçiş zorunluysa cazibe kaynağı, ya da geçmişi yıkıp bugünü kuran bir kahraman-
da, bunun kaçınılmaz olarak sosyalizme geçiş (yani üretimin kul- dır. İngilizce'de "burjuva" terimi pek kullanılmaz, onun yerine,
lanım değeri için olduğu eşitlikçi bir dünyaya geçiş) olmadığı so- genellikle, orta sınıf(lar) (middle classes) terimi yeğlenir. Anglo-
nucuna varabiliriz. Günümüzde anahtar sorunun küresel geçişin sakson düşüncesinin o bütün övülen bireyciliğine rağmen, "orta
yönü olduğu sonucuna varabiliriz. sınıf(lar)" terimi için uygun bir tekil adlandırmanın bulunamamış
Kapitalizmin, çok uzak olmayan bir gelecekte ölüm haberini olması herhalde küçük bir ironidir. Dilbilimciler, terimin ilk kez
alacak olması, bana hem kesin hem de hoş geliyor. Bunu, içinde 1007 yılında, Latince'de, burgensis şeklinde görüldüğünü söylü-
büyüyen "nesnel" çelişkilerinin bir çözümlemesiyle kanıtlamak yorlar; sözcük, 1100'de Fransızca'da, burgeis olarak tescil edil-
kolaydır. Gelecek dünyanın niteliğinin, bugünkü mücadelenin so- miş. Özgün anlamı içinde, bu, kentsel bir yerleşim alanının, bir
nucuna bağlı olan cevaplanmamış bir soru olarak kalıyor olması bourg'un sakini, ama "özgür" bir sakini anlamına geliyordu.1
da bence kesindir. Gerçekte geçiş stratejisi kaderimizin anahtarı Özgür, ama neyden özgür? Feodal sistemin toplumsal dokusunun
durumundadır. Kendimizi kapitalizmin tarihsel ilericiliği üzerine
bir taziyeye kaptırarak iyi bir strateji bulmamız mümkün görün-
* Bu makale ilk kez 23 Mart 1987'de Vanderbilt Üniversitesi'nde tarih
müyor. Tarih yazımının bu tür vurgulamaları bizi bugünkü sis- semineri olarak verilmiştir. İngilizce orijinali New Left Review, Sayı: 167,
temden daha ilerici olmayan bir "sosyalizme", yani bu sistemin Ocak-Şubat 1988'de; ilk Türkçe versiyonu da Defter, Sayı: 8, Şubat-Mart
bir "tecessüd"üne götürecek bir stratejiyi içerme tehlikesini taşı- 1989'da yayınlanmıştır.
** "Burjuvayı tanımlamak mı? Bu tanımda anlaşamazdık." (ç.n.) E. LA-
maktadır. BROUSSE, "Voies nouvelles vers une histoire de la bourgeoisie occidentale
aux XVIIie et XIXe siecles (1700-1850)", Relazioni de X Congresso Interna-
zionale di Scienze Storiche içinde, IV: Storia Moderna, Floransa, Yay. G.C.
Sansoni, 1955, s. 367.
1. G. MATORÉ, Le vocabulaire et la société médiévale, Paris, 1985, s.
292.
İRK, ULUS, SINIF 170 KAVRAM VE GERÇEKLİK OLARAK BURJUVAZİ 171

ve iktisadi bağlarının ifadesi olan yükümlülüklerden özgür. Bur- tarzı, bir sanatçının ya da bir entelektüelin yaşam tarzıyla da kar-
juva, bir köylü ya da serf değildi, ama bir soylu da değildi. şıtlık içine girdi. Bu karşıtlıkta burjuva yaşam tarzı, düzeni, top-
Demek ki, daha baştan bir aykırılık, bir muğlaklıkla karşı kar- lumsal uyumluluğu, temkinliliği, alıklığı temsil etti. Yani burjuva,
şıyayız. Aykırılık, çünkü "burjuva" kavramının doğmakta olduğu kendiliğindenlik, serbestlik, şenlik ve zekilik adına ne varsa hep-
sırada, feodalizmin kristalize olmuş üç zümreli hiyerarşik yapı- sine karşıt, nihayet bugün bizim kültür-düşmanı dediğimiz bir ya-
sında ve değer sisteminde, burjuva için mantıksal bir yer yoktu.2 şam tarzına sahipti. Son olarak, kapitalist gelişme, bir proleterin
Muğlaklık, çünkü o zamanlar (bugün de sürmekte olduğu gibi) de burjuvanın iktisadi rolünü üstlenmeksizin, sahte bir burjuva
burjuva terimi, hem bir şerefi, hem bir aşağılamayı; hem bir öv- yaşam tarzını benimsemesi anlamında yeni bir yaşam tarzını ola-
güyü hem de bir yergiyi ifade ediyordu. XI. Louis'nin "Berne naklı kıldı, ki biz buna "orta sınıflaşma" diyoruz.
burjuvası" payesini almaktan onur duyduğu söylenir.3 Ama öte Babbitt gibi bir burjuva, modern kültürel söylemin merkezinde
yandan Moliére, "Le bourgeois gentilhomme" üzerine sert bir hi- yer almışsa, kapitalist olarak burjuva da siyasal-ekonomi söy-
civ yazmıştı. Flaubert'in de, "J'appelle bourgeois quiconque pense leminin merkezinde olmuştur. Buna göre burjuva, üretim araçla-
bassement"* dediği bilinir. rını sermayeleştiren, ücret karşılığında işçi kiralayan ve üretileni
Bu ortaçağ burjuvası ne köylü ne de soylu (lord) olduğun- pazarda satandır. Satışlardan elde ettiği gelirin, ücretleri de içeren
dan, sonunda, onun bir ara sınıf üyesi, yani bir orta sınıf olduğu üretim maliyetlerinden daha büyük olması durumunda, burjuva-
düşünülmeye başlandı. Ancak, böylece başka bir muğlaklığa da nın amacı olan kârdan söz edilebilir. Burjuvayı toplumsal rolünün
meydan verilmiş oldu. Bütün şehir sakinleri mi, yoksa onların sa- erdemlerinden dolayı (yaratıcı bir girişimci olarak burjuva) öven-
dece bir kısmı mı burjuvaydı? Zanaatkarlar burjuva mı, yoksa kü- ler olduğu gibi, bu rolünün kötülüklerinden dolayı (parazit bir sö-
çük burjuva mıydı ya da burjuvadan sayılmazlar mıydı? Terim, mürücü olarak burjuva) yerenler de olmuştur. Fakat övenler de
pratikte, hem tüketim olanaklarını (yaşam tarzı) hem de yatırım yerenler de burjuvanın, bu kapitalist burjuvanın —çoğuna göre,
olanaklarını (sermaye) dolayımlayan, hali vakti yerindelikle çakı- 19. yüzyıldan bu yana; birçoğuna göre, 16. yüzyıldan beri; çok
şan belirli bir gelir düzeyiyle özdeşleştirildi. büyük bir gruba göreyse, daha da uzun bir zamandan beri—
Terimin kullanımı, bu iki eksen —tüketim ve sermaye— üze- modern iktisadi yaşamın merkezi dinamik gücü olduğunda birleş-
rinden geliştirildi. Buna göre burjuva yaşam tarzı, bir yandan mişlerdir.
soyluların, diğer yandan da köylü/zanaatkârların yaşam tarzlarıyla
karşıtlık oluşturuyordu. Köylü/zanaatkârların yaşam tarzı karşı- 19. Yüzyıl Tanımları
sında burjuva yaşam tarzı, konforu, adab-ı muaşereti, temizliği
ifade ediyordu. Ama soylununki karşısında, belirgin bir lüks yok- Tıpkı "burjuva" kavramının soylu/toprak sahibi ve köylü/za-
sunluğunu ve toplumsal davranışlardaki beceriksizliği temsil edi- naatkâr arasında bir ara tabaka olarak tanımlanması gibi, burjuva
yordu (yani, nouveau riche** imajına uygun düşüyordu). Çok çağı ya da burjuva toplumu da iki yön arasında tanımlanmaya baş-
sonraları şehir hayatı zenginleşip karmaşıklaşınca, burjuva yaşam landı: geriye doğru gidildiğinde feodalizmden ilerde, ileriye doğru
gidildiğindeyse sosyalizm vaadiyle (ya da tehdidiyle) karşı karşı-
* "Bayağı düşünen her kimse ona burjuva derim." (ç.n.) ** ya... Bu tanım 19. yüzyılın bir olgusuydu, öyle ki, çoğu kimse
yeni zengin, sonradan görme. (ç.n.) bu yüzyılın, burjuva zaferinin çağı olduğunu, kavram ve gerçek-
2.G. DUBY, Les trois ordres ou iimaginaire du féodalisme, Paris, 1978.
3.M. CANARD, "Essai de semantique: Le mot 'bourgeois'", Revue de lik olarak burjuvanın en asli tarihsel uğrağı olduğunu düşünmek-
philosophie française et de littérature, XXVII, s. 33. teydi. Burjuva uygarlığını kolektif bilincimizde, dünyanın atölye-
IRK, ULUS, SINIF 172 KAVRAM VE GERÇEKLİK OLARAK BURJUVAZİ 173

si, beyaz adamın omuzlarındaki yükün anavatanı, o üzerinde gü- kurumsallaşmasıydı. Ve kuşkusuz, Thomas Mann'ın Budden-
neşin hiç batmadığı, sorumluluklarının bilincinde, bilimsel, uygar brooks'ta betimlediğinin de —zengin aile hanedanlarının toplum-
Viktorya Britanyası'ndan daha iyi ne temsil edebilir ki? sal kalıplarında, büyük girişimciden iktisadi bütünleşmeye (konso-
Böylece burjuva gerçekliği —hem kültürel hem de siyasal- lidasyon), oradan sanat hamiliğine, nihayet günümüzde ya deka-
iktisadi gerçekliği— 19. yüzyılın üç büyük akımı (muhafazakâr- dan bir ahlak düşkününe ya da yoldan çıkmış idealist bir hedoniste
lık, liberalizm ve Marksizm) tarafından, benzer şekilde betimlen- doğru izlediği tipik dönüşüm çizgisi— bu olduğu söylenebilir.
di. Burjuvanın mesleki işlevi (önceleri genellikle bir tüccar, fakat Görmeye çalıştığımız şey nedir? Hayatının belli bir uğrağın-
sonraları, mallarını işçilere ürettiren, yani ücretli emek istihdam da, birtakım nedenlerle, bir burjuvanın "aristokratik" (19. yüz-
eden ve üretim araçlarına sahip bir işadamı), iktisadi motoru (kâr yıldan beri eski zengin tabiri de kullanılıyor) rol adına, hem kül-
güdüsü, sermaye biriktirme arzusu) ve kültürel profili (sorumlu, türel tarzını hem de siyasal-iktisadi rolünü terk etmesi olgusudur.
akılcı, kendi çıkarlarının peşinde koşan), bu üç akımın burjuvayı Bu olgunun geleneksel biçimsel simgesi, topraklı malikâne elde
kavramlaştırma konusunda anlaştıkları özellikler oldu. edip, kent sakini —fabrika sahibi— burjuvalıktan, kır sakini —
Merkezi bir kavram etrafında 19. yüzyılda oluşmuş böylesine toprak sahibi— soyluluğa doğru bir değişim geçirmek oldu.
bir kavrayış birliği dolayısıyla bu kavramı hiç tereddüt etmeden, Burjuva bunu niye yapar? Yanıtı açık. 11. yüzyıldan bugüne
tartışmaya gerek duymaksızın kullanabileceğimiz düşünülebilir. kadar, gerek toplumsal statü açısından, gerekse modern dünyanın
Ancak Labrousse, tek bir tanım üzerinde anlaşamayacağımızı ve kültürel söylemi açısından, bir aristokrat olmak, her nedense bir
bu nedenle ampirik gerçekliğe daha yakından bakmamızı ve ufku- burjuva olmaktan daha "iyi", daha arzu edilir bir şey olarak
muzu mümkün olduğunca geniş tutmamızı salık veriyor. Lab- görülmüştür.
rousse'un 1955'teki bu önerisine rağmen, akademik camianın bu İlk bakışta bu, iki nedenden dolayı dikkate değerdir. Birincisi
öneriyi dikkate almadığını sanıyorum. Neden acaba? şu: Bize herkesin söylediği, 19. yüzyıldan, 16. yüzyıldan ve hatta
Şimdi, tarihçilerin ve öteki toplumsal bilimcilerin çalışmala- daha da öncesinden beri, siyasal-iktisadi sürecin dinamik figü-
rında, içinde burjuva(zi) kavramının (onların değilse de, çoğu okur- rünün burjuva olduğudur. Peki öyleyse, herhangi biri toplumsal
larının canını sıkacak bir biçimde) kullanıldığı beş ayrı bağlamı ele sahnenin daha arkaik olan ve hep de öyle kalacak olan bir kö-
alalım. Bu rahatsızlık verici noktalan çözümlemekle, kavram ve şesinde yer almak için, sahnenin merkezinde bulunan yerinden
gerçeklik arasında daha iyi bir çakışmayı sağlayacak ipuçlarını bu- neden vazgeçsin?
labiliriz. İkincisi, feodalizm veya feodal düzen, ideolojik sunuşları
1. Tarihçiler sık sık "burjuvazinin aristokratlaşması" olarak içinde soyluluğu yüceltirken, kapitalizm kesinlikle burjuvalığı
adlandırdıkları bir olgudan söz ederler. Örneğin, bazılarına göre, yücelten bir ideolojiyi doğurdu. Ve kuşkusuz, bu ideoloji, en
bu durum 17. yüzyılda Hollanda'da görülmüştü.4 Ancien Regime azından kapitalist dünya ekonomisinin merkezinde ve yine en
Fransası'nda, mevki satışları (venality of office) sistemiyle ya- azından 150-200 yıldır egemen bir konumda bulunmaktadır. Bud-
ratılmış olan "noblesse de robe"*, sözü edilen kavramın fiili bir denbrooks olgusu geçerliliğini korumaya devam ediyor. Ve Bü-
yük Britanya'da asilzadelik bugün bile bir şeref olarak görülüyor.
* Yargıçlık mevkiine sahip olunduğunda verilen asalet. (ç.n.) 4. D. J.
ROORDA, "The Ruling Classes in Holland in the Seventeenth Century", der. J.
S. BROMLEY ve E. H. KOSSMAN, Britain and the Nether-lands, II,
Gröningen 1964 içinde s. 119; ve "Party and Faction", Acta Histo-riae 2. Çağdaş düşüncenin polemiklere yol açan önemli bir kav-
Nederlandica, II, 1967, s. 196-97. ramı da, burjuvazinin kendi tarihsel rolüne "ihaneti" kavramıdır.
IRK, ULUS, SINIF 174 KAVRAM VE GERÇEKLİK OLARAK BURJUVAZİ 175

Buna benzer bir fikri Marksist yazılarda da bulabiliriz; tabii bu, masına ya da en azından takdir edilmiş olmasına rağmen, Marx ve
söz konusu kavrayışın sadece Marksist yazılarda bulunabileceği Engels'in reddettikleri Utopyacı Sosyalistler'in töreciliğini de çok
anlamına gelmez. Bu kavram aslında "burjuvazinin aristokratlaş- fazla çağrıştırdığını geçerken belirtmek isterim.)
ması" kavramına bağlıdır. "Burjuvazinin ihaneti" fikri, burjuvazi açısından bakıldığında
Belirli ülkelerde, özellikle az "gelişmiş" denilenlerde, bu kav- daha da tuhaftır. Neden bir ulusal burjuva kendi tarihsel rolüne
ramla anlatılmak istenen, yerel (ulusal) burjuvazinin kendisinden ihanet etsin? Üstelik, böyle bir tarihsel rolü yerine getirmekle ka-
beklenen "normal" iktisadi rolü, toprak sahibi veya rantiye olmak zanacakları çok şey var. Ve madem ki, herkes de —muhafaza-
için, kısacası aristokrat olmak için terk etmiş olmasıdır. Fakat bu, kârlar, liberaller ve Marksistler— burjuva kapitalistlerin daima
kişisel biyografi bağlamındaki aristokratlaşmadan daha fazla bir kendi çıkarları peşinde koştuklarında hemfikirdir, öyleyse, burju-
şeyi ifade etmektedir. Yani, kolektif biyografi bağlamındaki kol- vazi kendi çıkarına olan bir şeyi nasıl görmez? Kelime oyununa
lektif aristokratlaşmayı ifade etmektedir. Söz konusu olan, bu dayanan bir bilmeceden daha fazla bir şeydir bu; kendi kendisiyle
değişimin bir çeşit ulusal takvime göre zamanlanması sorunudur. çelişen bir iddiadır. Tarihsel görevlerine "ihanet" ettikleri söyle-
Verili bir kesin gelişme evreleri kuramına göre, burjuvazi belirli nen ulusal burjuvaların nicel olarak küçük değil, çok büyük bir
bir noktada devlet aygıtını ele geçirmeli, "burjuva devleti" denen çoğunluğu meydana getirmesi, bu fikrin acayipliğini daha da
şeyi yaratmalı, ülkeyi sanayileştirmeli ve dolayısıyla, kolektif ola- çarpıcı bir biçimde gösteriyor.
rak önemli miktarda sermaye biriktirmeliydi, kısacası Büyük Bri-
tanya'nın geçtiği varsayılan tarihsel yolu izlemeliydi. Mülk Sahipliği ve Mülkün Kontrolü
Bu andan itibaren, birey olarak burjuvanın kendini aristokrat-
laştırması belki daha az önem taşıyacaktı. Fakat bunlar gerçek- 3. "Burjuvazinin aristokratlaşması" lafzı esas olarak 16. ve 18.
leşmeden önce, bu tür bireysel değişimler ulusal kolektif dönüşü- yüzyıl arasında, Avrupa ülkelerindeki bir olguya işaret etmek için
mü zorlaştırmaktadır (hatta olanaksızlaştırmaktadır). 20. yüzyılda, kullanılmışken, "burjuvazinin ihaneti" ifadesi, 20. yüzyılda, Av-
bu tür çözümlemeler büyük bir siyasal stratejinin payandası oldu- rupalı olmayan ülkelerdeki bir olguya işaret etmekte kullanıldı.
lar. Üçüncü Enternasyonal partilerinin ve onların ardıllarının "iki- Bununla birlikte esas olarak, geç 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl Kuzey
aşamalı ulusal devrim kuramı" denen kuramlarını haklı göstermek Amerikası ve Batı Avrupası'ndaki bir duruma işaret etmek için
için kullanıldılar. Buna göre, sosyalist partiler sadece proleter kullanılan üçüncü bir lafz daha var.
(ikinci aşama) devrimi başarmakla yükümlü değillerdir, burjuva Berle ve Means 1932'de yazdıkları o ünlü kitaplarında, mo-
(birinci aşama) devrimini gerçekleştirmede de oynamaları gereken dern iş girişiminin yapısal tarihinde "mülk sahipliği ile mülkün
çok geniş bir rol vardır. İddia, ulusal burjuvazinin tarihsel rolüne kontrolünün ayrılması" dedikleri bir yönelime işaret ettiler.5 Bu-
"ihanet" etmiş olması, dolayısıyla, tarihsel olarak "zorunlu" bu nunla, bir işin yasal sahibinin, aynı zamanda, o işin yöneticisi de
rolü, onların yerine proletaryanın üstlenmek zorunda olduğu yo- olduğu durumdan, modern korporasyona doğru bir değişimi kas-
lundaki bir mantığa dayanır. tediyorlardı. Bu yeni korporasyonun, sadece parasal sermaye ya-
Bu kavram iki bakımdan tuhaftır. Bir kere, bir toplumsal sını- tırımcıları derecesine indirgenmiş, çok sayıda sahibi vardır, ama
fın, proletaryanın, başka bir sınıfın, burjuvazinin, tarihsel görev- tüm iktisadi karar verme iktidarı, zorunlu olarak —kısmen dahi
lerini hem yerine getirme yükümlülüğüne, hem de bunu yerine
getirmenin toplumsal olanağına sahip olduğu düşünülüyor. (Bu- 5. A. BERLE ve G. MEANS, The Modern Corporation and Private Pro-
rada, bu stratejinin gerçekte Lenin tarafından ortaya atılmış ol- perty, New York, 1932.
IRK, ULUS, SINIF 176 KAVRAM VE GERÇEKLİK OLARAK BURJUVAZİ 177

olsa— girişimin sahibi olmayan yöneticilerin ya da resmi terimi yüzyıldaki gibi) görülüyor, fakat şimdi, "burjuvazi" ya da "kapi-
içinde ifade edecek olursak, maaşlı-çalışanların elindedir. Şimdi talistler" veya "üst yönetim" ile "proletarya" ya da "işçiler" arası-
artık herkesin kabul ettiği gibi, burjuvanın iktisadi rolü hakkında na yerleştiriliyor. Yani 11. yüzyılın burjuvası orta katmandı, fakat
19. yüzyılda liberaller ya da Marksistler tarafından yapılmış ta- 20. yüzyılın terminolojisinde, hâlâ üç katmanın tanımlanmakta ol-
nımlamalarla çakışmamaktadır. duğu bir durumda, söz konusu terim üst katmanı tanımlamak için
Ticari girişimin sözü edilen korporasyon biçiminin yükselişi, kullanılıyor. Bu karmaşa 1960'larda, "yeni orta sınıfları", "yeni
sadece girişimlerin üst düzeydeki yapılarını değil, çok daha fazla çalışan sınıflar" olarak yeniden adlandırarak, üç olan katmanı ikiye
şeyi değiştirdi. Bütün bir yeni toplumsal katmanı yarattı. Marx, indirmeye girişen kişilerin çabalarıyla daha da arttı.7 Bu ad deği-
19. yüzyılda, sermayenin merkezileşmesi gibi, sınıfların kutup- şikliği olası siyasal çıkarımları yüzünden geniş ölçüde teşvik edil-
laşmasının da zamanla artacağını ve nihayet sadece bir burjuva- di, fakat bu kez, değişen başka bir gerçekliğe daha dikkat çekili-
ziyle (azınlık), bir proletaryanın (çoğunluk) kalacağını öngörmüş- yordu: Nitelikli işçilerin ve bu maaşlı uzmanların yaşam tarzları ve
tü. Bununla, kapitalist gelişme sırasında, iki geniş toplumsal gru- gelir düzeyleri arasındaki farklılıklar daralıyordu.
bun, bağımsız küçük tarımsal üreticiler ve bağımsız küçük kent İkinci olarak, bu "yeni orta sınıfları", 19. yüzyılın çözümleme
zanaatkârlarının ikili bir süreçle kaybolacaklarını söylemek isti- kategorileriyle tanımlamak oldukça zordu. Bu sınıflar, "burjuva"
yordu: Pek azı girişimci (yani burjuva) ve çoğu ücretli işçi (yani sayılma ölçütüne biraz uyuyorlardı; "halleri vakitleri yerindeydi";
proleterler) olacaktı. Liberaller genellikle bu tür öngörülerde bu- yatırım yapmak için —çok olmasa da— biraz paraları vardı (ço-
lunmadılarsa da, sadece toplumsal bir tasvir olduğu kadarıyla, ğunlukla, hisse senetleri ve tahvillere yatırım yapıyorlardı); kuş-
Marx'ın öngörüsündeki hiçbir şey liberal tezlerle uyuşmaz bir hal- kusuz iktisadi ve siyasal olarak kendi çıkarlarını gerçekleştirmeye
de değildi. Cariyle gibi muhafazakârlar Marksist öngörünün doğ- çalışıyorlardı. Fakat yaşamlarını (servetlerinin gelirinden çok) üc-
ru olduğunu düşündüler; bu onları dehşete düşürüyordu. retli işçiler gibi, öncelikle halihazırdaki ücretleriyle kazanıyorlardı.
Gerçekte Marx haklıydı ve gerçekten de bu iki toplumsal ka- Ve böylece "proleter" sayılma ölçütüne de uyuyorlardı. Onların ya-
tegori son 150 yıl içinde dramatik bir biçimde küçüldü. Fakat, şam tarzında, burjuva kültürüne eşlik ettiği düşünülen püriten tar-
İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana sosyologlar, bu iki katmanın zın önemli bir yeri yoktu; tersine, bu tarz daha çok hedonistik ve
yok oluşu yanında, yeni bir katmanın ortaya çıkışına işaret etmek- bundan dolayı da "aristokratik"ti.
tedirler. "Eski orta sınıfın yitmekte olduğu ve "yeni bir orta sı-
nıfın ortaya çıkmakta olduğu artık herkesin bildiği bir şey haline 4. Üçüncü Dünya'da bu "yeni orta sınıfların" bir benzeri var-
geldi.6 Bu yeni orta sınıf ile kastedilen, üniversite eğitimiyle ka- dı. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra birbiri ardına bağımsızlığına
zandıkları becerileri dolayısıyla şirket yapılarındaki yönetimsel ya kavuşan bu ülkelerde, araştırmacılar, nüfusun çok önemli bir kat-
da yarı yönetimsel konumlarda bulunan ücretli uzmanların büyü- manının yükselişine, devlet tarafından istihdam edilen, diğer yurt-
yen katmanıydı (öncelikle "mühendisler", sonra hukuk ve sağlık taşlarla kıyaslandıklarında gelir düzeylerine göre zengin sayılan
uzmanları, pazarlama uzmanları, bilgisayar analizcileri vb.). eğitilmiş kadrolara işaret ettiler. Diğer "hali vakti yerinde" insan
Burada iki şey dikkati çekiyor: Her şeyden önce dilsel bir türlerinin fiilen bulunmadığı Afrika'da hemen göze çarpan bu kad-
karmaşa. Bu "yeni orta sınıflar" da bir "ara katman" olarak (11. roları tanımlamak için yeni bir kavram yaratıldı: "İdari burjuvazi".

6. Kayda değer bir örnek için bkz. C. WRIGHT MILLS, Wlıite Collar, 7. Örneğin bkz. A. GORZ, Stratégie ouvriére et néocapitalisme, Paris,
New York, 1951. 1964.
İRK, ULUS, SINIF 178 KAVRAM VE GERÇEKLİK OLARAK BURJUVAZİ 179

İdari burjuvazi, yaşam tarzı ve toplumsal değerler açısından, Kuşkusuz, bazı muhalif seslerin olduğu da belirtilmelidir.
gerçekten geleneksel anlamda "burjuva" idi. Bunlar çoğu rejimin Burjuva zaferinin o en önemli vatanında, Viktorya Britanyası'
dayanağı oldular. Fanon, tekpartili Afrika devletlerinin "burjuva nda, tam da zafer anında, Walter Bagehot, monarşinin, modern
diktatörlükleri" olduğunu iddia ederken8 bu burjuvaziyi kastedi- bir devlete ve kapitalist bir sisteme yaşamını sürdürme ve zafere
yordu. Kuşkusuz bu memurlar henüz, ücretli emek istihdam ulaşma olanağı veren koşulları korumadaki süregelen asli rolünü
eden, yenilikçi, risk üstlenen, en yüksek kârı elde etme amacında araştırdı.10 Max Weber, kapitalist uygarlığın kilit süreci olarak
olan bir girişimci olarak burjuvanın iktisadi rollerini yerine ge- gördüğü bürokratizasyonun tam da siyasal sistemin tepesinde asla
tirme anlamında burjuva değillerdi. İyi de, o kadar da doğru de- olanaklı olamayacağını vurguladı.11 Ve Joseph Schumpeter, bur-
ğil. Çünkü idari burjuvaların bu klasik iktisadi rolleri sıklıkla ye- juvazinin Bagehot'un uyarılarını anlama yeteneğinde olmaması
rine getirdikleri de oluyordu, fakat bunu yaptıklarında pek de tak- dolayısıyla, yönetim yapısının kaçınılmaz olarak yıkılacağını ileri
dir edilmiyorlardı, daha çok, "rüşvet ve irtikap" ile suçlanıyor- sürdü.12 Burjuvazi yönetmekte ısrar ederek kendi mezarını kaza-
lardı. caktı. Her üçü de, burjuva ekonomisiyle burjuva devletini eşitle-
menin göründüğü kadar basit olmadığını iddia ediyorlardı.
5. Burjuvazi ve/veya orta sınıflar kavramının modern dünya- Gerçekten de, Marksistler için devlet kuramı, (burjuva) devle-
daki devlet yapısının çözümlenmesinde, karmaşa yaratmakla bir- tin sınıf temeli kuramı, son 30 yılın en pürüzlü konularından biri
likte merkezi bir rol oynadığı beşinci bir alan daha var. Bir kez oldu; bunun en dikkate değer olanı N. Poulantzas ile R. Miliband
daha muhafazakâr, liberal ya da Marksist öğretilerden hangisine arasındaki tartışmalardır.13 "Devletin göreli özerkliği" ibaresi, geniş
bakarsak bakalım, kapitalizmin ortaya çıkışının, bir biçimde, dev- nominal desteğe sahip bir klişe haline geldi. Oysa bu "burjuva-
let mekanizmasının siyasal kontrolüyle ilişkili olduğunun, ikisinin zinin" ya da "orta sınıfların" —içlerinden hiçbirinin devleti, Mark-
birbirine sıkıca bağlı olduğunun varsayıldığını görürüz. Marksist- sist aforizmadaki doğrudan tarz içinde kontrol edemediği— çeşitli
ler en veciz ifadesini "devlet, yönetici sınıfın yürütme komitesi- versiyonlarının olduğu ve bunların bileşiminin tek bir sınıf ya da
dir"9 sözünde bulan görüşleriyle, kapitalist ekonominin bir burjuva grup adıyla ifade edilemeyeceği gerçeğini değilse, neyi anlatıyor?
devleti gerektirdiğini söylediler. Whig'in tarih yorumunun
merkezinde ise insan özgürlüğüne doğru itkinin, iktisadi ve siya- Kavramın Yeniden Düşünülmesi
sal arenalar içinde koşut bir biçimde geliştiği iddiası vardı. Lais-
sez-faire, temsili demokrasiyi ya da en azından parlamenter yö- Burjuva kavramını, Ortaçağ'da ilk ortaya çıkışından, Ancien Re-
netimi gerektiriyordu. Ve muhafazakârların yakındıkları şey, gime'in ve sonra 19. yüzyıl sanayiciliğinin Avrupası'ndaki teces-
(hepsinden önemlisi, devlet yapıları düzeyinde) geleneksel ku- sütleri yoluyla bize ulaşan haliyle 20. yüzyıl dünyasından konu-
rumların düşüşü ile para bağlan arasındaki derinlikli ilişki değilse şurken net bir anlamda kullanmak hayli zor görünüyor. Hele onu,
nedir? Muhafazakârlar, ne zaman Restorasyon'dan söz etmişler-
se, bununla kastettikleri, monarşinin ve aristokratik imtiyazın res-
10.W. BAGEHOT, The English Constitution [1867], III, Londra, 1964.
torasyonu olmuştur. 11.M. WEBER, Economy and Society [1922], III, New York, 1968.
12.J. SCHUMPETER, Capitalism, Socialism and Democracy, New
York, 1942, Bölüm 12.
8.F. FANON, The Wretched of the Earth, New York, 1964, s. 121-63. 13.R. MİLIBAND, The State in Capitalist Society, Londra, 1969; N.
9.K. MARX, F. ENGELS, The Communist Manifesto [1848], New York, POULANTZAS, Political Power and Social Classes [1968], NLB,
1948. Londra,
1973; tartışma için bkz. New Left Review, sayı: 58, 59, 82 ve 95.
IRK, ULUS, SINIF 180 KAVRAM VE GERÇEKLİK OLARAK BURJUVAZİ 181

modern dünyanın tarihsel gelişmesini açıklıkla yorumlamamıza rada burjuvazi, adeta verili bir olguymuş ve bu yüzden diğerleri
olanak veren bir Ariadne ipi olarak kullanmak daha da zor gö- üzerinde, aristokrasi, devlet ve işçiler üzerinde etkili oluyormuş-
rünüyor. Bununla birlikte henüz görünürde bu kavramı bütü- çasına kavramlaştırılmaktadır. Bu haliyle burjuvazi, sanki köken-
nüyle ıskartaya çıkartacak bir kavram yok. Bizim modern dünya- teri yokmuş da bir yetişkin olarak Zeus'un başından çıkmış gibi
mız üzerine bildiğim hiçbir ciddi tarihsel yorum yok ki burjuvazi görünüyor.
ya da ona alternatif olarak orta sınıflar kavramını içermesin. Bu da Böyle aşikâr bir deus ex machina* karşısında hemen iz sür-
boşuna değil. Çünkü baş kahramanı olmayan bir öykü anlatmak meye başlamalıyız. Gerçekten de tam bir deus ex machina oldu
zordur. Buna karşılık bir kavram gerçeklikle —ve bu gerçekliğin burjuva. Çünkü burjuvazi/orta sınıflar kavramının en önemli kul-
çatışan belli başlı bütün ideolojik yorumlarıyla— sürekli bir uyuş- lanımı, modern dünyanın kökenlerini açıklamak için olmuştur.
mazlık gösterdiğinde, belki de artık bu kavramı gözden geçirmenin Bir zamanlar, diye anlatılır efsane, feodalizm veya ticari olmayan,
ve temel niteliklerinin gerçekte neler olduğunu yeniden değerlen- uzmanlaşmamış bir ekonomi vardı. Derebeyleri vardı, köylüler
dirmenin zamanı gelmiştir. vardı. Aynı zamanda üreten ve pazar aracılığıyla ticaret yapan bir-
Entelektüel tarihin önemli başka bir parçasına işaret ederek kaç kent sakini de vardı (bu sadece bir şans eseri miydi?). Orta
başlamak istiyorum. Proletaryanın, ya da isterseniz ücretli işçile- sınıflar doğdu, bunlar parasal işlem alanını genişlettiler ve dola-
rin, tarihsel olarak basitçe birdenbire ortaya çıkmadığını, zaman yısıyla modern dünyanın harikalarını dört bir yana saçtılar. Ya da,
içinde yaratılmış olduğunu hepimiz çok iyi biliriz. Bir zamanlar öz olarak aynı fikir, biraz farklı sözlerle dile getirilir: Burjuvazi
dünyadaki emek gücünün çoğu, çok farklı gelir biçimlerine — sadece iktisadi arenada değil, ardından, önceden egemen olan
ama çok nadiren ücret biçiminde gelire— sahip kırsal tarımsal aristokrasiyi devirmek için siyasal arenada da yükseldi. Bu efsa-
üreticilerdi. Bugün, dünyadaki işgücünün geniş (ve sürekli ge- nede, burjuvazi/orta sınıflar, efsanenin anlamlı olması için bir veri
nişleyen) bir kesimi kentseldir ve çoğu ücret biçiminde gelir elde olmalı. Burjuvazinin tarihsel oluşumunu çözümlemek, kaçınılmaz
eder. Bu değişim, kimilerince "proleterleştirilme", kimilerince de olarak, efsanenin açıklayıcı tutarlılığını tartışılır hale getirecekti.
"işçi sınıfının kendi kendini kurması"14 şeklinde adlandırıldı. Bu Bu yüzden bu yapılmadı, ya da çok fazla yapılmadı.
süreç hakkında birçok kuram var; çok sayıda incelemenin de ko- Varoluşsal bir aktörün, geç Ortaçağ'ın kentsel sakininin, in-
nusunu oluşturuyor. celenmemiş bir öz içinde, burjuvada (modern dünyanın fatihi olan
Çoğumuzun daha az gözüne çarpsa da, burjuva olarak ad- burjuvada) şeyleştirilişi, burjuvanın psikolojisine ya da ideoloji-
landırılabilecek kişilerin yüzdesinin, bugün, öncekinden daha faz- sine ilişkin bir mitleştirmeyle el ele gitmektedir. Bu burjuvanın bir
la olduğunun ve bu büyümenin, tartışmasız 11. yüzyıldan, özel- "bireyci" olduğu varsayılıyor. Burada muhafazakârların, liberalle-
likle de 16. yüzyıldan beri durmadan sürdüğünün de farkındayız. rin ve Marksistler'in bir kez daha uzlaştıklarını görüyoruz. Her üç
Ve bildiğim kadarıyla, henüz, "proleterleştirilme"ye paralel bir sü- düşünce okulu da burjuva girişimcinin, geçmiş çağlardakinden
reç olarak ne "burjuvalaştırılma"dan söz eden kimse var, ne de farklı olarak (Marksistler'e göre, gelecek çağlardakinden de farklı
burjuvazinin kendi kendisini kurması üzerine kitap yazan biri; olarak), yalnızca kendisini gözettiğini ileri sürdü. Onun toplumsal
daha çok, "muzaffer burjuvazi" üzerine kitap yazanlar var.15 Bu- yükümlülük duygusu yoktu, toplumsal sınırları tanımıyordu (ya
da az tanıyordu), daima Benthamcı bir haz ve acı hesabıyla hare-
14.E. P. THOMPSON, The Making of the English Working Class, göz
den geçirilmiş basım, Londra, 1968. * Deus ex machina: Klasik dramda zor bir durumu halletmek için meka-
15.C. MORAZE, Les bourgeois conquérants, Paris, 1957. nik araçlarla sahneye indirilen tanrı, (ç.n.)
IRK, ULUS, SINIF 182 KAVRAM VE GERÇEKLİK OLARAK BURJUVAZİ 183

ket ediyordu. 19. yüzyıl liberalleri bunu özgürlüğün kullanılması hem de proleterlerin zihniyetinde yüksek dozda bir anti-bireyci
olarak tanımladılar ve biraz da gizemli bir biçimde, herkesin bunu toplumsal yönelimin olmasıdır. Kapitalizm mülkiyet haklarının
yürekten yapmasının kendi avantajına olacağını iddia ettiler. Kay- hukuksal temeli üzerinde inşa edilmiş olduğundan, sanıyoruz ki,
beden olmayacaktı, sadece kazananlar olacaktı. 19. yüzyıl muha- kapitalizmin ihtiyacı ve kapitalistlerin istediği mülkiyetin dokunul-
fazakârları ve Marksistleri bu liberal lakayıtlığı ahlaken dehşet, maz olması ve özel mülkiyet haklarının daima toplumsal etkile-
sosyolojik olarak da endişe verici buldular. Liberaller tarafından şimin giderek daha geniş bir alanına yayılmasıdır; oysa, kapitaliz-
"özgürlük"ün kullanılması ve insanın ilerlemesinin kaynağı olarak min bütün tarihi, gerçekte, mülkiyet haklarının genişlemesinin de-
görülen şey, muhafazakârlar ve Marksistler tarafından, uzun va- ğil, şaşmaz bir şekilde daralmasının tarihidir. Kapitalizm, kapita-
dede, toplumu bir arada tutan toplumsal bağların çözülmesine yol listlerin saf iktisadi alanlar içinde iktisadi karar verme hakkını ele
açacak "anarşi" durumuna götüren bir şey olarak görüldü. geçirmeye çalıştıkları bir sistem olduğundan, bunun aslında kapi-
Modern düşüncede güçlü bir "bireyci" çizgi olduğunu ve bu- talistlerin kararlarına siyasal meseleleri karıştırmaya alerji duyduk-
nun etkisinin 19. yüzyılda doruğuna ulaştığını da, bu düşünce ları anlamına geldiğini düşünüyoruz; oysa onlar sürekli olarak ve
çizgisinin modern dünyanın önemli aktörleri tarafından anlamlı ısrarla devlet aygıtlarından yararlanmaya çalışıyorlar ve siyasal
birçok toplumsal davranış tarzına —neden ve sonuç olarak— öncelik kavramına da bayılıyorlar.
yansıtılmış olduğunu da yadsımıyorum. Benim yapmak iste-
diğim, yapılan bir mantık sıçraması karşısında; bireyciliği önemli Sonsuz Birikim
bir toplumsal gerçeklik olarak incelemekten, onu modern dün-
yanın, burjuva uygarlığının ve kapitalist dünya ekonomisinin en Kısaca, bizim burjuvayı kavrayışımızda yanlış olan, kapitalizmin
önemli gerçekliği olarak incelemeye doğru yapılan mantıksal sıç- tarihsel gerçekliğini (eğer çarpıtma değilse) tersten okumamızdır.
rama karşısında uyarıda bulunmaktır. Kısacası bu doğru değildir. Eğer kapitalizm herhangi bir şeyse, sermayenin sonsuz birikimi
Temel sorun, kapitalizmin nasıl işlediğine ilişkin imgelerimiz- üzerinde temellenmiş bir sistemdir. Kapitalizmin Prometeci ruhu
de yatıyor. Kapitalizm, üretim faktörünün —emeğin, sermayenin, olarak göklere çıkartılan ya da yerden yere vurulan işte bu son-
metaların— serbest akışına gerek duyduğundan, bütünüyle ser- suzluktur.16 Durkheim'ın, anominin, ayrılmaz bir parçası olduğunu
best bir akışa ihtiyaç duyduğunu, ya da en azından kapitalistlerin düşündüğü şey işte bu sonsuzluktur.17 Erich Fromm'un hep
arzusunun böyle olduğunu sanıyoruz; oysa gerçekte, kapitalizm kaçmaya çalıştığımızı söylediği şey de işte bu sonsuzluktur.18
kısmi bir akış gerektirir, kapitalistler de bunu arzu eder. Kapita- Max Weber, Protestan ahlakı ile kapitalizmin ruhu arasındaki
lizm arz ve talep "yasası" üzerinde temellenen pazar mekanizma- zorunlu bağı çözümlemeye çalışırken, Kalvinci kaderci teolojinin
ları aracılığıyla işlediğinden, tam olarak rekabetçi bir pazar gerek- toplumsal çıkarımlarını belirliyordu.19 Mantıksal olarak, eğer
tirdiğini, kapitalistlerin de bunu istediğini sanıyoruz. Oysa kapi- Tanrı her şeye kadir olsaydı ve sadece bir azınlık kurtanlabilecek
talizmin ihtiyacı, kapitalistlerin de istediği, hem yarar elde edilebi- olsaydı, insanlar bu azınlığın arasında olmalarını sağlayacak hiç-
len, hem de zarara uğranılabilen pazarlardır, uygun bir karışım
içinde, rekabet ile tekelin yan yana yer aldığı bir ekonomidir. Ka- 16.D. LANDES, Prometheus Unbound, Cambridge, 1969.
pitalizm bireyci davranışı ödüllendiren bir sistem olduğundan, ka- 17.E. DURKHEIM, Silicide [1897], Glencoe, 1951.
pitalizmin ihtiyacının ve kapitalistlerin isteğinin, herkesin bireyci 18.E. FROMM, Escape from Freedom, New York, 1941.
güdülerle hareket etmesi olduğunu sanıyoruz; oysa gerçekte, ka- 19.M. WEBER, The Protestant Ethic and the Spirit of Capitalism
[1904-05], Londra, 1950 (Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, Hil
pitalizmin ihtiyacı ve kapitalistlerin istediği, hem burjuvaların, Ya
yın, 2. Basım, 1991)
IRK, ULUS, SINIF 184 KAVRAM VE GERÇEKLİK OLARAK BURJUVAZİ 185

bir şey yapamazlardı, çünkü yapabilselerdi, Tanrı'nın iradesini de yet, zayıflatıldı). Bildiğimiz gibi rant, klasik iktisatçılar tarafından
belirlemiş olacaklardı ve bu durumda da Tanrı artık her şeye kadir kârın gerçek bir anti tezi olarak sunuldu. Böyle bir şey değildi;
olan olamayacaktı. Weber, bunların hepsinin lojik (mantıksal) o- kârın tecessütüydü.
larak çok iyi, ama psiko-lojik olarak olanaklı olmadığını belirtti. Klasik iktisatçılar, burjuvazinin aristokrasiyi devirdiği yolun-
Psikolojik olarak insan bu mantıktan, önceden mukadder kılınmış daki tarihsel efsanemizde ifadesini bulan, ranttan kâra doğru gi-
olduğundan her davranışın kabul edilebilir olduğu sonucunu den bir tarihsel evrime işaret ettiler. Tersine, aslında bu iki anlamda
çıkarabilirdi. Ya da ilahi kurtuluş doğrultusunda olmayan hiçbir yanlıştır. Zamansal dizi uzun vadeli değil, kısa vadelidir ve ters
davranış değer taşımadığından, edilginleşip atıl kalabilirdi. yönde yürümektedir. Her kapitalist kârı ranta dönüştürmeye çalı-
Weber'e göre, psiko-lojik ile çatışma içindeki bir mantık ya- şır. Bu, şu hükme tercüme edilebilir: Her burjuvanın temel amacı
şayamaz ve bunun için bükülmesi gerekir. Bu bükülme Kalvinci- bir "aristokrat" olmaktır. Bu, uzun vadeye ilişkin bir hüküm de-
lik ile gerçekleşti. Kalvinciler mukadderat ilkesine, önceden bilme ğil, kısa vadeli bir dizidir.
olanağını ya da en azından, olumsuz önceden bilme olanağını ek- "Rant" nedir? Dar iktisadi terimlerle ifade edilecek olursa,
lediler. Tanrı'nın davranışlarını edimlerimizle etkileyemezken, be- rant mülk sahibi tarafından yaratıldığı ya da onun kendi çalışma-
lirli olumsuz ya da günahkâr davranış türleri de, Tanrısal inayet- sının (hatta bir girişimci olarak çalışmasının) sonucu olduğu iddia
ten yoksunluğun işaretleriydi. Şimdi psikolojik olarak da her şey edilemeyecek, somut bir mekânsal-zamansal gerçekliğin kontro-
iyiydi. Aksi biçimde davranmak Tanrı'nın bizi yüzüstü bıra- lünden çıkan gelirdir. Bir ırmağın sığlaştığı noktanın yakınında
kacağının işareti olduğundan, doğru biçimde davranmaya zorla- bir toprağa sahip olacak kadar şanslıysam, toprağımdan geçenler-
nıyorduk. den bir geçiş ücreti alırım, işte bu aldığım ranttır. Eğer başkala-
Kapitalist ahlakın lojiği ve psiko-lojiği arasında ayrım yapa- rının benim toprağımda kendi hesaplarına çalışmalarına ya da be-
rak Weber'inkine paralel bir çözümleme yapmak istiyorum. Eğer nim binamda oturmalarına izin verirsem, bunun karşılığında on-
işleyişin nesnesi sermayenin dur durak tanımayan birikimiyse, ların bana ödedikleri bedel de rant olacaktır. Tahvil satın alıp, her
mantıksal olarak hep çok çalışma ve feragat kaçınılmazdır. Üc- üç ayda bir kâr payı alırsam bana rantiye denir.
retin bir demir yasası olduğu kadar, kârın da bir demir yasası Gerçekten de, 18. yüzyıl Fransası'nın belgelerine bakacak o-
vardır. Kişisel tatmin için harcanan her kuruş, yatırım sürecinden lursak, rantiyelerin "gelirleriyle soylular gibi yaşayan burjuvalar"
ve dolayısıyla daha çok sermaye birikiminden bir kuruş eksiltmek olarak, yani işten ya da bir iş sahibi olmaktan kaçınanlar olarak
demektir. tanımlandığını görürüz.20
Kârın demir yasası mantıksal olarak katı olmasına rağmen Şimdi yukarıda sözü edilen durumlarda, ranta yol açacak
psiko-lojik olarak olanaklı değildir. Eğer herhangi bir kişisel ödül avantajı elde etmek için hiçbir şey yapmadığımı söylemek pek
yoksa bir kapitalist, bir girişimci, bir burjuva olmanın anlamı ne-
dir? Açık ki, elde edilecek bir şey yoksa onu yapacak kimse de ol-
20. G. V. TAYLOR, "The Paris Bourse on the Eve of the Revolution",
mayacaktır. Ama işte yine de mantıksal olarak istenen budur. Eh, American Historical Review, LXVII, 4 Temmuz 1961, s. 954. Ayrıca bkz. M.
elbette bu mantık bükülmeliydi, yoksa sistem hiç çalışmayacaktı. VOVELLE ve D. ROCHE, "Bourgeois, Rentiers and Property Owners: Ele-
Ve açık ki şimdi sistem ne zamandır çalışmaktadır. ments for Defining a Social Category at the End of the Eighteenth Century",
Nasıl her şeye kadirlik ile ilahi takdir bileşimi önceden bilme der. J. KAPLOW, New Perspectives and the French Revolution: Readings in
Historical Sociology, New York 1965 içinde; ve R. FORSTER, "The Middle
tarafından biçimlendirildiyse (ve nihayet zayıflatıldıysa), birikim Class in Western Europe: An Essay", der. W. SCHNEIDER, Wirtschaftskräf-
ile tasarruflar bileşimi de rant tarafından biçimlendirildi (ve niha- ten und Wirtsclıaflswege: Beilrage zur Wirtschaftsgesclüchte, 1978.
IRK, ULUS, SINIF 186 KAVRAM VE GERÇEKLİK OLARAK BURJUVAZİ 187

doğru olmaz. Bir kere, bana yasal biçimde rant elde etme olanağı çok sayıdaki küçük sal sahibinin kullanımına verildiğini beyan
veren mülkiyet haklarının belli bir türüne sahip olmak için öngö- edebilir. Bu durumda, keskin rekabet bu hizmetlerin fiyatını dü-
rüm ya da şansım vardı. Bu mülkiyet haklarını elde etmenin altın- şüreceğinden sal sahiplerinin çok düşük bir kâr oranına razı olma-
da yatan "çalışmanın" iki özelliği var. Birincisi, şimdi değil, geç- larına, ırmağı geçen meta zincirinden aldıkları artık değer payının
mişte yapılmıştır. (Gerçekten de çoğunlukla uzak geçmişte, bir ata en aza inmesine neden olacaktır.
tarafından yapılmıştır.) İkincisi, siyasal otorite tarafından resmen
tahsis edilmesi gerekirdi, yoksa bugün para kazandırması müm- Rant ve Tekel
kün olmazdı. Demek ki, rant=geçmiş ve rant=siyasal iktidar.
Rant mevcut mülk sahibine hizmet eder. Halihazırdaki ça- Bu örnekte, rantın nasıl tekelci kârla aynı şeymiş gibi görün-
lışması sayesinde mülk elde etmeye çalışan birine hizmet edemez. düğüne dikkat edilmeli. Bildiğimiz gibi, bir tekel, onu işletenin,
Bu yüzden rant daima tehdit altındadır. Ve rant siyasal olarak ga- rekabetin olmaması dolayısıyla yüksek bir kâr elde edebileceği bir
ranti altına alındığından, daima siyasal bir tehdit altındadır. Ne var durum demektir. Ya da, tekelleşmiş kesimin de bir parçası olduğu
ki başarıya ulaşan bir tehditkâr, bu başarısının sonucu olarak meta zincirinin bütününde oluşan yüksek bir artık değer oranı
mülk elde edecektir. Ama bu mülkü elde eder etmez de çıkarı olduğu söylenebilir. Mekânsal-zamansal olarak özgül bir iktisadi
rantın meşruluğunu savunmayı gerektirecektir. iş tipini tekelleştirmekte olan bir girişimin daha yüksek oranda kâr
Rant kâr oranını, bir kimsenin tamamıyla rekabetçi olan bir elde edeceği son derece açıktır, aslında kanıt bile gerektirmeyecek
pazarda elde edeceği oranın üzerinde artıran bir mekanizmadır. bir olgudur. Pazarın durumunda rekabetin ne kadar fazla gerçek
İçinden ırmak geçen toprak örneğine geri dönelim. Öyle bir ırma- etkisi varsa, kâr oranı da o kadar düşecektir. Gerçekten, tam reka-
ğımız olduğunu varsayalım ki, köprü inşa edilebilecek kadar dar bet ve düşük kâr oranı arasındaki bu bağ, serbest girişimcilik sis-
olan tek bir noktası olsun. Şimdi çeşitli alternatifler var. Devlet temini tarihsel-ideolojik olarak haklı çıkarmak için başvurulan ol-
bütün toprağın potansiyel olarak özel toprak olduğunu ve bir gulardan biridir. Yazık ki kapitalizm yaygın serbest girişimciliği
ırmağın karşılıklı her iki kıyısındaki toprağın sahibi olan kişinin asla tanımadı. Kapitalizm yaygın serbest girişimciliği asla tanımadı
bu en dar noktada özel bir köprü yapabileceğini ve bu köprüden çünkü kapitalistler, olanaklı olduğu kadar daha fazla sermaye
geçiş için özel bir bedel alabileceğini beyan edebilir. Hatırlarsanız, biriktirmek için kâr peşinde, en fazla kârın peşinde koşarlar. Do-
örneğimizde sadece tek bir geçiş noktası vardı. Öyleyse, söz ko- layısıyla, tekelci konumlar elde etmeye sadece güdülenmekle kal-
nusu kişi bir tekele sahip olacaktır ve ırmak üzerinden taşınan bü- mazlar, yapısal olarak da buna zorlanırlar; bu onları, sözü edilen
tün meta zincirlerinin artık değerinden önemli bir parça elde etme- tekelleşmenin uzun ömürlülüğünü mümkün kılan bir araç vası-
nin bir yolu olarak ağır bir geçiş bedeli isteyebilecektir. tasıyla, devlet vasıtasıyla kârlarını en üst düzeye çıkarmaya iten
Şimdi, diğer bir alternatife bakalım. Bu kez devlet, söz konu- bir şeydir.
su iki kıyının kamu toprağı olduğunu beyan edebilir; bu durumda Gördüğünüz gibi, size sözünü ettiğim dünya başaşağı duran
da iki ideal-tipik olasılıktan biri sivrilecektir. Devlet kamu fon- bir dünya. Kapitalistler rekabeti değil, tekeli istiyorlar. Sermayeyi
larından yararlanarak bir köprü inşa eder ve hiçbir geçiş ücreti al- kâr yoluyla değil, rant yoluyla biriktirmeye çalışıyorlar. Burjuva
maz ya da maliyet giderlerini karşılayıncaya kadar belli bir ücret olmayı değil, aristokrat olmayı istiyorlar. Ve madem ki tarihsel
alır. Bu durumda, köprüden geçirilen meta zincirlerinin artık de- olarak, yani 16. yüzyıldan günümüze kadar kapitalist dünya eko-
ğerinden pay alınması söz konusu değildir. Ya da devlet, kamusal nomisi içinde kapitalist mantığın derinleştiğine ve yayıldığına ta-
olan bu kıyıların, malları karşı kıyıya ulaştırmak için rekabet eden nık olmaktayız, öyleyse az olan değil, çok olan tekeldir; az olan
IRK, ULUS, SINIF 188 KAVRAM VE GERÇEKLİK OLARAK BURJUVAZİ 189

kâr, çok olan ranttır ve daha az burjuvazi, daha çok aristokrasi manla sermaye yoğunlaşmaya başladı. Bu, rakipleri safdışı etme,
vardır. tekelleşme çabasının bir sonucudur. Sürekli olarak yarı-tekelleri
Evet biliyorum, şimdi, hem de ne çok diyeceksiniz! Doğru yıkan ters eğilimler yüzünden bu süreç yavaş işlemektedir. Giri-
olamayacak kadar zekice bir buluş! Bildiğimiz dünyanın kabul e- şim yapıları henüz yavaşça genişlemektedir, ama bu genişleme,
dilebilir bir tablosu ya da incelediğimiz tarihsel geçmişin makul mülk-sahipliği ile kontrolün birbirinden ayrılması —paternalizmin
bir yorumuymuş gibi görünmüyor. Tepkinizde haklısınız, çünkü sonu, şirketin yükselişi ve dolayısıyla da yeni orta sınıfların or-
öykünün yarısını eksik bıraktım. Kapitalizm statik bir durum de- taya çıkması— anlamına gelmektedir. "Girişimler"in, şeklen özel
ğil, tarihsel bir sistemdir. İçsel mantığı ve içsel çelişkileriyle ge- olmaktan çok, devlete ait olduğu çevre ve özellikle yarı-çevre
lişmiştir. Başka bir ifadeyle, döngüsel ritmleri kadar, dünyevi bölgelerin zayıf devletlerinde görüldüğü gibi, yeni orta sınıflar,
eğilimleri de vardır. Öyleyse bu dünyevi eğilimlere, özellikle de in- geniş ölçüde, bir idari burjuvazi biçimini alırlar. Bu süreç devam
celediğimiz konudaki, burjuva konusundaki dünyevi eğilimlere ettikçe, yasal mülk sahibinin merkezi rolünün giderek azaldığı ve
bakalım; ya da daha iyisi, burjuvalaşma adını verdiğimiz dünyevi sonunda kaybolduğu görülür.
sürece bakalım. Sürecin şöyle işleyen bir şey olduğuna inanıyo- Bu yeni orta sınıfları, maaşlı burjuvaları nasıl kavramlaştır-
rum. malıyız? Bu kişiler, yaşam tarzları veya tüketimleri açısından ya
Kapitalizmin mantığı, perhizci püritene, hatta Noel'i bile çok da (isterseniz) artık değeri ele geçirenler olarak açıkça burjuva-
gören türden bir kanaatkara gerek duyar. Bununla birlikte, para- dırlar. Fakat, sermaye ya da mülkiyet hakları söz konusu oldu-
nın güç ölçüsü olmaktan çok, inayet işareti olduğu yerde, kapi- ğunda, burjuva oldukları söylenemez ya da pek söylenemez. Yani
talizmin psiko-lojiği, zenginliğin teşhisine, bundan dolayı da, kendilerini aristokratlaştırmak için kârı ranta dönüştürmekte "kla-
"gösterişli bir tüketim"e gerek duyar. Bu çelişkiyi içeren sistemin sik" burjuvalar kadar olamazlar. Onlara geçmişten miras kalmış
işleyiş biçimi, söz konusu iki eğilimi kuşaksal bir ardışıklığa, imtiyazları değil, bugün elde ettikleri avantajları kullanarak ya-
Buddenbrooks olgusuna dönüştürür. Başarılı girişimcilerin yo- şamlarını sürdürürler.
ğunlaşmasının görüldüğü her yerde, Buddenbrooks tiplerinin de Dahası, şimdiki geliri (kâr), gelecekteki gelire (rant) dönüş-
yoğunlaştığını görürüz. Nitekim, geç 17. yüzyıl Hollandası'ndaki türemezler. Yani, günün birinde çocuklarının geçimini temin ede-
burjuvazi aristokratlaşması buna örnek olarak gösterilebilir. Bu cek geçmişi temsil edemezler. Sadece kendileri şimdi'de yaşa-
bir fars gibi tekrar ettirildiğinde, buna burjuvazinin tarihsel rolüne makla kalmazlar, çocukları ve çocuklarının çocukları da şimdi'de
ihaneti diyoruz — bunun için de 20. yüzyıl Mısır'ı örnek olarak yaşamak zorunda kalacaklardır. İşte burjuvalaşma tam da budur
verilebilir. — klasik burjuvaların en tatlı rüyası olan aristokratlaşma ihtimali-
Sadece bir tüketici olarak burjuva sorunu değildir bu. Burju- nin sonu, gelecek için bir geçmiş inşa etmenin sonu, şimdi'de
vazinin aristokratik tarza olan tutkusu, bir girişimci olarak onun yaşamaya mahkûm olmak. Öyleyse bunun, geleneksel olarak pro-
özgün çalışma tarzı içinde de bulunabilir. 19. yüzyıla gelinceye leterleşme dediğimiz şeye nasıl olağandışı bir biçimde koşut (öz-
değin (can çekişmekte de olsa bugün de), iş ilişkileri bakımından, deş değil, koşut) olduğunu görelim. Genel olarak kabul görmüş
kapitalist girişim Ortaçağ'ın malikâne modeli üzerine inşa edildi. anlayışa göre, bir proleter artık ne köylü (yani, bir toprak üze-
İşyeri sahibi kendisini, işçilerini gözeten, onlara konut temin e- rinde kontrole sahip küçük bir köylü) ne de bir zanaatkardır (yani
den, bir tür sosyal güvenlik programı sunan pederşahi bir çeh- makine üzerinde kontrola sahip küçük bir üretici olan işçi). Bir
reyle sundu. İşçilerinin sadece çalışma davranışlarıyla değil, bü- proleter, emek gücünden başka pazara sunabileceği bir şeyi ol-
tün ahlaki davranışlarıyla da ilgilenmekteydi. Bununla birlikte, za- mayan, dayanacağı başka kaynakları (yani geçmişi) olmayan
İRK, ULUS, SINIF 190 KAVRAM VE GERÇEKLİK OLARAK BURJUVAZİ 191

kişidir. O, şu anda kazandığıyla yaşamını sürdürür. Benim betim- Nüfuz sahibi olanlar kurayı kazanmak için, yani ayrıcalık elde et-
lediğim burjuva da artık sermayeyi kontrol etmiyor (dolayısıyla mek için nüfuzlarını kullanacaklardır. Halihazırda avantajlı du-
geçmişsiz) ve şimdi kazandığıyla yaşıyor. Bununla birlikte, pro- rumda olanların nüfuzu daha fazladır. Yeni orta sınıflar çocuk-
leter ile arasında çarpıcı bir fark var. O çok çok iyi yaşıyor. Bu larına —artık bir geçmişi miras bırakamayacaklarından (ya da en
farkın nedeni, artık üretim araçları üzerindeki kontrol değil. Fakat azından böyle bir mirası bırakabilmeleri giderek güçleştiğinden)—
hâlâ, her nasılsa burjuvalaşmanın ürünü olan bu burjuva, prole- tek bir şey verebilirler: "daha iyi" eğitim kurumlarına girme ayrı-
terleşmenin ürünü olan o proleterin yarattığı artık değeri ele geçi- calığı.
rebiliyor. Üretim araçlarının kontrolü söz konusu olmadığına gö- En geniş anlamıyla, eğitimde oyunun kurallarını belirlemeye
re, bu burjuvanın hâlâ kontrol edebildiği (ama o proleterin edeme- yönelik mücadelenin, giderek siyasal mücadelenin kilit noktası
diği) başka bir şey olmalı. haline gelişi artık şaşırtıcı olmamalıdır. Öyleyse şimdi yeniden
devlete dönelim. Giderek, devletin geçmişi ödüllendirmesi, imti-
"İnsan Sermayesi" yazı artırması ve rantı meşrulaştırması engelleniyorsa, yani kapita-
lizmin tarihsel yörüngesinde ilerleyişiyle, mülkiyetin önemi sü-
Bu noktada, son zamanlarda ortaya çıkan başka bir oturmamış rekli azalıyorsa, devlet bu tablonun dışında tutulamaz. Şeref pa-
kavramdan, insan sermayesi kavramından söz edelim. İnsan ser- yeleriyle geçmişi ödüllendirmek yerine devlet, meritokrasi aracılı-
mayesi, bu yeni tip burjuvaların bolca sahip olduğu, ama prolete- ğıyla şimdiyi ödüllendirebilir. Nihayet, uzman, idari, mülksüz
rin sahip olmadığı bir şey. Peki burjuva bu insan sermayesini ne- burjuvalarımız arasında, "yeteneğe açık kariyerler" mevcut olabi-
rede kazanıyor? Cevap belli: temel ve kendini açıkça ifşa eden iş- lir, ama kimin yetenekli olup, kimin olmadığına biri karar verme-
levi, insanları orta sınıfların üyesi olmaları için (uzmanlar, teknik lidir. Ve bu karar, ayırt edici özellikleri büyük olmayan bir dağı-
elemanlar, sistemimizin işlevsel iktisadi yapıtaşları olan özel ve lım için alındığında siyasal bir karardır.
kamu girişimlerinin yöneticileri olarak) eğitmek olan eğitim sis- Böylece tablomuzu özetleyebiliriz. Zaman içinde, kapitalizm
temlerinde. çerçevesinde gerçekten bir burjuvazi gelişti. Bununla birlikte bur-
Eğitim sistemleri gerçekten insan sermayesi yaratırlar mı; ya- juvazinin şimdiki versiyonu, tanımıyla burjuvazi adına yol açan
ni, insanları karşılığı yüksek bir gelir elde etmek olan, güç ve Ortaçağ tüccarına da, tarihsel toplumsal bilimlerin bugün genel o-
özgül becerileri kazanmaları için mi eğitirler? Eğitim sistemimizin larak tanımladıkları kavramın ortaya çıkmasına yol açmış olan 19.
en önemli işlevinin bu olduğu (hatta yalnızca bu olduğu) ileri yüzyılın kapitalist sanayicisine de çok az benziyor. Rastlantısal o-
sürülebilir; fakat gerçekte bizim eğitim sistemimiz daha çok top- lan aklımızı karıştırdı, ideolojiler yolumuzu şaşırttı. Her şeye rağ-
lumsallaştırma, çocuk bakma ve yeni orta sınıflar olarak ortaya men, artık değeri ele geçiren kimse olarak burjuvanın, kapitalist
çıkacak olanları süzgeçten geçirme işlevleri görmektedir. Peki oyunun baş aktörü olduğu doğrudur. Ama sadece iktisadi değil,
süzgeçten nasıl geçerler? Bunun cevabını da biliyoruz. Aptalın aynı zamanda siyasal bir aktör. Her ne kadar çok tutulan bir iddia
teki doktora alamayacağına göre (ya da en azından nadiren aldığı ise de, kapitalizmin, iktisadi alanı siyasal alandan özerk tutan ye-
söyleniyor) liyakat bir rol oynuyor olmalı. Çok sayıda liyakatli gâne tarihsel sistem olduğu iddiası, bence çok yanlış bir iddiadır.
(en azından yeni orta sınıfların üyesi olmaya layık çok sayıda) kişi Bu bizi 21. yüzyılla ilgili olarak değineceğim son bir noktaya
olduğundan, eleme biraz da keyfi olmalı. getiriyor. Burjuva ayrıcalığının nihai tezahürü olan, meritokratik
Kura çekmeyi seven kimse yoktur. Çünkü riski fazladır. Ço- sistem sorununa... Temeli çok zayıf olduğundan burjuvazi açı-
ğu kimse keyfi elemeden kaçınmak için hiçbir şey yapmayacaktır. sından bu, sistemler arasında en az (en çok değil) savunulabilir
IRK, ULUS, SINIF 192

olanıdır. Ezilenler, belki kendilerini yönetenlerin ve dolayısıyla


ödülendirilenlerin buna doğuştan hak kazandıkları iddiasını yuta-
bilirler. Ama sadece yetenekli ve açıkgöz olmaları dolayısıyla, bu-
na hak kazandıklarını ileri sürenlerin iddiaları öyle kolay yutula-
maz. Bu durumda örtü daha kolay yırtılabilir ve sömürü daha say-
dam bir hale gelir. Öfkelerini yatıştıracak ne çarları, ne de peder-
şahi sanayicileri olan işçiler, daha dar bir çıkar temeline dayanan
sömürüye ve uğradıkları talihsizliklere karşı koymaya daha çok
hazırdırlar. Bagehot ve Schumpeter'in sözünü ettikleri de buydu.
Bagehot hâlâ Kraliçe Viktorya'nın durumu kurtaracağını umuyor-
du. Viyana'dan değil Londra'dan gelen, Harvard'da ders veren,
yani her şeyi görmüş olan Schumpeter daha karamsardı. Bir kere, Öncelikle bu sempozyuma katılanlara sorulan sorunun biçimini
burjuva için aristokrat olmak artık mümkün olmadığında, sonun inceleyelim: "Whither Marxism?", "Marksizm nereye gidiyor?"
yaklaşmış olacağını biliyordu. Bu soru Marksizm'in sadece yönelimi konusunda değil, gittiği
yol ve yaşayabilirliği konusunda bir kuşku olduğunu önceden
varsaymaktadır. Lenin, 1913 yılında "Karl Marx'ın Öğretisinin
Tarihsel Kaderleri" başlıklı ünlü bir makalede evrensel tarihin,
Paris Komünü'nü eksen alacak şekilde dönemselleştirilmesini
öneriyordu. Tarihin "görünürdeki kaosu" içinde net görmeyi ve
yol bulmayı sağlayan "yasa"nın, yani Marx'ın aynı çağda tam an-
lamıyla biçimlendirdiği şekliyle sınıf mücadelesi yasasının gün
ışığına çıkması tarih itibariyle bu olaya dayanacaktı. Ve onun gö-
zünde bu öyle denk düşüyordu ki, "tarihin diyalektiğinin, Mark-
sizm'in kuram konusundaki zaferinin düşmanlarını bile Marksist
kılığına girmeye mecbur edecek şekilde geliştiğini" doğrulayabile-
ceğini düşünüyordu. Diğer bir deyişle, Marksizm egemen "dünya
görüşü" halini alıyordu ona göre. Sosyalist devrimler onyıllar
boyunca hepsi aptal ya da muhteris olmayan milyonlarca insanda
bu kanaati doğrulamaya devam etti. Buna aykırı olarak ve Mark-
sizm'in resmi öğreti olduğu devletlerin ideolojik memurlarından
oluşan hatırı sayılır bir grubu hariç tutarsak (bu öğretiye inanıp i-
nanmadıkları da sorulabilir), günümüzde bu tip doğrulamaları an-

* Bu makale ilk kez Hannah Arendt Siyasal Felsefe Sempozyumu'nda


sunulmuştur, New School for Social Research, New York, 15-16 Nisan 1987.
Makalede atıfta bulunulan kaynaklar, sonda, s. 227'de verilmiştir.
SINIF MÜCADELESİNDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE Mİ? 195
İRK, ULUS, SINIF 194

cak bazı neo-liberalizm kuramcılarının kaleminden okuyabiliriz; alıntı). Bu teze göre Marksizm, varolan tüm biçimleriyle, kaçı-
onlara göre en küçük "himayeci devletin" en basit toplumsal siya- nılmaz olarak, er ya da geç ortadan kalkacaktır. Kuram biçimi de
seti bile "Marksizmin bir tezahürünü oluşturuyor. Diğerlerinin dahil olmak üzere. Eğer Marksizm bir yerlere gidiyor ise, bu an-
gözünde, ağır basan izlenim daha çok Marksizm'in yıkılmaya yüz cak kendi yıkımına olabilir. Şimdi bir başka tez daha (Spinoza'
tutmasıdır: the withering away of Marxism!:* İnanç için inanç; fa- dan) ekleyelim: "Birden fazla yok olma şekli vardır." Bazısı ka-
kat bu yeni Ortodoksluk ne sağlamaktadır? yıtsız şartsız, ardında birşey bırakmadan eriyip gitmedir. Bazısı
Soruyu doğrudan kestirip atmak niyetinde değilim. Çünkü yeni baştan kalıba dökme, nöbet değiştirme ya da devrimdir: zıd-
soru yanlış bir şekilde ortaya konmuştur. Bana öyle geliyor ki bi- dının şeklini alsa da, geriye birşeyler kalır. Geçmişe bakarak (ve
zim için söz konusu olan daha çok, art arda gelen bu "zamansız yalnızca geçmişe bakarak), Marksizm'in ne derece sağlam temel-
doğruluk iddiaları"nın (Lacan böyle derdi) gözden sakladığı çe- lere oturduğunu, onun ortadan kalkma tarzından anlayacağız.
lişkileri canlandırmak ve bu çelişkilerin biraz üzerine gitmektir. Eğer "yok olma" sürecinin devam etmekte olduğu ve hatta ilerle-
En iyi halde, tartışmanın başka bir zemine kayacağını umalım. diği —ki bunu düşündürecek birden fazla gösterge vardır— var-
Ama öncelikle yöntem üzerine bazı gözlemler yapmak gerekmek- sayımından yola çıkarsak, entelektüel müdahale ve konjonktür ye-
tedir. rini bulur; sürecin sonucunun bağlı olduğu pratik-kuramsal anlam
İlkin, "Marksizm nereye gidiyor? sorusuna kuram olarak çekirdeğini tanımlama ve onu belli bir yönde işletme riskini göze
Marksizm'in dahi hiçbir olumlu cevap getiremeyeceği, temel bir alabiliriz.
mantık gerçeğidir. Bu, bir eğilimin belirlenmesi biçiminde bile Gelelim üçüncü gözleme: Marksizm'in tarihsel etkisi, kurgu-
mümkün değildir. Bu, Marksizm'in kendi "anlamı"nın bilgisine lanış çevriminde, pratik yatırımlarında, kurumlaşmasında ve "kriz"
sahip olduğunu varsaymak olacaktır. Marksizm'den, toplumsal inde artık bize göründüğü şekliyle, şaşırtıcı derecede çelişkili bir
hareketlere "ithalinin" kendi öğretisel tarihi üzerinde yarattığı so- görünüm sergiliyor. Hatta iki misli çelişkili.
nuçları ve karşılığında "maddi güç" olarak bulunduğu tarihsel du- Bir yandan, bu olayın kendini ne zaman gösterdiğini kesin o-
rumların sonuçlarını incelemesini isteyebiliriz (ki bu yapılmamış- larak söylemek mümkün olmaksızın (belki de bazı komünist parti-
tır). Ancak bu şekilde ne kavramsal diyalektiğinin ne de hayata lerde, "proletarya diktatörlüğü" hedefinden vazgeçildiği andır bu
geçişinin "gerçek" diyalektiğinin sonuçlarına hâkim olacağını dü- — bir anlamda fazla geç, bir anlamda fazla erken bir zaman),
şünebiliriz. Bu sorular üzerine felsefi anlamda düşünmekten, yani Marksizm'in "öngörüleri"nin ve devrimci "programı"nın hiçbir
önceden varolan kurallar olmaksızın düşünmekten (Lyotard) öte- zaman oldukları gibi gerçekleşemeyeceği ortaya çıktı; çünkü bun-
ye gidemeyiz. Kaldı ki her düşünme nesnesine uygun değildir, ların üzerine kurulu oldukları koşullar —sınıf mücadelesinin, ka-
sorgulamak istediği meseleye "içkin" değildir. pitalizmin belli bir biçimi— kapitalizmin bu koşulların ve böyle-
İkincisi, varolduğu şekliyle (kuram olarak, ideoloji olarak, likle de bizzat Marksizm'in "ötesine" geçmiş olmasıyla, çoktandır
örgütlenme biçimi olarak, tartışmalarda koz olarak) Marksizm'e ortadan kalkmıştı. Bununla beraber, bu aşmanın kiplikleriyle ilgili
doğrudan uygulayabileceğimiz yaygın fakat çok zor tartışılan di- hiçbir ciddi çözümleme, bu aşmanın kendisinin, kısmen (ve hatta
yalektik bir tez vardır: "Varolan her şey yok olmayı hak eder" önemli bir kısmının) Marksizm'in etkililiğinin dolaylı bir sonucu
(Engels'in "Hegelci sisteme" uyguladığı, Goethe'nin Faust'undan olduğunu bilmezlikten gelemedi. Bu etkililik özellikle, 19. yüzyılda
kapitalizmin "yeniden yapılanmalarının", Sovyet Devrimi'nin
* "Marksizm eriyip gidiyor mu?"; "Sönme", "eriyip yok olma" anla- (Marksizm'in meşru ya da meşru sayılan çocuğunun) ve daha çok
mındaki İngilizce wither fiili, devletin "ortadan kalkması" için bu fiili kulla- onun işçi hareketlerindeki, ulusal kurtuluş mücadelelerindeki
nan Marx'a atfen kullanılıyor, (ç.n.)
IRK, ULUS, SINIF 196 SINIF MÜCADELESİNDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE MI? 197

uzantılarının "meydan okuyuşlarına" karşı cevap ve karşı saldırı "temel belirlenimi" olarak değilse de en azından hiçbir siyasetin
olmalarında görünür. Öyleyse Marksizm, kendi gelecek perspek- kendisini soyutlayamayacağı evrensel, uzlaşmaz karşıtlık olarak,
tifinin aşılmasında kazanan taraftır. kaçınılamayacak bir şey olarak kabul edilebilir. Tanımlarına ve
Diğer yandan Marksizm —ya da belli bir Marksizm, ama bu belli bir eğilim gösteren "yasalarına" getirilmesi gereken düzelt-
akrabalığı a priori bir şekilde reddedemeyiz— "sosyalist devrim- meler ne olursa olsun bu böyledir.
lerde" ve "sosyalizmin kuruluşunda" gerçekleştiğine inanmış ve Fakat itirazların yükseldiği ve Marksizm'in somut sarihliğinin
bunu ilan etmiştir. "Geçiş" kuramının ve beklentisinin sosyaliz- bulandığı yer de tam bu noktadır. Marksizm'in görünürde tutarlı
min kuruluşunda karşılaştığı ve hâlâ karşılaşmakta olduğu acı bir bütüne eklemlediği kavramlardan bazıları aşın derecede baya-
serüvenler ne olursa olsun, "gerçekleşmiş sosyalizm" toplumları ğılaştırılmıştır: örneğin devrim ve özellikle de kriz. Buna karşın
kendilerini resmi olarak "sınıfsız" ya da en azından "sınıf mü- sınıf mücadelesi, en azından "kapitalist" ülkelerde, ya onu övenle-
cadelesiz" toplumlar şeklinde kavramak için Marksizm'e dayan- rin toplumsal olanın karmaşıklığı üzerindeki etkileri giderek azalır
mışlardır. Marksizm'den bir şeylerin, geri döndürülemez bir bi- gibi olduğu için ya da —ki bu ikisi bir arada gider— bizzat sı-
çimde edimsel kurumlara geçişi, her şeyden önce bu normatif nıflar, çoğunluğun pratiğinde ve siyasetin en çarpıcı biçimlen-
biçimle olmuştur. Bununla beraber eğer bu toplumlar, İkinci melerinde görünür kimliklerini kaybettikleri için sahneden çekil-
Dünya Savaşı'nın sonundan bu yana tarihsiz, siyasal olarak hare- miştir. Öyle olunca sınıf mücadelesi mit gibi görünecek bir hale
ketsiz toplumlar olmadılarsa, bu özellikle, en klasik tarz sınıf mü- gelmiştir. Bugün artık büyük ölçüde aşılmış olan koşullar varol-
cadelelerinin (işçi mücadelelerinin) ve hatta tekelci parti-devirtle- saydı, bu mit kuramla üretilirdi ve örgütlerin (hepsinden önce işçi
rine karşı verilen demokratik mücadeleyle sıkı sıkıya ilişkili dev- partilerinin) ideolojisiyle gerçek tarihe yansıtılırdı ve kendilerini
rimci sınıf mücadelelerinin (Çin, Polonya) aldığı keskin biçim hak ve dava taşıyıcıları olarak kabul ettirme olanağını sağladığı
sayesindedir. Burada yeni bir paradoks sonucu, toplumsal uzlaş- heterojen toplumsal gruplarca neredeyse tamamen "içselleştiri-
mazlıkların sorunsalı olarak Marksizm, her zaman, kendi "ta- lirdi". Peki ama eğer sınıfların sadece mitsel bir kimliği varsa
mamlanmışlığının" ilerisinde görünür. nasıl olur da bizzat sınıf mücadelesi gerçekliğini kaybetmez?
Marksizm'in, tarihsel bugünümüzün toplumsal oluşumları ve Böylesi bir saptamanın farklı biçimlerde dile getirilebileceği
bölümleriyle tuhaf bir şekilde karışması şuradan kaynaklanmak- doğrudur. Bunlardan en kabaca olanı, son iki yüzyılın tarihini,
tadır: Öyle görünüyor ki Marksizm'le ilişki çağdaş dünyayı her toplumun iki (ya da üç) karşıt sınıf halinde kutuplaşmasının her
zaman "bölüyor", ama aynı zamanda "yasasını" ya da anlaşılırlık zaman için bir mit olmuş olduğunu gösterecek şekilde gözden ge-
ilkesini ifade ettiği sınıf mücadeleleri, hiçbir zaman olmaları ge- çirip düzeltmektir: Bunun yerindeliği de sadece siyasal tahayyülün
reken yerdeymiş gibi görünmüyor. psikolojisini ve tarihini ilgilendirir.
Buradan şu merkezi temaya gelmek gerekir. Kısacası; Mark- Fakat aynı zamanda sınıfsal uzlaşmazlık şemasının 19. yüzyıl
sizm'in kimliğinin, tamamıyla sınıf ve sınıf mücadelesi çözüm- sonunun "sanayi toplumları"nın gerçekliğine en azından yaklaşık
lemesinin tanımına, menziline ve geçerliliğine bağlı olduğu yete- olarak tekabül etmiş olduğu da kabul edilebilir. Sadece artık du-
rince açıktır. Bu çözümlemenin dışında Marksizm yoktur: ne top- rum bu değildir ya da giderek bu olmaktan çıkmaktadır. Bir dizi
lumsal olanın özgül kuramlaştırması olarak, ne siyasal bir "strate- değişimin sonucudur bu: bir taraftan ücretlilik durumunun ge-
jinin" tarihe eklemlenmesi olarak. Tersine, sınıf mücadeleleri top- nelleşmesi, emeğin zihinselleşmesi, hizmet faaliyetlerinin artması
lumsal dönüşümlerin anlaşılırlığına dair ilkeyi taşıdığı sürece — bu kaybolan "proletarya"dır; diğer taraftan mülkiyet ve yöne-
Marksizm'den bir şeyler, tarihsel hareketin "motoru" ya da tek tim işlevlerinin birbirinden ayrılma sürecinin tamamlanması,
IRK, ULUS, SINIF 198 SINIF MÜCADELESİNDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE MI? 199

ekonomide toplumsal kontrolün (yani devletin) yayılması — bu malar bulunduğu halde elde edilmiştir. Yine son yılların tipik işçi
da eriyen "burjuvazi"dir. Madem ki "orta sınıflar", "küçük burju- mücadelelerinin en sert ve en yoğun olanları (İngiliz madenciler,
vazi", "bürokrasi", "yeni ücretli tabakalar", yani Marksizm'in hep Fransız demir-çelik ve demiryolu işçileri...) sektörel (hatta "kor-
takıldığı o sonu gelmeyen siyasal ve kuramsal bilmeceler sonunda poratif") ve savunmaya dönük, kolektif gelecek için anlam taşı-
sahnenin en büyük kısmını kapladı ve tipik işçi ve kapitalist iş- mayan gövde gösterileri gibi görünmektedir. Ve aynı esnada top-
veren figürlerini (sömürülen emek ve mali sermaye kaybolmasa lumsal çatışma durumu, bazıları kurumsal istikrarsızlıklarına rağ-
bile) marjinalleştirdi; o halde sınıflar ve sınıf mücadelesi siyasal men ya da bu nedenle, görünürde çok daha manidar olan bir dizi
bir mite, Marksizm de bir mitolojiye dönüşmektedir. başka biçim almıştır. Bu, kuşak çatışmalarından ve çevre üstün-
Yine de bazıları çıkıp sınıfların bir anda (yetmişli-seksenli deki teknolojik tehdide bağlı çatışmalardan, "etnik" (ya da "din-
yıllar) ve Marksizm'in sömürüye ve sınıf mücadelesine bağladığı sel") çatışmalara ve uluslararası terörizm ve savaşın bazı yerlerde-
bir dizi toplumsal görüngünün —ağır yoksullaşmanın, işsizliğin, ki kronikleşmiş biçimlerine kadar gider.
kapitalist üretimin eski "kaleleri"nin hızla sanayisizleşmesinin, Belki de "sınıfların ortadan kaybolması"nın en radikal biçimi
yani mali ve parasal spekülasyonla örtüşen sermaye yıkımının— şu olacaktır: Toplumsal-iktisadi mücadelelerin ve ifade ettikleri çı-
gözlemlendiği bir bağlamda (iktisatçıların otuzlu yıllarla karşılaş- karların kayıtsız şartsız yitip gidişi değil —çatışmanın her yerde
tırdıkları iktisadi dünya krizi) ortadan kaybolduğunu ilan etmekte varolmasının beraberinde hiçbir hiyerarşiyi, toplumun görünür bir
dev bir sahtekârlık olup olmadığını soracaklardır kendi kendile- şekilde "iki kampa" bölünmesini, konjonktürü ve evrimi belirle-
rine. Oysa aynı esnada, Marksizm'e şöyle bir bulaşmış olanların yen hiçbir "son kerteyi"; teknolojik baskıların, devlet çıkarlarının
"sınıf" politikaları olarak gördüğü devlet politikaları yürürlüğe ve ideolojik hırsların rastlantısal bileşkesinden başka hiçbir dö-
konmaktadır; açıkça savunulan buyrukları artık genel çıkar (kaste- nüşüm vektörünü getirmediği— bir çok-biçimli toplumsal çatışma
dilen kolektif çıkar, hatta toplumsal çıkardır) değil, işletmelerin durumunun dokusunda emilip dağılmaları ve siyasal merkeziyet-
sağlığı, iktisadi savaş, "insan sermayesinin" verimliliği, insanla- lerini kaybetmeleridir. Kısacası siyaset felsefesinin son yönelim-
rın hareketliliği vb. olan politikalardır. Burada bizzat sınıf müca- lerinde yansımasını bulan, "Marx'vari" olmaktan çok "Hobbes'
delesiyle karşı karşıya değil miyiz? vari" bir durum.
Fakat eksik olan şey (S. de Brunhoff'un haklı olarak ifade Bana kalırsa böyle bir durum üzerinde düşünmek Marksizm'
ettiği gibi), toplumsal, siyasal ve kuramsal olanın eklemlenmesi- in kuramsal varsayımlarının geçerliliği konusundaki yargının erte-
dir. O andan itibaren sınıfsal uzlaşmazlıkların görünürlüğü bu- lenmesinden çok, tarihsel kavramların ve biçimlerin çözümlenme-
lanıklığa dönüşür. Yeni-liberal ve yeni-muhafazakâr politikalar sinin zamanı ile programların ya da sloganların zamanı arasında
kuşkusuz uluslararası ilişkilerin güvensizliğinde, yönlendirile- net bir ayrıştırma yapmayı gerektirmektedir. Çünkü bunların bir-
mezliğinde, kendi popülizmlerinin (ve kendi ahlakçılıklarının) birine karıştırılmasının, Marksizm'in kendi ifadelerinin nesnelliği-
çelişkilerinde bocalayıp durma eğilimindedirler; ancak işçi hare- ni ve evrenselliğini kavrayışını, bunlara önceden pratik doğrular
ketinin kurumsal biçimlerinin, örgütlü sınıf mücadelesinin dağıl- statüsü vererek etkilediğini düşünmek için haklı nedenlerimiz var.
ması ve gayri meşru hale getirilmesi konusunda inkâr edilemeye- Demek ki bu karışıklığı çözmek "saf kurama sığınmanın bir şekli
cek olumsuz başarılar elde ediyorlar. Bu konuda kesin kararlı ve olmaktan ziyade, spekülatif ampirizme değil stratejik buluşa bağlı
azimli çabalara gerek kalsaydı mitin direndiği düşünülebilirdi. Fa- olan bir kuram-pratik eklemlenmesini düşünmek için —yeterli de-
kat bu başarılar, kapitalist merkezlerin çoğunda işçi sınıfının arka- ğilse de— gerekli bir koşuldur.
sında uzun yıllara dayanan örgütler, deneyim ve kuramsal tartış- Şimdi sınıf mücadelesi kavramını eleştirel bir incelemeye tabi
IRK, ULUS, SINIF 200 SINIF MÜCADELESİNDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE Mİ? 201

tutarak böyle bir düşünme tarzının unsurlarını biçimlendirmek is- nin sınıf olarak siyasal iktidarı tek başına yürütemeyeceği dü-
tiyorum. İlk olarak, Marx'ın gözler önüne serdiği, daha sonraki şüncesinde olduğu gibi. Fakat "somut olanın" çok daha ince bir
gelişmelerinde de hep bu izi taşıyan sınıf kavramının bazı iki diyalektiğini çıkardıkları da olmuştur: sınıfların temsilinin ayrış-
yönlü özelliklerine ayrım getireceğim. İkinci olarak, sınıf müca- ması ve toplumun düşman kamplarda kutuplaşması görüngüle-
delesinin yalın şekliyle ters düşen bazı görünümlerini kurama ek- rinin tehlikeli bir şekilde birbirini izleyişinde devrimci ve karşı-
leme olanağını inceleyeceğim. Sınıf mücadelesi kuramlaştırma- devrimci krizlerin yoğunlaştığı düşüncesinde olduğu gibi. Aslında
sına indirgenemediği, hatta onunla bağdaşmadığı görülen ve do- bu çözümlemeler, kendilerine ait bir kimlikle, toplumsal bir iş-
layısıyla onun gerçek iç sınırlarını (ya da isterseniz, Marksizm'in levle ve özel siyasal çıkarlarla donanmış kolektif güçlerin oluş-
altında yatan antropolojinin iç sınırlarını) tanımlayan süreçlerin ve ması ve çarpışması olan, stratejik diye adlandırabileceğimiz bir ta-
toplumsal ilişkilerin, örneğin "zekânın mekanikleşmesi"nin ya da rih temsilini tartışma konusu yapmazlar. Bu temsil Komünist Ma-
cinsel baskı ilişkilerinin, ya da yine milliyetçilik ve ırkçılığın bazı nifesto'nun "örtülü ya da açık bir iç savaş" diye adlandırdığı
görünümlerinin Marksist bir açıdan nasıl belirlenebileceğini de şeydir. Sınıfları tarihin maddi ve ideolojik aktörleri olarak kişileş-
araştırmak uygun olur — fakat bu başka bir açıklamanın konusu tirme olanağını sağlayan budur. Elbette ki böyle bir kişileştirme,
olmak zorundadır. öne sürdüğü terimlerin temel bir simetrisini içermektedir.
Oysa esas olarak, Kapitalin çözümlemelerinde olmayan şey
"Marksist" Sınıf "Kuramı" budur (ve onun "mantığıyla" hiç mi hiç bağdaşmaz). Kapital,
kuşkusuz sınıf mücadelesine bütünüyle bağlı olan bir süreci göz-
Burada söz konusu olan "tarihsel materyalizm"in temel kavram- ler önüne serer, ama temel bir simetrisizlik taşır: o kadar ki, onun
larını bir kez daha özetlemek değil, —bir sistemden ziyade ku- bakış açısından, uzlaşmaz sınıfların hiçbir zaman "karşılaşma-
ramsal bir deneyim olarak— harfi harfine ele alınan Marx'ın ese- dıkları" söylenecek kadar ileri gidilebilir. Gerçekte burjuvalar ya
rinde de sınıf mücadelesi çözümlemesine, pratik yatırımı için ge- da kapitalistler (bu çifte adlandırmanın yarattığı sorunlara daha
rekli "koz"u verdiğini düşünebileceğimiz bir karşıt anlamlılık gö- sonra döneceğim) hiçbir zaman bir toplumsal grup olarak gö-
rüntüsü veren şeye işaret etmektir. Çok bilinen ya da daha önce rünmezler; sermayenin ve onun farklı işlevlerinin "taşıyıcıları",
öne sürdüğüm gelişmeleri hızla geçeceğim. "maskeleri", "kişileşmeleri" olarak görünürler. Kapitalist "sınıf
Bizi durdurması gereken ilk olgu, bir yanda Marx'ın "tarih- fraksiyonları" —girişimciler ve para babaları, tüccarlar— ancak
sel-siyasal" eserlerinde, diğer yanda Kapitalde, rastladığımız sınıf bu işlevler kendi aralarında çatıştığı zaman; ya da sistemin "dışın-
mücadelesi biçimleri arasındaki aşırı aykırılıktır. da" sayılan kapitalizm-öncesi sınıfların ve toprak mülkiyetinin
Doğal olarak bu ilk eserler hazırlandıkları koşulların geri tep- çıkarlarıyla karşılaştıkları zaman sosyolojik bir istikrar kazanırlar.
mesine —tüm diğer metinlerden daha fazla— maruz kalmıştır. Proletarya, bunun tersine, para-sermayesinin karşısında, üretim
Bize sundukları "tablolar", temel tarihsel şemanın, sürekli olarak ve yeniden üretim sürecinde somut, elle tutulur bir gerçeklik ola-
a posteriori düzeltmeyle önceden bilme arasında gidip gelen, (esas rak ("kolektif emekçi", "emek gücü") belirmektedir. Bir bakıma
olarak Avrupa tarihine indirgenmiş olan) ampirik tarihin beklen- Kapitalde iki, üç ya da dört değil yalnızca bir sınıfın, proleter-işçi
medik olaylarına uyarlanmış halleri gibi görünmektedir. Bu uyar- sınıfının olduğu söylenebilir; bu sınıfın varlığı hem sermayenin
lamalar kimi kez kavramsal yapım üretilmesini gerektirir: ünlü değerlenmesinin koşulu ve birikiminin sonucudur hem de hare-
"işçi aristokrasisi" temasında olduğu gibi. Kimi kez de ciddi man- ketinin otomatikliğini sürekli olarak köstekleyen engeldir.
tıksal güçlükler doğururlar: Bonapartizm'in yol açtığı, burjuvazi- O halde iki "temel sınıfın simetrisizliği (birinin kendi olarak
IRK, ULUS, SINIF 202 SINIF MÜCADELESİNDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE MI? 203

yokluğunun diğerinin varlığına tekabül edişi) sınıf mücadelesi (üç "tarih"in de diyebiliriz) eklemlenmesi koşuluyla mümkündür:
düşüncesiyle çelişmediği gibi, bu mücadelenin derinlemesine ya- •Öncelikle, sermayenin artık değere el koyması ve kendine
pısının doğrudan bir ifadesi gibi görünmektedir (Marx, "eğer mal etmesi olarak ticari biçimiyle sömürü anı: verili tarihsel
şeylerin özü görünümleriyle karışsaydı tüm bilimler gereksiz olur- ko
du," diye yazıyor). Bununla birlikte bu mücadele sömürü koşulla- şullarda emek gücünün yeniden üretimine eşdeğer olan
rının üretiminde ve yeniden üretiminde her zaman için sürüp git- zorunlu
mektedir; buna sonradan eklenmiş değildir. emek ile teknolojik gelişmelere uygun üretim koşullarına
Ne ki "Marksizm" bu iki bakış açısının birliğidir (ya da daha dönüş
sonra açıklığa kavuşturabilmeyi umduğumuz gibi, iktisadi bir ki- türülebilecek artık emek arasındaki niceliksel fark. Bu üretici
şileştirmenin ve tanımın, ve bir sınıflar siyaseti tanımının aynı ta- sa
rihsel dram içindeki birliğidir). O halde, şematik hale getirmek is- hiplenme ve farkın olabilmesi için hem istikrarlı bir hukuksal
tersek, görünürde Kapital'in ve Komünist Manifesto'nun farklı bi
bakış açılarının birliği, emek sorununu iktidar sorununa bağlayan çime (ücret kontratı) hem de kalıcı bir güç ilişkisine ihtiyaç
bir dizi ifade ve temsil ilişkisiyle ve çelişkilerin gelişiminin man- vardır
tığıyla sağlanmıştır. (teknik güçlükler, işçi-işveren koalisyonları, devletin "ücret-
Burada, Marx'ın —Kapital'in Marx'ının— proletaryanın va- nor-
roluş koşullarındaki çelişkilerin kökenini nasıl düşündüğünü ya- mu" dayatan düzenleyici müdahaleleri bu noktada devreye
kından incelememiz gerekir. Bu köken, tamamen ücretli üretici gir
emeğin dayattığı bir yaşam biçiminin dayanılmaz niteliğinin ve ta- mektedir).
mamen bu emeğin giderek daha fazla sömürülmesine dayanan bir •Bunun ardından, toplumsal egemenlik adını vereceğim an:
iktisadi biçimin mutlak sınırlarının belli bir anda kurulduğu "so- bu tam da üretimin içinde kurulan bir ilişkidir. Bu ilişki,
mut" bir tarihsel durumdur. önce
Kaba hatlarıyla özetleyelim. Kapital'in çözümlemesi bir "bi- emeğin sermaye buyruğu altında basit biçimsel altalanması
çim" ile bir "içeriği", ya da diyebiliriz ki, bir genellik anı ile bir yoluy
özellik anını eklemlemektedir. Biçim (genel olan) sermayenin öz la, daha sonra —işbölümü, parçalama, makinalaşma,
hareketidir, metamorfozlarının ve birikiminin belirsiz sürecidir. yoğunlaştır
Özel içerik, "insan malzemesinin" (mal gibi alınıp satılan) ücretli ma yoluyla— emeğin, değer kazandırmanın gerekleri
emek gücünün dönüşümü, bir artık değer üretim sürecinde kul- yüzünden
lanılması, tüm toplum çapında yeniden üretim anlarının zinciridir. gerçek altalanmasına vararak, işçinin emek zamanının
Tarihsel boyutu göz önüne alındığında (ya da tarihte kapitalist "gözenekle
"mantığa" maruz kaldıkları sürece toplumlara kendini dayatan bir rinin" en derinine kadar sızar. Kol ve kafa emeği ayrımına,
eğilim olarak düşünüldüğünde) bu zincirin, emekçilerin proleter- yani
leşmesi olduğu söylenebilir. Fakat, sermayenin öz hareketi görü- işçinin bilgisinin, emekçinin özerkliğine karşı çevrilmek üzere
nürde kendi sürekliliğinden (krizlere karşın) doğrudan bir birlik ka
elde ediyorsa da, proleterleşmenin tek bir kavramla düşünülebil- mulaştırılmasına ve bilimsel düzeneklere katılmasına kesin
mesi ancak dışsal olarak ayrı, en az üç tip toplumsal görüngünün bir rol
atfetmek özellikle bu noktada uygun olur. Ve üretimin
"zihinsel
güçlerinin" (teknoloji, programlama, planlama) gelişimi ile;
kapi I SINIF
talist biçimin bizzat emek gücü üzerindeki etkilerini —emek R MÜCADELESİNDEN
K SINIFSIZ
gü , MÜCADELEYE MI?
cünün fiziksel, ahlaki, zihinsel alışkanlıklarının dönemsel U 205
olarak L
(aile, okul, fabrika, sosyal tıp tarafından) şartlandırılması ve U
S,
dü SI
zeltilmesi gerekir; kuşkusuz buna direnişler de olacaktır— N
bağ I
lantılı olarak incelemek de bu noktada uygun olur. F
2
•Son olarak iş ve işsizliğin döngüsel niteliği —Marx buna 0
çekimleyici-iteleyici diyor— sonucu ortaya çıkan işçiler arası 4

vensizlik ve rekabet anı (S. de Brunhoffun deyimiyle, farklı
biçimler alan "özel olarak proleter bir risk"). Marx bu
kapitalist toplumsal ilişki kültürü", "kitle hareketleri") bağıntılı
rekabetin zorunluluğu olduğunu gösterir. Bunu gelişmesidir.
içinde, işçilerin sendikalarda örgütlenmeleriyle ve doğrudan,
bizzat "yedek sanayi ordusu"nun Marx'ın akıl yürütme tarzını
sermaye ve "göreli nüfus fazlası"nın diğerlerinden ayıran şey, bu üç anı,
nin işçi sınıfının bir kısmını istikrarlı hale getirmekten(sömürgeciliği, erkeklere rakip hem mantıksal olarak tutarlı hem de
sağladığı olarak kadın ve çocukların işe ampirik olarak saptanabilir tek bir
çıkarla durdurulabilecek ama hiçbir zaman tamamen ortadan alınmasını, göçü, vb. kapsayan) farklı ideal-tipte, durum ve koşullara bağlı
kal biçimlerine, yani kapitalizmin tarihi yakın varyantlarla birleştirmesidir
dırılamayacak ve her zaman sonunda kendini (özellikle de
boyunca proleterleşmenin (Alman işçilerine "de te fabula
kriz başlangıçtaki şiddetini sürdüren narratur"* der). Böylelikle bu
lerde ve kapitalist kriz çözümü stratejilerinde) yeniden "nüfus yasası"na bağlar. birleştirme sermaye hareketinin
dayatan bir Bunlar proleterleşmenin, aynı birliğinin karşılığı olarak görünür,
zamanda proletaryanın yeniden onun diğer yüzünü temsil eder. O
üretiminin üç evresi de olan üç halde "sermayenin mantığı"nı değer
dür. Başka bir yazıda biçiminin evrensel yayılımı olarak, in
(Balibar, 1985) öne sürdüğüm gibi con-creto** düşünebilmek için gerekli
bunlar örtük bir "kitle" ve "sınıf bir koşuldur. Meta biçiminin tüm
diyalektiği taşımaktadır: Bu, tarihsel toplumsal üretimde ve dolaşımda
olarak heterojen (ayrı özelliklerle geçerli olması ancak emek gücünün
kitlelerin (ya da nüfusların) tamamen meta olmasıyla mümkündür.
kesintisiz bir biçimde bir işçi sınıfına Fakat emek gücünün tamamen meta
ya da işçi sınıfının art arda gelen gö- olması da, ancak farklı proleterleşme
rünüşlerine dönüşmesi, ve sınıfsal biçimleri tek bir süreçte (Marx, bizzat
duruma özgü "kitleleşme" bi- maddi üretiminkiyle aynı "çark"ın et-
çimlerinin ("kitle emeği", "kitle kisiyle, diyor) birleşirse mümkün
olur.
akat bu doğrudan doğruya, insan emeği olacak gerçek özün,
kilde, emekçilerin niteliksizleşmesi
tartışmalı ampirik-spe-külatif ve homojenleşmesi yönünde yabancılaşmış
olmasını bir biçimidir. Fakat
yımlarla giderilebilecek tarihsel gerektiren varsayım bunlardan"biçimlerin"
biridir. gelişim sürecinin
klarla sonuçlanmaktadır. Örneğin Ve bu da kapitalizmin ekonomist "tarihsel bir okumasını önlemekten
mde işbölümü eğiliminin, bazı yasaları"nm (ve bu üretim çoktarzının
uzak olan bu ana ilkeye
alarla, değerin tözü olan "soyut" çelişkilerinin) anlamına dairbaşvurmak,
derin bir tersine bunu aşılmaz bir
i bir şekilde gerçekte vareden, ikircilliğe varmaktadır. Bu ufuk olarak dayatır, çünkü genelde
ikircilliğin
aşmamış ve değiştirilebilir "basit bizzat Marksist sınıf emek ve meta (ya da değer)
temsilinin
" genelleştirecek şe- kategorilerinin bağıntısı bizzat klasik
merkezinde olduğunu göreceğiz.
iktisadınbirilkesidir. O halde değerin
Fakat yine de dikkatlerimizi
*
an Marx'ın ortaya çekilip
koyduğu alınması yöntemlerinin ve
Anlatılan bunlara
proleterleşme tanımına yöneltelim. karşı direnişlerin
nin Bu tanımın klasik, iktisadi (makinalaşmaya
olan ve ya da zorunlu
kâyendir kentleşmeye
siyasal olan kategorileri konusundaki başkaldırılar ve
(Lat.
iki yönlülüğe birkaç grevlerden kelimeyle iş hukukuna, devletin
n.) ** in
oncreto: değinmek isterim. Bu ikisosyal politikalarına, işçi örgütlerine
yönlülük
mut kadar)
sadece bizim için değil, bizzat Marx tanımlarının her alanında
çimde. için de söz konusudur. varolanÇoğu kezsiyasal çelişiklik, kendi
Lat. ç.n.) Kapital'in başına bir önem taşımaz, ancak
çözümlemelerinin,
önceliğin benim "biçimleri" iktisadi
ya mantığın
da (ya da "ekonomik"
biçimin içinde yabancılaşmış emeğin
"içerikleri" dediğim şeye verilmesine
göre, iki ayrı okumasını yapmak nın) çelişkilerinin ifadesi
mümkündür. Böylece aynı metinden anlam taşır.
olduğunda
yola çıkarak ister bir "iktisadiFakat sınıf bu okuma tersine
kuramı" ister bir "siyasal çevrilebilir,
sınıf yeter ki biçimin önceliği-
kuramı" üretilebilir. nin yerine içeriğin önceliği
Birinci bakış getirilsin;
açısıyla,bu içeriğin biçimi de onun
proleterleşmenin tüm anları (ve bu an-
ların özellikle 18. yüzyıl ve 19. yüzyıl
İngiliz toplumsal tarihinin ayrıntısına
dek inen anları) yalnızca toplumsal
bir baskıyı değil, aynı zamanda işçi
sınıfına atfedilen pratiklerin gizli
özünü de oluşturan, değer, değer
kazanma ve sermaye birikimi
döngüsünde önceden belirlenmiştir.
Kuşkusuz bu öz Marx'ın bize dediği
gibi bir "fetiş"tir; tarihsel-toplumsal
ilişkilerin nesnelliğin yanılsamalı
zeminine yansıtılmasıdır ve son
çözümlemede "nihai" gerçeklik, yani
IRK, ULUS, SINIF 206 SINIF MÜCADELESİNDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE Mİ? 207

olumsallıkla belirlenmiş, "yönelimli" sonucundan başka bir şey çıkartan ifade eden iktisadi güçler olarak kendilerim içeriden gös-
değildir. Sınıf mücadelesi iktisadi biçimlerin dışavurumu olmak terirler).
yerine, onların göreli tutarlılığının —güç ilişkileri ve konjonk- Bu iki okuma tersyüz edilebilir olduğundan istikrarsızdır. Her
türün rastlantısına maruz kaldığında zorunlu olarak değişen— ne- yerde —bizzat Marx'ta da— kendilerini çözümlemenin kaçamak
deni haline gelir. Bunun için aynı "emek" adı altında, antropolojik noktalan olarak gösterirler (özellikle de toplumsal sınıfların, Ri-
bir öz yerine, bir toplumsal ve maddi pratikler karmaşığını anla- cardo'dan mülhem, gelir dağılımıyla yapılan ekonomist bir sahte
mak yeterlidir. Bu karmaşığın birliği, Batı toplumlarının tarihinin tanımı —Kapital'in el yazması bununla tamamlanır— bu türden
bir döneminde (Sanayi Devrimi'nin meslekleri çözülmeye uğrat- bir kaçamaktır; "mutlak tarihsel sınırları"na ulaşan kapitalizmin
tığı, kentleşmenin vb. olduğu bir dönemde) ve kurumsal bir yerde batışına dair felaketçi yaklaşımlar da bunlardandır). Özet olarak
(üretim, fabrika, işletme) toplanmalarından doğar. ekonomizm ile siyasetçilik arasında gidip gelme, kapitalist üretim
O zaman bütün açıklığıyla —Manx'ın çözümlemelerinde de— tarzının çelişkileri kavramını etkilemeye devam etmektedir. Ya ka-
görünen şey, biçimlerin önceden belirlenmiş bir zinciri değil, pitalist üretim ilişkilerinin iktisadi sonuçlarının, belli bir evreyi
uzlaşmaz stratejilerin, kendi etkileriyle sürekli olarak gerileyen ve geçtikten sonra, nasıl ancak kendi zıtlarına çevrilebileceklerini
atılım yapan sömürü ve egemenlik stratejilerinin, direniş strateji- göstereceklerdir (emek üretkenliğinin "gelişme koşulları"yken on-
lerinin bir oyunudur (bu söz konusu etkiler özellikle kurumsal et- ların "ayak bağı" halini alacaktır; kriz ve devrim buradan kaynak-
kilerdir: emek zamanının hukuksal incelenmesinin —"sosyal dev- lanır). Ya da baştan beri varolan kalıcı olguyu, insani emek gü-
letin" ilk tezahürünün— sahip olduğu önemin nedeni budur. Bi- cünün meta durumuna indirgenemez kaldığını ve direnişinin gide-
çimsel altalanmadan gerçek altalanmaya, mutlak değer fazlasın- rek daha güçlü ve örgütlü bir şekilde (sınıf mücadelesi de budur)
dan göreli değer fazlasına ya da yaygın sömürüden yoğun sömü- sistemin yıkımına doğru ilerlediğini göstereceklerdir. Marx'ın
rüye geçiş, tarihsel olarak bu eksen etrafında döner). Şu halde "mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi"ne dair ünlü ifadesinin
sınıf mücadelesi, ekonominin kendi başlarına hiçbir özerkliğe sa- bu iki yoldan "yadsımanın yadsınması" olarak anlaşılabilmesi ol-
hip olmayan çeşitli figürlerinin belirdiği siyasal zemin olarak dukça çarpıcıdır.
görünür (bu Negri'nin deyişiyle, emek gibi "kendine pek az ben- Fakat bu gidip geliş olduğu gibi devam edemez. Kuramın
zeyen", "oynak" bir zemindir). makul ve uygulanabilir olması için belli bir noktada sabitleş-
Ne var ki, bu iki okumanın nihai olarak, genelde biçim ve tirilmesi gerekir. Özellikle Marx'ta —ve yine onun haleflerinde—
içerik gibi tersyüz edilebilir olduğunu söylemiştim. Ve bu da siyasetin iktisatta içkinliği ve iktisatın tarihselliği düşüncesi ola-
Marx'ın girişiminin ikircilliğini gayet iyi açıklar: Bu girişim hem rak, diyalektik düşüncesinin yerine getirdiği işlev budur. İktisadi
üretimin uzlaşmazlıklarının gözler önüne serilmesiyle, güç ve nesnellikle siyasal öznelliğin "nihayet bulunan" denkliğini temsil
siyaset ilişkilerinin (ki liberal ideoloji bu alanda, yarar sağla- eden devrimci proletarya düşüncesinin, kuram ve pratik için çok
yabilmek için az bir zararı göze alarak, yani çatışmayı devlet ve anlamlı bir zıtların birliği olarak devreye girdiği yer burasıdır. Bu
"iktidar" açısından belli bir sınır içinde tutarak akılcı hesabın ve düşüncenin öncülleri Marx'ta kesinlikle vardır (Marx'ın spekü-
görünmez bir elin sağladığı genel faydanın saltanatını kurduğunu latif ampirizmi dediğim şey budur). "İktisadi" sınıf olarak işçi sı-
zanneder) her yerde varoluşuyla "ekonomi-politiğin eleştirisi"dir; nıfı ve "siyasal özne" olarak proletarya ideal kimliğinin söz konusu
hem de, aynı zamanda sadece hukukun, egemenliğin ve sözleş- olduğu da söylenebilir. Stratejik sınıf mücadelesi temsilinde bu
menin alanı olarak siyasetin sınırlarının ispatı, ifşasıdır (bunlar dış kimliğin bütün sınıflar için geçerli olup olmadığı sorulabilir; ama
sınırlar olmaktan çok iç sınırlardır, çünkü siyasal güçler "maddi" bu kimliğe yalnızca işçi sınıfının kendiliğinden sahip olduğunu
IRK, ULUS, SINIF 208 SİNİF MÜCADELESİNDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE Mİ? 209

kabul etmek gerekir. Bu da onu "evrensel sınıf" olarak düşün- düşüncesinin sürekli olarak sınıf ilişkilerinin yalınlaşmasıyla ilgili
memizi sağlar (diğer sınıflar ise "evrensel" olmaya yaklaşmaktan —ki bunun sonunda insanlık macerasının hayati kozlarının (sö-
öteye gidemezler; proletarya bizzat devrimci olabileceği ve olmak mürü ya da özgürleşme) "dünya" ölçeğinde "gün ışığına" çıkması
zorunda olduğu halde, "burjuvazinin bizzat egemen olamayacağı" gerekir— tarihsel bir kurguda yansıması hiç de şaşırtıcı değildir.
nı öne süren semptomatik düşünceyi hatırlayalım). Ancak bu döngünün kırılması —ve Marksizm'in çelişkili bir-
Doğal olarak işçi sınıfında, bu ilke birliğini etkileyen ve kim- liğinde harmanlanan bin yılcı ideoloji unsurlarının ve kuramsal
lik anını zaman içinde geciktiren engeller ve uymazlıklar rahatça çözümleme unsurlarının ayrışmaya başlaması— için proleterleş-
gözlenebilir: "gelişmemiş bilinç", ulusal ya da mesleki "bölün- menin farklı yanlan arasında gözlenebilen ampirik uyuşmazlık-
meler", "emperyalist kalıntılar", vb. Son raddede —Rosa Luxem- ların geçici olmayan, "tarihsel kapitalizm"in (Wallerstein) somut
burg gibi— proletaryanın sınıf kimliğinin gerçek olarak ancak koşullarının içerdiği yapısal uyuşmazlıklar olarak görülmesi ge-
devrimci edimin kendisinde varolduğu düşünülebilir. Fakat bu rekmektedir. Burjuvazinin —ki Engels ve Kautsky'nin yanılsa-
açıklamalar işçi sınıfının, kapitalist gelişmenin ürünü olan nesnel malarının aksine "gereksiz sınıf olarak düşünülemez— toplumsal
birliğiyle, konumunun radikal olumsuzluğunda yani tam olarak işlevi, sermayenin iktisadi işlevlerinin "taşıyıcısı" olmaya indir-
ürünü olduğu bu gelişmenin çıkarlarıyla ve hatta varoluşuyla genemez. Ya da; "burjuvazi" ve "kapitalist sınıf", egemen kesim
bağdaşmazlığında bulunan öznel birliği arasındaki tutarlılıkta, daha söz konusu olduğunda bile, tek ve aynı kişi için birbirinin yerine
önce fiilen varolan kimlik ilkesini doğrulamaktan başka bir şey kullanılabilir isimler değildir. Nihayet, devrimci (ya da karşı dev-
yapmaz. Ya da bu tutarlılık, toplumsal işbölümündeki yerleri ne- rimci) ideoloji tarihsel olarak, tek-anlamlı ve evrensel bir kendi bi-
deniyle işçi sınıfına "ait olan" tüm bireylerin katılacağı bu sınıfın lincinin öbür adı değil, koşulların, kültürel biçimlerin ve belirli
nesnel bireyliğiyle onların doğrudan çıkarlarının savunusunu ve kurumların etkin ürünüdür ve bu da azımsanacak bir güçlük
sömürünün sonunu (yani "sınıfsız toplumu", sosyalizm ya da ko- değildir.
münizmi) mümkün ve örgütlenebilir kılan özerk, toplumsal dö- Bütün bu düzeltmeler ve kaydırmalar hem tarihsel deneyimde
nüşüm projesi arasında söz konusu olacaktır. hem de tarihçilerin ya da sosyologların eserlerinde meydana çık-
Böylelikle Marksizm'in sınıf mücadelelerinin tarihsel olarak mış, ve başlangıçtaki Marksist kuramın gerçek bir yapı-çözümüne
belirleyici niteliğini tasarlayış şekliyle bizzat sınıfların (öncelikle [dekonstrüksiyon] varmıştır. Bunlar Marksizm'in çözümleme il-
proletaryanın) öznel ve nesnel (çifte) kimliklerini tasarlayış şekli kelerinin kayıtsız şartsız iptaline yol açar mı? Daha çok bu kura-
arasında karşılıklı önvarsayım var gibi görünüyor. Tarihsel dö- mın yeni baştan kalıba dökülmesine —kapitalizmin gelişiminin
nüşümlerin anlamını tasarlayış şekliyle, tarih sahnesinde kendi (sınıfsız toplumun kaçınılmazlığını "kendinde" taşıyan) "sınıfsal
dramının oyuncuları olarak görünen sınıfların varoluş sürekli- uzlaşmazlıkların bir yalınlaşması" olarak tasavvur edilmesine yol
liğini, sürekli kimliğini tasarlayış şekli arasında da aynı şey söz açan ideolojik önvarsayımları bir kez radikal bir şekilde eleştir-
konusudur. dikten sonra, tersine, sınıf ve sınıf mücadelesi kavramlarının, be-
Biraz önce söylediğim gibi, bu döngünün öncülleri bizzat lirlenmiş bir sonu olmayan bir dönüşüm sürecine işaret edecekleri,
Marx'ta verilidir; sömürü durumunun içerdiği radikal olumsuz- başka bir deyişle öncelikle toplumsal sınıfların kimliğinin ke-
luğun bilincine varmak olarak devrimci öznellik düşüncesinde, ve sintisiz bir dönüşümüne tekabül edecekleri yeni bir kalıba dökül-
bu durumun dereceler ve aşamalarla da olsa, baştan başa tek bir mesine— olanak sağlayıp sağlamadıkları akla uygun bir şekilde
mantığa tekabül eden bir birleşmiş proleterleşme sürecini ifade sorulabilir. İşte o zaman Marksist, çok ciddi olarak, mitsel bir sü-
ettiği düşüncesinde verilidir. Bu koşullarda, uzlaşmazlığın yapısal reklilik ve bir kimlikle donanmış kişiler gibi anlaşılan sınıfların
IRK, ULUS, SINIF 210 SINIF MÜCADELESİNDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE Mİ? 211

erimesi düşüncesini kendi hesabına yeniden ele alıp geldiği yere dern toplumdaki siyasal biçimlerin doğrudan kurucularından biri
geri gönderebilir. Kısacası "sınıfsız bir sınıf mücadelesi"nin hem olduğunun farkına varırken, siyasal alanı hukukun, gücün ve
tarihsel hem yapısal varsayımını oluşturabilir. "kamu"oyunun alanı sayan liberal temsilden kesin bir kopuş
gerçekleştirmekle kalmıyordu. Aynı zamanda, devletin geri dön-
Manx'ın Ötesinde Marx dürülemez olduğu görünen toplumsal dönüşümünü öngörüyor-
du. Ayrıca üretimin uzlaşmazlığını —ister otoriter ister sözleşmeye
Bir an için Marksizm'in, sınıf mücadelesinin "iktisadi" bir yoru- dayalı yollarla olsun— ortadan kaldırmanın ya da kapitalizmde
muyla "siyasal" bir yorumu arasındaki salınımına geri dönelim. toplumsal güçler arasında bir "iktidar paylaşımına", sabit bir çı-
Her ikisi de tarihsel karmaşıklığın indirgenmesidir. Her biri di- karlar dengesine varmanın olanaksız olduğunu gösterirken, devle-
ğerinin doğruluğunu göstermesine kısmen de olsa olanak tanıdı- tin, esas olarak "özgür ve eşit" bireyler topluluğu kurma iddiasını
ğından, sembolleri günümüzde oldukça iyi tanınmaktadır. hiçe indirgiyordu; özellikle de ulusal devletinkini. Bu noktada,
Komünist gelenek (Lenin'den Gramsci'ye, Mao'ya, Althus- 19. ve 20. yüzyıldaki tüm "sosyal devlet"lerin (buna sosyalist
ser'e, vb.), "ortodoks" Marksizm'in ekonomist evrimciliğinin, işçi devletler de dahil) yalnızca birer ulusal devlet değil, birer milli-
sınıfını temsil eden örgütlerin, devlet aygıtları sistemiyle bütün- yetçi devlet olduklarını unutmayalım.
leşmesine (ya da Gramsci'nin deyimiyle burjuva hegemonyasına Bu anlamda Marx, toplumsal gruplarla bireyleri birbirine bağ-
boyun eğmelerine) bağlı olarak, devletin, sömürü ilişkilerinin ye- layanın ortak bir üstün fayda ya da hukuksal bir düzen değil,
niden üretiminde oynadığı rolü doğru değerlendirmediğini ortaya sürekli gelişme halinde olan bir çatışma olduğunu savunan gizemli
çıkarmıştır. Diğer yandan emperyalizm çözümlemesi aracılığıyla düşünceye tarihsel bir temel kazandırıyordu. İşte bu nedenle,
bu bütünleşmeyi uluslararası işbölümünün sonucu olan, sömü- özellikle ve hatta "iktisadi" kavramlar olarak sınıf mücadelesi ve
rülenlerin bölünmesine bağlamıştır. Fakat bu eleştiri, "iktidarın bizzat sınıflar her zaman için son derece siyasal kavramlar ol-
ele geçirilmesi"nin ve "siyasetin önceliği"nin iradeci kullanımıyla, muştur; fakat potansiyel olarak, resmi siyaset kavramının yeni
bizzat sınıfın yerini almış bir yönetici tek parti tekelinin, üretim- baştan kalıba dökülmesini ifade etmiştir. "Ortodoks" evrimcilik ve
cilik ve milliyetçiliğin birleştiğinin görüldüğü ülkelerde, sosyal ekonomizm kadar, sınıf mücadelesi kavramının örgütlenme tek-
demokrat işçi hareketinin geliştiği ülkelerdekinden daha az de- nikleri ve devlet diktatörlükleri için klişeleşmiş bir kılıf olup çık-
mokratik devlet aygıtlarının yeniden kurulmasına varmıştır. tığı devrimci devletçiliğin de örttüğü ve az çok bütünüyle feshet-
Bu olguları, ("totalitarizm" kuramlarının tersine) hiçbir önce- tiği işte bu kopuş ve yeniden kalıba dökmedir. Bizi, sınıf kimlik-
den varolmuş mantıktan çıkarsamıyorum; fakat Marx'ın öğreti- leri, örgütlenme görüngüleri ve devletin dönüşümleri arasında ta-
sinin güçlükleriyle karşılaştınlmalarından bazı dersler çıkarmak rihsel olarak süren ilişkiyi daha yakından incelemeye mecbur eden
isterim. Negri'nin güzel deyimini kendi amaçlarım için ödünç ala- de budur.
rak, bu karşılaştırmanın bize Marx'ın kavramlarını "Marx'ın öte- Başlangıç olarak, 19. ve 20. yüzyılda görece özerk bir "pro-
sine" taşıma olanağını nasıl sağlayabileceğini göstermeye çalı- leter" kimliği olarak görünen şeyin nesnel bir ideolojik etki olarak
şacağım. anlaşılması gerektiğini söyleyeceğim. Bir ideolojik etki bir "mit"
Marx'ta iktisat ve siyaset temsillerinin ikircilliği onun gerçek- değildir ya da en azından ona indirgenemez (özellikle de bu "mitin
leştirdiği kopuşu gözden kaçırmamıza neden olmamalıdır. Bu gerçekliğinin" bireycilik olması demek değildir: Bireyciliğin ken-
ikircillik bir anlamda, bu kopuşun bedelinden başka bir şey de- disi başlı başına pazar iktisadına ve modern devlete organik olarak
ğildir. Marx emek ilişkileri alanının "özel" bir alan olmayıp mo- bağlı bir ideolojik etkidir). Kendi kendini "işçi sınıfı" olarak
IRK, ULUS, SINIF 212 SINIF MÜCADELESİNDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE Mİ? 213

tanımlayan ve tanıtan bir gücün siyasal sahnede varlığını —müda- laşma biçimine tekabül ettiği için. Öyle ki her zaman, işçi hareke-
halesi, birleşmesi ve bölünmesindeki kesintiler ne olursa olsun— tinin kendisini mevcut örgütlenme biçimlerine ve pratiklerine karşı
bir mite indirgemek de mümkün değildir. Bu varlık olmadan, top- yeniden kurması gereken bir an gelmiştir. İşte bu yüzden "kendi-
lumsal sorunun devamı ve devletin dönüşümündeki rolü anlaşıl- liğindencilik" ve "disiplin"in klasik ve her zaman yeniden ortaya
maz kalırdı. çıkan ikilemleri, ideolojik çatışmalar (reformizm ve devrimci ko-
Buna karşın tarihçilerin çalışmalarının bize gösterdiği şey bu puş), bölünmeler, tesadüfleri değil, bu ilişkinin tözünü temsil et-
ideolojik etkinin kendiliğinden, otomatik, değişmez hiçbir yanı ol- mektedir.
madığıdır. Bu etki, sadece "yaşam koşulları"nın, "çalışma koşul- Aynı şekilde işçi hareketi hiçbir zaman fabrikanın, ailenin,
ları"nın "iktisadi konjonktürlerin" değil, ulusal siyasetin devlet meskenin, etnik dayanışmaların, vb. işçi alanında göründükleri
çerçevesinde aldığı biçimlerin de (örneğin bütün yurttaşlara oy şekliyle yaşama ve çalışma koşullarına bağlı sınıfsal pratiklerin
hakkı, ulusal birlik, savaşlar, eğitim ve dinde laiklik sorunları (bunları işçiye özgü toplumsallaşma biçimleri olarak adlandıra-
vb.) devreye girdiği, işçi pratikleriyle örgütlenme biçimlerinin sü- biliriz) bütününü ifade etmedi ve bunları bünyesine almadı. Bu-
rekli bir diyalektiğinden ileri gelir. Kısaca bu, göreli olarak birey- nun nedeni bilincin gelişmemişliği değil, sömürünün onlara uygu-
leşmiş bir sınıfın ancak bir kurumlar ağı içinde tüm diğer sınıflarla ladığı baskının (bu sömürünün biçimlerindeki çeşitlilik bir yana)
kurduğu bağ sonucu oluştuğu, sürekli olarak üst-belirlenen bir şiddeti ne olursa olsun, proleterleşmiş bireyleri ayırt eden yaşam
diyalektiktir. ve söylem biçimlerinin, çıkarların yok edilmez çeşitliliğidir. Buna
Bakış açısını böyle tersine çevirmek, tarihsel olarak yüzeyde karşılık her seferinde onlara hareketle (grevler, hak arayışları,
gözlenebilenlere uygun olarak, "işçi sınıfının" az çok homojen bir başkaldırılar) ve örgütlerle birleşme kapasitelerini sağlamış olan,
sosyolojik durum temelinde değil sadece bir işçi hareketinin ol- tam da bu sınıf pratikleridir — mesleki alışkanlıklar, toplu direniş
duğu yerde varolduğunu kabul etmek demektir. Ve üstelik, işçi stratejileri, kültürel sembollerdir.
hareketinin ancak işçi örgütlerinin (partilerin, sendikaların, sen- Daha ileri gidelim. Göreli tarihsel sürekliliği içinde "sınıfı"
dikalar birliğinin, kooperatiflerin) olduğu yerde varolduğunu ka- yapan pratikler, hareketler, örgütler arasında sürekli uyuşmazlık
bul etmektir. olduğu gibi bu terimlerin her birinde temel bir katışıklık da vardır.
İşte işler bu noktada karışık ve ilginç hale gelmektedir. Nite- Uvriyerist bir ideoloji geliştirse bile, hiçbir sınıf örgütü ( özellikle
kim tersine bir indirgemecilikle, tam da idealleştirilmiş "özne sı- de hiçbir kitle partisi) hiçbir zaman katıksız bir işçi örgütü ol-
nıf tasvirinin temelinde yatan bir indirgemecilikle işçi hareketini mamıştır. Tersine her zaman bazı "öncü" işçi kesimleriyle, ister
giderek işçi örgütleriyle ve —göreli de olsa— sınıfsal birliği işçi dışarıdan toplanan, ister "organik aydınlar" gibi kısmen içeriden
hareketiyle özdeşleştirmeyelim. Bu üç terim arasında her zaman çıkan aydın gruplarının karşılaşması ve az çok çatışmalı bir şe-
kaçınılmaz olarak uyuşmazlık olmuştur. Sınıf mücadelesinin ger- kilde kaynaşmalarıyla kurulmuştur. Aynı şekilde, çok belirgin bir
çek, toplumsal ve siyasal tarihini yapan çelişkileri üreten budur. proleter niteliğe büründüğü zaman bile, hiçbir önemli toplumsal
Böylece işçi örgütleri (özellikle de siyasal sınıf partileri) hiçbir za- hareket hiçbir zaman sadece ve sadece anti-kapitalist hedeflerin ve
man işçi hareketinin bütününü "temsil etmemiş" oldukları gibi, hak iddialarının üzerine oturmamıştır; her zaman için anti-kapi-
onunla dönem dönem çelişmek durumunda da kalmışlardır: hem talist hedeflerle demokratik ya da ulusal, ya da pasifıst veya geniş
temsil etme yetkileri Sanayi Devrimi'nin belli bir aşamasında mer- anlamda kültürel hedeflerin birleşimi üzerine kurulmuştur. Aynı
kezi konuma yerleşmiş bazı "kolektif emekçi" kesimlerinin ideal- şekilde sınıf pratiklerine, direnişe ve toplumsal ütopyaya bağlı
leştirilmesi üzerine kurulduğu için, hem de devletle siyasal bir uz- temel dayanışmalar, tarihsel ana ve ortama bağlı olarak, her za-
İRK, ULUS, SINIF 214 SİNİF MÜCADELESİNDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE MÎ? 215

man için hem mesleki dayanışmalar hem de kuşak, cinsiyet, milli- talist girişimcilerden bağımsız olarak kurulduğu anlamına gelmez.
yet, kentsel ya da kırsal çevre, askeri mücadele, vb., dayanışma- Bunun anlamı bizzat kapitalistlerin sömürülebilir bir el emeğinden
ları olmuştur (1914'ten sonra Avrupa'daki işçi hareketi biçimle- yararlanmak için sağlamak zorunda oldukları "toplumsal" işlev-
rini "eski tüfeklerin" deneyimi olmadan anlamak mümkün değil- lerin yerine getirilmesinin, birliklerinin, çıkar çatışmalarının uzlaş-
dir). tınlmasının devletin sürekli arabuluculuğu olmaksızın olanaksız
Bu anlamda tarihin bize gösterdiği şudur: Toplumsal ilişkiler olacağıdır (buna göre eğer bizzat kendileri devletin "idarecileri"ne
kendi üzerlerine kapanmış sınıflar arasında kurulmazlar; sınıfları dönüşemeselerdi ve devletin kullanımı ve idaresi için, kapitalist
—işçi sınıfı da dahil— katederler. Ya da: Sınıf mücadelesi sınıf- olmayan burjuvalarla birleşemeselerdi —ki bunu her zaman yapa-
ların kendi içlerinde cereyan eder. Fakat şunu da gösterir: Devlet mazlar— bu yine olanaksız olurdu).
sınıfların oluşmasında kurumlarıyla, aracılık ve idare işlevleriyle, Son noktada, tarihsel bir burjuvazi, kendi dönüşümü pa-
düşünceleri ve söylemleriyle zaten hep vardı. hasına (bu şiddetli bir dönüşüm de olabilir), dönemsel olarak yeni
Bu öncelikle "burjuvazi" için geçerlidir ve klasik Marksizm'in devlet biçimleri icat eden bir burjuvazidir. Mali kârla girişimcilik
tökezlediği nokta tam da burasıdır. Devlet aygıtını, "sivil toplu- işlevinin çelişkileri böylelikle, ancak "Keynesçi" devlet yoluyla
mun" dışında bir "makina" ya da bir organizma olarak kavrayışı düzene koyulabilmiştir. Ve yine aynı devlet, emek gücünün yeni-
—ki bu, kimi zaman egemen sınıfın hizmetinde tarafsız bir araç den üretimi üzerindeki burjuva hegemonyasının 19. yüzyılın pa-
olarak kimi zaman asalak bir bürokrasi olarak anlaşılır—, liberal ternalizmi'nden 20. yüzyılın sosyal politikalarına geçmesine izin
ideolojiden miras kalan ve genel fayda düşüncesine karşı sadece veren "yapısal biçimleri" (Aglietta) sağlamıştır. Burjuva sınıfı
tersine çevrilmiş olan bu kavrayış, devletin kurucu rolünü düşün- içindeki güç, prestij, hayat tarzı ve muazzam gelir eşitsizliklerinin,
mesini engellemiştir. ya da mali mülkiyet ile iktisadi ve teknik idare ("teknik yapı" de-
Bana kalırsa, her "burjuvazinin" tam anlamıyla bir devlet bur- nen şey) arasındaki bölünmenin, ya da özel mülkiyet ve kamu
juvazisi olduğu savunulabilir. Bunun anlamı burjuva sınıfının mülkiyeti dalgalanmalarının, eğer siyasal alan en azından düzen-
devlet iktidarını, kendisini iktisadi anlamda egemen sınıf olarak leme işlevlerini gerçekten üstleniyorsa, egemen sınıf içinde ara
kurduktan sonra ele geçirmediği, tam tersine devlet aygıtını geliş- sıra ikincil çelişkilere yol açmasını, fakat kendi yapısını nadiren
tirdiği, kullandığı ve kontrol ettiği ölçüde ve bunu yapabilmek için tehlikeye sokmasını bu yolla daha iyi açıklayabiliriz.
de dönüşerek ve çeşitlenerek (ya da devletin işleyişini sağlayan Fakat burjuvazi için geçerli olan, bir başka biçimde ve Mark-
toplumsal gruplarla; askerlerle, entelektüellerle kaynaşarak) iktisadi sist Ortodoksluk açısından daha paradoksal da olsa, sömürülen
(ve toplumsal, kültürel) anlamda egemen olduğudur. Bu son sınıf için de geçerlidir. O da "devlettedir", meğer ki devletin "on-
noktasına kadar götürülmüş bir Gramsci'vari hegemonya dü- da" olduğunu düşünmek tercih edilsin. Proterleşmenin Marx tara-
şüncesinin olası anlamlarından biridir. O halde, dar anlamda "ka- fından çözümlenen üç görünümünün bir kapitalist oluşumda belli
pitalist sınıf yoktur; görünürde "temel toplumsal ilişkinin" dı- bir eğilim yönünde varolduğu her zaman düşünülebilir ama mo-
şında olan diğer toplumsal gruplarla —aydınlar, memurlar, kad- dern çağın başlangıcından itibaren ("ilk birikim" döneminde) dev-
rolular, toprak sahipleriyle—- belli bir eğilimin sonucu olarak bir- letin arabuluculuğu olmaksızın kendi aralarında eklemleneme-
leştikleri takdirde bir sınıf oluşturan farklı tipte kapitalistler vardır mişlerdir. Bu, sadece toplumsal düzene "ceberrut devlet"in ya da
(sanayiciler, tüccarlar, para babalan, rantiyeler, vb.). Modern si- "baskıcı aygıt"ın verdiği bir dış güvence anlamında değil, çatış-
yasal tarihin önemli bir kısmı bu "birleşme"nin değişkenliklerini mak bir iç arabuluculuk anlamındadır. Gerçekte bu arabuluculuk
yansıtır. Bu, burjuvazinin sermayenin varoluşundan ya da kapi- proleterleşmenin tüm anları için istenir (ücret normlarının ve iş
IRK, ULUS, SINIF 216 SINIF MÜCADELESİNDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE Mİ? 217

hukukunun saptanması, işgücü ihracı ve ithali politikaları, do- imzalamaktadır, çünkü devletleştirme ve metalaştırma birbirinden
layısıyla işçi sınıfının yerleştirilme ve harekete geçirilme politika- kesinlikle ayrılmaz hale gelmiştir.
ları); özellikle de belli bir anda, karşılıklı evrimlerini eklemlemek Ancak, kesinleştirilmeye çalışılabilecek olan bu tanım bariz
için istenir (emek piyasasının, işsizliğin, sosyal güvenliğin, sağlı- bir kusur taşımaktadır: hiç de önemsiz olmayan, eğer giderilmezse
ğın, eğitim ve mesleki formasyonun yönetimi; bunlar olmadan tüm çözümlemeyi ve hele bundan siyasal sonuçlar çıkarma ça-
sürekli olarak yeniden üretilip pazara getirilen "meta emek gücü" balarının tümünü boşa çıkaracak bir "unutkanlık". Ben, örtük bir
olamazdı). Devlet olmasaydı emek gücü bir meta olamazdı. Ve biçimde kendimi ulusal bir çerçeve içine yerleştirdim (belirtmek
aynı zamanda emek gücünün meta konumuna indirgenemezliği — gerekir ki, bizzat Marx "toplumsal oluşum"dan söz ederken he-
ister başkaldırıyla ister krizle, ister bu ikisinin birleşmesiyle ken- men her zaman aynı şeyi yapıyordu), sınıf mücadelelerinin ve
dini göstersin— devleti sürekli olarak kendini dönüştürmeye zor- sınıfların yapılışının zeminini ulusal bir alan olarak kabul ettim.
lamaktadır. Ya da daha doğrusu, kapitalist toplumsal ilişkilerin ulusal çerçe-
Başlangıçtan beri varolan bu müdahaleler sosyal devletin ge- veye (ulus-devlet çerçevesine) ve bir dünya çerçevesine aynı anda
lişimiyle yalnızca daha organik, bürokratikleşmiş, nüfus akışla- yayıldıkları gerçeğini etkisizleştirdim.
rının, mali akışların ve mal akışlarının en azından ulusal ölçekte Bu unutkanlığı nasıl telafi etmeli? Burada "uluslararası" üre-
eklemlenmeye çalışıldığı planlamalarla bütünleşmiş bir biçime bü- tim ilişkilerinden ya da iletişimden söz etmek yeterli olmayacaktır.
rünmüştür. Fakat bu arada sosyal devlet ve içerdiği toplumsal Sınıf mücadelesi biçimlerinin bağlı olduğu iktisadi-siyasal süreç-
ilişkiler sistemi, sınıf mücadeleleri için ve birleşik iktisadi ve siya- lerin başlangıçtan beri uluslarötesi niteliğini daha iyi ifade edecek
sal "kriz" etkileri için doğrudan bir zemin ve koz halini almıştır. bir kavrama ihtiyacımız var. Burada Braudel ve Wallerstein'ın ka-
Bu, üretim ilişkilerinin devletleştirilmesi (Henri Lefebvre buna pitalist "dünya ekonomisi" kavramlarını —ulusal oluşumların
"devletsel üretim tarzı" diyecek kadar ileri gidiyor), ücret ilişkisi- dünya ekonomisinin yapısı tarafından tek yanlı şekilde belirlen-
nin diğer dönüşümleriyle birleştiği oranda böyledir. Bu dönü- mesi ve bunun tersi önyargısına varmadan— yineleyeceğim. Ve
şümler şunlardır: ücretliliğin biçimsel olarak toplumsal işlevlerin kendimi işin özüyle sınırlamak için önceki tabloya sadece iki
büyük çoğunluğuna yayılması; mesleki yönlendirmenin, eğitimsel düzeltme ekleyeceğim: Bunlar bana, klasik Marksizm'in pratikte
yönlendirme karşısında giderek daha doğrudan bağımlı hale gel- (emperyalizm sorununu ortaya koyduğu zaman bile) ihmal ettiği,
mesi (ve bunun sonucunda okul kurumunun sınıfsal eşitsizliklerin sınıfsal uzlaşmazlığın yapıcı çelişkilerini gösterme olanağını sağ-
sadece yeniden üreticisi değil, bu eşitsizliklerin üreticisi olduğu layacaklar.
gerçeği); doğrudan (bireysel, "işe" ve "niteliklere" göre) ücretin Kapitalizmde bir "dünya ekonomisi" görüldüğü andan itiba-
belli bir eğilim doğrultusunda dolaylı (kolektif, daha doğrusu "ih- ren sorun kaçınılmaz olarak bir dünya burjuvazisinin varolup ol-
tiyaca" ve "statü"ye göre toplu olarak belirlenen ) ücrete dönüş- madığını bilmek şeklinde ortaya çıkacaktır. Oysa burada bir ilk
mesi; nihayet "üretici olmayan işlerin" (hizmetler, ticaret, bilimsel çelişki vardır: sadece, burjuvazinin dünya ölçeğinde, az çok ulu-
araştırma, daimi eğitim, ileşitim, vb.) mekanikleşmesi ve küçük sal aidiyetlerle çakışan çıkar çalışmalarıyla daima bölünecek oluşu
parçalara ayrılmasıdır — ki bu da, üretici olmayan işlerin genel- anlamında değil —ne de olsa ulusal burjuvazinin içinde de sürekli
leşmiş bir iktisat çerçevesinde devletin ya da özel sermayenin çıkar çatışmaları vardır— çok daha güçlü bir anlamda.
yatırdığı değerlerin değer kazanması sürecine dönüşmesine olanak Modern kapitalizmin başlangıcından bu yana değer birikimi
sağlar. Tüm bu dönüşümler liberalizmin ölüm fermanını —daha alanı her zaman dünya çapında bir alan olmuştur. Braudel parasal
doğrusu ikinci ölüm fermanını— ve siyasal bir mite dönüşmesini kâr iktisadının, (Marx'ın ortaya koyduğu gibi) yalnızca "tarih-
IRK, ULUS, SINIF 218 SINIF MÜCADELESİNDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE Mİ? 219

öncesi" ve "ilk birikim" evrelerinde değil, tüm gelişimi boyunca, hatta "öne alınan" zamanda gerçekleşecektir).
uluslar arasında ya da daha ziyade farklı üretim tarzları ve uy- Oysa ne tek dünya devleti ne de tek uluslararası para olabilir.
garlıklar arasında bir para ve meta dolaşımını önceden varsaydı- Sermayenin uluslararasılaşması hiçbir birleşmiş toplumsal ve si-
ğını gösterdi. Özgül toplumsal gruplarca taşınan, yavaş yavaş yo- yasal "hegemonya"ya yol açmaz; olsa olsa bazı ulusal burjuvazile-
ğunlaşan bu dolaşım, giderek artan "ürünlere" ve "ihtiyaçlara" te- rin kapitalistleri, devletleri, iktisat politikalarını ve iletişim ağlarını
kabül eden üretim merkezlerinin uzmanlaşmasını belirlemektedir. kendi stratejilerine bağımlı kılarak, devletin iktisadi ve askeri
Wallerstein bu dolaşımın üretimin tüm kollarını, ister merkezin işlevleriyle her zaman önceden bütünleşerek kendilerine dünya
ücretlilik ilişkilerinde olsun, ister çevrenin kapitalist ama ücretli çapında bir üstünlük sağlamaları gibi geleneksel bir girişime yol
olmayan ilişkilerinde olsun nasıl içinde erittiğinin ayrıntılı tarihini açar (buna daha önce "süpergüçler"in doğuşu denmişti ve ben
yazmaya başladı. Bu süreç pazar ekonomilerinin pazar ekonomisi başka bir yerde E. P. Thompson'a cevap olarak, bunu bir süper-
olmayanları, merkezin çevreyi şiddetle egemenliği altına almasını emperyalizmin gelişmesi diye tanımlamaya çalışmıştım1). Bu stra-
içerir. Ve ulus-devletler bu çerçevede sabit kişilikler olmuştur; ara- tejiler, ulus-devletin bazı özelliklerini büyük ölçekte yeniden ya-
larından en eskileri de yeni siyasal-iktisadi merkezlerin ortaya ratmak için (pratikteki tek örnek Avrupa'dır) yapılan çelişkili gi-
çıkmasına engel teşkil etmiştir. Bu anlamda, tüm üretimin ancak rişimlerden geçtikleri zaman da dahil, katıksız bir şekilde ulu-
Sanayi Devrimi'nden sonra dünya pazarı için örgütlenmesine saldırlar. Çağın belirleyici özelliği olan fakat çok yeni biçimlenmiş
rağmen, emperyalizmin kapitalizmin çağdaşı olduğu söylenebilir. ulus-devletin tekelinden az çok bütünüyle kaçan siyasal biçimlerin
Bu durumda kapitalistlerin toplumsal işlevinde belli bir eğilimin doğusuyla aynı şey değildirler.
sonucu bir tersine dönüş gözlemlenmektedir. Kapitalistler Burjuvazinin toplumsal (ya da hegemonyacı) işlevleri en
başlangıçta "uluslarötesi" bir grup oluşturuyorlardı (mali kapita- azından şu anki biçimleriyle, ulusal ya da yarı-ulusal kurumlara
listler ya da ezen ve ezilen uluslar arasındaki aracılar hep öyle ka- bağlıdır. Eski paternalizm yapılarının modern eşdeğerleri (örneğin
lacaklardır). Kendilerini dünya ölçeğinde kabul ettirenlerin, uzun uluslararası özel ya da kamusal insani kurumların etkinliği) hi-
vadede, etraflarında başka "burjuva" grupları toplamayı, devletin mayeci devletin üstlendiği toplumsal çatışmaların düzene sokul-
gücünü kontrol etmeyi ve milliyetçiliği ortaya çıkarmayı başa- ması işlevinin ancak çok küçük bir kısmını yapmaktadır. Aynı
ranlar olduğunu söyleyebiliriz — eğer bunun tersi değilse; yani şekilde "uluslarüstü" kurumların çoğalmasına rağmen parasal ve
devlet, dünya çapındaki siyasal mücadele arenasındaki yerini ko- demografik akışların planlanması da dünya ölçeğinde örgütlenip
ruyabilmek amacıyla kapitalist bir burjuvazinin oluşma sürecini uygulanamaz. O halde öyle görünüyor ki, en azından eğilim ola-
kolaylaştırmıyorsa. Burjuvazinin iç toplumsal işlevleri ile dış re- rak, sermayenin uluslararasılaşması daha üst bir bütünleşme dü-
kabete girişi birbirini tamamlıyordu. Ancak (geçici olarak) varılan zeyine değil, burjuvazilerin göreli ayrışmasına yol açmaktadır.
yerde, baştan beri varolan bir çelişkinin şiddetlenmesine tanık o- Azgelişmiş ülkelerin ve "yeni sanayi ülkeleri"nin kapitalist sı-
lunur. Büyük işletmeler çok uluslu hale gelir, bütün dünyada belli nıflan artık bir iç pazarın ya da sömürgeci ve himayeci bir devletin
başlı sanayi süreçleri baş gösterir, işgücü göçleri yoğunlaşır: kanatları altında "toplumsal", "hegemonyacı" burjuvaziler halinde
başka bir deyişle, dünya ölçeğine çıkan şimdi sadece dolaşımdaki örgütlenemezler. "Eski sanayi ülkeleri"nin kapitalist sınıflan —en
sermaye değil, bizzat üretici sermayedir. Buna bağlı olarak mali güçlüleri bile— toplumsal çatışmaları dünya ölçeğinde düzene so-
dolaşım ve parasal yeniden üretim doğrudan dünya ölçeğinde kamazlar. Sosyalist ülkelerin devlet burjuvazilerine gelince, onlar
gerçekleşir (borsaların, belli başlı bankaların birbirine bağlanması
ve bilgisayar düzenine geçmesi sonucu yakında "reel zamanda", l.E. BALIBAR, 1982
IRK, ULUS, SINIF 220 SINIF MÜCADELESİNDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE Mİ? 221

ekonomilerinin dünya pazarıyla yavaş yavaş bütünleşmesi ve sü- lişme yanılsamalarının tersine, dünya ekonomisinde sermayenin
per-emperyalizm dinamiğiyle "modernleşmek", yani tam olarak değer kazanması pratikte tüm tarihsel sömürü biçimlerinin aynı
kapitalist sınıflara dönüşmek zorunda kalmışlardır: fakat tam da zamanda kullanılmasını içerir. En "arkaik" olanlardan (Fas ya da
bu yüzden hegemonyaları (ister baskıcı ister ideolojik olsun — ki Türk halılarının imalatında kullanılan ücretsiz çocuk emeği) en
pratikte, devrimci olayın onlara verdiği meşruiyet derecesine göre "modernlerine" (iletişim sanayiinde görevlerin yeniden düzenlen-
bu ikisinin bir bileşimidir) ve birlikleri tehdit altına girmektedir. mesi), en şiddetlisinden (Brezilya'da şeker kamışı tarlalarında ta-
Burada ikinci bir düzeltme yapmak gerekir. Sermayenin ulus- rımsal gündelikçilik) en uygarına kadar (toplu sözleşme, sermaye
lararasılaşması, baştan beri, indirgenemez bir tahakküm ve sö- payı, devlet sendikacılığı, vb.) tüm biçimleri içerir. Genelde, bir-
mürü stratejileri çokluğuyla bir arada bulunmaktadır. Hegemonya birleriyle (kültürel, siyasal, teknik olarak) bağdaşmaz olan bu
biçimleri doğrudan buna bağlıdır. Sartre gibi konuşursak, her ta- biçimler ayrı kalmalıdır. Ya da daha doğrusu birbirinin çağdaşı ol-
rihsel burjuvazinin geliştirdiği sömürü biçimlerince, onları "yap- mayan toplumsal blokların tehlikeli bir biçimde karşı karşıya gel-
tığı" ölçüde ve yaptığından daha fazla, "yapıldığını" söyleriz. dikleri "ikili toplumlar"ın oluşmasını önlemek için mümkün
Çünkü her sömürü stratejisi tekniklerin, finansmanların, artık olduğu kadar ayrı kalmalıydılar. Burada Wallerstein'ın terime ver-
emek üzerindeki baskıların belli bir üretici birleşimine bağlı olan diği anlamı biraz kaydırarak, "yan-çevre"nin birbirinin çağdaşı ol-
bir iktisadi politikayla, nüfusun kurumsal kontrolü ve idaresi için mayan sömürü biçimlerinin aynı devletin alanı içinde konjonktürel
bir sosyal politikanın eklemlenmesini temsil eder. Fakat kapitaliz- olarak karşılaşmalarına tekabül ettiği öne sürülebilir; Böyle bir
min gelişimi sömürü tarzlarının başlangıçtaki çeşitliliğini yok et- konjonktür uzun (asırlar boyu) sürebilir: fakat her zaman istik-
mez: Tersine sürekli olarak, bir şekilde ona "yeni tip" işletmeler rarsızdır (belki de bu nedenle yarı-çevre geleneksel olarak siyaset
ve yeni teknolojik üstyapılar ekleyerek artırır. Başka bir yerde, diye adlandırdığımız şeyin seçim yeridir).
diğerlerinden sonra (R. Linhart) öne sürdüğüm gibi, kapitalist Fakat bu durum —ulusal sosyal devletler halini almış "eski"
üretim sürecine özelliğini veren basit sömürü değil, aşırı-sömü- ulus-devletlerde bile— emek gücü göçleri, sermaye aktarımları ve
rüye olan sürekli eğilimidir. Bu eğilim olmazsa kâr oranlarının bir işsizlik ihracı politikalarının etkisiyle genelleşmekte değil midir?
eğilim olarak düşüşünün (ya da verili bir üretici birleşiminin Oysa ikili toplumların aynı zamanda "ikili" proletaryaları vardır:
"azalan randımanının" yani artan sömürü maliyetlerinin) önüne Adeta klasik anlamda proletaryaları yoktur. Claude Meillassoux
geçmek mümkün olmaz. Fakat aşırı-sömürü, bizzat sömürünün gibi Güney Afrika apartheid'inin genel durumun paradigmasını
rasyonel örgütlenişiyle her yerde tamamen bağdaşmaz. Örneğin temsil ettiğini düşünenlerin çözümlemelerine katılsak da katılma-
emekçi kitlelerinin çok düşük bir yaşam ve nitelik düzeyinde tu- sak da, kabul etmeliyiz ki sömürü tarzlarıyla stratejilerinin çoklu-
tulmasını ya da başka yerlerde emek gücünün yeniden üretiminin ğu, emek gücünün iki yeniden üretim tarzı arasında görülen dün-
ve kullanımının (apartheid olayında olduğu gibi yurttaşlığın ka- ya çapındaki büyük bölünmeyle en azından eğilim olarak kesişir.
yıtsız şartsız inkâr edilişi söz konusu değilse) organik koşulları Bu tarzlardan biri kapitalist üretim tarzıyla bütünleşmiştir; kitlesel
haline gelmiş olan toplumsal hukukun ve demokratik hakların tüketimden, yaygın eğitimden, çeşitli dolaylı ücret biçimlerinden,
yokluğunu içeriyorsa bağdaşmaz. oturmamış ve eksik de olsa işsizlik sigortasından geçer (gerçekte
İşte bu nedenle dünya ekonomisinde (oynak) merkez ve çevre tüm bu özellikler kurumsal fakat değişmez olmayan güç ilişkile-
ayrımı, sömürü stratejilerinin coğrafi ve siyasal-kültürel bir dağı- rine bağlıdır). Diğeriyse yeniden üretimi (özellikle de "kuşakların
lımına da tekabül etmektedir. Eşitsizliklerin sadece yavaş yavaş yeniden üretimini") tamamen ya da kısmen, kapitalizm-öncesi
yitmeye mahkûm bir gecikmeyi temsil edeceklerini öne süren ge- üretim tarzlarına (ya da daha iyisi: kapitalizmin bastırdığı ve
IRK, ULUS, SINIF 222 SINIF MÜCADELESİNDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE Mİ? 223

yapılarını bozduğu, ücretli olmayan üretim tarzlarına) bırakır; uzlaşmazlık düşüncesini "iki düşman taraf gibi askeri ve dinsel
"mutlak nüfus-fazlası", emek gücünün yıkıcı sömürülmesi ve ırk bir metafordan (dolayısıyla "iç savaş" ya da "konsensüs" alterna-
ayrımı görüngüleriyle doğrudan bağıntılıdır. tifinden de) kurtarmak gerekmektedir. Sınıf mücadelesi, ister tem-
Günümüzde bu iki tarz, büyük ölçüde, aynı ulusal oluşumlar siller düzeyinde olsun, ister fiziksel olarak, özellikle de dinsel ya
içinde mevcuttur. Sınır çizgisi kesin olarak saptanmamıştır. Bir da etnik çatışmayla üst-belirlendiğinde olsun, ister devletler arası
taraftan "yeni yoksulluk" yaygınlaşır, diğer taraftan "hak eşitliği" savaşla birleştiğinde olsun, istisnai olarak bir iç savaş biçimini
talepleri ortaya çıkar. Ne var ki eğilim olarak bu proletaryalardan alır. Fakat çoğulluğu a priori olarak sınırlanamayan ve ondan da-
biri diğerinin sömürüsü yoluyla yeniden üretilmektedir (bu, ilki- ha az önemli olmayan başka biçimler de alır — çünkü daha önce
nin kendisinin de ezilmesine engel değildir). îşçi sınıfının bir ye- açıkladığım gibi sınıf mücadelesinin tek "özü" yoktur (bu nedenle
niden oluşumuna yol açmaktan çok uzak olan iktisadi kriz evresi Gramsci'nin yine aynı metaforu taşıyan hareket savaşı ve konum
(krizin kimin için ve hangi anlamda varolduğunu yeniden sorgula- savaşı ayrımını da doyurucu bulmuyorum). Sınıfların ne nesne ne
mak uygun olacaktır) proleterleşmenin farklı görünümlerini coğ- de özne sıfatıyla toplumsal süper-bireylikler olmadıklarını ya da
rafi, fakat aynı zamanda etnik, cinsel ve kuşaklararası engellerle başka bir deyişle kast olmadıklarını kesin olarak kabul edelim.
çok daha kesin olarak ayırmaya dek varacaktır. Öyleyse sınıf mü- Sınıflar, yapısal ve tarihsel olarak en azından kısmen iç içe geçer,
cadelesinin gerçek savaş alanının dünya ekonomisi olmasına kar- örtüşürler. Nasıl burjuvalaşmış proleterler kaçınılmaz olarak var-
şın dünya proletaryası ("düşüncede" olan hariç) yoktur, hele sa, proleterleşmiş burjuvalar da vardır. O halde maddi bölünmeler
dünya burjuvazisi hiç yoktur. olmadan bu örtüşme söz konusu olamaz. Başka bir deyişle görece
homojen "sınıf kimlikleri", bir yazgının değil, konjonktürün so-
Konuyu toparlamayı ve şimdilik bir sonuca bağlamayı dene- nucudur.
yelim. Çizmiş olduğum tablo Marksistler'in uzun bir süreden beri Ancak sınıfların bireyleşmesini konjonktüre, dolayısıyla da
tüm engellere karşı koruduklarından çok daha karmaşıktır. Yalın- siyasetin olumsallığına bağlamanın uzlaşmazlığın ortadan kaldırıl-
laştırma programı Marksist tarih görüşünün (teleolojisinin) içinde masıyla hiçbir ilgisi yoktur. "İki düşman taraf" metaforundan
olduğu ölçüde böylesi bir tablonun Marksist olmadığı, hatta uzaklaşmakla (hiç kuşkusuz bu metafor, devlet ve sivil toplumun
Marksizmi yürürlükten kaldırdığı söylenebilir. Bununla beraber, ayrı alanlar oluşturacakları düşüncesine, bir başka deyişle, iktisat
bu programın, Marx'ta her yerde hazır ve nazır olmasına rağmen ve siyaset arasında yaptığı devrimci kısa devreye rağmen Marx'ın
(o bu programdan hiç vazgeçmemiştir), olayların sadece bir ya- düşüncesindeki liberalizm etkisine sıkı sıkıya bağlıdır) toplumsal
nını temsil ettiğini de gördük. Altmışlı ve yetmişli yıllarda "tarih- bir bütünsellik, basit bir "katmanlaşma" ya da "yaygın hareketli-
selci" Marksizm ile "yapısalcı" Marksizm arasındaki ateşli tartış- lik" metaforuna yaklaşmış olmuyoruz. Proleterleşmenin kısmen
maları hatırlayanlara, burada belirleyici alternatifin yapıyla tarihi çelişkili, kısmen bağımsız süreçler arasında patlak vermesi prole-
zıtlaştıran değil, ister öznelci ister nesnelci olsun teleolojiyle yapı- terleşmeyi yürürlükten kaldırmaz. Modern toplumların yurttaşları
sal tarihi zıtlaştıran alternatif olduğunu düşündürmek isterim. Bu görevlerin zahmetliliği karşısında, özerklik ve bağımsızlık, yaşam
nedenle, tarihte daha etkili bir tutunma noktası edinebilmek için, güvenliği ve ölüm haysiyeti, tüketim ve eğitim (dolayısıyla bilgi)
başlangıçtaki Marksizm'in yapısal kavramlarından en azından bir- karşısında her zamankinden daha az eşit bir durumda bulunmak-
kaçını kullanmaya ve sonuçlarını göstermeye çalıştım. tadırlar. İster yönetim, ister iktisadi aygıt, uluslarası ilişkiler ya da
Bu tabloda klasik Marksizm temel bir noktada düzeltilmiştir. savaş ve barış söz konusu olsun karar ve iktidar alanında kolektif
Toplumsal sınıfların sabit ayrılığı yoktur — eğilim olarak bile; eşitsizlikle yurttaşlığın bu farklı "toplumsal" boyutları birbirine
IRK, ULUS, SINIF 224 SINIF MÜCADELESİNDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE Mİ? 225

hiç bu kadar bağlı olmamıştı. Bütün bu eşitsizlikler dolaylı bir kü gördüğümüz gibi emekçilerin toplumsal bütünleşme ve prole-
şekilde, değer biçiminin yayılmasına, birikimin "sonsuz" sürecine terleşme biçimlerinin, teknolojik buluşların ve artık emeğin yo-
bağlıdır. Toplumsal çatışmanın devlet tarafından düzenlendiği bir ğunlaştınlmasının diyalektiği kesintisizdir—, yalnızca sınıfsal iliş-
çerçevede sınıf mücadelesi biçimlerinin bile kitlesel güçsüzlüğe kinin kendisinin, yani iktisat-devlet karmaşığının istikrarsızlaş-
çevriliş biçimine, siyasal yabancılaşmanın yeniden üretimine bağ- masının sunacağı siyasal fırsatın sonucu olabilecek devrimci
lıdır. kopuşla doğrudan hiçbir ilgileri yoktur. Yine kim ve ne için "kriz"
İşte çifte bağ olarak adlandırabileceğimiz şey budur: Metaların olduğunu bilmek sorunu ortaya konmalıdır.
metaları ("maddi olmayanlar" da dahil) üretmesi ve devletsel top- Geçmişin devrimleri her zaman hem toplumsal eşitsizliklere
lumsallaştırma, bireysel ya da kolektif pratikleri kapsar; sömü- hem yurttaşlık haklarının talep edilmesine, hem de ulus-devletin
rüye karşı direniş, sömürünün yayılmasına yol açar; güvence ve tarihsel değişkenliklerine yakından bağlı oldular. Modern devletin
özerklik talepleri, tahakkümü ve kolektif güvensizliği besler (en bir "cemaat" kurma iddiasıyla, farklı dışlama biçimlerinin ger-
azından "kriz" döneminde). Yine de bu döngünün yerinde gerçek- çekliği arasındaki çelişkiden patlak verdiler. Daha önce gördüğü-
leşmediği unutulmamalıdır; tersine kendi ürettiği, ulusal ve ulusla- müz gibi Marx'ın iktisat ve siyaset eleştirisinin en derin ve en
rarası düzene zarar verici, genelleşmiş iktisadın mantığına indir- yıkıcı yanı, insan toplumlarını genel çıkarın üzerine değil, uzlaş-
genemez ve beklenmedik hareketlerin etkisiyle sürekli yer değişti- mazlıkların düzene sokulması üzerine kurduğu gerçeğinden iba-
rir. Dolayısıyla bir determinizm değildir. Siyasal biçim ne olursa rettir. Hatırlattığım gibi Marx'ın antropolojisinin, emeği insanın
olsun ne kitlesel çatışmaları ne de devrimleri dışlar. ve toplumsal ilişkilerin "özü" haline, uzlaşmazlığı tek başına be-
Sonuç olarak "sınıfların kaybolması", kimlik ya da töz ka- lirleyen temel pratik haline getirdiği doğrudur. Özgürlüğü özel
yıpları, hem bir gerçek hem de bir yanılsamadır. Bir gerçektir, mülkiyetle özdeşleştiren liberal ideoloji, bu indirgeme olmadan ra-
çünkü uzlaşmazlığın fiili olarak evrenselleşmesinin sonu, bir yan- dikal bir biçimde tartışma konusu edilemezdi. Bugün bundan kur-
dan işçi sınıfının öte yandan burjuva devletin yaklaşık bir yüz- tulmamız mümkün mü? Aksine, zaten sürekli bir biçimde yeni et-
yıldır ulusal burjuvazileri ve proletaryaları görece birleştirdikleri kinliklere (geleneksel olarak "üretime" değil, "tüketime" bağlı
yerel kurumsal biçimleri yıkarak, evrensel bir sınıf mitini ge- olanlara da) girmek üzere çeşitlendikleri ve yayıldıkları bugünkü
çersizleştirmeye varmıştır. Yine de bir yanılsamadır, çünkü sınıf- durumda, emeğin ve işbölümünün ortadan kalkacaklarını düşü-
ların "tözsel" kimlikleri toplumsal aktörlerinin pratikleri karşı- nebiliyor muyuz? Kesin olan şu ki, işbölümü diğer bölünmelerle
sında bir sonuç olmaktan öteye gitmemiştir ve bu bakış açısıyla karışmadan, kaçınılmaz olarak onlara uymaktadır; etkileri de an-
yeni hiçbir şey yoktur: o "sınıflan" kaybetmekle aslında hiçbir şey cak soyut olarak yalıtılabilir. "Etnik" çatışmalar da (daha doğrusu
kaybetmedik. Bugünkü "kriz", sınıf mücadelesinin belirlenmiş ırkçılığın etkileri) evrenseldir. Tıpkı, en azından bazı uygarlıklarda
pratiklerinin ve temsil biçimlerinin krizidir; bu haliyle önemli ta- cinsel ayrım üzerine kurulu uzlaşmazlıkların olduğu gibi (ayrıca
rihsel sonuçları olabilir. Ancak uzlaşmazlığın kendisinin yok ol- cinsel ayrım da, F. Duroux'nun çözümlemelerine bakacak
ması değildir; ya da sınıf mücadelesinin uzlaşmaz biçimleri dizisi- olursak işçi sınıfı da dahil tüm toplumsal grupların kurum ve
nin sonu değildir. örgütlerinde vardır). Sınıf mücadelesi tüm toplumsal pratikleri
Bu krizin kuramsal yararı, belki de nihayet bize sömürüşüz kapsayan, ancak bu konuda tek olmayan belirleyici bir yapı olarak
bir topluma geçiş ya da kapitalizmden kopuş sorununu, kapitalist düşünülebilir ve düşünülmelidir. Daha doğrusu; kesinlikle tüm
üretim tarzının sınırları sorunundan ayırma olanağı sağlayacak ol- pratikleri kapsadığı ölçüde kaçınılmaz olarak diğer yapıların ev-
masıdır. Eğer öylesi "sınırlar" varsa —ki bu kuşku vericidir, çün- renselliğiyle iç içe girer. Üst-belirlenim, belirsizliğin eşanlamlısı
IRK, ULUS, SINIF 226 SINIF MÜCADELESİNDEN SINIFSIZ MÜCADELEYE MI? 227

olmadığı gibi evrensellik de tekliğin eşanlamlısı değildir. se sınıf ya da sınıf mücadelesi ideolojisinin, kendini hangi ad al-
İşte belki de Marksizm denen şeyden giderek sapma halin- tında tanıtırsa tanıtsın, taklitten kurtularak özerkliğini kazanması
deyiz. Ancak uzlaşmazlığın evrenselliği tezini böyle biçimlen- gerekmektedir. "Marksizm nereye gidiyor?": Bütün içermeleriyle
dirmekle Marksist sorunsalda hiç olmadığı kadar kaçınılmaz olan birlikte bu paradoksa karşı koymadığı sürece hiçbir yere.
şeyi de ortaya çıkarmış oluyoruz. Bana kalırsa bunun en iyi kanıtı
günümüzde sınıf sorunuyla milliyetçiliğin eklemlenmesinin yeni-
den ortaya çıkış şeklidir. Milliyetçilik, popülist-otoriter biçimle-
rinde olduğu gibi liberal-demokrat biçimlerinde de, hem devlet
planlamasıyla hem iktisadi bireycilikle, daha doğrusu ikisinin
çeşitli birleşimleriyle tamamen bağdaşır görünmüştür. Milliyetçi-
lik, özel ideolojilerle yaşam tarzlarını tek bir egemen ideolojide —
kendini "ezilen" gruplara dayatmaya, iktisadi "yasaların" kopuş
etkilerini siyasal olarak etkisizleştirmeye ve sürüp gitmeye muk-
Kaynakça
tedir bir ideolojide— birleştirmenin anahtarı olmuştur. O olma-
saydı burjuvazi kendisini ne ekonomide ne de devlette oluştu- Michel AGLIETTA, Régulation et crises du capitalisme, L'expérience des
rabilirdi. O halde sistem çözümlemesi terminolojisiyle, ulusal ve Etats-Unis, Calmann-Lévy, 1976. Louis ALTHUSSER, Réponse â John
milliyetçi devlet, modern tarihin "başlıca karmaşıklık indirgeyici- Lewis, Maspero, 1973, (Türkçe çev. John Lewis'e Cevap, Birikim, 1978).
si" halini almıştır diyebiliriz. Milliyetçiliğin kendisini "bütünlük- Positions, Editions sociales, 1976. Etienne BALIBAR, Cinq études de
matérialisme historiaue, Maspero, 1974. Marx et sa critique de la politiaue
lü" bir dünya görüşü olarak kurma eğilimi buradan kaynaklan- ( A. TOSEL ve C. LUPORINI ile birlikte), Maspero, 1979.
maktadır (ve inkâr edilse bile, böylesi dünya görüşlerinin res- "Classes" et "Lutte des classes" maddeleri, Dictionnaire critique du
mileştirildiği her yerdeki varlığı da buradan kaynaklanır). Ancak marxisme (yön. G. LABICA), PUF, 1982.
daha önce de söylediğim gibi, çeşitli yerlerde ("Avrupa"ya, "Batı" "Sur le concept de la division du travail manuel et intellectuel", J.
BELKHIR ve diğerleri, L'intellectuel, l'intelligentsia et les manuels içinde,
ya, "sosyalist topluluğa", "üçüncü dünya"ya vb. atıfta bulunarak) Anthropos, 1983.
girişilen uluslarüstü milliyetçiliklerin aynı bütünlemeye varması "L'id"e d'une politique de classe chez Marx", Marx en perspective içinde
pek az muhtemel görünür. Tersine, milliyetçilikle sürekli karşı (yay. B. CHAVANCE), Editions de l'EHESS, Paris, 1985.
"Apr"s l'autre Mai", La Gauche, le pouvoir, le socialisme içinde, Hom-
karşıya gelerek gelişen sosyalist sınıf ve sınıf mücadelesi ideolo- mage â Nicos Poulantzas, PUF, Paris, 1983.
jisinin sonunda tarihsel bir çevreye uyum etkisiyle onu taklit et- "Longue marche pour la paix", E. P. THOMPSON ve diğerleri,
tiğini saptamak gerekir. Böylece sosyalist ideoloji de sadece çe- L'Exterminisme. Armement nucléaire et pacifisme içinde, PUF, 1982. Christian
şitli toplumsal pratiklerin sentezinde, (etnik önvarsayımlarıyla) BAUDELOT, Roger ESTABLET, L'Ecole capitaliste en France,
Maspero, 1971. Christian BAUDELOT, Roger ESTABLET, Jacques
devlet ölçütü yerine sınıf ölçütünü (hatta sınıf kökeni ölçütünü) TOISER, Qui travaille
koyarak bu tür bir "karmaşıklık indirgeyicisi" halini almıştır (bu pourqui?, Maspero, 1979. Daniel BERTAUX, Destins personnels et
iki ölçütü "sınıf devleti" perspektifinde birleştirmeyi ummuştur). structure de classe, PUF, 1977. Jacques BIDET, Quefaire du Capital?
Günümüzdeki durumun belirsizliği şudur: Milliyetçiliğin krizinin, Mat"riaux pour une refondation, Meri-
diens-Klincksieck, 1985. Pierre BOURDIEU, La Reproductlon. Elements
aşırı milliyetçiliğe ve onun yaygın yeniden üretimine varmaması pour une théorie du systéme d'enseignement, Ed. de Minuit, 1970.
için, sınıf mücadelesi davasının, toplumsal olanın temsili alanında
kendi indirgenemez ötekisi olarak ortaya çıkması gerekir: Öyley-
1RK, ULUS, SINIF 228 SINIF MÙCADELESINDEN SINIFSIZ MUCADELEYE MI? 229

Fernand BRAUDEL, Civilisation matérielle. Économie et capitalisme, XVe- Gérard NOIRIEL, Longwy. Immigrés et prolétaires, PUF, 1984. Les
XVIlIe siècles, 3 cilt, Armand Colin, 1979. Suzanne DE BRUNHOFF, État ouvriers dans la société française, Seuil, 1986.
et capital, PUG-Maspero, 1976. L'Heure du Karl POLANYI, La Grande Transformation (1944), Fr. çev. Gallimard, 1983.
marché, PUF, 1986. Biagio DE GIOVANNI, La teoriapolitica délie classi Nicos POULANTZAS, Les Classes sociales dans le capitalisme aujourd'hui,
nel "Capitale", De Do- Seuil, 1974.
nato, Bari, 1976. Marcel DRACH, La Crise dans les pays de l'Est, La Adam PRZEWORSKI, "Prolétariat into a class: The Process of Class Forma-
Découverte, 1984. Françoise DUROUX, La Famille des ouvriers: mythe ou tion from Karl Kautsky's The Class Struggle to Récent Controversies",
politique?, Li- Politics and Society, cilt: 7, n° 4, 1977.
sansüstü Tezi, Paris-VII Universitesi, 1982. Friedrich ENGELS (Karl Peter SCHÔTTLER, Naissance des Bourses du travail. Un appareil idéolo-
KAUTSKY ile birlikte), "Notwendige und gique d'État à la fin du XIXe siècle, PUF, 1985.
uberfliissige Gesellschaftsklassen" (1881), M.E.W Band 19, s. 287 ve de- Gareth STEDMAN JONES, Languages of Class, Cambridge University
vamı. Roger ESTABLET, L'École est-elle rentable ?, PUF, 1987. François Press, 1983.
EWALD, L'État-providence, Grasset, 1986. John FOSTER, Class Struggle Gôran THERBORN, "L'analisi di classe nel mondo attuale: il marxismo come
and the Industrial Revolution, Methuen, Lon- scienza sociale", Storia del Marxismo, IV, Einaudi, 1982.
dra, 1977. Michel FOUCAULT, Surveiller et punir. Naissance de la prison, Edward P. THOMPSON, "Eighteenth-Century English Society: Class Strug-
Gallimard, gle without Classes?", Social History, cilt: 3, nc 2, Mayıs 1978.
1975. Michel FREYSSENET, La Division capitaliste du travail, Paris, The Making of the English Working Class, Pélican Books, 1968 (Fr. çev.
Savelli, Gallimard, 1988).
1977. Jean-Paul DE GAUDEMAR, La Mobilisation générale, Éditions du Alain TOURAINE, Michel WIEVIORKA, Le Mouvement ouvrier, Fayard,
Champ 1984.
urbain, Paris, 1979. Paul G1LROY, There Ain't No Black in the Union Jack, Travail (AEROT'nun dergisi, yön. Robert Linhart), 13 sayı çıktı (64, rue de la
Hutchinson, Londra, Folie-Méricourt, 75011 Paris).
1987. Eric HOBSBAWM, Industry and Empire (The Pélican Economie Bruno TRENTIN, Da sfruttati a produttori. Lotte operaie e sviluppo capitalis-
History of tico dal miracolo economico alla crisi, De Donato, Bari, 1977.
Britain, cilt: 3), Penguin Books, 1968, (Turkçe çev. Devrim Çağı, V Ya- Michel VERRET, L'Espace ouvrier (L'Ouvrier français, I), Armand Colin,
yınları, 1989). Ernesto LACLAU et Chantai MOUFFE, Hegemony and 1979.
Socialist Strategy, Jean-Marie VINCENT, Critique du travail. Le faire et l'agir, PUF, 1987.
Towards a Radical Démocratie Politics, Verso, Londra, 1985, Turkçe çev. Immanuel WALLERSTEIN, The Modem World-System, 2. cilt, Académie
Hegemonya ve Sosyalist Strateji, lletişim Yayınları, 1992. Henri Press, 1974 et 1980 (Fr. çev. Flammarion).
LEFEBVRE, De l'État, cilt: 3, Le Mode de production étatique, UGE, The Capitalist World-Economy. Essays, Cambridge University Press ve
10/18, 1977. Jacques LE GOFF, Du silence à la parole. Droit du travail, Éditions de la Maison des sciences de l'homme, 1979.
société, Etat Le Capitalisme historique, La Découverte, 1985. (Turkçe çev. Tarihsel
(1830-1985), Calligrammes, Quimper, 1985. Robert L1NHART, Le Sucre et Kapitalizm, Metis Yayinları, 1992)
la faim, Éditions de Minuit, 1980. Jean-François LYOTARD, Le Différend,
Éditions de Minuit, 1983. Karl MARX, Le Capital, Livre 1, 4. Almanca
basımdan J.P.Lefèbvre'in yeni
Fransizca çevirisi, Éditions sociales, 1983, (Turkçe çev. Kapital, c. I, Sol
Yayınları, 3. Basım, 1986. Claude MEILLASSOUX, Femmes, greniers et
capitaux, Maspero, 1975. Stanley MOORE, Three Tactics, The Background in
Marx, Monthly Review
Press, New York, 1963. Jean-Louis MOYNOT, Au milieu du gué, CGT,
syndicalisme et démocratie
déniasse, PUF, 1982. Antonio NEGRI, La Classe ouvrière contre
l'État, Galilée, 1978.
Kuramsal Bulanıklık

Güney Afrika'da, ABD'de ve Büyük Britanya'da "ırksal gerilim-


ler" diye bir şeyin varolduğunu herkes "bilmektedir". Kimileri
bunun Latin Amerika'nın bazı kısımlarında, Karayipler'de, Gü-
ney ve Güneydoğu Asya'nın çeşitli yerlerinde varolduğunu dü-
şünmektedir. Peki ama Siyah Afrika'nın bağımsız devletlerinde
"ırksal gerilim" diye bir şey bulunabilir mi? Tersine, Siyah Afri-
ka'da "kabileciliğin" varolduğunu yine herkes "bilmektedir". "
Kabilecilik" yalnızca Afrika'ya özgü bir görüngü müdür, yoksa
sanayileşmiş, kapitalist devletlerde de bilinir mi?
Sorun bazı kavramsal güçlüklerden doğmaktadır. Günlük bi-
limsel kullanımdaki toplumsal tabaka ya da toplumsal gruplaşma
kategorileri çok sayıda, belirsiz ve örtüşmüş durumdadır. Sınıf,
kast, milliyet, yurttaşlık, etnik grup, kabile, din, parti, kuşak,
estate** ve ırk gibi terimlere rastlanabilir. Standart tanımlar yok-
tur; tam tersine, terimleri birbiriyle ilişkilendirmeye çalışan yazar
sayısı pek azdır.
Bu konudaki ünlü bir deneme üç temel kategori oluşturan

* Bu makale ilk kez, Les Cahiers du CEDAF, no. 8/1971, 1. Dizi: Sosyo-
loji'de yayınlanmıştır.
** Ortaçağ sınıfları (ç.n.).
IRK, ULUS, SINIF 234 IRK VE STATÜ GRUBU KAVRAMLARI 235

Max Weber'inkiydi. Bu kategoriler şunlardı: sınıf, statü grubu liği paylaşmaları gerekmeyen gruplardır bunlar.3
{stand) ve parti1, Weber'in sınıflandırmasıyla ilgili bir sorun, Ulus, kendisine "milliyetçi" duygular beslediğimiz ulus, bu
mantıksal olarak katı olmayışı, birçok açıdan örneklerden yola tanıma çok da iyi uymuyor mu? Öyle görünüyor. Yine de statü
çıkılarak oluşturulmuş olmasıdır. Ve bu örnekleri büyük ölçüde grubu kavramı kullanıldığında genelde akla gelen ilk şey ulusal
19. yüzyıl Avrupası'ndan, Avrupa Ortaçağı'ndan ve klasik antik bağlılık değildir. Weber'in kavramı, esas olarak Ortaçağ sınıfla-
çağdan almıştır. Bu Weber için yerinde bir seçimdir ama 20. rından, çağdaş Afrika'ya uygulanabilirliği oldukça sınırlı olan bir
yüzyılın Avrupa-dışı dünyasının ampirik gerçekliğiyle uğraşanlar kategoriden esinlenmiştir. Modern Afrika hakkındaki literatür da-
için Weber'in ayrımlarında uygun bir yansıma bulmak zor olabi- ha çok "kabile"den ve/veya "etnik grup"tan söz etmektedir. Çoğu
lir. Weber, sınıfı, az çok Marksist gelenek içinde, iktisadi sistemle yazar statü grubuna yapılan en anlamlı ampirik atıfın "etnik grup"
benzer yollardan ilişkili olan bir kişiler grubu olarak tanımlar. olduğunu düşünecektir ve bunun Weber'in kavramının ruhuna
Partiyi, gücün dağılımını ve kullanımını etkilemek için, birleşmiş uygun düştüğüne kuşku yoktur. Irk terimi —her ne kadar statü
bir grup içinde toplanmış bir grup olarak tanımlar. Ancak statü grubuyla ilişkisi birçok yazarda üstü kapalı bırakılmışsa da— sık
grubu çeşitli açılardan bir "arta kalan" kategorisidir. Kuşkusuz sık kullanılmaktadır. Irk, Afrika incelemelerinde esas olarak,
olumlu bir ölçüt var gibi görünmektedir. Statü grupları insanların Avrupa kökenli beyaz kişiler ile kıtanın yerlisi siyahlar arasındaki
içine doğdukları ilksel2 gruplardır; birbirine, hesaplanmış amaca çatışmalara atıfta bulunmak üzere kullanılmıştır. (Bazı yerlerde
yönelik birleşmeler üzerine kurulu olmayan bağlılıklarla bağlı ol- Hint yarımadasından gelen göçmenler ya da onların soyundan
dukları varsayılan hayali aileler; geleneksel ayrıcalıkların varlığı olanlar üçüncü bir kategori oluşturmaktadır.) Fakat bu terimin
ya da yokluğuyla oluşan gruplar; onuru, saygınlığı ve hepsinden yerli siyah nüfus arasındaki çeşitlilikleri ayırt etmek için kul-
önce (çoğu zaman ortak bir mesleği de içeren) bir hayat tarzını lanılmasına pek az rastlanır.
paylaşan, fakat ille de ortak bir gelir düzeyini ya da sınıfsal üye- Şu halde ırk ve etnik grup iki ayrı görüngü müdür, yoksa
aynı temanın iki çeşitlemesi mi? Terminolojik bulanıklığı4 göz
1. Bkz. Max WEBER, Economy and Society, New York, Bedminster önünde tutarsak, ampirik gerçekliği açıklamamızı sağlayacak bir
Press, 1968, ss. 302-307, 385-398 ve 926-940. kuramsal çerçeveyi önceden kurmaktansa, önce ampirik gerçek-
İngilizce'de, toplumsal katmanlaşmayı konu alan literatürde, Almanca
Stand teriminin karşılığı olarak çoktan beridir "status-group" terimi kul- liği tanımlamak ve ardından kuramsal olarak neler geleceğini gör-
lanılmaktadır. Bu Fransızca'ya hiç şüphesiz "toplumsal tabaka" olarak tercüme mek en iyisi olabilir.
edilmektedir; Georges Gurvitch ve Raymond Aron bu terimi kullanırlar (bkz.
G. GURVİTCH, Le Concept de classes sociales de Marx â nos jours, Paris, 3.Weber'in tanımı onura vurgu yapar: "Stände (statü grupları), sınıfların
"Les Cours de Sorbonne", 1954, s. 80; R. ARON, La Sociologie allemande tersine normal olarak gruptur. Ancak çoğu kez şekilsiz türdendir. Bizim
contemporaıne, Paris, PUF, 1950, s. 49). Aron, "eski Fransa'daki toplumsal yap
tabakalar anlamında" diye belirtir. İngilizce'de ise kelime feodal sisteme ya- mak istediğimiz, salt iktisadi açıdan belirlenmiş "sınıfsal konum"un
pılan gönderme niteliğini kaybetmiştir ve sadece bu sisteme gönderme yapıl- tersine,
mak istendiğinde stand, estate olarak tercüme edilir. onurun özgül, olumlu ya da olumsuz bir toplumsal değerlendirmesiyle
2. Burada Edward SHILS'in kazandırdığı bir terimi kullandım. Bkz. "Pri- belir
mordial, Personal, Sacred and Civil Ties", British Journal of Sociology, VIII, lenmiş olan insan hayatındaki her tipik bileşeni "toplumsal konum" olarak
2 Haziran 1957, ss. 130-145. SHILS'e göre ilksel nitelikler sadece bir "etkile ad
şim işlevi" olmaktan çok, "anlamlı ilişkiler"e ilişkin niteliklerdir. Anlamları landırmaktır [...] Hem mülkiyet sahibi hem de mülksüz kişiler aynı statü
"tarif edilemez"dir (s. 142). Bkz. Clifford GEERTZ, "The Integrative Revolu- gru
tion, Primordial Sentiments and Civil Politics in the New States", yay. haz. buna dahil olabilirler ve bu beraberinde son derece elle tutulur sonuçlar
C. GEERTZ, Old Societies and New States içinde, Glencoe, Free Press, 1963. ge
tirerek, sık sık böyle olur [...] Normalde statü onuru, gruba ait olmak
isteyen
herkesten, öncelikle, özgül bir hayat tarzı beklendiği olgusuyla ifade
edilir I IRK VE STATÜ
[...]" (Max WEBER, a.g.e., s. 932). R GRUBU
4.İngilizce yazanların "tribe" [kabile] kelimesini kullandıkları bağlamda, K KAVRAMLARI
birçok yazar Fransızca'daki "race" [ırk] kelimesini kullandıklarından, , 237
Fransızca U
literatür çok daha karışık ve bulanıktır. L
U
S
,
S
I
N
I
F
2
3
6

Ampirik Veriler: Kaç Çeşit Statü Grubu? diye adlandırılan ve uydurma bir soy
grubu yaratan belirli bazı sınıflandırma
Sömürgelik öncesi Afrika, karmaşık ve ilkelerine göre ya da kuşaklara, yani "yaş
hiyerarşik olan çok sayıda toplumu grubu"na göre bölünmüşlerdir.7
içeriyordu. Afrika topraklarının ya da
5. Jean SURET-CANALE her iki görüngünün
nüfusunun yüzde kaçının, parçalı de fetih durumlarından kay
toplumlarda değil de bu tür gruplarda naklandığını ama bazı açıklanmamış nedenlerle
konusunda hiçbir tahmin asimilasyonun bazı yerlerde
yürütülmemişse de en azından üçte ikilik diğerlerinden daha hızlı gerçekleştiğini ortaya
koyuyor:
bir oranın söz konusu olduğu kesindir. Bu "Bir kabilede sınıfsal uzlaşmazlıklar
devletlerden bazılarında "estate"ler—yani neredeyse hiç görülmediği sürece [...] hiçbir
kalıtımsal statülere sahip insan devlet üstyapısı ortaya çıkmadı [...] Köleliğin
kategorileri: asiller, avam, zanaatkarlar, yayılması ve bir kabile aristokrasisinin
oluşmasıyla, sınıf uzlaşmazlıklarının geliştiği
köleler, vb.— vardı. Bu devletlerden yerlerde çeşitli türden devletler [...] ortaya çıktı
bazılarında "etnik gruplar" —ayrı olduğu [...] Bu devletlerin oluşmasıyla diğer kabilelere
varsayılan soylara işaret eden farklı adlar tahakküm ve onları sindirme ve bir devlet içinde
verilmiş insan kategorileri— vardı. yeni bir kültürel ve dilsel birlik oluşması söz
konusu olduğunda kabile örgütlenmesinin izleri
nelde fetih durumlarının az çok kayboldu... Örneğin Zulu topraklarında
Bundan başka birçok dev- böyle oldu... Sınıflara bölünme bazen kabile
lette "yurttaş olmayanlar" ya da çelişkisi görünümünü alabildi: Doğu Afrika'nın
"yabancılar" olarak onaylanmış bir göller bölgesinin bazı monarşilerinde (Ruanda,
Burundi, vb.) yetiştirici fatih Tutsiler' in, yerli
kategori de vardır.6 Son olarak, köylüler olan Hutular'ı egemenlikleri altına
hiyerarşisiz toplumlarda bile insanlar, alarak aristokrasiyi oluşturdukları yerlerde böyle
genelde antropologlar tarafından "klan" oldu." ("Tribus, classes, nations", La Nouvelle
Internationale, no. 130, Haziran 1969, s. Bkz. K. A. BUSIA,
Sömürge hâkimiyetinin kurulması bu The Position of the
Chief in the Modem Politi-
sınıflandırmalardan hiçbirini doğrudan
cal System of Ashanti, Londra, Oxford
Bkz. Elliot P. SKINNER, "Strangers in
African Societies", Afri- değiştirmemiştir. Bununla University
beraber en az 1951. BUSIA, Asan-
Press,
XIII, 4, Ekim 1963, ss. 307-320. bir yenisini dayatmıştır: ikili hatta arasındaki
tiler üçlü bir Hıristiyan-Hıristiyan
. Robin HORTON'un bu tür hiyerarşik hal alan sömürge uyrukluğudurolmayan anlaşmazlığının neden ve so
n toplumların toplumsal örgütlenmesine nuçlarını ayrıntılarıyla birlikte anlatmıştır.
(örneğin, Nijeryalı, Britanya Batı
Uganda, siyasetin dinsel bir üçe-
araştırmalarına bakınız, "Stateless Societies
History of West Africa", yay. haz. J. F. A. Afrikalısı, Britanya bölünmeyle
İmparatorluğu bir ölçüde billurlaştığı
ve M. CROWDER, A His-tory of West uyruğu). başlıca örnektir: bu üç grup, Protestanlar,
çinde, Cilt 1, Londra, Longmans, J971. Buna ek olarak birçok Katolikler
örnekteve dini
Müslümanlar'dır.
kategoriler sömürge hâkimiyeti altında HODGKIN, "Islam and
10. Bkz. Thomas
National Movements in West Africa", Journal of
yeni bir önem kazanmıştır. Hıristiyanlar
African History, III, 2, 1962, ss. 323-327; ayrıca
hem "kabile"8 hem bkz. de J.-C.
"yöre" 9
içindeLes Musulmans dAfrique
FROELICH,
önemli bir alt-grup olarak ortaya çıkmıştır.
Paris, Ed. de l'Orante, 1962, Böl. 3.
i 1. I.
Tarihsel olarak İslam'ın aşağı yukarı herWALLERSTEIN, "Ethnicity and
National Integration in West Africa", Cahiers
yerde Avrupa sömürge hâkimiyetinden
d'eludes africaines, no. 3, Ekim 1960, ss. 129-
önce gelmesine rağmen, Müslümanlar'ın
birçok yerde Hıristiyanlar'a12. Bu karşınoktatepki
Georges BALANDİER ve
olarak daha kendinin Frantzbilincinde bir
FANON'un çalışmalarında tartışılmıştır.
kategori haline gelmiş olmaları
mümkündür. İslam'ın bazı yerlerdeki ani
yayılışı da buna işaret ediyor gibidir.10
her yerde yeni "etnik gruplar"
peydahlanmıştır.11 Sonuç olarak
sömürge dünyasının, siyasal hakları,
mesleki dağılımı ve geliri açıklayan
birincil kategorisi olmuştu.12
Milliyetçi hareketlerin yükselişi ve
bağımsızlığın gelişi daha da çok kategori
yarattı. Kimliğin belli bir toprak
parçasıyla özdeşleşmesi —yani
milliyetçilik— yaygın ve önemli hale
geldi. Bu özdeşleşmeyle birlikte etnik
özdeşleşmeye yeni bir bağlılık olarak,
çoğunlukla kabilecilik diye adlandırılan
şey ortaya çıktı. Elizabeth Colson'un
söylediği gibi:
Muhtemelen birçok genç belli etnik
geleneklere açık bağlılıklarını, Afrika'nın
bağımsızlığına kendilerini adayışlarıyla aynı
zamanda keşfettiler...
IRK, ULUS, SINIF 238 IRK VE STATÜ GRUBU KAVRAMLARI 239

Afrika'da kendi dilini ve kültürünü ilerletmeye en hevesli olan ve ülke için- Afrika'da, yerli nüfusun, ülkedeki siyasal bölünmelerde ö-nemli
deki herhangi bir diğer grubun diline ve kültürüne verilen avantajlar karşısında unsurlar olarak ortaya çıkan alt-gruplara bölünmediği hiçbir ülke
en hassas durumda olduğunu düşünen kişi okullu adamdı, entelektüeldi.13
olmadığını anlamak için literatüre şöyle bir bakmak yeterlidir. Yani,
Bağımsızlık sonrası dönemde, eğitimli sınıfların iktisadi ikilemleri "kabilevi" ya da etnik bağlanmalar, siyasal gruplaşmalar ya da hizipler
"kabilecilik" yönündeki bu eğilimi artırdı.14 Sonuç olarak milliyetçilik ya da konumlarla bağlantılıdır; mesleki kategorilerle çoğunlukla
pan-Afrikanizm ile de ilgili hale geldi. Yani, kendi karşıtına, bağlantılıdır; işe yerleştirmelerle ise kesinlikle bağlantılıdır. Yabancı
"Avrupalılara" tekabül eden bir "Afrikalılar" kategorisi oluştu. Bu gazeteciler bu konu üzerinde yorum yaptıklarında Afrikalı politikacılar
ayrışma ilk önce derinin rengi ile ilgili gibi görünmüştü. Ancak bir çoğunlukla bu tür bir çözümlemenin gerçekliğini inkâr ederler. Ancak
kavram olarak Afrika, 1958'den itibaren, birçokları için, Kuzey (Arap) dışarıdan gözleyenlerin çelişkili iddiaları kadar böylesi inkârlar da
Afrika'yı da içermeye başladı (fakat hâlâ Kuzey, Doğu ya da Güney çözümsel amaçlardan çok ideolojik amaçlara hizmet etmektedir.
Afrika'da yerleşmiş olan beyazlan içermemektedir).15 Nitekim Afrika devletlerindeki ünlü etnik-siyasal rekabetlerin listesi
Bağımsızlık, diğer bir önemli değişkeni de devreye soktu: daha oldukça uzundur (örneğin, Kenya'da Luo'ya karşı Kikuya; Zambiya'da
geniş törel cemaate birinci sınıf üyeliğin oldukça katı bir yasal Lozi'ye karşı Bemba; Somali'de Somaale'ye karşı Sab). Hükümetin ya
tanımını, yurttaşlık tanımını. Bu kavramın çektiği çizgiler yalnızca da ulusal siyasal hareketin önlemek için gösterdikleri sözde çabalara
sömürgelik öncesi Afrika'nın değil, sömürgelik döneminin rağmen, bu vakaların her birinde kişiler siyasal hedefler için "kabilevi"
çizgilerinden de farklıydı. Sömürgelik döneminde, örneğin bir yollarla sıralanmış ve/veya harekete geçirilmişlerdir.16 Bazı ülkelerde
Nijeryalı eğer oturduğu yeri değiştirmişse Altın Sahili'ndeki bir bu sözde kabilevi bölünmeler bazı ek etkenlerce pekiş-tirilmektedir.
seçimde oy verebilirdi, çünkü bu iki bölge de Britanya Batı Afri- Örneğin, Etiyopya'da Amhara ya da Amhara-Tigre ile Eritreliler
kası'nın parçasıydı ve o kişi de Britanyalı bir tebaaydı. Ancak, arasındaki bölünmeler, aşağı yukarı Hıristiyanlar ile Müslümanlar
sömürgelik döneminin federal idari birimlerinin bağımsızlıktan sonra arasındaki dini bölünmeyle çakışmaktadır ve taraflar bunun tümüyle
ulusal emelin birimleri olarak varlıklarını sürdürmeye devam bilincindedir, çünkü böylesi bir çatışmanın arkasında uzun bir tarihsel
etmelerine rağmen, bağımsızlık sonrası dönemin ilk yıllarında birçok gelenek vardır.17
siyasetçi ve devlet memurunun öğrenmek durumunda kaldığı gibi, bu Batı Afrika kıyısı boyunca ve Orta Afrika'ya doğru boylu boyunca
birimlerin bir üyesi olmak artık egemen birer ulus-devlet olan bölgesel çekilebilecek kesintisiz bir yatay çizgiyi oluşturan yedi komşu ülke
alt birimlere eşit katılım hakkını sağlamıyordu. bulunuyor (Fildişi Sahili, Gana, Togo, Benin, Nijerya, Kamerun ve
Orta Afrika Cumhuriyeti). Bu çizginin kuzeyindeki ve güneyindeki
13."Contemporary Tribes and the Development of Nationalism", yay. halklar bir dizi özellikleriyle birbirlerine zıt olma eğilimindedir:
haz. June HELM, Essays on the Problem of Tribes içinde, Amerikan toprağın koşulları söz konusu olduğunda or-
Etnoloji
Derneği'nin ilkbahardaki yıllık toplantı dönemi çalışmaları, 1967, s. 205. 16.Bkz. Donald ROTHSCHILD, "Ethnic Inequalities in Kenya", Journal
14.Bkz. WALLERSTEIN, "The Range of Choice: Constraints on the Po- of Modern African Studies, VII, 4, 1969, ss. 689-711; Robert I.
licies of Governments of Contemporary African Independant States", ROTBERG,
yay. "Tribalism and Politics in Zambia", Africa Report, XII, 9, Aralık 1967,
haz. Michael F. LOFCHIE, The State of the Nations içinde, University of ss.
Ca- 29-35; I. M. LEWIS, "Modern Political Movements in Somaliland",
lifornia Press, 1971. Africa,
15.Bunun nedeni ve "Afrikalılığın" deri rengine bağlı olmayan tanımı XXVIII, 3, Temmuz 1958, ss. 244-261; XXVIII, 4, Ekim 1958, ss. 344-
için bkz. WALLERSTEIN, Africa: The Politics of Unity, New York, 363.
Random 17.Bkz. Czeslaw JESMAN, The Ethiopian Paradox, Londra, Oxford Uni
House, 1967. versity Press, 1963.
IRK VE STATÜ GRUBU KAVRAMLARI 241

mana karşı savan ve buna tekabül eden geniş kültür-aile; dinde,


Hıristiyan/Animistler'e karşı Müslürnan/Anirnistler; daha modern
eğitime karşı az modern eğitim (bu büyük ölçüde sömürgelik
döneminde güneyde daha çok Hıristiyan misyoner bulunmasının
sonucudur.18 Uganda'da, Bantu olmayan, daha eğitimsiz kuzey
ile Bantu olan daha eğitimli (ve daha Hıristiyanlaştırılmış) güney
arasında benzer bir çizgi çekilebilir.19
Daha kuzeyde Sudan kuşağı adlı yerde, Moritanya, Mali, Ni-
jer, Çad ve Sudan boyunca benzer bir çizgi çizilebilir. Moritanya,
Çad ve Sudan'ın kuzeylerinde insanlar daha açık renk derili,
Araplaşmış ve Müslümandırlar. Güneye gittikçe daha koyu renk
derili ve Hıristiyan/Animist olurlar. Ancak Mali ve Nijer'de gü-
neydekiler de Müslümandır. Sudan dışında, tüm bu devletlerde
kuzeydekiler daha çok göçebe ve az eğitimlidir. Moritanya ve Su-
dan'da kuzeydekiler çoğunlukta ve iktidardadır. Mali'de, Nijer'de
ve Çad'da bunun tersi doğrudur.20 Sudan kuşağı ülkelerindeki bu
kültürel farklar deri rengi farklılıklanyla ilişkili olduğu için bazen
bu bölünmelerden "ırksal" olarak söz edilir.
Dikkate değer bir grup ülke daha vardır. Bunlar sömürgelik
öncesinde siyasal varlıklar şeklinde varolmuş ve sömürgelik ve
bağımsızlık sonrası dönemlerinde de bu varlıklarını sürdürmüş
olan ve sömürgelik öncesi "kabilevi" katmanlaşmanın açıkça gö-

18. Bkz. Ernest MILCENT, "Tribalisme et vie politique dans les Etats du
Benin", Revue française d'etudes politiques africaines, 18, Haziran 1967, ss.
37-53; ayrıca bkz. Walter SCHWARZ, Nigeria, Londra, Pall Mall Press,
1968.'
Bölünme çizgisi. Kabilelerin tecrit edilmişliğinin yanında, Afrika'nın 19Bkz Terence K. HOPKINS, "Politics in Uganda: The Buganda Ques-
yerli nüfusunun alt-gruplara bölünmesini pekiştiren bir çok etken vardır. Mo- tion", ss. 251-290, yay. haz. J. BUTLER ve A. A. CASTANGO Jr,
ritanya, Mali, Nijerya, Çad ve Sudan boyunca çizilen hayali bir çizgi Sudan Boston
kuşağını genel bir bölme çizgisi olarak göstermektedir. Bunun kuzeyindeki University Papers on Africa: Transition in African Politics içinde, New
insanlar daha açık renk derili, Araplaşmış ve Müslümandır; güneyindekilerse York,
genelde daha koyu renk derili ve Hıristiyan/Animisttir. Batı Kıyısı'ndan, Fil- Praeger, 1967; ayrıca bkz. May EDEL, "African Tribalism: Some
dişi Kıyısı, Gana, Togo, Benin, Nijerya, Kamerun ve Orta Afrika'ya çizilen Reflectıons
benzer bir çizgi aynı tür bir ayrımı göstermektedir: Çizginin kuzeyindeki ve on Uganda", Political Science Quarterly, LXXX, 3, Şubat 1965, ss. 357-
güneyindeki insanlar hayat tarzı, kültür, aile, din ve eğitim açısından zıttır. 372.
20J. H. A. WATSON, "Mauritania: Problems and Prospects", Africa
Repon, VIII, 2, Şubat 1963, ss. 3-6; Viviana PAQUES, "Alcuni problemi
umani posti dallo sviluppo economico e sociale: II caso della Republica
del
Ciad", // Nuovo Osservatore, VIII, 63, Haziran 1967, ss. 580-584; George
W SHEPHERD Jr, "National Integration and the Southern Soudan",
Journal
of Modern African Studies, IV, 2, 1966, ss. 193-212. Çad'da durum IR IRK VE STATÜ
1970'li K, GRUBU
yıllardan bu yana tersine dönmüştür. U KAVRAMLARI
L 243
U
S,
SI
NI
F
24
2

rüldüğii devletlerdir. Bunlar Zanzibar Siyasal kariyerlerini Yukarı Volta'da yapmış


(Arap ve Afrikalı-Şirazlı), Ruanda (Tutsi Malililer ya da Kenya'da yapmış
ve Hutu), Burundi (Tutsi ve Hutu), Ugandalılar kendi kalelerine dönmeyi daha
dır (Merina ve diğerleri). Bu güvenli buldular. Yeni bir siyasal
ülkelerin hepsinde (Burundi hariç) gerçekliğin bu şekilde üstü kapalı bir
sömürgelik öncesi aşağı tabaka olan biçimde kabullenilmesine ek olarak birçok
çoğunluk şimdi siyasal olarak en üst insan kategorisi resmi ya da yarı resmi bir
konuma erişmiştir.21 Benzer sömürgelik biçimde sürüldü: Beninliler (ve Togolular)
manlaşma sistemlerinin daha Fildişi Sahili'nden, Nijer'den ve diğer
geniş sömürgelik ya da sömürgelik sonrası yerlerden; Nijeryalılar ve Togolular
birimlerin içinde varolduğu durumlarda Gana'dan; Malililer Zaire'den sürüldüler.
siyasal sonuç çok daha muğlak olmuştur Bu durumların her birinde sürülenler, artan
(Nijerya ve Kamerun'da Fulani Sultanlık- bir işsizlik döneminde, para iktisadı içinde
ları, Uganda ve Tanganika'da Hima belli konumlara sahip kişilerdi. Söz
konusu gruplar kendilerini birdenbire,
Afrikalılar, kendi kendini yönetim ve Afrikalı olarak değil de uyruk-olmayanlar
bağımsızlıkla başlayarak, çok sayıda olarak tanımlanır buldular. Bu, bazı durum-
"vatanına geri gönderme hareketi"yle
"ana" yurtlarına gönderilmişlerdir. 21. Bkz. Michael LOFCHIE, "Party Conflict
in Zanzibar", Journal of Modern African Studies, I,
İmparatorlukların nüfusun hareketi ko- 2, 1963, ss. 185-207; Leo KUPER, "Continuities
nusundaki liberallikleri pek ünlüdür. Bu, and Discontinuities in Race Relations: Evolutionary
elde bulunan insanların en iyi şekilde or Revolutionary Change", Cahiers d'etudes
africaines, X, 3, 39, 1970, ss. 361-383; Jean ZIE-
kullanılması amacına hizmet eder. Öte GLER, "Structures ethniques et partis politiques au
yandan ulus-devletler ayrıcalıkların Burundi", Revue française d'etudes politiques
yurttaşlık statüsünde toplandığını kesin bir africaines, 18, Haziran 1967, ss. 54-68; Raymond
biçimde kanıtlamaya çalışmaktadır. K. KENT, From Madagascar to the Malagasy
Republic, New York, Praeger, 1962.
Bu baskıyı ilk hisseden grup
politikacılardı. Bağımsızlık yaklaştıkça
Fransız Batı Afrikalı ya da Britanyalı Doğu
gorisi kaybolmaya yüz tuttu.
larda resmi yurttaşlık elde etmiş olsalar bir toplumdan önce varolamazlar. IR IRK VE STATÜ
da, daha çok Afrikalı-olmayan Fried'ın "kabileler" için ihtiyatlı bir K, GRUBU
U KAVRAMLARI
kategorisine girenler için doğruydu; şekilde belirttikleri tüm statü grupları için L 245
Zanzibar'daki Arap-lar'ın, Kenya'daki doğrudur: U
Asyalılar'ın durumunda ve Gana'daki S,
Lübnanlılar'ın tek tük sürülmeleri Sİ
22.Akinsola A. AKIWOWO, "The
N
durumunda böyleydi. Bir noktada, Zai- Sociology of Nigerian Tribalism?",
İF
re'den bir Belçikalı göçü olduysa da, Phylon, XXV, 2, Yaz 1964, s. 162. 2
şimdiye dek Siyah Afrika'da 23.Elliot P. SKİNNER, "Group Dynamics in 4
the Politics of Changing 4
Avrupalılar'ın toptan sürgünleri
Societies: The Problem of 'Tribal' Politics in
gerçekleşmemiştir. Africa", yay. haz. J. HELM,
Afrika'daki durumun bu hızlı g. e., s. 173.
Kabilelerin çoğu, çok özgül bir anlamda ender für sich olurlar? Ya da soruyu başka bir
değerlendirmesindeki amaç, bir noktanın 24.Bkz. WEBER, a.g.e., ikincil
s. 939: "Sınıflar,
görüngüler gibi görünmektedir. Bunlar
altını çizmekti: Etnik grup, dinsel grup, statü grupları ve partiler hak biçimde sorarsak, statü grubu bilincinin
kında bir genel gözlem daha eklemeliyiz: derecede örgütlenmiş
göreli olarak yüksek
ırk, kast gibi sözde statü grubu Afrika'da ve tüm dünyada, bugün ve tüm
özellikletoplumların, çok daha basit bir şekilde
Bunların, bir siyasal bi
çeşitlilikleri arasında işe yarar bir fark örgütlenmiş
rim çerçevesi içinde, çok daha büyük birdiğer toplumların içinden ortaya çıkı- tarih boyunca bu denli etkili ve yayılmacı bir
şıyla başlayan süreçlerin sonucu olabilirler. Eğer güç oluşunu nasıl açıklarız? Bunun yanlış
yoktur. Bunların hepsi tek bir temanın birliği önceden varsaydıkları gerçeği
bu kanıtlanabilirse, kabile-cilik, karmaşık bir
çeşitlemeleridir. Bu tema da, mitsel olarak bununla sınırlı oldukları anlamına gelmez. bilinç olduğunu söylemek sadece soruyu
siyasal yapının evriminde
Tersine, böyle bir birliğin her za zorunlu bir ön basamak mantıksal olarak bir adım geri götürmek olur,
şu anki iktisadi ve siyasal durumdan olarak değil,
man için [...] devlet sınırlarının dışınabutaşması
yapının yaratılışına bir tepki
önceye uzanan ve sınıfsal ya da ideolojik alışılmış bir olarak görülebilir.
şeydir [...]
25
Fakat çünkü o zaman nasıl olup da insanların
anlamda tanımlanmış dayanışmaları aşan amaçlan ille de yeni bir toprak hâkimiyetinin çoğunun çoğu zaman yanlış bilinç
Modern dünya durumunda, bir statü
bir dayanışma olma iddiası taşıyan bir kurulması değildir. Esas olarak sergilediklerini sormamız gerekir.
grubu biçimsel olarak gayri meşru
yakınlıkla insanları grupla-maktır. Weber'in bunu açıklamak için bir kuramı
zeminlerde, bir ulus-devlet içinde malların ve
Temanın çeşitlemeleri bu halleriyle, lerin dağıtımını ve iktidarı ele vardı. Şöyle diyor:
Akiwowo'nun kabi-lecilik hakkında geçirmek üzere yapılan kolektif bir taleptir. Statü yoluyla katmanlaşmanın üstünlüğüne
söylediği gibi, "ulus inşa süreçlerinin yol açan genel iktisadi koşullara gelince, yalnızca
şunlar söylenebilir: Mallara sahip olunmasının
öngörülmedik sonuçlarına karşı bir dizi Sınıf ve Statü Grubu ilişkisi ve
kalıplaşmış cevap, ya da isterseniz uyum
sağlama düzenlemeleri"22 olarak Şu halde bu tür talepler sınıf dayanışması varolan siyaseti etkilemeyi amaçlarlar." Şunu
görünmektedir. Ya da Skinner'in, daha talebiyle nasıl bir arada bulunur? Marx sınıf eklemeliyim ki, bu bir dünya sisteminde, bir
pervasız söyleyişiyle, bunların merkezi kavramını kullanırken an sich (kendinde) ulus-devlete bağlılığın statü grubu bilincinin bir
işlevleri, "insanların, çevrelerinde değerli ifadesi sayıldığı durumlar dışında böyledir.
für sich (kendi için) sınıfı birbirinden
görülen hizmetler ve mallar hangileriyse 25.Morton J. FRIED, "On the Concept of
ayırmıştır. Weber, "Nitekim her sınıf çok Tribe' and Tribal Society'",
onlar için rekabet edebilen siyasal, kültürel sayıdaki mümkün sınıf eylemi biçimlerinden yay. haz. J. HELM, a.g.e., s. 15.
veya toplumsal birliklerde herhangi birinin taşıyıcısı olabilir, ama bu 26.M. WEBER, a.g.e., s. 930.
örgütlenebilmelerini sağlamaktır".23 zorunlu değildir. Her durumda, bir sınıf
Bu işlev kavramın kendinde kendiliğinden bir grup (Gemeinschaft)
varolduğuna göre statü grupları, birden derken bu ayrımı
fazla toplumsal sistemde örgütlendiklerini
ya da varolduklarını iddia etseler bile, Sınıflar neden her zaman für sich (kendi
tanım olarak, parçası oldukları daha geniş için) olmazlar? Peki aslında neden bu kadar
dağıtımının zemini göreli olarak sabit ise, statü Favret bizi, statü grubu bağlanmaları I IRK VE STATÜ
yoluyla katmanlaşma kolaylaşır. Her iktisadi R
üzerine kurulu taleplere, söz konusu GRUBU
dönüşüm ve teknolojik yansıma statü yoluyla K,
katmanlaşmayı sarsar ve sınıf konumunu ön aktörlerin entelektüel durumları açısından KAVRAMLARI
plana çıkarır. Yalın sınıfsal durumun en büyük değil, bu tür taleplerin toplumsal sistemde U 247
önem taşıdığı ülkeler ve çağlar, genelde teknik ve L
oynadıkları fiili işlevler açısından bakmaya
iktisadi dönüşüm dönemleridir. Ve iktisadi U
itmektedir. Moerman, Tayland'da bir kabile
katmanlaşmanın değişimindeki her yavaşlama, S,
zaman içinde statü yapısının büyümesine yol olan Lue hakkındaki çözümlemesinde SI
açar ve toplumsal onurun önemli rolünü yeniden benzer bir çağrı yaparak, etkili üç N
canlandırır.27 I
Weber'in açıklaması çok basit 27.a.g.e., s. 938. F
görünmektedir ve sınıf bilincini ilerleme ve
28.Bkz. Jeanne FAVRET, "Le 2
traditionalisme par exces de modernite", 4
toplumsal değişimle bağlantılıymış; statü Archives europeennes de sociologie, VIII,
yoluyla tabakalaşmayı da gerici güçlerin 1967, ss. 71-93.
6
dışavurumuymuş gibi göstermektedir — bu 29.Bkz. Clifford GEERTZ, "Politics Past,
Politics Present", Archives
bir çeşit kaba Marksizm'dir. Teoremin ahlaki
europeennes de sociologie,
soru VIII, 1, 1967, ss. Lueler nedir? Neden
sormaktadır: tersine, yoksa farklı dış giysileri olmasının
tepkisi kabul edilebilir ama bu teorem 1-14. Lue'dirler? Ne zaman Lue'dirler? Şu sonuca bir işlevi olmazdı— her toplumsal yapıda,
tarihsel gerçeklikteki daha küçük kaymalar 30.J. FAVRET, a.g.e., s. 73.
her zaman birbiriyle ilişkide, çatışmada olan
hakkında pek de öngörüde bulunamaz;
Etnik kimlik belirleme mekanizmaları — sınırlı bir grup kümesinin varolduğunu öne
ayrıca ne modern iktisadi atılımların neden
yaşayan insanlardan oluşan her bir etnik kümeyi, sürmek gerekir.
statü grubu kılığı altında bulunduğunu28, ne tarihleri incelenmemiş sayısız kuşağa sahip Rodolfo Stavenhagen'in önerdiği bir
de geleneksel ayrıcalığın sınıf bilincinde girişim haline getirmek konusundaki
büyük potansiyelleriyle— evrensel gibi yaklaşım, statü gruplarını toplumsal
korunması mekanizmalannı
görünmektedir. Bu nedenle toplumsal bilimciler sınıfların "fosilleri" olarak görmektir.
açıklamaktadır.29
bunların nasıl kullanıldıklarını incelemeli ve Stavenhagen şunu öne sürüyor:
Favret Cezayir'deki Berberi tanımlamalıdırlar, bunları —yerlilerin yaptığı gibi
ayaklanması hakkında yazdık-larıyla bize nızca açıklama olarak kullanmamalıdırlar... Katmanlaşmalar (yani statü grupları),
Etnik kategorilerin, önemli insan yüklemlerine çoğunlukla, sınıf ilişkileriyle temsil edilen özgül
bir ipucu vermektedir:
nadiren uygun olan özneler olmaları oldukça toplumsal üretim ilişkilerinin, sıklıkla, hukuksal
Cezayir'de ilksel gruplar kendi yollardan toplumsal sabitlenmesi olarak —
arkaizmlerinden habersiz, bağımsız bir şekilde kesinlikle öznel bir biçimde— adlandırdığımız
değil tepkisel olarak varolmaktadır. Kendini Öyleyse, belki de Weberci sınıf, statü şeyi temsil eder. Bu toplumsal sabitlemelerin
geleneksel siyasal görüngüleri toplamaya kaptıran
grubu ve parti üçlemesini üç ayrı ve birbirini yanına, katmanlaşmayı pekiştiren ve aynı
antropolog bunları naif bir şekilde yorumlamakla zamanda katmanlaşmayı iktisadi temelle olan
muazzam bir yanlış anlama tehlikesiyle karşı kesen grup olarak değil, aynı asli gerçekliğin bağlarından "kurtarma" işlevine, başka bir
karşıya kalır, çünkü bunların bugünkü içerikleri farklı varoluşsal biçimleri olarak yeniden deyişle, iktisadi temeli değişse bile gücünü
tersine dönüktür. 19. yüzyılın parçalı kabilelerinin düşünebiliriz. Bu durumda soru, Weber'in koruması işlevine sahip olan diğer ikincil, eklenti
torunları için hedefler arasından —merkezi
statü yoluyla katmanlaşmanın sınıf bilincine etkenler (örneğin dinsel, etnik etkenler) sokulur.
hükümetle işbirliği yapmak ya da muhalefeti Sonuç olarak katmanlaşmalar, kurulu iktisadi
kurmak— seçim yapmak söz konusu değildir, hangi koşullar altında üstün geldiği sistemin akılcılaştmlmaları ya da doğrulanmaları
çünkü artık yalnızca tek seçenek mümkündür. sorusundan, bir katmanın hangi koşullar olarak, yani ideolojiler olarak düşünülebilir.
Azgelişmiş tarım sektörünün köylülerinin seçimi altında bir sınıf, bir statü grubu ya da bir parti Toplumsal üstyapının tüm görüngüleri gibi
—ya da kaderi— onları bu amaca ulaştıran katmanlaşmanın da, kendisini doğuran koşullar
olarak cisimleştiği sorusuna kaymaktadır. Bu
araçlara bağlıdır; bunların arasında, paradoksal değişmiş olsa bile onu sürdüren bir atalet niteliği
bir biçimde muhalefet de yer alır.30 tür bir kavram-laştırma için grubun sınır vardır. Sınıflar arası ilişkiler değişikliğe
çizgilerinin, art arda gelen cisimleşmelerinde uğradıkça.... katmanlaşmalar esas o-
de aynı kalacağını öne sürmek değil —tam
31. Michael MOERMAN, "Being Lue: Uses yani teknik
larak üzerine kurulu oldukları olarak kendi işlerinde çalışıp
sınıf ilişkilerinin
and Abuses of Ethnic Identification", yay. haz. J. fosillerine dönüşür... [Dahası]
HELM, a.g.e. içinde, s. 167. pazar iki tipürün
için gruplaşma
yetiştiren çiftçiler de olsalar
(egemen sınıf ve üst emek tabaka)güçlerini
belli tarihsel
satan— "köylüler" olarak
koşullara göre bir süre için bir arada varolabilir
düşünülmeleri
ve toplumsal yapıda kabuk bağlayabilir gibi gerektiği konusunda bir
görünmektedirler. Fakat halihazırdaki 34 Fakat sınıf Ailen pazar için ürün
sistemine daha düzgün bir biçimde tekabül eden
yeni bir katmanlaşma sistemi er ya da geç ortaya
çıkar.32
"Estratificatiön social y estructura de
Stavenhagen, daha clases
sonraki (un bir ensayo de interpreta-
çözümlemesinde, Orta Amerika verilerinipoliticas y sociales, VIII,
Ciencias
kullanarak, bir sömürgelik 27, Ocak-Martkast
durumunda, 1962, ss. 99-101.
Rodolfo STAVENHAGEN, "Clases,
benzeri iki alt statü grubunun (bu olayday
colonialismo aculturaciön: en
indio ve ladino'ların) sayonasılsobreor un sistema de relaciones
interetnicas en veMeso-America", America
çıkabildiklerini, kabuk bağladıklarını
sınıfsal tasfiye olarak adlandırdığı 4,şeyin Ekim-Aralık 1963, s. 94.
L. ALLEN, "The Meaning and
çeşitli baskılarına rağmen Differenfiation
varlıklarını sürof the Working Class
dürdüklerini anlatmaktadır.in îki Tropical
bağımlılık
Africa" ve Peter CARTENS,
biçiminin (etnik ayrımcılık "Problems
ve siyasal of Peasantry and Social
tabiyet
üzerine kurulu bir sömürgelik biçiminin) ve
(çalışma ilişkileri üzerine kurulu) bir sınıf
biçiminin yan yana büyüdüğünü ve paralel
bir sıralama sistemini yansıttığını öne sür
mektedir. İndiolar ile ladinolar arasında,
"toplumun üyelerinin değerlerine derinden
yerleşmiş olan" ikilik, bağımsızlıktan sonra
ve iktisadi gelişmeye rağmen toplumsal
yapıda "özünde muhafazakâr bir güç" olarak
kalmıştır. "Bu ikilik geçmişe ait bir durumu
yansıtmakla... yeni sınıf ilişkilerinin
gelişmesi karşısında bir engel rolünü
oynamaktadır".33 Bu açıklama tarzında
bugünkü katmanlaşma hâlâ geçmişin
fosilidir, ama sadece kendiliğinden
ilişkilerinin bir fosili değildir.
Diğer bir yaklaşım, sınıfı ya da statü
bağlanmasını toplumun çeşitli üyelerine açık
olan seçenekler olarak görmek olurdu. Bu
Peter Carstens'ın yaklaşımıdır. Biri
Carstens'a diğeri Allen'a ait daha yeni iki
makalede kırsal alanlarda toprakta çalışan
Afrika-lılar'ın, "işçi sınıfı"nın üyeleri olan —
IRK, ULUS, SINIF 248 37.a.g.e., s. 10. 38. a.g.e.. s. 8.

çiftçilik ile ücret kazancının birbirinin yerine geçiş kalıplarını vur-


gulamakla ilgiliyken35, Carstens, köylü sınıf örgütlenmesinin statü
grubu aygıtını ya da "köylü statü sistemi" dediği şeyi açıkla-
makla daha çok ilgilidir.
Carstens, "zayıf kabile bağlılıklarının korunması ya da can-
landırılması kişilerin saygınlık ya da nüfuz oluşturmak için kul-
lanabilecekleri kaynaklardır" savıyla başlangıç yapar.36 Ardından,
"bir köylü sınıfı ortaya çıkaran gizli gücü üreten kurumlar aynı za-
manda köylü statü sistemlerini de yaratmıştır. Örneğin, egemen
sınıftan olduğu kadar yerli köylülerden de saygınlık ve nüfuz elde
etmenin, onlar tarafından kabul görmenin en emin yolu dışarıdan
dayatılan eğitim ve din kurumlarına katılmaktır" diyerek bir ha-
tırlatma yapıyor.37 Buradan çıkan sonuç da şudur: "Daha üst sı-
nıftaki diğer statü sistemlerine ancak iç statü sistemlerini kulla-
narak ulaşabilirler. Statü kullanımı stratejisi sınıfsal sınırları geç-
mek için en iyi araç olarak görülür".38
Statü yoluyla katmanlaşmanın gücü bu açıdan anlaşılabilir ol-
maktadır. Statü onuru yalnızca, geçmişin başarılıları için çağdaş
pazarda avantaj elde etme mekanizması, yani Weber'in tanımladı-
ğı gerici güç değildir; aynı zamanda yükselmeye çalışanların sis-
tem içinde amaçlarına ulaşmalarını sağlayan mekanizmadır (Col-
son'un dikkat çektiği, yüksek düzeyde etnik bilinç ile eğitim ara-

Class in Southern Africa". İki rapor da 13-19 Eylül 1970'te Varna'daki VII.
Dünya Sosyoloji Kongresi'nde sunuldu.
35."Ücretliler yaşam standartları ve iş konusunda dalgalanmalar yaşarken
köylü üreticiler yaşam standartlarında ve işin yoğunluğu konusunda
dalgalan
malar yaşar. Ancak ücretlilerin yaşam standartlarında bir düşme ya da
işsizliğin
artışı, emeğin köylü üretimine geri dönmesine neden olur ya da köylü üre
timinin kaynakları bir emniyet sübabı olduğunda tahammül edilir bir hal a-
lır." (Ailen, 1970). Bkz. Giovanni ARRIGHI benzer bir tez öne sürmüştür,
"L'offerta di lavoro in una perspettiva storica", Sviluppo economico e
sovras-
lutture in Africa içinde, Torino, Einaudi, 1969. Bunun İngilizce versiyonu
vardır: "Labor supplies in Historical Perspective: A Study of
Proletarianiza-
tion of the African Peasants in Rhodesia", Giovanni ARRIGHI ve John S.
SAUL, Essays on the Political Economy of Africa (New York, Monthly
Re-
view Press i973, ss. 180-234).
36.P. CARSTENS, a.g.e., s. 9.
IRK VE STATÜ GRUBU KAVRAMLARI 249 İ IRK VE STATÜ
R GRUBU
sındaki karşılıklı bağıntının nedeni budur). Böylesine önemli iki K KAVRAMLARI
, 251
gruptan gelen destekle statü grubunun ideolojik üstünlüğünü anla- U
mak mümkündür. Bu bahaneyi (ya da bu gerçekliği — arada fark L
yoktur) korumak isteyen öğelerin bu birleşimini bozmak için U
alışılmadık bir örgütsel durum gereklidir. S,
SI
Weber haksızdı. Sınıf bilinci teknolojik değişim ya da top- N
lumsal dönüşüm gerçekleşirken sivrilmez. Tüm modern tarih bunu I
yalanlar. Sınıf bilinci yalnızca, hem ideolojik bir dışavurum hem F
de ideolojik bir dayanak olduğu çok ender bir durumda, bir 2
5
"devrimci" durumda sivrilir. Bu anlamda, temel Marksist kavram- 0
sal içgüdü doğruydu.

Yeniden Çözümlenen Afrika Verileri mürge hükümetinden beri çok az Bu statü grubu gerilimleri sınıfsal
değişmiştir. Beyazların yüksek yerel engellenmenin etkisiz ve başarısız
Şimdi, bu kuramsal gezintinin ışığında çağdaş bağımsız Afrika' konumlan, bu ülkelerin "eşitsiz dışavurumlarıdır. Çağdaş Afrika'nın
nın ampirik gerçekliğine dönelim. Bugün, Bağımsız Siyahmübadelenin"
Af- sonuçlarına katlanan siyasal ve toplumsal yaşamının günlük
rika, görece özerk ve merkezileşmiş birer siyaset, iktisat ve kültüre
"proleter" uluslar olarak yer aldıkları unsurlarıdır. Halkın algılayışına genelde
sahip olmak anlamında ulusal bir toplum sayılamayacak dünya olan, iktisadi sistemindeki konumlarını toplumsal bilimcilerden daha yakın olan
Birleşmiş Milletler üyesi bir dizi ulus-devletten oluşmaktadır. Bu
yansıtmaktadır. 39
gazeteciler, Siyah Afrika hakkında
devletlerin hepsi dünya toplumsal sisteminin parçasıdır ve çoğu, Resmi egemenliğin gösterdiği siyasal yazarken, bu görüngüye "kabilecilik"
belli emperyal iktisadi ağlarla iyice bütünleşmiştir. Genel iktisadi
özerklik derecesi yerel seçkinlerin ya da adını vermeye e-ğilimlidirler. Sudan ve
çizgileri benzerdir. Nüfusun çoğunluğu toprakta çalışır veseçkin hem grupların, ülkelerindeki eğitim Nijerya'daki içsavaşların en dokunaklı bi-
dünya pazarı için ürün ve hem de kendi geçimleri için gıda üre- hızla yayılması sonucu, dünya çimde gösterdikleri gibi kabilevi ya da
tirler. Çoğu ya toprak sahibinden ücret almak anlamında sisteminde
ya da yukarı doğru hareketlilik elde etnik çatışmalar son derece gerçek
nakit para kazanmak zorunda oldukları bir durumda kendietme işle- çabalarına olanak sağladı. Dünya şeylerdir. Bunlar, bu çatışmalara katılan
rinde çalışmak anlamında işçidir (ve çiftçiliği diğer ücretli işçilik
sistemi açısından bireysel olarak işlevsel insanlar, genelde etnik (ya da
çeşitlerine karşı iktisadi bir alternatif olarak görürler). Kentsel
olan, kolektif olarak işlevsizdir. Dünya karşılaştırabilir statü grubu) kategorileri
yerlerde, çoğunlukla döngüsel bir göç kalıbının parçası şeklinde
sisteminin işleyişi ulusal düzeyde yeterli kullanan çözümlemelerle harekete
işçi olarak çalışanlar da vardır. iş olanağı sağlamaz. Bu da seçkin grupları geçirildikleri; dahası, genelde güçlü etnik
Her ülkede, eğitilmiş ve servetlerinin bir kısmını mülke içlerinden
çevir- bir kısmını ödüllendirecek ve bağlılıklar gösterdikleri için etnik
mek isteyen, çoğunlukla hükümet için çalışan bir bürokratik sınıflerini reddedecek bir ölçüt bulmak çatışmalardır. Yine de etnik "gerçekliğin"
vardır. Her durumda, bürokratik sınıfta oransız olarak temsil edi- bırakır. Bu bölünmenin belli
zorunda altında, yüzeyden çok da uzak olmayan
len bazı (birçoklarından biri) gruplar olduğu gibi, kentli çizgileri
işçiler keyfidir ve ayrıntılarda bir yerde, bir sınıf çatışması yatmaktadır.
arasında da oransız olarak temsil edilen başka gruplar vardır. değişebilir. Bölünme bazı yerlerde etnik Bununla, aşağıdaki açık ve ampirik olarak
Aşağı yukarı her yerde bir grup beyaz, yüksek statüde ve teknikçizgilerle, bazılarında dinsel, bazılarında sınanabilir (ancak hiçbiri kesin olarak
görevlerde çalışarak yaşar. Saygınlık sıralamasındaki yerleriırksal
sö- çizgilerle, çoğunda da tüm bunların sınanmamış) önermeleri kastediyorum:
örtük bir birleşimiyle gerçekleşmektedir. Eğer statü grubu farklılıklarıyla ilişkili
olan (ya da örtüşen) sınıf farklılıkları,
değişen toplumsal koşulların bir sonucu
ortadan kalksaydı, statü grubu di). Statü grubu bağlılıkları,
tan kastımız,
sınıfsal özünde, böyle bir
maları da sonunda ortadan bağlılıklarda kriz anları uluslararası
dışında görülmesistatü grubudur. Beyazlarla
lurdu (şüphesiz yerlerini yenileri zor bir biçimde bağlayıcı beyaz-olmayanlar
ve etkilidir, ama arasında temel bir
aynı zamanda çözümlemecinin
bölünme vardır. bakış (Kuşkusuz beyaz-
açısıyla, daha geçicidir.olmayanlar
Eğer toplumlarçeşitlidir ve sınıflandırma
9. Bkz. Arghiri EMMANUEL, L'Echange etnik olarak "bütünleşmiş" ve olsalardı
yere göre değişir. Bir tür
egal. Paris. Maspero, 1969. uzlaşmaz sınıfsal karşıtlıklar
gruplama azalmazdı;
deri rengine dayanır ama
hatta tam tersi doğrudur. gerçekte
Statüpekgrubugeçerli değildir. Daha iyi
bağlanmaları ağının işlevlerinden
bilinen bir diğeri biri kıtalara göredir ancak
sınıfsal farkların Araplar
gerçekliklerini
çoğunlukla kendilerinin ayrı
gizlemektir. Ancak tutulmasını
belirli sınıfsal
isterler.)
Bu uluslararası
karşıtlıklar ya da farklar azaldığı ya da ikilik açısından deri
kaybolduğu takdirde renginin
statü önemi grubu yoktur. "Beyaz" ve
karşıtlıkları da (farklar "beyaz-olmayan"
değilse bile, hatta deri rengiyle pek az
ilişkilidir.
onlar da) azalır ve ortadan kalkar. "Siyah nedir? Ve her şeyden
önce, onun rengi nedir?" diye sormuştu
İrk Kavramının Yararlılığı

Siyah Afrika'da "etnik" çatışmadan söz


edilir. ABD'de ya da Güney Afrika'da ise
"ırksal" çatışmadan söz edilir. Bazı
ülkelerde (Siyah Afrika devletleri gibi)
değil de diğerlerinde en bariz statü
gruplaşmalarını tanımlamak için ırk gibi
özel bir kelimenin olmasının herhangi bir
yaran var mıdır? Eğer her bir ulusal örneği
tek başına ve mantıksal olarak ayrı
değerlendirseydik yararı olmazdı, çünkü
statü yoluyla katmanlaşma hepsinde aynı
amaca hizmet eder.
Fakat ulusal örnekler tek başlarına ve
mantıksal olarak ayrı değildirler. Bir
dünya sisteminin parçasıdırlar. Daha
önce, sürülmüş beyaz Avrupalılar'ın
bugünkü Siyah Afrika'daki rollerini
tartışırken belirttiğimiz gibi, ulusal
sistemdeki statü ve saygınlık, dünya
sistemindeki statü ve sıralamadan ayrı
tutulamaz. Ulusal statü grupları olduğu
gibi uluslararası statü grupları da vardır.
IRK, ULUS, SINIF 252 IRK VE STATÜ GRUBU KAVRAMLARI 253

Jean Genet. Afrikalılar, Kuzey Sudan'daki daha açık renkli Arap- küçük ölçekli toplumsal örgütlenmeler içindeki eylemlere atıfta
lar'la Güney Sudan'daki koyu renkli Niloteler arasındaki çatış- bulunmaktadır.
manın ırksal bir çatışma olduğunu inkâr ederken —ki çoğu inkâr
eder— ikiyüzlülük etmiyorlar. Irk terimini uluslararası, özel bir Özet
toplumsal gerilime saklıyorlar. Bu Sudan'daki çatışmanın gerçek
olmadığı ve statü grubu açısından dışavurulmadığı anlamına gel- Özet olarak, benim esas görüşüm statü gruplarının (partiler ka-
mez. Öyledir. Fakat bu, ABD'de siyahlar ve beyazlar, Güney Af- dar) sınıfların bulanık kolektif temsilleri olduklarıdır. Bulanık (ve
rika'da Afrikalılar ve Avrupalılar arasındaki çatışmaya biçimsel bu nedenle yanlış) çizgiler birçok toplumsal durumda farklı öğele-
olarak benzer olsa da siyasal olarak farklıdır. Siyasal farklılık rin çıkarlarına hizmet eder. Toplumsal çatışma daha şiddetli hale
dünya sistemi için ve onun içindeki anlamında yatmaktadır. geldikçe statü grubu çizgileri, asimptot yaparak sınıf çizgilerine
Çağdaş dünyada ırk, tek uluslararası statü grubu kategorisi- yaklaşırlar; bu noktada "sınıf bilinci" görüngüsünü görebiliriz.
dir. En azından MS. 8. yüzyıldan beri bu rolü oynayan dinin yerini Fakat asimptota hiçbir zaman ulaşılamaz. Gerçekten de asimpto-
almıştır. Bu sistemde statü grubuna üyeliği belirleyen, renkten çok tun etrafında yaklaşan eğriyi iten bir manyetik alan varmış gibi-
sıralamadır. Nitekim, Trinidad'da tüm üyeleri siyah olan bir dir. Sonuç olarak ırk, çağdaş dünyada statü grubunun belli bir bi-
hükümete karşı, bu hükümetin Kuzey Amerikan emperyalizmiyle çimidir; dünya toplumsal sistemindeki sıralamayı belirleyen bir
ittifak içinde olduğu ileri sürülerek, bir "Siyah Güç" hareketi olu- biçimdir. Bu anlamda, bugün bağımsız Siyah Afrika devletlerinde
şabilmektedir. Nitekim, Quebec ayrılıkçıları da kendilerini Kuzey ırksal gerilimler yoktur. Bununla beraber, ulusal kimliğin dışa-
Amerika'nın "beyaz zencileri" diye adlandırabilmektedirler. Nite- vurumlarından biri, ulaşıldıktan sonra ancak uluslararası sınıf bi-
kim pan-Afrikanizm, Kuzey Afrika'nın beyaz derili Arapları'nı lincinin asimptotuna yaklaşıldıkça aşılabilecek ya da alt edilebi-
içine alabilmekte ama Güney Afrikalı beyaz derili Afrikanerleri lecek olan artan bir uluslararası statü grubu bilinci ya da ırksal
dışlayabilmektedir. Nitekim, Kıbrıs ve Yugoslavya üç kıtali (As- özdeşleşme olacaktır.
ya, Afrika ve Latin Amerika) konferanslara davet edilebilmekte
ama İsrail ve Japonya dışarıda bırakılmaktadır. Bir statü grubu
kategorisi olarak ırk, uluslararası bir sınıf kategorisi için, proleter
uluslar kategorisi için bulanık bir kolektif temsildir. O halde
ırkçılık, yalnızca, varolan uluslararası toplumsal yapıyı olduğu
gibi koruma edimidir ve ırk ayrımcılığı için türetilmiş bir sözcük
değildir. Bu, ikisinin birbirinden ayrı görüngüler olduğu anlamı-
na gelmez. Irkçılık kuşkusuz ayrımcılığı, taktik cephanesinin bir
parçası, bir ana silah olarak açıkça kullanır. Ama doğrudan an-
lamıyla herhangi bir ayrımcılık söz konusu olmadan da ırkçılığın
görülebileceği birçok olası durum vardır. Daha zor gibi görün-
mesine rağmen, belki ırkçılık olmadan ayrımcılık bile olabilir. An-
laşılması gereken şey, bu kavramların farklı toplumsal örgütlen-
me düzeylerindeki eylemlere atıfta bulunduklarıdır; ırkçılık dünya
arenasındaki eyleme atıfta bulunmakta; ayrımcılık göreli olarak
SINIF IRKÇILIĞI 255

yansıttığından, açıkçası, ikircil bir kavramdır. Kökeninde siyasal


suçlama taşıyan tüm sorularda olduğu gibi burada da soruyu tersine
çevirmeliyiz: Günlük hayatı kuşatan ırkçılığın (ya da ona neden olan
hareketin) temellerini küçük burjuvazinin doğasında aramak yerine,
ırkçılığın gelişiminin nasıl olup da farklı maddi koşullardan bir "küçük
burjuva" kitlesi ortaya çıkardığını anlamaya çalışmalıyız. Böylece
ırkçılığın sınıfsal temelleri gibi kötü sorulmuş bir sorunun yerine, bu
sorunun kısmen perdelediği daha karmaşık ve kesin bir soru
koyabiliriz. Bu, milliyetçiliğe ek olarak ırkçılık ile toplumda sınıf
çatışmalarının indirgenemezliği arasındaki ilişkilere dair bir sorudur.
Irkçılığın gelişiminin sınıf çatışmasının yerini nasıl aldığını, ya da
Üst düzey ırkçılık çözümlemeleri ırkçı kuramların incelenmesine daha ziyade bu çatışmanın "ırklaştıncı" bir toplumsal ilişki tarafından
öncelik verdiklerinde, "sosyolojik" ırkçılığın bir kitle görüngüsü nasıl dönüştürülmüş olduğunu; ve aynı zamanda, tam tersine, sınıf
olduğunu ortaya çıkarırlar. Böylelikle işçi sınıfında ırkçılığın ge- mücadelesine getirilen milliyetçi alternatifin özellikle ırkçılık biçimini
lişmesi (ki bu komünist ve sosyalist militanlara doğaya aykırı gelir) alması olgusunun hangi nedenle bu mücadelenin uzlaşmaz özelliğinin
kitlelerde varolan bir eğilimin sonucu halini alır. Kurumsal ırkçılık, bu bir göstergesi sayılabileceğini sormamız gerekecek. Kuşkusuz bu,
psikososyolojik "kitle" kategorisinin yapılışına bile yansır. Öyleyse (maddi varoluş ve çalışma koşullarıyla, fakat aynı zamanda ideolojik
sınıflardan kitlelere geçerek kitleleri, ırkçılığın hem ayrıcalıklı gelenekler ve pratik siyasal ilişkilerle belirlenen) sınıfsal durumun
nesnesi, hem de öznesi olarak gösteren bu yer değiştirme sürecini verili bir konjonktürde, ırkçılığın toplumdaki etkilerini — yani
çözümlemeye çalışmak gerekmektedir. "eyleme geçiş" biçimlerini ve sıklığını, onu ifade eden söylemi,
Bir toplumsal sınıfın, (kimliği terimini kullanmamak için) ide- militan ırkçılığın benimsenmesini— nasıl belirlediğini incelemenin
olojisi, konumu nedeniyle ırkçı tutumlara ve davranışlara eğilimli önemli olmadığı anlamına gelmez.
olduğu söylenebilir mi? Bu soru daha çok, Nazizm'in yükselişi Irkçılığın sınıf mücadelesince sürekli olarak "üst-belirlenme-
konusunda önce spekülasyonlar düzeyinde daha sonra çeşitli ampirik sinin" izleri, tarihine bakıldığında tümel olarak milliyetçi belirleme
göstergeler yoluyla tartışılmıştı.1 "Küçük burjuvazi" konusunda daha kadar saptanabilir durumdadır ve her yerde fantazmalarının ve
ağırlıklı bir tercih bulunmakla birlikte, şüphelerin üzerinde pratiklerinin anlamındaki öze bağlıdır. Bu da bizim, "modernlik"
yoğunlaşmadığı neredeyse hiçbir toplumsal sınıf olmadığından, sonuç sosyologlarının o çok önem verdikleri genellemelerden daha somut ve
tümüyle paradoksal olmuştur. "Küçük burjuva" kavramı da, daha çok, kesin bir belirlemeyle uğraştığımızı göstermeye yeter. Irkçılıkta ya da
toplumun birbirinden ayrı nüfus dilimlerine bölünmesine dayalı bir ırkçılık-milliyetçilik ikilisinde, (eski, "kapalı", "hiye-rarşik" toplumlar
sınıfsal çözümlemenin çıkmazlarını ve "açık" "hareketli" toplumlar şeklindeki ikili bölümlemenin sonucu
olarak) modern toplumların özelliği sayılan bireycilik ya da
eşitlikçiliğin paradoksal ifadelerinden birini ya da bu bireyciliğe karşı
* Burada gözden geçirilmiş biçimde yer verdiğimiz bu makale ilk kez,
Clara Gallini'nin Napoli'de, Istituto Universitario Orientale'de, Mayıs 1987'de "cemaat" biçimindeki bir toplumsal düzenin nostaljisini yansıtan bir
düzenlemiş olduğu "Gli Estranei - Seminario di studi su razzismo e antirazzis- savunma tepkisini görmek yeterli değildir2. Bireycilik yalnızca (emek
mo negli anni 1980" adlı seminerde sunulmuştur. gücü içindeki rekabet de dahil)
1. Bkz. Pierre AYÇOBERRY, La Question nazie. Essai sur les interpreta-
tions du national-socialisme, Paris, Seuil, 1979.
IRK, ULUS, SINIF 256 SINIF IRKÇILIĞI 257

sınıf mücadelelerinin baskısı altında bireylerin bir araya gelmesiyle ler, ırksal komplo (Yahudiler'in "dünya egemenliği" projesi, vb.) Bu
istikrarsız bir denge tutturan somut ticari rekabet biçimlerinde kişileş
tirmenin yalnızca Yahudilik örneğinde para fetişizminin yapımıyla orantılı
mevcuttur. Eşitlikçilik yalnızca, (varsa) siyasal demokrasinin, (varsa) ol
"koruyucu-devletin", varoluş koşullarının kutuplaşmasının, kültürel ması kuşkusuz rastlantı değildir.
ayrımcılığın, reformist ya da devrimci ütopyanın çelişen biçimlerinde
mevcuttur. Irkçılığa "iktisadi" bir boyut veren şey, basit antropolojik
figürler değil bu belirlemelerdir.
Ama yine de ırkçılıkla sınıf mücadelesi arasındaki ilişkinin ta-
rihsel biçimlerinin heterojenliği sorun yaratmaktadır. Bu heterojen-lik,
antisemitizmin "Yahudi parası" teması etrafında ucuz "anti-
kapitalizm" halini alış şeklinden, günümüzde göç kategorisinin ırksal
izi ve sınıfsal kini birleştirme şekline kadar uzanmaktadır. Bu
görünüşlerin hiçbiri (kendilerine tekabül eden konjonktürler gibi),
indirgenemez; bu da, ırkçılıkla sınıf mücadelesi arasında herhangi bir
basit "dışavurum" (ya da ikâme) ilişkisi tanımlamayı engeller.
Esas olarak 1870 ve 1945 yılları arasındaki dönemde (yani
Avrupa'nın burjuva devletleriyle, örgütlü proletarya enternasyonalizmi
arasındaki çarpışmanın stratejik döneminde) antisemitizmin anti-
kapitalist bir aldatmaca olarak kullanılmasında gördüğümüz, yalnızca,
işçilerin başkaldırısı için bir günah keçisi bulunması, işçiler arasındaki
bölünmelerin istismar edilmesi ya da yalnızca soyut bir toplumsal
sistemin kötülüklerinin bundan "sorumlu olanlar"ın hayali
kişileştirilmelerine yansıtılarak temsil edilmesi (her ne kadar bu
mekanizma ırkçılığın işleyişi için temel oluştursa da) değildir. 3 Burada
birbirlerini eğretilemeye elverişli iki tarihsel anlatının "kaynaşımı"nı
da görürüz: bir yanda kayıp

2.Kari POPPER'in kuramlaştırmalarına bakınız: La Societe ouverte et


ses etmemiş, Fr. çevirisi (çok hatalı bir çeviri), Seuil, 1979 ve daha
yakın za
manda, Louis DUMONT, Essais sur l'individualisme. Une perspective
anthro-
pologique sur l'ideologie moderne, Seuil, 1983.
3.Sermayenin, toplumsal ilişkinin kişileştirilmesi bizzat kapitalist fi-
gürüyle başlar. Fakat bu, hiçbir zaman temel duyguları harekete
geçirmeye
yetmez. Bu nedenle "aşırı" mantığına uygun olarak, hayali-gerçek başka
özel
likler de eklenir: âdetler, soy ("iki yüz aile"), yabancı kökenler, gizli
strateji
"Hıristiyan Avrupa" birliği pahasına ulusların oluşumu anlatısı; diğer
yanda ulusal bağımsızlıkla, sınıf mücadelelerinin uluslara-
rasılaşmasına tekabül etme riskini taşıyan, kapitalist iktisadi ilişkilerin
uluslararasılaşması arasındaki çatışmanın anlatısı vardır. Tüm ulusların
ortak "içerideki dışlanmışı" olan, fakat aynı zamanda olumsuz olarak,
nesnesi olduğu teolojik kin nedeniyle, "Hıristiyan halkları"
birleştirdiği varsayılan sevginin kanıtı olan Yahudi, işte bu nedenle,
hem kayıp birliğin izini yeniden canlandırabilir hem de her ulusal
bağımsızlığı tehdit eden "sermaye kozmopo-litçiliği"yle imgesel
olarak özdeşleştirilebilir.4
Göçmen karşıtı ırkçılık, sınıf konumuyla etnik kökeni en üst
düzeyde özdeşleştirdiğinde, ortaya bambaşka bir görüntü çıkar (bu
özdeşleştirmenin gerçek temelleri her zaman için, kimi kez yoğun kimi
kez seyrek olsa da hiçbir zaman ortadan kalkmayan, işçi sınıfının
durumunun özellikle proleter niteliklerinden birini oluşturan
bölgelerarası, uluslararası ya da kıtalararası işçi sınıfı hareketliliğinde
mevcuttur). Irkçılık bu özdeşleştirmeyi uzlaşmaz toplumsal işlevler
karmasıyla birleştirir: Böylece Fransız toplumunun Magripliler
tarafından "istilası", işsizliğe neden olan göç temaları, "bizim"
işletmelerimizi, "bizim" gayri menkullerimizi, "bizim" yazlıklarımızı
satın alan petrol şeyhlerinin parası temasıyla bağlantılı hale gelir. Bu,
Cezayirliler'in, Tunuslular'ın ya da Fas-lılar'ın soy olarak neden "Arap"
diye adlandırılmaları gerektiğini kısmen açıklamaktadır (tabii bu
"gösteren"in —ki söylemin gerçek merkezidir— bu temalarla
terörizm, İslam vb. temaları birbirine bağladığını da unutmamak
gerekir). Fakat, terimlerin değerlerinin tersyüz oluşundan ileri gelenler
de dahil olmak üzere, diğer görünümler unutulmamalıdır. Bu tersyüz
oluşun bir örneği, belki de yirmili yıllarda Japon milliyetçiliği
tarafından yaratılan5; her

4."Hıristiyan" Avrupa'nın kayıp birliğinin, "uygarlığın kökenlerinin


mitik simgesinin, aynı Avrupa'nın "dünyayı uygarlaştırmaya", yani
uluslar
arasında yırtıcı bir rekabetle dünyayı tahakkümü altına almaya giriştiği bir
za
manda, ırk kayıtlarında bu şekilde temsil edildiği gerçeği işleri daha da
karış
tırmaktadır.
5.Bkz. Benedict ANDERSON, 'magined Communities, Londra, 1983, s.
92-3 (Hayali Cemaatler, Metis Yayınları, İstanbul, 1993)
IRK, ULUS, SINIF 258 S1NIF İRKÇILIĞI 259

halükârda, günümüzdeki hortlayışı göz önüne alındığında sessiz- ramının çifte kökeni vardır: Bir yanda aileden soylu olanların
ce geçiştirilemeyecek Nazizm'in belirginleşmesinde çok önemli üstün bir "ırk" olarak aristokratik temsili (yani gerçekte, egemen-
bir rol oynaması öngörülen "proleter ulus" temasıdır. liği artık tehdit altında olan bir aristokrasinin siyasal ayrıcalıkla-
Bu görünümlerin karmaşıklığı aynı zamanda, "ırk" ve "sınıf" rının meşruiyetini güvenceye almasını ve soyağacının kuşkulu
in, tarihin modern temsillerinin merkezinde olan sürekli bir diya- sürekliliğini idealleştirmesini sağlayan mitsel bir anlatı); diğer
lektiğin çelişen kutuplarını oluşturduğunu emeğe ilişkin kaçınıl- yanda ise zaten her zaman tutsaklığa mahkûm olan ve özerk bir
maz bir varsayım olarak kabul ettiğimiz halde, ırkçılığın "sınıf bi- uygarlık kurmaktan aciz, aşağı "ırk" muamelesine maruz kalan
linci"ne karşı kullanılması düşüncesini (sınıf bilincinin ırkçılık ta- toplulukların kölelik yanlısı bir şekilde temsil edilmeleri vardır.
rafından engellenmediği, caydırılmadığı, bozulmadığı sürece sınıf Kan, derinin rengi, melezlik söylemleri buradan kaynaklanmak-
koşullarında doğal olarak çıkması gerekirmişçesine) kayıtsız şart- tadır. Irk kavramının, art arda gelen metamorfozlarının başlangıç
sız sahiplenmenin neden mümkün olmadığını da açıklığa kavuş- noktası olan milliyetçi karmaşıkla bütünleşmek üzere "etnikleş-
turmaktadır. Bundan başka işçi hareketi içinde ya da onun ku- mesi" çok daha sonra gerçekleşmiştir. Şu halde tarihin ırkçı tem-
ramcıları arasında ırkçılığa araçcı, entrikacı yaklaşımların da (ki sillerinin baştan beri, sınıf mücadeleleriyle ilişkili olduklarını gös-
bunların bedelinin ne denli pahalı bir şekilde ödendiğini biliyoruz: termiş oluruz. Fakat ırk kavramının evriliş biçimini ve milliyetçi-
W. Reich bunu ilk görenlerden olduğu için çok değerlidir), ırkçı- liğin "sınıf ırkçılığının" ilk şekillerinden beri etkisini, diğer bir de-
lıkta şu ya da bu sınıfsal durumun "yansımasını" gören mekanikçi yişle siyasal belirlemesini incelemezsek bu olguya gereken önemi
görüşler gibi, işçi sınıfında ve onun örgütlerinde milliyetçiliğin veremeyiz.
varlığını, başka bir deyişle ırkçılığa karşı kitlesel mücadelenin Aristokrasi kendini daha baştan "ırk" kategorisiyle düşünüp
(kapitalizme karşı devrimci mücadele gibi) bağlı olduğu, sınıf ideo- sunmamıştır: Burada söz konusu olan gecikmiş bir söylemdir;
lojisi ve milliyetçilik arasındaki iç çatışmayı inkâr etme işlevini örneğin Fransa'da ("mavi kan" ve soyluların "Frank" ya da "Cer-
gördüklerinden kuşkulanmaktayız. Burada "sınıf ırkçılığı"nın bazı men" kökenleri mitiyle) açıkça bir savunma işlevine sahip olan bu
tarihsel görünüşlerini tartışarak göstermek istediğim şey bu iç ça- söylem, mutlak monarşi feodal senyörlerin zararına devleti mer-
tışmanın evrimidir. kezileştirdiğinde ve bünyesinde burjuva kökenli, idari ve mali bir
Modern ırk kavramının, bir ayrımcılık ve horgörme söyle- yeni aristokrasiyi "yaratmaya" başladığında, böylece ulus-devletin
minde yer alışı, insanlığı "üst-insanlık" ve "alt-insanlık" olarak kuruluşunun çok önemli bir aşamayı geçmesini sağladığında
bölüşüyle, başlangıçta ulusal (ya da etnik) bir gösterime değil, sı- gelişmiştir.7 Klasik İspanya örneği daha da ilginçtir. Poliakov'un
nıfsal bir gösterime, daha doğrusu (toplumsal sınıf eşitsizliğini bu konudaki çözümlemesi şöyledir: Yeniden fetihten sonra gelen
yaratılıştan gelen bir eşitsizlik olarak sunmak söz konusu olduğu
için) bir kast gösterimine sahip olduğunu birçok ırkçılık tarihçisi CHET yönetiminde, Paris, Maspero, 1969; C. GUİLLAUMİN, L'Ideologie ra-
vurgulamıştır (bunlar arasında Poliakov, Michele Duchet ve Ma- ciste. Genese et langage actuel, Mouton, Paris-La Haye, 1972; "Caracteres
deleine Reberioux, Colette Guillaumin ve modern kölelik konu- specifiques de l'ideologie raciste", Cahiers internationaux de sociologie, cilt
LIII, 1972; "Les ambigui'tes de la categorie taxinomique 'race'", L. POLİA-
sundaki çalışmasıyla E. Williams vardır).6 Bu açıdan, ırk kav- KOV, Hoınmes et betes. Entretiens sur le racisme (I) içinde, Mouton, Paris-La
Haye, 1975; Eric VVILLIAMS, Capitalism and Slavery, Chapel Hill, 1944. 7.
Bu söylem Fransa örneğinde "üç işlev ideolojisinin yerini alır: Temelde
6. L. POLİAKOV, Hisloire de l'antisemitisme, yeni baskı (Le Livre de teolojik ve hukuksal olan bu ideoloji, soylu sınıfın devletin inşasında (tam
poche Pluriel); M. DUCHET, M. REBERIOUX, "Prehistoire et histoire du ra- deyimiyle "feodalizm"de) organik olarak işgal ettiği yerin tersine daha fazla
cisme", Racisme et societe içinde, derleme, P. DE COMARMOND ve Cl. DU- anlam ifade eder.
IRK, ULUS, SINIF 260 SINIF IRKÇILIĞI 261

ve Katolikliğin devlet dini olması için gerekli yol olan Yahudi tanımlamıştır.9 Buna göre ırk kavramı, "işçilerin ırkı" konusunda,
kıyımı aynı zamanda, İspanyollaştırmanın (daha doğrusu Kastil- tarihsel-teolojik yananlamlarından uzaklaşarak hayali bir biyoloji,
yalılaştırmanın) karşı koyduğu "çok-uluslu" kültürün de izidir. sosyoloji, psikoloji ve "toplumsal bünye" patolojisi denkliklerinin
Bu nedenle Avrupa milliyetçiliği prototipinin oluşumuyla sıkı alanına girmiştir. Burada polisiye, tıbbi, insansever edebiyatın,
sıkıya ilintilidir. Fakat, daha sonra tüm Avrupa ve Amerikan ırk- kısaca edebiyatın (ki toplumsal "gerçekçiliğin" siyasal anahtar-
çılığı söyleminin devraldığı "safkanlık statülerinin" (limpieza de larından ve temel dramatik içgüçlerinden biridir) takıntı halini
sangre) kurulmasıyla sonuçlandığında, daha da çift anlamlı bir almış temaları çıkar karşımıza. Günümüze dek bir toplumsal gru-
gösterime bürünür. Magripliler ve Yahudilerle ilk melezleşmenin bun ırklaştırılması yöntemlerinin hepsinin tipik görünümleri ilk
inkârından kaynaklanan bu gösterim, raza'nın* kalıtımsal tanımı kez tek bir söylemde toplanmıştır. Bunlar, maddi ve manevi sefa-
(ve nitelikleriyle ilgili soruşturma) gerçekte, hem bir iç aristokra- let, suç oranı, soydan gelen kötü alışkanlıklar (alkolizm, uyuştu-
siyi tecrit etmeye ve tüm "İspanyol halkı"na kurgusal bir asalet rucu), bedensel ve ahlaki kusurlar, bedensel kirlilik ve cinsel kon-
vermeye, hem de soykırım, köleleştirme, zorla Hıristiyanlaştırma, trolsüzlük, insanlığı "soysuzlaşma"yla tehdit eden özel hasta-
zorbalık yoluyla dünyanın en büyük sömürge imparatorluklarından lıklardır. Burada ayırt edici bir kararsızlık vardır: Ya işçiler soy-
birine hükmettiği sırada bu halktan bir "efendiler halkı" yaratmaya suzlaşmış bir ırktır ya da yurttaşların, ulusun üyelerinin "ırkı" için
yarar. İşte bu yörüngede sınıf ırkçılığı zaten milliyetçi ırkçılığa bir soysuzluk tohumu olan şey işçilik durumudur, onların varlığı
dönüşür, ancak yine de kaybolmaz.8 ve onlarla temastır. Darwinci evrimcilikten, karşılaştırmalı anato-
Fakat bizim sorumuz için en önemli olan nokta, 19. yüzyılın mi ve kitle psikolojisinden sahte-bilimsel güvenceler alarak, en
ilk yarısından itibaren tanık olunan, değerlerin tersyüz oluşudur. çok da polis ve toplumsal kontrol kurumlarıyla örülü bir ağla sar-
Aristokratik ırkçılık (ki bu, bizzat söylemin sahibini ırk haline ge- malanarak sosyobiyolojik (ve de psikiyatrik) determinizmin tüm
tiren, günümüz çözümlemecilerinin "kendine atıfta bulunan" ırkçı- varyantlarına dayanak oluşturan hayali "emekçi sınıflar" ve "tehli-
lık diye adlandırdıkları şeyin prototipidir; onun emperyalist torun- keli sınıflar" denklemi, toplumsal-iktisadi bir kategoriyle antro-
larının sömürge koşullarındaki önemi de buradan kaynaklanır: polojik ve ahlaki bir kategorinin kaynaştırılması, bu temalar yo-
Hindistan'daki İngilizler, Afrika'daki Fransızlar, soyları, çıkar- luyla gerçekleşir.10
ları, tavırları ne denli avam olursa olsun, kendilerini modern soy- Oysa bu sınıf ırkçılığı, günümüze dek eşitsiz bir evrim ge-
lular olarak göreceklerdir) zaten ilkel sermaye birikimine dolaylı çiren temel tarihsel süreçlerden ayrılamaz. Burada yaptığım, on-
olarak bağlıdır; bu da ancak sömürgeci uluslardaki işleviyle ları hatırlatmaktan başka bir şey değildir. Sınıf ırkçılığı öncelikle,
mümkündür. Sanayi Devrimi tam anlamıyla kapitalist sınıf ilişki- ulus-devletin kurulması açısından çok önemli olan siyasal bir so-
lerini yaratırken, burjuva çağının yeni-ırkçılığını da (bu tarihsel runa bağlıdır. "Burjuva devrimleri", özellikle de radikal hukuki
anlamda ilk "yeni-ırkçılık"tır) ortaya çıkarmıştır. Bu sömürülen
(ve hatta, sosyal devletin başlangıcından önce aşırı sömürülen) 9.Louis CHEVALİER, Classes laborieuses et classes dangereuses â Paris
topluluk ve siyasal olarak tehlikeli topluluk gibi çifte bir statüye pendant la premiere moitie du XlXe siecle, yeni baskı, Le Livre de poche
Plu-
sahip olan proletaryayı hedefleyen bir ırkçılıktır. riel, Paris, 1984.
Özellikle Louis Chevalier bunun anlatımlar ağını ayrıntılarıyla 10.Bkz. G. NETCHINE, "L'individuel et le collectif dans les representa-
tions psychologiques de la diversite des etres humains au XIXe siecle", L.
POLIAKÖV, Ni juif ni grec. Entretiens sur le racisme (II) içinde,
* ırk (hp. ç.n.) Mouton Pa
8. L. POLIAKÖV, Historie de l'Antisemitisme, cilt I, s. 95. ris - La Haye, 1978; L. MURARD ve P. ZYLBERMAN, Le Petit
Travailleur
infatigable ou le proletaire regenere. Villes-usines, habitat et intimites au
XIXe siecle. Editions Recherches, Fontenay-sous-Bois, 1976.
IRK, ULUS, SINIF 262 SINIF IRKÇILIĞI 263

eşitlikçiliğiyle Fransız Devrimi, kitlenin siyasal hakları sorununu geri da, ulusal topluluğun kurumsal bir ayrımcılığı, baştan varolan bir
döndürülemez bir şekilde ortaya koymuştur. Bir buçuk yüzyıllık apartheid'\ bünyesinde barındırmadığı Fransa gibi ülkelerde bile—
toplumsal mücadelelerden kazanılması umulan şey buydu. Bireyler fiili durumun belirgin bir şekilde hukukun gerisinde kaldığı, halk
arasında doğuştan farklılık olduğu düşüncesi akıl almaz değilse bile sınıflarına karşı "sınıf ırkçılığı"nın sürdüğü gözlenir (ve aynı şekilde
hukuksal ve ahlaki açıdan çelişik hale gelmiştir. Fakat kurulu bu sınıflarda ırksal damgalamaya özel bir elverişlilik, ırkçılık
toplumsal düzen, mülkiyet ve "seçkinler" iktidarı açısından "tehlikeli karşısındaki tutumlarında aşırı bir çelişiklik gözlenir). Bu da bizi sınıf
sınıflar"ın siyasal "ehliyet'ten zorla ve hukuk yoluyla dışlanmaları ve ırkçılığının süreklilik gösteren bir diğer yönüne getirmektedir.
kent-devletinin sınırlarında tutulmaları şart olduğu sürece, sonuçta Bundan kastım kol emeğinin kurumsal ırklaştırılması olarak
onların tam insanlık ya da normal insanlık niteliklerinden anayasal adlandırılması gereken şeydir. Bunun sınıflı toplumlar kadar eski olan
olarak "yoksun olduklarını" göstererek (ve buna ikna olarak) kökenlerini bulmak zor olmayacaktır. Kol emeği ve emekçisine
yurttaşlıklarını inkâr etmek önemli olduğu sürece, bu düşünce siyasal duyulan küçümsemenin köleci Yunan'ın felsefi elitleri tarafından ifade
olarak kaçınılmazdı. Öyleyse burada iki antropoloji (benim deyimimle edilme şekliyle, Taylor'un 1909'da bazı bireylerin zekâ, akıl, karar alma
iki "hümanizm") çatışmaktadır: doğuştan eşitlik antropolojisi ile yeteneği değil, bedensel güç gerektiren tekrara dayalı pis ve yorucu
kalıtımsal eşitsizlik antropolojisi. Bu da toplumsal uzlaşmazlıkların görevlere doğal yatkınlıklarını tanımlama şekli arasında bu açıdan çok
yeniden benimsetilmesine izin verir. önemli fark yoktur (Taylor bu insanı Principles of Scientifıc
Oysa bu işlem baştan beri ulusal ideoloji tarafından üst-belir- Management'ta "öküz gibi adam" diye adlandırır; bu aynı zamanda,
lenmiştir. Disraeli11 (Anglosakson "üstün ırkı"na karşı "Yahudi-ler'in çelişkili bir biçimde, kökleşmiş bir "sistematik aylaklık" eğiliminin
üstünlüğü"nün şaşırtıcı emperyalist kuramcısı), çağdaş devletlerin etkisinde olan, dolayısıyla doğasına göre çalışması için bir
sorununun tek bir toplumsal oluşumda yaşanan gizli, "iki ulus"a efendiye/ustaya ihtiyacı olan insanla aynı kişidir).12 Ancak Sanayi
bölünmüşlük olduğunu anlatarak bunu hayranlık verici bir şekilde Devrimi ve kapitalist ücretlilik tarzı burada bir yer değiştirmeye neden
özetlemişti. Buradan hareketle, sınıf mücadelelerinin ilerici olur. Artık horgörü nesnesi olan ve karşılık olarak korkuyu besleyen
örgütlenmesiyle karşı karşıya kalan egemen sınıfların izleyebileceği şey, kayıtsız şartsız kol emeği değildir (tersine, paternalist, eskiye bağlı
yolları da gösteriyordu: Önce, "sefiller" kitlesini bölmek (özellikle de ideolojiler bağlamında, bu emeğin "zanaat" türünde olanlarının
köylülere ve "geleneksel" zanaatkarlara ulusal sahicilik, sağlıklılık, kuramsal olarak idealleştirilmesine tanık oluruz), "makinenin uzantısı"
ahlaklılık, ırksal bütünlük gibi sanayinin patoloji-siyle taban tabana zıt haline gelmiş, yani doğrudan bir örneği olmadan hem simgesel hem de
nitelikler bahşederek); daha sonra "emekçi sınıfların" tehlikeliliğinin bedensel bir şiddete maruz kalan bedensel emek ya da daha doğrusu
ve soyaçekiminin işaretlerini yavaş yavaş yabancılara, özellikle de mekanikleşmiş bedensel emektir (iyi bilinir ki, bu emek Sanayi
göçmenlere ve sömürgelerdekilere kaydırmak; bu sırada da oy hakkı
kurumunun, "yurttaşlar" ile "tebaa" arasındaki kopukluğu milliyetin
12. Frederic W. TAYLOR, La Direction scientifıque des entreprises, Fr.
sınırlarına taşıması. Fakat bu süreçte daima —imparatorluk mekânının çevirisi, Editions Marabout; Robert LINHART'ın Lenine, les paysans, Tay-
bütünü hesaba katılsa lor'undaki, Le Seuil, Paris, 1976, ve Benjamin CORIAT'nın LAtelier et le
chronometre'indeki, Christian Bourgois, Paris, 1979, yorumlarına bakınız.
Aynı zamanda benim, "Sur le concept de la division du travail manuel et in-
11. Bkz. H. ARENDT, Antisemitism, The Origins of Totalitarianism, 1.
tellectuel" başlıklı, Jean BELKH1R ve diğer., L'Intellectuel, l'intelligentsia et
Bölüm, Harcourt, Brace and World, New York, 1968, s. 68; L. POLIAKOV,
les manuels'indekı, Anthropos, Paris, 1983, incelememe bakınız.
Histoire de l'antisemitisme, II. cilt, s. 176; Kari POLANYI, La Grande Trans-
formation, Fr. çevirisi, Gallimard, 1983, ek XI: "Disraeli, les 'Deux Nations' et
le probleme des races de couleur".
IRK, ULUS, SINIF 264 SINIF IRKÇILIĞI 265

Devrimi'nin yeni aşamalarıyla ortadan kalkmamış, birçok üretim sine yol açarak modern ırkçılığın tüm varyantlarını belirleyen be-
sektöründe, hem "modernleşmiş", "zihinselleşmiş" biçimler altın- denin estetize edilmesi (ve dolayısıyla fetişist tarzda cinselleştiril-
da hem de "arkaik" biçimler altında varlığını sürdürmeye devam mesi) sürecini tam olarak anlamamızı sağlayan sadece bu tarihsel
etmiştir). durumdur, bu özgül toplumsal ilişkilerdir. Irkçı kuramların tari-
Bu süreç insan bedeninin statüsünü (bedenin insani statüsü- hinde biyolojiye başvurulmasının gerçek anlamını bunlar aydınla-
nü) değişikliğe uğratır: Bedeni, parçalara ayrılmış ve bastırılmış, tırlar: Bu başvurmanın bilimsel buluşların etkisiyle hiçbir ilgisi
yalıtılabilir bir hareket ya da işlev için kullanılmış, hem bütünlüğü yoktur; bedensel fantazmanın idealleştirilmesinden ve bir eğretile-
içinde bozulmuş hem fetişleştirilmiş, hem "işe yarar" organları meden ibarettir. Üst düzey biyoloji ve aynı zamanda diğer kuram-
aşırı gelişmiş hem güçsüzleşmiş bir makine-beden olan insan- sal söylemler bedenin görünürlüğüne, oluş biçimlerine, davranış-
bedenler yaratır. Oysa ki her türlü şiddet gibi bu da bir direnişten larına, simgesel organlarına ve uzuvlarına eklemlendikleri tak-
ve aynı zamanda bir suçluluktan ayrı tutulamaz. "Normal" emek dirde bu işlevi yerine getirebilir. Burada, daha önce yeni-ırkçılık
miktarının kabul edilmesi ve işçinin bedeninden elde edilmesi an- konusunda ve onun zihinsel emeğin küçük parçalara bölünme-
cak mücadelenin bu emeğin sınırlarını saptamasıyla mümkündür. sinin en son biçimiyle olan bağı konusunda biçimlendirilen var-
Kural aşırı sömürüdür; bünyenin alttan alta yıkıma uğratılmasıdır sayımlara uygun olarak, günümüzde IQ düzenlemesinden tutun
(ki bu da "soysuzlaşma" olarak eğretilenecektir); ve her ne olursa da karar alıcı, entelektüel ve sportif "kadro"nun estetize edilme-
olsun emeğin zihinsel işlevlerinin bastınlmasındaki aşırılıktır. İşçi sine kadar tanık olduğumuz, zihinsel yeterliliklerin "bedensel leşti
için dayanılmaz olan bu süreç, efendileri tarafından ideolojik ve -rilmesi"ni, yani ırksallaştınlmasını tanımlayarak devam etmek ye-
düşsel yönden hazırlanması olmaksızın "kabul edilebilir" değildir: rinde olur.14
İnsan-bedenlerin varolması bedensiz insanlar'ın varolması de- Fakat sınıf ırkçılığının yapılışında belirleyici bir yan daha
mektir; insan-bedenlerin parçalara ayrılmış ve sakat (bu bedenin vardır. İşçi sınıfı, tanımı gereği belirsiz "sınırlan" olan —çünkü
zihinden "aynlması"nın sonucudur) bedenli insanlar olması, insan bu sınırlar emek sürecindeki ve sermaye hareketindeki durmak
ırkının üzerindeki tehditi kaldırmak için bireyleri başka bir beden- bilmez dönüşümlere bağlıdırlar— hem heterojen hem de oynak
üstuyle donatmak, sporu, gösterişçi erkekliği yaymak gerektiği bir topluluktur. Aristokratik kastlardan ve hatta burjuvazinin yö-
anlamına gelir.13 netici kesimlerinden farklı olarak, bir toplumsal kast değildir. An-
Kimi zaman ırksal aşağılığın "fiziksel özelliklerinin" kınan- cak sınıf ırkçılığı (ve özellikle de göçmenler durumunda olduğu
masına, kimi zaman da üstün ırkın "insan tipi"nin idealleştirilme- gibi, milliyetçi sınıf ırkçılığı) işçi sınıfının en azından bir kısmı
için bir kastın kapalılığına eşdeğer bir şey üretme eğilimindedir.
13. Hiç kuşkusuz kölenin "hayvanlığı" Aristo'da da, onun ticaretteki Daha doğrusu (ya da en kötüsü): "toplumsal hareketlilik"te tam
çağdaşlarında da sorun yaratmıştır (nesnesi olduğu aşırı cinselleştirme bunun kapalılık, proleterleşme dalgalarına olabildiğince tam açıklıkla
kanıtıdır); ancak Sanayi Devrimi yeni bir paradoks daha doğurmuştur: İşçinin birleşir.
"hayvansı" bedeni giderek daha az hayvan bir hale, daha çok teknikleşmiş, do- Şimdi meseleyi başka bir şekilde ele alalım. Kapitalist biriki-
layısıyla insanlaşmış bir hale gelmişti. Bu, insanın alt-insan'laşmasından çok
iist-insarilaşmasının (bilişsel bilimlerin ve seçme tekniklerinin ve bunlara min mantığı bu konuda iki çelişkili görünüş taşır: Bir yandan,
tekabül eden eğitimin "nesneleştirdiği" zihninde ve bedeninde), ve her durum- emek ve yaşam koşullarını emek pazarındaki rekabeti sağlaya-
da bu ikisinin birbirine çevrilebilirliğinin yarattığı sıkıntıdır. Hayvanlık fan-
tazmalarından kurtulan bu çevrilebilirliğin yansıması, tercihen, taşıdığı
"yabancı" statüsünün ona aynı zamanda bir "öteki erkek", bir "rakip" özelliği 14. Bu kitapta yer alan "Bir Yeni-Irkçılık Var mı?" ve "İrkçılık ve Milli-
verdiği emekçiye yöneltilir. yetçilik" incelemelerine bakınız.
IRK, ULUS, SINIF 266 16.Daniel BERTAUX, Destins personnels et structure de classe, PUF,
1977.
cak, "yedek sanayi ordusu"na sürekli olarak yeni güçler katacak, göreli
bir nüfus-fazlasını besleyecek şekilde sürekli olarak harekete
geçirmek, süreksizleştirmek; diğer yandan işçi topluluklarını, onları iş
için "eğitmek" ve işletmeye "bağlamak" üzere (ve aynı zamanda
"paternalist" siyasal hegemonya ile işçi "aileciliği" arasındaki
tekabüliyet mekanizmasını işletmek üzere) uzun süreli olarak (birçok
kuşak boyu) süreklileştirmek söz konusudur. Bir yandan, sadece ücret
ilişkisine bağlı sınıfsal durumun atalar kuşağı ve torunlar kuşağıyla
hiçbir ilgisi yoktur; son noktada "sınıfsal aidiyet" kavramının kendisi
pratik gösterimden yoksundur; hesaba katılması gereken şey sadece
sınıfsal durumdur. Diğer yandan işçi sınıfının en azından bir kısmının
işçi oğullan olması, bir toplumsal kalıtımın kurulması gerekmektedir.15
Fakat, pratikte, direniş ve örgütlenme güçleri de bununla birlikte
çoğalır.
Demografik politikalar, göç ve kentsel ayrım politikaları — daha
genelde, D. Bertaux'nun antroponomik diye adlandırdığı pratikler16—
bu çelişkili gereklerden doğmuş ve 19. yüzyıl ortalarından itibaren
hem işveren hem devlet tarafından, onların paternalist (ki bu milliyetçi
propagandayla sıkı sıkıya bağlıdır) ve disiplinci çifte görünümleriyle
uygulamaya konulmuştur: bir yanda vahşi kitlelere karşı "toplumsal
savaş" açmak, diğer yanda aynı kitleleri her anlamda
"uygarlaştırmak"; günümüzde bunun mükemmel bir örneği "banliyö"
ve "getto"lara yapılan toplumsal-po-lisiye muamelede görülmektedir.
Irkçı karmaşık, gelip "nüfus sorununa" (buna bir dizi yananlam
dahildir: doğum oranı, nüfus kaybı ve nüfus fazlası, "melezleştirme",
kentleşme, sosyal konut, halk sağlığı, işsizlik) ekleniyorsa ve tercihen,
yanlış bir ifadeyle "göçmen" olarak adlandırılan ikinci kuşak
sorununda yoğunlaşı-yorsa, bu bir tesadüf değildir; bilinmesi gereken
şey bu ikinci

15.Bu sadece bireysel bir akrabalık anlamında değil, eğilim olarak dı-
şarıdan-evliliği uygulayan bir "nüfus" anlamındadır; sadece becerinin
aktarımı
anlamında değil (bu aktarıma çıraklık, okul eğitimi, sanayi disiplini
aracılık
eder), öznel kimliklerde ve kurumlarda inşa edilen "kolektif bir etik"
an
lamındadır. Daha önce sözü geçen eserlerden başka, bkz. J. P. DE
GAUDE-
MAR, La Mobilisation generale, Editions du Champ urbain, Paris,
1979.
SINIF IRKÇILIĞI 267 IR SI
K, NI
kuşağın —sınıfsal hak davasıyla kültürel hak davalarını birleştirip, UL F
US IR
daha güçlü bir toplumsal kavgacılık geliştirme tehlikesini göze alarak , K
— önceki kuşağın (tam deyimiyle "göçmen işçiler"in) yolunu mu SI ÇI
izleyeceği yoksa proleterliğin altına düşmek ile işçilik durumundan NI LI
çıkmak arasında istikrarsız bir konumda bulunan "sınıf düşmüş" F ĞI
26 26
bireyler kümesini mi büyüteceğidir. Hem egemen sınıf açısından hem
8 9
de halk sınıflan açısından sınıf ırkçılığının ortaya sürdüğü şudur: toplu
olarak kapitalist sömürüye tahsis edilmiş olan toplulukları ya da
iktisadi süreç onları sistemin doğrudan kontrolünden çekip aldığı (ya
korumak, ve sınıf ırkçılığının "gösterenlerini söyleminin yapılışını nasıl anlaşılır hale
da önceki kontrolleri, yoğun işsizlikle, etkisiz hale getirdiği) anda bu
burjuva toplumuna karşı çevirmek için, dışa getirdiğini göstermeye çalışırken) başlangıç
sömürü için yedekte tutulması gerekenleri tanımlayıcı işaretlerle kapalı "birlik" oluşturma eğilimine tekabül sorularımıza bir cevap getirebildik mi? Daha
belirlemek. Sabit yerleri olmayanları, kuşaklar boyu "yerlerinde ederler. Uvriyerizmi belirleyen karşıt anlamlılık ziyade onları yeniden biçimlendirdik.
tutmak": Böylece o andan itibaren bir soyağaçları olması gerekecektir.
bu tepkisel kökenden ileri gelir: sömürü Milliyetçiliğe oranla ırkçılığın, onu oluşturucu
Göçebeliğin ve toplumsal kalıtımın çelişen buyruklarını, kuşaklarındurumundan kurtulma arzusu ve nesnesi fazlalığı diye adlandırdığımız şey, aynı za-
evcilleştirilmesini ve direnişlerin bertaraf edilmesini tasavvurda olunan küçümsemenin reddi. Bu karşıt manda, sınıf mücadelesi açısından bir
birleştirmek. anlamlılığın en bariz olduğu yer tam da eksikliğin belirtisi olarak görünmektedir. Fakat
Eğer bu gözlemler doğruysa, işçi sınıfının "kendi kendini ırk-
milliyetçilikle, yabancı düşmanlığıyla olan bu fazlanın, milliyetçiliğin (onun dinamiğini
laştırması" diye adlandırmakta tereddüt etmeyeceğim şeyin ilişkisidir.
birbir- İşçiler resmi milliyetçiliği fiilen kullandığı halde) sınıf mücadelesine karşı
leriyle çelişen görünümlerine ışık tutabilir. Burada, emekçi kabul toplu- etmedikleri ölçüde (kabul etmedikleri oluştuğu olgusuna bağlı olmasına ve bu
luklarının etnik ya da ulusal köken sembolleri etrafında zaman) örgüt- sınıf mücadelelerinin bozulmasına karşı eksikliğin de sınıf mücadelesinin kendini
lenmesinden tutun da sınıfsal köken ölçütünü (dolayısıyla işçisiyasalailesi bir alternatifin taslağını oluştururlar. milliyetçilik tarafından bastırılır bulması
kurumunu, "birey" ile "sınıfı" arasında sadece ailenin kurduğu bağı)
Fakat ve korkularını ve hınçlarını, olgusuna bağlı olmasına rağmen, ikisi birbirini
emeğe fazla değer verilmesi ölçütünü (dolayısıyla sadece umutsuzluklarını
onun ve meydan okuyuşlarını ya- götürmez: daha çok birbirine eklenme eği-
sağladığı erkeksi niteliği) merkez alan belli bir uvriye-rizmin "işçiler
bancılara yansıttıkları ölçüde, savaştıkları şey limindedir. Milliyetçiliğin öncelikle toplumun
ırkı" temsillerinin bir kısmını, "sınıf bilinci" açısından yenidensöylendiği
üretiş gibi sadece rekabet değil, çok daha ve devletin —daha sonra sınıf mücadelelerine
biçimine varıncaya dek, hatırlanması gereken bir toplumsal derinde, kurtulmaya çalıştıkları kendi çarpacak— birliğini tahayyül etme ve
deneyimler ve ideolojik biçimler yelpazesi vardır.17 Uvriyerizmin sömürülme koşullarıdır. Nefret ettikleri, proleter hedeflemenin bir yolu mu, yoksa öncelikle
radikal biçimlerinin, en azından Fransa'da, bizzat işçilerin başının
olarak ya da proleterleşme çarkına yeniden sınıf mücadelesinin ulusal birliğin önüne
altından değil, daha çok işçi sınıfını "temsil etmek" isteyen yakalanma tehlikesi taşıyanlar olarak, koyduğu engellere bir tepki mi olduğu esas
(Proudhon'dan komünist partiye dek) entelektüellerin ve siyasal olarak önemli değildir. Buna karşın, hem
aygıtların başının altından çıktığı doğrudur. Ne var ki bu biçimler Sonuç olarak, nasıl ki milliyetçilik ile ulusla devlet arasında
kazanılmış konumları, mücadele geleneklerini ırkçılığın sürekli karşılıklı belirlenimi varsa,
"sınıf ırkçılığı" ile "etnik ırkçılığın" da karşılıklı
17. Bkz. G. NOIRIEL, Longwy. Immigres et proletaires, 1880-1980,
belirlenimi vardır ve bu iki
PUF, 1985; J. FREMONTIER, La Vie en bleu. Voyage en culture ouvriere, belirlenim
Fayard, 1980; Françoise DUROUX, La Famille des ouvriers: mythe oubağımsız
poli- değildir. Her biri kendi sonuçlarını,
tique?, lisansüstü tezi, Paris-VII Üniversitesi, 1982. bir şekilde, diğerinin alanında ve onun
zorlamasıyla ortaya çıkarmaktadır. Bu üst-
belirlenimi kaba hatlarıyla anlatırken (ve
ırkçılığın somut tezahürleri ile onun kuramsal
nmaz bir mesafenin hem de durmak
den yeniden ortaya çıkan sınıfsal
mazlıkların bulunduğu bir tarihsel
nde, milliyetçiliğin kimi zaman diğer
lere (dilsel milliyetçilik) rakip olarak, kimi
n da onlarla birleşerek kaçınılmaz olarak
ık biçimini aldığını ve böylece bir ileriye
a giriştiğini gözlemlemek çok önemlidir.
ık, bireylerin bilincinde azınlıkta ya da
olsa bile, milliyetçiliğin sınıf
delesiyle eklemlenmesine, terimin çifte
mıyla ihanet eden, onun bu "içsel" fazlası-
onsuzca sürdürülen paradoksu da bundan
gelmektedir. Paradoks şudur: insanların
arı gereği kendilerini "evlerinde"
decekleri, çünkü "biz bize" olacakları bir
devleti geçmişe dönük bir biçimde
yül etmek, ve bu devleti içinde oturulamaz
k; durmadan düşmanın "içeride"
unu keşfederek ve cemaati, kendi
melerinin hayali yapımları olmaktan öteye
yen işaretlerle özdeşleştirerek, onu "dış"
anlar karşısında birleşmiş bir cemaat
k ortaya çıkarmaya çalışmak. Böylesi bir
m, siyasal olarak tam anlamıyla
ncılaşmış bir toplumdur. Zaten çağdaş
mların hepsi bir ölçüde kendi siyasal
ncılaşmalarıyla boğuşup durmuyorlar mı ?
İRKÇILIK VE KRİZ 271

dışı olan"ın büyüsüne kapılması... ki ırkçılık bunun bir ifadesi o-


lacaktır, türünden açıklamalar) bir yana bırakırsak elimizde tar-
tışılmaz karşılıklı bağıntılar kalır. İngiltere'de altmışlı yıllardan
beri "cemaatlerin" çatışmasını hızlandıran, milliyetçiliği besleyen,
"Thatcherizm"in, "Powellizm"in yerini doldurmasını ve renkli
nüfusu suç yuvası olarak gösteren yoğun bir propagandayla2 bir-
likte baskıcı kanun ve nizam politikalarının benimsenmesini ko-
laylaştıran şeyler, sanayisizleşme, kentsel yoksullaşma, Refah
Devletinin çözülüşü, ve imparatorluğun gerilemesidir. Ve Fransız
toplumu da seksenli yılların başından beri, benzer bir yola girmiş
gibi görünmektedir. Irkçı suçların ve polisin "hata"larının ço-
Günümüz Fransası'nda ırkçılığın gelişmesi, genelde bir kriz ğalması3, yurttaşlık hakkının sınırlanması projeleri, Ulusal Cep-
görüngüsü olarak; iktisadi fakat aynı zamanda siyasal, ahlaksal ya he'nin yükselişi, bunu haber veren işaretler olabilir. Bazıları şöyle
da kültürel bir krizin az çok kaçınılmaz, az çok karşı konulabilir diyecektir: Fransa aynı uçurumun kenarında henüz tereddüt eder
sonucu olarak sunulmaktadır. Bu değerlendirmede, tartışılmaz gibidir.
unsurlarla mazeretler, küçümseyişler ve az çok çıkara dayalı ya- Özellikle ırkçılık olgusunun, onu vücuda getiren şiddet edim-
nılgılar birbirine karışmaktadır. Burada, bizzat kriz kavramının lerinin, toplumsal krizin etkin bir bileşkesi haline geldiği ve ondan
ikircillikleri de tartışmayı iyice bulandırmaktadır.1 Bu noktada sonra da krizin evrimini etkilediği tartışılmazdır. İşsizlik, kentleş-
çarpıcı olan bir kez daha bir döngüyle karşı karşıya oluşumuzdur: me, okullaşma sorunları ve aynı zamanda siyasal kurumların iş-
"Irkçılığın tırmanışı", "birdenbire tehlikeli hale gelişi", güçlenen leyişi (oy verme hakkı sorununu düşünelim) ile göçmen fobisi-
sağ partilerin programına ve daha genelde siyasal söyleme girişi; nin, göçmenlerin (ya da çocuklarının) kendi savunma mekanizma-
bütün bunlar, bir krizin, geçmişte Nazizm'in ya da antisemitizm larının ve birbirinin antitezi olan "Fransız kimliği" kavrayışları
ve milliyetçilik "bayraklarının" yükselişi gibi, toplumsal ilişkileri arasında büyüyen karşıtlığın oluşturduğu karmaşık arasındaki
derinden etkileyen ve tarihsel hale gelmekte kararsızlık gösteren bağlantı giderek daha da güçlenmektedir. Sonunda bir zorunlu-
büyük bir krizin varlığına işaret eden özellikler göstermektedir.
Mekanikçi açıklamaları (iktisadi kriz yüzünden işsizlik, işsizlik 2.Bkz. Kristin COUPER ve Ulysses SANTAMARIA, "Grande-Bretagne:
la banlieue est au centre", Cahier de Banlieues 89, Murs, murs dergisinin
yüzünden işçiler arasında rekabetin şiddetlenmesi, bu yüzden de Aralık 1985, II. sayısının yurttaşlık ve melezleşme konulu eki; Paul GIL-
kin, yabancı düşmanlığı, ırkçılık... türünden açıklamalar) ve mis- ROY, The re Ain't No Black in the Union Jack, The Cultural Politics
tik açıklamaları (kriz yüzünden çöküşün bunaltısı, kitlelerin "akıl- ofRace
andNation, Hutchinson, Londra, 1987.
3.Suçların ve "hata"ların (yani polislerin işlediği suçların) artan simet
* Bu makale, ilk kez 1985'te la Maison des sciences de l'homme'a sunul- risi ırkçılığın ve özellikle de Nazizm'in tarihindeki klasik durumları
muş metnin gözden geçirilmiş biçimidir. andıran
1. "Kriz, hangi kriz?" sorusu, krizin kim için, hangi "sistem" açısından, önemli bir görüngüdür. Aynı zamanda Michel Foucault'nun "gayri
hangi eğilim açısından ve hangi göstergelere göre varolduğunu sormadan, ta- meşruluk
rihsel konjonktürleri incelemek için bu kategoriyi kullanmanın olanaksız lar" konusunda sorduğu soruların yerindeliği için, eğer ihtiyaç varsa, bir
olduğunu göstermesi bakımından haklı bir sorudur (bkz. S. AMİN, La Crise, onay
quelle crise? Dynamique de la crise mondiale, Maspero, 1982). dır. Tüm sorunu başka bir noktadan, ırkçılık ve kurum arasındaki ilişkiler
açısından, "toplumdaki" ve "devletteki" ırkçılık açısından sorgulama
çerçeve
sinde ele almak gerekmektedir. Bkz. K. COUPER ve U. SANTAMARIA,
"Vio-
lence et legitimite dans la rue", Le Genre humain, no. 11, La Societe face IR I
au K, RK
racisme, 1984-1985 sonbahar-kış sayısı. UL Ç1
US LIK
, VE
SI KRİ
NI Z
F 273
27
2

îuğun biçimlerini alır hale gelmiştir. Korku gerçekte bizim için de geçerlidir: Irkçılık,
siyasetinin ya da felaket tellallığı siyasetinin ulusal kimlik diye adlandırılan şeyle bir bütün
profesyonellerine yer açan ve bununla oluşturan uzun vadeli maddi yapılarda (psişik
bağlantılı olarak ulusal topluluğun bir kısmını ve toplumsal-siya-sal yapılar da dahil)
bu noktada sansür ve otosansür uygulamaya yerleşmiştir. Çalkantılarla, inanışların tersyüz
teşvik eden de işte budur. Daha da kötüsünün oluşlarıyla sınansa da sahneden ve her
varolduğuna (tarihsel örneklere dayanarak) halükârda kulislerden, hiç kaybolmaz.
ğında, ırkçılık daha vahim bir hal Bununla birlikte, önceleri fark edilmeyen
almasın diye bu konuda susmak daha iyi olmaz bir kopuş gerçekleşmiştir: Gizli kalan bir
mı? Hatta sonuçları kontrol edememek yapının varlığını ve bu yapıyla liberal devletin
la, nedeni ortadan kaldırmak (yani, resmi hümanizminde yer alan sansür arasındaki
varlıklarıyla "red tepkileri"ne yol açan çatışmayı göz önünde tutarak ırkçılığın edime
"yabancı toplulukları" —kendi nitelikleri ya da geçişi olarak adlandırmayı önereceğim açık
dolayısıyla "asimile olabilir" olan ırkçılık (bu geçiş söylemden "bireysel" şiddete,
herkesi "asimile etmek" koşuluyla— ülkelerine oradan da ufkunda dışlamanın ya da
geri göndermek) daha iyi olmaz mı? ayrımcılığın kurumlaşmasının belirdiği örgütlü
Aslına bakılırsa neden ve sonuçtan ziyade, harekete varan derece derece bir ilerleyişle
konjonktür içinde ırkçılık ve krizin karşılıklı gerçekleşir) hedeflerini ve taşıyıcılarını
etkisinden söz etmek gerekir: Yani, toplumsal değiştirir. Konjonktürün çözümlenmesi için
krizi ırkçı kriz olarak nitelendirmek, özellikle öncelikle önem taşıyan şey bu yer değiştir-
ve aynı zamanda, belirli bir melerdir: Irkçılığın, öncelikle entelektüellerin
toplumsal oluşumda, belli bir anda ortaya mi yoksa halk ta-
çıkan "kriz ırkçılığı"nın ayırt edici ve
belirleyici özelliklerini araştırmak
gerekmektedir. Başlarken mazeretler ve
yanılgılar diye adlandırdıklarımın önüne
geçme şansını böylece yakalayabiliriz.
Gerçekte, ırkçılığın daha görünür hale
gelmesi, hiç yoktan ya da pek az şeyden ortaya
çıkması demek değildir. Amerikan toplumu
gibi diğer toplumlar için apaçık olan şey
ının mı, ya da terimin geleneksel uzlaşmanın belirleyici faktörü haline
IR I
mıyla küçük burjuvaların mı (küçük mülk gelmektedir. K, RK
U ÇIL
pleri), yoksa ücretlilerin (özellikle iş- Bu bakış açısıyla —belli bir özgünlük
L IK
n) mi olgusu olduğu, ne dili açısından, iddiasında olmadan— günümüz Fransız US VE
maçları açısından ne de yayılma gücü toplumunda bazı eşiklerin şimdiden , KRİ
ndan önemsizdir; öncelikle Yahudileri mi, duklarını gösteren bazı belirtiler SI öne Z
NI 275
ları mı, genelde "'météque"leri* mi hedef sürülebilir. F
ı, hukuki anlamda yabancı üzerinde mi Önce göç karmaşığının oluşumuna 27
nlaştığı, yoksa toplumsal bünyenin dikkatle bakalım. Bundan 4
ştırılmasına dair bir fantazma, "Sahte
sızların, ulusun içinde güya kistleşmiş * Küçümseyici anlamda, Fransa'ya yerleşmiş ve
yabancıların, kökünün kazınmasına dair kastettiğimiz
dış görünüşüyle davranışları basit Akdenizli
hoşa gitmeyen anlamda, göçmen olarak bunlardan, dolaylı biçimler altında bile olsa, o
antazma mı geliştirdiği de aynı şekilde yabancı, (ç.n.) adlandırılan heterojen topluluğun dışarı denli fazla sorumlu tutulur. Bu paradoks da
msiz değildir. Kriz ırkçılığı hiç de atılmaya ve saldırılara maruz kalışı olgusu kendi hesabına, tam anlamıyla canalıcı olan
mıyla yeni, geçmiş örneği ya da şu türden açıklamaların bugünkü kabul yeni bir sonuç ortaya çıkarmaktadır:
nleri olmayan bir şey değildir. Fakat, edilebilirlikleridir: "Bir göç sorunu vardır", Göçmenleri tek ve aynı "sorunun", tek ve aynı
at mağdurlara "hoşgörü eşikleri" olarak "göçmenlerin varlığı bir sorun oluşturmakta- "krizin" görünümleri olarak düşünmeye iten
ıtılan) bazı hoşgörüsüzlük eşiklerinin dır" (sorunu "çözme"ye niyetlenme biçimi ne şey onların bir dizi sorunun hepsinden
masıdır. Ve giderek çeşitlenen durumlarda olursa olsun bu açıklamalar genel bir kabul sorumlu ve bunlara bulaşmış sayılmalarıdır.
ntlerde komşuluk, aynı zamanda iş görmek üzeredir). Gerçekte bu açıklamaların Burada, ırkçılığın esas ayırt edici
sunda; cinsel ve ailesel ilişkiler, aynı özelliği, ister işsizlik, ister yerleşim, sosyal özelliklerinden birinin kendini günümüzde
anda siyaset konusunda— bir "ırklaştır- laşma, halk sağlığı, âdetler, isterse yeniden üretişinin somut biçimine
tavrını benimseyen yeni toplumsal suç eylemleri olsun, tüm toplumsal varılmaktadır. Bu, ırkçılığın, "toplumsal
arın ya da tabakaların (ya da daha çok "sorun"ların "göçmenlerin" varlığı olgusundan patolojinin" tüm boyutlarını, ırktan ya da son
toplumsal tabakalarda giderek çoğalan en azından bununla daha vahim zamanlardaki eşdeğerlerinden türeyen bir dizi
ylerin) eyleme geçişi, sahneye çıkışıdır. hale gelen sorunlara dönüştüğü sonucunu gösteren ile sınırlı tek bir davada birleştirme
Şöyle ifade etmek daha doğru: Eğer çıkarmalarıdır. Böylece göçün azaltılmasının becerisidir.
al biçimiyle Hitler örneğinin, sömürgeci mümkünse kaldırılmasının —pratikte, tabii
merikan ırk ayrımı örneklerinin, o "se- ki en "can sıkıcı", en az "kabul edilebilir" ya 4. Göçmenler Sosyal Güvenlik kaynaklarına yük
Beyazlar"ıyla telkin ettiği gibi, ırkçı da "asimile edilebilir" olanlardan, en az "işe olmamakta, tersine bunları beslemektedirler; toplu
yarar" olanlardan başlayarak mümkün olduğu halde geri gönderilmeleri hiçbir iş alanı yaratmayacak,
ojinin temelde (yalnızca bir aşma hatta bazı iktisadi sektörlerin istikrarını bozarak iş
mında değil sınıfsal dayanışmanın etkin kadar çok göçmenin dışarı atılmasının— alanlarını ortadan kaldıracaktır; suç oranlarındaki payları
nkârı anlamında da) sınıflararası bir toplumsal sorunların çözülmesine olanak da "Fransızlar"dan daha hızlı anmamaktadır, vb.
ma sahip olduğu doğruysa, kriz ırkçılığı, sağlayacağı ya da en azından çözüm yolunda
ayrılıklarının artık "yabancılar" bir engeli ortadan kaldıracağı düşüncesi
sunda eğilim olarak farklı tutumları yayılmaktadır. Burada, bu tezlerin teknik
emeyip yerlerini dışlama üzerine ve olarak çürütülmesine bile girmeden4, çok
anlık konusunda sessiz bir suç ortaklığı önemli olan ilk paradoksa değiniyoruz:
ne kurulu bir toplumsal "uzlaşma"ya "göçmenlerin toplumsal sorunları ya da
tıkları bir konjonktürü belirtmektedir. En göçmenleri topyekün etkileyen toplumsal
an, sınıf ayrılıklarını görelileş-tiren bir sorunlar ne denli az özgülse, onların varlığı
Dahası da var. Bizzat göçmen ve göç maddiyata çevrilmek üzere ortaya konmuştur.
IR I
orileri ikinci bir paradoksu içermektedir. Gerçek bir onur K, RKÇ
UL ILIK
ar, hem birleştirici hem de fark-lılaştırıcı US, VE
orilerdir. Coğrafi kökleri, özel tarihleri SIN KRİ
* Senegalli Beyazlar'ın ve Kuzey Afrika'daki
yısıyla kültürleri ve yaşam tarzları), ulusal IF
Avrupalılar'ın bu bölgelerin yerlileri için kullandıkları Z
giriş koşullan ve hukuksal statüleri 276 277
aşağılayıcı, ırkçı hakaret, (ç.n.)
men farklı yapıda olan "nüfusları", tek bir ** sıçan yavrusu; Kuzey Afrikalılar'a yönelik
mda ya da tek bir tipte özümlerler. aşağılayıcı, ırkçı hakaret. (ç.n.)
5. Burada Wallerstein'ın alıntıladığı,
meselesine Jean Genet'nin
yol açarak (ne birbirini aldatmak ne Çünkü burada varolan şey, düşünce
ece, nasıl bir Kuzey Amerikalı Siyahlar hakkındaki de sorusunualdanmak
("Siyah nedir ve her
nlukla bir Çinli'yi, bir Japon'u, bir şeyden önce onun rengi nedir?") biraz değiştire gerekir), söylemde yanılsaması değil, yanılsama yaratıcı bir
amlı'yı, hatta bir Filipinli'yi (hepsi çekik biçimlendirilen ve
tekrarlayacağım: Göçmen nedir ve o her şeyden önce davranışlarda gelişen, nesnenin fiili düşüncesidir. Sınıflandıran
ür) birbirinden ya da bir Portori-kolu'yu nerede doğmuştur? dair gündelik bir vicdan muhasebesi düşünür, düşünen de varolur. İçinde bulundu-
Meksikalı'dan (hepsi chicano'âm) ayırt vardır. "Arapları sevmeyenler", "Cezayirli ğumuz durumda, sınıflandıran toplu olarak
belirtmekten acizse bir Fransız da arkadaşları" ile övünebilmektedirler. varolmaktadır. Daha doğrusu —yeniden
nlukla bir Cezayirli'yi, bir Tu-nuslu'yu, "asimile olamaz" olduklarını (İslam, düzeltmek gerekli—sınıflandıran, üyelerinin
aslı'yı, bir Türk'ü birbirinden ayırmaktan sömürge döneminin mirası vb. nedeniyle) benzerliği üzerine kurulu bir topluluktan ibaret
ir (hepsi "Arap"tır, bu daha baştan düşünenler Siyahlar'ın ya da İtalyanlar'ın öyle olan bu yanılsamayı fiili olarak vareder.
akalıp ırkçı bir yargı oluşturan, genel madıklarını kanıtlayabilmektedirler. Ve bu Irkçılık-karşıtlığı, bu çifte edimselliği doğru
mlı bir adlandırmadır ve bougnoules*, böyle sürüp gider. Ve tüm vicdan değerlendiremediği için, sık sık, ırkçılığın bir
s** gibi hakaretlere çanak tutar). Daha hesaplaşmaları gibi bunun da kendi çıkmazları düşünce yokluğu, gerçek anlamda bir zihinsel
de "göçmen", etnik ve sınıfsal ölçütleri Tanım olarak hiyerarşize edicidir, ama gerilik olduğu ve onu geriletmek için
tiren, yabancıların karman çorman içine bununla beraber kendi hiyerarşize etme düşünmenin ya da düşündürtmenin yeterli
edildiği —ama bütün yabancıların değil ölçütlerinin ("dinsel", "ulusal", "kültürel", "psi- olacağı yolundaki yanılsamayla kendini avutur.
dece yabancıların da değil— karma bir kolojik", "biyolojik" ölçütler) tutarsızlığına Halbuki düşünce tarzını değiştirmek söz
oridir.5 Gerçekte tam olarak, görünürde çarpıp durmakta ve bulunmaz bir tehlikelilik konusudur, yani yapılabilecek en zor şeyi
" olan yabancılar bütününü ayrıştırmaya ve üstünlük ölçeği arayışında bunlardan yapmak.
k sağlayan bir kategoridir. Kuşkusuz bu faydalanmaktadır. Bu ölçek, Siyahlar'ın, Burada kendi hesabımıza —nasıl ki
ün ikircillikleri vardır: bir Portekizli Yahudiler'in, Araplar' in, Akdenizliler'in, "göçmen", bireyleri ırkçı bir tipolojiye
s'te) bir İspanyol'dan daha çok, bir Arap Asyalılar'ın, "yerlerini", yani orada oldukla- yerleştirmeye olanak sağlayan başlıca ayırt
Siyah' tan daha az "göçmen" olacaktır; rında "onlara nasıl davranılması", "nasıl bir edici
giliz ya da bir Alman tabii ki "göçmen" tutum alınması", "ne yapılması" gerektiğinin
az; bir Yunanlı belki; İspanyol bir işçi, bilinmesini sağlayacak hayali yerlerini ala-
Faslı bir işçi "göçmen" olacaktır ama bir cakları bir ölçektir.
yol kapitalist, hatta Cezayirli bir Göç kategorisi söylemleri ve davranışları
alist öyle olmayacaktır. Buradan bu şekilde yapılandırmaktadır, fakat en az
orinin, öncekinden ayrılmaz olan bunun kadar önemli bir şey daha yapmaktadır:
laştırıcı yanına, daha önce gördüğümüz Irkçıya, ırkçı olarak birey ve gruba, "kendi
dış farklılaşmaya, fakat aynı zamanda iç temel etkeni olan tanınacak ve
laşmaya varıyoruz; çünkü birlik ancak araştırılacak bir düşünce, bir "nesne"
z bir tür çeşitliliği içinde derhal yanılsamasını verir. Bu cümleyi yazdıktan
sonra bir ikircillik taşıdığının farkına vardım.
kse—günümüz Fransası'nda "göç"ün de veren bir Fransız yurttaşıdır; ama "metropol
IR I
anlamıyla, ırkın yeni adı haline geldiğini "deki bir Kanak, bağım- K, RK
UL ÇIL
diyoruz; bu isim yenidir ama işlevsel US IK
k eskisinin eşdeğeridir. Bu noktada daha * "Sous-homme" terimi Himmler tarafından , bir
konuşmada kullanılmıştır, (ç.n.) VE
sömürgeci ırkçılığın, birliğin ve SI
6. Bu şaşırtıcıdır, çünkü ilke olarak yerli "o yerde KRİ
laşmanın vicdan hesaplaşmasına, sadece NI Z
doğmuş" olandır. Yani sömürgelerin herhangi
F 279
liğinden söyleminde değil, kurumlarında Buna göre Fransa'da yerleşmiş, sömürgelerden
27
önetim pratiklerinde de temel bir işlev Afrikalı "yerli" kalır ama Fransa'daki bir Fransız tabii ki
8
yerli değildir! Sömürgeci bilimin etniklik kavramını
ğini hatırlamak gerekir. Sömürgeci ırkçılık inşası için bkz. J.-L. AMSELLE, E. M'BOKOLO,Au
şaşkınlık verici olan genel "yerli"6 ka- cær de l'ethnie. La Découverte, 1985. Fransız Başbakanı
isi diye bir şey uydurarak ve aynı (J. Chirac) yakın zamanda,
sizlik"Kanak
yanlısıhalkı
olsunyoktur, o bir hiç
olmasın, bir zaman için Melezleşme ve çok-etnik gruplu ya da çok-
nda (kavim [ethnie] kavramının etnik grup mozaiğidir," dedi.
siyah bir göçmenden başka bir şey değildir. kültürlü ulus saplantısının, Fransız
ninde bulunan) "etnik" alt bölümleri bu Liberal (sağcı) bir milletvekili göçün "Fransa toplumunun bir kısmının kendi dönüşümlerine
a, hiyerarşiler ve ayrımlar ("Tonkinler" ve için bir şans olduğu"7 düşüncesini direnişinin ve hatta çoktan olup bitmiş
amlar", "Araplar" ve "Berberiler," vb.) açıkladığında ona hakaret etmek üzere takılmış dönüşümlerini, yani kendi tarihini inkâr
urmaya olanak sağlayacak güya tek-an- "Stasibaou" lakabıyla gülünç duruma edişinin özel bir hali olduğundan da
sahte tarihsel ölçütler yoluyla çoğaltarak düşürüldüğünü gördü! Bu bakımdan en kuşkulanabiliriz. Bu direnişin, bu inkârın, tüm
ıştır. Nazizm de, alt-insanları* anlamlı olgu, muhafazakâr kamuoyunun (ki toplumsal sınıflara, özellikle de çoğunluk
udiler" ve "Slavlar" şeklinde bölerek, hatta sınırlarını belirlemek oldukça risklidir) Ce- olması nedeniyle daha düne kadar bir
rı da kendi içlerinde bölerek, ve soysal zayirliler'in Fransa'da doğmuş olan dönüşüm gücünü temsil etmiş sınıfa ait olan,
ojiler sabukla-masını bizzat Alman halkına çocuklarını, "göçmen ikinci kuşak" ya da daha geniş çevrelerde görünmesi olgusu,
arak aynı şeyi yapmıştır. "ikinci kuşak göçmenler" olarak göstermedeki gerçekte haklı nedenlerle derin bir krizin
Cinse ilişkin bir göç kategorisinin zaten parçası oldukları Fransız toplumuyla belirtisi olarak değerlendirilebilir.
urulmasının ortaya çıkardığı sonuçlar "bütünleşmelerinin mümkün olup olmadığı"
nla kalmaz. Bu kategori, tam milliyetçi üzerine (bütünleşme kavramını, yani gerçek 7.Bernard STASI, L'lmmigration: une chance
min tarihsel olarak aynı devlet bir tarihsel ve toplumsal bütüne aidiyeti, her pour la France, R. Laf-
vesinde toplanmış halkların bölünmez mazlığı önlemek için peşinen bir font, 1984.
ini ilan ettiği anda, kendilerini az çok güvence sayılan mitsel bir "ulusal tip"e 8.R. GALLISSOT'nun deyimiyle "Fransız-
Cezayirli karışımı"nın evrimi
verici bir dıştalık statüsüne atılmış ve uygunluk kavramıyla sistematik bir biçimde üzerine kurulabilecek varsayımlar ne olursa olsun,
nla sınırlanmış bulan Fransız karıştırarak) sürekli olarak kafa yormaktaki bu değişmez. Bkz. R.
yetindeki bireyleri içine almaya çalışır: GALLISSOT, Misere de iantiracisme, Editions de
ız toprakları üzerinde doğmaları ya da l'Arcantere, Paris, 1985, s.
Böylece sözünü ettiğim ikinci paradoksa 93; yine bkz. Juliette MINCES, La Generation
şlığa kabul edilmeleri nedeniyle Fransız Göç kategorisiyle belirtilen nüfus suivante, Flammarion, 1986.
yetinde olmalarına rağmen, siyah gerçek anlamda ne kadar az "göçmen"se, yani
iler'in ve çok sayıda "yabancı kökenli" statü ve toplumsal işlev açısından, fakat aynı
ız'ın pratikte durumları budur. Böylece, zamanda âdetler ve kültür açısından8 ne kadar
k ve kuram arasında, bazıları eğlendirici az yabancıysa o denli yabancı bir bünye
nebilecek çelişkilere varılmaktadır. Yeni olarak gösterilir. Elbette ki bu paradoksta belli
ndonya'daki bağımsızlık yanlısı bir Kanak ramı olsun olmasın, ırkçılığın
msal olarak "yurdunun" bütünlüğüne zarar belirleyici bir özelliği yine karşımıza çıkıyor ki,
bu da soybilimsel ilkenin uygulanmasıdır.
u da bizi ikinci bir belirtiyi tanımlamaya İkinci olarak, burada "seçkinler"in, İR I
mektedir. Fransız toplumunun siyasal egemen sınıfların ırkçılığı ya da entelektüel K, RK
UL ÇIL
ni gözönüne alarak, bu belirtiyi göç ırkçılık sorunu karşısında kitlesel ırkçılık US IK
aşığının oluşumu kadar önemli da "halk kitlelerinin" ırkçılığı) sorununa verilen
, VE
orum; daha doğrusu bu oluşumdan öncelik, ne bu ikisinin birbirinden
SI KRİ
mayacağını düşünüyorum. Bu ikisini yalıtılabileceğini ne de birincisinin kendiliğin NI Z
F 281
inden yalıtabileceklerini sananlar den, diğerlerinden daha keskin olduğunu 28
ma bir tarih yaratmaktan öteye gösterir. Aksine, ırkçılığın kitleselleşmesinin, 0
mezler. Sözünü ettiğim şey, son yıllarda ırkçılık-karşıtlığının sömürülen sınıflara ve
toplu şiddet hareketleri açısından değilse özellikle de işçi sınıfına özgü kurumsal
eçimlerdeki sapmalar ve özellikle de biçimlerinin bozulmasıyla
mi olsun)birlikte, ırkçılığın
göstermiştir ki, işçi sınıfı, ırkçılık- tek-anlamlı bir nedensellik yoktur: bunun
en işçilerin hak arama mücadelelerinin "hegemonya halini karşıtlığının
alması"nda geri dönüşü
ortaya çıkarılçokmasında bir önceliğe kanıtı göçmen militanların
ması açısından ipuçlarını zor bir eşik oluşturduğunu
sahip olmasa gösterir. Nitekim ve etkili oluşunda,
da, gelişiminde enternasyonalizminin Fransız işçi hareketinin
ayabildiğimiz, kitlesel ırkçılığın ve tarihsel deneyim (ister anti-faşizm
ister ırkçı deneyimi
propagandaya direnişiyle olsun, ister tarihinde oynadığı önemli roldür. Bununla
kle de işçi sınıfının ırkçılığının ister sömürge savaşlarına direniş deneyi-
siyasetle gerçekten bağdaşmaz olan birlikte, ne denli önemsiz ve zayıf olurlarsa
masıdır. siyasal programlara katılışıyla olsun, yeri olsunlar bu ayrıcalıkların savunulmasının işçi
u noktada birçok önlem almak gerekir doldurulamaz bir temel oluşturmaktadır. sınıfı örgütlerindeki (buna belediyelerdeki,
sonuçta bunlar olgunun beraberinde Üçüncü olarak, ırkçılığın işçi sınıfında (ya sendikalardaki, kültürel hayattaki "motor
iği sonuçların tehlikeliliğini artırmaktan da işçi sınıfına) yayılmasından söz etmek bizi, kayışlarıyla" en iyi dönemindeki komünist parti
bir şey yapmazlar. İlk olarak, toptan bir olgunun öncesindekileri ve köklerinin de dahil) milliyetçiliğin gücüyle atba-şı
e bir sınıfın ırkçılığından söz etmek derinliğini bir kez daha hafife almaya gittiğinden pek kuşku duyulamaz.
mdan yoksun bir ifadedir: Seçilen itmemelidir. Fransa örneğiyle devam edersek, Öyleyse ortaya çıkan soru iki yönlüdür:
geler ne olursa olsun (ve bu göstergelerin, herkes işçilerdeki yabancı düşmanlığının yeni kitlesel üretimde ve daha sonra da
l söylemin kurnazlıklarına yatkın bir şey olmadığını ve art arda İtalyanlar'a, otomasyonda, birbirini izleyen sanayi
rlü" bireylerin inkâr stratejilerini at- lara, Yahudiler'e ve Araplar'a vb., devrimleri "yurttaşlarla" (özellikle de kadınlar
k, kitlesel ırkçılığı artırma eğiliminde güdüldüğünü bilmektedir. Yabancı düşmanlığı ve genç işsizlerle) göçmenleri
larını da gözönünde bulundurarak) bütün basit bir yapısal göç olgusundan ve emek pa-
er bunu göstermektedir. Gerçekte bir zarında rekabetten çok (Fransa yüzyıllardır 9. Bkz. l'AEROT'nun yayımladığı Travail
n ırkçılığından söz etmek, ırklaştırıcı bir dergisinin 1985, 7. sayısında "Göç" dosyası; Albano
işgücü ihraç eden bir ülkedir), patronların ve CORDEIRO, L'Immigration, La Decouverte/Maspero,
ğın kendisine dahil olan yansıtmacı bir devletin, nitelikli işleri ve kadroları az çok yeni 1983; Benjamin CORİAT, L'Atelier et le chronométre,
ma tipidir. Buna karşın anlamlı olan, "Fransızlar"a, niteliksiz işleri göçmen işgücüne Christian Bourgois, Paris, 1979.
al bir koşulun ya da konumun ayırt edici ayırarak, hatta çok fazla sayıda niteliksiz
kleri olan —iş, boş zaman, komşuluk, işgücünü gerektiren, bu nedenle göçe büyük
alık ilişkilerinin kurulması, militanlık gibi çapta başvurma olasılığı taşıyan (bu strateji
erili durumlardaki ırkçı tutumların ve bugün de devam etmektedir: "kaçak göç"
nışların sıklığını sorgulamaktır. Ve sorununu düşünün) sanayileşme modelleri
kle de, ırkçı eğilime direnişi ya da teslim seçerek, çalışanların hiyerarşize edilmesini
önceden varsayan örgütlü pratiklerin biçimlerine bağlıdır.9 Şu halde
n içinde ilerleyişini ya da gerileyişini Fransız işçilerinin ırkçılığı nitelikli olmanın
ktir. göreli ayrıcalıklarına, sömürü ve aşırı sömürü
farka organik olarak bağlıdır. Burada
sömürü ve proleterleşme biçimi altında sağladığı fırsatlar sorununun bu denli önemli
ine yaklaştırarak, ulusal işçi sınıfının olmasının nedeni de budur.
bir "yukarıya doğru hareketlilik"
ndeki beklentilerine sert bir şekilde son 10. Bkz. Gerard NOIRIEL'in iki kitabı:
Immigres et proietaires, PUF, 1984; Les Ouvriers dans la
ek, işçi emeğinin topyekün societe française, XIX-XXe siecles, Seuil,
ksizleşmesine yol açtığında, bu STERNHELL'in yararlı iki eseri
arsızlık kendini işçi sınıfında kesin bir revolutionnaire, Seuil, 1978; M droite ni gauche,
1983). Sadece düşünce tarihiyle yetinen bu iki eser,
meyle mi, yoksa işçi sınıfı örgütlü işçi hareketinin Dreyfusçuluğa katkısının
delelerinin radikalleşmesiyle mi açığa ("Jaures cephesinin", "Guesde cephesine" karşı zaferi),
aktır? Sanayilerin çözülmesi ve işçi sınıfında yabancı düşmanlığını ön-
erinde eski emperyalist güçlerin çökmesi en azından yüzyılın üç çeyreği boyunca anti-
kapitalizmin yerini dolduracak şey olarak
arıyla tırmanan iktisadi kriz, sınıf kuramlaştınlmasını engellemiş olduğu gibi önemli bir
deleleri sırasında elde edilmiş ve siyasal olguyu dikkat çekmektedir.
şma"nın, toplumsal "denge"nin bütünle-
arçası haline gelmiş olan yaşam düzeyi,
iş konularındaki göreli güvenceyi
lar duruma geldiğinde aynı soru daha da
n bir hal alır.
Burada ikilemin en önemli noktasına
oruz: Böylesi bir "yeniden proleterleşme"
ideolojilerini ve pratiklerini kaçınılmaz
k altüst eder. Ama hangi yönde? İşçi
tarihçileri göstermişlerdir ki, işçi sınıfı
monyacı bir toplumsal grubun (örneğin
sanayinin nitelikli işçilerinin) etrafında,
lenme biçimleri ve idealleriyle örülü bir
luşturarak özerkleşir. Aynı zamanda bu
lik her zaman için karşıt iki anlam içerir,
ü hegemonyacı grup kendini "ulusal
in" meşru bir bileşeni olarak kabul
bilen, toplumsal avantajlar ve yurttaşlık
rı kazanabilen bir gruptur.10 İletişim ve
nme tarzlarının "ırklaş-tırılması" ya da
tif kültürde gizli ırkçılığın aşılması —ki
zorunlu olarak belli bir özeleştiriyi
tirir— ikileminin bir doğruluk sınavı,
al bir ölüm kalım meselesi haline
esi özellikle işçi sınıfı için söz konusudur.
n ırkçılığın yükselişi karşısındaki
çsizliği, ona verdiği ödünler ya da
IRK, ULUS, SINIF 282

En azından Fransa'da, komünizm ve sosyalizm düşünceleri etra-


fında birleşenler dışında siyasal olarak güçlü bir "sol" olmamıştır.
Özellikle belirleyici olan sorun proletaryaya ait olma savındaki ör-
gütlerin ve ideolojilerin bu krizinden ne çıkacağıdır. Eğer "Stali-
nizm'den kurtulma" bahanesi bizi, Fransız komünizminin siyasal
geleneklerindeki milliyetçi yanda bulunan ırklaştıncı sapmaları —
ister onu faşizan örgütlerle popülist bir rekabete soksunlar, ister,
ki bu daha mümkün görünmektedir, onun tarihsel sonuna ve halk
sınıflarının bir kısmının Ulusal Cephe'nin etki alanına geçmesine
katkıda bulunsunlar— hafife almaya ya da çok basit bir biçimde Etienne Balibar, önsözünde, çok nazik bir sorunun aydınlatılma-
kendiliğinden olmuş gibi görmeye yöneltirse, bizi siyasal hata- sına katkıda bulunmak istediğimizi söylemişti: Çağdaş ırkçılığın
ların en büyüğüne sürükler.11 özgüllüğü nedir? Bu metinleri yeniden okurken kendi kendime,
Bu eğilimler sadece krizin vahimleşmesi koşullarının parçası bu arzumuzu nereye kadar gerçekleştirebildiğimizi sordum.
değildir, aynı zamanda, tüm toplumsal haklar ve yurttaşlık hakları Öncelikle "çağdaş" kelimesinin belirsizliği üzerinde durmak
sorunlarının ayrıcalık sorunları —korunması ya da "doğal olarak" gerekir. Eğer "çağdaş" birkaç on yıllık dönemi, diyelim ki 1945'
kâr sağlayan birtakım kişilere verilmesi söz konusu olan ayrıca- ten başlayan bir dönemi gösteriyorsa, sanırım bugünkü durumda,
lıklar— haline gelmesine katkıda bulunurlar. Haklar gerçekten birçok araştırmacının ve siyaset adamının sandığının tersine, istis-
kullanılır. Ayrıcalıklar ise çoğunlukla hayali olabilir (işte sömü- nai hiçbir şey olmadığını (ya da çok az olduğunu) kanıtlamaya
rülen sınıflara da genelde böylece verilir). Haklar onları talep çalıştık. Fakat eğer "çağdaş", "modern dünya"yı ifade etmenin
edenlerin ve onlardan yararlananların sayılarının (ve güçlerinin) biçimiyse, o zaman evet, "ırçılık" görüngüsüyle, tarihsel olarak
artmasıyla niteliksel olarak çoğalır. Ayrıcalıklar ancak, mümkün ondan önce gelen çeşitli yabancı düşmanlıkları arasında, en
olduğu kadar sınırlayıcı bir tekelin savunusuyla güvence altına azından bizim savımıza göre, büyük bir farklılık vardır.
alınabilir. Bana öyle geliyor ki, neden kriz konjonktürünün halk İnanıyoruz ki bu denemelerimizle, sürekli olarak ve hatta yi-
sınıflarında, varoluş "güvenliği"ne dair bir belirsizliği (bazan so- nelenen bir şekilde, iki savın altını çizmek istedik. Birincisi, he-
nu paniğe varan bir belirsizliği) ve kolektif "kimliğe" dair bir be- pimizin ait olduğumuz, "değerlerimizi" aldığımız, "bağlılık" duy-
lirsizliği birleştirdiğini bu noktada anlayabiliriz. Yukarıda sözünü duğumuz, "toplumsal kimliğimizi" tanımlayan muhtelif "cemaat-
ettiğim göç karmaşığının oluşumu bu belirsizliğin hem nedeni lerin" hepsinin tarihsel yapımlar olduklarıdır. Ve daha da önem-
hem de sonucudur; ve bu, etrafında, ayrıcalıkların değil hakların lisi, kesintisiz bir şekilde yeniden inşa edilen tarihsel yapımlar ol-
diliyle ifade edilen toplumsal ve iktisadi çıkarlar savunusunun duklarıdır. Bu, onların sağlam ya da uygun olmamalarını gerektir-
siyasal geleneğinin oluştuğu örgütlü işçi sınıfının dağılma eğilimi mez. Bilakis; fakat bunlar hiçbir zaman köklü değildirler ve bu
göstermesi için de geçerlidir. Bu iki olgu birbirini beslemektedir. nedenle yüzyıllar boyunca gelişimlerine ve yapılarına ilişkin ola-
Irkçı kriz ve kriz ırkçılığı, tam da siyasal olarak içinden çıkılamaz rak yapılmış tüm tarihsel tanımlar kaçınılmaz olarak bugünün ide-
hale geldiklerinde varolmaktadır. olojisini yansıtırlar.
İkincisi, evrenselcilik bize her zaman, ulusal, kültürel, dinsel,
11. Bkz. E. BALIBAR, "De Charonne â Vitry", Le Nouvel Observateur, etnik ya da toplumsal partikülarist kutupların tam karşıtı olacak bir
9 Nisan 1981. çözümleme ya da çekim kutbu olarak sunulmuştur. Bu zıtlık, bu
İRK, ULUS, SINIF 284 SONSÖZ 285

çatışma bize, gerçeklikle ilgili hatalı değilse bile aldatıcı bir görüş tikülarist bulanıklıklarının, bizzat ezilenler tarafından kabul edilen
olarak görünmektedir. Bu ideolojiler daha yakından incelendikçe, bir egemen ideolojiden ileri geldiği gerçeğine daha fazla önem
birbirlerini ne kadar kapsayıp gerektirdiklerinin farkına varılır. O vermek istediğini söylüyor. Belirsizliklerin içselleştirilmesi, kitle-
kadar ki, bir madalyonun iki yüzü olduklarından şüphe etmeye lerin bu zihniyet yönünde toplumsallaşmaları, içinde bulunduğu-
dek gidilir. muz çarkın kilit unsurlarıdır. Gerçekten de bu durum nasıl inkâr
Ancak bu iki saptama da umut kincidir. Modern olmayı amaç- edilebilir ki? Bir toplumsal oluşumdan ya da bir toplum ya da ta-
layan toplumlardaki hümanist öğreti bize uzun süredir tersini vaaz rihsel sistemden söz etmek kaçınılmaz olarak, yalnızca zorla de-
ettiğinden bu bizi bile şaşırtmaktadır. Sınırlı "ortaçağ" düşünce- ğil, üyelerinin katılımıyla ayakta duran bir yapıdan söz etmektir.
siyle, modernliğin insancıl ve açık düşüncesi arasında temel bir Bununla beraber, çoğunluk olarak, tarihsel sistemlerimizi oluş-
karşıtlık bulmak bizim için geleneksel bir hal almıştır. Ve çoğu- turan inançlara sadık olsak da her zaman alaycılar, kuşkucular ve
muz, kin ve zulümle tıka basa dolu bir güncelliğin acımasız ve za- isyancılar vardır. Kuşkusuz Balibar da aynı fikirde. Ancak, bu
rarlı gerçeklikleri önünde titredikçe bu Epinal* resimlerine daha da bakımdan "kadrolarla", büyük çoğunluk arasında üstü örtülü bir
sıkı sarılmaktayız. şekilde varolan bir ayrımı ortaya koymanın yararlı olacağını düşü-
Öyleyse olup biteni nasıl anlamalıyız? Bunun sadece iki yolu nüyorum. Bu ikisinin sistemin ideolojik yapımlarıyla olan ilişki-
var. Irkçılık, cinsiyetçilik, şovenizm ya insanlarda doğuştan var leri aynı değildir.
olan öncesiz ve sonrasız kötülüklerdir. Ya da belli tarihsel yapı- Evrenselciliğin her şeyden önce kadroların sıralarını sağlam-
lardan çıkan ve bu nedenle de dönüştürülebilir talihsizliklerdir. laştırmak için oluşmuş bir inanç olduğu kanısındayım. Bu sadece
Açıkça ikinci çıkış yolunu seçersek burada sunduğumuz incele- bir teknik etkililik sorunu değildir. Aynı zamanda, aynı kadroların
melerde bizi bu yüzden kolaycı bir iyimserliğe sürükleyecek hiç- sistemin işleyişi için pek yararlı buldukları cinsiyetçilik ve ırkçılık
bir şey yoktur. Tam tersine; bizzat ırk, ulus ve sınıf kavramlarının unsurlarını, çok ileri gitmeleri korkusuyla, bastırmanın bir yolu-
"özünde varolan" belirsizliklerden, incelenmesi ve aşılması zor dur. Bu anlamda, evrenselcilik, sistemi içten yıkabilecek olan ni-
olan belirsizliklerden söz ediyoruz. hilistlere (Naziler gibi) fren işlevi görmektedir. Kuşkusuz muhte-
Bu kitapta, ikimiz de kendi hesabımıza çabalarımızı bu belir- lif "partikülarizmleri" vaaz ederek inkâr bayrağını yükseltmeye
sizliklerin çözümlenmesinde yoğunlaştırdık. Bu sonsözde, öner- hazır başka kadrolar, deyim yerindeyse, yedek kadrolar her za-
diğimiz farklı yapı-çözümlerini ya da ortaya çıkardığımızı düşün- man olacaktır. Fakat genelde uzun vadede çıkarlarının korunması
düğümüz karışıklıklardan çıkmak için önerdiğimiz ip uçlarını ye- için, bir ideoloji olarak evrenselcilik, zıddından, partikülarizmden
niden ele alacak değilim. daha uygundur.
Daha çok, Balibar'ın çözümlemesi ile benimki arasında, bazı Emekçi sınıflar için bunun tersinin doğru olduğunu söylemi-
ayrılıklara işaret ediyor gibi görünen şeylere dönmeyi tercih edi- yorum. Bununla beraber bana, daha çok öbür tarafa eğilimliler
yorum. Doğrusunu söylemek gerekirse ben bunların nüanslardan gibi geliyor. Partikülarizmleri —ister sınıfsal, ister ulusal, ister
öteye gitmediklerini düşünüyorum. Başka kimselerin benim çö- ırksal olsun— göklere çıkarırken, çoğunlukla, kalıcı eşitsizlik ve
zümlemelerim hakkında yaptığı bazı eleştirilerle arasına mesafe maddi ve toplumsal kutuplaşma üzerine kurulu bir sistemde ka-
koymasına rağmen, yine de beni "ekonomist" bir eğilime sahip çınılmaz olarak ikiyüzlü olan bir evrenselciliğin yıkımlarına karşı
olmakla suçluyor. Kapitalist dünya ekonomisinin evrenselci-par- bir korunma içgüdüsüne boyun eğiyorlar.
Bu da beni ikinci bir nüansa getiriyor. Etienne Balibar, belki
* Fransa'da, 17.-19. yüzyılda halk resimleri ticaretiyle ünlü şehir (ç.n.) uzun vadeli bir eğilim olarak varlığı dışında, bir dünya burjuva-

i
IRK, ULUS, SINIF 286 SONSOZ 287

zisinin varlığını gerçekten kabul edemeyeceğini söylüyor. Böy- lar. Sistem karşıtı hareketlerin tarihi işte budur ve o da belirsizdir.
lece beni, biraz fazla toptanlaştırıcı bir model içinde, özgüllükleri Belki de Balibar, iş bu hareketlerin "bölgesel-ötesi" bir şekilde bir
ihmal etmekle suçluyor. Bir burjuvazinin ancak, kesinlikle bir araya gelme olanaklarına geldiğinde fazla iyimser olduğumu dü-
dünya burjuvazisi olabileceği cevabını vermek istiyorum. Burjuva şünmekte haklı. Yine de, benim iyimserliğim ihtiyatlı bir iyimserlik.
olmak olgusunun kendisi herhangi bir "cemaate" sadık olmayı, Sonuç olarak tüm bu çekincelerin aynı noktadan çıktığını gö-
Mammon'dan* başka tanrıya adaklar sunmayı engeller. rüyorum. Sanırım beni formülasyonlarımda birazcık fazla "deter-
Kuşkusuz abartıyorum, ama çok da değil. Kuşkusuz burju- minist" buluyor. Demek ki bu açıdan konumumu kesinleştirme-
valar milliyetçi, hatta yurtseverdirler. Kuşkusuz her türlü etnik liyim. Felsefede (en azından Batı felsefesinde) determinizm ile
olaydan fayda sağlarlar. Ama... daha çok işler yolundayken milli- tikel irade arasındaki bin yıllık tartışma, bana kalırsa, Fernand
yetçidirler. 18. yüzyılda İspanyollara karşı bağımsızlık savaşı sür- Braudel'in düşüncesindeki, toplumsal zamansallıklar çokluğunu
dürürken bir yandan da onlara silah satan Amsterdam burjuvala- göstermektedir.
rını unutmayalım. Büyük, gerçekten de büyük kapitalistlerin, ge- Bir tarihsel sistem —hangisi olduğu fark etmez, dolayısıyla
rileme dönemlerinde sermayelerini ülkelerinden, nasıl hiç tereddüt kapitalist dünya ekonomisi de dahil— normal bir biçimde işler-
etmeden çektiklerini unutmayalım. Küçük delikanlılar, belki de, ken, bence, neredeyse tanım olarak, "belirlenen" diye adlandırılan
daha az manevra kabiliyetine sahip oldukları için "kendi" ülke- üstün gelir. Sistem, tam olarak eyleme baskılar uygulanması de-
lerine daha bağlı gibi görünüyorlar, ama bu, olgunun gerçekliğini mektir. Eğer bu baskılar gerçek olmasalardı bu bir sistem olmazdı
değiştirmiyor. Bu demektir ki, ulus, ırk ve evet sınıf bile, bu ve hemen dağılırdı. Fakat tüm tarihsel sistemler sonuçta kendi çe-
kapitalist dünya ekonomisinde ezilenler için birer sığınak olarak lişkilerinin mantığıyla tükenirler. O zaman bir "kriz"e, bir "geçiş
kalırlar; kavram olarak popülerliklerinin temelini oluşturan da bu- dönemine" girerler; bu da Prigogine'in "çatallanma" olarak ta-
dur. Bana kalırsa bu aynı zamanda emekçi sınıfların nasıl olup da, nımladığı şeye, yani hafif bir itişin bile çok büyük bir yuvarlan-
ilk bakışta bağdaşmaz gibi görünen "partikülarizmler" arasında bu maya neden olabileceği sallantılı bir duruma yol açar. Diğer bir
denli ani geçişler yapabildiklerini de açıklamaktadır. Bir sığınak deyişle, tikel iradenin üstün geldiği söylenebilir. İşte tam bu yüz-
bir an için etkisiz göründüğünde derhal bir başkası aranır. den, rastlantısal dönüşümleri öngörmek olanaksızdır.
Böylece üçüncü bir eleştiriye geldim: İşbölümünün etkisine O halde bir kapitalist dünya ekonomisinde sınıfların, ulus-
kendini fazlaca kaptırarak toplum etkisini bilmezlikten geliyo- ların, ırkların rolünü, gerçeklikler kadar kavramların da rolünü
rum. Bu günahtan dolayı suçlu olmadığımı ilan ediyorum. Kapi- gözönünde tutarak incelediğimiz zaman özde varolan, yani yapısal
talist bir dünya ekonomisinin bağrında işbölümü, hayatta kalma belirsizliklerden söz ettiğimizi biliyoruz. Tabii ki her türden dire-
olanaklarına sınırlar koyarak, bir çeşit dış baskı oluşturur. Top- niş vardır. Ama öncelikle mekanizmaların, baskıların, sınırların
lum etkisi, insanların ve özellikle küçük insanların, sınırsız ser- altını çizmek gerekmektedir. Öte yandan, "sistemin sonu" anı ge-
maye birikimi dışında hedeflerin peşinde koşma lüksünü tadabil- lecektir ve bence daha şimdiden o uzun anın içinde bulunuyoruz.
mek için bu baskıyı kırma çabalarıdır. O halde olası sıçrayışlar üzerine, hiç olmazsa anlaşılır hale gelmiş
Bu birikim arayışının özünde varolan aşırılığı frenlemeyi ba- ütopyalar üzerine kafa yormak gerekir.
zen, hatta sık sık başarırlar. Şimdiye kadar sistemi yıkmayı ve İşte o anda evrenselcilik ile ırkçılık/cinsiyetçiliğin, sentezine
böylece baskılarına boyun eğmekten kurtulmayıysa başaramadı- ulaşılması gereken bir tez-antitez ikilisini değil, tarihin bizi aş-
maya çağırdığı bir şeyi, birleşik bir tahakküm ve kurtuluş ref-
* Suriye mitolojisinde zenginlik tanrısı. (ç.n.) leksleri ağını oluşturduğunu hatırlamak bence yararlıdır.

You might also like