You are on page 1of 20

Pierre Loti'nin Türkiye Romanları: Bir Okuma Yolculuğu

Nilüfer Mizanoğlu Reddy


Giriş

Pierre Loti Caddesi, Pierre Loti Kahvesi, Pera Palas Oteli'nde Pierre Loti odası ve
Divanvolu'nda Pierre Loti'nin kaldığı bir evin kapısındaki levha. Bugün bu caddeden
geçen ya da bu kahvede oturan birine Pierre Loti kimdir diye sorarsak, acaba nasıl bir
yanıt alabiliriz.

1996 yılının yağmurlu bir Ekim gününde (bir Pazar) Eyüp'teki Pierre Loti kahvesine
gittim. Kahvenin içi tıklım tıklım doluydu. Kahve, eskimiş kilimleri ve hasır
iskemlelerivle ucuz cinsten bir turist dö koru sunuyordu. Kahveye gelenlerin çoğu
kızlı erkekli öğrenci gruplarına benziyordu. Gençler bir yandan çay içiyor, sigaralarını
tüttürüyor, canlı konuşmalar yapıyorlardı. Birkaç baş örtülü hanım da aileleleriyle
gelmiş, hasır iskemlelere iğreti oturmuş, çaylarını yudumluyorlardı. Bir de turla
geldiği belli olan orta yaşlı, orta halli birkaç Avrupalı turist vardı. Kahvenin
duvarlarına Pierre Loti'yle ilgili fotoğraflar ve birkaç gravür kopyası asılmıştı;
bunların arasında Pierre Loti'nin Fransız deniz subayı üniforması ile çekilmiş
fotoğrafı, fesli bir Pierre Loti, Pierre Loti'nin ilk romanı Aziyade Aziyade'nin
kahramanı olan genç kadının hayalden çizilmiş resmi, bir eski Haliç gravürü ve 1921
yılında Atatürk ve Loti'nin birbirine gönderdikleri mesajların soluk bir kopyası vardı..

İç odada cam kapaklı, epeyce tozlu bir kitap rafında Pierre Loti'nin 15-20 Fransızca
romanı, Pecheırd'Islande İzlande Balıkçısı ve Vers Ispahaıaı Isfahan’a Doğunun
Türkçe çevirileri duruyordu. Çok uzun yıllar önce, belki lisenin son sınıfındayken,
Hüseyin Cahit Yalçın'ın çevirdiği İzlanda Balıkçısı’nı okumuş ve çok etkilenmiştim.
Bir köşeye oturup çabuk çabuk Yalçının önsözünü okudum. Yalçın, Loti'nin izlenimci
bir yazar olduğunu, denizci olmasının yazılarında en büyük etken olduğunu, iman da
ümit de bulunmayan bir ortamda ölümü beklerken Loti'nin yaşamdan mümkün olduğu
kadar zevk alma felsefesini güttüğünü anlatmış bu sözler Aziyade adlı romandan
alınmış.

Kahveciye, "Kitaplar neden bu kadar tozlanmış?" diye sordum. Hemen gelip bir bezle
tozlarını aldı. Ben de kitapları çok uzun yıllardan gelen bir alış¬kanlıkla biraz düzene
sokmaya çalıştım. Kahvenin terasından gördüğüm manzara Loti'nin romanlarındaki
Haliç betimlemelerine benziyordu. Son hafta yağan yağmurlar ve rutubet bütün
İstanbul'u yemyeşil yapmıştı. Her taraftan san çiçekli hardal otları ve ebegümeçleri
fışkırıyordu. Sağda solda beyaz mezar taşları ve koyu yeşil selviler, ince bir sisle
örtülmüştü.

Doğrusu Pierre Loti'yle ilgilenmem, 1996 ilkbaharında New York Public Library'de
başlamıştı. Aslında, Fransızca bölümünde başka bir şey arıyordum. Onun üzerine
yazılmış bir yaşam öyküsü gördüm: Lesley Blanche'in, PieıreLoti. TheLegendary
Romantic, 19S3 Pierre Loti, Efsanevi Romantik, 1953 adh kitabını. Alıp hemen
okudum. Bu kitabı popülerleştirilmiş bulmakla birlikte, Pierre Loti'ye olan ilgim arttı;
kitapta bilmediğim çok şey vardı. Türkiye üzerine yazı yazan yabancılar beni hep çok
ilgilendirmişti. Bizi nasıl görmüşler, bizim için nasıl imgeler yaratmışlar? Zamanının
Türkiye'sini tapacak kadar çok sevdiğini söyleyen bu yazar, Pierre Loti, bugün bir
daha okunabilir mi? Doğrusu, ben başlangıçta çok şüpheci bir yaklaşım içindeydim.
Ama Loti'nin hem kendi yazılarını hem onun üzerine yazılan kitaplardan bazılarını
okuduktan sonra, bugünün Oryantalist ve feminist araştırmalarında kazanılan
perspektiflerle bu yazarı yeniden okuyup incelemenin mümkün olacağı kanısına
vardım.

Her şeyden önce şunu söylemek gerekiyor: Pierre Loti, Fransız Deniz Kuvvetleri'nde
yarbaylık rütbesine kadar yükselmiş bir subaydı. Aynı zamanda bir yazardı. Loti
üzerine çok ayrıntılı bir araştırma yapan Alain Quella Villeger, Picnv Loti i'lucom pris
Anlaşılmamış Pierre Loti (1986) adlı kitabının kaynakçasında, Pierre Loti adına
basılmış 60 kitap gösteriyor. Loti yalnız roman değil, epeyce gezi kitabı ve makale de
yazmıştır. Gene Alain Quella Villegernin kaynakçaları, Loti üzerine yazılmış
kitapların ve incelemelerin iki yüzden fazla olduğunu göstermektedir. Bu incelemeler
arasında Türklerin de yazdığı doktora tezleri, kitap ve makaleler yer alıyor. Loti
üzerine bu kadar çok araştırmanın bulunmasına karşın, ben Loti'vi doğrudan doğruya
kendi başıma okumaya ve onun üzerine yazılan kitaplardan bazılarını incelemeye
karar verdim. Bu belki meraktan ileri geliyordu. Ama her okumanın, hem zaman ve
mekân içinde hem de okuyan kişinin özellikleriyle yeniden anlamlandırıldığını
düşündüğüm için bu araştırmalar benim cesaretimi kırmadı, tersine arttırdı.
Başlangıç noktası olarak Loti'nin Türkler tarafından nasıl görüldüğünü ele alacağım.
Elimizde iki uç görüşü temsil eden iki örnek bulunuyor: Ateşli genç bir sosyalist
olarak, Nâzım Hikmet'in 1925 yılında yazdığı "Piyer Loti" şiiri ve Abdülhak Şinası
Hisarın 1958'de çıkan İstanbul ve Pierre Loti adlı kitabı. Nâzım Hikmet, 23
yaşındayken yazdığı "Piyer Loti" şiirinde şöyle diyor:

"Esrar!
Tevekkül!

Kısmet!

Kafes, han, kervan

şadırvan!

Gümüş tepsilerde rakseden sultan!

Rüzgârlarda yeşil sarıklı imamlar ezan okuyor! "


İşte Frenk şairinin gördüğü şark!

İşte

Dakikada 7 000 000 basılan

kitapların

şarkı! Lakin ne dün

ne bugün

ne yarın böyle bir şark yoktu olmayacak!

Nâzım için şark, üstünde çıplak esirlerin aç geberdiği topraktır. Avrupa onların
buğdaylarını gasp etmiş ve kendi ambarlarını doldurmuştur. Pierre Loti, domuz bir
burjuva, bir şarlatan, Aziyade'yi unutan ve onun mezar taşını hedef gibi topa tutan bir
Fransız zabitidir.

Öte yandan, Abdülhak Şinası Hisar, İstanbul ve Pierre Loti (1958) adlı kitabımda
Pierre Loti'vi övmüş, onun Türkiye ile ilişkilerini, Türkiye konulu kitaplarını ele almış
ve 1905 yılında Galatasaray Lisesinde
öğrenciyken onun yazılarına hayran olduğunu
söylemiştir. A. Ş. Hisar, Loti'nin yazılarının
bazı Türklerin yazdıklarından daha milli bir his
ve zevk taşıdığını söyler (s. 89) ve onun Türkiye
ile ilgili bütün eserlerinin Türkçe'ye
çevrilmesini diler. A. Ş. Hisar'ın kitabı tam bir
edebiyat incelemesi kitabı olmaktan çok,
Loti'nin Türkiye'yle ilgili faaliyetlerinin bir
özetlemesi ve Türkiye'de o tarihe kadar (1958)
Loti üzerine yazılanlar üzerine bilgi veren bir
kitaptır. Bu kitapta Hisar'ın izlediği ilginç bir
düşünce, Loti'nin yazılarını Edebiyat-ı Cedide
içine yerleştirmek ve onlara bu açıdan
bakmaktır. Hisar, Loti'nin Türk edebiyatını
bilmediğini ama Edebiyatı Cedideciler'in de,
belki o günlerde hüküm süren sansür nedeniyle
onunla fazla ilgilenmediklerini söyler. Hisar,
Loti'nin romanlarında kullandığı Türkçe kelimelerdeki yanlışları da belirtir.

Bu okuma yolculuğuna, bu iki görüşün varlığını unutmadan, bir üçüncü boyutu,


feminist açıdan okuma boyutunu ele alarak çıkıyorum. Ama Loti'nin, konusu
Türkiye'de geçen üç romanını incelemeden önce, bu çok yönlü yazarın yaşam
öyküsünden, kişiliğiyle edebiyatı arasındaki ilişkiden söz edeceğim.

Pierre Loti'nin Yaşamı

Pierre Loti'nin yaşamı, kolay kolay kısaltılarak yazılacak bir yaşam değildir. Bunun
nedenlerinden biri, onun hem Fransız Deniz Kuvvetlerinde yarbay rütbesine yükselen
bir subay, hem de bir yazar olmasından ileri geliyor. Ama birbirine paralel giden bu
iki yaşamı sürdürürken Loti, çok yönlü ilişkileri ve faaliyetleriyle çok değişik başka
özelliklerin de etkisinde kalmıştır.

185ü'de Fransa'nın Bretagne bölgesindeki tersane kenti Rochefort'da doğan Loti, orta
halli Protestan asıllı bir ailenin en küçük çocuğuydu. Asıl adı Julian Viaud'du.

Çocukluğu annesi, büyükanneleri ve ablasının hakim olduğu koruyucu bir kadın


atmosferinde geçti. Çocukluk izlenimleri Loti'nin yazınını çok etkilemişti. Evlerinde
akşamları İncil okunurdu. Fransa'nın geçmişindeki Protestan kıyımları, ailenin
belleğinde duruyordu. Loti'nin yaşamındaki ilk travma, 1865'te 27 yaşındaki denizci
ağabeyinin bir seferde Hindicini açıklarında ölmesi ve cesedinin denize atılması oldu.
Loti de denizcilik okudu ve 17 yaşında Fransız Deniz Kuvvetleri'ne girdi. Bu arada
Rochefort belediyesinde çalışan babasının adının bir yolsuzluğa karışması, sonradan
temize çıkarılmasına rağmen, aileyi hem maddi hem de ruhsal bakımdan çok sarstı.

Loti, Türkiye'ye ilk kez 1870'te geldi ve gemisi İzmir açıklarında demir attı. Bu
gelişinde İzmir'de bir çarşının desenini yapmıştı. İkinci gelişi, 1876’da o zamanlar
Osmanlı İmparatorluğuna ait olan Selanik'e yaptığı ziyaret oldu. Bu ziyaretlerden önce
Loti, Fransız Deniz Kuvvetleri gemileri ile bütün dünyayı dolaşmış ve çok iyi resim
yaptığı için bu gezilerden Lcıııonde illustre dergisine desenler ve yazılar yollamıştı.

Bunlardan Paskalya Adası üzerine yazdığı bir yazı (1872) o adaya has kocaman insan
başı yontulardan birinin yerinden kaldırılarak Fransa'¬ya götürülmek üzere gemiye
taşınmasının acıklı hikâyesidir. Fransızlar, bu değerli yontuları eski püskü giysilerle
değiş tokuş etmişler.

Selanik'te Müslüman dinine geçen bir Bulgar kızına yerli Hıristiyanlar'in hakaretiyle
başlayan olaylarda Fransız ve Alman Konsolosları öldürülmüş ve bu olay Fransız,
İngiliz, Rus, İtalyan, Alman ve Avusturya gemilerinin Selanik sularında demir
atmalarına bahane olmuştur. Loti de orada, Fransızlar'ın Coııroımc gemisinde
görevliydi. Daha sonra İstanbul'a gelerek Giadintcıır gemisinde görev aldı ve birkaç
ay İstanbul'da kaldı. Bu, ona 1879da basılan ilk romanı Aziyade’yi yazmak fırsatını
verdi.

Loti, yalnız Türkiye'yi konu alan yapıtlar yazmadı; gittiği yerlerin çoğu ona romanlar
ve gezi kitapları yazmak için esin kaynağı olmuştur. Bu romanlar arasında Mmingc de
Loti I Loti'nin Evlenmesi (1880) Tahiti'ye, Ronmnd 'un Spahi Bir Sipahi'nin Romanı
(1881) Senegal'e, Madame Chrysnnthcme (1885)

Japonya'ya aitti. 1886'da, Bretagne balıkçılarının yaşamını anlatan en güzel romanı


"Pccheıır d'lslande" Izlanda Balıkçısı'nı yayımladı. Bu kitap, ]892'de onun Fransız
Akademisine seçilmesinde önemli bir rol oynadı. Loti'yi Akademi'ye Ernest Renan
önermişti; rakibi Emile Zola idi. Yazarlardan Edmond de Goncourt, Alexandre Dumas
Fils, Anatole France hep Loti'yi tutuyorlardı. Loti, Akademi'de yaptığı konuşmada
XIX. yy'da Fransız edebiyatına egemen olan naturalizm ve gerçekçilik akımlarını
kınadı. Dinleyenler arasında Emile Zola da bulunuyordu. Loti, bunu öğrenince Zola'ya
bir mektup yazarak özür dilemişti. Zola da ona yerinde bir yanıt vererek hiçbir
husumet duygusuna kapılmadığını söylemişti. Şu da ilginçtir ki birkaç yıl sonra,
Dreyfus olayında Loti ile Zola kendilerini gene ayrı cephelerde bulacaklardır.

Bu kadar genç yaşta Akademi üyeliği ününe kavuşmasına karşın, Loti hiçbir zaman
Paris entelektüel çevrelerinin içinde olmadı. Denizcilik mesleğine her zaman sadık
kalmış, hatta 1898'de zorla emekliye sevk edilmesini kabul etmemiş, yüksek
makamlardaki arkadaşlarının yardımıyla tekrar deniz kuvvetlerine girmişti. Paris'teki
çok yakın nüfuzlu arkadaşlarından biri La Noııvelle Revue’yu çıkaran Juliette
Adam'dı. Öteki önemli kadın arkadaşı, ünlü tiyatro sanatçısı Sarah Berhardt'tı. Loti,
Loti'nin Evlenmesi adlı romanını Sarah Bernhardt'a İzlanda Balıkçısını da Mnıe.
Adam'a ithaf etmişti. Loti'nin ahbapları arasında kraliçeler, prensesler, dükler, düşesler
vardı. Bunlardan, Romanya Kraliçesi Elizabeth, İzlanda Balıkçısı’nı Carmen Sylva
takma adıyla Almanca'ya çevirmişti. Loti, aynı zamanda kitaplarına esin kaynağı olan
Bretagne balıkçıları ve Basque bölgesi kaçakçılarıyla da ahbaplık ederdi. Ramuntcho
adlı kitabı, Basque bölgesindeki insanları konu alan mutsuz bir aşk hikâyesidir.

Loti'nin özel yaşamına gelince, 1886'da kendisi gibi Protestan olan zengin bir kadınla
evlendi; 1889'da Samuel adını verdikleri bir oğlu dünyaya geldi. Ama nedense bu ona
yetmemişti; Basque asıllı bir kadından da biri çocukken ölen üç oğlu oldu. Loti, bu
kadını ve çocuklarını Rochefort'ta bir eve yerleştirip onlara bakmıştır. Loti, dünya
gezilerinde topladığı antikalarla baba evini bir müzeye çevirmişti. Bugün burası Loti
Evi denen bir müzedir. Loti, Suriye'den yıkılan bir caminin sütunlarını ve çinilerini
getirterek kendine bir "cami" ve bir "Türk odası" yaptı. Daha sonra Aziyadenin mezar
taşı da bu camiye kondu. Loti, Çin'de, Boksör isyanında (1900) Fransız kuvvetleriyle
birlikte bulunuyordu. Çinliler'in yabancı kuvvetlere karşı kovuşunu ve bu savaşın
dehşetini betimleyen yazılar yazdı. Bundan önce, 1883'te, Fransız askerlerinin
Hindiçini'de yaptıkları kıyımı Fignıv gazetesinde yazmış ve başı derde girmişti. Gene
de Çin'den Fransa'ya sandık sandık antikayla döndü. Rochefort'daki evde Ortaçağ,
Rönesans, Türk, Arap, Japon, Çin vb. odaları vardı. Bu salonlarda görkemli balolar ve
yemekli davetler veriliyor, Paris'ten arkadaşları davet ediliyordu. Her baloda temsil
edilen çağın kıyafetleri giyiliyor ve yemekleri sunuluyordu. Bu faaliyetlerinin
bazılarının fotoğrafları vardır.

Loti, Mısır, İran, Hindistan, Fas, Cezayir, Filistin vb. gezilerini anlatan kitaplar
yazmıştır. Loti'de çok kuvvetli bir İngiliz antipatiği vardı. Bir büyükbabası Trafalgar
savaşında ölmüştü; ama bu antipatide en önemli etken XIX. yy'da Fransız-İngiliz
sömürgeciliğinin birbiriyle çarpışmasıdır. Hindistan'a ait kitabına L İndesaıısles
Anglais lngilizsiz Hindistan (1903) adını vermiş, bu kitabı İngilizler'e başkaldıran
Güney Afrikalı Boer lideri Kruger'e ve Transva al kahramanlarına ithaf etmiştir.
Hindistan'a gitmesinin nedeni, Fransız hükümetinin Travancore mihracesine verdiği
Akademik Palmiye ödülünü sunmaktı. İran'a da Fransız hükümetinin kendisine verdiği
bir görev nedeniyle gitmişti. Kısacası kendine has bir oryantalizm güden Loti'nin,
Fransız sömürge çıkarlarından tam özgür olduğu söylenemez. Bu öğeler, Türkiye'yle
olan ilişkilerinde, romanlarındaki belli başlı düşünceleri ve temalarında her zaman
karşımıza çıkacaktır.

73 yıllık yaşımında Loti Türkiye'ye sekiz kez geldi (1870, 1876-77, 1887, 1890, 1894,
1903-05, 1910, 1913). Hemen hemen her gelişinde Türkiye üzerine anı, gezi ya da
roman türünde bir kitap yazdı. 1890-da Abdülhamit Fransa devlet bakanı Carnot'nun
bir görevle gönderdiği Loti'ye bir Mecidiye nişanı verdi ama sultanın Aziyade'yi
okuyup okumadığını bilmiyoruz.

Loti, 1911 Trablus ve 1912-1913 Balkan savaşlarında Türkiye'nin tarafını tutmuş,


Avrupa devletlerinin haksızlıklarını, İtalyanlar'in Trablusgarp'ta öldürücü üstün
silahlara sahip olmalarının yarattığı zulüm ve şiddeti kınayan Ttıraııtc Agoııisaııte adlı
kitabım yazmıştır (1913). Bu kitap, Can Çekişen Türkiye adıyla derhal Türkçe'ye
çevrilmiş ve Loti'ye Türkiye'de büyük bir sempati kazandırmıştır. Bu, Lotinin
doğrudan doğruya politikayı konu alan ilk kitabıdır. Loti, burada bütün Avrupa'nın
İtalyanlar'ın saldırısını onaylamasını ve gerçeklere göz kapayarak Balkanlar'daki
Hristiyanlar'ı tutmasını eleştirmiştir. 1913'te bir devlet konuğu olarak Türkiye'ye
geldiği zaman, Tophane Rıhtımında bir törenle karşılanmış, kendisine ve oğluna
Topkapı Sarayında bir ziyafet verilmiş, Sultan Reşat ona kendi saatini hediye etmiştir.

Loti, Birinci Dünya Savaşı'nda 64 yaşında olduğu halde Savunma Bakanlığına baş
vurarak cephede faal görev istemiştir. Türkler'in Almanya yanında savaşmaları onu
üzmüş, bazı makamlara başvurarak buna karşı koymak istemiştir ama iş işten
geçmiştir. Bu savaşta Almanya'yı çok kuvvetle yeren broşürler yazmıştır11, ama
Türkiye'ye olan sempatisi değişmemiştir. Loti, savaş bittikten sonra imzalanan Sevres
Antlaşması'nı kınamış ve gazetelere bu konuda yazılar yollamıştır. Ulusal Kurtuluş»
Savaşı'nda da Ankara hükümetini onaylamıştır. Loti'nin bu faaliyetleri, mütareke
yıllarında İstanbul'da bir Pierre Loti Cemiyeti kurulmasına neden olmuştur. Bu bilgiler
A. Ş. Hisar'ın kitabında ayrıntılarıyla bulunabilir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, 4 Ekim 1921'de "Mütarekeden sonra Avrupa'da hak ve
hakikat adına milli davamızı savunan, gazetelerde yazı yazan Pierre Loti'Ye
şükranlarını sunan bir bildiri ile savaş yetimi çocukların dokuduğu bir halıyı Paris'te
bulunan Milli Hükümet Mümessili Ferid Bey ve eşi Müfide Hanım aracılığıyla Loti'ye
yolladı. Çok hasta olan Loti, onları evinin "cami" odasına kabul etti. Loti, 10 Haziran
1923'te öldüğü zaman Lozan Konferansı'nda bulunan İsmet Paşa, cenaze törenine
Türk delegasyonu ve Türk basınını temsil eden Ahmet İhsan'ı yollamış, o da cenazeyi
Loti'nin atalarının gömüldüğü Oleron Adasına kadar takip etmiştir.

Üç Roman
Aziyade

Loti'nin ilk romanı olan Aziyade’nin başlığının altında, 10 Mayıs 1876'da Türk
ordusuna giren ve 27 Ekim 1877'de Kars surları içinde öldürülen İngiliz deniz
teğmeninin notlarından ve mektuplarından seçilmiş parçalar yazılı. Bu roman ilk
yıllarda adsız basılmıştı. Fransız Deniz Kuvvetlerinde subay olan Loti'nin7 (Julien
Viaud), böyle bir gizliliğe baş vurması anlaşılır bir tutumdur, ama hiç sevmediği
lngilizler'in kimliğini alması tuhaf bir çelişki gibi görünüyor.
Bu oldukça kısa roman, beş bölüme ayrılmış: 1. Salonique (Selanik); 11. Solitude
(Yanlızlık); 111. Eyoub a Deux (İkimiz Eyüp'te); IV. Mane, Thecel, Pha-res (Sayıldı,
Ölçüldü, Bölündü) 8; V. Azrael (Azrail). Romandaki mektuplar, Loti'nin arkadaşları
Plum-kett ve VVilliam Brovvn'a, ayrıca Yorkshire'da Brigh tbury kasabasında oturan
(ve adı belirtilmeyen) kızkardeşine yazılmıştır.

Roman, bu tuhaf adlı İngiliz denizcisinin Selanik önlerinde demir atmış Deerhoud
gemisine görevli olarak atanmasıyla başlar. (Aslındaysa Julien Viaud/Loti, Fransız
gemisi Coııronne’da görevliydi. Osmanlı kenti olan Selanik'te çıkan olaylarda, Fransız
ve Alman konsoloslarını öldüren altı Türk, İstanbul'dan alınan emirle yerel
makamlarca asılmıştır. Bu sahne, Loti'nin romanı içindeki notlarda bütün dehşetiyle
betimlenmiştir.

Genç Loti, Selanik sokaklarında gezinirken tepede bir Türk evinin önünde durur ve bir
pencerenin demir parmaklıkları arasından kendi gözlerine bakan bir çift yeşil göz
görür. Bunlar, yüzünün geri kalan kısmı beyaz bir yaşmakla kapanmış olan
Aziyade'nin gözleridir. Böylece bir aşk hikayesi başlar. Loti, rıhtımda dolaşırken
Samuel adlı Türk-Yahudi-İspanyol karışımı, İtalyanca gibi bir dil konuşan serseri bir
kayıkçıyla ahbap olur. Samuel ona çok bağlanmıştır (eşcinsellik imaları) ve her
istediğini yapacaktır. Böylece Aziyade'yi zenci kölesi Kadica'nın (Kadidja")
yardımıyla Loti ile buluşturacak ve onların Selanik koyunda sandal sevdaları
yaşamalarını sağlayacaktır. Aziyade 18-19 yaşlarında bir Çerkez kızıdır; ilk efendileri
öldüğü için Abidin Efendi'ye (Abedden) satılmış ve onun dördüncü karısı olmuştur.
(Gerçek Loti, Julien Viaud İstanbul'daki Gladiateıır gemisine atanmıştır.) Romandaki
gemi Deerhound’da İstanbul'a gelecektir. Aziyade, Abidin Efendi'nin haremi ile
İstanbul'a geleceğini ve orada Loti'yi bulacağını vaat eder. Sadık Samuel de, Loti'nin
arkasından İstanbul'a gelmeye karar verir

Loti, Aziyade İstanbul'a gelinceye kadar Beyoğlu yakasında bir eve yerleşmiştir; on
yedi yaşında bir Bulgar metresi olmuştur; bir Ermeni papazından iki ay Türkçe
dersleri almıştır ve İstanbul'un pek çok semtini karış karış dolaşmıştır. İstanbul, Loti'yi
her bakımdan büyülemiştir. Bu arada kendine Ahmet (Achmet) adında bir uşak da
bulmuştur. Ahmet okuma yazma bilmez, bir kuş gibi şakraktır ve iki atıyla Loti'nin
hizmetindedir.

Loti, Galata'da bir İtalyan madamın karışık işler çevirdiği evine gider; orada fes giyip,
kaftana bürünüp çocukların askerlik oynaması gibi Türklük oyunu oynamaya başlar.
Selanik'te sandal sefaları yaptığı zaman kıyafet değiştirmesine Yahudi kadınlar yardım
etmiş, ona Arnavut giysileri giydirmişlerdir.

Loti, İstanbul'a geldiği zaman Abdülâziz intihar etmişti (ya da öldürülmüştü); onun
yerine geçirilen V. Murat'ın akli dengesi bozuk olduğu için tahtan indirilerek yerine II.
Abdülhamit geçecektir. Loti, Abdülhamit'in kılıç kuşanmak için Eyüp Camisine
gitmesini uzaktan seyreder. Eyüp sırtlarında rengârenk feraceli ve beyaz yaşmaklı
kadınlar da bu töreni selviler ve mezar taşları arasından gözlemektedirler. Bu, Loti
için rüya gören bir oryantalistin fantazi dolu bir kompozisyonu gibidir.

Loti, "Allah Abdülhamit'e uzun ömür versin, politikaya önem vermiyorum ama yavaş
yavaş da Türkleşiyorum",der. Loti, arkadaşı Plumkett e yolladığı bir mektupta Kanun-
i Esasinin ilan edildiğini, Türkiye'nin bu rejimle bütün özgünlüğünü kaybedeceğini
yazar (ss. 96-98). (Üzülmesine gerek yoktu çünkü hem Kanun-i Esasî, hem Millet
Meclisi bir yıl içinde askıya alınmıştı.)

Tebdili kıyafet eden Loti, Beyazıt'ta bir kahvede oturmaktadır. Kanuni Esasî ilan
edildiği zaman toplar atılır. Kahvedeki beyaz sarıklı, her şeyleri eski olan Hacıbabalar,
seraskerlik binasından gelen top seslerini duyunca alaylı alaylı gülümserler: "Millet
vekilleri! Bir Kanun-i Esasî! Eski Halifeler hiçbir zaman halkın temsilcilerine gerek
duymamışardı," diye söylenirler

Loti, Türkler'in geçmişi, hareketsizliği ve aylaklığı sevdiklerini söyler. İstanbul'da bir


konferans toplanmıştır. Ruslar, İngilizler ve Fransızlar, Osmanlı İmparatorluğundaki
Hıristiyanlar himaye etmek bahanesiyle imparatorluğu parçalamak niyetindedirler. Bu
konferans, sonuç almadan dağılmış, arkasından Rusya, hem Batı'da hem Doğuda
Osmanlı İmparatorluğuna savaş ilan etmiştir.

Bir aşk romanı olarak bilinen Aziyade’nin metninde şurada burada siyasal olaylara da
yer verilmiştir ve Loti, daha sonra yazdığı Turqııic Agoııisante Can Çekişen Türkiye
(1913) adlı kitabında kullandığı "zavallı Türkiye" ifadesini ilk kez Aziyade’de
kullanmıştır. Onun anlattığı Doğu kavramı, eskiyi bir kült haline getirmek, İstanbul'da
gördüğü mezarlıkları, camileri, selvileri, yüzyıllık çınarların altında oturan ihtiyarları,
dervişleri Batının kötülüklerine karşı bir panzehir olarak kullanır. Romanda her
fırsatta Pera'nın ne kadar kötü olduğunu, Batılılar'ı taklit eden Levantenler'in ve
Türkler'in ne aşağılık insanlar olduğunu yazmıştır. Ama Aziyade’de Doğunun başka
bir boyutu da karşımıza çıkar.

Aziyade’de, romantik İstanbul betimlemelerinin yanında, yaşanan günlük hayata ait


pek çok gözlem vardır. Bunlar, yan yana dizilmiş canlı tablolardır: gece bekçilerinin
sopalarını tak tak vurarak gezmeleri; karagöz oyununa çocukların götürülmesi; bazı
açık konulara karşın hiçbir sansürün bulunmaması; nasıl tanıştığını söylemediği
İzzettin Ali'yle yaşadığı gece serüvenleri Loti bunlara soluk sefahat (pale debauche)
adını vermiştir. Sabahın saat üçünde çengi kıyafetine bürünmüş oğlanların müstehcen
danslar yapmaları.

Bu danslar Loti'ye Sodome'u hatırlatmıştır ve kendisi oradan tiksinerek uzaklaşmıştır.


Ayrıca, Türk kıyafetine girerek sık sık kahvelere gitmiş, orada insanların (tabii
erkeklerin) sınıf farkı gözetmeksizin hep birlikte oturduklarını yazmıştır. Romanın
sonuna doğru, İzzettin Ali in evindeki bir afyon alemini hayranlıkla betimlemiştir.
Loti, metinde dönüp dolaşıp mezarlıklara gelir: Dünyanın hiçbir yerinde Türkiye'de
gördüğü kadar mezarlık görmediğini yazar 4-5 yaşlarında küçük bir Rum kızının
surların altındaki gömülme törenini ince bir duyarlılıkla betimler. Bu olayı Aziyade ile
birlikte seyretmiştir.

Aşk hikâyesine gelince, bunun önemi gerçekten yaşanıp yaşanmadığından çok, çizilen
Türk kadını imgesinin ne olduğunda yatar. Loti, Eyüp'te bir ev tutmuş, onu kumarda
kazandığı para ve Samuel'in yardımıyla döşemiş, Aziyade'sinin istanbul'a gelmesini
beklemektedir. O artık Eyüp'te, Kuruçeşme Sokağı'nda oturan Arif Efendi'dir.
Aziyade, Abidin Efendinin haremiyle İstanbul'a gelir; Loti'nin her zaman ihtiyar
maymun diye tanımladığı Kadıcanın ve Ahmet'in yardımlarıyla Aziyade'sine kavuşur.

Aziyade sık sık Loti'nin evine gelmekte ve Loti'nin tanımlamasına göre Türkiye'nin
kayıtlarında olmayan, sınır aşan (transgressioıı) bir aşk yaşanmaktadır: tesettürlü
Doğulu bir Müslüman kadınla, Loti din konusunda şüpheci olduğunu iddia etse de,
Batılı bir Hıristiyan erkeğin aşkı. Aziyade de Loti gibi tebdili kıyafet eder ve Eyüp'e
gelirken yaşlı bir kadının koyu renk feracesini giyer. Abidin Efendi'nin haremi bir
entrika yuvasıdır; en yaşlısı otuz yaşında olan dört eşinin hepsinin kaçamakları vardır
ve bu dört kadın birbirlerinin serüvenlerine göz yumarlar. Abidin Efendi de çok
seyahat eder. Böylece, kayıtlarda adı geçmeyen aşk hikâyesini biraz inandırıcı kılan
nedenler bulmuştur.

"İkimiz Eyüp'te" bölümünde, yaşanan aşk erotik ayrıntılardan çok günlük hayatta rast
gele olup bitenlerin anlatılmasıdır. Burada metin, Ermeni papazdan iki ayda öğrenilen
Türkçe kelimeler ve cümlelerle süslenmiştir. Eyüp'te ilk karşılaştıkları zaman
Aziyade, "Severim seni Loti'm," der. "Sen tchok cheytan Loti!"Anlamadım seni!",
"Benim djan senin!", "Senin laf yermek isterim!", "Katch tane parmak bourada var!"
gibi ifadeler Aziyade, Ahmet ve Loti'nin dilsel sınırlarını gösterir. Aziyade dümbelek
çalar, "Cheytanlar, djinler Kaplanlar, duchmanlar Arslanlar. . ." şarkısını söyler.
Loti, Aziyade'ye kendisiyle tanışmadan önceki yaşamını sorar; o da, "Seni ilk
gördüğüm zaman Abidin'in konağına geleli ancak on ay olmuştu. O zaman canım
sıkılmazdı. Dairemde sedirime oturup sigara ya da haşiş içerdim, halayık Emine ile
iskambil oynardım. Kadica'nın çok güzel anlattığı zenci ülkesinin tuhaf hikâyelerini
dinlerdim . . . Öbür kadınlarla başka haremleri ziyaret ederdik," der . Aziyade,
Türkiye'de yetişen bütün kadınlar gibi tembeldir ; ancak adını imzalayacak kadar
yazma bilir; nakış işler, ellerine kına yakar; Loti'nin kalemleriyle duvarlara adını yazıp
onları körletir.

Aziyade, Ahmet ve Samuel çocuk gibidirler; bir sürü boş inançları vardır; uy
tutulması, baykuşların ötmesi, köpek ulumaları hep fena alâmetlerdir. Bir gece ay
tutulur; aya tüfekler atılır; çünkü Türkler ayın bir canavarın hücumuna uğradığına
inanırlar. Loti, Aziyade ve Ahmet'e bir ayna, bir portakal ve bir lamba ile bunun
nedenini anlatmaya çalışır, fakat onları inandıramaz ve portakalı yer. Onlara aptal
bilimi anlatmanın manası yoktur; bırakın dünyanın dönmediğine inansınlar.

Genç Aziyade'yi bir saflık meleği gibi gören Loti, bütün Türk kadınları için aynı
şeyleri düşünmez. Türk kadınları, özellikle yüksek tabaka kadınları, kocalarını
aldatırlar; hep aylak, sıkıntıdan patlayan, haremin fiziksel boğuculuğu içine kapatılmış
olan bu kadınlar, kendilerini ilk karşılarına çıkan erkeğe vermeye hazırdırlar; bunlar
hoşlarına giden uşaklar ve kayıkçılar, hatta Avrupalılar bile olabilir. Loti, Türkçe
bildiği için (!)

Eyüp'teki evini bu tip aylak kadınlar için bir randevu yeri yapabileceğini söyler.
Nitekim, bir araba gezintisinde gözüne kestirdiği güzel Seniha Hanım'la bu evde
buluşurlar ama bu onu tatmin etmez; Aziyade'ye olan askı başkadır.

Loti, bazen hülya kurar ve Aziyade ile Türkiye'de deniz kıyılarında sorumsuz bir hayat
yaşamayı özler. Aziyade, Seniha Hanım hikâyesini duymuş ve çok üzülmüştür, ama,
"Zararı yok, biz birbirimizi her zaman seveceğiz; sen evlensen de ben seninle beraber
olurum; metresin olmam, kız kardeşin olurum," der. Aziyade, bu işin sonunun iyi
olmayacağını bilir. 19 Mart 1877'de Deerhound’in Southampton'a dönmesi emri
gelmiştir. Aziyade, Samuel ve Ahmet'le yaşanan acıklı ayrılış sahnelerinden sonra
Loti, memleketine döner. Fakat Yeni Cami önünde bir arzuhalciye gidilerek zarflar
hazırlatılmış ve mektuplaşma olanağı sağlanmıştır. Loti, Ahmet'ten bir mektup alır.
Mektup'ta Abidin Efendinin Aziyade'nin sırrını öğrendiği, onu konağın güneş
görmeyen bir odasına kapattığı ve Aziyade'nin ölmekte olduğu yazılıdır.

Loti, Türkive'deyken Türk ordusuna girmeyi düşünmüş ve bazı makamlara


başvurmuştu. Güzel bir ilkbahar sabahı İstanbul'a döner; Aziyade'den epey zamandır
haber almadığı için Ahmet'in ablası Erik-naz'ın evine koşar. Ahmet askere alınmış,
Batum'a yollanmış, sonra kendisinden hiç haber çıkmamış¬tır. Loti, Fatih'e gider,
Kadica'yı bulur ve Aziyade'yi sorar. Aldığı yanıt "Eûlû! Eûlû!"dur. Loti, başından
vurulmuşa döner. Sokaktan geçen adamlar heyecanla konuşmakta ve dağıtılan
bildirilerde ilk Kars savaşının haberlerini okumaktadırlar. Savaşın başladığı bu kötü
günlerde İslam'ın yazgısının sonu gelmiş gibidir

Loti, derhal cepheye yollanmasını ister; o artık Loti değildir; belinde yatağanıyla
yüzbaşı Arif Ussam olmuştur. Ceridei Havadiste onun son Kars savaşında öldüğü ve
İslam'ın kahraman savunucuları ile Karacemir (Karadjemir) ovasında Kızıltepe'nin
eteklerinde gömüldüğü yazılmıştır. Bu son, zaten başlangıçta da yazılıdır.
Burada yapılan özetleme, elbette çok kişisel bir okuyuşun ürünüdür. Romandaki
Orvantalist söylem ve kadın imgeleri benim başta gelen ilgi konularımdı. Bu romana
başka açılardan da bakılabilir. Örneğin, Loti'nin bir İngiliz kimliği ve sesi
yaratabilmesi ne dereceye kadar doğrudur? Brightburynın çayırlarını, ağaçlarını ve
kuşlarını inandırıcı bir şiirsellikle betimlemiştir ama mektuplarında gittiği, yüzyıl
sonuna özgü karamsar felsefe, romanın metalinde Alfred de Musset ve Victor
Hugo'nun Orientales’inden alınmış mısralar, bu İngiliz kimliğiyle bağdaşabilir mi?

Burada, Fantöme d'OricntDoğıı Hayaleti’ne geçmeden önce, Roland Barthes'ın


Aziyade üzerine yazdığı bir incelemeyi kısaca ele almak istiyorum. "Barthes, bu
romanı göstergebilim açısından inceliyor.

Uydurma bir ad olan Aziyade'yi adalar, yıldızlar, halklar, Asya, Gürcistan, Yunanistan
ve bütün bir edebiyata (Hugo) göndermeler yapan havayı fişeklerin patlamasına
benzetiyor. Burada, Roland Barthes bize çok karışık bir coğrafya sunuyor. Loti'nin
kimlik ve kıyafet değiştirmeleri üzerinde durarak bu modası geçmiş, sıradan, sakarinli
aşkı anlatan romanın edebiyatta hiç eşi olmadığını söylüyor. Romanda edilgenle
etken, ifade edilenle eden ve özne ile anlatma arasında bütün farkların kaldırılmış
olduğunu ve karamsar bir felsefesi olmasa, Aziyade’nin modern bir roman
olabileceğini söylüyor.

Barthes, Loti'nin bu romanıyla 1970'li yılların hippie akımı arasında benzerlikler


buluyor; hippiler Batı¬dan nasıl kaçtılarsa, Loti de bir tür kaçışa sığınıvor ve Doğu'yu
bir alternatif olarak görüyor; Ama bu alternatif, Azivade'nin kişiliğinde değil, ancak
soluk sefahat'te (pâle depauche) ortaya çıkıyor. Osmanlı İmparatorluğu batmak üzere;
modernizm gelip kapısına dayanmış; Loti, bu modernizmi yadsıyarak selameti eskide
buluyor. Barthes'a göre arzu, bir Ortaçağ özlemidir; Loti, anlamı daha eski bir
Türkiye'ye başvurmakla buluyor. Bu amaçsız, teleolojisi olmayan sürüklenme
nedeniyle roman, tıpkı Selanik'teki sevda kayığı gibi akıntıya kapılmış gidiyor.

İmparatorluk kuşkusuz bir hayat memat kavgası veriyordu, ama Avrupa'nın büyük
devletleri de, içeriden yenilenmesi gereken bir toplumu parçalamak için ellerinden
geleni yapıyorlardı. Loti'nin İstanbul'da kaldığı 1876-1877 yıllarından on yıl önce,
Namık Kemal ve onunla aynı amaçları güden Türk aydınları, Yeni Osmanlılar
Cemiyetini kurmuşlardı; onlar selameti değişimde, anayasada, özgürlükte, eşitlikte,
ilerleme ve gelişmede görüyorlardı. Bu fikirlerini savunurken büyük özveride
bulunmuşlar, bu yüzden hapislere girmişler ve sürgüne gitmişlerdi.

Türk aydınlarının, Aydınlanma felsefesinden esinlenmeleri, onların hem politik


faaliyet ve düşüncelerinde hem de edebiyat yapıtlarında ifadesini bulmuştur. XIX.
yy'ın ortalarında başlayan bu akım, Şinasi'nin ve Namık Kemalin yeni bir tarih ve dil
bilinci getirmeleriyle roman, öykü ve oyun türlerinde pek çok eserin yazılmasında en
büyük etkiyi yaratmıştır.

Herhalde, Loti bu romanında ana-yasaya ve aydınlanma felsefesine karsı olan


fikirlerini rasgele yazmamıştır. İstanbul'a gelmeden önce bütün dünyayı iki kez
dolaşmış bir deniz subayının yarattığı, kendine özgü kaderci ve gizemli orivantalizmin
ilk romanında belirmesi rastlantı olabilir mi?

Doğu Hayaleti I Fantöme d'Orient

Doğu Hayaleti, Aziyade'nin devamıdır. (Gerçek Loti 1887'de birkaç gün için
İstanbul'a gelmişti.) Doğu Hayaleti şöyle başlar: Loti bu ilk romanına yıllardır
bakmamıştır, "Ah zavallı kitap, ne kadar acemice yazılmış . . . içinde ne çocukça
şeyler var. . . olaylar değiştirilmiş . . . Azrail bölümü tümüyle hayal. Asıl son hâlâ gizli
kalıyor; ikimizin öyküsü kayboldu fakat daha bitmedi," der. İstanbul'a varır varmaz
Türk toprağının kokusu onu yeniden büyülemiştir. Loti, İstanbul'da bu Doğulu fakir
insanların gürültülü, renkli, binlerce küçük pazarlıkla geçen hayatlarını tümüyle
paylaştığını söyler. Loti, artık Kars'ta kahramanca ölen yüzbaşı Arif Asım değildir.

Loti, İngiltere'ye döndükten sonra bir sure Aziyade'den ve Ahmet'ten mektuplar


almıştır; sonra bu mektuplar kesilmişti. Çok kötü bir şeyler olabileceği Loti'nin içine
doğmuştur. Elinde Ahmet'ten aldığı bir Ermeni kadının, Anaktar Şiraz'ın adresi vardır.
Meğerse Ahmet de aslında ve asıl adı Mihran olan Ermeni biriymiş ve on beş yaşında
Müslüman olmuş. Loti, Ermeni kadının yardımıyla Ahmet'in ablası Eriknaz'ı bulur.
Gene büyük bir güçlükle Kadica (zavallı sadık maymun) bulunur. Kadıca, Aziyade'nin
mezarını bilen tek insandır. Bir araba kiralanır ve mezarlığa gidilir. Kadica, mezarı
bulur: "Bourda! Bourda!" Mezar taşında Aziyade'nin asıl adının daha güzel bir ad olan
Hatice (bunu Loti, Hakidje diye yazmıştır) olduğu, onun Kafkasyalı Abdullah
Efendinin kızı olup 1297 (1881) yılının 10 Zilkade ayının (Aralık) 19'unda vefat ettiği
yazılıdır. Burada güzel bir kitabe vardır. (1912'de bu mezar taşının bir eşi Loti'nin
Rochefort'daki evine yollanmış ve "cami"sine yerleştirilmiştir.)

Ahmet, savaşta öldükten sonra Şişli'deki Ermeni mezarlığına gömülmüştür. (Burada


cesedinin Batum'dan yollandığına ait bir bilgi yoktur.) Ermeni mezarlığı kupkuru,
ağaçsız bir yerdir.

Loti, Ahmet'in mezarı üzerine yerleştirilecek bir mermer levha alır ve ona karşı son
görevini yerine getirir.Loti, Aziyade Hatice'nin mezarını Kadıca ile ziyaret ettiği
zaman buraya tekrar gelmeye karar vermiştir. Türk kıyafetine girip mezarlığa gider;
mezanın üstüne kapanır ve ona son öpücüğünü verir. Onun çocuksu sesini, ufak tefek
saflıklarını hatırlar ve acı göz yaşları döker. Gencecik ölen ve bir aşk rüyasından
başka hiç bir şeyi olmayan Azivade Hatice'ye verdiği bu buseyi, kendisinden başka hiç
kimsenin veremeyeceğini düşünür ve atına binerek mezarlıktan uzaklaşır.

Aziyade ve Doğu Hayaleti romanlarının basılmaarının üstünden bir yüzyıldan fazla


zaman geçmiştir. Bu roman çıktığı zaman Türk edebiyatının ilk romanları da çıkmaya
başlamıştı. Burada, Loti'nin romanlarındaki söylemlerle Türk romanlarının söylemleri
arasında karşılaştırmalar yapılabilir. Örneğin, Namık Kemal'in intibah romanındaki
Dilâşub (roman kahramanı Ali Beyin annesinin, Ali Beyi Mahpevker'den kurtarmak
için aldığı cariye) ile Aziyade arasında bazı benzerlikler bulunabilir. Bu ayrıca ele
alınacak bir konu olduğu için burada yalnızca bir düşünce olarak ileri sürüyorum.
Ancak, Loti'nin Türk kadınlarını ilk kez ele alan bir yazar addedilmesi de doğru
değildir. Ondan 161) yıl önce, Lady Montague de kendine özgü bir üslup ve
Oryantalizm anlayışıyla Türk kadınlarını anlatmıştı.

Mutsuz Kadınlar Les Desenchantees

Piere Loti'nin 1906 yılında (16 Mart - 1 Haziran) Re vııe des Deux Monıdes'da tefrika
edilen ve arkasından kitap olarak çıkan romanı Les Desenchantees’nin alt başlığı,
Çağdaş Türk Haremlerinin Romanı’dır. Loti, önsözünde bu romanın tümüyle bir hayal
ürünü olduğunu, içindeki şahısların gerçek olmadığını, fakat Türk haremlerindeki
kadınların yüksek kültür (burada Batı kültürünü kastediyor) sahibi olmalarının
mutsuzluk yarattığını ve bu olayı bir yabancının gözleriyle Türk arkadaşlarından daha
iyi görebildiğini, ama onların da bu durumu düzeltmek istediklerini, ışığa ve rahmete
gark olmuş Peygamber'in kurallarının zamanın geçmesiyle bir ıstırap kaynağına
dönüşmesinin istenmeyeceğini söylüyor.

Bu roman, Loti'nin son romanıdır; yazarın burada feminist bir tez güttüğü söylenmiş
ve yazılmıştır. Bu iddiaları incelemeden önce romanın yazılma¬sının arkasında yatan
bir hikâyenin anlatılması gerekir: Pierre Loti, 1903 yılında önemli bir görev almış,
Fransız sefaretinin Vantoıır adlı gemisinin kumandanı olarak İstanbul'a gelmişti; bu
görev 1905 yılına kadar sürdü (9 Ekim 1903-24 Mart 1905).

Asıl adı MarieAmelie Hebrard olan ve MarcHelys takma adı ile yazan feminist bir
Fransız gazeteci kadın, büyükbabaları Osmanlı tebasına geçen Fransız Chateauneuf'ün
torunları Zennur ve Nuriye Nuri ile gizli bir plan hazırladı. Amaç, ünlü yazar Loti'ye
haremdeki kadınların mutsuz yaşamları üzerine bir kitap yazdırmaktı. Bu amaçla
Lotüye bir Türk kadın adıyla (Nour el Nisa) imzalanmış bir mektup yollayarak Türk
kadınlarının mutsuzluğundan söz edip "Aziyade'yi unuttunuz mu?" diye sordu. İşte bu
mektup, artık ellisini geçmiş Loti'nin yeni bir serüvene atılarak son romanı olan Les
Desenchantees’’yi yazmasının nedenidir.

Bu romanda da Aziyade ve Doğu Hayaleti’nde olduğu gibi, gerçekten yaşanan ve


romanda yazılan olaylar içice girmiş bir doku yaratır. Romanın başlıca erkek
kahramanı Andre Lhery, Fransa'nın Basque bölgesinde bulunan Hendaye'deki evinde
kendisine gelen yüzlerce mektup arasında yukarıda sözü geçen mektubu bulur ve ona
ilgi duyar. Kendisine İstanbul'da Fransız Sefaretinde bir iş teklif edilmiştir; bunu
hemen kabul eder ve İstanbul'a yerleşir.

Romandaki üç kadın, Cenan (Djenane), Melek ve Zeyneb, Lhery'ye bir mektup


yollayarak onunla görüşmek istediklerini söylerler. Roman bu mektup¬la, Cenanın on
üç yaşından beri tuttuğu günlükten ve Lhery'nin bu üç kadınla İstanbul'un muhtelif
semtlerine yaptığı gizli buluşmaların, aralarında geçen konuşmaların anlatılmasından,
birbilerine yolladıkları mektuplardan oluşmuştur.
Bu üç kadın, buluşmalara siyah çarşaflar giyerek kalın peçeler takarak geldikleri için
Loti onlara üç siyah hayalet der. Bu peçelerin Loti'de yarattığı merak, peçelerin açılıp
kapanması, romanın simgesel temalarından biridir.Romanın başlangıcında yirmi iki
yaşındaki Cenan, Kasımpaşa'daki konakta yatak odasında uykudan uyanmak üzeredir.

Ertesi gün düğününün yapılacağı gündür; gelinliği bir koltuğun üzerine atılmıştır.
Loti, yatak odasının o zamanın yozlaşmış Art Nouveauı zevkiyle döşendiğini (bu,
oryantal zevke karşıdır) yazar. Loti'nin bundan evvelki kitaplarında da olduğu gibi, bu
modernlik düşmanlığı sık sık karşımıza çıkacaktır. Cenan'in babası rahmetli Tevfik
(Tevvfik) Paşa, Müşir rütbesiyle Sultan 11. Abdülhamit'in yaveri idi. Kafkasya'dan
göç eden bir Çerkez ailesinden olan Tevfik Paşa'nın ailesi, savaşlardan sonra Konya
civarında Karacıamir (Karadjiamir) köyü yakınlarında bir araziye yerleşmişlerdi.

Cenan, çocukluğunda kırlarda atlara binerek bir barbar gibi yetişmiş, takat annesi
Seniha Hanım öldükten sonra babasıyla İstanbul'a gelmiş ve bu on bir yıllık sürede
inanılmaz bir kültür bombardımanına tutulmuştur. Cenana Fransız mürebbiyeler,
müzik hocaları tutulmuştur. Cenan ve kuzinleri Zennur ile Melek, yalnız Fransızca
değil, başka Batı dilleri de bilirler. Yalnız Kontes de Noailles'in melankoli dolu
kitaplarını değil, Gyp'i de okuyup Fransız argosunu öğrenmişlerdir. Bu okuma
listesinde geçen adlar Baudelaire, Verlaine, Kant, Nietzsche, Schopenhauer ve
orijinalinde okunan Dante, Byron ve Shakespeare'ı kapsar; ayrıca Darvvin'i de bilirler.
Loti, onları biraz fazla yüklenmiş beyinler diye tanımlar.

Grieg, Lizst, Chopin, Saint-Saens, Giuck, Cesar, Franck, Vincentd'lndy ... bu adlar bir
müzik ansiklopedisinden rastgele alınmış müzisyen adları değil, Cenan ve kuzinlerinin
piyanoda çaldıkları bestecilerdir. Cenan'ın kendi besteleri bile vardır. Bu genç
hanımlar, felsefe hocası Alime Hanım'dan Arapça ve Farsça dersleri de almaktadırlar.
Romandaki bu abartmalar elbette insanı düşündürüyor. Ama biz okumayı sürdürelim.

Cenan'ı büyük annesi ve amcaları, çok yakışıklı, sarı bıyıklı Hamdi Bey'e veriyorlar.
Cenan günlüğünde bu evlenmeyi bir felaket olarak tanımlıyor. Bu adamla bir kez bile
konuşmamıştır. Düğününe giderken bindiği arabayı bir tabut gibi görüyor. "Kurtarın
beni; elimden gençliğimi, mutluluğumu ve hayatımı alıyorlar!" diyor (s. 54). Burada,
Lotinin XX. yy'ın başlarında zengin bir Türk ailesinin düğün törenini çok iyi
anlattığını, özellikle kadınlara ait ayrıntıları çok iyi betimlediğini söylemek gerekiyor.

Romanda 1320 (1904'ün Hicri tarihi) kadınlarından söz ediliyor; yani onlar hâlâ bu
tarihi kullanırken, genç kuşaklar onları modası geçmiş insanlar olarak görüyorlar.
Genç kadınlar dışarıda çarşaflar ve feracelerle örtünüyorlar ama bu örtülerin altında en
son moda Avrupa giysilerini taşıyorlardı; bu genç kadınların çıplak omuzları ve
göğüsleri en güzel mücevherler, pırlantalar ve kıymetli taşlarla pırıl pırıl parlıyordu.
(Bu çağda da tesettürlü ülkelerin zengin sınıfları aynı değil mi? Onların da, çarşafın
altında Chanel markalı giysiler giydikleri söylenmiyor mu?) Loti, kadınlarla
erkeklerin ayrı olarak kutladıkları bu töreni anlatırken mizaha bile başvurmuş, bu
düğünlerin herkese açık olduğunu, mahallenin komşu kadınlarının serbestçe gelini
görmeye gelebileceğini, hatta gezi kıyafeti ve botlarıyla Himalayalar'ın tepesine
çıkmış, saçma sorular soran İngiliz ve Amerikalı gazeteci kadınların bile bu
konukseverlikten yararlandıklarını eklemiştir.

Cenan, bu zoraki evlenmeden sonra yaşadığı eski İstanbul semtindeki konakta,


entellektüel uğraşlarına ve müzik faaliyetlerine son vermiştir ve canı sıkılmaktadır;
buna rağmen, Hamdi Bey e biraz alışmak üzeredir. Ama bir gün Hamdi Beyi
akrabalarından Dürdane'nm kollarında bulur. Cenan çocuksuzdur; Hamdi Bey,
Dürdane'yi de alır; bunun üzerine Cenan, ailesinin yardımıyla Sultanın annesinin
huzuruna çıkarak ondan özel bir boşanma izni alır ve baba evine döner. Zeynep'in çok
kötü olan yaşlı kocası ölmüştür. Melek ise istenmediği bir evlenmeye zorlanacaktır.

Bu üç genç kadın, Andre Lherv've mektuplar yollayarak ona, "Sizden bugünün Türk
kadınını savunan bir kitap yazmanızı istiyoruz; böylece bizim gibi hayatı tarumar
olmuş yüzlerce kız kardeşimize yararlı olabiliriz," (s.83) derler. Andre ile
karşılaştıkları zaman bu kitabın adının ne olacağı tartışılır. "Kitabın adı belki
Desenshantees (hayal kırıklığına uğramış kadınlar) değil de Annihilees (yok edilmiş),
Sequestrees (kapatılmış) ya da Etoııffees (boğulmuş) olabilir," derler

Andre" Lhery (Loti), bu üç siyah hayalet kadınla Tarabya'da, Beykoz tepelerinde,


Göksu'da ve eski İstanbul'da iki eski evde buluşur. Lhery, Aziyade’de olduğu gibi
artık fes giymekte, eline tespihini almakta ve kendisine bir Osmanlı Efendisi görünüşü
vermeye gayret etmektedir. Bazen, Vautour subaylarından romandaki adı lean Renaud
olan Mames-jean da buluşmalara gider. Melek ve Zeynep bu eski evlerin birindeki
buluşmaya çarşaflarının altına giydikleri büyükannelerinin antika giysileriyle gelirler.
Andre Lehry'ye kahve yaparlar ve peçelerini çıkarıp Kafkas dansları oynarlar. Bu
buluşmalarda arada bir tehlikeli durumlar da olur fakat sonunda talihleri iyi gider ve
hiç yakalanmazlar.

Andre Lhery nin (Loti'nin) çok kültürlü üç siyah hayalet dediği bu kadınlar gerçekten
ne istiyorlardı? (Freud'un meşhur sorusu!) Onların bütün istedikleri, yalnız serbestçe
sevmek, seçebilmek ve Andre Lhery gibi aydın bir erkekle konuşabilmekti. Türk
kadını, güzelliği için satın alınmış bir esir olmamalıydı
Bir gün Lhery, Kasımpaşa'daki konağa gizlice getiriliyor; hem de Cenan'ın dairesine.
Burada, Anadolu yakasındaki bir kız lisesinde öğretmen olan
Ubeyde Hanım ve iki Fransız mürebbiye de bulunuyor. O çağda sorumlu bir
öğretmenin böyle bir planı onaylaması biraz tuhaf görünüyor; Ubeyde Hanım
öğrencileri için, "Çok akıllı kızlar, çok çabuk öğreniyorlar, yarının kadınlarına
mutsuzluk mikropları aşıladığım için esef ediyorum," diyor (s. 190). Yaşadıkları hayal
kırıklıkları, hayat dolu bu üç genç kadının yaşamlarına son verdirecektir.

En gençleri Melek evlenmeye zorlandığı için henüz yirmi yaşını bitirmişken beyin
hummasından ölür. Bu kötü havadis Lherv'ye Kasımpaşa'daki evin penceresine asılan
mavi kurdela ile verilir. Her zaman haberleri ve mektupları taşıyan sadık bir
haremağası vardır. Zeynep hep öksürmektedir ve kendine hiç bakmaz. Cenan da
Hamdi Bey ile tekrar evlenmeye zorlanır. Lhery'nin İstanbul'dan ayrılma günü geldiği
zaman Cenan Zeynep'le bir araba kiralar ve geminin önünden geçerken peçesini
açarak vaşlı gözlerini gösterir. Burada, Cenanın babası olacak kadar yaşlı olmasını
bilmesine karşın, Lhery'de bir aşk düşüncesi yer alır. Zaten Lhery Cenan'ı her zaman
Aziyade Hatice'nin ruhunun bir devamı olarak görmüştür. Yalnız burada Aziyade
Hatice, Necibe olarak karşımıza çıkar. Üç siyah hayaletle onun da mezarı ziyaret
edilmişti. Cenan, Lherv'e veda ettikten sonra evine döner ve çok yumuşak bir Arap
zehiri içerek canına kıyar ama ölürken ona bir mektup yazar ve ölümünün Müslüman
kardeşlerine yararlı olmasını diler: "Ah Andre. Size her şeyi itiraf ettim; onlardan
bahsediniz, onlar için bir şevler yapın, onları savunun . . . Andre, sizi seviyorum, beni
kucaklayın . . ."
Lhery: "Ah, Cenan, Feride, Azade, Allah sana rahmet versin . . ."

Elbette roman yalnız hu mutsuz hikâyelerden ibaret değildir. Loti, bu romanda çok
güzel İstanbul betimlemeleri yapıyor. Bu betimlemeler belki Aziyade Doğu
Hayaleti’nden sonra biraz klişeleşmiş görünse de, Loti İstanbul'un ışığını, kendine has
atmosferini çok iyi veriyor. İşte gene, dünyanın hiçbir yerinde bulunmayan o eşsiz
sessizlik... mezarlıklar, siyah kargalar, kocaman selviler, üç yüz yıllık çınar ağaçları...
bu ağaçların altında oturup nargilelerini fokurdatan beyaz sarıklı ve sakallı ihtiyarlar.
Güneş batarken Üsküdar sanki yanıyormuş gibi bir hayal yaratıyor. Loti, eskilikte bir
altın çağ buluyor. Buna karşın, İstanbul'un batılılaştığını ve çirkinleştiğini de esefle
görüyor. Pera'daki Laventenler, külüstür batılı giysileri, kabareleri ve alkollerile şehri
batırmaktadırlar; ne yazık ki bazı paşazade Türkler de buna katılıyorlar. Fabrika
dumanları ve yüksek binalar ayrı bir felaket. . . Batının kötü nefesi bu şehrin üstünden
geçmiş; zaten Cenan'ı da öldüren Batı'dır.

Roman burada bitiyor, fakat gerçek hikâye sürmektedir. Nuri Beyin kızları Nuriye ve
Zennur 1906'da "harem"i terkedip Fransa'ya gidiyorlar ve Figaro gazetesine bir şeyler
anlatıyorlar. Marc Helys ise Loti öldükten sonra, 1924te bir kitap yazarak bütün
hikâyeyi anlatıyor.

Burada, ısrarla üzerinde durulması gereken nokta Les Desenhanchees romanının ne


dereceye kadar feminizmden yana olduğunu incelemektir. Elbette doksan yıl önce
yazılmış bir roman bugünün feminizm kavramları ile bağdaşamaz, fakat bu romanı
tarih içine yerleştirmek ve 1900'lü yılların basların¬dan Türkiye'de neler olup bittiğini
gözden geçirmek yararlıdır.

İrene L. Szyliovvicz, Pierre Loti ve Doğulu Kadınlar (1986) kitabında Loti'nin bütün
Doğulu kadınları (Türk, Japon, Pasifik Adalı, Cezayirli, vb.) aynı şekilde gördüğünü
ve bu kadınları kişi olmaktan çok tip olarak temsil ettiğini söylüyor. Bu kadınlar
genellikle düşünceleri olmayan yaratıklardır ve bütün arzuları yakışıklı (!) Batılı
adama hizmet etmektir.
Loti, onları yerli erkeklerin elinden almıştır. Aynı zamanda Loti bu kadınları kedilere,
maymunlara da benzetmektedir. Aziyade de bunlardan biridir. Szyliovvicz, yalnız Les
Desenchanthees Loti'nin feminizmden yana bir kitap yazdığını söyler. Bu da ataerkil
bir toplumda kadınların haremlere kapatılmalarının ve zorla evlendirilmelerinin
mutsuzluk yarattığı ve ölümle sonuçlanması nedeniyledir. Loti'nin Fransa'da geçen
romanlarında kadın kahramanlar örneğin İrlanda Balıkçısı’ndaki Gaud kendilerine
has düşünceleri ve ahlak ilkeleri olan kadınlardır.

Loti üzerine en kapsamlı araştırmayı yapan Alain Quella-Villeger'nin de Pierre Loti


l'lncompris Anlaşılmamış Pierre Loti adlı kitabında, Loti'nin Atatürk'ten önce kadın
özgürlüğünü savunduğunu söylemesi, inanılmaz bir basitleştirme ve abartmadır.
Türkiye'nin politik, toplumsal tarihini ve edebiyatını bilmeyenler böyle toptan
hükümler vereceklerdir. Loti, Les Desenchanthees ölümle sonuçlanan bir mutsuzluğu
ele almaktadır. Elbette tesettür ve eve kapatılmalar, kadınların kendi alemlerinin
dışına çıkamamaları şehirlerde yaşayan Türk kadınlarının ilerlemesine mani olmuştur.
Ama Türkiye'de kadınların büyük çoğunluğu, kırsal bölgelerde yaşayan, tarlalarda
çalışan ve okuma yazma bilmeyen kadınlardı.

Türkiye'deki değişmeleri ve Türk edebiyatını bilmeyen Loti, kendi çağdaşı birçok


Türk yazarının aşağı yukarı aynı konularla uğraştığını bilemezdi. Loti'nin, Vautour
'kumandanı olarak Türkiye'de kaldığı sıralarda, (1903-1905) Türk yazarları roman
tü¬ründe epeyce eser vermişlerdi. Halit Ziyanın Aşkı Memnu’su (1900) Loti'nin Les
Desenchantees’si ile karşılaştırabilir. İkisi de batılılaşmış konaklarda yaşayan insanları
konu alıyor. Kötü evlenmeler, Fransız mürebbiyeler, piyano çalan genç kızlar. .. hatta
Göksu alemleri. Aradaki fark şudur ki Halit Ziyanın Bihter'i, Madame Bovary ve
Arma Karenina gibi toplumun kabul etmediği sonu gelmeyen bir aşktan sonra canına
kıymıştır.

Fakat kadınları yalnız kurban ve mağdur olarak göstermek onların temsil edilmesinde
neyi ifade edebilir? XIX. yy'ı son 25-30 yılında Türkiye'de şehirlerde yaşayan kadınlar
sorunlarının, özellikle eğitim eksikliklerinin bilincine varmışlar, gazetelere mektuplar
yollamışlar ve dergilerde yazılar yazmışlardır.1'1 1870 yılında açılan Darül Muallimat,
öğretmen yetiştiriyordu. Loti bile Les Desenchantees Anadolu yakasında bir lisede
felsefe dersi veren bir hanım öğretmenden söz etmiştir.

Burada kısaca, Loti'nin, "zamanları"nda yaşayan üç Türk kadını anarak mağdurluğa


karşı koymanın olanağı üzerinde duracağım. Bu üç kadın, Leyla Saz (1850-1936),
Fatma Aliye (1862-1936) ve Halide Edib hanımlardır. Bunların her üçü de saraya çok
yakın babaların kızlarıdır. Leyla Hanım'ın babası II. Mahmut'un hekimi İsmail
Paşaydı. Loti'yle aynı yaşta olan Leyla Hanım, altı padişah gördü ve cumhuriyet
döneminde de yaşadı. Osmanlı İmparatorluğu'nun Bağdat, Girit gibi değişik
köşelerinde babasıyla dolaşmış olması ona geniş bir görüş kazandırdı. Fransızca
öğrenmesine yardım etti. Leyla Hanım, bir müzisyendi; bize birçok şiir, marş, şarkı ve
1920'de yazdığı saray anılarını bırakmıştır.
Fatma Aliye Hanıma gelince, o da Leyla Saz gibi yönetici sınıftan gelen bir babanın,
tarihçi, hukukçu, edebiyatçı devlet adamı Ahmet Cevdet Paşanın kızıdır. Çok küçük
yaşta okuma yazma öğrenmiş ve kendi kendine Fransızca çalışmıştır. Babasının vali
olarak yollandığı Halep, Yanya ve Suriye'deki yaşamı onun küçük yaşlarda ilginç
deneyimlerden geçmesini sağlamıştır.

Kızının yeteneklerini gören Cevdet Paşa, ona her konuda öğretmenler tutmuş,
bilgilerini arttırmasına destek olmuştur. Fatma Aliye Hanım, Cevdet Paşanın 1895'teki
ölümüne dek babasıyla bilgi ve düşünce alışverişini ve söyleşmelerini sürdürmüşlerdir

Fatma Aliye Hanım, yazar Ahmet Mithat Efendi ile de yakın bir dostluk kurmuş, onun
kitaplarını hayranlıkla okumuş, onunla mektuplaşarak düşünce alışverişinde
bulunmuştur. A. Mithat Efendi Bir Muharriri Osmaniye’nin Neş’eti adlı kitabını
(1893-94) Fatma Aliye Hanım'ın yazarlığını ve entelektüel değerini anlatmak için
yazmıştır. Fatma Aliye Hanım'ın yazıları, Tercümanı Hakikat gazetesinde çıkmıştır.

George Ohnet'den yaptığı çeviri Meram Volente. takma bir kadın adıyla 1890'da
yayımlanmıştır. Bundan başka kendi romanları Mahazarat (1892), Refet (1897), Udi
{ 1897)de yayımlanmıştır. Bu romanlarda, kötü evliliklerden acı çeken kadınların
verdikleri savaşım ve hayatlarını çalışarak kazanmak zorunda olmaları, böylece
erkeklere muhtaç olmadan yaşamaları temaları ele alınmıştır.

Fatma Aliye Hanım, gazetelerde çıkan yazılarında her zaman kadınların eğitilmesini
ve meslek sahibi olmalarını savunmuş, bir din bilgini olan Mahmut Esat Efendi ile
girdiği polemikte İslamiyet'te çokeşlilik sorununu ele alarak bunun dini icaplardan
gelmediğini yazmıştır. Bunlardan başka, Fatma Aliye Hanım iki felsefe kitabı da
yazmıştır. Fatma Aliye Hanım, İstanbul'a gelen bazı yabancı aydın kadınlarla tanışmış,
onlara Türkiye'yi ve İslamlığı anlatmıştır. Burada söylemek istediğim çok açık:
Desenchantees’nin toplumsal durumlarıyla birçok benzerlikleri olan Fatma Aliye
Hanım için başka bir yol seçme olanağı vardı; biz onun ne dereceye kadar mutlu olup
olmadığını bilmesek bile, Batı kültürünü bilmesinin ona kimliğini kaybettirmediğini
ve onu ölüme götürmediğini açıkça görüyoruz.

Zamanımıza çok daha yakın olan ve çok daha iyi tanınan Halide Edib de, saraya
mensup birinin kızıydı ve Desenchantees hin akranıydı. Amerikan Kolejinde okuyan
ve mükemmel İngilizce bilen Halide Edib, 18 roman, Türkiye'nin toplumsal durumu
üzerine kitaplar yazmış ve bugün bizim için büyük değer taşıyan yaşamöyküsünü de
iki ciltte toplamıştır: Mor Salkımlı Ev ve Türk 'ün Ateşle İmtihanı. 1908
Meşrutiyeti'nde tam bir politik bilince ulaşan Halide Edib, o zamana dek erkeklere
özgü olan faaliyet alanlarında varlığını göstermiş, İzmir'in işgalinden sonra 6 Haziran
1919'da Sultanahmet'te yapılan protesto mitinginde binlerce insana hitap etmiştir.
Yaşamöyküsünün ikinci cildi olan Türkün Ateşle İmtihanı. Kurtuluş Savaşi'nı,
Ankara'yı ve Türk halkını anlatan en önemli ve etkileyici belgelerden biridir. Halide
Edib, eşinin ve kendisinin politik anlaşmazlıklar nedeniyle dışarıda geçirdiği on beş
yılda bile Amerika, İngiltere ve Hindistan'da konferanslar vermiş, Türkiye
Cumhuriyetini ve reformlarını, özellikle kadınların özgürlüğü üzerine olanları
savunmuştur.

Sonuç

Bu okuma yolculuğu, bizi ister istemez Türkiye'nin çağdaş kadın yazarlarına


götürüyor. Bazı post modern, yapı bozucu eleştirmenler, edebiyatın temsil edici
yönünü ne kadar küçümserlerse küçümsesinler, kadınların yazılarında kendilerini ve
toplumlarını anlatmalarının ve bunu kendi sesleri ile vermelerinin tarihsel önemi
yadsınamaz. İşte Nezihe Meriç, Adalet Ağaoğlu, Leyla Erbil, Sevgi Soysal, Ayla
Kutlu, Füruzan, Tomris Uyar ve burada adlarını ayrı ayrı veremeyeceğim düzinelerce,
hatta yüzlerce modern yazar, şair, sanatçı Türk kadını. Belki doksan yıl kısa bir süre
değil ama Loti böyle bir geleceği havalinden geçirebilmiş midir? Buna karşın, bugün
bile hâlâ ortalıkta görünen siyah hayaletler vardır; ama bunlar Cenan, Zeynep ve
Melek kuşağının torunlarının çocukları olmaktan çok başka mutsuzlukların yarattığı
hayaletlerdir.

Loti’nin güzel bir Fransızca ile yazılmış romanlarının bu çağda da okunabileceği


kanısındayım. Belki bu romanların önemi yitirilmiş; egzotik bir hayal dünyasını
anlattığı için değil, yitirilmiş bir doğayı betimlediği için. R. Barthes, Aziyade’nin
İtalyanca çevirisine yazdığı önsözde Loti'nin havadan sözetmesinin abes olduğunu, bir
hiçliği ifade ettiğini söylüyor. Ama İstanbul'un değişik mevsimlerini, güneşini, karını,
yağmurunu, rüzgarını, bulutlarını çok iyi görebilen bir denizcinin bunları anlatması
anlamlıdır. Loti Mutsuz Kadınlar romanında Beykoz tepelerinden Karadeniz'e kadar
uzanan, kocaman ağaçlar, eğrelti otları ve başka bitkilerle kaplanmış cennet gibi
yemyeşil bir vadiyi anlatmıştır. Bu satırları okumak bile belki yalnız günümüzdeki
çevrecilerin ilgi alanları açısından yararlıdır.

Burada Aziyade ve Mutsuz Kadınlar’ın Türkçe çevirileri üzerine birkaç söz söylemek
istiyorum. Elimde Nahit Sırrı Örik'in çevirdiği iki kitap var: Azilyade (Engin
Yayıncılık, Birinci Baskı, İstanbul, 1995) ve .Mutsuz Kadınlar (İnkılâp ve Afa
Yayınevleri, İstanbul, 1972). Bu iki kitabın çok iyi okunduğunu fakat iki çeviride de
bazı ciddi eksiklerin bulunduğunu söylemeliyim. Aziyade çok yeni bir baskıdır ve
Türkçesi daha yeni bir Türkçedir, ama bunun kimin tarafından yapıldığı üzerine bir
not yoktur. Bundan daha önemli bir eksiklik, kitabın başında Plumkettin yazdığı
önsözün atlanmış olmasıdır. Bir de Aziyade’nin metninde Victor Hugo ve Alfred de
Musset'den alınan şiirler atlanmıştır. Mutsuz Kadınlar’da da T. Loti'nin önsözü yoktur.
Bir de esefle söylemeliyim ki bu kitabın kapağında çok bayağı bir fotoğraf vardır. Bu
iki romanın ilk baskılarının tarihleri de verilmemiştir.

Burada, Talât Sait Halman'a, her zamanki cömertliği ile, elinde Loti'ye ait ne varsa
bana verdiği için teşekkür ediyorum. Çok uzun yıllar önce,Cumhuriyetimizin parasız
okullarından Erenköv ve Ankara Kız liselerinde bana Fransızca öğreten Beraat (Zeki
Üngör) ve Nüzhet (Berkin) hanımları şükran ve saygı ile anıyorum.

You might also like