You are on page 1of 5

BİR KOYUP ÜÇ ALACAĞIZ DERKEN

Körfez Savaşı ve Özal'ın 'Vizyonu'


Ocak-Şubat 1991, Irak

Kasım 1989'da TBMM'de sadece partisi ANAP'ın oylarıyla


cumhurbaşkanlığına
seçilerek 12 Eylül'ün lideri Kenan Evren'in yerine Çankaya Köşkü'ne çıkan
Turgut Özal gerçekten de alışılmadık davranışları olan farklı bir siyasal
kişilikti.
Farklılığı yazın üzerinde tişört, altında şortla askeri birlik denetlemesinden,
karısı Semra Özal'la elele arabesk şarkılar söylemesinden veya Red Kit
okumasından kaynaklanmıyordu.

Soğuk Savaş bitip de "küreselleşme" veya "yeni dünya düzeni" adı verilen
yeni
uluslararası koşullarda ABD'nin kesin egemenliğini kabullenerek Türkiye'yi
gerçekten de ABD'nin bir eyaleti gibi yönetmeye kalkışmasından ve
"serbest
piyasa ekonomisini yerleştiriyorum" diyerek ortalığı kırıp geçirmesinden
kaynaklanan bir farklılığı, kendine özgü bir siyaset anlayışı vardı. Dünyaya
Ankara'dan çok Washington'dan baktığı söylenebilirdi. Onun bu yaklaşımı
kimilerince "vizyon sahibi adam" diye övülse de seveninden çok
sevmeyeni
olduğu da muhakkaktı.

Türkiye'nin 8. Cumhurbaşkanı Irak'ın Kuveyt'i işgal etmesiyle patlak veren


Körfez krizini heyecanla karşıladı. Nihayet sahip olduğu "vizyon"u
kanıtlayabileceği ve kendisini uluslararası arenada sergileyebileceği bir
fırsat
ayağına gelmişti. Karar verdiğinde gözü kara bir şekilde giderdi ve yine
öyle
yaptı. Derhal krizi yöneten uluslararası politik kişiliklerden biri havasına
girerken Türkiye'ye söz verdi: "Bir koyup, üç alacağız. Bu işten çok karlı
çıkacağız. 21. Asır Türk Asrı' olacak."

İran'la sekiz yıl süren bir savaştan daha yeni çıkan Saddam Hüseyin
liderliğindeki Irak l Ağustos 1990'da güney komşusu Kuveyt'i işgal ve ilhak
ederek bu ülkeyi "18. Vilayeti" ilan etmişti. Osmanlı İmparatorluğunun
yüzlerce
yıl egemenliğinde kalmış bu bölgede Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra
devletler
kurulurken İngiltere'nin oynadığı rol ve bu coğrafyada nasıl cetvel
kullanarak
sınırlar çizildiği biliniyordu. Dolayısıyla bu bölgedeki devletler ve rejimler
üzerine çok şey söylenebilirdi, ama yine de sonuçta Irak gibi bir ülkeye
sınırlarla
böyle oynamasına ve kendi istediği gibi düzenlemesine izin vermezlerdi.
Nitekim "dünyanın patronu" ABD derhal tepki gösterecek ve Irak'ın
çekilmesini
isteyecekti. Daha önceki gelişmelerle ABD'den bu konuda "yeşil ışık"
yandığını
düşünen Irak hiç oralı olmayınca savaş hazırlıklarına başlayan ABD bir
yandan
da Birleşmiş Milletleri harekete geçirdi. BM Güvenlik Konseyi aldığı 660
sayılı
kararla Irak'a çekilmek için 15 Ocak 1991'e kadar süre tanıdı.
Aynı anda aldığı 661 sayılı kararla ise Irak'a askeri, ekonomik ve ticari
ambargo
uygulanmasını istedi. Daha sonra Özal bu ambargo kararını kendi eseri
olarak
sunacak, "Ambargoyu önce biz başlattık, biz olmasak ambargo
uygulanamazdı"
diye övünecekti ama Türkiye ekonomik olarak en büyük zarara tam da bu
ambargo sayesinde uğrayacaktı.

Irak'ın verilen süre içinde Kuveyt'ten çekilmeye niyeti yokken ve dünya


adım
adım savaşa doğru giderken Türkiye'nin "vizyon sahibi" Cumhurbaşkanı da
Ankara'da bütün ipleri eline almış, Türkiye'yi kafasına göre yönetiyor ve
çıkacak
savaşa katılmanın koşullarını oluşturuyordu. Çankaya'ya çıkarken ANAP'ı
ve
hükümeti emanet ettiği Başbakan Yıldırım Akbulut'u zaten pek kimsenin
ciddiye
aldığı söylenemezdi.

Hakkında üretilen fıkralar nedeniyle "milletin yüzünü güldüren tek


başbakan"
diye dalga geçilen Akbulut, Özal'ın emrindeydi. Ancak hükümetin bazı
bakanlarından ve özellikle ordudan Özal'ın savaşa girme, ABD Irak'a
güneyden
saldırınca kuzeyden de ikinci bir cephe açma politikalarına karşı ciddi bir
direniş
vardı.

Özal, bölgeyi Türkiye'nin hegemonya alanı olarak görüyor, ABD


liderliğindeki
güçlerin Irak'ı kesin olarak yenilgiye uğratacağına ve Saddam'ın Irak'ın
başından uzaklaşacağına inanıyordu. Savaş sonrasında bölge yeniden
düzenlenirken "galip devletler arasında masaya oturmak"tan söz ediyordu.
Musul ve Kerkük konusundaki tarihi iddiaların yeniden canlandırıldığı ve
bölgedeki petrole el koyma iştahının kabardığı bu günlerde Irak Kürtlerinin
de
"hamisi" rolüne soyunan Özal'ın "emperyal bir vizyona" sahip olduğu
açıktı. "Bir
koyup, üç alacağız" derken dile getirdiği buydu.

Krize ilişkin politikalardaki bu farklılık ve Özal'ın tarzı Ekim ayında Dışişleri


Bakanı Ali Bozer ile Milli Savunma Bakanı Safa Giray'ın istifasını getirdi.
Bunların yerine Dışişleri'ne yine Özal'ın has adamlarından Ahmet Kurtcebe
Alptemoçin, Milli Savunma'ya da dayı oğlu Hüsnü Doğan getirildi.
Bakanların
istifaları Turgut Özal'ı pek etkilemeyecekti ama Aralık ayında esas bomba
patlayıverdi.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necip Torumtay Özal'la anlaşmazlığı


dolayısıyla 4 Aralık 1990'da istifa ediverdi. Özal'ın savaş yanlısı politikasını
asıl
frenleyen de ordunun en yüksek kademesinden gelen bu tepki olacaktı.
Torumtay'ın yerine Doğan Güreş gelecek ama artık Özal savaşa aktif olarak
katılma konusunda eskisi gibi ısrarlı olamayacaktı.

Özal'ın vizyonunu pek beğenenler daha sonraları "Genelkurmay, Dışişleri


ve
Milli Savunma çok bürokratik ve klasik" diye yakınacaklardı ama bu
tepkiler
Özal'ın Türkiye'yi bir maceraya sokmasını da engelleyecekti.

Sonuçta 15 Ocak 1991 tarihinde BM'nin verdiği süre dolduğunda Irak


Kuveyt'ten
çekilmeyecek ve son anda Fransa'nın önerdiği barış planını kabul etmeyen
ABD
ve İngiltere savaşı başlatacaktı. ABD Başkanı George Bush "Kuveyt'in
kurtuluşu
başladı" derken ve "Bir galon petrol için değil yeni bir dünya düzeni için
savaşıyoruz" diye konuşurken, Saddam Hüseyin de "Savaşların anası
başladı"
diye meydan okuyordu.

16 Ocak'tan 15 Şubat'a kadar 30 gün boyunca Irak havadan ağır bir


bombardımana tabi tutularak dize getirilmeye çalışıldı. İlk gün Irak'a
uçaklar 18
milyon kilo bomba atmıştı. Komşu halkın üzerine bombalar yağarken
Sabah
gazetesinin başyazarı Güngör Mengi'nin İslam peygamberi Muhammed'in
şu
sözlerini hatırlatarak, Saddam'la dalga geçmesi unutulur gibi değildi: "Sen
yerdekilere acı ki, gökte olan da sana acısın!"

Oysa Bağdat'ı bombalamaya giden Hıristiyan pilotların ve komutanlarının


hiç
acıması yoktu. Atacakları bombaların üzerine "To Saddam with love"
(Saddam'a
Sevgilerle) diye yazdıkları, kalp işareti yaptıkları bu korkunç hava
akınlarında
Irak halkı büyük kayıplar verecekti.

15 Şubat 1991'de Irak Devrim Komuta Konseyi bölgedeki müttefik


kuvvetler
çekilir ve Kuveyt'te serbest seçim yapılırsa çekilebileceğini açıkladı.
Sovyetler
Birliği bu doğrultuda bir barış planı hazırladı ama ABD yine reddetti ve bu
kez
çekilmesi için 24 Şubat'a kadar Irak'a süre verdi. Sürenin bitiminde bu kez
kara
savaşı başlayacaktı.

Nitekim Irak yine çekilmedi ve bu kez 24 Şubat'ta başlayan kara savaşı,


"Çöl
Fırtınası" ancak 100 saat sürecekti. 26 Şubat günü Irak resmi
açıklamasında
şöyle deniyordu: "Kahraman ordumuz bugün Kuveyt'ten çekilmeye başladı,
çekilme bugün tamamlanacak." 28 Şubat günü bir basın
toplantısı düzenleyen ABD Başkanı George Bush, "Irak teslim oldu, Kuveyt
kurtuldu" diyerek zaferini ilan edecekti. Bu arada böylesi bir savaşla ilk
adımları
atılan "yeni dünya düzeni"nin ne olduğu konusunda da herkes bir fikir
sahibi
olmuştu.

Bütün bu gelişmeleri yakından takip eden ve TBMM'den savaşa girme


yetkisi
alan Özal, İncirlik üssünden kalkan uçakların Irak'ı bombalamasına izin
verdi
ama bir kara savaşma girişilmesi mümkün olmayacaktı. Çarpışmaların
sürdüğü
günlerde yaşanan savaş korkusu ve Irak sınırındaki kentlerden yüz binlerce
kişinin Türkiye'nin batısına göç etmesinin ötesinde Türkiye asıl zararı
ambargo
nedeniyle görecekti.

Irak'la ticarete dayanan bölge ekonomisinin çökmesi ülkenin tümünü


olumsuz
etkilerken, Yumurtalık petrol boru hattı da dahil olmak üzere, Irak'la
ortaklaşa
sahip olunan tesisler yıllarca çalışmayacaktı. Ama asıl önemli olan Irak'la
yapılan çok yönlü ticaretin tümüyle durması ve Irak'ın dünya ile ticaretini
büyük
ölçüde Türkiye üzerinden sağlıyor olması nedeniyle bu gelirden Türk
ekonomisinin mahrum kalmasıydı. Ürdün ambargoya katılmamış ve Irak da
bütün ticaretini Ürdün üzerinden gerçekleştirmeye yönelmişti. Ürdün'ün bu
işten milyarlarca dolar kazandığı belirtiliyordu.

Savaşın sonucunda Saddam Irak'ın başında kalmaya devam edecek ve


aradan
geçen yıllara rağmen bu konumunu sürdürecekti. Öyle ki, 10 yıl sonra ABD
Başkanlığına George Bush'un oğlu George W. Bush gelecek ve neredeyse
ilk işi
babasının intikamını alır gibi Irak'ın yeniden bombalanması olacaktı ama
Saddam da Bağdat'ta oturmaya devam edecekti.

"Vizyon sahibi" Turgut Özal ise savaştan iki yıl sonra, Nisan 1993'te ani bir
kalp
krizi ile ölecek ve "Ne büyük adamdı" diye arkasından hayli ağlayan
olacaktı.
Rahmetli "büyük adam", "vizyon sahibi adam", "hesap adamı" idi, "Bir
koyup, üç
alacağız" demişti, ama 10 yıl sonra iktisatçıların yaptığı hesaba göre,
Türkiye'nin
ambargo nedeniyle ekonomik kaybı 40 milyar doları bulmuştu.

Ama yine de 10 yıl sonraki tabloda fiyasko olarak işaret edilmesi gereken
şeyin
hepsi bundan ibaret değildi. 10 yıl sonraki tabloda şu iki olgu daha
sırıtıyordu;
bir yandan Türkiye artık Özal'ın "emperyal vizyonu"nu büyük ölçüde
benimsemiş
ve bölgesel hegemonya peşinde koşmaya başlamıştı.

Öte yandan da Bağdat'a Türk heyetlerini taşıyan uçakların biri inip, diğeri
kalkarken Türkiye Irak'a hala uygulanmakta olan ambargoyu nereden nasıl
delerim diye uğraşıyordu!

You might also like