You are on page 1of 6

GENERAL KIŞ 90 BİN ASKERİ TELEF ETTİ

'Kuvve-i Külliye Mahvoldu'


Aralık 1914, Sarıkamış

Yirminci yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliği dağıldığında Türkiye


Cumhuriyeti'nin önde gelen simaları "Adriyatik'ten Çin denizine
kadar bir Türk
Dünyası"nın doğduğundan sıkça söz etmeye başlamışlardı. Bu
kadar geniş bir
coğrafyada etkin bir güç olmak, bir hegemonya sağlamak
düşüncesi hemen
herkesi heyecanlandıran bir hülya idi. Daha sonra bunun hiç de
kolay bir iş
olmadığı görülecekti.

Ama aynı hülyayı yüzyılın başında daha büyük bir inançla görenler
de vardı ve
çökmekte olan Osmanlı İmparatorluğunu böylesine bir coğrafyaya
yayılan bir
Türk-İslam İmparatorluğu olarak yeniden ihya etme hayaliyle
yanıp
tutuşuyorlardı. Hiç kuşkusuz bunların başında İttihat ve
Terakki'nin askeri
lideri Enver Paşa geliyordu ve hayallerinin bedelini de Türkistan'da
can vererek
ödeyecekti.

Balkanlar'dan Kafkasya ve Türkistan'a uzanan bir imparatorluk


kurma
hayalinin nasıl bir fiyaskoyla sonuçlanabileceğinin ilk işareti
aslında Aralık
1914'te Sarıkamış'ta ortaya çıkmıştı. Ama Osmanlı
İmparatorluğunun 34
yaşındaki Başkumandan Vekili Enver Paşa'nın bunu kavraması
mümkün
değildi.

Enver Paşa ve ordunun başına geçmiş genç subaylar açısından


Almanlarla ittifak halinde girilen Birinci Dünya Savaşı işte bu
hayallerin gerçek olması açısından büyük bir tarihsel fırsat olarak
algılandı. Savaşın kazanılması çökmekte, dağılmakta olan Osmanlı
İmparatorluğunu kurtarmakla kalmayacak çok daha geniş bir
coğrafyada, çok daha büyük bir Türk-İslam devleti doğacaktı. Oysa
bu savaş, aralarında Osmanlı devletinin de olduğu bazı devletlerin
topraklarının paylaşılması için çıkmıştı ve öyle de sonuçlanacaktı.

29 Ekim 1914'de iki Alman savaş gemisi Yavuz ve Midilli adını


alarak
Karadeniz'deki Rus limanlarına saldırınca Osmanlı devleti hem
Birinci Dünya
Savaşı'na fiilen girmiş, hem de Rusya ile savaşa başlamış
oluyordu. Ruslar
Karadeniz filosuna saldırıya yanıt vermekte hiç gecikmediler. 1
Kasım'da
Kafkasya'daki Rus ordusu Türk sınırını aşarak Erzurum'a doğru
saldırıya geçti.
İşte Enver Paşa açısından da beklediği tarihsel fırsat ayağına
gelmişti. Karşı
saldırıya geçerek Rus ordusu imha edilecek ve ardından hızla
ilerlenerek Orta
Asya'ya doğru gidilecekti. Bu arada Enver Paşa'nın yeğeni Halil
Paşa da
İstanbul'dan yola çıkıp, iyi eğitilmiş ve donatılmış bir tümenle
İran'a girecek,
Tahran ve Tebriz'i zapt ettikten sonra Azerbaycan'a doğru
ilerleyecek, karşısına
çıkan orduları her defasında yenilgiye uğratarak, bir diğer koldan
yine
Türkistan'a doğru yoluna devam edecekti. Büyük İskender'i
kıskandıracak bu
muhteşem askeri sefer için de hemen hazırlıklara başlandı.

Ancak bu muhteşem zaferlerin kazanılmasından önce halledilmesi


gereken ufak
bir iş, kazanılması gereken mütevazı bir zafer vardı! Erzurum'a
doğru saldırıya
geçen Rus ordusunun durdurulması ve imha edilmesi gerekiyordu.
Öncelikle bu
iş başarılmadan Turan hayallerinin gerçekleşmesi mümkün değildi.
Nitekim
Enver Paşa da bunun farkındaydı ve kendisini bütünüyle bu işe
verdi.
Sarıkamış üzerinden saldırıya geçen Rus ordusunun karşısında
Türklerin III.
Ordusu bulunuyordu ve bu ordunun savaş planları saldırıdan çok
savunma
ağırlıklıydı. IX., X. ve XI. kolordulardan ve Kürt aşiretlerinin
Hamidiye
alaylarının kalıntıları durumundaki bir tümenden oluşan III.
Ordunun komutanı
Hasan İzzet Paşa geri çekilip Erzurum müstahkem mevkilerinde bir
savunma
savaşı verilmesi gerektiği düşüncesindeydi.

Nitekim birliklerine bu doğrultuda emirler verip, buna göre


hazırlığa girişti.
Bölgede kış mevsimi olanca şiddetiyle sürüyordu ve bu koşullarda
Rus
ordusunun saldırısının da çok etkili bir şekilde gelişmesi kolay
değildi. Bir
savunma savaşına girişildiğinde "General Kış" Türk ordusunun
yanında yer
alacaktı. Erzurum'da, cephedeki Hasan İzzet Paşa böyle
düşünüyordu ama
Harbiye'den öğrencisi olan Başkumandan Vekili Enver Paşa
İstanbul'da çok
farklı düşünüyordu.

Enver Paşa'nın Turan hayallerinin ve hırsının yanı sıra Almanlar da


savaş
halinde oldukları Ruslara karşı güneyden, Kafkasya'dan etkili bir
savaşın
açılması için Harbiye Nezareti üzerinde baskı yapıyordu. Bu
cephede ne kadar
şiddetli bir savaş cereyan ederse Ruslar da batıdan, Avrupa'daki
kuvvetlerinden
buraya güç kaydırmak zorunda kalacaklardı. Onun için zaten
Osmanlı ordusunu
yönetmekte olan Alman subaylar ve Alman Genelkurmayı Enver
Paşa'yı
destekliyor, Kafkasya'ya saldırıyı kışkırtıyordu.

İşte bu koşullarda Enver Paşa İstanbul'dan Erzurum'a emirler


yağdırıyor, Hasan
İzzet Paşa'yı savunma değil saldırı ağırlıklı bir savaş vermeye
zorluyordu.
Erzurum civarındaki iki kolorduya ilaveten Samsun'da bulunan X.
Kolordu da
cepheye sevk edildi. Böylece toplam mevcudu 150 bin askere
ulaşan III. ordunun
muharip asker sayısı da 100 bine yaklaşmıştı.

İstanbul'da yapılan planlara göre bir "çevirme-kuşatma-imha


hareketi"
gerçekleştirilecek ve ardından ileri yürüyüşe geçilecekti. Bu emir
ve zorlamalar
sonucunda Türk ordusu 27 Kasımda karşı saldırıya geçti. Rus
ordusunun
bulunduğu mevkiinin adı dolayısıyla Birinci Köprüköy Muharebesi
denilen bu
saldırıya bütün kuvvetler katılmadı ve Türk ordusu başarılı
olamadı. Tam
tersine Rus ordusu bir miktar daha ilerleme olanağı buldu.

Bunun üzerine ordu kurmay başkanı Alman Guze'nin de ısrarıyla


cephede ikinci
bir saldırı planlandı ve bu kez mevcut bütün birliklerin savaşa
girmesine karar
verildi. Aslında geri çekilme yanlısı olan ordu komutanı Hasan
İzzet Paşa bu
ikinci saldırıda elde edilecek bir başarının sağlayacağı moralle geri
çekilmenin
daha uygun olacağına ikna edildi. İkinci Köprüköy Muharebesi adı
verilen bu
ikinci saldırıda da aslında ciddi bir başarı kazanılamadı, ama bu
kez Rus ordusu
biraz geri çekilmek zorunda kaldı.

İki taraf da ağır kayıplar vermişti ama İstanbul'da Enver Paşa bu


ikinci saldırıyı
bir zafer gibi ele aldı ve kendi düşünce ve planlarının
doğrulanması olarak gördü.
Oysa ağır kış şartlan askeri çok zorluyor ve ordu yavaş yavaş
eriyordu. Ordu
komutanı Hasan İzzet Paşa bu durumu görüyor ama İstanbul'a
dert
anlatamıyordu.

Enver Paşa da İstanbul'da tedirgin ve öfkeliydi. Cephede işlerin


tam olarak
kendi istediği gibi gitmediğine, ordunun iyi yönetilmediğine
inanıyordu. Bunun
üzerine İstanbul'da Genelkurmay İkinci Reisi Miralay İsmail Hakkı
Beyi
Karadeniz üzerinden Erzurum'a, cepheye gönderen Enver Paşa
onun vereceği
rapor çerçevesinde hareket etmeye karar verdi.

Enver Paşa ile aynı hayaller peşinde olan İsmail Hakkı Bey tabii ki
Enver
Paşa'nın duymak istediklerini söyleyen bir rapor gönderince Enver
Paşa da
karargahıyla birlikte 6 Aralık 1914'de İstanbul'dan yola çıktı. Önce
Trabzon'a
ardından Erzurum'a ulaştı. Başkumandan Vekili ile beraber Alman
subayları,
Genelkurmay Başkanı Bronzar von Shellandorf ve Harekat Şubesi
Başkanı
Albay Feldman da Erzurum'a geldiler.
Enver Paşa, ordu komutanı Hasan İzzet Paşa'ya "Hatalı hareket
ettiniz, Rus
ordusunu şimdiye kadar imha etmeliydiniz"

deyince, ummadığı bir yanıt aldı. Bölgeyi iyi bilen ve askeri


tanıyan Hasan İzzet
Paşa "Kış bastırmış durumda, bu koşullarda karşı saldırı iyi sonuç
vermez. Bu
konuda ısrar etmekle yanlış yapıyorsunuz. Kış şiddetini
kaybettikten sonra
saldırıya geçmemiz lazım" dedi. Hiddetlenen Enver Paşa "Eğer
hocam
olmasaydınız sizi idam ettirirdim" diyerek Hasan İzzet Paşa ile
diğer bazı
komutanları görevden aldı ve kendisi de doğrudan ordunun
komutasını üstlendi.
Ve hemen ardından da yeni ve büyük bir saldırıya geçildi. İsmail
Hakkı Bey ve
İhsan Paşa'nın komutasındaki iki kolordu Rus ordusunu
Sarıkamış'ta kuşatacak
ve yok edecekti.

Sıfırın altında 25 derece soğukta ve bir buçuk metreyi aşan karla


kaplı dağlık
arazide yürütülen saldırıda Rus ordusundan çok "General Kış"ın
etkili olması
kaçınılmazdı. Ruslar her şeye rağmen bölgenin koşullarına alışık
ve daha
donanımlıydılar. Oysa bu saldırıya büyük önem veren Enver Paşa,
güneyden
sıcak bölgelerden bile buraya asker getirmişti ve bu ağır kış
şartlarına hiçbir
şekilde alışık olmayan ve uyum sağlayamayacak durumda olan
birliklerin
erimesi için Ruslarla karşı karşıya gelmeleri gerekmiyordu.

2500-3000 metreye ulaşan Allahü Ekber Dağlarında soğuktan,


açlıktan kırılıp
gittiler. Enver Paşa'nın karargahı dahil olmak üzere pek çok
komutan ve birlik
yollarını kaybediyor, birbiriyle haberleşemiyor ve karların içinde
donuyordu.
Hatta bu kargaşada iki Türk tümeni saatlerce birbiriyle çarpışmaya
bile girdi.
Narman'ın ilerisinde 31. ve 32. Tümenler 4 saat boyunca
birbirleriyle savaştılar
ve 2 bin kadar Türk askeri de bu çarpışmada can verdi.

Savaşın dördüncü günü iyice yıpranmış, erimiş birliklere bir de


gece yürüyüş
emri veren Enver Paşa hala zafer kazanacağını hayal ediyordu.
Oysa 90 bin
askerle başlayan saldırıda zaten birliklerin neredeyse yarısı
erimişti. Tipi ve
fırtına altında şaşkın, yolunu bile bulamayan birliklere Ruslar
ummadıkları
noktalarda saldırılar düzenliyordu.
Örneğin 29 Aralık'ta 17. Tümenin sayısı 300 kişiye, IX. Kolordunun
sayısı ise
1500 kişiye kadar düşmüştü. Enver Paşa ise hala yayımladığı
emirlerde
düşmanın dağılmak üzere ve zaferin yakın olduğundan söz
ediyordu. 3 Ocak
günü Rus ordusu tam anlamıyla karşı saldırıya geçti. Türk
birliklerinin
tutunacak, dayanacak mecali yoktu. 10 gün kadar süren Sarıkamış
Muharebesi
sonucunda 90 bin kişilik ordudan geriye birkaç bin kişi ancak
kalmıştı.
8 Ocak günü her şeyin bittiğini kabul eden Enver Paşa İstanbul'a
dönmeye karar
verdi. Ordunun komutasını Tuğgeneral yaptığı İsmail Hakkı'ya
devrederek 11
Ocakta İstanbul'a doğru yola çıktı. İran ve Azerbaycan üzerine
yapacağı
muhteşem sefer için yola çıkarak o sıralarda Urfa'ya gelmiş olan
yeğeni Halil
Paşa'nın da hevesi kursağında kalmıştı. Sarıkamış faciasından
sonra bu seferden
de vazgeçildi. Yeğenini Urfa'dan yanına çağıran Enver Paşa
Ulukışla'da
buluşarak İstanbul'a birlikte dönmelerini uygun görüyordu. Çünkü
bu yenilginin
sonuçlarının ne olacağını tam kestiremiyor, Başkumandanlık
makamının
tehlikeye girebileceğini düşünüyordu. Yanında güvenilir birileri
olmalıydı.
Ulukışla tren istasyonunda karşılaştıklarında şaşkın ve üzgündü.
İlk sözü,
"Kuvve-i külliye mahvoldu" olacaktı, yani bütün kuvvetler
tükenmişti.
Ama aslında bu henüz bir başlangıçtı, çünkü daha sonra bütün bir
memleket
mahvolacak, Enver Paşa ve arkadaşları da bir Alman denizaltısıyla
memleketi
terk etmek zorunda kalacaklardı!

You might also like