You are on page 1of 4

ALTIN YUMURTLAYAN TAVUĞU KESERSEN

Tımar Sisteminin Tasfiyesi


16. Yüzyıl Sonları, Anadolu

16. Yüzyıl, yani Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman


dönemi,
Osmanlı İmparatorluğunun en parlak devri olarak kabul edilir. Ama
her çıkışın
bir inişi vardır ve zirve aynı zamanda inişin de başladığı en yüksek
noktadır.
Nitekim 'Muhteşem Süleyman'ın son zamanları ve ardından
gelenlerle birlikte
Osmanlı da inişe geçmeye başlayacaktır. Bu durumun ise çeşitli ve
dış nedenleri
vardır. İnişe geçiş, hem uluslararası, hem de yerel koşullara bağlı
olarak ortaya
çıkan gelişmelerin ürünü olan nesnel bir süreçtir.
Her şeyden önce Osmanlı İmparatorluğunu çağdaşları karşısında
üstün kılan iki
özelliği vardır; birincisi, Yeniçeri Ocağı olarak bilinen düzenli,
profesyonel bir
orduya sahip olmasıdır. 16. Yüzyıla kadar Avrupa'daki hiçbir devlet
böylesi
büyük, eğitimli ve iyi örgütlenmiş bir orduya sahip değildir.
İkincisi ise tımara
dayanan topraktaki mülkiyet sistemi hem toplumsal üretimin
geliştirilmesinde
ve paylaşılmasında, hem de iç güvenliğin sağlanmasının yanı sıra
toplumun
bütün kaynaklarının askeri örgütlenmeye sevk edilmesinde çok
işlevseldir.
Toprakta özel mülkiyetin olmadığı bu sistem askeri yararlılığı
kışkırtan ve
ülkenin en ücra kesimlerine kadar ulaşan bir asker
besleme/toplama
mekanizması olarak son derece dinamiktir. Tımarlı sipahi adını
taşıyan bu
ordunun Anadolu'da 100 bin civarında, Rumeli'de ise 75 bine yakın
asker
çıkardığı bilinmektedir.

16. Yüzyılın ikinci yarısında bu iki kurumsal yapıda da sorunlar


ortaya çıkmaya
başlayacaktır.

Üç kıtada 24 milyon kilometre kareye yayılırken doğal


genişlemesinin de
sınırlarına varan imparatorluk Doğu'ya doğru İran engeliyle karşı
karşıyadır.
İran'ı fethederek Hindistan'a doğru ilerlemesi mümkün değildir.
Güneyde gerek
Arabistan, gerekse de Kuzey Afrika'daki sınırlar çöllerle
kesilmektedir. Batıda,
Avrupa'da ise güçlü Avusturya İmparatorluğu ile yüz yüzedir.

Viyana alınarak Orta Avrupa'dan Batıya doğru ilerlemeye teşebbüs


edilmiş
ancak başarılamamıştır. Zaten artık Batı Avrupa'da gelişmekte
olan ticari
kapitalizm karşısında, "basit yeniden üretim"e dayalı Osmanlı
sisteminin
"genişletilmiş yeniden üretim" sürecine girmekte olan Avrupa
karşısında
üstünlük sağlaması mümkün değildir. Dolayısıyla bu koşullar
önemli ölçüde "dış
haraca", fetihlere dayanan Osmanlı sistemini zora sokmaktadır.

Öte yandan Amerika'nın keşfi ile birlikte bu kıtadan Avrupa'ya


aktarılmakta
olan altın ve gümüş bir "fiyat devrimi"ne yol açmış ve Avrupa'da
ciddi bir
enflasyon ortaya çıkmıştır. Yapılan araştırmalara göre 1521 ile
1660 yılları
arasında Amerika'dan İspanya'ya 18 bin ton gümüş ve 200 ton
altın geldiği
sanılmaktadır. Avrupa'da dolaşıma giren bu altın ve gümüş madeni
paranın
değerini düşürmüş, fiyatların o zamana kadar görülmedik ölçüde
artmasında
önemli bir etken olmuştur.

Örneğin İngiltere'de daha önceki 150 yılda fiyatlar ancak yüzde 2


civarında
artarken 1500-1600 arasında tam beş kat artmıştır. Hammadde
ihtiyacı içinde
olan Avrupa Osmanlı ülkesinden yüksek fiyatla hammadde talep
etmekte,
kaçakçılık çok yaygınlaşmakta ve sonuçta iç tüketime sunulan
ürün miktarı
azalmakta, fiyatları artmaktadır.

Denizlerde yapılan keşifler ve uzun yola dayanıklı sağlam


gemilerin yapımı da
uluslararası ticaret yollarını değiştirmiş, bu alandaki Osmanlı
egemenliğini
sınırlandırırken gelir kaynaklarını da daraltmıştır.

İşte tüm bunların sonucunda iç ve dış haraca, başka ülkelerde


üretilen
zenginliklere fetihler yoluyla el konulmasına ve ülke içindeki
sosyal artığın
yönetici egemenler tarafından gasp edilmesine dayanan
imparatorluk
çatırdamaya başlayacaktır. Ülke içinde "Celali Ayaklanmaları" adı
verilen
isyanlar patlak vermeye başlarken fethedilen uzak bölgeler ise
artık bir gelir
kaynağı olmaktan çok gider kaynağı haline gelecektir.

Çünkü sömürgeci bir anlayışa sahip olmayan Osmanlı eliti sadece


merkezi imar
ve inşa etmekle yetinmemiştir. Fethedilen yerleri sadece silah
gücüyle değil, aynı
zamanda bir tür toplumsal rızayı veya gönüllü boyun eğmeyi
üreten ekonomik ve
toplumsal yatırımlar aracılığıyla da elde tutmaya yönelik bir
yönetim modeli
geliştirmiştir.

Devletin yıllık gelirlerinin neredeyse üçte bire indiğini gören


Osmanlı egemenleri
çare aramaya başlayacak ve sonunda bulacaklardır da; altın
yumurtlayan
tavuğu kesmeye karar vereceklerdir. Yani devletin ve toplumsal
sistemin
temelini oluşturan tımar sistemi kısa vadede daha fazla gelir
getirmek amacıyla
tasfiye edilecektir. Dış haracın artırılmasının yolu yeni fetihlerdir
ama gelinen
noktada birçok nedenden dolayı bu da olanaksız olduğu için
çözüm iç haracın
artırılmasında görülecek ve tımar sistemi bir nevi "özelleştirilerek"
gelirler
artırılmaya çalışılacaktır. Ancak bu yönelim aslında Osmanlı'nın
bindiği dalı
kesmesinden başka bir şey değildir.

Tımar sisteminin özelleştirilerek adım adım tasfiyesi mültezimler


aracılığıyla
olacaktır. Devletin kamu gelirlerinin ya da topladığı verginin özel
kişilere kiraya
verilmesi denebilecek bu sistem için önce ifraz uygulaması
devreye sokulacaktır.
Örneğin bir tımarın defterde kayıtlı görünen yıllık geliri 50 bin
akçe ise ve tımar
sahibi bu miktar üzerinden devlete vergisini ödüyorsa
İstanbul'dan yollanan
görevliler yerinde inceleme yaparak tımarın yıllık gelirinin 50 bin
akçeden daha
fazla olduğunu, örneğin 75 bin akçe olduğunu belirliyor ve böylece
aradaki fark
sipahiden tahsil ediliyordu. Bu arada tımar da parçalanarak, üçte
biri sipahinin
elinden alınıyor ve iltizama, yani bir nevi kiraya veriliyordu.

Mültezim adı verilen kişi tımarın yıllık geliri üzerinden vergisini


devlete peşin
olarak ödüyor daha sonra bunu köylülerden topluyordu, tabii
mümkün
olduğunca çok daha fazlasını almaya çalışıyor ve köylüleri
soyuyordu.
Başlangıçta belli sınırlarda uygulanmaya başlayan bu iltizam
sistemi giderek
yaygınlaştı. Zamanla vakıf gelirleri, gümrükler, madenler, cizye
gelirleri de
iltizam konusu oldu. Devlet, tımar sahipleri ve onların köylülerle
olan
sorunlarıyla uğraşmaz olmuş, peşin olarak topladığı geliri
kullanırken köylüyü
insafsız mültezimlerin eline terk etmişti.

Topraktaki vergi gelirinin memurdan, askerden alınıp zenginlere


satılması
Osmanlı toplumsal düzenini çökertirken tımarlı sipahinin askeri
örgütlenmesini
de tasfiye eden bu uygulama kısa vadede iyi bir fikir gibi
görünüyordu, ama uzun
vadede Osmanlı kendi ipini çekmiş oluyordu!

You might also like