You are on page 1of 4

PADİŞAH DA OLSAN OKUMA YAZMA BİLMEK

TEHLİKELİDİR!
Yıldırım Bayezid'dan Timur'a Mektuplar
1402, Ankara
Okuma yazma bilmek her zaman işe yaramayabilir, hatta padişah
bile olsa
bazen insanın başını derde sokup, hayatına bile mal olabilir!
Nitekim okuma
yazma bilen ilk Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezid'ın Timur'a
yazdığı hakaret
mektupları nedeniyle canından olduğu tarihsel rivayetlerden
biridir.
Yıldırım Bayezid ilklerin adamıdır; ilk okuma yazma bilen padişah
olmasının
yanı sıra kardeş kanı döken, savaşta esir düşerek can veren ve
İstanbul'u
kuşatan ilk Osmanlı padişahıdır.

Babası I. Murad, Kosova'da Haçlılara karşı kazandığı zaferden


sonra savaş
meydanında hançerlenerek öldürülünce Sadrazam Çandarlı Ali
Paşa'nın
yardımıyla kardeşi Yakub Çelebi'yi boğduran Yıldırım 28 Ağustos
1389'da
padişahlığını ilan etti. Gerçekten de kısa sürede Rumeli'deki
Osmanlı
topraklarını Macaristan'a kadar genişletti, Anadolu'daki
beyliklerin de bir
çoğuna son vererek egemenliğini Fırat'a kadar ulaştırdı. Böylece
babasından
devraldığı toprakları üç misline çıkartırken Osmanlı'yı üçte ikisi
Anadolu'da,
üçte biri de Rumeli'de büyük bir devlet haline getirdi.

1391'de İstanbul'u ilk kez kuşatan Yıldırım yedi ay süren


kuşatmadan sonra
Bizans İmparatoru II. Manuel'le bir anlaşma imzalayarak onu
haraca bağladı.
Ayrıca İstanbul'da bir Müslüman mahallesi kurulmasını, bu
mahalledeki bir
kilisenin camiye çevrilmesini ve kadı bulunmasını da kabul ettirdi.
Gerek Bizans'la yaptığı bu anlaşma, gerekse Rumeli'deki
genişlemesi sırasında
yürüttüğü incelikli politikalar ve gerekse de 1394'de Kahire'deki
Abbasi
halifesinden "Kayzer-i Rum" unvanını almayı düşünmesi Yıldırım'ın
diplomasinin dilinden oldukça iyi anladığını göstermektedir. Ama
yine de
Timur'a karşı dilini yeterince tutamamasının kurbanı oldu.
Başında bulunduğu devletin toprakları arasına sıkışmış bir kent
devleti
durumundaki İstanbul'u 1395'de ikinci kez kuşatan Yıldırım, bir
Haçlı ordusu
Bizans'a yardıma gelmek üzere yola çıkınca kuşatmayı kaldırarak
Rumeli'ye
geçti ve 25 Eylül 1396'da Niğbolu'da büyük bir zafer kazandı.
Zaferinin tadım
çıkarmak ve yenilene eziyet etmek için Yıldırım korkunç bir yol
bulmuştu; kellesi
vurulmak üzere belirlenen şövalyelerin içinden sadece ikisini
kurtarma hakkı
tanıdığı düşman ordusunun komutanının önünden binlerce esire
resmi geçit
yaptıracaktı.

Ve seçilen iki kişi dışında diğerlerinin hepsinin başları


gövdelerinden ayrılacaktı.
Yendiği ordunun komutanına böylesine korkunç bir davranışı
uygun görürken
bir gün kendisinin de yenilebileceği, savaşta esir düşebileceği
herhalde aklına
gelmemişti. Oysa en az kendisi kadar zalim olan başkaları da
vardı...
Ardından tekrar Anadolu'ya geçen Yıldırım doğuda Erzincan ve
Malatya'ya
kadar ilerleyince batıya doğru sefer yapmakta olan Timur'la karşı
karşıya
gelmek zorunda kaldı.

Bu arada Yıldırım'ın topraklarını elinden aldığı Anadolu beyleri


Timur'a
sığınırken, Timur'un gazabına uğramış Karakoyunlu Yusuf Bey ve
Celayir
Sultanı Ahmed de Yıldırım'a sığınmıştı.

Sivas'a kadar gelip ardından güneye inerek Suriye ve Bağdat'ı


fetheden Timur
Anadolu beyleri tarafından Osmanlılara karşı kışkırtılıyordu. Aynı
zamanda
kendisini İlhanlıların varisi saydığı için Anadolu üzerinde hak iddia
ediyordu.
Osmanlıların kendisine bağlanmasını ve ayrıca Yıldırım'a sığınan
Kara Yusuf ve
Ahmed'in kendisine teslim edilmesini isteyen Timur'a Yıldırım hiç
aldırmayarak,
bu taleplerin hepsini reddetti.

Rumeli ve Anadolu'da kazandığı zaferlerle başı dönen kibirli


Osmanlı padişahı
tam tersine Timur'a hakaret dolu mektuplar gönderip, onu
küçümsemekten de
geri kalmadı. Kendi adını yaldızlı ve büyük harflerle yazıp, egemen
olduğu
toprakları uzun uzun sıralarken Timur'un ismini küçücük yazarak
ona sıradan
bir hükümdar muamelesi yaptı. Bu arada, rivayete göre, bir gözü
kör olan
Yıldırım, bir ayağı topal olan Timur'a "Bu dünya bir körle bir
aksağa kaldıysa
vay bu dünyanın haline" diyerek ve meydan okumuştu.
Böylece kaçınılmaz savaş en sonunda geldi çattı; büyük bir
orduyla Anadolu'ya
giren Timur Sivas'ı yerle bir etti. Fethettiği şehirlerin ahalisini
öldürerek
binlerce kelleden piramitler yapmak adetiydi, Sivas'ta da aynısını
yaptı.
Ardından Ankara'ya yöneldi ve kaleyi kuşattı. Bu sırada Yıldırım da
Tokat
üzerinden Ankara'ya doğru ilerliyordu. Kuşatmayı kaldıran Timur
Çubuk
ovasında Osmanlı ordusunu karşıladı.

28 Temmuz 1402'de meydana gelen Ankara Savaşı tarihin gördüğü


en kanlı
meydan savaşlarından biri oldu. Bütün gün boyunca, tam 14 saat
süren
çarpışmaların başlangıcında Osmanlı ordusu daha üstün
görünüyordu.
Karatatarlar ve daha önce Timur'a sığınmış olan beylerin askerleri
de Osmanlı
ordusunu terk ederek karşı tarafa geçince savaşın kaderi de belli
oldu.
Osmanlılar ağır bir yenilgiye uğradı.

Yıldırım'ın oğulları ve Sadrazam Çandarlı Ali Paşa kuşatmayı


yararak kaçmayı
ve canlarını kurtarmayı başardılar. Padişah ise hava kararıncaya
kadar savaşı
sürdürerek karanlıktan yararlanıp kaçmayı denedi ama Timur'un
komutanlarından Çağatay Han tarafından yakalanarak esir edildi.
Yine rivayete göre savaşçılığı dolayısıyla Yıldırım'a saygılı
davranan Timur yenik
Osmanlı padişahından aynı şekilde karşılık görmedi. Tam tersine
hakaretlerine
devam eden ve diline egemen olamayan Yıldırım'ı en sonunda
ayakta
duramayacak kadar küçük bir kafesin içine kapatan Timur
Anadolu'da gittiği
her yere onu da götürdü. Ayrıca onu daha da aşağılamak için
savaş meydanında
Yıldırım'la birlikte yakalanan karısı Despina'yı da kendi sofrasında
hizmetçi
olarak kullandı.

Mağrur Yıldırım tüm bu hakaretlere ancak yedi ay dayanabildi ve


sonunda
kurtuluş için hiçbir umut kalmayınca kapatıldığı kafesin
demirlerine kafasını
vura vura 9 Mart 1403'de Akşehir'de intihar etti.

You might also like