You are on page 1of 7

1974 Kıbrıs Krizi Türkiye’nin ABD’yle ilişkilerini de etkiledi.

Etnik politikalar bu zamana


dek Washington’ın ilişkilerinde etkili olmamıştı ama Eylül 1975’te Başkan Kıbrıs
meselesinin çözümü üzerinde bir ilerleme kaydedildiğini gösterinceye kadar ABD
Kongresi’nde bulunan etkili bir Yunan lobisi Türkiye’ye askeri satış ve yardım yapılması
yasaklayan bir kararın kabul edilmesini sağlamıştı. Başkan Ford ve Dışişleri Bakanı
Henry Kissinger bu yasaklamaya karşı çıktılar ama karar 5 Şubat 1975’te yürürlüğe girdi.
Demirel hükümeti buna karşılık 1969 Savunma ve İşbirliği Anlaşması’nı askıya aldı ve
Temmuz’da Türkiye’deki NATO harici tüm ABD tesislerindeki faaliyetleri durdurdular.
Alınan bu karar ABD’nin Sovyet askeri hareketlerini Sovyetler Birilği’nin güney
bölgelerinde yapılacak olan füze ve yer altı nükleer testlerini engelleme kabiliyetini
kısıtlıyordu. Çünkü bu tedbirler Türk topraklarında yapılacak olan radar kullanımı ve
diğer faaliyetlere bağlıydı. Ambargo kararının en az Türkiye kadar ABD askeri
yeterliklerine de zarar verdiğini söylemek mümkün. Ford yönetiminin baskılarıyla Ekim
1975’te kongre ambargoyu ödenekler ve geciktirilmiş kredi satışlarıyla kasıtlı tutarak
kısmet kaldırmayı kabul etti.

*Geçen hafta bu harekat sırasında Türk ABD ilişkileri bağlamında ABD’nin Türkiye’ye
uyguladığı silah ambargosuna değiniyordum. Bu ambargoyla NATO’nun silahlarıyla bir
başka NATO ülkesine ya da bağlantısız bir ülkeye müdahale edemezsinizdi. Bu
ambargoya nedense kamuoyundan gelen tepki 1964’teki Johnson mektubuna gelen
tepki kadar yoğun olmamıştı. *Buna rağmen neden olmamıştır? Çünkü artık Türkiye
ABD dışında İtalya, Almanya gibi ülkelerden silah temin edecek duruma geldiğinden
dolayıdır ki çok fazla itiraz etmemiştir.
Bir süre sonra 1975’te bu yasaklamaya ilişkin o dönemde Ford yönetimi var, onun
Dışişleri Bakanı Henry Kissinger Türklere yakın politika izleyen birisidir İsrail’den dolayı
onun ambargoyu kaldırmak gibi girişimi oldu. Ford’un da girişimleri çok fazla sonuç
alamayacaktır ve kongreden ambargonun uygulama kararı sürdürülecektir. Bir süre
sonra Carter yönetimi geldiğinde Carter biliyorsunuz Demokrat Partilidir. Seçim
kampanyalarında bu ambargonun süreciğini söylemesine rağmen seçim sonrası Türkiye
ile olan ilişkilerin değişmesine bağlı olarak Carter da seçildikten sonra bu ambargonun
kaldırılması yönünde kongreye baskı yapacaktır.
*ABD’de o tarihte 54 bin Türk ABD’li yaşıyor olmasına karşın 1 milyon 250 bin kadar
Yunan ABD’li yaşıyordu.
Bu arada hem Yunan ABD’lilerden hem Türk ABD’lilerden daha fazla olan Ermeni
ABD’liler var. Ermeni ABD’lilerle Yunan ABD’liler sürekli ittifak halinde. Türkiye aleyhine
ittifak almalarını sağlayacaklardır. Tam bu ortamda 1978’e gelindiğinde ABD Kongresi,
Türkiye’nin o dönemde Sovyetler Birliği’ndeki gelişmelere, İran’daki gelişmeler bir süre
sonra başlayacaktır koşut olarak bu ambargo kararının kaldırılması yönünde karar
alacaklar.
*Bunun içinde en önemli faaliyetlerden biri 1969’da Savunma ve Ekonomik İşbirliği
Anlaşması yapmıştı Demirel hükümeti. Onu da neden yapmıştı, bu ABD üslerinin
özellikle İncirlik’in kullanılmasına İşçi Partililer Türkiye’nin bağımsızlığına aykırı diye
gösteriler yapmaya başlayınca az gelişmiş ülke solculuğu milliyetçi bir solculuktur.
Milliyetçi derken ırkçı anlamda değil ulusal çıkarları ön plana çıkaran bir milliyetçiliktir.
Burada Çetin Altan, bir milyon metrekarelik alanda Türkiye’nin bağımsızlığını kötüye
doğru götürüyor diye feryat edince 1969’da milliyetçiler de bu görüşe ABD üslerine
destek verince, o dönemde 68 kuşağı dediğimiz Deniz Gezmiş’ler’in hareketi de
başlayacak. 6. filoya hayır, ABD NATO görevlisinin arabasını Dolmabahçe’den atınca o
noktada Demirel hükümeti daha fazla direnemeyerek bu 1969’da yasayı çıkaracaktır.
1975’e gelindiğinde Demirel Hükümeti, benzer bir tepkiyle karşılaşınca 69’da çıkan bu
savunma ve işbirliği anlaşması (ABD’yle yapılan) tekrar yürürlüğe koyup, buradaki ABD
tesislerinde tekrar bir kısıtlamaya gidecektir.
*Ecevit’in tutumu ilginç. 1975’ten sonrası sıkça partiler değişecek herhangi bir parti tek
başına iktidara gelemeyecek azınlık hükümetleri kurulacak ya da koalisyon hükümetleri
kurulacaktır. İşte Ecevit’in 1974’te Erbakanla yaptığı bir koalisyon hükümeti vardı. Bir
süre sonra Erbakanla anlaşamamışlardı. İstifa edince arkasından Demirel hükümeti
kurulmuştu. Demirel 1975’te hükümete gelince bu yasayı tekrar yürürlüğe koyup birkaç
ABD üstünü daha kapattı. Hatta o dönemde ABD’de üs yok tesis var deyip 25 tane
büyük ABD üssünün 12 tanesini kullanılmaz hale getirilmişti.
*Bundan korkan Carter ve yönetimi de ödenekleri biraz keserek, uzatılmış kredileri
oyalayarak Türkiye’ye olan bu ambargoyu kırmayı 78’de ABD çıkarlarına zarar veriyor
diye kaldırdılar.
Burada işte o dönemde Ecevit’in de biraz rolü vardı. Kısa sürede hükümetler kuruluyor,
yıkılıyor.. O dönemde ise 3-4 aylık hükümetler oluyordu. Arada Ecevit iktidara geldiğinde
de Türkiye’nin artık savunmasını NATO kanalıyla yapmasının gereksiz olduğunu,
Türkiye’nin NATO’dan ayrılabileceğini Fransa ve Yunanistan gibi NATO’nun askeri
kanadından çıkabileceğini söylemeye başladığı bir döneme giriliyor. O dönemde Demirel
daha ABD yanlısı bir politika izliyor olmasına rağmen onun da söylemine baktığımızda
NATO’ya bire bir teslim olmuş NATO’nun çıkarlarını NATO içerisinde özellikle ABD
çıkarlarını öne çıkaran bir politikadan çok yavaş yavaş artık çok yönlü bir dış politika
izleyecek seçenekler içerisine girdiğini görüyoruz. *Bunları niye söylüyorum o dönemde
iç politikaya baktığımızda Demirelle Ecevit hançerle bıçak oynuyorlar ama dış politikaya
geldiklerinde aralarında büyük bir uçurum olmuyor.
Cumhuriyet tarihinde ilk kez muhalefet ve iktidar partisi arasında dış politika açısından
bu kadar görüş ayrılığının olduğu bir dönemdeyiz şuanda.
O kadar da fazla görülüyor ki Türkiye’nin dış politikası ABD tarafından belirleniyor.
Anayasamız ABD’ye götürülüyor, iç politikasına Avrupa Birliği karar veriyor. Herhangi bir
kamuoyu, basın, STK’ların tepkileriyle karşılaşınca bunlara AKP’nin yurtdışı temsilcileri
gibi AB’nin önde gelenlerinden tepki geliyor. Türkiye iç sorunlarla çok boğuşsa bile dışa
karşı kendini bütün olarak gösterme sürecinden çıkmış olarak görünüyor. O dönemde
ise darbeye doğru gidiliyor. Ecevitle Demirel arasında korkunç bir muhalefet var ona
rağmen dış politika konusunda tutarlılık gösteriyorlar. (Demirelin partisi daha ABD’ci
olmasına karşın)
*Burada Ecevit’in bu yeni dış politika anlayışı sadece NATO içinde savunmamızı
yapmamız gerekmez anlayışını üçüncü dünya ülkesi politikası olarak niteleyenler de var
o dönemde. Nedir üçüncü dünya ülkesi politikası, oysa Türkiye diğer AP’liler içinde birinci
dünyanın üyesiydi. Batı dünyasına 1. Dünya, doğu blokuna 2. dünya, onun dışında
kalanlara da 3. dünya ülkeleri deniyor. Ecevit’in ücüncü dünya politikası izlemesinde
şunu görüyoruz. Burada Ecevit kalkıp bunu NATO’dan ayrılalım biçiminde dillendirmiyor.
Diyor ki biz NATO içinde kalalım ama Romanya nasıl Varşova Paktı’nın içerisinde
tarafsız kalabiliyorsa biz de NATO içerisinde kalalım. NATO içerisinde ABD çıkarlarıyla
çok hareket etmemek ulusal çıkarlarımızı zedeliyor diyor.
*Ki bunu geçtiğimiz derste söyledim mi bilmiyorum, 1974’te dönemin Genelkurmay
başkanı Sancar, Ecevit’i çağırıp, “Burada bir tane istihbarat örgütü var, o istihbarat
örgütüne bir ödenek ayırır mısınız” diyor. Ecevit de, “Bu bir devlet kuruluşuysa zaten
devletten ödeneğini alıyordur, niye ödeyelim diyor. Genelkurmay Başkanı “ O devlet
kuruluşu değil” diyor. Ecevit “Nereye bağlı diye sorunca, “Onlar ABD’nin Balgat’taki
binasında çalışıyorlar” diyor. Onun üzerine Ecevit bir açıklama yapmıştı. Kontgerilla var
diye.
*İşte onlar kim çıktı, 1980 askeri darbesini hazırlayan işte 1977 mitinginde sular
idaresinin üzerinden ateş açıp 34 kişiyi öldürenler onların içinden çıktı. Türkiye’de
solcuları franksiyonlara ayırıp birbirlerine kırdıran ABD’li ajanlar çıktı. İşin tuhaf yanı
Genelkurmay başkanı’nın bilgisi dahilinde bunların faaliyet gösteriyor olmasıydı.
*Ecevit bunları kamuoyuna açıkladıktan sonra Demirel başbakanken Ecevit’e bir bilgi
uçtu. Ecevit o dönemde İzmir ya da İstanbul’da bir miting düzenleyecektir. Demirel, “Ben
başbakan olarak senin can güvenliğini sağlayamam o mitinge gitme sana suikast
yapacaklar” dedi. Ona rağmen Ecevit mitingini yapmıştı. Ecevit’i öldürmeyi planlayan
kimdi? Bu ABD’nin Ankara Balgat’taki binasında örgütlenen Kontragerilla denen Ecevit’in
ABD karşıtı Türk çıkarlarını savunan politikasını benimsemeyen bu gruptu.
Bunlar yani devletin içinde ABD’li ajanlar örgütleniyor. Ne tuhaftır ki genelkurmay
başkanının bundan haberi oluyor. O bakımdan bu dönemden sonra Türk ordusunda bile
ABD yanlısı bazı subayların olduğu onların ABD çıkarlarına hizmet ettiğine ilişkin yaygın
bir söylenti çıktı. Bunları bire bir ispatlayamazsınız ama 12 Eylül yapıldığında “Bizim
çocuklar darbe yaptı” diye ABD olayı duyurdu. Ardından Hava Kuvvetleri Komutanı
Tahsin Şahinkaya ABD’ye 4 Eylül de gidip 11 Eylül’de dönmesi ve ertesi gün darbe
yapmış olması var.
Bunları biraz sonra değineceğim güvenlik anlaşmalarının imzalanmasının da tıpkı nasıl
1959’da Menderes Sovyetler Birliği’yle anlaşma yapmasından bir süre sonra nasıl ki
uçak kazasının ardından askeri darbeyle düşürüldükten sonra bunların da 72’de haşhaş
bahane edilerek Demirel hükümetinin indirilmesinde bunların hepsinde rüşvetin belgesi
olmuyorsa bu tür komploların da belgesi olmuyor. Ama puzzledaki parçaları bir araya
getirdiğimizde Türkiye’nin çıkarlarının ötenside NATO çıkarları adı altında ABD
çıkarlarının öne geçtiği bir dönem görülüyor. Görüldüğünde de hemen askeri darbe
yapılıyor.
*Türkiye’de 12 Eylül yargılanmadan Türkiye asla düzlüğe çıkmayacaktır.
*Türkiye’nin gümrük birliğine girmesinden dolayı kaybı 233 milyar dolar. Türkiye bir tarım
ülkesiydi, hiçbir şey ekemez duruma geldi. Hububat krizi susuzluktan olmuyor, sübvanse
edemiyoruz.
*1975’e gelince tekrar yürürlükten kaldırılması sonucu birlikte olmuştu Demirelle Ecevit
aralarında söylem farkı olsa bile. Bu arada Ecevit bir arada derede iktidara gelip
hükümeti kurduğunda Sovyetler Birliği’yle dostluk ve ekonomik ilişki anlaşması
imzalamıştı. Kalkıp da 1930’lardaki kadar güçlü bir ticaret anlaşması yapmasa bile en
azından NATO’nun alternatifsiz olmadığını göstermek açısından da çok anlamlı.
1930’lardan sonra Sovyetler’e duyulan en yakın ilişki , belge olarak nitelenir. Böyle bir
belgenin imzalanması NATO’nun önemini azaltacağı kaygısıyla ABD’nin Türkiye’ye olan
yatırımlarının artmaya başladığını, ekonomik, askeri malzeme transferinin arttığını
göreceğiz. Yine Ecevit zamanında 1974’te yapılan bir anlaşma vardır ABD-Rusya
arasında, birde 78’de SALT 1, SALT 2 Stratejik silahların sınırlandırılması anlaşması işte
o dönemde de bu stratejik silahların sınırlandırılmasında U2 uçaklarını denemek üzere
Türkiye’de NATO üslerinde kullanılmasına Ecevit o zaman çok fazla hareket alanı
vermeme konusunda kararlılığını göstermiştir. Buradan 1980’e kadar geldiğimizde yani
daha darbe olmadan 1964-80 arasına baktığımızda Türkiye’nin gerek ABD’yle NATO
ülkeleriyle pek bir ilişkisi yok OECD ülkeleri adı altında var gerek Yunanistanla ilişkilerine
baktığımızda artık ülkelerle ilişkileri yok denecek kadar az, daha 60lara kadar çok sert bir
Ortadoğu politikası vardı Menderes’in. 60’lı yıllarda darbeden sonraki yıllarda 70’lerde
Türkiye o bölgeyle çok ilgilenemedi zaten biraz da o bölgeye ilgisinin artması 1973’teki
petrol kriziyle birliket başlamıştı. Ardından 1975’te Lübnan’da iç savaş çıkmıştı. 70’li yıllar
dünyada artık gidişatın eski kurallara göre yapılamayacağının, yeni terör örgütlerinin
ortaya çıkması o dönemde ASALA’nın karşımıza çıkması bunlar hep üst üste geleceği
için birazcık soluklanıp bu dönemde tekrar Ortadoğu’yla ilişkisi bu tarihten sonra göz
önüne alınacaktır. 60’dan sonraki ilişkilere baktığımızda 64-80 arası aralıklı olarak NATO
içerisinde ABD, ikili ilişkilerle ABD ve Yunanistanla olan ilişkiler. Kıbrıs sorunu
bağlamında ilişkiler, Ege sorunu dediğimiz kara suları kıta sahanlığı ve hava sahasına
ilişkin sorunlar olarak karşımıza çıkıyor. Burada 80’den sonra 80-89 arasında bir dönem
olarak tekrar ele alalım. 80-89 arasını neden ele aldım? 1980’de ABD’de Reagan’ın
başkan olması, İngiltere’de Thatcher’in, Türkiye’de de askeri darbe yapılarak 24 Şubat
kararları dediğimiz kararların yürürlüğe geçirildiği yıl. Zaten darbenin büyük çapta
görünür nedeni kardeş kavgasına son vermek olsa da asıl amacı 24 Ocak kararlarını
hayata geçirmekti. İşte burada 24 Ocak kararlarını biliyorsunuz “serbest piyasa
ekonomisine geçiş”. Küresel kavramların, globalleşme kavramlarının ortaya çıktığı bir
dönem. Eş zamanlı olarak dünya genelinde küreselleşme, Türkiye özelinde ise
görünürde kardeş kavgasına son veren bir askeri darbe ama ardında küreselleşmenin
ekonomik ayağı olan serbest piyasa ekonomisini hayata geçirme. Hemen iç politika
yorumu: Demirel’e karşı yapılmış bir hareket, Demirel neden düşürülüyor? Demirel
burada serbest piyasa ekonomisi yapılacak olsa o da liberal bir politika izlemiyor mu?
Devletçi olan parti CHP’dir yatırımlar devlet eliyle yapılsın diyen. Hayır özel sektör yapsın
diyen DP’dir Adalet partisidir. Buna rağmen sizce Adalet Partisi neden düşürülmüştür?
Adalet Partili Demirel özel girişimi destekleyen biri olmasına rağmen 73’te köprünün
yapılmasına büyük çaba harcamış biri olmasına rağmen, banka kredilerini açan kimse
olmasına karşın Demirel, devletçiliğin yani karma ekonomiyi götürmekle devlet
devrimlerine ihtiyaç duyulan Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne yatırımlar devlet eliyle
yapılmalıdır deyip GAP projesinin özellikle mimarı olmuştur. Ardından ünlü sözü GAP’ı
gaptirmam der. Askeri darbe sonrası hapiste olduğunda devlete dilekçe yazmıştır askeri
rejime. Beni buradan çıkarın aylık 1 lira maaş karşılığı beni gönderin GAP’
tamamlayayım demiştir. Demirel, DSİ’den gelme bir iolduğu için projelerinin barajlara
dayandığını biliyoruz.
ABD için Demirel’in oradan gitmesi gerekiyordu. Kim gelecekti? Devletçi politikadan
tamamen uzak duran her şeyin özelleştirilmesi gerektiğini savunan biri gelmeliydi o da
askeri rejim döneminin Başbakan Yardımcısı Turgut Özal. Arkasından 83-87 seçimlerini
arkasından bir rüzgar oluşturularak seçilmesi sağlanan 60’da bitmiş olan tek parti
hükümet dönemlerinin yeniden başladığı bir döneme girilmişti. 1983 seçimleri
yapıldığında seçim öncesi TRT’den seçim konuşmaları yayınlanıyor.12 Eylül askeri
darbecilerinin adayı olarak Turgut Sunalp diye bir emekli general bir parti kurmuş
Milliyetçi Demokrasi Partisi diye, Anavatan Partisi’ni Özal kurmuş, ardında da Halkçı
Parti diye eski bir bürokrat İsmet Paşa’nın özel kalem müdürü. Eski partilerin adının
anılması yasaklanmış, eski parti genel başkanlarının çoğu hapiste bir kısmı çıkmış ama
1987’ye kadar siyasete bulaşmaları yasak. Ve seçimlere bakıyorsunuz seçimlerinin
ardından Turgut Özal’ın partisi askeri rejimi de yanıltacak biçimde seçildi. Ve 24 Ocak
kararlarını uygulamaya başlamış. Özal, “Ben Boğaziçi köprüsünü satacağım” diyordu
kimse hiçbir şey anlamıyordu. O zaman anlaşılmıyordu bunlar bizim vergilerimizle
yapıldı satamazsınız diyordu. O zaman bir inat başladı. O dönemde yüzde 47 oy alması
AKP’yi çok şaşırttıysa 22 Temmuz da Anaplılar da aldıkları oya şaşırmıştı. Ama askeri
rejim o kadar antidemokratik bir düzenleme yapmıştı ki nispi sistem kaldırılmış çoğunluk
sistemi diye bir sistem getirilmiş. Seçim bölgesinde milletvekili yeter sayısına
ulaşamazsanız en fazla milletvekili çıkaran partiye kalan oylar dönüyor. Şimdi de hala
öyle. Yüzde 47’lik oy aldığı halde, daha önce yüzde 36’lık oy aldığında yüzde 60’lık
sandalye kazanmıştı. Aynı şekil, yüzde 35 oy aldığı halde yüzde 66 sandalyeye ANAP
kurulmuştu. ANAP, 83’teki seçimlerde tek partiyi kuracak. Tek partinin kurulmasıyla
birlikte Reagan, Özal ve Thatcher dönemi başlayacak dünyada. Özal diyecek ki
“Dünyada sadece komünist rejimlerin sonu gelmiyor, Keynesci rejimlerin de sonu geliyor
demiştir. Keynes kimdir, 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı’nda ortaya çıkmıştır. İthal
ikamesini getirmiştir. Ülke içerisinde bulunan ham maddeyi dışarıdan ithal etmeden
kendi içerimizde onları mamul malzeme haline getirip krizden çıkmaktır. İşte o dönemde
hatırlayacaksınız Türkiye 1929 bunalımına girmemek için üç siyah üç beyazı kendisi
üretiyordu.
30’larda da Türkiye sanayileşme bakımından üretecek, sanayileşme oranını yüzde 90’la
dünyada birinci sıraya geçiyor. Türkiyenin gerçekten Rusya ve ABD’den getirdiği
uzmanlarla iyi bir sanayi hamlesi yaparak Japonyanın önüne geçtiğini görüyoruz.
Türkiye o tarihten beri karma ekonomisinde dişiyle tırnağıyla artırıyor. Bir yandan
müteşebbisi destekliyor bir yandan da müteşebbis olmadığı yerde kendisi yatırım
yaparak gidiyor. İşte müteşebbise biraz daha destek vermek isteyen Demirel döneminde
ama devlet de yatırımını yapsın Güneydoğu’ya Ortadoğu’ya barajları devlet yapsın
asfaltları, adaleti götürsün dediği için ortalığı karıştırdı. Darbe oldu. Gerekçesi kardeş
kavgasına son vermekti.
İşte bu Özal’ın dediği gibi bunlar geldi. Keynesci modeller sona erdi dediği bu dönemde
Reagon’un da yeni bir söylem oluşturduğunu görüyoruz. O da Sovyetler Birliği’ne
Şeytanın İmparatorluğu demeye başlıyor. Kesinlikle Sovyetler yıkılmalıdır diyor. Tecahler,
Özal ve Reagon dünyada ilişkileri çok iyi olan üç lider olarak görülüyor. Burada 80’li
yıllara girilmesiyle ve Özal’ın başa geçmesiyle birlikte darbeden sonra Türkiye’nin
Sovyetler’e olan yakınlığı birden azalmaya başlıyor. Niye? Çünkü 1980’de Savunma ve
İşbirliği Anlaşması dediğimiz anlaşma yeniden yapılıyor. 69’da Demirel yapmıştı 80’de
askeri rejim yapıyor. bunun yapılmasıyla birlikte ABD’de George Schultz’un dış işleri
bakanı olduğu dönemde Türkiye’ye yaptığı askeri yardımlar da büyük çapta oluyor.
Neden oluyor?
İran’da karşı devrimi olmuş. (Sınavda sorabilirim aşağıdakilerden hangisi İran’da
1979’da olan olayı açıklar :karşı devrim). 1979’da İran’da karşı devrim olmuş. Şeriatçı
teokratik bir devlet başa geçmiş. 1980’de Rusya Afganistan’ı işgal etmiş. Bunun için de
yeşil kuşak projesini ortaya atan Brzezinski diyor ki “Türkiye, kriz kuşağının çeperinde
bulunuyor. O yüzden Türkiye’nin önemi artmıştır. Türkiye Sovyetlerin yayılmasına ve
teokratik düzenin yayılmasına engel olacak tek ülkedir” diyor.
Türkiyenin bu öneminden dolayı, İran için Türkiye neden tehlike olarak görülüyor çünkü
Şah İran’ı ABD’yi destekliyordu. Sadece teokratik devletin gelmesi ABD’yi rahatsız ediyor
değil. Artık şah sürülmüş şah yanlıları kurşuna dizilmiş ABD karşıtı bir politika izliyor İran.
O bakımdan değerlendirdiğimizde çok tehlikeli bir İran. Diğer tarafta çok küçük bir
devlete saldırmış olan Afganistan ve bağlamında Türkiye’nin ABD gözünde değeri
birden artıyor. O tarihte değerin artması demek Türkiye nazarında da NATO ve ABD’nin
değeri artıyor. Çünkü Türkiye bakıyor Afganistan gibi zayıf, tarafsız ama ekonomik gücü
iyi olmayan bir devlet hemen başka ülkenin Sovyetlerin saldırısına, işgaline
uğrayabiliyor. O yüzden NATO’dan çıkmanın çok akılcı olmadığını görüyor. İşte
1980’deki Savunma ve İşbirliği Anlaşmaları da bu bağlamda yapılıyor.
Burada o dönemde Özal’ın vizyonundan söz etmiş. Özal istiyormuş ki William Heil’in
Özal’ın misyonu Türkiye’yi AB’ye sokmak. Türkiye’nin tam olarak laikleştiğini görmek. O
kadar da liberalleştiğini görmek doğru çünkü Özal, 1977 seçimlerinde Milli Selamet
Partisi’nden milletvekili adayıdır. Birazcık Nakşibendi tarikatının üyesidir. Türkiye’nin
liberalleşmesi dense belki biraz yanaşabilir. (171’de 2. paragraf vizyonu diye başlıyor)
Burada dediğim gibi, tekrar bu Türkiye’de bulunan radar üsleri ve diğer üslerin kullanıma
açılmasına ilişkin 1980’de yapılan savunma ve işbirliği anlaşmasıyla 13 tesis daha artık
üs denmiyor ne zamandan beri demiyoruz? 1969’dan beri demiyoruz. 80’e gelindiğinde
Rusya’nın yayılmacı politikasından korkulunca bu tesislerden 12 tanesi Türk kullanımına
bırakılıyor ama ABD’de (Sinop, Hopa’da var) onlar özellikle Rusya’yı gözlüyorlar. Bunlar
da hayati üs olarak ABD’nin kullanımına yeniden açılıyor.
O yıllara baktığımızda Carter yönetiminin Türkiye’ye yaptığı askeri yardımda artış
olacak. 1984’te 115 milyon dolara ulaşıyor. Bunun daha sonra soğuk savaşın sona
ermesinin yaklaşmasıyla birlikte bunun 500 bin civarında bir yardıma düştüğünü
göreceğiz. Bir süre sonra Türkiye ABD ilişkileri gerginleştiğinde askeri rejim tekrar
savunma ve işbirliği anlaşmasını 80’de yapılanını askıya almaya kalktığında bu kez ABD
dışişleri başkanı coşuşun da karşı çıkması işe yaramıyor. İlişkiler tekrar gerginleşiyor. Ne
olmuştur Türkiye ABD ilişkileri neden gerginleşti?
1987’de Türkiye’ye ABD’nin ve NATO pastası malzemelerin satılmasıyla birlikte
Türkiyenin askeri sıkıntısı azalmıştır ve artık general dinomix firması Türk ABD ortak
yapım olarak 1987’de F16’ları yapmaya başladı. İşte bu f16’ların yapılma sürecinde
Türkiye tekrar ABD’den askeri yardımın artırılmasını istediğinde bu kez karşısına Ermeni
ve Yunan lobisi ortak olarak çıkıp Türkiye’ye bu parayı vermeyeceksiniz diyecektir.
Özellikle Ermeni lobisi 1915’te 2.5 milyon Ermeniyi Türklerin kestiği iddiasıyla bu parayı
keseceksiniz Türkiye’ye diye bastırınca o zaman Kenan Evren Devlet Başkanı sıfatıyla
Bende ABD’yle ilişkileri askıya alıyorum incirlik üssünün kullanımını kısıtlıyorum
diyecektir. Bu arada tekrar soyvetlerle birlikte yakın ilişkilerin de kurulmaya başladığı
dönemdir. Artık Rusya, soyvetler birliğinin başarısız olduğu afganistandan çekilme
süreci.
Zaten yerine Çernenkoo onun ölümünün ardından Gorbaçov gelecektir.
Sovyetlerin başına Gorbaçov geliyor. Onun gelmesi ve Sovyetlerin afganistandan
çekilmesiyle Türkiye biraz rahatlıyor. Afganistandan da Türk asıllı Kırgızlar türkiyeye
göçüyor. Bunlar Malatya civarına yerleştiler. Gorbaçov deyince aklımıza ne gelecek? İki
şey gelecek :Açıklık ve Yeniden Yapılanma. Böyle bir şeye girince gorbaçov, özel hemen
Sovyetler birliğiyle bağlantı kuruyor. İşte, nasıl 1920’lerde Sovyet yardımıyal Türkiye’nin
emperyalizme kafa tutması sağlanmışsa bu 30larda da kaydedeğer bir Sovyet yardımı
daha doğrusu ilişkiler ağı örülmüşse de 1980’lerde 1991’e kadar bu süreç tersine
dönüyor. Türkiye Sovyetler birliğine Eximbank kanalıyla 150 milyon dolarlık kredi açıyor.
Ardından büyük bir müteahitlik hizmeti başlıyor. Türkiyeden 15 milyar dolarlık bir
müteahitlik hizmeti gidiyor. Bununla birlikte Eximbank’tan 150 milyon krediyi vermesiyle,
bu parayla Türkiye’de mal satın alması koşuluyla bu para veriliyor. Böyle iyi bir döneme
giriliyor. Karşılıklı ticaret hacmi 476 milyon dolardan 1 milyar 800 milyon dolara
yükseliyor. Özal döneminde Sovyetlerle Türkiye arasındaki hacim.
1980’lered Türkiye ile Yunanistan arasında tekrar bir kriz çıkacak. 1983’te Rauf
Denktaş’ın kuzeye biriken Türkler vardı, onlarla birlikte Kuzey’de KKTC’yi ilan etmesi.
Ama bu ilandan önce ne yapmıştı? Güney yönetimiyle görüşmüş, bu görüşme
sonucunda ABD’nin dışişleri yetkililerinin araya girmesiyle Türkiye’nin önerisi şudur:
Türkiye bu toprakların yüzde 7’sini bırakıp yüzde 29luk toprak almaya razıdır. İki taraflı
federe bir devlet kurmanın ya da cumhurbaşkanı sizden olursa yardımcısı türk olması
gibi (1960’lardaki garantörlük anlaşması) gibi bir model önermişlerdir. Ama Yunanistan
bunu düşüneyim deyip olumsuz cevap verince Rauf Denktaş orada bağımsız bir Türk
cumhuriyetini yani KKTC kuruldu. O dönemde bunun kurulmuş olması o dönemden beri
çeyrek yüzyıldır ama 74’ten beri 34 yıldan beri Türk ordusunun oraya girmiş olmasına
rağmen KKTC’yi Türkiye dışında kimse tanımamıştır. Ama tanımıyor olmasına karşın
Türk ordusunun orada olması ve kıbrıstaki bu bölünmüşlük durumuna çok fazla ses
çıkaran olmamıştır. Hatta ABD’de KKTC temsilcisi var. tanınmıyor ama var. bu da el
altından tanımak demektir.
O dönemde Yunanistan’ın da itirazları var. ama bir süre sonra Yunanistanla Fransa’nın
tekrar NATO7nun askeri kanadına girmesiyle birlikte bu sorun iklii olarak bugüne kadar
karşımıza gelecektir.
Bir diğer sorun 1987’de karşımıza geliyor. O da Taşoz Adası. Ege’de küçük bir ada.
Kanadalı bir firma Taşoz etrafında petrol olduğunu söylüyor. Bunun üzerine Yunanistan
buradan petrol çıkarma girişiminde bulununca Türkiye’de ortak çıkaralım çünkü burası
uluslar arası sulara giriyor diyor. Ama Yunanistan 12 millik kara sularını uygularsan
(geçen hafta bunu yazdırdım kıta sahanlığı, kara suları bilin)
Türkiye hayır yürürlükte olan 6 mildir. Eğer sen burada araştırma yapıyorsan bende
sismik 1i gönderiyorum ben de yapacağım. Dedi. Bunun üzerine tekrar bir öneride
bulundu. O zaman andreas papandreu yani yorgo papandreu’nun babası iktidardaydı.
Ama siz de araştırma yapmaktan vazgeçerseniz bende vazgeçerim dedi. Ki zaten geçen
hafta söylemiştim oradaki petrol miktarı zaten fazla değildi. Oradaki petrolün kendisiyle
ilgilendiğinden değil Ege adalarına kıbrıs’a neden önem veriyordu, buradan Türkiye’nin
Ege’de ve Akdeniz’deki manevra alanının daralmaması için 6 millik kara sularını sürekli
kılabilmek tartışmaya açtırmamak için.
Bir süre sonra İsviçre’nin DAvos kasabasında Papandreu ile Özal bir araya gelecekler
bu bir araya geliş de ikili dostluk ilişkilerini başlatmak isteyecekler. Özal sorunları bir
araya gelerek çözelim diyecektir. O zaman Davos Ruhu diye tartışılacak bu. İyi niyetli
girişimler de olacak. Zülfi Livaneli ile Theodorakis Davos ruhunu destekleyelim dendiği
halde bir süre sonra karşılıklı şüphelerle çok da canlılığını koruyamayacaktır. Burada bu
dönemde 1980’lerde Türkiye’nin dış politikasında değinmemiz gereken bir de
Bulgaristan var. Bulgaristan balkan savaşlarından beri hiç ilişkimiz olmayan bir tek 2. D.
S sırasında Bulgaristan üzerinden hitler 60 kilometre yaklaştı demiştik. Özellikle 1984’de
burada çıngar kopuyor. Artık sosyalist olduğunu söyleyen başkan Jivkof oradaki
Türklerin ve Müslümanların adlarını değiştirmeye kalkışıyor. Onları asimile etmeye çekin
türkiyeye gidin demeye başladı. Onlar da hızlı bir şekilde Batı Trakya Türkleri deniyor.
Balkan savaşlarından sonra türkiyeye balkanlardan 5 milyonun üzerinde insan geldi. 2
.defa 1951’de Türkiye Kore ABD’ye destek verince Bulgaristan Varşova Paktı’nda
Sovyet yanlısı politika izlediği için 150 bin tane batı Trakya türkünü kovmuştu
Bulgaristan. Bir süre sonra parçalanmış aileleri birleştirmek için 160 bin Bulgar Türkü
daha geldi.
Türklerin Bulgar nüfusundaki oranına yüzde 1 demek lazım!...
Bu yaza denk geldi. Özal yönetimi (Halepçe katliamından kaçan Türkler vardı kimyasal
bomba atmıştı Saddam) diğer yandan Bulgarlar geliyordu. Her iki taraf da gelenleri bir
şeyleri paylaşmaya da hevesliyizdir.
Tekirdağ’daki yazlıklara yerleştirdik. Böyle bir dönemde Jivkof baktı Türkiye bunları kabul
ediyor bütün Türkleri göndermeye başladı. Özal meşhur tezini attı. sen şimdi bunları
yaptın 2000lere gelince biz 70 milyon olacağız ben senin canına okurum, türk ordusu
hazırlan sofya’ya giriyoruz diye haber saldı.
Bir dizi yapıldı, Bulgaristan karşıtı. Bulgaristan elçiliğinden bir haber geldi. Bu diziyi
kaldırın. Türkler geldikleri gibi geri döndüler.

Türkiyeye kredi verdiklerinde faiziyle geri alıyorlar. Ya da üslerin kullanımı. ASELSAN’ın


kurulmaya başlaması askeri sanayimizi kendimiz kuralımdan. Bu arada hibe türünden
yardımlar da oldu. Toplam miktarlarını söyleyeyim:

27 mayıs 1960 12 mart 1971 12 eylül 1980

You might also like