Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Günah Toprakları
Günah Toprakları
Günah Toprakları
Ebook596 pages5 hours

Günah Toprakları

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Tugay, öğretmen eşi Buket, sağlık sorunları yaşayan kayınvalidesi Fazilet Hanım, köpekleri Yastık ve yeni doğan bebekleri Kağan'ın dahil olduğu mutluluk dolu yuvaya sahip, kendi halinde, alelade bir adamdır.


Buket'in kalkınmakta olan küçük bir ilçeye tayini çıkar. Aile buraya taşınır. Ailenin kaderi örümcek ağına düşmüş sineklerin kaderine benzer. Tugay bir anda tüm mutluluğunu yitirmiş, çaresiz kalmıştır. Karısı ve küçük oğlu kökeni asırlara dayanan bir suç örgütü tarafından alıkonulmuştur. Evin köpeği kaybolmuştur. Fazilet Hanım ise bir odadan diğerine gidemeyecek, bakıma muhtaç bir haldedir.


Tugay çocukluk arkadaşlarının yardımına başvurmak için memleketine döner. Yarı deli yarı dahi olan çocukluk efsaneleri Cemal'in kendilerini dolduruşa getirmesiyle tüm Türkiye'nin ve daha sonra dünyanın ilgiyle izlediği amansız bir savaş verirler.


Tugay, ailesini mahveden suç örgütüyle, ülkenin en kan içici adamlarından olan Mihmandar ile kanlı bir satranca benzeyen bir savaşa girişir. Tugay ve arkadaşlarının girişimleri bir fili devirmeye çalışan karıncaların imkânsız savaşlarını andırır. 


Tugay ve arkadaşları Mihmandar ile savaşırken kamuoyu desteği oluşturmak için kendi yeraltı örgütlerini kurduğunda Hanataba ismini kullanırlar ve karanlık düşmanlarına ceza keserken bu Japonca kelimeyi simge olarak kullanırlar.


Bir noktadan sonra Hanataba'nın faaliyetlerini tüm Türkiye izlemeye başlar. Hanataba öylesine tutulur ki, insanlar duvarlara bu simgeyi çizerler, bu simgeyi dövme olarak taşımaya başlarlar. Hükümet ise Mihmandar'ın yanındadır.

LanguageTürkçe
PublisherThe Classics
Release dateDec 17, 2020
Günah Toprakları

Read more from Semih Süren

Related to Günah Toprakları

Related ebooks

Related categories

Reviews for Günah Toprakları

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Günah Toprakları - Semih Süren

    Mervem’e

    BÖLÜM BİR

    Bir Kadın Anne Oldu. Bir Adam Baba.

    1

    Tugay ve Buket’e kalırsa o gece yatak odalarının penceresinde tıpırdayan yağmur yeryüzü tarihi boyunca yağan en büyülü yağmurdu.

    Buket, sırtını yatak başlığına dayayan Tugay’ın göğsüne kurulmuş, kalorifer sıcağından mayışmış bir halde gözlerini mutlulukla yummuştu. Tugay’ın eli Buket’in karnında sakince geziniyordu, tetikteydi ve tendonlarına kadar dikkat kesilmişti.

    Akıl alır gibi değildi.

    Tugay, Buket’in kulağına, Şu an bu yatakta üçümüz bir aradayız, diye fısıldadı. İnanabiliyor musun? Yastık’ı da sayarsak evimizde beş canlı var.

    Buket’in karnı epeyce şişmişti. İçindeki bebek o denli büyümüştü ki, hareket edecek yeri kalmamıştı artık, bu yüzden bir ay öncesine nazaran oldukça kıpırtısızdı. Bazen bebek birkaç saat hiç hareket etmeyince Buket hemen endişeye kapılıyordu.

    Karnında bir bebek vardı.

    Minicik bir oğlan.

    Kağan.

    Kağan ismini bulmalarını Buket’in annesi Fazilet Hanım sağlamıştı. Geçen perşembe akşamı hep birlikte çay içerlerken.

    Bence ne yapın biliyo’ musunuz? dedi Fazilet Hanım o tıknefes konuşmasıyla. Alfabenin harflerini yazın. B’den T’ye kadar harflerin en ortasındakini seçin. O harfle başlayan bir isim koyun bebeğe.

    Genç evliler fikri mantıklı buldu.

    Tugay kâğıt kalem kapıp geldi ve albafeyi yazdı. Buket’in B’siyle Tugay’ın T’sinin tam ortasında iki harf birden vardı.

    J ve K.

    Haha, soyadımız Rowling olsaydı keşke, diye espri yaptı Buket.

    Ben oğluma J ile başlayan isim koymam. Zaten J ile başlayan hiçbir erkek adı gelmiyor aklıma.

    Janset var! dedi Fazilet Hanım.

    O kız adı, hem de çirkin, dedi Buket. K harfiyle başlayan bir isim düşünelim madem.

    Kağan koyun olsun bitsin, bu konudan artık gına geldi bana, aklınızı azıcık da başka şeylere yorun, dedi Fazilet Hanım, yalancıktan kızarak. Sen çalışacaksın izin bitince, e benim halim ortada. Kim bakacak çocuğa? Tugay evde hep ama o beceremez ki.

    Niye beceremeyecekmişim anne? diye sordu Tugay.

    Pissin oğlum, niyesi mi var!

    Doğru, dedi Buket. Sana kalırsa ilk beş bebeğimiz pislikten ölür.

    Tugay bir süredir üstüne başına dikkat etmiyordu. Bütün gününü arka odada geçiriyor, ama dağınıklığını hiç toplamıyordu. Kirli bardaklarını makineye yerleştirmeye bile üşeniyordu. Biliyordu, pasaklıydı. Bebek için gereken hijyenik ortamı asla sağlayamazdı. Gene de biraz bozulmuştu.

    Kağan zayıf bir tekme attı. Kıpırtıyı avucunun içinde duyunca sevinçten havalara uçan Tugay heyecanla Buket’in yüzüne baktı. Fısıltıyla ismini seslendi. Buket. Bukeeet. Kııızzz. Buğğkettt. Dakikalardır Kağan’ın tekme atmasını bekliyorlardı.

    Buket bu minik tekmeyi kaçırdı. İçi geçmişti.

    2

    Karnı burnuna gelmişti ama Buket içinde günün birinde kocaman bir herif olacak birisinin büyüdüğü fikrine alışamamıştı hâlâ. Henüz tanışmadığı, tanıştıktan sonra ömür boyu uğruna kul köle olacağı Kağan Beyefendi’yi kucağına almasına sayılı günler kalmıştı.

    Kime benzeyecekti acaba? Buket’e mi, yoksa daha çok Tugay’a mı? Ultrason çıktısı bir fikir vermiyordu; ultrasondaki görüntü kendilerinden çok Obama’yı andırıyordu.

    Günü gelmek üzereydi. Bugün olabilirdi, yarın olabilirdi, yarından sonraki gün olabilirdi. Belki bir veya iki sonraki gün. Ama biliyordu ki on gün bile sürmeyecekti kavuşmaları.

    Buket hamile olduğunu öğrendiği andan itibaren evde prensesliğini ilan etmişti.

    O güne kadar belgesellerdeki tembelhayvanlardan bile daha ağırkanlı olan Tugay artık Buket bir bardak su isteyiverse pırr diye arı gibi uçuyordu odadan. Çay demliyor, çayları kendi servis ediyordu. Tugay’ı tanıyamıyorlardı.

    Buket biliyordu ki, mümkün olsaydı Tugay onun yerine kakasını bile yapardı. Tam evlenilecek erkek olduğunu kanıtlıyordu. İdeal baba hamuru vardı Tugay’da. Buket’in tüm nazlarını seve seve çekiyordu.

    Tugay’dan yana hiçbir sıkıntısı yoktu. Ama Buket yakın geleceğe dair endişelere kapılıyordu.

    Doğum sürecini düşünmek bile onu germeye yetiyordu. Bir kitap okumuştu geçenlerde. Eğer ebesiyle veya doğum uzmanıyla yakın bir iletişim kuramaz, onlara bir şekilde güven duyamazsa durumu hiç çekinmeden başhekime bildirmeye karar vermişti. Gerekirse şehirdeki tüm kadın doğum uzmanlarını canından bezdirecekti. Kitap öyle yapmasını salık veriyordu.

    Buket’in elindeki hamileliğe ilişkin kitapları Tugay da karıştırıyordu. Doğumda babanın rolü sandığından daha etkindi. Bunu öğrenince şaşırmıştı. Çünkü Buket soğuk bir odada canıyla uğraşıp doğum yaparken kendisinin dışarıda fosur fosur sigara tüttüreceğini sanıyordu.

    Bakış açısını değiştiren kitapları karıştırmamış olsaydı muhtemelen doğum esnasında dışarıda durur, güzel haberleri beklemekle yetinirdi.

    Ama doğum anında orada olacaktı. Kararlıydı. Buket’in yanında olacak, Kağan’ı annesinden önce görecekti. Ama tabii karısının mahrem yerlerini kayda alan eli kameralı kocalar kadar ileriye gitmeyecekti.

    Kağan’ın adını aklından geçirmek bile şimdiden kendini müthiş hissettiriyordu. Hatta bazen Kağan ismini öyle çok tekrarlıyordu ki isim zihninde manasızlaşıyordu ve belki de K ile başlayan bir başka isim bulmaları gerektiğini düşünüyordu.

    3

    Fazilet Hanım’la kızı ve damadı arasında söze dökülmemiş bir anlaşma vardı. Gece saat onla on buçuk arasında Buket ve Tugay müsaade isteyip odalarına çekiliyorlardı. Fazilet Hanım kendi başına kalmayı hiç sevmiyordu aslında. Tek başına kaldığında hayatını düşünüp kendini üzüyordu çünkü. Ama Buket’in hamileliği bu sözsüz anlaşmayı sağlamıştı.

    Tugay yatak odalarının kapısını kapattı.

    Akşamdan beri neden yüzün düşük, bir şey mi oldu? Ben ters bir şey mi yaptım? Bir şey mi dedim seni üzecek?

    Buket yutkundu ve gözleri hemen sulandı.

    Tugay onu yatağın üzerine oturttu, kendi de yanına yerleşti, karısının elini avuçlarının arasına aldı.

    N’oldu Buket? Öptü onu. Söyle bebeğim.

    Buket, annesi içeriden duymasın diye hıçkırıklarını güçlükle bastırarak, Akşamdan beri... dedi ama gerisini hemen getiremedi. Tugay üstelemeyip bekledi. Akşamdan beri hissedemiyorum, dedi Buket dudakları tir tir titreyerek.

    Tugay ona sımsıkı sarılmak istedi, Buket kendisini geri çekerek buna izin vermedi. Yanlış bir şey yapıp bebeği öldürdüğünü sanıyor, kendisinden, bu kocaman olmuş bedeninden tiksiniyor, ona Tugay’ın dahi dokunmasından rahatsız oluyordu.

    Bir şey yoktur, dedi Tugay. Normal bu. Geçenlerde de aynısı olmuştu. Hem sen önceden ne zaman adetin gecikse hamile kaldığını sanıyordun. Sonra öyle olmadığı ortaya çıkıyordu. Kendini fazla üzüyorsun. Yapma böyle.

    Söylediklerine kendi inanıyor muydu? Hayır. İçine kızgın yağ dökülmüş gibi hissediyordu.

    Sonunda hamile kaldım ama. Demek ki korkulan başa geliyormuş. Şu an Kağan ölmüş olabilir. Çok korkuyorum. Buket bir dakikalığına olsun yalnız kalıp düşünmek istedi. Bana yeşil çay yapar mısın? Yastık’ı da getir buraya.

    Tugay mutfağa gitti. Su ısıtıcısının düğmesine bastı. İç yüzeyi kireçlenmiş ısıtıcının gürültüsünü duyan Fazilet Hanım oturma odasından, Tugay, neskafe mi yapıyon oğlum? diye seslendi. Bana da yapar mısın?

    Yaparım anne, dedi Tugay koridordan geçerken.

    Arka odaya gidip bir köşede eski ayakkabılardan birisini ağzının kenarıyla kemiren Yastık’ı kucağına alıp Buket’e götürdü. Yastık yatağa çıktığı anda hemen Buket’in koltukaltına sokuldu. Oyunbaz kuyruğunu delice sallıyordu. Ön patilerinin birisini karnının üzerine koyunca Buket ona kızdı.

    Tugay mutfağa dönüp yeşil çay ve neskafe hazırladı. Kahveyi kayınvalidesine götürdü. Çay fincanını dökmemeye çalışarak yatak odasına doğru yürürken kapının aralığından Buket’in köpeği kovalarcasına kenara ittiğini ve ardından ellerini karnının üzerinde radar gibi gezdirdiğini gördü.

    Buket, Tugay! dedi ağlar gibi. Ben iyi değilim. Beni hastaneye götür. Öldü kesin bebeğim!

    Tugay, Tamam ama önce annene söyleyip onu yatıştırayım, bekle, sonra hemen durağı arayacağım, dedi.

    Buket, annesinin yatıştırılmasına yardımcı olmak için kendini zorlayarak yataktan indi. Bacakları öylesine uyuşmuştu ki koridor boyunca duvara tutunmak zorunda kaldı.

    Yastık yatağın üstünde tek başına kaldı. O halinden gayet memnundu. Hatta taksi kapının önüne geldiğinde Yastık’ı hepten unutmuşlardı. Şanslı köpek tüm geceyi kocaman yatağın üzerinde uyuyarak, uyku tutmazsa evde kafasına göre dolaşıp dilediği şeyi kemirerek geçirebilirdi.

    Fazilet Hanım’ın olağanüstü bir durum olsa bile yerinden kalkmayacağını, daha doğrusu ne kadar çabalasa da tek başına kalkamayacağını o bile köpek aklıyla biliyordu.

    Ev onundu ve mutluluktan kuyruğu kısa yaylar çizerek sallanıyordu.

    4

    Buket çok telaşlanmıştı . Tugay böyle durumlarda ona yaklaşmaya çekiniyordu. Neyse ki taksinin arka koltuğunda otururken karısının elini tutmayı başarabilmişti. Lütfen sakin ol, göreceksin bir şey çıkmayacak, bu çok olağan bir durum , diyordu içinden ve bunları ona söylemekten çekinse de Buket’in elini hafifçe sıkıyordu.

    Buket’le Tugay devasa ACİL yazısının altından binaya girdiler ve kayıt yaptırıp bir köşeye oturdular. Etraftaki sandalyeler sızlanan yaralılar ve ağlayan çocuklarla doluydu. Otomatik kapı açılıp kapandıkça içerisi buz gibi bir havayla dolduğu halde babasının kucağında oturan erkek tıraşlı bir kız çocuğu üstünde tek bir atletle duruyordu.

    Tugay, Buket’e eğilip fısıltıyla, Baksana şu kıza, dedi. Hastaneye çocuğu hasta etmek için getirmiş. Ben bile üzerimdeki kat kat giysiyle hâlâ üşüyorum.

    Ateşi var kızın ateşi! Görmüyor musun gözleri nasıl süzülmüş. Baksana kulakları kıpkırmızı. Of Tugay! Sen nasıl baba olacaksın ben anlamıyorum. Hiçbir şeyden haberin yok.

    Hişşt. Tamam sakin ol, ağlama burada insanların arasında. Göreceksin nasıl iyi bir baba olacağımı. Kendimi değiştirdiğimi, şimdiden ne kadar gayret ettiğimi görmüyor musun? Sen toparlanıp okula, işine döneceksin, bebekle hep ben ilgileneceğim. Bana güvenmek zorundasın.

    Buket kocasının evlilikle başa çıkabileceğine inanıyor ama Tugay’ın bebeklerine farkında olmadan zarar verebileceğini düşünüyordu. Tugay gibi üşengeç biri kalkıp bebeğine mama hazırlamaktansa kendi yediği kolayla cipsten azar azar tattırırmış geliyordu ona hâlâ.

    Neyse. Bu tarz düşünceleri zihninden olabildiğince savuşturmalıydı. Kafasını dağıtmak için telefonunu çıkarıp Facebook’a girdi.

    Sonsuzluk kadar sürdüğünü hissettikleri bir sürenin ardından bir hemşire bekleme salonuna gelip, Buket Meral, diye seslendi.

    Buket, Tugay’ın kolundan destek alarak kalktı ve hemşireye doğru ağır ağır yürüdü.

    İçeri girdiklerinde Tugay karısının sedyenin üzerine oturmasına yardımcı oldu.

    Evet? dedi hemşire. Rahatsızlığınız ne?

    Buket ağlamaklı, Hava karardığından beri içimde hiç kıpırdanma hissedemedim. Bebeğime bir şey oldu diye korkuyorum, dedi.

    Bakalım, uzan şöyle, dedi hemşire yumuşak bir sesle. Hımmm, dedi sonra. Bir saniye bekleyin, geliyorum, diye ekledi ve çıktı.

    Tugay, diye inledi Buket. Bir şey olmuş kesin.

    Tugay sedyeye yaklaşıp karısını öptü, aynı endişeyle kalbi yanmaya başlamış olsa da karısına hiçbir şey hissettirmedi.

    Biraz geçtikten sonra hemşire yanında uzun boylu bir delikanlıyla geri geldi. Delikanlı sedyenin başına geçti ve yüzü bozuk turşu yemiş gibi büzüşmüş olan ve kendini endişeler girdabından bir türlü kurtaramayan Buket’i kapıya doğru itmeye başladı.

    Tugay hemşirenin koluna dokundu, Hemşire Hanım, yoksa ameliyata mı alıyorsunuz? dedi.

    Sedyenin üstünde kapıdan çıkmak üzere olan Buket de arkaya doğru bakarak yanıtı bekledi.

    Hemşire, Biraz sabredin, dedi Tugay’a. Siz de gelin isterseniz. Bunları söylerken gözlerinde anlayış vardı sanki.

    Onları götürdüğü yeni oda doğumhane katındaydı.

    Odadaki doktor, Buket’in karnını sıyırdı, büyükçe bir tüpten buz gibi bir sıvı döktü, bu sıvıyı karnına iyice yaydı ve üşüyen tenine küçük bir cihaz dayadı, ardından arkasına uzanıp bir düğmeyi çevirdi.

    Kağan’ın uğultu perdelerinin gerisinden heyecanla çarpan kalbinin ritmik güpgüp-güpgüplerini duyunca rahatladılar.

    Eve dönüş yolunda, bu kez Buket Tugay’ın elini tutuyordu, korkudan neredeyse kalbi duracak raddeye gelmiş kocasını yatıştırmaya çalışıyordu.

    Tugay’ın nefesi yeni yeni düzeliyordu.

    Bu eşşoğleşek doğmadan ben kalpten gideceğim.

    5

    Haliyle, evin tek gündemi bebekti. Öngörülen tarihin üzerinden bir hafta geçmişti ve hâlâ Buket’in suyunun gelmesini bekliyorlardı. Akşam yemeği için Tugay sofrayı kurmuş, kayınvalidesi için de ayrı bir tepsi hazırlıyordu. Bugünden de umudu kesmişlerdi. Tugay KFC kovasını üç tabağa bölüştürdü.

    Fakat az sonra Buket yemek masasına doğru adım atarken gri pijamasının önü birden koyulaştı. Hepsi oraya bakakaldı.

    Çiştir bu kızım, dedi Fazilet Hanım. Bu kadar az su gelmez. Gelince maşallah çağlayanlar gibi boşalır.

    Buket utançtan yerin dibine geçmişti. Bu halde sofraya oturamazdı. Tugay’ın yardımıyla soyundu, daracık duşakabine iki kişi sığışmaya çalışarak Buket’in belden aşağısına tazyikli sıcak su tuttular, sonra Tugay ona temiz iç çamaşırı ve komik, çocuksu bir deseni olan pijama altlarından birini giydirdi.

    Banyoya gidip kirlenen pijamayı bir koklar mısın? Hakikaten idrar mıymış?

    Bilmiyorum ki, dedi Tugay koklayıp dönünce. Öyle galiba.

    Makineye attın di mi?

    Attım.

    Buket rahat edemiyordu. Çatalıyla oynuyor, kurumuş patates kızartmalarını tabakta ileri geri itekliyor, beklemekten buz olmuş çıtır tavukları delik deşik edip etrafa saçıyor ama ağzına lokma götürmüyordu.

    Hastaneyi bi arasana canım, soralım, dedi sonunda.

    Tugay santraldeki kızlarla görüştü.

    Ne diyorlar? diye sordu Buket, Tugay telefonu kapayınca.

    "Genelde su geldi mi gelmedi mi diye sormak zorunda kalmazmış kimse. Annemin dediği gibi öyle foşurdanak büssürü gelirmiş. Ama siz yine de içiniz rahat etmiyorsa gelin bir muayene edelim dediler."

    Fazilet Hanım huhhhuyytt diye bir tuhaf kahkaha attı ve Benim pilemses kızım altına çiş yaptığını kabul etmemek için şimdi kalkar ta hastaneye gider, dedi. Ben malımı bilirim.

    Buket annesine küstü.

    Benim annem niye normal annelerden değil?

    İki izleyiciyle her akşam kapalı gişe oynayan bir stand-upçının kızı olmak zordu. Hele hamileyken daha da zordu. Annesinin Buket’in gebeliğini konu alan esprilerinin hepsi çirkin ve kabaydı. Buket çocukken annesinin kibar bir kadın olduğunu hatırlıyordu. Şimdi niye böyle kahvehane dayıları gibi konuşuyordu?

    Tugay’a taksi durağını arattı.

    Bir saate kalmadan Buket jinekolog koltuğuna tırmanmıştı bile. Tugay nöbetçi doktor erkek olduğu için utanmış, dışarıya çıkmıştı ama ikide bir dayanamayıp kapıyı bir milim aralıyor, gözünü dayayıp bakıyordu. Herif bizim hatunu fazla kurcalamasa bari, diyordu içinden. O kadar eğilip bakmasan?

    Dışarıya çıkıp bir sigara yaksa rahatlardı. Öyle de yapacaktı. Buket’in kendisiyle ilgilendiği yoktu. Buket tamamen kendi bedenine ve bebeğe odaklanmıştı.

    Tugay tam yanıma çakmak almış mıydım la ben diye ceplerini karıştırıyordu ki Buket yüksek sesle cıyakladı.

    Suyun birazı daha gelmişti.

    6

    Tugay herkes uyuduktan sonra Buket’in hamilelik kitaplarından bir ikisini alıp bir kupa kahveyle arka odaya gidiyor, pencereyi açıyor, soğuktan donarak sigara içiyordu. Kitaplara kendini veremiyordu artık. Kağan’ın ultrason çıktısına bakmayaysa doyamıyordu. Saatlerini veriyordu ona.

    Evin arkasındaki küçük odada, o tıkış tepiş ardiyede, dünyanın en kötü kokan paltosuna sarınıyor, yine de tir tir titriyordu. Özellikle ayakları buz kesiyordu. Tiryakilerin sigara için katlandıklarıyla ciltlerce ahmaklık hikâyeleri yazılabilirdi.

    Sancılar ve kasılmalar sıklaşmadığı için hastane Buket’i kabul etmiyor, en ufak evhamda taksiye atlayıp gitseler de sonunda kös kös eve dönüyorlardı. Buket bir an önce hastaneye yerleşmek istiyordu, çünkü doğum bir gece yarısı ansızın başlar da kıpırdayacak hali olmazsa evde eski usüle razı olacaktı.

    İki gündür dur durak bilmeden Tugay’ı sıkıştırıp duruyordu. Tugay da utana sıkıla hekimleri sıkıştırıyordu. Sonunda tamam dediler, Buket’e uzunca bir iğne yaptılar.

    Madem sabrınız tükendi, bu da bir seçimdir, dedi doğum uzmanı. Akşamüzeri hastaneye alacağım kızımızı. Girişinizi yapacağım. İlaç vererek gidişatı hızlandıracağım. EMR dediğimiz erken su boşalması yaşadınız. Suyun çoğu yerinde. Enfeksiyon riskleri için yapıyorum bu iğneyi. Endişelenmeyin.

    Rahatladılar.

    Buket’in hastaneye girişini akşamleyin tamamladılar, ona yatak tahsis ettiler, bir de ebe atadılar.

    Ebe güleryüzlü, nazik, deneyimli, orta yaşlarda tonton bir kadındı. Bıcır bıcır konuşup bel altı espriler yapıp Buket’i güldürüyor, Tugay’ı utandırıyordu. Adı Hatçe’ydi. Hatice değil, Hatçe’ymiş. Nüfusta öyle yazılıymış.

    Hatçe servis edilen akşam yemeğinden sonra odaya geldi, loş olan ortamı tavan ışıklarını aniden pat diye açarak aydınlattı, cebinden bir tüp çıkarıp Tugay’a, Aç bakayım avuçlarını yiğidim, dedi ve uykulu, esneyip duran, ne olduğunu anlayamayan Tugay’ın avucuna jölemsi bir şey sıktı.

    Tüp yarımdı. Kalan yarısını olduğu gibi Tugay’ın eline boşaltmıştı. Tüpü büküp katladı, cebine geri koydu.

    Şöyle iyice yay avucunda onu. Hah, aynen öyle. Şimdi ben gidiyorum, karının şuralarını, bi de şuralarını iyice ovala. Bastır bastırabildiğin kadar ama kızcağızı öldürecek kadar da değil tabii. Ellerin kuruyana kadar yoğur güzelcene. Sonra gelip beni bul. Az daha sıkayım.

    Ne kadar zamana kurur bu? Hızlı herhalde? Uçucu mu?

    Bir, bir buçuk saate tahriş edecek kadar kurur. Ne bakıyon öyle? Baba olana kadar senin hayatın ovalamadan ibaret olacak. Zoruna gitmesin. Onu şu güzel kızı döllemeden önce hesap edecektin.

    Hatçe çıkınca Tugay Buket’in kıyafetlerini kuru serçe parmağıyla kaldırıp mesaiye başladı. Çok geçmeden kolları kesildi ama durmayıp devam etti. Sorun masaj seven Buket’in kendini naza çekmesi, ter içinde kalan Tugay nasıl yaparsa yapsın masajdan bir türlü tatmin olmamasıydı.

    Ertesi gün öğleye doğru doğum uzmanı iki dakikalık bir ziyarette bulundu. Buket’e sorular sordu. Başını sallayarak dinledi cevapları. Tugay’dan telefonunu çıkarıp sancıları not etmesini istedi. İki sancı arası süre on dakikanın altına düşerse ebeye haber vermesi gerekiyordu.

    Akşamüzeri başka bir ebe geldi. Tugay’ı dışarıya çıkardı. Bu ebe asık yüzlü ve hayatına kahretmiş bir tipti. Robotlaşmıştı.

    Rahmin daha iki santim bile genişlememiş, dedi Buket’e muayeneden sonra eldivenlerini çıkarırken. Seni erken yatırmışlar. Evinize gidip bekleseniz daha iyi olurdu ama Doktor Bey bilir tabii.

    Yo, eve gitmem. Suyumun birazı geldi bile. Enfeksiyon riski varmış. Hem bütün paramız taksilere gitti. Ben huyluyum, hemen evhamlanıyorum, zırt pırt buraya geliyoruz.

    Ebe omuz silkip odadan çıktı. Az sonra bir ameliyat önlüğü getirdi, hiçbir şey demeden tekrar gitti.

    Tugay, Buket’e önlüğü giydirdi ve tekrar masaj mesaisine başladı. Hatçe o küçük tüplerden bir düzine vermişti Tugay’a. Yedi yirmi dört ovabilirdi uyuklayan Buket’i. Tugay arada aşağıya sigaraya indiğinde titreyen kolları yüzünden çakmağı zor ateşleyebiliyordu. Üst gövdesindeki ham kaslar acıyordu.

    Geceye doğru Buket’in gözetim altında tutulduğu odaya bir kalabalık doluştu.

    7

    Damarından ilaç verilmeye başlandığında yırtılan kolundan kanına hücum eden yakıcı sıvı yüzünden Buket içi çıkarcasına çığlıklar atmaya başladı. Yanı başında durup ne yapacağını, onu nasıl teselli edeceğini bilemeyen Tugay kendisini berbat hissediyordu. Daha beter acıların geleceği belliydi.

    Acıya dayanıklı olmaması talihsizlik, dedi kalabalıktan birisi. Sesi bıkkın çıkmıştı. Bu lafı kendisini düşünerek ettiği o kadar belliydi ki. Bununla çok uğraşacağız galiba, demek istiyor gibiydi. Buket ve Tugay kadına nefretle baktılar.

    Buket’in rahim ağzından içeriye bir ucu makineye bağlı bir aygıt soktular ve biraz sonra bebeğin nabzı ekrandan izlenebilir hale geldi.

    Tugay’la Buket önce monitöre baktı, ardından göz göze gelip sevinçle bir saniyeliğine gülümsediler. Hemen sonraki saniye Buket acıyla kıvrandı, kırmızı boynu damarlandı. Alnında ter damlaları belirdi. Tugay her detayını ve her halini ezbere bildiği Buket’in yüzünü hiç bu halde görmemişti.

    Bizim şu an için yapabileceğimiz bir şey yok, dedi kalabalığı kaş gözle yöneten yaşlıca adam. Bebeğin nabzını takip edin. Yirmiden büyük sayıda ani düşüş veya artış olursa birisine haber verin. Eğer nabız ekrandan silinirse telaşa kapılmayın, bebekle değil bağlantıyla ilgilidir.

    Buket’in kusası geliyordu acıdan. Tugay peşlerinden bir şeyler sorup durarak heyecanla uğurladı kalabalığı.

    Buket kıvranıyordu. Yabancılar çıkmıştı, Tugay’la baş başa kalmışlardı. Kendisini kasmadan, utanmadan acının içinde kaybolabiliyordu artık. Midesinden kurşunlanmış birisinin hareketlerini tekrarlıyordu sanki. Sert kasılmaları yatağı titretiyordu.

    Tugay jelimsi sıvıyı çıkardı ve Buket’e sormadan önlüğü sıyırıp acıyla boğuşan karısının tenini ovmaya koyuldu.

    Sancı bir süre diniyor, sonra tam hissizleşmişken daha yüksek bir acı dalgasıyla Buket’i gafil avlayıp bas bas bağırtıyordu.

    Ateşim mi var baksana.

    Tugay avuç içi kremli elinin tersini karısının alnına koydu ama elleri durmadan masaj yaptığı için ısınmıştı, bu yüzden ayağa kalkıp dudaklarıyla ateş kontrolü yaptı.

    Normal geldi bana.

    Bir ara ekrandan nabız gidip gidip geri geldi. Sıfırlanıyor, sonra birden artıp normale dönüyordu. Tugay huylandı. Nabız monitörü sıfır dörde kadar düşüyor, pat diye gaz verilen yarış otosu gibi yetmişlere yükseliyordu.

    Gidip Hatçe Ebe’yi buldu.

    Kadın plastik bir tabaktan bulgur pilavı yiyordu.

    Lokmamı boğazıma dizme be, geliyorum şimdi, dedi. Tugay gidince de yanındaki kadınlara, İlk çocukları, yazık, diye ekledi anlayışlı bir gülümseyişle.

    Odaya girdi, Buket’in damar yoluna bağlı serumun tıp tıp tıp damlayışının hızını ayarladı ve yumuşak cümleler söyleyerek pilav soğumadan yetişmek için tekrar hemşire odasına gitti.

    Buket bir ara sakinleyince masaj yüzünden elleri hissizleşip kolları kopan Tugay ondan bir sigara molası rica etti, hemen geleceğini söyledi. Buket izin verdi.

    Ama çabuk gel n’olursun.

    Tugay sigarasının dumanını hızlı hızlı solurken telefonunu çıkarıp saati kontrol etti. İki saat kadar önce doğuma alınmıştı Buket. Bir arkadaşının eşinin doğumunun iki güne yaklaştığını duymuştu. İnşallah Buket için sancılı süreç o kadar uzamazdı.

    Sigarasının sonuna bile gelemedi.

    Koşar adım Buket’in yanına çıktı ve karısını değişmiş buldu. Buket sanki savaşmaya karar vermişti. Adeta amansız bir Amazon kadının yüz hatları nesilleri aşıp yüzüne yerleşmişti. Beş dakika önce mızırdanan, ağrı eşiği düşük küçük bir kız çocuğuyken şimdi korkusuz bir savaşçı tanrıçaya dönüşmüştü.

    Hani yazın şeyin... gelmesini bekleriz... dedi Buket arada acıyla ahlayıp sözcüklerine ara vererek. ... aylardan sonra denize ilk defa gireriz o sene... böyle... ahh... böyle gıdım gıdım, santim santim suya batarız...

    Eee? dedi Tugay ilgiyle.

    Sonra şeyimiz soğuk suya bir kez değince amaan sikerler deyip hop diye atlar, gövdemizin... ovvv, bu fenaydı... birden atlarız işte soğuğa teslim oluruz. Kaçınılmazsa. Acılar da öyle... Saldım kendimi.

    Sen daha sık küfretsene, dedi Tugay. Ne tatlısın ya.

    Sancı geldiğinde Buket The Exorcist filmindeki kız gibi havalanıyordu (ama dirseklerinden destek alarak) ve acıya kafa tutuyordu, acı kırıldığı zaman ise bir pelte gibi geri yığılıyordu, başı yastığa gömülüyor, hohluyor, bir sonraki dalga için dişlerini sıkarak kendini hazırlıyordu.

    Acı dalgalarına kafa tutan sörfçü fıstığım ben!

    Geliyor, geliy...

    Ovvv. Aaa. Hhhh. Hufff.

    Gelin! Bu kadar mı ha? Topunuz aynı anda gelin anacım. Tsunamileşin de gelin. Beni yıkamazsınız.

    Canı deli gibi acıyordu ama kendince eğleniyordu.

    Kendini kandırmakta ustaydı.

    Kendinden daha güçlü birisiyle kavga edenlerin stratejisini benimsemiş gibiydi. Öldürücü yumrukları olabildiğince savuşturur ve rakibini daha fazla yumruk sallaması için kışkırtırsın, böylece senin saldıracağın vakit gelene kadar sabreder, onun yorulmasını sağlarsın ya hani.

    Buket böyle savaşıyordu. Ya da Tugay’a öyle geliyordu. Geceleri bilgisayardan canlı boks müsabakalarını izliyordu ama bokstan bir halt anlamadığı için dövüşün kendisinden çok yorumcuların bu tarz cümleleri ilgisini çekiyordu.

    Ikınamıyorum. Denesem bile içime sayısız iğne batıyor. Keşke herifler şimdi gelse ıkın diye gaz verse. Ama belli ki ıkınma zamanı değil. En sonunda ama bir yükleneceğim Kağan ta şu karşı duvara fırlayacak. Keşke sana Decathlon’dan beyzbol eldiveni alsaydık, tutardın dadayı.

    Dada ne kız? Haa, hatırladım.

    Çocuk demek çocuk.

    Hadi vre Trakyalım Buket’im. Sık dişini.

    Gülümsediler. Gerçi Buket’in gülümsemesi ağlamaya daha çok benziyordu.

    Su ver! diye bağırdı Buket var gücüyle.

    Tugay telaşla uzandı, şişenin kapağını açıp Buket’e su içirdi.

    Niye bağırıyorsun böyle gece vakti? Atacaklar bizi dışarıya.

    Bağırmadım. Acı vurdu. Kusura bakma ya utandırdım seni.

    Buket iğrenir gibi bir tonla söylemişti bunları. Tugay ona sinirlenip alındı, ayağa kalktı. İzin falan istemeden, aşağı inebilir miyim diye sormadan çıktı.

    Sigaraya iniyorum. Öncekini içemedim seni düşünmekten. Ama senin beni salladığın yok. Ben yokken kendini toparlamıştın. On beş yirmi dakikaya gelirim. Hem anneni bi’ arayayım.

    Tamam madem. Söyle telaşlanmasın. İyiyim ben. Yastık’a çikolata vermesin, sonra halılara kusuyor.

    Tamam.

    Tugay sigara yakıp ağzına yerleştirdi. Fazilet Hanım’a telefon açtı.

    -  N’aber anne?

    -  İyi. Sizden? O Ses’i izliyom. Demin bi kız çıktı, daha şarkının narakatı gelmeden dıps dıps dıps dıps bütün jüri döndü ama var ya kesin Acun’un bir şeysiydi kız, çünkü sesi bokum gibiydi.

    -  İyiymiş. Anne bizi merak etme. Telaşlanma diye aradım. Doğum çoktan başladı. Damardan ilaç veriyorlar. Sancılar arttı, sıklaştı.

    -  Hayırlısı bakalım. Destek ol.

    -  Oluyorum, oluyorum.

    -  Anne?

    -  He?

    -  Köpeğe çikolata verme tamam mı?

    -  Tamam. Negro verdim demin, onu kıtırdatıyo.

    -  Anne tatlı verme ona. Kusuyor sonra sağa sola.

    -  E bu hayvancağızın günlük şeker ihtiyacı yok mu?

    -  O alıyor şekeri mamalarından.

    -  Sen o mamayı eline alıp kokladın mı hiç? Bok bile daha güzel kokar.

    -  Mamasını ben veriyorum. Ama köpek o, bizim gibi değil, onlara alışkın. Çikolata, bisküvi verirsen kusuyo.

    -  Alışık değil de ondan. Ben alıştırıyorum işte ne güzel. Damak tadı otursun, sizin de bütçenize yansır oğlum kötü mü? Mamaya para verceğinize Bim’in ucuz kekinden doğrarsın önüne yer. Bebek gelince görecem sizi. Köpeği atacaksınız kapı dışına. Bebek pahalı.

    -  Neyse anne. Benim içeriye girmem lazım. Sigaraya çıkmıştım. Sen merak etme. Kontrol altında her şey.

    -  İyi, iyi. Kağan fırtlayınca ara gene. Uyumuş olsam da uyandırana kadar ara. Sesini dinlet.

    -  Tamam.

    -  Söz mü?

    -  Söz.

    -  Kağan olacak di mi adı? Değiştirmediniz?

    -  Kağan olacak.

    -  Kültigin de geldi aklıma. Böyle genelkurmay başkanı adı gibi. Höyhöy, ağır bir isim.

    -  Kağan’ı sevdik biz anne. Neyse, çıkıyorum Buket’in yanına.

    -  Tamam. Sen bir çıtlat ona bakim Kültigin’i sevcek mi?

    Tugay telefonu kapattıktan sonra Kültigin isminde oğlum olsaydı onu kendi kanımdan gibi sevemezdim herhalde mendil falan sattırırdım caddede diye düşündü. İsim önemli hacı.

    Vakit ne çabuk geçmişti. Tugay binaya girerken uzaklardan bir yerlerden sabah ezanı okunuyordu. Bir hastabakıcıyla Buket’in yattığı odanın kapısında karşılaştı. Adam üzeri yiyecek dolu tezgahı itiyordu.

    Kocası sen misin?

    Benim.

    Yemek yer misin?

    Yerim. Bu mu yemek?

    Beğenmezsen yeme. Te Allağam ya.

    Ondan demedim birader. Merak ettim. Değişik ya şunların paketi. Anlamadım ne olduğunu.

    Ekmek onlar. Yemek şurada.

    Tezgahın alt rafındaki tencerelerin kapaklarını açtı.

    Çorba vardı birisinde. Diğerinde karışık yeşilli siyahlı zeytin ve küp küp doğranmış kaşarla beyaz peynir. Üçüncüsü küçük ambalajlar içindeki reçel çeşitleri, bal, tereyağı ve fındık ezmesiyle doluydu.

    Buket uyumuştu. Hava tamamen ağarana kadar da uyanmadı. Tugay orada değilken Hatçe Ebe gelip ona iğne yapmıştı. Gevşetici. Buket’in gergin bedeni saniyeler içinde çözülmüş, Buket derin bir uykuya dalmıştı.

    Tugay yemeğini yerken gözü karanlıkta kıpraşan monitörlerdi. Sanki monitörde Şampiyonlar Ligi finali açıkmış ve elindeki İddaa kuponu birkaç dakika içinde ona bin kâğıt kazandıracakmışçasına dikkatle Kağan’ın nabzını izliyordu.

    Tugay son dakika golüyle kuponu yatmış bir adamın ekrana küsmesi gibi başını sıkıcı monitörden çevirdi. Bir müddet Buket’i izledi. Buket’in yüzü, minik hamilelik gıdığı uyurken çok sevimliydi. Vücudu hareket istiyordu. Kalktı.

    Boşalan kahvaltı tepsisini koridora çıkardıktan sonra Buket’e tekrar uzun uzun baktı. Uyanacak gibi değildi. Kafeteryaya indi.

    8

    Sanki dünden kalmış gibi tadı acılaşmış bayat çayı plastik bardaktan yudumlayıp sigara tüttürürken düşünceler içinde kayboldu. Birkaç saate kalmadan Kağan dünyaya gözlerini açacaktı.

    Baba oluyorum!

    Çabuk annenden özür dile ve odana çıkıp dersinin başına otur Kağan!

    Tamam, söz, pekiyi getirirsen gitar alacağım.

    Ya bırak matematiği şimdi, gel, annen gelene kadar PES atalım? Yemekten sonra çalışırsın.

    Hişş, Kağo? Sevgili mi yaptın lan dümbelek? Ne ara büyüdün de hatun işlerine giriştin?

    Hayaller kuruyor, kendisini yaşlandırıyor, Kağan’ı büyütüyordu.

    Derken aklına Tilda Swinton’ın oynadığı şu manyak filmdeki, daha küçük halini Californication dizisinden bildiği o çocuğun canlandırdığı Kevin karakteri geldi, tadı kaçtı. Ya Kağan öyle sorunlu bir çocuk olursa? Kendilerine benzemezse? Hey Buket, we need to talk about Kağan.

    Babalığın düşüncesi bile hoştu.

    Kendisi o dakikaya kadar bir baba olarak hissetmemişti.

    Kendi babasını hatırladı.

    Babası Tugay’ın şimdiki yaşındayken Tugay beş yaşındaydı. Tugay, babasının baba olduğu yaştayken, kendisini henüz çocukluktan çıkmamış hissediyordu. Hâlâ da öyle hissediyordu ya.

    Ben baba oluyorum!

    Kağan’a ömrünü adayacaktı. Bir, belki iki çocuk daha yapabilirlerdi. Tugay’ın bir iş bulması zaruriydi artık. Eve bir sabit maaş daha girmeliydi. Başını eğecek, asgari ücretli de olsa bir işe girecekti mecbur.

    Geçen sene çok parasız kalmışlardı, yeni taşınmışlardı, Tugay çiğ köftecilerde bile iş bulamamıştı. Çiğ köfteciler bile ona o işe yaramaz formlardan doldurtmuştu. Sen şunu doldur, biz seni ararız. Yahu o, koskoca Tugay, evrenin merkezi, gönül indirmiş ondan iş iştemişken, adam kalkmış onu başından savuşturmuştu.

    O günler bitti oğlum, dedi kendisine. Çalışacaksın it gibi. Artık Tugay yok Kağan var.

    Yukarıya çıktı. Buket uyuyordu. Tugay da pencerenin kenarındaki refakatçi yatağına uzandı ve ağzının suyunu akıta akıta kestirdi.

    Birkaç saat sonra, oda güneş ışığına boğulmuştu, bir stajyer hemşire gelip perdeleri çekti, ortamı loşlaştırdı.

    Birazdan başlıyor, dedi Buket’in damarından serum kordonunu, vajina girişinden bebeğin nabzını izleyen cihazı çıkardıktan sonra.

    Doğum uzmanı ve Hatçe Ebe az sonra kapıda belirdi. Eldiven takmışlardı.

    Tugay uyurken sırtına pencere aralığından güneş vurmuştu. Ter içindeydi. Ve heyecan ve telaş içerisinde.

    Buket’i zorlamaya başladılar. Buket de yağmur yüklü bulutlar gibi ıpıslak kesilmişti. Terle taşıyordu. Tugay elindeki havluyla onun yüzünü siliyordu. Buket istemişti. Akan terler gözlerini yakıyormuş. Hatçe Ebe yatağın diğer yanındaydı. Buket’e birkaç yudum su içirdi. Ağzına bir lokum verdi.

    Ebeyle doğum uzmanı çıktılar. Kapının dışında bir şey fısıldaşıp döndüler hemen. Bu fısıldaşma Buket ve Tugay’ı evhamlandırdı ama bir şey sormaya da korktular.

    Biraz sonra Ikın! emirleri başladı. Buket Tugay’ın koluna sımsıkı yapışmıştı. Doğum uzun sürecek olursa ve Buket kolunu öyle sıkmayı sürdürürse, Kağan doğduktan sonra Tugay’a da bir amputasyon ameliyatı gerekebilirdi. Kangren neticesinde. Kağan’a harpte şarapnel parçaladı derdi. Senin baban bir kahraman.

    Oğlum silsene kızın yüzünü, neye daldın öyle! dedi Hatçe Ebe sertçe.

    Tugay bakışlarını Hatçe Ebe’nin gayret içindeki yüzüne çevirdi. Kadının yüzü fırtına altındaki bir deniz gibi çetindi. Hemen sonra bu erkeksi yüz bir anda bulutsuz bir gökyüzü altındaki çarşaf misali dingin denize benzeyip daha feminen göründü gözüne.

    Doğum uzmanı derin bir iç çekti. Bir an geri çekilip boynunu kütürdettikten sonra tekrar öne eğildi. Öylesine eğilmişti ki çaprazında bekleyip dikkatle sahneyi izleyen Tugay bir an adamın bebeği dişleriyle çekip alacağını sandı.

    Yeni bir sancı dalgası Buket’i vurdu. Sırtı yay gibi geridi. Hatçe Ebe’nin eli Buket’in kalçasındaydı, olanca kuvvetiyle Buket’i yatağa bastırıyordu.

    Buket’in halihazırda on santim açılmış rahmi biraz daha genişledi. İçeriden taze

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1