Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Gelinliğiyle Ölüme Atlayan Kız
Gelinliğiyle Ölüme Atlayan Kız
Gelinliğiyle Ölüme Atlayan Kız
Ebook92 pages37 minutes

Gelinliğiyle Ölüme Atlayan Kız

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook


              Yokluğuna bir saniye dayanamayacak kadar sevdi.
    
              Dost bildiğinin hançerini yedi.
    
              Taptaze, saf ruhunu, kendi hayatına son vererek kirletti.
    
              Ölüm son değildi.
    
              Gözünü açan ölümdü.
    
              Gerçekleri öğrendiğinde ruhunda intikam hırsı bir kor gibi yanmaya başladı.
    
              O gitmedi.
    
              Hâlâ burada.
    
              Yapılanların bedelini ödetmeden de gitmeyecek.

LanguageTürkçe
PublisherThe Classics
Release dateDec 17, 2020
Gelinliğiyle Ölüme Atlayan Kız

Read more from Semih Süren

Related to Gelinliğiyle Ölüme Atlayan Kız

Related ebooks

Reviews for Gelinliğiyle Ölüme Atlayan Kız

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Gelinliğiyle Ölüme Atlayan Kız - Semih Süren

    BİRİNCİ BÖLÜM

    EN GÜZEL GÜNÜ OLMALIYKEN

    Kalbi ağrıyordu.

    Parlak gökyüzü üzerine geliyordu. Gökyüzüne bir daha bakmamaya yemin etti. Perdeleri çekti. Işığı açtı ve yalnızca yazacaklarını görebileceği kadar kıstı.

    Nikaha geleceklerin bir şeyler karalaması için hazırlattıkları boş defterden bir sayfa kopardı. Makyaj masasına oturdu. Yüzü asıktı. Gözleri dolu doluydu. Üzerinde gelinliğiyle, öylesine güzel ve öylesine hüzünlüydü ki... Yansımasıyla birkaç saniyeden fazla göz göze gelemedi. Bakışlarını aynadan önündeki boş sayfaya indirdi.

    Kalbi çok ağrıyordu.

    Ucu kütleşmiş göz kalemini kalemtıraşla sivriltti.

    Annesine beş cümlelik bir elveda mektubu yazdı. Son cümlenin harflerini sıralarken çenesi ve dudakları titriyordu.

    Özür dilerim anne.

    Sayfayı aynanın kenarına sıkıştırdı. Odaya ilk giren kişi doğrudan mektubu görecekti.

    Ayağa kalktığında başı döndü. Dakikalardır düzgün nefes alamıyordu.

    Daireden çıkarken kapıyı çekmedi.

    Apartmanın en tenha vaktiydi. Yaşlılar televizyon karşısında uyukluyordu. Diğerleri işteydi. Çocuklar okuldaydı. Aşağı ve yukarı katlardan hiç gürültü gelmiyordu. Kat sahanlıklarında kimseler yoktu. Kimse asansör çağırmıyordu.

    Kalbi ağrıyan gelin de asansör çağırmayarak merdivenlere yöneldi.

    Bacaklarından yukarı tüm gövdesi titreyerek merdivenleri ağır ağır çıkıyordu. Gözleri boş bakıyordu. Yalınayaktı. Tabanları betonun soğuğundan giderek hissizleşiyordu.

    Bir kat, sonra bir kat ve sonra bir kat daha yukarıya çıktı.

    Terasın paslanmış demir kapısını zorlayıp açtı. Çanak antenlerinin, su deposunun, güneş ısıtma sistemlerinin arasından yürüdü.

    Pasparlak bir güneş tepedeydi. Lekesiz, masmaviydi yukarısı. Küçük bir bulut öbeği bile görünmüyordu.

    Çatının kenarına doğru yürürken omuzlarına vuran güneşi hissetmiyor, gözünü istemsizce kıstıran aydınlığı fark etmiyor, az ileriden havalanan iki güvercinin kanat seslerini duymuyordu.

    Zihni bir sis bulutunun içerisindeydi. Dünyası şimdiden grileşmişti.

    Gelinliğinin kabarık eteğini dizleri hizasına kaldırdı. Çatı kenarındaki korkuluğa tereddütsüz çıkıverdi. Tek bir hamleyle. Herhangi bir kaldırıma çıkarcasına kolaylıkla.

    Sevdiğinin yüzünü çağırdı zihninde. Ancak düşünce yetisi öylesine harap haldeydi ki, o dünya yakışıklısı çehreyi son defa anamadı. Bu yüzden kalbi daha derinlerden ağrımaya başladı.

    Bir damla gözyaşı siyah rimeli gelinin yanağından aşağıya sürükledi.

    Gelin kendisini boşluğa bıraktı.

    İKİNCİ BÖLÜM

    KORKUNÇ BİR PERŞEMBE

    SARAL APARTMANI'NIN arka bahçesinde, park yerlerinin önünde, delikanlılar top oynuyordu. Delikanlılardan birisi apartmanın altında yer alan ev yemekleri satan küçük dükkanı işleten yaşlı teyzenin öksüz ve yetim torunuydu. İsmi Adem'di.

    Hişt, Adem! Paslı oynasana lan?

    Adem çocukluğundan itibaren futbolda mahallenin en yetenekli kişisiydi. Mahalle takımına kabul edildiğinde henüz on bir yaşındaydı. Mahalle esnafından oluşan yirmi altı yaş ortalamasındaki takımın en genciydi. Bu yüzden yıllardır mahallenin gözbebeğiydi ve çok sevilirdi. Semtlerinin yarı-profesyonel futbol takımının altyapısında idmanlara çıkıyordu. Masraflarını mahalle esnafı karşılıyordu. Onun ileride büyük bir futbolcu olacağına, mahalleyi kıvanca boğacağına inanıyordu herkes.

    Adem bireysel oynuyor, yaşıtlarına pas vermiyor, onları küçümsüyordu. Onu kıskanan kendi takımından birisi kasten Adem'e sert girişti ve onu yere serdi. Adem acıyla zonklayan bileğini ovuşturdu, sonra ayağa kalktı, tam kavga başlatacaktı ki, takım arkadaşı park alanına yaklaşan arabayı işaret etti:

    Adem bak, bizimkiler, dedi arkadaşı, Adem'e dirsek atarak.

    Adem arabadan inen, kendisinden yaşça büyük iki genç kıza baktı. Direksiyon tarafındaki kapıdan inen kıza birkaç senedir platonik aşıktı. Onu her görüşünde içi bir hoş oluyor, tuhaflaşıyordu.

    İki arkadaşı yanında konuşuyordu.

    Mehmet, bu o kız değil mi? diye sordu Samet.

    Mehmet pis pis gülümsedi. Mehmet yan apartmanın altında kuru temizleme yapan, çamaşır yıkayan, ütü işi de alan işletmenin sahiplerinin oğullarıydı. Adem'in hoşlandığı genç kızın sütyenini çalmıştı ve oğlanlar bu sütyeni elden ele dolaştırmaya başlamıştı.

    Bir gün de şu şişkonun donunu çalsana be, dedi Samet. Ne manyak eğleniriz. Haha.

    Leş gibi kokar be, tipe baksana, dedi ve güldü Mehmet. Hipopotam karı.

    Gerçekten de diğer kız aşırı kiloluydu, kısa boyluydu, yüzü pek çirkindi. Delikanlılar o güzel kızın bu yaratık tipliyle neden arkadaşlık ettiğini anlayamazlardı.

    Hişttt! Sessiz olsanıza lan! diye araya girdi Adem. Duyacaklar şimdi.

    Adem gözlerini zayıf kızdan ayıramıyordu. Ceren'den. Diğer şişman kızı, Tuğçe'ydi onun ismi de, görmüyordu bile. Ceren üzerine çok yakışan, pembe, pudramsı, tiril tiril bir elbise giymişti.

    Duymazlar, dedi Samet. Mehmet'e döndü. La Mehmet, hani sütyeni bana verecektin bugün? Benim sıram.

    Mehmet şaşırdı.

    İyi de ben onu ta ne zaman Adem'e verdim oğlum, dedi.

    İkisi de bakışlarını Adem'e çevirdi.

    Hiç bana bakmayın, dedi Adem, kendinden emince. Bende değil.

    Kimde ya o zaman? dedi Mehmet kaygılı bir sesle. Gitti benim güzel kokulu sütyen. Kimde ulan, sende değilse?

    Adem düşündü. Kimin ismini verseydi? Hah.

    Berkcan'a vermiştim ya geçen maç yaptığımızda.

    "Yaaa. Salaksın ha, valla salaksın. Ona niye veriyorsun? Bizim mahalleden değil bile. Senede kaç

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1