Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Anarşizme Kenar Notları
Anarşizme Kenar Notları
Anarşizme Kenar Notları
Ebook576 pages6 hours

Anarşizme Kenar Notları

Rating: 5 out of 5 stars

5/5

()

Read preview

About this ebook

Gün Zileli, bu toprakların çıkardığı en üretken anarşist yazar kuşkusuz. Biz okurlar içinse bunun faydası, yaklaşık otuz yıla yayılmış üretimin net bir panoramasını bu kitapta görebilmek. Kaldı ki bu panoramaya tanıklık etmekle yetinmiyor, bunu post-yapısalcı bir eleştirellikle tekrar değerlendirme şansına erişiyoruz. Bu manada, eşi az bulunur bir eser ‘Anarşizme Kenar Notları’.

Kitabı okuyunca farkedeceksiniz 400’e yakın dipnotla, kenar notuyla zenginleştirilmiş bir çalışma elinizdeki. Dolayısıyla, okura bu notları es geçmemesi gerektiğiniş anımsatalım.

LanguageTürkçe
Release dateSep 7, 2016
ISBN9781927893593
Anarşizme Kenar Notları

Related to Anarşizme Kenar Notları

Related ebooks

Reviews for Anarşizme Kenar Notları

Rating: 5 out of 5 stars
5/5

1 rating0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Anarşizme Kenar Notları - Gün Zileli

    İndeks

    Zileli’nin yazılarına yıllar sonra düştüğü kenar notlarının anlaşılması için yazının nerede ve ne zaman yayınlandığı önem yaşıyor. Bu nedenle aşağıdaki indeksi sunuyoruz. (Yayıncı)

    Emma Goldman’ın Devrim Anlayışı ve İspanya İç Savaşına Bakışı

    Nisan 1994, Amargi, Sayı: 10/11

    Anarşizm

    Kavram Sözlüğü - Söylem ve Gerçek, Editör: Fikret Başkaya, Özgür Üniversite Yayınları, Aralık 2005.

    Anarşizm

    Siyaset Bilimi-Kavramlar, İdeolojiler, Disiplinler Arası İlişkiler, Editörler: Gökhan Atılgan, E. Attila Aytekin, Yordam Kitap, Nisan 2012.

    Türkiye’de Anarşizm

    Kasım 2001, Türkiye’de Siyasi Düşünce Dizisi, 8. Cildi: Sol, İletişim, 2007.

    68’de İstanbul ve Paris’in Çağları Farklıydı

    Şubat 2012, Barış Soydan, Türkiye’de Anarşi-Yüz Yıllık Gecikme, İletişim, 2013.

    Can Başkent / Türkiye’de Yayınlanan Ön Dönem Anarşist Dergiler

    2013

    21. Yüzyıl Anarşizmi

    Aralık 1998, Birikim, sayı:116.

    Bookchin’in Kentsiz Kentleşme’si üzerine

    Ağustos 1999, Birikim, sayı: 124

    Anarşizmin Bugünü mü, Ölümü mü?

    Mart 2000, Birikim, sayı: 131

    Aydınlanmış Anarşi Üzerine

    Aralık 2003, Cumhuriyet Kitap

    Peter Marshall’dan Hareketle Söylenebilecekler...

    Mart 2005, Bireylikler, sayı:1

    Anarşizm… Zor Ama Mümkün!

    Nisan 2012, Aşk ve Devrim sitesi

    Devrimsiz Devrim!

    Mayıs 2012, Aşk ve Devrim sitesi

    Saint-Imier Toplantısı

    Ağustos 2012, Aşk ve Devrim sitesi

    Devrim Üzerine Anarşist Düşünceler…

    Kasım 2012, Aşk ve Devrim sitesi

    Can Başkent / Ekonominin Yeni Temelleri

    Ocak 2014, Birikim, sayı: 297

    Türkiye’deki Anarşizmin Dünü, Bugünü…- 1

    Barış Soydan, Türkiye’de Anarşizm-Yüz Yıllık Gecikme, 2013, İletişim

    Ocak 2013, Aşk ve Devrim sitesi

    Yeni Komünizm Paradigmasi üzerine (Alain Badiou)

    Aralık 2013, Aşk ve Devrim sitesi

    Yerel Özerklik…

    Ağustos 2015, Aşk ve Devrim sitesi

    Can Şafak / Gün Zileli’yle Anarşizm, Liberter Komünizm, Anarko-Sendikalizm

    Ekim 2015, sendika.org

    Pasifizm Boyun Eğiştir

    Amargi, sayı: 7, Temmuz 1993

    Anarşizm ve Vicdani Ret

    Ağustos 2009, Aşk ve Devrim sitesi

    Bugünün Anarşizmi ve Şiddet

    Nisan 2011, Aşk ve Devrim sitesi

    Qijikareş’in Anlamı…

    Şubat 2012, Aşk ve Devrim sitesi

    Türkiye’deki Anarşizmin Dünü, Bugünü… - 2

    Barış Soydan, Türkiye’de Anarşizm-Yüz Yıllık Gecikme, 2013, İletişim

    Ocak 2013, Aşk ve Devrim sitesi

    DSİP’li Arkadaştan Derhal Özür Dilenmelidir

    Aralık 2013, Aşk ve Devrim Sitesi

    Silahlı Mücadele!

    Ocak 2016, Aşk ve Devrim sitesi

    Tayfun Gönül / İslamî Faşizme Karşı Otonomlar Oluşturalım

    Mayıs 1994, Apolitika, sayı: 1

    Tayfun Gönül / İslamî Bir Anarşizm Olanaklı mı?

    Mart 1997, Apolitika, sayı: 5

    İslamcı Anarşizm

    Ocak 2013, Aşk ve Devrim sitesi

    Gazi Bertal / O Pasaport Memuru Benim

    Şubat 2013, Yabancı Sitesi

    Ateş Hırsızı’nın Sorularına Yanıtlar

    Ekim 1996, Apolitika, sayı: 6, Mayıs 1997

    Tayfun Gönül / Gün Zileli ve İttifaklar Meselesi

    Mayıs 1997, Apolitika, sayı: 6

    Tayfun Gönül / Ne Vesayet Ne Vekâlet

    Şubat 2012, Anarşist, sayı: 1

    Gezi Hareketinin Bileşenlerinden Anarşistler Üzerine

    Temmuz 2013, Gün Zileli, Haziran Günleri-Gezi Notları, Büyülüdağ, 2014

    Anarşistler, Cephecilik, Sol Cephe vs…

    Kasım 2013, Aşk ve Devrim sitesi

    İttifaklar Sorunu Üzerine

    Mart 2014, Aşk ve Devrim sitesi

    Anarşist Akımın Cephecilik Takıntısı

    Ocak 2015, Aşk ve Devrim sitesi

    Anarşizmin Sorunları Tartışması

    Aralık 2007, Ayyuk, sayı: 9

    Yanlış Bir Kavram: Anarşist Devrim

    Eylül 2008, Aşk ve Devrim sitesi

    Qijikareş’in Anlamı…

    Şubat 2012, Aşk ve Devrim sitesi

    Türkiye’deki Anarşizmin Dünü, Bugünü… - 3

    Barış Soydan, Türkiye’de Anarşizm-Yüz Yıllık Gecikme, 2013, İletişim

    Ocak 2013, Aşk ve Devrim sitesi

    Uyuşturucu Sorununa Bakış

    Eylül 2000, Ayyuk, sayı: 5

    ‘Yaşam Tarzı Anarşizmi’ Üzerine

    Ekim 2000

    Dans ve Devrim!

    Eylül 2009, Aşk ve Devrim sitesi

    Marksist Sol ile Anarşizm Arasındaki İlişki

    Kasım 2002, Düşünen Siyaset, sayı: 11

    Ağabey Akım Sendromu

    Ekim 2008, Aşk ve Devrim sitesi

    Türkiye’deki Anarşizmin Dünü, Bugünü… - 4

    Barış Soydan, Türkiye’de Anarşizm-Yüz Yıllık Gecikme, 2013, İletişim

    Ocak 2013, Aşk ve Devrim sitesi

    Can Şafak / Gün Zileli’yle Anarşizm, Liberter Komünizm, Anarko-Sendikalizm

    Ekim 2015, sendika.org

    Işıklı: Bilim ve Politika

    Aralık 2001, Aşk ve Devrim

    Helâ Süpürgesi

    Mart 2004, Aşk ve Devrim sitesi

    Mutlu Konformist!

    Aralık 2008, Aşk ve Devrim sitesi

    Metin Çulhaoğlu / Anarşizmin Bir Asalak Olarak Portresi

    Ekim 2013, Sol Portal sitesi

    Metin Çulhaoğlu’na Teşekkürler..

    Ekim 2013, Aşk ve Devrim sitesi

    Yayıncının Sunuşu

    Gün Zileli’nin bu çalışması entelektüel çevrelerimizde pek alışık olmadığımız bir üslupta: yer yer özeleştiri, yer yer fikren kendini yeniden konumlandırma, yer yer de eleştirinin dozunu arttırma…

    Zileli’nin kitabı düşünce evrenimize evrimsel bir yaklaşım sunuyor. Düşüncelerin nasıl evrildiğini delillerle anlatmakla kalmıyor, bunu kendi düşünce evrimini ifşa ederek, kendisini hedef tahtasına koyarak yapıyor. Ne cesaret!

    Zileli, bu toprakların çıkardığı en üretken anarşist yazar kuşkusuz. Biz okurlar içinse bunun faydası, yaklaşık otuz yıla yayılmış üretimin net bir panoramasını bu kitapta görebilmek. Kaldı ki bu panoramaya tanıklık etmekle yetinmiyor, bunu post-yapısalcı bir eleştirellikle tekrar değerlendirme şansına erişiyoruz. Bu manada, eşi az bulunur bir eser ‘Anarşizme Kenar Notları’.

    Yayınladığımız ekitapta, teknik sebeplerle dipnot olarak verdiğimiz bu ‘kenar notlarını’ kitabı okurken sayfa kenarına yazılmış notlar olarak görmekte fayda var. Kitabı okuyunca farkedeceksiniz 400’e yakın dipnotla, kenar notuyla zenginleştirilmiş bir çalışma elinizdeki. Dolayısıyla, okura bu notları es geçmemesini anımsatalım.

    Can Başkent

    propagandayayınları

    Giriş: Yanlış, Doğrunun Anasıdır

    Bu kitapta en eskisi 1993 yılına, en yenisi 2016 yılına ait elliye yakın makale yer alıyor. Yani yaklaşık yirmi üç yıllık bir süreyi kapsayan, anarşizm üzerine yazılmış yazılar. Çoğu bana ait, ancak gerekli olduğu durumlarda ve ulaşabildiğim ölçüde başka arkadaşların yazılarına da yer verdim. Metin Çulhaoğlu’nun yazısı ise kitaba anti-anarşist tutuma örnek olarak alındı.

    Kitabın esas mantığı, düşüncenin bir nehir gibi akıp gittiği ve Heraklit’in bir nehirde iki kere yıkanılamayacağı sözüne uygun olarak, düşüncenin sürekli değişim içinde bulunduğu anlayışına dayanıyor. Birçok kişi bunu düşünsel rakipleri ile tartışma içinde yapar. Ben bu kitapta başka bir yolu denedim. Kendi eski yazılarımı gözden geçirdim ve eski ya da eskimiş kimi düşüncelerimle tartıştım. Kitaptaki dört yüze yakın kenar notunun büyük çoğunluğu kendi yazılarımdaki görüşlerimin eleştirisine ilişkin kısa ya da uzunca notlardır. Ayrıca, kitabın yayınlanmamış halini inceleyerek katkıda bulunan Can Şafak’ın notlarını da yer yer bu kenar notlarına ekledim.

    İnsan da, toplum da değişim yoluyla gelişir. Bu anlamda değişime direnmeye çalışan muhafazakârlık, bireyin ve toplumun gelişmesine karşı direnmektir. Fakat muhafazakârlık, aynı zamanda insana ve topluma ilişkin çok köklü bir eğilimdir. Bu eğilim, devrimcilik iddiasındaki çevrelerde bile çok güçlüdür. Her türden muhafazakârlık, bir zamanlar ortaya atılmış düşüncelere sıkı sıkı sarılmak ve hayat yanlışladığı halde onların doğruluğu konusunda direnmek şeklinde gösterir kendini. Oysa bu boşuna bir çabadır. Hayat akıp gider, bu akış içinde bir zamanlar doğru olduğu sanılan düşüncelerin yaldızları dökülür. Bunu görüp yanlışlanan düşünceyi değiştirmek ve görece daha doğru olana yönelmek (bir gün belki onun da eskiyeceğini ve kısmen yanlışlanacağını bilerek) tam da devrimci bir tutumdur.

    Bunu başarabilmek ise, insanın şu kısa ömründe egosunu yenebilmesiyle, kendisine karşı objektif olabilmesiyle, kendinden, kendi ideolojisinden ya da mensup olduğu örgütten çok, pratikle sınanan gerçeğe bağlılığıyla mümkündür.

    Bunu denedim bu kitapta. İleride, kenar notlarımın bir kısmının da, hayat, pratik ve düşüncenin gelişmesiyle bir kere daha yanlışlanacağını bilerek.

    Yanlış, doğrunun anasıdır.

    Gün Zileli

    31 Mart 2016, Kınalıada

    antipop

    BÖLÜM 1

    Teori ve Pratikte Anarşizm

    Emma Goldman’ın Devrim Anlayışı ve İspanya İç Savaşına Bakışı

    Nisan 1994, Amargi, Sayı: 10/11

    Yazar David Porter, Vision On Fıre - Emma Goldman On The Spanish Revolution- (Commonground Press, 1983) adlı kitabında Goldman'ın İspanya İç Savaşı ve devrimi üzerine gözlemlerini içeren mektuplarını derlemiş. Ben, bu derlemeden yararlanarak Amargi okuyucularına Emma Goldman'ın çeşitli konulardaki görüşlerinin genişçe bir özetini sunmaya çalışacağım.

    Devrim Üzerine

    Goldman, mektuplarının bir çok yerinde kuvvetle şu vurguyu yapmaktadır: Yaşam teorilerden daha güçlüdür. Ve bir yerde şöyle demektedir: Elbette doktriner değilim...Asla ne bir fanatik ne de bütün teorilerin başına geldiği gibi gerçekleri görmezden gelen bir kör oldum. (David Porter, Vision on Fire: Emma Goldman on the Spanish Revolution, s. 94)

    Goldman, her ne kadar yaşamın teoriden güçlü olduğunu ileri sürse de ihtilal¹ konusunda kaçınılmaz olarak bazı teoriler geliştirmek zorunda kalır. Bunu yaparken reformizmle arasına kesin bir çizgi çeker. Ona göre her devrim insanlığı liberter ideallere biraz daha yakınlaştırmaktadır. Fransız Devrimi dünyaya sosyal fikirleri ve insan haklarını getirmiştir. Rus Devrimi, komünist devletin bütün acımasız uygulamalarına rağmen, Rus halkının kalbinde ve beyninde yer etmiştir. (age, s. 239) Ve Rus devrimiyle Bolşevik rejiminin arasında dikkatli bir ayrım yaparak şöyle demektedir Goldman: Rus Devrimine kendisini uygulaması için şans verilmedi, hemen arkasına bir komünist devlet kuyruğu bağlandı. Anlaşılması gerekir ki, Rus Devrimi ile Sovyet rejimi arasında büyük bir uçurum vardır. Hayır, başarısız olan devrim değildir, Sovyet rejimidir, diktatörlüktür. (age, 238)

    Yazar David Porter, Emma Goldman’ın devrimci görüşünün gelişimini izlerken onun öncü anarşist grupların devrimci propagandalarına ya da esinlendirici şiddet eylemlerine katıldığını belirttikten sonra şöyle demektedir: 1921’de Rusya’yı terkettiği zamandan itibaren geniş çaplı liderlik ya da örgütlenmelerin devrimi hızlandırıcı rolünden gittikçe daha fazla kuşkuya düşmüş, yalnızca doğrudan kitlesel sosyal devrime inanmıştır. Rusya’daki durumu analizinin sonucunda, en organize devrimci gücün, Bolşeviklerin, önce en iyi takipçilerininin ve sonra da kitlelerin dönüştürücü hızını frenlediğini saptamıştır. (age, s. 212).

    Goldman’a göre toplumsal devrim volkanik bir patlamadır, vahşi bir kasırgadır, bunaltıcı bir med cezir dalgası ve temelde kendiliğinden bir kitle ayaklanmasıdır. Diğer fenomenler gibi toplumsal devrim de somut gerçeklikten kaynaklanır. Doğada olduğu gibi, birbiriyle ilişkili faktörlerin sonuçta enerjiyi yeniden ve devasa boyutta yarattığı öyle bir an gelir ki, ilerde olacakları tahmin etmek son derece zorlaşır. Bundan dolayı devrime ilerleyen bir toplumda devrime önderlik etme konusundaki her iddia büyük ölçüde bir kendi kendine şişinmedir. (age, s.213)

    Devrim bir kitle fırtınasıdır ve onu gerçekleştirmeyi planlayan bir ya da birkaç liderin icadı değildir. İspanyol Devriminin umudu ve güvenliği köylerdeki uyanmış köylülerde, fabrikalardaki, atölyelerdeki, ülkenin değerlerini yaratan İspanyol emekçilerinde yatar. Hiçbir ünlü kişi kahraman Temmuz muharebesiyle gündeme gelen muazzam sosyal ve politik dönüşümün üstesinden gelemezdi. (age, 179)

    Devrim, Katalonya’nın, Aragon’un ve Levante’nin işçi ve köylüleriyle güvenlik içindedir...Buralara yolculuk yaptım, şehirlerdeki ve köylerdeki kollektifleri ziyaret ettim ve halkın ruh halini gördüm... Devrimin en etkili aşamasında liderler yoktu, büyük entellektüeller yoktu... Bir daha kimse hiçbir zaman Anarşizmin pratik olmadığını ve bizim programsız olduğumuzu ileri süremeyecektir. (age, s. 57)

    Bu öndersiz devrimci kitleyi daha yakından tahlil eden Emma Goldman şu saptamaları yapıyor: Onların fikirleri kâğıtlardan ya da kitaplardan gelmez. Yalnızca yaşamın gücünden gelir. Eminim ki, bu, İspanyol halkının başka yerlerdeki kitlelerden farklılığıdır. Onlar bu sayede parlamenter yozlaşmadan ve politik entrikadan uzak kalabilmişlerdir. Onlar doğrudan eyleme güvenirler... Ayrıca liberter ilkeler diktatörlüğe yer bırakmayacak şekilde işçilerin ve köylülerin içinde derinden kök salmıştır. (age, s. 34)

    Bununla birlikte Goldman bir kitle idealizmi içinde değildir. O, somut, elle tutulur, İspanyol kitle devriminden söz etmektedir. Orada gördüğü kitlesel kahramanlığı dillendirmektedir. Öte yandan kitlelerin zor karşısında boyun eğdiğinin de bilincindedir. Bunun birçok örneğini verir ve ardından arkadaşına şöyle seslenir: Sakın kitlelere inancımı yitirdiğimi sanma. Sadece fanatik olmayı reddediyorum ve sınıfın içindeki faziletlerin yanısıra şeytanlıkları da görüyorum. Sınıflar bireylerden oluşur ve bireyler yalnızca aziz değil, aynı zamanda günahkârdır da. (age, s. 288)

    Kitle hayranlığından uzak bu bireysellik anlayışı Goldman’ı kaçınılmaz olarak bilinç ve bireyin geliştirilmesi için yarın değil bugün sorununa getirir: "Bütün Sosyalist ve Anarşist saflarda yarına bugünden hazırlanmak gereğini kavrama eksikliği vardır. Kastettiğim, özgürlük ve insan haklarına saygının devrimden sonraki cennetten yağacağı görüşüdür. Devrimden sonraki gelişmelerin kontrolü için kitleler kadar bireylerin de hazırlanması gerektiğine yeterince vurgu yapılmamaktadır.² Bu, kesinlikle geçmişin başlıca hatasıdır." (age, s.260)

    Bütün kalbiyle, Rus devrimi öncesinden beri bildiği basit işçilerin pürist idealizmiyle birlikte olduğunu belirten Emma Goldman, onların saflığının ve idealizminin aynı zamanda hatalarının da kaynağı olduğunu belirtir (s.29). Ve özellikle Rus Devriminden çıkarttığı derslerin bir sonucu olarak devrimin mümkün olduğu kadar geniş bir bilinç atmosferi hazırlaması gerektiğini vurgular. Devrim sonrasındaki³  yapıcı faaliyetin de buna bağlı olduğunu belirtir (s. 213) Bundan sonra özgür kitle insiyatifinin üzerinde durarak şöyle der: İspanya, işçilerin özgür insiyatifinin muazzam değerini göstermiştir. Bu, kolektivizasyon ve sosyalizasyonun işçiler tarafından ve onların yönetimi altında mümkün olduğu gerçeğini gösterdiği için değerlidir. (age, s.238) Goldman’a göre bu devrimci ruhu ve halkın coşkusunu söndürecek iki şeyden biri devrimden sonra ortaya çıkması olası ayrıcalıklar (age, s.298), diğeri de özgürlüklerin bastırılıp yerine devrim adına bir diktatörlüğe gidilmesidir. Anarşistler, özellikle Katalonya bölgesinde, Barselona’da, savaşın en kızgın anında ve halk cephesinde komünistler ve diğerleri tarafından yapılan çeşitli komplolara rağmen diktatörlük yoluna gitmemiş ve devrimin yaşamasının tek koşulunun özgürlük olduğunu bildiklerinden özgürlüğü kitlelerle birlikte titizlikle korumuşlardır: Yoldaşlarımızın iki seçimi vardı: Ya diktatörlük ya da anti-faşist mücadelede bütün dost denilenler için mümkün olan en geniş özgürlük. CNT-FAI’nin ikinci yolu seçmiş olmasından memnunum. Katalonya’nın bütün dünyada politik bakımdan en özgür yer olduğunu söylemek abartma olmayacaktır. Faşistler olmasa, her parti sınırsız konuşma, toplanma ve basın özgürlüğünden hoşnuttur. Gerçekte bu partilerden bir kısmı özgürlüğü ruhsat anlamında kullanmaktadır. Bunlar en önemli binaları ele geçirmekte, gece yarılarına kadar yüksek sesle konuşmalar ve toplantılar yapmaktadır. Günlük askeri resmigeçitler düzenlemekte ve müzik çalmaktadırlar. Az buçuk lanetler yağdırmaktan zevk almakta, yeterince güçlendikleri o mutlu saat gelince yoldaşlarımızı duvarın önüne dizmek üzere yoğun hazırlıklarını sürdürmektedirler. CNT-FAI olarak böylesine hoşgörü göstermenin felakete yol açabileceğini ve büyük sonuçlar getirebileceğini sık sık hissetmiş ve ifade etmişimdir. Ve şimdi kabul etmek zorundayım ki, bu tehlike, diktatörlüğe göre tercih edilebilir bir şeydir. CNT-FAI bütün bu saçmasapan gösteri ve pratiklere aldanıyor değildi, tehlikeye karşı kör değildi, tehlikeye karşı hazırlanıyordu. Fakat özgürlük inancı onların içinde öylesine derin bir şekilde kök salmıştı ki, taraftar kazanmada başka türlü metotlara güvenenleri zorla önlemektense bir aziz sabrı gösterip günlük tacizlere tahammül etmeyi tercih etmişlerdir. İnsanlarımız, Anarşizm ve Liberter Komünizmin Katalan işçi ve köylülerinin içinde derinden kök saldığını bilmektedir, onların gösteriler düzenleyerek coşku ve bağlılıklarını bildirmelerine gerek yoktur. (age, s.99) Katalonya’daki yaşamın dikkat çekici aşaması beni ziyaretim sırasında son derece etkileyen ve herkesi hoşnut kılan politik özgürlüktür. Savaşa ve devrime rağmen ve herhangi bir hükümet altında böyle hakların olması kesinlikle mümkün değildir. Özgürlük, anti-faşist cephede yer alan bütün partiler için gerçekten olağanüstüdür. Bunun en önemli moral teminatı CNT-FAI’dır. Onlar, sarsılmaz bir şekilde diktatörlükle iş görmeyi reddetmişlerdir… özgürlüğün istismarı diktatörlükten daha iyidir. (age, s.226)

    Ancak bu saptamalara rağmen, Goldman, rahip ve din adamlarına ya da Katolik kilisesine neden özgürlük tanınmadığı konusunda soru yönelten bir yoldaşını yanıtlarken, savaş koşullarında bazı kısıtlamaların da kaçınılmaz olduğunu dolaylı olarak kabul etmektedir: Senin talebin, Anarşistlerin, Katolik kilisesi de dahil olmak üzere herkese kesin bir özgürlük tanımaları anlamına geliyor. Kiliseler cephanelikken ve çok sayıda din adamı silahlanmışken senin fikrin iyice saçma kaçıyor.⁴  (E.G. s.229)

    Şiddet ve Pasifizm Üzerine

    Emma Goldman, yaşamını özetlerken de kısaca değindiğimiz gibi, mücadelesinin ilk yıllarında bireysel şiddet eylemlerine girişmişse de⁵  daha sonra bu yolun hatalı olduğunu görerek vazgeçmiştir. Bireysel şiddet konusunda iki temel problem vardı ona göre: Birincisi, umutsuzluk duygusundan doğan bu tür eylemler kaçınılmaz olarak kamuoyunda olumsuz bir tepkiye yol açar. Başlangıçta ortaya çıkan şok ve şiddetli öfke ne olursa olsun, bu, sonunda kitleleri etkileyen medyanın olayı olumsuz yönde kullanmasına yol açar.⁶  İkincisi, böyle bir şiddet aynı zamanda eylemcilerin kendi insanlık duygularını tüketmelerine yol açar ve potensiyel kurbanların yakınındaki masum insanların korunması gerektiği konusundaki ihtiyatlılığı yok eder. O, yıllarca baskı ve yoksulluk altında acı çekmiş bir grup ya da birey tarafından yapılmış umutsuz bir sosyal intikam eyleminin ardındaki insani güdüyü hiçbir zaman suçlamayacaktır. Bu insani güdüde, bu özel duyguda, sonunda ortaya korkunç sonuçlar çıksa da, daima haklılık vardır.⁷

    Goldman, ilk gençlik yıllarından sonra kitlesel bir toplumsal devrimi savunmuş ve yukarıda da örneklerini verdiğimiz gibi, böyle bir devrimin kaçınılmaz bir kitle devrimi olduğunu, kitlelerin spontane hareketi olduğunu ileri sürmüştür. Böyle bir kitlesel devrim büyük acılara mal olabilecektir: Eğer temelli sosyal değişiklikler olacaksa bu yalnızca eski rejimin kökünden sökülüp atılmasıyla ve yalnızca sosyal devrimle olabilecektir. Evet bunun çok sayıda karışıklık, yaşamların yitirilmesi, büyük acılar anlamına geldiğinin farkındayım. ⁸ (age, s.238)

    Böyle kitlesel devrimler ona göre kaçınılmaz olarak kitlesel bir şiddeti de içlerinde barındırmaktadır. O, sosyal devrimin genellikle ulusal ve uluslararası planda savaşı içerdiğinin bilincindedir. Goldman’ın görüşünce reaksiyoner güçlerin silahlı saldırısına karşı etkili savunma için halkın eline silahı alması gerekmektedir. Devrimin silahla savunulması kesinlikle haklı ve gereklidir.

    Goldman bu görüşleri nedeniyle ve İspanya’daki anarşistlerin iç savaşa katılımını desteklediği için Hollanda’daki pasifist anarşist yoldaşları tarafından yoğun eleştirilere uğramıştır. Goldman, pasifist anarşistlerce ileri sürülen pasif direniş görüşünü şöyle eleştirmiştir: Pasif direniş bazı insanlar için uygun olabilir ve kuşku yok ki değerlidir de, ama anlamadığım nokta, benim yaşamım söz konusu olduğunda, bunun, silahlı direnişin yerini nasıl tutacağıdır. (age. s.219) Ona göre pasifist yoldaşlar iki tür savaşı birbirine karıştırmaktadır: Savaşa karşıyım ve bu yüzden hapise de girdim... Sorun şu ki, bizim Hollandalı pasifist yoldaşlar emperyalist savaşlarla (bunlar daima yağma ve fetihe dayanırlar) ihtilalin savunulması için verilen savaşlar arasında ayrım yapabilmiş görünmüyorlar. Bu iki tür savaş arasında ayrım yapamamak doğal olarak onları şu anda İspanya koşullarına uzaktan bakmaya sürüklüyor. Kendi adıma her zaman şunu ileri sürdüm ki, silahlı karşıdevrimci saldırıyı silahlı devrimci savunmayla karşılamaktan başka bir yol yoktur. (age, s.220) İspanya İç Savaşı koşullarında işçilerin seçebileceği yalnızca iki alternatif vardı. Biri yok olmak, diğeri ise direnmekti. Neyse ki, İspanyol işçileri ikinci yolu seçmişlerdi (age, s.236). Devlet tarafından kullanılan savaş makinesi ve şiddet, direnmeme tutumunu bütünüyle boşa çıkarmaktadır. Her gün İspanyol şehirlerine ve kasabalarına havadan yapılan bombardıman sırasında direnmeme tutumunun ne yapabileceğini düşünüyorsun? (age, s.237) Bir bireyin ‘direnmeyerek savaşma’ tutumuyla zincirlerinden kurtulabileceğini kabul ediyorum... Fakat kitleler özgürlüğü direnmeme tutumuyla kazanamazlar; attıkları adım ne olursa olsun, en basit bir grev bile, organize şiddet tarafından, onları ellerini kavuşturup oturmak yerine, büyük ölçüde direnişe itecektir. (age, s.236-237)

    İspanya iç savaşı sırasında 67 yaşında olan Emma Goldman, biraz daha genç olsaydı cepheye gidip yoldaşlarıyla aynı kaderi elde silah paylaşacağını söylemektedir (age, s.219). Öte yandan kitle ayaklanması sırasında bazı din adamlarının öldürülmüş olmasını İspanyol anarşistlerine karşı bir eleştiri olarak getiren pasifizm yanlısı yoldaşlarına şöyle yanıt vermektedir: "Ben, İspanya’da geçmişte binlerce işçinin, masum kadın ve çocuğun katledildiğini ve aşağılandığını bilirken birkaç din adamının öldürülmüş olmasına büyüyen bir öfke duyamam. Her şey bir yana, yaşamını yitiren din adamlarıyla Guernica, Madrid, Bilbao bombardımanları arasında bir kıyaslama yapılabilir mi?⁹ Bu demek değildir ki, en kötü şeytanlar bir gün haklı hale gelebilir ya da her misilleme anarşist ilkelerle uygunluk halindedir.¹⁰  Bunu kabul ediyorum ve tekrar ısrar ediyorum ki, yaşam teoriden daha güçlüdür ve insanlık kütlesinden¹¹ bir bireyden beklediğimiz tutarlılıkta eylemler bekleyemeyiz." (age, s.228)

    Öte yandan Goldman, ihtilal döneminde de yıkıcılıktan çok yapıcılığa önem vermek gerektiğini belirtmektedir: Bir devrimde yıkıcılıktan çok yapıcılığa ne kadar büyük vurgu yapılırsa, o ihtilal kendini, halkın yeni yaşamının kurulmasında ve yaşamı inşa etmede en az şiddetle ifade ediyor demektir. (age, s.238)

    Goldman, şiddet sorununu İspanya İç Savaşı somutunda bu şekilde tahlil ettikten sonra anarşizmi ilkesel planda ele alıp anarşizmin şiddetin propagandasını yapmayan biricik felsefe olduğunu belirterek (s.235) sorunun anarşizm ile devrim arasındaki farklılıkta yattığını belirtmekte ve şöyle demektedir: "Devrim daima zorlama ve şiddettir- o, daima sistemimiz tarafından yaratılan vahşetin olduğu kadar sayısız hataların ve adaletsizliklerin doruktaki ifadesidir; bu yüzden fiziki ve ruhi işkencenin her türlüsüne maruz kalan insanların düşmanlarına kadife eldivenle ve kibarca davranmalarını beklemek kitlelerin insanüstü bireyler gibi hareket etmesini beklemek kadar olanaksızdır.¹² Bu yüzden biz radikal değişikliklerin devrimci ayaklanma olmadan gerçekleşemeyeceğini anlarken gerçekte devrim döneminde anarşizmin tam anlamıyla ifade edilemeyeceğini de anlamış olmalıyız" (age. s.227) Ona göre anarşizmin devrim dönemindeki fonksiyonu devrimin şiddetini en aza indirmek ve şiddetin yapıcı çabalarla yer değiştirmesini sağlamaktır ve İspanya’da yapılan da budur (age, s.236)¹³.

    Goldman, 2. Dünya Savaşı’nın hemen arifesinde savaşa karşı tutumunu bir kere daha şu şekilde ifade etmek gereğini duymuştur: "Yeni bir savaşta benim tutumum kesinlikle 1917’dekinin aynısıdır.¹⁴ Bu tutumdan yalnızca devrimin savunulmasına inandığım için İspanyol mücadelesi adına ayrıldım. (age, s.244-245) Emma Goldman’ın bir tarafını faşist güçlerin oluşturduğu bir savaşta savaşa hayır tutumu takınması hemen akla onun faşizme karşı mücadeleye önem vermediği fikrini getirmektedir. Oysa o, faşizmin savaşla değil, içerdeki halkların mücadelesiyle yıkılacağına inanmaktadır: Fakat bunun anlamı Nazizmin imha edilmesi ihtiyacına vurgu yapmamam değildir. Bana öyle geliyor ki, bu, Almanya’nın içinde ve Alman halkının kendisi tarafından gerçekleştirilebilir. Savaş, kazanan kim olursa olsun yalnızca dünyada çılgınlığın yeni biçimlerini yaratacaktır. (age, 245) Ve yine savaşın arifesinde, ölümünden az önce şu öngörüde bulunmaktadır Goldman: Savaş ya da devrim? Sanırım önce savaş. Ama yine sanırım ki, bazı ülkeler savaşı devrim ile sonuçlandıracaktır." (age, s.244)

    Örgütlenme Üzerine

    Bu başlık altında Goldman’ın yaşam boyu izlediği örgütlenmeye ilişkin¹⁵tavır üzerine yazar David Porter’ın yaptığı yorumları aktaracağım. Çünkü Goldman’ın İspanyol İç Savaşının ateşli günleri içinde yazdığı mektuplarda doğrudan doğruya örgütlenme üzerine satırlar bulmak pek mümkün değil. Onun örgütsel tavrı, yazdıklarından çok, izlediği yaşam ve eylem çizgisinden çıkmaktadır. Porter’a göre, Goldman, yaşamı boyunca anarşist örgütlerle derin bağlar kurmaktan ve bu örgütlere üye olarak bağlanmaktan uzak durmuş ve bağımsızlığını sürekli olarak korumaya büyük önem vermiştir. Goldman, bir anarşist hareketin gücünün başlıca ya da yalnızca ademi merkeziyetçi bir yapıya güvenmekten çok, üyelerinin bilinç açıklığından ve derinliğinden geldiğini düşünmektedir. Kişinin yaşam tarzındaki dürüstlüğü (ki, Goldman bu dürüstlüğü, o zamanki anarşistlerin bilincinin üstünde bir bireysel yaşam sürdürerek kanıtlamıştır) ve politik pratiği hareketteki yoldaşların onayından daha önemlidir. Bu ilkelerden hareket eden Goldman, kendi yaşamında bağımsız aşk ilişkilerini sürdürmüş, birçok yakın hissettiği anarşisti gücendirme pahasına anarşist örgütlere derinlemesine katılmaktan uzak durmuştur (age, s.26).

    Ancak Goldman’ın bu tutumu, onun, hareketteki pürist otonomi eğilimine yandaş olduğu anlamına gelmemelidir. Bu tür izole edilmiş, her türlü liderliği ya da örgütsel dayanışmayı reddeden pürist eğilimlere karşıdır. Aynı zamanda anarşist harekete demokratik merkeziyetçi bir yapı getirmeye yönelik anlayışları da eleştirir (age, s.26). Goldman, örgütlenme konusunda, anarşist hareketteki geniş çoğunlukla aynı orta görüşü savunmuştur. Bu çoğunluk içinde onun özel pozisyonu kişisel olarak her türlü örgütsel taahhütten kaçınmaktır. Aklı zorlayan ve dar görüşlülük eğilimini teşvik eden her türlü politik grubu kuşkuyla karşılamış ve rakip ideolojiler arasındaki tartışmalar yüzünden yapılan aşağılamalardan uzak durmuştur (age, s.27).

    Goldman, geniş çaplı örgütlenmelere¹⁶ katılmasının, onun kişisel yaratıcı enerjisini sınırlayacağını düşünüyordu. Benzer sebeplerden, böylesi örgütlenmelerin devrimi hızlandırması ve önderlik etmesi fikrini de reddetti (age, s.212). Onun görüşünce, bu tür örgütlenmeler, anarşistlerinki bile, kariyerizmi, küçük kıskançlıkları ve yeni hiyerarşileri teşvik eder. Kuşku yok ki, bu eğilimler, hareketteki erkek egemenliğinin sonucu olduğu kadar örgütlenmelerin kendi yapısından da kaynaklanır (age, s.250).

    İktidar Üzerine

    İspanya’da 1936 yılında devrim ve karşı-devrim aynı anda patlak vermiştir. Franko’nun karşı-devrimci askeri darbesine İspanyol işçi ve köylülerinin yanıtı devrim olmuştur. İşçiler kendiliklerinden fabrikaları işgal ederek kolektifleştirmiş, köylüler toprak ağalarını kovarak kolektif çiftlikler kurmuştur. Böylece, Rus devriminde bile görülmeyen ölçüde bir devrimci kitle inisiyatifi ortaya çıkmıştır. Kitleler Franko’ya karşıdır, onu ezmek istemektedir, çünkü devrimin kendilerine getirdiği somut kazanımları korumaktır onların sorunu, yoksa sonradan komünistler ve batılılar tarafından uydurulan demokrasiyi değil. Ancak cumhuriyetçiler, liberaller ve Stalin’in Batıyla anlaşma politikasının güdümündeki komünistler¹⁷ Franko faşizmiyle mücadele adına devrimi bastırmak, işçilerin köylülerin elindeki kazanımları geri alıp eski sömürücü sınıflara geri vermek istemektedirler. Bu yüzden, oluşturdukları anti-faşist cephenin görevlerinden biri de devrimi bastırmak ve böylece, pratikte Franko’ya yolu açmaktır. Çünkü kazanımları ellerinden alınan kitlelerin faşizme karşı mücadele coşkusu da bu güçler tarafından bastırılmaktadır. Bu noktada anarşistler çelişkili bir konumda kalmışlardır. Bir yandan kitlelere bağlılıkları ve kendi ilkeleri onlara devrimi sürdürme tutumunu empoze etmektedir. Ama öte yandan kısa vadede Franko’nun faşist güçlerini püskürtme görevi vardır. Franko’yu temelde yenecek gücün devrime sarılan kitleler olduğunu bildikleri halde, bir yandan da kısa vadede Franko’ya karşı olan güçlerle ittifaka zorlanmaktadırlar. Böyle bir ittifaktan kaçınmak bütün dünyanın gözünde onları faşizme karşı mücadeleyi önemsemeyen bir siyasal konuma sürükleyebilecektir. En azından böyle bir izlenim doğacaktır. Ayrıca kısa vadede faşizmle mücadele somut olarak silah yardımını gerektirmektedir. Bu da Sovyetler Birliği’nin ve Batı demokrasilerinin desteğini almakla mümkündür. Cumhuriyetçi liberallerle, sağ sosyal demokratlarla, komünistlerle işbirliğini dayatan budur işte. Ama bu işbirliği aynı zamanda devrim aleyhtarı güçlere taviz vermeyi getirmektedir. Buna bağlı olarak anarşistlerin bir diğer çelişkisi bu anti-faşist güçlerle birlikte iktidarda yer almaktır. Bu, anarşizmin ilkelerine temelden karşıdır. Ancak iktidarda yer almamak, ortak cepheye sırt çevirmek ve iktidar gücünün kontrolünü bütünüyle bu devrim karşıtı güçlere bırakmak anlamına gelecektir. İşte bu içinden çıkılmaz karmaşık sorunlar anarşist saflarda büyük kaosa, hırçın tartışmalara neden olmuş, onların bütün iyiniyetine ve kahramanlıklarına rağmen politik arenadaki başarısızlıklarını ve hatta devrimin yenilgisini getirmiştir.

    Emma Goldman, Schapiro gibi anarşistlerin, CNT-FAI’nin iktidara katılma ve ortak cephede yer alma tutumuna yönelttiği eleştirilere içerikte katılmakla birlikte, onları ihanetle suçlayan eleştiri dozuna karşı çıkmıştır. Goldman, aşırı nitelendirmelerden kaçınan ve kişisel vicdanını hiçbir zaman çiğnemeyen mantıklı tutumuyla, her türden eğilimdeki yoldaşlarına anlayışla yaklaşmış, eleştirilerini yıkıcı olmayan dostça bir üslupta yapmış ve hata yapanı bile anlamaya çalışan bir tarz izlemiştir. Ancak bu tarzı, onu anarşist ilkeleri net bir şekilde savunmaktan alıkoymamıştır.

    İspanyol anarşistlerinin, yukarda özetlediğimiz nedenlerle iktidarda yer almaları üzerine Goldman şunu söylemektedir: İspanyol Anarşistleri, şimdi iktidarı gönüllü olarak kabul etmiş oluyorlar ve onu, devrim için savaşırken ölen ve kanını akıtan Rus halk kitlelerinden daha konsantre ve daha kahraman olduklarını hayal etmeden kullanıyorlar. Geçiş döneminde iktidar tuzağının kitleleri ve devrimi hallettiği bir gerçektir. İktidar devrimin gücünü söndürür ve kitleleri köleleştirir. İktidar, kitlelerin ve devrimin hedeflerini bulanık bir uzaklığa erteler ve Rusya’nın efendileri ve onların izleyicileri tarafından haklı gösterilen geçiş döneminin hedefleri adı altında Rusya’daki her caniyane işin yapılmasını sağlar. Anarşistler de iktidarı ele geçirdiklerinde aynı şeylerin olacağına kesin gözüyle bakılmalıdır... Bütün iktidarların ahlâksızlık ve yozlaşma bataklığına gömülmesi kaçınılmaz olduğu için böyledir bu. (age, s.90)

    Goldman’a göre ya hükümete katılmak ya faşizm demek, iki şeytandan birine boyun eğmektir: Yoldaşlarımızın ya hükümete katılmak ya diktatörlük alternatifleriyle çatışmama şaşırdığını söylüyorsun. Umarım bunlardan birini onayladığımı düşünmüyorsundur. Şu anda bunların ikisinin de iki büyük şeytan olduğunu düşünüyorum. (age, s.108) Ancak Goldman, biraz ilerde, faşizmin saldırısı koşullarında, eleştirisini biraz daha yumuşak ifade etmek, hatta bu noktadaki eleştirisini bir dönem için geri almak gereği duymaktadır: Fakat Franko Madrit’in kapılarındayken CNT-FAI’nin daha az şeytan olan hükümete katılmayı, en öldürücü şeytan olan diktatörlüğe tercih etmesini suçlayabilmem güçtür. (age, s.112)

    Goldman, iktidarın en iyi insanları bile yozlaştırdığını, iktidar denen şeyin iktidarı kullanan herkesi devrime karşı savaşır hale getireceğini belirttikten sonra (age, s.89-90) hükümette yer alan anarşist bakanlar Federica Montseny ve Garcia Oliver’in reformizmin sınırında olduğunu söylemektedir (age, s.40).

    İktidara geçen anarşistlerin diğer iktidar tutkunlarından bir farkları kalmayacaktır Goldman’a göre: Onlar iktidara yapıştıkları an anarşizmlerini unutacaklardır. Sosyalist ve komünistleri etkileyen aynı nedenlerle Anarşizme inanmaları için bir sebep kalmayacaktır. (age, s.90) Kendimi Anarşist diktatörlerin faşist ya da komünist diktatörlerden daha dostane olacaklarına inandıramıyorum. (age, s.227)¹⁸

    Ne komünistler, ne de sosyalistler, kendilerini yozlaştıran iktidar hakkında böylesine açık sözlü olma cesaretini gösterebilmişlerdir.

    Devletçi Güçlerle İşbirliği Üzerine

    Goldman, İspanyol anarşistlerini, devletçi güçlerle anti-faşist bir ortak cephede yer aldıkları için ısrarlı bir şekilde eleştirmiştir. Ona göre, Anarşistler kendi zeminlerinde durmalı, komünist ve sosyalist diktatörlüğe yol açmaktansa ideallerinin gerçekleşmesinde ısrar etmelidirler (age, s.88): Yoldaşlar bütünüyle birleşik cepheye katıldılar. Bu, kaçınılmaz olarak onlara çelişkili adımlar attıracaktır ve açıktır ki, müttefikleri şimdiden faşizmden daha büyük bir tehlike olduklarını ispatlamışlardır. (age, s.93)

    Evet, aslında üçüncü bir alternatif vardır. O da devrimdir: Üçüncü bir alternatif olduğunu biliyorum; yoldaşlar bütün diğer partilerle ittifakı reddedebilir ve devrimci prosedüre kendi güçleriyle girişebilirler. Bu gerçekten de Schapiro’nun bakış açısıdır. (age, s.108)

    Ancak Goldman, Schapiro’nun eleştiri yöntemini benimsememektedir (age, s.108): Herhangi bir kimsenin, altı aylık sınırlı bir zaman süresi içinde, onların hainlere ya da namussuz politikacılara dönüştüğüne beni inandırması mümkün değildir. (age, s.30-31)

    İspanyol anarşistlerinin o korkunç politika ormanında bebekler kadar saf kaldığını ve düşmanlarının ihanetlerine önem vermediğini belirten (age, s.226) Emma Goldman sonuç konusunda  her iki halde de yenilgiden kaçınılamayacağını ortaya koyan şu iç karartan öngörüde bulunmaktadır: Hangi taraf kazanırsa kazansın bizimkilerin bedelini ödeyeceklerini biliyorum. Eğer Franko yenilirse, Negrin-Stalin hükümeti kesinlikle üstün gelecek ve CNT’nin İspanyol devrimini canlandırmasını önlemek için her yöntemi kullanacaktır. Eğer Franko kazanırsa bizimkiler her zaman suçlanacaklar ve İspanya’nın içinde ve dışında av köpeği sürülerince paramparça edileceklerdir. (age, s.124)

    Stalin’in  Yardımı Üzerine

    Stalin, İspanya İç Savaşının başlangıcında son derece pasif bir konumda kaldı ve durumu izledi. Bu bekleyişin birçok nedeni vardı. Birinci nedeni, o sırada, faşizme karşı Batı demokrasileriyle işbirliği politikası güdülmesiydi. Daha doğrusu Sovyet devletinin çıkarları gereği, Hitler’den gelecek bir saldırıya karşı Batılı ülkelerle ittifak yapılmaya çalışılıyordu. Stalin’in sağcı ittifak politikası açısından önemli olan, İspanyol devriminin savunulması değil, bu konuda Batılı devletlerin alacağı tutumdu. İkincisi, Stalin İspanyol devriminden korkuyordu. Böyle devrimci bir girişimin Rusya halklarında 1917’nin anılarını canlandıracağından endişe ediyordu. Oysa o sırada o 1917’nin son kalıntılarını tasfiye etmekle meşguldü. Üstelik İspanyol devriminde anarşistlerin güçlü olduğunu biliyor ve Franko’nun bir süre anarşistleri ve devrimi hırpalamasından medet umuyordu. Zayıflamış bir İspanya kendisine daha çok muhtaç olacaktı. Böylece İspanya’daki güçler Stalin’in dayatmalarına daha az direnebileceklerdi. Üçüncüsü, Stalin, İspanya’ya müdahale edebilmek için kendi güçlerini iyi bir şekilde hazırlamak zorundaydı. Silahların ardından ülkeye akacak komplocu ajan takımının¹⁹ hazırlığı için de biraz zamana ihtiyaç vardı. Aynı şekilde, ülkenin iç güçlerinde de uygun gelişmeler olmalıydı. Örneğin iktidar, devrime taviz veren güçlerden, giderek daha çok sağa kaymalıydı. Elbette bu süreci hızlandıracak olan Sovyetlerin müdahalesiydi ama bu müdahaleden önce de durumun görece bu yönde gelişmesini biraz olsun beklemek gerekiyordu. Son bir neden de, Franko’nun ilerleme gücünü gözlemekti. Eğer devrimci güçler Franko’nun sömürge birlikleri karşısında direnemeyecek ve hızla yenilgiye gidecek olurlarsa o zaman böyle bir savaşa yatırım yapmaya gerek yoktu. O zaman Stalin bu hızlı yenilgiyi oturduğu yerden seyredecek ve kılını bile kıpırdatmayacaktı. Ama iç savaşın ilk dört ayında direniş güçlerinin öyle kolay yenilmeyeceğini anlayınca bu ülkeye yatırım yapmaya ve iç savaşı Sovyet devletinin çıkarları yönünde kanalize etmeye karar verdi. İşte Stalin yardımının iç savaşın en kritik dört ayında gecikmesinin ve sonra da başlamasının nedenleri bunlardır.

    Goldman, Stalin’in bu alçakça²⁰ politikalarını çok güzel gözlemlemekte ve teşhir etmektedir. O, Stalin tarafından İspanya’ya yollanan adamların büyük çoğunluğunun cephe hattında savaşmak üzere değil, komünist bir diktatörlük kurmak²¹ üzere silahlandığının farkındadır (age, s.136). Ve yardımın neden böylesine geciktiğinin de çok iyi bilincindedir: Belki Stalin’in her şeyi göndermeden önce dört ay boyunca hiçbir şey göndermemesi üzerinde düşünmüşsündür. Ve silahları göndermeye başladığından beri Katalonya’ya hiçbir şey gelmedi. Gerçekte hepsi Madrid’e gitti. Katalonya’nın önemli cephelerden biri olduğunu biliyorsun. Fakat orada en güçlü olan CNT-FAI’dir, Stalin oranın bizim yoldaşlarımızdansa Franko tarafından alındığını görmek ister. (age, s.136)

    Stalin, silah gönderirken ağır siyasi koşullar ileri sürmeyi de ihmal etmemektedir: Stalin silahların karşılığında iyi altın kaldırmakta ve CNT-FAI’ya koşullar dayatarak bu her iki yaygın örgütü ne yazık ki zincire vurmaktadır. Koşullardan biri anarşist basında devam etmekte olan anti-Sovyet eleştirilerin ya da propagandanın durdurulmasıdır. Diğer koşul ise Sovyet görevlilerinin Madrid’in savunulması hazırlıklarını bütünüyle kontrolleri altına almalarıdır... Stalin tarafından dikte edilen bundan sonraki adım devrimin savunulması sloganının demokrasinin savunulması sloganıyla yer değiştirmesidir. Bu öyle bir demokrasidir ki, eski karşıdevrimci polis görevlileri ve karşıdevrimci orta sınıf bu demokrasi sayesinde devrimi ezecek, CNT-FAI’nin yapıcı çalışmalarını yıkacaklar ve düzeni geri getirecektir. (age, s.142)

    Stalin’in silah göndererek devrimle dayanışmaya girdiğini düşünmek, Goldman’a göre ateşle suyun birliğine inanmak kadar safçadır: Ayrıca Stalin İspanyol devriminin ve anti-faşist savaşın en kritik üç buçuk aylık döneminde silahları göndermeyi bekletmiş ve böylece bütün yoldaşlarımıza ve düşünen insanlara bu adamın, müttefiklerinin -Fransa’nın- kararını beklediğini ve anti-faşist mücadelede İspanya’da günlük kayıplara çok az önem verdiğini göstermiştir. (age, s.142)

    Stalin, İspanya devriminden yalnız İspanya açısından değil, Sovyetler Birliği’nin iç durumu açısından da korkmaktadır: Anti-faşist mücadelenin ve devrimin ilk üç buçuk ayında Sovyet basını dünyayı sarsan İspanya olaylarına çok az yer verdi. Fakat basının renksiz raporları bile Rusya’daki kitlelerin İspanya’daki yoldaşları için ayağa kalkmasına yetti. Fabrikalarda, madenlerde ve atölyelerdeki toplantılarda ve kitle gösterilerinde İspanya devrimine yardım yağdı. Bazı bilinmeyen nedenlerle bütün bunlar aniden durdu. Sebebi uzakta aramaya gerek yok. Stalin, İspanyol Devrimi tarafından Rusya’daki kitlelerin etkilenerek Rus Devrimini yeniden anımsamalarına izin veren bu eski devrimcilerle Rus işçilerini ve eski Bolşevik-muhafızları tasfiye etmekle son derece meşguldür. Sovyetler Birliği nihayet anti-faşistlere silah göndermeye karar verdiği zaman bunun anlamı sınıf bilinci dayanışması değildir. Aslında onun dış siyaseti, İspanya’da önemli bir ayak basacak yer bulunduğunu farketmiştir. (age, s.155)

    İç Savaşta Komünist Sabotaj Üzerine

    Rusya deneyinden bu yana büyük hedeflerin rezilce araçlar kullanılarak yerine getirilemeyeceğine dikkat çektiğini belirten Emma Goldman (s.108) "Komünist ideoloji²² dünyaya şu zehirli fikirleri yaymıştır: Birincisi, komünist partisi, ‘sosyal devrime’ rehberlik etmek üzere tarih tarafından görevlendirilmiştir; ikincisi, sonuç, araçları haklı kılar (age, s.157) derken gerçekten de haklıdır. Stalin’in güdümündeki komünistler Sovyet devletinin çıkarları doğrultusunda İspanyol devrimini bastırırlarken her türlü rezilce aracı kullanmış ve amaç için her şey mübahtır mantığıyla devrimci güçlere karşı her türlü komploya girişmişlerdir. İspanya’daki komünist sabotajın boyutlarını ortaya koyan Goldman bir yandan da CNT-FAI’nin komünistleri yatıştırma politikasını eleştirmekten geri kalmamıştır: Gerçekte 1937 Mayıs’ı sonrasında orduda on binlerce yoldaş öldürüldüğü ya da komünist gizli polis tarafından keyfi bir şekilde tutuklandığı ve işkence edildiği zaman CNT-FAI’nin komünistleri yatıştırmaya devam etmelerine gerek kalmamıştı. " (age, s.124)

    David Porter, bir dipnotta komünist komplosuna ilişkin olarak şunları belirtir: "CNT’nin verdiği rakamlara göre Temmuz (1937) ayı ile birlikte Barselona’da 800 üyeleri hapisteydi ve 60 üyeleri de öldürülmüştü. Yeni bir Barselona yeraltı gazetesi olan Anarquia, köylerde, komünistlerin önderliğindeki ‘saldırı birliklerinin’ ‘kan banyosundan’ ve çok sayıda anarşist militanın katledildiğinden söz etmektedir. Temmuz ortasından itibaren, demektedir Morrow, bütün POUM²³ (Stalin aleyhtarı muhalif komünistlerin örgütü. G.Z.) liderleri ve aktif kadroları hapsedilmişti. (age, s.109-110). Aynı noktayı Goldman da bir mektubunda belirtmektedir: Bilmeni isterim ki, hapishaneler, en iğrenç uydurmalar dışında hiçbir suçlamayla karşılaşmaksızın içeri alınan CNT-FAI ve POUM’lu politiklerle doldurulmuştur." (age, s.146)

    Komünist sabotaj yalnız şehirlerdeki öldürme ve tutuklamalarla kalmamakta, cephede de sürmektedir: Aragon cephesi Rusya’dan yollanan silahlarla canice sabote edilmektedir. Fakat ne kadar az insan Madrid siperlerindeki birliklerimizin bir parça cephane dilenmek zorunda kaldıklarını bilmektedir. (age, s.147) Eğer Negrin-Prieto Hükümeti (ve komünistler) ( Negrin, Caballero hükümetinin devrilmesinden sonra başa geçen ve komünistlerle sıkı işbirliği politikası sürdüren sağ sosyal demokratların lideridir. G.Z.) Aragon cephesini sabote etmemiş olsalardı Franko uzun süre önce püskürtülmüş olurdu. Mantıksız gibi görünüyor ama gerçektir ki, Negrin, Prieto ve komünistler CNT-FAI’nin zaferini görmektense her türlü mütarekeye göz yummayı tercih edeceklerdir. Bu, dünyanın gördüğü en iğrenç ihanettir. (age, s.153) "Negrin ve onun komünist dostları bir ziyafet düzenlediler ve bazı yoldaşlarımızı Katalonya ve Barselona’yı en iyi şekilde savunmak üzere yoldaşlar gibi tartışmaya davet ettiler. Bu, Rus elçiliğinde Chamberlain’e (O zamanki ingiltere Başbakanı. G.Z.) verilen ziyafete eşitti. Ülke halkı

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1