Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Kızıl Karanlık
Kızıl Karanlık
Kızıl Karanlık
Ebook167 pages4 hours

Kızıl Karanlık

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Harun, kaçtığı geçmişi ve kaçamadığı kabuslarının onu kıyametin ve çılgınlığın ortasına yollayacağından habersizdi. Uyurgezerliğinin intihara dönüştüğü o geceden sonra bile gerçeği kabus sanmaya devam edecekti, tüm gerçeklik bir kabusa dönüşene dek.
Ece, ağabeyinin zaafı ve kurtuluşu...
***
Yine aynı kâbusa uyandı. Korkusundan karanlığına varıncaya dek her şeyiyle tanıdıktı kâbusu. Öyle kanıksamıştı ki kâbusunu, karanlığı duyabiliyor olmasını yadırgamıyordu artık ve hatta karanlığın ona ne dediğini anlayabiliyordu. Kızgın ve tedirgin hareketlerle yatağından doğruldu. Hiç bir şey göremiyordu. Yüzünü sol tarafa, penceresinin olduğu yere çevirdi, hiçbir şey göremeyeceğini bildiği halde... Bu kâbusun en sevmediği yanlarından biri de son ana dek bir pencere olmaması. Derin bir iç çekti ve yüzünü sağ tarafa odanın kapısının olması gerektiği yöne çevirdi. Odanın içindeki hiçbir şeyi göremese de, her nesnenin şeklini, bulundukları yeri ve varlıklarını tüm benliğinde hissediyordu, sanki odanın içini dolduran karanlık onların varlıklarını birleştiriyor gibiydi. Her şey, kendisi de dâhil karanlığın içinde çözülüyor ve karanlıkla bütünleşiyordu.Kendisi olamamak hissi huzursuz etti onu. Hala korkuyor olmasına bir anlam veremedi.
Rutin olan şeylerin insana güven vermesi gerekmez mi?
***

LanguageTürkçe
Release dateApr 29, 2015
ISBN9781310440472
Kızıl Karanlık
Author

Gökhan Çağlar

1982 yılında, Ocak ayı itibariyle yaşamının rahim dışındaki süreci başladı. Doğumunun üzerinden altı ay geçmişken çok da şanslı biri olmadığı iddia edilebilir, beyninde meningokok bakterisinin bıraktığı hasara bakarak. Neyse ki, bilinçli olduğunu iddia ettiği zaman sınırları içinde şansa inandığı pek söylenemez. İyi ya da kötü bir insan olmak için ek bir çaba sergilemeksizin yaşadı en başından bu yana. İlk ve orta öğrenimini doğduğu ve sevdiği şehir İstanbul'da gördü. Orta öğrenimi sırasında tanıdığı biricik edebiyat öğretmeni Süreyya A.'nın anlatım dilini beğenmesi ve desteği ile stres atma aracı olan yazma eylemi biraz daha sistematik bir uğraş halini aldı. Yarışmalarda kompozisyon ve şiirlerle yer almayı pek sevimli bulmasa da dereceler ve ödüller ergen egosu için fena gelmiyordu. İtiraf etmesi gerekirse yazın merakının başında kötü bir şairdi ve halihazırda hâlâ iyi bir şair olmak için çabalamakta. Düz yazı ve şiir üretimi konusunda romantize edilmiş bir ilham unsurundan çok Edgar Allen Poe'nun da belirttiği gibi sistemli bir çalışma, kurgulama ve teknik ile üretme unsurlarının geçer akçe olduğunu ilk bu dönemde gözlemledi. Bu yüzden yazım tekniğini geliştirmek adına çok okudu ve çok izledi, ancak çok dinlediği pek söylenemez çünkü gerçek bir gevezeydi ve halen de öyledir. Yüksek öğreniminin ön lisans kısmını diğer bir sevdası Edirne'de tamamladı. Edirneyi kimi zaman İstanbul'dan bile çok sevdiği söylenebilir. En güzel olduğunu düşündüğü şiirlerinden birini bu şehirdeki bir hüzne yazmıştır. Yüksek öğrenim sürecini tamamlayınca bilişim sektöründe freelance ve tam zamanlı işlerde çalışırken, her vakit bulduğunda okumak ve yazmak için aynı heyecanı duyuyordu elbet. En tutkulu olduğu hobilerinden biri olan bilgisayar oyunlarının hayal gücünün gelişmesine bir hayli katkısı olduğunu yadsınamaz bir gerçek olarak kabul eder. Özellikle rol yapma oyunlarının gönlündeki yeri ayrıdır. Bir diğer hobisi olan müzikle de hayal gücünü beslemiştir sürekli. Özellikle Gotik Rock ve Metal türevleri ve folk metal sevgisi tüm dostlarınca bilinir ki pek fazla arkadaşı da yoktur. Ailesi de zamanla sevdiği müziği kabullenmeyi öğrenmiştir. Çevresinde fikirleri ve aforizmaları sebebiyle Nietzsche'ye benzetilir. Hayatının bir hayli büyük kısmında ezoterik öğretileri ve mitolojiyi araştırmıştır. Hayattaki handikapları ile ilgisi nedeniyle nöroloji ve psikiyatri üzerine çalışmalar okumayı sever. En meraklı olduğu konu tarihtir. Üzgünse ya da çok coşkuluysa klasik müzik dinler. Bilgisayar oyunu oynamıyor ve yazmıyorsa geziyor ya da nargile içip sohbet ediyordur. Aşka, aşık olmaya aşıktır. Son üç yıldır kamuda çalışmaktadır. 2015 yılında ilk kitabı "KIZIL KARANLIK" romanını 51 ülkede dijital olarak her platform için yayınlamıştır. Romanın yayın sürecine kadar olan zaman zarfında blog yazarlığı ve Antoloji.com üzerinden paylaşılan şiirler ile çalışmalarını insanlara ulaştırmaya çabalamıştır. İyi bir dost, iyi bir yazar, iyi bir şair adayı (şiirde çok zor beğenir) ve bilgisayar ile konsol oyuncusu olduğuna inanır. İlk romanının yazım sürecine "CREMATORY" grubu müziği ile eşlik etmiş destek olmuştur. Yazarlığı konusunda en büyük destekçileri, biricik öğretmeni ve manevi annesi Süreyya A., sevgilisi Büşra T., kadim dostları Ozan Bal ile Oğuz Bağcı, fedakar ailesi ve deliliğidir.

Related to Kızıl Karanlık

Related ebooks

Reviews for Kızıl Karanlık

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Kızıl Karanlık - Gökhan Çağlar

    ÖNSÖZ

    KIZIL KARANLIĞI YAZMAK

    Neden yazıyorum ya da neden yazmaya zorluyorum bazen kendimi diye sormuşumdur kimi zaman. Benim gibi bir geveze neyi anlatma fırsatı bulamamıştır ki, zihnini dışavurmak için ayrıca yazmaya ihtiyaç duyar? Anlatmanın ötesinde yazma eyleminden beklediğim etki nedir? Bu sorular, abartılacak denli sık olmasa da zihinde dönüp durma fırsatı buldukça yazmak üzerine yazmak daha ironik bir hâl almakta.

    Yazarken daha önceden düşünülmüş, planlanmış ve kurguya uydurulmuş bir anlatım söz konusu olduğu halde, sözlü anlatıma nazaran bazen daha samimi olunabiliyor. Anlatımımızı ne kadar önceden kurgularsak kurgulayalım bilinçaltımızın etkisinden kaçınmak pek olanaklı olmadığından, en azından kendi adıma yazarak kurduğum iletişimi her zaman daha dürüst bulduğumu söyleyebilirim. Fiziksel bazı dezavantajlar nedeniyle yazmak anlatımda benim için bir handikap halini de alabiliyor çünkü genellikle düşünce akışı hızıma yazım hızımı yetiştirebildiğim bir teknik bulamadım henüz. Ne olursa olsun yazarken daha yoğun bir biçimde kendimi ve zihinsel birikimimi derlediğim kanısındayım. Sonuç olarak yazarken amacımın anlatmaktan çok anlamak olduğu kanısındayım. Elbette anladığımın anlaşılması isteği de yadsınamaz.

    Diğer bir soru ise:

    Ne yazıyorum?

    Bu soruma verdiğim cevaplardan biriydi Kızıl Karanlık çalışmamın ilk paragrafı. Bir kabusu anlatıyordum: Bazen sadece birimizin gördüğü ve bazen de hepimizin görüp ve hatta başkalarına bizzat yaşatabildiğimiz bir kabusu...

    Ortadoğulu olmanın tüm dezavantajları bir yazar olarak avantaj halini almıştı böylece.

    Bir başka soru daha ekleniverdi zihnime elbet:

    Nasıl yazacağım?

    Neyse ki, bu sefer çok düşünmeme gerek kalmadan o dönem okumakta olduğum Edgar Allen Poe, Yazmanın Felsefesi ismiyle çevrilmiş çalışması imdadıma yetişti:

    Ben bir etkinin düşünülmesiyle işe başlamayı tercih ediyorum. Özgünlüğü bir an için bile gözden uzak tutmadan –çünkü bu kadar belirgin ve kolay erişilebilen bir bilgi kaynağından yoksun olarak başlamaya yeltenen kişi yanlış yoldadır- ben kendimce önce Kalbin, aklın veya (daha genel olarak) ruhun açık olduğu sayısız etki içinden, bu durumda hangisini seçmeliyim? derim. Öncelikle yeni ve ikinci olarak da canlı bir etkide karar kıldıktan sonra onun olayla mı yoksa edayla mı –sıradan olay veya özel eda, ya da tam tersi veya hem olayın hem edanın özel olmasıyla mı- en iyi işlenebileceğini düşünürüm. Ardından bu etkinin oluşturulmasında bana en çok yardımı okunacak bu tür eda ya da olay birleşmelerini çevremde (daha doğrusu içimde) ararım.

    İşte o an karar verdim insanların kötülüklerine bulduğu ikiyüzlü bahanelerini yüzüne çarpacaktım. Bunun için yeterince materyalim de vardı ve hatta bu ikiyüzlülerden biri aynada bana bakıyordu.

    İnsan eylemleri bilincinin doğal yansıması olarak kaçınılmaz bir nedensellik içerirken eylemin katalizörü olan neden ve insan tarafından yaratılmış ve gerçek nedeni gizlemeye yarayan başka bir neden söz konusuydu.

    Böylece çalışma kötülükle yüzleşme üzerine yoğunlaşmışken tam, yine uyduruk ve bir o kadar da haklı olduğu iddia edilen nedenler ardına gizlenilerek bir çocuğun kafatası, hayalleri ve olması gereken yaramazlığı darmadağın edilerek bir haber olarak sokuluverdi hayatıma.

    Üzerime hiçbir şey yapamamış olmanın ağır suçluluğu ve söylenen ikiyüzlü yalanların saçmalık dereceleri yığılırken tüm ağırlığıyla tüm zırhım ve kibrim eziliverdi. Yalanların ve fısıltıların şeytani gücünü antik kuzeyliler Loki ile isimlendirmişler ya bu yalanlara isim bile bulamıyordum. Günah keçisi yapılan masum ve kurban edilen bir çocuk imgesi uğuldarken kafamda, Eski Ahit'in biricik günah keçisi Azazel ve Yeni Ahit'in günahlar için kendini feda eden Mesih/Tanrı imgesini hikayeye taşıyacaktı kalemim. Harun yani Aeron adı da simgesel olarak bu yüzden önemliydi hikayenin ana karakterlerinden biri olarak. Yüreğimdeki iyi niyetli umudu koruyarak kurgu mutlu sona götüren bir biçimde yazılmışsa da aylarca direnen bir çocuk bedeninin tükeniş haberiyle hikayenin neredeyse tüm kurgusunu baştan yazmak gerekti.

    Velhasıl bu kitap kötülüğe kurban giden ve başka kötülüklerde kullanılmak üzere hakkında karanlık fısıltılar türetilen bir çocuğa ağıt olarak yazılmıştır. Yazar olarak unutulsam da yazın olarak ölümsüz olacak bir iz borçlu olduğum çocuk anısına, tüm projenin gelişimi bir çizgiromana dönüştürülmek üzere kurgulansa da, hem yeteneksizliğim hem de maddi olanaksızlıklar nedeniyle başaramadım.

    İşte bu kitabın gelirleriyle masum çocuk ve diğer günah keçisi kılınan kurban edilen masumlar ölümsüz birer çizgiroman kahramanı olacak bir gün.

    KIZIL KARANLIK

    ve iki ergeci alacak, onlarla Rab’bin önünde toplanma çadırının(Mişkan) kapısında duracaktır. Ve Aaron bir kura Rab için ve bir kura Azazel için, olmak üzere iki ergeç üzerine kura çekecek. Ve Aaron üzerine Rab için kura düşen ergeci takdim edecek ve onu suç takdimi olarak arz edecektir. Fakat Azazel için üzerine kura düşen ergeci, onun için kefaret etmek, onu Azazel için çöle salıvermek üzere, canlı olarak Rabbin önünde durduracaktır. (Levililer, Bâp 16)"

    Bölüm 1

    11 KASIM: LİLİTH VE IŞIĞA UYANIŞ

    Yine aynı kâbusa uyandı. Korkusundan karanlığına varıncaya dek her şeyiyle tanıdıktı kâbusu. Öyle kanıksamıştı ki kâbusunu, karanlığı duyabiliyor olmasını yadırgamıyordu artık ve hatta karanlığın ona ne dediğini anlayabiliyordu. Kızgın ve tedirgin hareketlerle yatağından doğruldu. Hiç bir şey göremiyordu. Yüzünü sol tarafa, penceresinin olduğu yere çevirdi, hiçbir şey göremeyeceğini bildiği halde... Bu kâbusun en sevmediği yanlarından biri de son ana dek bir pencere olmaması. Derin bir iç çekti ve yüzünü sağ tarafa odanın kapısının olması gerektiği yöne çevirdi. Odanın içindeki hiçbir şeyi göremese de, her nesnenin şeklini, bulundukları yeri ve varlıklarını tüm benliğinde hissediyordu, sanki odanın içini dolduran karanlık onların varlıklarını birleştiriyor gibiydi. Her şey, kendisi de dâhil karanlığın içinde çözülüyor ve karanlıkla bütünleşiyordu.

    Kendisi olamamak hissi huzursuz etti onu. Hala korkuyor olmasına bir anlam veremedi.

    Rutin olan şeylerin insana güven vermesi gerekmez mi?

    Hep aynı kâbusu gördüğüme göre ve bu kâbusun içinde ne olacağını artık ezberlediğime göre korkmamam gerekmez mi?

    Her gece uyumadan önce yemin ederdi: Tekrar aynı kâbusu görürsem, bu sefer aynı şeyleri yapmayacağım, bu sefer zinciri kıracağım, döngüyü değiştireceğim, derdi. Henüz hiç başaramadı bunları. Bir an önce bitsin diye kâbusu daha ilk gördüğünde yaptıklarını her seferinde bir ritüel gibi birebir tekrar etti.

    Korkak bir öfkeyle ayağa kalktı yatağından. Kapının olması gerektiği yere doğru yürüdü. Tekrar derin bir iç çekti kapıya yaklaşmadan önce. Tam kapısının önünde duruverdi. Göremese de tam kapısının önünde durduğundan emindi. Elini uzattı karanlığa doğru, her zaman olduğu gibi elini yakan soğuğu hissetti ve korkuyla irkilerek geri çekti elini. Elindeki yanığın acısı devam ederken karanlığın gürültüsü arttı. İşte o an, çok mantıksızdı karanlıktan odasını duyamaması. Oysa karanlıktan hiçbir şey göremiyor olması gerekmez miydi? Belki de odayı saran gürültünün karanlığıydı, o zaman bu gürültü karanlıktan değil.

    İnsan karanlığı sessiz seviyor, sessizliğin verdiği güveni seviyor karanlıkta. Dilsel bir problem yaratıyordu kâbusun gerçekliği. Bu anlamsız düşüncelerle boğuşurken kapıdan çıtırtılar yükselmeye başladı. Bir kemiğin kırılmasını andıran bir sesle çatlıyordu kapı. Kapının çatlaklarından ışık sızıyordu, kapının soğuğunun aksine sıcak bir ışık değiyordu vücuduna. Kapı çatlamaya devam etti sanki ardından büyük bir basınçla zorlanıyormuşçasına şişerek. Göremiyordu ama hissedebiliyordu... Kapıyı zorlayan basınç onun kalbini, kulaklarını, kafasını da zorluyordu. Boğulacakmış gibi hissetti. Etrafını çevreleyen bu geveze karanlık akışkan bir halde etrafını sarmalamışken, ışık dokunduğu bu karanlık çözeltiyi dağıtıyordu, O da karanlığın içinde çözüldüğüne göre karanlığı yok eden ışık onu da yok edebilir miydi, ama bu kâbusu ilk kez görmedi ki, daha önce yok olmamıştı kâbusunda, yok olmayacaktı da. İşte rutinin verdiği güven. Kapının tam patlayacağı sırada ve patlamadan önce gerçekleşecek patlamayı biliyordu, hatta içinden, şimdi kapı bu zorlamaya dayanamayıp küçücük zerreciklere ayrışacak ve onun zerrecikleri benim karanlığıma, benim ruhuma, benim etime karışacak dedi. Kapı benim karanlığıma açılan bir ışık olacak ve sonra benim varlığıma karışan ışıkla birlikte ben nereye açılan bir kapı olacağım?

    Odanın kapısı toz zerrecikleri gibi dağıldığında ardından bir nehir gibi akarak gelen ışıkla birlikte, kör edenin ışık olduğunu anladı bir kez daha, karanlık değil... Işığın içinde gölgeye benzer bir şeyin dans ettiğini gördü her seferinde olduğu gibi. Bir kadın silueti...

    Onun zihninin hayal edebileceği kadar güzeldi bu kadın ve onun hayal edebileceğinden daha fazla benzersizdi. Çıplak bedeniyle yakınlaştı ona doğru, ismini fısıldayan yumuşak sesi tatlılığının aksine korkuyla yüreğine çöktü ve seslendi ışığın içindeki çıplak güzellik -ışıklar içinde sakladığı acı ve kini hissedebiliyordu. Şehvet vardı fısıldayan sesinde; kalmaya zorlayan, onu hissetmeye ve tatmaya zorlayan… Kaçması gerektiğini biliyordu, kalmayı denese olacakları bilmese de:

    Uyan!

    Kaçmak istedi zavallıca. Arkasını döndü, pencerenin olması gerektiği yere doğru koştu, ama kâbusa uyandığında orada bir pencere olmadığını biliyordu, pencerenin olması gerektiği yere vardığında pencereyi bulacağını bildiği gibi. Zaten rüyalar ile kâbusların rahatsız edici yönlerinden biri de bu değil midir? Gerçekliklerini zihnimizden alırlar, bu sayede neyin nerede olduğu gerçek yaşamın aksine bireysel bir seçimdir.

    Hani bir sabah uyanırsınız her şey normal görünüyordur. Kapıyı açarsınız ve kapınızın önünde bir sahil görürsünüz, gerçekte eviniz kilometrelerce uzaktır denize, yine de yadırgamazsınız, çünkü zihniniz koymuştur onu oraya, orda olması aslında sizin seçiminizdir ve o denizde boğulursanız eğer, zihninizin bir şeyler anlatmaya çalıştığı kişi yine sizsinizdir. Ya üstünüz açılmıştır ya da yine uyumadan önce yemeği fazla kaçırdınız. Rüyanın gerçekliğinin güzelliği ve rahatsız ediciliği budur. Uyanıkken gördüğümüz gerçeklikle ortak yanı ise tüm sürprizlerini farkında olmaksızın yaptığımız seçimlerden alması. Farkı daha da basit: uyanıkken başkalarının seçimleri de sürprizler sunar bize. Harun sürekli yinelenen bu kâbusun hiçbir sürprizi kalmadığına emindi. Güvendeydi ona göre. Kâbusla ilgili tek sorunu bıkkınlıktı artık.

    Pencere olması gereken yere vardığında pencere oradaydı. Pencereden dışarıya bakıverdi. Kıpkızıl gökyüzünü gördü. Gökyüzü geriye doğru akıp gidiyordu. Yıldızlar, bulutlar, uzaklaşıyordu birer birer. Penceresinden gökyüzüne bakmıyor da bir aracın camından sokak lambalarına bakarak yolculuğunu seyrediyormuş gibi hissetti. Dünya sanki düz bir doğrultuda savruluyor gibiydi. Anlam veremedi.

    Kendi etrafında dönmesi gerekmez mi bunun?

    Pencerenin pervazına tırmandı çünkü bir kâbustan uyanmanın en etkili yolunu biliyordu. İşe yaramıştı ve işe yarayacaktı da. Işığın içindeki çıplak güzelliği duyabiliyordu ve yaklaştığını da biliyordu sesi ile birlikte. Ben, Lilith... diyecekti elini omzuna uzatarak tam O uyanmak için kaçmadan önce. Lilith, Işığı getirenin dileği için, uyan! derken kendini boşluğa bırakıverecekti. Lilith haykıracaktı ardından Hayır! Karanlığa kaçma. Gerçeğe, uyan! diye, O boşlukta süzülürken Lilith ’in

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1