Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Yüreğin Zafere Çağrısı
Yüreğin Zafere Çağrısı
Yüreğin Zafere Çağrısı
Ebook278 pages2 hours

Yüreğin Zafere Çağrısı

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

This book is written in Turkish.
Bu kitap Türkçe dilini okuyabilen dünya okurları içindir. Türk Edebiyat Tarihinin evren tasarımı içeren ilk bilimkurgu serisi olan AlacaŞafak Beşlisi'nin ikinci üyesidir. Yüreğin Zafere Çağrısı, iki galaksiye yayılmış ve muazzam farklılıklar gösteren insan topluluklarının birbirlerini yok etmeden nasıl hayatta kalabildiklerini anlatan bir gelecekbilim romanıdır. Yazar: Özlem Kurdoğlu.

LanguageTürkçe
Release dateFeb 9, 2015
ISBN9781311203809
Yüreğin Zafere Çağrısı
Author

Dr.Ozlem Kurdoglu

I am a Medical Doctor, Published Author, Certified Counsellor, Official Translator, Literary Editor, Expert and Trainer on: How To Survive Attacks For People With Lesser Muscle. I'm also a kickboxing, Tai Chi, and Muay Thai practitioner, scuba diver, and mother of one. My sci-fi pentology is in Turkish, the language of my country. The first four of them have been print-published in Turkey and sold out. For readers who can read Turkish, the e-book versions of my sci-fi novels are available worldwide via Smashwords. (If online translators continue with their present speed of upward trend of success, my novels might pretty well become readable for all sci-fi followers throughout the world soon enough :) ) "Overcome Violence" is my first non-fiction book as well as my first work that I wrote in two languages, both in English and Turkish. It is also the first time with this book that I discovered my ability to draw illustrations defining motion. I prepared the illustrations that describe my selection of ten basic self-defense moves myself.

Read more from Dr.Ozlem Kurdoglu

Related to Yüreğin Zafere Çağrısı

Related ebooks

Reviews for Yüreğin Zafere Çağrısı

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Yüreğin Zafere Çağrısı - Dr.Ozlem Kurdoglu

    Bu roman Türk Edebiyat Tarihinin ilk bilimkurgu beşlemesi olan Alacaşafak Beşlisi’nin ikinci romanıdır. Aynı zamanda kendi içinde de bütünlük taşıyan tam bir yapıttır.

    Bu romanımın yazılışından yaklaşık 10 yıl sonra, Veli Uğur’un Koç Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan "1980 Sonrası Türkiye’de Popüler Roman" adlı araştırma kitabında, bilimkurgu romanlarını inceleyen beşinci bölümde, beşlinin ilk üyesi ile birlikte yerini aldığını gördüm. Sayın Uğur’a iyi araştırılmış özenli çalışması ve bütünlüklü yaklaşımı için buradan teşekkürlerimi iletiyorum.

    Gerçi kendisinin değindiği McCarthyism akımı, veya Soğuk Savaş esintileri gibi konulardan, her iki romanı da yazdığım yıllarda benim hiç haberim yoktu. Demek ki bu tarz sıkıntıları edebi yaratımlarına yansıtan diğer eser sahipleriyle belki farklı noktalardan yola çıkmış, ama aynı sezgisel sonuçlara ulaşmıştık. Veli Uğur hepimizin çalışmalarını hakettikleri ilgiyle incelemiş ve kitabında başarıyla buluşturmuş.

    Onun bir konuya daha isabetle parmak bastığı dikkatimden kaçmadı: Bir Türk yazar, evrensel temalı bir roman hazırlarken, karakterlerine isim bulmakta inanın ki çok zorlanabiliyor! Zira bizim kültürümüzün dünya ölçüsünde kendini pek de beğenmeyen insanı, Astronot Fehmi tarzı yaklaşımları ancak mizah çapında algılayabiliyor. Eğer komedi eseri yazmıyorsanız, karizma skalanızın sırf bu yüzden tehdit altında kalması işten bile değil. Sayın Uğur benim bu konudaki özenimi de fark etmiş ve kitabında değinmeyi ihmal etmemiş. Hem Türk çıkışlı olup, hem de evrensele yelken açan karakter/yer isimlerini özentisiz biçimde türetme ve yerleştirme çabalarımın yerini bulduğuna memnun oldum.

    Alacaşafak Beşlisi’nin ilk romanını yazmaya başlama sebebim, gençliğimde rol modeli edindiğim bir kahramanın, devam filminde öldürülmesine karşı duyduğum keskin rahatsızlığı giderip yüreğimi serinletmekti. Son Cephede Şafak ile bunu başarmıştım, ama bu kez de başka bir zihnin ürünü olan temel üzerine eser inşa etmek durumuyla yüzyüze kalmıştım. Bu başlangıç noktasından uzaklaşıp evren tasarımı açısından kendi bölgeme geçiş yapmam gerektiğini kuvvetle hissetmekteydim. Bu geçişi pek de dikişsiz yapmak mümkün olmadığından, Son Cephede Şafak aslında bir değil iki kitabı bünyesinde birlikte barındırır gibi bir havaya büründü. Eğer o geçişi çoktan yapmış olmasaydım, bu görev elinizdeki ikinci romanıma ertelenecekti.

    Bilimkurgu olsun olmasın, en büyük başarıları kazanıp en geniş kitlelerin hayranlığını kazanan filmlerin genelleyebileceğimi hissettiğim bir özelliği vardır: Karakterlerin birbirine kötü davranmasını alışkanlık icabı beklediğiniz, ancak nedense o sefer öyle yapmamayı tercih ettiklerini görüp şaşırdığınız sahnelerle bezenmişlerdir.

    Bir de yeryüzüne gelmiş tüm dinlerin ve inanç sistemlerinin özünde neyi düzenlemeye çalıştığına bakalım. Size bunu dört kelimeyle özetleyebilirim: İnsanın insana nasıl davrandığı.

    Geleceğin toplumlarına dair öngörüm ise özetle şu: Ya birbirimize hayatı dar etmemize sebep olan iç kaygılarımızı birer birer psikomuzdan ayıklayıp atmayı başaracağız… Ki bunu başarmakta olan insanlardan oluşan bir toplumun nasıl hareket edeceği, bu serinin beş kitabında gittikçe ayrıntılanarak sahnelenmekte… Ya da pekala bolluk olabilecekken vahşikapitalist sebeplerle kıtlıkta tutmak zorunda hissettiğimiz bu dünya, hor kullandığımız için günün birinde hepimizi üzerinden üfleyiverecek ve yoluna yaşamsız bir kaya parçası halinde devam edecek.

    Tüm dünya insanları olarak hangisini başaracağımızı önümüzdeki yakın gelecekte hep birlikte göreceğiz artık.

    === YÜREĞİN ZAFERE ÇAĞRISI ===

    BÖLÜM 1 - Konsey Üyesi Majesteleri

    Konsey Üyesi General Vebat Sinnon purosundan derin bir soluk çekti ve subayının raporunu dinledi.

    Kadının söylediklerinde pek heyecanlanacak birşey yoktu aslında, zira hazırlıkların planlandığı gibi ilerlediğinden başka bir sonuç iletmiyordu. Ancak General Sinnon, bu konu Konsey toplantısında karara bağlanıp işe girişildiği günden beri garip bir beklenti içinde bulmuştu kendini.

    Yanıbaşında aynı raporu dinleyen General Nadiro Mersinus'un ise aynı heyecanı paylaşmadığı kesinlikle ortadaydı. Aslında adam baştan beri bu harekatı zaman kaybı olarak düşünmüş ve bu düşüncesini gizlemek için fazla çaba da harcamamıştı.

    Onu çizgide tutan tek etken, rütbesi yüksek olan ve emirleri verenin General Sinnon olmasıydı. Sabırlıydı Mersinus. Her ne kadar kurumuş ağaç dallarını hatırlatan beden yapısı ve kasvetli yüz ifadesi onu olduğundan onbeş yaş büyük gösterse de, aslında henüz gençti, zamanı boldu. Gün gelip de ipler eline geçene dek beklemenin sakıncası yoktu.

    Sinnon ise Mersinus'un muhalefetinin de, adamın gününü beklediğinin de pekala farkındaydı. Bunlara tek bir neden için göz yumuyordu: Mersinus becerikliydi.

    Bu sayede Sinnon kendi vaktini daha önemli projelerine ayırabiliyor ve diğer angaryaları yürütmesi için Mersinus'u işe koşup ona güvenebiliyordu... Tabii kendi denetimi ve yönlendirmesi altında hareket ettiği sürece.

    Artık becerikli insan yetiştirmenin -her nedense- pek güç olduğu bu çağda, Mersinus'un altın değerindeki özelliklerinden vazgeçmek oldukça zordu.

    Yürümekte olan plan aslında her iki soruna da çözüm getirme vaadini taşıyordu. Hedef hem iş halledecek insan yetiştirmek, hem de Mersinus gibilerine sırf alternatifsizlikten dolayı mahkum kalmaktan kurtulmaktı. Eh, bu durumda belki de adam içgüdüsel olarak tepki duymakta haklıydı. Plan uzun vadeliydi ve gelecekte kimin Konsey Üyeliğine seçileceğine dair tatsız bir sürpriz olasılığı yaratabilirdi.

    Pekala General, dedi Sinnon, purosunu keyifle tüttürmeye devam ederek. Yanılmıyorsam düşmanın son marifetleri konusunda verecek bir raporun vardı. Sıra sende.

    Elbette Generalim. Mersinus hafifçe öksürüp boğazını temizledi. Ama izninizle önce şunu belirtmeliyim... İçtiğiniz puronun tabut çivisinden farkı yok efendim.

    Sinnon kuru bir sesle güldü. Gençliğinde bir askere hiç yakışmadığını düşünerek endişelendiği kıvırcık saçları ve hafif toplu yüzüyle, adeta babacan denebilecek bir tipi vardı; ama böyle hoşnutsuzca güldüğünde daha çok bir tilkiyi andırırdı.

    Sağlığımı düşündüğün için teşekkürler, General. Ama ben herşeyden önce bir askerim ve ölümden korkmam. Kendi esprisinden pek hoşlanarak biraz daha güldü.

    Mersinus ise ince dudaklarını gerip hafifçe gülümsemekle yetinmişti. Başını hafifçe eğerek, Nasıl isterseniz efendim, dedi. Konumuza gelince... Düşman en son Beruco'daki maden haklarının dağılımına müdahale etmiş ve desteklediğimiz firmanın önünü kesmiş bulunuyor.

    Hay aksi, dedi Sinnon kaşlarını çatarak. Yine neyi beğenmemişler?

    Firmanın kullandığı kimyasal yöntemleri, efendim. Önce rakip firmaları çizgide tutan kolluk kuvvetlerini etkisiz hale getirdiler. Sonra gezegen parlementosundaki oylamaları düzenleyen ekipte bulunan iki ajanımızı devre dışı bıraktılar. Son olarak da Beruco hükümetindeki dostlarımıza gönderdiğimiz bağışın yolunu kesip, gezegendeki evsizleri konutlandırma projesine kanalize edilmesini sağladılar.

    Edepsiz ukala güruhu, diye homurdanıp başını iki yana salladı Sinnon. İstihbaratlarının bizimkinden aşağı kalır yanı yok. Yapacak başka şeyleri de yok anlaşılan; lanet olası işi her yönüyle ele almışlar. Ee, Mersinus, neden şunların önüne uğraşacak başka sorunlar çıkarmıyoruz?

    Bunu epeydir deniyoruz, efendim. Zaccum gezegeninin zehirli böceklerin saldırısına uğramasından onları sorumlu tuttuğumuzu her iki galaksiye de duyurduk. Kampanyayı aylardır aralıksız sürdürüyoruz.

    Eee? Sonuç yok mu?

    Korkarım yok, efendim. En az dörtyüz gezegen, yalnızca konuya haber bültenlerinde yer vermekle yetiniyor. Bunu savaş sebebi saydırtarak güçler birliği oluşturma çabalarımızdan henüz sonuç alamadık.

    Bu durumda belki de düşmanı tepkiselliğe zorlamayı denemeliyiz.

    Haklısınız efendim. Ama deyim yerindeyse, 'gaza getirilmeyi' reddeden bir yapıları var. En etkili suçlamalarımız karşısında bile istiflerini bozmuyorlar.

    Bak sen, dedi Sinnon, sesi alaylı bir tona bürünerek. Zorluyuz demek, ha? Demek Gezegenler Birliğimiz, her iki galaksinin geri kalanıyla olan ticari ilişkilerini bu ukalaların beğenisine göre düzenlemek zorunda kalacak. Tek bir zibidi gezegen, birliğimizin kırkbir üyesine birden meydan okuyor, öyle mi?

    Sol yumruğunu hırsla sağ avucuna vurdu. Kendini yarası deşilmiş gibi hissediyordu.

    Evet, işini bilen tek bir gezegen, kırkbir beceriksizden oluşan birliğe pekala karşı koyuyordu işte. Zira o işbilirlikleriyle iki galaksiyi de yeterince arkalarına alabiliyor, sağlam bir ağ kurabiliyorlardı.

    Aslında Sinnon'un büyük planının dayandığı en önemli nokta da buydu. Kıdemli general, insanın çalışma arkadaşlarını seçmek konusunda göründüğünden daha az şansı olduğunu düşünmüştü hep; tıpkı kimsenin kendi ailesini seçememesi gibiydi bu.

    Hele onunki gibi askeri disiplin geleneğine sahip bir gezegende, bireylerin ne emredilirse ona razı olmaktan başka şansı zaten yoktu. Kimse yolun bir yerinde kalitesiz insanlarla işbirliğine zorlanmaktan kurtulamıyordu, gezegenin Konsey Üyesi bile. Zira bu kez devreye diğer kırk üye giriyordu, ki onların da kendi gezegenlerinin en nüfuzlu ailelerinin başı olmanın haricinde dişe dokunur bir vasıfları yoktu.

    Equidnus sistemindeki kırkbir gezegenin temsilci Konsey Üyeleri arasında General Sinnon, servet açısından en fakirleri, beceri ve zeka açısından ise en zenginleriydi. Yönettiği Equidnus 12 gezegeninin askeri gücü, sistemin kırkbir gezegenini birden sağlam ve dışarıya karşı güvende tutmakta en başı çekiyordu. Onun serveti diğerlerininki gibi malvarlığından oluşmuyordu. Gerçek gücü, yani yumruğun gücünü elinde tuttuğunu biliyordu o. Gerçekte geri kalanların hepsinden daha üstte olduğunu hissediyor, dengi bir ekiple sağlam bir işbirliği ruhu içinde hareket etmeyi özlüyordu.

    Bundan üç yıl önceki bir toplantıda diğerlerini ikna etmiş, niyetlendiği şeyleri açık açık anlatmıştı. Kendine sakladığı tek şey, bu harekatla elde edecekleri yeni güçten gerçekte neler beklediğiydi.

    Yeni ordusu, kader rastgele biçimde karşısına çıkardığı için kabullendiği askerlerden değil, kendi eliyle seçtiği elemanlardan oluşacaktı. Onlarda hangi özellikleri arayacağını ise, düşmanını uzun yıllar boyunca gözlemleyerek öğrenmişti.

    Bu iş planlandığı gibi yürürse, sonunda düşmanın en büyük silahına o da sahip olacaktı. Madem Equidnus sisteminden ekip ruhu oluşturacak kalitede insan yetişmiyordu, demek ki öylelerinin bulundukları yerden ithal edilmeleri gerekecekti.

    Düşüncelere derinlemesine daldığını ve Mersinus'un söylediklerini kaçırdığını farketti birden. Evet General. Ne diyordun?

    Dawne'u tek bir zibidi gezegen olarak düşünmediğimi söylüyordum, efendim. Yandaşlarını da dikkate alırsak bu hiç doğru olmaz.

    Sinnon hırsla dişlerini gıcırdattı. Dawnianların en inanamadığı tarafı da buydu işte. Adamların Güvenlik teşkilat nüfusları bile kendi gezegenlerinin halkından çok, her iki galaksi halkından eğitimden geçirdikleri kişilerden oluşuyordu.

    Canları karadeliğin dibine. İnsanları kendi amaçları doğrultusunda çalıştırmakta bizden daha başarılılar; hem de her iki galaksinin en iyi koşullandırma ve şartlı refleks uzmanları bizden yetiştiği halde...

    Birkaç küfür savurdu. Kırkbir güneş aşkına, şimdilik bu konunun sonu yok, dedi kendi kendine. Ama vakti geldiğinde hepsinin icabına toptan bakacağım, kimse merak etmesin.

    Kafasının gerisinde bir yerlerde soruşturmak üzere beklettiği birşey olduğunu anımsayarak konuyu değiştirdi. Peki, Dördüncü Konsey Üyesinin bizden Luminli tüccarlarla yapmamızı istediği şu görüşmeler ne alemde?

    Luminli tüccarların birçoğu bizden çok Dawnianlarla alışverişe daha sıcak bakıyor, efendim. Equidnus 4'den gelen raporlara göre Dawnianların ticari işlem hacmi bizimkinden çok daha küçük çaplı, ancak güvenilirlik katsayıları daha yüksek.

    Yani bizim limanlara yalnızca mecbur kaldıkları için uğruyorlar.

    Öyle de denebilir, efendim.

    Pekala. Mecbur kalmaya devam ettikleri sürece gerisi bizi ilgilendirmez. Yine de grup sözcülüklerini yapan şu adamla bağlantıyı koparmayın-- Neydi onun adı?

    Tüccar Kaptan Milles Rai Neoth, efendim.

    Tamam, işte o. Pekala, şimdilik bu kadar. Artık aday taramasına geçelim.

    Sıra işin en keyif verici kısmına gelmişti. Az önce rapor sunan subay, elindeki veri iğnesini izleme cihazına bağlayıp çalıştırdı. İğnede, galaksinin her bir yanına özel emirle dağılmış gözlemcilerden gelen bilgiler yer alıyordu. General Sinnon bu işin temellerini yıllar önce atmış, istihbarat ağını galakside varlık gösterip iş bitirir profil sergileyen hiç kimseyi kaçırmayacak biçimde kalibre etmeyi başarmıştı.

    Ekranda birbiri ardına beliren hologramları izlemeye ve açıklamaları dinlemeye koyuldu. Dikkatini çeken birkaç kişiyle ilgili ayrıntılara girdiğinde, düşmanın güvenlik örgütünün yapısı karşısında her seferinde hissettiği hayret duygusunu yeniden yaşadı.

    Örneğin Dawnian Güvenlik Departmanı başlıca üç altbirimden oluşuyordu. Buraya kadar durum normaldi. Ancak askerler, hangi birimde çalışacaklarını üstlerinden gelen emirle değil, kendi kararlarıyla belirliyorlardı. İşte bu inanılacak gibi değildi.

    Aslına bakılırsa Dawnian milletinin örgütlenme biçimi hayatlarının her alanında böyleydi. Sinnon başını iki yana sallayarak purosunu birkaç kere dişledi. Herkes görevi konusunda kafasına göre tercihler yapıyor, diye mırıldandı. Daha da beteri, keyifleri isterse bir anda fikir değiştirerek başka bir alana kayıveriyorlar.

    Subay dikkat kesilmişti. Bir an düşündükten sonra, saygıyla sordu. Peki ya herkes aynı şeyde ısrar ederek yığılma yaratırsa, Konsey Üyesi?

    'Majesteleri' dercesine saygılı bir tonda kullanmıştı bu hitabı, zira Equidnus sisteminde bu ünvanın 'majeste'likten pek farkı yoktu.

    Sinnon puroyu ağzında biraz daha çevirdi. Böyle birşeye hiç tanık olmadım. Orada yapılması gereken birşey varsa, yapmak isteyecek biri mutlaka çıkıyor.

    Ah, diye düşündü sonra, tabii ya. Zamanla gereksiz hale gelen her makam da böylece, devam ettirmeye gerek gören kimse çıkmadığı için kendiliğinden kayboluyor. Gözlerini hedeflerinden ayırmıyor bunlar. İşte peşine düştüğüm şeyin boş bir hayal olmadığının yeni bir kanıtı daha.

    Hologramlara geri dönerek biraz daha inceledi. Şuna bak, dedi bir şemayı göstererek. Şu Etkileşimsel Altbirim dediklerine. Bunun dış işleri bakanlığı görevi filan yürütmediği ortada. Üç ayrı departmana bağlı bir altbirim olarak çalışıyor ve görünüşe göre bazı elemanlarının görev kapsamı çok ilginç.

    Optimizerleri mi kastediyorsunuz, Konsey Üyesi?

    Öyle. İki tanesini daha mezun etmişler. Bunları hemen listeye dahil edin.

    Emredersiniz, Konsey Üyesi.

    General Sinnon, yeni atanmış iki optimizerin hologramlarına uzun uzun baktı. Umut vadeden iki pırıl pırıl genç, diye düşündü. Buraya seçildilerse mutlaka bir nedeni vardır. Bakalım neler yakalamışız.

    Holo ekranda istihbarat ağının saptayabildiği, iki genci görevleri başındayken gösteren sahneleri izledi. Gizliliği sağlayabilmek için olmadık aygıtlara holo kamera takılarak yapılan çekimlerin bazıları yeterince net görüntü vermemişti. Ama olduğu kadarı Sinnon'a aradığını göstermeye yetiyordu.

    Konsey Üyesi keyifle arkasına yaslanarak purosunun dumanlarını üfledi. Birkaç yıl daha. Son örnekleri de ele geçirip Equidnus 36'ya teslim edecek ve sonucu bekleyecekti. Kendi kendine gevrek gevrek güldü.

    Düşmanı kendi özellikleriyle altedeceği gün gittikçe yaklaşıyordu.

    BÖLÜM 2 - Uzayda Alarm

    Hareketli Uzay İstasyonu Frontier, dış alıcılarının yakaladığı imdat sinyali yüzünden yaklaşık on dakikadır alarmdaydı.

    İstasyonda göreve başlamak üzere gelen iki kişiyi taşıyan bir mekik, önce nedeni anlaşılamayan bir motor arızasıyla uzayda çakılıp kaldığını bildirmiş, sonra yakındaki B7 tipi yıldızın çekim etkisine girerek sürüklenmeye başladığını duyurmuştu. Dokuz dakikadır mekikten en ufak bir sinyal alınamadığı gibi, tarayıcılar da aracın izini tamamen kaybetmişlerdi.

    Oralarda birşey alıcılarımızı yanıltıyor, diye açıkladı Başmühendis Arkador. Hem kütle alıcılarımız, hem akım dedektörlerimiz aynı anda bozulmuş olamaz. Sorun hedefte.

    Enerji bulutu arayın, dedi Frontier'ın kaptanı Amiral Lajoy. Tüm frekansları deneyin. Özellikle yıldızın yönünü hedefleyelim.

    Anlaşıldı. Tarayıcılar fazla kullanılmayan frekanslara kayarak çevreyi araştırmaya koyuldular.

    Yakaladım Kaptan, dedi Arkador. Yıldız yönünde, nokta dokuz birim uzaklıkta yaygın bir arha ışını bulutu var. Arkasında kütle olabileceğini gösteren sinyaller alıyorum.

    Hay aksi, diye düşündü Lajoy. Arha ışınları haberleşmeye izin vermeyecek. Üstelik mekikteki yaşam destek sistemi de o ışınlara fazla dayanamaz.

    Pekala, dedi. Olabildiğince yaklaşalım. İçeridekilerin bilinci yerindeyse, bizi görür görmez uzay elbiseleriyle mekikten çıkıp açılacaklardır. Onları yakalamaya hazır olun.

    ***

    Teğmen Lyn Serra, koyu renk saçlı başını hızla sallayarak kendine gelmeye çalıştı. Birkaç dakikamız kaldı, diye düşündü soluksuzca. Yaşam destek sistemi düşündüklerinden daha önce çökmüştü. Motor bölümünden kıvılcımlar çıkıyor, koyu gri renkte dumanlar içeriye doluyordu.

    Frontier'dakiler hemen birşeyler yapmazsa, kısa süre sonra zahmet etmelerine gerek kalmayacaktı.

    Yol arkadaşının başı çoktan koltuğunun arkalığına devrilmişti bile. Serra gözleri karararak ona baktı. Yolculuğa çıkmadan yarım saat önce el sıkışarak tanışmışlardı ve genç adamın ona adını söylediğini anımsıyordu. Ama hepsi bu kadardı. O sıra duyduğu adı şimdi kesinlikle hatırlayamıyordu.

    Boğulma ve ölüm hissinin verdiği panikle savaşarak önündeki göstergeleri çalıştırmak için uğraştı. Oksijen tüpleri, diye düşünüyordu bir yandan. Uzay elbiselerini giymemiz gerekiyor. Parmakları alışkanlıkla çalışıyor, düşünmek zorunda kalsa belki başaramayacağı karmaşıklıktaki işlemleri gerçekleştiriyordu. Haydi kızım, dedi kendi kendine. Son bir gayret. Sonra öyle ya da böyle bitecek bu.

    Bakışları, algıladıkları son veriyi iletirken tekleyerek yanıp sönen göstergelerden birinde bildirilen dalga boyuna takıldı.

    Oksijensiz kalmış beyni bu verinin ifade ettiği ışının adını da anımsayamamıştı. Ancak göstergedeki görüntü, bunun etkisinde kalan elektromanyetik devrelerin başına neler geleceğiyle ilgili imajlar çağrıştırıyordu. Yeterliydi bu. Aynı şeyin Frontier'ın motorlarını da etkileyeceğini düşündü.

    Buraya yaklaşamayacaklar, dedi kendi kendine. Bizim oraya gitmemiz gerekiyor.

    Daha fazla güçsüzleşmeyi beklemeden fırladı. Yan koltukta oturan genç adamı yakaladığı gibi çekip yere yatırdı. Elbiselerin oksijen tüplerini otomatik olarak doldurması gereken sistemin çalışmadığını gördü, ikisini de el kontrolüyle doldurmak için yerlerine taktı. Arka kabinden bir elbise kapıp aceleyle hareketsiz vücuda giydirdi. Kendi üzerine bir elbise çekti, kat yerlerindeki güvenlik kilitlerini kapattı. Sonra dolan tüplerden birini adeta yırtarak regülatörden derin bir soluk çekti.

    Gözlerinin önünde uçuşan benekler anında azaldı, görüş alanını çevreleyen karanlık geri çekilmeye başladı. Baygın adama birkaç defa suni solunum yaptırdı; onun kendi başına soluk alabildiğinden emin olur olmaz elbisesinin başlığını takıp tüpünü bağladı.

    Genç adamın kendine gelmesini beklemeyi düşündü, ama motor kabininden gelen tehditkar kıvılcımlara bakarak bundan vazgeçti. Hareketsiz bedeni çekip mekiğin çıkışına getirdi, onu sıkıca tutarken iç ve dış kapı kilitlerini açtı. Eşitlenen basınç ikisini de hızla uzaya

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1