Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

AlacaKaranlık Uykusu
AlacaKaranlık Uykusu
AlacaKaranlık Uykusu
Ebook248 pages5 hours

AlacaKaranlık Uykusu

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

This book is the fourth novel of Turkey's first sci-fi pentology. This book is for people who can read Turkish.
AlacaKaranlık Uykusu, Dr. Özlem Kurdoğlu. Bu roman Türk Bilimkurgu Edebiyatı tarihinin ilk bilimkurgu beşlisinin dördüncü romanıdır. Evren Tasarımı, Zamanda Yolculuk, Klonlar, İnsan tabiatı, Farkı yaşam biçimleri, Türkiye ve dünya geleceğinde alternatif yaşamlar, insanın insana yaklaşımına dair çarpıcı sahneler, mücadeleler ve sonuçları bu romanlarda okurlarını bekliyor.

LanguageTürkçe
Release dateFeb 5, 2015
ISBN9781311708250
AlacaKaranlık Uykusu
Author

Dr.Ozlem Kurdoglu

I am a Medical Doctor, Published Author, Certified Counsellor, Official Translator, Literary Editor, Expert and Trainer on: How To Survive Attacks For People With Lesser Muscle. I'm also a kickboxing, Tai Chi, and Muay Thai practitioner, scuba diver, and mother of one. My sci-fi pentology is in Turkish, the language of my country. The first four of them have been print-published in Turkey and sold out. For readers who can read Turkish, the e-book versions of my sci-fi novels are available worldwide via Smashwords. (If online translators continue with their present speed of upward trend of success, my novels might pretty well become readable for all sci-fi followers throughout the world soon enough :) ) "Overcome Violence" is my first non-fiction book as well as my first work that I wrote in two languages, both in English and Turkish. It is also the first time with this book that I discovered my ability to draw illustrations defining motion. I prepared the illustrations that describe my selection of ten basic self-defense moves myself.

Read more from Dr.Ozlem Kurdoglu

Related to AlacaKaranlık Uykusu

Related ebooks

Reviews for AlacaKaranlık Uykusu

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    AlacaKaranlık Uykusu - Dr.Ozlem Kurdoglu

    ÖNSÖZ

    Bu romanın yazılış tarihi 2006'dır.

    Artık büyükşehirlerde yaşamak istemediğime karar verip tüm yaşamımı yeşilin içine taşıyalı birkaç yıl geçmişti o sıra. Bu yüzden romanımı temsil etmesi için bir ajans ile anlaşma yapmıştım. Zira o zamanlar ortada e-kitap diye bir hedef bile yoktu.

    Ajansımın benim adıma anlaştığı kuruluş, karşıma oldukça bağlayıcı bir sözleşme çıkarmıştı. Hatta bu kuruluş romanımın adını da kendi coolluk anlayışına göre değiştirip Karanlık Uykusu haline getirmişti. Uzakta yaşadığım ve ayrıntılara eskisi kadar hakim olamadığım için, bazı şeylerin üzerinde pek fazla durmamaya karar verip imzalamıştım sözleşmeyi.

    Gerçi daha sonra bu kuruluş, kendi koyduğu sözleşme maddelerine bile uymayı başaramadı. Yayıncısı tarafından Türk usulü itibar gören yazarlar arasında yerimi kaçınılmaz olarak aldığımı fark ettiğimde, bir daha yayıncı kaprisi çekmemek için gerekeni yapacağıma kendi kendime söz verdim.

    Sonra yavaş yavaş e-kitaplar doğdu.

    Ben de bu arada bir değil, iki dilde eser verebilir hale geldim. Bundan bir sonraki romanım Zamanda Kuşatma’yı İngilizce’ye çevirmedim gerçi… Belki gelecekte çeviririm. Ama ondan da daha sonraki kitabım olan Korkunuzu Söndürün Ve Şiddetten Korunun adlı eserimi iki dilde yazdım. Bunu söylerken çeviriden bahsetmiyorum, aynı kitabı iki ayrı dilde tekrar yazmayı kastediyorum. Bahsi geçen kitabım bir roman değil, kas gücü düşük tarafın bir şiddet saldırısından nasıl sağ kurtulabileceğine dair gerekli tüm ipuçlarını içeren bir araştırma kitabı. (İngilizce versiyonu için: www.overcomeviolence.com )

    O kitaba gerek duydum, çünkü sanırım romanlardaki atılımların sadece hayal evreninde kalıp yaşama yeterince geçmemesinden yoruldum. Bana kalırsa romanlarımızda, çizgiromanlarımızda, mizah bantlarımızda anlattığımız, çünkü için için aynı cesareti gösterebilmeyi özlediğimiz kahramanlarımızı artık gerçek hayata da geçirmenin vakti geldi. Maskeler arkasında sürekli saklanarak yaşaMAmak, korkusuzca kendimiz olup özgüvenle varolmak için çözülecek düğümlerin ilki de, psikolojik ve fiziksel şiddete karşı bağışıklık hissini cebimize koymaktan geçiyor olabilir pekala.

    Bunun için de inanın ki bu romanın kahramanı olan Derinsu gibi uzakdoğu sporcusu filan olmaya gerek yok. Şikayetle vakit yitirmeyi bırakıp işe bir yerinden başlamak gerekiyor sadece. En kanepe müdavimi bireyimize kadar hepimiz, aslında kendi özgün potansiyelimize cesaretle sahip çıkabilecek nüveyi içimizde taşıyoruz.

    Yeter ki onu çimlendirip yeşertecek farkındalik düzeyini zihinlerimizde başarıyla toparlayalım.

    ALACAKARANLIK UYKUSU

    1

    Derinsu

    Aklından bile geçirme, tamam mı? diyordu delikanlı. Parmağını tehditkâr biçimde Derinsu'ya doğru uzatmıştı. Beni bırakamazsın. Bu senin için hiç iyi olmaz. Sen en iyisi bu saçma sapan düşünceleri aklından çıkart ki benim tepemi attırmayasın!

    Genç kız erkek arkadaşını tedirgin bir bakışla süzdü. Ben bu ana nasıl geldim, diye düşünüyordu bir yandan. Bunu gerçekten yaşıyor olamam... Bu çok saçma.

    Başlangıçta her şey çok güzeldi. Derinsu onu okula gidip gelirken yolda görmüş, haftalarca uzaktan hayranlık duymuştu. Sonra bir gün toplu taşıma aracında yan yana oturmuşlardı. Genç kız onun fazlasıyla yorgun olduğunu fark etmişti o gün. Delikanlı zor bir gün geçirdiğini söylerken omuzlarını güçlükle dik tuttuğu belli oluyordu. Bu tam Derinsu'nun zayıf noktasıydı işte. Devrim'i keyfi yerinde ve canlı gördüğü zamanlarda sadece hoşlanmıştı çocuktan... Ama bu hâli var ya, kızı tam anlamıyla âşık etmişti.

    Sonraki birkaç gün boyunca okul yolu, okulun kendisinden daha önemli bir hâle gelmişti Derinsu için. Sabahı ve akşamüstünü iple çekiyor, gözleri devamlı Devrim'i arıyordu. Buldu da. Çocuk önce sık sık ona yolda eşlik etmeye, sonra sağa sola davet etmeye başlamıştı. Ah, evet, başlangıçta her şey çok güzeldi.

    Derken günün birinde Devrim onu kendi arkadaş çevresiyle tanıştırdı. Derinsu ilk başta bunda hiçbir sakınca görmemişti. Sonra genç gözleri yaşamının ilk hayati tecrübelerinden birine açılmaya başladı: Arkadaş çevresi diye tanıtılan topluluk, gençlik çetesinden başka bir şey değildi.

    Derinsu baş başa geçirdikleri zamanların sona erdiğini anlamıştı. Çete buna izin vermeyecekti artık, zira bu onların gözünde çeteyi ihmal ve ihanet demekti. Devrim'e kızı kendine bağlayıncaya dek zaman tanımışlardı, çünkü kurallara göre aralarından biri dışarıdan bir kızla ilgilendiğinde böyle yapılırdı. Sonra kıza bir seçenek sunulurdu: Ya çeteye dahil olarak ilişkine devam edersin, ya da her şeyi unutursun... Tabii hatırı sayılır miktarda saldırıya, tacize ve aşağılamaya maruz kaldıktan sonra.

    Daha kötüsü de kendini göstermekte gecikmedi. Devrim'in daha önce belli etmediği yönleri açığa çıkmaya başlamıştı. O bir kızı ancak elde edene dek şımartan, ama sonra ona büyüklenmeye başlayan bir tipti. Keyfine dokunulmasını hiç hoş karşılamıyor, şiddete kolayca yönelebiliyordu. Aslında içinde yaşadıkları çağda, onunki gibi ortamlarda dolaşan genç erkekler için böyle olmaktan başka pek çıkış yolu yok gibiydi. Kanun gayet açıktı: Ya baskın çıkardın, ya da ezilirdin. Derinsu henüz delikanlının şiddetine hedef olmamıştı, ama onun başkalarına takındığı tavırlar kıza kendini ince ip üzerinde yürüyen cambaz gibi hissettiriyordu.

    İki ay sonra Derinsu ciddi biçimde bunaldığına karar vermişti bile. Bu gidişle, kendisine davranışları gittikçe çekilmez hâle gelen bir serseri uğruna ya günün birinde karşı çetelerden birinin hedefi olacak, ya kızlar arası kıskançlığa kurban gidecek, ya da çeteci olarak mimlenip babasının hışmına uğrayacaktı.

    Kararını verdiği gün, fazla heyecanlanmamak için özel bir çaba harcayarak kendini o akşama hazırladı. Devrim'e ayrılacağını herkesin önünde bildirmesi inanılmaz bir taktik hata olurdu. Bu yüzden Eski Taksim'deki, çetenin sık sık toplanıp eğlendiği o bara vardığında her zamanki gibi davrandı, akşamı hiç kimseye bir şey belli etmeden geçirdi. Aradığı fırsatı eve dönme vaktine yarım saat kala bulabildi. Herkes kendi eğlencesine dalmış, Devrim ile ikisi masalardan birinde nispeten baş başa kalmışlardı. Aralarında çift olanlar gayet rahat hareket ediyor, hatta ara sıra barın iyice gölgeli ve kuytu köşelerinde gözden kayboluyorlardı.

    Genç bıçkın Derinsu'ya yılışık bir ifadeyle sırıttı. Tatlı vakti geldi fıstık. Hadi bir öpücük ver bakalım.

    Çok fazla içmişsin, soluğun bozulmuş.

    Devrim kolunu kızın omzuna atarak onu kendine doğru çekti. Olsun. Gel bakayım…

    Derinsu delikanlının kolunun altından sıyrılıp oturduğu yerde geriledi. Ayrıca ortalıkta öpüşmeyi sevmediğimi biliyorsun.

    Yalnızken çok öpüyordun da sanki, dedi Devrim aksi aksi.

    O zamanlar da öpüşmek için henüz çok erkendi, dedi kız kinayeli bir tonda. Yani baş başa kalabildiğimiz o eski zamanları kastediyorum.

    Eeh, sıktın ama, dedi Devrim. İyice bozulmaya başlamıştı. Senin bu mızmızlanmalarından bıktım artık. Senin yüzünden diğerlerine de rezil oluyorum.

    Efendim? Nasıl yani?

    Başka kimsenin kızı senin kadar oyalamıyor, posta koymuyor. Hiçbir şey yapmadığımızın farkında değiller mi sanıyorsun?

    Derinsu içini çekti. Elindeki plasteks içki bardağına baktı, sallayıp içindeki limonun oynayışını seyretti. Çevredekilere bir göz attı. Herkes kendi işine, eğlencesine bakıyormuş gibi görünüyordu. Ancak genç kız çetedekilerin gözünün kenarıyla kendilerini izlediğini fark etmişti. Birden midesi bulandı. Onların neyi beklediğini gayet iyi biliyordu.

    Tamam, dedi. Olabilir. Ben de bundan bahsedecektim. Belki de sana daha rahatlıkla uyacak bir kız bulman gerekiyor.

    Devrim'in kahverengi gözlerine buz gibi bir bakış yerleşti. Ne demek bu şimdi?

    Derinsu tehlike çanlarının kulaklarında tıngırdamaya başladığını hissetti. Yavaş ol kızım, dedi kendi kendine. Fazla hızlı gitme, yoksa raydan çıkıvereceksin.

    Sonra ta içinden bir ses yanıt verdi: Boşversene. Hadi en kötüsü neymiş görelim.

    Gayet açık, dedi, kendi kahverengi gözlerini delikanlınınkilere dikerek. Alnına düşen bir perçem açık renk saçı geriye itti. Ben bunu yapamayacağım. Babam akşamları saatlerce ortadan kaybolmamdan şüphelenmeye başladı. Tepesini attırırsam izinlerimi iyice kısacak. Size ayak uydurmam mümkün değil.

    Devrim yaslandığı yerden doğrulup kıza doğru eğildi. Sana daha önce de söyledim. Eve dönmek zorunda değilsin. Ben varken kimseye ihtiyacın yok.

    Saçmalama. Öyle bir şeye kalkışırsam babam beni hayatta affetmez.

    Affetmezse etmez, dedi Devrim. Canı isterse. Bu seni bağlamayacak, çünkü sen onu zaten hayatından çıkarmış olacaksın. Sanki küçük bir kıza ders anlatırmış gibi konuşuyordu. Onun temel gerçek olarak kabul ettiği şeyler sorgulandığında hep bu tavrı takınırdı.

    Derinsu'nun tüyleri diken diken oldu. Yuh! Daha neler. Öyle bir şey yapamam babama. İyice saçmaladın artık.

    Oğlan omzunu silkti. Neden olmasın? Seni önemsemeyen bir insanı sen neden geride bırakamayasın?

    Derinsu güldü. Hadi canım. Bu laf iyice uzadı. Babamın beni önemsemediğini de nereden çıkardın?

    Senin anlattıklarından. Senin baban da benimki gibi. Onun takdirini kazanmak için önce paralı biri hâline gelmen gerekir. Tıpkı diğer her şey için para gerektiği gibi. O zaman bile düzgün bir laf duyamazsın. Seni hafife alamadığı gün kendini eksik hisseder çünkü...

    Derinsu sanki sözlerin akışını durdurmaya çalışırmış gibi elini kaldırdı. Duydukları içini tırmalamıştı. O anı bir şekilde kurtarmalı, etkilendiğini belli etmemeliydi. Bak, bunu aklından çıkar, dedi çantasını toplamaya başlayarak. Benim gitme zamanım geldi. Daha okulu bile bitirmeden evden filan ayrılamam. Hatta ondan sonra da yapamam. Olacak iş değil. Sen en iyisi yol yakınken...

    Devrim'in elinin kendininkinin üzerine kapandığını hissetti, mecburen durdu. Delikanlı diğer elini kızın omzuna koydu, epey içtiğini belli eden kızarmış gözlerini onunkilere dikti. Aklından bile geçirme, tamam mı? Parmağını tehditkâr biçimde Derinsu'ya doğru uzattı. Beni bırakamazsın. Bu senin için hiç iyi olmaz. Sen en iyisi bu saçma sapan düşünceleri aklından çıkart ki benim tepemi attırmayasın.

    Derinsu oğlanı baştan aşağıya süzdü. Onu bu ana getiren ayrıntıları dönüp dönüp tekrar tarayan kafası şimdi durmuş, artık tamamen yaşadığı ana odaklanmıştı. Tartışmaya devam etmenin anlamsız olacağına karar verdi. Eski bir söz gelmişti aklına: 'Öyle fazla açıklama yapmayacaksın. Dostlara açıklamaya gerek yoktur, düşmanlar da zaten inanmaz.'

    Gözlerimi yaşartıyorsun şekerim, dedi. Kinayeli ton sesine yüklenmişti yine. Bir: Benimle konuşma biçimin iyice değişti ve hiç hoşlanmadığım bir hâle geldi.

    Haydaa... Ne dedim ki sana ben?

    Önce sözümü bitireyim. Derinsu elini diğerininkinin altından çekti, ama kendini onun kol menzilinden uzaklaştırmak için duyduğu isteğe karşı koydu. İçinden bir ses, şiddet tehdidinden çekinmediğini göstermesi gerektiğini söylüyordu çünkü. İki, diye devam etti. Asıl derdinin ben olmadığımı biliyorum. En azından artık değil. Sen sadece çetenin gözünde bana söz geçirememiş duruma düşmemek için uğraşıyorsun.

    Devrim abartılı erkeksi tepki ifadelerine bürünmüştü. Elleri ya sabır çeker gibi havaya kalktı. Ne diyorsun sen kızım? diye homurdandı sinirli sinirli. Ne biçim laflar bunlar? Çattık yahu...

    Derinsu oyunu bütün açıklığıyla görebildiğini hissetti. O el hareketleri, birinin her an bir tokada dönüşebileceğini düşündürtmek üzere ayarlanmıştı. Normalde bir kızı dize getirmek için her erkeğin başvuracağı en basit yöntemdi bu. Kız böyle bir şey karşısında irkilir, ürker, iş oraya varmasın, daha beteri gelmesin diye düşünürdü. Derinsu kendi içinden gelenin de bu olduğunu fark edebiliyordu. Ama tuttu kendini.

    Eğer gururunu savunmaya kalkarsa, tokat ihtimalini düşünmek bile onu yenmeye yetecekti.

    Ama asıl onurunu savunacaksa, yumruk yeme ihtimaline karşı bile gözünü kırpmaması gerekiyordu.

    Kendini herhangi bir fiziksel darbeye hazır tutmaya çalışarak o da ayağa kalktı, oğlanın karşısına dikildi.

    Bak, sana adam gibi söylüyorum. Bırak da paşa paşa yoluma gideyim. Seni de kendine daha uygun bir kız bulman için özgür bırakayım. Tavrı açıktı. Kuyruğu kıstırmayı reddettiği yeterince belli olmuştu şimdi.

    Vaay, tekmeyi basmanın nazikçesi, dedi öteden zevzek bir ses. Çete elemanları iştah kabartıcı bir sahnenin başlangıcını sezmiş, ateşi körüklemeye gelmişlerdi.

    Oğlum Devrim... Sen bu havalara pabuç bırakacak adam mıydın?

    Rezil oluyorsun oğlum... Ne iş yahu?

    Aferin size serseriler, diye düşündü Derinsu. Çocuğa aksini kanıtlamak için aşırıya kaçmaktan başka şans bırakmadınız şimdi.

    Devrim masanın üzerindeki bir şişeyi boynundan kavradı. Alt tarafını masanın kenarına vurup parçaladı. Derinsu kırılan camın ve yere dökülen sıvının sesini, oradaki herkesin soluğunu içine çekişini dinledi.

    Ne yapacak ki onu, diye düşündü. Beni öldürecek değil ya?

    Ama hem öfkeli, hem de sarhoş. Alkollü insanlarda kontrol yeteneğinin sıfıra yaklaştığını duymuştum. Belki sonradan çok pişman olacağı bir şey yapacak, ama arada ben gümbürtüye gitmiş olacağım.

    Derken kız, olanların az öncekinin bir tekrarı olduğunu fark etti. Tokat tehdidi yetmemiş, şimdi sıra silah kullanmaya gelmişti. Derinsu büyüyen tehlike karşısında durabilmek için kendini toplamaya çalıştı. İçinde bir yerlere uzandı, kafasının gerisinde fısıldayan bir seste aradığı gücü buldu: Bu çocuklar, bu ortam, bütün bunlar aslında önemsiz. Sen sırtlanıp taşımak zorunda hissetmediğin sürece bu yük seni ezemez.

    Senin dilin fazla uzamış, dedi Devrim, elindeki kırık şişe ağzını sallayarak. Şimdiye dek hiçbir saçmalığına ses çıkarmadım. Fazla şımartmışım seni. Şimdi ya çizgiye gelirsin, ya da ben seni getiririm.

    Gerçekten mi? dedi Derinsu. Ani bir hareketle bardağını en yakın duvara doğru fırlattı. İçindeki limon dilimi bir yana, sıvı öbür yana dağıldı. Plasteks bardak kırılmadı, ama garip bir çatırtı çıkararak önce duvara, sonra yere çarpıp yuvarlandı. Herkes irkilerek soluğunu bir kez daha tuttu.

    Derinsu sanki tehdit altında değilmişçesine rahat bir duruşla kollarını iki yanına bırakarak dikildi, karşısındaki adamın gözlerine bakıp sordu: Merak ettim. Nasıl yapacaksın bunu?

    Devrim durakladı. Onun düşünce tarzına göre, gerçekten güvendiği bir şey olmasa bu kızın böyle kafa tutmasına imkân yoktu. Kızı baştan aşağı süzerek tedirgince hırladı: Öldürürüm seni. Elimde kalırsın.

    Derinsu hiç acelesi yokmuşçasına dudaklarını büzdü, sessizliğin bir-iki saniye uzamasını sağlamak için bekledi. Sonra berrak bir sesle, basitçe meydan okudu: Dene bakalım.

    Devrim kulaklarına inanamıyordu. Elindeki kırık şişeyi kızın böğrüne saplayıvermesi an meselesiydi. Kız da bunu gayet iyi biliyor, ama her nasıl beceriyorsa, sanki hiçbir ürküntüsü yokmuş gibi gözünün içine bakıyordu.

    Şunu biraz daha korkutayım, diye düşündü delikanlı. Hemen defterini dürmek olmaz artık... önce süründürmek lazım ki ibret olsun. Senden sonra sıra babana gelir, dedi Devrim. Sonra da okulunu dağıtır, seni tüm arkadaşlarının önünde kepazeye çeviririm.

    Bunların hiçbiri, beni sana geri getirmez, dedi Derinsu. Aksine tamamen kaybedersin.

    Devrim onun lafını bile bitirmesine izin vermeyip saldırmak üzere harekete başlamıştı aslında. Ama birden uyanan karmaşa ve yükselen sesler, o anda kızla aralarında gelişen sahnenin ayrıntılarını örtüverdi.

    Önce barın caddeye bakan ön camları patlarcasına parçalandı. Parçaların biçiminden, cam panellerinin birer lazer huzmesiyle ısıtıldığı anlaşılıyordu. Karşı çetenin onlara saldırmak için planlar yaptığı zaten duyulmuştu... Eh, galiba problem çıkartmak için tam zamanını bulmuşlardı.

    Devrim içinden homur homur söylendi. Şunu beş dakika sonra başlatsalar olmaz mıydı?

    Sonra aslında şikayet ettiği zamanlamanın kendisi için ne kadar büyük bir nimet olduğunu fark etti... Çünkü elindekini kızın karnına doğru savurduğunda, bileğinin yolu abartısız ve rahat bir hareketle kesilmişti. O anda herkesin dikkati patlayan camlara çekilmeseydi, yerden bitme bir saçı-uzun-aklı-kısanın onu nasıl hiçe saydığını gören ve öğrenen herkese rezil olacaktı.

    Ama en korkutucusu bu değildi.

    O acayip kız delikanlının bileğini yakalamış, onu kendine doğru çekmiş, kulağına birkaç sözcük fısıldamıştı...

    Söyledikleri basitti aslında. Onlara şükret. Seni elimden kurtardılar çünkü...

    Ama genç bıçkını asıl ürküten laflar değil, onları söylerken kızın gözlerinde beliren ifadeydi. O günden sonra kâbuslarına girecek, gündüz düşündüğünde bile onu ürpertecek garip bir ateş yanıyordu sanki içlerinde... öyle ki onları hatırladığında kapıldığı duygunun, kabahat işlerken açıkta yakalanmaktan ve sonra da cezalandırıcısının gazabını bekler hâlde donup kalmaktan pek farkı yoktu.

    2

    Şubat 2039

    Yataktaki kadın uzun bir inilti daha koyverdi.

    Başucundaki Şifacı duasını hızlandırdı. Bir yandan elini kadının gövdesinin bir karış üzerinde gezdiriyordu. Hastanın yakınları duvar diplerine dizilmiş, gözlerini kırpmadan Şifacıyı izleyerek mucizelerinden birini daha gerçekleştirmesini bekliyorlardı.

    Şifacı kalbinin iyice sıkışmaya başladığını belli etmemek için başını öne eğdi, giysisinin başlığının yüzünü saklamasını sağladı. Ya bir daha hiç yapamazsam, diye feryat etti ta içinden bir ses. O eski tanıdık titreşimi bekliyor, ama bir türlü hissedemiyordu. Bir zamanlar elinin tersiyle iyileştiriverdiği hastalar şimdi kâbusu hâline gelmişti. Elinin altında inlemeye devam ediyor, umut dolu gözlerle ona bakarak yine de medet umuyorlardı.

    Çocukluğunda eline aldığı kanadı kırık kuşları,

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1