Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Nobelli Yazarlardan Alıntılar: ‘Nobel ödülü almış 110 edebiyatçının eserlerinden alıntılar.’
Nobelli Yazarlardan Alıntılar: ‘Nobel ödülü almış 110 edebiyatçının eserlerinden alıntılar.’
Nobelli Yazarlardan Alıntılar: ‘Nobel ödülü almış 110 edebiyatçının eserlerinden alıntılar.’
Ebook388 pages3 hours

Nobelli Yazarlardan Alıntılar: ‘Nobel ödülü almış 110 edebiyatçının eserlerinden alıntılar.’

Rating: 3 out of 5 stars

3/5

()

Read preview

About this ebook

‘Nobel ödülü almış 110 edebiyatçının eserlerinden alıntılar.’
LanguageTürkçe
PublisherBookBaby
Release dateNov 27, 2014
ISBN9781483544984
Nobelli Yazarlardan Alıntılar: ‘Nobel ödülü almış 110 edebiyatçının eserlerinden alıntılar.’

Related to Nobelli Yazarlardan Alıntılar

Related ebooks

Reviews for Nobelli Yazarlardan Alıntılar

Rating: 3 out of 5 stars
3/5

2 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Nobelli Yazarlardan Alıntılar - Utku Yasavul

    NOBELLLİ YAZARLARDAN ALINTILAR

    Derleyen: Utku Yasavul

    Nobel Edebiyat Ödülü, edebiyat alanında verilen en önemli ödüllerin başında gelir. Belki de en önemli ödüldür. Nobel jürisi ise her zaman politik olmakla suçlanır. Oysa yüksek edebiyat daima politiktir. Yüksek edebiyat taraf tutar, muhalefet eder, yüksek edebiyat birilerinin ayağına basar.

    Bu yüzden 20. Yüzyılın pek çok önemli edebiyatçısı gibi Nobelli yazarlar da politik kimselerdir. Ve evet bu ödül politiktir…

    Nobel Edebiyat ödülleri daima bazı yazarları es geçmekle suçlanır, oysa zaten bir kişiye ödül vermek pek çok kişiye ödül vermemektir, her liste doğası gereği birilerini dışlar. Nobel edebiyat jürisi de çoğu zaman tahmin edilemez şekilde ödüller vermiştir. Tolstoy, Kundera, Murakami, Yaşar Kemal gibi bir türlü ödül verilmeyen verilmemiş yazarlar vardır. Ve ödül alan bazı yazarları kamuoyu çok az tanır… Nobel jürisi sürpriz yapmayı sever yani.

    Ama nihayetinde Nobel almış yazarlar yaşadığımız çağın en büyük edebiyatçıları arasındadır. Ve başlı başına bu yazarları okuyarak iyi bir edebiyat görüşü kazanılabilir, okuma keyfi yaşanabilir.

    Bu derleme bugüne kadar Nobel edebiyat ödülü almış, 110 yazarın eserlerinden çeşitli pasajları kapsıyor. Çalışmanın içinde bazı çok iyi bildiğimiz yazarlardan uzun uzun alıntılar yaptım böylece okuma keyfini artırabileceğimi düşündüm. Bazı yazarların Türkçe’ye hiçbir çevirileri yoktu, bunların çevirilerini Yalın Şen’le birlikte gerçekleştirdim. Kimi yazarlarla ben de ilk defa tanıştım ve keyifle okudum.

    Bu derlemeyle Nobel Ödülü almış yazarın eserlerinden küçük lezzetler sunabileceğimi ve yazarların külliyatlarına ilgi uyandırabileceğimi düşündüm. Keyifle okumanız dileğiyle…

    Utku Yasavul / Cihangir 2014

    1901-Nobel: Sully Prudhomme

    Neden: Çok nadir bulunan zeka ve duygusallığın kaliteli kombinasyonu, artistik mükemmelliği ve yüksek idealizmin kanıtları bulunan kendine has şiirsel kompozisyonu nedeniyle.

    Kırık Vazo

    Menekşenin solduğu şu billûrdan vazocuk

    Yelpazenin ucuyla birdenbire çatladı;

    Hafiften mi, hafiften dokunmuştu fiskecik,

    Gözle görmek bir yana, ses bile duyulmadı.

    Açılan hafif çatlak gerçi küçük bir şeydi,

    Fakat ince billûru günden güne yiyerek

    Sinsi bir yürüyüşle boyuna ilerledi.

    Kuşattı her yanını yavaşça kemirerek.

    Vazodaki taze su boşaldı damla damla

    Menekşe çiçekleri kurudukça kurudu,

    İlgilenmedi kimse bu küçücük olayla,

    Dokunayım demeyin, billûr vazo kırıldı.

    Seven el de çok defa, sevdiğini okşarken,

    Farkında olmıyarak, kalbinde yara açar.

    Kırılır kalp sessizce, hiç mi hiç sezdirmeden,

    Sevginin çiçeği kısa zamanda solar.

    Kimsecikler göremez olup biten bu işi,

    Yara büyür gizlice, işler hep daha derin,

    Kahredici derdine deva bulmaz o kişi:

    Billûr gönül kırıldı, dokunayım demeyin.

    Çeviri: İhsan AKAY

    Burada

    Öldü bütün leylaklar yeryüzünde

    Bitti en son ezgileri kuşların

    Kalan yazları düşünürüm ben de

    Böylece

    Değerdi dudaklarımız birbirine

    Burda kadifeler gibi yumuşak

    Kalan öpüşleri düşünürüm ben de

    Böylece

    Çokları ağlamaklı bu yerde

    Şimdi Leyla-Mecnun örneği

    O çiftleri düşünürüm ben de

    Böylece

    Çeviri: Abdullah Rıza Ergüven

    1902-Nobel: Theodor Mommsen

    Neden: Sanatsal tarih yazarlığında yaşayan en büyük usta, özellikle A history of Rome adındaki muazzam çalışması özel olarak referans gösterilmiştir.

    Akıl yoluyla herhangi bir şeye erişilebileceğini kabul ediyorsanız, yanılıyorsunuz. Geçmiş yıllarda buna bizzat ben de inanmıştım ve anti-semitizmin korkunç alçaklığını protesto etmeyi sürdürüp durdum. Ama yararsızdır bu, tamamen yararsız. Benim veya başka herhangi birisinin söyleyecekleri, son kertede birtakım savlardan ibarettir; mantıkî ve etik savlardır ve hiçbir anti-semit bunlara kulak asmaz.

    Onlar sadece kendi nefret ve kıskançlıklarını, en aşağı güdülerini işitirler. Başka her şey, geçersizdir onlar nezdinde. Akıl, hukuk ve ahlâk karşısında sağırdırlar. Onlara tesir edemezsiniz... Korkunç bir salgındır bu, kolera gibi. Ne izah ne de tedavi edebilirsiniz. Sabırla beklemek zorundasınız, zehir kendi kendini yiyip bitirene ve bulaşıcılığını kaybedene dek.

    1903-Nobel: Bjørnstjerne Bjørnson

    Neden: Fikirlerinin tazeliği ve ruhunun nadir bulunan saflığı nedeniyle her daim seçkin olan şiir yazma sanatındaki asil, ihtişamlı ve esnek yazım nedeniyle.

    Ağaç

    İlk yaprakları yeşeriyordu ağacın Tomurcuk tomurcuk, tek tek. Alayım mı onları elinden? dedi Kırağı sürünerek. Saçtan tırnağa titreyip ağaç Hayır dedi, yalvararak, Çiçek açıncaya kadar Onları rahat bırak. Tomurcuklandı çiçekleri ağacın Ötüştü bütün kuşlar. Alayım mı onları elinden? dedi Esintiyle rüzgâr. Hayır dedi sallanırken ağaç, Titremeden yaprak yaprak. Çiçek açıncaya kadar Onları rahat bırak. Yaz ortası sıcağında Ağaç meyvesini verdi. Çocuk dedi: Toplayabilir miyim Artık yemişlerini? Eğerken yüklü yapraklarını ağaç Tabii dedi, toplayabilirsin Al hepsini, Hepsi senin için.

    Çeviren: L. Sami AKALIN

    1904-Nobel: Frédéric Mistral

    Neden: Halkının öz tabiatını ve doğal manzarasını içtenlikle yansıttığı şiirlerindeki içten fikirleri ve taze orijinalliği, ve ek olarak, Pronvençal filologu olarak önemli çalışmaları nedeniyle.

    Mireio’dan

    Provence'lı bir kız anıyorum. Gençliğimin aşklarında. Crau ovasında, denize doğru buğdaylarda, Büyük Homeros'un alçak gönüllü öğrencisi olarak, Onu izleme istiyorum. Sadece Köylü bir kız olduğundan Crau'nun dışında çok az bahsetmişler ondan. Alnı,yalnız gençliği ile göz kamaştırıcı Ne altın tacı, ne Şam kaftanı vardı, Fakat istiyorum ki onun şanı yükselsin Tıpkı bir kraliçeninki gibi Ve hor görülen güzel dilimiz onu okşasın Ey çobanlar ve çiftçiler, çünkü şiirimi yalnız size söylüyorum. Sen, vatanımın yüce Tanrısı, Ki çobanlar arasında doğmuşsun, Sözümü ateşle doldur, güç ver bana! Biliyorsun: Yeşillik içinde Güneşte ve jalede İncirler olgunlaşınca Tamamını toplamak için meyvelerin Kurt gibi aç olan gelir. Fakat budaklarını kestiği ağaçta Hırslı insana elini atmak fırsatı vermeyen Sen mutlaka yükseklere bir dal koydun. Körpe güzel bir filizdir o Misk kokan ve bakire bir fidedir. Altın sikke gibi olgun bir meyvedir, Göklerin kuşları doymak için ona konar. Ben şu küçücük dalı görürüm İçimi kıpırdatır onu tazeliği! Görürüm: Sabah rüzgârında Gökte sallanmakta olduğunu ölümsüz yapraklarının ve meyvelerinin.... Ey, Güzel Allah'ım, ey Dost. Provence dilimizin kanatlarının üstünde Kuşların dalını koparmak fırsatı ver bana!

    Çeviren : Jean-Louis MATTEI

    Derin Uyku

    Uyandırmasın kimse

    uyuyan bu çocuğu.

    Bir zamanlar karnımda

    böyle derin uyurdu.

    O duru dinlenişten

    açtırdım gözlerini,

    yaslanıp göğsüme yine

    uyuyakaldı şimdi.

    Alnındaki damarlar

    sanki atmıyor artık.

    Minik yengeçler gibi ayakları,

    gövdesi pembe bir balık.

    Çiğ düşmüş olmalı

    ıslak kirpiklerine.

    Müzikle sallanıyor

    kolları uykusunda.

    Dere gibi usulca

    akıyor nefesi.

    Titriyor gözkapakları

    defne yaprağı gibi.

    Hiçbir şey söylemeyin

    uyanıncaya kadar,

    bırakın uyusun böyle,

    çevresinde sığınaklar.

    Bir sığınaktır çatı,

    kapı bir başka sığınak,

    kadın olan annesi,

    annemiz olan toprak.

    Bu sessizlik içinde

    belki de öğrenirim

    o uykuyu yeniden

    nicedir yitirdiğim.

    Her yanı duru sevgi,

    derin uyku her yanı,

    bırakın da kullansın

    bu güzel armağanı.

    Çeviri: Ülkü TAMER

    1904-Nobel: José Echegaray

    Neden: İspanyol dramasının harika geleneklerini tekrar dirilten, kişisel ve orijinal konularda, çeşitli göz alıcı kompozisyonları nedeniyle.

    Büyük Galeoto Kitabı'ndan

    Teodora’nın Monoloğu:

    Sesine kulak veriyorum ve seni dinlerken bir anne, bir kardeş ya da bir arkadaş gibi konuşmadığını fark ediyorum. Sanki şeytanın ta kendisi sana ne konuşacağını söylüyor, adeta dudaklarından onun sesi çıkıyor. Neden beni kocam için olan aşkımın büyük bir yalan olduğuna, alevi iç eriten düşmanca bir aşk beslediğime ikna etmeye çalışıyorsun? Onu her zaman sevdiğim gibi seviyorum. Beni ayırdıkları bu adamla bir hayat için damarlarımda akan, beni ateşlendiren kanımı son damlasına kadar veririm. Eğer kocan bana izin verseydi şu anda oraya giderdim. Ve öyle bir sevgiyle Julianı kollarıma alıp, göz yaşlarımla yıkardım ki bütün şüpheleri ruhlarımızın aleviyle yanıp kül olurdu. Ama sırf Julian’ı seviyorum diye, benim için hayatlarını feda eden cömert ve asil insanlara müteşekkir olmamalı mıyım? Ve eğer ondan nefret etmiyorsam, onu sevmeli miyim?

    Tanrım bana yardım et! Bütün dünya öyle şeyler söylüyor ki, öyle garip hikayeler duyuyor ve öyle üzgün şeyler görüyorum ki kendimden şüphe etmeye başlıyor ve korkuyla kendime soruyorum: Ben, gerçekten, söyledikleri gibi biri miyim? Beni fark ettirmeksizin yiyip bitiren yasak bir aşk mı besliyorum içimde? Ve bu yasak aşkın şeytani ateşi duygularımı ve irademi perdeliyor mu? Dinle, Mercedes… Seni nasıl ikna edebileceğimi bilmiyorum.

    1905-Nobel: Henryk SIENKIEWICZ

    Neden: Epik bir yazar olarak seçkin meziyetleri nedeniyle

    Bildiklerini anlat,

    ama akıl vermeye kalkma...

    Anlatılanları iyi dinle,

    ama hepsini doğru sanma...

    Sessiz kalmak, bir şey bilmediğin anlamına gelmez,

    çok konuşmak da çok şey bildiğini göstermez...

    Herkesi kendine eşit gör,

    her kim olursa olsun bir insanı küçümsemek akılsızlık,

    çok büyük görmek de korkaklıktır...

    Cesaret akıldan gelirse cesarettir,                              

    bilgisizlikten gelirse cehalettir...

    Quo Vadis Romanı’ndan

    "Şölenin başlangıcında İmparatoru sanki sislerin arkasından görmüş olan ve sonra da Vinikyus’un sözlerine kapılarak olduğu gibi unutan Ligya şimdi meraklı, ürkek gözlerini Neron’dan yana çevirdi. Akte doğru söylemişti. Neron, masanın üzerine abanmış, bir gözü kapalı olarak zümrüt monokluyla onları süzüyordu. Bakışları karşılaşınca Ligya’nın yüreği buz kesilir gibi oldu. Daha çocukken, Avlus’un Sicilya’daki çiftliğinde yaşayan bir Mısırlı köle, ona mağaralarda oturan ejderhalar üstüne masallar söylerdi. İşte şimdi kıza bu canavarlardan birinin cam gözü kendi üzerine dikilmiş gibi geldi. 

    Korkmuş bir çocuk gibi Vinikyus’un eline sarıldı. Kafasının içinde yıldırım hızıyla karmakarışık bin türlüNeron izlenim savruluyordu. Neron buydu demek, müthiş ve gücü her şeye yeten Neron! Ligya onu şimdiye değin hiç görmemişti. Neron hiç de onun kafasında canlandırdığı gibi değildi! Ligya, çizgileri korkunç, bakışı hep kızgın bir yüz göreceğini sanmıştı. Oysa şimdi karşısında, kalın bir boyun üzerine oturtuşmuş kocaman bir kafa görüyordu… Korkunç olduğu kadar da biçimsiz ve gülünç bir kafa… Uzaktan ufak bir çocuk başını andıran bir kafa. 

    O geniş ve kısa, basık yüzüne mor renkli tüniği (kendisinden başka hiç kimsenin giymesine izin verilmeyen bir renk), mavimtırak bir gölge düşürüyordu. Koyu renkli saçlarıysa dört sıra bukle yapılmıştı. Aynı zamanda yüzü cascavlaktı, çünkü sakalını geçenlerde tanrı Jüpiter’e kurban kesmişti. Bütün Roma bu fedakârlığı alkışlamıştı. Ama aslında herkes onun bu işi, tüm ailesi gibi kızıl sakallı olduğu için yaptığını söylüyordu. Alnının, kaşlarının üstünden saçlarına doğru, göze çarpacak denli yükselmesinde tanrıları andıran bir şey vardı. Kaşları da onun kendi kudretinin farkında olduğunu gösteriyordu. Ama o tanrı alnının altında yalnızca zamanından önce şişmanlayıp etlenmiş, şehvet ve kararsızlık dolu ilkel bir yüz sırıtıyordu… Adi bir aktörün, bir ayyaşın yüzü. Ligya bu yüzü korkunç, ama her şeyden önce iğrenç buldu." s.57-58

    Neron, Roma’ya dönmekten hiç hoşnut kalmamıştı. Birkaç gün sonra Akeya’ya gitmek istediğini belirtti. Hatta yolculuğunun kısa süreceğini ve bu arada kamu işlerinin aksamayacağını belirten bir bildiri bile yayınladı. Sonra aralarında Vinikyus da bulunan bazı soylularla birlikte tanrılara kurban kesmek ve son yolculuğunu kazasız belasız bitirdiğine teşekkür etmek için Kapitol’a gitti. Ertesi sabah Vesta Tapınağını ziyaret ettiği zaman gelecekle ilgili planlarını kökünden değiştiren bir şey oldu. Neron gerçi tanrılara inanmazdı ama, hepsinden ve hele esrarlı Vesta’dan çok korkardı. Bu tanrıça ve tanrıçanın kutsal ateşiyle karşılaşınca, saçları birden diken diken dikeldi; ağzı açık kaldı, gövdesinde bir ürperti dolaştı ve İmparator o sırada arkasında durmakta olan Vinikyus’un kolları arasına baygın düştü. Kendisini hemencecik tapınaktan dışarı çıkartıp saraya götürdüler. Neron o gün, akşama değin yataktan çıkmadı. 

    Sonra yolculuğunu şimdilik geri bıraktığını, çünkü tanrıçanın ona acele etmemesi için gizlice gözdağında bulunmuş olduğunu söyleyerek herkesi şaşkına döndürdü. Bir saat sonra İmparator Hazretlerinin, halkın tasasını gördüğü ve onlara karşı duyduğu baba sevgisi baskın çıktığı için Roma’da kalmaya karar verdiği, uyruklarının sevinç ve üzüntülerine ortak olmak istediği tüm kente bildirildi. Yeni yeni eğlentilere ve tahıl dağıtımına bir işaret sayılabilecek olan bu karara pek sevinen Romalılar saray kapısının önünde toplandılar ve ‘Yaşasın Neron!’ diye bağırmaya başladılar. Neron, bu sırada saraylılarla zar oynamaktaydı. ‘Evet, yolculuğumu geri bırakmam gerekliydi.’ diyordu. ‘Mısır’a ve Doğu mülklerime nasıl olsa gideceğim; kâhinler doğru söylüyorlarsa. O zaman Akeya’ya da giderim elbet. Sonra Mısır’da öyle anıtlar diktireceğim ki ehramlar bunların yanında oyuncak gibi kalacak. Şu sırada Menfis Çölüne bakan Sfenks’ten yedi kat daha büyük bir Sfenks yaptıracağım. Bu yeni Sfenks benim yüzümün çizgilerini taşıyacak. Öyle ki, gelecekteki insanlar hep benden ve anıtlarımdan konuşacaklar.’ 

    Petronyus, ‘zaten şiirlerinizle Keops Ehramından yedi kat değil, üç kez yedi kat daha büyük bir anıt kurmuş bulunuyorsunuz’ dedi. Neron, ‘ya şarkılarım?’ diye sordu. ‘Ah, Memnon heykeli gibi bir heykel dikilebilse ve bu heykel sabahleyin sizin sesinizle konuşabilse! Böyle bir şey yapılabilse yüzyıllarca gemiler Mısır kıyılarına, dünyanın üç bucağından sizin şarkılarınızı dinleyerek bir zevk sarhoşluğuyla kendilerinden geçmeye gelen insanları taşır.’ Neron, ‘çok yazık!’ diye içini çekti. ‘Böyle bir yapıtı kim yaratabilir?’ ‘Hiç değilse sizi dört atlı bir araba sürerken gösteren basit bir heykel yaptırabilirsiniz.’ ‘Evet, bunu yaptırayım.’ ‘İnsanlık için paha biçilmez bir armağan!’ ‘Mısır’a gittiğim zaman dul Luna ile evlenip kendim de tam bir tanrı olmak niyetindeyim.’ ‘Evet, o zaman bize yıldız yerine kadınlar verirsiniz ve biz de yeni bir Neron burcu yaratırız. Vitelliyus’u Nil Irmağıyla evlendirişiniz ki çocukları suaygırı olsun. 

    Tigellinus’u çölle evlendirirsiniz, o da çakallar kralı olur.’ Vatinyus, ‘ya ben… Ben ne olacağım?’ diye sordu. ‘Kutsal öküz Apis seni korusun! Beneventum’da bizim için öylesi güzel oyunlar düzenledin ki sana kötülük dilemeye gönlüm razı olmuyor. Sen de Sfenks için bir çift kundura yaparsın ki yağmur mevsiminde ayakları soğuk almasın! Tapınaklara giden yolların kıyısındaki büyük heykellerin ayakları için de pabuç yaparsın.’" s.212-213

    1906-Nobel: Giosuè Carducci 

    Neden: Sadece derin bilgisi ve eleştirel araştırmaları nedeniyle değil; yaratıcı enerjisi, taze stili, ve lirik gücü ile karakterize şiirsel başyapıtları nedeniyle.

    Eski Dert

    Kırmızı çiçekler açtı O minicik ellerinle Eriştiğin nar ağacı. Gene yeşillendi her yer Tenha ağaçlıkta şimdi. Herşeyi canlandırdı Haziran'ın Aydınlık ve sıcak hediyeleri. Sen benim ağacımsın Kurumuş ağacımın çiçeği Son ve tek ümidi boşuna hayatımın. Soğuk topraklardasın şimdi Kara topraklarda, kara toprak. Sana ne güneşin gezgin sevinci erişir Ne de aşkın elinden gelir Seni uyandırmak. 

    Çeviren: L. Sami AKALIN

    Toscana Maremma’sından Geçereken

    Tatlı kasaba, senden aldım gururumu,

    yüce şiirimi nefret ve

    sevginin tükenmediği gönlümü

    seni yeniden görmek hoplatıyor yüreğimi.

    Hep aynı sıcaklığı görüyorum sende

    gülmekle ağlamak arasında bocalayan

    gözlerimle o sıcaklıkta buluyorum düşlerimin izlerini gençliğin büyüsünde yitik.

    Ah sevdiğim, düşlediğim boşunaymış;

    hep koştum eremeden hedefe,

    yarın düşeceğim artık.

    Ama uzaktan barış diyor yüreğime

    tepelerin kat kat bulutları,

    yeşil çayırıyla sabah yağmurlarında gülerek.

    Çeviren: Gülbende KURAY

    1907-Nobel: Rudyard Kipling

    Neden: Bu dünyaca ünlü yazarın eserlerine karakterize; güçlü gözlem, orijinal betimleme yeteneği, taze fikirleri ve olağanüstü anlatı yeteneği nedeniyle.

    Adam Olmak

    Çevrende herkes şaşırsa bunu da senden bilse

    Sen aklı başında kalabilirsen eğer

    Herkes senden kuşku duyarken

    Hem kuşkuya yer bırakır

    Hem kendine güvenebilirsen eğer

    Bekleyebilirsen usanmadan yalanla

    Karşılık vermezsen yalana

    Kendini evliya sanmadan kin tutmayabilirsen

    Kin tutana düşlere kapılmadan düş kurabilir

    Yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer

    Ne kazandım diye sevinir, ne yıkıldım diye yerinir

    İkisine de vermeyebilirsen değer

    Söylediğin gerçeği eğip büken düzenbaz

    Kandırabilir diye safları, dert edinmezsen

    Ömür verdiğin işler bozulsa da

    Yılmaz koyulabilirsen işe yeniden 

    Döküp ortaya varını yoğunu bir yazı-turada

    Yitirsen bile, yitirdiklerini dolamaksızın dile

    Baştan tutabilirsen yolunu

    Yüreğine sinirine

    Dayan diyecek direncinden başka şeyin kalmasa da

    Herkesin bırakıp gittiği noktada

    Sen dayanabilirsen tek 

    Herkesle düşüp kalkar, erdemli kalabilirsen

    Unutmayabilirsen halkı krallarla gezerken

    Dost da düşman da incitemezse seni

    Ne küçümser, ne de büyültürsen çevreni

    Her saatin her dakkasına emeğini katarsan hakçasına

    Her şeyiyle dünya önüne serilir

    Üstelik oğlum adam oldun demektir.

    Çev: Bülent Ecevit

    1908-Nobel: Rudolf Christoph Eucken 

    Neden: İdealist hayat felsefesini yansıtan çalışmalarındaki; gerçeği içtenlikle arayışı, düşüncelerinin içe işleyen gücü, geniş vizyonu, sıcak ve güçlü sunumu için.

    Eğer bireyler olarak sonluluğumuzun üzerine çıkacak ve hakiki sonsuz doğamızı kavrayacaksak, tarihin çok yönlü tanıklığına yönelmeli ve dünyanın ruhsal bir varoluş için şimdiye kadarki kahramanca mücadelesinin hakkını vermeliyiz. onların o aydınlatıcı çeşitliliğinde tek bir ruhsal gereksinim ifadesini görmeye başlayıncaya dek, insan ruhunun tüm büyük hareketlerini incelemeyiz.

    İşte o zaman, insan yaşamı muammasını geniş ve tarihsel bir ölçekte çözmeye çalışırken, aynı zamanda kendi sorunumuzu da çözmekte olduğumuzu fark eder

    1909-Nobel: Selma Lagerlöf 

    Neden: Yüksek idealizm, canlı hayal gücü ve manevi algılama yeteneği ile karakterize yazıları için.

    Küçük Nils Holgersson’un Yabankazlarıyla Maceraları

    Bir zamanlar bir çocuk vardı, adı Nils Holgersson’du. Güney İsveçli fakir bir çiftçinin oğluydu. Uzun boylu, sarı saçlı, iri yapılıydı. Fazla bir işe yaramayan bir çocuktu, en sevdiği şeyler ise yemek yemek ve uyumaktı. En çok da ortalığı karıştırmaktan zevk alırdı. Bir pazar sabahı kiliseye giden anne babası onu evde yalnız başına bıraktı. Onlar dönene kadar İncil’den bir dinsel öğüt okuyup ezberlemesi gerekiyordu. Nils okumaya başladı, ancak kafası bir şey almıyordu, zaten kısa bir süre sonra da uykuya daldı. Uyandığında, annesinin büyük demir sandığının kapağının açık olduğunu gördü, sandığın kenarında ata biner gibi minnacık şişman bir cüce oturuyordu.

    Nils bulduğu küçük bir ağla usulca cüceye yaklaştı, ani bir hamleyle ağı üstüne atıp onu yakaladı. Cüce kendisini serbest bırakması için Nils’e yalvardı, ailesine bir sürü iyilik yaptığını söyleyip parateklif etti. 

    Çocuk buna razı oldu, ancak şişman cüce ağdan henüz yarı yarıya kurtulmuşken verdiği sözden dolayı pişman olunca ağı tekrar kapattı. Tam o sırada suratına korkunç bir tokat yedi, tokatın tesiriyle de adeta yerinden uçtu ve başını duvara çarpıp olduğu yere yığılıp kaldı. Bayılmıştı.

    Kendine geldiğinde, oda ona garip bir değişikliğe uğramış gibi geldi: daha büyük ve daha yüksekti, sanki bütün cisimler olağanüstü büyümüştü. Daha önce birkaç adımda ulaştığı masaya ulaşabilmesi için şimdi eskisinden on misli daha fazla adım atması gerekmişti. Bir sandalyenin üzerine, ancak sandalyenin bacağına güçlükle tırmanarak çıkabildi. Sonunda masanın üzerine ulaştığında, orada bulunan bir aynaya gözü takıldı. Birden aynanın içinden bir başka cücenin kendine baktığını gördü, birincisi kadar küçüktü bu da, ancak aynı kendisi gibi giyinmişti. Nils aynanın arkasına da bir göz attı, ama orada kimse yoktu. İşte o zaman kendisine büyü yapılarak şişman çirkin bir cüceye dönüştürüldüğünü, aynada gördüğü cücenin de bizzat kendisi olduğunu anladı. 

    1910-Nobel: Paul Heyse

    Neden: Lirik şiir, tiyatro, roman ve dünyaca ünlü kısa öykü yazarı olarak uzun üretken kariyeri boyunca, yazılarındaki mükemmel sanatkârlık ve okuyucuya nüfuz eden idealizmi için.

    Andrea Delfin Romanı’ndan

    Geçen yüzyılın ortalarına doğruydu, Venedik'in De la Cortesia diye hoş bir adı olan dar bir sokağında tek katlı,basit,küçücük bie avi vardı.Alçacık kapısının üzerinde tahtadan, kıvrımlı iki sütünla barok biçeminde pervazların çerçevelendiği girintide bir Meryem Ana yontusu durur, kırmızı şişeli bir lambacık da soluk bir ışıkla sürekli yanardı.Çünkü buraya ancak dış kapı açıldıkça gün ışığı girerdi. Bayan Giovanna Danieli kendisine miras kalan bu evde, kocasının ölümünden beri biricik kızı Marietta ile oturuyor,kullanılmayan bir iki odayı kendi halinde yaşayan kimselere kira vermiyordu.Merdivenin üstü, günün her saatinde yarı karanlık olmasına karşın,Bayan Giovanna'nın en çok sevdiği yerdi.Dediğine bakılırsa, sevgili kocası için gözyaşı dökmekten gözleri adamakıllı zayıflamış, gün ışığına dayanamaz duruma gelmişti. Oysa komşularına kalırsa, bütün gününü üst sahanlıkta geçirmesinin tek nedeni, girip çıkanları yolundan alıkoymak, merakının, boş boğazlığının bacını almadıkça onları bırakmamaktı.Biz onu tanıdığımız sıralarda, salt bu nedenin, onu rahat koltuğunu bırakıp merdivenin sert basamağında oturmak zorunda bırakacağı olasılığı aklımıza bile gelmezdi.

    1762 yılı ağustosundaydı. Kiralık odalar altu aydır boş duruyordu.Bayan Giovanna komşularına seyrek gidip geliyordu.Üstelik akşamın bu geç saatinde herhangi bir ziyaretçinin gelmesine de olanak yoktu.Buna karşın kadıncağız hala her zamanki yerinde oturuyor,düşünceli düşünceli boş avluya bakıyordu. Çocuğunu yatmaya göndermişti.Kendide yatmadan önce,çekirdeklerini çıkarmak için önüne birkaç kabak almıştı.Fakat araya türlü düşünceler,düşmeler girdi.

    Ellerini kucağına bırakmış,başını tırabazana dayamış,duruyordu.Onun bu durumda uyuyakalması ilk kez görülen bir şey değildi.Bugünde neredeyse dalmak üzereyken, sokak kapısının biraz arayla, üç kez, üstlenerek çalınması onu birden ürküttü.

    Hayırdır inşallah diyerek yerinden kalktı; ama olduğu yerde durakladı. Neydi o, düş mü gördüm acaba? Yoksa o mu geldi dersin?Kulak verdi, kapı çalınıyordu. Hayır, diyordu. bu Orso olamaz.Ö böyle çalmaz,korumanlar da olamaz. Bakalım Tanrı kimi gönderdi. Ağır ağır aşağıya indi.Kapıyı açmadan gelenin kim olduğunu öğrenmek istedi; biri yanıt veriyordu:

    Boş oda arayan bir yabancıymış.Bu ev kendisine salık verilmiş, uzun zaman oturacağını, ev sahibinin kendisinden hoşnut kalacağını umuyormuş. Bütün bu sözler kibar bir dille ve iyi bir Venedik ağızıyla söylenmişti.Öyle ki Bayan Giovanna,vaktin nasıl geç olmasına karşın, kapıyı açmakta duraksamadı.Gelenin görünüşü bu güvenini haklı çıkarmıştı.Üstünde aşağı kentsoylu sınıfından olanların giydiği türden temiz bir giysi, elinde meşin bir valiz vardı; şapkasını öteki elinde, terbiyeli bir edayla tutuyordu.

    İşte bayan Giovanna'nın alacakaranlıkta seçebildikleri bunlardı.Yalnızca adamın çehresini biraz yadırgamıştı.

    1911-Nobel: Maurice Maeterlinck

    Neden: Bazen bir peri hikâyesi görünüşü altında okuyuculara gizemli bir yolda olduklarını hissettiren; geniş hayal gücü ve şiirsel düşleri ile seçkinleşen çok yönlü edebi katkıları ve özellikle tiyatro alanındaki çalışmaları için.

    Şarkı

    Bir gün döner gelirse

    Ona ne söylemeli?

    -Dersin ki bekleyerek Kapadı gözlerini. 

    Ya yine o sorarsa

    Beni hiç tanımadan?

    -Belki bir derdi vardır,

    Ona kardeşçe davran.  Nerde diye sorarsa

    Ne cevap vereyim ben?

    -Ver altın yüzüğümü Hiçbir şey söylemeden. 

    Ya derse ki salonda

    Neden yok hiç kimseler?

    -Açık kalmış kapıyı Sönmüş lâmbayı göster. 

    Ya o zaman derse ki

    Nasıl oldu ölümü?

    -Belki ağlar, korkarım, Söylersin güldüğümü.

    Çeviri: Suut Kemal YETKİN

    Karanlık Sunu

    Şu kötü yapıtımı sunuyorum size

    Ki ölülerin düşüncelerini andırır

    Ve pişmanlıklarımın kır tanrısı üstüne

    Ay ışığı fırtınayı yola çıkarır 

    Düşlerin yılanları mor

    Keleplenmiş uykumun ortasına

    Güneşte boğulmuş aslanlar

    Ve kılıçlar isteklerimin başında 

    Uzak suların dibinde zambaklar

    Ve açılmayan eller kapanıp da

    Ve kırmızı saplı düşmanlıklar

    Aşkın yeşil yas giysileri arasında 

    N'olur acıyınız söze, Tanrım!

    Bırakınız kalsın donuk dualarım

    Ve ay otların içine sızmada

    Biçmek için geceyi ufuklarda. 

    Çeviri: Cemal SÜREYA

    1912-Nobel:  Gerhart Hauptmann 

    Neden: Tiyatro dünyasındaki üretken, çeşitli ve sıra dışı üretimleri için.

    Eliyle silerek alnını

    yenilerden söz ediyor adam: "Halk ve ülke,

    benim olanı sizlere verdim

    severek aşkı ve susarak özlemle.

    Uyu, uyu kadınım! Nenni, nenni bebeğim

    Serin yatağınızda sessizce uyuyun!

    Orda, dışarda dar geçitlerde

    hayaletler, uzun ince ve kuru.

    Ülkemizde yarası sarılmamış

    acılardan ve yoksulluklardan bir deniz

    dalgalarını ateş titreşimleriyle

    vurur dört duvarıma."

    Alışıldığı gibi nasıl davranırlarsa

    güçleriyle mutlu erkekler,

    iner karanlığın tokmağı

    ve dağılır her bir parça içinde.

    Adam gider -orda, sözsüz, selâmsız,

    ayaklarına yalnızlık çöker;

    tıknefes yollarda terler

    durur ve uzun süre kekeler.

    "Bayım, çek git! -Senin işin

    hiçbir zaman bitmez.

    Onlar senatoda ateşle oynayacak

    kavrulmuş cesedinin üstünde

    alev çıngıları düşecek,

    ölüm ve yaşamak olacak bu.

    Onlar vahşi kini büyütecek,

    varlığına sövecekler."

    "Bırak hep birlikte çoğaltsınlar

    küfretsin, lânetlesinler bırak!

    Yanardağımı uyandırdım

    görmeye gelecekler beni bilmek için

    nedir bendeki ölümü ve yaşamı yan yana tutan!

    Yoksulların ekmeğe ihtiyacı var; -

    bunu sunmak istiyorum onlara,

    haklı kılmalıyım tüm dileklerini!

    Çeviri: Arife KALENDER

    1913-Nobel: Rabindranath Tagore

    Neden: Mükemmel yeteneği ile, batı edebiyatının bir parçası olan kendi ingilizce kelimeleriyle ifade ettiği şiirsel görüşü yoluyla son derece hisli, taze ve güzel dizeleri için.

    Bırakırım Şarkımı

    Bırakırım şarkımı eğer istersen

    Kaçırırım gözlerimi yüzünden, yüreğini titretirse

    Dolaşırken ürkütürsem ansızın, çekilip başka yola saparım

    Çiçek örerken tedirgin edecekse seni, bahçene girmem

    Suyu kabartırsa eğer, dalgalandırırsa, yüzdürmem kayığımı

    senin kıyında..

    Son İlkbahar

    Gün sona ermeden önce

    Benim bu arzumu yerine getirmelisin

    Yalnız bir defa için,

    Bahar çiçeklerini

    Beraberce toplamağa gidelim.

    Senin bahçene

    İlkbahar ayları

    Tekrar tekrar gelecekler.

    Yalnız seninle eğlenmek için

    Dua ediyorum.

    Günlerim!...

    Boşuna geçip gittiler

    Onları ihmal ettim.

    Ansızın bugün

    İkindi aydınlığında

    Gözlerimin

    Seninkilerle buluştukları anda

    Daha fazla zamanın

    Olmadı...

    Alışma Bana Ne Yapacağım Belli Olmaz

    Alışma bana, ne yapacağım belli olmaz..! 

    Bugün varım yarın birden yok olurum. 

    Dokunma bana, kapanmamış yaralarla doluyum. 

    Canımı acıtma, bir yarada sen açma..! 

    Sevme beni yoğun duygularımda kaybolursun tutuşursun. 

    İsteme beni, yasaklarla boğuşursun, engellerle doluyum. 

    Çözmeye çalışma sakın, seninle karışır iyice kördüğüm olurum.. 

    Anlama beni, ben kendimi bilirim, ben böyle mutluyum.. 

    Aşkı yaşatmamı isteme asla, ben aşka yıllardır inanmıyorum.. 

    Güveniyorsan kendine, inandır aşkın varlığına.. 

    Sonucunda öyle bir aşk yaşatırım ki..! 

    Vazgeçemezsin tutkun olurum. 

    Yıkabilirsen duvarlarımı, sakın bırakma beni. 

    Tüm tutkularım ve gücümün arkasında; 

    Hala minik bir çocuğum. 

    Büyütemezsen ; Kaybolurum...! 

    Jvan Devata

    Varlığımın sahibi

    Arzun

    Bende itman bulmuş oldu mu?

    Günler!...

    Hizmet etmeksizin

    Geçip gittiler......

    Ve Geceler aşksız

    Çiçekler

    Tozlar üzerine düştüler.

    Ve

    Senin kabulün için

    Toplanmamışlardır.

    Harp´ın telleri

    Senin ellerinle

    Gerildiler.....

    Gevşediler

    Ve

    Notlarını kaybettiler.

    Senin bahçenin gölgesinde

    Uyudum.

    Senin çiçeklerini sulamayı

    Unuttum.

    Zaman sona erdi mi?

    Sevgili...

    1914-Nobel: 

    Ödül verilmedi

    1915-Nobel: Romain Rolland 

    Neden: Edebi eserlerindeki yüksek idealizm ve insanoğlunun değişik yüzlerini sempati ve sevgi ile gerçekçi şekilde betimlediği için

    Sevgi Çağı Kitabı’ndan

    Ev

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1