Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Piyonun Gözyaşları
Piyonun Gözyaşları
Piyonun Gözyaşları
Ebook700 pages33 hours

Piyonun Gözyaşları

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Siyasi parti liderlerine yapılan suikastlar onun üzerine kalır ve kendini korkunç bir komplonun ortasında bulur. Hem kendini temize çıkarmak hem de ülkeyi uçuruma sürükleyen komployu önlemek için tek şansı vardır. Kaçmak ve hatırlamak.
Ülke üzerinde planlanan korkunç bir komplo, gizli servisler tarafından aranan yalnız bir adam, Ruşen Sungur. Yargıç, Amca, Tetikçi, Yüzbaşı Engin, Avukat Zehra Bulut, Gazeteci Sanem Yılmaz, Baş Komiser Saruhan Ateş ve birçok değişik karakter etrafında dönen aksiyon yüklü bir kaçıp kovalamaca, bir arayış..”

LanguageTürkçe
PublisherUmit Turan
Release dateDec 6, 2013
ISBN9781311763037
Piyonun Gözyaşları
Author

Umit Turan

ÜMİT TURAN (1982) 1982 Bitlis/Tatvan doğumlu olan Yazar, Tatvan Çok Programlı Lisesinden mezun oldu. Açık öğretim fakültesi halkla ilişkiler bölümünde okudu. Değişik şehirlerde, değişik sektörlerde çalıştı. İstanbul’da yaşamaktadır. Değişik TV kanallarında kameraman olarak çalıştı ve profesyonel kameramanlık görevini halen devam ettirmektedir. Kameramanlık dışında, kısa film senaryoları yazdı ve çektiği kısa filmlerin yönetmenliğini yaptı. Diğer roman proje-leri üzerindeki çalışmalarını da devam ettirmektedir.

Related to Piyonun Gözyaşları

Related ebooks

Related categories

Reviews for Piyonun Gözyaşları

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Piyonun Gözyaşları - Umit Turan

    Yazar hakkında {About Author}

    Özgeçmiş

    ÜMİT TURAN (1982)

    1982 Bitlis/Tatvan doğumlu olan Yazar, Tatvan Çok Programlı Lisesinden mezun oldu. Açık öğretim fakültesi halkla ilişkiler bölümünde okudu. Değişik şehirlerde, değişik sektörlerde çalıştı. İstanbul’da yaşamaktadır. Değişik TV kanallarında kameraman olarak çalıştı ve profesyonel kameramanlık görevini halen devam ettirmektedir. Kameramanlık dışında, kısa film senaryoları yazdı ve çektiği kısa filmlerin yönetmenliğini yaptı. Diğer roman projeleri üzerindeki çalışmalarını da devam ettirmektedir.

    * * *

    Önsöz {Kitap Hakkında}

    ".. Hiçbir şey hatırlamıyorsunuz. Bir sabah arabanızda bulduğunuz zarfla kendinizi korkunç bir komplonun ortasında bulursanız ne yapardınız?

    Beş ay önce bir kazada hafızasını kaybeden Ruşen Sungur, hiçbir şey hatırlamamasına rağmen karısıyla mutlu bir hayat sürmektedir. Bir sabah arabasında bulduğu bir zarf hayatını alt üst eder. Polis, gizli servisler ve illegal yapılar peşine düşer. Siyasi parti liderlerine yapılan suikastlar onun üzerine kalır ve kendini korkunç bir komplonun ortasında bulur. Hem kendini temize çıkarmak hem de ülkeyi uçuruma sürükleyen komployu önlemek için tek şansı vardır. Kaçmak ve hatırlamak.

    Ülke üzerinde planlanan korkunç bir komplo, gizli servisler tarafından aranan yalnız bir adam, Ruşen Sungur. Yargıç, Amca, Tetikçi, Yüzbaşı Engin, Avukat Zehra Bulut, Gazeteci Sanem Yılmaz, Baş Komiser Saruhan Ateş ve birçok değişik karakter etrafında dönen aksiyon yüklü bir kaçıp kovalamaca, bir arayış.."

    ******

    Piyonun Gözyaşları

    Birinci Bölüm

    Her karanlığın ardında bir aydınlık var derler. Elleri direksiyonda uzayıp giden yola bakarken bunu düşünüyordu. Ön cama vuran hafif yağmuru hissederken içindeki korku ve huzursuzluğa bir anlam vermeye çalıştı.

    Karanlık. Çok karanlık…

    Hiçbir şey düşünmüyor, kafası bomboş, dalmış, beynini kurcalayan şeyin ne olduğunu bilmeden ilerliyordu. O anda hız ibresinin 160km/h da olduğunu fark edebilse belki de kendine gelebilir, her şey çok daha farklı olabilirdi. Birde hafif yağmurun ıslattığı yol düşünülecek olursa…

    Boş. Yollar gibi kafası da bomboş.

    Hiçbir şey düşünemiyor. Buna sebep karanlık olabilir mi? Ya da kalbinin çok hızlı atması. Bilmiyordu.

    Sanki biri ya da birileri onunla konuşuyordu. Bunu duymuyor sadece hissediyordu. Bu ses kafasında değil yüreğinin derinliklerinden geliyor gibiydi. Kalp atışları git gide hızlandı. Buna sebep ne? Korku olabilir mi? Evet korku. Korkuyordu. Bunu anlaması için bilmesi gerekmiyordu. Hissetmesi yeterliydi ve iliklerine kadar hissediyordu. Kalbinin derinliklerinden gelen ses onu korkutuyor, kalbinin daha da hızlı atmasına neden oluyordu.

    Peki, ne diyordu o ses?

    Bilmiyordu. Sadece o sesten korkması gerektiğini hissediyor ve korkuyordu.

    Gece karanlık, yol bomboş. Sağında ve solunda, karanlıklara gömülmüş ormanın görüntüsü uzadıkça uzuyordu. Gecenin gizlediği kıvrımlı dalların ona uzandığını düşünmekten kendini alamadı. İşte o anda önünde beliren keskin viraj düşüncelerini böldü. Ama artık çok geçti. Frene basmadı. Çünkü bunu yaparsa aracın takla atacağını biliyordu. Direksiyonu düz tutarak önünde biten yola doğru gitmeyi tercih etti. Yüreğinden gelen korku bütün vücudunu uyuşturmuştu. Gözlerini kapatıp kendini ölümün kucağına bırakmak isterken, küçücükte olsa yaşama dair bir umut ışığı bunu yapmasını engelledi. Yol bitiminde fark ettiği tümsekten hızla aşağı inerken, nihayet frene basıp en azında yavaşlayabilmeyi akıl edebildi. Fakat far ışıklarının aydınlattığı kocaman kavak ağacı bunun çok geç olduğunu söylercesine üstüne geliyordu. Aslında tam aksi olduğunu düşünebilecek kadar vakti vardı. Koca ağaç ona değil, o ağaca doğru gidiyordu. Ve ne kadar geç olduğunu bilse de frene asıldı.

    Önce kulağına müthiş bir gümbürtü çalındı, sonra karanlık ve sessizlik.

    Vücudunda hissettiği dayanılmaz acıyla kendine geldi. Gözlerini yavaş yavaş açarken şakağının sol yanından aşağıya doğru inen bir sıcaklık hissetti. Arabanın kırılan ön camından çarptığı ağaca bakarken hala yaşıyor olduğuna inanamadı. Bu bir mucizeydi. Arabanın ön tarafı yokmuş gibi iç içe geçmiş, kaporta kısmından dumanlar yükseliyordu. Şakağından inen sıcaklık gözlerine ulaştı. Bu sıcaklığın kan olduğunu anlayınca, sol elini akan kanı silmek için kaldırdı. Fakat geç kalmıştı. Sol gözüne bir damla kan sızdı. Hemen gözlerini kapatıp sol elinin arkasıyla şakağındaki ve göz kapağındaki kanı silmeye çalıştı.

    Hala karanlıktı. Kazadan sonra ne kadar uyumuş olduğunu ya da ne kadar baygın kaldığını bilemedi. Sağ bacağındaki korkunç acıyı hissederken en fazla bir dakika kendinden geçmiş olduğunu düşündü. Belkide daha az…

    Yerinden kımıldamadan sağını ve solunu kontrol etti. Bütün camlar parçalanmış, araba hurdaya dönmüştü. O anda hayatını kurtaranın emniyet kemeri ve hava yastığı olduğunu anladı. Çarpışma esnasında direksiyondaki hava yastığı açılmış, kafasını direksiyona vurmasını engellemişti. Yüzünde derin olmasa da kesikler vardı. Bunun nedeni her tarafa savrulmuş cam kırıklarıydı. Emniyet kemerini rahatça açtı. Açmak için kapı kolunu zorladı fakat bunun bir fayda sağlamayacağını içten içe biliyordu. Çünkü kapının ezilmiş ve sıkışmış olduğunu görebiliyordu. Sızan kan yüzünden sağ gözünü tam olarak açamıyordu. Kapının eskiden camlı, şimdi ise boş olan penceresine baktı. Pencerede ezilerek küçülmüştü. Üstelik kenarlarda vücudunu kesebilecek, yerinden kopmadan dik duran cam parçaları duruyordu. Fakat biraz zorlarsa buradan çıkabileceğini düşündü. Zaten başka bir şansıda yoktu. Hafif yağmur tekrar başlarken onu ıslanmaktan koruyabilecek pek bir şey kalmamıştı.

    Pencere boşluğuna doğru hareket etmeye kalkıştı. Bir anda sağ ayağındaki acı dalgası beynine vurdu ve acı içinde bağırmasına neden oldu. Sağ ayağını oynatamıyordu çünkü kırılmıştı. Bunu anlayınca haykırarak küfürler yağdırmaya başladı. Olan sadece bu değildi. Kırılan ayağı birde sıkışmıştı. Ayağındaki ağrı hafifleyinceye kadar birkaç dakika hareket etmeden bekledi. Acısı hafifleyince harekete geçmeye karar verdi. Sağ ayağını, acıdan dolayı gözlerinden akan yaşlara rağmen sıkıştığı yerden çekip çıkarmayı başardı. Vücudunun her yanını ateş basmış, sürekli terliyordu. Yağmur tekrar durdu ama soğuk ayaz havası, her soluk aldığında ağzından buharlar çıkmasına neden oluyordu. Sağ ayağını oynatamasa da sürükleyerek taşıyabileceğini umuyordu. İyice büzülüp küçülmüş, sadece bir insan bedeninin sığabileceği pencereye uzanıp, iki eliyle kenarlardan tuttu. Kollarında kalan son güçle kendini pencere boşluğuna doğru çekti. Pencerenin kenarları kırılmış ama dik duran keskin cam parçacıklarıyla doluydu. Avuçlarının kesilip kanadığını hissetti. Ama pekte umurunda değildi. Bütün dikkatini sağ bacağına vermişti. Bütün bu acılarına rağmen vücudunu biraz daha pencere boşluğuna çekmeyi başardı. Kafasını dışarı uzatıp göğsünü dik durumdaki camların üzerine koyarken, cam kırıklarının etine batarkenki duyduğu acı inanılmazdı. Derin bir nefes alıp sol ayağından da destek alarak kendini ileri doğru uzattı. Kırık cam parçaları göğsünden karnına doğru bütün etini çizerken sol ayağını koltuktan destek alarak ileri doğru itti. Pencereden dışarı, soğuk ve ıslak çimlere düşerken, kırık ayağında hissettiği acı, gözlerinde parlayan yıldızlar oluşmasına neden oldu. Haykırmaya bile gücü kalmamıştı. Boğazından sadece bir inilti çıktı.

    Yerde öylece yatarken, vücudunda hissettiği ağrılar tekrar azaldı ve soluk alış verişi düzeldi. Yerde ne kadar kaldığını bilmiyordu. Zaman kavramını yitirmiş, düşünebildiği tek şey hayatta kalması gerektiğiydi. Ani bir dürtüyle kafasını kaldırıp etrafına baktı. İçindeki korku tekrar belirivermişti. Korkusunun nedenini bilmiyordu ama buradan biran önce uzaklaşması gerektiğini hissediyordu. İçinden, kafasının derinliklerinden birileri fısıldıyor, konuşuyordu. Ama o seslerin ne dediklerini algılayamıyordu. Bütün kuvvetini toplayıp kalkmaya çalıştı. Her tarafı kan içindeydi. Korku filmlerinden fırlamış bir zombiye benzediğinin farkındaydı. İki eli ve sol ayağının bütün gücünü kullanıp, zorda olsa ayağa kalkmayı başardı. Sol ayağının üstünde dururken sendeledi ama sonra dengesini sağladı. Sağ ayağına bakınca ürperdi. Dizinden sonraki bölüm eğri duruyordu. Tek ayağıyla sekerek biraz ilerlerken, diğer ayağı dayanılmaz acılar içindeydi. Çünkü sağ ayağı yerde sürükleniyordu. Durup arkasına, kaza yaptığı arabaya doğru döndü. Kocaman ağaca yapışmış olan arabanın ön tarafı orta kısımla birleşmiş, sanki arabanın ön tarafı yokmuş gibi görünmekteydi. Arabadan hala dumanlar yükseliyordu. Hala bu arabadan nasıl canlı kurtulduğuna inanamıyordu. Aklına bir anda telefonu geldi. Yardım çağırabilirdi. Ellerini ceketinin ceplerine attı ama bulamadı. Ceketini çıkarıp arabaya doğru fırlatırken küfretti. Telefon arabanın içine düşmüş olmalıydı. Evet, arabada düşürdüm diye düşündü. Telefonu bulmak umuduyla arabaya doğru hamle yaparken olduğu yerde donup kaldı. Arabanın arkasından, ona doğru yaklaşan gölgemsi bir siluet gördü. Kalbi hızla atarken, içindeki ses daha da yükseldi. O sesin ne dediğini şimdi daha iyi duyabiliyor ve anlıyordu. Kaçacak yer yok

    Evet, ses bulanıkta olsa bunu söylüyordu. Yağmur durmuş, açılmaya başlayan bulutların arasından sızan ay ışığı gecenin karanlığını biraz da olsa aydınlatmıştı. Karanlık şekil iyice yaklaşmış, parçalanmış arabanın yanına varmıştı. Giydiği siyah pelerin ayaklarına kadar uzamış ayakları yokmuş ve havada süzülüyormuş gibi görünmesine neden olmuştu. Pelerinini şapkasını kafasına geçirmiş, yüzünü gizliyordu. Yüz kısmı karanlık bir boşluktan ibaretti.

    Kaçacak yer yok

    Kafasında duyduğu bu ses gittikçe yükseliyordu. Korkudan vücudunun her tarafı titrerken, düşünme yetisini kaybetmişti. Siyahlar içindeki adam ağır ağır süzülüp ona yaklaşırken, içinden başka bir ses kaçması gerektiğini söylüyordu. Ama beyni vücuduna hükmetmekte yetersiz kaldı. Gözleri bir anda ay ışığından dolayı parlayan siyah adamın eline kaydı. Adamın elindeki yuvarlak metlin bir orak olduğunu anlayınca aklı birazda olsa başına geldi. Buradan kaçmalıydı. Onu donduran, hareketsiz bırakan korkunun etkisinden sıyrılıp, tek ayağının üzerinden sekerek gerisin geri yürümeye başladı. Arkasında karanlık ormanın olduğunu biliyordu ama bunu düşünecek zaman değildi. Nerden olursa olsun kaçması gerekiyordu. Sağ ayağını yerde sürüyerek ormana doğru ilerledi. Kafasının içindeki ses artık daha yakından geliyordu. Siyah pelerinli adamın daha da yaklaşmış olduğunu anlaması için arkasına bakmasına gerek yoktu. Korkuyordu…

    Kalbi hızla atarken soluk alış verişi de hızlanmıştı. Bir anda durdu. Karşıdan, ormanın içinde yansıyan bir parıltı gördü. Aynı pelerinli adam, bir ağacın arkasından çıkıp ona doğru yaklaşırken, kafasının derinlilerinden gelen ses boğuklaştığı kadar şidetlenmiştide.

    Kaçacak yer yok

    Geri döndü. Tam ilerlemeye başlarken, aynı pelerinli adamın o taraftan yaklaştığını gördü. Kafasını çevirip arkasına baktı. Tekrar onu gördü. Evet yanılmıyordu. Bunlar aynı adamlar değillerdi. Her iki taraftan ona doğru yaklaşan farklı kişilerdi. Korku tekrar bütün bedenini tekrar ele geçirirken, kaçmaktan başka hiçbir şey düşünmüyordu. Sol tarafına dönüp, oradan kaçmaya karar verdi. Acılar içindeki sağ ayağını arkasında sürüyerek birkaç metre uzaklaşmışken, tam karşısında, elinde parlayan metal orakla, ona doğru süzülen başka bir pelerinli şekil gördü. Arkasına baktı. Oradan da bir pelerinli adam yaklaşmaktaydı. Her taraftan geliyorlardı. Kafasının içindeki ses bir koro haline dönüşmüştü. Sonra bu sesin aslında, kafasının içinden değil de, bu yaratıklardan geldiğini anladı.

    Kaçacak yer yok

    Etrafını sarmış, ona doğru yaklaşıyorlardı. Tam ortalarında kalmıştı. Gerçektende kaçabileceği bir yer kalmamıştı. Kırık ayağı ve vücudunun diğer yerlerindeki ağrıları unutmuş, ölüm korkusu bütün bedenini sarmıştı. Sol dizinin üstüne çöktü. Yeşil çimlerin ıslaklığını avuçlarında hissetti. Artık, tam tepesine varmış, bir halka oluşturmuşlardı. Ellerindeki orakları havaya kaldırıp ona doğru hamle yaparlarken, ellerini gözlerine siper etti. Haykırmaktan başka yapabileceği bir şey yoktu ve boğazından keskin, acı bir çığlık yükseldi.

    & & &

    Yattığı yataktan hızla fırlayıp, oturur pozisyonda durdu. Çıplak vücudu ter içinde titriyor, kalbi göğsünden fırlayacakmış gibi hızlı hızlı atıyordu. Sol tarafındaki masaya uzanıp lambanın ışığını açtı. Hafif loş bir ışık odayı aydınlatırken, sağ tarafında bir kımıldama hissetti. Gözlerini zorlukla açtığı belli olan karısı, ¨ iyi misin hayatım?¨ diye uykulu bir sesle mırıldanırken Ruşen, evet anlamında kafasını salladı. Nefes alış verişi düzelirken sağ ayağını eliyle yokladı.

    ¨ Yine kâbus mu gördün? ¨ diye soran karısına cevap verdi.

    ¨ Evet. Sen yat. Ben iyiyim ¨

    Dudaklarından dökülen kelimeler titreyerek çıkıyordu. Dönüp karısına baktığında vermiş olduğu cevabın boşa olduğunu anladı. Çünkü karısı gözlerini kapatıp çoktan derin uykusuna dalmıştı bile. Yatağından kalkarak loş odada, ağır adımlarla, kapıya doğru ilerledi. Durarak dönüp, masadaki gece lambasının yanında duran saate baktı. Saat 03.15’ i gösteriyordu. Koridordan çıkıp banyoya doğru ilerledi. Evin içindeki serin hava, vücudundaki terlerin kurumasına sağlarken, banyoya girdi. Hala gördüğü kâbusun etkisinden kurtulmaya çalışıyordu. Musluğu açıp suyun sıcaklığını ayarladı. Kafasının üstünden akan sıcak su vücudunu rahatlatırken, olanları belki on bin inci defa düşünmeye başladı. Beş aydır kâbus görüp duruyordu. Her gün değil ama haftada en aza bir defa bu kâbusları görüyordu. Birbirine benzemeyen fakat her biri diğerinden korkunç kâbuslar…

    Ama hepsinin bir ortak noktası vardı: Araba kazası.

    Her kâbusun başlangıcı mutlaka bir araba kazasıyla oluyordu. Bunun nedenini biliyordu. Beş ay önce yaptığı korkunç kaza. Buna bir anlam vermekte zorluk çekiyordu. Ondan başka kaza geçiren bir sürü insan vardı. Bunlarında bu tür kâbuslar görüp görmediğini merak etti. Bir ödülün yanında birde ceza diye düşündü. O kazadan sağ kurtulması bir mucize, bir ödül, bunun yanında, hafızasını kaybetmesi ve hayatını çekilmez hale getiren korkunç kâbuslar bir cezaydı. En azından o öyle olduğunu düşünmeye başlamıştı. Bire bir eşitlik. Bunu böyle kabul etmek zorundaydı. Daha kötüsü de olabilirdi diye düşünüp kendisini avutuyordu. Hiç bir şey hatırlamasa da birlikte yaşamaktan, bir hayatı paylaşmaktan dolayı mutlu olduğu dünyalar güzeli bir karısı, kendisini öylece kabul edip tedavisi bittikten sonra onu tekrar çağırıp, iyi bir maaşla işe alan bir patronu vardı. Bunları düşünüp rahatlarken, banyodan çıkıp üstünü kuruladı. Buhardan dolayı buğulaşan aynayı eliyle silip yansıyan suratına baktı.

    ¨ Allahım daha ne kadar sürecek? Bu bilinçsizlik ne zaman son bulacak? ¨

    Bunun için aylardır uğraşıyordu. Bundan sonrada uğraşmaya devam edecekti. Ama bunu yaparken karısını üzmemeye de gayret etmeliydi. Vücudundaki yara izlerine baktı. Yaraları iyileşmişti ama derisine kazınan o izleri ömrü boyunca taşıyacağını biliyordu. Üstüne bornozunu giyip banyodan çıktı. Ses çıkarmadan merdivenleri inerek salondaki çekmeceleri karıştırdı. Fotoğraf albümünü çıkarıp lambayı yaktıktan sonra, pencere kenarındaki koltuğa oturdu. Albümü karıştırmaya başladı. Bu resimlere en azından yüzüncü bakışı olduğunu düşündü. Nikâh resimleri. Damatlıkla kendisi, gelinlikle karısının birbirlerine sarılarak çekilmiş fotoğraflar. Aile fotoğrafları. Ama kendi ailesinin değil. Hiç kimsesi yoktu. Babası öleli dört yıl oluyordu. Bunları hatırlamıyordu tabi. Bildiği her şeyi ona karısı anlatmıştı. Aile fotoğrafında gelinin annesi, babası ve tanımadığı birkaç kişi daha vardı. Sude`nin anne ve babası nikâhın ertesi günü, yaşadıkları yere yani Fransa`ya dönmüşlerdi. Diğer arkadaşları ise başka şehirlere yaşadıkları yerlere dönmüşlerdi. İstanbul`dan hiç kimseyi nikaha çağırmamışlardı. Kuşkusuz kendi arkadaşları da vardı. Hiç olmasa çalıştığı yerden iş arkadaşlarını davet edebilirdi ama bunu da yapmamıştı. Nedense bu evliliğin gizli olmasını istemişti. Buna da anlam veremiyordu ama karısının söylediği buydu;

    ¨ Sen böyle istedin,¨ demişti karısı. Anlaşılan Sude´de buna saygı duyup itiraz etmemişti.

    ¨ Belki içime kapanık bir insandım,¨ diye mırıldandı kendi kendine. Sonrada ne alakası var diye düşündü. Yine sinirleri bozulmaya başlıyordu. Ama kendini tutmalıydı. Onu çok sevdiği belli olan karısını üzmemeliydi. Bu haline belli etmemeye çalışsa da çok üzülüyordu. Onu daha fazla üzmeye hakkı yoktu. Birkaç balayı resmiyle birlikte, evlenmeden önceki resimlerine baktı. Hepsinde de mutlu görünüyordu. Tabiî ki mutlu görünüyorum. İnsanlar fotoğraf çektirirken mutlu görünmeye çalışırlar. Gülümseyin.

    Bu işin garip bir tarafı da, resimlerin azlığı ve hiç video kaydının olmamasıydı. Nikâh ve balayı resimlerinin bulunduğu albüm dışındaki albümlerde de çok az resim vardı. Babasıyla birlikte çekmiş oldukları bir kaç resim, kısa bir zaman öncesine ait oldukları belli olan tek başına çekmiş oldukları ama daha eski resim yoktu. Garip bir durumdu ama hepsi bu kadardı. Çocukluğuna ait resimleri yoktu. İnsanlar evlilik anını videoya kaydederdi ama o bunu istememişti. Karı istemiş ama ısrar etmemişti.

    ¨ Neden nikâhta kamera istememiş olabilirim ki? ¨ diye sordu kendi kendine.

    Hep aynı sorular. İçinde garip bir huzursuzluk vardı. Daha fazla düşünmemeye karar verdi. Albümü yerine koyup ışıkları kapattı ve yatağına geri döndü.

    2 Nisan Cuma 2010

    * * *

    Dudağına konan sıcak öpücükle gözlerini açtı.

    ¨ Günaydın.¨ Gülümseyen Sude dudağına bir öpücük daha kondururken karşılık verdi.

    ¨ Günaydın.¨

    ¨ İşe geç kalmak istemezsin değil mi?¨.

    Sıcak bir gülümseyişe karşı uykulu gözlerini kırptı. ¨ Kahvaltı hazır,¨ diyen karısına sarılıp öptü. ¨ Tamam geliyorum.¨

    Karısı dönüp giderken ne kadar şanslı olduğunu düşünerek yatağından kalktı. Dişini fırçalayıp elini, yüzünü yıkadı. Üstünü çabucak giyinip mutfağa yöneldi. Masada oturan karısı onu görür görmez çayını doldurdu.

    ¨ Gece yine iyi değildin?¨ Bu bir yorumdan çok bir soruydu. Yerine otururken Ruşen´in yüzüne hafif bir tebessüm yayıldı. ¨ Boş ver. Her zamanki rüyalardan işte.¨

    ¨ Kâbuslardan demek istedin galiba?¨

    ¨ Büyütecek bir şey değil. Hem eskisi kadar da sık olmuyor artık.¨

    ¨ İyi olduğuna emin misin?¨

    ¨ Tabiî ki,¨ dedi gülümseyerek. ¨ Kötümü görünüyorum?¨

    Kadın kısa bir süre düşündükten sonra cevap verdi; ¨ Yo eskisine göre iyi görünüyorsun. Sadece…¨ Cümlenin sonunu getiremedi.

    ¨ Sadece ne?¨

    Kadın kısa bir tereddüt yaşadı.

    ¨ Sadece benden bir şeyler saklıyorsun gibi geliyor bana. Ya da ne bileyim, bu aralar biraz tuhaf davranıyorsun sanki.¨ Kadın biraz üzgün görünüyordu. ¨ Belki de bana öyle geliyordur.¨

    Ruşen, karısının ellerini tutarak gözlerinin içine baktı;

    ¨ Hatırladığım hiçbir şeyi senden gizlemedim. Ve emin ol, bundan sonrada hiçbir şey gizlemeyeceğim. Anlıyor musun?¨

    Ruşen´in bu samimi konuşması kadının tekrar gülümsemesine neden olurken, evet anlamında kafasını salladı. ¨ İşin çabuk biter mi bu gün. Ne zaman gelirsin?¨

    ¨ Bilmiyorum ama erken gelmeye çalışırım. Hayırdır?¨

    ¨ Hiç. Merak ettim sadece.¨

    ¨ Senin bir planın var mı?¨

    ¨ Dışarı çıkmayı düşünüyordum. Belki biraz gezer, alış veriş yaparım. Evde oturmaktan sıkılmaya başladım.¨ Sonradan aklına gelmiş gibi devam etti.

    ¨ Ha söylemeyi unutuyordum. Daha önceden çalıştığım hastaneden aradılar. İşime dönmemi istiyorlar.¨

    ¨ Sen ne cevap verdin?¨

    ¨ Biraz düşünmek için zaman istedim. Sana da danışmadan cevap vermek istemedim. Sen ne dersin?¨

    Ruşen çayından bir yudum aldı. Düşünüyordu. ¨ Sen bilirsin. Sıkıldığını söylüyorsun. Eğer çalışmak istiyorsan çalışabilirsin tabi. Ama bence iyi düşün. Maddi olarak bir problemimiz yok biliyorsun.¨

    Kadında gülümsedi. ¨ Tatilin keyfini biraz daha çıkarayım bari.¨

    Karısı Sude, o kaza geçirmeden önce özel bir hastanede halkla ilişkiler departmanının başındaydı. Ruşen kaza geçirdikten sonra, onunla ilgilenmek zorunda kaldığı için istifa ederek işinden ayrılmıştı. Ruşen hızlı bir iyileşme evresi geçirmiş, üç ay içinde eski işine geri dönüp çalışabilecek kapasiteye ulaşmıştı. Kocası çalışmaya başladıktan sonra, zaten iyi olan maddi durumları daha da iyiye gitmişti. Artık başka bir yere gidip iş başvurusu yapmak istemiyordu. Eski işi iyi ve prestiji olan bir yerdi ama oraya da gidemezdi. Çünkü kendi isteğiyle ayrılmıştı. Hem kendi yerine başka birini işe aldıklarından emindi. Ama dün hastanenin genel müdüründen gelen telefon, kendi işinde ne kadar başarılı olduğunun bir göstergesi gibiydi. Genel müdür hiç olmadığı kadar samimi bir dille konuşmuş, ¨ Sude sen işinde bir numarasın. Eğer sende istersen seninle tekrar çalışmayı çok isteriz¨ ve bunun gibi bir sürü poh pohlayıcı kelimeler kullanarak onu geri dönmesi için ikna etmeye çalışmıştı. Sude, gerçekten de işinde iyiydi ve muhtemelen var olan sıkıntılarını atlattığını düşünüp aramışlardı.

    Sude 27 yaşında, 1.75 cm boyunda, beline uzanan sarı saçları yeşil gözlerine o kadar güzel bir uyum sağlamıştı ki, ilk bakışta bunun yapay olduğunu sanabilirdiniz. Oysaki bu oyum, genetik özelliklerinden kaynaklanan bir durumdu. Küçük burnu, olgun dudaklarına çekici bir görünüm verirken, yanaklarındaki minik gamzeler bu yüz yapısına tezat oluşturmuştu. Buna rağmen her erkeğin hayalini süsleyen bir kadın tipiydi. Her zaman bakımlı, yürürken insanların bakmaktan kendilerini alamayacakları kadar güzel bir kadındı. Kocası doğal olarak bu bakışlardan kıskanır ama bunu belli etmemeye çalışırdı.

    Ruşen saatine bakıp, ¨ geç kalacağım,¨ diyerek çayından son bir yudum içti.

    Kalkıp kapıya doğru yönelirken, her zaman olduğu gibi karısı da arkasından onu takip etti. Ceketini giyerken Sude´ye döndü. ¨ Hoşça kal.¨ Dudaklarından öperken karısı da karşılık verdi.

    ¨ Güle güle.¨

    Arabasına doğru yürürken arkasından kapanan kapının sesini duydu. Siyah Passat marka otomobiline binip motoru çalıştırdı. Bu sırada yan koltukta duran beyaz bir zarf dikkatini çekti. Zarfı aldı. Arabadan inerek kapıları kontrol etmeye başladı. Kapılarda hiçbir zorlama izi göremedi. Camlar da kapalı ve sapa sağlam duruyordu. O zarfın arabaya nasıl girdiğini anlayamadı. Tekrar arabaya binerek zarfı açtı. İçinden çıkan beyaza kâğıtta yazan notu okudu.

    Kim olduğunu biliyor, sana yardım etmek istiyorum. Yarın 09.00 da aşağıda yazılı adreste ol ve yalnız gel. Sakın bunu kimseye anlatma, çünkü başın büyük bir belada olabilir.

    Haliç köprüsünün altı, yeni kapı tarafı.

    Yazılanları üç defa okudu. Bu bir şakamıydı. Önce öyle düşündü. Ama sonra içini anlayamadığı bir korku kapladı. Yalnız gel. Kim olabilirdi ki? Bu anlamsız korkunun yanında, içinde kaybolmaya yüz tutmuş umutta yeşermeye başladı.

    ¨ Başın belada olabilir.¨ Kendi kendine mırıldanırken, elindeki otomatik kapı anahtarının düğmesine basarak demir kapıyı açtı. Gaza basıp otoyola çıkarken yazılanları tekrar düşündü.

    & & &

    Telefon üçüncü çalışında açıldı ¨ Efendim?¨

    ¨ Yakamoz. ¨ Hattın diğer ucundaki adamın sesi fısıltılı ve yaşlıca bir sesti. Yakamoz adamın kendini tanıtan parolasıydı. Kadının sesi kendinden emin bir tonda çıktı.

    ¨ Başlıyor muyuz?¨

    ¨ Evet, başlıyoruz,¨ dedi adam. ¨ Hala bir şey yok mu?¨

    ¨ Üzgünüm.¨

    ¨ Tamam. Diğer plana geçiyoruz.¨

    ¨ Ne zaman?¨ diye sordu kadın.

    ¨ Başladık bile.¨ dedi adam. Ses tonunda rahatlatıcı bir hava vardı.

    Kadın meraklanmıştı ¨ Ne yapmam gerekiyor?¨ diye sordu.

    ¨ Hiçbir şey. Daha doğrusu her zaman yaptığını.¨ Kısa bir sessizlikten sonra adam, konuşmaya devam etti. ¨ Oyuna devam et. İyi gidiyorsun. Biz kaçırırsak sen yakalayacaksın. Emirlerimi bekle.¨

    ¨ Anlaşıldı .¨ Telefon kapandı.

    & & &

    Star Soft Oyun ve Yazılım LTD binasının kapısındaki güvenlik noktasından geçerken, güvenlik personellerine selam verdi. ¨ Günaydın ¨

    ¨ Günaydın Ruşen Bey ¨

    Bağdat caddesinin göbeğinde bulunan üç katlı bina, yazılım, oyun ve ofis programları konusunda yıllardır hizmet veren birkaç büyük firmadan biriydi. Ayrıca yazılım ve oyun konularını içeren aylık bir teknoloji dergisi çıkarıyorlardı. Birinci kat yani giriş katı, güvenlik, danışma ve aylık Star Soft dergisini basan ekibe ikinci kat, bilgisayar oyunlarını çıkaran bölüme ayrılmıştı. Bu bölüm bilgisayar ve playstation oyunları dışında yeni bir model konsol üretimi çalışmalarına da başlamıştı. Ülkede en çok oynanan, Karanlık Savaşçı, Gün Işığı Lordu, Kurtarıcı ve daha birçok oyun, bu bölümün eseriydi. Üçüncü kat ise yazılım ve ofis programları konusunda uzman olanların bölgesiydi. Diğer bir değişle, şirketin can damarıydı. Şirket ilk 1997 de kurulduğunda, sadece yazılım ve program üzerine yaptığı çalışmalarla, kısa sürede iyi paralar kazanarak büyümüş, sektörün en iyilerinden biri olmayı başarmıştı. Bunu izleyen yıllarda önce oyun ve sonrada dergi bölümlerini kurup zirveye çıkmışlardı. Star Soft´un yazılım bölümü, ardı ardına çıkardıkları güvenlik ve anti virüs programlarıyla nam salmıştı. İki yıl önce seric adlı güvenlik yazılımını Ruşen yapmıştı. Ruşen bilgisayar ve özel şifre bilgileri için yapmış olduğu bu yazılım, hackerler tarafından denenmiş miydi bilinmez ama iki yıldır bu güvenlik yazılımı aşılamamış, bununla ilgili bir şikâyet duyulmamıştı. Yapılan araştırmalara göre ülkenin dörtte biri bu yazılımı kullanıyordu. Üçüncü kattaki ofis kapısından içeri girdi. Ofisteki masalardan sadece dördü doluydu. Yeni gelmiş oldukları belli olan dört arkadaşına selam vererek cam kenarındaki masasına yerleşti. Yazılım ve program bölümünde beş erkek, dört bayan olmak üzere toplamda dokuz kişi çalışıyorlardı. Genel müdürün odası da bu kattaydı. Masaların üstü, bilgisayar ekranı ve yandan bakınca masanın üstündeki şeylerin görünmesini engelleyen, üçgen şeklindeki cilalı ceviz ağacından kesilmiş mobilya parçalarıyla örülmüştü. Ceketini çıkarıp koltuğunun arkasına astı. Gömleğinin kollarını sıvadı.

    Ruşen, 1.80 boyunda 28 yaşında, atletik yapılı bir vücuda sahipti. Kahverengi gözleri çakmak çakmaktı. Siyaha çalan yumuşak saçları günün modasına uygun, düz taranmış inen ince teller ensesini kapatmıştı. Yuvarlak elmacık kemikleri, gülümsediği zaman yüzüne çekici bir ifadenin yerleşmesine neden oluyordu. Genel olarak yakışıklı biri olarak kabul edilirdi…

    Kapının açılma sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı. Gelen Mustafa Sönmez´di.

    ¨ Günaydın arkadaşlar,¨ diyerek arkadaşlarını selamladı.

    ¨ Günaydın.¨ Uğultulu bir ses bu selama karşılık verdi. Bilgisayarını açarken yanına yaklaşan Mustafa´nın gergin hali dikkatini çekti. ¨ Günaydın ağabey.¨

    Hemen yanındaki masaya yerleşen Mustafa, ¨ günaydın Ruşen, nasılsın?¨ diye sordu.

    ¨ İyiyim ağabey. Sen nasılsın?¨

    ¨ Eh işte fena değil.¨

    ¨ Uykunu alamadın galiba,¨ diyen Ruşen´e ters, ters baktı.

    Mustafa, ¨ Senin yüzünden,¨ diyerek azarladı. Bu cevap ve ifade Ruşen´i şaşırtıp yüzünü ekşitmesine neden oldu. ¨ Neden? Niye benim yüzümden?¨ Ruşen´in surat ifadesini gören Mustafa kahkahayı patlattı. ¨ Şaka Yaptım canım, korkma.¨

    Ruşen´de gülümsemekten kendini alamadı. Herkese alışmıştı. Burası onun için tam bir aile ortamıydı. Ama Mutafa Sönmezin yeri çok farklıydı. Kazadan sonra karısı Sude´nin dışında en çok desteği onda görmüştü. Her an yanında olmuştu. Ne zaman sıkılsa, kafasına takılan bir şey olsa veya çözemediği bir sorunla karşılaşsa, ilk aradığı kişi Mustafa abisi olmuştu. Hayatında tanıdığı herkesi hatta kendisini bile birkaç aydır tanıyordu ama Mustafa´yı sanki doğduğundan beri tanıyor gibiydi. Neden ona bu kadar ısındığını bilmiyordu. Bilmekte istemiyordu. Mustafa sönmez ellisine merdiven dayamış, siyah saçlarına çok sayıda kırlar düşmüş, tombul yüzlü ve göbekli bir teknoloji kurduydu. Her insanla kısa bir sürede samimiyet kurabilme yeteneğine sahipti. Konuşmasını sever ama susması gerektiği yerde de onu kimse konuşturamazdı. Babacan tavırlarından dolayı baba benzetmesi yapılırdı onun için.

    ¨ Senin yüzünden fırça yemediğim gün yok.¨ Bir anda yapmacık bir şekilde surat astı.

    Ruşen şaşkın, şaşkın baktı. ¨ Anlamadım.¨

    ¨ Sen iyi misin?¨

    ¨ Evet, ağabey neden?¨ diye sordu Ruşen.

    ¨ Biraz solgun görünüyorsun. Hasta mısın?¨

    ¨Yo hayır, iyiyim ben.¨ Gülümsemeye çalıştı. ¨ Kimden fırça yiyorsun bakalım?¨

    Ruşen´in gülümsediğini görünce Mustafa´nın da keyfi yerine geldi. Ruşen´e doğru eğilerek fısıldadı. ¨ Hanımdan tabi, kimden olacak.¨

    ¨ Fatma yengeden mi?¨ Ruşen şaşırmıştı.

    ¨ Hadi, hadi anlamazlıktan gelme. Sana çok kızgın.¨

    ¨ Kızgın mı? Neden?¨

    Mustafa bir sır söylüyormuş gibi sessizce mırıldandı. ¨ Bunca zamandır söylemek istemedim. Benden duymuş olma ama bizi nikâha çağırmadığın için biraz içerlemiş.¨

    Ruşen nihayet anladı. ¨ Ha geçen günkü iğnelemeleri o yüzdendi demek.¨

    Mustafa tekrar kahkaha attı. ¨ Ha şunu bileydin. Sana da dolaylı bir mesajı var. Elçiye zeval olmaz.¨ Ruşen soran gözlerle ona bakınca devam etti. ¨ Oğlum anlasana geliniyle tanışmak istiyor. Nikâha davet etmedi bari gelinimle tanıştırsın diyor. Yok işim var, yok şu olmuş, bu olmuş anlamam, yarın akşam yemeye gelecekler. Bu defa gelinimi getirmezse ben gelir kulaklarından çeke çeke getiririm dedi haberin olsun.¨

    ¨Sence bunu yapar mı?¨

    Mustafa kravatını düzelterek ne kadar ciddi olduğunu gösteren bir tavır takındı.

    ¨ Bu, mesajın yumuşatılmış haliydi. Yapıp yapmayacağını deneme bence. Benden sana tafsiye, yarın akşam için plan yapma.¨

    Ruşen asker selamı çaktı. ¨ Fatma yengenin emirleri anlaşılmıştır.¨

    İkisi birden gülüştüler.

    & & &

    Odanın kapısı tıkladıktan sonra açıldı. ¨ Efendim?¨

    ¨ Gel Sedat gel.¨ Kapıyı kapatarak koltuğunda oturmuş, bazı evrakları karıştıran Atilla Gencer´e doğru yaklaştı.

    ¨ Otur.¨

    Sedat denileni yaparak adamın karşısındaki koltuğa oturdu. ¨ Efendim, bir değişiklik yok. Hayatına bildiğimiz gibi devam ediyor.¨

    ¨ Müdahale yok mu?¨

    Sedat kafasını iki yana salladı. ¨ Hayır, hiçbir müdahale yok.¨

    Her ikisi de sessizliğe gömülüp düşünmeye başladı. Sedat Parlak, Sınır Korum Birimi´nin (SKB) ikinci adamıydı. Kırklı yaşlarda, 1.85 boyunda, atletik bir vücuda sahip, kumral, kara gözlü bir adamdı. Her zamanki giyim tarzına uygun siyah takım elbise, mavi desenli kırmızı kravat, altına beyaz bir gömlek giymişti. Zaten kurumdaki adamların çoğu böyle giyinirdi. Kurumun ikinci adamı olması bir tesadüf değildi. Çoğu çalışan gibi o da üniversiteden sonra özel yeteneklerinden dolayı seçilmiş ve yıllardır bu kurumda başarıyla görev yapmıştı. Herkesin, özelliklede kurumun başkanı Atilla Gencer´in güvenini kazanmış, üç yıl öncede başkan yardımcılığına yükselmişti. Bunu, kurumun başkanı Atilla Gencer sağlamıştı. Atilla Gencer´e göre Sedat Parlak, yıllardır yaptığı hizmetlerle, başardığı zorlu görevlerle bunu hak etmişti. Atilla Gencer ise, 57 yaşında, tombul göbeğiyle babacan bir görünüme sahip olmasıyla birlikte bunun tam tersi bir kişiliğe sahipti. Saçının ön tarafını kaybetmiş, yan ve arkalar ise beyazlara gömülmüştü. Koca burnu dolgun yanaklarında kaybolurken, iri kara gözleri ciddiyetini gösteren en belirgin organıydı.

    Sedat, ¨ Başkanım, müdahaleyi biz yapalım mı?¨ diyerek sessizliği bozdu.

    Atilla Gencer, kısa bir süre daha düşündükten sonra cevap verdi, ¨ Hayır, bir sonuç vermez.¨

    ¨ Ne yapalım efendim?¨

    ¨ Beklemekten başka yapacak bir şey yok.¨

    ¨ Kontrolü tekrar ele alabilirsek…¨ Sedat cümlesini tamamlayamadan Atilla araya girdi. Sedat´ın ne söyleyeceğini zaten biliyordu. ¨ Bunu yapamayız. Yeterince adam kaybettik zaten. Kontrol onlarda. Beklemekten başka çare yok. Ya da…¨

    ¨ Ya da efendim?¨

    ¨ Ya da onu öldü…¨ Sözünü tekrar bitiremedi. Ne kadar zor bir durumda olduğu yüz ifadesinden anlaşılıyordu. Sedat, başkanın ne demek istediğini anlamış, endişelenmişti.

    ¨ Başkanım, başka bir yolu olmalı.¨

    ¨ Zaman daralıyor. Biz bekliyoruz, onlar bekliyor. Biz bekleriz de, onlar ne zamana kadar bekler bilemiyorum. Takibe devam edin. Beş ayı geçti.¨ Derin bir nefes aldı. ¨ İçimden bir ses zamanın yaklaştığını söylüyor.¨ Sedat, itiraz etmeye cesaret edemeyerek konuyu değiştirdi.

    ¨ Bu arada, Milli Savunma Bakanlığından cevap geldi.¨

    ¨ Ne diyorlar?¨ diye sordu Atilla Gencer.

    ¨ Ne zaman istersek Bakan Bey gelecekmiş.¨ Ellerini kavuşturdu, ¨ Önemli olduğunu söyleyince endişelendiler.¨

    ¨ Endişelenmeleri gerek zaten. Yarın öğleden sonra istediği saatte gelebilir.¨

    ¨ Emredersiniz, başka bir şey?¨

    ¨ Yok, gelişmelerden haberim olsun.¨

    Sedat evet anlamında kafasını sallayarak odadan çıktı.

    & & &

    Masada duran cep telefonunun çalmasıyla irkilen Ruşen, ekrandaki numaraya baktı. Şaşırdı. Bildiği bir numara değildi. Bildiği herhangi bir gsm şirketi abonesine de ait değildi. Yurt içinden hatta yurt dışından bir arama da olamazdı. Bu numaranın on dokuz rakamı vardı. Telefonun aramayı kabul eden tuşuna bastı. ¨ Efendim.¨

    ¨ Ruşen?¨

    Telefondaki ses bir insan sesi değildi. Boğuk ve mekanik ses, bilim kurgu filmlerindeki robotların sesine benziyordu. Ruşen ne diyeceğini bilemedi. Kısa bir sessizlik oldu.

    ¨ Alo, orda mısın?¨ mekanik ses tekrar konuşmuştu.

    Ruşen, onunla dalga geçen birinin olduğuna kanaat getirerek kızdı. ¨ Kimsin sen?¨ duyduğu ökeden dolayı pişmanlık duydu. ¨ Bu hiç hoş değil.¨

    ¨ Bir dost,¨ dedi ciddi bir ifadeyle hattın diğer ucundaki ses. ¨ Sesimin farklı olduğunu biliyorum. Bunun için üzgünüm.¨

    ¨ Kimsin sen?¨ Ruşen´in sesi gittikçe sertleşiyordu.

    ¨ Beni dinle ve sakin ol. Başın dertte. Sakladığın şifreyi bul ve çöz?¨

    ¨ Ne şifresi? Bana bak, her kimsen hiç komik değil?¨ Mesai arkadaşlarının ona baktıklarını fark edince utanıp sesini alçalttı. ¨ Ne istiyorsun?¨

    ¨ Kendim için bir şey değil. Başın dertte. Sana yardım etmek istiyorum.¨

    Ruşen oyuna karşılık oyunla karşılık vermeyi düşündü. ¨ Tamam, anladım,¨ dedi. ¨ Başım neden dertte olsun ki?¨

    ¨ Bilmiyorum. Bende sana bunu öğren diyorum ya.¨

    Ruşen, beyninden vücuduna yayılan öfke zerrelerini yenmeyi başararak güldü. ¨ Peki,¨ dedi. ¨ Başımın neden belada olduğunu nasıl öğrenecekmişim?¨

    ¨ İyi düşün. Şifre. Bir yerlere bir şifre gizlemiş olmalısın. Onu bulup çöz. Çözdükten sonra her şeyi anlamış olursun zaten.¨

    ¨ Söylediklerinden hiçbir şey anlamadım.¨

    ¨ Üzgünüm zaman doldu,¨ dedi adam. ¨ Kapatmalıyım. Neyi arayacaksan yakınlarında ara. Hoşça kal.¨

    ¨ Dur kapatma,¨ dedi Ruşen ama telefon çoktan kapanmıştı. ¨Lanet olsun.¨ Telefonu sert bir şekilde masaya koydu.

    ¨ Kimdi o?¨ diye sordu Mustafa. Sesi fısıltı halinde çıkmıştı.

    Dönüp bakan Ruşen, onun tedirgin haliyle karşılaştı. Sabah arabasında bulduğu zarf, bu ilginç telefon konuşması, ne kadarını anlatması gerektiğini düşündü. Sonra hiçbir şey anlatmamaya karar verdi. En azından şimdilik. Kendisi yeterince tedirgin olmuştu zaten. Başkalarını da durup dururken huzursuz etmek istemedi. ¨ Kim olduğunu bilmiyorum,¨ dedi, pekte yalan olmadığını düşünerek. ¨ Muhtemelen yanlış numarayı aradı.¨

    Bu cevap Mustafa´yı memnun etmedi. ¨ İyi görünmüyorsun.¨

    ¨ İyiyim iyi. Biraz başım ağrıyor ondandır.¨

    ¨ Emin misin? Bilmem gereken veya anlatmak istediğin bir şey varsa?¨

    ¨ İyiyi ağabey gerçekten,¨ diye onu yatıştırmaya çalıştı Ruşen. ¨ Merak etme sen.¨

    Mustafa üstelememeye karar verdi. ¨ Hadi yemeye çıkalım.¨

    Genelde öğle yemeğini birlikte yerlerdi. Ruşen saatine baktı. 12.30. Öğle yemeği vakti gelmişti ama bugün yalnız çıkmak istedi. ¨ Sen çık. Benim biraz daha işim var. Onu da bitirip öyle çıkarım.¨

    Ruşen´in biraz yalnız kalmak istediğini anlayan Mustafa, ısrar etmedi. Kendisi kalkıp giderken onu, düşünceli haliyle baş başa bıraktı.

    Kırk beş dakika sonra, caddedeki kalabalık kaldırımda yürürken, bir anda durarak telefonunu cebinden çıkarıp, gelen aramalar tuşuna bastı. Kaldırımda öylece durmuş, elindeki telefonun ekranına bakıyordu. On dokuz rakamı olan bir numara. Kulağındaki mekanik ses beyninin derinliklerinde çınlıyordu.

    Şifreyi çöz

    İçindeki his, bu numarayı geri aramanın hiçbir fayda sağlamayacağını söylüyor, ama arama arzusu içini kemiriyordu. Sonunda aramaya karar vererek telefonu kulağına götürdü.

    Sayın abonemiz, yanlış ya da eksik bir numara çevirdiniz. Lütfen tekrar deneyin.

    Telesekreterin cümlesi biterken telefonu kapatıp cebine koydu. Yanından geçip giden kalabalığı fark etmiyordu bile. Tam önünden geçen bir kadın, üç metre sonra durup ona doğru döndü. Şaşkın gözlerle ona bakan kadını fark etmesi uzun sürmedi. Kısa süre sonra şaşkınlığını üzerinden atan kadın ona doğru yaklaştı. ¨ Ruşen!¨ diyerek adını söyledi.

    Ruşen´de şaşırdı. Ne diyeceğini bilemedi.

    Kadın, ¨ Merhaba nasılsın?¨ diyerek elini uzattı ama Ruşen tereddüt etti. Bunu gören kadını yüz ifadesi değişti. Kadın mahcup olup utanmıştı. Tam boşta kalan elini çekecekken ne yaptığının farkına varan Ruşen, toparlandı ve hızlı davranarak kadının elini tuttu.

    ¨ Merhaba.¨

    Ruşen´in bu hareketi kadının tekrar gülümsemesine neden oldu. ¨ Nasılsın?¨ diyerek sorusunu tekrarladı kadın.

    ¨ Teşekkür ederim. Siz?¨ diye cevap veren Ruşen´e kadın, inanmayan, şaşkın bir yüz ifadesiyle baktı. ¨ Beni tanımadın galiba?¨

    Ruşen mahçup oldu. ¨ Kusura bakmayın çıkaramadım,¨ dedi utanarak.

    Kadının bu cevaba üzüldüğü hatta birazda öfkelendiği belliydi. Gözlerinin dolduğunu şaşkınlıkla fark etti. Sesi titreyerek çıktı. ¨ Önemli değil. Neyse. Kusura bakma rahatsız ettim,¨ diyerek geri döndü. Tam yürüyüp gidecekken Ruşen, bir anda kolundan yakaladı. Bunu yapmayı düşünmemiş, refleksle hareket etmişti. ¨ Affedersiniz.¨

    Kadın dönüp tekrar ona baktı. Ruşen hala kadının kolundan tutmuş, konuşmaya devam etti.

    ¨ Kusura bakmayın. Sizi tanıyamadım. Şey. Biraz…¨ Ne diyeceğini düşünürken, bir an bekleyip sonra devam etti. ¨ Üzgünüm biraz rahatsızımda.¨

    ( Belli oluyor )

    Saçmaladığını düşündü. Kadın kaşlarını çatmıştı. ¨ Anlayamadım?¨

    Ruşen biraz bocaladı. ¨ Şey, biraz hafıza problemim varda. O yüzden…¨

    Kadın, manalı, manalı gözlerinin içine bakarak sırıttı.¨ Neden şaşırmadım acaba?¨

    Kadının inceden iğnelemesine içerleyen Ruşen, hala karşısındakinin kolunu tuttuğunu fark ederek bıraktı. ¨ Ben bir kaza geçirdim de. Hafızamı kaybettim. Yani her kimseniz, sadece sizi değil, hiç kimseyi hatırlayamıyorum.¨

    Kadın inanmayan gözlerle ona baktı. Sonra gerçeği anladı. ¨ Sen ciddisin.¨

    Ruşen onaylayarak kafasını salladı.

    ¨ Ne zaman oldu bu?¨

    ¨ Beş ay önce.¨

    ¨ Çok üzgünüm. Şey… Ben bilmiyordum.¨ Kadın utandığı kadar üzülmüştü de.

    ¨ Önemli değil,¨ dedi Ruşen. ¨ Beni nerden tanıyorsun? Hani eskiden nasıl…¨

    ¨ Okuldan. Üniversiteden.¨ Kadın zorlanan Ruşen´in ne demek istediğini anlayarak araya girmişti.¨ Uzun zaman oldu.¨

    Ruşen gülümsedi.¨ Eminim öyledir.¨

    Kadında gülümsedi. ¨ Bu arada adım Zehra. Zehra Bulut,¨ diyerek elini uzattı. ¨ Biraz garip oldu ama hatırlamayan sensin.¨

    Ruşen´de elini uzattı. Tokalaştılar. Eline geçen bu fırsatı değerlendirmeyi düşündü.

    ¨ Belki bana biraz yardımcı olursun. Yani geçmişimle ilgili belki…¨

    ¨ Kurt gibi açım. Yemek davetimi kabul edersen elimden geleni yaparım.¨

    ¨ Bende aslında öğle yemeğine çıkmıştım.¨

    ¨ Güzel. Az ilerde bildiğim bir restoran var.¨

    İkisi birlikte restoran´a doğru yürüdüler.

    Bağdat caddesindeki restoranın cam kenarına oturdular. Gelen garsona mantı ve salata siparişi verdiler. Zehra´nın gözlerine bakan Ruşen´in içine, onu daha önce tanıdığına dair bir his uyandı. Zehra 27 yaşında, 1.70 boyunda, esmer bir kadındı. Siyah, yumuşak saçları, kısa kesilmiş, ona erkeksi bir hava verirken, bütün çekiciliğini ortaya çıkarmıştı. Büyük kara gözleri ve ince burnu yüzüne çocuksu bir görünüm kazandırmış, sürekli gülümsemesi ve rahat tavırları samimi bir kişiliğe sahip olduğunun göstergesi gibiydi.

    ¨ Ee, anlat bakalım.¨ Zehra rahat davranıyor, sürekli gülümsüyordu.

    Ruşen´de Zehra´nın rahat tavırlarına karşılık, rahat davranmaya karar verdi. ¨ Belki, sen bana bir şeyler anlatırsın diye düşünmüştüm,¨ diyerek karşılık verdi.

    Kısa bir sessizlik oldu. Zehra´nın muzip bakışlarıyla karşı karşıya kalan Ruşen, kafasını sallayarak anlatmaya başladı. Tabi hatırlayamadığı fakat yaşadığını bildiği trafik kazasından başladı. ¨ Hastanede gözlerimi açtığımda hiç kimseyi hatta kendimi bile tanıyamadığımı fark ettim. İlk gördüğüm kişi, karım olduğunu söyleyince çok şaşırdım.¨

    Zehra´nın yüz ifadesi bir anda değişti. ¨ Evlendin demek?¨ dudakları gerildi. ¨ Ne zaman?¨

    ¨ Kazadan iki ay önce. Yani, yedi ay oluyor,¨ diye cevap verdi. Zehra´nın bir anda değişin surat ifadesine şaşırdı. Zehra´nın yüzündeki ifadenin, şaşkınlıkla birlikte bir acı ifadesi olduğunu sandı. Sonrada bunun anlamsız olduğuna, daha doğrusu, yanlış anlamış olduğuna karar vererek devam etti. ¨ Neyse. Bir hafta boyunca yoğun bakımda kalmışım. Sonra tedaviye evde devam ettik,¨ diyerek kazadan sonra yaptıklarını kısaca anlattı. Bunları anlatırken Zehra ´nın ruh halinin nasıl değiştiğini, nasıl hüzünlü bir havaya büründüğünü görebiliyordu.

    ¨ Sıra sende?¨

    Zehra Ruşen´nin bütün anlattıklarını sessizlikle dinlemişti. Sadece Ruşen´nin evlendiğini söylediği bölümde şaşırmış, araya girmişti. Ruşen cevap olarak, yedi ay önce evlendiğini, ama diğer yaşadıklarıyla birlikte bunu da hatırlamadığını söylemişti.

    ¨ Nerden başlasam?¨

    Ruşen hala nerden başlayacağını düşünen Zehra´ya yardımcı oldu. ¨ En baştan. Mesela seninle ilk tanışmamızdan başlayabilirsin.¨

    ¨ Tamam.¨ Kısa bir sessizlikten sonra Zehra anlatmaya başladı.

    ¨ Okulda tanıştık. Birinci sınıfta. Ben hukuk sen e…¨

    ¨ Ekonomi,¨ diyerek araya girdi Ruşen. ¨ Bende ekonomi okuyordum.¨

    Ruşen´in gülümsemesine karşılık veren Zehra devam etti. ¨ Evet. Aslında hakkında bende çok şey bilmiyorum. Arada başka arkadaşlarla takılırdık. Sen başarılı bir öğrenciydin. Ama okuduğun bölümü pek sevmiyordun.¨

    Ruşen şaşırdı.¨ Bunu ben mi söylüyordum?¨

    ¨ Hayır, hayır. Sen öyle bir şey söylemiyordun tabiî ki. Sadece…¨ Kısa bir an durakladı.

    ¨ Sadece, davranışlarından ben öyle anlamıştım. Belkide yanlış anlamışımdır.¨ Yine bir sessizlik. Ruşen sabırsızlanmıştı.

    ¨ Devam et. Sonra?¨

    ¨İlk iki yıl böyle. Anlatacak fazla bir şey yok. Üçüncü sınıfta daha az görüşür olduk. Sen babanı kaybettin. Bilimle, teknolojiyle daha bir ilgili olmaya başladın. Yani, biraz garip davranmaya başlamıştın.¨

    ¨ Garip derken? Teknolojiyle ilgilenmek garip mi oluyor?¨ Ruşen gücenmiş gibiydi.

    Zehra, kurduğu cümleden pişmanlık duydu. ¨ Hayır. Şey.¨

    ¨ Lütfen, yardım etmek istiyorsan açık konuş.¨

    ¨ Sadece hatırlamaya çalışıyorum. Sürekli telefonla konuşmaya başlamıştın. Kimlerle konuştuğunu sorunca kaçamak cevaplar veriyordun. Telefonun her çaldığında, bizden uzaklaşır, kuytu köşelere kaçardın. Arada bir ortalardan kaybolur, aradığımızda bir türlü ulaşamazdık. Sonra bir anda ortaya çıkar, hiçbir şey olmamış gibi davranırdın. Yani son zamanlarda biraz garip davranıyordun.¨

    ¨ Garip bir durum gerçektende. Gizli, gizli kimlerle konuşuyor olabilirim ki? Bu konuda sana ya da başka birine bir şey söylemedim mi?¨

    ¨ Bir gün dayanamayarak seni sıkıştırdım. Amcanla konuştuğunu söyledin. Ama sonra bir gün laf arasında babanın hiç kardeşinin olmadığını ağzından kaçırmıştın. Bende üstelemedim. Son sınıfta daha çok değiştin. Daha çok ortalardan kaybolmaya, daha çok içine kapanmaya başlamıştın.¨

    Ruşen tüm dikkatini vermiş ilgiyle dinlerken, Zehra düşünmek için kısa bir ara verdikten sonra devam etti. ¨ Sürekli düşünceli bir halin vardı. Sana yardım etmek istedik ama sen her seferinde iyi olduğunu söyleyip bizi kendinden uzaklaştırdın. Okul bitince de bir daha görüşemedik. Telefon numaranı değiştirmiştin. Ne bileyim işte, okul bitince koptuk.¨

    ¨ Hep biz diye konuşuyorsun. Diğer arkadaşların, yani arkadaşlarımız kimlerdi? Onlara ulaşabilir miyim?¨

    ¨ Çoğunun adresi var ama evde, hatıra defterlerimde. Bilirsin işte öğrencilik hayatı.¨

    ¨ Anlıyorum.¨ Ruşen derinlere daldı. Zehra´nın anlattıkları pek tatmin edici olmasa da içine işledi. Diğer tanımadığı arkadaşlarına ulaşsa da, işine yarayıp yarayamayacağından emin değildi. Zehra´nın anlattıklarından farklı nasıl bilgiler verebilirlerdi ki? Onlarında anlatacakları en fazla bu kadar olacaktı. En azından o öyle düşündü.

    ¨ O adreslere ihtiyacım olduğunda, senden alabilirmiyim?¨

    ¨ Tabi ne zaman istersen.¨

    ¨ Teşekkür ederim. Sanırım anlatacakların bu kadar?¨

    Zehra iki elini yana açarak dudaklarını büzdü. ¨ Üzgünüm.¨

    ¨ Sağ ol. Ben bu kadar gizemliyken, bunları bile bilmen güzel.¨ İkisi birden gülüştüler. Zehra saatine baktı ve garsona hesap işareti yaptı. ¨ Kusura bakma bir duruşmam var. Ona yetişmeliyim.¨ Ruşen´in kaşlarını çattığını görünce gülerek devam etti. ¨ Avukat olduğumu söylemedim galiba?¨ Ruşen´e göz kıptı.

    Ruşen iğneleyen bir tonda cevap verdi. ¨ Hayır söylemedin.¨

    ¨ Ama şimdi söyledim,¨ diyerek ayağa kalktı Zehra. ¨ Yardımcı olamadığımın farkındayım ama bildiklerim bu kadar. Kusura bakma.¨

    Ruşen´de ayağa kalktı. ¨ Bu kadarını bile bilmek güzel. Sağ ol.¨

    Zehra, hesap defterine para koyduktan sonra çantasından bir kartvizit çıkararak Ruşen´e uzattı. ¨ Senin için yapabileceğim bir şey olursa, lütfen, çekinmeden ara. Belki, daha uzun bir sohbet edebilecek, müsait bir zamanda tekrar görüşürüz.¨

    Ruşen gülümseyerek uzatılan eli sıktı. ¨ Bir dahakine hesabı ben öderim ona göre.¨

    Zehra, ters bir bakış attıktan sonra gülümsedi. ¨ Hoşça kal.¨

    Sevimli kadın restorandan çıkıp uzaklaşırken, Ruşen tekrar oturup derin düşüncelere daldı.

    İşten çıktıktan sonra hiçbir yere uğramadan evin yolunu tuttu. Siyah pasat arabasını oto parka çekip, inmeden önce, cebindeki zarfı çıkarıp bir kez daha okudu. Sude´ye şimdiye kadar yalan söylememiş, söylemeyeceğine dair söz vermişti. Ama bu zarftan haberi olmazsa yalan söylemiş sayılmazdı. Zarfı arabanın torpido gözüne koyarak sakladı. Karısı, her zaman olduğu gibi sıcak bir öpücükle Ruşen´i, kapıda karşıladı. Yemekten kalktıktan sonra salona, televizyonun karşısındaki koltuğa geçtiler. Bu sırada zarf konusunu söyleyip söylememeyi bir kez daha düşündü. Ama bunun Sude´yi endişelendirmekten başka bir işe yaramayacağına karar verip vazgeçti. Daha sonra bir gelişme olursa, olanları belki anlatırım diye düşündü. Oturdukları süre boyunca sürekli, çeşitli düşüncelere dalmış, karısının ısrarla çok dalgınsın, iyi misin? Gibi sorularına bahaneler üretmek zorunda kalmıştı.

    ( Yalandan kim ölmüş )

    Ruşen, kendisindeki bu ruhsal değişikliğin farkındaydı. Bu değişikliğin sude tarafından fark edilmek üzere olduğunu anlayınca, uyuma bahanesiyle yatağına gitti. Gözlerini kapatıp uyumaya çalıştı. Gözleri kapalı, yatağında saatlerce bir sağa bir sola kıvrılmış ama bir türlü uyuyamamıştı. Sürekli düşünüyordu. Yaptığı kaza, kim olduğu, garip telefonlar, zarflar. Gerçektende enteresan bir gün olmuştu. Bu düşüncelerle nihayet daldı ve kendini uykunun tatlı kollarına bıraktı.

    & & &

    Aynı saatlerde İstanbul´un başka bir yerinde, gizli ofisindeki masasının başında oturan Hayri Taşçı, dalgın bir halde parmaklarıyla tempolu bir şekilde ceviz ağacından yapılma cilalı masasına vurup tıkırtılar çıkarırken, adasının kapısı açıldı. Hafif aydınlık, loş odaya giren takım elbiseli adam, ¨ beklediğiniz misafir geldi,¨ diyerek Hayri Taşçı´yı uyardı.

    Masaya vuran parmaklar durdu. ¨ İçeri al.¨

    Adam dönüp gitti. Otuz saniye sonra yanında başka bir adamla geri geldi. Hayri´nin el işaretiyle adam tekrar dışarı çıkıp kapıyı kapatırken yeni gelen, yavaş adımlarla yaklaştı. Odanın boşluğunda görünen gözleri ifadesizdi. Uzun boylu fakat boyuna göre atletik bir yapısı vardı. Kafası kel, yanakları çökmüş, elmacık kemikleri ortaya çıkmıştı. Hiçbir duygu taşımayan solgun bir yüzü vardı. Hayri, eliyle boş olan koltuğu işaret etti. ¨ Otur.¨

    Adam usulca itaat edip, gösterilen deri koltuğa yerleşti. Birbirlerinin düşüncelerini okumaya çalışırlarken, aradan geçen zaman saniyelerdi. Bu sessizliği Hayri bozdu.

    ¨ Demek Yarasa sensin. Tamda düşündüğüm gibi.¨ Hayri Taşçı, memnuniyetini ifade ederken Yarasa, sadece omuz silkti. Yarasa adamın takma ismi, ya da isimlerinden biriydi.

    Fakat Hayri´nin duydukları bu isme, bu lakaba biraz ters düşüyordu. Çünkü Hayri, bu adamın geceyle birlikte, birçok önemli operasyonunu, gündüz saatlerinde yaptığını biliyordu. Bunu sormayı düşündü ama sonra vazgeçti. ¨ Bir şey içer misin?¨

    ¨ Hayır, teşeküğ edeğim.¨ diyen Yarasa, birçok dili olduğu gibi Türkçe´yi de biliyordu. Fakat Rus aksanını bariz belli etmesi, ğ harfini her kelimede kaba bir şekilde vurgulaması, Türkçe´yi yakın bir zaman da ve hızlı bir şekilde öğrendiği anlamına geliyordu. Yarasa, dünyanın birçok ülkesinde bulunarak iş yapmış ve çok sayıda lisan öğrenmişti. Anatomik yapısına bakılarak, hangi ırktan olduğu kesinlikle anlaşılmazdı. Çoğu zaman gizlemeyi başarsa da, halkına ve topraklarına bağlı bir Rus vatandaşıydı.

    Hayri Taşçı, masasının kenarındaki butona uzanırken, ¨ Uzun bir yolculuk yaptın. Yorulmuşsundur, ¨ derken kapı açıldı. Az önceki adam içeri girerken Hayri ona döndü.

    ¨ Arkadaşımıza gerekli rahatlığı sağlayın. İyice dinlensin. Ne isterse yerine getirilsin.¨

    Tekrar Yarasa´ya döndü. ¨ Gerekli bilgiler bir dosya halinde sana verilecek. İstediğin özel bir şeyler olursa liste yap, arkadaşlar sana yardımcı olur.¨ Ciddi bir ifade takınarak devam etti. ¨ Fazla zamanımız yok. Gerekli hazırlıklarını yap. Ben istediğim zaman seninde hazır olman gerekiyor.¨

    Yarasa evet anlamında kafa sallarken ayağa kalktı. ¨ İstediğiniz zaman ben hazığ oğlurum.¨

    ¨ Güzel.¨

    ¨ İyi ağşamlar.¨

    ¨ İyi geceler.¨

    Yarasa, diğer adamla birlikte çıkıp giderken Hayri, ne kadar uykusuz olduğunu anladı. Saatine baktı. Belki birkaç saat uyurun düşüncesiyle, duvar dibindeki yumuşak kanepeye uzanarak gözlerini kapattı.

    & & &

    3 Nisan Cumartesi 2010

    Çalar saatin sesiyle irkilerek uyanan Ruşen, elini çalar saatin düğmesine atarak kapattı. Saat 07.00 olmuştu. Sude´ye baktı. Saatin çıkardığı sesten etkilenmemiş, mışıl mışıl uyuyordu. Üstünü giyinerek lavaboya gitti. Elini yüzünü yıkayıp, dişlerini fırçaladı. Tıraş olmaktan son anda vazgeçti. Nasılsa bugün tatil günüydü. Alt kata inerek mutfağa girdi. Biraz aceleci davranıyordu. Gitmesi gerektiğine inandığı bir yer vardı ve geç kalmak istemiyordu. Bir yumurtalı sandviç yaparak, portakal suyuyla birlikte aceleyle yedi. Tekrar yatak odasına çıkarak karısını öptü. ¨ Günaydın.¨

    Sude, gözlerini kırpıştırarak açıp gülümseyerek. ¨ Günaydın,¨ dedi. Ruşen´in giyinik olduğunu görünce biraz şaşırdı. ¨ Hayırdır sabah sabah?¨

    ¨ Biraz işim var. Çıkmam lazım.¨

    ¨ Bugün cumartesi. Ne işiymiş bu?¨

    ¨ Dönünce anlatırım. Geç kalıyorum. Çıkmalıyım.¨

    Sude gülümseyerek çıplak kollarını Ruşen´in boynuna doladı. ¨ Hayır, çıkamazsın,¨ diyerek onu kendine doğru çekip, öpmeye başladı.

    Ruşen, dudağına konan öpücüklere önce karşılık verirken sonra, kendini boynuna dolanan ellerden kurtarmayı başardı. ¨ Çabuk dönerim.¨

    Sude, yapmacık bir kızgınlık ifadesi takındı. ¨ Tamam. Git o zaman.¨

    ¨ Hadi ama.¨

    ¨ Tamam tamam. Erken gel bari dışarı çıkarız, olmaz mı?¨

    ¨ Olur tabi. Erken daha sen uyu biraz.¨ Ruşen karısını bir daha öperek döndü. Tam kapıdan çıkacakken tekrar Sude´ye baktı.

    ¨ Ha unutmadan, akşam yemeye davetliyiz. Bu defa da atlatırsak, Fatma yengeden kurtulamayız,¨ dedi. Çoktan kafasını yastığın altına gömen Sude, elini kaldırıp güle güle işareti yaparken, bir şeyler mırıldandı.

    Ne dediğini anlayamasa da el işareti Ruşen`e istediği cevabı vermişti. Boğaz köprüsünü geçerken saatine baktı. 08.10. daha elli dakikası vardı. Çok sabırsızdı ama vaktinden öncede orda olmasının bir anlamı yoktu. Yavaşlayarak sağ şeritte seyretmeye başladı. Trafik tahmin ettiği kadar yoğun değildi. Vitesi ikiye alıp, manzarayı izleyerek arabasını sürdü. Boğazın muhteşem görüntüsü, yalılar, cami minareleri. Bu muhteşem manzarayı görüpte, unutacak bir insanın olamayacağını düşündü.

    ( ya gerçekten mi? )

    Bir numaralı örnek kendisi değil miydi? Değil bu muhteşem manzarayı, kendisini bile hatırlayamıyordu. Buluşma yerine yaklaştıkça heyecanı artıyor, bununla birlikte içindeki huzursuzlukta yavaş yavaş dışa vurmaya başlıyordu. Haliç köprüsünün sonundan sağa sapan yola girdi. Virajı geçerken köprünün altından buluşmaları gereken yere baktı. Kimse yoktu. Düz devam etti. Arabasını yakın bir yere bırakmak istemedi. İlerdeki ışıklardan dönerek diğer şeritten, sağdaki küçük caminin yanından devam edip köprünün altından geçti. Hala kimse yoktu. Saati 08.45´i gösteriyordu. Daha on beş dakikası vardı. Eyüp tarafına doğru sürmeye devam etti. Biraz ilerden sola dönüp, ön cephesi yüksek apartmanlardan oluşan mahalle arasına girdi. Buluşma yerinden uzaklaşmıştı. Epey bir yürümesi gerekecekti ama buna aldırış etmedi. Sokak arasında boş bir yer bularak arabasını park ettikten sonra yürümeye başladı. Tamda zamanında istediği yere varmıştı. Köprü altındaki kaldırımda duran şapkalı adam, önünden geçen arabalara aldırmaksızın, yolun diğer tarafından yaklaşan Ruşen´e gözlerini sabitlemişti.

    Ruşen, içindeki heyecanı belli etmemeye çalışarak şapkalı adama baktı. Kısa bir bakışmadan sonra Ruşen, yoldan geçen arabalara dikkat ederek şapkalı adama doğru yaklaştı. Karşısındaki adam uzun boylu, ince, top sakallı birisiydi. Üstüne krem rengi, kalçalarına kadar uzanan bir pardösü geçirmişti. Altında, siyah kunduralarının üstünü kapatan mavi bir kot pantolon vardı. Ona doğru yaklaşan Ruşen´e gülümserken, yüzü çarpık bir ifadeye

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1