Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Deli Paşa
Deli Paşa
Deli Paşa
Ebook119 pages4 hours

Deli Paşa

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Bu kitabın Deli Şükrü’yle bir ilgisi olmasa da, ondan esinlenerek yazıldığı bir gerçek, hatta Deli Şükrü’nün yaşantısına benzerlikler de olabilir. Benzerliklerden mutluluk da duyarım. Sonuçta bu bir roman ve her roman gibi hayali kurgulara dayanır, dolaysıyla kitapta adı geçen kişiler ve olaylar benzerlikleri dışında gelişmişlerdir.

Yazın otların henüz sarardığı, güneşin Kavruk Hasan’ın yüzündeki yarayı esmerliğe terk eylediği, Abdi Baba’nın kuzularının koyunlarından ayrıldığı sıralardı. Bir dere akardı Peçenek otlağından tuzlaya doğru. Dere, dere olmasına rağmen adına Peçenek Çayı denirdi bu yörede. Peçenek Çayı ölçeklere kısa düştüğünden mi, yoksa debi açısından mı, ya da rastgele bir çay oluşundan mıdır, haritalarda gösterilmez; zaten gösterilse bile Kavruk Hasan’la Abdi Baba’nın haritaya baktığı mı olurdu?

Köhne bir kasabaydı Koçhisar. Türkiye haritasını açıp da baktığınızda kolayca bulabilirsiniz yerini, ama daha kolayı önce Tuz Gölü’nü bulmanız tavsiye edilir. Bu göl Haritanın ortalarında bir yerdedir. Gölün kuzeyine doğru işaret parmağınızı ilettiğinizde orada yazılı durmakta olan Şerefli Koçhisar’a parmak basmış oluyorsunuz.

Uzun lâfın kısası: Şereflioğluları gelmişler o yöreyi uygun mu görmüşler, yoksa zorunlu mu kalmışlar, her nasıl bir durumsa orayı mal-mülk edinmişler konaklamışlar, adına da gayet tabiidir ki kendi adlarını vererek Şerefli Koçhisar demişler. Bunlar bizim görmeyip de duymuş olduğumuz şeyler. Bir Arkeolog olarak ben, kuruluş tarihini, kuruluş plânını elbette bilemedim. Öğrenmek de istemedim.

LanguageTürkçe
PublisherArif Neşet
Release dateNov 20, 2013
ISBN9781311221339
Deli Paşa
Author

Arif Neşet

Kısa özgeçmiş 1944 Şerefli Koçhisar doğumluyum. Varlıklı olmayan bir ailenin tek erkek çocuğu olarak doğmuşum. Okul zamanım geldiğimde ağır bir hastalık geçirmem, belki on yıllık tahsil hayatıma yaptığı katkı başarısızlık oldu. Son iki yılım yatılı bir mesleki okulda geçti. Arkadaşlarım ders çalışır-ken ben şiir yazmakla oyalanıyordum; bu da benim okul hayatımın sonu oldu. Genç yaşta evlendim ve üç çocuk sahibi olduk. Değişik işlerde çalıştım; banka veznedarlığı, esnaflık, Al-manya serüveni bunlardan bazıları. Ve genç denebilecek bir yaşta ki, bu devletimizin onayladığı emeklilik sisteminin zaafından yararlanarak emekli oldum. Okumayı ve yazmayı sevdiğim halde, bunun ders kitaplarıyla ya da öğretilerin içinde yer alan yasaların ekonomiye ne getireceği, insanlardan ne götüreceği beni ilgilendirmedi. Yine de bir vatandaş olarak kerhen de olsa ülkeme hizmetlerimi esirgemedim; zaten böyle bir esirgeme şansınız da olmuyor. Öz ismim Ali ihsan Alıcı’yı kitabımda kullanmak istemiyo-rum. Bu nedenle, bir yerde saygımı belirtmek amacıyla amcamın ismi Arif ve babamın adı Neşet’i mahlas olarak kullan-dım. Ali İhsan ALICI

Related to Deli Paşa

Related ebooks

Reviews for Deli Paşa

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Deli Paşa - Arif Neşet

    Yazar hakkında {About Author}

    Kısa Özgeçmiş:

    1944 Şerefli Koçhisar doğumluyum. Varlıklı olmayan bir ailenin tek erkek çocuğu olarak doğmuşum.

    Okul zamanım geldiğimde ağır bir hastalık geçirmem, belki on yıllık tahsil hayatıma yaptığı katkı başarısızlık oldu. Son iki yılım yatılı bir mesleki okulda geçti. Arkadaşlarım ders çalışırken ben şiir yazmakla oyalanıyordum; bu da benim okul hayatımın sonu oldu.

    Genç yaşta evlendim ve üç çocuk sahibi olduk.

    Değişik işlerde çalıştım; banka veznedarlığı, esnaflık, Almanya serüveni bunlardan bazıları. Ve genç denebilecek bir yaşta ki, bu devletimizin onayladığı emeklilik sisteminin zaafından yararlanarak emekli oldum.

    Okumayı ve yazmayı sevdiğim halde, bunun ders kitaplarıyla ya da öğretilerin içinde yer alan yasaların ekonomiye ne getireceği, insanlardan ne götüreceği beni ilgilendirmedi. Yine de bir vatandaş olarak kerhen de olsa ülkeme hizmetlerimi esirgemedim; zaten böyle bir esirgeme şansınız da olmuyor.

    Öz ismim Ali ihsan Alıcı’yı kitabımda kullanmak istemiyorum. Bu nedenle, bir yerde saygımı belirtmek amacıyla amcamın ismi Arif ve babamın adı Neşet’i mahlas olarak kullandım.

    Ali İhsan ALICI

    ******

    Önsöz {Kitap Hakkında}

    Anadolu’nun ortalarında bir yerde küçük bir kasabadır Koçhisar. Herkesin herkesi tanıdığı bir yerde oluşan toplumun kendine özel alışkanlıkları vardır. Dedikodu en önemli iletişim araçlarıdır. Koçhisarlı babaerkil yaşama tarzında yetiştiği için yasalara uymakta zorlanır. Konuşma dilleri medeniyetin ağır ilerleyişinden dolayı kaba ve küfürlüdür. Vurgular küfür üzerine yapılır.

    Günün birinde, bir tesadüfün ortaya çıkardığı deli bir adam Koçhisar’ın neredeyse tarihi akışını değiştirir. Deli lâkabını alan bu adam zamanla çocukların sevgisini kazanır ve çocuklar onu kırılmayan bir oyuncak olarak gönüllerinde beslerler. Çocuklara göre Deli Paşa vırraklayan ilk adamdır ve Tanrının kendilerine lütuf ettiği tek canlı oyuncaktır.

    Not: Bu kitabın Deli Şükrü’yle bir ilgisi olmasa da, ondan esinlenerek yazıldığı bir gerçek, hatta Deli Şükrü’nün yaşantısına benzerlikler de olabilir. Benzerliklerden mutluluk da duyarım. Sonuçta bu bir roman ve her roman gibi hayali kurgulara dayanır, dolaysıyla kitapta adı geçen kişiler ve olaylar benzerlikleri dışında gelişmişlerdir.

    "Tüm öğretilere neden kapalı durur insan, başını kuma sokar hayvan.."

    ******

    Deli Paşa

    Yazın otların henüz sarardığı, güneşin Kavruk Hasan’ın yüzündeki yarayı esmerliğe terk eylediği, Abdi Baba’nın kuzularının koyunlarından ayrıldığı sıralardı. Bir dere akardı Peçenek otlağından tuzlaya doğru. Dere, dere olmasına rağmen adına Peçenek Çayı denirdi bu yörede. Peçenek Çayı ölçeklere kısa düştüğünden mi, yoksa debi açısından mı, ya da rastgele bir çay oluşundan mıdır, haritalarda gösterilmez; zaten gösterilse bile Kavruk Hasan’la Abdi Baba’nın haritaya baktığı mı olurdu?

    Köhne bir kasabaydı Koçhisar. Türkiye haritasını açıp da baktığınızda kolayca bulabilirsiniz yerini, ama daha kolayı önce Tuz Gölü’nü bulmanız tavsiye edilir. Bu göl Haritanın ortalarında bir yerdedir. Gölün kuzeyine doğru işaret parmağınızı ilettiğinizde orada yazılı durmakta olan Şerefli Koçhisar’a parmak basmış oluyorsunuz.

    Uzun lâfın kısası: Şereflioğluları gelmişler o yöreyi uygun mu görmüşler, yoksa zorunlu mu kalmışlar, her nasıl bir durumsa orayı mal-mülk edinmişler konaklamışlar, adına da gayet tabiidir ki kendi adlarını vererek Şerefli Koçhisar demişler. Bunlar bizim görmeyip de duymuş olduğumuz şeyler. Bir Arkeolog olarak ben, kuruluş tarihini, kuruluş plânını elbette bilemedim. Öğrenmek de istemedim.

    Ne var ki Koçhisar, kışın çamurları yazın sıcağında kuruyup tozlaşmaya yöneldiğinde; hayatın da ancak toz rengi bir yaşam süreceğini sanabilir insan. Kaldı ki, kerpiç evlerin toprak damlarında yeşil otların bile kök sürdüğünü, toz renginden gayrı renklerin de insan yaşamına katkısı bulunduğunu görecek ya da hissedeceksiniz.

    Peçenek’te bir çay gelir, kasabanın yanı başından akar giderdi Tuz gölüne doğru. Bu olay kış mevsimlerinde olurdu. Yazları da bir çay gelirdi Peçenek’ten, ama akıp gitmezdi, çünkü Kavruk Hasan’ın güneşi Kavruk Hasan’da daha çok yakardı toprağı ve toprak bütçe açıkları gibi doymak bilmezdi. Sonra, vergi ya da yağmur yokluğu gibi nedenleri de vardı bunların.

    Peçenek Çayı’nda su kurbağaları ıslatacak kadar bulunurdu her zaman. Kurbağaların kurbağaca konuşmaları insanı deli edecek kadar etkileyemezdi, ama Deli Paşa’yı etkilediler. Deli Paşa’yı etkilerken kurbağalar, onu etkilenirken gören olmasaydı: Kavruk Hasan olmasaydı hayatta, ya da orada bulunmasaydı; şimdi Deli Paşa diye biri olmayacaktı. Deli Paşa olmasaydı, belki de köhne bir kasaba Koçhisar da olmayacaktı. Kasaba olmasaydı belediye başkanı Öner Bey de olmayacaktı. Olmayacakların içinde Peçenek Çayı ve kurbağalar sayılamazdı.

    Paşa, tombul bir çocukluktan büyürken kendi kendini tamamlayabildiği için arkadaşlar edinmedi. Paşa ismi onun isteği doğrultusunda kendisine verilmemişti. Bu bir tarihi kronolojik yapılanma değildi. Her ne kadar dulda yerlerde yapılan kimi konuşmalar Deli Petro ve Napolyon arasında sürdürülse de, iletişim kopuklukları ve teknolojik yapılandırmanın yetersizliği yüzünden konuların derinliğine inme izni vermiyordu. Öylece on sekizini bitirip on dokuzuna basacak duruma gelirken; bir yaz günü kasabadan çıkıp ‘şöyle bir dolaşayım’ dedi. Belirli bir amaç yokluğu onu Güneş Tepe’ye yöneltirken, birden ellerinin üzerinde yürür gibi hissetti kendini. Ellerine bakındı, ayakkabısız olduklarını gördü. Ayakkabısız ellerini yine yanında sallamaya başladı. Sonra da bu sallanışların adımlarına yardımcı olup olmadıklarını anlamak için ellerini pantolonunun ceplerine soktu ve o zaman anladı ki, değişim vücut hareketlerinde değildi. Pantolonu dar ve kısaydı. Grileşmeden önce siyah olduğu sanılan pantolonun üzerinde, daha o günden moda üzerinde söz sahibi olabilecek bir tarza uygun düşmemesine rağmen, yeşil bir gömleği kalın boğazlı boynu ağacın kökleri üzerinde yükselen gövdeye o güzel görünüşlü kafayı taşıyordu.

    Güneş Tepe’nin yüksekliği Deli Paşa’nın adımlarına bakarak göğe çıkar gibi değildi. Tepesi bir futbol sahası kadar ve düzdü. Aşağılarda, kasabayı oluşturan yapıtlar; Kurşunlu Camii’nin minaresi, bağlar ve ilerde Tuz Gölü bir manzara oluşturuyordu.

    Bu görünen kasaba, Deli Paşa’nın kasabası olacaktı bir gün. Belediye reisi olacaktı. Belediye reisi olmanın bütün vasıfların sahipti. Öyle bir kalıp içerisinden gelmişti dünyaya. Ve doğarken tahrip etmişti kalıbı; yeniden kullanılmasın, bir makam kavgasına neden vermesin diye. Daha önceden kalıplanan bir kız kardeş vardı ama önemli olan Paşa’nın önünde onu yöneldiği yolda durduracak bir gücün bertaraf edilmesiydi.

    Orada durup bakmak: İnsanlara tepeden bakmak: Tepeden evlerin tepesine bakmak ve bir çizgi çekebilmek her şeye; her şeyi olduğu gibi görememek, yadsımak olayların akışını, vurdumduymaz yaşayabilmek ve ‘dur’ diyebilmek durağan olmayan şeylere karşın. Paşa’nın felsefisi değildi elbet bunlar, ne var ki, aksine kanıt gerek.

    Güneş Tepe’de güneş yakmak üzereyken tenini suya girmek, serinlemek isteğini duydu, Peçenek’te hayvanları serinlerken gördüğü olurdu bazen. Mandalar yatıverirdi suyun içine, mandalar camızdı o zamanlar.

    Tepeden inip bağlara yöneldi, Bağların ötesinde kömür ocaklarının kara gözleri bir hüzün şarkısıyla doldurdu hassas yüreğini, Yerde bir çubuk görüp aldı. ‘Baston olarak kullanabilirim’ dedi.’ İlerde hakikisini alırım… Bir de fötr şapkam olmalı…’

    Peçenek’te su yoktu.’ Belki aşağılarda vardır,’ diyerek yürüdü, Sopayı sağa sola sallayarak gidiyor, ara sıra başını göğe kaldırıp güneşe sinirleniyordu. Kısa saçları ısınmadan öteye geçmiş, sıcaklık derisine işlemişti.

    Çay boyunca giderken hep duyduğu aynı şeydi:

    ‘Vırrrık’ beri…

    ‘Vırrrık’ öte…

    Kurbağalar zıplayıp duruyorlardı. Kurbağaca bir hünerdi bu yaptıkları:’ vırrırık… vırrrık.’

    ‘ Ne var lan vırrıklayacak? Durup çömeldi. Dere derin değildi, elindeki sopayı bir kurbağanın üzerine bastırmak istedi. Kurbağa kaçarken yine vırrıkladı.

    Deli Paşa da vırrıkladı: ‘Vırrrık!’ sesi kurbağanınkinden daha kalın değildi. Kurbağa anladı-anlamadı, yanıtlarken uzun bir vırrrık çekti.

    ***

    Şarkı aynı şarkı, yorum aynı yorum; ağız değişmiş.

    Bağlar, dağların düzlüğe ulaşan alt kısmında filizlenmişlerdi. Peçenek bir boğazdı. Boğazdan başlayan bağlar geniş bir açıyla Tuz Gölü’ne doğru uzanıyordu. Bağların arasından geçen dere de kendine hemen hemen en doğru yolu bulmuştu.

    Peçenek yönünden başlayan ilk bağlık Kavruk Hasan’ındı. Kavruk Hasan’ın hayatta bağlı olduğu şeyler vardı. Örneğin doğayı severdi. Aslında şimdiye dek her hangi bir oluşum olmamıştı: ‘içkilerden

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1