You are on page 1of 6

Sessizlik

John Zerzan

Sessizlik, değişik derecelere kadar bir soyutlanma aracı olmaya alışıktır. Artık, bugünün
dünyasını boş ve ayrışık kılmaya çalışan, sessizliğin yokluğudur. Kaynakları gasp edilmiş ve
kurutulmuştur. Makine, küresel olarak uygun adım ilerliyor ve sessizlik, gürültünün henüz nüfuz
etmediği, önemini kaybeden bir yerdir.

Uygarlık, rahatsız edici sessizlikleri gizlemek için tasarlanmış bir gürültü komplosudur.
Sessizliğe saygı gösteren Wittgenstein, sessizlik ile ilişkimizin kaybını anladı. Sessiz olmayan
şimdiki zaman, uçucu dikkat anları, eleştirel düşüncenin aşınması, ve derinden hissedilmiş
deneyimler için azalmış bir yetenek zamanıdır. Sessizlik, karanlık gibi, edinilmesi zordur; fakat
zihin ve ruh onun desteğine gerek duyar.

Kuşkusuz sessizliğin pek çok ve çeşitli tarafları vardır. Çoğu kez ilişkili durumlar olan korkunun,
kederin, uyumun, karmaşanın maruz kalınan veya gönüllü sessizlikleri (örn. AIDS-farkındalığı
“Sessizlik=Ölüm” formülasyonu) vardır. Ve Rachel Carson’un Sessiz Bahar‘ında belgelendiği
gibi, doğa devamlı olarak susturulmuştur. Doğa tam olarak susturulamaz, yine de, bazılarının
neden onun yok edilmek zorunda olduğunu hissettiklerini açıklamada belki de çok ilerilere gider.
“Doğanın, kendi doğamızı da içeren, susturulması yaşanmıştır,” sonucunu çıkardı Heidegger, ve
bu sessizliğin, sessizlik olarak, konuşmasına izin vermemiz gerekir. Hâlâ oldukça sık konuşur,
buna karşın, kelimelerden daha sesli konuşur.

İnsanların kurtuluşu, doğal dünya yeniden ortaya çıkmadan olmayacaktır, ve sessizlik bu


iddiaya oldukça uygundur. Evrenin büyük sessizliği, Romalı Lucretius’un MÖ 1. yüzyılda üzerine
düşündüğü sessiz bir huşuyu doğurur: “Her şeyden önce, gökyüzünün temiz, saf rengini, ve
kapsadığı her şeyi düşün: yıldızlar her yerde geziniyor, ay, güneş ve eşsiz parlaklığıyla ışığı.
Eğer tüm bu cisimler bugün ilk kez insanlara görünseydi, eğer bir anda ve beklenmedik bir
şekilde gözlerine görünselerdi, kişi bu bütünlükten daha olağanüstü olabilecek neyden
bahsedebilirdi ki, ve insan hayal gücünün daha azını tasavvur etmeye cüret edeceği kimin var
oluşudur?”

Gerçeğe dönersek, tabiat sessizlikler ile doldurulur. Mevsimlerin birbirini izleyişi sessizliğin
ritmidir; geceleri, günümüzde çok daha az olsa da, gezegen üzerine sessizlik çöker. Tabiatın
parçaları büyük bir sessizlik kaynağını andırır. Max Picard’ın tanımı neredeyse bir şiirdir:
“Orman, sessizliğin ince, yavaş bir akıntıya damlamanın, ve parlaklığı ile havayı doldurmanın
dışında büyük bir sessizlik kaynağı gibidir. Dağ, göl, tarlalar, gökyüzü – hepsi sessizliklerini
insanların kentlerindeki şeylerin üzerine boşaltmak için bir işaret bekliyor gibidirler.”
Sessizlik, “başka bir şeyin salt yokluğu” değildir.” Gerçekte, özlemlerimiz o boyuta doğru,
çıkarım ve çağrışımlarına döner. Sessizlik yakarışlarının ötesinde algısal ve kültürel bir yeni
başlangıç dileği yatar.

Zen “sessizliğin asla değişime uğramadığını” öğretir. Ancak odağımız, geç modernliğin
evrenselleştirici mekânsızlığından vazgeçersek arttırılabilir. Sessizlik hiç şüphe yok ki, kültürel
olarak kendine özgüdür, ve bu yüzden çeşitli şekillerde deneyimlenir. Buna rağmen, Picard’ın
dediği gibi, “tüm şeylerin özgün esası” ile bizleri karşı karşıya getirebilir ve nesneleri doğrudan
doğruya bizlere tanıtabilir. Sessizlik en başta gelir, varlığı kendisine çağırır; bu yüzden, kökene
bir bağlantıdır.

Endüstriyel temelli teknosferde, Makine sükûneti kovmakta hemen hemen başarılı olmuştur.
Sessizliğin doğal tarihine bu tehlike altındaki türler için gerek duyulur. Modernlik sağır eder.
Gürültü, teknoloji gibi, asla geri adım atmamalıdır – ve asla geri adım atmaz.

Picard için, hiçbir şey sessizliğin kaybı kadar insan karakterini değiştirmemiştir. Thoreau,
sessizlik için “bozulamaz sığınağımız”, savunulmak zorunda olan zaruri bir barınak der.
Sessizlik, montaj sesine karşı gereklidir. Çıkarcı kitle kültürünce, kendisinden ayrı olduğundan
kesinlikle bir direnme aracı olan sessizlikten korkulur, çünkü o bu dünyaya ait değildir. Yine de
sessizlik fonuna karşın pek çok şey duyulabilir; bu yüzden bir yol açılır, otonomi ve tahayyül için
bir yol.

Jean-Luc Nancy, “duyular sessizlikte açılır,” yazmıştı. Dünyadan ayrılmaz biçimde, kişinin
sessiz özünde, bedensel olarak ele alınır ve bedensel olarak deneyimlenir. Azimle ruhumuzu
bedenimizden ayırmaya çalışan damga makinelerinden uzakta nitel bir adım olan somut halimizi
öne çıkarabilir. Sessizlik, kendimizi toplumdaki egemen, bağımlılık yapıcı, başıboş bilgi hastalığı
öbeğinden çözmede büyük bir yardımcı olabilir.Bize, kendimizi ortaya koyacağımız, kim
olduğumuz ile ciddi bir şekilde ilgileneceğimiz bir yer verir. Gittikçe ince, düzleşmiş bir
teknosferde dünyanın gerçek derinliğine hazır.

Sessizlik ile karşılaştırıldığında felsefenin şöhreti sönüktür, genel başarısızlığı için herhangi iyi
bir ölçü. Aristotle sessiz olmanın mide gazına sebep olduğunu iddia ederken, Socrates,
sessizliği bir saçmalık alanı olarak suçladı. Aynı zamanda, oysa, Raoul Mortley klasik
Yunanistan’da “kelimelerin kullanımıyla büyüyen bir hoşnutsuzluk”, “sessizliğin dilinde muazzam
bir artış” görebildi.

Çok daha sonra, Pascal, “evrenin sessizliği” tarafından dehşete düşürüldü ve Hegel
konuşulamayan şeyin tamamen yanlış olduğunu, sessizliğin üstesinden gelinmesi gereken bir
kusur olduğunu açıkça belirtti. Schopenhauer ve Nietzsche, her ikisi de, diğerleri arasında,
sessizlik karşıtı Hegel’den ayrılarak, tek başınalığın ön gereksinim duyulan değerini
vurguladılar.

Horkheimer ve Adorno’nun Odysseus ve Deniz Kızları (Homer’ın Odyssey’inden bir bölüm)


üzerine haklı olarak çok iyi bilinen bir yorum vardır. Deniz kızlarının Odysseus’u yolculuğundan
caydırma çabalarını, baskıcı uygarlığın güçlerini durdurmaya çalışan Eros’un çabalarıymış gibi
betimlediler. Kafka, sessizliğin şarkı söylemekten çok daha karşı konulamaz bir araç olduğunu
hissetti.

Herbet Spiegelberg’e göre, “olaybilimi sessizlikte başlar.” Olguyu veya nesneleri bir şekilde ilk
sıraya, fikir oluşmasıyla ilgili yorumlardan önceye koymak, olaybilimin kurucu kavramıydı. Veya
Heidegger’in kabul ettiği gibi, kavramsal olandan daha derin ve daha özenli bir düşünce vardır,
ve bunun bir parçası, sessizlik ve anlayış arasında başlangıçta var olan bir bağ içerir.
Postmodernizm, ve bilhassa Derrida, örneğin konuşmadaki sessizlik boşluklarının anlam ve güç
engeli olduklarını ileri sürerek, dilin yetersizliğinin yaygın farkındalığını reddeder. Aslında,
Derrida, sessizliği düşüncenin nihilist bir düşmanı olarak suçlayarak, “ilkel ve önmantıksal
sessizliğin şiddetini” sertçe kınar. Bu gibi gayretli antipati, Derrida’nın var oluş ve zarafete olan
sağırlığını, ve sessizliğin, sembolik olanın herşey demek olduğu birisi için yarattığı tehdidi
gösterir. Wittgenstein, kendisi söylenemez birşeyin söylenebilir herşeyin içine işlediğini kavradı.
Bu, Tractatus Logico-Philosophicus’da yazdığı en iyi bilinen satırının manasıdır: “İnsan üzerine
konuşamayacağı şeye dair sessiz kalmalı.”

Sessizlik, burada ve şimdi, şeyleştirme olmadan, ele alınabilir mi? Bence, bilmenin açık,
kuvvetlendirici bir yolu üretken bir durum olabilir. Sessizlik aynı zamanda bir korku boyutu,
cinnet ve intiharın keder-çifti olabilir. Gerçekte, sessizliği cisimleştirmek, onu yaşamayan bir şey
içinde dondurmak oldukça zordur. Zaman zaman sorguladığımız gerçeklik suskundur; sükûnet
derinliğinin göstergesi sessizliği ortaya koyar mı? Şaşkınlık cevapları en iyi şekilde veren soru
olabilir, sessizce ve derinden.

Mark Rothko, “Sessizlik oldukça kesindir,” demişti, yıllarca ilgimi çekmiş bir cümle. Parçası
olduğumuz şeyin, ve onu yok etmek için kaç yol olduğu genel algısını atlayan kimi detayları dile
getirmek için, çoğu kez sessizliği dağıtırız. 1993 Antartika kışında, Richard Byrd şöyle yazdı:
“4PM’de günlük yürüyüşümü yaptım…sessizliği dinlemek için durdum…gün ölüyordu, gece
doğmak üzereydi – büyük bir huzurla. Burada kâinatın tahmini imkansız süreçleri ve güçleri
bulunur, ahenkli ve sessiz.” Yaşayan doğanın derinlikleri ve gizemleri yoluyla, sessizlikte ne
kadar çok şey gözler önüne serilir. Annie Dillard ayrıca gürültüye nefis bir tepki verir: “Belirli bir
noktada ormana, denize, dağlara, dünyaya, Şimdi hazırım, dersin. Şimdi duracağım ve
tamamen dikkatli olacağım. Kendini boşaltır ve beklersin, dinleyerek.”

Sessizlik yoluyla ulaşılabilir olan yalnızca doğal dünya değildir. Cioran, “tüm nesnelerin, yalnızca
tam bir sessizlikte çözebileceğimiz bir dile sahip oldukları” sonucuna vararak, eşyanın
sessizliğindeki sırlara işaret etti. David Michael Levin’in The Body’s Recollection of Being eseri
“beden yoluyla düşünmeyi öğrenmemizi” öğütler, “bedensel olarak hissettiğimiz deneyimi
sessizlikte dinlemeliyiz.” Ve kişiler arası alanda, sessizlik empati ve anlaşılmanın bir sonucudur,
kelimeler olmadan çok daha derinden.

Amerikan Yerlileri her zaman sessizliğe ve doğrudan deneyime büyük değer vermişlerdir, ve
genelde yerli kültürlerinde, sessizlik saygı ve kendini geri planda tutmaya işaret eder. Kişinin
yaşam yolu ve amacını keşfetmek için oruç tutarak ve dünyaya yakınlıkla tek başına geçirdiği
süre olan Görü Arayışının merkezindedir. Inuit Norman Hallendy, inuinaqtuk denilen sessiz
farkındalık durumuna rüya görmeden daha fazla irfan ayırır. Sessizlik avda başarı için
gerekliyken, yerli şifacılar çoğu kez sessizliği dinginlik ve umut için bir yardımcı olarak
vurgularlar. Bu dikkat ve sükûnet gereksinimleri, yerlilerce sessizliğin değerinin bilinmesinin ana
kaynakları olabilmiştir.

Sembolik olan hem sessizliğe hem de var oluşa gölge düşürmeden önce, sessizlik var oluşa ve
özgün topluluğa kadar geri uzanır. Levinas’ın her zaman sessizliği susturmaya ve onu sembolik
yapıların yersiz oluşlarıyla değiştirmeye çalışan, “temsilin birliği” dediği şeyden daha önce gelir.
Sessizlik kelimesinin Latince kökeni, silere, hiçbir şey söylememek ise, sinere, bir yerde olmaya
izin verme ile ilişkilidir. Dilin çok kez ve önemli bir şekilde, sessizliğe düştüğü bu yerlere çekiliriz.
Daha sonra, Heidegger’in önemli referans noktalarından biri olan Hölderlin’in özellikle Late
Hymns’de yaptığı gibi, Heidegger de sessizliğin âlemini takdir etti. Hölderlin’in oldukça güçlü bir
şekilde ifade ettiği doyumsuz özlem, yalnızca özgün, sessiz bir bütünlüğe bağlı olmaz, aynı
zamanda dilin her zaman kaynağını kayıp kabul ettiği büyüyen anlayışa da bağlıdır.

Bir buçuk yüzyıl sonra, Samuel Beckett, sessizliği dile bir alternatif olarak kullandı. Krapp’ın Last
Tape‘inde ve başka yerlerde, tüm dilin bir dil aşırılığı olduğu fikri fazlasıyla öneridedir. Beckett,
“semboller ormanında” asla sükunet olmadığından şikayet eder, ve dilin örtüsünü yararak
sessizliğe geçmeyi arzu eder. Northrup Frye, Beckett’in “sessizliğin yeniden kurulmasından
başka hiçbir şeye bağlı olmama” çalışmasının amacına ulaştı.”

En somutlaştırılmış, bu-dünyaya-sahip-çıkan özlerimiz, dilin, ve aslında temsil tasarısının


başarısızlığının sınırlarını en iyi şekilde fark ederler. Bu durumda en kolayı dilin tükenmişliğini,
ve her zaman dolaysızlıktan bir kelime uzakta olduğumuz gerçeğini anlamaktır. Kafka, baskı
mengenesinin bir işkence aleti olarak iki rolü birden oynadığı Ceza Sömürgesinde bunu ele aldı.
Thoreau için, “en doğru toplum her zaman tekbaşınalığa daha da yaklaştığından, aynı şekilde
en mükemmel konuşma da en sonunda sessizliğe düşer.”Aksine, kitle toplumu otonomi
olasılığını tıpkı sessizliği önlediği gibi uzaklaştırır.

Hölderlin, dilin bizi zaman içerisine çektiğini düşündü, ancak sessizlik buna direnir. Zaman
sessizlikte artar; akmıyor, ancak katlanıyor görünür. Çeşitli geçicilikler engellerini kaybetmeye
yakın görünürler; geçmiş, şimdi, gelecek daha az bölünmüştür. Ancak sessizlik değişken bir
dokudur, bir tekdüzelik veya bir soyutlama değildir. Niceliği hiçbir zaman kapsamından uzakta
değildir, tıpkı dolaylı olmayanın sahası gibi. Çok uzun süredir bir yabancılaşma ölçüsü olmuş
olan zamandan farklı olarak, sessizlik uzamsallaştırılamaz veya bir değiş tokuş ortamına
dönüştürülemez. Bu, sessizliğin, zamanın devamlılığından neden bir sığınmacı olabileceğini
açıklar. Gurnemanz, Wagner’in Parsifal’inin açılışına yakın, “Burada zaman uzam olur” diyerek
şarkı söyler. Sessizlik, egemenliğin bu başlıca dinamiğinden kaçınır.

İşte buradayız, sessizlik ve çok daha fazlasına yaptığı çeşitli saldırılarında bizleri derinden
rahatsız eden, bizleri içine alarak ortadan kaldıran Makine ile birlikte. Kuzey Amerikalıların
kendiliğinden mırıldandığı veya şarkı söylediği nota B- naturaldir, saniyede 60 devirli alternatif
akım elektriğimizin yerini tutan nota. (Avrupa’da, kıtanın saniyede 50 devirli AC elektriğine
uyarak G-diyez “doğal olarak” söylenir. Küreselleşen, homojenleştirilen Gürültü Bölgesinde,
yakında daha da uyum sağlayabiliriz. Pico Ayer, “hepsi birlikte yüz aksanda aynı şarkıyı
söyleyen büyüyen bir dünya algım” diye adlandırır.

Standardizasyon uğultusuna, onun bilgi-gürültüsüne ve sinir bozucu, yüzey “iletişim”


yöntemlerinin reddine gerek duyuyoruz. Her gayri-mekâna itilerek, gayri-sessizliğin amansız,
sömürgeleştirici delinebilirliğine hayır. Artan gürültü, desibel artışlarıyla ve kirlenmeye yol açan
erimleriyle, alçaltıcı kitle dünyasını ölçer – Don DeLillo’nun Beyaz Gürültüsü.

Sessizlik bunun hepsine bir sitemdir, ve kendimizi yeniden oluşturmak için bir bölge. Doğada
toplanır, ve değer düşürmeye son verecek savaşlar için kendimizi toplamamıza yardım edebilir.
Direnişin güçlü bir aracı, başkaldırının önünde gidebilen duyulmayan bir nota olarak sessizlik.
Köle efendilerinin en çok korktuğu şeydi. Çeşitli Asya ruhsal geleneklerinde, sessizliğe adanan,
muni, en büyük kapasite ve bağımsızlığın kişisidir – aydınlanma için herhangi bir ustaya gerek
duymayan biri.

En derin tutkular sessizce ve derinliklerde beslenir. Ölü için saygı en belirgin şekilde başka nasıl
ifade edilir, yoğun sevgi en iyi biçimde başka nasıl iletilir, en derin düşüncelerimiz ve görülerimiz
başka nasıl deneyimlenir, bozulmamış dünyanın en doğrudan başka nasıl zevkine varılır?
Kederden muzdârip bu dünyada, Max Horkheimer’e göre, keder yüzünden “daha masum
oluruz”. Ve belkide sessizliğe daha açık – rahatlık, müttefik ve sığınak olarak.

Aralık 2007

Çeviri: Serhat Elfun Demirkol

Martin Heidegger, What is a Thing? (Chicago, Henry Regnery Company, 1967), s. 288.
Pierre Hadot, The Veil of Isis’de alıntılanmıştır, çeviri: Michael Chan (Cambridge, MA: Bellknap
Press, 2000), s 212-213.
Max Picard, The World of Silence (Chicago: Henry Regnery Company, 1952), s. 139.
Bernard P. Dauenhauer, Silence: the Phenomenon and Its Ontological Significance
(Bloomington: Indiana University Press, 1980), s. vii.
Chang Chung-Yuan, Original Teachings of Ch’an Buddhism (New York: Vintage, 1971), s. 12.
Picard, op.cit., s. 22.
Ibid., s. 221.
Henry David Thoreau, “A Week on the Concord and Merrimack Rivers,” in The Works of
Thoreau, düzenleyen Henry Seidel Canby (Boston: Houghton Mifflin, 1946), s. 241.
Jean-Luc Nancy, Listening, translated by Charlotte Mandell (New York: Fordham University
Press, 2007), s. 26.
Bu terim ile ilk kez Ted Mooney’in Easy Travel to Other Planets (New York: Farrar Straus &
Giroux, 1981) romanında karşılaştım.
Aristotle, Works of Aristotle, çeviren S. Forster, Vol. VII, Problemata (Oxford: Clarendon Press,
1927), s. 896, satır 20-26.
Raoul Mortley, From Word to Silence I (Bonn: Hanstein, 1986), s. 110.
Blaise Pascal, Pensées, düzenleyen Phillipe Seller (Paris: Bordas, 1991), s. 256.
Franz Kafka, Parables, George Steiner, Language and Silence’da belirtilmiştir (New York:
Atheneum, 1967), s. 54.
Herbert Spiegelberg, The Phenomenological Movement, Vol. Two (The Hague: Martinus Nijhoff,
1969), s. 693.
Martin Heidegger, “Letter on Humanism,” Basic Writings (San Francisco: Harper San Francisco,
1992), s. 258.
Jacques Derrida, Writing and Difference, çeviren Alan Bass (Chicago: University of Chicago
Press, 1978), s. 130.
Ludwig Wittgenstein, Tractatus Logico-Philosophicus (İlk Basım: Mart 1985, BSF Yayınları, 5.
Basım: Mayıs 2008)
James E. B. Breslin, Rothko: A Biography (Chicago: University of Chicago Press, 1993) alıntı, s.
387.
Hannah Merker, Listening (New York: HarperCollins, 1994) alıntı, s. 127.
Annie Dillard, Teaching a Stone to Talk (New York: HarperPerennial, 1982), s 89-90.
E. M. Cioran, Tears and Saints, çeviren Ilinca Zarifopol-Johnson (Chicago: University of
Chicago Press, 1995), s. 53.
David Michael Levin, The Body’s Recollection of Being (Boston: Routledge, 1985), s 60-61.
Norman Hallendy, Inuksuit: Silent Messengers of the Arctic (Toronto: Douglas & McIntyre,
2000), s 84-85.
Emmanuel Levinas, Proper Names, çeviren Michael B. Smith (Stanford CA: Stanford University
Press, 1996), p. 4.
Emery Edward George, Hölderlin’s “Ars Poetica”: A Part-Rigorous Analysis of Information
Structure in the Late Hymns (The Hague: Mouton, 1973), s 308, 363, 367.
Samuel Beckett, “German letter” dated 9 July 1937, in C.J. Ackerley and S.E. Gontorski, The
Grove Companion to Samuel Beckett (New York: Grove Press , 2004), p.221.
Northrup Frye “The Nightmare Life in Death,” in J.D. O’hara, editor, Twentieth Century
Interpretations of Malloy, Malone Dies, and The Unnamable (Englewood Cliffs, NJ: Prentice-
Hall, 1970), p.34.
Thoreau, op.cit., s. 241.
Pico Ayer, The Global Soul (New York: Knopf, 2000), p.271.
Mark M. Smith, Listening to Nineteenth-Century America (Chapel Hill: The University of North
Carolina Press), s. 68. Ayırca Thomas Merton, The Strange Islands (New York: New Directions,
1957); özellikle, “The Tower of Babel: A Morality”: Leader: Who is He? Captain: His name is
Silence. Leader: Useless! Throw him out! Let Silence be crucified!
Alex Wayman, “Two traditions of India-truth and silence ,” Philosophy East and West 24
(October 1974), pp 389-403
Max Horkheimer, Dawn and Decline: Notes 1926-1931 and 1950-1969 (New York: Seabury
Press, 1978) p. 140.

You might also like